Kayıtlar

Allah Teâlâ, Dostlarına Hava Atanı Sevmez

Resim
  Şakîk-i Belhî ile Ebû Türâb Nahşebî, Bâyezîd-i Bistâmî’yi ziyâret etmişlerdi. Sofra hazırlanmıştı.   Şakîk ile Ebû Türâb, Bâyezîd’e hizmet eden bir gence, “delikanlı gel, yemeği   berâber yiyelim ”, dediler. Genç “ben orucum”, dedi. Ebû Türâb, “ gel bizimle ye, bir ay   oruç tutmuş kadar sevap alırsın ”, dedi. Fakat genç bu teklifi reddetti. Sonra Şakîk, “ gel,   bizimle ye, bir sene oruç tutmuş kadar sevap kazanırsın ”, dedi. Fakat genç, bu teklifi de   kabul etmedi. Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî “Allah’ın gözünden düşen şu herifi ne   dâvet edip durursunuz?!”, dedi. Bundan bir sene sonra bu genç hırsızlığa başladı, onun   için yakalandı ve eli kesildi.   Arûsî, Netâicü’l-efkâri’l-kudsiyye, IV, 204 [trc. 419]. Krş. Attâr, Tezkiretü’l-evliyâ, s. 155-156.

Ah Ben Kimim...Aşkım Beni seviyor musun

Resim
  Nefsi ve onun sonradan vaolduğunu (hudûs) tanıdıktan (ma’rifet) sonra Zorunlu Varlık’in varlığına burhan getirilmiştir. Bu nedenle eski sözde (kelâmu’l atik) denilmiştir ki “Ey insan! Kendini tanı, Rabbini tanırsın”. Sühreverdî, geleneksel telekkiyi tekrarlayarak Hak Teâlâ’yı tanımanın (ma’rifet) kendi nefsini tanımaya bağlı olduğunu söyler. Nitekim Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) “Kendini tanıyan Rabbini tanır” buyurmuştur. Ebû Yezî el-Bistâmî de Hak Teâlâ' nın kendisine şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Nefsinizden sefere çıkın, ilk adımda beni bulursunuz.” Nefsten sefere çıkabilmek için önce nefse ulaşıp onu tanımak gerekmektedir. [1] Sühreverdî, her peygamberin diğerlerinde olmayan kendine özgü miracı ve mertebesi olduğunu, bizim Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemin en büyük mertebe olan görmek, işitmek ve konuşmak mertebesine yükseldiğini belirtir. Ayrıca peygamberlerin dışındaki kimseler de kendi mertebesine göre ma’rifetullahtan nasibini al

Bayezid Bestami'nin Perdesi

Bayezid Bestami رحمتہ اللہ علیہ öldüğünde yetmiş yaşının üzerindeydi. Ölmeden önce biri ona yaşını sormuş. Dedi ki: "Dört yaşındayım. Yetmiş yıl örtülüydüm. Örtümden ancak dört yıl önce kurtuldum."  

RÛZBİHÂN BAKLÎ البقلي (ö. 606 /1209)

Ebû Muhammed Sadrüddîn Rûzbihân b. Ebî Nasr el-Baklî (ö. 606/1209) İranlı meşhur sûfî, âlim ve şair. Fesâ’da doğdu. Kaynakların doğum tarihi hakkında verdiği bilgiler farklıdır. Ancak Meşrebü’l-ervâh’ın sonunda eserini 16 Zilkade 579 (1 Mart 1184) tarihinde tamamladığı zaman elli iki yaşında bulunduğunu kaydettiğine göre 526-527’de (1132-1133) doğmuş olmalıdır. Nitekim başka kaynaklarda da bu tarihi teyit eder mahiyette bilgiler vardır. Asıl adı Rûzbihân, en meşhur lakabı ise Sadreddin’dir. Babasının sebzeci olmasından, kendisinin de gençliğinde bu işle uğraşmasından dolayı el-Baklî nisbesiyle tanınmıştır. Ayrıca şathiye’leriyle ünlü olduğundan Şeyh-i Şattâh diye de anılır. Baklî’nin dinî kurallara bağlılığı olmayan bir çevrede doğup büyümesine rağmen daha öğrencilik çağında canlı bir din şuuruna sahip olduğu, okul arkadaşlarına, “Allah’ı tanıyor musunuz?” gibi ilginç sorular sorduğu, “Allah mekân ve cihetten münezzehtir” şeklindeki bir cevabın kendisini çok etkilediği,

Ruzbihan Baqli...Keşfül-esrâr ve mükâşefetül envâr... Sırların Açılması...Allah Aşkı

Kitabın Orijinali

RÜZBİHÂN AL-BAKLİ

Resim
  Doç. Dr NAZİF HOCA EDEBİYAT FAKÜLTESİ MATBAASI İSTANBUL — 1971 ÖNSÖZ Sunulan araştırmanın konusunu teşkil eden Rüzbihân al-Ba’li, İslam âleminin yetiştirdiği büyük sîmâlardan biridir. O büyük bir sanatkâr olduğu kadar da ihatalı bir âlimdir. Şattâh-i Fârs lakabiyle iştihar eden al-Bakli’nin İslâm edebiyatında ve bilhassa İran tasavvuf edebiyatında ehemmiyetli bir mevkii ve büyük bir tesiri olmuştur. Yaşadığı devirden beri günümüze kadar tasavvufla uğraşanların ilgisini çekmiştir. Bu şöhretine rağmen onun hayat ve şahsiyetinin ana karakterlerini, eserlerini, tasavvufî fikirlerini, âlim ve sanatkâr hüviyetini inceleyip tanıtan bir eser memleketimizde henüz neşredilmemiştir. Böyle bir tedkikin yapılmasını güçleştiren belli başlı sebepler, tasavvufa dâir tedkiklerin çok yavaş inkişaf etmesi, dünyanın muhtelif kütüphânelerinde dağınık bir halde bulunan kaynaklara nüfuz etmenin ve bu sahadaki çalışmaların azlığıdır . Kütüphânelerde meçhûl bir halde bulunan, tetkik ve neşir bekleyen, bir ço