Kayıtlar

Hadiqatu’l Haqiqat...حديقة الحقيقة...PDF

Hz. Mevlana

Beni de Nerde Arıyorsun...

Resim
  Suret hemi-zıllest (Görünen her şey gölgedir) Ne arıyorsun ki sen yabancı, Neyi arıyorsan O sun sen, Işık arayan gölgeler ışık zuhur ettiğinde yok olur gider, Zulmün peşindeysen zalimsin, Hakkı arıyorsan aşık, Neye bakıyorsun sen? Nasıl bakıyorsan O sun, Dünya gözüyle bakan gözü, Gönül gözüyle bakan özü görür, Harama bakıyorsan haram, Manâya bakıyorsan manâsın nursun sen. Gönül yol geçen hanı değil dergahtır, Ey yabancı bu dergahta her arayan bulamaz, Bulanlar hep arayandır. Bir bakarsın zahitden nameler, rubailer söylemeye koyultur seni, Bir bakarsın İbrahim eder kurbana yatırtır seni, Ne söylüyorsun sen ey yabancı, Ne söylüyorsam O sun sen, Söküklerini dik sözlerinin, Dilini kalbine yanaştır, Dilinle söylediğini kalbinle de söyle, Kalbinden geçmeyeni diline değdirme, Güzel söylersen hekim, Kötü söylersen gıybetsin, haramsın sen. Her insanın evveli suretten ibarettir ey yabancı, can sonra gelir. Biz seninle bir salkımın iki aşık üzümüyken, Başka şişelerde şarap olmuşuz ey yabancı. B

Hz. Mevlana Bize de Çocuklarımıza da İmdad Eyler... İnşaallah

Resim
Tesadüfen rast geldiğim bu resim bana şu menkabeyi (olayı) anımsattı. Şöyle ki: Hazret-i Mevlânâ kaddesallâhu sırrahu’l-azîz Efendimizin hayâtında Mevlevî fukarasından bir zat, bir sefer esnâsında gider iken haramiler gelip bu dervişi soymuşlar, kamilen (her şeyini/uryan eder gibi) elbiselerini ve akçesini almışlar. O haramilerden birisi de başında olan sikke-i şerifi alıp kendi başına koyup alay yolu ile;  “Ne tuhaf külah!” demiş. Bir müddet sonra çıkarıp dervişe vermiş. Bir gün Hazret-i Mevlâna Efendimiz mürîdânına ders okutur iken murakabeye (düşünceye) varmışlar. Bir müddet murakabede durup, sonra başını kaldırıp yine ders ile meşgul olmuşlar. Dersten sonra, bazı yakın müridler bu esrardan sual etmişler. Buyurmuşlar ki,  “Bir tarihte bizim fukaramızdan bir dervişi haramîler soymuş idiler. Onlardan birisi alay olsun diye bizim alâmet-i şerifimizi alıp başına koyup bir müddet başında kalmış ve sikkemiz altına girmiş idi. Şimdi o adam rûhunu teslim ediyor idi. Şeytan gelip onun imanın

HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (Kuddise sırruhu’s-sâmî) VE ÂŞK’IN İŞARETLERİ

BİZİ ÇİZEMEZLER Meşhur Ressam Aynüddevle, Âşıklar Sultanı Mevlâna’nın resmini yapmakta âciz kalmış ve : Ah çe bireng o bînişan ki menem Ki bibîned merâ çünan ki menem (Ah, ben, renksiz ve nişansızım, beni olduğum gibi kim görebilir...) beyti ile başlayan gazeli söylemesine sebep olmuştur. Sh:8 ** SEÇİLMİŞ OLMAK İÇİN Âşıkların Mevlâna’sı büyük bir Hak âşığıdır; aşkta kemale ve ölümsüzlüğe ermiştir. Aşkın kıymetini bildirmek için buyurmuştur ki: «Aşkı seç ki seçilmiş bir insan olasın» Sh: 17 ** TEVHİD NEDİR? Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Kuddise sırruhu’s-sâmî) tevhid makamında ikilikten eser kalmayışı   bildirirken , iki görmenin şaşılıktan ileri geldiğini, şirk (şirk-i hafi) sayılacağını ifade eder. Ve der ki: Tevhid hulût nîst, nâbudeni tost (Tevhid hulûl değildir, senin yok olmaklığındır.) Sh: 23 DAİMİ NAMAZDADIR Mevlâna buyurmaktadır ki:   «Halka yol gösteren, âlimlerin namazı beş vakittir, fakat âşıklar devamlı namazdadır.» Sh: 34 ** ASIL İÇENLER BİZİZ Bir başka sefer d

MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN VE ŞEMS BAĞLARININ SEBEPLERİ

Sabahattin ENGİN Türk Edebiyatı, Sayı: 12 (31 Aralık 1972), s. 25-26 Mevlânâ ile Şems arasındaki münasebet üzerinde çok durulmaktadır. Şems-i Tebrizî’yi tanıyıncaya kadar çok az şiir yazan ve kendi kabuğuna çekilmiş, büyüklüğünden henüz haber vermemiş olan bir ulunun neden bu tanışmadan sonra bir yanardağ gibi fışkırdığı, zihinlerde cevaplandırılması gereken sorulara yol açmıştır. Mevlânâ'nın Şems’i tanıyıncaya kadar olan hayatını incelersek, ilk bakışta yadırganacak, bugünün zor olmayan bir gerçekle karşı karşıya bulunduğumuzu görürüz. Şöyle ki: Şems’den önce Mevlânâ sıkıntı içindedir. Ne yapacağını bilmemektedir. Dalgındır, düşüncelidir. Düşüncesi bir noktaya yönelmiş değildir. Ne yapacağını henüz kestirmemiştir. Bu yüzden bunalım içindedir. Kimi zaman saatlerce, hatta günlerce kimseyle konuşmamaktadır. Zamanın büyük ilim adamı olan babası Bahaettin Velet, oğlunun haline merakla bakmaktadır. Bunun gelip geçici bir hal olduğunu bilmektedir ama, gene de bir özelliği vardır. Bu yi

HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (Kuddise sırruhu’s-sâmî) MEKTUPLARINDAN

Hzl: Bende-i bendegân-ı Mevlânâ Abdülbakıy GÖLPINARLI 1. Mektub’dan .. Görünüşte yanınızda değilim ama, bütün tapınızda bulunanların, soluktan soluğa muhtâc oldukları, yardım diledikleri, dileklerini sundukları, isteklerini bildirdikleri tapıda, onun devletinin sürüp gitmesine duacıyım. Şu dostluğu, sevgiyi 'bildirişim de, Allah ona rahmet etsin, esenlik versin, peygamberliğin en yüksek makamına sâhib olanın izniyledir, fermanıyladır, Sahabeden biri, Peygamber’in huzûrunda oturmadaydı. Bir büyük kişi mescidin kapısının önünden geçti. O sahâbî, ey Allah elçisi dedi, bu geçen aziz kişiyi candan, gönülden seviyorum ben. Esenlik ona, Peygamber, git buyurdu, ona bildir. Bu buyruktaki hikmeti, sırrı kaleme alsak söz pek uzar. Bir de şu var: Allah bayrağını yüceltsin, her zaman, âlem padişahının tertemiz eşiğinden haberler alıyordum. Her lûtfu, her rahmeti, her padişahlığı, yeniden yeniye bu babanın kulağına geliyordu; geldikçe de seviniyordum. Sevincim iki yüzdendi. Biri fazla sevgimde