Kayıtlar

Üç Oktav

  Neylerde kamışın arka yüzünün tam ortasına rastlayan bu delik, Revnakoğlu'na göre Osman Dede (ö:1730)'ye "Kutb-i Nayi" ünvanının verilmesine sebep olmuş ve ilk defa o'nun tarafından açılmıştır. Revnakoğlu bu konuyu bir makalesinde şu şekilde açıklamaktadır. "Yenikapı Mevlevihanesi şeyhi merhum Abdulbaki Dede'den bizzat dinlediğime, Saadettin Kaynak'ın, yine Baki Efendi'den ve Tahiru'l-Mevlevi'den naklen fakire söylediklerine göre; Osman Dede'ye sonradan Kutb-i Nayi denilmesi, nay'ın tam yansına rastlayan kısmında, arkada bulunan tek deliği açarak ney'e üç oktav ses kazandırmış olması cihetiyledir. Evvelce bu delik mevcut değil iken neyde ancak bir oktav ses vardı." Fakat bu görüş, neyde Hz. Mevlana'dan bu yana yedi delikten söz edilişinden dolayı, rivayetten öteye gidememiştir.

Şems-i Tebrîzî’ nin Hayatına Bakış

  Hazırlayan: Volkan YALAP Melek Dad oğlu Ali Oğlu Şemseddin Mehmet Tebriz ahalisindendir. Onun ailesi dahi Tebrizli idi. Devletşah onu Havend Celâleddin, yani Buzurk Ümit ailesinden olup Alamut valiliğinde (607/1211-618/1221) bulunan Nevmüslüman adıyla ün alan Celâleddin Hasan’ ın oğlu sayar (Fürûzanfer, 1963:67). “Şems, Ahmed Eflâki’ ye göre Tebrizli Melikdâd oğlu Ali’ nin oğludur. Sipehsâlâr’ da ise bu konuda böyle bir bilgi yoktur” (Gölpınarlı, 1952:51). Devletşah diyor ki, Celâleddin ilim, edebiyat okumak için Şeyh Şemseddin’i gizlice Tebriz’ e gönderdi. O bir müddet Tebriz’ de ilim, edebiyat öğrenmekle uğraştı. Devletşâh’ ın sözü yanlıştır. Eski kaynakların hiç birinde bu rivayet söylenmediği gibi, Nevmüslüman Celâleddin Hasan, Alâeddin-i Atamelik-i Cüveynî’ ye göre, Celâleddin Hasan’ ın Nevmüslüman Alâeddin Ahmet’ den (618/1221-653/1255) başka oğlu yoktu. Şems Konya’ ya vardığı zaman, yani 642/1245 yılında 60 yaşında olduğuna göre Şems’in doğumu 582/1186 da olacaktır (Fürûza

TÂHİRÜ'L-MEVLEVÎ (MEHMED TAHİR OLGUN) (1877 – 1951 ) -2-

B. EDEBÎ ŞAHSİYETİ: Çalışmamızın, müellifin hayatını ele aldığımız birinci bölümü ve tasavvufî şahsiyetini ele aldığımız ikinci bölümün ilk kısmında da görüldüğü gibi, Tâhirü'l-Mevlevî'nin şahsi­yetinin önemli bir yönü de, onun edebî kişiliğidir. Çünkü o; çok sayıda eser vermiş, yüz­lerce makale yazmış, dergi ve gazete çıkarmış; manzum ve mensur olarak düşüncelerini, duygularını, inançlarını, sevinç ve üzüntülerini ifade etmiştir. Onun edebiyatla ilgisi ilk defa şiirle başladığı için, edebî şahsiyetini ele alırken şa­irliğini öncelikle incelemenin uygun olacağı kanaatindeyiz. Daha sonra da nesirciliğini inceleyerek onun bu yönünü ortaya koymaya çalışacağız. 1- Şâirliği: Hayatını incelerken de gördüğümüz gibi Tâhirü'l-Mevlevî; aile muhiti olarak edebi­yata aşina olan bir çevrede yetişmiştir. Babasının Farsça'ya meraklı olması sebebiyle çocukluğundan itibaren bu dile karşı bir alaka duymuş, XV. y.y.'m meşhur şairlerinden İranlı Hafız-ı Şirâzî (Ö. 791/1389) (

TÂHİRÜ'L-MEVLEVÎ (MEHMED TAHİR OLGUN) (1877 – 1951 ) -1-

  Hzl: Zülfikar GÜNGÖR HAYATI İsmi-Ünvanı: Tahirü'l-Mevlevî'nin kullandığı isim ve ünvanlar, kullanıldığı zaman ve müellifin durumuna göre değişik şekillerde ortaya çıkmıştır. Müellifin asıl adı Mehmet Tâhir'dir. Bu ismi babasının dedesi olan meşhur hattat Mehmed Tâhir Cemalüddin Efendi'ye nisbetle alan yazar, bunu Hüseyin Vassaf Bey'e yazdığı bîr mektupta şöyle ifade etmiştir. “Pederim Hâcı Safvet Bey'in cedd-i mâderîsi ve üstâd-ı hat Mahmud Celâlüddin merhûmun şâkird-i yegânesi olan Mehmed Tâhir Cemalüddin Efendi -ki muşârun ileyhin ism u mahlasına vâris olmuşum mevlevî dervişi imiş" (1) Divânçe-i Tâhîr [1] , Amuzgâr-ı Parisi Destâviz-i Fâris-î Hânan isimli kitap­ları ile ilk şiirlerinde Mehmed Tahir ismini kullanan müellif, 1312 (1894) tarihinde Mevlevî tarikatına intisab etmesi sebebiyle bu tarikata mensubiyetini ifade eden Mevlevî nisbesini isminin sonuna alarak Tahirü'l-Mevlevî i