Kayıtlar

Aşktan Önce Sekiz Var

Resim
  İnsân-ı kâmil eserinin müellifi Cîlî, aşk makamından önce sekiz makam sayar ve yalnız bunları saydıktan sonra aşk makamının başladığını söyler: “Aşk ilk zuhûru anında âşıkı yok kabul eder, ne ismini, ne vasfını, ne de kendisini bırakır. Bu mertebe kurbiyet ve vusul makamlarının sonudur. Ârif bu makamda mârûfunu inkar eder. Arada ne ârif, ne mâruf, ne âşık, ne de mâşuk kalır, tek başına sadece aşk bulunur. İşte böyle aşk resim, isim, naat ve vasıf altına girmeyen sırf ve sadece zâttan ibarettir. Âşık aşkta tamamıyla mahvolursa aşk mâşukla âşıkı fâniliğe götürmeye başlar. Fenâ – gaflet hükmünün istilâsıyla insanda meydana gelen şuursuzluktan ibarettir. Aşık’ın kendisinden fâni olması, kendine şuursuzluğu, mahbûbundan fânî olması ise, varlığının mahbûbunun varlığında mahıv ve yok olması demektir.”   Cîlî, İnsân-i Kâmil, s.292 – 293.      

Allah Teâlâ’ya Kul Olmanın Tek Yolu Efendimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemi Sevmektir

  Cenâb-ı Hakk Kur'an-ı Kerim'de Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve sellem hitâben " Ya Muhammedi sana bey'at edenler, Allah'a etmişlerdir." Fetih 10) âyetinde işâret buyurduğu üzere: Cenâb-ı Hakk, Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemi kendi nefsi makâmına ikâme eylemiştir. Yine "Rasûle itaat eden Allah'a itaat etmiş demektir." (Nisa 80) âyetinde de böyledir. Bundan başka Ebû Saîd el- Hudrî gördüğü rüyâ üzerine Cenâb-ı Peygamber salla'llâhü aleyhi ve selleme "Ya Rasûlallah! beni mâ'zûr gör. Allah muhabbeti, sana muhabbetten beni meşgûl kılar." dediği zaman Hz. Peygamber, "Ey Mübarek! senin Allah muhabbeti dediğin, benim muhabbetimden ibârettir." buyurması da açık delillerdendir. Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem, orada Allah'dan halîfe olunca, Allah da burada Hz. Muhammed'den nâib oldu. Nâib, halîfe; halîfe, nâib demektir. O budur, bu odur. İşte bu mertebede Hz. Muhammed sall

İNSAN-I KÂMİL’İN METAFİZİK BOYUTU

Hazırlayan: Elif BAYIR İNSAN VE İNSAN-I KÂMİL ANLAYIŞI A)    İNSANIN TANIMI Başlangıçta yaşama içgüdüsüyle sadece çevresini araştıran insan, hayatını bir nebze de olsa kontrol altına aldıktan sonra kendisini, kapasitesini ve diğer varlıklardan farklılığını fark etmiş ve bunun üzerine kendisini inceleyip tanımlamaya çalışmıştır. Böylece birbirinden farklı insan tanımları ortaya çıkmıştır. Farklı tanımların ortaya çıkması da insan anlayışlarında ve insana bakış açılarındaki farklılıktan kaynaklanmıştır. Mesela M.Ö. 5. asrın ortalarında insan hakkında ilk defa fikir yürüten Sofistler “her şeyin ölçüsü insandır” diyorlardı. Protagoras’ın da “insan her şeyin ölçüsüdür. Varolan şeylerin varoluşunun varolmayan şeylerin varolmayışının ölçüsüdür” sözü meşhurdur [1] . Özellikle Sokrates, insana ahlaki açıdan, Platon ise araştırıp inceleyen bir varlık olması açısından bakmıştır. Aristoteles, insanı toplum kuran, en üstün vasfı akıl olan bir canlı olarak algılamıştır. Bu üç filozofun