Kayıtlar

Sayılacak Emeklerimi

  "sevgili nazlı olursa ahyan da vahlıyan olur"   emeklerim …çocuk gibi düşer yol üstüne bir annesi mi var, olsaydı titrerdi üzerine yol mu büyür… çocuk mu … emeklerim emeklerim gölgeli gibi   kalbin üstüne taş koyan …bitiren için emeklerim uçan yeldir… düşerken  üstüne ümitsizce yıkıldığını görürsünde acımaz mısın… yıkılan benim derdim… yine de seni emeklerim   hep olmaz  dersin… olduğun yer  açık kapı vefalı olmalı değil mi…yanarken iyiyiz… her şeyde bir sevinç bir güzellik vardır ne olur… bir yüz göstermelik versen bize   her şey toz ve toprak ile sis uzağın yakın oluşu arasında kalp kapanır mı söz verdin bir kere yoksa kırılmasını mı istiyorsun kendi kendine   bitirme gönlümüzü… gidiyor hiçliğinle sığınmak kolay… bilinmemek ne zordur yine de bir bildirseydin. olacağın yeri …her zaman ki gibi… gerek yok deme   olmuyor boşu boşuna… ölümü bekler gibi şimdi mahkumum sözüne diye… hüküm mü düşüyorsun … sayılacak em

Ölümüze Kırklar Okunmadan Dirimize Ne

  eskimiş köhne kafa, oda oda ruhumuz payimal can uçar ölüm üzer   değil ki zengin, söylensin fakirdi, garipti, ölümüze ne densin   Gönüllere kara bulaşmadan, Ölümüze kırklar okunmadan dirimize ne para Bitsin deyip,   ezip gittiler   keşke görünseydi haberli habersiz gelsin  gayri, ölümüze İsmail Hakkı Altuntaş

İkimize Dua Edeceğim

Resim
  Sâki!  İnsaf et; ne güzel bir yüzün var ben, yerden oldum n’endesin sen? Kul desem… lâyık değil sana Allah desem korkarım Susturmuyorsun ki susayım fakat söz söylemek yolunu da açmıyorsun bana Üzüm gibi sıkıp eziyorsun beni sevgili değilsin; derdi belâmsım benim. ** lâyık değilim amma… sevginle yandım yine de…seni sevmeye geldim ya Tanrı nurusun sen   ya Tanrı'sın yahut meleksin   yahut da bir nebi… Mevlana- Divân-ı Kebir ** dün gece içimden feryatlar   yedi kat gökten gelmiş gibi uyandırdı beni   bahçede dahi kumru dem çekmeyi bıraktı   feryadım cânım benim…beraberce gülelim bir olalım ayrılık bitsin demedin mi… seher vaktine- dek lisanımca bize dua edeceğim   eyvâh görünmeyen ulular halimizi gördüler de duaya âmin dediler gizli kalmalı değil miydi bunlar   canım… yol buldu gül bahçene sen varken yeryüzünde gölge yoktur şimdi ise ayrılıktan konuşuyorsun yak, yık, ama ayrılıktan bahsetme sen

Sus

Resim
  tanrısı sus derse bir insana… konuşabilir mi susmalıydı… kendine susulmuş olana… konuşmayalım denilene… durulmuş sular gibi ama kokmadan bekleyene… duyacak kulağa kurşun akıtmalı sessiz kalsın… susmazsa gönlüne bir hançer vursun istenmiyorsa dualar etmesin… kime tanrı erine dua edilir mi…kullarıyken har düşüne gül dermeli… kan boğaza gelmiş, boğulmuşa susmuş demeli ikram isterse can vermeli…değerliyse pul kadar sus oldur…susturan oldurmalı.. geceler sabaha kadar… beklemeli ve ağlarken…istemiyorum seni sus diyeni tanrı susturdu ağlamak sızlanmak   yasak… bir daha gelme denilmemiş ama ölseydi daha iyiydi… n’olur ki… İsmail Hakkı Altuntaş

Zebun

Resim
Ey aşk zebunu! Aşka düştün…ateşiyle ağla. Gece gündüz sonsuz sevdana Karşı durma...takat derman bul ama İnsan, noksan olan güzelliğe âşık olsa Nihayet o aşk bitermiş. Bulmuşsan  alevle alevli yana Aşk yanması olanda Gece ile gündüz birbirine karışmaz mı? Sırları ne zaman tamamlanır ki? Her an aşkın gizeminde kalan Sevda uğruna gönlünü de canını da verir. Eğer seçmişler  seni   ve aşıksan Mum gibi yan güzel güzel ağla, Bitmez mi, olur… Güzelliği… imkansızdır kurtulması Kimsen kalmayacak kadar yalnız kalırsan Korkma Sana ayna olacak biri bul Ya da sen ayna ol. İsmail Hakkı Altuntaş

Aşkına Doymaz Yüreğim

Resim
Sızındı hayalimden Varlığın…güzelliğine hayranım Aşksız vakitlerde doğmuş olsam da Sensizlik   bende kırıklar bıraktı Rüyası da düşünmesi de günahtı Beklemiş çaresizlik ve pişmanlıkla Hani o bahçede uzanmış ellerine Uzanmıştı kızıl vişneler Bir yangı düşürmüştü içime Akmıştı da eline kırmızı renkleri Onlar da değmesin kanatıyor beni Istırabımın tanrısı incitmesin seni Sırlarınla dolu kalbime   el süremiyorum Varımı   sana verdim vereli Kavisli dudaklarına secde ederken Sana dua edecektim Dudaklarım kızardı aniden Mor ağzım ağzına değeli Ah ne din kaldı ne ibadet bıraktı Karanlıklara düşürdü iyi ki bu günah beni Saklanıyorum onunla Sevmişim özlemini Ah benim eflatunum Yürürken sallanan ahestene… Yalnız bırakma acılarımı Kalbimin tanrısı ol...yaşat beni Beklediğim bir arzuyla sevdin Yakmaya devam et koy içime alevini Epeydendir yolunu bekliyorum Aşktan sonra ne var? Sana ihanet etmem üzülme Saklama benden ne ise söyle zevklerini   Felek fırsat versin de hep gül Bir daha gül bensiz yahut

Sen Beni Sevmiş Olmalısın

Resim
Azizlerden biri: “Vermek istemeseydi,  istek vermezdi” buyurmuştur.   Ey hayâlimize sığmayan güzelim, sana hayâl nasıl ulaşır ki? Anka kuşusun avlamak istedim, aldanıp ben avlandım. Tuzağımı topladım. Sen yükseklerin sakini sana ulaşan yalnız havadır. Kim seni tuzağa bugüne kadar düşürür ki…Sen tatlı ol da, hayat varsın bana hep acı versin. Sen benden râzı olmanı isterim, ötekilerse hep düşman…aramızda olan aşkımız binlerce yıl yaşasın, Başka dahil kim, ne var ise, varsın hep harap olsun. Kaçıncı söyleyişim.  Ben yazıya kelimelere sığınıyordum.  Sana söylediklerimi yazdıklarını okuyunca senin dudağına gözüne kavuşmuşum diyordum. Şimdi aramıza kalsın sözler, benden sen duy. Kimseler bilmesin. Artık… İsmail Hakkı Altuntaş

Melancholia (2011)

Resim
    Seni çok seviyorum.    Böyle mükemmel bir sevgilim olacağını hiç hayal etmemiştim.                   Kendimi yeryüzündeki en şanslı adam olarak görüyorum.   Seni seviyorum.   Böyleyken böyle.   Bu kadar.

Aşkına

Resim
Aşkımda, ayrılığım da, hepsi mahzun… Her zaman öpücüklere boğarak Bastırsan da yüreğine beni… Kalbime sormadın bir kere...  gözlerimden yaşlar nasıl  boşalırdı? Sanırsın kanlı bıçaklı zorla ayrılanlar gibi. Zalim miydi bu kader, başımıza sarılmış. Çok mu iyiydi ki, o seni benden koparmış. Ey Yüce Gönül, kırgınım… Neden kırgınsın deme… Yok muydu başkası dünyada, birileri kalmamış gibi. Işığım, Gülpembe’m! Ömrümün tek açılan kapısı, sen bana kilitli olacaktın. Her gelen gün ve yıkıldığım akşamlar. Ve ümitlerim... İçmeden sarhoş eden hasretim. Zaman ne bırakacak bende Şiir mi, aşk mı, beklenti mi? Acını duyumsatırken. Ve seni başkasının kollarında bilmek Çok zamanda sen beni Mahkum edildiğimiz bu kedere İlâhi  neden izin verdi ki? … Ey kervan…sevdam aşkına Beni götürün bilinmezliğime Sürekli kararan bu gönlümle Yine tek başıma Durmak istemiyorum. Hani...hayalin sonunu böyle olmayacaktı Boşuna beklemek mi bu...bitmeyecek mi Karanlığın gölgesinde kime sarılayım Söylesin taşlar ve kara topra

Sana Değil Resmine Aşığım... Sevmek Zamanı

Resim
  SEVMEK ZAMANI Sevmek Zamanı (1965) YÖNETMEN:  Metin Erksan  OYUNCULAR:  Müşfik Kenter, Sema Özcan, Süleyman Tekcan, Fadıl Garan, Adnan Uygur.  SENARYO:  Metin Erksan  YAPIMCI:  Metin Erksan (89 dakika) Bir filmi “kült” yapan şey nedir? Çekildiği yıl ıskalanmış olsa da sonradan keşfedilip zamanla eskitilemeyen sıra dışı anlatısı mı? Akıldan çıkmayan, değişik ve keskin hatlara sahip bir hikayesinin olması mı? Ya da uzlaşmasız ve aykırı bir film olması mı? “Sevmek Zamanı” için cevap “hepsi”... 1965 yılı Türk sinemasının çok film ürettiği yıllardan biridir (214)... Salon komedilerinin, yabancı filmlerin yerli uyarlamalarının, avantür maceraların, gişe melodramlarının her türlüsünü barındıran bir film yelpazesini barındırır. Ama aynı yıl sadece çekildiği yıl değil bütün Türk sineması tarihinde ayrıksı bir yerde kendine yer açacak olan Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı”nın da çekildiği yıldır... Erksan tabi ki de ‘bir resme aşık olan’ boyacı Halil’in hikayesini gösterecek salon bulamaz. Film

Görmeden Hayale Aşık Olma…Hüsrev ü Şîrîn

    Genceli Nizâmî tarafından, 1175 yılında Farsça yazılmış olup İran’ın Sasaniyan sülalesinden meşhur hükümdar Hüsrev’le Ermenistan hükümdarı Mihin Bânû(Şemira)’nun yeğeni Şîrîn’in aşkını konu edinen çift kahramanlı bir aşk hikâyesidir. Özet: “Nizamî, hikâyesine Hüsrev'in doğuşundan başlar. Onun nasıl büyütüldüğünü, tahsil ve terbiye gördüğünü, nasıl bir silahşor olarak yetiştirildiğini anlatır. Sonra bu genç şehzâdeye ressam arkadaşı Şâpur, Ermenistan hükümdarı Mihin Bânû'nun güzel yeğeni Şîrîn'den bahseder. Şâpur'un tarifiyle Şîrîn'e âşık olan Hüsrev, Şîrîn'i alıp getirmesi için onu Ermen'e gönderir. Orada daha evvel çizdiği Hüsrev'in portresini bir vesile ile gösteren Şâpur, Şîrîn'de de Hüsrev'e karşı aynı hissin doğmasına sebep olur. Hüsrev'i bulmak için Şebdiz'in üzerinde yola çıkan Şîrîn bir pınar başında yıkanırken, Behrâm-ı Çûbîn yüzünden babasıyla arası açıldığı için, Medâyin'i, Ermen'e gitmek üzere terk eden Hüs