Kayıtlar

Kara Tren Yolunda

Resim
  Bacasından nur gibi dumanlar saçarak, çılgın düdüklerini haykıra haykıra istasyona doğru yol alıp giden ve gelen “Kara Tren” Kara tren, bizim diyarımıza nedendir bilinmez her zaman gece uğrar, zifiri karanlıkta biraz eğlenirdi. İhtiyaç varmış gibi durur, sonra bir hıçkırıkla yoluna devam ederdi. Ben ise gecenin köreldiği saatte, tepede onu bekler, doyumsuz gözlerle yoluna bakar dururdum. “ Ne olur” derdim. Bu tren bir kerecik olsun gündüze kalsa da, makinistini bir görsem derdim. Bilemediğim bir acıyla ağladığımda olurdu. Koca trenin her gün, saatini şaşırmadan gelişi ve gidişi beni tüketme noktasına getirmişti. Ve çok isteyeni mahçup eder mi, Rabbim dualarım kabul etmişti. Ne olmuşsa, tren bu cuma gecesi durdu. Gitmiyordu. Yahut gidemiyordu... Ne güzel, ne güzel...tren durdu. Merak ettiğim o insanı belki görecektim. O kara lokomotifiyle tren katarlarını götüren makinisti. Gizliden gizliye hayran olduğum, özlediğim, kişiyi. Hayal ediyordum. Çok kuvvetli biri olmalı, onca vagonu peşin

Şeyh Said ve Bediüzzaman Said Nursi- Abdulilah FIRAT röportajı

Resim
Bahse konu videolara bakarak yakın tarihi şahitlerin  beyanıyla dinlemek faydalıdır. Dördüncü video da yapılan analizler ve ibret alınacak sonuçları duyunca  fikriyatınıza güzellikler ihsa olur... Salih Begê Hênî, Şeyh Said Efendi ve diğer mücahidlerle idam sehpasına giderken şu meşhur şiirini dile getirmiştir; Gerçi Enzarı Ahibba dan Dahi Dûr Olmuşuz Rahmeti Mevlaya Yaklaşmakla Mesrur Olmuşuz Bu Dünyada Müflis u Hane Harab Olduksa Bu Harabat ile Manada Mamûr Olmuşuz Kul Bizi Mücazet Etse Perva Etmeyiz Şüphemiz yoktur ki İndallah ta Mecur Olmuşuz Ehli Hakkız Korkmayız İdamiden Her Dariden Çünkü Teyidi İlahi İle Mensur Olmuşuz Salihim Ehli Salahım Dine Can Kıldım Feda Lütfi Hakla Teşnegane Abı Kevser Olmuşuz Şehid Muhammed Salih Hani (29.06.1925) *Enzar: Göz Bakışları Ahibba:Dostlar Mücazet:Ceza Mecur:Mükâfat Mesrur:Muraffah Teşnegan:Susamış,İstekli 

Can Kuşum Çırpınıyor

Resim
  Mecliste Hiçbir şeyle kayıtlı olmayan can kuşu nasıl kafese girdi?” diye sordular.[1] Pir dedi ki: Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir.[2] Özgür olmak isteği ne kadar artarsa artsın çıkmaya çalıştıkça beden ondan sızlanır durur. Kuşa, kafesi bırakıp uçmak nasıl hoş, tatlı gelirse bana da ölmek ve bu yurttan göçmek öyle hoş, öyle tatlı geliyor. Bahçeye konan kafesteki kuş, gülleri, ağaçları görür. Dışarıda, kafesin çevresinde ötüşen kuşlar, hürriyete ait güzel, güzel hikâyeler söylerler. Kafesteki kuş, onları duyar, o yeşilliği görürde ne iştahı kalır, ne sabrı, ne kararı! O kuşun gönlü de dışarıdadır, canı da… böyleyken kafesi açıversen ne yapar? O kuş, kafese kapanmış kafesin etrafında da kediler birkaç halka olmuş kuşa benzemez ki. Bu çeşit kuş korkuya, vehme düşer, hiç kafesten çıkmayı ister mi o ? Hattâ o kötülükler yüzünden kafesin etrafında daha yüz tane kafes olmasını ister. [3] Hika

Ahmet Muhtar BÜYÜKÇINAR

1920 yılında Gaziantep’te doğdu. Pek küçük yaşta annesini kaybetti. Merhametsiz ve cimri bir baba ile üvey ana elinde çok sıkıntılı bir çocukluk devri geçirdi. Altı yaşında dokuma atölyesinde çalışmaya başladı. Yedi yaşında evden kaçarak sığırtmaçlık, bağ bekçiliği, çerçicilik, kebapçılık, aşçılık, baklavacılık, marangozluk, Mersin’de deniz hamallığı ve Adana’da birkaç mevsim ırgatlık gibi işlerle uğraştı. Bir taraftan derviş dedesiyle tekkelere giderken, dayısı da onu kaçak rakı imalatında ve esrar satışında çalıştırıyordu. On yedi yaşından sonra gönlünü dolduran Kur’ân aşkı ile her şeyi bırakıp Arapça öğrenmeye ve öğretmeye yöneldi. İslâmî ilimleri tahsil edebilmek için elinden gelen gayreti sarf edip, adını duyduğu bütün hoca efendilerden istifadeye girişti. Bir taraftan okuyor, diğer taraftan da devrin şartları gereği kolluk kuvvetlerince takip edildiğinden gizli gizli okutuyordu. Nitekim bir keresinde tutuklandı ve hakkında