Kayıtlar

Borcunuza Sadık Olun

ONDOKUZUNCU MEKTÛB Bismillahi ve selâmün alâ Resûlillahi. Resûlullahdan (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) gelen haberlerde: “Bir kimse ölür ve üzerinde borç veya bir başka kul hakkı bulunursa, onun ruhunu göğün yukarısına çıkarmazlar, ilerlemekten alıkoyarlar. ölünün tarafından bu hak ödenmedikçe, orada kalır. Hak ödenince durdurulmaktan kurtulur” diye geldi. Hazreti Müceddid (radıyallahu teâlâ anh) bu hususta çok düşündüler. Nihâyet Allahu teâlânın fadlı ve ihsânı ile kendilerine gösterildi ki, bu hüküm, dünyada ruhu terakkî etmemiş kimseye mahsustur. Ama bu alâkaları ile beraber, ruhu dünyada terakkî etmiş ise, öldükten sonra da, Allahu teâlânın takdîri ile terakkî eder. Fakat bu dünyada tutuklanmış, bir kafeste kalmış ve hiç terakkî etmemiş kimse, vefâtından sonra da tutukludur ve bu alâkalardan, bağlardan kurtulamaz. Vesselâm. K aynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt I, 19. Mektup

Sana Bakmak Bile Kurtuluş

Gördüğünüz iki vâkı’anın ta’birini soruyorsunuz.  Biri şudur: Dört ayağı üzerine düşmüş, henüz dişleri çıkmamış bir çocuğun baş ucunda Serveri kâinât (aleyhi ve alâ alihi efdalüssalavât ve eşmel-ül-berekât) durmuş ve: “Bu çocuk Cehennemliktir” buyurmuşlar. Bir an sonra çocuk titremiş, iki yanı sallanmış ve yüzünü Resûl-i ekreme (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) dönüp gözlerini Onun mubârek yüzüne dikmiş ve ağlamaya başlamış. Sonra tebessüm etmiş ve ardından gülmüş. Herhâlde cemâl-i bâ kemâlini görmekle sevinmiş. Biraz sonra O Server (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem): “Bu Cennetliktir” buyurmuş.  İnsanlar hayretler içinde kalmışlar...ilh.  Diyelim ki, çocuk insanın nefsinden ibârettir. “Nefs çocuk gibidir” sözünü duymuşsunuz. Nefs bizzât ahkâm-ı semâvîyi inkâr edici olduğundan ve Hak celle şânühüye düşmanlık üzere bulunduğundan, nitekim:  “Nefsine düşman ol. Zirâ o bana düşmalık yolunu tuttu” buyurulduğundan ve bu sebeble ateşe müstehak olduğundan, ona Cehennemlik

İranlılar Gibi olmayın

Lanet Resûlullah (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) buyurdu: “Bir kimse, şeytana la’net ederse, ben zaten mel’un oldum. Bu la’netin bana zararı olmaz der. Yâ Rabbi! Beni şeytandan koru derse, eyvah bel kemiğimi kırdın der” bir başka hadîs-i şerîfte: “Şeytana söğmeyiniz! Şerrinden Allahu teâlâya sığınınız” buyuruldu. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt II, sh.68, 36. Mektup

Efendim Herşeyden Önce Gelir

Beşinci suâl: Hatim okuyup bir kimsenin ruhuna sevabını bağışlamak icâbederse, önce Resûl-i ekremin (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) mutahhar ruhuna bağışlamalı, sonra ölenin ruhuna hediye etmelidir. Eğer böyle yapmazsa, kim için okunmuş ise, sevabı ona gitmez. Ve yine lâzımdır ki, bütün ehl-i îmanın ruhlanna bağışlamalıdır. Yoksa kime niyyetle okunmuş ise, o sevab herkese taksîm edilir. Hakîkaten böyle midir? Eğer böyle ise, hazreti Hâcegânın hatminde niçin böyle yapmıyorlar? Cevab: Sadakaları önce peygamberin (sallallahü teâlâ aleyhi ve alâ âlihi ve sellem) ruhânîyyetine bağışlayıp, ölüyü Onun tufeylisi [yanı sıra] söylemek güzel işlerdendir ve kabül ümidi ziyâde olup, icâbete yakın düşer. Yoksa sadakanın erkân ve vâciblerinden değildir ki, onsuz sadaka kabûl olunmasın. Bu konuda güvenilir bir nakilleri varsa, bize de bildirsinler. Böyle amellerin sevabını bütün mümin ve müminâtın ruhlarına göndermek de iyi işlerdendir. Hepsine tam sevab ulaşır ve kim için okunduysa o

Efendim Sen Varken Başka Şeyh Aramam ki

Efendimiz salla'llâhü aleyhi ve sellem’in Vucüd u Mübarekesi Üçüncü suâl: Server-i kâinâtın (aleyhi ve alâ âlihi efdalüssalavât ve ekmelüt-tehiyyât) sohbeti, âhırete intikalinden sonra, uyanıklıkta vâki’ midir? Eğer vâki’ ise O mukaddes kabrinin mubârek cesedinden boş kalması lâzım gelir ki, bu da muhaldir? Cevab: Evvela deriz ki, boş kalmak, ya’nî kabrinden başka yere gitmek yoktur. Zirâ bu ümmetin meşâyıhı, bir anda çeşitli yerlerde hazır olmuşlardır. Nitekim Hâce-i Büzürkten [Şâh-i Nakşibend Hazretlerinden] bildirilir ki, bir iftâr vaktinde yedi yerde bulundular ve hepsinde de iftar ettiler. Şah Kemâl hazretlerinden de nakl olunur ki, namaz vaktinde bir yerde oturuyordu ve namaz vakti geçinceye kadar oradan kalkmadılar. İnsanlar namaz kılmadığını düşündüler. Ama aynı anda başka bir yerdeki insanlar namaz kıldığını gördüler. İkinci olarak deriz ki, istihalet-i mezkûr [zikr olunan imkânsızlık] söz konusu olmayabilir. Çünkü kabri mubârek cesedlerinden boş kalırsa, O mün

Huzur Arama Yok Sana

“Tasavvuf ızdırabdır, sükünet gelince, tasavvuf kalmaz” demiştir. Talibe, mahbubsuz rahat ve huzur yoktur. O Hak teâlâdan gayrisi ile üns ülfette olamaz, cemiyette bulunamaz. Onun cem’iyette [birliği haberliği] aşkın tefrikasındadır. Rahatlığı, rahatsızlıktadır. Mısra’: Benim cemi’yetim, senden gelen perişanlıktadır. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.487, 180. Mektup

Sonu Ölüm

Fakirlik Övüncümdür Allahu teâlâ feyiz kapılarını açık tutsun. Kıymetli mektûblannız birbiri arkasından geldi., Bizi sevindirdi. Nasibiniz olan güzel ve tatlı m’met fakr ve istiğnadır. Fakirlik için ne yazalım ki. Onun hakkında: “Fakirlik övüncümdür” buyuruldu. İstiğna yani kimseye ihtiyaç olmamak, ihtiyâç arz etmemek ise, Allahu teâlânın ahlakı tle ahlaklanmakdır. Hadîs-i şerîfte buyuruldu: “Cebrail bana geldi ve dedi ki: Yâ Muhammed, dilediğin gibi yaşa, ama bil ki öleceksin. Dilediğini sev, ama bil kı ondan ayrılacaksın, İstediğini yap, ama bil ki, yaptıklarının karşılığını göreceksin. Bil kı müminin şerefi gece kalkıp ibâdet etmesidir. İzzeti de, insanlara ihtiyâç arz etmemesidir Bundan önce meçisin hararetinden yazmış idiniz Daha hararetli olsun ve ucubdan [kendini beğenmekten, iyi görmekten] de daha uzak olun Bâtın nisbetine şükür ve hâllerinin çoğalmasına gayret edin. Yâran [eshabın] hâlleri ile iyi alakadar olun ve teveccühler edm ki terakki- eser zâhir olsun ve bu işde

Üzülme

Kapının Biri Kapandıysa, Gönül, Diğerini Açarlar. Aşkta böyle çılgınlıklar olur. Böyle şevk ve muhabbet tâliblerin arzusu, sâliklerin gayesi ve istediğidir. Bu sevgi işin önündeki perdeyi kaldırır ve seneler sürecek olan hâlleri, kavuşma ümidlerini bir saate sığdırır. Her şeyi akıllan ile çözme tutsakları bu muhabbetin kadrü kıymetini bilmezler ve bu çılgınlığı ayıb ve hastalık sanırlar. Eğer onlara bu muamma ve esrardan azıcık perde aralansa, bu çılgınlığın divânesi olurlar ve yüzlerce arzu ile akıl bağından uzak dururlar. Beyt: Akıl, gönlün zülfüne takıldığına şaşar, Ayaktaki zincirden akıllının aklı uçar. Bu çılgınlık [aşk] seâdetin sermâyesidir. Kurb ve ma’rifete yol açar. Hadîs-i şerîfte: “Sizden birinize deli [çılgın] denmedikçe imanı kâmil olmaz” buyuruldu. Yazıyorsunuz ki, mubârek Ramazan-ı şerîf ayını Serhend’de geçireceksiniz. Ne güzel! Üçünüz de yedişer kere istihare ediniz. Umarız ki, mübârek olur. Şu kadar vardır ki, ne ederseniz edin, ama hikmeti [iyi niy

Kerimlerin Kasesinden Toprağa Da Nasib Vardır

Husûsi zevklerinizden ve eshabınızın hâllerinin terakkilerinden bahseden mektûbunuzu okumak bize ma’nevî lezzet verdi. Size lütfettikleri bu cinsten sırlar ve muâmeleler ve sohbetinizin böyle tesiri, zamanın görülmemiş garîb hâdiselerindendir. Dünyayı dolaşsalar, onun bir benzerine, bir örneğine bir başka yerde rastlamak çok zordur, belki hiç yoktur. “ Ey Dâvud âilesi şükr edin! Kullarımdan şükr eden azdır” [Sebe'- 13] Beyt: Gayb perdesi ardında bulunan seâdetler, Bakalım onları kimin koynuna dökecekler. Lâkin örtülmesi lâzım olan mukattıat sırları için: “Boğazımı keserler” buyuruldu. Bizim Hazreti îşânımız ilk asırdan sonra onunla mümtâzdır. Bu ona âid özel bir ni’mettir. Mısra’: Ağzına almazsan vallahi şarabın tadını bilemezsin. İnşaallah bizim gibi maksaddan uzaklar, “Kerîmlerin kâsesinden toprağa da nasîb vardır” sözü gereğince nasîbsiz kalmazlar ve bu âb-i hayâttan, bu dudağı susuzluktan çatlamış olanların ağzına bir damla damlatırlar. Siz bu esrarın civâr

Sevgili Köprüsü

“İstikamet kerâmetten üstündür” buyurulmuştur. Yazıyorsunuz: Sülük ve cezbenin neticesi oyunları olan vehim ve hayal darlığından kurtulmayı Hak teâlâdan istiyorum. Bakışım, düşüncem, hedefim asılların aslından başkasına olmamasını istiyorum. Mahdûmâ; bu fânî dünyada vehmin bağından ve hayâlin darlığından kurtulmak mümkün müdür! Kemâl üzere, ya’nî tam kavuşmak yeri âhırettir. Lika [görüşme] zamanı da ölümdür. “Ölüm, sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür” buyuruldu. Ölümdür insanı bu ayak bağından kurtaran. Ölümdür kişiyi bu darlıktan çıkaran. “Kim Allaha kavuşmayı umuyorsa, bilsin ki, Allahın tayin ettiği o vakit elbette gelecektir” [Ankebût-5] âyet-i kerîmedir. Bu dünya hayatında bu tehlükeden kurtulmak ve matlûbu hiç ellemeden, yontmadan hayal ile kucaklamak çok nâdirdir. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.456, 146. Mektup

Şeyh Ahmed'in Sözü hak’dır

Bismillahirrahmanirrahîm. Yüce rab olan Allaha hamd, seçtiği kullarına selâmdan sonra: Mes’ûd kardeşim Şeyh Muhammed Mümin birkaç vâkı’a görmüş, fakîre yazmış ve suâl etmiştir: Birinci vâkı’a, hayırlıdır, güzeldir. Şöyle ki Muharrem ayının yirminci günü Cuma günü hazreti îşânın (İmam Rabbani) hizmetinde, ravda-i münevvereyi ziyârete gittik. Kabrin içinde murâkıb idiler ve hazreti İşân (sellemehüllahü Subhânehu) hazreti İmam-ül müridinin türbe etrafında murakıb oturmuşlardı. Anîden bu hakîr gördüm ki, kıble tarafından büyük bir nûr [ışık] göründü, âlemi kapladı ve ravda-ı münevverenin içine girdi. Hazreti İşânın murâkıb oturdukları yerde bir müddet durdu. Ma’lumum oldu ki, o nurda Hazreti Hâtemiyyet vardır (aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm) O anda bu aşağı kulun hatırından geçti ki, O Hazret (aleyhissalâtü vesselâm) bizim Hazreti İşânımızın kapısına niçin teşrif buyurdular. Bu düşüncede iken hazreti Risâlet penâh (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: “Kim Şeyh Masu

Hakk’ın İşleri

Hem ol, hem olma, işte müşkül budur. Akılların aklı buna ulaşamaz ve bu muammanın açılmasını muhâl zanneder. Sâbıka-t inâyet [Hakkın ezelde yardımı] lâzımdır ki, bu muammayı açsın ve işkâli [zorluğu] çözsün ve muhâli mümkün hâline getirsin. “Rabbimi zıtları birleştirici olarak tanıdım” buyurmuşlardır. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.452, 143. Mektu

Hep Seni Arar

Gözümü ve gönlümü neyle meşgul edeyim, Gönlüm hep seni ister, gözüm hep seni arar. … Aşkımın kuyu başında ölürsen eğer, Kan bahan benim; ne versen değer. … Hakka yemîn olsun ki, şarabın lezzetini, Ağzına almadıkça, bir   tanem tadamazsın. … Perdenin arkasında nice seâdetler var, Dikkat et de bak, kimin kalbine akıtırlar. .. Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer, Diyetin ben olduğumdan cihanı versen değer. … Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde, Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul

Biz Yokluk Dedik Ama

Hamd, salât ve duâlardan sonra: Muhabbet yollu mektubunuz geldi. Vaktimizi hoş eyledi. Yazdığınız hâlleriniz güzeldir. Zikir esnasında her uzvu hareket ediyorsa, sultân-ı zikirdendir. Sükût halkasında kendinden eser görmemeniz ve kendini sırf adem bulmanız, fenâ esasına dayanmaktadır ya da fenânın başlangıcı hâlinde olduğunuza işârettir. Büyüklerden biri: “Kendime dönüşü olmayan bir adem istiyorum’’ dedi. İşinizle meşgul olunuz ve terakkî isteyiniz. Zikirden mezkûre ademden fenâ-i hakîkîye geliniz ki, bu yolun ma’rifetlerine kavuşasınız. Zıldan da asla koşun. Nefyü isbât [Lâ ilâhe illallah] kelimesini, o kadar tekrar edin ki, bütün arzu ve isteklerden tamamen kurtulasınız ve Hakk celle âlânın muradı kaim olasınız.   Beyt: Benim nâmurâdımsa, senin muradın eğer, Bundan sonra hiçbirşey, murâd etmesem değer. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.376, 82. Mektup

Yine de Kulluğunu Bırakmadı

Gayretin Bedeli Birgün dedi ki: Bana müjde ve haber verdiler ki, sen kimin cenâze namazını kılarsan, onu bağışlarım. Yine dedi ki: Birgün kusurlarımı, günâhlarımı, hata ve eksiklikler mi düşünüyor, ağlıyordum. Pişmanlıklar içinde Rabbimden özür diliyor, beni afv etmesini yalvarıyordum. O sırada ilhâm olundu: “Senin günâhların sevaba, kötülüklerin iyiliğe tebdil oldu ” dediler. Birgün dedi ki: Ravda-i mutahharada oturuyordum. Bir de ne göreyim; Resûl-i ekrem (sallallahü teâlâ aleyhi ve sellenrı) hazırlar ve kemâl-i keremiyle “Ben Allahu teâlâ için seni seviyorum. Seni seven beni sever, yahud ben onu severim” buyurdular. Bu iki sözden birini söylediler ve sonra “Ben onun |Mirzâ’nınj garibliğini ve murâdsızlığını seviyorum’ buyurdular. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.362, 70. Mektup

Duymasaydın Daha İyi İdi

Gel Vazgeç Bu Sevdadan “Ey îman edenler, îman ediniz” âyeti ve eserde gelmiş olan duâda; "Yâ Rabbi, senden, ardında küfür olmayan îman istiyorum” buyurulması, sanki bu hakîkî îmana işârettir. Sözün özü, bu ma’rifeti arayıcı, isteyici olmalı ve nereden can burnuna bununla alâkalı bir koku gelirse, onun ardından gitmeli, bu uğurda evi bırakmalıdır. Çoluğa çocuğa akraba ve dostlara veda etmelidir. Çünkü Allahu teâlâ hepsinden daha sevgili ve kıymetlidir. Onun hakkı, bütün haklardan üstün ve ağırdır. Kur’ân-ı kerimdeki: “Ey Habîbim, de ki, eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabalarınız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticâret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’dan, Resulünden ve Allah yolunda cihâd etmekten daha sevgili ise, artık, Allah emrini [azabını] getirinceye kadar bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez” [Tevbe - 24] âyeti bu ma’nâya işârettir. Mahdûmâ; özür ifâdeli sözler ne zamana kadar sürecek.

Belaya Kim Razıysa Okusun

Başka Çare mi Var Allahu teâlâ bir şeye tecelli edince, o şey alçalır. Ondan sonra kendisine yeni bir hayat verilmeye hazır olur ve Onun ahlâkı ile ahlâklanır. “Öldürdüklerimin diyeti benim” buyuruldu. Nakısları kemâle getirmek için onu geri gönderirler. “Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasında yürüyebileceği bir ışık verdiğimiz kimse” [En’am - 122] âyet-i kerîmesi buna işâret etmektedir. O zaman ni’met onun hakkında tamam olur ve hilâfet ma’nâsı zuhûr eder. Mısra’: Bu büyük devlettir, bugün kime verirler. Kaynak:Mektûbât-ı Ma’sumiyye, trc: Süleyman Kuku, 2017, İstanbul, Cilt III, sh.336, 52. Mektup

Dostumuz ve Düşmanımız

“Bir kimse, Allahu teâlânın düşmanlarını düşman bilmezse, hakîkî îman etmiş olmaz. Müminleri Allah için sever ve kâfirleri düşman bilirse, Allahu teâlânın sevgisine kavuşur” buyuruldu. Bir hadîs-i şerifte:   “Bir kimse, Allah’ın dostlarını sever, düşmanlarını düşman bilirse ve Allah için verir ve Allah için vermezse, îmanı kâmil olur” ve: “İsyân edenlere düşmanlık ederek, Allah’a yaklaşınız!” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte: “Allahu teâlâ bir Peygambere vahy etti ki, falan âbide söyle, dünyada zühd ederek, nefsini rahata kavuşturdun ve kendini kıymetlendirdin, benim için ne yaptın? Âbid sordu: Yâ Rabbi! Senin için ne yapılır? Allahu teâlâ buyurdu: Düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi?” buyuruldu. Sevenin, sevgilinin sevdiklerini sevmesi ve sevmediklerini sevmemesi lâzımdır. Bu sevgi ve düşmanlık, insanın elinde değildir. Sevginin îcâbıdır. Burada, diğer işlerde lâzım olan irâdeye ve kesbe ihtiyaç çoktur. Kendiliğinden hâsıl olur, D

Ne Diyeyim ki

Var mısın Sendeki arzular tek tek senin şeytanındır. O zâman anlaşılmayan bir yer kalmaz. Eğer mevcûd yoktur ma’nâsıyla   dersek yine mahzur yoktur. Çünkü bu durumda masivaullah mevcûd değildir, belki ma’dumdur [yoktur] diyoruz. Mevcûd değil ama, mevcûd gibi görünüyor. Mısra’: Biz, var görünen, birer yoklarız. Cilt: III, Sh.280/ 7. Mektup   Gitmez Kuldan yüz karalığı gitmez iki âlemde, Allah bilir bu sıfat hep kalır kendisinde. Lâkin sâlik mahviyyet ve istihlâk esnasında kendinin imkânla [mahlûkluk] teayyununu, hakani [Hakka âid] vucûd ve Onun ahlâkı ile ahlâklanmış bulur, ibâdet, zikir ve bunların kısımlarında kendi vucûdunu [varlığını] orada görmez ve: “Allah’ı Allah’dan başkası zikretmez” ve benzeri sözlere dilinde yer verir. O hâlde bu muâmele [hâl] sâlikin şuhûdunda, görüşündedir. Mısra’: Hakda yok olan kimse Hak değildir. Cilt: III, Sh.282/ 9. Mektup İstediğin Bu Değil Mi? Bizim aşkımız uğruna öldürülürsen eğer, Diyetin olduğumdan cihanı verse

Şeyh Olsam Tek Bu Zikre Daim Olun Derdim

16. Mektûp Eğer Lâ ilâhe illah’ı kâfirlerin putlarına ilâhlar dedikleri ma’nâda dersek, bunu böyle yapmamalı ve Allah’ı ilâh yapmalıyız ki, doğru olsun. Eğer Allah’dan başka ma’bûd yoktur dersek, Muhammed Resûlullah’ı niye söyleriz. Lâ ilâhe illallah derken, kâfirlerin putlarına ilâh demelerini reddetmeği düşünmelidir. Kâfirlerin ilâh demeleri, putları ma’bûd bilmek, ibâdet etmek ma’nâsındadır. Yaratıcı ve varlığı lâzım ma’nâsında değildir. Ya’nî kâfirlerin çoğu ibâdette müşriklerdir. Müslüman olmak için Muhammedün resûlullah demek de lâzımdır. İnsan bunu da söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını de red etmek lâzımdır. İnsan bunu da söylemedikçe müslüman olmaz. İmanın kâmil olması için, nefsin arzularını da red etmek lâzımdır. Lâ ilâhe deyince, bu arzular da red edilmektedir. Câsiye sûresi 23. âyetinde: “Nefsinin arzularını ilâh edineni gördün mü?” buyuruldu. Ehli sünnet âlimleri, insanın maksudu, ya’nî hep arzu ettiği şeyler onun ma’bûdu