Kayıtlar

Himmet Ya Muhyiddin

 الفيوضات الربانية في المآثر والأوراد القادرية   إذا وقع لك مهم وأردت أن يدفعه الله عنك فصل ركعتين بعد صلاة العشاء تقرأ في كل ركعة الفاتحة و الإخلاص إحدى عشر مرة ............ ثم تقوم وتخطو إحدى عشر خطوة جهة العراق إلى يمين القبلة وتقول في الأولى : يا شيخ محي الدين وفي الثانية : يا سيد محي الدين وفي الثالثة : يا مولانا محي الدين وفي الرابعة : يا مخدوم محي الدين وفي الخامسة : يا درويش محي الدين وفي السادسة : يا خواجة محي الدين وفي السابعة : يا سلطان محي الدين وفي الثامنة : يا شاه محي الدين وفي التاسعة : يا غوث محي الدين وفي العشرة : يا قطب محي الدين وفي الحادي عشر : يا سيد السادات عبد القادر محي الدين ثم تقول : يا عبيد الله أغثني بإذن الله ويا شيخ الثقلين أغثني و أمددني في قضاء حوائجي ... إلخ

Geylâni Kapısı Açıldı Dendi…

  Dualarınızda isteklerinizi zıtlarla istemeyin…mesela iş istiyorsanız, eş istemeyin..para istiyorsanız maneviyat istemeyin… zıtları birleştirmeyin…istemeyi bilin denilir…Yoksa dualar gök kapılarında bazı yerlerde takılıp kalıyor Bu bilgiden sonra bir istiğase usulü… “Bir kimse Çarşamba gününden başlayarak üç gün sabah namazından sonra [güneş saati yazar takvimler kerehat vakti)  1000 adet besmele çeker, 100 adet   يَـفْـعَـلُ ٱللهُ  ماَ يَشـۤاءُ بِـقُدْرَتِه  وَيــَحْكُمُ مٰا يُر يدُ بِعِـزَّتِـه Yef’a lüllâhü mâ yeşâu bi kudretih ve yahkümü mâ yüridü bi izetih Okuyup Abdülkadir Geylânî (kuddise sırruhu'l-âlî) Efendime hediye edin. Cuma sabahı ise hediyeden sonra ayağa kalkıp himmet için tazim ile üç adım atarak dileğinizi söyleyin…biz yaptık muradımıza kavuştuk. Sizlere de nasip olur”     Vefatlarından sonra da tasarruf eden ashâb-ı tasarrufât dahî böyledir. "Abdülkâdir Geylâni" gibi. Müşârünileyh risâlesinde:  " Vefatımdan sonra da bir kimse korku ve şiddetli ıztı

İsmail Hocanın medih ettiği zât

  Bir gece Mevlâna İsmail Efendinin evinde idik. Orada Kızılırmağın öbür yakasındaki Sıvasa yakın köylerden 'Üveys' adında bir misafir de bulunuyordu. Abdülkâdir Geylâninin velâyet ve tasarrufundan, zarurette kalıp kendisini çağıranlara imdâd edip yetiştiğinden bahsedilirken, bu misafir köylü de başından geçen bir vakıayı şöyle anlattı:  "Günlerin en kısa ve kışın çok şiddetli bir zamanında idi. Köye gitmek üzere ikindiden sonra akşama yakın kasabadan çıktım. Kızılırmağa geldim. Suda buz parçaları akıyordu. Donumu çıkardım. Suya girip yüzerek öbür tarafa geçtim. Akşam olmuş, ortalık kararmıştı. Karanlıkdan, soğuğun şiddetinden yolumu şaşırdım. Donacaktım, ölüm alâmetleri belirmişti. Hayatımdan ümidimi kesmiş, artık öleceğime kani olmuştum.  O sırada İsmail Efendi Hocanın vaktiyle bana söylediği bir sözü aklıma geldi. Evliyâdan bir zâtın böyle darda kalıp bunalanlardan kendisine çağıranlara yetişip imdâd ettiğini ondan işitmiştim. Câhil bir köylü olduğumdan ismini hatırımda

Yetiş Ya Pir

  Vefatlarından sonra da tasarruf eden ashâb-ı tasarrufât dahî böyledir. "Abdülkâdir Geylâni" gibi. Müşârünileyh risâlesinde: " Vefatımdan sonra da bir kimse korku ve şiddetli ıztırâbı halinde bana teveccüh eder, çağırırsa, ona yetişir, yardım ederim " diye sarâhaten yazar. Abdülkâdir'in böyle tasarrufu kavim arasında meşhurdur. Kaynak: HİDÂYET YILDIZI…Şems-ed-dîn-i Sıvâsî Hazretlerinin Menkıbeleri…NECM-ÜL HÜDÂ Fî Menâkıb-iş-şeyh Şems-id-dîn Eb-is-senâ… Tercüme: Hüseyin Şemsi Güneren

Yetiş Yâ Pir Geylânî

Resim
  Abdülkâdir Geylânî, 470’te (1077) Hazar denizinin güneybatısındaki Gîlân eyalet merkezine bağlı Neyf köyünde doğdu. Arapça’da “el-Cîlî, el-Cîlânî”, Farsça’da “Gîlî, Gîlânî”, Türkçe’de ise “Geylânî” şeklinde telaffuz edilen nisbesiyle şöhret buldu. Küçük yaşta babasını kaybeden Abdülkadir, annesinin yanında ve dedesi Savmal'nin himayesinde büyüdü. Kendisi on yaşında mektebe gidip gelirken melekler tarafından korunduğuna inanırdı. Bütün gayesi tahsiline devrin en önemli ilim ve kültür merkezi olan Bağdat'ta devam etmekti. On sekiz yaşına gelince annesinden izin alarak bir kafileye katılıp Bağdat' a gitti. Bağdat mutasavvıflarıyla yakın dostluklar kurduğu bu yıllarda Ebü'I-Hayr Muhammed b. Müslim ed-Debbas vasıtasıyla tasavvufa intisap etti (Uludağ, 1988:234). Abdülkadir-i Geylani, 1127'de ilk defa vaaz vermeye başladığı zaman ancak birkaç kişiye hitap ediyordu. Fakat daha sonra cemaati giderek arttığı ve medrese dar gelmeye başladığı için vaaz meclisini Babülhal