Ayin'in Arkaplanı ve Mustafa Kemal Atatürk Hayatta Olsaydı
İznik ve Hristiyan Dünyası
İznik (Nikaia), tarih boyunca sadece bir yerleşim
yeri olmanın ötesinde, teolojik dogmaların şekillendiği, imparatorlukların
kaderinin çizildiği ve devlet ile din ilişkisinin en somut biçimde
gözlemlendiği nadir merkezlerden biridir. M.Ö. IV. yüzyıldan itibaren
kesintisiz bir yerleşim gören kent, Helenistik, Roma, Bizans, Selçuklu ve
Osmanlı medeniyetlerinin katmanlarını barındıran bir hafıza mekânıdır.
Özellikle Hristiyanlık tarihi açısından, inancın kurumsallaşması ve devlet
otoritesiyle bütünleşmesi sürecinde İznik, Kudüs veya Roma kadar belirleyici
bir rol oynamıştır.
Hristiyanlık Öncesi ve Erken Dönem: İnancın
Kökleşmesi
İznik’in teolojik önemi, meşhur konsillerin
toplanmasından çok daha eskiye, Erken Hristiyanlık dönemindeki şehitlik / martyrium
kültürüne dayanmaktadır. Kent, Roma İmparatorluğu’nun Hristiyanlığı henüz yasal
kabul etmediği dönemlerde dahi güçlü bir inanç merkezi hüviyetindeydi. 2014 yılında İznik Gölü
kıyısında keşfedilen ve dünyanın en önemli arkeolojik buluşlarından biri kabul
edilen "Su Altı Bazilikası", bu durumun en somut kanıtıdır.
Yapılan incelemeler, bu yapının İznik Konsili’nden hemen sonra, 4. yüzyılda
inşa edildiğini ve muhtemelen Aziz Neophytos adına yapılmış bir şehitlik
olduğunu göstermektedir. Bu bazilikanın varlığı, İznik’in sadece politik bir
karar merkezi değil, halkın inancının kanla meşrulaştığı kutsal bir zemin
olduğunu kanıtlar.
Devlet Otoritesi ve İnanç: Birinci İznik Konsili
(325)
Hristiyanlık tarihinin en kritik dönüm noktası,
Roma İmparatoru I. Konstantin’in (Büyük Konstantin) çağrısı ile toplanan
Birinci İznik Konsili’dir. Bu toplantı, dinin devlet tekeline alınması ve
imparatorluk birliğinin teolojik birlikle sağlanması projesinin ilk büyük
adımıdır.
Konsilin toplanma sebebi, İskenderiyeli rahip
Arius ile Piskopos Alexander arasındaki derin teolojik çatışmadır. Arius, Hz.
İsa’nın Tanrı Baba tarafından yaratıldığını ve O’nunla özdeş olmadığını
savunurken; Alexander ve destekçileri, İsa’nın Tanrı ile aynı özden / homoousios geldiğini
savunmuştur. İmparatorluk içinde siyasi birliği tehdit eden bu ayrılık
karşısında, henüz kendisi vaftiz olmamış olan İmparator Konstantin, bir
"hakem" rolü üstlenerek tüm piskoposları İznik’te toplamıştır.
Konstantin’in bu müdahalesi, devletin din
üzerindeki belirleyici gücünü göstermesi açısından emsalsizdir. Konsil
sonucunda Ariusçuluk "sapkınlık" / heresi ilan edilmiş,
İsa’nın Tanrı ile "aynı özden" olduğu kabul edilmiş ve Hristiyanlığın
temel amentüsü olan "İznik İnanç Bildirgesi" / Credo oluşturulmuştur,.
Bu süreçte devlet, teolojik bir tartışmayı sonlandırarak kendi siyasi
istikrarını korumayı amaçlamıştır.
Bizans Dönemi ve İkinci İznik Konsili (787)
İznik, 8. yüzyılda bir kez daha devletin din
üzerindeki müdahalesine sahne olmuştur. Bizans İmparatorluğu’nu sarsan
"İkonoklazm" (Tasvir Kırıcılığı) dönemi, dini resim ve ikonaların
yasaklanmasıyla büyük bir iç karışıklığa neden olmuştur. İmparatoriçe İrini’nin
(Eirene) naipliği döneminde toplanan İkinci İznik Konsili (Yedinci Ekümenik
Konsil), ikonlara saygı / proskynesis gösterilmesini serbest bırakmış,
ancak onlara tapınılmasını / latria yasaklayarak teolojik bir denge
kurmaya çalışmıştır. Bu konsil, devletin dini pratikleri nasıl yasaklayıp
serbest bırakabildiğinin ve Doğu-Batı kiliseleri arasındaki ayrışmanın
derinleştiğinin bir göstergesidir.
Türk Hakimiyeti ve İnancın Dönüşümü
İznik, sadece Hristiyanlık için değil, Türk-İslam
tarihi için de kurucu bir şehirdir. 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Şah
tarafından fethedilen kent, Anadolu Selçuklu Devleti’nin başkenti / Soultanikon
yapılmıştır. Bu dönemde
İznik, "Nikaia" adıyla anılmaya devam etmiş ve Hristiyan halkın dini
yaşantısına müdahale edilmemiştir.
1331 yılında Orhan Gazi tarafından Osmanlı
topraklarına katılan İznik’te, devletin inanç üzerindeki yapıcı ve dönüştürücü
etkisi mimari eserlerle somutlaşmıştır. Kentin merkezindeki Ayasofya Kilisesi
(Hagia Sophia), fetihten sonra camiye (Orhan Gazi Camii) dönüştürülmüştür.
Ancak bu dönüşüm, yapının tahribi değil, İslam inancına uygun bir işlev
kazandırılması şeklinde olmuştur. Osmanlı döneminde kentte Hristiyan cemaatinin
varlığı, kiliselerin onarılmasına izin verilmesi ve sosyal hayata katılımları,
devletin "zimmi" hukuku çerçevesinde inanç özgürlüğünü tanıdığını
gösterir (Önceki yazılarımızda bu hukukun detaylarına değinilmişti).
İznik Konsilleri ve Önemli Olayların Kronolojik
Dökümü
Aşağıda, İznik’in dini ve siyasi tarihinde
devletlerin müdahalesini ve konsil süreçlerini içeren kronolojik bir döküm
sunulmuştur:
- M.Ö. 316: Kentin
Antigonos tarafından "Antigonia" adıyla kuruluşu.
- M.Ö. 301:
Lysimakhos tarafından kentin ele geçirilmesi ve eşinin onuruna
"Nikaia" adının verilmesi.
- M.S. 1. Yüzyıl:
Hristiyanlığın bölgede yayılmaya başlaması.
- M.S. 303: Roma
İmparatoru Diocletianus döneminde Hristiyanlara yönelik Büyük Zulüm ve
İznik’te Aziz Neophytos’un şehit edilmesi.
- M.S. 313: Milano
Fermanı ile Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nda serbest bırakılması.
- M.S. 325 (Birinci İznik Konsili):
- Sebep:
Ariusçuluk krizinin imparatorluk birliğini tehdit etmesi.
- Devlet Müdahalesi:
İmparator I. Konstantin’in başkanlığında toplanması.
- Sonuç: İsa’nın
Tanrı ile "aynı özden" / Homoousios olduğunun kabulü,
İznik Amentüsü'nün yazılması ve Paskalya tarihinin belirlenmesi,.
- M.S. 4. Yüzyıl Ortaları: İznik
Gölü kıyısında Aziz Neophytos adına bazilikal planlı martyriumun
(şehitlik) inşası.
- M.S. 726-787:
Bizans’ta İkonoklazm (Tasvir Kırıcılığı) dönemi ve devletin dini
tasvirlere yasak getirmesi.
- M.S. 787 (İkinci İznik Konsili):
- Sebep:
İkonoklazm krizine son verme isteği.
- Devlet Müdahalesi:
İmparatoriçe İrini’nin liderliğinde toplanması.
- Sonuç:
İkonlara saygı gösterilmesinin (ibadet değil) serbest bırakılması ve
Ortodoks inancının restore edilmesi.
- 1075:
Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın İznik’i fethi ve Türkiye Selçuklu Devleti’nin
başkenti yapması.
- 1097: I. Haçlı
Seferi ile İznik’in tekrar Bizans hakimiyetine geçmesi.
- 1204-1261: Dördüncü
Haçlı Seferi sonrası İstanbul’un Latinler tarafından işgali üzerine
İznik’in Bizans İmparatorluğu’nun geçici başkenti olması (İznik
İmparatorluğu).
- 1331: Orhan
Gazi’nin İznik’i fethi ve Osmanlı hakimiyetinin başlaması. Ayasofya’nın
camiye çevrilmesi ve ilk Osmanlı medresesinin (İznik Medresesi) kurulması.
- 19. Yüzyıl: Osmanlı
döneminde kentteki Hristiyan ve Müslüman nüfusun bir arada yaşaması; ancak
milliyetçilik akımları ve dış devletlerin (özellikle Rusya ve
İngiltere'nin) bölgedeki Hristiyan tebaayı siyasi amaçlarla kullanmaya
başlaması.
Alınacak Ders
İznik’in tarihi, inancın sadece vicdani bir
mesele olmadığını, aynı zamanda devletlerin bekası ve otoritesi için ne denli
güçlü bir meşruiyet aracı olarak kullanıldığını göstermektedir. Büyük
Konstantin’den Osmanlı sultanlarına kadar her yönetici, İznik’in manevi
ağırlığını kendi iktidarını sağlamlaştırmak için bir dayanak noktası yapmıştır.
Günümüze bakan yüzüyle; İznik’in
mirası, farklı inançların ve medeniyetlerin çatışma değil, bir arada yaşama ve
birbirini dönüştürme potansiyelini hatırlatır. Ancak aynı zamanda, dinin
politik bir enstrüman haline geldiğinde, birleştirici gücünü kaybedip nasıl bir
ayrışma ve çatışma aracına dönüşebileceğinin de tarihsel bir uyarısıdır. Bugün
İznik, UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi'nde yer alarak, bu çok katmanlı ve
derslerle dolu tarihini tüm insanlığa sunmaya devam etmektedir.
Dua Örneği
Hristiyan geleneğinde İznik Konsili ile
ilişkilendirilen ve iman ikrarı olarak bilinen metnin (Credo) kısa bir bölümü
şöyledir:
Arapça
Okunuşu: "Nü'minü bi-ilahin vahid,
el-Ab, el-Dabit el-küll, haliku's-semai ve'l-ard..." Türkçe Anlamı:
"Yerin ve göğün yaratıcısı, her şeye gücü yeten Baba, tek bir Tanrı'ya
inanıyoruz..."
Bu ifadeler, 325 yılındaki o büyük toplantının
yankılarını günümüze kadar taşımaktadır.
İznik (Nikaia): İmparatorluk Başkentinden İnancın
Kalesine Kapsamlı Bir Rapor
1.0 Giriş: Tarih Katmanlarının Üzerindeki Şehir,
İznik
1.1 Stratejik Önemin Tanıtımı
Antik Bithynia bölgesinin kalbinde yer alan İznik
(tarihi adıyla Nikaia), coğrafi konumu itibarıyla tarih boyunca medeniyetlerin
kaderini tayin eden ender şehirlerden biridir. İznik'in coğrafi konumu, onu
kaçınılmaz olarak imparatorlukların hem stratejik bir ödülü hem de kültürel bir
eritme potası haline getirmiş; surları yalnızca askeri değil, aynı zamanda
teolojik ve sanatsal akımların da geçiş yaptığı bir zar görevi görmüştür. Bu
şehir, yalnızca Hristiyanlık inancının temel dogmalarını şekillendiren iki ekümenik
konsile ev sahipliği yapmakla kalmamış, aynı zamanda Bizans İmparatorluğu'nun
ardından Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük güçlere
başkentlik yaparak Doğu ile Batı arasında hem siyasi hem de kültürel bir kavşak
noktası olmuştur.
1.2 Tarihsel Kimliklerin Sunumu
İznik'in tarihsel süreçteki evrimi, her biri
kentin mimari ve kültürel dokusuna silinmez izler bırakan farklı medeniyetlerin
egemenliği altında şekillenmiştir. Şehrin gelişimine katkıda bulunan başlıca
dönemler şunlardır:
- Roma Dönemi:
Hellenistik temeller üzerine kurulu olan şehir, Roma idaresi altında
önemli bir merkez haline gelmiş, surları ve anıtsal kapıları gibi temel
altyapı unsurları bu dönemde inşa edilmiştir.
- Bizans Dönemi: Şehir,
Hristiyanlık tarihindeki en kritik teolojik tartışmaların merkezi olmuş ve
iki evrensel konsile ev sahipliği yaparak inanç tarihinde
ölümsüzleşmiştir.
- Selçuklu Dönemi: 1075
yılında Selçuklular tarafından fethedilen İznik (Nikaia), on altı
yıl boyunca Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk başkenti (Soultanikon)
olarak hizmet vererek Türklerin Anadolu'daki ilk idari merkezi olma
unvanını kazanmıştır.
- Osmanlı Dönemi:
İmparatorluğun kuruluş yıllarında yeniden başkentlik rolü üstlenen şehir,
Yeşil Cami ve Süleyman Paşa Medresesi gibi erken dönem Osmanlı mimarisinin
şaheserleriyle donatılmış ve dünyaca ünlü çini sanatının merkezi haline
gelmiştir.
1.3 Geçiş Cümlesi
İznik'in Hristiyanlık tarihindeki bu merkezi
rolünü ve Birinci Ekümenik Konsil'e ev sahipliği yapmasının ardındaki nedenleri
tam olarak kavrayabilmek için, dördüncü yüzyılın başlarındaki Hristiyan
dünyasını saran teolojik çeşitlilik ve çatışma atmosferini anlamak elzemdir.
2.0 Konsil Öncesi Hristiyan Dünyası: Teolojik
Çeşitlilik ve Çatışmaların Zemini
2.1 Bölümün Stratejik Bağlamı
Birinci İznik Konsili'ni tetikleyen teolojik
gerilimler, bir gecede ortaya çıkmış münferit olaylar değildir. Aksine, bu
gerilimler, Hristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren gelişen, kökleri Yahudi
apokaliptik düşüncesinden Helenistik felsefeye uzanan farklı inanç yorumlarının
bir sonucudur. Bu bölüm, dördüncü yüzyılın başında İskenderiye'de Arius ve
destekçileri ile Piskopos Aleksandros ve Athanasius arasında patlak veren büyük
teolojik krizin entelektüel ve ruhani zeminini sunmayı amaçlamaktadır.
2.2 Yahudi Hristiyanlığı: Erken Dönem Teolojisi
Erken Hristiyan teolojisinin Semitik yapı ve
ifade biçimlerine sahip arkaik bir formu olarak kabul edilen Yahudi
Hristiyanlığı, kendine özgü bir düşünce sistemiydi. Bu teolojinin temel
karakteristiği, apokaliptik Yahudi geleneğinden miras alınan zengin imgelerle
örülmüş olmasıdır: kozmik sırların ifşası, melekler ile iblislerin meskenleri
ve Mesih'in gizli inişi gibi temalar bu düşünce dünyasında merkezi bir yer
tutar. Bu akım tek bir yekpare yapıdan ziyade, kendi içinde farklı kollara
ayrılmıştır ve Ebionitler, Nazarenler, Elkesaitler gibi gruplar bu çeşitliliğe
örnek teşkil eder. Bu arkaik teoloji, daha sonra Gnostikler gibi farklı gruplar
tarafından ödünç alınacak ve kendi dualist sistemlerine uyarlanacak zengin bir
kavramsal malzeme sunmuştur.
2.3 Gnostisizm ve Diğer Felsefi Akımlar
Aynı dönemde ortaya çıkan ve kurtuluşu
"gizli bilgi" (gnosis) yoluyla arayan Gnostisizm, ana akım
Kilise öğretilerinden ayrılan heterodoks bir düşünce sistemi olarak
belirginleşmiştir. Valentinus gibi önde gelen Gnostik düşünürler, kendi felsefi
sistemlerini inşa ederken Yahudi Hristiyan kaynaklarından apokaliptik imgeler
ve kavramlar gibi pek çok unsuru ödünç almış ve bunları kendi dualist
çerçevelerine adapte etmişlerdir. Bu sentez, erken dönem Hristiyan düşünce
dünyasının ne denli karmaşık ve çok katmanlı olduğunu göstermektedir.
2.4 İskenderiye Okulu ve Origen'in Mirası
Üçüncü yüzyılın en büyük Hristiyan
düşünürlerinden olan Origen, kendisinden sonraki teolojik tartışmaları derinden
etkilemiştir. Özellikle Oğul'un Baba ile olan ilişkisine dair formülasyonları,
Ariusçu tartışmanın zeminini hazırlamıştır. Origen'e göre Oğul, zamanın
dışında, ebedi olarak Baba'dan doğmuştur; ancak bu doğuş, Oğul'un ontolojik
olarak Baba'ya tabi olduğu (subordinationism) anlamına gelir. Origen, bu
ilişkiyi açıklamak için Oğul'un Baba'dan doğuşunu "zihinden çıkan irade
gibi" (as the will from the mind) metaforuyla tanımlamıştır. Bu
formülasyon, Oğul'un Baba ile tam bir eşitliğe sahip olmadığını ima etmesiyle,
daha sonra Arius'un teolojisine temel sağlayacak bir düşünsel çerçeve
sunmuştur.
2.5 Geçiş Cümlesi
İşte bu çeşitli ve sık sık birbiriyle çelişen
teolojik akımların yarattığı karmaşık entelektüel miras, dördüncü yüzyılın
başlarında İskenderiye'de patlak verecek ve tüm Hristiyan dünyasını bir araya
getirmeye zorlayacak olan büyük krize, yani Arius tartışmasına zemin
hazırlamıştır.
3.0 Birinci Ekümenik Konsil: Nikaia 325
3.1 Bölümün Stratejik Önemi
MS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından
Nikaia'da toplanan Birinci Ekümenik Konsil, sadece Arius'un öğretilerini mahkûm
etmekle kalmamış, aynı zamanda Hristiyan inancının temel dogmalarını evrensel
bir formülle tanımlayan, kilise hiyerarşisini ve disiplinini yapılandıran ve
Paskalya'nın kutlanma tarihini standardize eden tarihi bir dönüm noktası
olmuştur. Bu, Hristiyanlık tarihindeki ilk "ekümenik", yani evrensel
toplantı olma özelliğini taşır ve Kilise'nin imparatorlukla olan ilişkisini
yeniden şekillendirmiştir.
3.2 Arius Tartışmasının Kökenleri
İskenderiye'de patlak veren bu kriz, Origen'in
Oğul'un Baba'ya tabî oluşuna dair felsefi mirası ile mutlak Monoteizmin katı
yorumları arasındaki gerilimin kaçınılmaz bir sonucuydu. Arius, bu gerilimi
Oğul'un yaratılmış olduğu yönünde radikal bir çözüme ulaştırırken, Aleksandros,
Tanrı'nın içkin birliğinin ebedi bir doğuşla mümkün olduğunu savunuyordu.
Tartışmanın temel noktaları şunlardır:
- Arius'un Tezi:
Presbiter (rahip) Arius, Tanrı'nın mutlak birliğine ve başlangıçsızlığına
vurgu yaparak Oğul'un Baba gibi ebedi olamayacağını savundu. Onun temel
iddiaları, "Oğul'un olmadığı bir zaman vardı" (erat
quando non erat) ve Oğul'un tıpkı diğer yaratılmışlar gibi "yoktan
var edildiği" (creatio ex nihilo) şeklindeydi. Bu mantık
silsilesi, Oğul'un özünde Baba'dan farklı olduğu ve onunla aynı
tanrısallığı paylaşmadığı sonucuna varıyordu.
- Aleksandros'un Karşı Tezi: Piskopos
Aleksandros ise bu görüşe şiddetle karşı çıktı. O, Oğul'un
yaratılmadığını, aksine zamanın dışında, Baba'dan "ebedi olarak
doğduğunu" (eternal generation) ve onun "ebedi
sureti" (eternal image) olduğunu savundu. Aleksandros'a göre
Oğul, Baba'nın doğasının bir parçasıydı ve dolayısıyla onunla aynı
tanrısallığı paylaşıyordu.
3.3 İmparator Konstantin'in Müdahalesi ve
Konsil'in Toplanması
Bu teolojik bölünme, kısa sürede Mısır'ın dışına
taşarak tüm Doğu Roma'yı etkisi altına aldı ve imparatorluğun siyasi birliğini
tehdit etmeye başladı. İmparator Konstantin, kişisel teolojik inançlarından
çok, imparatorluğun istikrarı ve Hristiyanlığın birleştirici bir güç olarak
kullanılmasıyla ilgileniyordu. Tartışmayı sona erdirmek amacıyla, tüm
piskoposları bir araya getirecek bir konsil toplamaya karar verdi. Konsil
başlangıçta Ancyra (bugünkü Ankara) için planlanmış olsa da, lojistik nedenler
ve imparatorun o sırada ikamet ettiği Nikomedia'ya (İzmit) yakınlığı gibi
stratejik avantajlar nedeniyle Nikaia'ya (İznik) taşındı.
3.4 Nikaia İnanç Formülü (Credo): Homoousios'un
Zaferi
Konsildeki hararetli tartışmaların sonucunda,
Ariusçu teolojiyi kesin olarak reddetmek amacıyla hazırlanan inanç formülüne
(Credo) iki kritik ifade eklendi. Bu ifadeler, konsilin teolojik mirasının
temelini oluşturdu:
- "Baba'nın özünden/tözünden" (ek
tes ousias tou Patros): Konsilin asıl teolojik hamlesi olan bu
ifade, Oğul'un diğer yaratılmış varlıklar gibi "yoktan" değil,
doğrudan Baba'nın kendi varlığından, kendi tözünden geldiğini vurgulayarak
onu yaratılıştan ayırıyordu.
- "Homoousios" (Baba ile aynı
öze/töze sahip): Bu felsefi terim, ilk ifadeyi nitelemek ve
güçlendirmek için eklenmiş en radikal ve en tartışmalı adımdı. Oğul'un
Baba ile sadece "benzer" değil, ontolojik olarak "aynı
öze" sahip olduğunu ilan ederek, Arius'un Oğul'un ikincil ve tabi
bir varlık olduğu yönündeki tüm iddialarını çürütüyordu. Tarihsel bir
perspektiften bakıldığında, homoousios teriminin tek başına bir
anahtar kelime olarak öne çıkması, onun konsildeki asli kullanımından bir
kaymayı temsil eder; zira konsildeki işlevi, "Baba'nın özünden"
ifadesini nitelemek ve Ariusçu yoruma karşı korumaktı.
Konsilin sonunda Arius ve onun görüşlerini terk
etmeyi reddeden Marmarica'lı Theonas ve Ptolemais'li Secundus gibi piskoposlar
aforoz edilerek sürgüne gönderildi.
3.5 Nikaia'nın 20 Kanunu: Kilise'nin
Yapılandırılması
Konsil, sadece dogmatik bir metin üretmekle
kalmadı, aynı zamanda Kilise'nin idari yapısını ve disiplinini düzenleyen 20
kanun kabul etti. Bu kanunlar, kilise hukukunun temel taşlarını oluşturdu.
Başlıca temalar şunlardı:
- Yapısal Hiyerarşi: 6.
Kanun, İskenderiye piskoposluğunun Mısır, Libya ve Pentapolis
üzerindeki geleneksel yetkilerini teyit etti ve bu yetkileri Roma
piskoposunun sahip olduğu geleneksel yetkilerle karşılaştırarak büyük
metropolitliklerin otoritesini sağlamlaştırdı.
- Din Adamları Disiplini: 15.
ve 16. Kanunlar, piskoposların ve diğer din adamlarının para karşılığı
veya daha kazançlı bir görev umuduyla başka şehirlere atanmasını (tercüme
edilmesini) yasaklayarak, din adamlarının görev yerlerine bağlılığını
güvence altına almayı amaçladı.
- Bölünmelerin Çözümü: Konsil,
Mısır'daki Melitios bölünmesini ele alarak uzlaşmacı bir çözüm getirdi.
Ayrıca, Novatianistler (8. Kanun) ve Samosata'lı Pavlus'un
takipçileri (19. Kanun) gibi grupların Kiliseye yeniden kabulü için
belirli şartlar (örneğin yeniden vaftiz zorunluluğu) getirdi.
- Tövbe ve Kefaret:
Özellikle Licinius'un zulmü sırasında inançlarından dönenler (lapsi)
için katı kefaret süreçleri belirlendi. 11. Kanun, bu kişilerin
Kilise ile tam birliğe dönmeden önce on iki yıla varan bir tövbe
sürecinden geçmelerini öngörüyordu.
Bu 20 kanun, sadece idari bir düzenleme olmanın
ötesinde, 4. yüzyıl Kilisesi'nin karşılaştığı en temel zorlukların bir anlık
görüntüsünü sunar: zulüm sonrası dönemin yaralarını sarmak (lapsi
meselesi), kurumsallaşmanın getirdiği kariyerizm tehlikesi (din adamlarının
tayini yasağı) ve dogmatik birliğin yanı sıra hiyerarşik bir düzenin de
imparatorluk çapında tesis edilme ihtiyacı (metropolitlik yetkileri). Bu
kanunlar, Nikaia'yı sadece bir inanç formülü değil, aynı zamanda evrensel
kilise hukukunun temel taşı haline getirmiştir.
3.6 Paskalya Tarihinin Belirlenmesi
Konsilin en önemli pratik kararlarından biri,
Paskalya (Pascha) bayramının kutlanma tarihinin standardize edilmesiydi.
Bu karar, Paskalya'nın hesaplanmasını Yahudi takviminden ayırarak tüm kiliseler
için ortak bir standart oluşturdu ve Hristiyan kimliğinin Yahudilikten ayrışma
sürecinde sembolik bir adım oldu.
3.7 Geçiş Cümlesi
Ancak Nikaia'da alınan kararlar, özellikle de homoousios
teriminin benimsenmesi, teolojik tartışmaları sona erdirmek yerine daha da
alevlendirdi. Konsili takip eden on yıllar, imparatorların ve piskoposların
inanç formülleri üzerinden yürüttüğü siyasi ve teolojik çalkantılarla geçti.
4.0 Çalkantılı Miras: Nikaia Sonrası Teolojik
Mücadeleler (325-381)
4.1 Bölümün Stratejik Önemi
325 Nikaia Konsili, Hristiyanlık içindeki
teolojik mücadelenin bir sonu değil, aksine uzun ve karmaşık bir sürecin
başlangıcı oldu. Bu dönem, "Nikaia inancı"nın anlamının ve
otoritesinin nasıl şekillendiğini, farklı teolojik grupların imparatorluk
desteği için nasıl rekabet ettiğini ve nihayetinde ortodoksinin nasıl
tanımlandığını gösteren kritik bir aralıktır.
4.2 Teolojik Gruplar ve "İnanç Formülleri
Savaşı"
Konsil sonrası mücadeleler, Yunanca'da tek bir
harfin (iota) yarattığı devasa teolojik uçurum etrafında şekillendi. Oğul'un
Baba ile 'aynı öze' (homoousios) mi, yoksa sadece 'benzer öze' (homoiousios)
mi sahip olduğu sorusu, Mesih'in tam tanrısallığının kabulü veya reddi anlamına
geliyordu. Bu gruplar, imparatorluk genelinde düzenlenen sayısız yerel konsilde
kendi inanç formüllerini kabul ettirmeye çalıştılar. Dördüncü yüzyılın
ortalarındaki ana teolojik pozisyonlar aşağıdaki tabloda özetlenmiştir:
|
Grup |
Lider(ler) |
Temel Teolojik Pozisyon |
Anahtar Terim |
|
Pro-Nikenler |
Athanasius |
Nikaia İnanç Formülü'nü ve homoousios'u
savunur. |
Homoousios (Aynı öz) |
|
Homoiousian'lar |
Ancyra'lı Basil |
Oğul'un Baba ile "öze benzer"
olduğunu savunur; homoousios'tan kaçınır. |
Homoiousios (Benzer öz) |
|
Homoian'lar |
Akakios, Valens |
Tüm ousia (öz/töz) dilini reddeder;
Oğul'un Baba'ya "benzediğini" söyler. |
Homoios (Benzer) |
|
Heteroousian'lar |
Aetius, Eunomius |
Oğul'un Baba'dan "farklı bir öze"
sahip olduğunu radikal bir şekilde savunur. |
Heteroousios (Farklı öz) |
4.3 Nikaia Otoritesinin Yükselişi
İmparator II. Constantius'un, tüm kiliseye ousia
dilini reddeden Homoian formülünü (özellikle 359'daki Ariminum ve Seleucia
konsillerinde) dayatma girişimleri, beklenmedik bir sonuç doğurdu. Bu baskı,
Homoiousian'lar gibi daha ılımlı grupları, Homoian teolojisine karşı bir siper
olarak Nikaia İnanç Formülü etrafında birleşmeye itti. Bu süreçte, Nikaia
Konsili'nin adı ve inanç formülü, giderek artan bir şekilde ortodoksluğun nihai
referans noktası ve birleştirici sembolü haline geldi. Bu durumun en somut
kanıtlarından biri, 4. yüzyıl Mısır'ında ortaya çıkan ve aslında konsilin bir
ürünü olmamasına rağmen otorite kazanmak için ona atfedilen 'Gnomai of the
Council of Nicaea' (İznik Konsili'nin Özdeyişleri) adlı özdeyişler
koleksiyonudur (gnomologion).
4.4 Geçiş Cümlesi
Hristiyanlığın temelini oluşturan Teslis inancına
dair bu hararetli tartışmalar, 381 yılında toplanan Birinci Konstantinopolis
Konsili ile büyük ölçüde sonuçlandı. Ancak Hristiyan dünyası, yaklaşık dört
asır sonra, bu kez tamamen farklı bir teolojik kriz olan ikonoklazmı çözmek
için bir kez daha İznik'te bir araya gelecekti.
5.0 İkinci Ekümenik Konsil: Nikaia 787 ve
İkonaların Zaferi
5.1 Bölümün Stratejik Önemi
Yedinci
Ekümenik Konsil olarak kabul edilen İkinci İznik Konsili (787), bir asırdan
fazla süren ve Bizans İmparatorluğu'nu derinden sarsan İkonoklazm (tasvir
kırıcılık) dönemini sona erdirmiştir. Dört buçuk asır önce aynı şehirde toplanan ilk
konsil, Tanrı'nın özünü ve doğasını (ontoloji) tanımlamaya çalışırken,
787'deki bu ikinci buluşma, Tanrı'nın ve kutsalın temsil edilebilirliğini
ve bu temsile gösterilecek saygının sınırlarını (ikonografi ve ibadet)
belirlemek gibi bambaşka, ancak en az ilki kadar temel bir sorunla
yüzleşmiştir. Bu konsil, Hristiyan sanatının meşruiyetini evrensel bir kararla
güvence altına almıştır.
5.2 İkonoklazm Krizinin Arka Planı
Sekizinci yüzyılın başlarında İmparator III. Leo
döneminde başlayan ikonoklazm hareketi, ikonalara gösterilen hürmetin
putperestlik olduğunu iddia ediyordu. İkonoklastların temel argümanları
şunlardı:
- Kutsal metinlerdeki
(özellikle On Emir'deki) putperestlik yasağı, her türlü tasvirin
yapılmasını ve onlara saygı gösterilmesini yasaklıyordu.
- Mesih'in hem ilahi hem de insani doğası bir bütündür ve onun ilahi
doğası tasvir edilemez. Dolayısıyla, Mesih'i tasvir etmeye çalışmak, ya
onun doğalarını ayırmak (Nestorianizm) ya da karıştırmak (Monofizitizm)
anlamına gelen bir sapkınlıktı.
Bu görüşler, İmparator V. Konstantinos tarafından
754 yılında Hieria'da toplanan ve kendisini "ekümenik" ilan eden bir
konsilde resmi doktrin haline getirildi. Bu konsil, ikona saygısını bir
sapkınlık olarak mahkûm etti.
5.3 İkonaların Savunulması ve Konsil'in
Toplanması
V. Konstantinos'un ölümünden sonra, İmparatoriçe
Eirene (oğlu VI. Konstantinos adına taht naibesi olarak) ve Patrik Tarasios,
ikonoklazma son vermek ve ikonalara saygıyı yeniden tesis etmek için harekete
geçti. Bu amaçla, Hieria Konsili'nin kararlarını geçersiz kılacak yeni bir
ekümenik konsil toplama kararı aldılar ve bu konsilin mekanı olarak, ilk
ekümenik konsilin de toplandığı sembolik şehir olan Nikaia'yı seçtiler.
5.4 Nikaia II'nin Teolojisi ve Kararları
787 yılında toplanan İkinci İznik Konsili,
ikonaların teolojik temelini şu ilke üzerine inşa etti:
"Tasvire
gösterilen onur, onun örneğine (arketipine) geçer" (honour paid to the image passes over to the
archetype).
Bu ilke, ikonanın kendisinin değil, ikonada
tasvir edilen kişinin (Mesih, Meryem veya azizler) onurlandırıldığını
belirtiyordu. Bu teolojik düğümü çözmek için konsil, iki farklı saygı türü
arasında mutlak bir ayrım yaptı: Sadece Tanrı'ya özgü olan ve başka hiçbir
varlığa yöneltilemeyecek mutlak tapınma anlamına gelen Latreia
ile; ikonalara, haça ve kutsal metinlere gösterilebilecek, "saygı
duruşu" veya "hürmet" anlamına gelen göreceli saygı olan Proskynesis.
Bu ayrımla, ikonalara hürmet etmenin putperestlik suçlamasını geçersiz kılan
teolojik zemin formüle edilmiş oldu.
Konsil ayrıca, 754 Hieria Konsili'nin tüm
kararlarını reddetti ve Şamlı Yuhanna (John Damascene) ile Patrik Germanos gibi
önde gelen ikona savunucularının öğretilerini akladı.
5.5 Geçiş Cümlesi
Hristiyanlık tarihindeki bu iki büyük ve
belirleyici konsile ev sahipliği yaparak adını ölümsüzleştiren İznik'in kaderi,
ilerleyen yüzyıllarda Türklerin Anadolu'ya gelişiyle kökten değişecek ve şehir,
Hristiyan dünyasının bu kalesi kimliğinden sıyrılarak yeni bir medeniyetin
merkezine dönüşecekti.
6.0 Selçuklu ve Osmanlı Dönemlerinde İznik:
Başkentlikten Sanat Merkezine
6.1 Bölümün Stratejik Önemi
Bu bölüm, İznik'in Bizans Hristiyan dünyasının en
önemli teolojik merkezlerinden biri olma kimliğini geride bırakarak, bir
Türk-İslam medeniyetinin önce siyasi başkenti, ardından ise sanatsal bir
zirvesi haline geliş sürecini incelemektedir. Bu dönüşüm, şehrin fiziksel ve
kültürel dokusunu kalıcı olarak değiştirmiştir.
6.2 Anadolu'daki İlk Türk Başkenti
1075 yılında
Selçuklular tarafından fethedilen İznik, on altı yıllık bir süre boyunca
Anadolu Selçuklu Devleti'nin ilk başkenti (Soultanikon) olarak hizmet
verdi. Bu dönem, şehrin tarihinde yeni bir sayfa açarak onu Anadolu'daki Türk
egemenliğinin ilk idari merkezi haline getirdi.
6.3 Osmanlı Döneminde Yükseliş
İznik, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş
döneminde de başkentlik rolü üstlenerek stratejik önemini korudu. Ancak şehrin
asıl şöhreti, mimari ve sanattaki yükselişiyle geldi. Bu dönemin mirası,
günümüzde şehrin siluetini belirleyen yapılarda yaşamaktadır:
- Yeşil Cami:
1378-1391 yılları arasında Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından inşa
ettirilen bu cami, adını firuze renkli çinileri ve sırlı tuğladan yapılmış
zarif minaresinden alır. Erken Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden
biri olan yapı, İznik'in simgesi haline gelmiştir.
- Süleyman Paşa Medresesi: Günümüze
ulaşabilen ilk Osmanlı medresesi olarak kabul edilen bu yapı, 14. yüzyılda
inşa edilmiştir. Açık avlulu planıyla dikkat çeken medrese, restore
edildikten sonra bugün geleneksel İznik çiniciliğini yaşatmak amacıyla "Çiniciler
Çarşısı" olarak turizme hizmet vermektedir.
6.4 Osmanlı Döneminde Hristiyan Varlığı
Şehrin bir Türk-İslam merkezine dönüşmesi,
Hristiyan topluluklarının tamamen ortadan kalktığı anlamına gelmiyordu. Bunun
en önemli kanıtlarından biri, orijinalde bir Vaftizhane olarak inşa edilen
yapının kaderidir. Bu yapı, 1921 yılına kadar bölgedeki Rumlar tarafından
ziyaret edilen kutsal bir su kaynağı (ayazma) olarak kullanılmaya devam
etmiştir. Bu durum, Osmanlı idaresi altında şehrin çok kültürlü ve çok dinli
yapısının, en azından belirli bir düzeyde, varlığını sürdürdüğünü
göstermektedir.
6.5 Geçiş Cümlesi
Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılması ve Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte, İznik'in rolü bir kez daha değişti.
Artık bir siyasi veya idari merkez olmayan şehir, barındırdığı olağanüstü tarih
ve kültür mirasıyla modern dünyada yeni bir kimlik kazanmaya başladı.
7.0 Cumhuriyet Dönemi ve Modern Miras
7.1 Bölümün Stratejik Önemi
Bu son bölüm, İznik'in günümüzdeki konumunu,
binlerce yıllık zengin tarihinin somut bir yansıması olan kültürel mirasının
korunmasına yönelik çabaları ve özellikle ev sahipliği yaptığı iki ekümenik
konsilin Hristiyan dünyası için taşıdığı kalıcı mirası değerlendirmektedir.
7.2 Kültürel ve Arkeolojik Bir Hazine Olarak
İznik
Günümüzde İznik, adeta bir açık hava müzesi
niteliğindedir. Şehri çepeçevre saran surlar, İstanbul'dan sonra Türkiye'nin en
önemli ikinci sur sistemi olarak kabul edilmektedir. Hellenistik dönemden
Osmanlı'ya kadar farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan bu surlar, kapılar ve
kuleler, şehrin zengin arkeolojik peyzajının sadece bir parçasıdır. Bu
olağanüstü mirasın korunması ve gelecek nesillere aktarılması amacıyla
bütünleşik bir koruma ve planlama yaklaşımına duyulan ihtiyaç, şehrin UNESCO
Dünya Mirası Geçici Listesi'ne dahil edilmesiyle de tescillenmiştir.
7.3 İznik Konsillerinin Kalıcı Etkisi
İznik'te toplanan iki ekümenik konsil,
Hristiyanlık inancının ve kurumlarının şekillenmesinde silinmez izler
bırakmıştır. Bu konsillerin mirası, günümüz Hristiyan dünyası için merkezi
önemini korumaktadır:
- Nikaia I (325): Bu
konsilin en büyük mirası, Hristiyanlığın temelini oluşturan Teslis (Üçlü
Birlik) inancının evrensel ifadesi haline gelen Nikaia İnanç Formülü
(Credo)'dür. Bu metin, günümüzde dünya çapındaki milyonlarca Hristiyan
tarafından ibadetlerinin bir parçası olarak okunmaya devam etmektedir.
Dogmatik mirasının ötesinde, konsilin kabul ettiği 20 kanunun hukuki
etkisi de muazzamdır. Kilise hiyerarşisi, din adamlarının disiplini ve
piskoposlukların itiraz hakları gibi yapısal konulardaki kararları, kilise
hukukunun (longue durée) gelişimini derinden etkilemiş ve bu etki,
modern Katolik Kilisesi'nin 1983 tarihli Kanun Kodu gibi düzenlemelerde
dahi yankısını bulmuştur.
- Nikaia II (787): Bu
konsil, Hristiyan sanatının ve ikonografisinin teolojik meşruiyetini
sağlamıştır. Özellikle Doğu Ortodoks Kiliseleri için ibadetin ayrılmaz bir
parçası olan ikonaların statüsünü güvence altına alarak, görsel sanatların
Hristiyan inancındaki yerini kalıcı olarak belirlemiştir.
Nikaia I'den
Nikaia II'ye kadar olan ilk yedi ekümenik konsil, genellikle Doğu ve Batı
Kiliseleri arasındaki büyük ayrılıktan (1054) önceki "bölünmemiş
Kilise'nin konsilleri" olarak kabul edilir. Böylece, ilk yedi konsilin
"bölünmemiş Kilise'nin mirası" olarak kabul edilmesi, bu mirasın en
önemli iki temel taşının atıldığı İznik'e, Hristiyanlığın farklı kolları için
yalnızca tarihsel bir referans noktası değil, aynı zamanda aşılamamış bir
birlik idealinin ebedi sembolü olma statüsünü kazandırmaktadır.
Bölünmemiş Kilise ve İlk Yedi Konsil İdeali
2025 yılı, Hristiyanlık tarihinin en önemli dönüm
noktalarından biri olan Birinci İznik Konsili'nin (M.S. 325) 1700. yıl dönümüne
tekabül etmektedir. Hristiyan dünyasında "bölünmemiş
Kilise" olarak adlandırılan döneme duyulan özlem ve Ekümenizm / Ecumenism
(Kiliseler arası birlik hareketi) çalışmaları kapsamında bu tarih, sembolik ve
stratejik bir milat olarak değerlendirilmektedir. Bu yılda yapılması planlanan
veya öngörülen anmalar, sadece basit bir yıldönümü kutlaması değil, Doğu ve
Batı kiliseleri arasındaki bin yıllık ayrılığı (1054 Büyük Şisma) onarma ve
Hristiyanlığı küresel ölçekte yeniden konsolide etme çabasının bir parçasıdır.
Hristiyan teolojisinde ve kilise tarihinde "Bölünmemiş
Kilise", Doğu (Ortodoks) ve Batı (Katolik) kiliselerinin henüz kesin
olarak ayrılmadığı, inanç esaslarının "Ekümenik" / Oikoumene
(Evrensel) konsillerle belirlendiği ilk bin yıllık dönemi ifade eder. Bu
dönemde gerçekleştirilen ilk yedi konsil, hem Katolik hem de Ortodoks dünyası
tarafından ortak kabul edilen, bağlayıcı otoriteye sahip toplantılardır. Bu
konsiller silsilesi 325'teki I. İznik Konsili ile başlar ve 787'deki II. İznik
Konsili ile sona erer.
2025 yılındaki 1700. yıl dönümü, Hristiyan
dünyasının bu "ortak köklerine" dönüş arzusunu simgelemektedir.
Modern dönemde Katolik Kilisesi, Orta Çağ'da ve sonrasında Batı'da topladığı
konsilleri (örneğin Trent veya I. Vatikan) "Batı Kilisesi'nin Genel
Konsilleri" olarak yeniden tanımlama eğilimine girmiş, böylece
Ortodokslarla birleşmenin önünü açmak için, onlardan 1054 ayrışmasından sonraki
dogmaları kabul etmelerini beklemeyeceğini, birliğin "ilk bin yılın
statüsü" üzerinden sağlanabileceğini ima etmiştir. Kardinal Ratzinger'in
(sonradan Papa XVI. Benedict) birleşme için Doğu'dan, ayrışma öncesi statüden
fazlasının beklenmeyeceği yönündeki görüşü bu stratejinin temelidir,.
Dolayısıyla 2025, bu teolojik zeminin pratiğe dökülmesi için en uygun tarihsel
fırsattır.
Ekümenizm Stratejisi ve 2025'in Hedefi
Hristiyan dünyasını birleştirme çabası olarak
bilinen Ekümenizm, 20. yüzyıldan itibaren kurumsallaşmış bir stratejidir.
Vatikan ve Dünya Kiliseler Konseyi (WCC), Hristiyan mezhepleri arasındaki
doktrinel farklılıkları "Bölünmeden Ayrışma" / Distinction without
Division ilkesiyle aşmaya çalışmaktadır. Bu stratejinin nihai hedefi, Hristiyan aleminin İslam
dünyası ve Asya karşısında "tek bir güç" olarak çıkmasını
sağlamaktır,.
2025 yılındaki İznik Konsili anması veya olası
bir ortak ayin, şu amaçlara hizmet etmektedir:
- Ortak Paskalya Tarihi: İznik
Konsili'nin (325) en önemli gündem maddelerinden biri Paskalya / Pascha
bayramının tarihinin belirlenmesiydi. Günümüzde Katolikler ve Ortodokslar
farklı takvimler kullandıkları için Paskalya'yı genellikle farklı
tarihlerde kutlamaktadır. 2025 yılı, her iki takvime göre de Paskalya'nın
aynı güne denk geldiği nadir yıllardan biridir. Bu tevafuk, kiliselerin
"birliği" sağlamak adına ortak bir Paskalya tarihi belirleme ve
takvim birliğine gitme arzusunu güçlendirmektedir,.
- İnanç Birliğinin Tescili (Credo): 325
yılında İznik'te kabul edilen "İznik Amentüsü" (Bildirgesi),
Hristiyanlığın temel inanç metnidir. Yüzyıllar sonra Batı Kilisesi'nin bu
metne eklediği ve Kutsal Ruh'un Oğul'dan da çıktığını iddia eden
"Filioque" ifadesi büyük bir ayrılık sebebi olmuştur. Son
yıllarda Vatikan, Doğu ile birleşme adına bu eklemeden taviz
verebileceğinin sinyallerini vermiş, hatta bazı metinlerde bu ifadeyi
çıkarmıştır. 2025, bu "ortak iman metnine" dönüşün ilanı için
sembolik bir tarihtir,.
- Siyasi ve Kültürel Hegemonya:
Vatikan'ın "Yeniden Hıristiyanlaştırma" / Re-Christianization
programı çerçevesinde, İznik gibi Hristiyanlık tarihinin Asya'daki
(Anadolu'daki) köklerine vurgu yapılması, Hristiyanlığın sadece bir Batı
dini değil, evrensel ve Asya kökenli bir din olduğu mesajını vermeyi
amaçlar. Bu, Hristiyanlığın Asya ve Ortadoğu'daki misyonerlik
faaliyetlerine meşruiyet kazandırma stratejisinin bir parçasıdır,.
İznik'in (Nikaia) Jeo-Teolojik Önemi
İznik, Hristiyan dogmasının şekillendiği merkez
olarak Roma veya İstanbul'dan daha kıdemli bir teolojik hafızaya sahiptir. I.
Konsil'de (325) Hz. İsa'nın tanrısallığı (Baba ile aynı özden olması / Homoousios)
kabul edilmiş, VII. Konsil'de (787 - II. İznik) ise ikonlara saygı serbest
bırakılarak Ortodoks teolojisi şekillenmiştir,.
Bu tarihsel arka plan, İznik'i Hristiyan
birliğini sağlamak isteyenler için "tarafsız" ve "kurucu"
bir zemin haline getirmektedir. Gelecekteki bir ekümenik konsilin, Roma veya
İstanbul yerine, ilk konsilin toplandığı İznik'te (veya sembolik olarak
Asya'da) toplanabileceği fikri, Batı merkezli kilise algısını kırmak ve Doğu
kiliselerini ikna etmek için teologlar tarafından uzun süredir
tartışılmaktadır,.
Kıssadan Hisse
Tarih, inancın
sadece vicdanlarda yaşanan bir duygu değil, aynı zamanda küresel siyasetin en
güçlü kaldıraçlarından biri olduğunu göstermektedir. 325 yılında İmparator
Konstantin, parçalanmakta olan Roma İmparatorluğu'nu bir arada tutmak için
nasıl İznik Konsili'ni bir "siyasi çimento" olarak kullandıysa; bugün
de küresel güç odakları, parçalı Hristiyan dünyasını "Bölünmemiş
Kilise" ideali altında birleştirerek yeni bir jeopolitik blok oluşturmayı
hedeflemektedir. 2025 yılındaki girişimler, sadece bir yıldönümü kutlaması
değil, 1700 yıllık bir "birlik" projesinin güncellenmiş versiyonudur.
Bize düşen, "hoşgörü" ve "diyalog" gibi kavramların
ardındaki bu derin stratejik aklı ve tarihsel sürekliliği doğru okumaktır.
Dua Örneği
İznik Konsili ile özdeşleşen ve Hristiyan
birliğinin temeli sayılan "İznik-İstanbul Amentüsü"nün (Credo) giriş
kısmı şöyledir:
Okunuşu: "Nü'minü bi-ilahin vahidin, el-Ab,
el-dabit, el-küll, haliku's-semai ve'l-ard..." Anlamı: "Yerin
ve göğün, görünen ve görünmeyen her şeyin yaratıcısı, her şeye gücü yeten Baba,
tek bir Tanrı'ya inanıyoruz..."
Bu metin, 325 yılında İznik'te, 381 yılında
İstanbul'da şekillenmiş ve Hristiyan dünyasının "ortak dili" olarak
kabul edilmiştir.
Türkiyenin
Büyük Başarısı, Hristiyanları Birleştirmesi
Şöyle bir soru sorulursa;
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde ve Cumhuriyet'in kurucusu Mustafa
Kemal Atatürk döneminde kısıtlanan veya belirli sınırlar içinde tutulan dini
ritüellere ve "ekümenik" iddialara, günümüzdeki idare tarafından
neden izin verildiği ve bununla ne amaçlandığı hususu, eldeki kaynakların
ışığında tarihi, siyasi ve teolojik boyutlarıyla şu şekilde analiz edilebilir:
Tarihsel Arka Plan:
Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Tutumu
Osmanlı Devleti, özellikle son
yüzyılında, Hristiyan azınlıkların haklarının korunması bahanesiyle Avrupalı
devletlerin iç işlerine müdahalesine maruz kalmıştır. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması
ile Rusya'nın Ortodoksların hamisi rolüne soyunması ve 1856 Islahat Fermanı ile
gayrimüslimlere verilen geniş haklar, devletin egemenlik haklarını
zedelemiştir,. Osmanlı idaresi, Patrikhane'nin ve Hristiyan tebaanın
siyasi emeller (Megali İdea gibi) peşinde koşmasını devletin bekası / survivance
için bir tehdit olarak görmüştür.
Milli Mücadele ve Cumhuriyet'in ilanıyla birlikte, bu
müdahalelere son verilmesi hedeflenmiştir. Atatürk dönemi ve Lozan Antlaşması
(1923), Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümenik" (Evrensel) sıfatını
hukuken tanımamıştır. Patrik, sadece Türkiye'deki Ortodoks azınlığın
dini lideri olarak kabul edilmiş, siyasi ve yönetsel yetkileri elinden alınarak
bir devlet memuru statüsünde değerlendirilmiştir. Cumhuriyetin kuruluş
felsefesi, Patrikhane'nin devlet içinde devlet / status in statu gibi
davranmasını engellemeyi ve Vatikansı bir yapıya dönüşmesinin önüne geçmeyi
amaçlamıştır.
Günümüzdeki İzinlerin
Arka Planı ve Amaçlar
Günümüzde İznik gibi merkezlerde
ayinlere izin verilmesi veya 2025 yılında İznik Konsili'nin 1700. yıl dönümü
vesilesiyle planlanan "ortak kutlamalar", kaynaklara göre şu
stratejik ve siyasi hedeflerle açıklanabilir:
1.
"Dinlerarası
Diyalog" ve "Hoşgörü" Söylemi: Vatikan ve Batılı
kiliseler, 1960'lardan itibaren geliştirdikleri "Ekümenizm"
(Kiliseler arası birlik) ve
"Dinlerarası Diyalog" stratejileriyle, Türkiye gibi
Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkelerde Hristiyanlığın meşruiyet alanını
genişletmeyi hedeflemişlerdir. Bu strateji, "hoşgörü" kavramı
üzerinden yürütülerek, devletin dini kısıtlamaları esnetmesi sağlanmaya çalışılmıştır,.
Günümüz idaresinin bu ayinlere izin vermesi, Batı dünyasına ve Avrupa
Birliği'ne (AB) "özgürlükçü" ve "hoşgörülü" bir imaj verme
çabasıyla örtüşmektedir. AB üyelik süreçleri ve Batı ile ilişkilerde, dini
azınlıkların hakları sıkça bir baskı unsuru / leverage olarak
kullanılmıştır.
2.
Ekümeniklik İddiasının
Fiilen Tanınması: Fener
Rum Patrikhanesi, Lozan Antlaşması'na aykırı olmasına rağmen kendisini
"Ekümenik" olarak tanıtmaktadır. Vatikan ve Batılı devletler,
Patrikhane'nin bu statüsünü fiili durum / de facto yaratarak
meşrulaştırmaya çalışmaktadır. İznik'te yapılacak olan ve Papa ile Patriğin katılımının öngörüldüğü
büyük ayinler, Patrikhane'nin sadece Türkiye'deki Rumların değil, tüm dünya
Ortodokslarının lideri olduğu iddiasını pekiştirmektedir. Kaynaklar,
bu tür izinlerin Patrikhane'nin "Vatikanlaşma" ve İstanbul'da özerk
bir yapı kurma hedefine hizmet ettiğini belirtmektedir,. Devletin bu izni
vermesi, bilerek veya bilmeyerek Lozan'ın getirdiği kısıtlamaların delinmesine
yol açmaktadır.
3.
İnanç Turizmi ve Kültürel
Diplomasi: İznik'in Hristiyanlık tarihindeki önemi (Konsiller kenti
olması) nedeniyle, yerel yönetimler ve devlet, bu potansiyeli "İnanç
Turizmi" kapsamında değerlendirmek istemektedir. İznik'in UNESCO Dünya
Mirası Listesi'ne alınması çabaları ve kentin tarihi değerlerinin ön plana
çıkarılması, ekonomik ve kültürel bir kazanç kapısı olarak görülmektedir,.
Ayinlere izin verilmesi, bu turistik ve kültürel cazibeyi artırma amacı taşısa
da, kaynaklar bu durumun misyonerlik faaliyetlerine ve siyasi taleplere zemin
hazırladığı uyarısında bulunmaktadır.
4.
Küresel Entegrasyon ve
Batı ile İlişkiler: Vatikan'ın 21. yüzyıl stratejisi, Asya ve
Ortadoğu'yu Hristiyanlaştırma hedefi gütmektedir. Türkiye, bu stratejide bir
köprü / bridge olarak görülmektedir. İktidarın bu tür organizasyonlara
izin vermesi, küresel sistemle entegrasyon, Batı ile diplomatik gerilimleri
azaltma ve uluslararası arenada "ılımlı" bir aktör olarak görünme
isteğiyle ilişkilendirilmektedir. Ancak kaynaklar, bu yaklaşımın Türkiye'nin
milli bütünlüğüne ve tarihsel tezlerine (Lozan gibi) zarar verebilecek uzun
vadeli riskler taşıdığını vurgulamaktadır,.
Sonuç
Özetle, Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemindeki
kısıtlamalar, devletin egemenliğini koruma refleksiyle uygulanırken; şimdiki
dönemde verilen izinler, "diyalog", "turizm" ve
"küresel entegrasyon" başlıkları altında meşrulaştırılmaktadır. Ancak
kaynaklardaki analizlere göre bu durum, Fener Rum Patrikhanesi'nin Lozan'ı
aşarak "Ekümenik" bir statü kazanmasına ve Vatikan'ın bölgedeki
nüfuzunun artmasına zemin hazırlayan bir süreç olarak değerlendirilmektedir,.
Tarihsel Miras: "Üçüncü Roma" İddiası ve
Rekabet
Rusya'nın bu tür organizasyonlara ve Fener Rum
Patrikhanesi'nin liderliğine olan tarihsel itirazı, basit bir kıskançlık değil,
derin bir devlet doktrinidir. 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra,
Ortodoks dünyasının hamiliği iddiası Rus Çarlığı'na geçmiştir (Önceki
yazılarımızda bu konuya değinilmişti). Moskova, kendisini "Üçüncü Roma" olarak
tanımlamış ve "Dördüncüsü olmayacak" diyerek bu mirası tekeline
almıştır (Altındal, 2002, s. 142).
- yüzyılda Rusya, "Şark Meselesi" / The Eastern Question
kapsamında Balkanlardaki Slav Ortodoks halkları (Bulgarlar, Sırplar) Fener
Rum Patrikhanesi'nin Grek / Yunan kültürel boyunduruğundan
kurtararak "Milli Kiliseler" kurmalarını teşvik etmiştir
(Beydilli, 2022, s. 259; Gavrilyuk, 2022, s. 343). Bu strateji, Fener'in
evrensel yetki iddialarını zayıflatmak ve Moskova'nın liderliğini
pekiştirmek üzerine kuruluydu.
Günümüz Rus Devlet Aklı ve 2025 Ayinine Bakışı
Rusya'nın günümüzdeki devlet aklı ve Rus Ortodoks
Kilisesi'nin (ROK) tutumu, tarihsel "Üçüncü Roma" stratejisinin
modern bir devamı niteliğindedir. Kaynaklara dayanarak Rusya'nın olası tutumu
şu üç başlıkta toplanabilir:
- Fener'in "Doğu'nun Papası" Olma
Çabasına Ret:
- Rusya, Fener Rum Patrikhanesi'nin kendisini
"Eşitler Arasında Birinci" / Primus inter pares
statüsünden öteye taşıyarak, Katolik Papası gibi mutlak bir otorite
merkezi / Doğu'nun Papası gibi konumlandırmasına şiddetle karşıdır.
2016 yılında Girit'te toplanan ve "Kutsal ve Büyük Konsil"
olarak adlandırılan toplantıya Rus Ortodoks Kilisesi (beraberinde
Bulgaristan ve Gürcistan kiliseleriyle birlikte) katılmayı reddetmiştir
(Gavrilyuk, 2022, s. 343). Bu boykot, Rusya'nın Fener merkezli bir
birleşme veya konsil girişimini "meşru" görmediğinin en somut
kanıtıdır. 2025'teki İznik buluşması da Rusya tarafından Fener'in bu
"yetki gaspı"nın bir devamı olarak okunacaktır.
- Batı'nın Jeopolitik Hamlesi Olarak Algılama:
Kaynaklarda belirtildiği üzere, Rus Ortodoks Kilisesi, Katolik dünyasının
(Vatikan'ın) eski sosyalist ülkeler ve Rusya sahasında misyonerlik
yapmasına karşı çıkmış, bu alanları kendi "kanonik toprağı"
olarak görmüştür (Altındal, 2002, s. 61). Rus devleti, Fener Rum
Patrikhanesi'ni ABD ve AB'nin (Batı'nın) Ortodoks dünyasındaki bir
"Truva Atı" olarak değerlendirmektedir. İznik'te yapılacak
ve Papa ile Patriğin katılacağı ortak bir ayin, Rusya nezdinde dini bir
ritüelden ziyade, Rusya'yı kuşatmayı amaçlayan Batı bloğunun manevi bir
gövde gösterisi olarak algılanacaktır.
- Teolojik ve Kanonik Değişmezlik İlkesi: Ortodoks
dünyasında "İznik İmanı"nın / Faith of Nicaea
değiştirilemezliği ilkesi esastır. Rusya, 1054 yılında yaşanan Büyük
Ayrışma'nın (Schisma) temel sebebi olan ve Batı'nın Amentü'ye eklediği
"Filioque" (Kutsal Ruh'un Oğul'dan da çıkması) kavramını hala
bir sapma olarak görmektedir (Gavrilyuk, 2022, s. 340; Dunn, 2022, s.
356). Rusya'ya göre, Vatikan bu teolojik hatadan dönmeden yapılacak her
türlü "birlik" ayini, Ortodoksluğun Katolikliğe teslim olması
anlamına gelir. Dolayısıyla Rusya, teolojik bir "teslimiyet"
olarak gördüğü bu süreci bloke etmek isteyecektir.
Sonuç
Rusya'nın mevcut devlet aklı, dini sadece manevi
bir kurum değil, aynı zamanda bir "yumuşak güç" / soft power
aracı olarak kullanmaktadır. Moskova, 2025 yılında İznik'te yapılması planlanan
bu organizasyonu, Fener Rum Patrikhanesi'nin "Ekümenik" statüsünü
fiilen dayatması ve Batı'nın Rusya'nın etki alanına (Ortodoks dünyasına)
müdahalesi olarak görecektir. Rusya'nın 2016 Girit Konsili'ni boykot etmesi, 2025 için de benzer bir
tavır takınacağının, yani bu ayine "razı olmayacağının" ve alternatif
bir Ortodoks bloğu (Slav Ortodoksluğu) üzerinden direniş göstereceğinin
işaretidir (Gavrilyuk, 2022, s. 343).
Alınacak Ders
Tarih bize
göstermektedir ki; dinlerin birleşmesi veya kiliselerin barışması adı altında
yürütülen projeler, çoğu zaman ilahi bir gayeden ziyade, yeryüzü hakimiyeti
peşinde koşan imparatorlukların satranç tahtasındaki hamleleridir. Fatih Sultan
Mehmed, İstanbul'u fethettiğinde Ortodoks Kilisesi'ni himaye ederek Katolik
Batı'ya karşı bir denge unsuru olarak kullanmış, böylece Hristiyan birliğini
engellemiştir. Bugün de benzer bir oyun sahnelenmektedir; ancak bu kez aktörler
ve coğrafyalar değişmiş, niyetler aynı kalmıştır. Devletler, inançları kendi
bekaları için birer "stratejik derinlik" unsuru olarak görmeye devam
etmektedir.
Yahudilerin Ayin Hakkındaki Görüşleri
Şöyle bir soru sorulursa; 2025
yılında İznik'te (Nicaea) yapılması planlanan ve Birinci İznik Konsili'nin
1700. yıl dönümünü anmayı hedefleyen etkinliklere İsrail ve Yahudi dünyasının
bakışı nasıldır; bu husus, eldeki kaynakların ışığında teolojik derinliği,
tarihsel travmaları ve güncel jeopolitik yansımalarıyla şu şekilde teşrih
edilebilir:
Genel Bakış: Kutlama mı,
Yoksa Bir Ayrılığın Hatırlanması mı?
Hristiyan dünyası için 2025 yılı, Kilise'nin birliğinin ve
temel inanç esaslarının (dogma) belirlendiği anın, yani İznik Konsili'nin 1700.
yıl dönümünün kutlanacağı bir milattır. Kaynaklarda geçen bilgilere göre
Papa Leo XIV ve Ekümenik Patrik I. Bartholomeos'un katılımıyla İznik'te
gerçekleşecek olan bu tören, Hristiyan birliği açısından büyük bir adım olarak
görülmektedir. Ancak
İsrail ve Yahudi dünyası için İznik Konsili, bir birleşmeden ziyade,
Hristiyanlığın Yahudi köklerinden kopartıldığı ve kurumsal Yahudi karşıtlığının
(Anti-Judaizm) resmileştiği bir "travma anı"nı temsil etmektedir.
Yahudi dünyasından gelen
eleştiriler, salt teolojik bir tartışma değil, tarihsel acıların ve
"ötekileştirilmenin" hukuki zemininin bu konsilde atıldığı gerçeğine
dayanmaktadır.
Olumsuz Eleştiriler ve
Tarihsel Travmalar
Yahudi dünyasının ve İsrail
medyasının 2025 ayinine yönelik eleştirileri, İznik Konsili'nin mirası olan üç
temel sütun üzerinde yoğunlaşmaktadır:
1.
İkame Teolojisi ve
Paskalya Ayrışması (Supersessionism): İznik Konsili'nde alınan en kritik kararlardan biri,
Paskalya bayramının tarihinin Yahudi Fısıh Bayramı'ndan (Pesah/Passover) kesin
olarak ayrılmasıydı. İmparator Konstantin, bu kararı duyururken
Yahudileri "iğrenç bir halk" olarak nitelemiş ve onlarla hiçbir ortak
yanlarının olmaması gerektiğini emretmiştir. Yahudi eleştirmenlere göre bu
karar, Kilise'nin kendini "Yeni İsrail" ilan ederek, Yahudilerin
Tanrı ile olan ahdinin yerine geçtiği iddiasını (İkame Teolojisi / Supersessionism)
kurumsallaştırmıştır. Bu durum, Yahudi kimliğinin teolojik olarak silinmesi
girişimi olarak okunmaktadır.
2.
İznik Amentüsü'nün (Credo) Yahudi Tarihini
Silmesi: Yahudi teologlar ve eleştirmenler, 325 yılında kabul
edilen İznik İnanç Bildirgesi'nin (Credo) yapısını da sert bir dille
eleştirmektedir. Bu metin, Yaratılış'tan doğrudan Hz. İsa'nın bedenleşmesine
(enkarnasyon) geçerek; Hz. İbrahim, Hz. Musa, peygamberler ve İsrail'in tüm
tarihsel anlatısını atlamaktadır. İsrailli yorumculara göre bu "tarihsel
silme" işlemi, Kilise'nin Yahudi mirasını reddetme ve kendini tarihin tek
meşru öznesi olarak konumlandırma stratejisinin bir parçasıdır.
3.
Şiddet ve Antisemitizmin
Kodlanması:
İsrail medyasında, özellikle The
Times of Israel gibi yayınlarda, İznik Konsili'nin kararları "Yahudi
kanı döken kararnameler" ve "şeytani bir miras" olarak
nitelendirilmektedir. Bu görüşe göre, İznik'te dinin devlet gücüyle
(İmparatorluk kılıcıyla) birleşmesi, sonraki yüzyıllarda Yahudilere karşı
uygulanacak Haçlı Seferleri, Engizisyon ve pogromlar gibi şiddet eylemlerine
teolojik ve hukuki bir zemin hazırlamıştır. Yahudi dünyası, 2025'teki anmayı, bu acı mirasla
yüzleşilmeden yapılan bir "zafer kutlaması" (Triumphalism) olarak
görme eğilimindedir.
Teolojik Çatışma: Teslis
ve Tevhid
Yahudi dünyasının İznik
Konsili'ne yönelik en köklü itirazı, Konsil'de kabul edilen Teslis (Üçleme)
doktrini ve İsa'nın "Baba ile aynı özden" (Homoousios)
olduğu inancıdır. Orta Çağ Yahudi filozoflarından günümüze kadar gelen çizgide
bu inanç, Yahudiliğin en
temel ilkesi olan ve "Dinle Ey İsrail, Tanrımız Rab tektir" (Shema
Yisrael) duasıyla ifade edilen mutlak Tevhid (Monoteizm) inancıyla taban
tabana zıt görülmüştür. Yahudi hukukuna göre, İznik Amentüsü'ndeki Tanrı
tanımı, "putperestlik" (idolatry) riski taşıyan bir sapma
olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla İznik'te yapılan ayin, Yahudi
teolojisi açısından, Tanrı'nın birliğine karşı yapılmış tarihsel bir hatanın
tekrarı olarak algılanmaktadır.
Olumlu Yaklaşımlar ve
Çağdaş Beklentiler
Tüm bu olumsuz tarihsel bagaja
rağmen, 2025 yılındaki etkinliklere dair Yahudi dünyasında temkinli de olsa
bazı olumlu beklentiler ve nüanslı yaklaşımlar mevcuttur:
1.
Özeleştiri ve Yüzleşme
Fırsatı: Bazı Yahudi ve Hristiyan diyalog yanlıları, 1700. yıl
dönümünün, Hristiyan dünyası için sadece bir kutlama değil, aynı zamanda
tarihsel Yahudi karşıtlığı (Anti-Judaizm) ile yüzleşme ve bir "öz
değerlendirme" (self-critique) yapma fırsatı olduğunu
vurgulamaktadır. Papa'nın
ziyareti, bu tarihsel hataların kabulü için bir zemin oluşturabilir.
2.
Arkeolojik ve Turistik
İlgi: İsrail basını, özellikle The Jerusalem Post, Papa'nın
İznik'teki ziyaretini ve buradaki Bizans dönemi Hristiyan Bazilikası
kalıntılarını (önceki yazılarımızda bahsi geçen Su Altı Bazilikası)
haberleştirerek, olayın tarihsel ve arkeolojik boyutuna ilgi göstermiştir. Bu
durum, dini polemiklerin ötesinde, kültürel mirasın korunması ve turizm
açısından olumlu bir etkileşim alanı yaratmaktadır.
3.
2033 Kudüs Vizyonu:
Kaynaklara göre Papa, İznik'teki anmanın ardından, 2033 yılında (Hz. İsa'nın
dirilişinin 2000. yılı olarak kabul edilen tarih) Kudüs'te tüm Hristiyanların
katılacağı bir toplantı önermiştir. Bu öneri, İznik'te 4. yüzyılda yaşanan
"Coğrafi ve Teolojik Kopuş"un tersine çevrilmesi ve Hristiyanlığın
doğduğu topraklara (ve dolayısıyla Yahudi köklerine) dönüş arzusunun bir
sembolü olarak, bazı Yahudi çevrelerince dikkatle ama ilgiyle takip
edilmektedir.
ALINACAK DERS
İznik Konsili'nin 1700 yıllık mirası, bir inancın
kurumsallaşırken nasıl bir "öteki" yarattığının en çarpıcı örneğidir.
325 yılında İmparator Konstantin, imparatorluk birliğini sağlamak için
Hristiyanlığı konsolide ederken, Yahudiliği teolojik ve hukuki olarak dışlamış;
bu durum yüzyıllar süren acılara zemin hazırlamıştır. Günümüze bakan
yüzüyle; 2025 ayini, sadece Hristiyanların kendi içindeki birliğini değil,
aynı zamanda tarihsel komşusu olan Yahudilikle ilişkisini onarma sınavıdır. Eğer bu anma, geçmişin
hatalarıyla yüzleşilmeden, sadece bir "zafer" olarak kutlanırsa, eski
yaraları kanatmaktan öteye gitmeyecektir. Ancak, tarihsel sorumluluk
bilinciyle yapılırsa, dinler arası barış için yeni bir kapı aralayabilir.
"Zafer" Algısı: Hristiyanlığın
Konsolidasyonu
Şöyle bir soru sorulursa; 2025 yılında İznik'te
yapılması planlanan 1700. yıl dönümü anmasının, tarihsel hatalarla
yüzleşilmeden sadece bir "zafer" kutlamasına dönüştürülmesinin neden
eski yaraları kanatacağı ve bu ifadenin alt metninde yatan teolojik ve tarihsel
dinamiklerin neler olduğu hususu, eldeki kaynakların ışığında şu şekilde
detaylandırılabilir:
Bu ifade, İznik Konsili'nin (325) Hristiyanlık
tarihi için taşıdığı ikili karakteri / dual character vurgulamaktadır.
Konsil, Hristiyan dogması için bir "kuruluş anı" olsa da, aynı
zamanda kurumsal dışlamanın ve devlet destekli dinsel şiddetin de
başlangıcıdır.
1. "Zafer" Algısı: Hristiyanlığın
Konsolidasyonu
Hristiyan dünyası, özellikle Katolik ve Ortodoks
kiliseleri için İznik Konsili, "Ortodoksi"nin (Doğru İnanç)
"Sapkınlığa" (Heresi/Ariusçuluk) karşı kazandığı nihai zaferdir. Bu
bakış açısına göre kutlama şunları içerir:
- İnanç Birliği:
Parçalanmış bir yapının "İznik Amentüsü" (Nicene Creed) altında
birleştirilmesi ve Hz. İsa'nın Tanrı ile "aynı özden" (Homoousios)
olduğunun tescili büyük bir teolojik başarıdır.
- Kurumsal Güç: Kilise'nin yeraltından
çıkıp Roma İmparatorluğu'nun gücüyle bütünleşmesi ve evrensel bir kurum
haline gelmesi, bir "zafer" (Triumphalism) anlatısı olarak
sunulur.
Eğer 2025 anması sadece bu "birleşme"
ve "doğruluk" üzerine kurulursa, bu durum Hristiyanlığın kendi
içindeki özeleştiriyi reddettiği anlamına gelecektir.
2. "Eski Yaralar": Kanayan Tarihsel
Travmalar
"Eski yaraların kanaması" metaforu,
Konsil kararlarının doğrudan mağduru olan iki ana grubu ve onların tarihsel
hafızasını işaret etmektedir:
A. Yahudi Dünyası ve İkame Teolojisi
(Supersessionism): İznik Konsili, Hristiyanlığın Yahudi köklerinden kopartıldığı ve
Yahudiliğin "öteki" ilan edildiği andır.
- Paskalya Ayrışması: Konsil,
Paskalya'nın tarihini Yahudi Fısıh Bayramı'ndan (Pesah) ayırarak,
İmparator Konstantin'in ifadesiyle "bu iğrenç halkla hiçbir ortak
yanımızın olmaması" politikasını resmileştirmiştir.
- Teolojik Silme: İznik
Amentüsü, İsrail'in tarihini ve Tanrı ile olan ahdini anlatıdan çıkararak,
Kilise'nin "Yeni İsrail" olarak Yahudilerin yerini aldığı (İkame
Teolojisi) fikrini kurumsallaştırmıştır. Yahudi kaynaklarına göre bu
karar, daha sonraki yüzyıllarda yaşanan Haçlı Seferleri, Engizisyon ve
Holokost gibi felaketlerin teolojik altyapısını hazırlayan bir
"soykırım" adımıdır.
- Yüzleşme Gereği: Eğer 2025'te Papa ve Patrik, bu
tarihsel kopuşu ve anti-Judaizmin köklerini sorgulamadan sadece
"birliği" kutlarlarsa, bu durum Yahudi dünyası için "sizin
birliğiniz, bizim dışlanmamız üzerine kuruldu" mesajını verecek ve
tarihsel travmayı yeniden canlandıracaktır.
B. Devlet Şiddeti ve Dinsel Hoşgörüsüzlük: İznik
Konsili, inanç konularının devlet kılıcıyla çözüldüğü ilk örnektir.
- Sürgün ve Kitap Yakma: Konsil
sonunda Arius ve taraftarları, sadece kiliseden aforoz edilmekle kalmamış,
İmparator tarafından sürgüne gönderilmiş ve kitaplarının yakılması
emredilmiştir. Bu, "farklı düşünenin" devlet gücüyle ezilmesi
geleneğini başlatmıştır.
- Öteki'nin İcadı: Konsil,
sadece "doğruyu" tanımlamakla kalmamış, "yanlışı"
(Heresi) da kriminalize etmiştir. Bu mirasla yüzleşilmemesi, modern
dünyada dinsel hoşgörünün temellerine aykırı bir duruş sergilenmesi
anlamına gelir.
3. Güncel Jeopolitik Yansımalar
Önceki
yazılarımızda değindiğimiz üzere, 2025 anması güncel siyasetten bağımsız
değildir. Papa'nın Türkiye ziyareti ve olası bir Kudüs buluşması (2033),
Hristiyanlığın köklerine dönüş arzusunu simgelerken; İsrail basını ve Yahudi
teologlar bu süreci "Yahudi kanı döken kararnamelerin" yıl dönümü
olarak izlemektedir. Eğer anma törenleri, Hristiyanlığın tarihsel anti-Semitizm
mirasıyla (anti-Judaizm) hesaplaşan bir "öz değerlendirme" (self-critique)
içermezse, bu durum dinlerarası diyalog çabalarını sabote edecek ve
Yahudi-Hristiyan ilişkilerindeki güvensizliği derinleştirecektir.
Sonuç
Özetle;
"zafer" kutlaması, Hristiyanlığın kendi iç konsolidasyonunu överken;
"yüzleşme", bu konsolidasyonun bedelinin Yahudilerin dışlanması,
farklı inançların ezilmesi ve dinin devlet gücüne teslim edilmesi olduğunu
kabul etmektir. Yaraların sarılması, ancak İznik'in bu
"karanlık yüzünün" de kabul edilmesiyle mümkün olabilir. Aksi
takdirde 2025, bir barış anı değil, tarihsel bir suçun kutlanması olarak
algılanacaktır.
Dua Örneği
Bu bağlamda, Hristiyan dünyasının kendi içinde
birliği sağlarken başkalarına verdiği zararı telafi etme arzusunu yansıtan
modern bir ekümenik yakarış şöyledir:
Latince: "Oremus pro perfidis Judaeis" (Eski
metinlerde geçen "Hain Yahudiler için dua edelim" ifadesi). Güncel
Düzeltme: II. Vatikan Konsili ve sonrasında bu ifade "Yahudiler için
dua edelim, Tanrı onların kalplerini aydınlatsın" şeklinde değiştirilerek,
İznik'ten gelen o dışlayıcı dilin onarılması amaçlanmıştır. Bu, "eski
yaraları sarmaya" yönelik bir adımdır.
Şöyle bir soru sorulursa; 2025 yılında İznik'te
(Nicaea) tertip edilmesi planlanan 1700. yıl dönümü ayini ve anma etkinlikleri,
görünürdeki "birlik ve barış" söylemlerinin ötesinde, tarihsel ve
siyasi dinamikler göz önüne alındığında neden bir "fitne" ve
"kaos" ortamına zemin hazırlayabilir; bu husus eldeki kaynakların
sunduğu veriler ışığında, teolojik çatışmalar, devletlerarası rekabet ve
egemenlik hakları çerçevesinde şu şekilde teşrih edilebilir:
Tarihsel Tecrübe Ve Kaynaklar Göstermektedir Ki
Tarihsel tecrübe ve kaynaklar göstermektedir ki;
İznik Konsili (325), Hristiyanlık içinde birliği sağlamak amacıyla toplanmış
olsa da, sonuçları itibariyle yüzyıllar süren mezhep çatışmalarına, sürgünlere
ve devlet gücünün inanç üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmasına yol
açmıştır (Yalduz, 2003, s. 257). 2025 yılındaki girişim de benzer şekilde,
küresel güç odaklarının dini bir enstrüman olarak kullanması neticesinde, hem
bölgesel hem de küresel ölçekte çok katmanlı bir kaos riski taşımaktadır.
1. Ortodoks
Dünyasında Kırılma: Moskova ve Fener Rekabeti
Fitnenin en somut ayağı, Hristiyan dünyasının
kendi içindeki, bilhassa Ortodoks blokundaki derin çatlağın derinleşmesidir.
- İki Başlılık Riski: Fener Rum Patrikhanesi, ABD
ve Avrupa Birliği'nin desteğiyle kendisini "Ekümenik" / Evrensel
bir otorite ve "Doğu'nun Papası" gibi konumlandırmaya
çalışmaktadır (Altındal, 2002, s. 150). Ancak Rus Ortodoks Kilisesi
(Moskova Patrikhanesi), "Üçüncü Roma" iddiasıyla bu liderliği
asla kabul etmemektedir. İznik'te, Fener Patriği'nin Katolik Papa ile
"eşit statüde" bir birleşme ayini yönetmesi, Rusya tarafından
Ortodoksluğun Katolikliğe (Batı'ya) teslim edilmesi ve bir
"ihanet" olarak algılanacaktır. Bu durum, Ukrayna'daki kilise
ayrışmasında görüldüğü gibi, dini bir Schisma / Bölünme 'yi
siyasi bir çatışmaya ve Slav dünyasında bir kaosa dönüştürebilir
(Vikipedi, 2024,).
- Siyasi Araçsallaştırma: Rusya,
Fener'in bu hamlesini NATO ve Batı bloğunun bir kuşatma stratejisi olarak
okumaktadır. Dini bir törenin, jeopolitik bir hesaplaşma sahasına dönmesi,
bölgedeki istikrarsızlığı körükleyen bir fitne unsurudur.
2. Türkiye'nin
Egemenlik Haklarına Yönelik Tehdit
Türkiye Cumhuriyeti açısından kaos riski, Lozan
Antlaşması ile belirlenen hukuki sınırların zorlanmasından kaynaklanmaktadır.
- Devlet İçinde Devlet (Status in Statu): Kaynaklara göre, Vatikan ve
Batılı güçler, Fener Patrikhanesi'ni Türkiye Cumhuriyeti yasalarının
üzerinde, Vatikan benzeri özerk bir devletçik statüsüne kavuşturmak
istemektedir (Altındal, 2002, s. 117). İznik'te, uluslararası
devlet protokolüyle ağırlanan ve "Ekümenik" sıfatıyla hareket
eden bir Patrik görüntüsü, Türkiye'nin egemenlik haklarını fiilen delmekte
ve içeride hukuki bir kaosa kapı aralamaktadır.
- Milli Bütünlüğe Tehdit: "Dinlerarası Diyalog"
ve "Hoşgörü" maskesi altında yürütülen bu faaliyetlerin arka
planında, Anadolu'daki etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşıyarak milli
bütünlüğü zayıflatma stratejisi yattığı kaynaklarda vurgulanmaktadır
(Altındal, 2002, s. 201). Bu tür organizasyonlar, Türkiye'yi
"Müslüman kimliğinden arındırılmış, Batı'ya uyumlu hale
getirilmiş" bir yapıya dönüştürme projesinin (Ilımlı İslam vb.) bir
parçası olarak değerlendirilmektedir.
3. Teolojik
Fitne ve Yahudi-Hristiyan Gerilimi
Kaosun bir diğer boyutu, Hristiyanlığın kurucu
dogmalarının (Teslis vb.) yeniden gündeme getirilmesiyle diğer inanç
gruplarında oluşacak rahatsızlıktır.
- Antisemitizm Tartışması: Önceki yazılarımızda
değindiğimiz üzere, İznik Konsili, Yahudiliğin teolojik ve hukuki olarak
dışlandığı ve "lanetlendiği" yerdir. 2025'te yapılacak
bir kutlama, Yahudi dünyası tarafından "Yahudi karşıtlığının
zaferi" olarak okunacak ve dinler arası barışı zedeleyen bir gerilim
hattı oluşturacaktır (İznik Konsili Raporu, 2024,).
- Tevhid İnancına Karşı Birlik:
Vatikan'ın "Ekümenizm" stratejisi, nihai olarak Hristiyan
olmayan dünyayı (özellikle Asya ve İslam alemini) Hristiyanlaştırmayı / Evangelization
hedeflemektedir (Altındal, 2002, s. 164). İznik'te verilecek "Hristiyan Birliği"
fotoğrafı, İslam dünyasına karşı oluşturulmuş teopolitik bir blokun ilanı
anlamına gelecek ve medeniyetler arası çatışma tezlerini besleyecektir.
4. Sosyolojik Kaos: Misyonerlik Faaliyetleri
- Zihinlerin Bulandırılması:
Kaynaklar, bu tür büyük organizasyonların ve "diyalog"
söylemlerinin, özellikle genç nesiller üzerinde bir kafa karışıklığı
yarattığını ve misyonerlik faaliyetlerine meşruiyet kazandırdığını
belirtmektedir. "Hoşgörü" adı altında, İslam'ın temel
akidelerinin (Tevhid) sulandırılması ve Hristiyan dogmalarının (Teslis)
"zararsız kültürel öğeler" gibi sunulması, toplumsal dokuda
manevi bir tahribata yol açabilir (Altındal, 2002, s. 184).
Sonuç
Özetle; eğer
bu ayin ve anma törenleri, sadece tarihi bir hatırlatma olmaktan çıkıp, siyasi
emellere (Ekümeniklik iddiası, Rusya'yı kuşatma, Türkiye'nin egemenliğini
delme) alet edilirse, barış yerine "fitne" getireceği açıktır. Tarih,
İznik'in (325) birleştirici değil, ayrıştırıcı kararların alındığı ve
muhaliflerin devlet gücüyle ezildiği bir zemin olduğunu göstermektedir. Aynı
hatanın tekrarı, modern dünyada daha karmaşık kaoslara gebedir.
Alınacak Ders
Vaktiyle Roma İmparatoru Konstantin,
imparatorluğunun parçalanmasını önlemek ve siyasi birliğini tahkim etmek için
İznik'te din adamlarını toplamış, onlara "uzlaşın" emrini vermiştir.
Ancak bu "zoraki birlik", Hristiyanlık içinde asırlarca sürecek kanlı
mezhep savaşlarının, sürgünlerin ve devlet eliyle yürütülen zulümlerin fitilini
ateşlemiştir. Konstantin'in "barış" adına attığı adım, hakikatte
"kılıçla sağlanan bir sessizlik"ten öteye gitmemiştir. Günümüze bakan yüzüyle;
Bugün de "küresel barış" ve "birlik" adına İznik'te
toplanmak isteyenler, eğer arka planda siyasi hegemonya ve güç devşirme
hesapları yapıyorlarsa, sonuç yine hüsran ve kaos olacaktır. Hakiki barış,
siyasi dayatmalarla değil, karşılıklı hukuka ve egemenlik haklarına samimi
saygı ile mümkündür. Aksi takdirde, İznik Gölü'nün suları, bir kez daha
teolojik ve siyasi ihtirasların bulanıklığına karışacaktır.
2025 yılının
Kasım ayında Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 14. Leo’nun, Birinci İznik
Konsili’nin 1700. yıl dönümü vesilesiyle Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyaret ve
İznik’te (Nicaea) Fener Rum Patriği Bartholomeos ile birlikte yönettiği ayin,
Türkiye gündeminde derin bir fay hattı oluşturmuştur. Bu ziyaret,
sadece turistik veya dini bir anma töreni olmanın ötesinde,
"Ekümenizm" / Kiliseler Arası Birlik tartışmalarını, Lozan
Antlaşması’nın sınırlarını ve Türkiye’nin jeopolitik egemenliğini ilgilendiren
boyutlarıyla ele alınmıştır (Önceki yazılarımızda bu kavramların tarihsel arka
planına değinilmişti).
Olayın Türkiye kamuoyundaki yansımaları,
"hoşgörü ve kültürel diplomasi" ekseninde olumlu karşılayanlar ile
"egemenlik devri ve misyonerlik" ekseninde tehdit olarak görenler
arasında keskin bir kutuplaşmaya sahne olmuştur. Kaynaklar ışığında, bu tarihi
ziyarete dair onaylayanlar ve eleştirenlerin dökümü aşağıdadır:
A. Ziyareti Onaylayanlar, Destekleyenler ve
Pragmatik Yaklaşanlar
Bu grup, ziyareti Türkiye’nin kültürel mirasının
tanıtımı, inanç turizmi ve diplomatik prestij açısından bir fırsat olarak
değerlendirmiş veya olayın teolojik boyutunu önemsizleştirerek tarihsel bir
realite olarak ele almıştır.
1. Siyasi ve Bürokratik Kanat:
- Mustafa Varank (AK Parti Bursa
Milletvekili): Papa Leo’yu İznik Gölü Bazilikası
Örenyeri’nde karşılayan protokolün başında yer almış, devletin bu
organizasyona ev sahipliği yapma iradesini temsil etmiştir.
- Kültür ve Turizm Bürokrasisi: Ziyaret
öncesinde İznik Gölü'ndeki Aziz Neophytos Bazilikası alanını
kamulaştırarak "ören yeri" statüsüne almış ve burayı Hristiyan
mirasının korunması adına bir kültür diplomasisi aracı olarak
hazırlamıştır.
2. Dini Liderler:
- Patrik
Bartholomeos (Fener Rum Patriği):
Ayine Papa ile birlikte katılarak, "Ekümenik" sıfatını fiilen
kullanmış ve Doğu-Batı kiliselerinin birliği mesajını vermiştir. Bu durum,
Patrikhanenin uluslararası meşruiyetini artırma çabası olarak okunmuştur.
3. Seküler ve Akademik Çevre (Pragmatistler):
- Prof. Dr. Celal Şengör: Hristiyan dünyasının
birleşme çabalarını, 325 yılında İznik'te yapılan teolojik "hatayı
düzeltme" girişimi olarak yorumlamış; ancak bu durumu Türkiye için
bir beka sorunu olarak görmemiş, Türkiye'nin asıl düşmanının
"enflasyon" gibi iç sorunlar olduğunu belirterek konuyu
stratejik/tarihsel bir düzlemde, tehdit algısından uzak değerlendirmiştir.
- Prof. Dr. İlber Ortaylı (Beklenen Tutum): Kaynaklarda analiz edildiği
üzere, Ortaylı'nın bu ziyareti Osmanlı ve Bizans mirasının yönetimi
çerçevesinde ele alarak, Türkiye'nin bu mirası dış müdahalelerden
bağımsız, kendi kültürel zenginliği olarak sergilemesi gerektiği yönünde
bir sentez sunması öngörülmüştür.
- Prof. Dr. Mustafa Öztürk ve Ankara Okulu: Eleştirel ilahiyat
çevresini temsil eden bu grup, ziyareti ve dinler arası diyaloğu,
Türkiye'nin entelektüel özgüveni ve kültürel zenginliği olarak görmüş;
muhafazakar kesimin "Vatikanlaşma" korkusunu, küresel
tartışmalarla yüzleşmekten kaçınan arkaik bir refleks olarak
nitelendirmiştir.
4. Sivil ve Özel İsimler:
- Yasemin Akıncılar Minguzzi: Oğlu
Mattia Ahmet Minguzzi’nin cinayetiyle ilgili adalet arayışında olan
Minguzzi, Papa ile özel bir görüşme gerçekleştirerek ziyareti insani ve
hukuki bir destek aracı olarak görmüştür.
B. Ziyareti Eleştirenler, Reddedenler ve Tehdit
Olarak Görenler
Bu grup, Papa’nın ziyaretini ve İznik’teki ayini,
Türkiye’nin ulusal egemenliğine, Lozan Antlaşması’nın getirdiği statüye ve
İslam kimliğine yönelik bir "Haçlı Seferi"nin modern diplomatik
versiyonu olarak yorumlamıştır.
1. Siyasi Muhalefet (Milliyetçi ve Muhafazakar):
- Saim Çakmak (Büyük Birlik Partisi Kastamonu
İl Başkanı): Ziyareti, "Milli hassasiyetleri
zedeleyen" ve Patrikhanenin "ekümeniklik" iddiasını
güçlendiren bir girişim olarak nitelendirmiş; zamanlamasının terörle
mücadele sürecine denk gelmesini "dikkat dağıtma operasyonu"
olarak yorumlamıştır.
- Fatih Erbakan (Yeniden Refah Partisi
Lideri): Kaynaklardaki analizlere göre, hükümetin bu
ziyarete izin vermesini siyasi bir taviz olarak değerlendirmiş ve
"Vatikanlaşma" tehlikesine dikkat çekerek muhafazakar tabanın
tepkisini dile getirmiştir.
2. Medya ve Yazarlar:
- Doç. Dr. Ali Bestami Kepekçi (Kilis
Postası): Ziyaretin salt dini değil, jeopolitik bir
hamle olduğunu, Lozan Antlaşması'nın delindiğini ve Türkiye’nin "dini
ve kültürel rekabet alanı" haline getirildiğini savunmuştur. Kepekçi, bu adımları
"Sessiz Kuşatma" olarak nitelendirmiştir.
- Derya Uğural (Antalya Hürses):
Bartholomeos’un dünya Ortodokslarının lideri gibi davranmasının Rusya gibi
ülkeleri rahatsız edeceğini ve Türkiye’nin yasalarına (Lozan) aykırı bir
"ekümenik" muamele yapıldığını belirterek ziyareti
eleştirmiştir.
- Akit Gazetesi ve Milli Gazete Çevresi: Ortak
ayini, Türkiye'nin kültürel ve dini dokusunu hedef alan bir
"Vatikanlaşma" sürecinin kanıtı olarak sunmuş ve hükümeti
Batı’ya karşı zayıf kalmakla suçlamıştır.
3. Dini Cemaatler ve İlahiyatçılar (Reddiyeciler
ve Şüpheciler):
- İhsan Şenocak ve Halil Konakçı: Radikal
muhafazakar kanadı temsil eden bu isimler, Hristiyanlık ile herhangi bir
teolojik diyaloğu "Tevhid" inancından taviz (küfür) olarak
görmüş ve ziyareti İslam kimliğine bir saldırı olarak en sert dille
reddetmiştir.
- Prof. Dr. Mehmet Okuyan ve Prof. Dr.
Abdülaziz Bayındır: Gelenekçi ve Kur'an merkezli bu
ilahiyatçılar, diyaloğa prensipte karşı olmamakla birlikte, İslam'ın temel
akidelerinin (Allah'ın birliği ve Hz. Muhammed'in son peygamberliği)
zedelenmemesi şerhini koymuşlardır. İznik’teki buluşmanın teolojik
sınırların bulanıklaşmasına yol açabileceği endişesiyle ihtiyatlı ve
mesafeli bir duruş sergilemişlerdir.
4. Tarihçi Kanat:
- Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil: Ziyareti,
Batı'nın Türkiye üzerindeki tarihi emellerinin (Haçlı zihniyeti) bir
devamı olarak görmüş ve misyonerlik faaliyetlerinin ulusal güvenlik
tehdidi oluşturduğunu savunmuştur.
C. Tartışmanın Odak Noktaları (Özet)
- Lozan Antlaşması'nın İhlali:
Eleştirenler, Patrikhanenin sadece Türkiye'deki Rumların kurumu olduğunu,
ancak bu ayinle fiilen "Devlet içinde Devlet" ve
"Ekümenik" bir statü kazandığını savunmaktadır.
- Jeopolitik Kuşatma: Vatikan
ve ABD'nin, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması talepleriyle eş zamanlı
olarak bu ziyareti gerçekleştirmesi, Türkiye üzerinde siyasi bir baskı
kurma girişimi olarak okunmuştur.
- Teolojik Tehdit:
"İbrahimî Dinler" veya "Diyalog" söylemi altında İslam
inancının yozlaştırılmaya çalışıldığı iddiası, muhafazakar kanadın ana
eleştiri noktasıdır.
Mustafa Kemal Atatürk Hayatta Olsaydı
Şöyle bir soru sorulursa; Türkiye
Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk hayatta olsaydı, 2025 yılında
İznik'te yapılması planlanan ve "Ekümenik" iddiaları pekiştiren bu
tür bir ayine izin verir miydi; bu husus, Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi,
Lozan Antlaşması'nın hükümleri ve Atatürk'ün devlet-din ilişkilerine bakışı
çerçevesinde eldeki kaynaklar ışığında şu şekilde teşrih edilebilir:
1. Lozan Antlaşması ve
"Ekümeniklik" İddiasının Reddi
Atatürk döneminin dış
politika ve azınlıklar hukukunun temelini Lozan Antlaşması (1923)
oluşturmaktadır. Bu antlaşma ile Fener Rum Patrikhanesi'nin
"Ekümenik" / Evrensel sıfatı hukuken ve siyaseten
reddedilmiştir. Cumhuriyet'in kurucu iradesi, Patrikhane'nin yetkilerini sadece
Türkiye sınırları içinde yaşayan Rum Ortodoks azınlığın dini ihtiyaçlarını
karşılamakla sınırlandırmıştır.
Atatürk'ün devlet aklı, Patrikhane'nin bir "Devlet
içinde Devlet" / Status in Statu gibi hareket etmesine ve
uluslararası bir siyasi aktör gibi davranmasına kesinlikle karşıydı.
2025 yılındaki organizasyonun temel amacı, Papa ve Patriğin "eşit
statüde" ve "evrensel" bir iddia ile bir araya gelmesidir.
Kaynaklara göre bu durum, Lozan'ın çizdiği sınırların ihlali anlamına
gelmektedir. Dolayısıyla
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenlik haklarını zedeleyen ve Patrikhane'ye
uluslararası siyasi bir tüzel kişilik kazandırmayı amaçlayan böyle bir
organizasyona, devletin "üniter" yapısını koruma refleksiyle izin
vermezdi.
2. Dış Müdahalelere
Karşı Tam Bağımsızlık İlkesi
Osmanlı İmparatorluğu'nun son
dönemlerinde, "azınlık hakları" bahanesiyle Avrupalı devletlerin iç
işlerine müdahale etmesi (özellikle 1856 Islahat Fermanı sonrası süreç),
Atatürk ve kadrosu için acı bir tecrübedir. Kaynaklarda belirtildiği üzere,
Batı dünyası ve Vatikan, "Ekümenizm" / Kiliseler Arası Birlik
stratejisiyle Türkiye üzerinde kültürel ve siyasi bir nüfuz alanı oluşturmayı
hedeflemektedir.
Atatürk, "Tam Bağımsızlık" ilkesi gereği, dini
kurumların dış siyasetin bir aracı olarak kullanılmasına müsamaha
göstermemiştir. 2025 ayininin, Vatikan'ın "Doğu'ya açılma" ve
"Hristiyanlığı yeniden yapılandırma" stratejisinin bir parçası olduğu
göz önüne alındığında, Atatürk'ün bu girişimi, Türkiye'nin jeopolitik
egemenliğine yönelik bir "Truva Atı" hamlesi olarak değerlendirmesi
ve reddetmesi kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Atatürk dönemi
uygulamalarında, Patriğin kıyafetiyle dahi kilise dışına çıkması yasaklanmış,
bu kurumun sadece bir Türk kurumu olduğu ve Patriğin de bir Türk memuru
statüsünde olduğu vurgulanmıştır.
3. Laiklik ve Kamu
Düzeni
Atatürk'ün laiklik anlayışı,
dinin vicdanlarda kalmasını, ancak devlet işlerine ve kamusal alanın siyasi
organizasyonuna karışmamasını öngörür. İznik'teki bu ayin, sadece bir ibadet değil, "İznik
Konsili'nin 1700. yılı" gibi siyasi ve teolojik bir gövde gösterisi
niteliğindedir. Kaynaklara göre bu tür organizasyonlar,
"Vatikanlaşma" / Vaticanization sürecine hizmet etmekte ve
Türkiye'de Hristiyan azınlıklar üzerinden yeni bir siyasi statü talebi (Ruhban
Okulu'nun açılması vb.) oluşturmaktadır.
Atatürk, devrim kanunları ve
Tevhid-i Tedrisat (Öğretim Birliği) gibi yasalarla dini kurumların devlet
denetimi dışında özerk yapılar kurmasını engellemiştir. Dolayısıyla, devletin
denetimi dışında uluslararası bir konsil havasında geçecek ve Türkiye'nin hukuk
sistemini (Lozan'ı) tartışmaya açacak bir ayine cevaz vermesi, kendi kurduğu
sistemin mantığına aykırıdır.
4. Tarihsel Bir Nüans:
İbadet Özgürlüğü ve Siyasi Gösteri Ayrımı
Elbette Atatürk, gayrimüslim
vatandaşların ibadet özgürlüğüne karışmamıştır. Eğer bu ziyaret, sadece
Papa'nın turistik bir gezisi veya yerel cemaatin kendi içindeki sessiz bir
ayini olsaydı, buna müdahale edilmeyebilirdi. Ancak 2025 projesi, kaynaklarda da
vurgulandığı üzere, Hristiyan dünyasını birleştirme (Ekümenizm) iddiası
taşıyan, Papa ve Patriğin siyasi protokollerle ağırlandığı küresel bir
organizasyondur,. Atatürk'ün
"Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" ilkesi, egemenlik haklarının devredilmesi
pahasına bir "hoşgörü" gösterisini kapsamamaktadır.
Alınacak ders
Tarih bize göstermektedir ki;
devletlerin bekası / survivance, sadece askeri güçle değil, aynı
zamanda hukukuna ve kuruluş ilkelerine sahip çıkmakla mümkündür. Atatürk, Fener
Rum Patrikhanesi'ni İstanbul'da tutarken, onun siyasi dişlerini çekmiş ve
sadece ruhani bir kurum olarak kalmasını şart koşmuştur. Günümüze bakan
yüzüyle; Bugün "inanç turizmi" veya "diyalog" adı
altında sunulan bazı projeler, aslında Lozan'da elde edilen kazanımları
aşındırma potansiyeli taşımaktadır. Atatürk hayatta olsaydı, İznik'in kültürel
mirasına sahip çıkardı; ancak bu mirasın, Türkiye'nin egemenliğini delecek bir
"Vatikanlaşma" projesine dönüşmesine, devletin "demir
yumruğu" ile engel olurdu.
Kaynakça Birinci İznik Konsili - Vikipedi. İznik Konsili
(325 CE) ve Kalıcı Mirası: Yahudi Polemikleri ve Çağdaş Jeopolitik Yansımalar
Üzerine Uzman Raporu. İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (Paskalya
Kararı). İznik Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İkame Teolojisi). İznik
Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İkinci Konsil ve Anti-Judaizm). İznik
Konsili (325 CE) ve Kalıcı Mirası... (İsrail Medyası). İznik Konsili (325 CE)
ve Kalıcı Mirası... (Kapsamlı Değerlendirme).
Altındal, A. (2002). Vatikan ve Tapınak
Şövalyeleri. İstanbul: Alfa Yayıncılık. Beydilli, K. (2022). Osmanlı'da
Devletlerarası İlişkiler. İstanbul: Timaş Yayınları. Dunn, G. D. (2022).
Catholic Reception of the Council of Nicaea. The Cambridge Companion to the
Council of Nicaea içinde (s. 347-366). Cambridge: Cambridge University
Press. Gavrilyuk, P. L. (2022). The Legacy of the Council of Nicaea in the
Orthodox Tradition. The Cambridge Companion to the Council of Nicaea
içinde (s. 327-346). Cambridge: Cambridge University Press.
Dua
Müslüman geleneğinde, fitne ve kargaşa
zamanlarında toplumsal birliği ve hakikati korumak için yapılan, Hz.
Peygamber'den (salla'llâhu aleyhi ve sellem) nakledilen şu dua manidardır:
Arapça Okunuşu: "Allahümme inni euzü bike
minel-fiteni, ma zahara minha ve ma batana." Türkçe Anlamı:
"Allah'ım! Fitnelerin açığından da gizlisinden de (görünen ve görünmeyen
her türlüsünden) Sana sığınırım."
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder