Kara Tren Yolunda
Bacasından nur gibi dumanlar
saçarak, çılgın düdüklerini haykıra haykıra istasyona doğru yol alıp giden ve
gelen “Kara Tren”
Kara tren, bizim diyarımıza nedendir bilinmez her zaman gece uğrar, zifiri karanlıkta biraz eğlenirdi. İhtiyaç varmış gibi durur, sonra bir hıçkırıkla yoluna devam ederdi.
Ben ise gecenin köreldiği saatte,
tepede onu bekler, doyumsuz gözlerle yoluna bakar dururdum.
“Ne olur” derdim. Bu tren bir kerecik olsun gündüze kalsa da, makinistini bir görsem derdim. Bilemediğim bir acıyla ağladığımda olurdu. Koca trenin
her gün, saatini şaşırmadan gelişi ve gidişi beni tüketme noktasına getirmişti.
Ve çok isteyeni mahçup eder mi, Rabbim dualarım kabul etmişti. Ne olmuşsa, tren bu cuma gecesi durdu. Gitmiyordu. Yahut gidemiyordu...
Ne güzel, ne güzel...tren durdu.
Merak ettiğim o insanı belki görecektim. O kara lokomotifiyle tren katarlarını götüren makinisti. Gizliden gizliye hayran olduğum, özlediğim, kişiyi.
Hayal
ediyordum. Çok kuvvetli biri olmalı, onca vagonu peşine takan lokomotife can
vereni.
Gün ağardı. Rayların üzerinde karalar bağlamış lokomotif, peşinde katar katar vagonlar.
Uykusuz gözlerle, bakıyordum.
Lokomotiften biri indi. Yüzünü hafifçe isler perdelemiş, terinin aktığı yerlerde çizgiler yüzünde bir hurufat tablosu çizmişti. İneni görünce çok şaşırdım. Bu treni bu ihtiyar mı, bu ihtiyar mı yürütüyor, olamaz dedirtecek kadar, yaşlı biriydi.
“Olsun her gün bu tren buradan geçiyor ve gidiyorsa, bu ihtiyarda gizli ve gizmli bir kuvvet vardır” dedim. Koştum, nefes nefese...
“Efendim”
diyerek eline sarıldım. Yılları geçirmiş, hasret çekmiş, sevgilisine kavuşmuş
bir aşık gibi.
Şöylece bir öfkelendi. “Dur” dedi.
Durur muyum, vardım eline…
“Neyse” dedi. Biraz bana gözaltı yaptı ve eğlendi. Sonra
“oturalım”, der gibi bir kenara çekilip, bir başımıza, sukutun dahi konuşmadığı
bir zaman geçirdik.
Gözümü açınca, güneş ışıklarını
üzerimize çevirmiş sanki bize can vermeye çalışıyordu. İhtiyar makinist
konuştu.
-Oğul, her gece buradan geçerken,
gözlerinden çıkan ışığı görmediğimizi sanıyorsun. Bizi burada sen durdurdun.
Bekleyenleri olsa da şu insanların, senin beklediğin başka biri idi. Bir
hayalin vardı. O hayalin gerçek olsun istedim. “Nasıl” dediğin, o kişi benim.
Hiçte beklediğin gibi de değilim, değil mi? Fakat bu tren bizimle yol alır,
bizimle durur. Bu bizim işimizdir. Biz ateşin önünde ter dökerken, gönlümüzle
durur bir an gaflet etmeyiz.
Uyumak bize haramken, sırtımıza
aldığımız vagonlarda, aşklar yaşanır, gurbetin acılarında pişmiş ayrılıklar,
vuslat şarkılarıyla memleket memleket hicret ederler. Hayalinin almadığı kadar
sevdalar ve hicranlar vagonların içinde vardır. Her birinde unutulmaz bir seferim
olur, yurduma kavuştum sevincine varan güzellikler ve ayrılık hicranı
duyanların ateşleri duyulur.
Her şeyiyle yolculuk güzeldir.
Fakat sonuçta hepsi vagonda kalır, katar kendini alır götürür. Biz ise isli
ocağın karşısında parlak dumanlarına karışmış gözlerimizle bu hali seyretmekten ancak mutluluk duyarız. Ne var ki, kara trenin makinisti bir gün
ölecek, hiçbir yolcusu onu tanımayacak, sadece öylesine “bir garip öldü”, diye salâsı okunacak.
İşte oğul, o öldü denilenlerden biri dedemdi. Şimdi ise biz. İs kokan cehennem
zebanileri gibiyiz, sanki...
-Zebaniler sevilir mi?
-Sevilmez.
-Yani, onlara biraz benziyoruz,
değil mi?.
-Oğul, sen trene ve yoluna aşık
ol.
-Sen treni ve yolunu sev. Fakat
bize gönül takma. Bizim işimizde ateş var yorgunluk var, ızdırap veren dertler
var. Her ocağın yanışında, odun ve kömür ciğerimize ateş düşürür. Buhar olan
ateşin sesinde yanda gör, tütte gör, seyret gör; derler bize...
-Sevinçler vagonda, vuslat demlerini
yudumlarken, yanan biz miyiz, ağlayan yine biz miyiz? Anlaşılmazdır biraz
-Oğul hikayemiz hep aynı şekilde
tekrar eder durur. Sen,heveslenme bu işimize. Var sende bir yolcu ol. Nasıl
olsa seni götüren bir kara tren illaki bulunur.
Sözleri bitmezdi ama bir susuşla sustu ve içine dalıp kaldı ihtiyar. Gördüğüme sevineceğim derken içime bir üzüntü düştü. Anladım ki,
bu hal benim bildiğim gibi değilmiş.
Var git yoluna, kara tren katar
katar akarken seyrettiğim o güzellik, göründüğü kadar hoş değilmiş.
Başlamışken biten sözlerin
yeniden başladığı yerde içimi yaralayan bir hüzün kapladı. Tren tarafından bir acı düdük
sesi ve canlanan buhar ayrılığımıza işaret veriyordu. İhtiyar gidiyordu. Bense
bakıyordum. Hani peşinden gitmek istediğim aşklar, hani o sevdalar sahibi merakıma düşmüş kişi. Demek ki, ben ham kalmış olamamış biriymişim.
Kara tren sen yolunu
değiştirmedin, fakat duruşunla beni değiştirdin. Makinist olacağıma yolcu
vagonunda belki seni takip edebilirim, diyecek kadar aciz olduğumu öğrettin,
dediğimde..
Epeyce ilerleyip uzaklaşmış ihtiyar bir an durdu, geri döndü dedi ki:
Kara trende, makinistte, yolcuda
aynı yere gider. Sen vagonda olmakla bir şey kaybetmezsin. Yeter ki bu trene
bin, sonuçta aynı yere gidersin yahut gelirsin.
Gitti.
Bir gidişle gitti.
Bir daha göremediğim
ihtiyar gitti. Ben ise o trenle onun gittiği her yere vardım. Onun duyduğunu
duydum, gördüğünü gördüm. Ancak bir
farkla. Ben hep yolcu idim.
Yolcu yolunda kalır. Ben ise hep
“Yolda kaldım. “
İsmail Hakkı Altuntaş
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar