Print Friendly and PDF

Yayınlar


Ayin'in Arkaplanı ve Mustafa Kemal Atatürk Hayatta Olsaydı

Bunlarada Bakarsınız

İznik ve Hristiyan Dünyası

İznik (Nikaia), tarih boyunca sadece bir yerleşim yeri olmanın ötesinde, teolojik dogmaların şekillendiği, imparatorlukların kaderinin çizildiği ve devlet ile din ilişkisinin en somut biçimde gözlemlendiği nadir merkezlerden biridir. M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren kesintisiz bir yerleşim gören kent, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin katmanlarını barındıran bir hafıza mekânıdır. Özellikle Hristiyanlık tarihi açısından, inancın kurumsallaşması ve devlet otoritesiyle bütünleşmesi sürecinde İznik, Kudüs veya Roma kadar belirleyici bir rol oynamıştır.

Hristiyanlık Öncesi ve Erken Dönem: İnancın Kökleşmesi

İznik’in teolojik önemi, meşhur konsillerin toplanmasından çok daha eskiye, Erken Hristiyanlık dönemindeki şehitlik / martyrium kültürüne dayanmaktadır. Kent, Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı henüz yasal kabul etmediği dönemlerde dahi güçlü bir inanç merkezi hüviyetindeydi. 2014 yılında İznik Gölü kıyısında keşfedilen ve dünyanın en önemli arkeolojik buluşlarından biri kabul edilen "Su Altı Bazilikası", bu durumun en somut kanıtıdır. Yapılan incelemeler, bu yapının İznik Konsili’nden hemen sonra, 4. yüzyılda inşa edildiğini ve muhtemelen Aziz Neophytos adına yapılmış bir şehitlik olduğunu göstermektedir. Bu bazilikanın varlığı, İznik’in sadece politik bir karar merkezi değil, halkın inancının kanla meşrulaştığı kutsal bir zemin olduğunu kanıtlar.

Devlet Otoritesi ve İnanç: Birinci İznik Konsili (325)

Hristiyanlık tarihinin en kritik dönüm noktası, Roma İmparatoru I. Konstantin’in (Büyük Konstantin) çağrısı ile toplanan Birinci İznik Konsili’dir. Bu toplantı, dinin devlet tekeline alınması ve imparatorluk birliğinin teolojik birlikle sağlanması projesinin ilk büyük adımıdır.

Konsilin toplanma sebebi, İskenderiyeli rahip Arius ile Piskopos Alexander arasındaki derin teolojik çatışmadır. Arius, Hz. İsa’nın Tanrı Baba tarafından yaratıldığını ve O’nunla özdeş olmadığını savunurken; Alexander ve destekçileri, İsa’nın Tanrı ile aynı özden / homoousios geldiğini savunmuştur. İmparatorluk içinde siyasi birliği tehdit eden bu ayrılık karşısında, henüz kendisi vaftiz olmamış olan İmparator Konstantin, bir "hakem" rolü üstlenerek tüm piskoposları İznik’te toplamıştır.

Konstantin’in bu müdahalesi, devletin din üzerindeki belirleyici gücünü göstermesi açısından emsalsizdir. Konsil sonucunda Ariusçuluk "sapkınlık" / heresi ilan edilmiş, İsa’nın Tanrı ile "aynı özden" olduğu kabul edilmiş ve Hristiyanlığın temel amentüsü olan "İznik İnanç Bildirgesi" / Credo oluşturulmuştur,. Bu süreçte devlet, teolojik bir tartışmayı sonlandırarak kendi siyasi istikrarını korumayı amaçlamıştır.

Bizans Dönemi ve İkinci İznik Konsili (787)

İznik, 8. yüzyılda bir kez daha devletin din üzerindeki müdahalesine sahne olmuştur. Bizans İmparatorluğu’nu sarsan "İkonoklazm" (Tasvir Kırıcılığı) dönemi, dini resim ve ikonaların yasaklanmasıyla büyük bir iç karışıklığa neden olmuştur. İmparatoriçe İrini’nin (Eirene) naipliği döneminde toplanan İkinci İznik Konsili (Yedinci Ekümenik Konsil), ikonlara saygı / proskynesis gösterilmesini serbest bırakmış, ancak onlara tapınılmasını / latria yasaklayarak teolojik bir denge kurmaya çalışmıştır. Bu konsil, devletin dini pratikleri nasıl yasaklayıp serbest bırakabildiğinin ve Doğu-Batı kiliseleri arasındaki ayrışmanın derinleştiğinin bir göstergesidir.

Türk Hakimiyeti ve İnancın Dönüşümü

İznik, sadece Hristiyanlık için değil, Türk-İslam tarihi için de kurucu bir şehirdir. 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından fethedilen kent, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti / Soultanikon yapılmıştır. Bu dönemde İznik, "Nikaia" adıyla anılmaya devam etmiş ve Hristiyan halkın dini yaşantısına müdahale edilmemiştir.

1331 yılında Orhan Gazi tarafından Osmanlı topraklarına katılan İznik’te, devletin inanç üzerindeki yapıcı ve dönüştürücü etkisi mimari eserlerle somutlaşmıştır. Kentin merkezindeki Ayasofya Kilisesi (Hagia Sophia), fetihten sonra camiye (Orhan Gazi Camii) dönüştürülmüştür. Ancak bu dönüşüm, yapının tahribi değil, İslam inancına uygun bir işlev kazandırılması şeklinde olmuştur. Osmanlı döneminde kentte Hristiyan cemaatinin varlığı, kiliselerin onarılmasına izin verilmesi ve sosyal hayata katılımları, devletin "zimmi" hukuku çerçevesinde inanç özgürlüğünü tanıdığını gösterir (Önceki yazılarımızda bu hukukun detaylarına değinilmişti).

İznik Konsilleri ve Önemli Olayların Kronolojik Dökümü

Aşağıda, İznik’in dini ve siyasi tarihinde devletlerin müdahalesini ve konsil süreçlerini içeren kronolojik bir döküm sunulmuştur:

  • M.Ö. 316: Kentin Antigonos tarafından "Antigonia" adıyla kuruluşu.
  • M.Ö. 301: Lysimakhos tarafından kentin ele geçirilmesi ve eşinin onuruna "Nikaia" adının verilmesi.
  • M.S. 1. Yüzyıl: Hristiyanlığın bölgede yayılmaya başlaması.
  • M.S. 303: Roma İmparatoru Diocletianus döneminde Hristiyanlara yönelik Büyük Zulüm ve İznik’te Aziz Neophytos’un şehit edilmesi.
  • M.S. 313: Milano Fermanı ile Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nda serbest bırakılması.
  • M.S. 325 (Birinci İznik Konsili):
    • Sebep: Ariusçuluk krizinin imparatorluk birliğini tehdit etmesi.
    • Devlet Müdahalesi: İmparator I. Konstantin’in başkanlığında toplanması.
    • Sonuç: İsa’nın Tanrı ile "aynı özden" / Homoousios olduğunun kabulü, İznik Amentüsü'nün yazılması ve Paskalya tarihinin belirlenmesi,.
  • M.S. 4. Yüzyıl Ortaları: İznik Gölü kıyısında Aziz Neophytos adına bazilikal planlı martyriumun (şehitlik) inşası.
  • M.S. 726-787: Bizans’ta İkonoklazm (Tasvir Kırıcılığı) dönemi ve devletin dini tasvirlere yasak getirmesi.
  • M.S. 787 (İkinci İznik Konsili):
    • Sebep: İkonoklazm krizine son verme isteği.
    • Devlet Müdahalesi: İmparatoriçe İrini’nin liderliğinde toplanması.
    • Sonuç: İkonlara saygı gösterilmesinin (ibadet değil) serbest bırakılması ve Ortodoks inancının restore edilmesi.
  • 1075: Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i fethi ve Türkiye Selçuklu Devleti’nin başkenti yapması.
  • 1097: I. Haçlı Seferi ile İznik’in tekrar Bizans hakimiyetine geçmesi.
  • 1204-1261: Dördüncü Haçlı Seferi sonrası İstanbul’un Latinler tarafından işgali üzerine İznik’in Bizans İmparatorluğu’nun geçici başkenti olması (İznik İmparatorluğu).
  • 1331: Orhan Gazi’nin İznik’i fethi ve Osmanlı hakimiyetinin başlaması. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi ve ilk Osmanlı medresesinin (İznik Medresesi) kurulması.
  • 19. Yüzyıl: Osmanlı döneminde kentteki Hristiyan ve Müslüman nüfusun bir arada yaşaması; ancak milliyetçilik akımları ve dış devletlerin (özellikle Rusya ve İngiltere'nin) bölgedeki Hristiyan tebaayı siyasi amaçlarla kullanmaya başlaması.

Alınacak Ders

İznik’in tarihi, inancın sadece vicdani bir mesele olmadığını, aynı zamanda devletlerin bekası ve otoritesi için ne denli güçlü bir meşruiyet aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Büyük Konstantin’den Osmanlı sultanlarına kadar her yönetici, İznik’in manevi ağırlığını kendi iktidarını sağlamlaştırmak için bir dayanak noktası yapmıştır.

Günümüze bakan yüzüyle; İznik’in mirası, farklı inançların ve medeniyetlerin çatışma değil, bir arada yaşama ve birbirini dönüştürme potansiyelini hatırlatır. Ancak aynı zamanda, dinin politik bir enstrüman haline geldiğinde, birleştirici gücünü kaybedip nasıl bir ayrışma ve çatışma aracına dönüşebileceğinin de tarihsel bir uyarısıdır. Bugün İznik, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alarak, bu çok katmanlı ve derslerle dolu tarihini tüm insanlığa sunmaya devam etmektedir.

Dua Örneği

Hristiyan geleneğinde İznik Konsili ile ilişkilendirilen ve iman ikrarı olarak bilinen metnin (Credo) kısa bir bölümü şöyledir:

Arapça Okunuşu: "Nü'minü bi-ilahin vahid, el-Ab, el-Dabit el-küll, haliku's-semai ve'l-ard..." Türkçe Anlamı: "Yerin ve göğün yaratıcısı, her şeye gücü yeten Baba, tek bir Tanrı'ya inanıyoruz..."

Bu ifadeler, 325 yılındaki o büyük toplantının yankılarını günümüze kadar taşımaktadır.

İznik (Nikaia): İmparatorluk Başkentinden İnancın Kalesine Kapsamlı Bir Rapor

1.0 Giriş: Tarih Katmanlarının Üzerindeki Şehir, İznik

1.1 Stratejik Önemin Tanıtımı

Antik Bithynia bölgesinin kalbinde yer alan İznik (tarihi adıyla Nikaia), coğrafi konumu itibarıyla tarih boyunca medeniyetlerin kaderini tayin eden ender şehirlerden biridir. İznik'in coğrafi konumu, onu kaçınılmaz olarak imparatorlukların hem stratejik bir ödülü hem de kültürel bir eritme potası haline getirmiş; surları yalnızca askeri değil, aynı zamanda teolojik ve sanatsal akımların da geçiş yaptığı bir zar görevi görmüştür. Bu şehir, yalnızca Hristiyanlık inancının temel dogmalarını şekillendiren iki ekümenik konsile ev sahipliği yapmakla kalmamış, aynı zamanda Bizans İmparatorluğu'nun ardından Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlere başkentlik yaparak Doğu ile Batı arasında hem siyasi hem de kültürel bir kavşak noktası olmuştur.

1.2 Tarihsel Kimliklerin Sunumu

İznik'in tarihsel süreçteki evrimi, her biri kentin mimari ve kültürel dokusuna silinmez izler bırakan farklı medeniyetlerin egemenliği altında şekillenmiştir. Şehrin gelişimine katkıda bulunan başlıca dönemler şunlardır:

  • Roma Dönemi: Hellenistik temeller üzerine kurulu olan şehir, Roma idaresi altında önemli bir merkez haline gelmiş, surları ve anıtsal kapıları gibi temel altyapı unsurları bu dönemde inşa edilmiştir.
  • Bizans Dönemi: Şehir, Hristiyanlık tarihindeki en kritik teolojik tartışmaların merkezi olmuş ve iki evrensel konsile ev sahipliği yaparak inanç tarihinde ölümsüzleşmiştir.
  • Selçuklu Dönemi: 1075 yılında Selçuklular tarafından fethedilen İznik (Nikaia), on altı yıl boyunca Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk başkenti (Soultanikon) olarak hizmet vererek Türklerin Anadolu'daki ilk idari merkezi olma unvanını kazanmıştır.
  • Osmanlı Dönemi: İmparatorluğun kuruluş yıllarında yeniden başkentlik rolü üstlenen şehir, Yeşil Cami ve Süleyman Paşa Medresesi gibi erken dönem Osmanlı mimarisinin şaheserleriyle donatılmış ve dünyaca ünlü çini sanatının merkezi haline gelmiştir.

1.3 Geçiş Cümlesi

İznik'in Hristiyanlık tarihindeki bu merkezi rolünü ve Birinci Ekümenik Konsil'e ev sahipliği yapmasının ardındaki nedenleri tam olarak kavrayabilmek için, dördüncü yüzyılın başlarındaki Hristiyan dünyasını saran teolojik çeşitlilik ve çatışma atmosferini anlamak elzemdir.

2.0 Konsil Öncesi Hristiyan Dünyası: Teolojik Çeşitlilik ve Çatışmaların Zemini

2.1 Bölümün Stratejik Bağlamı

Birinci İznik Konsili'ni tetikleyen teolojik gerilimler, bir gecede ortaya çıkmış münferit olaylar değildir. Aksine, bu gerilimler, Hristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren gelişen, kökleri Yahudi apokaliptik düşüncesinden Helenistik felsefeye uzanan farklı inanç yorumlarının bir sonucudur. Bu bölüm, dördüncü yüzyılın başında İskenderiye'de Arius ve destekçileri ile Piskopos Aleksandros ve Athanasius arasında patlak veren büyük teolojik krizin entelektüel ve ruhani zeminini sunmayı amaçlamaktadır.

2.2 Yahudi Hristiyanlığı: Erken Dönem Teolojisi

Erken Hristiyan teolojisinin Semitik yapı ve ifade biçimlerine sahip arkaik bir formu olarak kabul edilen Yahudi Hristiyanlığı, kendine özgü bir düşünce sistemiydi. Bu teolojinin temel karakteristiği, apokaliptik Yahudi geleneğinden miras alınan zengin imgelerle örülmüş olmasıdır: kozmik sırların ifşası, melekler ile iblislerin meskenleri ve Mesih'in gizli inişi gibi temalar bu düşünce dünyasında merkezi bir yer tutar. Bu akım tek bir yekpare yapıdan ziyade, kendi içinde farklı kollara ayrılmıştır ve Ebionitler, Nazarenler, Elkesaitler gibi gruplar bu çeşitliliğe örnek teşkil eder. Bu arkaik teoloji, daha sonra Gnostikler gibi farklı gruplar tarafından ödünç alınacak ve kendi dualist sistemlerine uyarlanacak zengin bir kavramsal malzeme sunmuştur.

2.3 Gnostisizm ve Diğer Felsefi Akımlar

Aynı dönemde ortaya çıkan ve kurtuluşu "gizli bilgi" (gnosis) yoluyla arayan Gnostisizm, ana akım Kilise öğretilerinden ayrılan heterodoks bir düşünce sistemi olarak belirginleşmiştir. Valentinus gibi önde gelen Gnostik düşünürler, kendi felsefi sistemlerini inşa ederken Yahudi Hristiyan kaynaklarından apokaliptik imgeler ve kavramlar gibi pek çok unsuru ödünç almış ve bunları kendi dualist çerçevelerine adapte etmişlerdir. Bu sentez, erken dönem Hristiyan düşünce dünyasının ne denli karmaşık ve çok katmanlı olduğunu göstermektedir.

2.4 İskenderiye Okulu ve Origen'in Mirası

Üçüncü yüzyılın en büyük Hristiyan düşünürlerinden olan Origen, kendisinden sonraki teolojik tartışmaları derinden etkilemiştir. Özellikle Oğul'un Baba ile olan ilişkisine dair formülasyonları, Ariusçu tartışmanın zeminini hazırlamıştır. Origen'e göre Oğul, zamanın dışında, ebedi olarak Baba'dan doğmuştur; ancak bu doğuş, Oğul'un ontolojik olarak Baba'ya tabi olduğu (subordinationism) anlamına gelir. Origen, bu ilişkiyi açıklamak için Oğul'un Baba'dan doğuşunu "zihinden çıkan irade gibi" (as the will from the mind) metaforuyla tanımlamıştır. Bu formülasyon, Oğul'un Baba ile tam bir eşitliğe sahip olmadığını ima etmesiyle, daha sonra Arius'un teolojisine temel sağlayacak bir düşünsel çerçeve sunmuştur.

2.5 Geçiş Cümlesi

İşte bu çeşitli ve sık sık birbiriyle çelişen teolojik akımların yarattığı karmaşık entelektüel miras, dördüncü yüzyılın başlarında İskenderiye'de patlak verecek ve tüm Hristiyan dünyasını bir araya getirmeye zorlayacak olan büyük krize, yani Arius tartışmasına zemin hazırlamıştır.

3.0 Birinci Ekümenik Konsil: Nikaia 325

3.1 Bölümün Stratejik Önemi

MS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından Nikaia'da toplanan Birinci Ekümenik Konsil, sadece Arius'un öğretilerini mahkûm etmekle kalmamış, aynı zamanda Hristiyan inancının temel dogmalarını evrensel bir formülle tanımlayan, kilise hiyerarşisini ve disiplinini yapılandıran ve Paskalya'nın kutlanma tarihini standardize eden tarihi bir dönüm noktası olmuştur. Bu, Hristiyanlık tarihindeki ilk "ekümenik", yani evrensel toplantı olma özelliğini taşır ve Kilise'nin imparatorlukla olan ilişkisini yeniden şekillendirmiştir.

3.2 Arius Tartışmasının Kökenleri

İskenderiye'de patlak veren bu kriz, Origen'in Oğul'un Baba'ya tabî oluşuna dair felsefi mirası ile mutlak Monoteizmin katı yorumları arasındaki gerilimin kaçınılmaz bir sonucuydu. Arius, bu gerilimi Oğul'un yaratılmış olduğu yönünde radikal bir çözüme ulaştırırken, Aleksandros, Tanrı'nın içkin birliğinin ebedi bir doğuşla mümkün olduğunu savunuyordu. Tartışmanın temel noktaları şunlardır:

  • Arius'un Tezi: Presbiter (rahip) Arius, Tanrı'nın mutlak birliğine ve başlangıçsızlığına vurgu yaparak Oğul'un Baba gibi ebedi olamayacağını savundu. Onun temel iddiaları, "Oğul'un olmadığı bir zaman vardı" (erat quando non erat) ve Oğul'un tıpkı diğer yaratılmışlar gibi "yoktan var edildiği" (creatio ex nihilo) şeklindeydi. Bu mantık silsilesi, Oğul'un özünde Baba'dan farklı olduğu ve onunla aynı tanrısallığı paylaşmadığı sonucuna varıyordu.
  • Aleksandros'un Karşı Tezi: Piskopos Aleksandros ise bu görüşe şiddetle karşı çıktı. O, Oğul'un yaratılmadığını, aksine zamanın dışında, Baba'dan "ebedi olarak doğduğunu" (eternal generation) ve onun "ebedi sureti" (eternal image) olduğunu savundu. Aleksandros'a göre Oğul, Baba'nın doğasının bir parçasıydı ve dolayısıyla onunla aynı tanrısallığı paylaşıyordu.

3.3 İmparator Konstantin'in Müdahalesi ve Konsil'in Toplanması

Bu teolojik bölünme, kısa sürede Mısır'ın dışına taşarak tüm Doğu Roma'yı etkisi altına aldı ve imparatorluğun siyasi birliğini tehdit etmeye başladı. İmparator Konstantin, kişisel teolojik inançlarından çok, imparatorluğun istikrarı ve Hristiyanlığın birleştirici bir güç olarak kullanılmasıyla ilgileniyordu. Tartışmayı sona erdirmek amacıyla, tüm piskoposları bir araya getirecek bir konsil toplamaya karar verdi. Konsil başlangıçta Ancyra (bugünkü Ankara) için planlanmış olsa da, lojistik nedenler ve imparatorun o sırada ikamet ettiği Nikomedia'ya (İzmit) yakınlığı gibi stratejik avantajlar nedeniyle Nikaia'ya (İznik) taşındı.

3.4 Nikaia İnanç Formülü (Credo): Homoousios'un Zaferi

Konsildeki hararetli tartışmaların sonucunda, Ariusçu teolojiyi kesin olarak reddetmek amacıyla hazırlanan inanç formülüne (Credo) iki kritik ifade eklendi. Bu ifadeler, konsilin teolojik mirasının temelini oluşturdu:

  1. "Baba'nın özünden/tözünden" (ek tes ousias tou Patros): Konsilin asıl teolojik hamlesi olan bu ifade, Oğul'un diğer yaratılmış varlıklar gibi "yoktan" değil, doğrudan Baba'nın kendi varlığından, kendi tözünden geldiğini vurgulayarak onu yaratılıştan ayırıyordu.
  2. "Homoousios" (Baba ile aynı öze/töze sahip): Bu felsefi terim, ilk ifadeyi nitelemek ve güçlendirmek için eklenmiş en radikal ve en tartışmalı adımdı. Oğul'un Baba ile sadece "benzer" değil, ontolojik olarak "aynı öze" sahip olduğunu ilan ederek, Arius'un Oğul'un ikincil ve tabi bir varlık olduğu yönündeki tüm iddialarını çürütüyordu. Tarihsel bir perspektiften bakıldığında, homoousios teriminin tek başına bir anahtar kelime olarak öne çıkması, onun konsildeki asli kullanımından bir kaymayı temsil eder; zira konsildeki işlevi, "Baba'nın özünden" ifadesini nitelemek ve Ariusçu yoruma karşı korumaktı.

Konsilin sonunda Arius ve onun görüşlerini terk etmeyi reddeden Marmarica'lı Theonas ve Ptolemais'li Secundus gibi piskoposlar aforoz edilerek sürgüne gönderildi.

3.5 Nikaia'nın 20 Kanunu: Kilise'nin Yapılandırılması

Konsil, sadece dogmatik bir metin üretmekle kalmadı, aynı zamanda Kilise'nin idari yapısını ve disiplinini düzenleyen 20 kanun kabul etti. Bu kanunlar, kilise hukukunun temel taşlarını oluşturdu. Başlıca temalar şunlardı:

  • Yapısal Hiyerarşi: 6. Kanun, İskenderiye piskoposluğunun Mısır, Libya ve Pentapolis üzerindeki geleneksel yetkilerini teyit etti ve bu yetkileri Roma piskoposunun sahip olduğu geleneksel yetkilerle karşılaştırarak büyük metropolitliklerin otoritesini sağlamlaştırdı.
  • Din Adamları Disiplini: 15. ve 16. Kanunlar, piskoposların ve diğer din adamlarının para karşılığı veya daha kazançlı bir görev umuduyla başka şehirlere atanmasını (tercüme edilmesini) yasaklayarak, din adamlarının görev yerlerine bağlılığını güvence altına almayı amaçladı.
  • Bölünmelerin Çözümü: Konsil, Mısır'daki Melitios bölünmesini ele alarak uzlaşmacı bir çözüm getirdi. Ayrıca, Novatianistler (8. Kanun) ve Samosata'lı Pavlus'un takipçileri (19. Kanun) gibi grupların Kiliseye yeniden kabulü için belirli şartlar (örneğin yeniden vaftiz zorunluluğu) getirdi.
  • Tövbe ve Kefaret: Özellikle Licinius'un zulmü sırasında inançlarından dönenler (lapsi) için katı kefaret süreçleri belirlendi. 11. Kanun, bu kişilerin Kilise ile tam birliğe dönmeden önce on iki yıla varan bir tövbe sürecinden geçmelerini öngörüyordu.

Bu 20 kanun, sadece idari bir düzenleme olmanın ötesinde, 4. yüzyıl Kilisesi'nin karşılaştığı en temel zorlukların bir anlık görüntüsünü sunar: zulüm sonrası dönemin yaralarını sarmak (lapsi meselesi), kurumsallaşmanın getirdiği kariyerizm tehlikesi (din adamlarının tayini yasağı) ve dogmatik birliğin yanı sıra hiyerarşik bir düzenin de imparatorluk çapında tesis edilme ihtiyacı (metropolitlik yetkileri). Bu kanunlar, Nikaia'yı sadece bir inanç formülü değil, aynı zamanda evrensel kilise hukukunun temel taşı haline getirmiştir.

3.6 Paskalya Tarihinin Belirlenmesi

Konsilin en önemli pratik kararlarından biri, Paskalya (Pascha) bayramının kutlanma tarihinin standardize edilmesiydi. Bu karar, Paskalya'nın hesaplanmasını Yahudi takviminden ayırarak tüm kiliseler için ortak bir standart oluşturdu ve Hristiyan kimliğinin Yahudilikten ayrışma sürecinde sembolik bir adım oldu.

3.7 Geçiş Cümlesi

Ancak Nikaia'da alınan kararlar, özellikle de homoousios teriminin benimsenmesi, teolojik tartışmaları sona erdirmek yerine daha da alevlendirdi. Konsili takip eden on yıllar, imparatorların ve piskoposların inanç formülleri üzerinden yürüttüğü siyasi ve teolojik çalkantılarla geçti.

4.0 Çalkantılı Miras: Nikaia Sonrası Teolojik Mücadeleler (325-381)

4.1 Bölümün Stratejik Önemi

325 Nikaia Konsili, Hristiyanlık içindeki teolojik mücadelenin bir sonu değil, aksine uzun ve karmaşık bir sürecin başlangıcı oldu. Bu dönem, "Nikaia inancı"nın anlamının ve otoritesinin nasıl şekillendiğini, farklı teolojik grupların imparatorluk desteği için nasıl rekabet ettiğini ve nihayetinde ortodoksinin nasıl tanımlandığını gösteren kritik bir aralıktır.

4.2 Teolojik Gruplar ve "İnanç Formülleri Savaşı"

Konsil sonrası mücadeleler, Yunanca'da tek bir harfin (iota) yarattığı devasa teolojik uçurum etrafında şekillendi. Oğul'un Baba ile 'aynı öze' (homoousios) mi, yoksa sadece 'benzer öze' (homoiousios) mi sahip olduğu sorusu, Mesih'in tam tanrısallığının kabulü veya reddi anlamına geliyordu. Bu gruplar, imparatorluk genelinde düzenlenen sayısız yerel konsilde kendi inanç formüllerini kabul ettirmeye çalıştılar. Dördüncü yüzyılın ortalarındaki ana teolojik pozisyonlar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:

Grup

Lider(ler)

Temel Teolojik Pozisyon

Anahtar Terim

Pro-Nikenler

Athanasius

Nikaia İnanç Formülü'nü ve homoousios'u savunur.

Homoousios (Aynı öz)

Homoiousian'lar

Ancyra'lı Basil

Oğul'un Baba ile "öze benzer" olduğunu savunur; homoousios'tan kaçınır.

Homoiousios (Benzer öz)

Homoian'lar

Akakios, Valens

Tüm ousia (öz/töz) dilini reddeder; Oğul'un Baba'ya "benzediğini" söyler.

Homoios (Benzer)

Heteroousian'lar

Aetius, Eunomius

Oğul'un Baba'dan "farklı bir öze" sahip olduğunu radikal bir şekilde savunur.

Heteroousios (Farklı öz)

4.3 Nikaia Otoritesinin Yükselişi

İmparator II. Constantius'un, tüm kiliseye ousia dilini reddeden Homoian formülünü (özellikle 359'daki Ariminum ve Seleucia konsillerinde) dayatma girişimleri, beklenmedik bir sonuç doğurdu. Bu baskı, Homoiousian'lar gibi daha ılımlı grupları, Homoian teolojisine karşı bir siper olarak Nikaia İnanç Formülü etrafında birleşmeye itti. Bu süreçte, Nikaia Konsili'nin adı ve inanç formülü, giderek artan bir şekilde ortodoksluğun nihai referans noktası ve birleştirici sembolü haline geldi. Bu durumun en somut kanıtlarından biri, 4. yüzyıl Mısır'ında ortaya çıkan ve aslında konsilin bir ürünü olmamasına rağmen otorite kazanmak için ona atfedilen 'Gnomai of the Council of Nicaea' (İznik Konsili'nin Özdeyişleri) adlı özdeyişler koleksiyonudur (gnomologion).

4.4 Geçiş Cümlesi

Hristiyanlığın temelini oluşturan Teslis inancına dair bu hararetli tartışmalar, 381 yılında toplanan Birinci Konstantinopolis Konsili ile büyük ölçüde sonuçlandı. Ancak Hristiyan dünyası, yaklaşık dört asır sonra, bu kez tamamen farklı bir teolojik kriz olan ikonoklazmı çözmek için bir kez daha İznik'te bir araya gelecekti.

5.0 İkinci Ekümenik Konsil: Nikaia 787 ve İkonaların Zaferi

5.1 Bölümün Stratejik Önemi

Yedinci Ekümenik Konsil olarak kabul edilen İkinci İznik Konsili (787), bir asırdan fazla süren ve Bizans İmparatorluğu'nu derinden sarsan İkonoklazm (tasvir kırıcılık) dönemini sona erdirmiştir. Dört buçuk asır önce aynı şehirde toplanan ilk konsil, Tanrı'nın özünü ve doğasını (ontoloji) tanımlamaya çalışırken, 787'deki bu ikinci buluşma, Tanrı'nın ve kutsalın temsil edilebilirliğini ve bu temsile gösterilecek saygının sınırlarını (ikonografi ve ibadet) belirlemek gibi bambaşka, ancak en az ilki kadar temel bir sorunla yüzleşmiştir. Bu konsil, Hristiyan sanatının meşruiyetini evrensel bir kararla güvence altına almıştır.

5.2 İkonoklazm Krizinin Arka Planı

Sekizinci yüzyılın başlarında İmparator III. Leo döneminde başlayan ikonoklazm hareketi, ikonalara gösterilen hürmetin putperestlik olduğunu iddia ediyordu. İkonoklastların temel argümanları şunlardı:

  • Kutsal metinlerdeki (özellikle On Emir'deki) putperestlik yasağı, her türlü tasvirin yapılmasını ve onlara saygı gösterilmesini yasaklıyordu.
  • Mesih'in hem ilahi hem de insani doğası bir bütündür ve onun ilahi doğası tasvir edilemez. Dolayısıyla, Mesih'i tasvir etmeye çalışmak, ya onun doğalarını ayırmak (Nestorianizm) ya da karıştırmak (Monofizitizm) anlamına gelen bir sapkınlıktı.

Bu görüşler, İmparator V. Konstantinos tarafından 754 yılında Hieria'da toplanan ve kendisini "ekümenik" ilan eden bir konsilde resmi doktrin haline getirildi. Bu konsil, ikona saygısını bir sapkınlık olarak mahkûm etti.

5.3 İkonaların Savunulması ve Konsil'in Toplanması

V. Konstantinos'un ölümünden sonra, İmparatoriçe Eirene (oğlu VI. Konstantinos adına taht naibesi olarak) ve Patrik Tarasios, ikonoklazma son vermek ve ikonalara saygıyı yeniden tesis etmek için harekete geçti. Bu amaçla, Hieria Konsili'nin kararlarını geçersiz kılacak yeni bir ekümenik konsil toplama kararı aldılar ve bu konsilin mekanı olarak, ilk ekümenik konsilin de toplandığı sembolik şehir olan Nikaia'yı seçtiler.

5.4 Nikaia II'nin Teolojisi ve Kararları

787 yılında toplanan İkinci İznik Konsili, ikonaların teolojik temelini şu ilke üzerine inşa etti:

"Tasvire gösterilen onur, onun örneğine (arketipine) geçer" (honour paid to the image passes over to the archetype).

Bu ilke, ikonanın kendisinin değil, ikonada tasvir edilen kişinin (Mesih, Meryem veya azizler) onurlandırıldığını belirtiyordu. Bu teolojik düğümü çözmek için konsil, iki farklı saygı türü arasında mutlak bir ayrım yaptı: Sadece Tanrı'ya özgü olan ve başka hiçbir varlığa yöneltilemeyecek mutlak tapınma anlamına gelen Latreia ile; ikonalara, haça ve kutsal metinlere gösterilebilecek, "saygı duruşu" veya "hürmet" anlamına gelen göreceli saygı olan Proskynesis. Bu ayrımla, ikonalara hürmet etmenin putperestlik suçlamasını geçersiz kılan teolojik zemin formüle edilmiş oldu.

Konsil ayrıca, 754 Hieria Konsili'nin tüm kararlarını reddetti ve Şamlı Yuhanna (John Damascene) ile Patrik Germanos gibi önde gelen ikona savunucularının öğretilerini akladı.

5.5 Geçiş Cümlesi

Hristiyanlık tarihindeki bu iki büyük ve belirleyici konsile ev sahipliği yaparak adını ölümsüzleştiren İznik'in kaderi, ilerleyen yüzyıllarda Türklerin Anadolu'ya gelişiyle kökten değişecek ve şehir, Hristiyan dünyasının bu kalesi kimliğinden sıyrılarak yeni bir medeniyetin merkezine dönüşecekti.

6.0 Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde İznik: Başkentlikten Sanat Merkezine

6.1 Bölümün Stratejik Önemi

Bu bölüm, İznik'in Bizans Hristiyan dünyasının en önemli teolojik merkezlerinden biri olma kimliğini geride bırakarak, bir Türk-İslam medeniyetinin önce siyasi başkenti, ardından ise sanatsal bir zirvesi haline geliş sürecini incelemektedir. Bu dönüşüm, şehrin fiziksel ve kültürel dokusunu kalıcı olarak değiştirmiştir.

6.2 Anadolu'daki İlk Türk Başkenti

1075 yılında Selçuklular tarafından fethedilen İznik, on altı yıllık bir süre boyunca Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk başkenti (Soultanikon) olarak hizmet verdi. Bu dönem, şehrin tarihinde yeni bir sayfa açarak onu Anadolu'daki Türk egemenliğinin ilk idari merkezi haline getirdi.

6.3 Osmanlı Döneminde Yükseliş

İznik, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş döneminde de başkentlik rolü üstlenerek stratejik önemini korudu. Ancak şehrin asıl şöhreti, mimari ve sanattaki yükselişiyle geldi. Bu dönemin mirası, günümüzde şehrin siluetini belirleyen yapılarda yaşamaktadır:

  • Yeşil Cami: 1378-1391 yılları arasında Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından inşa ettirilen bu cami, adını firuze renkli çinileri ve sırlı tuğladan yapılmış zarif minaresinden alır. Erken Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan yapı, İznik'in simgesi haline gelmiştir.
  • Süleyman Paşa Medresesi: Günümüze ulaşabilen ilk Osmanlı medresesi olarak kabul edilen bu yapı, 14. yüzyılda inşa edilmiştir. Açık avlulu planıyla dikkat çeken medrese, restore edildikten sonra bugün geleneksel İznik çiniciliğini yaşatmak amacıyla "Çiniciler Çarşısı" olarak turizme hizmet vermektedir.

6.4 Osmanlı Döneminde Hristiyan Varlığı

Şehrin bir Türk-İslam merkezine dönüşmesi, Hristiyan topluluklarının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Bunun en önemli kanıtlarından biri, orijinalde bir Vaftizhane olarak inşa edilen yapının kaderidir. Bu yapı, 1921 yılına kadar bölgedeki Rumlar tarafından ziyaret edilen kutsal bir su kaynağı (ayazma) olarak kullanılmaya devam etmiştir. Bu durum, Osmanlı idaresi altında şehrin çok kültürlü ve çok dinli yapısının, en azından belirli bir düzeyde, varlığını sürdürdüğünü göstermektedir.

6.5 Geçiş Cümlesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, İznik'in rolü bir kez daha değişti. Artık bir siyasi veya idari merkez olmayan şehir, barındırdığı olağanüstü tarih ve kültür mirasıyla modern dünyada yeni bir kimlik kazanmaya başladı.

7.0 Cumhuriyet Dönemi ve Modern Miras

7.1 Bölümün Stratejik Önemi

Bu son bölüm, İznik'in günümüzdeki konumunu, binlerce yıllık zengin tarihinin somut bir yansıması olan kültürel mirasının korunmasına yönelik çabaları ve özellikle ev sahipliği yaptığı iki ekümenik konsilin Hristiyan dünyası için taşıdığı kalıcı mirası değerlendirmektedir.

7.2 Kültürel ve Arkeolojik Bir Hazine Olarak İznik

Günümüzde İznik, adeta bir açık hava müzesi niteliğindedir. Şehri çepeçevre saran surlar, İstanbul'dan sonra Türkiye'nin en önemli ikinci sur sistemi olarak kabul edilmektedir. Hellenistik dönemden Osmanlı'ya kadar farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan bu surlar, kapılar ve kuleler, şehrin zengin arkeolojik peyzajının sadece bir parçasıdır. Bu olağanüstü mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla bütünleşik bir koruma ve planlama yaklaşımına duyulan ihtiyaç, şehrin UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilmesiyle de tescillenmiştir.

7.3 İznik Konsillerinin Kalıcı Etkisi

İznik'te toplanan iki ekümenik konsil, Hristiyanlık inancının ve kurumlarının şekillenmesinde silinmez izler bırakmıştır. Bu konsillerin mirası, günümüz Hristiyan dünyası için merkezi önemini korumaktadır:

  • Nikaia I (325): Bu konsilin en büyük mirası, Hristiyanlığın temelini oluşturan Teslis (Üçlü Birlik) inancının evrensel ifadesi haline gelen Nikaia İnanç Formülü (Credo)'dür. Bu metin, günümüzde dünya çapındaki milyonlarca Hristiyan tarafından ibadetlerinin bir parçası olarak okunmaya devam etmektedir. Dogmatik mirasının ötesinde, konsilin kabul ettiği 20 kanunun hukuki etkisi de muazzamdır. Kilise hiyerarşisi, din adamlarının disiplini ve piskoposlukların itiraz hakları gibi yapısal konulardaki kararları, kilise hukukunun (longue durée) gelişimini derinden etkilemiş ve bu etki, modern Katolik Kilisesi'nin 1983 tarihli Kanun Kodu gibi düzenlemelerde dahi yankısını bulmuştur.
  • Nikaia II (787): Bu konsil, Hristiyan sanatının ve ikonografisinin teolojik meşruiyetini sağlamıştır. Özellikle Doğu Ortodoks Kiliseleri için ibadetin ayrılmaz bir parçası olan ikonaların statüsünü güvence altına alarak, görsel sanatların Hristiyan inancındaki yerini kalıcı olarak belirlemiştir.

Nikaia I'den Nikaia II'ye kadar olan ilk yedi ekümenik konsil, genellikle Doğu ve Batı Kiliseleri arasındaki büyük ayrılıktan (1054) önceki "bölünmemiş Kilise'nin konsilleri" olarak kabul edilir. Böylece, ilk yedi konsilin "bölünmemiş Kilise'nin mirası" olarak kabul edilmesi, bu mirasın en önemli iki temel taşının atıldığı İznik'e, Hristiyanlığın farklı kolları için yalnızca tarihsel bir referans noktası değil, aynı zamanda aşılamamış bir birlik idealinin ebedi sembolü olma statüsünü kazandırmaktadır.

Bölünmemiş Kilise ve İlk Yedi Konsil İdeali

2025 yılı, Hristiyanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan Birinci İznik Konsili'nin (M.S. 325) 1700. yıl dönümüne tekabül etmektedir. Hristiyan dünyasında "bölünmemiş Kilise" olarak adlandırılan döneme duyulan özlem ve Ekümenizm / Ecumenism (Kiliseler arası birlik hareketi) çalışmaları kapsamında bu tarih, sembolik ve stratejik bir milat olarak değerlendirilmektedir. Bu yılda yapılması planlanan veya öngörülen anmalar, sadece basit bir yıldönümü kutlaması değil, Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki bin yıllık ayrılığı (1054 Büyük Şisma) onarma ve Hristiyanlığı küresel ölçekte yeniden konsolide etme çabasının bir parçasıdır.

Hristiyan teolojisinde ve kilise tarihinde "Bölünmemiş Kilise", Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kiliselerinin henüz kesin olarak ayrılmadığı, inanç esaslarının "Ekümenik" / Oikoumene (Evrensel) konsillerle belirlendiği ilk bin yıllık dönemi ifade eder. Bu dönemde gerçekleştirilen ilk yedi konsil, hem Katolik hem de Ortodoks dünyası tarafından ortak kabul edilen, bağlayıcı otoriteye sahip toplantılardır. Bu konsiller silsilesi 325'teki I. İznik Konsili ile başlar ve 787'deki II. İznik Konsili ile sona erer.

2025 yılındaki 1700. yıl dönümü, Hristiyan dünyasının bu "ortak köklerine" dönüş arzusunu simgelemektedir. Modern dönemde Katolik Kilisesi, Orta Çağ'da ve sonrasında Batı'da topladığı konsilleri (örneğin Trent veya I. Vatikan) "Batı Kilisesi'nin Genel Konsilleri" olarak yeniden tanımlama eğilimine girmiş, böylece Ortodokslarla birleşmenin önünü açmak için, onlardan 1054 ayrışmasından sonraki dogmaları kabul etmelerini beklemeyeceğini, birliğin "ilk bin yılın statüsü" üzerinden sağlanabileceğini ima etmiştir. Kardinal Ratzinger'in (sonradan Papa XVI. Benedict) birleşme için Doğu'dan, ayrışma öncesi statüden fazlasının beklenmeyeceği yönündeki görüşü bu stratejinin temelidir,. Dolayısıyla 2025, bu teolojik zeminin pratiğe dökülmesi için en uygun tarihsel fırsattır.

Ekümenizm Stratejisi ve 2025'in Hedefi

Hristiyan dünyasını birleştirme çabası olarak bilinen Ekümenizm, 20. yüzyıldan itibaren kurumsallaşmış bir stratejidir. Vatikan ve Dünya Kiliseler Konseyi (WCC), Hristiyan mezhepleri arasındaki doktrinel farklılıkları "Bölünmeden Ayrışma" / Distinction without Division ilkesiyle aşmaya çalışmaktadır. Bu stratejinin nihai hedefi, Hristiyan aleminin İslam dünyası ve Asya karşısında "tek bir güç" olarak çıkmasını sağlamaktır,.

2025 yılındaki İznik Konsili anması veya olası bir ortak ayin, şu amaçlara hizmet etmektedir:

  1. Ortak Paskalya Tarihi: İznik Konsili'nin (325) en önemli gündem maddelerinden biri Paskalya / Pascha bayramının tarihinin belirlenmesiydi. Günümüzde Katolikler ve Ortodokslar farklı takvimler kullandıkları için Paskalya'yı genellikle farklı tarihlerde kutlamaktadır. 2025 yılı, her iki takvime göre de Paskalya'nın aynı güne denk geldiği nadir yıllardan biridir. Bu tevafuk, kiliselerin "birliği" sağlamak adına ortak bir Paskalya tarihi belirleme ve takvim birliğine gitme arzusunu güçlendirmektedir,.
  2. İnanç Birliğinin Tescili (Credo): 325 yılında İznik'te kabul edilen "İznik Amentüsü" (Bildirgesi), Hristiyanlığın temel inanç metnidir. Yüzyıllar sonra Batı Kilisesi'nin bu metne eklediği ve Kutsal Ruh'un Oğul'dan da çıktığını iddia eden "Filioque" ifadesi büyük bir ayrılık sebebi olmuştur. Son yıllarda Vatikan, Doğu ile birleşme adına bu eklemeden taviz verebileceğinin sinyallerini vermiş, hatta bazı metinlerde bu ifadeyi çıkarmıştır. 2025, bu "ortak iman metnine" dönüşün ilanı için sembolik bir tarihtir,.
  3. Siyasi ve Kültürel Hegemonya: Vatikan'ın "Yeniden Hıristiyanlaştırma" / Re-Christianization programı çerçevesinde, İznik gibi Hristiyanlık tarihinin Asya'daki (Anadolu'daki) köklerine vurgu yapılması, Hristiyanlığın sadece bir Batı dini değil, evrensel ve Asya kökenli bir din olduğu mesajını vermeyi amaçlar. Bu, Hristiyanlığın Asya ve Ortadoğu'daki misyonerlik faaliyetlerine meşruiyet kazandırma stratejisinin bir parçasıdır,.

İznik'in (Nikaia) Jeo-Teolojik Önemi

İznik, Hristiyan dogmasının şekillendiği merkez olarak Roma veya İstanbul'dan daha kıdemli bir teolojik hafızaya sahiptir. I. Konsil'de (325) Hz. İsa'nın tanrısallığı (Baba ile aynı özden olması / Homoousios) kabul edilmiş, VII. Konsil'de (787 - II. İznik) ise ikonlara saygı serbest bırakılarak Ortodoks teolojisi şekillenmiştir,.

Bu tarihsel arka plan, İznik'i Hristiyan birliğini sağlamak isteyenler için "tarafsız" ve "kurucu" bir zemin haline getirmektedir. Gelecekteki bir ekümenik konsilin, Roma veya İstanbul yerine, ilk konsilin toplandığı İznik'te (veya sembolik olarak Asya'da) toplanabileceği fikri, Batı merkezli kilise algısını kırmak ve Doğu kiliselerini ikna etmek için teologlar tarafından uzun süredir tartışılmaktadır,.

Kıssadan Hisse

Tarih, inancın sadece vicdanlarda yaşanan bir duygu değil, aynı zamanda küresel siyasetin en güçlü kaldıraçlarından biri olduğunu göstermektedir. 325 yılında İmparator Konstantin, parçalanmakta olan Roma İmparatorluğu'nu bir arada tutmak için nasıl İznik Konsili'ni bir "siyasi çimento" olarak kullandıysa; bugün de küresel güç odakları, parçalı Hristiyan dünyasını "Bölünmemiş Kilise" ideali altında birleştirerek yeni bir jeopolitik blok oluşturmayı hedeflemektedir. 2025 yılındaki girişimler, sadece bir yıldönümü kutlaması değil, 1700 yıllık bir "birlik" projesinin güncellenmiş versiyonudur. Bize düşen, "hoşgörü" ve "diyalog" gibi kavramların ardındaki bu derin stratejik aklı ve tarihsel sürekliliği doğru okumaktır.

Dua Örneği

İznik Konsili ile özdeşleşen ve Hristiyan birliğinin temeli sayılan "İznik-İstanbul Amentüsü"nün (Credo) giriş kısmı şöyledir:

Okunuşu: "Nü'minü bi-ilahin vahidin, el-Ab, el-dabit, el-küll, haliku's-semai ve'l-ard..." Anlamı: "Yerin ve göğün, görünen ve görünmeyen her şeyin yaratıcısı, her şeye gücü yeten Baba, tek bir Tanrı'ya inanıyoruz..."

Bu metin, 325 yılında İznik'te, 381 yılında İstanbul'da şekillenmiş ve Hristiyan dünyasının "ortak dili" olarak kabul edilmiştir.

Türkiyenin Büyük Başarısı, Hristiyanları Birleştirmesi

Şöyle bir soru sorulursa; Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa Kemal Atatürk döneminde kısıtlanan veya belirli sınırlar içinde tutulan dini ritüellere ve "ekümenik" iddialara, günümüzdeki idare tarafından neden izin verildiği ve bununla ne amaçlandığı hususu, eldeki kaynakların ışığında tarihi, siyasi ve teolojik boyutlarıyla şu şekilde analiz edilebilir:

Tarihsel Arka Plan: Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Tutumu

Osmanlı Devleti, özellikle son yüzyılında, Hristiyan azınlıkların haklarının korunması bahanesiyle Avrupalı devletlerin iç işlerine müdahalesine maruz kalmıştır. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Rusya'nın Ortodoksların hamisi rolüne soyunması ve 1856 Islahat Fermanı ile gayrimüslimlere verilen geniş haklar, devletin egemenlik haklarını zedelemiştir,. Osmanlı idaresi, Patrikhane'nin ve Hristiyan tebaanın siyasi emeller (Megali İdea gibi) peşinde koşmasını devletin bekası / survivance için bir tehdit olarak görmüştür.

Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte, bu müdahalelere son verilmesi hedeflenmiştir. Atatürk dönemi ve Lozan Antlaşması (1923), Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümenik" (Evrensel) sıfatını hukuken tanımamıştır. Patrik, sadece Türkiye'deki Ortodoks azınlığın dini lideri olarak kabul edilmiş, siyasi ve yönetsel yetkileri elinden alınarak bir devlet memuru statüsünde değerlendirilmiştir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, Patrikhane'nin devlet içinde devlet / status in statu gibi davranmasını engellemeyi ve Vatikansı bir yapıya dönüşmesinin önüne geçmeyi amaçlamıştır.

Günümüzdeki İzinlerin Arka Planı ve Amaçlar

Günümüzde İznik gibi merkezlerde ayinlere izin verilmesi veya 2025 yılında İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümü vesilesiyle planlanan "ortak kutlamalar", kaynaklara göre şu stratejik ve siyasi hedeflerle açıklanabilir:

1.     "Dinlerarası Diyalog" ve "Hoşgörü" Söylemi: Vatikan ve Batılı kiliseler, 1960'lardan itibaren geliştirdikleri "Ekümenizm" (Kiliseler arası birlik) ve "Dinlerarası Diyalog" stratejileriyle, Türkiye gibi Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde Hristiyanlığın meşruiyet alanını genişletmeyi hedeflemişlerdir. Bu strateji, "hoşgörü" kavramı üzerinden yürütülerek, devletin dini kısıtlamaları esnetmesi sağlanmaya çalışılmıştır,. Günümüz idaresinin bu ayinlere izin vermesi, Batı dünyasına ve Avrupa Birliği'ne (AB) "özgürlükçü" ve "hoşgörülü" bir imaj verme çabasıyla örtüşmektedir. AB üyelik süreçleri ve Batı ile ilişkilerde, dini azınlıkların hakları sıkça bir baskı unsuru / leverage olarak kullanılmıştır.

2.     Ekümeniklik İddiasının Fiilen Tanınması: Fener Rum Patrikhanesi, Lozan Antlaşması'na aykırı olmasına rağmen kendisini "Ekümenik" olarak tanıtmaktadır. Vatikan ve Batılı devletler, Patrikhane'nin bu statüsünü fiili durum / de facto yaratarak meşrulaştırmaya çalışmaktadır. İznik'te yapılacak olan ve Papa ile Patriğin katılımının öngörüldüğü büyük ayinler, Patrikhane'nin sadece Türkiye'deki Rumların değil, tüm dünya Ortodokslarının lideri olduğu iddiasını pekiştirmektedir. Kaynaklar, bu tür izinlerin Patrikhane'nin "Vatikanlaşma" ve İstanbul'da özerk bir yapı kurma hedefine hizmet ettiğini belirtmektedir,. Devletin bu izni vermesi, bilerek veya bilmeyerek Lozan'ın getirdiği kısıtlamaların delinmesine yol açmaktadır.

3.     İnanç Turizmi ve Kültürel Diplomasi: İznik'in Hristiyanlık tarihindeki önemi (Konsiller kenti olması) nedeniyle, yerel yönetimler ve devlet, bu potansiyeli "İnanç Turizmi" kapsamında değerlendirmek istemektedir. İznik'in UNESCO Dünya Mirası Listesi'ne alınması çabaları ve kentin tarihi değerlerinin ön plana çıkarılması, ekonomik ve kültürel bir kazanç kapısı olarak görülmektedir,. Ayinlere izin verilmesi, bu turistik ve kültürel cazibeyi artırma amacı taşısa da, kaynaklar bu durumun misyonerlik faaliyetlerine ve siyasi taleplere zemin hazırladığı uyarısında bulunmaktadır.

4.     Küresel Entegrasyon ve Batı ile İlişkiler: Vatikan'ın 21. yüzyıl stratejisi, Asya ve Ortadoğu'yu Hristiyanlaştırma hedefi gütmektedir. Türkiye, bu stratejide bir köprü / bridge olarak görülmektedir. İktidarın bu tür organizasyonlara izin vermesi, küresel sistemle entegrasyon, Batı ile diplomatik gerilimleri azaltma ve uluslararası arenada "ılımlı" bir aktör olarak görünme isteğiyle ilişkilendirilmektedir. Ancak kaynaklar, bu yaklaşımın Türkiye'nin milli bütünlüğüne ve tarihsel tezlerine (Lozan gibi) zarar verebilecek uzun vadeli riskler taşıdığını vurgulamaktadır,.

Sonuç

Özetle, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemindeki kısıtlamalar, devletin egemenliğini koruma refleksiyle uygulanırken; şimdiki dönemde verilen izinler, "diyalog", "turizm" ve "küresel entegrasyon" başlıkları altında meşrulaştırılmaktadır. Ancak kaynaklardaki analizlere göre bu durum, Fener Rum Patrikhanesi'nin Lozan'ı aşarak "Ekümenik" bir statü kazanmasına ve Vatikan'ın bölgedeki nüfuzunun artmasına zemin hazırlayan bir süreç olarak değerlendirilmektedir,.

Tarihsel Miras: "Üçüncü Roma" İddiası ve Rekabet

Rusya'nın bu tür organizasyonlara ve Fener Rum Patrikhanesi'nin liderliğine olan tarihsel itirazı, basit bir kıskançlık değil, derin bir devlet doktrinidir. 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra, Ortodoks dünyasının hamiliği iddiası Rus Çarlığı'na geçmiştir (Önceki yazılarımızda bu konuya değinilmişti). Moskova, kendisini "Üçüncü Roma" olarak tanımlamış ve "Dördüncüsü olmayacak" diyerek bu mirası tekeline almıştır (Altındal, 2002, s. 142).

  1. yüzyılda Rusya, "Şark Meselesi" / The Eastern Question kapsamında Balkanlardaki Slav Ortodoks halkları (Bulgarlar, Sırplar) Fener Rum Patrikhanesi'nin Grek / Yunan kültürel boyunduruğundan kurtararak "Milli Kiliseler" kurmalarını teşvik etmiştir (Beydilli, 2022, s. 259; Gavrilyuk, 2022, s. 343). Bu strateji, Fener'in evrensel yetki iddialarını zayıflatmak ve Moskova'nın liderliğini pekiştirmek üzerine kuruluydu.

Günümüz Rus Devlet Aklı ve 2025 Ayinine Bakışı

Rusya'nın günümüzdeki devlet aklı ve Rus Ortodoks Kilisesi'nin (ROK) tutumu, tarihsel "Üçüncü Roma" stratejisinin modern bir devamı niteliğindedir. Kaynaklara dayanarak Rusya'nın olası tutumu şu üç başlıkta toplanabilir:

  1. Fener'in "Doğu'nun Papası" Olma Çabasına Ret:
  2.  Rusya, Fener Rum Patrikhanesi'nin kendisini "Eşitler Arasında Birinci" / Primus inter pares statüsünden öteye taşıyarak, Katolik Papası gibi mutlak bir otorite merkezi / Doğu'nun Papası gibi konumlandırmasına şiddetle karşıdır. 2016 yılında Girit'te toplanan ve "Kutsal ve Büyük Konsil" olarak adlandırılan toplantıya Rus Ortodoks Kilisesi (beraberinde Bulgaristan ve Gürcistan kiliseleriyle birlikte) katılmayı reddetmiştir (Gavrilyuk, 2022, s. 343). Bu boykot, Rusya'nın Fener merkezli bir birleşme veya konsil girişimini "meşru" görmediğinin en somut kanıtıdır. 2025'teki İznik buluşması da Rusya tarafından Fener'in bu "yetki gaspı"nın bir devamı olarak okunacaktır.
  3. Batı'nın Jeopolitik Hamlesi Olarak Algılama: Kaynaklarda belirtildiği üzere, Rus Ortodoks Kilisesi, Katolik dünyasının (Vatikan'ın) eski sosyalist ülkeler ve Rusya sahasında misyonerlik yapmasına karşı çıkmış, bu alanları kendi "kanonik toprağı" olarak görmüştür (Altındal, 2002, s. 61). Rus devleti, Fener Rum Patrikhanesi'ni ABD ve AB'nin (Batı'nın) Ortodoks dünyasındaki bir "Truva Atı" olarak değerlendirmektedir. İznik'te yapılacak ve Papa ile Patriğin katılacağı ortak bir ayin, Rusya nezdinde dini bir ritüelden ziyade, Rusya'yı kuşatmayı amaçlayan Batı bloğunun manevi bir gövde gösterisi olarak algılanacaktır.
  4. Teolojik ve Kanonik Değişmezlik İlkesi: Ortodoks dünyasında "İznik İmanı"nın / Faith of Nicaea değiştirilemezliği ilkesi esastır. Rusya, 1054 yılında yaşanan Büyük Ayrışma'nın (Schisma) temel sebebi olan ve Batı'nın Amentü'ye eklediği "Filioque" (Kutsal Ruh'un Oğul'dan da çıkması) kavramını hala bir sapma olarak görmektedir (Gavrilyuk, 2022, s. 340; Dunn, 2022, s. 356). Rusya'ya göre, Vatikan bu teolojik hatadan dönmeden yapılacak her türlü "birlik" ayini, Ortodoksluğun Katolikliğe teslim olması anlamına gelir. Dolayısıyla Rusya, teolojik bir "teslimiyet" olarak gördüğü bu süreci bloke etmek isteyecektir.

Sonuç

Rusya'nın mevcut devlet aklı, dini sadece manevi bir kurum değil, aynı zamanda bir "yumuşak güç" / soft power aracı olarak kullanmaktadır. Moskova, 2025 yılında İznik'te yapılması planlanan bu organizasyonu, Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümenik" statüsünü fiilen dayatması ve Batı'nın Rusya'nın etki alanına (Ortodoks dünyasına) müdahalesi olarak görecektir. Rusya'nın 2016 Girit Konsili'ni boykot etmesi, 2025 için de benzer bir tavır takınacağının, yani bu ayine "razı olmayacağının" ve alternatif bir Ortodoks bloğu (Slav Ortodoksluğu) üzerinden direniş göstereceğinin işaretidir (Gavrilyuk, 2022, s. 343).

Alınacak Ders

Tarih bize göstermektedir ki; dinlerin birleşmesi veya kiliselerin barışması adı altında yürütülen projeler, çoğu zaman ilahi bir gayeden ziyade, yeryüzü hakimiyeti peşinde koşan imparatorlukların satranç tahtasındaki hamleleridir. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u fethettiğinde Ortodoks Kilisesi'ni himaye ederek Katolik Batı'ya karşı bir denge unsuru olarak kullanmış, böylece Hristiyan birliğini engellemiştir. Bugün de benzer bir oyun sahnelenmektedir; ancak bu kez aktörler ve coğrafyalar değişmiş, niyetler aynı kalmıştır. Devletler, inançları kendi bekaları için birer "stratejik derinlik" unsuru olarak görmeye devam etmektedir.

Yahudilerin Ayin Hakkındaki Görüşleri

Şöyle bir soru sorulursa; 2025 yılında İznik'te (Nicaea) yapılması planlanan ve Birinci İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümünü anmayı hedefleyen etkinliklere İsrail ve Yahudi dünyasının bakışı nasıldır; bu husus, eldeki kaynakların ışığında teolojik derinliği, tarihsel travmaları ve güncel jeopolitik yansımalarıyla şu şekilde teşrih edilebilir:

Genel Bakış: Kutlama mı, Yoksa Bir Ayrılığın Hatırlanması mı?

Hristiyan dünyası için 2025 yılı, Kilise'nin birliğinin ve temel inanç esaslarının (dogma) belirlendiği anın, yani İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümünün kutlanacağı bir milattır. Kaynaklarda geçen bilgilere göre Papa Leo XIV ve Ekümenik Patrik I. Bartholomeos'un katılımıyla İznik'te gerçekleşecek olan bu tören, Hristiyan birliği açısından büyük bir adım olarak görülmektedir. Ancak İsrail ve Yahudi dünyası için İznik Konsili, bir birleşmeden ziyade, Hristiyanlığın Yahudi köklerinden kopartıldığı ve kurumsal Yahudi karşıtlığının (Anti-Judaizm) resmileştiği bir "travma anı"nı temsil etmektedir. Yahudi dünyasından gelen eleştiriler, salt teolojik bir tartışma değil, tarihsel acıların ve "ötekileştirilmenin" hukuki zemininin bu konsilde atıldığı gerçeğine dayanmaktadır.

Olumsuz Eleştiriler ve Tarihsel Travmalar

Yahudi dünyasının ve İsrail medyasının 2025 ayinine yönelik eleştirileri, İznik Konsili'nin mirası olan üç temel sütun üzerinde yoğunlaşmaktadır:

1.     İkame Teolojisi ve Paskalya Ayrışması (Supersessionism): İznik Konsili'nde alınan en kritik kararlardan biri, Paskalya bayramının tarihinin Yahudi Fısıh Bayramı'ndan (Pesah/Passover) kesin olarak ayrılmasıydı. İmparator Konstantin, bu kararı duyururken Yahudileri "iğrenç bir halk" olarak nitelemiş ve onlarla hiçbir ortak yanlarının olmaması gerektiğini emretmiştir. Yahudi eleştirmenlere göre bu karar, Kilise'nin kendini "Yeni İsrail" ilan ederek, Yahudilerin Tanrı ile olan ahdinin yerine geçtiği iddiasını (İkame Teolojisi / Supersessionism) kurumsallaştırmıştır. Bu durum, Yahudi kimliğinin teolojik olarak silinmesi girişimi olarak okunmaktadır.

2.     İznik Amentüsü'nün (Credo) Yahudi Tarihini Silmesi: Yahudi teologlar ve eleştirmenler, 325 yılında kabul edilen İznik İnanç Bildirgesi'nin (Credo) yapısını da sert bir dille eleştirmektedir. Bu metin, Yaratılış'tan doğrudan Hz. İsa'nın bedenleşmesine (enkarnasyon) geçerek; Hz. İbrahim, Hz. Musa, peygamberler ve İsrail'in tüm tarihsel anlatısını atlamaktadır. İsrailli yorumculara göre bu "tarihsel silme" işlemi, Kilise'nin Yahudi mirasını reddetme ve kendini tarihin tek meşru öznesi olarak konumlandırma stratejisinin bir parçasıdır.

3.     Şiddet ve Antisemitizmin Kodlanması:

İsrail medyasında, özellikle The Times of Israel gibi yayınlarda, İznik Konsili'nin kararları "Yahudi kanı döken kararnameler" ve "şeytani bir miras" olarak nitelendirilmektedir. Bu görüşe göre, İznik'te dinin devlet gücüyle (İmparatorluk kılıcıyla) birleşmesi, sonraki yüzyıllarda Yahudilere karşı uygulanacak Haçlı Seferleri, Engizisyon ve pogromlar gibi şiddet eylemlerine teolojik ve hukuki bir zemin hazırlamıştır. Yahudi dünyası, 2025'teki anmayı, bu acı mirasla yüzleşilmeden yapılan bir "zafer kutlaması" (Triumphalism) olarak görme eğilimindedir.

Teolojik Çatışma: Teslis ve Tevhid

Yahudi dünyasının İznik Konsili'ne yönelik en köklü itirazı, Konsil'de kabul edilen Teslis (Üçleme) doktrini ve İsa'nın "Baba ile aynı özden" (Homoousios) olduğu inancıdır. Orta Çağ Yahudi filozoflarından günümüze kadar gelen çizgide bu inanç, Yahudiliğin en temel ilkesi olan ve "Dinle Ey İsrail, Tanrımız Rab tektir" (Shema Yisrael) duasıyla ifade edilen mutlak Tevhid (Monoteizm) inancıyla taban tabana zıt görülmüştür. Yahudi hukukuna göre, İznik Amentüsü'ndeki Tanrı tanımı, "putperestlik" (idolatry) riski taşıyan bir sapma olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla İznik'te yapılan ayin, Yahudi teolojisi açısından, Tanrı'nın birliğine karşı yapılmış tarihsel bir hatanın tekrarı olarak algılanmaktadır.

Olumlu Yaklaşımlar ve Çağdaş Beklentiler

Tüm bu olumsuz tarihsel bagaja rağmen, 2025 yılındaki etkinliklere dair Yahudi dünyasında temkinli de olsa bazı olumlu beklentiler ve nüanslı yaklaşımlar mevcuttur:

1.     Özeleştiri ve Yüzleşme Fırsatı: Bazı Yahudi ve Hristiyan diyalog yanlıları, 1700. yıl dönümünün, Hristiyan dünyası için sadece bir kutlama değil, aynı zamanda tarihsel Yahudi karşıtlığı (Anti-Judaizm) ile yüzleşme ve bir "öz değerlendirme" (self-critique) yapma fırsatı olduğunu vurgulamaktadır. Papa'nın ziyareti, bu tarihsel hataların kabulü için bir zemin oluşturabilir.

2.     Arkeolojik ve Turistik İlgi: İsrail basını, özellikle The Jerusalem Post, Papa'nın İznik'teki ziyaretini ve buradaki Bizans dönemi Hristiyan Bazilikası kalıntılarını (önceki yazılarımızda bahsi geçen Su Altı Bazilikası) haberleştirerek, olayın tarihsel ve arkeolojik boyutuna ilgi göstermiştir. Bu durum, dini polemiklerin ötesinde, kültürel mirasın korunması ve turizm açısından olumlu bir etkileşim alanı yaratmaktadır.

3.     2033 Kudüs Vizyonu: Kaynaklara göre Papa, İznik'teki anmanın ardından, 2033 yılında (Hz. İsa'nın dirilişinin 2000. yılı olarak kabul edilen tarih) Kudüs'te tüm Hristiyanların katılacağı bir toplantı önermiştir. Bu öneri, İznik'te 4. yüzyılda yaşanan "Coğrafi ve Teolojik Kopuş"un tersine çevrilmesi ve Hristiyanlığın doğduğu topraklara (ve dolayısıyla Yahudi köklerine) dönüş arzusunun bir sembolü olarak, bazı Yahudi çevrelerince dikkatle ama ilgiyle takip edilmektedir.

ALINACAK DERS

İznik Konsili'nin 1700 yıllık mirası, bir inancın kurumsallaşırken nasıl bir "öteki" yarattığının en çarpıcı örneğidir. 325 yılında İmparator Konstantin, imparatorluk birliğini sağlamak için Hristiyanlığı konsolide ederken, Yahudiliği teolojik ve hukuki olarak dışlamış; bu durum yüzyıllar süren acılara zemin hazırlamıştır. Günümüze bakan yüzüyle; 2025 ayini, sadece Hristiyanların kendi içindeki birliğini değil, aynı zamanda tarihsel komşusu olan Yahudilikle ilişkisini onarma sınavıdır. Eğer bu anma, geçmişin hatalarıyla yüzleşilmeden, sadece bir "zafer" olarak kutlanırsa, eski yaraları kanatmaktan öteye gitmeyecektir. Ancak, tarihsel sorumluluk bilinciyle yapılırsa, dinler arası barış için yeni bir kapı aralayabilir.

"Zafer" Algısı: Hristiyanlığın Konsolidasyonu

Şöyle bir soru sorulursa; 2025 yılında İznik'te yapılması planlanan 1700. yıl dönümü anmasının, tarihsel hatalarla yüzleşilmeden sadece bir "zafer" kutlamasına dönüştürülmesinin neden eski yaraları kanatacağı ve bu ifadenin alt metninde yatan teolojik ve tarihsel dinamiklerin neler olduğu hususu, eldeki kaynakların ışığında şu şekilde detaylandırılabilir:

Bu ifade, İznik Konsili'nin (325) Hristiyanlık tarihi için taşıdığı ikili karakteri / dual character vurgulamaktadır. Konsil, Hristiyan dogması için bir "kuruluş anı" olsa da, aynı zamanda kurumsal dışlamanın ve devlet destekli dinsel şiddetin de başlangıcıdır.

1. "Zafer" Algısı: Hristiyanlığın Konsolidasyonu

Hristiyan dünyası, özellikle Katolik ve Ortodoks kiliseleri için İznik Konsili, "Ortodoksi"nin (Doğru İnanç) "Sapkınlığa" (Heresi/Ariusçuluk) karşı kazandığı nihai zaferdir. Bu bakış açısına göre kutlama şunları içerir:

  • İnanç Birliği: Parçalanmış bir yapının "İznik Amentüsü" (Nicene Creed) altında birleştirilmesi ve Hz. İsa'nın Tanrı ile "aynı özden" (Homoousios) olduğunun tescili büyük bir teolojik başarıdır.
  • Kurumsal Güç: Kilise'nin yeraltından çıkıp Roma İmparatorluğu'nun gücüyle bütünleşmesi ve evrensel bir kurum haline gelmesi, bir "zafer" (Triumphalism) anlatısı olarak sunulur.

Eğer 2025 anması sadece bu "birleşme" ve "doğruluk" üzerine kurulursa, bu durum Hristiyanlığın kendi içindeki özeleştiriyi reddettiği anlamına gelecektir.

2. "Eski Yaralar": Kanayan Tarihsel Travmalar

"Eski yaraların kanaması" metaforu, Konsil kararlarının doğrudan mağduru olan iki ana grubu ve onların tarihsel hafızasını işaret etmektedir:

A. Yahudi Dünyası ve İkame Teolojisi (Supersessionism): İznik Konsili, Hristiyanlığın Yahudi köklerinden kopartıldığı ve Yahudiliğin "öteki" ilan edildiği andır.

  • Paskalya Ayrışması: Konsil, Paskalya'nın tarihini Yahudi Fısıh Bayramı'ndan (Pesah) ayırarak, İmparator Konstantin'in ifadesiyle "bu iğrenç halkla hiçbir ortak yanımızın olmaması" politikasını resmileştirmiştir.
  • Teolojik Silme: İznik Amentüsü, İsrail'in tarihini ve Tanrı ile olan ahdini anlatıdan çıkararak, Kilise'nin "Yeni İsrail" olarak Yahudilerin yerini aldığı (İkame Teolojisi) fikrini kurumsallaştırmıştır. Yahudi kaynaklarına göre bu karar, daha sonraki yüzyıllarda yaşanan Haçlı Seferleri, Engizisyon ve Holokost gibi felaketlerin teolojik altyapısını hazırlayan bir "soykırım" adımıdır.
  • Yüzleşme Gereği: Eğer 2025'te Papa ve Patrik, bu tarihsel kopuşu ve anti-Judaizmin köklerini sorgulamadan sadece "birliği" kutlarlarsa, bu durum Yahudi dünyası için "sizin birliğiniz, bizim dışlanmamız üzerine kuruldu" mesajını verecek ve tarihsel travmayı yeniden canlandıracaktır.

B. Devlet Şiddeti ve Dinsel Hoşgörüsüzlük: İznik Konsili, inanç konularının devlet kılıcıyla çözüldüğü ilk örnektir.

  • Sürgün ve Kitap Yakma: Konsil sonunda Arius ve taraftarları, sadece kiliseden aforoz edilmekle kalmamış, İmparator tarafından sürgüne gönderilmiş ve kitaplarının yakılması emredilmiştir. Bu, "farklı düşünenin" devlet gücüyle ezilmesi geleneğini başlatmıştır.
  • Öteki'nin İcadı: Konsil, sadece "doğruyu" tanımlamakla kalmamış, "yanlışı" (Heresi) da kriminalize etmiştir. Bu mirasla yüzleşilmemesi, modern dünyada dinsel hoşgörünün temellerine aykırı bir duruş sergilenmesi anlamına gelir.

3. Güncel Jeopolitik Yansımalar

Önceki yazılarımızda değindiğimiz üzere, 2025 anması güncel siyasetten bağımsız değildir. Papa'nın Türkiye ziyareti ve olası bir Kudüs buluşması (2033), Hristiyanlığın köklerine dönüş arzusunu simgelerken; İsrail basını ve Yahudi teologlar bu süreci "Yahudi kanı döken kararnamelerin" yıl dönümü olarak izlemektedir. Eğer anma törenleri, Hristiyanlığın tarihsel anti-Semitizm mirasıyla (anti-Judaizm) hesaplaşan bir "öz değerlendirme" (self-critique) içermezse, bu durum dinlerarası diyalog çabalarını sabote edecek ve Yahudi-Hristiyan ilişkilerindeki güvensizliği derinleştirecektir.

Sonuç

Özetle; "zafer" kutlaması, Hristiyanlığın kendi iç konsolidasyonunu överken; "yüzleşme", bu konsolidasyonun bedelinin Yahudilerin dışlanması, farklı inançların ezilmesi ve dinin devlet gücüne teslim edilmesi olduğunu kabul etmektir. Yaraların sarılması, ancak İznik'in bu "karanlık yüzünün" de kabul edilmesiyle mümkün olabilir. Aksi takdirde 2025, bir barış anı değil, tarihsel bir suçun kutlanması olarak algılanacaktır.

Dua Örneği

Bu bağlamda, Hristiyan dünyasının kendi içinde birliği sağlarken başkalarına verdiği zararı telafi etme arzusunu yansıtan modern bir ekümenik yakarış şöyledir:

Latince: "Oremus pro perfidis Judaeis" (Eski metinlerde geçen "Hain Yahudiler için dua edelim" ifadesi). Güncel Düzeltme: II. Vatikan Konsili ve sonrasında bu ifade "Yahudiler için dua edelim, Tanrı onların kalplerini aydınlatsın" şeklinde değiştirilerek, İznik'ten gelen o dışlayıcı dilin onarılması amaçlanmıştır. Bu, "eski yaraları sarmaya" yönelik bir adımdır.

 

Şöyle bir soru sorulursa; 2025 yılında İznik'te (Nicaea) tertip edilmesi planlanan 1700. yıl dönümü ayini ve anma etkinlikleri, görünürdeki "birlik ve barış" söylemlerinin ötesinde, tarihsel ve siyasi dinamikler göz önüne alındığında neden bir "fitne" ve "kaos" ortamına zemin hazırlayabilir; bu husus eldeki kaynakların sunduğu veriler ışığında, teolojik çatışmalar, devletlerarası rekabet ve egemenlik hakları çerçevesinde şu şekilde teşrih edilebilir:

Tarihsel Tecrübe Ve Kaynaklar Göstermektedir Ki

Tarihsel tecrübe ve kaynaklar göstermektedir ki; İznik Konsili (325), Hristiyanlık içinde birliği sağlamak amacıyla toplanmış olsa da, sonuçları itibariyle yüzyıllar süren mezhep çatışmalarına, sürgünlere ve devlet gücünün inanç üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasına yol açmıştır (Yalduz, 2003, s. 257). 2025 yılındaki girişim de benzer şekilde, küresel güç odaklarının dini bir enstrüman olarak kullanması neticesinde, hem bölgesel hem de küresel ölçekte çok katmanlı bir kaos riski taşımaktadır.

1. Ortodoks Dünyasında Kırılma: Moskova ve Fener Rekabeti

Fitnenin en somut ayağı, Hristiyan dünyasının kendi içindeki, bilhassa Ortodoks blokundaki derin çatlağın derinleşmesidir.

  • İki Başlılık Riski: Fener Rum Patrikhanesi, ABD ve Avrupa Birliği'nin desteğiyle kendisini "Ekümenik" / Evrensel bir otorite ve "Doğu'nun Papası" gibi konumlandırmaya çalışmaktadır (Altındal, 2002, s. 150). Ancak Rus Ortodoks Kilisesi (Moskova Patrikhanesi), "Üçüncü Roma" iddiasıyla bu liderliği asla kabul etmemektedir. İznik'te, Fener Patriği'nin Katolik Papa ile "eşit statüde" bir birleşme ayini yönetmesi, Rusya tarafından Ortodoksluğun Katolikliğe (Batı'ya) teslim edilmesi ve bir "ihanet" olarak algılanacaktır. Bu durum, Ukrayna'daki kilise ayrışmasında görüldüğü gibi, dini bir Schisma / Bölünme 'yi siyasi bir çatışmaya ve Slav dünyasında bir kaosa dönüştürebilir (Vikipedi, 2024,).
  • Siyasi Araçsallaştırma: Rusya, Fener'in bu hamlesini NATO ve Batı bloğunun bir kuşatma stratejisi olarak okumaktadır. Dini bir törenin, jeopolitik bir hesaplaşma sahasına dönmesi, bölgedeki istikrarsızlığı körükleyen bir fitne unsurudur.

2. Türkiye'nin Egemenlik Haklarına Yönelik Tehdit

Türkiye Cumhuriyeti açısından kaos riski, Lozan Antlaşması ile belirlenen hukuki sınırların zorlanmasından kaynaklanmaktadır.

  • Devlet İçinde Devlet (Status in Statu): Kaynaklara göre, Vatikan ve Batılı güçler, Fener Patrikhanesi'ni Türkiye Cumhuriyeti yasalarının üzerinde, Vatikan benzeri özerk bir devletçik statüsüne kavuşturmak istemektedir (Altındal, 2002, s. 117). İznik'te, uluslararası devlet protokolüyle ağırlanan ve "Ekümenik" sıfatıyla hareket eden bir Patrik görüntüsü, Türkiye'nin egemenlik haklarını fiilen delmekte ve içeride hukuki bir kaosa kapı aralamaktadır.
  • Milli Bütünlüğe Tehdit: "Dinlerarası Diyalog" ve "Hoşgörü" maskesi altında yürütülen bu faaliyetlerin arka planında, Anadolu'daki etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşıyarak milli bütünlüğü zayıflatma stratejisi yattığı kaynaklarda vurgulanmaktadır (Altındal, 2002, s. 201). Bu tür organizasyonlar, Türkiye'yi "Müslüman kimliğinden arındırılmış, Batı'ya uyumlu hale getirilmiş" bir yapıya dönüştürme projesinin (Ilımlı İslam vb.) bir parçası olarak değerlendirilmektedir.

3. Teolojik Fitne ve Yahudi-Hristiyan Gerilimi

Kaosun bir diğer boyutu, Hristiyanlığın kurucu dogmalarının (Teslis vb.) yeniden gündeme getirilmesiyle diğer inanç gruplarında oluşacak rahatsızlıktır.

  • Antisemitizm Tartışması: Önceki yazılarımızda değindiğimiz üzere, İznik Konsili, Yahudiliğin teolojik ve hukuki olarak dışlandığı ve "lanetlendiği" yerdir. 2025'te yapılacak bir kutlama, Yahudi dünyası tarafından "Yahudi karşıtlığının zaferi" olarak okunacak ve dinler arası barışı zedeleyen bir gerilim hattı oluşturacaktır (İznik Konsili Raporu, 2024,).
  • Tevhid İnancına Karşı Birlik: Vatikan'ın "Ekümenizm" stratejisi, nihai olarak Hristiyan olmayan dünyayı (özellikle Asya ve İslam alemini) Hristiyanlaştırmayı / Evangelization hedeflemektedir (Altındal, 2002, s. 164). İznik'te verilecek "Hristiyan Birliği" fotoğrafı, İslam dünyasına karşı oluşturulmuş teopolitik bir blokun ilanı anlamına gelecek ve medeniyetler arası çatışma tezlerini besleyecektir.

4. Sosyolojik Kaos: Misyonerlik Faaliyetleri

  • Zihinlerin Bulandırılması: Kaynaklar, bu tür büyük organizasyonların ve "diyalog" söylemlerinin, özellikle genç nesiller üzerinde bir kafa karışıklığı yarattığını ve misyonerlik faaliyetlerine meşruiyet kazandırdığını belirtmektedir. "Hoşgörü" adı altında, İslam'ın temel akidelerinin (Tevhid) sulandırılması ve Hristiyan dogmalarının (Teslis) "zararsız kültürel öğeler" gibi sunulması, toplumsal dokuda manevi bir tahribata yol açabilir (Altındal, 2002, s. 184).

Sonuç

Özetle; eğer bu ayin ve anma törenleri, sadece tarihi bir hatırlatma olmaktan çıkıp, siyasi emellere (Ekümeniklik iddiası, Rusya'yı kuşatma, Türkiye'nin egemenliğini delme) alet edilirse, barış yerine "fitne" getireceği açıktır. Tarih, İznik'in (325) birleştirici değil, ayrıştırıcı kararların alındığı ve muhaliflerin devlet gücüyle ezildiği bir zemin olduğunu göstermektedir. Aynı hatanın tekrarı, modern dünyada daha karmaşık kaoslara gebedir.

Alınacak Ders

Vaktiyle Roma İmparatoru Konstantin, imparatorluğunun parçalanmasını önlemek ve siyasi birliğini tahkim etmek için İznik'te din adamlarını toplamış, onlara "uzlaşın" emrini vermiştir. Ancak bu "zoraki birlik", Hristiyanlık içinde asırlarca sürecek kanlı mezhep savaşlarının, sürgünlerin ve devlet eliyle yürütülen zulümlerin fitilini ateşlemiştir. Konstantin'in "barış" adına attığı adım, hakikatte "kılıçla sağlanan bir sessizlik"ten öteye gitmemiştir. Günümüze bakan yüzüyle; Bugün de "küresel barış" ve "birlik" adına İznik'te toplanmak isteyenler, eğer arka planda siyasi hegemonya ve güç devşirme hesapları yapıyorlarsa, sonuç yine hüsran ve kaos olacaktır. Hakiki barış, siyasi dayatmalarla değil, karşılıklı hukuka ve egemenlik haklarına samimi saygı ile mümkündür. Aksi takdirde, İznik Gölü'nün suları, bir kez daha teolojik ve siyasi ihtirasların bulanıklığına karışacaktır.

2025 yılının Kasım ayında Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 14. Leo’nun, Birinci İznik Konsili’nin 1700. yıl dönümü vesilesiyle Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ve İznik’te (Nicaea) Fener Rum Patriği Bartholomeos ile birlikte yönettiği ayin, Türkiye gündeminde derin bir fay hattı oluşturmuştur. Bu ziyaret, sadece turistik veya dini bir anma töreni olmanın ötesinde, "Ekümenizm" / Kiliseler Arası Birlik tartışmalarını, Lozan Antlaşması’nın sınırlarını ve Türkiye’nin jeopolitik egemenliğini ilgilendiren boyutlarıyla ele alınmıştır (Önceki yazılarımızda bu kavramların tarihsel arka planına değinilmişti).

Olayın Türkiye kamuoyundaki yansımaları, "hoşgörü ve kültürel diplomasi" ekseninde olumlu karşılayanlar ile "egemenlik devri ve misyonerlik" ekseninde tehdit olarak görenler arasında keskin bir kutuplaşmaya sahne olmuştur. Kaynaklar ışığında, bu tarihi ziyarete dair onaylayanlar ve eleştirenlerin dökümü aşağıdadır:

A. Ziyareti Onaylayanlar, Destekleyenler ve Pragmatik Yaklaşanlar

Bu grup, ziyareti Türkiye’nin kültürel mirasının tanıtımı, inanç turizmi ve diplomatik prestij açısından bir fırsat olarak değerlendirmiş veya olayın teolojik boyutunu önemsizleştirerek tarihsel bir realite olarak ele almıştır.

1. Siyasi ve Bürokratik Kanat:

  • Mustafa Varank (AK Parti Bursa Milletvekili): Papa Leo’yu İznik Gölü Bazilikası Örenyeri’nde karşılayan protokolün başında yer almış, devletin bu organizasyona ev sahipliği yapma iradesini temsil etmiştir.
  • Kültür ve Turizm Bürokrasisi: Ziyaret öncesinde İznik Gölü'ndeki Aziz Neophytos Bazilikası alanını kamulaştırarak "ören yeri" statüsüne almış ve burayı Hristiyan mirasının korunması adına bir kültür diplomasisi aracı olarak hazırlamıştır.

2. Dini Liderler:

  • Patrik Bartholomeos (Fener Rum Patriği): Ayine Papa ile birlikte katılarak, "Ekümenik" sıfatını fiilen kullanmış ve Doğu-Batı kiliselerinin birliği mesajını vermiştir. Bu durum, Patrikhanenin uluslararası meşruiyetini artırma çabası olarak okunmuştur.

3. Seküler ve Akademik Çevre (Pragmatistler):

  • Prof. Dr. Celal Şengör: Hristiyan dünyasının birleşme çabalarını, 325 yılında İznik'te yapılan teolojik "hatayı düzeltme" girişimi olarak yorumlamış; ancak bu durumu Türkiye için bir beka sorunu olarak görmemiş, Türkiye'nin asıl düşmanının "enflasyon" gibi iç sorunlar olduğunu belirterek konuyu stratejik/tarihsel bir düzlemde, tehdit algısından uzak değerlendirmiştir.
  • Prof. Dr. İlber Ortaylı (Beklenen Tutum): Kaynaklarda analiz edildiği üzere, Ortaylı'nın bu ziyareti Osmanlı ve Bizans mirasının yönetimi çerçevesinde ele alarak, Türkiye'nin bu mirası dış müdahalelerden bağımsız, kendi kültürel zenginliği olarak sergilemesi gerektiği yönünde bir sentez sunması öngörülmüştür.
  • Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Ankara Okulu: Eleştirel ilahiyat çevresini temsil eden bu grup, ziyareti ve dinler arası diyaloğu, Türkiye'nin entelektüel özgüveni ve kültürel zenginliği olarak görmüş; muhafazakar kesimin "Vatikanlaşma" korkusunu, küresel tartışmalarla yüzleşmekten kaçınan arkaik bir refleks olarak nitelendirmiştir.

4. Sivil ve Özel İsimler:

  • Yasemin Akıncılar Minguzzi: Oğlu Mattia Ahmet Minguzzi’nin cinayetiyle ilgili adalet arayışında olan Minguzzi, Papa ile özel bir görüşme gerçekleştirerek ziyareti insani ve hukuki bir destek aracı olarak görmüştür.

B. Ziyareti Eleştirenler, Reddedenler ve Tehdit Olarak Görenler

Bu grup, Papa’nın ziyaretini ve İznik’teki ayini, Türkiye’nin ulusal egemenliğine, Lozan Antlaşması’nın getirdiği statüye ve İslam kimliğine yönelik bir "Haçlı Seferi"nin modern diplomatik versiyonu olarak yorumlamıştır.

1. Siyasi Muhalefet (Milliyetçi ve Muhafazakar):

  • Saim Çakmak (Büyük Birlik Partisi Kastamonu İl Başkanı): Ziyareti, "Milli hassasiyetleri zedeleyen" ve Patrikhanenin "ekümeniklik" iddiasını güçlendiren bir girişim olarak nitelendirmiş; zamanlamasının terörle mücadele sürecine denk gelmesini "dikkat dağıtma operasyonu" olarak yorumlamıştır.
  • Fatih Erbakan (Yeniden Refah Partisi Lideri): Kaynaklardaki analizlere göre, hükümetin bu ziyarete izin vermesini siyasi bir taviz olarak değerlendirmiş ve "Vatikanlaşma" tehlikesine dikkat çekerek muhafazakar tabanın tepkisini dile getirmiştir.

2. Medya ve Yazarlar:

  • Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi (Kilis Postası): Ziyaretin salt dini değil, jeopolitik bir hamle olduğunu, Lozan Antlaşması'nın delindiğini ve Türkiye’nin "dini ve kültürel rekabet alanı" haline getirildiğini savunmuştur. Kepekçi, bu adımları "Sessiz Kuşatma" olarak nitelendirmiştir.
  • Derya Uğural (Antalya Hürses): Bartholomeos’un dünya Ortodokslarının lideri gibi davranmasının Rusya gibi ülkeleri rahatsız edeceğini ve Türkiye’nin yasalarına (Lozan) aykırı bir "ekümenik" muamele yapıldığını belirterek ziyareti eleştirmiştir.
  • Akit Gazetesi ve Milli Gazete Çevresi: Ortak ayini, Türkiye'nin kültürel ve dini dokusunu hedef alan bir "Vatikanlaşma" sürecinin kanıtı olarak sunmuş ve hükümeti Batı’ya karşı zayıf kalmakla suçlamıştır.

3. Dini Cemaatler ve İlahiyatçılar (Reddiyeciler ve Şüpheciler):

  • İhsan Şenocak ve Halil Konakçı: Radikal muhafazakar kanadı temsil eden bu isimler, Hristiyanlık ile herhangi bir teolojik diyaloğu "Tevhid" inancından taviz (küfür) olarak görmüş ve ziyareti İslam kimliğine bir saldırı olarak en sert dille reddetmiştir.
  • Prof. Dr. Mehmet Okuyan ve Prof. Dr. Abdülaziz Bayındır: Gelenekçi ve Kur'an merkezli bu ilahiyatçılar, diyaloğa prensipte karşı olmamakla birlikte, İslam'ın temel akidelerinin (Allah'ın birliği ve Hz. Muhammed'in son peygamberliği) zedelenmemesi şerhini koymuşlardır. İznik’teki buluşmanın teolojik sınırların bulanıklaşmasına yol açabileceği endişesiyle ihtiyatlı ve mesafeli bir duruş sergilemişlerdir.

4. Tarihçi Kanat:

  • Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil: Ziyareti, Batı'nın Türkiye üzerindeki tarihi emellerinin (Haçlı zihniyeti) bir devamı olarak görmüş ve misyonerlik faaliyetlerinin ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğunu savunmuştur.

C. Tartışmanın Odak Noktaları (Özet)

  1. Lozan Antlaşması'nın İhlali: Eleştirenler, Patrikhanenin sadece Türkiye'deki Rumların kurumu olduğunu, ancak bu ayinle fiilen "Devlet içinde Devlet" ve "Ekümenik" bir statü kazandığını savunmaktadır.
  2. Jeopolitik Kuşatma: Vatikan ve ABD'nin, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması talepleriyle eş zamanlı olarak bu ziyareti gerçekleştirmesi, Türkiye üzerinde siyasi bir baskı kurma girişimi olarak okunmuştur.
  3. Teolojik Tehdit: "İbrahimî Dinler" veya "Diyalog" söylemi altında İslam inancının yozlaştırılmaya çalışıldığı iddiası, muhafazakar kanadın ana eleştiri noktasıdır.

Mustafa Kemal Atatürk Hayatta Olsaydı

Şöyle bir soru sorulursa; Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hayatta olsaydı, 2025 yılında İznik'te yapılması planlanan ve "Ekümenik" iddiaları pekiştiren bu tür bir ayine izin verir miydi; bu husus, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi, Lozan Antlaşması'nın hükümleri ve Atatürk'ün devlet-din ilişkilerine bakışı çerçevesinde eldeki kaynaklar ışığında şu şekilde teşrih edilebilir:

1. Lozan Antlaşması ve "Ekümeniklik" İddiasının Reddi

Atatürk döneminin dış politika ve azınlıklar hukukunun temelini Lozan Antlaşması (1923) oluşturmaktadır. Bu antlaşma ile Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümenik" / Evrensel sıfatı hukuken ve siyaseten reddedilmiştir. Cumhuriyet'in kurucu iradesi, Patrikhane'nin yetkilerini sadece Türkiye sınırları içinde yaşayan Rum Ortodoks azınlığın dini ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlandırmıştır.

Atatürk'ün devlet aklı, Patrikhane'nin bir "Devlet içinde Devlet" / Status in Statu gibi hareket etmesine ve uluslararası bir siyasi aktör gibi davranmasına kesinlikle karşıydı. 2025 yılındaki organizasyonun temel amacı, Papa ve Patriğin "eşit statüde" ve "evrensel" bir iddia ile bir araya gelmesidir. Kaynaklara göre bu durum, Lozan'ın çizdiği sınırların ihlali anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarını zedeleyen ve Patrikhane'ye uluslararası siyasi bir tüzel kişilik kazandırmayı amaçlayan böyle bir organizasyona, devletin "üniter" yapısını koruma refleksiyle izin vermezdi.

2. Dış Müdahalelere Karşı Tam Bağımsızlık İlkesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, "azınlık hakları" bahanesiyle Avrupalı devletlerin iç işlerine müdahale etmesi (özellikle 1856 Islahat Fermanı sonrası süreç), Atatürk ve kadrosu için acı bir tecrübedir. Kaynaklarda belirtildiği üzere, Batı dünyası ve Vatikan, "Ekümenizm" / Kiliseler Arası Birlik stratejisiyle Türkiye üzerinde kültürel ve siyasi bir nüfuz alanı oluşturmayı hedeflemektedir.

Atatürk, "Tam Bağımsızlık" ilkesi gereği, dini kurumların dış siyasetin bir aracı olarak kullanılmasına müsamaha göstermemiştir. 2025 ayininin, Vatikan'ın "Doğu'ya açılma" ve "Hristiyanlığı yeniden yapılandırma" stratejisinin bir parçası olduğu göz önüne alındığında, Atatürk'ün bu girişimi, Türkiye'nin jeopolitik egemenliğine yönelik bir "Truva Atı" hamlesi olarak değerlendirmesi ve reddetmesi kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Atatürk dönemi uygulamalarında, Patriğin kıyafetiyle dahi kilise dışına çıkması yasaklanmış, bu kurumun sadece bir Türk kurumu olduğu ve Patriğin de bir Türk memuru statüsünde olduğu vurgulanmıştır.

3. Laiklik ve Kamu Düzeni

Atatürk'ün laiklik anlayışı, dinin vicdanlarda kalmasını, ancak devlet işlerine ve kamusal alanın siyasi organizasyonuna karışmamasını öngörür. İznik'teki bu ayin, sadece bir ibadet değil, "İznik Konsili'nin 1700. yılı" gibi siyasi ve teolojik bir gövde gösterisi niteliğindedir. Kaynaklara göre bu tür organizasyonlar, "Vatikanlaşma" / Vaticanization sürecine hizmet etmekte ve Türkiye'de Hristiyan azınlıklar üzerinden yeni bir siyasi statü talebi (Ruhban Okulu'nun açılması vb.) oluşturmaktadır.

Atatürk, devrim kanunları ve Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) gibi yasalarla dini kurumların devlet denetimi dışında özerk yapılar kurmasını engellemiştir. Dolayısıyla, devletin denetimi dışında uluslararası bir konsil havasında geçecek ve Türkiye'nin hukuk sistemini (Lozan'ı) tartışmaya açacak bir ayine cevaz vermesi, kendi kurduğu sistemin mantığına aykırıdır.

4. Tarihsel Bir Nüans: İbadet Özgürlüğü ve Siyasi Gösteri Ayrımı

Elbette Atatürk, gayrimüslim vatandaşların ibadet özgürlüğüne karışmamıştır. Eğer bu ziyaret, sadece Papa'nın turistik bir gezisi veya yerel cemaatin kendi içindeki sessiz bir ayini olsaydı, buna müdahale edilmeyebilirdi. Ancak 2025 projesi, kaynaklarda da vurgulandığı üzere, Hristiyan dünyasını birleştirme (Ekümenizm) iddiası taşıyan, Papa ve Patriğin siyasi protokollerle ağırlandığı küresel bir organizasyondur,. Atatürk'ün "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesi, egemenlik haklarının devredilmesi pahasına bir "hoşgörü" gösterisini kapsamamaktadır.

Alınacak ders

Tarih bize göstermektedir ki; devletlerin bekası / survivance, sadece askeri güçle değil, aynı zamanda hukukuna ve kuruluş ilkelerine sahip çıkmakla mümkündür. Atatürk, Fener Rum Patrikhanesi'ni İstanbul'da tutarken, onun siyasi dişlerini çekmiş ve sadece ruhani bir kurum olarak kalmasını şart koşmuştur. Günümüze bakan yüzüyle; Bugün "inanç turizmi" veya "diyalog" adı altında sunulan bazı projeler, aslında Lozan'da elde edilen kazanımları aşındırma potansiyeli taşımaktadır. Atatürk hayatta olsaydı, İznik'in kültürel mirasına sahip çıkardı; ancak bu mirasın, Türkiye'nin egemenliğini delecek bir "Vatikanlaşma" projesine dönüşmesine, devletin "demir yumruğu" ile engel olurdu.

 

 

Kaynakça Birinci İznik Konsili - Vikipedi. İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası: Yahudi Polemikleri ve Çağdaş Jeopolitik Yansımalar Üzerine Uzman Raporu. İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (Paskalya Kararı). İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İkame Teolojisi). İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İkinci Konsil ve Anti-Judaizm). İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İsrail Medyası). İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (Kapsamlı Değerlendirme).

Altındal, A. (2002). Vatikan ve Tapınak Şövalyeleri. İstanbul: Alfa Yayıncılık. Beydilli, K. (2022). Osmanlı'da Devletlerarası İlişkiler. İstanbul: Timaş Yayınları. Dunn, G. D. (2022). Catholic Reception of the Council of Nicaea. The Cambridge Companion to the Council of Nicaea içinde (s. 347-366). Cambridge: Cambridge University Press. Gavrilyuk, P. L. (2022). The Legacy of the Council of Nicaea in the Orthodox Tradition. The Cambridge Companion to the Council of Nicaea içinde (s. 327-346). Cambridge: Cambridge University Press.

Dua

Müslüman geleneğinde, fitne ve kargaşa zamanlarında toplumsal birliği ve hakikati korumak için yapılan, Hz. Peygamber'den (salla'llâhu aleyhi ve sellem) nakledilen şu dua manidardır:

Arapça Okunuşu: "Allahümme inni euzü bike minel-fiteni, ma zahara minha ve ma batana." Türkçe Anlamı: "Allah'ım! Fitnelerin açığından da gizlisinden de (görünen ve görünmeyen her türlüsünden) Sana sığınırım."

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar