Kayıtlar

MEHMET AKİF ERSOY’UN TEFSİRCİLİĞİ

  ÖNSÖZ Âlemlerin Rabbi olan Allah (c.c.)’a hamd-ü senalar; O’nun mümtaz kulu ve elçisi olan Hz. Muhammed (s.a.s.)’e salât ve selamlar olsun. Mehmet Akif Ersoy, birçok ilmî araştırmaya konu olmuş, hakkında nice kitaplar yazılmış, çok yönlü bir şahsiyettir. Akif, hakkında yazılan kitap ve araştırmalarda daha çok edebî yönü öne çıkartılmış, diğer yönlerine ise kısmen değinilmiş ya da göz ardı edilmiştir. Akif’in göz ardı edilen bu yönlerinin başında, onun tefsirciliği gelmektedir. Akif, bir müfessir olmamakla beraber, kendi döneminde bir boşluğu doldurmak maksadıyla Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlü’r-Reşad mecmualarında tefsir yazıları yazmıştır. Bu yazılar zamanla azımsanamayacak bir hacme ulaşmış ve tefsir ilmi çerçevesinde değerlendirilebilecek bir boyut kazanmıştır. Akif, çocukluğundan itibaren adeta Kur’ân ile yoğrulduğu için, gerek edebî gerekse ilmî kişiliğinin temelinde Kur’ân bulunmaktadır. Temel eseri olan Safahat’ta, Kur’ân’dan ilham alarak yazılan şiirleri bunun bir göster

Göçtü

bir evden göçtük diğerine değişen sadece neydi üflenen aynı dertlerim  göçtük yeniden ağladığım ve güldüğüm şeyler hangi elemin işareti yıkılmayan değilken yıkılan bitmeyenken biten unutmak istemediğimi unutturan içinde… her şeye yeniden değişirken mekân dört köşe bir tanrı evi severim kâbe gibi gün doğmuş gün batmış çölünde kavrulsa sözlerim kelimeler yatsın kumun üstüne rüzgarla silinsin gökle birleşmez  ama divane gibi   bir ayrılık olsa da   bilsem bilmesem hepsi benim dört köşe tanrıdır misafiri evim İsmail Hakkı Altuntaş

Yol

  Hazırlayan: OSMAN BAYKAL Yol, Türk mitolojisinde temel anlamıyla, ulaşımı sağlaması yönüyle kullanılmıştır. Özellikle Ergenekon Destanı’nda Türkler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken dağın içine doğru giden bir yol bulmaları sayesinde kurtulmuşlardır. Burada çoğalıp büyük bir topluluk haline gelen Türkler, dış dünyaya açılmak için de tekrar yol gereksinimi duymuşlardır. Bu nedenle dağın içindeki demiri eriterek bir yük hayvanın geçebileceği kadar yol açıp dış dünyaya yeniden dahil olmuşlardır. Oğuz Kağan Destanı’nda ırmaktan askerlerini geçiremeyen Oğuz Kağan’ın ulaşımı sağlayan Ordu Uluğ Bey’e Kıpçak Bey adını vermesi, Dede Korkut Destanı’nda Deli Dumrul’un köprü inşa edip geçenden de geçmeyende para alma hikâyesi destanlarda tespit edilen geçiş, yol vurgularıdır. Aynı zamanda göksel yolculuk yaptığına inanılan şamanın dünya ağacı üzerinden bir yol takip etmesi ve bunun belli bir çizgi üzerinde olması yolun hem destanlarda hem de dini öğelerde ulaşım boyutuyla, somut şekl

Senin mi Benim mi

Resim
  Rüya gibi hayatım Ölmüşken can veren Senin mi benim mi Önceden kimindi Bulamadım, sorsam Senin mi benim mi Ağlayıp sızlarken peşine gelen gülmenin Yaşadığım bütün güzellikler Senin mi, benim mi Sevişmenin tadına hasret Kalbimi  buldum…demek Senin mi benim mi Bahtsız kaderin  tahtını indirdim Varlığıma yol açtım Senin mi benim mi Gözden kızıl gül döken yaşlarım silindi Kahkalarımın  nedeni Senin mi benim mi Solmuş ruhuma bahar yağmurum Sevgiyle  kucağıma doldun Senin mi benim mi Nedense önceden çoraktı yurdum Gözyaşlarım çeşmelere rakiptir Senin mi benim mi Düşmüşüm, boğulmuşum Kurtulmak istemiyor  Senin mi benim mi Başımı koyup doymaya ..bir göğüs  İçimde dışımda olan                         Senin mi benim mi Adını anmadığım bir an yok Gökkuşağı dudaklarıma değdi Senin mi benim mi İçimde bir mum eriyor Ağlamaktan vazgeçiyorum Senin mi benim mi Karanlıkta gölgeler Gün batımında ışık Senin mi benim mi Uykusuz gecelerime Gözyaşlarım inci  Senin

Ateş Kalbimdeki Kardan Daha Soğuk

Resim
  "Hallac Divânı"ndan  كانَت لِقَلبي أَهواءٌ مُفَرَّقَةٌ فَاِستَجمَعَت مُذ رَأَتكَ العَينُ أَهوائي فَصارَ يَحسُدُني مَن كُنتُ أَحسُدُهُ وَصِرتُ مَولى الوَرى مُذ صِرتُ مَولائي تَرَكتُ لِلناسِ دُنياهُم وَدينَهُم شُغلاً بِحِبِّكَ يا ديني وَدُنيائي ما لامَني فيكَ أَحبابي وَأَعدائي إِلّا لِغَفلَتِهِم عِن عُظمِ بَلوائي أَشعَلتَ في كَبِدي نارَينِ واحِدَةً بِينَ الضُلوعِ وَأُخرى بَينَ أَحشائي ولاهممت بشرب الماء من عطش   إلا رأيت   حيالا   منك فى الماء النار أبرد من ثلج على كيدى   والسيف ال ي ن لی هجر مولايى Farsça براى قلبم تمناهاى گونه گونى بود و از لحظهٔ اى كه جشم تو را ديد تمناهايم آشكار شد «كرد آمدند » پس كسى كه بر او رشك مى بردم او هم به من رشك برد و لحظهٔ اى كه تو يارم شدى، من جهاندار شدم دين و دنياى مردم را رهاكردم اى دين و دنياى من به عشق توگر فتار شدم درستان و دشمنانم به خاطر تو سرزنشم نكنند مگر به خاطر غفلتشان از آشوب بزرگم در دلم دو آتش یكانه بر افروختى آتشى در سينه ام و آتشى در درونم از تشنكى قصد نوشيدن آب نكنم م

Namaz Kılmayıp ve Orucu Tutmayıp Hallacın Yolundayız Diyenler Sahtekârdır...

Bir Divan Şairinin Hallac-ı Mansur Yorumu Hazırlayan: Kaplan ÜSTÜNER [*] Özet Şiirlerinde çeşitli kaynaklardan beslenen divan şairleri, ünlü sufi Hallac-ı Mansur (244/858-309/922)’a karşı da kayıtsız kalamamış, onu da şiirlerinde konu edinmişlerdir. Hak aşığı Hallac-ı Mansur’un çileli yaşamı, insanı etkileyen düşünceleri ve hazin sonu şairlerin hayal dünyasını sürekli meşgul etmiştir. Manzumelerin beyit yahut bentlerinde yer verilen Hallac hakkında müstakil eserler de kaleme alınmıştır. Bu yazıda ise bölümler halinde yazılan bir mesnevinin Hallac-ı Mansur’a ayrılan kısmı değerlendirilecektir. Eserin yazarı Edirneli Kâmî (1059/1649-1136/1724) ilim ve irfan sahibi bir şairdir. Bağdat’ta kadı olarak bulunduğu sıralarda çalışmamıza konu olan Tuhfetü’z-zevrâ mesnevisini kaleme almıştır. Şair, eserinde Bağdat’ta medfun velileri anlatmıştır. Toplam 26 başlık altında 581 beyitten oluşan mesnevi, aruzun “mefûlü mefâ‘ilün fa‘ûlün” kalıbıyla yazılmıştır. Bu çalışmada, bir divan şairinin Hal