Print Friendly and PDF

MECMA’UL ÂDÂB SÛFİ-ZÂDE SEYYİD HULUSİ

 

Sadeleştiren: YASİN ALTINTAŞ

ÖNSÖZ

Bizleri İslâm ahlâkıyla bezeyen Allah’a hamd olsun, salât ve selâm, Allah’ın güzel ahlâkla süslediği Nebi’ye olsun. Ayrıca onun güzel ahlâkı ile ahlâklanan ashabına ve ailesine de olsun. Cenabı vacibul vücûd hazretleri Cin ve insanları yani tüm ölümlüleri ken­disine ibadet etmeleri için yaratmıştır.

“Ben insanları ve cinleri sadece ve sadece bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariat suresi-58) bu ayetle de pekiştiril­miştir. Ubudiyetin zirvesinin Allah’ın ululuğunu bilmeye ve buna va­kıf olmaya bağlı olduğu, hakikat sahipleri (ulema) katında sabit ve görülür bir gerçektir. Bunun gibi Hz. Hakk’a ibadet ve kulluk gibi bir sermaye ve saadet Allah’ı bilmeye denk bir şeref ya da meziyet ol­madığı, bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifle bildirilmiş, sabitleşmiştir.

Yani marifetullah’ın ortaya çıkması, âdâblar ve onların erka­nına riayetle doğru ve halis niyetle ibadet ve kulluk vazifesini yap­maya bağlıdır. Ehl-i İman’ın görevi ibadetin kıyam ve kıvamına se­bep olan şeyleri bilmek ve gerekeni layıkıyla icra etmektir. Bunları yapmalı ki, iki cihanda da mutlu olsun ve cenab-ı kibriyayı bilmeye nail olsun.

İlk olarak İslâmî kurallardan kişiye düşen, bedeni ve maddi ibadetler, farz, vacip, sünnet, müstehab ve adap olmak üzere beş kısma ayrılmıştır. Bunların her birisi bir diğerinin varlığıyla vardır.

Hepsi birbirine lâzımdır.

Şöyle ki, Farz vacibi, vacip sünneti, sünnet müstehabı, müstehab âdâbı tamamlar. Bu sıralama gösteriyor ki madden ve bede­nen yapılması farz olan şeylerin tam manasıyla icra edilebilmesi vacip, sünnet müstehab ve âdâba riayet etmekle mümkündür. Bir kişi âdâba ne kadar itina gösteryorsa, ibadet ve davranışları o gös­terdiği itina kadar mükemmel, şeriat tartısının ölçülerine uygun olur. Yine kişi, âdâbı terk etmeye cesaret ederse bundaki lâkaytlı­ğının tesiriyle zaman zaman müstehab sünnet vacip ve belki de farzı bile terk etmesine yol açacağından korkulur. Bu itibarla âdâbın farz vacip ve sünnetin anahtarı olduğu ortaya çıkmıştır.

Ayrıca ulvi yollarında âdâb üzerine bina edildiği ortaya çıkmış oldu. “Bütün yollar edepler üzerine kurulur” sözü bunun ispatı­dır.

Âdâbı bilip, onu hakkıyla yerine getirmeye dikkat ve riayet et­mek ibadet ve ubudiyyetin temelidir. Geçmiş hakk yolunun ve şu zamanki alimler zümresi keşif ve yakin ile (Allah kabirlerini nurlandırsın), nice beliğ eserlerinde buna dair pek çok hakikat beyan bu­yurmuşlardır. Bu sebeple en büyük ve en küçük meseleler dahi ol­sa, ibadetin teferruatında asla hiçbir şey terk olunmamıştır. Telif olunmuş faydalı eserlerden bir çoğu arapça ve farsça olarak yazıl­dığı için herkesçe derin manaları anlaşılamamıştır: Bu babta Türk­çe dilinde yazıp İslâm âdâbını anlamak ve öğrenmek için çaba gös­teren din kardeşlerimiz ve özellikle Müslüman yavrucaklarına bir hizmet etmiş olacağına inanan bu fakir ve eksik bilgili, çarşamba müftüsü Sûfi-zade Seyyid Hasan Hulusi olarak bilinen her ne kadar bu inci taneleri gibi olan yazıları ve faydalı bilgilerini toplayıp bir eser meydana çıkaramayacığına vâkıf oldu ve “Bütünü anlaşıl­mayanın tamamı terk edilmez” kuralına sığınarak, kusurları ört­meleriyle meşhur ilim sahiplerinin bu babta olacak kusurları affede­ceklerini umarak bir risale tercüme edip ismini Mecmaul Adâb koy­dum.

Kitabı 90 baba ayırmıştır. Çok çeşitli meselelere temas etmiş­tir. Fiil ve kullanılmasında sakınca bulunan bazı şeyler de kitaba dere ve ilâve edilmiştir. Adı geçen kitapta ameller ve başka konu­larla ilgili olan âdâp beyan edilmiştir. Müsanip görülen bazı yerler­de bazı faydalı meselelerde ilâve edilmiştir. Kaynak olarak, Buhari şerif, Camius sagir, Meşarig-i Şerif ve Mesabih-i Şerif, Şir’a Şerhi, Mefatihul cinan, Avariful Mearif, Tefsiri Ruhul Beyan, İhya-u Ulumiddin, Bostanul arifin, Halisatul hakaik, Şerhül münye, Durri Muh­tar, Mülteka Vikaye, Günyetul Fetava, Şerhul Mecma, isimleriyle bi­linen kitapların hangisinden alıntı olduğu, babların sonunda göste­rilmiştir.

Başarı ve ismet Allah’tandır.

Muhakkak ki Allah (cellecelalııhu); adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.

(Nahl suresi; 90)

BİRİNCİ BAB

İMAN ÂDABI

Bu kitap her ne kadar âdâp esasları üzerine ise de iman me­selesi, önemli şeylerin en önemlisi ve zarureti diniyyeden olması sebebi ile ele alınmıştır. Ayrıca İslâm âdâbı da imanın muhafazası için çabalar. İman konusu bu kitabın temel ve birinci konusu olarak ele alınmıştır.

İMANIN ANLAMI

İman, inanmak manasındadır. Farsça’da yaveridan, garvidan denilir. Fakat şer’i manada, Peygamberimiz, iki cihanda sığınağı­mız, efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile diğer peygamberle­rin Cenab-ı Hakk’tan getirdikleri ve haber verdikleri her şeye can-ı gönülden inanmaktır.

Buhari şerifte;

“İman söz ve fiildir.” diye tarif buyurulan fiilden maksat da kalp fiilidir, diye buyurulmuştur. İmanın söz olup, yani dil ile söylen­mesi, müminin kalbinde bulunan manayı ifade etmesine tercüman olmasından dolayıdır. Hatta eski Arap şairlerinden Ahtal adındaki o ünlü ve beliğ şairin “Söz kalptedir, dilin sözleri kalbin kılavuzu­dur” sözünü mütekellimler akaid kitaplarında delil olarak göster­mişlerdir. Çünkü cenab-ı vacibul vucud’un birliği, azamet ve İlâhi kudreti:

 “De ki O Allah birdir.” (İhlas sûresi-1) “İlâhınız bir olan ilâhtır” (Bakara sûresi-163) “Eğer orada (yeryüzünde ve gökyü­zünde) Allah’tan başka ilâh olsaydı ikisi de (yeryüzü ve gökyü­zü) fesada uğrardı....” (Enbiya sûresi-22)

Bunun gibi ayet-i kerime, hadis-i şerif ve güneşten bile aşikâr delillerle ispat olunmuştur.

O zaman her aklı başında müminin, Allah’ın varlığını ve birli­ğini ve kemal-i kudret sıfatıyla mutassıf olduğunu yakinen ve kati­yen bilmesi ve inanması önemli ve gereklidir.

Ayrıca aklı başında olan bir Müslüman, Allah azze ve celle hazretlerinin mülkün gerçek sahibi olduğunu, kendisinin ortağının ve benzerinin olmadığını, kâinatın mükemmel bir kurulu düzen içe­risinde varola geldiğini, daha ilk bakışta anlar. Yerlere ve göklere, özellikle kendi vücuduna bakarak, bu kadar işin, güzelliğin içerisin­de Allah’ın birliğini akli delillerle bulur. İslam’ın en önemli âdâplarından biriside kulun bu şekilde davranmasıdır.

Bu kural, bütün din büyükleri ve muhakkikin katında kabul görmüş ve örnekleri bizzat kendileri olmuştur. Onlara göre Allah’ın birliğini kabul eden herkesin yani bütün tevhid ehlinin, iman ve İs­lâm’da sebat üzere olmaları bütün farzların ve İslâm âdâbının ilk adımıdır.

• Bir mümine: “Mümin misin Müslüman mısın?” diye sorul­duğunda, tereddüt etmeksizin şu şekilde cevap vermelidir.

Ben gerçek bir mümin ve Müslümanım.

- Mümin ve Müslüman diye kime denir? diye sorulsa.

-     İman ve İslâm üzere vasıflanmış olan şahsa denir diye ce­vap vermesi lâzımdır.

-                   İman ve İslâm neye denir diye sorulsa.

-     İman ve İslâm, şeriatle birdir. İmam-ı azam katında ite ikrar, kalp ite tasdik” etmekten ibarettir. Yani dil ile söylemek ve de kalp ile inanmaktır.

-     Dil ile neyi söylemek, kalp ile neye inanmak lâzımdır diye sorulduğunda.

-     Amentü’nün içinde Vasf-ı İman adı verilen altı şeyi dil ile tek­rarlamak ve kalp ile inanıp samimiyetle iman etmektir.

-                   İtikatta mezhebin kimdir? diye sorulsa.

-     Ahir zaman Peygamberi Efendimiz (sallalla.hu aleyhi vesellem) ve onun Ashab-ı Kiramı hangi itikad üzerine bulundulârsa bende o itikat üzerineyim, der.

- Amelde imamın kimdir diye sorulsa.

-                   İmam Azam Ebu Hanife (Radıyallahu Anh) hazretleridir. Der.

İtikatta imamın kimdir? diye sorulsa.

-     Hanefi imamlarından olup itikadi meseleleri İmam Azam hazretlerinden öğrenen ve ictihad eden İmam Ebu Mansur Maturudi hazretleridir. Der.

  Mümin ve mükellef olan birinin fiillerine düşen Şer’i hüküm­ler kaçtır? diye sorulsa.

-                   Beştir. Vaciplik, haramlık, kerahat, nedip, helâl.

-     Bu Şer’i hükümleri ispat eden, İslâmî deliller kaç tanedir di­ye sorulsa.

Dörttür. Kitap, sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha.

Mümin olan kimsenin imanını kemale erdirecek şeyleri teşhis edip itikadını yakin derecesine erdirmek için çalışması âdâptandır. Nitekim hadis-i şerifte;

 “İman ağacının altmış dokuz dalı vardır. Bunların en faziletlesi Lâ ilâhe İllâllah’tır. En alt derecesi insanlara eziyet ve cefa veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.” Buyurulmuştur.

Özetle, mümin kişinin, İslâma lâyık olan özellikleri bezenme­si, peygamber davranışlarıyla süslenmesi âdâbın önemli özelliklerindendir. Âdâbın en önemli ve üstün olanı Allah ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] sevgisidir. İkincisi kendisi için sevdiği şeyi mümin kardeşi içinde sevmesi ve razı olmasıdır. Üçüncüsü, imanı­nı bırakıp küfre dönmeyi, kendisini ateşe atmak gibi kabul etmektir. Bu üç sıfatı kendisinde bulunduran mümin, imanın lezzetini bulur. Bu konu hakkında şu hadisi şerif varid olmuştur.

“Şu üç şey kendisinde bulunan kimse imanın lezzetini alır. Allah ve Resulü’nün (sallallahu aleyhi vesellem) kendisine başkalarından daha sevimli olması, din kardeşini Allah için sevmek, küfüre düşmeyi ateşe atılmaktan daha korkunç gör­mek.”

Ve de mümine yakışan, ondan hiç kimseye zarar ve eza gel­memesidir.

Sahabiler Peygamber efendimize (sallallahu aleyhi vesellem)

-   “Müslümanların hangisi daha üstündür?” diye sordukla­rında;

-   Müslümanların en faziletlisi, insanların elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir, cevabını vermiştir.

Yine bir Müslüman’a yakışan, yemek ve yedirmek, tanıdık ol­sun, olmasın herkese selâm vermektir. Bir kimse Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] efendimize gelip “İslâm özelliklerinin hangisi daha faziletlidir?” diye sormuştur.

“Yemek, yedirmek ve tanıdığı ve tanımadığı kişilere se­lâm vermektir.” buyurmuştur.

Bir mümin, Peygamber efendimizin Ashabının en üstünlerinin Ebu Bekir es-Sıddık ondan sonra Ömeru’l-Faruk ondan sonra Os­man zi’n-Nureyn ondan sonra Aliyy’ul-Murteza (Allah hepsinden ra­zı olsun) olduğunu bilmelidir.

Bunları bu şekilde kabul ettikten sonra, onları ve Sahabe-i Ki­ram hazretlerini sevmek, birbirleriyle olan münakaşaları ve hallerin­den dolayı onlara dil uzaîmayıp sükût etmek gerekir. Hadis-i şerif­te şöyle duyurulmuştur:

“Beso Rabbime, benden sonra ashabım arasında meyda­na gelecek anlaşmazlıkları sordum. Şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Senin ashabın benim katımda gökteki yıldızlar gibi­dir. Birbirlerinden derece farkları vardır. Kim, ashabının ihtilâ­fa düştüğü hususlardan birinden hangisini seçerse benim ka­tımda doğru üzerinedir.”

Başka bir hadiste:

“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız hida­yete erersiniz.”

Diğer bir hadiste:

“(Takvaca) İleride olanlarımız ileridedir. Orta yolu takip eden kurtulmuştur, zalim olanlarımız bağışlanmıştır.”

Diğer bir hadiste:

“Benim şefaatim ashabıma küfür edenden başka herkese helâldir.”

Diğer bir hadiste:

“Ümmetimin en kötüleri, Ashabım hakkında kötü söz söy­leyenlerdir.”

Bir mümin, Kureyşe ve Arap’a sevgi duymalı ve onlara karşı kin gütmemelidir. Hadis-i şerifte:

“(Müslüman olan) Kureyş(IHer)i sevmek imandandır. Onhra kin beslemek küfürdün (Müslüman olan) Arap(ları) sev­mek imandandır. Onlara kin beslemek küfürdür. (Müslüman olan) Arap(ları)ı seven beni sevmiştir, kin besleyen bana kin beslemiş olur.” buyurulmuştur.

Yine bir mümin, imanını sabah ve akşam yenilemelidir. Hadis-i şerifte:

 “Emin olun ki, içindeki iman, elbisenin eskiyip yıprandığı gibi eskir. Bundan dolayı Allah'tan kalpteninizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.” buyurulmuştur.

Başka bir hadiste;

“Şüphesiz ki kalpler demirin pas tuttuğu gibi pas tutarlar. Onun cilası istiğfardır.” buyurulmuştur.

Mümin, imanının bekası ve imanla ölmek için sabah namazı­nın farzı ile sünneti arasında bu duayı üç kere okumalıdır:

 “Ey Hayyum, Ey Kayyum, Ey Celâl ve Kerem sahibi, sen­den kalbimi mağfiretinin nuru ile temizlemeni ve sonsuza ka­dar böyle olmasını dilerim. Ey Allah, ey Allah! Ey göklerin ve yerin yaratıcısı!”

Mümin, son nefesinde imansız gitmesine sebep olacak şeyle­ri bilmeli ve onlardan kaçınmalıdır. Birçok kitapta bunlar yirmi iki madde olarak zikredilmiştir. Fakat biz bu muhtasar kitapta en önemlileri ile yetineceğiz.

Bunlar; Müslüman olmuş olmanın nimetine şükürden gafil ol­mak, son nefesinde imansız gitmekten korkmamak, namazı kü­çümseyerek terk etmek, anne ve babasına isyan etmek, Müslüman olan bir kişiye zulüm etmek.

Mümin dilini, kendisini küfüre düşürecek sözlerden korumak için akşam ve sabah bu duayı üç kere okumalıdır:

“Allah’ım! Sana bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Ve hakkında birşey bilmediğim hususlarda beni affetmeni dile­rim. Sen gizli olanları bilensin.”

İKİNCİ BAB

TEMİZLİK ÂDABI

Temizlik için on yedi âdâb beyan olmuştur.

1-     Temizliğin namaz için olduğuna niyet etmek.

2-      Büyük ve küçük hacet giderirken kendisini halktan giz­lemek.

3-      Sahra’da hacet giderirken, kıbleye, güneşe, aya önünü veya arkasını dönmemek.

4-      Helâ’da kıbleye önünü ve arkasını dönmemek.

5-      Helâya girerken Allah’a şu şekilde sığınmak.

‘ Allah ım! Hubsi ve Hebais’ten sana sığınırım/5

Hubs ve Hebais’ten maksat cinlerin erkek ve dişileridir. Onla­rı helâda insana musallat oldukları için helâya girmeden önce bu dua ile Allah'a sığınmak gerekir.

6-      Helâya girerken sol ayağını kullanarak girmek.

7-      Helada asla konuşmamak, çünkü bu unutkanlık yapar de­nilmiştir.

8-      Helânın içine tükürmemek ve sümkürmemek, insanlara iğrendirici görünen şeylerden helâyı muhafaza edip, mümkün mer­tebe temizliğe önem vermek gerekir.

“Hanenin etrafını temiz tutmak zenginlik getirir” denilmiştir.

Bunun aksi, helâyı pis tutmak, pisliklerle etrafı kirletmek, in­sanlara eziyet olduğu gibi fakirliğe de sebeptir denilmiştir.

9-      Helâda otururken sol tarafa hafif meyletmek, sol elini çenenin altına koymak.

10-      Helâda avret yerlerine bakmamak gerekir. Helâda av­ret yerlerine bakmak unutkanlık getirir.

11-      Ayakta hacet gidermekten kaçınmak gerekir. Çünkü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Ömer b. Hattab (radiyallahu anh)’ı durdurup;

 “Ey Ömer! Ayaktayken hacet giderme!” buyurmuştur.

12-      Avret yerine sağ eliyle temas etmemek gerekir.

13-      Helâda istinca ettikten sonra avret yerlerini bir bez ile silmek, kurulanmak.

14-      Helâdan çıkarken sağ ayak ile çıkmak ve şu duayı oku­mak gerekir.

“Benden eziyet vereni giderip bana faydası olanı veren Allah’a hamdolsun. Bağışla bizi Rabbimiz. Dönüş sanadır/5

15-    Heladan çıktıktan sonra abdest suyu hazırsa abdest almak, hazır değilse su hazır oluncaya kadar teyemmüm almak.

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz böyle yap­tığında neden yaptığı sorulunca;

“Ölüm insana çok yakın olduğu için, abdest suyu hazır oluncaya dek ölürsem abdestli bulunmuş olurum/’ diye cevap verirdi.

16-    Yer ve duvarda bulunan deliklerin içine hacet gider» mekten oldukça kaçınmak gerekin Çünkü o delikler zehirli hay­vanların, cinlerin meskeni olduğundan onların zarar vermesinden korkulur.

Hatta Ensardan Hazrec kabilesinin reisi Sad b. Ubade (Radıyallahu Anh) bir deliğe hacet gidermiş, bunun için cinler onu öldür­müşlerdir. Ardından o delikten şöyle bir ses duyulmuştur. “Hazrec’in reisini Sad b. Ubade’yi biz öldürdük. Ona iki ok attık. İkiside kalbine isabet etti.                                                               

17-    Meyve veya insanların altında gölgelendiği ağaçların altına, yol üzerine, su, ırmak kenarlarına hacet gidermekten sakmılmahdır. Çünkü hadis-i şerifte:

“Kim meyve ağaçlarının altına veya yol üzerine veya ne­hir ve akarsu kenarına hacet giderirse, Allah’ın, meleklerin ve W,anların lâneti üzerine olsun/’ duyurulmuştur.

ABDEST

Temizliğin kısımlarından, çok şerefli çok kamil olan kısım abdesttir. Çünkü “Abdest İmanın parçasıdır” duyurulmuştur. Aslın­da abdest imanın parçasıdır demek, namazın parçasıdır demektir.

Hatta kıblenin belirmesine kadar Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ve Ashab-ı Kiram, namaz kılarken Beyt-i Mukad­des tarafına dönerlerdi. Medine-i Münevvere’ye hicret emrolunduktan on altı ay sonrasında Kabe-i Muazzama tarafına dönmeleri emrolunmuştur. Yahudiler kıblenin değiştiğini duyduklarında, gelip “Sizin bundan önceki Beyt-i Mukaddes tarafına dönerek kıldı­ğınız namazlar geçerli ise şimdi niçin döndünüz? Yok eğer ge­çerli değilse bundan önce ölenler cehalet üzerine ölmüşler­dir!” dediler. Ashab-ı Kiram da Hz. Seyyidu’l-beşer (sallallahu aley­hi vesellem)’e gelip Yahudilerin söylediklerini iletip, kıblenin değiş­mesinden önce ölen Müslümanların namazlarının durumlarını sor­duklarında;

 “Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir” ayeti celile­si indi.

Bu da demek oluyor ki, Allah Teâlâ sizin imanınızı yani na­mazlarınızı boşa çıkarmadı diye müjdeledi. Hayatta olanların na­mazları kabul olununca, ölmüşlerinde namazlarının kabul olduğu anlaşıldı.

İman lâfzının namaza atfedilmesi, az önce geçen hadiste ol­duğu gibi bu ayette de aynıdır.

Abdestin Âdabı

Abdestin âdabı on altı olarak bildirilmiştir:

1-    Devamlı abdestli olmak. Bu şekilde hareket etmek bir ta­kım faydalar sağlar, örneğin kişi abdestli yapılması gereken salih amellerden fazlasını yapmayı murad ederse ve her nerede cemaat ve cenaze namazına rastlarsa kaçırmaz, Kur’ân okumak, Kur’ân’a dokunmak, güneş ve ay tutulması, istiska namazları gibi şeyleri de kaçırmaz. Ayrıca abdestli olarak ölen şehitlik mertebesine ulaşır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Enes b. Malik hazretlerine;

“Ey Enes! Ölüm meleği sana geldiğinde, abdestli olursan şehitliği kaçırmamış olursun!” buyurmuştur. Ayrıca abdestli ölen kişi için, melekler istiğfar ederler, yani bağışlanmasını dilerler. Hadis-i şerifte:

“Kim temiz (abdestli) olarak yatarsa, Hakk teala ona bir melek tayin eder ve o melek şöyle der -Ya Rab! Falan kulunu bağışla, o temiz bir şekilde yatağına girdive dua eder.” buyurulmuştur. Allah teâlâ, Musa (aleyhisselam)’ya;

-“Ey Musa! Abdestsizken başına bir belâ gelirse kendin­den başkasını kınama!” buyurmuştur. Ayrıca abdestli olmaya özen gösteren kimseye yedi özellik verilir.

a)     Melekler onun sohbetine gelirler.

b)                   Yazıcı meleklerin, o kimsenin sevabını yazmaktan hâli kal­maz.

c)      O kimsenin azâları teşbih eder.

d)     İftitah tekbirine yetişir. (Cemaatle namaza, namaz başla­madan yetişir.)  .

e)      Melekler onu geceleri korurlar.

f)      Ölümü kolay olur.

g)      O kimse Allah’ın hıfz ve himayesinde olur. (Sadece namaz ve Kur’ân okumak maksadıyla olmazsa bu geçerlidir.)

2-      Abdestin üstüne abdest almak. Fakat abdest üzerine abdest almak, ilk abdestin hakkını vermişse yani ilk abdestle iki rekât namaz veyahut secde tilaveti gibi şeyler eda etmişse olur. Hadis-i şerifte;

“Kim abdest üzerine abdest alırsa ona on sevap yazılır.” duyurulmuştur.

3-     Abdest öncesinde “Allah’a yaklaşmak için abdest al­maya niyet ettim” diyerek niyet etmelidir.

4-                   Abdest öncesinde Besmele-i Şerifi söylemek gerekir.

Hadis-i şerifte;

“Kim abdest alırken Allah’ın adını anarsa, bütün bedenini temizlemiş olur ve kim abdest alırken Allah’ın adını anmazsa, abdest alırken temizlediği uzuvlarını temizlememiş olur.” du­yurulmuştur.

5-                   Abdest alırken kıbleye dönmek.

6-      Kullanılmış sudan sakınmak için yüksek bir yerde abdest almak.

7- Abdest alırken dünya kelâmı konuşmamak.

8-                   Her bir uzuvu yıkarken şu duaları okumak.

Ehermi Yıkarken:

(Bismillâhil-azıym velhamdü lillâhi alâ dinil-islâm.)

“Yüce cian Allah’ın adıyla^ İslam dininde oMuğum için Ah lah’a hamdolsun.”

(Allahümme eınnî alâ tilâveti’l-Kur’âni ve alâ zikrike ve şükrike ve hüsni ibâdetike.)

“Allah'ım zikrini okumam da (Kur’ân) sana şükür etmem de ve de güzel ibadet yapmam da yardım et.”

(Allahümme erıhnî râyihatel cenneti. Verzukni min naîmiha vela turuhni min rayihetin niran.)

“Allah’ım bana cennet kokusunu koklat ve onun nimetle­riyle beni rızıklandır, bana cehennemin kokusunu koklatma.”

Yüzünü yıkarken:

 (Allahümme beyyıd vechî binurike yevme tebyeddu vücûhün evliyaike velâ tusavvid vechi bizunubi yevme tesveddü vücûhü e’daike.)

“Allah’ım nurunla dostlarının yüzünü aydınlatacağın gün yüzümü aydınlat. Düşmanlarının yüzünün kararacağı gün gü­nahlarım sebebiyle yüzümü karartma.”

(Allahümme a’tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hisâben yesîrâ.)

“Allah’ım, amel defterimi sağ elime ver beni kolay bir he­saba tut.”

Sol kolunu yıkarken:

Allahümme lâ tu’tınî kitâbî bişimâlî ve lâ min verâi zahrî velâ tühâsibnî hisâben şediden velâ tecalni min eshabissaîri.)'

“Allah’ım amel defterimi sol elime ve arkama verme beni şiddetli bir hesaba tutma, beni cehennemliklerden yapma.”

(Allahümme harrim re’si veşa’ri vebeşeri alennari veezilleni yevme lâ zille illa zıllü arşıke.)

“Allah’ım başımı saçımı tenimi ateşe haram kıl Senin ar­şının gölgesinden başka gölge olmayan günde beni orada göl» gelendir.”

Kulakları mesh ederken:

 (Allahümmemec’alnî minelleziyne yestemi’ûnel-kavle ve yettebi’ûne ahseneh.)

“Allah’ım beni söylenilenleri duyupta en iyisine tâbi olan­lardan eyle.”

Boynunu mesh ederken:

(Allahümme a’tik rakabetî minennâr vahfazni minesselasili velağlali.)

“Allah’ın boynumu ateşten koru ve zincir ve kelepçeler­den de koru.”

(Allahümme sebbit kademeyye alessırâtı yevme tezûlû fiyhilakdâm.)

“Allah’ım ayakların kayacağı günde ayaklarımı sabit kıl.”

(Allahümmec’alni sa’yî meşkûren ve zenben mağfûren ve amelen makbûlen ve ticareten len tebûre biafvike ya azizü ya ğafuru birahmetike ya erhamerrahimin)

“Allah’ım beni atfınla şayi, meşkur, günahı affedilmiş, ti­careti ziyana uğramamış kişilerden eyle. Ey aziz ve gafur olan Allah’ım ey merhamet edenlerin en merhametlisi.”

Bu duaları bilmeyen ise, her uzvunu yıkarken kelime-i şehadeti söylemelidir. Abdest bitipte yüzünü kaldırınca;

“Allah’ım seni her türflü noksanlıktan şükrün iie tenzih ederim, senden başka ilâh olmadığına senin tek olduğuna ve ortağın olmadığına şehadet ederim. Senden bağışlanma diler ve sana (günahlarım için) tövbe ederim, senin gücün her şeye yeter, Muhammedin senin sevgilin ve kulun olduğuna şehadet ederim.” demelidir. Sonra o kişi, yüzünü yere doğru eğip “Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir” der.

9-    Kullanılmış suyun kişinin üstüne bulaşması vesvese­sinden kurtulmak için ellerine su alıp kucağa serpmek gere­kir. Hadis-i şerifte:

“Cibril, bana ilk vahiyi getirdiğinde abdest ve namazıda öğretti Abdest bittikten sonra avcuna su alıp, kucağına serp­ti.”

10-    Üç kere Inna enzelnahu’ suresini okumalıdır. Bir kim­se abdestten sonra bir kere bu sureyi okursa 50 yıllık sevap yazı­lır. İki kere okursa Enbiya ve evliya ile haşrolunur. Uç kere okursa ona cennet verilir diye, hadis rivayet edilmiştir.

11-    Abdestten artan suyu ayakta içmek! Ayaktayken su iç­mek herhâlükârda memnudur. Zemzem ve abdestin artan suyu müstehab ve mahzı şifa oldukları için içilebilir. Hadis-i şerifte:

12-     “Abdestin artan suyunda yetmiş hastalığa şifa vardır, bunların en küçüğü astımdır.” duyurulmuştur. Ali (Radıyallahu Anh) abdestin artan suyunu ayakta içtiğinde “Nebi (sallallahu aleyhî vesellem) efendimiz benim yaptığım gibi yapardı66 derdi. Abdestin artan suyunun şifa olduğuna dair bir beyit: Delikanlı ebe­di yurtta Allah’a kavuşmak istiyorsan abdest al, Tastamam abdest alındıktan sonra kaptaki o artan sudan iç, O abdestten artan suyu içmek yetmiş hastalığa devadır.

13-    Abdest uzuvlarını silmek için bir havluyu hazır edip, abdest aldıkça onunla abdest uzvunu silmek gerekir. Hadis-i şerifte:

“Kıyamet gününde bir adam getirilir amelleri tartılır ve günahları sevaplarından fazla gelir, bunun üzerine (abdestten sonra) yüzünü ve uzuvlarını sildiği havlu getirilip sevap kefe­sine konulur.” Bu hadis herkesin kendisine özel bir havlu tedarik etmesine ve birbirlerinin abdest havlusunu kullanmamasına işaret edilir.

14-    Abdestin hemen akabinde sakalı taramak gerekir. Ha­dis-i şerifte:

“Abdestten sonra sakalı taramak fakirliği giderir” duyurul­muştur. Başka bir hadiste “Bir kimse her gece sakalını tararsa, bütün belâlardan afiyet bulur” buyurulmuştur. Başka bir hadiste “Kim ayakta sakal tararsa borçtan kurtulmaz” denilmiştir.

15-               Kaşları taramak gerekir. Hadis-i şerifte;

“Bir kimse kaşlarını taramaya özen gösterirse (devamlı tararsa) bütün belâlardan afiyet bulur” buyurulmuştur.

16-               Abdestin ardından bu duayı okumak gerekir:

“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim. Allah’ım! Benî çokça tövbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden eyle.”

Bir kimse âdâbına riayet ederek abdest alıp ardından bu du­ayı okursa o kimseye sekiz cennet kapısı açılır, hangisinden ister­se oradan girer diye şöyle bir hadis rivayet edilmiştir.

“Kim güzel bir şekilde abdest alsrsa ve sonra »Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve elçisi ol­duğuna şehadet ederim, Allahım beni çokça tövbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden kılderse ona cennetten sekiz kapı açılır ve ona dilediğin kapıdan gir denir ve oda dilediğinden gi­rer.”

17-    Abdest ibriğini doldurmak, gelecek namazlara hazırlan­maya vesile olmakla birlikte, namazı geciktirmek isteyen şeytanın umudunu kırmaya sebep olduğundan faydalıdır. Hatta, Abdullah ibn Abbas bir  kere Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve selleme abdest alma suyunu hazırladı ve onun “Allah’ım onu dinde fakih eyle!” duasına mazhar oldu. Bunun üzerine İbn Abbas hazretleri fı­kıh ile meşhur olup bu dalda nam yapmıştır. Ayrıca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hizmetçisi Enes b. Malik bir defa bu hizme­ti yaptıklarında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]da ona malı­nın ve evlâdının çoğalması ve günahının bağışlanması için dua et­tiler, bütün bu duadaki temennilerin eserlerinin görüldüğü bilinmek­tedir.

Bir kimse (anlatılan âdâba riayet ederek) abdest almaya başladığında, ellerini yıkarken düşen ilk damlayla günahları el­lerinden çıkarken, yüzünü yıkarken ilk damla ile günahları ku­laklarından ve gözlerinden dökülür, dirseklerine kadar kolları­nı ve ayaklarını yıkadığında her bir günahından kurtulmuş olur ve annesinden doğduğu gibi olur. Namaza kalktığında Allah onun derecesini yükseltir. Namazda oturduğu zamanda bütün yaratılmışlardan güvende olur.”

Mefatih’ül-Cinan, Minye’t-ül Musalli, Şerh-ül minye

ÜÇÜNCÜ BAB

MİSVAK KULLANMA ÂDABI

Misvak kullanmak İslâm dininin en şerefli âdâplarındandır. Hadis-i şerifte:

“Misvak kullanmak imanın yansıdır Abdest almakta yarısıdır.” duyurulmuştur. Başka bir hadiste;

“Ümmetime zor geleceğini bilmeseydim her abdestte misvak kullanmalarını emrederdim” duyurulmuştur. Diğer dir ha­diste;

“Misvak ağzı temizler, Allah'ı razı eder, gözleri güzelleşti­rir.” duyurulmuştur. Misvak hakkındaki diğer hadisler:

“Misvak kullanmak insanın dilinde fasihlik ve belâgati ar­tırır.”

“Misvakla kılınan iki rekât namaz, misvaksız kılınan yet­miş rekât namazdan hayırlıdır.”

Misvak kullanmanın yetmiş özelliği olduğu söylenmiştir. Biz bu kitapta bazıları ile yetindik. Kısaca; misvak imanla ölmeye vesi­le olur, dişleri temizler, sağlamlaştırır, ağız kokusunu giderip onu güzelleştirir, balgama iyi gelir, basuru tedavi eder, diş ve göz ağrı­larına iyi gelir.

Misvağın en makbul olanı en acı olanıdır. Misvak bir karış uzunluğunda ve serçe parmağı kalınlığında olmalıdır. Misvak şu şekilde kullanılmalıdır; Misvağın altından serçe, yukarısından baş parmakla, ortasından orta ve serçe parmağın arasındaki par­makla tutulur. Misvağı kullanırken bütün parmakları kullanmamak gerekir bu basura sebep olur denilmiştir. Ayrıca misvak kullanıldık­tan sonra baş aşağı koyulmalıdır. Çünkü misvakta kalan nem ve ıs­laklıktan dolayı dişler hasar görür.

Misvak kullanırken muteber olan tek sayıdır. Hadis-i şerifte:

“Misvak kullanıp temizlenin ve tek (sayı ile) yapınız! Çün­kü Allah tektir ve teki sever.” duyurulmuştur. Ayrıca abdest alır­ken ve namaza durmadan hemen önce, uykuya yatarken, uykudan kalkarken misvak kullanmak müstehabtır. Kadınların misvağı ise sakızdır yani çiğnemektir, denilmiştir.

DÖRDÜNCÜ BAB

GUSÜL AB DESTİ ÂDÂBI

Gusül, lügatte tamamen yıkanmak manasındachr. Istılâhi ma­nası ise, cünüp olan kimsenin tam manasıyla temizlenebilmesi için tüm vücudunu su ile ıslatmasıdır. Sünnetsiz olanın, sünnet yerini, kaş ve gözünü, saç ve bıyık, tırnak ve göbek deliğine kısacası her yerine suyu ulaştırmaya dikkat etmesi farzdır.

Bir kimsenin vücudunda suyun ulaşmadığı kum yer kalmış ol­sa burayı eliyle ıslamadıktan sonra cünüplüğü gitmez. İsterse vü­cudundaki sularla ıslansın ya da başka bir su ile ıslansın, ikiside sonuç olarak aynıdır. Çünkü gusül abdestinde insanın vücudu bir uzuv gibidir. Bu da gösteriyor ki; vücuddaki suya kullanılmış su hükmü verilmez, bu hangi uzvun suyu olursa olsun caizdir.

Gusül alırken bir kişi unutarak su içerse bu mazmaza yerine geçer. Ama sünnet olur niyetiyle yudum yudum içerse o zaman mazmaza yerine geçmez. Gusülde bütün vucudu temizlemek farz olduğu gibi istinca etmekte farzdır. Her ne kadar istinca yerinde ha­kiki necaset yoksa da hükmi olarak necaset vardır bu yüzden is­tinca ile temizlemek gerekir.

Gusül at destinin beş âdâbı vardır.

1-                   Gusülden hemen önce niyet etmek. "Niyet ettim cünüblükten arınmak için gusül almaya." şeklinde.

2-     Vücudun görünen kısımlarında meni veya mezi gibi şeyler varsa onları temizlemek.

3-     Avret yerini elden geldiği kadar örtmek.

4-     Gusülden önce namaz abdesti gibi abdest almak. Ama abdestin alındığı yerde ayakların altında kullanılmış su birikirse ayakları yıkamayı sonra bırakıp abdest aldıktan sonra yıkamak ge­rekir.

5-     Önce sağ omuzdan sonra sol omuzdan ve en son olarakta baştan aşağı üçer kere su döküp, herbirinde de bütün vücudu dikkatlice ovmak gerekir. İşte bu tertibe uyarak yani farz sünnet ve âdâba riayet ederek yapılan gusülden sonra abdest al­mak gerekmez.

Şerh-ül minye

BEŞİNCİ BAB

MESCİDE DEVAM ETMENİN
ÂDABI

(Cemaatte Namaz Kılmanın Adabı)

Namaz vakti yahut diğer vakitlerde mescide devam etmek İs­lâm dininin âdâplanndandır. Camiler ve mescitler mekânların en şereflileridir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın mescide git­meyi âdet haline getiren kimse hakkında iman müjdesi vermiştir. Hadis-i şerifte:

"Mescide gitmeyi âdet hâline getirmiş birini gördüğünüz» de onun imanına şahit olun. Çünkü Allah Teâlâ 'Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder.' buyurmuştur." Buradaki –imar-lâfzı mecsit binâ etmek an­lamını taşımakla birlikte ibadet yapmayı da kapsar. Başka bir hadis-i şerifte:

"Kim akşam ve sabah mescide gitmeyi âdet edinirse, her gidip geldiğinde Allah onun için cennette bir köşk yapar." bu­yurul muştur. Kudsi bir hadiste:

"Yeryüzünde benim evlerim mescitlerdir ve o mescitleri inşa edenler ve inşasında bulunanlar misafirimdir. Evinde abdest alıp beni ziyaret için mescide giren kimse saadete eren­dir. Kendisi ziyaret edilen kişi misafirine ikram etmelidir. Ben­de ziyaretime gelene ikramda bulunurum." duyurulmuştur.

Mescide gitmeyi âdet edinenler şu otuz dört âdâba riayet etmelidirler:

1-    Mescidin Allah’ın evi olduğunu hatırda bulundurmak.

2-    Mescide devam edenlerin kıyamet gününde şefaat etme haklarının olacağını hatırda tutmak. Kur’ân da;

"Rahmanın katında kendilerine söz verilenler dışında kimsenin şefaat etmeye hakkı yoktur.” (Meryem suresi-87) du­yurulmuştur. Bu âyetin tefsirinde "Allah ile sözleşip şefaat hakkı­na sahip olanlar" cemaat ile namaz kılanlardır diye tefsir olun­muştur.

3-    Cennet halkının mescide gitmeyi âdet edinmişler gibi ol­mak isteyeceğini hatırda tutmalıdır. Çünkü cemaat ile namaz kıl­mayanlar, cemaatle namaz kılanları görünce "Keşke mescitlerde dursaydık da hiç çıkmasaydık " diye temenni ederler.

4-     Allah'ın davetine (ezana) hızlıca icabet etmeye özen gös-

"Rabbinîzden gelecek bir mağfirete, gökler ve yerler ka­dar alanı olan ve takva sahipleri için hazırlanmış cennete ko­şun’’5 ayeti kerimesinde "mağfıreften kasıt namazdır diye tefsir edilmiştir.

5-   Cenab-ı Mevlâ’ya edeceği hizmeti, onun sevdiği yerlerde yapması gerektiğini aklında bulundurmalı. Allah’ın yeryüzünde mescitlerden daha çok sevidiği yer yoktur.

6-   Kıyamet gününde Allah'ın gazabının dinmesine sebep ola­cak bir amelde bulunacağını aklında tutmalı. Hadisi kudsi de: "Kı­yamet gününde kullanma azap etmek istediğimde, cemaatle namaz kılanlar, Kur’ân okuyanlar, İslâm içinde bulunup birbiri­ne sevgi besleyenler, seher vaktinde tövbe ve bağışlanma di­leyenler görünce gazabım diner/’ buyurulmuştur.

7-   İyiliği emredeceğine ve kötülükten sakındıracağına niyet et­mek yani mescide ayakkabı ile girenleri, saflarda dikkatsizlik eden­leri, dünyalık kelâmı konuşanları, saygısızlık edenleri gördüğünde onları ikaz etmek. Mescidin etrafına, yani çevresine tükürmek gibi adaba aykırı şeyleri yapanları da ikaz etmek. Hadis-i şerifte;

"Bir kimse kabir azabından kurtulmak isterse, mescidin etrafına tükürmesin.” buyurulmuştur. İşte bu gibi şeyleri engelle­meye niyet etmektir. Çünkü Cenab-ı Allah ümmeti Muhammed hak­kında;

“Sîz insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder kötülükten alıkoyarsınız!” (Âli İmran suresi)

8-      İslâm alâmetinin üzerinde görüleceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle namaz kılan kimsenin imanına şehadet olunaca­ğına dair hadisi şerif yukarıda geçmiştir.

9-      Dostlar arasında bulunup, cemaatlerini çoğaltmak. Hadis-i şerifte:

"Bir kimse cemaati çoğaltırsa onlardan olur!" duyurulmuş­tur.

10-     Birkaç mümine de sebep olup onları da cami şerife geti­receğine niyet etmek. Çünkü;

"Hayra vesile olan onu işleyen gibidir." duyurulmuştur.

11-  Allah’ın emrini yerine getirenlerin zümresine dâhil olacağı­nı hatırda tutmak.

12-     Müminlerle yardımlaşmaya niyet etmek. Çünkü cemaatle namaz kılmak yalnız namaz kılmaktan lezzetli ve kolaydır.

13-     Sehv ve noksanlık konusunda kendisine bir şey, vesvese gelmeyeceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle kılınan namazda cemaatten biri yanılsa o kimseye sehv secdesi gerekmez.

14-     Kötü amelden ve alâkasız şeyden kendisini alıkoyacağı­na azmetmek. Çünkü mescitte bulunduğu sürede dışarıda işlenen gereksiz kötü fiillerden uzak olmuş olur.

15-     Kıyamet gününde, bütün yaratılmışlara secde etmeleri emredildiğinde, secde eden müminler zümresinden olacağını hatır­

16-     da tutmalıdır.

17-     Sünneti müekkede’ye uymaya çalışmak.

17-Allah’ın rahmetinin cemaatin üzerine olacağını hatırda tut­mak.

18-     Ecir ve sevapta müminlere ortak olacağını hatırda tutma­lıdır.

19-     İnsanların kendisine zarar vermelerinden güvende olaca­ğını hatırda tutmaktır. Çünkü mescitte bulunan insanların kendisi­ne zarar vermelerinden güvende olur.

20-     İbadetini, melekler safına benzer bir safta edâ edeceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle kılınan namazların safları melek­lerin safları gibidir. Bundan dolayı safları gayet sık ve düzgün olma­sı lâzımdır. Hadis-i şerifte;

"Saflarınızı gayet sık ve düzgün yapınız, boyunlarınızı bir­birine yakın ediniz, saflar arasında bulunan açık yerierde şey­tanı siyah koyun gibi gezerken gördüm.’’ duyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:

"Saflarınızı doğru tutun ki, kalplerinize nifak girmesin." duyurulmuştur.

21-      Allah'a gayet büyük bir muhabbetle adım atmak.

22-      İlk safa yetişmeyi istemek.

23-     İlk safta imamın hizasında durmaya çalışmak, çünkü ce­maatin üzerine rahmet indiğinde ilk olarak ilk safa iner. İmamın hi­zasında bulunan kimseye yüz namaz sevabı, sağında bulunan kimseye yetmiş beş namaz sevabı, solundakine elli namaz sevabı, diğerlerine yirmi beş namaz sevabı verilir. Hadis-i şerifte:

"İmamın arkasında durana yüz, sağ tarafındakine yetmiş beş, sol tarafında durana elli, diğer saftakilere yirmibeş namaz sevabı verilir." duyurulmuştur.

24-Allah’ın koruması altında olacağını hatırda tutmak. Çünkü ahiret gününde üç taife Allah’ın koruması altında olacak. Bunlar Al­lah yolunda savaşanlar eve girdiğinde selâm verenler ve cemaatle namaz kılanlardır.

25-     Alacağı sevabın artacağını hatırda tutmak.

"Allah’ın adıyla, ona tevekkül ettim, O herşeyi bilen ve yü­ce olandır." diyerek dua etmelidir.

27-     Evinden sağ'ayağı ile çıkmak. Bu âdâb ile cemaate giden kimseyi üç melek müjdeler. Birisi "Her işini başardın", birisi "Her belâdan korundun", birisi "Doğru yola iletildin" der.

28-    Kendi başına camiye yürürken ciddiyetle gidip acele et­memek gerekir. Hadis-i şerifte:

“Namaza giderken acele etmeyin, namaza yetişirseniz ta­mamını kılın, rükûya yetişirseniz imam selâm verdikten sonra kaza adinizi" buyurulmuştur.

29-    Mescide girince oturmadan önce Tahiyyetül Mescid adıy­la bilinen iki rekât namaz kılmak mescidin hakkıdır. Bu namaz kerahat vakti değilse kılınmalıdır. Yani güneşin doğuşu, batışı ve te­pede olduğu vakitler haricinde kılınmalıdır. Eğer kılınırsa mekruh­tur. Hadis-i şerifte:

"Sizden bir kimse mescide girdiğinde iki rekât namaz kal­madan oturmasın/5 buyurulmuştur.

30-    Mescide girdiğinde nafile itikâfa niyet etmek, çünkü nafile olan itikâfta oruç şart değildir. Bu niyet ile mescitte oturduğu süre boyunca itikâf sevabına nail olur. Zaruri dünya kelâmından mazur görülür.

31-    Mescitte oturduğu süre boyunca teşbih ve zikir çekmeli­dir. Hadis-i şerifte:

"Cennet bahçelerine uğradığınızda otlayın" Ashab-ı kiram bunun üzerine cennet bahçelerinden murad ettiğiniz nedir? diye sordular, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Mescitler" bu­yurdu. Otlamaktan ne kastettiği sorulduğunda "Subhanaliah, El­hamdülillah ve Lâ ilahe illâllahu vallahu ekber” demektir" bu­yurulmuştur.

32-               Mescide gidip gelirken, adımları sık atmalıdır. Hadis-i şe­rifte:

"Bir kimse cemaatle namaz kılmak için mescide yürürse gelip giderken attığı her adım başına on sevap yazılır ve on gü­nahı da silinir!" buyurulmuştur.

33-     Kişi mescide girdiğinde "Allah’ım bana rahmetinin ka­pılarını aç, günahlarımı fazlu kereminle affet" demelidir. Cema­at namaza başlamışlarsa "Esenlik üzerimize olsun" demelidir. Yok eğer başlamamışsa "Esenlik bizim ve Allah’ın salih kulları­nın üzerine olsun" demelidir.

34-     Ezan-ı Muhammedi okunmadan önce mescide girmiş ol­mak gerekir. Çünkü ezandan önce mescide giren kimseye 325bin kabul olunmuş namaz sevabı yazılır. Ezan okunurken girene ise 25bin namaz sevabı yazılır.

35-     Namaz için camiye giren kimsenin kıbleye karşı oturması gerekir. Çünkü namaz kılıncaya dek namazdaymış gibi olduğun­dan kıbleye dönmesi hatta parmaklarını birbirine bitiştirmesi ve bu­na benzer şeyleri yapmalı, namazda yapılması mekruh olan şeyle­ri de yapmamalıdır. Çünkü bu âdâba aykırıdır.

36-    Mescitten çıkarken sol ayak ile çıkarak bu duayı okuma­lıdır:

"Allah’ım benî şeytanın şerrinden muhafaza et!"

Mefatih’ül-Cinan, Haleviyyat

ALTINCI BAB

EZANIN ÂDÂBI

Farz namazlar için Ezan-ı Muhammedi okumak sünneti müekkededir. İslâm belirtilerinin en şerefli ve faziletli olanlarından biri­dir. Hatta bir ülkenin halkı ezanın terki konusunda ittifak etse­ler İmam Muhammed’e göre onlarla savaşmak gerekir. İmam Yusuf’a gör  dövülür ve hapsedilirler»

Ezana icabet etmenin dört âdabı vardır»

1-     Müezzin ne derse onunla birlikte aynısını söylemek gere­kir. Hatta ”Eşhedü enne Muhammederrasululiah" derken şehadet parmağına bakmalı sonra habibim ve gözlerimin nuru diyerek göze sürmelidir. Bunu yapanın göz ağrısı çekmeyeceği rivayet edil­miştir.

2-     Müezzin "Hayye ala’s-saiâh, Hayye ala’Melâh” derken, "Velâ havle velâ kuvvete iila billahil-aliyyi’l-azim”demek gere­kir.

3-     Sabah ezanında “Es-salaîu hayrun mine’n-nevm" denir­ken doğru söyledin demek gerekir.

4-                   Ezan bitince şu şekilde dua etmelidir:

(Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin. Allahümme rabbe hazihidda’vetittamme vessalatül kaime Âti Muhammedenil vesilete velfazilete veddereceterrefia’ vebashu mekamen mahmudenillezi veadde.)

"Allah’ım! Muhammed'e ve onun ailesine salât olsun. Al­lah’ım! Şu tastamam davetin ve kılınacak namazın Rabbi! Mu­hammed'e vesileyi, fazileti, ve yüksek dereceyi, vaad ettiğin Makam-ı Mahmud'u ver". Ezan bittiğine bu duayı okuyan kimse hakkında Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem); "Şefaatim ona helâl olur" diye vaâdde bulunmuştur.

Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)ın şefaati ancak mümi­ne mahsus olduğundan bu duayı okuyan kimsenin iman ile ölmesi­ni müjdeler. Ve de Allah korusun, imansızlıktan korunmasına işaret vardır. Ezan okunurken bir kimse ayakta ise oturmalı, oturuyor ise ayağa kalkmalıdır. Kısaca ezan için saygı gösterilecek bir hâl alma­lıdır. Ezana hürmet etmek güzel bir ölüme sebep olacağı gibi, Allah korusun, bunun tam tersi de imansızlığa vesile olur. Hadis-i şerif’te:

"Kim ezan (okunduğu) vaktinde konuşursa onun imanı­nın gitmesinden korkulur." duyurulmuştur.

Bir kişinin önemli bir işi olsa, o kimsenin sağ kulağına ezan sol kulağına da kâmet okunsa, Allah o kimsenin o önemli işini yap­masına yardımcı olur diye hadis rivayet olunmuştur. Ezan ile kâmet arasında dua etmek müstehabtır. Hadis-i şerif’te Ali (Radıyallahu Anh)’ye;

"Ezan ile kamet arasında dua et, o dua geri çevrilmez." buyurmuştur. Ezanı ganimet bilmek gerekir. Çünkü hadis-i şerifte:

"Müezzinler sahurda ve iftarda müminlerin en güvenilirle­ridir." Başka bir hadiste:

"Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzunlarıdır" buyurulmuştur. Başka bir hadiste:

"Bir kimse on iki sene ezan okusa ona cennet vacip olur. Her gün okuduğu her bir ezan için altmış sevap ahr ve kamet içinde otuz sevap alır." buyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Damâd, Cami-us-Sağir

“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allahın dini­ne) yardım ederseniz O da size yardım eder, ayakla­rınızı kaydırmaz.

İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Al­lah onların yaptıklarını boşa çıkarmıştır.”

(Muhammed suresi; 7-8)

YEDİNCİ BAB

NAMAZ ÂDÂBI

Namazda dikkat edilmesi gereken en önemli âdâb huşûdur. Huşû; bir kimsenin namaza başladığı andan selâm verinceye ka­dar geçen sürede kendisinin namazda ve Allah’ın huzurunda münacaatta bulunduğunu bilmesi ve bunu düşünerek namazı edâ et­mesidir. İşte bu hudû ve huşû için kişinin en üst derecede lezzet alabilmesi için, korkulu ve alçak bir sesle, kıyamdayken secde ede­ceği yere, rükâda ayaklarının üzerine ve secdedeyken burnuna, oturduğunda ellerinin üzerine ve selâm verirken omuzlarına baka­rak namaz kılması kemali âdâbtandır. Bu şekilde namaz kılanları Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerimde;

"Müminlerin kurtuluşa ermiş olanları namazlarında hûşû içerisinde olanlardır. (Müminun suresi: 1-2) ayeti kerimesiyle felâh, kurtuluş ve saadet bulmakla müjdelemiştir. Aişe (Radıyallahu anha) namaz kılarken sağa sola bakmak hakkında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a sorduğunda;

"O, şeytanın kulun namazından hırsızlığıdır.” cevabını al-

"Kul namazında sağa sola bakmadıkça Allah'ın ona olan ikramı ve ihsanı devamlı tecelli eder. Ama o sağa sola bakın­ca Allah bunları ondan alır." buyurulmuştur. Rivayet edilir ki; "Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem), namaz esasında sakalıyla oy­nayan birisini gördü ve şöyle dedi:

"Falan kişinin eğer kalbi huşû içerisinde olsaydı diğer yerleride huşû içinde olurdu."

Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere, en önemli uzuv olan kalp namazda başka şeylerle meşgul olursa diğer uzuvlarda elden çı­kar.

Namaz kılmaya başlayacak kimse, yakalarını kapaması, düğ­meleri varsa onları iliklemesi huşû ve hudûya sebep olan âdâbtandır. Çünkü yakasını kapatan kimsenin namazı, yakası açık olarak namaz kılan kişinin namazından yetmiş derece üstündür. Hadis-i şerifte;

"Yakası kapalı namaz kılan kişinin namazı, yakası açık kı­lınan yetmiş namazdan daha faziletlidir." buyurulmuştur.

Ayrıca namaz kılarken, Allah'ı görür gibi namaz kılmak gere­kir. Çünkü biz Allah'ı her ne kadar göremesekte o bizi görür. Hadi­s-i şerifte:

"İhsan, Allah'a sanki onu görüyormuş gibi ibadet etmen­dir, sen onu görmesende o seni görür!" buyurulmuştur.

Huşû ve hudû insanın, Rabbinin huzurunda olduğunu bilme­siyle meydana gelir. Örneğin cemaatle kılınan namazlarda imanın durumuna vâkıf olmakla hâsıl olur. Rivayet edilir ki: Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] namaz sırasında Ashabına: "Bemm (namazda) ne okuduğumu biliyor musunuz?" diye sordu. Ashab sustu ve cevap vermediler, fakat içlerinden Ubeyy b. Kaab (Radıyallahu anh) peygamberimize uygun cevabı verince, Resulullah onun için iyilik diledi. Huşû ve hudû, rükû, secde ve ezan gibi diğer şeyleri yavaş yavaş edâ etmekle meydana gelir. Hadis-i şe­rifte Resulullah:

"İnsanların en kötü hırsızı, kendi namazından çalandır, buyurdular. Ashab sordular "Ey Allah’ın Resûiü kişi kendi nama­zından nasıl çalar?" bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdu;

"Onun rükû, secde ve huşûsunu tamamlamayarak çalar."

Maldan yapılan hırsızlık namazdan yapılan hırsızlıktan kü­çüktür. Çünkü namazda olan hırsızlık dine ihanet olduğu için çok büyük fenalık olarak tabir edilmiştir.

Kişi namaz kılmaya başlarken, artık dünyadan nasibi kalma­dığını, kıldığı bu namazın son namazı olduğunu düşünmelidir. Ha­dis-i şerifte:

"Biriniz namaza durduğunda veda eden, geri dönmeye­ceğini düşünen biri gibi kılsın" buyurulmuştur.

Rükû ve secde teşbihlerini üçten fazla okumak gerekir. Bunu okurken sayının tek olmasına dikkat etmek gerekir, çünkü en efdali tek olmasıdır.

Namaz sırasında, farz olduğu üzere kalp ile niyet ettikten son­ra dil ile de tekrarlamak gerekir. Örneğin tek başına namaz kılan kimse aşağıdaki gibi niyet ettikten sonra dili ile söyler. Niyetler;

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalfecri edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

"Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya döndüm kıbleye." demelidir.

Sabah namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalfecri edâen müstagbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını kılmaya, döndüm kıbleye."

(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ sünnete hazazuhri edâen müstakbilel kıbieti Allaha Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye.”

Öğlen namazının farzında:

(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ farza hazazuhri edâen müstakbiiel kıbieti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının farzım kılmaya, döndüm kıbleye/9

(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ sünnete hazazuhri edâen müstagbilel kıbieti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının son sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye.”

İkindi namazının sünnetinde:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalasri edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye.”

İkindi namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalasri edâen müs­takbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının farzını kılmaya, döndüm kıbleye.”

Akşam namazının farzında:

 (Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalmağribi edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının farzını kılmaya, döndüm kıbleye.”

Akşam namazının sünnetinde:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalmağribi edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye ”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalişai edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Ailah rızası için bugünkü. yatsa namazının sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye.”

Yatsı namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalişai edâen müs­takbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının bırzını kılmaya, döndüm kıbleye.”

Yatsı namazının son sünnetinde:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sennete hazalişai edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının son sünnetini kılmaya, döndüm kıbleye.”

Vitir namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatelvitri edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü vitir namazını kıl­maya, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatettedavvui edâen müs­takbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için nafile namaz kılmaya, dön­düm kıbleye.”

İşrak namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel işraki edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için işrak namazı kılmaya, dön­düm kıbleye.”

Kuşluk namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salateddûhâ edâen müstagbiîel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için kuşluk namazı kılmaya, döndüm kıbleye.”

Teheccüd namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatetteheccüdi edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için teheccüd namazı kılmaya, döndüm kıbleye.”

Evvabin namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-evvabîne edâen müstagbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için evvabin namazı kılmaya, döndüm kıbleye.”

Cemaatle kılınan namazlara niyet

Sabah namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalfecri edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazaz-zuhri edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

Cemaatle kılınan ikindi namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazal-asri edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allaha Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye/3

Cemaatte kılman Akşam namazının farzında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazal-mağribi edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazal-işâi edâen muk­tediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının far­zını ılmaya* uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ hazal-vitri edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü vitir namazını kıl­maya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatet-teravîhi edâen mukte­diyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, uy­dum imama, döndüm kıbleye.”

Cuma namazının sünnetinde:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazal-cümati edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

Niyet ettim Allah rızası için bugünkü cuma namazının sünnetini kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-cumati edâen muktediyen bihâzal-imami müstakbiiel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için cuma namazının farzını kıl­maya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ ve duaen îilmeyyiti edâen muktediyen bihâzal-imami müstakbiiel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için bu ölüye dua etmek amacıy­la namaz kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye,”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-ıydil fitr edâen muktediyen bihâzal-imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için ramazan bayramı namazını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

Kurban bayramı namazında:

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-ıydil udhiyyeti edâen muktediyen bihâzal-imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için kurban bayramı namazını kıl­maya, uydum imama, döndüm kıbleye.”

(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salâtet-tavafi edâen müstak­bilel kıbleti Allahu Ekber)

“Niyet ettim Allah rızası için tavaf namazını kılmaya, dön­düm kıbleye.”

Yağmur duasına çıkıldığında cemaatle veya tek başına kılı­nan istiska namazı, ay ve güneş tutulduğunda kılınan husuf ve kusuf namazlarında, husuf, kusuf, istiska namazlarına niyet et­tim der. Bir kişi sabah namazını cemaatle kıldıktan sonra kıbleye karşı oturup güneş iki mızrak boyu yükselinceye kadar zikir ve Al­lah'ı düşünmekle meşgul olursa ve ardından da iki rekât işrak na­mazı kılarsa, tam bir hacc sevabına nail olun

"Kim cemaatle sabah namazını kıldıktan sonra güneş do­ğana kadar şükreden güneş doğunca da iki rekât namaz kılar­sa, tam tamına (eksiksiz yapılmış) bir hacc sevabı ahr." buyurulmuştur. Dil ve kalp niyetleri arasındaki farkın belli olduğunu umu­yorum.

Niyet ettikten sonra, elleri kaldırıp parmaklar kendi hâline bı­rakılır, yani araları çok açılmaz veya kapatılmaz. Ondan sonra baş parmaklan erkek ise kulaklarının yumuşak yerine kadar, kadınsa göğüslerinin hizasına kadar kaldırır.

Esneme geldiğinde mümkün mertebe def etmek gerekir. Eğer şiddetli esneme gelirse sağ elinin arkasıyla ağzını kapamalıdır. Eli­ni ağzına götürmezse şeytan o kişinin ağzına girer.

“Sizden bîri esnediğinde eiini ağzına koysun. Çünkü şey­tan esnemeyle birlikte ağıza girer" duyurulmuştur.

Ayrıca esnemek şeytandan olduğu için Allah'a sığınmakla da def olunun Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a hayatı boyun­ca esneme gelmemiştir.

Bunun için bir kimseye esneme geldiğinde Peygamberimizi düşünürse esnemesi gider.

Secdeye inerken ilk olarak dizlerini ardından ellerini sonrada başını yere koymak gerekir.

Secdeden kalkarken de ilk olarak başını ardından elleri son­ra da dizleri kaldırmalıdır.

Minye’t-ül Musalla, Cami-us-Sağir

SEKİZİNCİ BAB

DUANIN ÂDABI

En faziletli, en hayırlı, riyadan en uzak olan duâ Rabb'den yal­vararak ve korkarak edilen duâdır. Ayette;

"Rabbinize yakararak gizlice duâ edm" (Araf Suresi-55) duyurulmuştun Hayber kazasında Ashab yüksek bir yere çıktıkla­rında yüksek sesle tekbir getirdiler, bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’da bundan onları men etti ve ”Ey Asha­bım! Siz sağır olana ya da bilinmeyene duâ etmiyorsunuz, duâ ettiğiniz zat Allah’tır, O sizi sever, sizinle beraberdir. Kalpleri­nizde olanları bilir'8 buyurdular. Hadis-i şerifte:

"Kendinize gelin, siz sağıra veya bilinmeyene duâ etmi­yorsunuz. Siz, sizi işiten ve size çok yakın olan Allah'a duâ edi­yorsunuz, o sizinledir.” duyurulmuştur.

Bir kimseye bir musibet geldiği zaman o kimse, ya sabreder ve Allah'tan gelene razı olur yahut o musibetten kurtulmayı Al­lah'tan diler. Fakat en güeli musibetten kurtulmak için duâ etmektir. Çünkü duâ özel ve müstakil bir ibadettir. Hadis-i şerifte:

"Duâ ibadetin kendisidir." duyurulmuştur.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Enes b. Malik'e;

"Duâyı çok yap, çünkü kazayı önler" buyurmuştur. Duâ, idabetin halis olanı, müminin silâhı, yerlerin nuru ve dinin direğidir diye rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte:

"Size, sizi düşmanlarınızdan koruyacak, rızkınızı artıra­cak bir şeyi haber vereyim mi? Gecenizde ve gündüzünüzde duâ edin, duâ müminin silâhıdır." duyurulmuştur.

Başka dir hadis-i şerifte:

"Duâ gelmiş ve gelecek belâlara yarar sağlar. Bir belâ bu­lursanız onun kurtuluş yolu duâdır. O duâ o belâ ile karşılaşır, ve kıyamet günü gelene kadar birbirleriyle mücadele ederler." duyurulmuştur.

Eğer "Belâ, Allah’tan değil midir?" diye sorulsa, evet duâ ile def edilen belâ ve kazanın takdiri de Allah’ındır. Kısaca gelen belâ Allah'ın takdiri olduğu g'ibi, duâyla o belânın kalkması da Allah’ın takdiridir.

Duanın kabul olunması için birtakım âdâblar bildirilmiştin

Bunlar;

1-    Helâl Sokma yemek.

Sa'd b. Ebi Vakkas (radıyallahu anh), Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına gelip duâsının niçin kabul olunmadığını sorduğunda,

Haramdan uzak dun Çünkü midesine haram bir lokma giren kişinin duası kırk gün kabul olunmaz" cevabını aldı.

Duâ isteklerin anahtarıdır. O anahtarın dişleri, helâlleşmedir. Hatta bir kişi, alimlerden birisine, duâsının neden kabul olmadığını sorduğunda o arif "Helâl lokma ve helâl elbise olmadan edilen duânm etkisi oimaz" dedi. Bunun üzerine adam "Bu zamanda helâl yemenin ve giyinmenin imkâna mı vardır?” diye sorunca, arif kişi ona bütün elbiselerini çıkarmasını ve suya girmesini söyle­di ve şunu ekledi: "Su helâl ve temizdir. Rızık olarak o sudan iç, o da helâl ve temizdir. Sonra da duâ et” Soruyu soran kişi söy­lenilenleri yaptı ve duâsı gerçekten kabul oldu.

2-    Duâ eden kimse, temiz bir inanç üzere olup duâmn ka­bul edileceğinden şüphe etmemelidir.

İnancı "Allah’tan istedim, o kesinlikle verir!" olmalıdır. Çünkü bu kimse birisinden bir şey istese, istediği kişinin ona iste­diği şeyi vermemesi üç sebepten olur.

aİsteyen kişiyi tanımadığı içindir,

bİsteyenin istediği şeyi yapabilecek gücü ve kuvveti yoktur,

cO kişi isteği yerine getirebilecek güçte olmasına rağ­men cimridir.

Hülâsı erbab-ı hacetinin, istediklerinin yapılmaması üç sebeten ötürüdür, daha fazlası yoktur. Allah bu gibi sıfatlardan münez­zehtir. Bu yüzden de Allah'ın ihsanda bulunma ve verme, ayrıca duâ edenin isteğini yerine getirmekte hiçbir manisi yoktur. Buna gö­re duânın kabulünde şek ve şüphe etmemek gerekir. Allah Teâlâ her şeyi bilir ve O, istediğini vermeye kadirdir. Ayrıca kerem ve ih­sanı gayet geniştir. Hadis-i şerifte: "Allah'a (duanızı kabul edece­ğine) inanarak duâ edin!" duyurulmuştur.

3-     Tövbe etmek.

Günahlardan temizlendikten yani tövbe ettikten sonra duâ et­melidir.

4-     Duanın bir an önce kabulünü istemek.

Duânın kabulünün gecikmesi Allah'ın bir hikmetine binaen ol­duğunu düşünüp, duâsının kabul olunmadığına hamd etmek gere­kir. Hadis-i şerifte:

"Kul, günah olanı ve akrabalık bağını kesmek istemedik­çe ve acele etmediği sürece duası kabul olur." duyurulmuştur.

Eğer duâda "Ya Rab! Falan kadınla zina etmeyi, akrabam­la ziyareti kesmeyi bana nasip et!" gibi duâlar kabul olunmaz. Hadis-i şerifte:

"Allah bir kulunu sevince, onun yakarışına duymak için bir musibete uğratır." duyurulmuştur.

5“ Duâ edip istediği şeyin, geç olmasını istemektir.

İstenilen şeyin gerçekleşmesini düşünmemek ve duânın ka­bulü için Allah'a sığınmaktır.

6-     Duânın kabulünde Allah’ı muhayyer bırakmak.

"Allah’ım dilersen kabul et!" demelidir.

7-     Duâ etmeye devam etmek.

Hatta duâ için yedi vakit belirleyip her vakitte üç kere duâyı tekrar etmelidir. Bu tertib her ne kadar ısrar ve acizlik olsa da, bu yaratılmış içindir. Yaratan için değildir. Çünkü Allah kullarından ıs­rar edenlere sevgi besler. Hadis-i şerifte:

"Allah ssrarla isteyenleri sever!" duyurulmuştur.

8= Duânm kabulünün uzamasından dolayı üzülmemek.

Çünkü o kimsenin duâsının kabulünün gecikmesi, ondan çok­ça ısrar etmesi istendiği içindir. Yahut istediği şey dünyada kendisiiçin zararlı olduğundan ahirette verilmek için gecikmiştir. Yada ba­şına gelecek herhangi bir belâ veya musibet olmuştur da, ettiği duâ ile ondan kurtulduğu içindir. Özetle, duânın kabulünün gecikmesini bu üç hikmet üzerine yüklemek gerekir. Hatta kıyamet gününde bir kimse amel defterinde bir takım sevaplar görür ve onları dünyada yapmadığı için şaşırır. Allah ona;

"Sen dünyada şu ve şu işlerin için duâ Emiştin, dün ada bunları vermeyip bugüne sakladım. Şimdi defterinde olan se­vaplar işte dünyada ettiğin o duların meyvesidir" der. Bunun üzerine o kişi, "Ah! Ne olurdu bütün duâlarım dünyada kabul olunmasaydı, hepsinin mükâfatını bugün defterimde görseydim!" diye üzülür.

9-     Rahat ve huzurluyken duâyı çokça tekrar etmek.

Hadis i şerifte: "Bir kimsenin başına belâ geldiğinde, duâsının kabul olduğuna sevinirse, rahat ve huzurlu zamanında daha çok duâ etsin!" duyurulmuştur.

10-     Duâya başlayınca besmele ve hamd ile başlamak.

"Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla! Âlemlerin Rabbine hamd olsun! Salât ve selâm Muhammed'e âline ve hepimize olsun"

11-    Duâ öncesinde abdest veya gusül abdest almak. Hadis-i şerifte:

"Bir kimsenin Allah'a yahut bir yaratılmış birine müracat olunacak bir işi olsa, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kıla­rak Allah'a hamd ve peygamberine salâvat-ı şerife getirdikten sonra "Lâ ilâhe illâhu'l-halimu'l-kerimi, sübhanallahi ve rabbi'larşi'l-azim vel hamdu lillâhi rabbi'l-alemin. Eselüke mücibati rahmetike ve azaime mağfiretik ve'l-ganimete min külli berrin ve's-selâmete min külli ismin lâteda'li zenben illa gafertehu ve lâ hammen illa ferrectehu velâ haceten hiye leke rıdan illâ kadeyteha" diye duâ etmelidir.

12-      Duâ ederken kıbleye dönmek!

13-      Duâ da anne ve babayı anmak.

Duâ da anne babayı anmazsa fakirlik başlar demişlerdir.

14-      Duâ da bütün müminleri anmak.

Bir kimse mümin kardeşine, yakınına duâ etse, onun baş ucunda bir melek durur ve "Allah sana ettiğin duânm aynısını ih­san etsin" diye duâ eder. Bu yüzden bütün ehli imana duâ etmek, tam tersine kendine duâ etmektir. Hadis-i şerifte:

"Bir kimsenin Müslüman kardeşine gıyabında ettiği duâ kabul olunur. Başına bir melek görevlendirilir. O duâ ettikçe aynısı senin olsunder" duyurulmuştur.

15-      Duâ bitince ellerini yüzüne sürmek,

Hadis-i şerifte:

"Duâyı bitirince ellerinizle yüzünüzü meshedmizT duyu­rulmuştur.

16-      Duânm sonunda.

"Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun ve selâmun ale'l-mürselin. ve'l-hamdu lillâhi Rabbi'l-âlemin.” demek.

17-      Duânm bitiminde "amin" demek.

Ka’bu’l-Ahbar dan: "Âmin lâfzı, Allah’ın mührüdür. Kulları­nın duâlarmın sonunu onunla mühürledi." dediği rivayet olunur.

Ayrıca hadis-i şerifte;

"Âmin, âlemlerin Rabbinin kullarının dilleri üzerindeki mühürüdür." buyurulmuştur.

18-      Kendi duâsına da amin demek.

Çünkü bir kimse duâ ederken kendi duâsına âmin dese me­leklerde âmin derler. Hadis-i şerifte:

"Biriniz duâ ettiğinde kendi duâsına âmin desin. Melek lerde onunla birlikte âmin der." buyurulmuştur.

19-     Ellerini yukarı kaldırıp, avuçlarını kıble-i duâ olan arş tarafına açmak.

Eğer belâ ve afetten kurtulmak için olursa ellerinin arkasını yukarı tarafa tutmak, el kaldırıp duâ etme duânın kabulüne vesile olur. Hadis-i şerifte:

"Rabbiniz Hayy ve Kerimdir, bir kimse ellerini kaldırıp, hacetini Rabbine sunsa, Allah o kimseyi eli boş göndermeyi keremine uygun görmez." buyurulmuştur.

20-     Kalbinde açıklık ve genişlik ile edilen duânın kabul olacağını bilmek gerekir.

Çünkü kalbin açılması Allah’ın teveccüh ve ihsanı ilâhiyyesinin zuhurunun alâmetidir. Hadis-i şerifte:

"Kul, kalben olgunlaşınca Rabbine duâ etsin, Allah onun duasını kabul eder." Eğer duânın sonucu kısa zamanda görül­mezse Allah’a; "Bütün işlerin, izzetiyle tamamlandığı Allah'a hamd olsun" diyerek hamd etmek gerekir. Eğer vakit uzarda duânın kabulü geç olursa "Her hâl üzere Allah'a hamd olsun" de­mek gerekir.

Duâ için vakitlerin faziletlisi ve saatlerin eşrefini seçmek gerekir. Örneğin: Cuma günü cumanın ikinci ezanı, iki ezan arası ve her kametle ezan arası, gurup vakti, hatip minberde otururken, çarşamba günü öğlen ile ikindi arası, her gecenin yarısı ve son üç­te birinde, sahurda, regaib, beraat, miraç, kadir, arefe ve bayram geceler, iftar vakti gibi.

Kişi hüzünlendiği vakit duâ etmeyi ganimet bilmelidir.

"Mahzun zamanda duayı ganimet bilin, o serapa rahmet­tir." duyurulmuştur.

Hastanın duâsını da ganimet bilmelidir. Çünkü Hadis-i şerifte:

"Bir hastanın yanına girerseniz, size duâ etmesini isteyin. Çünkü o duâ bir meleğin duâsı gibidir" duyurulmuştur. Gurdeti de ganimet bilmek lâzımdır. Devamlı hüzünlü olduğu için duâsının kabul edilmesi umulur. Çocukların, annesinin ve babasının duâsını ganimet bilmeleri gerekir. Hadis-i şerifte:

"Babanın çocuğuna duâsı peygamberin ümmetine duası gibidir" buyurulmuştur.

Namazların ardından ve hatim edilen Kur’ân’ın arkasından, yağmur yağarken, Kâbeyi görünce, Hacer-ül esvedi görünce, Makam-ı İbrahimi, Kâbe ile Makam-ı İbrahim arasını, altın oluğu, zem­zem kuyusunu, rüknü yemani, rüknü şami ve ve ıraki, safa, merve, müzdelife, mina, cemreler, Arafat ve Peygamberimizin kabirlerini görünce edilen duâlar kabul edilirler, bu yüzden bunları ganimet bil­melidir.

İyilik yaptığı kimsenin duâsını ganimet bilmelidir.

Hadis-i şerifte:

"İyilik görenin, kendisine iyilik yapana ettiği duâ geri çev­rilmez!" buyurulmuştur.

. Mazlumun duâsıda ganimet bilinmelidir. Çünkü mazlumun kalbi hüzün dolu olduğundan duâsı kabule çok yakındır.

Hadis-i şerifte:

"Mazlumun duâsı günahkâr bile olsa kabul edilir, onun günahı kendine aittir." buyurulmuştur. Mazlumun bedduâsından da kaçınmak gerekir. Hadis-i şerifte:

"Mazlumun duâsından kaçının, Allah ile onun arasında perde yoktur." buyurulmuştur.

Duâ ederken duânın mana bakımından gayet kâmil ve güzel olması gerekir. Meselâ: "Allah’ım senden dünyada da ahirette de atfımı ve afiyetimi dilerim!"

Afiyet kelimesi dünya, din, ahirette bir çok faydaya işaret etti­ği gibi, ahirette Allah'ın cemali celilesini görmek dâhil olmak üzere birçok şeyi kapsar diye tefsir edilmiştir. Hadis-i şerifte:

"Rabbinden, dinde, dünyada ve ahirette af ve afiyet iste!" duyurulmuştur.

"Rabbim bize dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi ce­hennem azabından kora!" Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] genelde bu duâyı okurdu.

Enes b. Malik (radıyallahu anh) ve Ebu Umame (radıyallahu anh) rivayet etmiştir: "Bir kimse duâda üç kere -erhamerrahh mânderse ve o kimsenin üzerinde görevli bulunan melek mer­hamet edenlerin en merhametlisi sana tecelli eyledi, ne diler­sen dile artık der."

Bir kimse duâda iki kere "Ya rab!" dese Allah o kimseye "Bu­yur ey kulum! İste verilecek!" buyurur.

Enes (radıyallahu anh)den rivayet olunur ki; Medine halkın­dan bir kimse ticaret için Şam’a gitmek için yola çıkmış, yolculuk sı­rasında bir hırsız çıkıp hem malına hem de canına kastetmiş. Tüc­carda malını feda edip kendisine dokunmamasını istemişse de ka­bul ettirememiş ve hayatından umudu kesmiş. Hırsızdan iki rekât namaz kılmak için izin istemiş, abdest alıp iki rekât namaz kılınca ellerini kaldırıp üç defa;

"Ey Vedud, Ey Vedud, Ey yüce arşın sahibi, Ey Mubdi, Ey istediğini yapan, arşın direklerini aydınlatan cemalinin ışığıyla senden istiyorum. Yarattıklarına güç yetirdiğin kudretinle ve her şeyi kapsayan merhametinle senden istiyorum. Ey İmda­da yetişen imadadıma yetiş. İmdada yetişen, imdadıma yetiş!" diye duâ etti.

Duâyı okuyup ellerini yüzüne sürünce, karşıdan gayet hey­betli, güçlü bir ata binmiş, yeşil elbiseli, elinde silâhıyla bir kimse gelip hırsızla kavgaya tutuştu. Hemen elindeki silâhıyla hırsıza vu­rup onu yere sermiş. Tüccara dönüp "gel bunu öldür" dedi, fakat tüccar korkup bunu yapamadı. Bunun üzerine kendisi yaptı. Tüccar adamın yanına gidip ona yaptığı için teşekkür etti ve de Allah'a hamd etti. Sonra, "Sen ne taraftan geldin de, bu ıssız yerde be­ni böyle bir zalimin elinden kurtardın?" diye sordu.O kahraman adam "Ben üçüncü kat göğün meleklerindenim. Sen bu duâyı ilk okuduğunda gök kapılarından gök gürültüsü gibi ses geldi. Dehşete kapıldık. İkinci kez olduğunda gök kapıları açıldı ve birtakım ateşler püskürdü, etrafa kıvılcımlar saçıldı. Üçüncü kez okuduğunda Cebrail Allah tarafından bir fermanla gelip o hırsızı öldürmemi ve seni kurtarmamı emretti. Bende emri ye­rine getirdim.’’ O tüccar Medine’ye döndüğünde, bu acaip olayı Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] anlatınca, "Allah sana esma-i hüsnayı öğretmiş. Çünkü bu isimler ile Allah'tan bir şey istense verir, duâ edilse kabul eder." buyurdu.

Yetimlerin göz yaşlarını akıtmaktan sakınmalıdır.

Hadis-i şerifte:

"Mazlumun bedduâsından ve yetimin göz yaşlarından sa­kınınız, çünkü bu ikisi herkes uykudayken yürürler." duyurul­muştur. Yürümekten maksat yapılacak şeyin kuvvetini gösterir diye tefsir edilmiştir.

Kişi; kendine, ailesine ve evlâdına bedduâ etmekten kaçın­malıdır. "Belâdan dil sorumludur" diye rivayet edilmiştir.

Duâ ederken aksırmak duânın kabul olacağına işarettir. Hadis-i şerifte "Duanın kabulünü sağlayan etkenlerden birisi de duâ esnasında aksırmaktır!" diye duyurulmuştur.

İstediği şey herne kadar basit ve kolayda olsa, hacetini Allah'a sunarken duâ etmekten hâli kalmamalıdır. Çünkü duâya önem ver­meyen kimseye Allah azap eder.

Hadis-i şerifte;

"Allah'tan istemeyene, Allah gazap eder." duyurulmuştur. Bir kimsenin Allah'a bir hacetini arz etmemesi, kibir veya gururun­dan dolayı yahut Allah’tan ümidini kestiği içindir. Bunu yapmaksa haramdır.

Mefatih’ül-Cânan

DOKUZUNCU BAB

YAHUDİ ve HRİSTİYANLARA
DUA ETMENİN ÂDABI

Yahudi veya Hristiyanlardan bir iyilik ve bir ikram görünce ya­da bunun gibi şeylerde onları dil ile ödüllendirmek lâzımdır.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], bir Yahudi devesinisağdığı için ona şöyle demiştir.

"Allah'ım sen bunu güzelleştir."

Bu duânın hikmetinden dolayı o Yahudi yetmiş yaşına girdi­ğinde bile sakalında bir tel beyaz yoktu.

Yahudi ve Hristiyanlara duâ edildiğinde, mallarının ve evlâtla­rının çoğalması için duâ etmelidir.

Hadis-i şerifte: "Yahudi ve Hristiyanlara duâ ettiğiniz vakit, Allah malını ve evlâdını artırsın dîye duâ edin." buyurulmuştur.

Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar varissiz ölürlerse onların malla­rı Beytü’l-mal’a kalır ama reşit olmayan çocukları varsa istirkak olu­nur, (köle edinilir) reşit ise cizyeye tâbi olur.

Onların afiyeti için duâ etmenin caiz olduğu muteber kitaplar­da geçmiştir.

Kölelik: O devir kölelik devri idî. Dinimiz köleleri hürriyetine kavuşturmak için gayret etmiş ve Müslümanları buna teşvik etmiş­tir.

Ruh’ül Beyan, Şerh-i Şir’a, Cami-us-Sağir

ONUNCU BAB

ALLAH I ZİKRETMENİN ÂDABI

Kâmil bir mümin için, âdâbın çok önemli ve lâzım olduğunu kabul edilen kısmı, Allah'ın zikri ve marifetinin akıldan asla çıkar­mamaktır. Devamlı Allah'ı hatırda tutmak, ondan yüz çevirmemek mümine en lâyık olan şeydir.

Çünkü hem Allah'ı hem de başkasını aynı derecede sevmek olmaz. Hadis-i şerifte:

"Yaşadığınız gibi ölür, öldüğünüz gibi de dirilirsiniz!" du­yurulmuştur. Bu yüzden müminin kalbi daima Allah'ı zikir ile meşgul olmalıdır. Böylece öldüğünde de o şekilde dirilir. Rivayet edilir ki; Bir arap, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın huzuruna gelir ve "Amellerin en faziletlisi nedir? Onu bana öğret!" diye sorar, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] da;

 “Dünyadan ayrıldığı vakitte dilinin Allah'ın zikriyle meş­gul bulunmasıdır." buyurmuştur.

Hadis-i şerifte:

"Allah'ın en sevdiği amel, dilin Allah'ı zikirden ıslanmış­ken ölmendir." buyurulmuştur.

"Allah’ı çokça zikrediniz ki münafıklar size Mürailer de­sinler." buyurulmuştur.

"Sizin amellerinizin Rabbiniz katında efdal olanı, derece­lerinizin yükselmesi bakımından yüce olanı; altın ve gümüş sadaka vermenizden, savaşa gidip cihad yapmanızdan, şehit olmanızdan daha hayırlı şeyi bildiriyorum" buyurduklarında, Ashab "Nedir, ya Resulullah" dediler,

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de "Allah’ı zik­retmektir." diye cevap verdi.

"Bir cemaat Allah'ı zikretmek için oturduklarında bir ta­kım melekler gelip cemaatin etrafında halka oluşturup bekler­ler. Allah’ın rahmeti onları kuşatır. Üzerlerine huzur ve ciddiyet ve temkin iner. Allah onları, kendine en yakın meleklerle över." duyurulmuştur.

Her amel gibi Âdemoğlu bununla da mükellefitr. Özürden do­layı amellerin geciktirilmesi veya terki caizdir. Fakat Allah'ı zikret­mek konusunda bu mesele caiz değildir. Allah'ı zikretmek ertelene­mez veya terk edilemez. Çünkü zikir konusunda bir uzuv yada bir mahal gibi tayin edilmiş şey yoktur. Nisa suresinde;

"Ayakta, otururken ve yanlarınız üzere yatarken Allah'ı zikrediniz." duyurulmuştur. Ama mümin olup da akılsız olsa yani deli olsa duna gerekmez. Çünkü üzerinden teklif kalkmıştır.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

ON BİRİNCİ BAB

PEYGAMBER (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’E
TÂBİ OLMANIN ÂDABI

Kâinatın efendisine (sallallahu aleyhi vesellem) tâbi olmak, hareketlerinde, emirlerinde ona tâbi olmak farzdır. Nisa suresinde;

"Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat edin." duyurul­muştur.

Bu emri yerine getirebilmek için bazı usûllere uymak ge­rekir. Bunlar;

1Ashabı kirama tâbi olmaktır Hadis i şerifte:

"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız tutu­nun kurtulursunuz!" duyurulmuştur.

2“ Sünneti seniyyelere bağlanmaktır

"Bir kimse benim sünnetimi ihya ederse, o kimse aslında beni ihya etmiş olur. Beni ihya edende beni seviyor demektir. Beni seven cennette benimle beraberdir." buyurulmuştur.

3-    Bidatçilere yakın olmamak.

4-    Salih kimselerle oturup, devamlı onlarla sohbet etmek.

Hadis-i şerifte:

"Salih kimse ile oturup sohbet etmek, misk ve güzel ko­ku satan birinin dükkanında oturmak gibidir. Bir kişi misk ve koku satan birinin dükkanında oturursa, ya o kokudan satın ahr veya koklayarak zevk ve lezzet alır. Kötü kişiyle arkadaşlık etmek demirci dükkanında oturmak gibidir. Demirci dükkanın­da oturan kişiye bir kıvılcım isabet eder, elbisesini yakar ya da o kerih kokuyu koklamak rahatsız eder." buyurulmuştur.

5-   Ümmetin fesada uğradığı zaman, sünneti seniyyelerden bir sünneti canlandırmayı ganimet bilmek. Çünkü ümmetin fesada uğradığı vakitte sünneti seniyyeyi ayakta tutmak ateşe ya­pışmak gibidir. Milletlerin düştükleri ayrılıklar zamanında bir sünne­ti canlandıran kişiye yüz şehit sevabı verilir.

Hadis-i şerifte:

6» Sünneti seniyyeye bağlanma sebebiyle Allah'tan ihsan beklemek.

"Bîr kimse benim sünnetime bağlanıp güzelce muhafaza ederse, Allah o kimseye dört şey ikram eden

1-      Bütün Müslümanların kalbi ona sevgi besler,

2-      Fasıklara heybetli görünür,

3-      Rızkı çoğalır,

4-      Kendisine güvenilen birisi olur.”

Buhari-â Şerif, Mefatih’ül-Cman

ON İKİNCİ BAB

PEYGAMBER (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’E
SALÂVAT GETİRMENİN ÂDABI

Peygamberimize salât-u selâm getirmek Müslümanların gö­revlerindendir. Kur’ân-ı kerimde şöyle duyurulmaktadır.

"Ey iman edenler, ona salât edin ve teslim olmuş bir şe­kilde selâm verin!" (Ahzab suresi56)

Bu emir gereğince Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a ömründe bir kere salâvat getirmek farzdır. Bir mecliste ismi şerifle­ri anılınca salâvat getirmek vaciptir. O mecliste ismi şerifleri tekrar edildikçe salâvat getirmek âdâptandır. Salâvatın manası Peygam­berimizin yüceliğinin ve şeriatının devamlı olmasına duâdır.

Bu yüzden salâvat her ne kadar görünüşte Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] üzerineyse de, aslında salâvatı getiren kişi­nin kendisine ettiği duâdır. Peygamberimizin adı anıldığında bir kimse salâvat getirmezse bu onun bahtsızlığındandır.

Hadis-i şerifte:

"Bir kimse benim ismimin anıldığı bir mecliste bulunupda saiâvat getirmezse cehenneme girer.” duyurulmuştur. Salâvatı şerifeye çokça devam etmek önerilmiştir. Hadiste;

"Kıyamet gününde bana göre insanların en kıymetlileri salâvatı çokça getirmiş olanlardır.” duyurulmuştur.

Süfyani Sevr? anlatıyor;

Kâbeyi tavaf ediyordum, dirini gördüm, her adımda saiâvat getiriyordu.

"Neden başka duâ etmezsin? Her makamın bir duâsı vardır.” dedim. Adam "Hac için dadamı alıp yola düşmüştüm, gelirken babam öldü! Yüzü siyah ve gözleri kör olmuştu. Başı da hınzır ba­şına dönüşmüştü. Bu yüzden çok mahçup oldum, kimseye söyle­medim. Üzüntülü bir şekilde otururken gece oldu ve uyudum. Rü­yamda çadırın içine çok güzel biri girdi. Ondan güzel kokan birisini görmedim. O güzel kokuyla etraf doldu. Büyük bir ciddiyetle geiip, babamın başına oturdu ve yüzündeki perdeyi kaldırdı, ellerini ba­bamın yüzüne sürdü, hüzün sevince, karanlık aydınlığa dönüştü. Çünkü babam eskisinden daha güzel oldu. O kişi babamın başın­dan kalkınca onun eteğinden tutup;

-“Sen kimsin, beni ve babamı bu uzak yerde buldun. Halk içinde beni mahçup olmaktan kurtardın.” dedim. O da;

“Sen, beni tanımadın mı? Sahibul Kuran Muhammed Mustafa’yım. Senin baban gerçi günahkâr ve fasıktı, fakat be­nim üzerime salâvatı bolca getirirdi. Babanın bu hâle geldiğini salâvatı şerifleri bana getiren melek haber verdiğinde bende gelip onu bu belâdan kurtardım’’ dedi.

Uyanınca, çadırın içini güzel koku sarmıştı. Babamın yüzünü açtım yüzü oldukça güzel ve gözleri sağlam. Çok şaşırdım. Ondan sonra insanların efendisine salâvat getirmekle uğraşacağıma dair kendime söz verdim, bu şekilde şefaatine kavuşmayı umuyorum." dedi.

Rivayet olunur ki;

"Bir kişi salâvat getirme hususunda çok gevşeklik etti. Rüya­sında Peygamberimizi gördü. Peygamberimizin ona hiç bakmadı­ğını ve yüzünü çevirdiğini görünce, o biçare "Ey Allah'ın Resulü, bana kızmanızın sebebi nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Seni tanımıyorum" dedi. Adam "Ya Resulullah, ben sizin ümmetinizden olanı evlâdınız­dan daha iyi tanıdığınızı işittim" dedi. Rasulullah (sallallahu aley­hi vesellem) "Evet öyledir. Sen bana salâvat getirmezsin, ben insanları bana salâvat getirdikleri oranda tanırım." buyurdular. Uyandım her gün yüz salâvat getirmeyi âdet edindim. Sonra bir ke­re daha Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüyamda gördüm. Dedi ki; "Şimdi seni tanıdım, ahirette şefaat edeceğim!" duyu­rulmuştur.

Başka bir rivayette:

Anlatılana göre, salâvata önem veren bir kişi beş yüz, dirhem borca girdi. Bir gece Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüya­sında gördü ve on "Ebul Hasan Kisai’ye git, borcunu ödesin" dedi. Ayrıca buna ek olarak “Eğer bunun doğruluğuna alamet is­terse her gece yüz kere salâvat getirirdi bu gece unuttu, onu uyar." dedi. O kişide bu alâmetle Ebul Hasan’a gidip haber verme­sine rağmen Ebul Hasan ona yüz vermedi. Fakat adam onun her gece salâvat getirdiğini fakat bu gece unuttuğunu haber verdiğin­de, bunu duyduğu gibi tahtından kendini aşağı atıp şükür secdesi­ne kapandı. Sonra "Bunu Allah’tan başka kimse bilemez, bunu bana haber verdiğin için bin dirhem, buraya kadar zahmet et­tiğin içinde bin dirhem ve de Peygamber emri içinde beş yüz dirhem hak ettin. Bundan sonra ne ihtiyacın olursa bana gel, ben karşılarım." dedi.

Bir kişi bir mektupta veya bir kitapta Peygamberimizin ismini yazdığında Sallalahu Aleyhi ve sellem lâfzını yazmalıdır.

Rivayet edilir ki:

Küfe ehlinden mektupları yazan bir katip öldü. Sonra onu rü­yalarında görenler hâlini sordular. O da "Rabbim bana iyilikle mu­amele etil Şu amelim yani, her ne zaman Muhammed ismini yazsam ardından Sallalahu Aleyhi Vesellem yazardım. Bunun için bağışlandım.”

"Benim ismimi yazan bir kimse salâvatı da beraberinde yazarsa benim ismim o kitapta bulunduğu müddetçe melekler o kimseye istiğfar ederler.5’ buyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağjr

ON ÜÇÜNCÜ BAB

KUR AN OKUMANIN ADABI

Kur’ân okumak müminin Allah'a münacaatıdır. Hadis-i şerifte;

"Bir kimse Rabbi ile konuşmak isterse Kur’ân okusun" duyurulmuştur.

Kur’ân’ın okunuşu hakkındaki âdâb şöyledir:

1-      Güzelce abdest almak.

2-      Kıbleye karşı namazda oturduğu gibi oturmak.

3-      Euzü besmele çekmek.

4-      Tecvide riayet etmek.

5-      Manasını düşünmek.

6-     Manaya gücü yetmiyorsa, manasını anlayan birinin yaptıklarını yapmak.

7-      Hüzünlü bir sesle okumak, sesi şiddetlendirmemek.

Çünkü hüzünlü okunan Kur’ân huşûyu artırır ve gözyaşının akmasına sebep olun Hadis-i şerifte:

"Kur’ân’ı hüzünlü bir sesle okuyunuz, çünkü hüzünle hazil olmuştur.” duyurulmuştur.

"Allah müteşabih, ikişerli birr kitap olarak sözün en güze­lini indirdi. Rablerme karşı içleri titreyerek korkanların ondan derileri ürperir.».’5 (Zümer suresi-23) buyurulmuştur.

8-      Kur’ân okurken ağlamak

9-      Ağlamasa bile ağlıyormuş gibi yapmak, Hadis-i şerifte;

 "Kur’ân okurken ağlayın, ağlayamazsanız hüzünlü gibi olun!” buyurulmuştur.

10-     Kur’ân ezberlemeye çalışmaktır Çünkü Kur’ân-: ezbe­re okuyanlar iyilerle haşrolunurlar. Hadis-i şerifte:

"Kur’ân okumak kendilerinin mahareti olan, iyi ve kıymet­li insanlar olacaktır." buyurulmuştur.

11-      Kur’ân okurken kendisine meşakkat gelse bile oku-

"Kur’ân-ı hece hece zorlanarak ve zahmetle okuyanlara iki sevap vardır." buyurulmuştur.

Kur’ân okurken kişiye okuması zor gelse o zorluk ile Kur’ân’ı terk emeyip okumakta ısrar ederek, ona iki sevap vardır. Birisi Ku­r’ân okuduğu için, diğeri zorluğa sabır ve tahammül ettiği için verilir.

12-     Kur’ân’a çalışırken hata yapmamak için mushafa bak­mak. Hadis-i şerifte:

"Ümmetimin en faziletli ibadeti, bakarak Kur’ân okuma­larıdır." buyurulmuştur.

13-      Kur’ân okurken esneme arız olursa, Kur’ân’ı kapayıp okumayı bırakmaktır. Hadis-i şerifte:

"Esnemek şeytandandır!" buyurulmuştur.

14-      Kur’ân okurken her ayetin sonunda durmak.

15-      Rahmet ayeti geldiğinde Allahdan istemek.

16-      Azap ayeti geldiğinde Allah’a sığınmak.

17-      Tenzih (Allah’ın eksikliklerden münezzeh olduğunu bildiren) âyetler geldiğinde Allah'ı takdis etmek ve Sübhanallah demek

Huzeyfe İbn Yemani (radıyallahu anh) rivayet olunur ki;

“Peygamber  [salla'llâhü aleyhi ve sellem]ile namaz kıldım. Bakara suresinden başladı, Azap âyeti okuduğunda Allah’a sı­ğındı, Rahmet ayeti okuduğunda Allah'tan istedi, tenzih ayeti okuduğunda sübhanallah diyerek Allah'ı takdis etti.”

18-    Kur’ân kelâmlarını ve harflerini birbirinden ayrımak. Bir kimse Kur’ân okuyan kimsenin okuduğu harfleri saymak istese rahatça sayabilmeli. Çünkü bu şekilde okunan Kur’ân’ın harfi başı­na yirmi sevap verilir, harfler ve kelimeler birbirine bağlı olarak oku­yan kimsenin okuduğu Kur’ân’ın harfi başına on sevap verilir.

5’Kîm Kur’ân’!, harflerini ve kelimelerini belli ederek, ayıra­rak okursa her harfine karşılık yirmi sevap alır, kim de ayırma­dan okursa her harfine karşılık on sevap alır.” duyurulmuştur.

19-    Kalbinde itminan ve huşû olması gerekir. Ayrıca uzuv­larında da sükûnet ve itidal olmalı ve sakince oturmalıdır.

20-    Normal olmayan hareket ve yüksek sesle okumamak. Müminlerin annesi Aişe (radıyallahu anha) bu şekilde Kur’ân oku­yan birini gördüğünde "Kur’ân, insanların akıllarım başlarından almaktan beridir. Fakat Allah'tan korkanların tüyleri ürperir." buyurmuştur.

21-    Fatiha suresi okunduğunda besmeleyi el-hamd keli­mesine yetiştirmektir. Ve de besmeleyi okumaktır. Hadis-i şerifte;

"Allah teâlâ şöyle buyurdu; Ey İsrafil! İzzetim, celalim, varlığım ve keremime yemin ederim ki bir kimse besmeleyi fa­tiha ya ilâve ederse, yani ikisini bir nefeste okursa şahit olun, ben o kimseyi bağışlarım. Cennete kabul ederim. Günahlarını affeder, dilini ateşte yakmam. Kıyametin azap ve zorlukların­dan onu emin kılarım. Peygamberler ve evliya kullarımdan ön­ce beni görür." duyurulmuştur.

22-     Kur’ân okurken bazı ayetleri anlamak ve kalbini mutenebbi kılmak için o ayetleri tekrar etmektir.

"İn tuazzibhum feinnehu ibaduke vein tagfir lehum feinneke entel azizu'l-hakim" ayetini birkaç kere tekrarladığı rivayet olunmuştur.

Said b. Cubeyr (radıyallahu anh) de;

"Vemtazu’l-yevme eyyuhe’l-mücrimun" ayetini bir kaç defa tekrarlamıştır.

Bu konu hakkındaki hadisler:

Peygamberimizin (sahaiiahu aleyhi vesellem) besmeleyi okuduğu ve anlamak ve de tefekkür etmek için yirmi kere tek­rarladığı rivayet olunmuştur.

Ebu Zer rivayet eder; "Peygamber bir gece kalkıp bize namaz kıldırdı. ”İn tuazzibhum feinnehu ibaduke vein tagfir lehum feinneke entei azizu'l-hakim" ayetini tekrar tekrar okudu.

23-                    Kur’ân’ı yüzünden okumayı unutmamak.

Hadis-i şerifte:

"Ümmetimin günahları bana bildirildi, Kur’ân’dan bir aye­ti veya sureyi öğrenip sonra unutandan daha büyük günahkâr görmedim!" buyurmuştur. ■

Unutmaktan maksat ezberleyip sonra unutmak değildir, yü­zünden okumayı unutmaktır diye tefsir edilmiştir.

24-                    Oturulan evde Kur’ân okumak.

Çünkü içinde Kur’ân okunan evlerde Kur’ân okunduğu bilinir.

"Yeryüzünde Müslümanların öyle evleri vardır ki, içlerin­de ışıkları arşa yükselen lambaları vardır. Yedi kat gök ve yer­deki Allah’a en yakın melekler o kandiller sayesinde o evleri bilirler" buyurulmuştur.

“Ve bu ışık içinde Kur’ân okunan müminin evidir." derler.

"Bir evin içinde Kur’ân okunsa o eve melekler girer, şey­tanlar çıkar ve o evin halkı daima hayır ve bereket ve saadet üzerine olurlar. Kur’ân okunmayan eve şeytanlar girer melek­ler çıkar ve o evin halkı daima darlık çeker" demiştir.

25-    Tecvid kurallarına uyarak kırk günde bir kere hatim yapmak.

Çünkü Âdem (aleyhisselam)'in balçığı kırk günde yoğrulmuş­tur. Ayrıca anne rahminde çocuğun nutfe, mudge ve embriyonun her bir uzvu kırk günde tamamlanır. Ve de nefsin tekamülüde kırk günde olur. Bir kimse kırk gün Allah'a ihlâsla duâ ederse, hikmet o

kimsenin kalbinden diline iner ve her kelâmı hikmet olur.

Hadis-i Kutsi de:

"Âdemin çamurunu kırk günde yoğurdum" buyurulmuştur.

"Birinizin anne karnındaki yaratılışı nutfe olarak kırk gün­dür. Sonra embriyo olursunuz, bu da kırk gündür. Sonra mudge olursunuz bu da kırk gündür." buyurmuştur.

Başka bir hadiste:

"Kim ihiasia Allah’a kırk gün ibadet etse kalbinden diline hikmet pınarları akar." buyurulmuştur.

26-      Yararlı ilimlerin hepsini, sırlarını ve ilahi feyzini iste­mek için Kur’ân’dan faydalanmak. İbn Mesud;

"İlim murad ederseniz, Kur’ân-ı Kerîmi seçiniz, çünkü O Kor’ân’da ilk ve sonun ilmi bulunmaktadır." buyurmuştur.

Öyle ki ariflerden birisi;

Hiçbir kuru ve hiçbir yaş yoktur ki; kitabımda olmasın(En’am suresi-59)

Ayetine binaen tüm Kur’ân’ı hatmettim fakat hadisin ma­nasını bulamadım, dedi. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Yusuf suresini incele bulursun" dedi.

Uyandığında abdest alıp Kur’ân’a müracat etti. Yusuf suresi­ni okurken;

"Yusuf’u gördükleri zaman kendisini büyük bir varlık ola­rak tanıdılar ve kendi ellerini kestiler." âyeti kerimesinin hadisin manasına tam anlamıyla oturduğunu görünce şükretti.

Mısır’ın kadınları Züleyha’yı kınadıklarında, Züleyha onları sarayına davet edip ellerine birer bıçak ve birer portakal verdi. Yu­suf (aleyhisselam)’u onlara gösterdiğinde, Onun güzelliğinin şaş­kınlığından ellerini kesip acısını hissetmediler. İşte mümine de cenneteki makamı gösterilir ve onun güzelliğinden şaşkına döner ve ölüm acısını hissetmez manasındadır.

27-    Kur’ân’da soru ve tevbih gibi âyetleri okuyunca "be­lâ" (evet) lâfzıyla cevap verip tasdik etmektir.

Hadis-i şerifte rivayet olunduğuna göre:

"Vettin suresini okurken 'Allah hükmedenlerin hâkimi de­ğil midir.' (Tîn suresi-8) âyetini okuduğunda 'belâ' bende buna şahidim denilmelidir.

Kıyamet suresindeki,

”0 ölüyü diriltmeye kadir değil midir?” (Kıyamet suresi-40) ayetini okuyunca ”0 her şeye kadirdir?” demelidir.

Mürseîat suresindeki;

‘Bundan sonra hangi söze iman ederler” (Mürseîat suresi 50) ayetini okuyunca Amennabillah (Allah’a iman ettik) demelidir.

'Rahimlere dökmekte olduğunuz menîyi gördünüz mü? Onu sizter mi yaratıyorsunuz yoksa yaratanlar biz miyiz?” (Va­kıa suresi; 58-59) gibi ayetler okunduğunda “Evet sensîn ya Rabbî?” demelidir.

Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre bu tür ayetlerde bu söz üç kere tekrarlanmalıdır. İnfitar suresindeki;

"Ey insan, kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar suresi-6) ayetini okununca, Peygamberimizin "Onu cehale­ti aldattı" demiştir.

28-     Kur’ân'ı hatim ettiğinde bu hadis-i şerifi üç kere oku­mak gerekir.

"Allah’ım beni kabirde yalnız bırakma!"

Kur’ân okuyan bir kişi bilmeden hata yapsa yahut gerektiği gi­bi harfleri doğru çıkaramasa, iyilik yazan melek onun sevap defte­rine tam okunmuş yani indiği gibi okunmuş, okunuşuna önem gös­termiş sevabı yazar. Hadis-i şerifte: "Kur’ân okuyan kişi, okudu­ğu zaman, hata veya dil sürçmesi yaparsa yada Arap değilse, melek ona indiği günkü gibi yazar." duyurulmuştur.

“De ki, evlât edinmemiş ve mülkte ortağı olmayan, kendi­sinde asla şaşma olmayan Allah’a hamd olsun..." (İsra suresi-11)

Kim bu yukarıda geçen ayeti sabah ve akşam üçer kere okur­sa onu yüceltir ve halk içinde heybetli kılar.

Mefatih’ül-Cinan, Günyet’ül Feteva, Cami-us-Sağir

ON DÖRDÜNCÜ BAB

HER AMELDE NİYET

ETMENİN ÂDABI

Namaz, oruç, hacc, zekât gibi yakınlık kast edilen farzlar­da niyet etmek farzdır, Niyetsiz olarak edâ edilirse muteber değil­dir, fasid olur. Fakat bu gibi yakınlık amaçlanan farz amellerin işlen­mesine aracı ve de sebep olan ne kadar amel varsa, o amel ne ka­dar farz olsa da yakınlık amacı taşımadığından, başlangıcında ni­yet etmek farz değildir.

Örneğin abdest almak ve gusül almak her ne kadar Kur’ân ile sabit farzlardan olsalarda, bunlardan murad namaz olduğundan başlangıcında niyet farz değildir. Ama âdâbdandır. Bu konu abdest âdabında incelenmişti. Hülasa mümin olan kimse bütün amellerin­de gerek dini ve gerek dünyevi olsun, muhakkak ki Allah'ın rızası­nı vesile edecek bir sebebi bulunur. Özellikle ibadet ve kulluk gibi dinden olan şeyler için Allah rızası gerekir.

Yemek, içmek, uyumak, hanımıyla, cariyesiyle cinsel ilişkiye girmek, sahralarda gezmek, at sürmek, gemiye binmek, güzel elbi­se giymek, ava çıkmak, güzel koku ile güzelleşmek, gözlerine sür­me çekmek, tırnak kesmek ve traş olmak, koltuk altı ve kasık tüy­lerini almak, hamama girmek, ticaret yapmak, sanat icra etmek, çiftçilik yapmak, arkadaşını ziyaret etmek, sohbet etmek, bina yap­tırmak... Bunlar örnek olabilecek dünyalık işlerdir. Beşeri lezzetler­den sayılmış olan şeylerde Allah rızasının isteneceği ve buna ne­den olacak şeyler vardır. Yani bu ameller nefsin isteği olan şehevi şeyler olmalarına rağmen hayır niyetiyle hem nefsinin arzusunu ya­par hem de sevap alır ve Allah’ın rızasını kazanır.

Mesela yemek ve içmekte ibadet için kuvvet gelmesi, uyu­makta ibadete gelecek zaafı önlemek, cinsi ilişkide nefsani haram­dan muhafaza olmak, sahralarda gezmekte, Allah’ın kudretini ve eserlerini görmek ve vahdaniyete inanmak, ata ve gemiye binmek­te, Allah’ın bunları bizim emrimize verdiğini düşünerek şükretmek, ava çıkmakta Allah’ın bu vahşi hayvanları bizim menfaatimiz için yarattığını ve bizlere helâl kıldığı için nimeti düşünmek ve şükret­mek, güzelleşmek ve sürme çekme, tırnak kesmek ve tüyleri al­makta Peygamberimize uyduğumuzdan sünneti yaptığını bilmek, hamama girmekte cehennem sıcaklığını düşünmekte, ticaret ve sanatta, helâlden kazanmak evlâdına ailesine ve fakirlere infak et­mek, dostlar ile ziyaretleşmek ve sohbet etmek. Müminler birbirleriyle kardeş oldukları için ziyaretleşmelerinde kalplerinde bulunan bazı hased ve kin ortadan kaybolur. Bu yüzden ziyaretleşme de sevgiyi yaymayı niyet olarak almak gerekir. Hadis-i şerifte:

 "İhlasla yapılmış niyyet, İslâm’ın sünnetidir" duyurulmuş­tur. Çünkü Allah için ihlaslı olan amel riyâdan da uzak olur. O ame­le riyâ ârız olsa bile etkisi olmaz, çünkü esasın ihlası önemlidir.

Bir kimse halis bir niyet ile namaza durduktan sonra, riyâ ile şer’an alâkalı değildir. Hadis-i şerifte:

"Müminin niyeti amelden hayırlıdır" duyurulmuştur. Nafile idadetler niyetsiz yapılırsa sevap alınır, fakat niyet edip yapılmadıkSarında sevabı yoktur.

Mesela camiye gitmek hayırlı işlerdendir, mümin gittiği zaman muhakkak sevap alır, fakat camiye gideyim ve namaz kılayım, ezanı camide dinleyeyim, camide kaldığım sürece nafile itikafa ni­yet edeyim kalbimi Allah’a bağlıyayım, Allah’ın evini ziyaret eden­lerden olayım, cemaatle namaz kılanlardan olayım gibi hayırlı niyet edip de bir engel sebebiyle camiye gidemezse, düşündüğü bütün hayırlı amellerin sevaplarına ulaşır.

Sahabe-i Kiram’dan bir zat, bir yere köprü yaptırmaya niyet etmiş. İnşasına başlayacağı zaman ona "Falan Yahudi o köprü­yü yaptırdı" dediler, sahabe çok üzüldü. Ömer (radıyallahu anh)’e gelip anlattı, o da;

"Müminin niyeti amelinden hayırlıdır" hadisiyle o kişiyi müjdeledi. Hem binayı yapamayıp üzüldüğü için hem de ihlasla ni­yet ettiği için iki ecir aldı.

Bir kimse davet edildiğinde gidip ya da tesadüfen bir yerde bulunduğunda o mecliste içki ve kumar gibi haram olan şeyler bu­lunursa, o kişi niyetinde onların yaptıklarından nefret duyarsa, o şeylere münker derse, o mecliste bulunmamış sayılır. Ama oraya bilerek gider oturursa günah olur.

Bu şekilde bir meclisi duyduğunda "Ah keşke bende orada olsaydım da onları doya doya seyretseydim" diye dilerse o meclisten ne kadar uzak olursa olsun günah kazanır.

Örneğin İsrailoğulları, Tin çölünde Musa (aleyhisselam)’ya is­yan ettiler, bir buzağıya ibadet ettiler. Bu yüzden onlar tevbih edil­diler, Beni kurayza ve Beni Nadir gibi Musa (aleyhisselam)’nın dev­rine yetişemeyen Yahudiler o işi yapmaya cesaret edememişlerse de gönüllerinden o işe razı olmuşlardır.

Hadis-i şerifte:

”Kim bir günahın işlendiği yerde bulunup ondan nefret ederse, sanki oradan uzak durmuş gibi olur. Kimde günahın işlendiği yerden uzak olurda o günaha razı olursa sanki o yer­de bulunmuş gibi olur."

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

ON BEŞİNCİ BAB

CUMA ÂDÂBI

Cuma günü, günlerin en hayırlısı olduğundan gece ve gündü­züne hürmet etmek âdâbtandır. Çünkü Âdem (aleyhisselam) cuma günü yaratıldı, cuma günü cennete girdi, cuma günü yeryüzüne in­di. Ayrıca kıyamet cuma günü kopacaktır, cuma günü herkes dirile­cektir, Allah ve melekleri katında cumanın adı Yevm-i Mezîd’dir.

O günde Allah kullarına kendisini mekândan münezzeh ola­rak gösterecektir. Hadis-i şerifte:

"Güneşin üzerine doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür, çünkü Adem o gün yaratıldı, o gün cennete girdi, o günde yer­yüzüne indi ve kıyamette o gün kopacaktır, Allah katında ki adı

yevmi mezid’dir. Meleklerde bu ismi verirler. Müminler o gün­de Allah’ı mekândan münezzeh olarak göreceklerdir.” buyurulmuştur.

Cuma günü için yıkanmak gerekir. Hadis i şerifte:

"Bir kasesi bir dinar bile olsa cuma günü yıkanın!” duyu­rulmuştur.

Yıkandıktan sonra abdest bozulursa tekrar abdest alınır ama önceden alınmış olan gusülün sevabını da alır.

Bir kimse cuma günü ihtilam olsa veya eşiyle ilişkiye girip ar­dından da gusül abdest alırsa cünüplükten kurtulmak için niyet etmişbile olsa, ikisinin de sevabını alır. Tekrardan cuma için gusül ge­rekmez, bunun gibi örnekler niyetin âdâbı bahsında geçti.

Meselâ bir bayan kocasıyla ilişkiye girse fakat gusül etme­den önce hayız olsa o bayana bir kere yıkanmak gerekir. O tek yı­kanması hem cünüplük hem de hayız için kifayet eder. Bir kimse hem bayram hem de cuma için niyet ederek gusül alsa, bayram ve cuma için yıkanmış olur.

Cuma Namazına Erken Gitmek

Cuma namazına erkenden gitmek gerekir, hadis-i şerifte;

"Cuma için mescide cumanın ilk saatinde giden kişi bir deve, ikinci saatinde giden kişi bir sığır, üçüncü saatinde gi­den kişi koç dördüncü saatinde giden kişi bir tavuk kesmiş gi­bi, beşinci saatinde giden kişi yumurta sadaka vermiş gibi se­vap alır. İmam minbere çıkınca sahifeler dürülür, kalemler kal­dırılır, melekler minberin yanında oturur ve hutbeyi dinlerler. O an gelenlerin faziletten bir payı olmaz. Sadece namaz için gel­miş olurlar." buyurulmuştur.

Etek Traşı olmak ve Tırnak Kesmek

Tırnak kesmek ve saçları traş etmek ve de koltuk altıyla ka­sıkları traş etmek gerekir. Cuma günü ya da gecesi hanımıyla iliş­kiye girmek âdâptandır. Bu adaba riayet etmekle üç fayda vardır.

1-    Namahrem hatuna bakmaktan güvende olmak.

2-    Ruhunda huzur ve sükûnet olması.

3-    Hem kendisi hem de hatunu, ilişkiye girmenin fazileti­ne nail olurlar.

Hadis-i şerifte:

"Kim erken kalkarsa, (cumaya) erken gitmeye gayret e­derse, yıkanmaya teşvik eder ve kendisi de yıkanırsa, Allah ona rahmet eder" buyurulmuştur. Burada kastedilen ailesine yı­kanmayı tavsiye etmektir diye tefsir olunmuştur.

Cuma günü bazı sureler okumak

Cuma günü veya gecesi, Duhan suresi okunmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Bir kimse cuma gecesi yahut cuma günü Duhan suresi­ni okursa Allah Teâlâ onun için cennette bir saray inşa eder." buyurulmuştur.

"Bir kimse cuma gecesi veya cuma günü Kehf suresini okursa, o kimsenin okuduğu yerden Mekke’ye kadar kendisi­ne bir nur verilir, gelecek cumaya kadar ve üç günde fazlasıy­la günahları bağışlanır. Sabaha kadar yetmiş bin melek ona dua eder ve bağışlanmasını dilerler. Sırasıyla Zatul Cenb, Baras, Cüzzam hastalığından ve de Deccal fitnesinde güven içe­risinde olur." buyurulmuştur.

Camide oturma âdabı

Camide halka şeklinde oturmayıp, kesinlikle kıbleye doğru oturmak gerekir. Bazı insanların camilerde Kur’ân okunurken halka şeklinde oturmaları âdâba terstir. Hadis-i şerifte:

"Namaz kılmak için camide namazı bekleyenler, namazda sayılırlar, oturuşları namaz kılanların oturuşu gibi olsun." du­yurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Buhari-i Şerit, Cami-us-Sağir

ON ALTINCI BAB

ORUCUN ÂDABI

Oruç, nefis ile mücadelenin en büyük direğidir. Mümin olan kişi, ramazan girmeden birkaç gün öncesinde sayılacak âdâpları yapmalı ve Ramazan’a hazırlanmalıdır. Meselâ tırnaklarını kesmeli, sakalını dört parmak seviyesine getirmeli, bıyıklarını kesmeli, saçını traş etmeli ve avret yerlerini temizlemeli, gusül abdest alma­lı, yani zarureti âdâbtan olan şeyleri yapmalıdır.

Sahuru terk etmemek gerekir. Çünkü sahurda yenilen yemek mübarek olarak görülür.

"Sahura kalkın çünkü sahur berekettir!" hadisiyle de bu durum ifade edilmiştir.

Peygamberimizden bu konuda üç şey bize sünnet olarak kalmıştır.

a)      İftarı çabuk yapmak,

b)      Sahuru geç vakit yapmak,

c)      Misvak kullanmak.

Ramazan-ı şerifi kendisi için nimet bilip şükrünü artırmaya gayret etmelidir Çünkü Ramazanlarda işlenen günahlara, tutulan oruçlar kefaret olurlar diye hadis rivayet edilmiştir. Hadis-i kudsi de Allah Teâlâ;

"Oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm." buyur­muştur. Bütün ibadet ve kulluklar içerisinden Allah’a özellikle nisbet edilmesi birçok hikmet sebebiyledir.

1-    Oruç yaratıcı ile kullan arasında bir sırdır. Öyle ki yara­tılmışlardan hiçbirisi bu sırrın ne olduğunu bilmez.

2-    Bîr millet zamanında Hacc ederler, Kur’ân okurlar, sa­daka verirler fakat oruç tutmazlardı. Kısaca Yahudi, Hıristiyanlar, kâfirler her türlü ibadeti yapar, oruç tutmazlardı. Bu yüzden Allah orucu sadece kendisine özel kılmıştır. "Oruç benim içindir, mü­kâfatım ben veririm" buyurmuştur.

3-    Oruca 'Allah’ın ahlâkıyla ahlâklamn’ hadîsinde imtisal vardır. Allah yemek ve içmek gibi noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunun için oruç olan kişi, Allah'ın ahlâklarından birisine imtisal et­miştir.

4-    Orucun Aöah’a nispet ediîmesi onu yüceltmek içindir. Çünkü oruç gayet makbul ve şanı yüce olan bir ibadettir.

"Oruç tutanın uykusu ibadettir. Her nefesi teşbihtir, duası kabul olunur, ameli kat kattır. Ve de her şeyin bir kapısı vardır, ibadetin kapısı oruçtur.” duyurulmuştur.

6Oruç bedene sıhhat verir. Sağlık olmazsa Allah'a ibadet olmaz. Bedeni ibadetin sığınağıdır. Oruç bedenin sıhhatinin sığına­ğıdır. Hadis-i şerifte:

"Namaz burhandır, zekâtta temizliktir, oruç ise bedenin sıhhatidir." duyurulmuştur.

İbn Mesud (radıyallahu anh)’dan;

"Her hastalığın sebebi mideyi yemekle doldurmaktır" diye rivayet edilmiştir.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Perhiz her devanın başıdır." Bunun detaylı açıklaması "Yemek âdâbı" bölümünde açıklanacaktır.

Perhiz, oruçta kâmil olarak bulunduğu için bedenin sıhhatine yardımcı olduğuna dair delil kuvvetlenmiş olur.

Muhammed b. el-Yemani: "Altı grup insana altı soru sor­dum hepsi bir manaya gelen bir cevap verdiler. Doktorlara ila­cın en tesirli ve şifalısını, hikmet sahiplerine tahsilat, amel ve ilmini nasıl elde ettiğini, abidlere, ibadet ve kulluğun nasıl edâ edileceğini, padişahlara, her eşyanın en güzeli sizde bulunur, eşyanın en makbulu nedir?” diye sordum ve şu cevabı aldım.

“Açlık ve az yemek."

Oruçta bu ikisi de mevcuttur. Oruç tutan kimse oruca niyet et­tiği gibi nefsini kırmak içinde niyet etmiştir. Üçün öğün yemekten kendini alıkoyduğu gibi bunu ikiye indirir. Oruçlu kimse bütün uzuv­larını da haramdan uzak tutmaya niyet etmiştir. Oruçlu olan kişi, özürsüz olarak hamama girmekten, kan aldırmaktan, hanımıyla ilişkiye girmekten, kötülük yapmaktan sakınmalıdır. İlâve olarak if­tarını akşam namazını kılmadan önce açmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Akşam yemeği ve akşam namazı aynı anda hazır olursa, yemeği namazdan önce yiyin" duyurulmuştur.

Oruç tutan insanları iftara davet etmek gerekin Hadis-i şe­rifte;

"Bir kimse cihada çıkan birinin ihtiyaçlarım karşılarsa ve= ya oruç tutan bir kişiyi iftara çağırırsa onların sevabı kadar ona da yazıhr." duyurulmuştur.

Oruç tutulan günde diğer günlerden fazla uyumamak ge­rekir. Açlık ve susuzluğun şiddetiyle sevap daha da artar.

Ayrıca iftar sofrasını güzel yapmak gerekir. Çünkü kıyamet gününde üç grup insan yemek ve içmek gibi şeylerden sorulmaz:

1-     İftar için yemek hazırlayan,

2“ Sahur için yemek hazırlayan,

3“ Misafir için yemek hazırlayan.

Hadis-i şerifte:

"Üç kişiye yemek ve içmekten sorulmaz, iftarda sahurda ve misafir geldiğinde yiyecek ve içecek ikram edenler." duyu­rulmuştur.

İftar vakti geldiğinde orucu açarken bu duayı okumak gerekir.

"Allah’ım rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana sı­ğındım verdiğin rızıkla orucumu açtım."

Aişe (radıyallahu anha);

"Allah’ım sen çokça bağışlayansın, bağışlamayı sever­sin, beni bağışla" derdi.

Ramazan sonrasında kendisini tartmalıdır. Örneğin "Rama­zandan önce olan durumuyla sonra olan durumu arasında fark varsa ve bu fark kemalde ise, ramazanda yaptığı ibadet kabul olunacak cinstendir. Buna şükretmek gerekir. Eğer bir gelişme olmamışsa, bunun içinde Allah’a sığınmak gerekir.

Mefatih’ül-Cinan, Tenvir-ül Ebsar, Vikâye

ON YEDİNCİ BAB

BAYRAMLARIN ÂDÂBI

Bîr yılda iki bayram vardın Birine Ramazan Bayramı diğe­rine Kurban Bayramı denin Her mümin mümkün olduğu kadar bu bayramların geceleri zikir, tefekkür ve teşbih ve duâ gibi çeşitli iba­det ile uğraşmalıdır. Çünkü bu, İslâm dininin âdâblarındandır.

"Bir kimse bayram gecelerini ihya ederse, kalplerin öldü­ğü günde onun kalbi ölmez" duyurulmuştur.

“Kendisi ölüyken biz onu dirilttik..." (Araf suresi-122) âye­ti kerimesinde "ölü"den murad küfür, diriden murad imandır, di­ye tefsir edilmiştir. Bu manaya göre bayram gecelerini ihya edenle­rin kalpleri ölmez ve ahirete imanla gitmelerine sebep olur.

Ayrıca, bayramdan önce yıkanmak gerekir. Bununla birlik­te güzel elbise giymek (yoksa en iyi dürümdakini giymek) güzelleş­mek, tırnakları kesmek, saçları traş etmek ve pis tüyleri almak ge­rekir. Ramazan bayramıysa, namaza gitmeden önce bir miktar tat­lı yemek gerekir. Yok eğer kurban bayramıysa kurbanı kesip etin­den yiyene kadar hiçbir şey yememek gerekir. Bunun hikmeti fakir­leri anlamaya çalışmaktır. Çünkü Ramazan bayramında fakir, yiye­cek tatlı bir şey için imkân bulabilir. Fakat Kurban bayramında bu­lunmaması muhtemeldir. Bunun için fakirlerin sevap ve ecrine or­tak olmak üzere onlara benzemeye çalışmak gerekir.

Bayram namazı için evden çıkarken, Ramazan bayramıysa gizli, Kurban bayramıysa açıktan tekbir getirerek, sanki kıyamet kopmuşta herkes Arasat meydanına gidiyormuş gibi düşünmek ge­rekir. Bunların hepsi bayram âdâbındandır.

Mefatih’ül-Cinan, Halebi

ON SEKİZİNCİ BAB

KURBAN KESMENİN ÂDABI

Kurban bayramında amellerin gayet faziletlisi ve güzeli olan şey kurban kesmektir» Faziletine;

"Ona büyük bir kurbanlık verdik’’ (Saffat suresi-107) âyeti işaret etmiştir. Ayrıca birçok güzel ve muteber kitapta rivayet edildi­ğine göre kesilen hayvanın tüm uzuvları ve organları, kıyamet gü­nünde kurbanı kesen kişinin terazisine koyulur. Bu yüzden kesilen hayvanın cüssesinin büyük olması lâzımdır. Ayrıca hayvana hür­met etmek gerekir.

Kurbanı kesen kişi, ister erkek olsun ister kadın, kurbanı gü­zelce kesebilecekse kurbanı kendisi kesmelidir, eğer kesemeyecekse kendi yerine vekil seçtiği birine kestirmelidir. Kurban kesen kişi düzgünce niyet etmelidir.

"Şu nefsim Allah’a isyan edip o kadar çok günah işledi ki5 o günahlar yüzünden öldürülmesi müstehab oldu. Bir kişinin kendisini öldürmesi haram olduğu için, bu hayvanı kendime ı! arşılık olarak kesmeye niyet ettim. Ey Rabbim! Onun her uzuvuna karşılık benim bir azâlarımı cehennemden koru.” diye ni­yet etmesi güzel olur.

Kurban almaya giderken de bu niyetle gitmek gerekir. Böylece giderken attığı her adımına sevap yazılır ve günahları af­folunur. Pazarlık yaparken de uzatmalıdır, çünkü her kelimeye teşbih sevabı verilir. Kurbanı getirirken hayvana eziyet ve zahmet verecek şeyler yapmamak, şefkat ve merhametle getirmek gerekir.

Kurban olacak hayvanın boynuzları büyük, gözlerinin etrafı boynunun etrafı ve karnı ile ayaklarının etrafı siyah olmalıdır. Kur­banlık hayvanı kesmek için yatırırken şefkatli olmak, bıçağı biler­ken hayvana göstermemek gerekir. Yatırdığımızda da bu duayı okumalıyız.

"Yüzümü, yeryüzünü ve gökyüzünü hanif olarak yaratana döndüm. Ben müşriklerden değilim. De ki yaşamım ibadetim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir, onun hiçbir or­tağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve Müslüman olanların ilkiyim!" Bunun ardından da, Bismillah! Allahû Ekber’ deyip ke­ser.

Kestikten sonra "Allah’ım benden (bunu) kabul et." der. Ama kurbanı Peygamberimiz için kesmişse, “Allah’ım bu Muhammed Nebi adına kestiğim kurbanı kabul eyle!" der. Kurbanın içe­risinden çıkan, işe yaramayan azâları toprağa gömülmelidir. Ayrıca kurbandan çıkan eti bölüştürmek gerekir. Bu paylardan birini kom­şuya, birini dostlara ve birini de ailesine hediye etmelidir.

Mefatih’ül-Cinan, Tenvir-ül Ebsar

ON DOKUZUNCU BAB

HACCIN ÂDÂBI

Namaz, oruç ve zekâttan sonra amellerin en faziletlisi Hacc’dır. Çünkü hac ibadeti mali bir ibadettir. Hem de giden kişi vatanından, ailesinden, dostlarından uzağa gidip mihnet ve meşak­kate maruz kalır.

”Ona bir yo^ bulabilenlerin Beyti (Kâbe’yi) Hacc etmesi Al ahin insanlar üzerinde hakkıdır Kim inkâr ederse Allah âlemlerden müstağnidir/9 (Âli İmran suresi-97) ayeti kerimesinde gücü yetenler için Haccm vacip ve farz olduğu bildirilir.

Ayetin ikinci kısmı Haccm faziletine kuvvetli bir delildir. Hacc geçmiş günahları siler ve mahveder. Hadis-i şerifte:

”Hacc kendinden önce (hacca gitmeden önce işlenmiş gü­

nahları) olanları siler.” Başka bir Hadis-i şerifte:

"Beyti (Kâbe’yi) Hacc ediniz, çünkü Hacc günahları te­mizler, suyun vücudunuzda olan kirleri temizlediği gibi temiz­ler!" buyurulmuştur. Kul hakları ve diğer zulümlerin müzdelife de afv olunacağı birçok eserde yer almıştır. Dinimizin tamamlandığını bildiren;

"Bugün dininizi tamamladım..." (Mâide suresi-3) ayeti Ve­da Haccında inmiştir. Bu da haccın yüceliğine delâlet eder.

Peygamberimize bir kişi gelip; "Ey Allah’ın Resulü, ben ci­hada gitmek istiyorum" diye izin istedi.

Peygamberimiz ona; "İçerisinde savaş bulunmayan bir ci­hadı sana söyleyeyim mi?" dedi.

O adam da, "Evet ya Resulullah" dedi.

Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Haccdır" buyurdular.

Müminlerin annesi Aişe (radıyallahu anh) "Erkekler dîni yay­mak ve onu üstün tutmak için savaşıyorlar, onlar bu amelleriy­le bizden çok sevap kazanıyorlar." diye Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a anlatınca bir rivayete göre;

"Cihadın en güzeli haccdır." Başka bir rivayete göre "Sizin cihadınız haccdır!" buyurmuştur.

Hacca giden kimse, evinden çıkıp hacc yapıp evine dönene kadar duası kabul olunur, diye hadis rivayet edilmiştir. Allah tarafın­dan yeryüzünde kulların işlerini yapmakla görevli melekler, yeryü­züne gelmeden önce arşın altında yıkanır ve ihrama niyet ederler. Sonra "Lebbeyk" diyerek yeryüzüne iner ve Kâbe’ye gidip tavaf ederler. Makamı İbrahim de iki rekât tavaf namazı kılarlar, ardından görevlerine başlarlar, diye rivayet edilmiştir.

Hatta, Peygamberlerimizden birtanesi bir kavme yollanmış, o kavim onu yalanlayınca helak olmuşlar. Sonra o peygamber Kâbe’ye gelmiş ve orada itikafa girmiş, bu hâl üzereyken de vefat et­miş. Ek olarak, Rüknü Yemani ile Hacer’ül Esved arasında yetmiş peygamber kabri olduğu rivayet edilir. İsmail (aleyhisselam), anne­si Hacer (radıyallahu anha)’in kabirleri Altın oluk altında, Nuh (aley­hisselam), Hud (aleyhisselam), Şuayb (aleyhisselam), Salih (aleyhisselam)’in kabirleri zemzem ile Makam-ı İbrahim arasındadır di­ye rivayet edilmiştir.

Mekke-i Mükerreme de yapılan her amel (namazdan ha­riç) yüz misli ile mükafatlandırılır. Mekke'de bir gün oruç tutmak, başka yerde bir sene oruç tutmaktan efdaldir. Mekkeye her gün yüz yirmi rahmet iner. Altmışı tavaf edenlere, kırkı namaz kılanlara, yir­misi de Kâbe’ye bakanlara verilir. Kâbe’ye bakmakta ibadettir. İn­sanı nifaktan uzak tutar.

Her gün sekiz cennet kapısı Mekke’ye açılır. Bunlar,

1“ Altın oluğun altıdır,

2-     Rüknü yemanidir,

3“ Hacer”ül Esveddir,

4-     Makam-ı İbrahim arkasıdır,

5“ Zemzem kapısıdır,

6-     Safa’dır

7-     Merve’dir

8-     Kâbe’nin içidir.

Mekke’de bir gün hasta olan kişinin vücuduna Allah ce­hennemi haram kılar. Sağlıklıyken başka yerde işleyeceği altmış yıllık hayır amelden faziletli olduğu için bu sevabı alır. Mekkenin sı­cağında bir saat sabreden kişinin vücudunu Allah beş yüz yıl ce­hennemden uzak tutar. Mekke’de ezaya, belâya ve cefaya sabre­den kimse kıyamet gününde şefaat edenler ve şehitlerle birlikte haşrolunur. Mekke de cemaatle kılınan namazın bir rekâtı, başka yerde bin kere kılınan bin yüz rekât namazdan efdaldir. Bu da yir­mi beş yıl altı ay yirmi günlük namaz eder. Mekke’de, Ramazan ayında oruç tutmak, başka yerde yüz bin Ramazan ayı oruç tut­maktan efdaldir. Mekke’nin ve Haccın fazileti hakkında daha birçok güzel eserler vardır. Bu kısa kitap bunların hepsini içermez.

Hacca gitmek isteyen kimse için birçok âdâb belirlenmiş­tir.

1-    Helâlden para biriktirmek. Çünkü Hacc yolunda işlenen amellerin birçoğu paraya bağlıdır. Meselâ gemiye veya hayvana binmek ve başka zaruri işlerini gidermek. Fakirlere infak etmek, acize yardım etmek gibi. Binek üzerinde hacca gitmek yürüyerek hacca gitmekten faziletlidir. Ancak Mekke halkı ve ihrama girenler için hacc etmek cuma namazına gitmek gibi olduğundan onlar için yürümek daha faziletlidir. Helâl paradan hacc yapmaktan kasıt, fa­zileti anlatmaktır. Yoksa helâl parası olmayan kimsenin haccı sahih değildir manasına gelmez. Günahın, kulluğa mani olmadığı ayan beyan ortadadır. Helâl mal ile olan hacc için Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"Bir kimse helâl mal ile hac yaparsa, her adımı başına yetmiş sevap verilir, yetmiş günahı da affolunur. Yetmiş kez de derecesi artırılır." buyurulmuştur.

Soru: Bir kişi helâl mal ile hacc etmek isteyip, kendi malından şüpheye düşerse, başkasından hacc için gereken parayı ödünç alıp, sonra ona kendi parasından iade etse, malını şüpheden kur­tarmış olur mu?

Cevab: Evet, kurtarmış olur.

2-                   Ticaretten kaçınmak.

Nacc esnasında ticaret kalbin huzuruna mani olduğu için ahnan sevabı eksiltir.

3-                   Borçlarını ödeyip yola o şekilde çıkmak.

4-     Dargın olduğu kimselerle barışmak, üzerinde 'hakki olan kimselere hakkını helâl etmelidir.

5-                   Dünyadan ayrıhyormuş gibi niyet etmelidir.

6-     Her zaman ve gittiği her yerde, tefekkürden uzaklaşmamalıdır.

Fudayl b. İyad (radıyallahu anh)’a bir kişi gelip "Ben Mekke’­ye gideceğim, bana tavsiye ver!" dediğinde, "Nereye gittiğin­den uzaklaşma!" cevabını aldı. O kimse bu cevabı alınca, bayılıp düştü ve ruhunu teslim etti, diye rivayet edilmiştir.

7-     İyi arkadaş edinmek.. Geniş açıklaması yolculuk âdâbında geçecektir.

8-     Gücü yetiyorsa, küçük evlâdını, kölesini, cariyesim be­raber götürmelidir. Onların sevabından da kendisine verildiğini bilmelidir.

9-                   Yola çıkmadan önce sadaka vermek.

10-                Evinden pazartesi veya perşembe günü çıkmak.

Fakat Hacc yolculuğuna perşembe günü çıkmak hakkında hadis rivayet edilmiştir.

11-     Hanesinden çıkacağı zaman iki rekât namaz kılıp, ilkin­de Kâfirûn suresini okumak. İkinci rekâtta İhlas suresini okumak gerekir. Namazdan sonra;

 "Allah’ım! Yolculukta tek dostumsun, aileme, malıma, ço­cuklarıma ve dostlarıma seni vekil ediyorum, bizi ve onları her türlü afetten, hastalıktan koru!" duasını okumak gerekir.

"Bismillah! ve billahi vallahu ekber. Tevekkeltu ale'llah ve lâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyil azim. Maşaellahu kane velem yeşe’lem yekun innehu ala külli şeyin kadir."

"Sübhanellezi sahhare lena vema künnalehu mukrinine ve inna ilâ Rabbina lemunkalibun. Allahümme inni veccehtu vechiye ileyke ve fevvaddu emri ileyke ve tevekkeltu fi cem'i umuri aleyke ente hasbi ve ni'mel vekil" duasını okumalıdır.

12-                Giderken bu duayı okumak gerekir

"Ailahümme innâ neseluke en tatviye lenal-erda ve tuhevvine aleynassefere ve en terzukena fi seferina haza seSâmeteddini vel-bederti vebmah ve tubeHiguna hacce beytîke ve ziyarete kabre nebiyyike Muhammedîn aieyhisselâm ’

13-                Sefer sırasında bir yerde konakiadsğmda gündüz ise:

"Eyzy bi kehmatiMemmeti, kulHha min şerri ma halaka"

”Ya ardu Rabbi ve RabbukillahL Euzu billahi minşerrı küb Si esedin ve esvedin ve hayyetin ve akrebin ve min sakmîl-beledi ve veledin vema velede velehu masekene fii-leyli venneharî ve huve’s-semi’ul“â!im” duasını okur.

14= Yoi arkadaşlarının birbirlerini nöbetleşe beklemelidir ve bvjivv için niyet etmelidir.

Korkulacak yerde Ayetel Kürsî, İhlâs, Felâk ve Nas surelerini okumalıdır. Sonra:

"Bismillahi maşaallahu lâhavle velâ kuvvete illâ billahi hasbiyallahu tevekkeltü alallahi maşaallahu la ye'ti bi'l-hayri illallahu maşaallahu lâyasrifus-su'e illallahu hasbünallahi vekefa semi'allahu limen de’a leyse veraallahi müntehen vela dunallahi melce'en keteballahu leglebenne ene ve rusuli innallahe kaviyyun azizun tahassentu billahî'l-azim."

15-     Yüksek yere çıkınca tekbir getirmek.

16-     Alçak yere indiğinde "Sübhanallah vel hamdulillah, velâ ilâhe illahu vallahu ekber. Velâ havle velâ kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim” demek.

17-    Fakirlerin, sevgisi sebebiyle hacca niyet etmesine rağmen haccı terk etmesi ve vatanına dönmesi gerekir.

Çünkü Hacc yolunda zaruret olan bir takım zorluklara düşer­ler. Zengin kimselere gidip, kapılarında; “Ben hacca gidiyorum, duânın kabul edileceği yerlere gideceğim ve duâ edeceğim, fa­kir hâlime merhamet edin!" diyerek zillet ve riyâ ile yalvarmaktan çekinmelidir.

Yolculukta böyle birisine rastlandığın da "Sana hacc farz de­ğil, niçin yolca çıktın?" dememelidir.

18-     Karadan veya denizden hacca gidecek kimse, Rabiğa veya yakınlarına geldiğinde, Haccın ilk farzı olan ihrama girer. Ona şart derler. Yalnızca Hacc niyetiyle olursa ona "Müfridü’l hacc" derler, Umre niyetiyle olursa, şevval ayının hilâli görülmeden önceyse "Müfridü’l Umre” sonraysa "Mutemetti" derler. Şevval ayının hilali görünmeden önce ihrama girip, hilâlin görünmesinden sonra tavaf yaparsa "Mutemetti" olur.

İhrama girecek kişi, saçlarını traş eder, kötü tüylerini alır, tır­naklarını keser. Hanımı veya cariyesi yanındaysa, namahremden şehvetini tamamen kesmek için bu niyetle ihrama girmeden önce ilişkiye girmelidir. Bunun için alınacak gusül abdesti hem farz olan gusül hem de ihram için alınması gereken gusül olarak yeterlidir. Cumanın âdâbı kısmında bu konu ele alınmıştı.

19» Kerahat vakfı değilse, iki rekât namaz kılmak. İlk rekâ­tında Kâfirûn ikinci rekâtında İhlâs okunmalıdır.

20-     İhram bezi beyaz ve yeni ya da beyaz ve güzel olmaildir.

21= İhram bezinin uçlamı düğümlememek gerekir. Eğer bunu yaparsa kötülük yapmış olur.

22-    İki rekât namaz kaldıktan sonra, namazın ardından kal­bi ile niyet edip, sonra bu niyeti diliyle tekrarlamak gerekir.

(Allahümme innî üridül hacce feyessirhu li vetekabbeihu minnî neveytülhacce ve ehramtü bihi lillahi teâlâ)

“Allah’ım! Hacc yapmak istiyorum, onu bana kolaylaştır, benden kabul et. Niyet ettim Allah rızası için Hacc yapmaya ve bunun için ihrama girdim" demelidir.

İhrama girdikten sonra;

"Lebbeyk allahümme lebbeyk, Lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk, inne'l-hamde ve'n-ni’mete leke ve'l-mülke lâ şerike lek." diye telbiye etmek gerekir. Bu telbiyeyi de yüksek sesle yapmak gerekir.

23-      Namazlardan sonra yüksek ve alçak yerlere çıkıp inerken yollarda cemaate rast geldiği zaman ve seher vakitle­rinde, uykudan kalkınca, telbiyeye devam etmek gerekir.

24-      İhram ve teferruatını mikâta gelmeden önce yapmalı­dır.

25-      Arasat meydanına çıplak gideceğini hatırından çıkar­mamak gerekir.

26-      Haccın ikinci farzı olan Arafat vakfesinde, Huzur-u ba­ri de Arasat meydanında duruyormuş gibi durmalıdır.

27-      Haccın üçüncü farzı olan tavafa giderken, Arasat meydanında herkesin bir yere sevk edileceğini düşünmek.

28-                   Haccın vaciplerini yapmak gerekir.

Bunlar;

aMüzdelife,

bSafa ile Merve arasında Sa’y etmek,

cŞeytan taşlamak,

dUzaktan gelen hacıların veda ziyareti,

eSaçları traş etmek veya kısaltmak,

fİhramın mikâttan önce olması,

gArafat vakfesinde güneş batıncaya dek durmak,

h-Tavafa hacerül-esved’den başlayıp Kâbe'yi sol tarafa almak,

1-    Say ve tavafta yürümek,

jSay ve tavafı abdestle yapmak,

kAvret yerlerini örtmek,

1-    Say'a Safa’dan başlamak,

mHacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü edenlerin kurban kesmesi,

nTavaf için iki rekât tavaf namazı kılmak,

oKurban günü Cemre-i Akabeyi atıp, sonra traş olmak ve ondan sonra kurban kesip ihramdan çıkmak.

Ayrıca ziyaret tavafını kurban günlerinden sonraya bırakma­mak. Tavafı, Hacer-i İsmail'in arkasından yapmak.

Bu vaciplerden biri terk edilirse cinayet kurbanı gerekir ve bu­nu geciktirmeyip hemen kesmek lâzımdır.

29-     "Lebbeyk" diyerek nara attığında, Allah’ın emriyle İbra­him (aleyhisselam)’ın davetine icabet etmeye niyet etmektir. Çün­kü İbrahim (aleyhisselam) Allah’ın emriyle Kâbe’nin binasını inşaya başlayıp tamamladığında, bütün yaratılmışları buraya davet ile emrolundu. Ayette;

"İnsanlar içinde Haccs ilân et. Gerek yaya, gerek uzak yol­lardan gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler’’ (Hacc suresi-27) buyurulmuştur.

Bu âyetin tefsirinde: "İbrahim (aleyhisselam) bu emir üzeri­ne Kubeys dağına çıkıp:

"Ey İnsanlar! Allah sizin için bîr ev inşa etti. Sizin burayı Hacc etmenizi emretti. O zaman gelin Hacc edin" demiştir.

Bunun üzerine babalarının sülblerinden, analarının rahimle­rinden "Lebbeyk" sedası ile İbrahim (aleyhisselam)’e cevap geldi. Bu cevap bazılarından bir defa, bazısından birden fazla cevap ve­ren oldu. Bunun için bir kere cevap verene bir kere, birden fazla ce-

vap verene birden fazla hacc yapanlardır denilmiştir. Asla cevap vermeyenler hiç yapmayanlardır. İbrahim (aleyhisselam) bu sesle­ri işitince "Ey Rabbim! Bu sesler kimlerin sesleridir?" diye sor­duğunda "Onlar ümmeti Muhammed’dir" diye cevap geldi.

Bu ümmetin Kâbe’ye olan sevgilerinden dolayı İbrahim (aley­hisselam), misafire ikram eden biri olduğu için, bu ümmete ziyafet vermek istedi. Bu arada Cebrail yere indi. Allah’ın şu emrini tebliğ etti. "Şu bir avuç kafuru al ve insanları çağırdığın yerden, yer­yüzüne serp. Ondan tuz nimeti hâsıl olur. Ümmeti Muhammed onunla yararlanır ve bu senin onlara ziyafetin olmuş olur." Bu­nun üzerine İbrahim (aleyhisselam) söylenileni yaptı, o kafuru rüz­gâra biraz suya ve biraz yere olmak üzere dağıttı, onunla da top­rak ve deniz tuzu oldu.

30-     Haccı yaptıktan sonra hemen umreyi yapmak gerekir.

Çünkü her kim haccın ardından geciktirmeden umreyi yapar­sa, günahlarından temizlenir ve fakirlikten kurtulur. Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) "Umreyi hemen haccın ardından yapın. Çün­kü bunlar kir’in demirin pasını söktüğü gibi günahları ve fakir­liği söker." buyurulmuştur. Fakat Ramazan ayında yapılan her Umre için bir Hacc sevabı verilir diye hadis rivayet edilmiştir.

31-     Hacer’ül esvedi öpmek gerekir.

Ama iki konuda dikkatli olunmalıdır.

a)    Sessiz öpmelidir. Namazda, secdede ellerini koyduğu gi­bi elleri arasına yüzünü koyup sessiz bir şekilde öpmektir.

b)    Bunu yaparken kimseye eza ve sıkıntı vermemektir, çünkü âdâbı yerine getirken harama girmiş olur. Eğer izdiham olur ve Hacer-ül Esvedi öpmek mümkün değilse uzaktan elleriyle işaret etmek, avuçlarını Hacer-ül Esvedin karşısına tutup sonra öpüp el­lerini yüzüne sürmek yeterlidir.

32-    Hacer-ül Esvedi selâmlarken onun içinde saklı bulu­nan Ahdi Misak emanetini aklına getirerek şu duayı okumalıdır.

"Allah’ım! Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, sözümü yerine getirerek yapıyorum!"

33-      Zemzem içerken hangi niyet üzere içerse o niyeti di­liyle de söylemek gerekir.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın;

"Zemzem suyu ne için içilirse ona şifadır. İşte ben bunu kıyamette susamamak için içiyorum!" buyurdukları Cabir (radıyallahu anh)’den rivayet edilmiştir.

Başka bir hadiste:

"Zemzem ile cehennem ateşi, bir müminin karnında bir arada bulunmaz!" duyurulmuştur.

Diğer bir hadisi şerifte:

"Bizimle münafıklar arasındaki fark, onların kaygusu zemzem içmekten dolmaz!" duyurulmuştur.

34-     Arafat dağında vakfeyi yapıp, bütün sünnetleri yaptık­tan sonra günahlarının affolunduğundan şüphe etmemek, gerekir.

Çünkü hadis-i şerifte;

'İnsanların en günahkârı Arafat vakfesinde bulunup da

günahlarının affolunduğundan şüphe edendir." buyurulmuştur.

Anlatıldığına göre: "Bir kişi zina etmiş sonra bu yaptığından çok pişman olmuş, tövbe ve günahlarından arınmak için uzun bir süre münasip bir yer aramış. O sene hacca gitmiş. Arafatta vak­feyi sonrada Müzdelife’deki görevini yapıp geri gelince, çok kıymet­li bir eşyasını Arafatta bıraktığını hatırlamış ve kölesini Arafata yol­lamış. Köle, efendisinin unuttuğu şeyi bulup geri dönerken, bir kı­sım insanın ellerinde süpürgelerle Arafat alanını süpürdüklerini görmüş. Onların neden burayı süpürdükleri merak edip sorunca "Bugün Arafatta vakfe yapanların günahları Arafatta kaldı, biz­de onları temizlemekle görevlendirildik." dediler. Köle "Bugün vakfe yapan herkesin günahları affolundu mu?” diye sordu, adamlar "Evet hepsi affolundu hatta zina edenler de affolundu" dediler. Hâlbuki köle efendisinin günahından haberdar değildi. Kö­le efendisine o şeyi teslim edip gördüğü insanları anlattı. Bunun üzerine efendisinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Adam Al­lah'ın bu ihsanına şükretti. O köleyi de "Rabbim beni affetti, ben­de seni azat ettim" diyerek serbest bıraktı.

35-    Kabe’ye girmek. Fakat Kâbe’ye girmek için bir çok kural vardır:

a)    Kâbe’ye girmek için ücret vermemelidir. Çünkü ücret alınır veya verilirse, Kâbe’yi ticarethane'ye benzetmiş olur, bu da caiz de­ğildir.

b)    Girerken ve çıkarken ve de Kâbe’nin içerisindeyken kim­seye eza etmemelidir. Bunun haram olduğunu Cuma âdâbı konu­sunda ele almıştık.

c)    Sağına, soluna ve Kâbe’nin tavanına bakmadan, sanki na­mazdaymış gibi huşû ve hudû ile girip çıkmak gerekir.

d)    Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın namaz kıldığı ye­ri amaçlamak gerekir. Burası da Kâbe kapısını arka tarafına alıp, Kâbe kapısına üç arşın mesafede durup arada iki rekât namaz kıl­dıktan sonra yüzünü Kâbe duvarına koyup istiğfar ve hamd ile salâvatı çokça getirmek gerekir. Anneye, babaya, ehli imana duâ et­mek ve her köşede bu şekilde ziyareti yerine getirmek gerekir. Bun­dan sonra "Ey Habbem! Beni dosdoğru bir giriş ile girdir ve dosdoğru bir çıkış ile çıkar!" (İsra suresi-80) demelidir. Ardından da şu duayı okumalıdır:

"Allahümmedhılni beyteke fe=edhılnî cenneteke Allahümme ya rabbel beyti! atiki iğtik rikabena ve rikabe abaina ve ümmehatina minennarL Ya azizu yagaffaru! Allahümme ya hafiy= yebel tafi aminna mimma nehafu, Allahümme mm es’eluke mm hayn mase’eleke mmhu nebiyyüke Muhammedün sallailahu aleyhi ve seleme ve euzübike minşerri, ma isteazeke minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu aleyhi ve selleme. Rabbe° na tekabbel minna inneke ente’s semiul alimu ve tub aieyna inneke ente’t tevvabu’^rahîm"

Anlatılan bu şartlar ve âdâb üzere girmek mümkün değilseterk etmek evlâdır. Tazime aykırı hareket etmek olacağı için, Kâbe’ye giremedim diye üzülmemek gerekir. Çünkü altın oluğun altı ya­ni Hacer-ül esved adlı mübarek yerde Kâbe’nin İçindendir, onu zi­yaret etmek Kâbe’ye girmek gibidir.

Aişe (radıyallahu anha)’den rivayet edilir ki; Resulullah (salla!-

"Kâbe’ye girmek isterde giremezsen, Hacer-ül Esved de duâ et ve namaz kıl, çünkü o Kabe’den bir parçadır. Fakat se­nin kavmin Kâbe’nin yeniden inşası sırasında onu Kâbe’den ayırdılar.”

36-     Duâların kabul ediliği yerleri kendisine ganimet bilip, duaya çokça önem vermek gerekir.

O mübarek mekânlar, Kâbe’nin içi, Hacer-ül Esved, Rüknü Yemani, Rüknü Iraki, Rüknü Şami, Altın oluğun altı Mültezim, Tavaf ânı, Makam-ı İbrahim, Zemzem içilen zaman, Arafat, Müzdelife, Mina, Şeytan taşlama zamanları ve peygamberlerin kabirleridir. Kısa­ca fırsatı iyi değerlendirmeli ve duâ etmelidir.

37-     Ziyaret edilen mübarek yerlerde rivayet edilen duâları okumak gerekir.

Mekke’yi gördüğünde;

"Allah’ım bana rahmet ve bağışlanma kapılarını aç ve be­ni oralardan girdir." diye duâ etmelidir.

Babü's-Selâm’a gelmeden önce Kâbe’yi görünce;

(Allahümme inne haza beytüke azzemtehu ve keremtehu ve şerreftehu. Allahümme zidhu teşrifen ve tekrimen ve zidhu mehabeten vezid men haccehu berren ve kerameten. Allahümmeftahli ebvabe rahmetike ve edhılni cenneteke ve eizni mineşşeytanirracim.)

"Allah’ım bu şüphesiz ki senin evindir Sen onu yüce ve kerem üzere ve de şerefli eyledin! Allah’ım! Onu kerem ve şe­ref bakımından daha da yücelt. Onun muhabetini de artır. Onu hacc edenin iyiliğini ve keremini de artın Bana rahmetinin ka­pılarım aç. Beni cennetine girdir. Kovulmuş şeytandan sana sığınırım!" diyerek duâ etmelidir.

Babü's-Selâmdan içeri girdiğinde başını kaldırıp Kâbe’ye ba­karak bütün isteklerini Allah'a arz etmelidir. Sonrasında bu duâyı okumak gerekir.

(Allahümme entes-selamu veminkes-selâmu. Fehayyina rabbenâ bis-selâm. Ve edhilna bifadlike ve keramike dareke dares-selâm.)

"Allah’ım sen selâmsın ve selâm şendendir. Rabbimiz bi­zi esenlik ile yaşat, bizi fazlın ve kereminle, esenlik yurduna girdir."

Eski Babü's-Selâm kapısı denilen, Bab’u Beni Şeybe'den içeri girerken…

(Allahümme haza haramüke ve meğmenuke külte ve kavlüke hakkun “vemen dehalehu kane aminen.” Allahümme lahmi ve de­mi alen’nari vegına azabeke yevme teb’asü ibadekel-lezi elhamdü lillahil’lezi belağani beytel’haramî.)

"Allah’ım bu senin haram kıldığın yerindir. Herkesin gü­vende olduğu yerindir. Senin ’Kim oraya girerse güven içinde­dir' sözün haktır. Allah’ım, etimi ve kanımı ateşe yasakla. Kul­larını dirilttiğin gün bizi azabından koru, Beni Beyti Haram'a ulaştıran Allah'a hamdolsun!" diye duâ etmek gerekir.

(Allahümme inne hazalbeyte beytüke velharamu haramüke velemnu emnüke vehazal mekamu mekamülaizi minennari feharrim lahmi vecesedi alennari)

"Allah’ım bu ev senin evindir, bu harem senin haremindir. Bu emniyetli yer senin emniyetli yerindir. Bu makam ateşten sana sığınılan makamdır, etimi ve vücudumu ateşe haram kıl!" diye duâ etmelidir.

Hacer-ül Esved ile Rüknü Yemani arasında Kâbe’ye karşı du­rup kalbiyle tavafa niyet ettikten sonra diliyle bu niyeti tekrarlamalıdır ve de duâları okur. Mutlak tavafa niyet ederse:

"Allah’ım senin Beyt-i Haram’ını tavaf etmek istiyorum, onu bana kolaylaştır ve onu benden yedi şavt olarak senin zan için kabul eyle!" der.

Münferid bil Hacc olduğunda, ihrama girmişse:

"Yedi şavt olarak, Allah rızası için tavaf etmeye niyet eder.

Eğer Temettü veya Umre için ihrama girmişse;

"Yedi şavt olarak, Allah rızası için umre tavafı etmeye." der. Haccı Kıran'a niyet ederek ihrama girdiyse ona iki tavaf ve iki say gerekir, ilk tavafında umreye niyet eder. Sonra Safa ile Merve arasında say yapar. İkinci tavafında hacc'a niyet eder, sonrasında ikinci say’ını da yapar.

Tavafa niyet ettikten sonra Hacer-ül Esved’in karşısına geçip, namazda iftitah tekbiri için ellerimizi kaldırdığımız gibi ellerimizi kal­dırıp; "Bismillah, Allahû Ekber" deyip ellerini salıverir. Dokunabi­lirse Hacer-ül Esved’e dokunur. Yukarıda da beyan edildiği gibi mümkünse öpmelidir, mümkün değilse işaret yapmalıdır, sonra ise şu duâyı okumalıdır.

(Allahümme emaneti eddeytuha ve mişaki teahedtühu işhedli bil vefa!) tuttum. Vefama sen şahit ol!" Ardından şu duayı okur:

(Lâ ilâhe illâllahu vahdehu la şerikelehu, Lehül mülkü velehül hamdü vehüve alâ külli şeyin kadîr.)

(Allahümme imanen bike, ve tasdiken bi kitabike, vefaen bi ahdike vettibaen li sünneti Nebiyyike Muhammedin Sallallahu Teâlâ Aleyhi Vesellem.)

"Allah’tan başka ilâh yoktur, o tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve hamd O’nundur. Şüphesiz kî onun gücü her şeye ye­ter. Allah’ım sana iman ettik, kitabını tasdik ettik, bizden aldı­ğın sözü yerine getirdik ve Peygamberimiz Muhammed (sallal­lahu aleyhi vesellem)’in sünnetine tâbi olduk."

Bu duâdan sonra, sağ omuzunu açıp, ihramın ucunu sağ kol­tuğunun altından çıkarıp sol omuzu üzerine alıp tavafın üç şavtında sık ve büyük adımlarla yürünür. Bu şekilde Peygamberimizin şu hadisi uygulanmış olur:

"Peygamberimiz Mekke'nin fethinde Ashab-ı kiram ile Kâbe’yi tavaf ederken Kureyşlilerden bazı akılsızlar 'Biz neden bunlar­la savaşıp bunları öldürmedik, çünkü onları Medine sıtması za­yıf düşürmüştür.' diye lâf atıyorlardı.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] da bunu duyunca mü­barek sağ omzunu açık olarak tavaflarının üç şavtını cesurca, kuv­vetini onlara göstermek istercesine yürüdü. Kalan dört şavt da ih­ramı eski hâline döndürüp vakâr ile tavafını yaptı."

Multezim-i Şerif’in yanına geldiğinde şu dua okunur.

(Allahümme inneleke hukuken fetesaddak biha aleyye)

"Ailah’ım şüphesiz ki üzerimde hakların var. Onları bana bağışla."

Kâbe kapısının karşısında şu dua okunur.

(Allahümme irine hazalbeyte beytüke velharamu haramuke velemnu emnüke vehazal mekamu mekamülaizi minennari feharrim lahmi vecesedi atennari)

''Allah’ım bu ev senin evin, bu harem senin haremindir Bu emin yer senin emin yerindir, bu makam ateşten sana sığı­nılan makamdır. Etimi ve kanımı ateşe haram kıl!”

Bu duâyı okurken gözleri ile Makam-ı İbrahim’i işaret eder ve şu duâyı okur.

(Allahümme beytüke haza a’zamu vechuke kerimün veente erhamurrahimine feeızni mineşşeytanirracîm)

"Allah’ım! Senin bu evin çok yücedir. Yüzün kerimdir, Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin, beni kovulmuş şey­tandan koru."

Rükn-ü Irakı’ye gelene kadar, teşbih, hamdele ve salvele ile meşgul olmak gerekir. Rüknü Iraki’ye varınca ise şu duâ okunma­lıdır.

"Allah’ım sana şirk koşmaktan, küfürden, şüphe, nifak­tan, aile, mal ve evlâtta kötü ahlâk ve kötü durumdan sana sı­ğınırım!"

Altın oluğa gidene kadar yine teşbih, hamdele ve salvele ile meşgul olunmalıdır. Altın oluğun yanına gelince şu dua okunmalı­dır.

(Allahümme ezıllini tehte zilli arşike yevme lâzılle ille zıllühü Allahümme-skınî bike’si nebiyyike muhammedün sallallahu aleyhi veselleme şerbeten lâ ezmeü bağde ebeden.)

"Allah’ım arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bu­lunmadığı günde beni arşının gölgesinde gölgelendir. Allah’ım Bana, nebin Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in kase­sinden öyle bir şerbet içir ki bir daha susamayayım."

Rüknü Şami’ye gelene kadar teşbih, hamdele ve salvale ile meşgul olmalıdır. Rüknü Şami’ye gelince şu dua okunur:

(Allahümmecalhu haccen mebruren vesağyen meşkuren vezenben mağfuren veamelen makbulen ve ticareten lentebure biafvike ya azizü birahmetike ya erhamerrahimine rabbiğfir vetecavez ammâ taglemu inneke enteleazzülekremu.)

"Allah’ım bu haccı iyi, bu Say’ı benîm için meşkûr, günah­ların bağışlandığı, amellerin kabul olunduğu, kazançlı bir tica­ret eyle. Atfınla ey Aziz, rahmetinle ey rahmet edenlerin en merhametlisi, Rabbim bağışla, şüphesiz ki sen ikram edenle­rin en yücesisin"

Rüknü Yemani’ye gelince;

(Allahümme inni eselükelafve velafiyete fiddîni veddünya velahireti)

"Allah’ım’ Senden, bu dünyada ve ahirette bağışlanma ve afiyet dilerim" diye duâ edilir.

Mümkün olursa Rüknü Yemani’ye sağ elini değmelidir. Çünkü Rükn-ü Yemani de yetmiş bin melek vardır. Bir kimse Rükn-ü Yemani de dua ederken onlar amin derler, diye rivayet edilmiştir.

Rükn-ü Yemani ve Hacer-ül Esved arasında şu duâ okunma­lıdır:

"Rabbimîz, bu dünyadada ahirette de bize iyilik ver’"

Hacer-ül Esved’e gelince şu dua okunur:

(Allahümmağfirli birahmetike ve euzübike minelhaceri mineddîne velfakri vesîkıssadri ve azabil’kabri.)

"Allah’ım, rahmetinle beni bağışla, dinden ahkoyulmaktan, fakirlikten, göğüs darlığından ve kabir azabından sana sı-

Anlatıldığı şekilde yedi şavtı tamamlayınca, Multezem-i şerife gelip, Beyt-i Saadet’e kapanmalıdır. Sonra yüzünün sağ tarafını Multezem-i şerife koyup, sağ eliyle Kâbe’nin örtüsüne sarılmalı ve günahlarından dolayı tövbe ve istiğfar için Cenab-ı Hakk'a yalvarmalıdır. Ardından da bu duayı okumalıdır;

”Allahümme ya Rabbe'l-beyti'l-atik rekabeti mine'n-nari ve ei'zni mine'şşeytani'r-racim Ve ei’zni min külli suin ve kanni'ni bima razakteni ve barikli fima a'teyteni. Allahümme inne hazel beyte beytuke vel abde abduke ve haza makamu’l-ei'zi bike mine'n-nari Allahümmecalni ekreme vefdike aleyke."

Bundan sonra Makam-ı İbrahim'de vacip olan iki rekât nama­zı kılmak gerekir. İlk rekâtta Kâfirun suresi, ikinci rekâtta İhlâs su­resini okumalıdır.

“Allahümme inneke tağlemu sırrı ve alaniyeti fekbel ma­zereti ve tağlemu haceti fe-ağtıni sueli ve tağlemu ma fi nefsi fagfirli zunubi, Allahümme inni eseluke imanen yubaşiru kalbi ve yakinen sadıken hatta ağlemu ennehu la yusibuni illa ma

ketebte li ve rıden mimma kasemte. Allahümme înni ene abdüke vebnu abolke eteytuke bi-zunubin kesiyretin ve ağmalin seyyîetin ve haza makamel-ei’zibike minen-nari fağfirli fe-inneke entel gafuru’r-rahim. Allahümmagfir lilmü’minine vel mü’minati ve kanniğni bima rezakteni ve barik li fima ağtini vahlif ala külli gaibetin li minke bi hayrin."

Bundan sonra tekrar Hacer-ül Esved’i selâmlayıp, Zemzem kuyusunun Kabe'ye bakan kısmına yüzünü tutup Allah'tan dilediği­ni isteyerek Zemzem’den içer ve şu duayı eder.

(Allahümme inni eselüke ilmen nafian ve rizkan vasian ve şifaen min külli dain ve sakamin)

“Allah’ım senden yararlı bir ilim, bol rızık, her türlü hasta­lıktan ve rahatsızlıktan şifa dilerim.”

Safa kapısından çıkıp, Safa dağı üzerindeki derecelerin üze­rine çıkarak yüzünü Kâbe'ye döner ve şu ayeti okur,

(İnnessafa velmervete minşea’irillahi femen haccelbeyte ev iğtemere felâ cünahe aleyhi en yeddevvefe bihima femen tedavvea’ hayran feinnellahe şakirun alîm.)

"Safa ve Merve Allah’ın şiarlarındandır. Kim Beyt-i hacc ederse /eya Umre yaparsa, o ikisinin arasında tavaf yapma­sında üzerine günah yoktur..." (Bakara Suresi-158)

Sonra Allah'tan dilediği varsa onu ister, kalbiyle say yapmaya niyet eder sonra diliyle şöyle der;

(Allahümme inni uridu en es’a mabeynessafa velmerveti.)

"Allah’ım Safa ile Merve arasında say yapmak istiyorum."

Eğer Müfred bil Hacc yapıyorsa "say el-kudum" diye, umre yapıyorsa yada temettü yapıyorsa "Say-i Umre" diye, Hacc-ı Kıran’a niyet etmişse, ilk say da "Say-i Umre", ikinci say da "Say el kudum" diye niyet eder. Sonra iftitah tekbirinde ellerini kaldırdığı gibi kaldırır ve Allahû Ekber deyip ellerini salıverir ardından Allahu ekber ve lillahil hamd der, son olarak da şu duayı okur:

Allahu ekberu ah ma hodana ve’l-hamdu llhahî ate ma evSana lâ ilâhe iHailahu vahdehu lâ şerike lehu iehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu ve hüve ala külli şeyin kadîr lâ ilahe illâllahu muhlisine lehu’d-dine ve lev kerîhe'l-kâfirune lâ ilâhe illâllahu vahdehu ve nasara abdehu ve enceze vadehu ve hazeme’l-ahzaba vahdehu. Allahümme inneke külte ve kavluke'l-hakku (ud’uni estecib lekum) ve ente la tuhliful miade ve inni eseluke kema hedeyteni lil İslâmî enla tenzeahu minni hatta teveffani ve ene müslimun (te sübhanallahı hine tumsune ve hine tusbihune ve lehul hamdu fis semavati vel ardi ve aşıyyen ve hsyne tuzhlrune yuhricul hayye minelmeyyiti ve tuhricul meyyite minel hayyi ve yuhyil arda bade mevtiha ve kezalike tuhricune) Allahümme inni eseiuke imanen daimen ve yakinen sadiken ve ilmen nafıan ve kalben haşlan ve iisanen zakiren ve eselukel afve vel afiyete vel muafeti fid dünya vel ahiretL"

Ardından iki yeşil direk arasında tavaf gibi hızlı adımlarla üç şavt yapar ve bu duayı okur:

(Rabbiğfirli ve tecavez amma ta’lemu velâ na’lemu inneke entel-eazzü! ekramu. Neccina minennari salîmîne ve edhılnel-cennete amînine. Rabbena atina fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kına azaben nar.)

"Allah’ım senin bildiğin ve bizim bilmediğimiz şeyler hak­kında bizi bağışla, bizi ateşten güvende kıl ve cennetine girdin Rabbim dünyada da ahirette de bize iyilik ver, bizi ateş azabmdan körü.’’

Bunun sebebi; İbrahim (aleyhisselam), Hacer'i çorak vadide bıraktığı zaman, onları Allah'ın himayesine bıraktı. Bir müddet son­ra sulan tükendi. Hem kendisinde hem de oğlu İsmail (aleyhisselam)’de susuzluk başladı. Hacer oğlunu şu an Zemzem kuyularını olduğu yere bırakıp su aramaya başladı. Safa dağına çıktı, sonra su ümidiyle, Merve dağına giderken bu iki yerin arasına geldiğinde, İsmail (aleyhisselam) görüp ona olan şefkat ve merhametinden do­layı hızlıca yürümüştür. İşte Safa ile Merve arasındaki yürüme bu yüzdendir.

Kadınlar telbiyeyi sesli yapmazlar. Çünkü sesleri namahrem­dir.

38-     Terviye günü, Zilhiccenin sekizinci günü, sabah na­mazını Harem-i Şerifte kıldıktan sonra, güneş doğarken sakin ve vakârlı bir şekilde Arafat’a dönmek gerekir.

39-     Arasat meydanına gideceğini ve yaratanın huzurunda duracağını düşünerek telbiye yapmak gerekir.

40-     Arefe gecesi Mina da yatılmalıdır.

41-     Güneş doğunca Mina’dan Arafat’a gidilmelidir.

42-     Arafat’ta vakfe için gusül abdesti alınmalıdır.

43-     Öğle ile ikindi namazını imamla Mescid-i İbrahim de kılmak gerekir. Mescid-i İbrahim’e gidemeyenler, namazları vak­tinde kılarlar ve cem edemezler. Bu cem etme olayı sadece imam'a mahsustur. Bu da namazın Mescid-i İbrahim’de kılınmasına bağlı­dır.

44-     Vakfe zamanı, arefe günü zevalden sonra başlar, bay­ram gününe kadar sürer. Bu iki vaktin arasını ganimet bilmeli ve duâ etmelidir.

45-     Kerahat vakti değilse, Mescid-i İbrahim de tahiyyatul mescid namazı kılınmalıdır.

46-     Mescid-i İbrahim’de öğle namazının sünnetini kılınca, okunan hutbeyi dinlemek gerekir.

47-     Öğle namazının farzını imamla kıldıktan sonra, son sünnetiyle, ikindinin sünnetini terk edip, ikindinin farzına uyar. Bu namazlar bir ezan iki kamet ile kılınır. Cuma gününe rastlarsa, Mescid-i İbrahim’de Cuma namazı kılınmaz. Anlatılan şekilde öğle ve ikindi kılınır.

48-     Cebel-i Rahmet tarafında olan siyah taşlar üzerinde durma âdâbtandır.

49= Vakfe yaparken yüzünü daima  açık tutar

50= Namazdan sonra duâ edildiği gibi, vakfedeyken de el­leri kaldırmalıdır.

51= Duâ ederken aralarda ‘Lebbeyk5 demek gerekir.

52-      Vakfe sırasında yüz kere;

(Lâ öâhe illallâhu vahdeu lâşerike leh. lehülmülkü velehül hamdü vehüve alâ külli şeyin kadîr)

"Allah’tan başka ilâh yoktur, o tektir ve ortağı yoktur. Hamd ve mülk onundur. Onun gücü her şeye yeten"

Yüz kere, İhlâs suresi okunmalıdır.

Ayrıca yüz kere de;

"Estağfirullah el-azim; Ellezi lâ ilâhe illahu ve’l hayyulkayyum. Ve etubu ileyh ve nes eluhuttevbete vel-mağfirete veh hidayete lena innehu huve’î-tevvabur-rahim" demelidir.

53-     Gözlerinden bir damla bile olsa yaş akıtmaya gayret etmelidir. Çünkü, Haccın kabulüne ve kendisinin bağışlanmasına sebep olduğu söylenmiştir.

54-     Güneş battıktan sonra bir miktar daha durup, sonra üüzdelife’ye geldiğinde, Meş’ar-i Haram civarına inmek gere­kir. Akşam namazının farzını ardından yatsı namaznın farzı, son sünneti ve vitir namazını kılmalıdır. Akşam namazının sünnetiyle yatsı namazının dört rekât sünnetinden muaf tutulmuştur. Bu iki va­kit namaz bir ezan ve bir kamet ile kılınır.

55-      Ertesi gün atılacak taş ve cemreler için yetmiş adet taş toplamalıdır. Kendi temizliğinde şüphesi varsa güzelce yıkan­malıdır.

(Allahümme harrim lahmî ve şahmî veş’arî vedemî veazmî vemuhhî vecemia cevarihî alennarî)

"Allah’ım, etimi, yağımı, saçımı, kanımı, kemiğimi, beyni­mi ve tüm organlarımı ateşe yasakla."

57-    Üzerinde bulunan kul hakkı ve her türlü hakkın bağış­lanması için duâ etmelidir. Duâ ederken ihlâslı olmak gerekir. Duânın âdâbında bu konu işlenmişti. İbn Ömer (radıyallahu anh) ve İbn Abbas (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir ki;

"Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Arefe gecesi ‘Al­lah'tan ümmetinin bağışlanmasını diledi,’ kul hakkı hariç bü­tün günahlar affolundu. Bayram gecesi Müzdelife’de, ‘Ey Rabbim! Mazluma, gördüğü zulümden daha iyisini ver ve zalimi de affetmeye kadirsin,’ diye duâ ettiğinde bu duâsı da kabul oldu. Bu duâyla şeytan bile tahassür oldu. Hatta başına toprak sa­çıp feryat ederken Resulullah onu gördü de tebessüm ettiler.’’ İşte bu şeytanı gördüğü yere Tahassür vadisi denir ve burada vakfe yapılmaz.

58-                  Bu duâyı tekrar okumak gerekir.

(Allahümme bihakkil-meşaril-harami verukni velmakami ebliğ seyyidena muhammedin minnat-tahiyyete vesselâme. Ve edhılne daresselâmi ya zeîcelali vel-ikrami)

"Allah’ım! Meşari Haram, rükn ve makam için Peygambe­rimize bizden selâm ulaştır. Bizi esenlik yurduna girdir, Ey Ce­lâl ve Kerem sahibi olan Rabbîm!"

1-     » Müzdelife vakfesi için gysü! almak gerekir. Su buluna­mazsa teyemmüm etmelidir.

60-    Müzdelife vakfesine sabah namazı karanlığı geçme­den gitmek.

61-    MeşarH-Haram da vakfedeyken terbiyenin aralarında; "Rabbimiz bize bu dünyada ve ahirette iyilik ver ve ateş aza­bından bizleri koru." duâsını tekrarlamalıdır.

62-    Sabah’m vakti girdiğinde, güneş doğmadan önce Si­na'ya gitmek gerekir.

63-    Minaya giderken, Batn-ı Mahşer ki ona ateş vadisi de­nilir, o yerden çok hızlı bir şekilde geçmek gerekir. Çünkü Pey­gamberimiz şeytanı orada görmüştür. Kâbe’yi yıkmak için gelen fil ordusuda o yerde azaba uğramışlardır.

64-    Mina’ya geldiğinde, doğruca Cemre-i Akabe’ye gele­rek, kimseye ezâ etmeyerek Müzdelifeden aldığı taşların yedisini alıp duvarın beş arşın karşısında durup, iftitah tekbirindeki gibi el­lerini kaldırıp "BismiHahi Allahû ekber" deyip ellerini salıverir. Sonra taşlardan birini alıp, başparmağı ve şehadet parmağıyla tu­tup, elini kulağına kadar kaldırıp "Şeytana rağmen, Allah rızası için, Allah’ım günahlarımı affet!" diyerek taşı atmalıdır. Bu şekil­de yedi taşı da atmak gerekir. Taşı atarken dibine düşürmeye gay­ret etmek gerekir. Eğer taşlar duvara çarpıp, duvardan bir arşın uzak yere düşerse tekrar atılması gerekir. Yedi taşı birden atarsa, bir taş yerine geçer. Altı taş daha atması gerekir. Bu yüzden tedbir olsun diye yanında fazladan taş bulundurmalıdır.

65-    Güneş doğduktan sonra zeval vaktine kadar, Cemre-i Akabe’yi atıp telbiyeyi bitirmek gerekir.

66-     Cemre-i Akabe’yi attıktan sonra, Mufred bil Hacc ise saçlarını tıraş eder, mutemmeti veya Kıran ise şükür kurbanın ke­sip öyle tıraş olur.

O gün tavaf ziyareti yapmak efdaldir. İkinci ve üçüncü günler­de caizdir. Kurban günleri geçtikten sonra kesmek Haccın cinayetindendir.

(Allahümme haza nasiyeti biyedike fecal li bikülli şağretin nuran yevmel-kıyameti. Allahümme barik li fi nefsî vağfirlî zunûbî ve tekabbel minnî amelî birahmetike yaerhamerrahimine. Allahû ek­ber. Elhamdü lillahillezi e’ânena alâ kazâi nusukinâ. Allahümme zidnâ imanen ve yekinen ve tevfîkan veğfirlenâ veliabâinâ veliümmehâtinâ velilmüslimîne velilmüslimâti.)

"Allah’ım! İşte saçlarım, senin (kudret) elindedir. Her teli­ne karşılık kıyamet gününde bana nur ver, Allah’ım bu ibadeti bana mübarek kıl, beni bağışla, günahlarımı affet, rahmetinle amelimi kabul eyle. Senin rahmetinle, ey rahmet edenlerin en merhametlisi, Allahû Ekber! Bize hacc yapmamıza yardım eden Allah'a hamdolsun, Allah'ım, imanımı, inancımı, ve başa­rımı kuvvetlendir. Bizleri, babalarımızı ve annelerimizi bağışla."

Kısaca bayram günü şu dört şey arasındaki sıraya dikkat et­melidir. Şeytan taşlama, sonra mutemetti ve kıran için olan şükür kurbanı kesmek, sonra tıraş olmak, sonra ise Mekke’ye gidip tavaf ziyaretini yapmak.

68-     Üç gün taşlamalar için gusül almak gerekir.

69-     Taşlama geceleri Mina’da yatmalıdır.

70-    Bayramın ikinci günü yirmi bir taş alıp Mescîd-i sayfa giderek cemaatle öğle namazı kılıp dua ettikten sonra, doğru­ca Mescid-i sayf'in hizasındaki Kusva’ya gelip önceki günkü gibi taş atmak gerekir. Alâmeti Mensube’nin alt tarafında durarak dua etmelidir. Sonra ortadaki taşlama yerine gelip,taş atıp, duâ et­mek gerekir. Şeytan taşlama yerine geldiğinde taşlan atıp duâ et­meden beklemek ve giderken duâ etmek gerekir.

Orada kalınan üç günün hepsinde de bu tertibe uymak gere­kir. Eğer dördüncü günü kalmayıp üçüncü günü Mekke’ye giderse attığı taş sayısı kırk dokuz olmuş olur. Geriye kalan yirmi bir taşı gömmek gerekir. Çünkü o taşlara saygı göstermek lâzımdır.

Saygıya lâyık olduklarının deliliyse, İbrahim (aleyhisselam) zamanından bu zaman kadar üç yerde o kadar çok taş atıldı ki, o taşlardan yüce dağlar meydana gelmesi gerekirdi. Hâlbuki bu ol­maz. Taş atılan yerlerde çok az sayıda taş bulunur. Bunun hikmeti Haccı kabul olanların taşları (gökyüzüne) yükselir, kalan taşlar ise -Allah korusunHaccı kabul olunmayanların taşlarıdır.

71“ Minada kalman süre içerisinde, beş vakit namazı ce­maatle Mescid-i sayfde kılmaya gayret etmelidir.

72“ Mina’dan Mekke’ye giderken Batha’ya geldiğinde Mashab adı verilen mübarek yerde biraz durmak ve dinlenmek ve tasadduk ve Kur’ân okumak gibi hayırlı amellerle meşgul olmalıdır.

73“ Haccı bitirmeye muvaffak olmayıp, vefat edenlerin mi­rasçıları, zikredilen âdâb üzere, ölen kişinin haccını güzelce ifa etmelidir. Çünkü Allah Teâlâ bunun gibi hacc yapan için üç kişiyi cennete koyar.

a)      Ölen kişi.

b)      Onun için ihrama girip onun için hacc yapanı.

c)      Vasiyetin yerine getirilmesine ön ayak olan kişi.

Hadis-i şerifte:

"Allah bir hac için üç kişiyi cennete koyar. Ölen kişiyi, haccı yapanı ve buna yardım edeni" duyurulmuştur.

74Tavaf-ı ziyaret, Umre, Tavaf-ı veda’yı yaptıktan sonra, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem)’i; ziyaret için Medine-i Münevvere’ye gitmek ve giderken de hızlı davranmak gerekir. Çünkü kabir ziyaretinde dikkat edilmesi gereken güzel âdâb, yeri­ne getirilmelidir. Birazdan Kabir ziyaretinin âdâbına değinilecektir.

Mülteka, Mişkat-ül Envar, Cami-us-Sağir

YİRMİNCİ BAB

KABİR ZİYARET ETMENİN

ÂDABI

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], ümmetine aşırılık yapmamaları kaydıyla kabir ziyet etmelerine izin verdi.

Hadis-i şerifte:

"Ben sîzin kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım5 haydi artık ziyaret edin.” duyurulmuştur.

Fakat kadınlar hakkında yasak buyurmuş ve şöyle demiştir;

"Kabirleri çok ziyaret eden kadınlar lânetlenmiştir’’

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın kabrini ziyaret et­mek erkeklere nasıl mendupsa, kadınlara da menduptur. Kısaca, kadınların kabirleri ziyaretleri Peygamberimizin Kabr-i şeriflerine mahsustur.

Kabir ziyaretinin güzel âdâbları şunlardır.

1-    Düzgün niyetle gitmek. Yani, ziyaretin maksadının ancak, Cenab-ı Hakk'ın rızası olması ve başka bir şey ummaması gerekir.

Misal: Bir kimsenin başına bir musibet veya bir hastalık isa­bet ettiğini yada önemli bir iş için; "Filan zatın kabrini ziyaret ede­yim" diye düşünürse, yanlış olur. Ancak Cenab-ı Haktan istenecek bir şeyi kula nisbet edip ondan istemek hem dînen hem de aklen caiz değildir. O kimsenin isteği, kabri ziyaret ettikten sonra gerçek­leşmişse İlahî takdirin o vakte tesadüf etmesinden veya o kimsenin o kötü niyetinden dolayı Allah ona istidrac için vermiştir.

2-                   Abdest almak.

3-    İki rekât nafile namaz kılmak. Her bir rekâtta Fatiha dan sonra bir Ayetel-Kürsî üç İhlâs okumak gerekir, selâm verdikten sonra o namazdan elde edilen sevabı ziyaret edeceği ölünün ruhu­na hediye etmelidir.

4-    Kabre giderken, gayet sakin ve vakârla yürümek gere­kir.

5-    Kabristana vardığında, bütün kabristan halkına selâm vermek; ardından da "Sizin üzerinize esenlik olsun ey mümin ve Müslümanların yurdunun sakinleri. Sîzler öncülersiniz, bizlerde ardınızdan gelenleriz. Allah’tan sizin için afiyet dilerim." diye duâ etmelidir.

6-    Kabrin sağ tarafından, ölünün baş ucuna karşı, ayak tarafında durup, o kabrin sahibine yaşadığı zamanda ne kadar yakın ise o kadar yakın oturmalıdır.

7-    Kabri eliyle mesh etmek veya öpmekten oldukça kaçın­mak gerekir.

8-   Yasîn4 Şerif veya bildiği ayet-i kerîmelerden okumalı., sonra teşbih çekip, ölünün hakkında duâ etmelidir. Okunan ayetleri cümle ehli kabrin ruhlarına hediye etmelidir. Sonra yine vakârlı ve sakince geri dönmek gerekir. Bir kimse, mümin olarak bil­diği bir kişinin kabrine selâm verirse o ölü onu tanır ve selâmını alır. Fakat vefat sebebiyle her türlü hayırdan el etek çektikleri için üzü­lür. Hadis-i şerifte:

"Bir kişi dünyada tanıdığı birinin kabrine selâm verirse o ölü onun selâmını alır. Onlar (ölüler) amellerinin kesildiğine (yapamadıklarına) üzülürler.” duyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Bir mümin, Ayetel-Kürsi okuyup, bütün kabir halkma ar­mağan ederse doğudan batıya kadar bütün Müslümanların ka­birlerine kırkar nur ihsan olunur. Ve de kabirleri genişlemekle birlikte dereceleri de yükselir. Okuyan kişiye de altmış pey­gamber sevabı verilir. Okuduğu her harf başına bir melek ya­ratırlar ve bu melekler kıyamate kadar onun için teşbih eder­ler." duyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

9-    Kabrin üzerine basmaktan, mümkün mertebe kaçın­mak gerekir. Çünkü, kabrin üzeri ölünündür. Kabre basmak ölünün karnına basmak gibidir.

Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh) rivayet etmiştir ki;

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

'Ateş üzerine basmam, kabrin üzerine basmamdan daha sevimlidir' demiştir.

Eğer kabrin üzerine basmamak mümkün değilse, teşbih çe­kerek, helâllik isteyerek, duâ ederek ve istiğfar ederek basmak ge­rekir. Bu durum birçok fıkıh kitabında beyan olunmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Münye

YİRMİ BİRİNCİ BAB
PEYGAMBERLER VE
VELÎLERİN KABİRLERİNİ
ZİYARET ETMENİN ÂDABI

İstanbul'da büyük sahabilerin, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın mihmandarı Halid b. Zeyd (Radiyallahu Anh), Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu anh)’ın kabirleri meşhurdur. Ashab-ı ki­ram hazretlerinin kabirleri ziyaret edilmek istendiğinde, etrafında bulunan kabristan halkına kabir ziyareti âdâbı kısmında belirtildiği gibi selâm vermelidir. Örneğin, Halid (radiyallahu anh)’in kabrine gelip zikredilmiş âdâb üzere şu şekilde selâm vermek gerekir:

"Esenlik senin üzerine olsun ey Halid b. Zeyd." veya "Esenlik senin üzerine olsun ey ebu Eyyub el-Ensari, Allah senden razı olsun, mekânını cennet kılsın, Allah’ın esenliği ve " d < " erine olsun.”

Ayvansaray kapısının dışında Ashab-ı kiram’dan Muhammed Ensari (radıyallahu anh) hazretlerinin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir.

"Esenlik senin üzerine olsun ey Muhammed Ensari, Allah senden razı olsun, mekânını cennet kılsın, Allah'ın esenliği ve rahmeti bereketi üzerine olsun.”

İşte bahsedeceğimiz sahabe kabirlerine selâm bu şekilde ve­rilmelidir.

Kocamahmut Paşa'da, Kireçhane yakınında Ebu'd-Derda (radıyallahu anh), Abdu'l-Vedud mahallesinin (halen "ya vedud" ma­hallesi olarak anılır) Beylik Değirmeni civaranda Kaab (radıyallahu anh), Eğrikapının yakınındaki kabristanda Abdus'sadık (radıyallahu anh), Eğrikapı içerisinde hafir (radıyallahu anh), Bab-ı Ensar’daki Mustafa Paşa Camii’nin içinde Cabir (radıyallahu anh), Şişeci hanı yakınında Şu’be (radıyallahu anh), Rum kilisesi sokağının bitişin­de, çukurda, Abdullah el-Hayri (radıyallahu anh), Meydancık Camii adı ile bilinen Koca Kasım Mescidi’nin mihrabı’nın güneyinde Ca­fer b. Abdullah el-Ensari, bu camiin karşısında Hasan Ağa yokuşu diye anılan yerde Tabiinden Hasan ve Hüseyin adındaki iki karde­şin kabirleri vardır. Bir yerde iki kişi defn olunmuşsa, kabirleri ziya­ret edilirken şu şekilde selâm verir:

"Ey Hasan, ey Hüseyin esenlik üzerinize olsun! Allah iki­sinden de razı olsun! İkinizin yerini cennet kılsın, Allah'ın esenliği rahmeti ve bereketi üzerinize olsun."

Kariye'deki Eski Mabed'de Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), Cin Ali Çeşmede ki Valide Sultan Camii dışında Ebu Zerr Gıffari, ve de isimleri bilinmeyen sahabilerin (radıyallahu anh) kabirle­ri vardır. Onlar ziyaret edildiğinde şu şekilde duâ edilir:

"Esenlik sizin üzerinize olsun ey Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın dostları. Esenlik üzerinize olsun ey Hidayet yıldızları. Allah sizlerden razı olsun. Mekânınızı cennet kılsın. Allah'ın esenliği, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun."

İbrahim Dede mahallesindeki batmış kapıda Ebu Şeyb elHudri (radıyallahu anh) ve Hamdullah el-Ensari, Salmatomruk’ta, Sultan Hamamı Gülhanı içinde, Hüssam b. Abdullah (radıyallahu anh), Koca Mustafapaşa da Sünbül Sinan içinde, Zincirli Servi ci­varındaki Yüksek Şebeke içinde Fatımatu'z-Zehra (radıyallahu anha)’nın kalbinin meyvesi Hüseyin (radıyallahu anh) efendimizin mübarek makamı gibi mübarek yerler ziyaret edildiğinde şu duâ okunmalıdır:

"Allah’ım şüphe yok ki bende bu yere geleceğim. Sana otan ahdim ve misakım, bugünden kıyamet gününe kadar ha= listir. Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet ederim ve yine şehadet ederim ki Muhammed senin kulun ve elçindir."

Galata Kurşunlu Mağaza civarında Yeraltı camii diye bilinen camiide Amr b. As, Vehab b. Huşeyre, Sufya b. Uteybe (radıyallahu anh)’ın kabirleri, Tersanedeki Yeni Havuzun arkasında bulunan Kavgir Kubbe de isimleri bilinmeyen sahabenin, Ayartmadaki ismi bilinmeyen sahabeler, Zindan Kapısında Cafer (radıyallahu anh), Mevlevihane kapısının dışında velilerden Merkez Efendi'nin kabir­leri vardır. Bunlar gibi mübarek zatların kabirleri ziyaret edildiğinde şu şekilde duâ etmek gerekir:

"Esenlik üzerine olsun İslâm yolunun şeyhi, esenlik üzerine olsun ey hakikat güneşi, ey bilginin müjdecisi esenlik şe­ninde üzerine olsun. Bereket ve feyzinizle bizleri ve atalarımı» zı bunlarla aydınlattınız. Allah mekânınızı cennet kılsın, Al­lah’ın esenliği, rahmeti ve bereketi üzerine olsun"

İskenderiye de, İskender Zülkarneyn, Lokman Hekim ve Danyal (aleyhisselam)'ın kabirleri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey Zülkarneyn, ey Allah'ın paygamberi, Allah bizi bu dünyada inayetinize, ahirette şefaatinize eriştirerek sevindirsin, Peygamberimize salât olsun, sana da salât olsun vede bütün peygamberlere olsun, âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamd olsun."

Ashab-ı kiram’dan Abdu'r-Rezzak (radıyallahu anh)’ın Tersa­ne yakınında ki Hayalet Camii’de Seyyid Abdullah el-Magribi'nin, Şazeliyye tarikatının önde gelenlerinden Ebu Abbas Aziz'in, Kafiye yazarı İbn Hacib'in, Muhammed el-Busri, kendisi kaside-i bürde'nin yazarıdır, muhaddislerden İbn Ebi Lebban ve İbn Ebi Şame (radıyallahu anh) kabirleri ziyaret edilmelidir.

Mısır-Kahire'de, Hüseyin Camiinde tutulan, Şehid-i Kerbela Aliyyul Mürteza’nın kalbinin meyvesi, dedesi Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in nuru olan İmam Hüseyin'in mübarek başları ziyaret edilmeli ve şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun, Aliyu'l-Mürteza'nın oğlu esenlik üzerine olsun Fatımatu'z-Zehra’nın oğlu, esenlik üzerine olsun Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in torunu Hüseyin. Al­lah senden razı olsun. Mekânını cennet kılsın, Allah'ın esenli­ği, rahmet ve bereketi üzerine olsun."

Girasu'l-Cennet ismiyle bilinen, Cuş adındaki dağda şafii mez­hebinin sahibi, Muhammed b. İdris eş-Şafii (radıyallahu anh)’nin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm vermelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey Muhammed b. İdris eş-Şafii, esenlik üzerine olsun. Mezhebin imamı, ilminin bereketinden Allah bize de versin. Mekânını cennet kılsın. Allah’ın esenliği, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!"

Bu kabrin yakınlarında Ebu'l-Leys (radıyallahu anhj’ın yine adı geçen dağda Sır Baba hazretlerinin, kendi inşaa ettiği mağara içerisindeki kabir, Kale'de Sahabe-i kiram’dan Serriyetu'l-Cebel (radıyallahu anh), yine Kale'ye bitişik,;Yusuf (aleyhisselam)’un hapse­dildiği yer bulunmaktadır. Hz. Hasan'ın kızı Nefise'nin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilir:

“Esenlik üzerine olsun ey Seyyidemiz Nefise, Ali'nin oğ­lu Hasan'ın kızı olan senin üzerine selâm olsun. Esenlik senin üzerine olsun ey Fatıma'nın torunu. Allah mekânını cennet kıl­sın. Allah’ın esenliği rahmeti ve bereketi üzerine olsun.”

Fatıma annemizin kerimeleri Zeyneb (radıyallahu anha)'in kab­ri ziyaret olunduğunda şu şekilde selâm verilmelidir.

"Esenlik üzerine olsun ey Ali'nin kızı Zeyneb, esenlik üze­rine olsun ey kadınların efendisi, esenlik üzerine olsun Muhammed'in torunu. Allah senden razı olsun!"

İmam Hüseyin'in kerimeleri Sekine validemizin kabri ziyaretedildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir.

"Esenlik senin üzerine olsun ey seyyidemiz sekine, esen­lik üzerine olsun seyyidemiz Hüseyi’nin kızı. Esenlik üzerine olsun Ali’nin torunu."

Ali (radiyallahu anh)’nin kerimeleri Rukiye validemizin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir.

"Esenlik üzerine olsun ey Seyyidemiz Rukiye, Esenlik üzerine olsun ey Ali’nin kızı."

Hz. Ebubekir (radiyallahu anh)’ın mahdumları Muhammed Hanefi'nin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey seyyidimiz Muhammed b. Ebu Bekr es-Sıddık (radiyallahu anh)"

Cafer-i Sadık (radiyallahu anh)’ın mahdumu Muhammed Ma'sum'un kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerinize olsun Muhammed b. Cafer es-Sadık"

Cemeliyye de ki Hz. Musa (aleyhisselam)’ın kabri de ziyaret edilmesi gereken yerlerdendir. Cidde’ye girildiğinde insanların an­nesi (ümmül beşer) Havva annemize mutluluklarını artırmak için şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey Annemiz ve Seyyidemiz Havva! Allah bize sizin şefaatinizi nasip eylesin ve sizden razı olsun!"

Şeyh Ahmed hazretlerinden rivayet edilir;

"Hindistan’da, Hristiyanların elinde esir olan ve zincire vurulan bir kişij kurtulmak için bir çare bulamadı. En sonunda Şeyh Ahmed'e teveccüh edip onu Allah'a vesile kılarak duâ et­ti. Dua biter bitmez kendisini Cidde'de şeyhin kabri yanında

bulur. O zincirler hâlen o kabirdedir. "

Şeyh Ebu Sedir adıyla bilinen bir şeyhin birçok kerametinden birisi de şudur:

"Hacc yapma isteği ile bir grup insan hazırlanıp gitmek üze­reyken, geminin kaptanına, bu zat gelip ne kadar dil döktüyse de kaptan onu kabul etmez. Bu sefer bu zat bir sedirin üzerine oturup şöyle der;

"Ey Sedir, beni Cidde’ye götür. Bunu der demez kendini Cidde'de bulur.

Kale burcunda, Amiri kabilesine mensup, Kays b. el Mulavaha, ki mecnun adıyla meşhurdur, kabrinde halen aşkı görülür. Ka­lenin dışında sevgilisi Leyla’nın kabri vardır. Bunlarda ziyaret edil­melidir.

Şam-ı Ma.hmud adı verilen yere gelindiğinde İbrahim b. Ethem hazretlerinin oğlu Şah Mahmud’un kabri oradaki mescidin içindedir. Burası da ziyaret edilmesi gereken yerlerdendir.

Mekke de Anlil çarşısı olarak bilinen yerde Beni Haşim mahal­lesinde Abdulmuttalib’in evi vardır. Bu evde kâinatın efendisi Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) dünyaya gelmiştir. Bu evde Peygamberimizin ilk secdeye kapanıp "ümmetim" diye ağladığı yer ziyaret edilirken:

"Allah’ım bu yer, seyyidimiz, nebi Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın doğduğu yerdir. Allah’ım bize onu bu dün­yada ziyaret etmeyi nasip ettiğin gibi ahiretteki şefaatinden de bizi mahrum etme. Bizi onunla birlikte haşrolunacak kimseler­le sancağın altında haşreyle, bize onun havuzundan içir, şüp­hesiz ki senin gücün her şeye yeter.”

Ondan sonra Ebu Talib’in evi olan Aliyyül Mürteza hazretleri­nin dünyaya geldikleri geldikleri evin içinde orası ziyaret edildiğin­de şu şekilde duâ edilir. ■

"Allah’ım burası seyidimiz Ali (radıyallahu anh) nm doğ­duğu yerdir Ahdimde bugünden kıyamet gününe kadar ha.is olarak duracağım. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim."

Ardından müminlerin annesi, cennet kadınlarının efendisi, Haticetül-Kübra validemizin evi gelir. Resulullah orada ikâmet et­miştir. Üç odası vardır.

Sağ tarafında bulunan oda da, Fatıma (radıyallahu anha)’nın bir el değirmeni vardır, üzerinde bulunan delikler mübarek göz yaş­larının eseridir diye rivayet edilmiştir. Mekke de, Kâbe'den sonra o evden efdal bir yer yoktur. Orası ziyaret edildiğinde şu duâ okun­malıdır.

"Allah’ım, burası Hatîcetül Kübra nın ve efendimiz Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın evidir. Bugünden kıyame­te kadar ahdimde halis olarak duracağım. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şe­hadet ederim."

Hacer sokağı olarak isimlendirilmiş sokakta, Resulullah (sal­lallahu aleyhi veselfem)’la konuşmuş olan taş -ona konuşan taş adı verilmiştirvardır. O taşın üzerinde şu yazılıdır. "Ben her zaman insanların en hayırlısına selâm veren bir taşım! Ne mutlu ba­na! Ondan birçok özellik aldım!" adı geçen yere yakın, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] efendimizin dayandığı taş vardır. Safa dağının eteğinde Darul Erkam ismiyle meşhur olan mübarek ev vardır. İslâm’ın doğduğu ilk zamanlarda efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) otuz dokuz sahabesi ile gizlenerek ibadet eder­ken.

"Allah’ım! İslâmî ya Ömer b. Hattab’la yada Ebu Cehil ile güçlendir" diye duâ ederdi.

Bu duânın üzerine Ömer b. Hattab Müslüman olmuş ve kırk kişiye ulaşılmıştır. Ondan sonra da Kâbe haraminde namaz kılın­mıştır.

"Ey Nebi! Sana da, sana tâbi olan müminlere de Allah ye­ter" (Enfal sûresi-64) âyeti nazil olmuştur. Ayrıca burada Ayın ya­rılması (şakkı kamer) mucizesi gerçekleşmiş ve de İbrahim (aleyhisselam)’in Kâbe’yi inşa edince çağrısını buradan yapmıştır. Bu dağın bir diğer özelliği de, başı ağrıyan birisi burada kızartılmış bir koyun başını yerse bir daha başı ağrımaz.

Babu’l-Veda da Ebu Talib’in kızı Fahite'nin evi vardır. Ümmühani adıyla meşhurdur. Peygamber efendimizin Mirac'ı bu evde gerçekleşmiştir.

Ebu Bekr es-Sıddık (radıyallahu anh)’ın dükkanı ve Mesfele yakınındaki evi, ayrıca onun civarındaki şehit Hamza (radıyallahu anh)’nın mübarek evi ve Osman b. Mezu'n (radıyallahu anh)’un ku­yusu -ki güzel bir suyu vardır, halen oradan su alıp gusül alanlar vardırziyaret edilmesi gerekenler yerlerdendir.

Haccun isimli kabristan halen Cennetu'l-Mualla adıyla meş­hurdur. Mekke'de büyük bir kabristandır. Bu kabristanı ziyaret et­mek istediğimizde kabir ziyareti âdâbına riayet ederek gitmek ge­rekir. Buraya giderken Mescidi'l-Cin adındaki mescide -ki Pey­gamberimiz o mescitte cinlere dini konular ve İslâm’ın hükümlerini öğrettiuğramalıdır.

Kabristana girdiğinde, Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj’ın annesi Amme bmti Veheb annemizin (radıyallahu anha) kabri ziyaret edilirse şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey seyyidemiz, Amine binli Veheb, esenlik üzerine olsun ey efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)5in annesi, Allah senden razı olsun?"

Ve de yanındaki Müminlerin Annesi Hatîcetül-Kübra’nın kab­ri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esenlik üzerine olsun ey seyyidemiz Hatice, esenlik üze­rine olsun ey Fatıma’nın annesi, esenlik üzerine olsun ey Re­sulümüzün hammı, esenlik üzerine olsun ey kadmlann efendi­si, Allah senden razı olsun!"

Bu kabrin yanında Abdullah b. ez-Zubeyr (radıyallahu anh)’in -ki Haccac-ı Zalim onu şehit etmiştirkabri ve onun etrafında ise isimleri bilinmeyen birçok mübarek kişi vardır.

Hira dağs’nda Peygamberin ibadetgâhı olan bir mağara var­dır. Şu an onun adı CebeM Nur diye meşhurdur. Şakkı Sadr’ın ger­çekleştiği ve İkra suresi’nin indiği yerdir. Bunlar ziyaret edildikten sonra Mina'ya gitmek gerekir.

Mina’ya giderken yolun sol tarafında MescicM Biat vardır. Hicretten önce Ensar o mescitte Peygamberimize biat etmişlerdir. Burası da ziyaret edilmelidir.

Minaya girince Mescidi Hayf'da ziyaret edilmelidir. Ortasın­da Haye-i Resulullah denilen yer vardır. Bir kubbe ile burası belli edilmiştir. Bu mescitte yetmiş peygamberin namaz kıldıktan rivayet edilmiştir.

Arafat’a giderken yolun sol tarafında, Hz. İsmail’in fidyesi ola­rak inen kurbanın yeri vardır. Oraya Mescidu'l-Kebiş denir. Bu yerde Halilullah'ın bıçakla ikiye ayırdığı taş ziyaret edilmelidir. Yine aynı yerde Feth mağarası diye bir mağara vardır. Peygamberimiz, peygamber olmadan önce orada ibadet ederdi. Ayrıca Aişe (radıyallahu anha) validemizin burada itikâfa girdikleri rivayet edilir. O yerde halen Sahra-ı Aişe adıyla meşhur bir taş vardır. Mescid-i hayta yakın bir yer olan, Mürselat suresi’nin indiği dağ vardır. Bu mübarek makamda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in mübarek başının izleri halen vardır. Hacılar başlarını o mahale ko­yup Peygamberimizden şefaat isterler. Bir kimsenin başı oraya do­kunsa, kâinatın efendisinin vücuduna dokunmuş gibi olduğundan o kimseye cehennem ateşinin isabet etmeyeceği anlatılmıştır.

Kevser sûresi de burada inmiştir. Surenin indiği yere Mescidi Kevser ismi verilmiştir. Peygamberimiz Veda haccında kendi eliy­le burada altmış deve kurban etmiştir. Yüze kadar olan kısmını da Ali (radıyallahu anh) tamamlamıştır.

Cebel dağı olarak bilinen yer vardır. Orada Efendimiz (sallal­lahu aleyhi vesellem) hicret ederken mağara arkadaşı Ebubekir (radıyallahu anh) ile birlikte saklandığı mağara vardır. Burada üç gece kalmışlardır. Örümcekler ağı ve güvercinlerde yumurtasını oraya yapmışlardır. Bu mağaranın iki kapısı vardır. Birisi çok dardır ve Peygamberimiz Ebu Bekir ile bu kapıdan girmiştir. Peygamberi­mizin mübarek vücutları o kapıya değdiği için burası ziyaret edildi­ğinde o kapıdan geçmek gerekir. Bu mağaranın bir kapısı daha vardır ve orası oldukça geniştir. O kapıyı Cebrail açmıştır diye ri­vayet edilir. Mağara-ı şerifin özelliğidir: Kim buraya girerse bütün elem ve sıkıntıları geçer. Çünkü hakkında şöyle duyurulmuştur:

"Üzülme! Şüphesiz Allah bizimledir." (Tevbe suresi-40)

Hz. Enes'ten rivayet edilir ki; Musa (aleyhisselam)’nın: "Rabbim! Bana kendini göster, sana bakayım." isteği üzerine Allah o yerde bulunan dağa görünmüş ve o dağ "Rabbin dağa göründü­ğü an onu paramparça etti!" ayetinde beyan olduğu gibi param­parça oldu. O dağın üç parçası Mekke'ye düştü, birisi Hira dağı, bi­risi Mina'daki Sibir dağı, diğeri Cebel-i Sevr oldu. Bu dağın üç par­çası da Mediye düştü, biri Uhud dağı, birisi Verka dağı, diğeri Tur dağı oldu."

Medine’ye giderken, Umre-i Cedide'yi geçip müminlerin anne­si Hz. Meymune (radıyallahu anha)’nin kabri şerifleri ziyaret edildi­ğinde şu şekilde selâm verilmelidir.

"EsenHk senin üzerine olsun Ey seyyîdemiz, ey Meymune, eserdik üzerine olsun ey müminlerin annesi, esenlik üzeri­ne olsun ey Peygamberimizin hanımı, Allah senden razı olsun”

Sonra Atfan adındaki yerde Bir-i Nefl adıyla bilinen su kuyu­su ziyaret edilip ondan su içilmelidir. Çünkü Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in şekerden lezzetli tükürüklerinin o kuyuya düştüğü rivayet edilir.

Bedir isimli mübarek yere gidilmelidir, orada nice ayet ve gü­zel eserler vardır. İslâm’ın ilk zaferi burada elde edilmiştir. Gece ol­duğunda Ayın Bedri (on dördü) gibi rüya görülür.

Resulullah'ın ashabına yardım için gökten inen asker melek­lerin, insan kılığındaki şekilleri orada geceleri görülür. Ashab-ı ki­ram efendilerimizin merkez kabul ettikleri dağın -ki ona Kur’ân’da Udvetud-Dünya denilmiştirhalkına Dağ Halkı denir.

O dağın kumları su gibi akar, fakat dağın sınırlarını geçmez­ler. O dağdan bazı günlerde davul sesi gibi ses duyulur. Resuluîlah (sallallahu aleyhi vesellem)’ın ashabına Allah yardım ettiği sırada kalplerine azim ve cesaret gelsin diye Allah tarafından çıkarıldığı söylenen sesle bu aynıdır.

Özellikle bazı insanlar zahmet çekip dağın zirvesine çıkarlar ve oradaki ebedî kalıcı izleri görürler. Sonra aşağıya kayarak iner­ler ve o sırada müthiş sesler duyulur.

Bu dağın eteklerinde Ashab'ın yaralananlarının yeri ve de mü­şavere yaptıkları yer taşlarla çevrilmiş ve yerleri belli edilmiştir.

Mısır Mahmeli her yıl bu dağa geldiğinde bir deve kurban edermiş. Nasıl olduysa unutmuşlar ve bu dağın yanından geçerken kervandan bir deve ayrılıp tek başına kaçmış ve bu dağın hizasına geldiğinde oraya oturmuş. Kurban edilene kadar da böylece kalmış.

Aciz olan ben, kendi gözlerimle o yeri gördüm, savaş yapılan yer buraya oldukça uzaktır. Udvetu'l-Kusva'ya yakındır. Bedir şe­hitleri o yerdedir. Orada Cami kubbesi gibi bir yer vardır. Orada Peygamber efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)'in oturdukları sandalye şeklindeki taş vardır. Buranın da ziyaret edilmesi gerekir. Şu şekilde selâm vermesi gerekir:

"Esselamu aleyküm ya Şuada! Esselamu aleyküm ya nüceba! Esselamu aleyküm ya şüheda! Esselamu aleyküm ya men gıyle fi şanihim."

Safa’da, Ebu Zerr Gıffari (radıyallahu anh) hazretlerinin kab­ri, Hamra da Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (radıyallahu anh)ın kabri vardır.

Ravuha adındaki yere yakın bir dağın eteklerinde Peygambe­rimiz (sallallahu aleyhi vesellem) ile konuşan bir geyiğin yeri vardır. Bu geyiğin kıssası meşhurdur. Halen orası Mescid’ül-Gazel adıy­la meşhurdur.

Medine’ye gelindiğinde, güzel bir temizlik ile salâvat şerife ge­tirerek, ilk olarak Harem-i Nebeviyye'yi ziyaret etmek gerekir. Babu's-Selâm'a geldiğinde burayı kastederek şöyle der:

"Allah’ım sen iyisin ve iyilik şendendir. Ve iyilik sana dö­ner. Bizi iyilikle yaratan Rabbimiz, seni hamd ile yüceltiriz. Ey Celâl ve ikram sahibi Rabbim, günahlarımı bağışla, rahmetinin kapılarını bana aç, merhamet edenlerin en merhametlisi Alla­h’ım beni doğru bir giriş ile girdir ve doğru bir çıkış ile çıkar. De ki; Hak geldi batıl zail oldu."

Sonra Ravza-i Mutahhara’ya gidilmelidir. Hücre-i saadet ile minberin arasında bulunan yer ziyaret edilmelidir.

Benimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedır" buyurulmuştur. Ravza-i mutahhara da tahiyyetül mescid na­mazı kılıp ardından şu şekilde duâ edilmelidir:

"Allah’ım bu ravza senin Nebin Muhammed için şerefli kıldığın ikram ettiğin yerdir. Bize bu dünyada onu ziyaret etme­yi nasıp eyledin. Ahirette de onun şefaatini bizden esirgeme!"

Bu mübarek yerde Medine halkına bir miktar sadaka verilir.

"Ey iman edenler! Peygamberden gizlice bir şey isteye­ceğiniz zaman5 gizli konuşmadan önce sadaka verin." (Müca­dele suresi-12) Ayetini bu konuya delil gösterip sadaka verilmelidir. Fakat mescitlerin içierisinde sadaka vermenin doğru olmadığı ko­nusunda hadisler vardır. Bunlar dilenciler yani sadaka isteyenler hakkındadır. Bu sadaka karşı tarafın istemesiyle verilen sadaka de­ğildir. Kendisinden sadaka istenmeden verilen sadakanın ibadet olacağı aşikârdır.

Son olarak e! bağlayıp en üstün âdâb ve huşû ile huzuru saadete gelip şu şekilde selâm vermelidir.

"Esselatu vesselâmu aleyke ya eyyuhen nebiyyus seyyh dul kerimu ver resulul-azim verraufurrahim,

Esselatu vesselâmu aleyke ya rasulullah.

Esselatu vesselâmu aleyke ya nebiyallah.

Esselatu vesselâmu aleyke ya habiballah,

Esselatu vesselâmu aleyke ya hayre halkillahD

Esselatu vesselâmu aleyke ya nure arşîîlah.

Esselatu vesselâmu aleyke ya emine vahyilîah.

Esselatu vesselâmu alâ men kalallahu teâlâ fi hakkihi ve lev ennehum iz zalemu enfusehum ca’uke festağfirullahe vestağfire lehumur resulu levecedullahe tevvaben rahimen. Veha ene Ya seyyidi ya resulullah,

Kadci'tuke hariben min zenbi ve mustağfiren min hatieti ve musteşfian bike ila Rabbi feşfeğ lena ya şefial ümmeti ve ecirni ya nebiyyer rahmeti ve ya siracez zulmeti ve ya kaşifel gummeti.

Ya seyyidi ya Rasulullahi ataynake zairine ve kasadnake ragıbine ve min zunubina mustağfirine ve şefaateke talibine ve muhabbeteke arifine ve bi dinike mustemsikine ve bibabike vakıfine ve bike ilellah musteşfine la teruddena hasbine ve lâ an şefaatike mahrumine ve lâ an babike matrudine

Ya seyyidi ya Rasulullahi eselukel şefaate lena ve livalideyne vel müminine ve ente sahibuş şefaati vel vesileti ved derecetir rafiati vel makamil mahmudi vel havzıl mevrudi vel livail mağkudi veş şefaatil uzma yevmel meşhudi ya hayra men dufine fit turbi ağzemuhu ve tabe min tibihinnelkau vel ekemu nefsi fidaun lî kabrin ente sakinuhu fi hil ifafu ve fihil cudu vel keremu entel habibullezi turca şefaatuke indessırati iza ma zellet il kademu.

Esselâmu aleyke ya seyyidul evveline vel ahirine ve alâ alike ve eshabike ecmain. Ya eyyuhen nebiyyul kerimu ve rahmetullahi ve berakatuh.”

Sonra Ebu Bekir efendimize selâm veririz:

"Esselâmu aleyke ya emirel müminin ya seyyidena Ebu Bekrin es-sıddık, Esselâmu aleyke ya ibni ebi Kuhafete. Esse­lâmu aleyke ya evvelun hulefai. Esselâmu aleyke ya sahibe Rasulullahi. Esselâmu aleyke ya munisehu fiddari ve sahibehu filğari ve refikahu fi mecmail esfari. Esselâmu aleyke ya men enfaka cemia malihi fi hubbillahi ve hubbi resuluhi hatta tehallele bil abai radiallahu anhi"

Sonra Hz. Ömer'e:

"Esselâmu aleyke ya emirel müminin ya Ömer, Esselâmu aleyke ya ibnil hattab. Esselâmu aleyke ya helifel mihrabi.. Es­selâmu aleyke ya natiken bil hakki vessevabi. Esselâmu aley­ke ya saniyel hulefai.. Esselâmu aleyke ya men kile fi şanihi lev kâne badi nebiyyun le kane Ömer. Esselâmu aleyke ya men ezharel İslâme ve keserel-esname. Esselâmu aleyke ya Ebed duafai vel eramili vel eytami Esselâmu aleyke ya izzel müslimin ve tacel mü’mine ve kehf-el muhibine ve nizamel erbaine radıyallahu anh.”

Ardından Cebrail (aleyhisselam)’in penceresinin yanına gelip meleklere şu şekilde selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Cibril. Esselâmu aley­ke ya seyyidena ya İsrafil. Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Mikail. Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Azrail. Esselâmu aleykum ya melaiketellahi’l-mukarrebin min ehli’s-semavati ve aradine. Rabbena innena semina munadiyyen yunadi lil imani en aminu bi Rabbiküm fe amenna Rabbena fağfirlena zunubena ve keffir anna seyyiatina ve teveffena ma’al ebrar. Rabbena ve atina ma va’adtena ala rusulike ve la tuhzina yevmel kıya­meti inneke la tuhliful miade. Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu."

Fatıma (radıyallahu anha)’yı ziyaret edip şu şekilde selâm ve­rilmelidir:

“Esselâmu aleyki ya seyyidetina ya Fatımatez ZehraEs­selâmu aleyki ya binle Habibullah. Esselâmu aleyki ya binte habibiliah. Esselâmu aleyki ya binte nebiyellah. Esselâmu aleyki ya seyyideten nisai. Esselâmu aleyki ya ceddeteş şurefai. Esselâmu aleyki ya zevcete emiril müminin aliyyul murteza. Esselâmu aleyki ya ummel hasani ve hüseyni esseydeyni'ş-şehideynFs-saideyni seyyide şubbani. Ehlil cenneti ve kurretey a’yuni ehlîssünneti radıyallahu anh ve erdaki.”

Sonra kıbleye dönüp şu şekilde duâ edilir:

"Allahümme bi cahi Muhammedin ve âli Muhammedin ve enterrabbul mahmudi ve bi cahi Ebi bekrin ve Ömere ve Osmane ve AliyyEnte’z-zatu’l-ala ve bi cahi Fatımate’z-zehra ve ente fatıru’s-semavati vel-ard vel ardine ve bi cahi İsmaile ve ente semiu’d-dua’i ve bi cahi Cibrile ve ente cabiru’l-kulubHmütekessireti. İsma’ duana vecbır kulubena vagfir zunubena vestur uyubena ve ferric kurubena ve tekabbel ziyaretena ve âmin havfena ve hevvin aleyna külle hevlin ve sehhil aleyna külle asirin inneke alâ külli şeyin kadîr/’

Sonra Müvacehe'ye gelip şu duâ okunur:

"İnnallahe ve melâiketehu yusallune alen nebiyyL Ya eyyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima. Alîahümme inne es’eluke ve etevesselu ileyke bi cahi nebiyyike ve habibike Muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme. En terzukani imanen kamilen yubaşiri kalbi ve nasiben sadikan hatta a’lemu ennehu la yusibuni illa ma ketebte li ve kıden bimakasemte li ve es’eluke ilmen nafian ve rızkan vasian ve helâlen tayyiben ve kalben haşien ve bedenen sabıren ve lisanen zakiren ve amelen makbulen ve veleden salihan ve tevbeten nasuhan ve ticareten len tebure ya nuren-nuri ya âlime ma fis-suduri ve ehricni ve valîdeyye minez-zulumati îlen-nuri ente veliyyi fid dünya vel âhireti teveffeni müslimen ve elhikni bissalihin ya ilâhel-âlemin. Ya hayren-nasırin. Ve sallallahu alâ seyydina Muhammedin ve alâ âlihi vesahbihi ves sellerm"

Sonra Ravza-ı Mutahhara’ya gelip, hücre-i saâdete yakın üs­tüvane-i nasuh ve üstüvane-i ebi Lubabe olarak isimlendirilmiş ye­rin yanında -Resulullah’ın mübarek başları bu tarafa düşerbu duâyı okumalıdır.

"Allahümme lâ teda lena fi makamına haza zenben illa gafertehu. Ve lâ hemmen illa ferectehu. Ve lâ sailen illâ ateytehu. Velâ meridin şefeyteh. Ve lâ deynen illa eddeytehu. Ve lâ aduvven, illa hazeltehu. Ve lâ tıflen, illa Rabbeytehu. Ve lâ musafiren illa reddeyteh. Ve lâ fakiren illa agneytehu. Ve lâ haceten min havaici'd-dünya leke fiha rıden ve lena fiha salâhun illa kadeyteha ya Rabbel-âlemine vagfir li zunubi fe innehu la yagfiru'z-zunube illa ente ve sallallahu ala seyyidena Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmaine ve selleme teslimen."

Sonra Cennetuül-Baki’ye gidip kapıdan içeri girdiğinde bütün kabristan toplu bir selâm verip ardından Emirul müminin Osman b. Affan’ın kabrini ziyaret edip şu şekilde selâm vermek gerekir:

“Esseîâmu aleyke ya seyyidene ya emirel müminin Os­man ibn Affan, Esseîâmu aleyke ya salisel hulefai.. Esseîâmu aleyke ya sihre Rasulullah. Esseîâmu aleyke ya camiel Kur’ân. Esseîâmu aleyke ya men istehad minhu melaike tur-rahman. Esseîâmu aleyke ya men nevverel mihrabe bi imametihi ve zeyyenel kurâne bi tilavetihi. Esseîâmu aleyke ya siracallahi fi cennetihi radiallahu anh."

Sonra Aliyyül Mürteza hazretlerinin validesi Fatıma b. Esede şu şekilde selâm verilir:

"Esseîâmu aleyki ya Fatıma binte esed. Esseîâmu aleyki ya ümme Aliyyil mürteza. Esseîâmu aleyki ya men keffenehennebiyyu sallallahu aleyhi ve selleme bi kamisihi ve elhade ha bi yeminihi radiyallahu anh"

Sonra meşhur sahabilerden Ebu Said el-Hudri (radiyallahu anh) ziyaret edilir ve şu şekilde selâm verilir:

"Esseîâmu aleyke ya Eba Saidil Hudri. Esseîâmu aleyke ya raviyel-hadisi an Resulillahi sallallahu aleyhi ve selleme, e’adeilahu teâlâ aleyna min bereketike ve bereketi ulumike ve ala validena ve alel müslimine fid-dünya vel âhirete radiallahu anh/’

Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’in süt annesi Halime (radıyallahu anha) validemizin kabri ziyaret edilir ve şu şe­kilde selâm verilir:

"Esselâmu aleyki ya Halimetes-sadiye, Esselâmu aleyki ya murdi-aten-Nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme Radiyallahu anh.."

Sonra geri kalan şehitler için umûmen selâm verilir ve ardın­dan Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in oğlu İbrahim’e selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya İbrahimEsselâmu aieyke ya İbni ResuSiliah! Esselâmu aleyke ya İbni Habiballah! radiyallahu anke ah”

Ondan sonra Kumaların şeyhi Nafi'(radiyallahu anh)’nin kabri ziyaret edilir ve şu şekilde selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya Nafi, Esselâmu aieyke ya şeyhelkurrai. E'adallahu aleyna ve ala validina min berektike ve berakati ulumike fid-dünya vel âhireti radıyallahu anh/’

Sonra Malik b. Enes'e şöyle selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya Malik İbn Enes, Esselâmu aleyke ya imamel mezhebi. E’adallahu aleyna ve ala validina min berek­tike ve berakati ulumike fid-dünya vel âhireti radiyallahu anh."

Resulullah’ın amcasının oğlu, Süfyan ibnil-Haris’e şöyle se­lâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya Süfyan ibn-el Haris Esselâmu aley­ke ya İbn ammi Resulillah sallallahu aleyhi ve sellem. Radiyallahu anh."

Resulullah’ın eşlerinin kabirleri bir kubbe altında bulunduğu için hepsine birden şu şekilde selâm verilir:

“Esselâmu aleykünne ya ezvace Resulullah sallallahu aley­hi ve selleme radiallahu anhünne ve erda künne ve cealel cen­nete menzilekünne ve meskenekünne ve mahallekünne ve mevakünne Esselâmu aleykünne ve rahmetullahî ve berekatuh.”

Ehli beyt kubbesi olarak bilinen yerki Resulullah'ın bütün ai­lesinin orada olduğu söylenir, Fatıma (radıyallahu anhaj’da dahilziyaret edilir. Ve şu dua okunur:

"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Abbas, Esselâmu aleyke ya ebne Abdulmuttalib, Esselâmu aleyke ya Amme rasulullah, Esselâmu aleyke ya seyyidena ya imamu Hasan, Es­selâmu aleyke ya İbnel mürteza, Esselâmu aleyke ya hafide Resulullah, Esselâmu aleyke ya imamu Zeynel-Abidin, Esselâ­mu aleyke ya seyyidena ya imamu Muhammedul el-Bakir. Es­selâmu aleyke ya imamu Caferu's-sadık, Esselâmu aleykum ya ehli beytin nübüvveti ve madenir-risaleti radiyallahu anhüm ve erdaküm ve cealel-cennete menzileküm ve meskeneküm ve mahalleküm ve mevaküm Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh."

Sonra Malik ibn Sinan(radıyallahu anh)’a şu şekilde selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya hamili lîvai Resulullah sallallahu aleyhi ves-selleme radiyallahu anh."

Sonra Resulullah'ın babası Abdullah (radıyallahu anhj’ın ka­birlerine şu şekilde selâm verilir:

"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Abdullah, Esselâmu aleyke ya ebne Abdulmuttalib, Esselâmu aleyke ya valide Resulullahi sallallahu aleyhi ve selleme radiyallahu anh."

Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın dişi devesi ve ziyafet sofrasının bulunduğı yer ziyaret edilmeli ve şu şekilde se­lâm verilmelidir:

"Allahümme innehazel makame maidetu ve musalla seyyidena Resulullahi sallallahu aleyhi ve sellem. Ailahümme ın= ni evdatu fi hazel-makami ahdi ve misaki mîn yevmi haza ila yevmil-ksyamete halisen muhilsen eşhedü en lâ ilahe illâllahu ve eşhedü erine Muhammeden abduhu ve Resulüh/3

Sonra buradaki Mescidü'Hcabe ziyaret olunduğunda şu şekilde selâm verilir:

"Ailahümme înnehazel mescidü’hîcabe ve musalla seyyidena Resulullahi sallallahu aleyhi ve selleme inni evdatu fi hazel-makami ahdi ve misaki mîn yevmi haza ila yevrmhhyamete hahsen muhilsen eşhedü en lâ ilahe illâllahu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resulüh."

Sonra Uhud dağına doğru gitmeli, orada şehitlerin efendisi Hamza (radiyallahu anh)’yı ve diğer şehitleri ziyaret edip şu şekil­de selâm vermelidir:

"Esselâmu aleyke ya Hamza, Esselâmu aleyke ya ibn-i Abdilmuttalib, Ya Amme Resulullahi Esselâmu aleyke ya seyyidul şüheda, Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Abdullah îbn Cahş, Esselâmu aleyke ya Mus’ab! ibn Umeyr, Esselâmu aley­ke ya Şemmuz İbne Osman! Radiyallahu anh/5

Ardından bütün şehitlere şu şekilde selâm verilmelidir:

"Esselâmu aleyküm ya şühedae Uhud, Esselâmu aleyküm ya Nuceba, Esselâmu aleyküm ya men kalellahu fi hakkihim ve la tahseben ellezine kutilu fi sebilillahi emvaten bel ahyaun inde Rabbihim yurzekune ferihine bima ayatuhumullahu mîn fadlihi ve yestebşirune billezine lem yelhaku bihim mîn halfihîm ellâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenun

Ardından Zekiyuddin Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Hüseyin b. Ali'nin kabri ziyaret edilmeli ve şu şekilde selâm verilme­lidir:

"Esselâmu aleyke ya Zekiyyedin, Esselâmu aleyke ya eh­le beytin-nübüvvetin radiyallahu anhüm."

Sonra, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın, Uhud’da kı­rılan dişinin gömüldüğü, Kubbetü's-Sühya’ya ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilir:

"Esselâtu vesselâmu aleyke ya Resulullah. Allahümme inne haza kubbetü's-sühya ve musalla seyyidena Resulillahi sallallahu teâlâ aleyhi ve selleme, Allahümme kema bellegtena fid-dünya ziyaretehu felâ tahrimna fil ahireti fadle şefaatihi vahsurna fi zümretihi ve tahte livaihi veskina min havdihi inneke alâ külli şeyin kadirun bi rahmetike ya erhame'r-rahimin."

Sonra Kıbleteyn mescidi ziyaret edilip, Tahiyyet’ül mescid namazı kıldıktan sonra şu şekilde dua etmelidir:

"Allahümme innehazel makame mescidu’l-kıbleteyni ve musalla seyyidina Resulullahi sallallahu aleyhi ve selleme. Allahumme inneke külte ve kavlukel hakku fi kitabikel-münezzeli alâ nebiyyike'l-mürseli. (Kad nera tekallube vechike fi's-semai fe le nüvelliye'nneke kıbleten terdaha fevelli vecheke şetre'l-mescidi'l-harami Allahümme inni evda’tu fi hazel makami ahdi ve misaki min yevmi haza ila evda’tu fi hazel makami ah­di ve misaki min yevmi haza ila yevmil kıyameti halise muhlesen eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve Resuluh.)"

Sonra, Mescid-i Ebu Bekir Sıddiki Mescidun-Nebi, Mescid-i selâm ve Mescid-i Ali ziyaret edilmelidir. Hepsinde de Tahiyyet’ül mescid kılınmalı ve dualar edilmelidir.

Mescid-i Küba ziyaret edilip tahiyyetul mescid namazı kılın­dıktan sonra şu şekilde duâ edilmelidir:

"Allahümme inne haza mescidün üssise alet'takva min evveli yevmin ehakku en nakume fihi, fihi ricalün yuhibbune en yetetahharü vallahu yuhibbül mutahharin. Allahümme tahhir kulubena mine'n-nifaki ve amalena mine'r-riyai, ve furucena minez zinai ve elsinetena minel kezibe vel gıybeti vel buhtani ve ayunena minel hıyaneti fe inneke ta’lemu hainetel ayuni ve ma tuhfis sudûrü İnni evdatu fi hazel makami ahdi."

Sonra, Hicret ederken Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın devesinin çöktüğü yer, buraya Mebreku’n-Nake denir, ile Kubbetü'l-Keşif denilen yer ziyaret edilmelidir. Ardından Mescidü'lMuvacehe de tahiyyetül mescid namazı kılmalı sonra şu şekilde dua etmelidir:

Allahümme inne hazel makame mebrekun’nakati ve mu­saba Resuhllahi ah. İnni evda’tu ah. Allahümme inne haza kubbetü’l-keşfi ve musaba seyyidina resulîllahi innî evda’tu ah. Allahümme inne hazel mekame mescidül-muvaceheti ve musal­la seyyidina resuhllahi innî evda’tu ah.”

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın su içtiği on dokuz kuyudan en ünlüleri olan İdris, Bessa, Ha’i, Bidaa, Revme, Ahen kuyuları ziyaret edilmelidir. Bu kuyular Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın su içip abdest ve gusül aldığı yerlerdir. Son olarak Hatem kuyusu ziyaret edilmelidir. Bu kuyuya rivayet edildiğine gö­re, Resulullah yüzüğünü düşürmüş ve kuyuda yüzüğü iade etmek için yükselmiş.

Sonra, şu an mescid olan Ebubekir ve Ali (radiyallahu anhj’ın evleri ziyaret edilmelidir. Sonra, Beyt-i Benati Beni Neccar ki, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hicret ederken, onu şiir okuya­rak karşılayan kızların evidir.

Medine’den ayrılırken Muvacehe-i Şerife gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a şu şekilde veda etmelidir:

"Elveda, Elveda ya Resulullah, el emanü el emanü ya nebiyallah. el firaku el firaku ya habiballah. Lâ cea’lehullahu ahirel ahdi laminke vela min ziyaretike minel vukûfi beyne yedeyke, fi hayrın ve sıhhatin ve afiyetin ve selâmetin inşaallahu Ci ­ty ke ve zurtüke vein mittu evda’tu indeke şehadetî veemânetî vemîsâkî min yevminâ hazâ ilâ yevmi! kıyameti vehiye şehadetu enlâ ilâhe illallahu Muhammedun resûlüilahi Allahümme in­ne hazâ abdüke ve habîbüke ve nebiyyüke ve şefî’uke ve enâ abdüke veşşeytanu aduvvuke fein gaferteli feriha abdüke ve gazibe aduvvuke vein tua’zzibni hezine habibüke veradiye aduvvuke veheleke abdüke veente ekremu min en yahzene habîbüke veyerda aduvvuke. Allahümme innel-arabel-kirame in mate fîhim seyyidun atekû alâ kabrihi veinne hazâ seyyidul a’lemîne fea’tıknî alâ kabrihi Allahümme innî üşhidu bike ve üşhidu biresûlike vebierba’i hulefaihi ve üşhudi bilmelaiketin nariline alâ hazihirravzatiş-şerifetil-kerimeti velakifine aleyha ennebî eşhedu enlâ ilâhe illallahu vahdehu lâşerike lehu ve eşhedu enne muhammeden abduhu ve resûluhu veenne küllemâ câe bihi minemrin vevahyin vehaberi makane vema yekûnu hakkun lâ kezibe fîhi velâ iftirâe veinnî mukirrun leke yâ İlahî bicinayetî ve ma’siyyeti fağfirli vemnun aleyye billezî menente bihi alâ evliyâike feinneke entelmennanul-gafûrur-rahimü. Bi rahmetike yâ erhamer râhimîne vesâlamun alelmürselîne vel hamdulillahi rabbilâ’lemîn"

Medine’yi ziyaret etmenin sevabı ve ecri çoktur.

Bunlardan burada ancak birkaçı anlatılmaktadır. Medine vah­yin geldiği, Peygamberimizin hicret ettiği yerdir, ayrıca pek çok mü­barek cesetlerin bulunduğu mukaddes mekândır. Ravza-i mutahhara’nın arştan daha efdal olduğuna tüm ehl-i ilim ve ehl-i tahkik söz birliği etmişlerdir. Hücre-i saadet ile Minber-i saadet arasına (Ravza-i mutahhara) denilir ve orası cennetten efdaldir. Bir kimse orada oturup; “Ben bugün cennete girdim” diye yemin etse hanis olmaz doğru yemin etmiş olur.

Medine’nin toprağı şifa, tozları da cüzzam hastalığına iyi gel­diği hadiste rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte;

“Medine’nin tozları cüzzam hastalığına karşı şifadır” du­yurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte;

“Mescid-i haram’da kılınan bir namaz yüz bin namaz, Be­nim mescidim de kılman namaz bin namaz, Beyt-i Mukaddes de kılınan namaz beş yüz namaza denktir” buyurulmuştur.

Bir başka hadis-i şerifde;

“Benim bu mescidim de kılınan bir namaz, Mescid-i Ha­ram hariç diğer mescitlerde kılman bin namazdan efdaldir. Me­dine’de tutulan ramazan ayı orucu diğer yerlerde tutulan bin ay oruç gibidir. Medine’de kılınan bir Cuma diğer yerlerde kı­lman bin Cuma gibidir” buyurulmuştur.

Peygamberimizi (sallallahu aleyhi vesellem) ziyaret etme­nin fazileti hakkında şöyle buyurulmuştur:

“Kim beni ölümden sonra ziyaret ederse, sağlığımda zi­yaret etmiş gibi olur” buyurulmuştur.

Yine hadis-i şerifte;

“Kim kabrimi ziyaret ederse, ona şefaatim vacip olur” bu­yurulmuştur. Efendimizin kabrini ziyaret edenin, imanla öleceğine işaret vardır. Zaten imanı olmayanlara şefaat yoktur.

Rivayet edilir ki:

Bir Arap, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı ziyaret edip, ona salât ve selâm getirdi, sonra Ebubekir (radıyallahu anh) ve Ömer (radıyallahu anh)’i de ziyaret edip onları selâmladı. Sonra da ellerini açıp şu şekilde duâ etti:

"Ey Rabbim! Arapların bir âdeti vardır, buna göre kerem ve makam sahibi biri öldüğünde o kimsenin muhterem biri ol­duğuna delâlet etmek için onun dostları gelip o kabrin başın­da köle azat ederler. Burada yatan kişi, senin en sevdiğin kişi ve dostundur, ben ise bir köleyim, böyle bir kabrin başında be­ni af edip azat eylemen senin şanına yakışmaz mı? " Ve birden bir ses duyuldu:

"Ey Arap! Sadece kendini kurtarmak mı istedin? Ettiğin duâya öyle bir vesile kıldın ki, bütün yaratılmışlar olanlar için istemiş olsaydın kabul olurdu, seni affettim!"

Bir kimse Mekke veya Medine de ölürse bu onun için bir ganimettir, çünkü hadis-i şerifte:

"Bir kimse, Haremeyn (Mekke ve Medine)’de ölse, kıya­metin kötülüklerinden güven içerisinde haşrolunur." duyurul­muştur.

Mülteka, Mefatih’ül-Cinan, Damâd, Cami-us-Sağir

YİRMİ İKİNCİ BAB

MÜMİN KARDEŞLERİN
ARASINI BULMANIN ÂDÂBI

Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşi olduğu için bazı düş­manlık gibi ahlâk dışı kötü hâller meydana geldiğinde onları barış­tırmak vaciptir.

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:

"Müminler kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasım düzeltin." (Hücürat suresi) buyurulmuştur.

Ayrıca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ashabına:

"Ey Ashabım! Nafile oruç tutmaktan ve sadaka vermekten ve namaz kılmaktan daha faziletli bir ameli size söyleyim mi?” buyurduklarında Ashab: ”Evet ey Allah’ın Resulü” dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "Aralarında düşmanlık olan iki mü­minin arasını bulmaktır. O müminlerin arasını açmak dini traş etmektir.”

İki mümin kardeşin arasını düzeltmek için yalan yoktur. Yani iyilik ve ıslâh için iki tarafında söylemediği sözleri, onların birbirleri­ne olan sevgilerinin artması için onların adına söz söylemek caiz­dir.

Hadis-i şerifte:

"İnsanların arasını düzeltmek için yalan söyleyen kimse, yalan söz söylememiştir, aksine hayırlı söz söylemiştir." duyu­rulmuştur.

Bu hadis-i şerifte insanların arasını bulmanın vacip olduğuna dair delil vardır demişlerdir. Yalanı terk etmek vaciptir. Vacip olan şey ancak kendisinden daha kuvvetli bir vacip olursa sakıt olur. Bu yüzden iki müminin arasını düzetmek haram olan yalandan daha kuvvetlidir.

"Allah'tan korkunuz ve de iki müminin arasındaki düş­manlığı gidermek ve düzeltmek için gayret ediniz, çünkü kıya­met gününde Allah müminlerin aralarını düzeltir." duyurulmuş­tur.

Enes d. Malik’ten rivayet edilir:

"Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in meclisinde bu­lunuyorduk. Bir müddet sükût edip ardından ağlamaya başladı. Mübarek gözlerinden yaşlar akıyordu. Bunun üzerinden bir müddet geçtikten sonra tebessüm buyurdular. Sevindiği yüzünden belli olu­yordu. Sonra Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) bunun sebebini sor­maya cesaret etti. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

"Şimdi gördüm ki, kıyamet kopmuş bütün canlılar hesa­ba çekiliyor. Ümmetimden iki kişi birbirleriyle muhakeme olu­yorlardı. Birisi zalim diğeri mazlumdu.

O biçare mazlum; "Ya RabbiT Benim hakkımı ver" diye duâ eder, Allah’ta o zalime;

"Bu mazlumun hakkını ver!" diye emir buyurdu. Zalim olan kişi;

"Ya Rab! Benim bütün iyiliklerim üzerimde hakkı olan herkese verildi. Benim bir şeyim kalmadı. Çaresiz kaldım, ne vereyim?" dedi. Mazlum olan;

"Ya Rab! Benim günahımdan hakkım miktarınca ona ver!" dedi.

O zalim o kadar sevabından mahrum kaldığı gibi o maz­lumunda günahlarını yüklenip cehenneme gireceği için üzül­dü. Ben de bu duruma ağladım.

Mazlum olan başını kaldırınca Allah ona seslendi.

"Neler gördün?" Mazlum:

"Ya Rab! Gümüşten şehirler ve altından köşkler ve dö­şekler gördüm.

“Peygamberler ve sıddıklardan hangiierinindir bunlar?" diye sordu. Allah;

"Ücretini kim öderse onundur!" dedi. O mazlum da;

"Ona kimin parası yeter, gücüm olsa satın ahrchm" de-

yince, Allah;

"Şu din kardeşinin üzerinde olan hakkını affetmek bu sa­rayların fiyatıdır." buyurdu. O mazlum da;

"Ya Rab! Sen şahit ol! Onun üzerindeki hakkımı helâl ey­ledim ve onu affettim!" dedi. Allah;

"Kulumu affetmek bana mahsustur! O din kardeşini de al ve beraberce o saraylara gidin. Onları size ihsan ettim." buyur­du. Mutluluğumun sebebi de budur."

Mefatih’ül-Cinan

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BAB

ANNE VE BABAYA İYİ

DAVRANMANIN ÂDABI

Anne ve baba’ya iyi davranmak farzdır.

Kur’ân'da;

"Allah’a ibadet edin ona bir şeyi ortak tutmayın ve anne babanıza iyi davranın!” duyurulmuştur. (İsra suresi)

Hatta Beyazıd-ı Bestami hazretleri çocukluğunda, mektepte Kur’ân okurken;

"Bana anne-babana şükret...” âyet-i kerîmesine gelince, hocasına bunun manasını sordu, o da "Allah önce kendisine sonra anne ve baba’ya şükür etmenizi emrediyor." dedi.

Bunun üzerine Beyazıd-ı Bestami hemen evine gidip annesi­ne durumu anlattı, "Ey anneciğim, bugün Kur’ân'da bir ayet okudum, beni dehşete düşürdü. Allah Teâlâ hem kendine hemde anne ve baba’ya hizmet etmeyi, şükretmeyi emretmiş. Bir kişinin iki kapıda hizmetçi olması çok zordur. Çünkü bir tarafa eksik hizmet eder. Allah'a yalvar beni affetsin, bütün hizmeti­mi sana yapayım ya da beni affet hakkını helâl et bende bütün hizmetimi Rabbime yapayım!" dedi.

Annesi bu şekildeki gayret ve sevgiyi görünce şefkat edip, "Ey oğlum! Ben seni affettim ve hakkımı helâl ettim. Bütün hiz­metini Rabbine yap!" diye ruhsat verdi.

Anne ve baba’ya iyilikte bulunmak, Allah yolunda namaz, oruç, hacc, sadaka vermekten ve cihad etmekten faziletlidir.

Hadis-i şerifte:

"Anne ve baba’ya itaat etmek, namaz kılmaktan, oruç tut­maktan, hac ve umre yapmaktan, Allah yolunda cihad etmek­ten faziletlidir." duyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

Bir kimse anne ve babası kendisinden razı olmuş bir şe­kilde sabaha girerse o kişi için cennete iki kapı açılır, eğer yal­nızca annesi veya yalnızca babasını razı ederse bir kapı açılın Akşamda bunun gibi olur. Bunun aksi olarak, ma sabah ve ak­şama anne ve babasını öfkelendirerek girerse, onun için ce­hennemde iki kapı açılır. Eğer sadece biri hayatta ise bir kapı açılın Her ne kadar anne ve babası zalimde olsalar onlara iyi­lik yapmak gerekir.9' buyurulmuştur.

Kim ebeveynlerine itaat ederse çocukları da ona itaat eder.

Hadis-i şerifte:

"Anne babanıza iyilik ediniz ki, çocuklarınızda size iyilik­te bulunsun" buyurulmuştur.

Anne ve babasına asi olan kimse cennete giremez. Ne kadar iyi işte yapsa fayda etmez. Anne ve babasına itaat eden ve iyilikte bulunan kimse ne kadar kötü amel yapsa da cennete gider.

"Anne ve babasına asi olan kişi istediği ameli yapsın, as­la cennete giremez, anne ve babasına itaatkâr olan kişi istedi­ği ameli yapsın cehenneme girmez!" buyurulmuştur.

Hadis-i şerifte:

"Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan duyulur fakat an­ne ve babasına asi olanlar ve akraba ile ilişkisini kesenler bu kokuyu duyamaz!" buyurulmuştur.

Annenin şefkati çok olduğu için ona itaat etmek babadan ön­ce gelir.

Kur’ân-ı kerîm’in Meryem suresinde;

"Beni anneme iyilik yapar kıldı..." buyurulmuştur. Ayrıca yi­ne Kur’ân'da;

"Ve biz insana anne babasına iyilik etmesini emrettik, an­nesi onu taşıdı." (Ahkâf suresi; 15) ayet-i kerimesi karnında taşı­mak ve diğer zorlukların anne tarafından üstlendiği için onun hak­kının daha önce geldiğinin işaretidir, diye rivayet olunmuştur.

Bir zat Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj’ın huzuruna geldi ve şöyle sordu:

-      “Ey Allah’ın Resulu! Kime iyilikte bulunayım?

-      Annene, diye cevap verdi Resulullah.

-      Sonra kime iyilik edeyim? diye sordu.

-      Annene.

-      Sonra kime?

-      Annene.

-      Sonra kime.

-    Ondan sonra babana ve yakınlık sırasına göre akrabala­rına” buyurdular.

Yine bir gün Peygamberimizin huzuruna birisi geldi. Ve şöyle dedi:

"Ey Resulullah! Benîm annem oldukça yaşlıdır. Kendisi bunadı. Ben onu kendi elimle yediriyorum, içiriyorum, onu sır­tıma ahp istediği yere götürüyorum, bu hizmetimle onun üze­rimdeki hakkını karşılayabilir miyim?"

Peygamberimiz "Yüzde birini bile değil!" buyurdular.

O adam da "Niçin edâ edemedim" diye öğrenmek için sordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"Çünkü o, sana sen zayıfken senin yaşamanı umut ede­rek sana hizmet etti, sen ona onun ölmesini bekleyerek hizmet ediyorsun, fakat sen yine de ona iyilik yapıyorsun." buyurdular.

Musa (aleyhisselam) bir gün duâ ederken; "Ey Rabbim be­nim cennetteki arkadaşım kimdir?" diye sordu. Allah;

"Ey Musa! Falan şehre git, orada bîr kasap vardır, senin cennetteki arkadaşın o’dur."

Hz. Musa (aleyhisselam) o şehre gelip, o kasabın dükkanı­nı buldu. Uzak bir yerde oturup bir süre kasabın hareketlerini izle­di. Akşam olmak üzereyken adam sepetine bir parça et koyup evi­ne gitmek istediği zaman Musa (aleyhisselam) adama selâm verip;

"Misafir kabul eder misin?" diye sordu.

Kasapta, taltif ederek kabul etti. Beraberce kasabın evine gel­diler. Kasap getirdiği eti ve birazda çorba pişirdi. Sonra yukarıda asılı olan büyük bir sepeti indirdi, içinden çok ihtiyar bir kadın çıkar­dı. O çorba ve eti ona kendi eliyle yedirdi. Elbiselerini alıp yıkadı, kurutup yine giydirdi. Kadını sepete tekrar koyarken kadın o ada­ma bir şeyler söyledi. Meğer adam her gün bu şekilde yaparmış. Musa (aleyhisselam), kasaba;

"Kimdir bu?" diye sordu. Adam;

"Annemdir her gün bu şekilde ona hizmet ederim!’’ diye

cevap verdi. Musa (aleyhisselam);

"Peki sepete tekrar koyarken bir şey söyledi, neydi o?" diye sordu. Kasap;

"Şu şekilde duâ eder: Allah’ım benim oğlumu cennetinde Musa'ya arkadaş eyle!" Adam bunları söyleyince Musa (aleyhis­selam);

"Müjde sana! Ben Musa'yım ve sende cennette benim arkadaşımsın!" dedi.

Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]; "Helâk oldu! Helâk oldu!" buyurdular. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram sordular;

"Kim ya Resulullah?", Peygamberimiz şöyle cevap verdi:

"Yanında anne ve babasından biri yada ikisi de yaşlanıpda cennete giremeyen kişi!"

Bir kimse anne ve babasının yüzlerine merhamet ederek ba­karsa, her bir bakışı için bir hacc ve umre sevabı verilir.

Nitekim hadis-i şerifte:

"Bir evlât anne veya babasının yüzüne rahmet nazarıyla bakarsa ona bir hacc ve umre sevabı verilir." buyurmuştur.

Bunun üzerine Resulullah'a şöyle bir soru soruldu:

"Ey Resulullah bu sevap günde bir kere bu şekilde baka­na mı verilir?" Peygamberimiz:

"Günde yüz bin kere bakarsa bu kadar sevap ahr." buyur­muştur.

olur. Hadis-i şerifte:

"Kim annesinin ayağını öperse cennetin eşiğini öper!" duyurulmuştur.

Ebu İshak (radıyallahu anh)’a bir kişi gelip;

"Ben seni rüyada sakalın cevher ve yakut ile bezenmiş bir hâlde gördüm!" dedi.

Ebu ishak; "Bu rüya sadık rüyadır. Yani doğrudur. Ben bu gece annemin ayağına sakalımı sürdüm ve ayaklarını öptüm." dedi.

Kişinin anne ve babası hayatteyken evlenmesi, annenin ve babanın evlât üzerindeki hakkıdır. Hasan el-Basri, "İnsanın akh en güzel olanı, anne ve babası hayattayken evlenen, hanımı yüzünden anne ve babasına âsi olmayandır." buyurmuştur.

Bir Kıssa

Ashab'tan Alkame (radıyallahu anh), hastalanıp, fenalaştı, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Ali, Ömer ve Bilâl (radıyaîlahu anh)’i onun yanına gönderdi.

Bunlar Alkame'nin yanına girdiklerinde onun dilininin tutulmuş olduğunu ve kelime-i şehadeti söyleyemediğini gördüler. Hemen geri gelip durumu Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a anlattı­lar.

Alkame’nin bu hâli Ashab arasında görüşüldü, sebebi arandı fakat bu kötü hâline bir çözüm bulunamadı. Sonra hanımından do­layı annesiyle arasının açık olduğu ve annesinin ondan razı olma­dığını öğrendiler.

Bunun üzerine Alkame'nin annesi Rasululîah'ın huzuruna ça-

ğırıldı. Kadın geldiğinde şöyle buyurdu:

"Ey Alkame'nin annesi, nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, sen ona bu şekilde kızgın olduğun sürece, sadaka ve namaz olarak ne yaptıysa fayda sağlamaz!"

Başka bir rivayette Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] onu yakmak istedi, fakat annenin merhameti üstün geldi ve "Allah şahit olsun oğlumdan razı oldum!" dedi. Bunun üzerine Alka­me'nin dili çözüldü kelime-i şehadet getirdi. Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

"Ey Müminler ve Ensar! Bir kişi hanımını tercih ederse, Allah'ın lâneti onun üzerine olsun. O kişinin ne farzı ne de na­file ibadeti kabul olunmaz!" buyurulmuştur.

. Anneyi ve babayı isimleriyle çağırmamak âdâptandır. Kesin­likle anneciğim ve babacığım diye çağırmalıdır. Çünkü İsmail (aleyhisselam);

X

"Ey babacığım, sana emredildi yap" dedi. Anne ve babaya sırnaşmakta bir sakınca yoktur. Bunu başkalarına yapmak hoş ol­masa bile anne ve baba’ya yapılabilir.

Mefatih’ül-Cinan

YİRMİ DÖRDÜNCÜ BAB

ANNE VE BABA ÖLDÜKTEN

SONRA ONLAR İÇİN İYİLİK

YAPMANIN ÂDÂBI

Annesi ve babası ölen kişilerin anne ve babalarına yapacak­ları hizmet ve iyilik, duâ, istiğfar ve onların akrabalarını ziyaret edip, dostlarına sevgi beslemek ve onları da ziyaret etmekle olur.

Hadis-i şerifte:

"İyiliğin başı kişinin, babasının dostlarını ziyaret etmesi­dir!’’ duyurulmuştur. Hadisin sonunda;

”Bir kimse, kabirde yatan babasını ziyaret etmek isterse, babasının kardeşini dostunu ziyaret etsin!’’ duyurulmuştur.

Tâbiinden rivayet olunur ki;

"Bir kişi günde beş kere anne ve babasına duâ etse, hak­larını ödemiş olur.” Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de;

"Bana ve anne-babana şükret" buyurmuştur. Allah'a şükür beş vakit namazla olduğu gibi anne’ye ve babaya şükür de namaz­ların ardından onlara duâ ile olur. "Rabbim beni annemi-babamı bağışla" duâsı yeterlidir, denilmiştir.

Bir kişi akşam namazı ile yatsı namazı arasında iki rekât na­maz kılıp her bir rekâtında bir Fatiha beş Ayetel-kürsî beş İhlâs, beş Felâk, beş Nâs suresi okuyup selâm verdikten sonra on beş kere istiğfar edip, sevabını anne ve babasına hediye ederse, anne­sinin ve babasının haklarını edâ etmiştir. Her ne kadar onlara âsi olmuşsa da o kişiye sıddık ve şehit sevabı verilir diye Ebu Talib elMekki rivayet etmiştir. Hadis-i şerifte:

"Bir kişi sadaka ve salih amel yapar ve sevabını annesi­ne ve babasına hediye ederse o hayırdan onlara sevap verilir. Ve de o ameli yapan evlâdın sevabından hiçbir şey eksilmez." duyurulmuştur.

Selef-i salihinin bir güzel kelime veya bir sadaka veya insan­lara eziyet veren bir şeyi yol üzerinden kaldırıp, “Annem için ya da babam için” dedikleri bilinir.

İhya-i Ulum, Kuvvet-ül Kulûb

YİRMİ BEŞİNCİ BAB
EBEVEYN İN EVLATLARINA
DAVRANIŞ ÂDABI

Evlâdın anne ve baba’ya itaat etmesi gerektiği gibi ebeveyn­lerinde evlâtlarına güzelce davranmaya riayet etmesi gerekir. Çün­kü bunun gibi güzel âdâba uymaya dikkat etmek, evlâdın kendile­rine itaat etmesine sebeptir. Ayrıca Allah'ın istediklerini yapmasına da vesile olur.

Örneğin evlâdına kızarak ve şiddetle emir vermek ve kötü davranmak, yapamayacağı işi ona emretmek ve bunu bilerek on­dan istemek Allah'ın azabına uğramaya sebeptir.

Hatta âlimlerden biri rivayet eder ki,

"Otuz senedir evlâdıma bir iş yüklemedim belki isyan eder ve Allah’ın gazabına uğrar bende buna sebep olurum di» ye korkarım."

Evlâdı sevmek gerekir. Çünkü evlâdı sevmek cehenneme perdedir. Evlâda ikramda bulunmak sırattan kolay geçmeye vesile olur.

Hadis-i şerifte:

“Evlâdı sevmek, ateşe karşı siperdir. Onlara iyi davran­mak sırat köprüsünden geçirir. Onlarla beraber yemek yemek, kişiyi ateşten korur” buyurulmuştur.

Bir başka hadis-i şerifte:

"Evlâdınızı sevip öpün çünkü her öpücük için cennete bir derece alırsınız!" buyurulmuştur.

Bir gün Akra b. Habis (radiyallahu anh), Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj'ın yanına geldiğinde onu torunları Hasan ve Hüse­yin hazretlerini öptüklerini gördüğünde:

-      Ey Resulullah! Benim on tane çocuğum var, hiçbirisini öpmedim.

Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

-                   “Merhamet etmeyen merhamet olunmaz!” buyurdular.

Anne ve baba evlâtlarına bir meslek yani sanat öğretmelidir.

Ayrıca bu şekilde yapmak evlâdı fakirlikten korur. Meslek öğ­retirken iki şeyi öğretmekten sakınmalıdır. Bunlar yemek satmak ve kefen satmaktır.

Yemek satmak; Kıtlık ve darlık olsun da halk sıkıntıya düş­sün diye beklemeye.

Kefen satışı da; Birisi ölse de satış yapsam diye beklemeye yol açar.

Evlâda devamh duâ etmek gerekirHadis-i şerifte:

"Anne ve babanın çocukları için ettikleri duâ, kabul olun­ma sürati bakımından peygamberin ümmeti için ettiği duâ gi­bidir." duyurulmuştur.

Annenin şefkati babadan fazla olduğu için onun duâsı daha çok kabul olur.

Hadis-i şerifte:

"Annenin duâsı daha çabuk kabul olunur’’’ duyurulmuştur.

Ashad-ı kiram Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] efendi­mizden bunun sebebini sorduklarında, Resulullah şöyle buyurdu:

O (Anne) babadan daha merhametlidir. Merhametlinin duâsı boşa çıkmaz,” buyurmuşlardır.

Kişi evlâdına kötü şeylerle duâ etmemelidir.

Çünkü; "Belâ dilden gelir!" buyurulmuştur. Kişi kendine ev­lâdına kötü duâ etmediği gibi başkasının evlâdına da etmemelidir. Allah korusun bu duâ geri döner ve kendi evlâdını bulur. Yusuf (aleyhisselam)’ı kardeşleri kaçırıp Yakub (aleyhisselam)’dan ayır­dıkları için, onların evlâtları da Firavun’un elinde uzun süre esir kal­dılar.

Musa (aleyhisselam) ile Hızır (aleyhisselam) birlikte Antakya­’ya geldiler. Hızır (aleyhisselam) anne ve babası ölmüş çocukların duvarını tekrar inşa eden Hızır’a, Musa (aleyhisselam) sebebini so­runca:

"Babaları salih bir adamdı" (Kehf suresi-82) cevabını aldı.

Ve düzelttiği duvar, o şehirdeki iki çocuğundu. Altında onlara ait bir define vardı ve babaları salih biriydi.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

YİRMİ ALTINCI BAB

BİRDEN FAZLA KADINLA EVLİYSE
HANIMLARI ARASINDA
ADALETİ GÖZETMENİN

ADABI

İslâm hukukunda bir erkeğin dört kadınla birden evlenmesi mümkündür. Cariye edinme sayısında herhangi bir sınır yoktur. Fa­kat bir Müslüman bu kadınların arasında İslâm hukukuna riayet ederek, adaleti gözetmelidir. Bir çok kitapta bu adaletin sağlanma­sı gerektiği delilleriyle sabittir. Adaletten maksat, hepsine aynı sev­giyi duymak manasında değildir. Yaşamak için gerekli eşyanın te­mini hususundadır. Bütün hanımlarına aynı sevgiyi beslemek kişi­nin gücünün yetmeyeceği bir iştir. Bu konuda Kur’ân'da ;

°„                                    t-'              " a, °

"Kadınlar arasında adaleti sağlamaya -ne kadar özen göstersenlzdegüç yetiremezsiniz...." (Nisa suresi-129) buyurulmuştur.

Bu şekildeki bir sevgi insan oğlunda bulununamayacağından, kul bununla yükümlü değildir. Adaletin geçerli olduğu konular, yiye­cek, giyecek ve barınak konularıdır. Sevgi ve cinsî münasebette adalet söz konusu değildir.

Aynı ayetin devamında;

"...öyleyse büsbütün birine eğilim gösterip de diğerini askıdaymış gibi bırakmayın." duyurulmuştur.

Bu ayet, bahsedilen adaletin bu tür konularda sağlanması ge­rektiğine işaret eder.

Mümin, hanımları arasında, bir gece bir hanımıyla diğer gece diğer hanımıyla birlikte olarak adaleti sağlar.

Bir hanımı ve bir cariyesi varsa iki gece hanımı ile bir gece cariyesi ile birlikte olarak bunu sağlar.

İslam’ın bu hukukuna riayet etmeyip, gençlik ve güzelliğinden dolayı birini, yiyecek, giyecek ve barınak konusunda diğerlerinden üstün tutarsa, kıyamet gününde bir tarafı eğilmiş olarak haşrolunur diye rivayet olunmuştur.

"Kimin iki hanımı olur da, ikisinden birisine meyil ederse, kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna) bir tarafı eğilmiş olarak gelir" duyurulmuştur

Hatta yolculuğa çıkmak istediğinde, hanımlarından birisini ya­nında götürmek isterse, İslâmî kura çekmesi gerekir. Hangisine isabet ederse onu yanında götürür.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bütün hanımları­nın gönlünü hoş tutmak için bu adalete çok dikkat ederdi ve bunu yaptıktan sonra;

"Allah'ım bu benîm adaletim, yapamadığım adalet için be­nî hor görme!'8 diye duâ ederdi.

Mefatih’ül-Cinan, Dûrer

YİRMİ YEDİNCİ BAB

KOCANIN HANIMINA KARŞI
DAVRANIŞLARININ ÂDABI

Kadınlar, nikâhla kendilerini kocalarına teslim ettiklerinden, bunun karşılığı olarak beyleri hanımlarının yiyecek, giyecek, barı< nak gibi ihtiyaçlarını üstlenir. Bunların hepsi, kocanın üzerine farz­dır ve de hanımları üzerindeki zaruri işleridir. Bununla birlikte dini işlerde kocanın sorumluluğundadır. Kur’ân'da:

"Ey İman edenler! Kendinizi ve ailenizi ateşten koruyun duyurulmuştur.

Onlara, İslâm âdâbı ve terbiyesi ile muamele etmelidir.

Bu âdâbın başı hanımlara vurmamaktır. Fakat şu beş hu­susta onları dövebilir.

1-      Namazı bırakırsa.

2-      Yıkanmazsa.

3-      Kocası için süslenmeyi terk ederse.

4" Kocasından izinsiz evden dışarı çıkarsa,

5“ Kocası, kendisini cinsel ilişki için çağırd ğında bunu kabul etmezse.

Bu şekildeki davranışları karşısında hanımlar dövülebilse de, onlara nasihat etmek, yaptıklarına sabredip, onları düzeltmeye gayret göstermek müstehaptır.

Hadis-i şerifte;

/ / / / /

Dövün, ancak (şunu da bilin) en kötülefniz döver.” duyu­rulmuştur.

Dayağa sebep olacak bu beş sebepten birini yaptığı hâlde ilk olarak nasihat etmek gerekir, kabul etmez ve bunda ısrar eder­se yüzüne vurmadan dövülebilir. Ayrıca eliyle sadece bir kere vur­malı ve vurduktan sonra bu duâyı okumalıdır.

"Pis ve çirkin şeytan o güzel bedenden çık!"

Bu duânın bereketiyle, şeytan o kadının bedeninden çıkarsa ve onun ahlâkı düzelirse ona vurduğu gün ona gülmemeli ve onun­la ilişkiye girmemelidir. Bunu yapmazsa kadın eski yaptığına geri döner.

Eğer bu şekilde terbiye olmadıysa onun yatağına gitmemek gerekir. Fakat yatağa girmediği için evini de terk etmemelidir.

Hanımına, sen çirkinsin diyerek aşağılamaktan kaçınmak ge­rekir. Kendi yediğinden ona da yedirmeli, kendi giydiğinden ona da giydirmelidir. Hadis-i şerifte;

"Yediğin zaman ona da yedir, giydiğin zaman ona da giy­dir. Onun yüzüne vurma. Çirkinsin diyerek aşağılama. Evden başka yerde yatarak onu cezalandırma.’’ buyurulmuştur.

"Evlenmek servettir." buyurulduğundan, kadınlara merha­metli olmak ve güzel davranmak için burada birkaç âdâptan bahse­deceğiz.

1-      Hanımların bütün ihtiyaçlarını karşılamak.

2-      Yedirme ve içirme konularında gücü yetiyorsa harca­ma yapmaktan çekinmemek

3-      Onlara devamlı hayrı tavsiye etmek,

Hadis-i şerifte:

"Kadınlar eğri kaburga kemiğinde yaratılmıştır. Onları doğrultmak isterseniz kırarsınız. Onunla geçinmek istiyorsa­nız onu idare ediceksin." buyurulmuştur.

4-      Onların eziyetine sabredip, bu Allah tarafından bir im­tihandır, diyerek razı olmak gerekir.

Kötü ahlâklı hanımı olan salih bir kimseye;

-      Sen bu kadını neden boşamıyorsun? diye sordular.

-  O kadının kötü ahlâkı için ben onu boşarsam, bende onun gibi kötü ahlâklı olurum. Hem onun bu ahlâkı yüzünden onunla kimse evlenmez. Ve de bu kadın benim için bir imtihandır. Eğer iyi birisi olsaydım, bu kadın da iyi olurdu, diye cevap verdi.

Hadis-i şerifte:

“Siz nasıl olursanız, başınıza geçenlerde öyle olur” duyu­rulmuştur.

Bunun için devamlı sabretmek gerekir. Çünkü hanımından gelen bir kötülüğe sabretmek, başkasından gelen yirmi kötülüğe sabretmekten üstündür.

5“ Hanımını çok sevmelidir. Yaratılmışlar içinde ondan daha çok kimseyi sevmemek gerekir.

6Hanımı ile şakalaşmak ve ona güzel söz söylemek ge­rekir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) hakkında;

"O hanımlarına en çok şaka yapan insandı” diye rivayet vardır. Çünkü bu tür şakalaşmalar Lehv’den sayılmaz.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Aişe (radıyallahu anha) ile yarışmışlar. İlk seferde Aişe annemiz Resulullah’ı geçmiş, sonra başka bir zaman yarıştıkları zaman Peygamberimiz Aişe annemizi geçince şöyle demiş, ”Bu senin beni önceden geçmene karşılıktır.”

7“ Hanımının yanında ciddi ve heybetle oturup kendini onun yanında hafif tutmamak gerekir. Çünkü böyle yapmazsa ailesi üzerindeki otoritesi kaybolur ve güzel âdâb edinmelerine ma­ni olur.

Hanımının hilesinden emin olmamak gerekir. Kur’ân’da;

x fi                                        a

"(Kadınlar) Sizin hileniz çok büyüktür." buyurulmuştur

9-     Kadını beyinden korkar hâlde tutmak gerekir. Hadis i şerifte:

"Asanı ailenin üzerinden tamamen kaldırma. Kamçını on­ların görecekleri yere as." buyurulmuştur.

10-     Hanımının yanında konuşmamaya gayret edip sus­mak gerekir. Onunla konuşmak kocanın hakkını zayi eder.

"Kadınlar güçsüz bir şeyden yaratılmışlardır. Onların güçsüzlüğünü susarak örtün. Evdeki ayıplarını da örtün." bu­yurulmuştur.

11-     Hanımına Nur suresini öğretmek gerekir. Bu surede zi­na cezası, lian gibi İslâmî hükümler vardır. Hz. Aişe (radıyallahu anha)’nin ilk kıssası da burada bulunduğu için bu sureyi öğretmek müstehabtır.

12-     Hanımını yabancıların göreceği yerlerde oturtmamak gerekir. Bu kadının kocasına olan sevgisini azaltır.

13-     Hanımına yazmayı öğretmek gerekir. Yoksa fitneye düşmesinden korkulur.

14-     Kötülüğe devam eden kadını boşamak gerekir. Namaz kılmayan kadın ile yaşamaktansa onu boşamak ve mehir borcuyla Allah'ın huzuruna çıkmak daha iyidir.

15- Cemaatle namaz kılmak için izin istediklerinde izin vermek gerekir. Hadisi şerifte:

"Sizden biri, hanımı mescide gitmek için İzm istediğinde onu geri çevirmesin." buyurulmuştur. Fakat mescide giderken ga­yet güzel bir tesettüre girmelidir ki fitneye sebep olmasın.

16-    Bazı şeylerde onlarla aynı fikri paylaşmak ama birçok konuda da onlarla farkh görüşte olmak gerekir. Hadis i Şerifte:

"Kadınlara uymak pişmanlıktır." buyurulmuştur.

17-    Birden fazla hanımı olan kişi, hanımlarından biriyle cinsi münasebete girdiğinde bunu diğer hanımına hissettirmemelidir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunu kesinlik­le yasaklamıştır.

18-                 Ev işlerinde ailesine yardım etmelidir.

“Bir kimsenin ailesine hizmet etmesi Allah’ın gazabına ön­ler. Kişinin sevabını ve derecesini artırır. Hurilere kavuşturur. Eşine hizmet edip bundan utanmayan kişinin adı şehitler def­terine yazılır. Her gün her gece Allah ona bin şehit sevabı ve­rir ve herbir adımı için bir hacc ve umre sevabı verir. Vücudun-

da bulunan tüyleri sayısında ona cennette bir şehir verilir.” buyurulmuştur.

Abdullah b. el-Mübarek bir savaşta orada bulunanlara şöyle buyurdu:

-    Şu an yapmakta olduğumuz şeyden daha hayırlısının ne olduğunu biliyor musunuz?

-                 Bilmiyoruz, diye cevap verdiler.

-     İffet sahibi birisinin, çocukları ve hanımıyla yatarken, gece kalkıp, uyurken üzerleri açılmış olan yavrularına bakıp merhametinden onların üzerlerini örtmesi, bizim bu amelimiz­den daha faziletlidir.

Hadis-i şerifte:

"Bir adam evde hanımına (ev işlerinde) yardım ederse, Al­lah ona Eyyüb, Davud, Yakub ve İsa’ya verdiği sevabı verir." duyurulmuştur.

YİRMİ SEKİZİNCİ BAB

HANIMIN BEYİNE KARŞI

DAVRANMA ÂDABI

Nikâhlandıktan sonra, hanımlar, beylerinin emri altına girer ve onu evin reisi yaparlar. Nasıl erkekler, kadınların hakkına riayet et­melilerse, aynen bu şekilde kadınlarda kocalarının hakkı olan şey­leri eksiksiz ve tastamam yapmalıdır. İtaat edilmesi gereken âdâb şu şekilde beyan olunur:

1-      Kocası kendisine Allah'a isyan etmeyi emretmediği sü­rece ona itaat etmelidir. Bunun sebebi, Yaratana isyan konu­sunda yaratılmışa itaat yoktur” kaidesidir.

Hadis-i şerifte:

"Yaratana isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur!" du­yurulmuştur.

2-      Kadın, kocasına nazar ettiğinde ona saygı ve sevgiyle bakmalıdır. Ayrıca kocasına devamlı güler yüzlü bulunması gere­kir. Erkek dışarıdan eve geldiğinde onu güler yüzle karşılamalı ve kocası dışarıdayken de onun malını, namusunu korumalıdır. Bu onun en önemli görevleridir.

Hadis-i şerifte:

"Kadınların en hayırlısı, sen ona baktığında seni sevindi­ren ve mutlu eden, ona bir işi emrettiğinde itaat edip ve sen onun yanında yokken senin malını ve namusunu koruyandır!” buyurulmuştur.

3-     Kadın kocasıyla güzel geçinmeye gayret etmelidir. Ka­dının cihadı kocasıyla iyi geçinmektir.

Hadis-i şerifte:

"Kadının cihadı kocasıyla iyi geçinmek için çalışmasıdır" buyurulmuştur.

Ayrıca kocasına karşı olan görevlerini yerine getirmeyen ka­dınlar için de ikazlarda bulunulmuştur. Kocası bir kadını yatağa ça­ğırdığında eğer kadın onun yanına gelmez ve ondan uzak durursa, gece sabah olana kadar melekler o kadına lânet ederler.

"Kadın geceyi kocasının yatağından uzakta geçirirse me­lekler ona sabaha kadar lânet ederler!" buyurulmuştur.

4“ Kadın kocası için güzelleşmesidir. Kadın kocasından başkası için süslenirse ateştedir.

Hadis-i şerifte:

"Eğer kadm kocasından başkası için güzelleşirse bu gü­zelleşmesi ateştir!" duyurulmuştur.

5-    Kadm parayı veya başka bir serveti kocasının başına kakmamahdır. Yani "Sen benim şu kadar mahrm kullandın!" de­memelidir.

6-     Kocası maddi darlığa düştüğü analarda, önceki bolluk zamanlarım unutup; "Senden asla iyilik görmedim! Hep bu şe­klide sefillik yaşıyorum" diyerek nankörlük etmemelidir.

"Ey Kadınlar! Sadaka verin! Çünkü sîzlerinde cehennem halkının çoğunluğunu oluşturğunuzu gördüm!" buyurmuştur.

7-    Eski kocası varsa ondan olan çocuklarım, beyinin ya­nına götürüp onunla sohbet ettirmemelidir. Çünkü çocuklar ba­balarından bahsederler ve de evin reisinin kalbi kırılır. Güzel giden hayatları geçimsizliğe dönüşür.

8-                   Kocasından kendisini boşamasını istememeydin

9-    Kumasının kıskançlıklarına sabretme! id ir. Peygamberiizin (sallallahu aleyhi vesellem) hanımlarından Şevde (radıyallahu anha) kendi sırasını Aişe (radıyallahu anha)’ye vermiştir.

10-     Kocası ölünce başkasıyla evlenmemeye gayret etme­lidir. Çünkü; kadınlar en son kimin nikâhında ise cennette onunla olurlar, buyurulmuştur.

11-    Kendi güzelse kocasının çirkinliğinden dolayı onu aşağılamamalıdır.

Esma-i’den şöyle rivayet edilmiştir:

"Kırda güzel bir kadın gördüm, çok çirkin bir adamın ni­kâhı altındaydı. Kadının bu kadar çirkin biriyle iyi geçiniyor ol­masına şaşırdım ve o kadına bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi:

"Benim kocamın, Allah'ın razı olduğu, onu memnun eden bir ameli varmış ki, Allah Teâlâ benimle ona mükâfatta bulun­muş. Ve benimde Allah'a bir isyanım varmış ki, böyle çirkin bi­risi ile evlendirdi!" Bu cevap beni şok etti. Susmak zorunda kal­dım. Bu çiftten başka bir çifte rastladığımda kadın kocasına şöyle diyordu. .

“Sen de, ben de cennetle müjdeleneceğiz!" Kocası karısı­na bunun işaretinin ne olduğunu merak ettiği için sorduğunda ka­dın şöyle cevap verdi:

“Senin gibi çirkin birisiyle yaşamaya katlanıyorum buna sabrediyorum. Sen de benim gibi güzel birisiyle ödüllendiril­din ve şükrediyorsun. Sabır ve şükür... ikisi de cennettedir." dedi.

YİRMİ DOKUZUNCU BAB

SILA-I RAHIM'IN ADABI

Sıla-i rahim yani akrabayı ziyaret etmek müminin ahlâkının temeli ve en önemli görevidir. Hadis-i şerifte:

”Bir selâmla bile olsa akraba ile ilgilenme’ duyurulmuştur.

Akraba ile ziyaretleşmenin ömrü uzattığı bir çok hadis-i şerif­le delillendirilebilir.

Hadis-i şerifte:

"Bir kul akrabasını ziyaret eder, onun üç günlük ömrü kal­mıştır. Allah onun ömrünü otuz seneye çıkarır. Kul akrabası ile ilişkiyi keser, otuz yıl ömrü kalmıştır. Allah onun ömrünü üç güne düşürür" duyurulmuştur

Akrabayı ziyaret haftada bir kere olursa aradaki sevgiyi artı­rır, diye rivayet edilmiştir.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

OTUZUNCU BAB

KÖLE VE CARİYELERE
KARŞI DAVRANIŞIN ÂDABI

Köle ve cariyeye önem verip onlara hürmet etmek İslâm’ın âdâbındandır.

Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) Şam'a giderken yolculuk sı­rasında deveye kölesiyle sırayla binmiştir. Şam'a yaklaştıklarında deveye binme sırası köleye gelmiş, Ömer (radıyallahu anh) deve­den inip, köleyi bindirmiştir. Devenin yularını mübarek elleriyle tu­tup öylece yürüdü. O sırada Şam Emiri Ebu Ubade b. el-Cerrah halktan önce davranıp onu karşılamaya gelmişti. Bunu görünce şöyle dedi:

"Ey Ömer! Şam halkı hep birlikte sizi karşılayacaklar Şam'ın ileri gelenleri bu hâlinizi görürlerse hayal kırıklığına uğ­rarlar."

Hz. Ömer cevaben:

Allah bizleri İslâm ile kuvvetlendirdi. İslâm’ın izzetinden başka bu dünyada bir izzet bize lâzım değil." dedi.

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimiz Veda haccında hutbede;

"Ey Ashabım, namazı yeminle aldınız, köle ve cariyelerinizinde haklarına dikkat ediniz!" buyurmuştur.

Başka bir hadiste:

"Köle ve cariyelerinizin haklarına riayet etme konusunda Allah'tan korkun. Onlara elbise giydirin ve karınlarını doyurun. Onlara yumuşak söz söyleyin."

Diğer bir hadiste:

"İki zayıfın haklarına riayet etme konusunda, Allah'tan korkun. Birisi kadın, diğeri köledir." buyurulmuştur.

Bir kimse köle ve cariye aldığında, onu ilk olarak evine getirip saçlarından tutmalı ve hayır ve bereket duası ederek ona tatlı bir yiyecek ikram etmelidir. Köle ve cariyeden meydana gelen kusurla­rı affetmelidir. Eğer zina veya bu türden bir kötülükte bulunurlarsa onları satmak gerekir. Çok ucuza da olsa satmalıdır.

Bir kişi, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzu­runa gelip:

"Kölelerimizi nereye kadar affedelim?8diye sordu, Peygamberimiz bir müddet sustu ve şu cevabı verdi:

-      "Her gün yetmiş kusurunu affedin!”

Sohbet etmeyi sevenlerden birisi, kölesi ile bir sohbet mecli­sinde oturuyordu. Adam kölesine;

"Şu dört dirhemi al, bu meclise meyve getir" diye yolladı. Köle yolda giderken, Mansur b. Ammar’a tesadüf etti. Mansur de­di ki:

"Şu fakire dört dirhemi kim verirse ona dört dua ederim." Köle de o dört dirhemi ona verdi. Mansur köleye isteklerinin neler olduğunu sorduğunda:

"İlk olarak hür olmak, sonra Allah’ın bu dirhemlerin karşı­lığım vermesidir, sonra efendimin ıslâh olması, Allah efendimi arkadaşlarıyla birlikte affetsin. İşte bunları dilerim!" dedi. Man­sur onun bu dediklerinin kabul olunması için Allah'a dua etti. Köle bunun üzerine eli boş hiçbir şey almamış olarak geri döndü. Onun bu şekilde geldiğini gören efendisi sordu. Köle durumu anlatınca, efendisi sordu:

-      İlk duan neydi?

-      Azat olmam.

»Allah için seni azat eyledim. Peki ikinci duan neydi?

= Dirhemlerin geri verilmesi.

-      Al benden sana dört bin dirhem. Üçüncüsü neydi?

Senin tövbe etmendi.

-    İşte tövbe ettim. Diyerek halis bir tövbe etti ve sordu pe­ki ya dördüncüsü neydi?

-    Benim senin ve bu meclistekilerin Allah tarafından ba­ğışlanması!

-                  Buna benim gücüm yetmez, dedi

Akşam olduğunda efendi uyudu, rüyasında kendisine hafiften konuşan bir ses şöyle diyordu: "Sen kendine düşeni yaptın. Se­ni köleni ve o mecliste bulunanları affettim!"

Köle ve cariyeyi güzel ahlâk üzere yetiştirmeye çaba göster­mek gerekir. Efendiler bunu yaparken onları dövebilirler. Rivayet edilir ki:

Ashabtan birisi kölesini dövüyordu, köle de Allah'ın adıyla ona feryat ediyordu. Bunu duymasına rağmen onu dövmekten vazgeç­medi. Peygamberimizi görünce hemen durdu.

"Bu köle Allah'ın adını anarken durmayıp, beni görünce durdun!." Bunun üzerine o sahabe; .

"Onu Allah için azat ettim" dedi. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

"Eğer bunu yapmamış olsaydın, cehennem ateşi yüzünü kaplardı." buyurdular.

Tabak kırmak yada yanılarak eksik iş yapmak yada önemli bir işi unutmak gibi şeylerden dolayı onları affetmek gerekir. Köle ve cariyelere Yusuf sûresini öğretmek gerekir. Ayrıca onların, ayaktay­ken yanında beklemesine müsade etmeyip onları oturtmak gerekir. İsa (aleyhisselam) "Kendi yanında insanların ayakta durmasın­dan memnun olan kişi cehennemdeki yerini hazırlasın" buyur­muştur.

Kölenin hizmet süresi uzun olduğu zaman, yani uzun süredir , yanında bulunuyorsa onu azat etmek gerekir.

"Bîr kişi, bir Müslüman köle veya carıyeyi azat ederse, onun herbîr organına karşılık Allah, azad edenin bir organını ateşten azat eden Fecrine kadar bütün organları böyledir." buyurulmuştur.

Köle ve cariye seçerken Habeşli olanları seçmeye özen gös­termelidir. Hadis-i şerifte:

"Bir kimsenin evine Habeşli köle veya cariye girerse Al­lah o eve bereket ve hayrı da onunla birlikte girdirin" duyurul­muştur. Başka bir hadis-i şerifte:

"Habeşli köle ve cariye alınız, onlardan üçü cennet halkı­nın ululandır. Lokman hekim, Necaşi, Müezzin Bilal..’’ duyurul­muştur.

Bir kişi İslâm hukukunun dışında herhangi bir suçu olmaksı­zın köle veya cariyesinin yüzüne veya başka bir yerine vurursa onu azat etmelidir. Hadis-i şerifte:

"Kim kölesine tokat atar ve döverse, onun kefareti onu azat etmesidir!"

OTUZ BİRİNCİ BAB

KÖLE VE CARİYENİN
EFENDİSİNE DAVRANIŞ ÂDABI

Allah, köle ve cariyenin kısmetini kölelik yaparak insanlara hizmette kıldığından, efendilerine itaat etmeleri vaciptir.

Eğer güçlerinin yetmeyeceği bir iş kendilerine emredilirse is­yan etmeyip, bu konuda acziyetini anlatıp özür dilemek gerekir.

Onlar ilk olarak Allah'ın emirlerini yerine getirmekle sorumlu­durlar, sonra da efendilerinin isteklerini yerine getirmelidirler. Bu onların iki kat fazla sevap almalarına vesile olur. Hadis-i şerifte:

"Hürler, yaptıkları iyi bir iş karşılığında on sevap, köleler ise yirmi sevap alırlar." buyurulmuştur.

Ebu Rafi azat olunduğunda ağlamaya başladı. Ona bunun sebebini sorduklarında şu cevabı aldılar:

"Köleyken aldığım sevabın iki kattı, şimdi ise azaldı."

OTUZ İKİNCİ BAB

KOMŞU İLE OLAN
MÜNASEBETİN ÂDABI

Komşu ile iyi geçinmek İslâm’ın sünnetidir. Hatta evi olmadan önce salih komşu bulmak ve evi oradan almak gerekir.

Hadis-i şerifte:

"Ev almadan önce iyi komşu bulun, yola çıkmadan önce dürüst bîr yol arkadaşı bulun!" duyurulmuştur.

"Cebrail bana komşu hakkından o kadar çok bahsetti ki, onu hana varis olacak sandım!" buyurulmuştur.

Komşu haklan konusunda birçok âdâb anlatılır, b ılar:

1-IV in olduğu kadar komşuya ikram et Bkir.

2-     Komşunun aç olduğu zamanlarda ona yemek götürme­lidir.

3-      Komşunun kendisi için ezâ olarak göreceği şeyleri yapmamak gerekir. Hadis-i şerifte:

4-       "Komşusunun kendisinden güvende olmadığı kişi iman etmiş sayılmaz!" buyurulmuştur.

5-      Komşuya hediye göndermek gerekir. Ne kadar küçük bir hediye olursa olsun hediye göndermelidir. Komşusu ehli kitap olsa bile göndermelidir. Çünkü üç çeşit komşu vardır.

Allah TeâlâBir hak sahibi olan,

b-İki hak sahibi olan Müslüman komşu,

c-Üç hak sahibi olan komşu hem mümin hem de akraba olan komşu.

Hadis-i şerifte:

"Komşu hakkı üçtür. Bir hakkı olan ehli kitaptır. İki hakkı olan komşu mümindir. Üç hakkı olan hem mümin hem de ak­raba olan komşudur." buyurulmuştur.

Bir kişi Peygamberimize gelip, komşusu hakkında şikayette bulununca, Peygamberimiz mescidin kapısında durup;.

-“Dikkat edin kırk eve kadar komşu sayılır!" dedi ve bunun duyurulmasını emretti. Bu hadisin başka bir rivayetinde başıyla dört tarafı işaret ettiği söylenmiştir.

5“ Elbiseye ihtiyacı olan komşuya mümkün mertebe elbi­se vermek.

6-    Çarşıdan evine bir şey getirirken komşularından ve on­ların çocuklarından bunu saklamak gerekir. Bu durum aldıkları­nı hediye etme niyeti yoksa geçerlidir. Çünkü komşusunu bu şekil­de üzen kimselerden o komşular;

”Ey Rabbim! Bu adam bizi ihsanından alıkoydu!" diye da­vacı olacaklardır.

7-    Komşusunda gelen hediye ne kadar küçük olursa ol­sun büyük bîr memnuniyetle onu kabul etmek gerekir. Hz. İb­rahim (aleyhisselam) vasiyetlerinde;

"Ocağa tencere koyup kaynattığında, suyunu fazla koy. Sonra komşularına bak ve onlara bundan bir tas ver” buyur­muştur.

8-    Komşusunun duvarı tarafına hacet gidermemek gere­kir.

9-    Komşusuna gelen eziyetleri olabildiğince önlemeye çalışmalıdır.

10-     Komşusundan gelen zorluklara tahammül edip onu affetmek gerekir.

Hadis-i şerifte:

"Allah, birisine komşu olan ve ondan çokça ezâ gören ve bunun için sabredip, Allah’tan ya ölümünü yada hayatını iste­yen kişiyi seven" buyurulmuştur.

11-     Komşusunun izni olmadan kendi evini onunkinden yüksek yaptırmamalıdır.

12-     Evini satmak istediğinde bunu herkesten önce kom­şularına sormalıdır.

13-     Kendisi için beğenip istediği şeyi komşusu içinde is­temelidir. İman sahipleri hakkında,

"Kendisi için istediğini kardeşi içinde istemedikçe iman etmiş sayılmaz" buyurulmuştur.

Salihlerden bir zât, evindeki farelerin çokluğundan şikayetçi olunca; birisi ona;

-“Bunun için bir kedi alsana” diye tavsiyede bulununca,

-“Fareler kedinin sesini duyunca benim evimden gidip komşumun evine girerler. Bu yüzden olmaz. Hem ben kendim için istemediğim şeyi komşum için nasıl isteyebilirim." diye cevap vermiştir.

14-     Salih olan komşuyu ganimet bilip, onunla iftihar eder. Allah'ın kendisine böyle bir komşu nasip etmesine şükretmek gere­kir. Hadis-i şerifte:

"Allah bir salih Müslüman sebebiyle yüz kişiden belâyı kaldırır." buyurulmuştur.

15-     Komşularının kendisinin hakkında iyi şehadette bu­lunmaları için hayırlı işlerle uğraşmalıdır.

Ömer b. Hattab; "Bir kimse komşusunu överse, o komşu­nun iyi biri olduğunda şüphe yoktur." buyurmuşlardır.

Peygamberimize bir kişi gelip,

-    Ey Allah’ın elçisi! Ben kendi iyi ve kötü hâlimi nasıl bile­bilirim dîye sordu. Peygamberimiz,

-     Komşun, eğer sen iyi yaptın diyorsa evet iyi yaprmşsmdır. Komşun, sana kötü yaptın diyorsa kötü yaprmşsmdır." bu­yurdur.

Başka bir hadis-i şerifte:

“Bir mümin, öldüğünde iki komşusu onun iyi olduğuna şehadet etseler, fakat Allah katında bunun tam tersi olarak suçlu bulunmuşsa, Allah şöyle buyurur: Kulum hakkında siz ikinizin yaptığı şahitliği kabul ettim, onu affettim." duyurulmuş­tur.           .

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

OTUZ ÜÇÜNCÜ BAB

MÜMİN İN ELİNDE BULUNAN
NİMETLERE ŞÜKRETMESİ
ÂDABI

Mümin her durumda Allah'ın nimetlerine şükretmelidir. Şükür demek, her kulun, kendisinde bulunan nimetlerinin Allah'tan oldu­ğunu bilip, bunları kendisine Allah'ın ihsan ettiğini düşünmesidir.

Allah'ın münafık ve fasıklara verdiği nimetleri kıskanmamak gerekir. Çünkü bu kendi Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri kü­çümsemek anlamına gelir. Önce Allah'ın kendisine verdiği iman ni­metini düşünmeli, ardından da sıhhati yerindeyse sıhhat nimetine şükretmelidir. Eğer Allah'ın gazabına uğramayı hak etmiş o insan­ların nimetlerini kıskanırsa, onlara özenirse hata yapar.

En önemlisi Kur’ân gibi bir nimeti aklından çıkarmamalı ve onu küçük görmemelidir. Hadis-i şerifte:

"Kime (dünya nimeti olarak) Kur’ân verilir de, kendisine dünyahk verilen bir insana imrenirse, büyüğü küçük, küçüğüde büyük yapmış olur.” buyurulmuştur.

Bir mümin dünya nimetleri konusunda, her zaman kendinden daha aşağı derecede olanlara bakıp kendi hâline şükretmelidir. Ahiret'te elde etmek istediği nimetler içinde takva olarak kendinden yukarıdaki insanlara bakıp onlara özenmelidir.

Din işlerinde kendisinden aşağıdakine bakarsa kendisini yü­celtmiş olur ve şeytan gibi kendini beğenmiş olur. Peygamberimiz bir hadisinde;

"Kendinizden (dünyahk olarak) aşağıda olan kimselere bakın, sizden yukarıda olan kimselere bakıp (özenmeyin) Al­lah’ın size verdiği nimeti küçümsemeyin.” buyurmuştur.

Ayrıca Hz. İsa (aleyhisselam) karşılaştığı bir zengine "Allah sana bu kadar mal vermiş, şükretsene neyi bekliyorsun!" de­miş ve yine bir fakirle kaşılaşmış ona da;

"Allah sana sıhhat vermiş, bu küçük görülmeyecek bir ni­met, bunun için şükret.” demiş, bir hastayla karşılaştğında ise;

"Allah sana bu illeti vermiş olsa bile, sana İslâm gibi bü­yük bir nimet vermiş, buna şükretmelisin." buyurmuştur.

Kısaca, her şeyde Allah'ın verdiği nimeti görmek ve bu basi­ret üzere yaşamaya çalışmak gerekir.

Mefatihul Cinan, Ruh’ul Beyan

OTUZ DÖRDÜNCÜ BAB

MİSAFİRE İKRAMDA
BULUNMANIN ÂDABI

Misafire ikramda bulunmak, Hz. İbrahim (aleyhisselam) ve di­ğer peygamber efendilerimizin sünneti seniyyeleridir.

Bir kişi, evine gelen misafire bir gün ikram ederse bu hediye­dir, üç gün ikram ederse bu ziyafettir, üç günden fazla ikram eder­se bu sadakadır. Eğer ev sahibi üç günden fazla bir süreye taham­mül edemeyecekse orada kalmak helâl değildir.

Hadis-i şerifte:

"Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi misafire ikram etsin. Bir gün ikram etmesi onun hediyesidir. Üç gün ikram ederse ziyafet vermiş olur. Üç günden sonrası sadakadır. Ev sahibini bunaltacak kadar durmak helâl değildir." duyurulmuş­tur.

Misafir olan kişi, ev sahibinden tuz, su gibi şeyler dışında bir şey istememelidir. Çünkü istediği şey belki ev sahibinin evinde yok­tur ve bu şekilde ev sahibi müşkül duruma düşmüş ve mahçup ol­muş olur. Ama istediği şeyi ev sahibinin kendisine vereceğinden eminse, istemesinde herhangi bir sakınca yoktur.

Ev sahibinin, misafirin ağzına kendi eliyle yemek vermesi ve su içirmesi âdâptandır. İmam Şafii, İmam Malik’in Muvatta adlı ese­rini okumak için onun evine gittiği zaman, İmam Malik ona bu şe­kilde davranmıştır.

Bu yüzden bu gibi davranışlar ev sahibi için sakıncalı değildir. Çünkü misafire hizmet etmek farzdır.

Ömer b. Hattab kendisine misafir olanlara hizmet ederken ayakta durur ve oturmazdı. Bunun nedeni sorulduğunda;

-“Melekler ayakta dururlar, onların yanında oturmaya uta­nırım.” buyurdu.

Hz. İbrahim’e misafirlerin babası denilir. Çünkü o herkesi mi­safir edebilmek için herkesin geçtiği bir dört yol üzerine misafire ik­ramda bulunmak için bir ev inşa etmiştir. Zamanla öyle duruma gel­di ki millerce öteden misafirleri gelirdi ve misafirsiz iftar etmez oldu.

Bu yüzden misafiri geri çevirmemek gerekir. Hürmet, sevgi, saygı ile karşılayıp ve olabildiğince güzel ikramda bulunmak gere­kir.

Bunun birçok âdabı vardır. Bunlar şöyle sıralanır;

1-    Gelen misafiri ganimet bilmek gerekir Misafir geldiğin­de rızkı ile birlikte gelir. Giderken de ev sahibinin bütün günahları­nı götürür. Yani ev sahibinin bağışlanmasına vesile olur.

Hadis-i şerifte;

"Misafir rızkı ile birlikte gelir, giderken ev sahibi bağışlan­mış olur" duyurulmuştur.

2-    Ev sahibi elinde bulunan şeyi misafire ikram etmeli ve elinde olmayan şeyleri bulabilmek içinde zahmete girmemelidir.

3-     Yemeği hemen hazırlamalıdır. Çünkü Hz. İbrahim (aleyhisselam) kendisine misafir olarak gelen Meleklere acele davran­mıştır.

Kur’ân’da;

"Ailesine koştu ve hemen semiz bir buzağı getirdi." duyu­rulmuştur. Bu yüzden yemeği hemen hazırlamak müstehaptır. Çün­kü beş yerde acele etmek şeytandan değildir.

aMisafire yemek hazırlamakta acele etmek.

bÖlüyü defnetmek için acele etmek.

cBorç vermekte acele etmek.

dTevbe etmekte acele etmek.

eBüluğa ermiş bekâr kızı evlendirmekte acele etmek.

Eğer bir topluluğa davet vermişse, misafirlerin çoğunluğu gel­diğinde ikram etmelidir. Eğer geç kalanlar fakir ise ve bu yüzden kalpleri kırılacaksa ikramı geciktirmekte bir beis yoktur.

4-      Misafirleri oturtmak gerekir. İbrahim (aleyhisselam) bu şekilde davranırdı.

5-      Misafire yapılan ikramı israf saymamak gerekir. Çünkü Allah için yapılan şeylerde israf yoktur. İkram çok olursa Allah'ın yü­celiği için yapılmış olur.

"İsrafta hayır yoktur. Hayırda da israf olmaz." duyurulmuş­tur.

Salihlerden dirisi dir gece ziyafet verip evinde din mum yaktı.

Dostlarından dazıları "Bu israftır" deyince şöyle cevap verdi:

-“O zaman! Allah’ın rızası için yakılmamış olanları söndürün! O mumları söndürmek için ne kadar uğraştılarsa da mumlar sönmedi.

6-     Misafire ikram ettiği şeyleri "Bu şu kadara mal oldu” di­ye hesap etmemek gerekir.

7-     Misafirlere yemek ikram etmek için evde bulunan tabak ve çanakların temiz olmaları gerekir.

8= Ne zaman bir ziyafet vermek istese, davet edeceği kişi­lerin arasında salâh bir zatın bulunmasına özen göstermek ge­rekir.

9= Misafire en fazla üç kere "Buyurun!” deyip daha fazla ısrar ederek onu sıkmamak gerekir.

Bir kişi, Âlim bir kişiyi evinde davet etti.

Âlim olan kişi "Davetini üç şartla kabul ederim.

8-                   Bana zehir yedirme,

9-    Senin sevdiğin ve benim sevmediğim kişileri davet et­me,

3” Beni zindana hapsetme.” dedi.

Davet eden kişi bunları kabul edip onu evine çağırdı. Yemek başladığında ev sahibi Âlim’e ' Yemesi için çok ısrar etti.” Sonra “Çocuğunu sofraya oturttu.” Âlim yemek bitip de gitmek için izin isteyince "Biraz daha kal!” diye ısrar edip gitmesine izin vermedi. Davet bitip de Âlim vedalaşırlarken şöyle dedi:

"Senden üç şey istedim, sende kabul ettin. Fakat üçünü de tutmadın. Yemek için ısrar edip yemeği bana zehir ettin! Ço­cuğunu sofraya oturtup beni üzdün. Gitmek için izin istediğim zaman biraz daha otur diyerek evini bana zindan ettin."

10“ Misafiri kendisine tercih etmek yani misafiri kendisin­den üstün tutmak gerekir. Kendisi için hazırladığı yemeği misafi­re yedirmek gerekir.

11= Misafiri ailesine tercih etmemelidir. Ailesi için hazırladı­ğı yemeği misafire ikram etmemelidir. Çünkü ailesinin yemekleri ki­şinin üzerine farzdır. Ailesi muhtaç durumdayken onlara başkaları­nı tercih etmek caiz olmaz.

Bir kimse Âlim bir kişiyi davet etti, o da "Davetini üç şartla kabul ederim, seni külfete sokmayacaksam, bana ihanet etmiyeceksen, bana zulüm etmeyeceksen."

Külfetten maksat evinde bulunmayan bir yiyeceği tedarik için zahmet çekmektir. İhanet, evinde olan yiyeceği misafirinden gizle­mektir. Zulüm ise, ailesi için hazırlanan yemeği misafire ikram edip onları aç bırakmaktır.

12-    Sofrayı yeşilliklerle -marul gibisüslemek lâzımdır. Çünkü üzerinde yeşillik olan sofraya melekler gelir diye rivayet edil­miştir. Melekler yiyip içmeselerde geldikleri sofraya bereket getirir­ler.

13-    Yemeklik olacak şeylerin düzen ve temizliğine özen göstermek gerekir. Örneğin suyu ve tuzu ve de biberi sofranın ke­narına yakın bir yere koymak, eti kemikten ayrımak...

14-    Misafirlerin istediklerini yiyebilmeleri için bütün ye­meği sofraya koymak.

15-    Ekmeği tek sayılı parçalara bölmek. Çünkü "Allah tek­tir, teki sever" buyurulmuştur."

16-    Meyve gibi şeyleri ilk olarak ikram etmek gerekir. Çün­kü hazmedilmesi kolaydır. Kur’ân'da;

"Arzulayıp seçecekleri meyveler, canlarının çektiği kuş eti..." (Vakıa suresi; 20-21) ayetlerinde meyve diğer yemeklerden önce zikredilmiştir.

17-    Ev sahibi sofraya oturduğu takdirde herkesten önce yemeğe başlamalı ve yemeği bırakan en son kişi olmalıdır.

18-    Bütün misafirlere aynı şeyi ikram gerekir. Misafirlerin bazılarına farklı diğerlerine farklı ikramlarda bulunmamalıdır.

19-    Birbirlerine küsmüş ve darılmış iki kişiyi bir arada da­vet etmemek gerekir.

20-    Davet edilen misafirlerden birisiyle fısıldaşarak ko­nuşmamak gerekir.

21-    Ev sahibi misafirleriyle çokça sohbet etmelidir. Ayrıca onları yalnız bırakıp canlarının sıkılmasına sebep olmamalıdır.

22-    Misafirlerin yanmda evinde hazır bulunan hizmetçile­ri azarlamamak gerekir.

23-    Ev sahibi salatalık, kavun ve karpuz gibi meyve ve sebzeyi kestiği zaman ilk önce tadına kendisi bakmalı ve son­ra misafirlere ikram etmelidir.

24-    Davetin ardından misafirleri uğurlamak gerekir. Hadisi şerifte; "Misafiri evin kapısına kadar uğurlamak sünnettir." du­yurulmuştur.

"Kim misafirini yedi adım uğurlarsa, onun üzerine cehen­nemin yedi kapısı kapatılır. Misafirini sekiz adım uğurladığında Allah cennetin sekiz kapısını onun üzerine açar ve o da diledi­ğinden girer." buyurulmuştur.

25-    Ev sahibi misafire oturacağı yeri gösterene kadar onun önünden gitmelidir. Onu uğurlarken de arkasından gitmelidir.

26-                                     Misafir uzak bir yerden gelmiş yabancı bir kişiyse, ev sahibi ona bir günlük erzak hediye etmelidir.

27-                    Misafiri uğurlarken şöyle demek gerekir:

"Beni sevindirdiniz. Allah’da sîzleri hayır ile mükâfatlan­dırsın. Ben size gereken ilgiyi gösteremedim, beni affedin. Dünya ve onun içerisindekileri size versem hakkınızı ödeyemem" ve bununla birlikte üzülmek de gerekir.

Hadis-i şerifte:

"Misafiri evinin kapısına kadar uğurlamak, onların hakla­rını ödemek için onlara dünya ve üzerindekilerin! bile verse bunu yapamayacağını düşünüp kendisinde eksiklik hissetmek sünnettir." duyurulmuştur.

28-      Misafire yapılan ikramı onların başlarına kakmamak gerekir.

Örneğin, "Size ikram ediyorum beni iyilikle anın!" "Bana dua edin!" gibi şeyler söylememe ve bu ikramdan alacağı sevap­tan mahrum olmamalıdır.

Kur’ân’da;

"Sizi Allah rızası için yediriyoruz" (İnsan suresi9) duyurul­muştur.

Mefatih’ül-Cinan

OTUZ BEŞİNCİ BAB

DAVETİ KABUL ETMENİN

ÂDABI

Kişinin kendisine yapılan daveti kabul etmesi;

"Daveti kabul etmeyen Ebu Kasım’a isyan etmiştir" hadi­siyle vaciptir.

Davet edilmemiş bir kimsenin bir ziyafete gidip katılması caiz değildir.

"Davetsiz olarak bir ziyafete giden kişi3 oraya hırsız ola­rak girer ve oradan yağmacı olarak çıkar." buyurulmuştur.

Daveti kabul etmenin bazı âdapları vardır. Bunlar;

r Davet eden kimseyi kırmamak için daveti kabul etmek gerekir.

2-      Davete yemek için gitmemek gerekir.

3-      Davet edilen kişi ev sahibinin kendisine gösterdiği ye­re oturmalıdır.

4-      Ev sahibinin yaptığı işleri kontrol etmemek.

5-      Ziyafet yerinde sağa sola bakmamak gerekir.

6-      Ev sahibinden tuz, su, biber gibi gerekli şeyler dışında bir şey istememek gerekir.

7-      Ev sahibini yemeğinden dolayı veya başka bir işinden dolayı ayıplamamak gerekir.

8-      Yemekten sonra ev sahibine rahmet olunması, bağış­lanması ve berekete kavuşması için dua etmelidir. Örneğin:

"Allah’ım onun rızkını bereketli kıl ve ona işleri kolaylaş­tır. Onun üzerinden hayrı eksik etme. Onu bağışla ve bizi de şükredenlerden kıl!" demelidir.

OTUZ ALTINCI BAB

MUSİBET VEYA BELÂ’YA

İSABET ETMENİN ÂDABI

Mümin her ân, hastalık ve yokluk gibi durumlara düşebilir. Dünya mümin için kalıcı bir yer değildir. Geçici olan bu dünyada ra­hat olabilmek zordur.

Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem); "Dünyada rahatlık yoktur/’ buyurmuştur. Bu konu hakkında çok sayıda âdâb beyan edilmiştir.

V Mümin başma gelen belâ ve musibeti ganimet bilmeli­dir. Çünkü kıyamette bunun karşılığını fazlasıyla alacaktır.

"Kıyamet günü geldiğinde, amel sahiplerinin yaptıkları namaz, oruç, sadaka, hacc ve zekât terazilerine konulur. Son­ra dünyada belâ ve musibete uğramış kimseler getirilir, terazi­leri kurulur, duruşmaları başlar ve üzerlerine ecir yağdırılır. Dünyada sıhhat ve afiyet sahibi olanlar ‘Keşke bizde dünya­dayken, vücutlarımız hastalıklarla dolsaydı, makaslarla kesilip parça parça olsaydı ve böylece bizde bu dünyada musibete uğramışların sevabını alabilseydik derler.”

Allah Teâlâ’nın "Sabredenlere ecirleri hesapsız olarak ve­rilir" sözü bundandır.

2-    Mümin, kendisine isabet eden belâ’yı yaratılmışlardan hiç kimseye şikâyet etmeyip, o belâyı kendisine yollayan Al­lah’a dönerek çaresini ondan beklemelidir.

"Kim kederli anında on kere ‘Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben ona tevekkül ettim yüce arşın Rabbidir’ derse Allah onun kederini giderir." duyurulmuştur.

3-    Mümin, kendisine isabet eden belâyı ve musibeti ba­ğışlanması için bir vesile olarak görmelidir.

Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur:

"Bir müminin Allah'ın rahmetine ulaşabilmesi için beş çe­şit zorluk vardır: Birincisi hastalık ve musibettir, günahı çok olduğu için bunlarla affedilmezse, ikinci bir zorluk onu bulur. Bu da canının bedenin zor çıkmasıdır. Günahı çok olduğu için bu şekilde de affedilmezse üçüncü bir zorluk karşısına çıkar, bu da kabirde kendisine gelecek olan Meleklerin sorularmm zor olmasıdır. Günahı burada da affedilmeyecek kadar çoksa, sırat köprüsü karşısına gelir bu dördüncü zorluktur. Orada uzun süre bekletilir. Günahı burada da affedilmeyecek kadar çoksa cehennemde yanar. Sonra mümin olduğu için oradan çıkar ve cennete girer. Cehennem de beşinci zorluktur.”

4-    Belâ’nm başladığı andan ona sabretmeye başlamak gerekir. Çünkü sabır belâ gelir gelmez başlamalıdır.

Hadis-i şerifte:

"Sabır belânın ilk geldiği ân şaşırmamaktır." duyurulmuş­tur. İlk anda böyle yapmayıp sonra sabrederse bunun adı taham­mül yani katlanmak olur.

Feth’ul Musalla hazretlerinin eşi yere düştü ve tırnağı kırıldı. Kadın bu duruma güldü. Ona "Neden gülüyorsun" diye sordular;

-“Allah'ın verdiği bir musibete sabrettiğimde alacağım mükâfatı düşündüm ve acıyı hissetmedim. Onun için güldüm." demiş.

Rivayet edilir ki:

Bir mümin ve bir kâfir birlikte balık avına giderler. Müminin ol­tasını Besmele ile atmasına rağmen hiç balık yakalayamaz. Kafir ise putunun adını anarak atmasına rağmen oltasına birçok balık ta­kılır. Akşam olduğunda, mümin de bir balık yakalamayı başarır fa­kat onu da oltadan çıkarırken suya düşürür. Müminin meleği bu du­ruma çok şaşırır ve hemen Levh-i Mahfuz’a gidip orada mümin ve kâfirin durumuna bakar. Mümini cennette kâfiri de cehennemde gö­rünce "Allah mümini imtihan ediyor olsa gerek. Kâfire de daha çok azsın diye veriyor. Bu kâfirin bir istidracıdır."

Hadis-i şerifte;

"Humma müminin ateşten kurtuluşudur." buyurulmuştur.

Yani humma gibi hastalıklara yakalananların (sadece humma ve türevi değil, çaresiz hastalıklar anlamında kullanılmış olma ihti­mali yüksektir) bütün günahları bağışlanır ve temizlenir. Günahla­rından arınınca da cennete girebilir manası taşımaktadır.

Diğer bir hadiste:

"Bir kişi üç saatlik bir sıtmaya yakalansa ve Allah’a şük­rederek sabrederse, Allah bu kuluyla meleklerine karşı iftihar eder ve şöyle der: ‘Ey Meleklerim kuluma verdiğim belâ’ya kar­şı gösterdiği sabra bakın! Onun cehennemdem kurtuluşu için bir beraat yazın!9 O kişiye beraat yazılır!”

Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:

İbn Mesud hastalanmıştı. Ziyarete gittik.

-"Gecen nasıl geçti" diye sorduk.

-"Allah'ın bana verdiği iman nimetiyle gecemi geçirdim!" dedi. Şu an nasılsın diye sorduk;

-"Allah’a hamd olsun kalbim iman dolu" dedi. Neyinden şi­kâyetçisin diye sorduk.

-"Günahlarımdan şikâyetçiyim" diye cevap verdi. Tabib ça­ğıralım seni iyileştirsin diye sorduk.

-"Benim tabibim beni hastalandırdı!" dedi.

Hz. Ebu Bekir hasatandığında da bu sorulara aynı cevapları verdi ve ek olarak;

-"Tabibim beni gördü” dedi.

"Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Kulumu bir belâya düçar et­tiğim zaman, o sabredip ve benden şikâyetçi olmazsa, ona kendi etinden daha iyi bir et ve kendi kanından daha iyi bir kan veririm. Onu iyileştirdiğimde günahı kalmaz. Canını ahrsam rahmetimin içerisindeyken ölmüş olur." buyurulmuştur.

5-                   Mümkün olduğu kadar hastalığını saklamak gerekir.

"Üç şey iyilik hazinelerindendir;

-     Sadakayı gizli vermek,

-     İyiliği gizli yapmak,

“ Hastalığı gizlemek." buyurulmuştur.

6-     Mümin hep sıhhat üzerine olmasına üzülmelidir. Mümi­nin rahatlığı kırk günden fazla sürmez, eğer sürerse iyi değildir de­nilmiştir.

Mısır kralı olan Firavun tam dörtyüz yıl boyunca ilâhlık iddia­sında bulundu. Bu kadar uzun zaman içerisinde ne sıtma ne de ba­ş ağrısı çekmedi. Bu şekildeki bir hastalığa uğramış olsaydı ilâhlık iddiasında bulunamazdı. Bu da bize gösteriyor ki, hastalık mümine Allah'ın bir lütfûdur. Fakat hasta olan kişi şu dört durumdan kaçın­malıdır:

aYalan söylemekten kaçınmalıdır. Sabaha kadar uyuma­dım, hiçbir şey yemedim gibi sözlerden sakınmak gerekir.

bHerkesin kendisini ziyaret etmesini beklememelidir.

cRiyâ yapmamalıdır. Kendisini ziyarete gelenlere uyuyor numarası yapmamalıdır.

dÖfkelenmemelidir.

7-     İhlâs, Felâk, Nas, Fatiha ve Salâvat-ı şerifeleri, kendi sıhhati için kendisine okumalıdır. Ve başka dualarla Allah'tan şi­fa istemelidir. Ağrısı bulunan yerler için okumak Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] tarafından tavsiye edilmiştir.

"Sizden birinin dişi ağrıdığında, parmağını ağrıyan yerin üzerine koyup şöyle desin: -“Hüve'l-lezi enşeekum ve ce'ale lekume's-sem'a ve'l-ebsare ve'l-efidete kalilen ma teşkurun."

Başka bir hadis-i şerifte:

"Ey Ali! Başın ağrıdığı zaman, elini başına koyup ..Lev enzelna... âyetini oku” -Eğer biz bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, onu Allah korkusundan paramparça olmuş hâlde görür­dünbuyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:

"Başın ağrıdığında, elini onun üzerine koy ve Haşr sure­sinin son ayetini oku. Çünkü o ölümden başka bütün dertlere

devadır." buyurulmuştur.

Rivayet edilir ki:

Bir bedevi, Resulullah'ın huzuruna gelip yemek yiyemediği için iştahsızlığından şikâyet etti. Peygamberimiz (saliallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdur;

"Bir şey yediğinde veyahut içtiğinde şöyie de: -Bismillahiilezi la yedurru mea’ ismihi şey’un fî'hardi ve la fis’semal ve huve semi'ul alim. Ya hayyumu ya Kayyum

8-    Hasta kişi feryat ederek inlememelîdir. Elinden geldiğin­ce buna özen göstermek Peygamber (saliallahu aleyhi vesellem)’in tavsiyesidir.

Bir kimse hastalığından dert yanmak maksadıyla "Şikâye» timden önce Allah’a hamd olsun" derse hâlinden şikayetçi olmuş olur. Peygamberimiz hastalandığında inlerdi, bunu neden yaptığı sorulduğunda:

"Müminin acısının şiddeti, onun affedilmesi için olabilir." buyururdu.

Şir’at-ül İslam, Cami-us-Sağir

OTUZ YEDİNCİ BAB

HASTA ZİYARETİNİN ÂDÂBI

Hasta olan mümini ziyaret etmek Müslümanların birbirleri üzerindeki hakkıdır. Ayrıca İslâm âdâbının en güzellerindendir.

Hastayı ziyarete giden kimse hastanın yanına girdiği anda Al­lah'ın rahmetine boğulur. Fakat şu âdâba riayet etmesi gerek­mektedir:

1-      Hastayı sıkça ziyaret etmek gerekir.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem):

“Sıkça ziyaret et ki, sevginiz artsın " buyurmuştur.

2-      Hastanın baş tarafında oturmamak gerekir aksine ayak ucunda oturmak daha iyidir.

3-      Ziyarete giden kişi, hastanın göz çukurlarına bakmak­tan sakınmalıdır. Daha sonra ziyaret bittiğinde gözler yıkanmalı­dır. Başa gelebilecek herhangi bir hastalıktan dolayı bu tavsiye edilmiştir.

4-    Ziyarete giden kişi, temiz elbiseler ile gitmelidir Kirli el­bise ile gitmemeye özen göstermelidir.

5-    Ziyarete giden küşi, hastanın yanına tebessüm ederek girmeli ve onu mutlu etmeye çalışmalıdır

6“ Ziyarete giden kişi, hastaya "Daha çok yaşayacaksın" demelidir.

Hadis-i şerifte

"Hastanın yanına girdiğinizde, onun ömrünün uzun ola­cağını söyleyin, bu Allah'ın takdirini değiştirmese bile, hasta­nın gönlünü ferahlatır." duyurulmuştur.

7-    Ziyarete giden kimse, hastaya kısa bir süre sonra iyile­şeceğini söylemelidir.

8-    Ziyarete giden kimse hastanın yanında fazla durmama­lıdır.

Hadis-i şerifte:

"Sevabı en üstün ibadet, hastanın yanında fazla durma­dan kalkmaktır." duyurulmuştur.

Bir grup insan Sım's-Sakati’yi hastalandığı zaman ziyarete geldiler. Amansız bir kalp ağrısına tutulmuştu. Yanında uzun süre oturdular. Bu arada Şeyh de oldukça fenalaşmıştı. O sırada kalkan misafirler Şeyh'ten kendileri için duâ etmesini istediler. Şeyh elleri­ni açıp:

"Allahı’m bu insanlara hasta ziyaretinin nasıl olduğunu öğret" diye duâ etti.

Birkaç kişi salih zatlardan birisini ziyarete gittiler. O sırada o salih kişi de hastaydı. Yanında uzun süre durup onu sıktılar, daha sonra giderken ondan kendilerine tavsiyede bulunmalarını isteyin­ce, şöyle buyurdu:

"Hastayı ziyaret ettiğinizde yanında fazla durmayın."

9-     Ziyaret eden kişi hastanın durumunu kendisine sorar­ken elini onun alnına koymalıdır.

10-     Ziyarete giden kişi hastadan kendisi için duâ etmesi­ni istemelidir.

Hadis-i şerifte:

"Hastanın yanına girdiğinde ondan senin için duâ etme­sini iste, onun duâsı meleklerin duâsı gibidir." duyurulmuştur.

11-    Ziyarete giden kişi, hastanın şifa bulması için, İhlâs, Felâk, Nâs, Fatiha, Fetih, Kâfirun surelerini okumalıdır.

Bu sureleri okuduktan sonra : "Allah’ım! Bu kuluna şifa ver de senin rızan için namaz kılsın!” diye duâ etmek gerekir.

Göz, diş ve çıban hastalıklarında ziyarete gerek yoktur.

Hadis-i şerifte;

"Şu üç hastalığa tutulanlar ziyaret edilmez. Göz, diş, çı­ban hastalıkları." duyurulmuştur.

OTUZ SEKİZİNCİ BAB

BİR MUSİBET GELDİĞİNDE
İSTİRCA ETMENİN ÂDABI

Mümin, bir musibete düçar olduğu zaman, onun Allah tarafın­dan yollandığını bilmeli ve İstirca ederek yani İnna lillahi ve inna ileyhi raciun (Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz) demelidir.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), yanındaki bir kandil söndüğü zaman istirca etmiş ve sahabeler;

-     “Niçin istirca ettiniz, yoksa bu bir musîbet midir? diye sordular, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de:

-                   Mümine eziyet veren her şey musibettir!” buyurdular.

Evlâdı vefat eden bir mümin, abdest alıp iki rekât namaz kıl­dıktan sonra istirca etmelidir. Çünkü Kur’ân'da:

"Satur ve namazla birlikte Allah’tan yardım dileyin!" duyu­rulmuştur. Namazın ardından şu şekilde duâ edilmelidir:

"Allah'ım bize ne emrettiysen onu yaptık, şimdi sende bi­ze vaad ettiğini ver!"

Bir müminin çocuğu öldüğü zaman, Allah, meleklerine şöyle der:

“Kulumun evlâdının ruhunu, onun ciğer paresini aldınız mı? Melekler:

“Evet!" derler. Allah:

“Kulum buna ne dedi?” diye sorar. Melekler:

"Sana hamd etti ve de İstirca etti.” derler Allah:

"O zaman o kulum için cennette bir köşk inşa edin ve adı­nı da Beytül Hamd koyun!" buyurur.

Bir müminin başına bir musibet geldiğinde, Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimizin ümmetiyle vedalaşıp ahirete in­tihalini düşünmelidir. Bu şekilde hareket ederse başındaki tüm mu­sibetler hafiflemiş olur.

"Kime bir musibet isabet ederse, benim başıma gelen (ölümü) musibeti düşünsün. Çünkü o musibetlerin en büyüğü­dür" buyurulmuştur.

Başka bir hadiste;

"Benim ümmetimden kimin iki yavrusu ölürse Allah onu bunun için cennete koyar! Bunun üzerine Aişe (radıyallahu anha) şöyle dedi:

"Peki senin ümmetinden bir yavrusu ölen?" Peygamberi­miz (sallallahu aleyhi vesellem):

"Bir evlâdı ölen de’’ buyurdu. Aişe (radıyallahu anha):

“Peki evlâdı ölmemiş ise?" Peygamberimiz:

"Onun evlâdı benim! Çünkü müminler benim ölüm musi­betim gibi bir musibetle karşılaşamazlar!" buyurulmuştur.

Kur’ân'da;

"Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir" buyurulmuştur.

Hadis-i şerifte:

"Bir müminin, üç küçük evlâdı ölürse cehenneme gir» mez, ancak yemin yerini bulsun diye girer!.." buyurulmuştur.

Buradaki yeminden kasıt Kur’ân’daki:

"Hepiniz oraya (cehenneme) istisnasız olarak uğruyacaksınız! Bu Rabbinin takdir ettiği bir şeydir!" (Meryem suresi-71) ayetidir.

Hadis-i şerifte;

"Bir müminin büluğ çağına ermemiş üç evlâdı ölürse o çocuklar onu cennetin sekiz kapısında karşılayacaklar ve o is­tediği kapıdan içeri girecektir." duyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Ahirete kendimden önce doğmadan ölmüş bir çocuk göndermem, Allah yolunda savaşacak yüz atlıyı geride bırak­mamdan daha iyidir!"

Süleyman (aleyhisselam)'ın küçük bir çocuğu ölmüştü, o da buna üzülmüştü. Allah Teâlâ onu teselli etmek için iki meleğini in­san kılığında indirdi. İki melek Süleyman (aleyhisselam)’ın huzu­runda birbirinden davacı oldular. Birisi şöyle şikâyet etti:

"Bu adam benim tarlamı çiğnedi, ekinlerimi telef etti." Sü­leyman (aleyhisselam) sordu:

"Neden telef ettin ekinleri?" diğeri:

"O adam niçin herkesin geçtiği yola ekin ekmiş? Geçecek yol bulamadığım için oradan geçtim, ekinleri de bu yüzden te­lef ettim!" Süleyman (aleyhisselam):

"Neden herkesin geçtiği yola ekin ektin?" şikâyetçi olan melek:

"Sende bilirsin, ölüm ahirete giden bir yoldur. Herkes mutlaka o yoldan geçer. Sen bunun böyle olduğunu bilmene rağmen evlâdın için neden üzülürsün?" bunları söyler söylemez kayboldular.

OTUZ DOKUZUNCU BAB

TAZİYEDE (BAŞ SAĞLIĞI)

BULUNMANIN ÂDABI

Başına bir musibet gelen kimseyi teselli etmek ve taziye dile­mek İslâm hukukundandır. Bir müminin evlâdı, annesi, babası ve­ya bir akrabası vefat ettiğinde onunla musafahalaştıktan tokalaştık­tan sonra şunları söylemek gerekir:

"Allah ecrini artırsın, bu cefanı iyiliğe döndürsün, ölünü de affetsin!"

Hadis-i şerifte:

"Kim yakını ölen bir adama taziyede bulunursa, onun se­vabının aynısı ona da verilin" duyurulmuştur.

Eğer taziyede bulunulacak kişiye gidip onu ziyaret etmek mümkün değilse, mektup ile taziyede bulunmak gerekir.

Resululîah (sallallahu aleyhi vesellem), Yemen’de Muaz b.

Cebel (radıyallahu anh)’in oğlu vefat ettiği zaman şu mektup ile ona taziyede bulunmuştur:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla;

Allah'ın Resulu Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından Muaz b. Cebel'e;

Mallarımız, çocuklarımız ve eşlerimiz İlâhi birer emanettir ve geri alınacaklardır. Bunu iyi bilmelisin. Seni sevindirerek onlarla faydalandırdı. Sonra onları senden, sana sevap ver­mek için aldı. Bundan dolayı fazla yakınırsan o ecrin zayi olur. Musîbete karşılık verilen sevabı görseydin, o musibet gözün­de ufalırdı. Allah'ın takdirini sabır ile karşıla.

Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan

KIRKINCI BAB

ÖLÜMCÜL HASTALIĞA YAKALANAN HASTANIN

ÂDÂBI

Böyle bir hastalığa tutulmuş kişi, kıbleye karşı kabirdeymiş gi­bi yatmalıdır.

Veya ayaklarını kıbleye doğru uzatıp ayaklarının altına onları yüksekte tutacak bir şey koyarak ve yüzünü kıbleye dönerek yat­malıdır.

Bununla birlikte Allah'ı zikretmekten uzaklaşmamalıdır.

Ailesine Allah'tan korkmalarını ve onun emirlerini yerine getir­memekten kaçınmalarını tavsiye etmelidir. Ölümü kendisi için bir ganimet bilmelidir. Çünkü ölüm müminin hediyesidir.

Ve de ömrü boyunca yaptığı işlerin Allah'ın kendisini bağışla­ması için yeterli olduğunu düşünmeli ve bu şekilde Allah'ın rahme­tini ummalıdır.

KIRK BİRİNCİ BAB

ÖLMEK ÜZERE OLANIN
YANINDA BULUNMA ÂDÂBI

Ölmek üzere olan kişinin yanında bulunanlar Yasin-i Şerif’i okumalıdırlar.

"Her şeyin bîr kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yasin suresi’dir. Kim onu Allah'ın rızasını dileyerek okursa, Kur’ân’ı on iki kere okumuş kişinin sevabının aynısı verilir. Herhangi bir Müslüman, ölüm meleği geldiğinde yanında Yasin suresi oku­nursa, o surenin okunan her harfi için on melek iner ve onun önünde saf tutarlar. Onun bağışlanması için dua ederler. Onun defnine kadar yanından ayrılmazlar. Herhangi bir hasta Müslü­man’ın yanında Yasin suresi okunursa ölüm meleği onun ru­hunu elinde cennet şaraplarından bir şarabın içinde olduğu rıdvan kasesiyle gelmedikçe almaz. O yatağmdayken ondan içer ve melek onun ruhunu o şerbete doymuş bir şekilde alır. Kıyamet gününde, bu suya kandığı için peygamberlerin ha­vuzlarından hiçbirisine ihtiyaç duymaz ve o suya kanmış hâ­liyle cennete girer." buyurulmuştur.

Ölümcül hastaların yanında bulunanların uyması gereken âdâbı şu şekilde sıralarız:

1-    Hastanın yanında lohusa kadın veya cünüp bir kimse varsa oradan çıkarılmalıdır.

2-                   Hasta sağ tarafına veya kıbleye doğru yatırlımalıdır.

3-                   Hasta için Yasin suresi okunmalıdır.

4-    Güzel kokulu tütsüleri yakarak çevreyi kokutmak gere­kir.

5-    Kehme-i Şehadet’i (Lâ ilahe illallah) söylemesi için has­ta zorlanmamalıdır sadece telkin edilmesi gerekir.

6-                   Hastanın uzuvlarını (eller bacaklar) uzatmalıdır

7-     Hasta eğer ölürse, öldükten sonra gözleri kapatılmalıdır.

8-     Hasta eğer ölürse, karının üzerine bıçak veya kılıç gibi bir şey konulmalıdır.

9-     Hasta eğer ölürse, yıkanıncaya kadar yanında Kur’ân okumamak. Bazıları yıkandıktan sonra okunması mekruhtur de­mişlerdir.

10-    Hasta eğer ölürse, cenazesine salih kimseleri çağır­mak gerekir.

11-    Hasta eğer ölür ve ruhunu teslim ederken şiddet gö­rürse bunu kötüye yormamahdır.

Çünkü Aişe (radıyallahu anha) "Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın ölümünü gördüğümden beri, başka bir ölümü zor olduğu için kötüye yormam!” buyurmuştur.

Allah Teâlâ, müminin günahlarını, kul dünyadayken ona has­talık vererek veya ona korku, musibet vererek ölüm anında ölümün zorluğunu artırarak onu affeder diye rivayet edilmiştir.

Rivayet edilir ki, Hasan-ı Basri hazretleri ruhunu teslim eder­ken tebessüm etti. Malik b. Dinar da o sırada yanındaydı. Bir süre sonra onu rüyasında görünce kendisine neden tebessüm ettiğini sordu ve şu cevabı aldı:

Ölürken bir ses işittim, şöyle diyordu "Ey Azrail, onun ru­hunu alırken biraz şiddetli davran, bir günahı kalmış onu da bağışlamak istiyorum!" işte bunu duyunca tebessüm etmemek için kendimi tutamadım.

12-    Ölen kişi, ruhunu teslim ederken hayra delâlet eden halleri varsa, gözünden yaş gelmesi, ellerinin iki yana düşme­si, burnunun şişmesi ve tebessüm etmesi gibi, bu onun iyiliği­ne işarettir. Bunun için sevinmek gerekir.

13-    Ruhunu teslim eden kişi üzerinde azap alâmetleri gö­rüldüğünde, şiddetli bir ölüm ve nursuzluk gibi üzülmek gerekir.

Şir’at-ül İslâm

KIRK İKİNCİ BAB

CENAZE NAMAZININ ÂDABI

Cenaze namazı dört rekâttır. Onun rekâtları tekbirleridir. Öy­le ki bir kimse bir tekbire yetişmezse bir rekât kaçırmış olur, iki tek­bire yetişemezse 2 rekât kaçırmış olur, 3 tekbire yetişemezse 3 re­kât kaçırmış olur. Fakat başlangıç tekbiri alındıktan sonra veya ikin­ci yada üçüncü tekbirler alındıktan sonra, tekbirlerin arasında ce­naze namazında imama uyulmaz.

Çünkü bu namaz rükû ve secdesi olan namazlar gibi değildir. İmama uyacak kişi tekbiri bekler ve tekbirle birlikte namaza başlar. İmama uyan kişi o rekâta yetişmiş olur.

"Müslümanlardan ölen birisinin cenazesini müşrik olma­yan kırk kişi kılarsa Allah onların o ölü hakkındakî şefaatlerini I abul ? der." buyurulmuştur.

Cenaze namazı en az üç saf ile kılınır.

Örneğin cemaat yedi kişi ise, bir kişi imam, üç kişi imamın ar­kasında bir saf ve diğer üç kişi de o safın arkasında bir saf yaparlar.

Hadis-i şerif’te:

”Kimin cenaze namazı üç saf olarak kılınırsa affedilir" du­yurulmuştur.

Başka bir hadiste:

"Bir cenazenin namazı kılındığında onun iyiliğine şehadet edilirse Allah şöyle der: Bildikleri şekilde olan şahitlikleri­ni kabul ettim, bilmedikleri konuları da ben bağışladım. "

Rivayet edilir ki:

Ashab bir cenazenin yanından geçti ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

-"Vacip oldu" dedi, daha sonra başka bir cenazenin yanın­dan geçtiklerinde Peygamberimiz aynı şeyi söyleyince Ömer b. Hattab şöyle sordu:

“Her ikisine de aynısını söylediniz, neden?” Peygamberi­miz (sallallahu aleyhi vesellem) cevap verdi:

“Kendisinin iyiliğine şahit olunan kimseye cennet vacip olur. Kendisinin kötülüğüne şahitlik yapılan kimseye de ce­hennem vacip olur. Çünkü sîzler Allah’ın yer yüzündeki şahit­lerisiniz."

Cenaze namazının kılınması:

Cenaze namazı kılınırken, başlangıç tekbiri getirildikten son­ra, Sübhaneke duâsı "vecelle seanüke" kısmıyla birlikte okunur. İkinci tekbir alındığında “Sallı ve Bank duaları” okunur. Çünkü tekbirin ardından eğer ölü kimse büluğ çağına ermiş bir ekek ise şöyle duâ edilir:

"Allahummağfir Hhayyina vemeyyitena veşahidma vega ibina vesağirîna vekebîrina vezekerina veünsana, Allahümme men ehyeytehu minna feahyihi alelislâmi vemen teveffeytehu minna feteveffehu alelimani vehussa hazelmeyyite bîrravhi ver-rahati ver rahmets, vebmağfireti verndvan Allahümme in kane muhsinen fezid fi ihsanihi veinkane musien fetecavez an seyyiatihi velekkihil-emne ve’bbüşra ve’l-keremete vel-zülfa bi rahmetiko yaerhamer rahimîn!”

Ölen kişi büluğa ermiş kadın ise Hussa ile başlayan yerden sonra “hazihi’l meyyite, in kanet muhsineten ihsanuha!” denil­melidir.

Eğer ölen kişi büluğ çağına ermemiş bir (sabi) çocuk ise yine aynı kısımdan sonra;

"Allahümme ecalhu lena feraten, Allahümmeca’lhu lena ecren ve zuhren. Allahümmeca’lhu lena şafian muşeffian bi rahmetike ya erhamer rahimîn!” diye duâ edilmelidir.

Buhari-i Şerif, Şir’at-ül İslâm, Halebi

KIRK ÜÇÜNCÜ BAB
CENAZEYİ TEŞYİ ETMENİN
ÂDABI

Cenaze namazı kılındıktan sonra, ölü defnedilinceye kadar yanından ayrılmamak âdâptandır.

Namazdan sonra defin için kabristana gelemeyecek kişi ce­naze sahibinden izin almalıdır.

"Bir kimse, cenaze namazım kıldıktan sonra sahibinden izin almadıkça cenazeden ayrılma hakkı yoktun" buyrulmuştur.

Cenazeyi uğurlayan kişi arkasında üzgün bir vaziyette gitme­li ve ölümün bir gün kendisini bulacağını düşünmelidir.

Cenazenin taşınmasına da yardım etmek gerekir.

Mümkün mertebe tabutun altına girip onu taşımaya çalışmak gerekir. Hadis-i şerif’te:

"Kim tabutu dört direğine girip taşırsa Allah onun kırk bt> yük günahını silen" duyurulmuştur.

KIRK DÖRDÜNCÜ BAB

CENAZEYİ DEFİN ETMENİN
ÂDABI

Cenaze kabre defin edilirken orada bulunmak İslâm âdâbının gereğidir.

"Kim bir cenaze namazı kılar ona bir kırat sevap verilir ve kim o cenazeyi defin edilene kadar takip eder ve definde bulu­nursa ona iki kırat sevap verilir bunların en küçüğü Uhud dağı kadardır." buyurulmuştur.

Cenazeyi defin ederken uyulması gereken âdabı şöyle sı­ralayabiliriz:

1-    Cenaze yani tabut yere koyulmadan önce o cenazeyi takip eden insanlar oturmamalıdır.

Çünkü hadis-i şerifte:

"Cenazeyi takip ettiğiniz zaman o (yere) konulana kadar oturmayın!" duyurulmuştur.

Kişi otururken yanında cenaze geçerse ayağa kalkmalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

"Ölüm büyük bir korkudur! Cenazeyi gördüğünüzde aya» ğa kalkın ve şunu söyleyin:

İşte Allah ve onun Resulü (sallallahu aleyhi vesellem)’nun bize vaad ettiği şey budur! Allah ve onun Resulu doğru söylediler. Allah imanımızı kuvvetlendir." duyurulmuştur.

2-                   Cenazeyi defin için gelenler kabre toprak atmalıdırlar.

3-    Cenazeyi defin için gelen bir kişi kabre toprak atarken Allah’ı zikir etmelidir.

İlk toprak attığında Bismillah, ikinci kez attığında "Hamd Al­lah’a mahsustur"de, üçüncü de "Kudret Allah’ındır" dördüncü de "İzzet Allah’ındır" beşinci de "Bağışlamak ve affetmek Al­lah’a mahsustur" altıncı da "Rahmet etmek Allah’a mahsustur" yedinci de "Küllü men aleyha fanın veyebka vechu Rabbike zü’l-Celâli ve’l-ikram" "Minha halâknakum ve fiha nusdukum ve minha nuhricukum tereten uhra!" ayetlerini okur.

Rivayet olunmuştur ki, kim bu âdâba riayet ederek defin olu­nan mevtanın kabrine toprak atarsa Allah ona yer altında bulunan mevta sayısınca sevap verir.

Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

KIRK BEŞİNCİ BAB

DEFİNDEN SONRA CENAZE
SAHİBİNİN UYACAĞI ÂDÂB

Cenaze kabre defin edildikten sonra, ölü kişi için cenaze sa­hiplerinin sadaka dağıtması İslâm’ın âdâbındandır.

Fakat kişi buna güç yetiremeyecek kadar fakirse, bunun yeri­ne iki rekât namaz kılması ve her rekâtında Fatiha’nın ardından Ayetel-kürsi ile birlikte Tekâsür suresini okuması gerekir.

Namazı bitirip selâm verdiğinde şu duâyı okur:

"Allah'ım bu namazı kıldım! Sen benim bunu niçin kıldığı­mı biliyorsun! Allah’ım bu namazımın sevabını falan ölünün kabrine gönder!" Bu şekilde adanmış bir sevap o ölüye ulaşır.

Mefatih’ül-Cinan

KIRK ALTINCI BAB

CENAZE SAHİBİNİN KOMŞULARININ UYMASI GEREKEN ÂDÂB

Cenazesi olan bir eve komşu olanların, o eve yemek hazırla­yıp götümesi İslâm âdâbındandır. Hz. Hamza (radıyallahu anh) şe­hit düştüğünde, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem):

"Onun ailesine yemek yapınız, çünkü onlar şu an meşgul­ler!" dedi. Bunun üzerine sahabeden bazıları;

"Ya Resulullah sen bize bunu yasaklamıştın!" dediler.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunun üzerine;

"Ben bunun sadece gösteriş için yapılmasını yasakla-

dım" buyurmuştur.

Cenaze sahiplerine, ölen kişinin hayattayken yaptığı güzel iş­lerden bahsetmek gerekir. Çünkü bu onları mutlu eder. Ölen kim­senin kötü işlerinden bahsetmek onun akrabalarını üzer.

Hadis-i şerifte:

"Ölenler hakkında kötü konuşmanız, yaşayanlara eziyet eder." duyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan

KIRK YEDİNCİ BAB

CENAZE İÇİN HÜZÜN VE
MATEM TUTMANIN ÂDABI

Kişinin başına gelen her türlü musibet için aşırı derecede ağ­laması ve fazlaca şikâyetçi olması caiz değildir.

Fakat ölüye karşı merhametinden dolayı ağlamak ve üzül­mekte ve de aynı şeyin kendi başına geleceğini de düşünüp ağla­mak ve üzülmekte herhangi bir beis yoktur.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) oğlu İbrahim ve­fat ettiğinde Peygamberimizin gözleri dolmuş ve yanında bulunan Abdurrahman b. Avf şöyle sormuştur:

”Ey ResuluHah! Sende mî ağlıyorsun?” Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir:

"Bu bir rahmet işaretidir. Gözden yaş geiir3 kalpte hüzün­lenin Biz Rabbimizin razı olmayacağı şeyi söylemeyizo Ey İbra­him senin bizi en ayrılmana çok üzüldük!”

KIRK SEKİZİNCİ BAB

ÖLEN KİŞİ İÇİN KABİR
AÇMANIN ÂDÂBI

1-      Kabin, salih ve iyi kişilerin kabirlerinin yanına açmak gerekir. Çünkü iyi kimselerin kabirlerine komşu olan kişi onlardan istifade eder. Kötülükleriyle bilinen kişilerin kabirlerinin yanına aç­mamak gerekir. Çünkü onlarında kötülüğü dokunur.

Hadis-i şerif’te:

"Kötü komşulardan uzak durun!" buyurulmuştur.

2-                   Kabir geniş kazılmalıdır.

3-      Kabir derin kazılmalıdır. Kabrin derinliği konusunda bir sı­nır olmamasına karşın bazı rivayetlere göre yarım boy bazı rivayet­lere göre ise göğüs hizasına kadar kazılır. Hadis-i şerif’te:

"Kabir kazdığınızda derin ve geniş kazın.” buyurulmuştur.

4* Ölünün kabre koyulma şekline büyük önem verilmeli­dir. Ölen kişinin yüzü kıbleye karşı çevirilmelidir.

5Kabrin üst kısmı belirtilmelidir. Yani oranın kabir olduğu anlaşılmalıdır. Bunu yapmak içinde kabrin üzerini ufak bir tepecik gibi yapmak gerekir.

Mefatsh’ül-Cinan

KIRK DOKUZUNCU BAB

KABRİN ÜZERİNE BİR İŞARET KOYMA ÂDABI

■ Kabrin bilinmesi, üzerinde dua edilmesi, kabrin çiğnen­memesi için, kabrin kaybolmaması için;

Kabrin baş veya ayak ucuna taş veya tahta ite işaret koy­makta bir sakınca yoktur.

ELLİNCİ BAB

TÖVBENİN ÂDÂBI

Müminin her zaman istiğfar ederek bağışlanma dilemesi İs­lâm âdâbının gereklerindendir. Çünkü mümin her zaman Allah'ın af ve merhametine muhtaçtır. Bunun için günahkâr olan veya olma­yan her müminin günde 100 kere istiğfar etmesi önemli bir âdâptır.

İnsan küçük, büyük her türlü günahtan veya helâl olan şeyle­re fazla düşmekten yada Allah'a karşı bir hata yapmaktan beri ola­maz.

Tövbe ederken dikkat edilmesi gereken âdâb şöyledir:

1-      Küçük günahları işlemekten kaçınmak gerekir. Çünkü küçük günahları yapmak büyük günahları yapmaya vesile olur.

2-      Kişi küçük günah sayılan bir şey işlerse bunu gözün­de büyütmelidir.

3-      Kişi işlediği günah için üzülmelidir. Eğer üzülmezse bu kişinin kalbini karartır.

4-     Kişi gizlice işlediği bir günahtan kimseye bahsetmemelidir,

Rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattab’a sordular:

"Kıyamet gününde Allah ile kul gizli olarak neyi konuşa­caklar?

Ömer (radıyallahu anh) da şöyle cevap verdi:

-     “Ben Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın şöyle söyle­diğini işittim! Allah, kıyamet günü geldiğinde dünyada gizli bir günah işieyipte bunu kimseye anlatmayan kuluna, rahmetiyle soracak:

-     “Ey kulum! Sen şu günahı işledin mi?" Kul da bu güna­hını itiraf edecek. Allah bu şekilde bir kaç günahını daha ifşa ede­cek ve kul yine itiraf edecek. Allah şöyle buyuracak:

-     “Ben bunları dünyadayken yaratılmışlardan gizledim, şimdi de gizliyorum. Seni affettim’”

5» Küçük bir günah işleyeceği zaman Allah tarafından kendisine verilen seçme hakkım düşünmek ve güzel olanı seç­mek gerekir.

6İşlediği küçük günahların diğer insanlara örnek olabi­leceğini düşünmek ve bu günahlardan vazgeçmek gerekir.

Hadis-i şerif’te:

"Kim bir kötülüğün başlangıcı olursa, onun günahı onun üzerine almış olur, onun izinden gidenlerin günahları da o gütan hiçbir şey eksiltilmeden ona yazılır." duyurulmuştur.

Tövbe ederken şu hususlara da dikkat etmek gerekir.

1-      Kişi yaptığı günah olan şeyin kötülüğünü düşünmeli ve Allah'ın gazabına uğruyacağını düşünerek pişman olmalı­dır.

2-                       Kişi işlediği günahtan hemen vazgeçmelidir.

3-      Aynı günahı tekrar işlememeye çaba göstermek gere­kir. Fakat bu aynı günahı tekrar işlerse tövbesi kabul edilmez de­mek değildir.

Mümin Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.

Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan

ELLİ BİRİNCİ BAB
FAZİLETLER VE SADAKANIN
FAZİLETİ ÂDABI

Amellerin en faziletlileri, kendisini ziyarete gelmeyen akraba­ları ziyaret etmek, kendisiyle hediyeleşmeyenlere hediye gönder­mek, kendisine haksızlık yapan kimseleri bağışlamak ve akraba arasındaki fakirlere sadaka vermektir.

Hadis-i şerif’te:

"İyiliklerin en faziletlisi, seninle ilgisini kesen kimseyi zi­yaret etmen, sana bir şey vermeyene senin vermen ve de sa­na haksızlık yapanı affetmendir/5 duyurulmuştur.

"Yoksula verilen bir sadaka bir sadakadır, akrabaya veri­len bir sadaka iki sadaka yerindedir.”

Başka bir hadiste Allah şöyle buyurur:

"Sen infak et bende sana intak edeyim!"

Güçsüzlere yardım etmek sadakadır.

Kişinin kendi çocukları için harcama yapması da sadaka sa­yılır. Namusunu korumak için gösterilen çabada yine sadaka sayı­lır. Seyahat eden bir kişiye yol tarif etmekte sadakadır. Yol üzerin­deki, insanlara eziyet verecek şeyleri kaldırmak da sadakadır. İn­sanlara karşı güler yüzlü olmakta sadakadır. Ağaç dikmek, faydalı ilimleri öğretmek, güzel evlâtlar yetiştirmek, küs olan iki kişiyi barış­tırmak, kendisine yapılan kötülüğü bağışlamakta sadakadır.

Hadis-i şerifte:

"Her iyilik bir sadakadır. Aile için harcanan ya da kendisi için harcanan şey de sadakadır. Kişinin namusunu koruması da sadakadır. Mümin infak ettiği şeyin karşılığını Allah mutla­ka verir ama ihtiyaçtan fazlası için yapılan harcama ve günah için harcanan şeyler de sevap yoktur." duyurulmuştur.

Başka bir hadiste:

Verilen sadakalar Allah'ın kişi üzerine gelecek gazabını ön­ler ve son nefesini verirken rahat olmasınrsağlar.

Hadis-i şerif’te:

"Sadaka Rabbin gazabını dindirir, kötü bir ölümü önler" buyurulmuştur. Bu hadisin başka bir okunuşunda ise sadece ölümü değil başa gelebilecek her türlü kötü şeyi engelleyeceği anlaşılır.

Başka bir hadis-i şerif’te:

"Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek zorlukları engeller, düşmanlarınıza karşı size yardım eder, kötü anlarınızda ayaklarınıza kaydırmaz." buyurulmuştur.

.Sadakanm âdâbı şöyledir:

1-      Sadaka sahip olunan malın en güzelinden verilmelidir.

Hadis-i şerif’te:

"Allah güzeldir ve güzel olandan başkasını kabul etmez" buyurulmuştur.

Alî İmran suresinde:

"Sevdiğiniz şeylerden intak etmedikçe iyiliğe nail ola­mazsınız." buyurulmuştur.

2-      Sadakayı, takvası en üstün olan fakire vermek gerekir.

3-      Sadaka verirken, verdiği sadaka ile fakirin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gerekir.

4-Sadaka isteyen kişi boş çevrilmemelidir.

Hadis-i şerifte:

"Dilenci Allah'ın misafiridir. Kim ona verirse Allah'a ver­miş olur. Kim vermezse Allah'a vermemiş olur.’’ buyurulmuştur.

5-     Dilenci para isterken ona kalbini kıracak şeyler söyle­memek gerekir

"Dilenci bir şey istediğinde, o sizden istemesini bitirene kadar sözünü kesmeyin, sonra ona yumuşak bir şekilde karşıhk verin. Ona braz bir şey verin yada hoş söz söyleyin.” duyu­rulmuştur.

6“ Sadaka’ys sabah erken vakitlerde vermek daha iyidir.

Çünkü bu şekilde yapılırsa, kulun başına bir belâ gelecekse sadaka onu karşılar ve.önler.

Hadis-i şerif’te:

"Sadakayı erkenden verin çünkü belâ sadakanın arkasın» dan gelmez.” buyurulmuştur.

7-     Kişi sadaka verdiği zaman verdiği kişiden duâ iste» memelidir. Bu şekilde yaparsa verilen sadaka menfaat karşılığı verilmiş olur.

Rivayet edilir ki:

Hz. Aişe (radiyallahu anha)'ye fakir bir kadın geldi ve bir şey­ler istedi. Oda cariyesine gelen kadına bir şeyler vermesini emret­ti, kadın gittikten sonra Aişe (radiyallahu anha) sordu:

» Kadm ne dedi?”

-     “Allah’ın bereketi size olsun" dedi diye cevap verdi cari­ye-

-     Git o kadına ve "Allah sana da bereket versin” diye duâ ettiğimi ilet buyurdular. Hz Aişe’nin bu davranışı verdiği sadakanın bir karşılık üzere olmaması içindir.

8-     Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir gani­met bilip Allah’a hamd etmelidir.

9-     Kişi cimri bile olsa sadaka vermekten çekinmemeli­dir Böyle olan bir kişinin verdiği sadaka daha makbuldür.

"Sadakanın en faziletlisi, sen sağlamken, rahatça yaşa­mayı arzularken ve fakirlikten korkan bir cimri iken verdiğin sadakadır." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerif’te:

“Can boğaza gelip dayanınca, falana şunu verdin filana bunu verdim deyinceye kadar sakada vermekten uzak durma. Zaten dediklerin onun olmuştur." buyurulmuştur.

Bir kişinin sadaka olarak hazırladığı yemekten tam üç ki­şi yararlanır.

1-      Sadaka olsun diye yemeği hazırlatan kişi.

2-      Yemeği pişiren kişi.

3-      Yemeği fakirlere ulaştıran kişi.

Hadis-i şerif’te:

Allah, bir lokma ekmek bir hurma ve bu tür yiyecek sebebiyie fakır faydalanınca üç kişiyi cennete sokar. O yemeği vermeyi emredeni, namaz kılan eşi ve onu fakire götüren hizmetîcîyi." buyurulmuştur.

Sahih-i Buhari’de şöyle geçer:

“Emin haznedar, sadaka verenlerin bindir ”

Buhari-i Şerif, Mefatihûl-Cinan

ELLİ İKİNCİ BAB

MÜNAKAŞA ETMENİN VE
TARTIŞMANIN ÂDABI

Kişi bazen sinirlenip karşısındakinin kalbini kırabilir. Bu tür tartışmalarında bir âdâbı vardır. Bu konudaki en büyük âdâp karşı tarafa ne kadar kızsa da onu affetmektir.Âli İmrân suresinde;

"Öfkesine hâkim olanlar ve insanları bağışlayanlar cen­netle mükâfatlandırılırlar." duyurulmuştur.

Bir kimse tartıştığı kişinin kendisine yaptığı hakaretlere ta­hammül edemeyip ona karşılık vermek isterse bunun en güzel yo­lu onun söylediklerini kendisine iâde etmektir.

Bu tür bir tartışma başladığında bunun günahı tartışmayı baş­latanındır. Fakat kendisine hakaret edilen kişi haddi aşar ve fazla­ca bir şeyler söylerse zulmeden durumuna düşer.

Hadis-i şerifte:

"Karşılıklı hakaret edenler söyledikleri sözlerle karşılık görürler. Mazlum haddi aşmadıkça tartışmanın vebali başlata­nındır.”

ELLİ ÜÇÜNCÜ BAB
YAPILMASI MÜBAH OLAN
ŞEYLERİ YAPMANIN ÂDABI

Bülûğ çağına ermiş her mükellef kişinin üzerine şu beş şey düşer: Farz, Haram, Kerahat, Nedb, HelâL

Farzdan kasıt; Namaz, oruç gibi yapılması zorunlu olan iba­detlerdir. Haramdan kasıt; Yalan, dedikodu ve bunun gibi şeylerin yasak oluşu ve yapılmaması gerektiğidir. Kerahat demek; Yapıl­ması şüpheli olunan şeylerdir örneğin kendisinin helâl olup olmadı­ğı bilinmeyen şeyleri yemek veya içmek. Nedb ise; Müstehab olan şeyleri kast etmektedir. Helâl ise; Kulların yapmasında herhangi bir sakınca olmayan şeylerin hepsini kapsar.

Bu tür şeylerin yapılmasında sevap olmadığı gibi yapılmadığı taktirde günahı da yoktur. Lâkin mübah olan şeyleri aşırıya kaçarak yapmak dinimizce kerih görülmüştür. Hadis-i şerifte:

"Canının istediği her şeyi yemen israftan sayıhn" buyurulmuştur.

ELLİ DÖRDÜNCÜ BAB

TEVÂZU'NUN ÂDABI

Tevâzu’nun, güzel ahlâk ve Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in ahlâkı olduğu nice güzel eserlerde yer bulmuştur. Bu­nunla birlikte diğer peygamberlerin ve salihlerin ahlâkı da böyledir.

Tevâzu kalpte zuhur eder ve bu güzel ahlâkın anlatılması ger­çekten çok zordur.

Lakın bunun âdâblarını şu şekilde sıralayabiliriz:

1-      Asa ile yürümek

2-      Hizmetçi ile birlikte oturmak

3-      Rütbe olarak kendisinden aşağıda bulunan insanlarla sohbet etmek

4-      Rütbe olarak kendisinden aşağıda olanlarla yemek ve içmek. Hadis-i şerifte:.

"Hizmetçi ile yemek yemek, tevâzudur. Kim hizmetçisiyle

yemek yerse cennet ona âşık olur." buyurulmuştur.

5-     Yol üzerindeki, insanlara eziyet veren nesneleri kaldır­mak.

6-      Fakirlerle oturup muhabbet etmek.

7-      Satın aldığı eşyayı sırtında taşımak.

Rivayet edilir ki:

Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) alış-veriş için pazara kendileri çıkardı. Ailesinin ihtiyaçlarını kendisi karşılardı. Bunun se­bebi kendisine sorulduğunda, şöyle buyurdu:

"Cebrail bana dedi ki:

Kim ailesini kimseye muhtaç etmemek için çabalarsa o kişi Allah yolundadır."

8-      Çoluk çocuğa selâm verip onları mutlu etmek

9-      Yamah elbise giymekten utanmamak

10-      Köle ve cariyeye yapacakları işlerde yardım etmek.

11-     Kendisine gönderilen bir hediyeyi daha iyisi ile ödül­lendirmek.

Hadis-i şerifte:

"Verilen hediye karşılıklıdır" buyurulmuştur.

12-   Mümin bir kardeşin başına bir belâ, mus’bet veya hastalık geldiğinde onu teselli etmek de tevâzudur.

Mefatih’ül-Cinan

ELLİ BEŞİNCİ BAB

MÜMİNLERLE DOST
OLMANIN ÂDABI

Müslüman’ın ahlâkça davranışlarının en sevaplı olanı Allah için sevmesi ve Allah için buğz etmesidir.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a imanın hangi rüknü daha kuvvetlidir diye sorulduğunda, O imanın yetmiş dokuz rüknü­nü anlatıyordu, bunların en yücesi Kelime-i Tevhid, en aşağısı ise yol üzerinde bulunan ve insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmak demişti. Bu soruya cevap olarak;

Allah için sevmek ve yine onun için buğz etmek, buyurdular.

Allah, Hz. Musa (aleyhisselam)'ya:

"Benim için bir iş yaptın mı?” diye sordu. Musa (aleyhisselam):

"Ey Rabbim senin için namaz kıldım, oruç tuttum ve sa­daka ile zekât verdim" dedi. Allah:

"Namazın imanının delilidir, oruç kalkanındır, sadakan göîgendir, zekât ise nurundur. Benîm için ne yaptığını söyle ’’ buyurdu. Bunun üzerine Musa (aleyhisselam);

"Ey Rabbim, yalvarırım bu amel nedir bana söyle." Allah (Celle celaîuhu) şöyle buyurdu;

"Ey Musa! Benim için birisiyle muhabbet edip dost uk kurdun mu? Benim için birisine buğz ettin mi?"

Hadis-i şerif’te:

"Allah rızası için birbirlerini sevenler cennette kırmızı bir yakuttan yapılmış bir çardak üzerinde oturacaklar. Her çardak­ta yetmiş bin oda vardır. Bu kişiler cennetlikleri buradan sey­redecekler. Cennetlikler şöyle diyecek: "Hadi, Allah rızası için birbirlerini seven insanların yanma gidelim!" Çünkü onlarm nuru cennet halkanı, güneşin dünyayı aydınlattığı gibi aydınla­tacak. Üzerlerinde yeşil bir elbise olacak ve o elbisenin altında Allah için birbirlerini sevenler yazacak." duyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerif’te:

"Bolca dost edinin! Rabbiniz diridir ve kerem sahibidir. Kıyamet gününde kuluna, arkadaşlarının yanında azap et­mez." buyurulmuştur.

"İnsanlarla çokça tanışın, çünkü kıyamette her tanışılan kişinin şefaati vardır." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Kıyamet gününde Allah iki kişiyi hesaba çeker ve onla­rın azaba uğramasına karar verir.

Bu insanlardan birisi Allah'a şu şekilde yalvarır:

-     Ey Rabbim! Biz yeryüzünde sırf senin rızanı kazanabil­mek için birbirimize muhabbet edip dost olduk. Şimdi ikimiz­de cehennemlik olduk. Bu arkadaşımın günahlarını da bana yükle de, o cennete gitsin, ben cehenneme gireyim.

Allah da ona şöyle buyurur:

-     Kulum! Sen bu acizliğine rağmen bu dostuna fedakârlık yaptın. Sizi bağışlamak benim şanımdandır. İkinizi de bağışla­dım, cennete girin!"

Başka bir hadis-i şerifte:

"Bir kul her gün Allah rızası için bir dost edinirse Allah onun cennetteki derecesini artırır." buyurulmuştur.

Dost edinmenin âdabı şu şekilde sıralanır:

1Dost olunan kişinin adını, babasının adını, memleketi­nin adını ülkesinin ve kabilesinin adlarım sorup öğrenmek ge­rekir.

Rivayet edilir ki:

“Ömer b. Hattab, Peygamber efendimizin meclislerinde etra­fına bakınırken, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"Neden etrafına bakınıyorsun?” diye sordular. Ömer (radıyallahu anh)’de;

"Bîr ahbabım vardı ona bakınıyorum!" dedi. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bunun üzerine:

"Ey Allah’ın kullu, bir adamla dostluk kurduğun zaman onun babasının adım sor, evini de öğren kî o kişi hastalandı­ğında ziyaretine gidersin, bir işi olduğunda yardam edersin!” buyurdu.”

2“ Kişi Allah rızası için sevdiği insana onu sevdiğini söy­lemelidir.

"Biriniz dostunu sevdiğinde, onun evine gidip onu Allah için sevdiğini kendisine söylesin." buyurulmuştur.

Rivayet edilir ki:

Sahabeden bir zat Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a hitaben şöyle dedi:

"Şu adamı çok seviyorum!" Peygamberimiz (sallallahu aley-

hi vesellem) sordu:

"Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?" Sahabe:

"Hayır bunu ona söylemedim!" Bunun üzerine Peygambe­rimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"Onun yanına git ve onu sevdiğini kendisine söyle" diye emir buyurdular. Sahabe emrolduğu gibi sevdiği kişinin yanına git­ti ve onu sevdiğini söyledi ve o kişide aynı şekilde kendisini Allah rızası çin sevdiğini söyleyince, sahabe hemen Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına geldi ve olan biteni ona anlattı.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:

"Sen seni seven kişiyle birlikte olacaksın, bunun için bek­lediğin sevapta sana verilecek!"

3-     Kişi sevdiği insanın yüzüne bakmalıdır. Çünkü hadis-i şerifte:

"Müminin, mümine bakması ibadettir, onun yüzüne gü­lümsemesi ise günahlarının atfıdır."

4-                    Kişi Allah rızası için sevdiği kimseyi ziyaret etmelidir.

5-     Kişi Allah rızası için sevidiği kişiyi ziyaret ettiği zaman bundan sevap kazanmayı ummalıdır.

6-     Kişi kendisini ziyaret için gelen ahbabına ikramda bu­lunmaktan çekinmemelidir. Örneğin güzel bir yere oturtur, yemek ikram eder.

Hadis-i şerifte:

"Size misafir geldiğinde ona ikramda bulunun” buyurulmuştur.

7-                    Kişi kendisini ziyarete gelen dostuna hizmet etmelidir.

8-     Kişi dostunun kendisine yaptığı ikramı geri çevirmeönelidir.

Hadis-i şerif’te:

"Üç şey reddedilmemelidir, yastık, yağ, süt.” duyurulmuş­tur.

9-     Kişi dostuna ikram ettiği yemeği kendisi evindeki ye­meğinden vermelidir. İkram edebilmek için kendisini zora sokmamalıdır.

Hadis-i şerif’te:

"Ben ve ümmetimden takva sahibi olanlar bir şey teklif etmekten uzağızdır. (Bize verileni kabul ederiz)" duyurulmuştur.

10-     Kişi ahbabını ziyarete gideceğinde sakal ve saçını ta­ramalı ve temiz bir şeklide ona gitmelidir.

11-     Kişi kendisine yapılan ikramı gözünde küçültmemek ve ona değer vermelidir.

12-     Kişi dostuna yaptığı ikramı çok bir şey yapmış gibi gözünde büyütmemelidir.

13-                Kişi dostunun düşmanlarını sevmemelidir. İmam Şafii:

"Dostun eğer senin düşmanını sevip onunla işbirliği yaparsa, bil ki sana karşı düşmanlıkta işbirliği yapmıştır." buyurmuştur.

14-    Kişi ahbabı öldüğünde onun yakın akrabası ile ilgi ve alâkasını kesmemelidir. Rivayet edilir ki:

"Peygamberimiz Medine’de bulunan yaşlı bir kadına de­vamlı ikramda bulunurdu. Bunu niçin yaptığı sorulduğunda "Bu kadın, Hatice Mekke’deyken bize gelirdi. Eski dostlukları yaşatmak dindendir, buyurdular."

15-    Kişi bir kimseye muhabbet duymak için yada ona buğz etmek için bunu yapmadan önce ileride pişman olmamak için salih kimselerle bu konuyu görüşmelidir.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

ELLİ ALTINCI BAB

İSTİŞARE (FİKİR ALIŞVERİŞİ) YAPMANIN ÂDABI

Mümin kişi, her işinde acele etmeden gayet sakin bir şekilde hareket eder. Yapacağı her işi insanlara danışır. Onun bu şekilde davranması sünnet olmakla birlikte İslam’ın âdâbındandır.

"İş konusunda onlarla fikir alışverişi yapLJ’ (Âli İmran) Ayet-i kerimesi gereğince Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bir işi olduğunda ashabıyla fikir alışverişi yapardı.

Hadis-i şerif’te:

"Fikir alışverişi yapıldıktan sonra kişi asla helak olmaz, doğru yoldan sapmaz." duyurulmuştur.

• Başka bir hadis’te:

"Kendisiyle fikir alışverişi yapılan kişi kendisine itimat edilen kişidir." buyurulmuştur.

Rivayet olunur ki;

Haccac-ı Zalim çadırına bir adamı çağırdı sonra ona kızarak;

-    ”Hadi defol!" diye bağırdı. Bunun üzerine o adam;

-    "Hangi kapıdan çıkayım?" diye sordu. Bunun üzerine Haccac;

"Seni affettim, rahat bir şekilde istediğin kapıdan çıkabi­lirsin!" dedi. Fakat bu çadırın iki kapısı varmış ve kapıların herhan­gi birinden çıkan kişiyi hemen öldürürlermiş. Haccac’ın o adama bu şekilde emniyetle çıkmasına niçin izin verdiği ve onu neden öldürtmediği sorulduğunda şöyle cevap verdi:

-    ”O adam bana hangi kapıdan çıkması gerektiğini sordu ve bunu sorarak benimle fikir alışverişi yaptı. Bildiğiniz gibi, kendisiyle fikir alışverişi yapılan kişi kendisine güvenilen kim­sedir. Adama bana güvenip sordu bende bu hadise binaen onu bağışladım."

Önemli bir işi olan kimse, dini tam, salih, yaşı ilerlemiş ve bir çok olayları görüp ibret almış kimselerden on kişi ile fikir alışverişi yapmalıdır. Fakat bu sıfatları taşıyan on kişi bulamazsa, bu özel­likleri taşıyan bir kişiyle on kere fikir alışverişi yapmalıdır. Fakat böyle bir şahısta bulamazsa hanımı veya kendisine haram olma­yan bir bayanla fikir alışverişi yapmalıdır.

Hadis-i şerif’te:

"Kadınlarla istişare edin, fakat onların görüşlerinin tam aksini yapın" duyurulmuştur.

Fitne günlerinde Şam’da bir evin damında bulunan bir adam yanında oturduğu kadını ile istişare etmişti;

Hanım ne dersin kendimi buradan aşağıya atayım mı?

“Sakın ha ölürsün’ deyince, adam Peygamberimiz:

“Onlarla istişare edin, fakat dinlemeyin aksini yapın” em­rine uyarak kendini aşağı atmış.

Ayağı kırıldı. Sonraki gün Yezid tarafından İmam Hüseyin’e karşı asker toplanırken, onun bu hâlini görenler, sen işimize yara­mazsın deyip onu askere almamışlar. Böylece kadını dinlememe­nin müsbet karşılığı görmüştü. Eğer kadını dinleseydi sağlam ola­cak ve askere alınacaktı ve fitneye sürüklenecekti.

Para harcarken bahillerle, nasihat babanda kıskançlarla, harp hakkında korkaklarla asla istişare yapılmaz.

Şir’aî-ül İslâm

ELLİ YEDİNCİ BAB

NİKAHIN ADABI

Nikâh sorumluluk bakımından en ağır sünnet ve gözetilmesi gereken hakların en zorudur. Nikâh’ta bir çok yarar ve âfet vardır.

Nikâhın âfetlerini şöyle sıralayabiliriz:

1-      Dünyalığa meyil etmek,

2-      İhtiyaçların temini için kazanç sağlamakla meşgul ol­mak,

3-      Hanımın haklarına özen göstermekte hata etmek,

4-      Hanımların eziyetlerine tahammül edememek,

5-      Aile fertlerinin yiyecek ve giyecekelerinin temini için kararlı olmak. Eğer bir kişi ailesinin yiycek ve giyeceğini temin et­mekten kaçınırsa, efendisinden kaçmış köle gibi olur evine girince­ye kadar namazı ve orucu kabul olunmaz diye rivayet edilmiştir. Ai­lesiyle birlikte olduğunda da onların yiyecek-ve giyeceklerini karşı­lamaya çaba sarf etmemek de kaçmak gibidir.

6-    Kişinin kendisini haramlardan ve kötülüklerden sakınığı gibi ailesini de bu tür şeylerden koruması gerekin Erkeğin kadının cinsi yönünden istifade etmesi helal olmasına karşın bun­da aşırı gitmesi de yakışık almaz.

İbrahim Ethem bu konuda şöyle buyurmuştur.

"Kadınlara karşı aşırı derecede düşkünlükte iyilik yok­tun’’ Çünkü bu tür bir düşkünlük kalbin alâkasız şeylerle meşgul ol­masına sebebiyet verir

"Dünya hayatı bir oyundur bir eğlencedir. Kendi aranızda övünmek ve mal ile çocuk çoğaltma yarışından ibarettin" (Hadid suresi-20) buyurulmuştur.

Yahya (aleyhisselam) nikâh ile bir kadına bağlanmadığı için kendisine; “Seyyîden ve hasuran” medh-i cemiliyle yâd olunmuş. "Kavminin efendisi ve şehvetine hâkim” denilmiş ve övülmüştür.

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"İki yüz seneden sonra ümmetimin en hayırlıları hafif-ül haz olandın" buyurmuştur. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram;

"Hafîf-ül Haz’dan kastettiğiniz nedir?” diye sormuşlardır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]

"Çocukları olmayanlardır." buyurmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman da kişinin mahvolması karısının, annesinin, babasının ve evlâtla­rının elinden olacak. Bunlar onu ayıplarlar! O da utanır, bu utanç onun birçok mesleklere girmesine sebep olur ve helâk olur." buyurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, bekâr olanlar bu belâlar­dan uzak olurlar.

Nikâh’ın faydalarını şu şekilde sayabiliriz:

1-     Her türlü faydayı içerisinde barındırır.

2-     Yapılan ibadetlerdeki sevap daha fazla olur.

3-     Kişinin ahlâkının değişmesine sebep olur. Çünkü bekâr­lar nefsinin isteklerine uyarken evlendikten sonra bu huyunu terk edenler oldukça çoktur.

4-     Reasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) iltifatlarına mazhar olur. Hadis-i şerif’te:

"Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben (âhirette) sizin çokluğu­nuzla övüneceğim!" buyurulmuştur.

Başka bir hadiste ise; "İçerisinde çocuk bulunmayan bir evde bereket olmaz!" buyurulmuştur.

5-     Bütün belâların başa gelmesine sebep olan kadınlar korunmuş olur.

6-     Kişi evlenerek dinini koruma altına almış olur. Çünkü ki­şinin şehveti kalbine tesir eder ve onu sıkar, fakat kendisine helâl olan birisiyle şehvetini dindirmesi kalbini parlatır.

7-     Evlenmek zenginliğe ve rızkın genişlemesine sebep olur. Kur’ân-ı Kerim’de:

"..Fakirlerse Allah onları zenginleştirir!" (Nur suresi-32) du­yurulmuştur.

8-      Evlenmek, Müslümanların çoğalmasma sebep olur.

"Bir kimse kardeşinin nikâhında onun yanında olsa bir gün oruç tutmuş gibidir." duyurulmuştur. Hadis’te geçen dir gün, yedi yüz gün diye tefsir edilmiştir.

Başka bir hadis-i şerif’te:

"Şefaatin en hayırlısı, bir kadınla bir erkeği evlendirmek için olan şefaattir.”

(Tere.: Burada şefaatten kasıt arabuluculuk yapan kişinin bir kimseye kefil olması yani onun güvenilir ve iyi biri olduğuna şehadet etmesi manasındadır.)

Kur’ân-ı KerînTde:

"Biz senden önce de peygamberler gönderdik ve onları hanım sahibi ve evlât sahibi yaptık." buyurulmuştur. (Rad suresi-38)

"Evlenmek sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse bizden değildir." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Evli kişinin kıldığı iki rekât namaz, bekâr kişinin kıldığı seksen iki rekât namazdan faziletlidir." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Sizin en kötüleriniz bekârlarınızda ve ölülerin en kötüle­ri bekâr olarak ölenlerdir."

"Evlenin, ben (ahirette) ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim. Hıristiyan rahipler gibi olmayın!" buyurulmuştur.

Anlaşıldığı üzere nikâhın hem faydaları hem de bazı zararla­rı vardır. Evlenmeden önce bu yarar ve zararları mukayese etmek gerekir.

Evlenmek isteyen kişiler içinde birçok âdâb belirlenmiştir:

1    Evlenecek kişinin mah yoksa, borçlanmalı ve bu borcu ödeyebilmek için Allah'a sağınmahdır. Çünkü borçların kefili Al­lah'tır.

2    Evlilikten kasıt, insanların kendisini haramdan koru­mak olduğu için, ilerleyen zamanlarda fakirlik çekmekten ve zorluklara maruz kalmaktan korkmamalıdır. Hadis-i şerifte:

"Kim fakirlik korkusuyla evlenmekten vazgeçerse bizden değildir." duyurulmuştur.

3» Evlenecek olan erkek dîni sağlam ve salih olan bir ka­dınla evlenmesidir. Çünkü bu özellikleri bulunan hanımlar dünya üzerindeki en hayırlı şeydir. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlen­mesi onun dünyaya olan meylini göstermez. Çünkü Hz. Ali (radıyallahu anh) ashabın takvaca en üstünlerinin arasında olmasına kar­şın dört hanımı ve dokuz tanede cariyesi vardı. Müminin takvası ne kadar çoksa şehveti de o nisbette fazla olur. Davud (aleyhisselam)’ın yüz hanımı ve üç yüz cariyesi, Süleyman (aleyhisselam)’ın üç yüz hanımı ve yedi yüz cariyesi bulunduğu rivayet edilmiştir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın da dokuz hanımı ve cariyeleri vardı. Yine rivayet edilir ki, her peygamberde cinsi münasebet için kırk erkek gücü vardı ve Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de ise kırk peygamber gücü vardı.

4-    Evlenilecek kadının soyunun temizliğine özen gösteril­melidir.

5-    Allah’ı çokça tevekkül eden kadınlarla evlenmeye gay­ret göstermelidir.

Anlatılır ki:

Hatem-i Esam hacca gitmeye niyetlendi ve hanımına:

-    Ben Hacca gitmek istiyorum. Ben gidip gelene kadar si­ze ne kadar nafaka yeterli olur? diye sordu. Hanımı:

-    Sen gittikten sonra ne kadar ömrümüz varsa o kadar na­faka bize yeterli olur. dedi. Hatem-i Esam:

-                  Hanımım! Onu sadece Allah bilir! dedi. Hanımı:

-                  O zaman bizim rızkımızı Allah'a ısmarla! dedi.

Bunun üzerine Esam, Hacc kafilesi ile Bağdat’tan yola çıktı. O gittikten sonra hanımını ziyarete gelen komşuları, Esam'ın hanı­mına kocasının kendisini rızıksız bıraktığını ve bu şekilde ona zul­mettiğini söylediler. Bu sözler üzerine hanım:

-    Esam rızık veren değildi. Aksine o rızkı yiyendi. Şüphe yok ki rızkı veren Allah'tır.

Kafile ile birlikte giden Esam’ın da yiyecek bir şeyi yoktu. Yo­la çıktıkları gün kafiledeki Hacc emiri olan kişinin başı ağrımaya başladı. Hacc emiri de bunun üzerine;

"Bu kafile de duâsı kabul olunacak bir kişi yok mudur di­ye" sorunca onu Esam'ın yanına getirdiler. Esam hazretleri de ona Ta'vizat ayetlerini okudu ve emirin baş ağrısı geçiverdi. Bu olay üzerine hacc emiri Esam'a yiyecek ikram etti ve hacc yolculuğu bo­yunca da ona bu ikramları yapmaya devam etti.

Yine aynı gün, Bağdat Valisi hacıları yolcu ettikten sonra sa­rayına geri dönerken bir hayli susamış ve emirine;

-    Şu haneden bir su getirin diye emrediyor. Bu hane ise Esam'ın evidir. Hanede; topraktan bir tasa su koyup halifeye ikram ettiler. İçtiğinde şöyle söyledi:

-    Sanırım bu evin sakinlerinin bu su kabından daha iyi bir kapları yok, eğer olsaydı onunla su ikram ederlerdi. Fakir olsa­lar gerek, kimindir bu ev?

Yanındakiler bu evin Hatem-i Esam'ın evi olduğunu söyleyip onun durumunu halifeye anlatınca, halife onlara ikram etmek iste­miş fakat yanlarında ikram edecek bir şeyleri olmadığı için şöyle buyurmuş:

-     Onlara altın kemerlerinizi veriniz ve sonra geri gelip o kemerlerin değerini onlara ödeyip geri alın.

Valinin adamları denileni yapmışlar. Kemerlerin yedi yüz bin altın olduğu rivayet edilmişte O kadının Allah'a tevekkülü hem ken­disine hem de Esam’a yetmiştir.

6-    Güzel fakat kalbi karışık kadınlardan oldukça uzak dur­mak gerekir.

Çünkü dünyalık, güzellik geçicidir. Bu tür şeylere rağbet et­mek, buna rağbet edenin fakirliğine sebep olur. Hadis-i şerif’te:

"Kim bir kadmla güzelliği veya malı için evlenirse, onun güzelliğinden ve malından mahrum olur. Kadının dini için onunla evlenirse, Allah o kadının malı ve güzelliğiyle kendisi­ni nzıklandmr.” duyurulmuştur.

7-     Kişi evleneceği insanın kendisinden servet ve ün bakı­mından daha aşağıda olmasına dikkat etmelidir. Fitneden kur­tulmuş olur.

8-    Evlenilecek kadının boyunun uzun ve mahzun olması­na dikkat edilmelidir.

9-    Kadının boyu kısa ve kendisi çirkin hanıma dikkat et­melidir.

10-      Yaşlanmış ve ihtiyarlamış kadınlarla evlenmemek gekir.

11-               Dul ve de önceki kocasından çocukları bulunan ka=

dırılarla evlenmemek gerekir.

Rivayet edilir ki;

Ben-i İsrail’den bir adam, evlenme arzusuyla yüz kişiyle fikir alışverişi yapmaya karar vermiş. Fakat doksan dokuz kişi ile fikir alışverişi yapınca onların fikirlerini beğenmemiş. Kendi kendine sa­bah yola çıkıp karşına ilk çıkan kişiyle fikir alışverişi yapmaya karar vermiş.

Sabah olupda yola çıkınca, bir sopanın üzerine at niyetine bi­nen deli bir adam görmüş ve "Bunda da mutlaka bir hikmet var­dır!" deyip kadının yolunu kesmiş derdini ona izah etmiş. Adam ona:

-    Kadınlar üç çeşittir! Birincisi zarar, İkincisi fayda, üçüncüsü de hem zarar ve hem fayda sağlar deyip, sopadan yapılma atıyla gitmiş. Adam bunun üzerine kadının peşine düşmüş, onu ya­kalayınca şöyle demiş;

-    Şu bahsettiğin üç çeşit kadını bana birer birer anlat ba­kalım! Kadın:

-                  Faydalı olan dediğim bakire kadın,

-                  Zararlı olan dediğim dul ve çocuğu olan kadın,

-    Hem zararı hem faydası olan ise dul ve çocuğu olmayan kadındır!

Adam bu kişinin söylediklerinin delinin söyleceği şeyler olma­dığını anlamış ve ona:

-    Senin söylediğin şeyler delinin söyleceği şeyler değildir! Bu hâlin nedir böyle? diye sormuş. Meczup da:

-    Halkım bana kadılık işini teklif ettiler, ben ne kadar ya­pamayacağımı söylesem de kabul etmediler. Bende deli numa­rası yaparak ellerinden kurtulmaktan başka çare bulamadım! diye cevap vermiş.

12-     Çocuk doğurabilecek kadınlarla evlenmeye gayret et­melidir. Hadis-i şerifte:

"Çocuk doğurabilen siyah kadın, çocuk doğuramayan güzel kadından hayırlıdır?’’ buyurulmuştur.

13-                  Bakire bir kadınla evlenmeye gayret etmelidir.

Hadis-i şerifte:

"Bakire kızlarla evlenmeye çalışın! Çünkü onların hayâsı çoktur, kocalarının hoşuna gidecek sıfatları vardır. Ağızları tat­lı, karınları (rahimleri) temiz olur, az ile yetinirler ve onlardan evlâtta beklenir." buyurulmuştur

14-      Evienmek için seçilen kadının soyu, boyu ve yaşı ko­casından aşağı olmalıdır kî, kocasını aşağıda görmesin.

15-      Evlenilecek kadının dört şeyi erkekten ileride olmahdm Güzelliği, terbiyesi, itaatkârlığı, takvası.

16-      Kendisiyle evlenilmesi kolay olan, mehri az isteyen ve çocuk doğurabilecek kadınlarla evlenilmelidin

Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:

17-                   Evlenmek için vakitlerin en güzelini seçmelidir.

Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: "Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] benimle Şevval ayında evlendi!"

18-    Zifafa girecek erkek ve kızın başlarından aşağı badem ve şekerlemeler atılmalıdır ve o an orada bulunanlar bunlar­dan yemelidirler.

Rivayet edilir ki:

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Ensardan bir kişinin düğününe gittiler. Cariyeler adam ve hanımının üzerinden badem ve şekerlemeler attılar. Ashab’tan kimse tenezzül edip de o badem ve şekerlemeleri almadı! Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

-    Neden yağmalamıyorsunuz? diye sordular. Onlarda:

-   Siz bize yağmalamayı yasaklamadınız mı? diye sordular. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

-   Benim yasakladığım yağmalama asker hakkındadır. Ge­lin hakkında değildir, buyurdular.

19-    Nikâh kıyılacağı zaman ve zifafa girileceği zaman ne kadar az olursa olsun yemek hazırlanıp konuklara ikram edil­melidir. Hadis-i şerifte;

“Bir koyun veya biraz ekmek etle dahi olsa ziyafet verin.” duyurulmuştur.

20-    Hazırlanan bu yemekten yiyenler ve ev sahipleri bunu kendileri için bir ganimet bilmelidirler. Bu yemekte cennet ye­meklerinin lezzeti vardır. Hz. İbrahim bu yemeğe bereket gelmesi için duâ etmiştir. Ayrıca erkek zifaftan sonra ayaklarını bir kapta yı­kamalıdır ve bu kapta biriken suyu evin her tarafına serpmelidir. Bununda bereket olduğu söylenmiştir.

21-                  Evlenecek kadın düğün için süslenmelîdir.

22-      Zifafa girmeden önce erkek ve kadın ikişer rekât na­maz kılmalıdırlar»

23-      Namaz bittikten sonra kocası, hanımın başına elini koyup şu duayı üç kere okumalıdır.

 (Allahümme barikli 1i ehli ve barik liehli fiyye)

Allah’ım bunu aileme bereketli kıl! Beni de aileme bere­ketli kıl!

24-                  İlişkiye girmek istendiğinde şu duâ okunmalıdır:

(Allahümme bismike istahleltu ferceha ve bi emanetike ehaztuha.)

Allah’ım senin adınla tercinin bana helâl olmasını iste­dim, senin emanetinle onu aldım.

25-      İlişkiye girerken, bundan kasıt olan bütün niyetlerini yapmalıdır.

a)     Helâl olan bu ilişkiyle birlikte kendisini haramlardan uzak­laştırmalar.

b)      Meninin çokluğu sebebiyle bedende oluşan yakıcı ve za­rarlı maddelerden kendisini korumalıdır.

c)      Dünyadaki en büyük zevk ile kendisini terbiye etmeli ve bu zevke karşılık olarak gelecek bütün belâlara sabır edip dayanma­lıdır.

d)     Evlenmekle ilgili rivayet edilmiş emirleri ve bunun kendisi­ne sağlayacağı faydaları kazanmaya çalışmalıdır.

26-      Koca ve hanımın ilişkiden sonra, vücutlarını silmeleri için ayrı birer bezi olmalıdır. Aynı beze silinirlerse aralarında so­ğukluk doğar denilmiştir.

27-      Erkek ilişkiden sonra kadının karnına elini koyup bu duâyı okumalıdır:

 (Allahümme in kane min hazel batni veleden fe usemmihi Muhammeden!)

Allah’ım eğer bu karında bir çocuk varsa onun adını Muhammed koydum!

28-      Ardından erkek, kadına besmele çekerek yaklaşmalı ve şu duâyı okumalıdır:
 (Allahümme cennibna eş-şeytane ve cennibi eş-şeytane ma razektena!)

Allah’ım şeytanı bizden ve bize rızık olarak verecek oldu­ğun yavrudan uzaklaştır.

Rivayet edilir ki:

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Ebu Hüreyre’ye:

Ey Ebu Hüreyre!

“İlişkiye (cima) gireceğin zaman Bîsmillahirrahmanirrahim de» Hafaze melekleri, sen gusül abdest alana kadar amel defterine sevap yazarlar. Ve de bu ilişkiden bir çocuk dünyaya gelirse, o çocuğunun nefesleri kadar sevap yazar.” Fakat Besmele’siz olan birleşmede bu faydalar olmadığı gibi seninle birlikte şeytan da hanımınla cima eder.

29 Erkek kadına yaklaşmadan önce onu sırt üstü yatır­malı ve kendisi de onun sağ tarafına yatmalıdır. Erkek ilişkiye gireceğinde sağ tarafından kalkmalıdır.

30-     Erkek, boşalırken kansmm ilk günkü gibi güzel oldu­ğunu hayal etmelidir.

31-                  Boşaldığı an, hemen geri çekilmemesidir.

32-     Erkek, kadında boşahncaya kadar çekilmemesidir. Hadis-i şerifte:

"Erkek ve kadın, birlikte boşalmamışlarsa, erkek, kadın boşahncaya kadar beklemeli ve acele etmemelidir."

33-     Helâl olmasına rağmen, kadının tercine bakılmamalıdır. Bu körlüğe sebep olur, denilmiştir. Bundan kastedilen kalp gö­zünün kör olmasıdır. Hadis-i şerifte:

“Biriniz hanımı veya cariyesi ile cima ettiğinde sakın ter­cine bakmasın, çünkü bu körlüğe sebep olur.”

34-     İlişki sırasında konuşmaktan kaçınmak gerekir. Bu­nun, konuşan kişide veya doğacak çocukta dilsizlik yapacağı söy­lenmiştir. Hadis-i şerifte:

“Çok konuşmasın! Çünkü bu dilsizliğe yol açar.”

35-      İlişki sırasında kadını öpmemelidir. Sağırlık meydana gelir denilmiştir.

36-     İlişkiye girmeden önce öpüşmeli ve oynaşmalıdır. Çün­kü oynaşmadan ilişkiye girmek kadına eziyettir. Hadis-i şerifte:

"Bir kadın kocasına yada bir adam hanımına baktığında, Allah onlara rahmet nazarıyla bakar. Erkek kadını eliyle tuttuğu an, parmaklarının ucundan günahları dökülür." duyurulmuştur.

37-     İlişkiye girmek için seçilen yerin temiz ve güzel koku­lu olmasına özen gösterilmelidir.

38-      Boşaldıktan sonra yada birleşmeden sonra tekrar iliş­kiye girmek istenirse, cinsel organlar yıkanmalıdır ve abdest alınmalıdır. Hadis-i şerifte:

“Biriniz hanımı ile cima ettikten sonra tekrar etmek ister­se, abdest alsın çünkü bu kişiyi daha dinç ve canlı kılar” duyu­rulmuştur.

39-     İlişki bittikten sonra hem kadın hem de kocası sağ ta­raflarına yatmalıdır.

40-     İlişki bittikten sonra biraz uyumak vücudu rahatlatır, denilmiştir.

41-     İlişki, şehvetin doruğa ulaştığı ve iki tarafında istedi­ği zaman yapılmalıdır. Hadis-i şerifte:

“Bîriniz cima ettiği zaman onu tasdik etsin” duyurulmuştur. Tasdikten maksat şiddet, kuvvet ve hissi arzuya yorumlanmıştır.

42-     İlişkiye girerken, çocuğun, hayvanın ve Kur’ân’m ya­nında yapmamaya dikkat etmelidir.

43-     İlişki için kadının da rızası olmalıdır. Kadının rızası ol­mazsa doğan çocuğun aptal olacağı söylenmiştir.

44-     Ne kadın ne de erkek ilişkiden sonra yaşadıklarını kimseye anlatmamahdır. Hadis-i şerifte:

"Kıyamet gününde, hanımıyla ilişkiye nasıl girdiğini anla­tanlar, emanete ihanet edenlerin en büyükleri olacaktır." duyu­rulmuştur.

45= Erkek hanımının izni olmadan menisin! dışarıya akıtmamahdır. Eğer cariye olursa dışarı akıtabilir. Hadis-i şerifte:

“Ey Ashabım esir olan cariyelerinizden azil ederseniz ruhsat vardır. Zira Cenab-ı Hakk’ın takdiri elbette vardır. Her su (meni) den çocuk olmaz. Allah ezelde takdir etmişse korunulursa bi­le çocuk ölür.” duyurulmuştur.

46-     Kişi doğan çocuğunu kendisi için bir ganimet bilme­lidir. Hadis-i şerifte:

”Evlât kokusu, cennet kokularındandır" buyurulmuştur.

47-                   Kişi doğan kız evlâdı içinde sevinmelidir.

Hadis-i şerifte:

"Allah’tan zorluk çıkarmayacak evlât istedim, kız çocuk nasip etti.!’’ buyurulmuştur.

Ayet-i Kerîme’de:

"Ne dilerse onu halkeder. Dilediğine kız, dilediğine de er­kek evlât verir." (Şura suresİ-49)

Başka bir hadiste:

"Kişi kız evlâdının hakkını gözetirse, bu onun için cehen­nemle arasında bir perde olur." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Kız çocuklarını kötü görmeyin, ben kızların babasıyım!" buyurulmuştur.

48-     Çocuk doğduğu an, beyaz ve temiz bir örtüyle sarılma­lıdır. Sarı örtü kullanmaktan kaçınılmalıdır. Doğum yapan kadına tatlı türünden şeyler yedirilmelidir, bunların en güzeli de hurmadır.

49° Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunmahdır. Böyle yapılırsa Ümmüssıbyan havalesinden emin olunur. Hadis-i şerifle;

“Çocuğu olan çocuğunun sağ kulağına ezan, sol kulağı­na kamet okutursa ondan Ümmüssıbyan havalesi kaldırılmış olur.” duyurulmuştur.

50= Hz. Amine annemizin, meleklerden öğrenerek yaptığı duâ ki buna, Taviz-Nebi derlen Çocuğa üç kere okunup üflenir, sonra da çocuk kundağına asılır.

“Uîzzuhu bil, vahidî min külli hasidin ve kaimin ve kaıdin anisrsebiylı haldin alei-fesadi cahidin ve külli halkın fasidin min nafisin ev akidin ve külli cinnin maridin ye’huzu bil merasidi fi turukll-mevaridi la yedurrunehu vela yeteunehu fi yekezetsn ve la menamin ve la zanin safirin ve la makamin yedullahî fevka eydlyhim ve hicabullahi düne adihim!”

51-     Yeni doğan çocuk için hurma çiğnenmeli ve ana sü­tünden önce hurma verilmelidir.

Camî’üs Sağir, Dürer, Mefatihü’l-Cinan

ELLİ SEKİZİNCİ BAB

AKİKA KURBANI NIN ÂDABI

Akika kurbanı, yeni doğan çocuğun saçlarının ilk kırpıldığında kesilen kurbana verilen isimdir. Akika kurbanıyla Müslümanlar evlât nimetine şükranlarını belirtirler, öyle ki; akika kurbanı­nı kesemeyen kişinin ahirette evlâdının şefaatinden mahrum olaca­ğı rivayet edilmiştir. Hadis-i şerif’te:

"Çocuk akikasına rehin olunmuştur" duyurulmuştur.

Akika için kesilecek kurbanın şartları Kurban bayramında kesilen kurbanın ki gibidir. Fakat bir çocuğun akika kurbanı kesilmemişse daha sonra icra olunabilir.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], akika kurbanından Peygamberlik geldikten sonra haberdar olduğu için nübüvvetten sonra kaza etmiştir.

Akika kurbanı erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için bir ko­yundur. Çocuğun doğumundan yedi gün sonra çocuğun saçları kestirilir ve çocuğun ağarlığınca gümüş sadaka dağıtılır ve ardın­dan da akika kurbanı kesilir.

Resululah'ın Hz. Hüseyin’in akikasını, Fatma annemize bu şekilde emir buyurdukları rivayet edilmiştir. Akika’nın yapıldığı gün çocuğu sünnet ettirmek hem gelmiş geçmiş salihlerin âdetine uy­maya hem de temizlik ve cinsel organın tamamlığına vesile olur.

Eğer çocuk sünnetli şekilde doğarsa, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ınde sünnetli doğduğunu hatırlayıp bununla övün­mek gerekir.

Halilullah Hz. İbrahim (aleyhisselam) seksen yaşında iken kendini sünnet etmiştir.

Akika için kesilecek kurban, kesilmek istendiğinde şu şekilde duâ edilmelidir:

' Allah ım bu kurban falanca’nın kanına, etme, azâlanna, derisine kıllarına karşılıktır. Allah’ım bu kurbanı falanca’nın oğlunun ateşten kurtulması için fidye olarak kabul et.”

Önemli bir konu da; akika için kesilen kurbanın etinin sadaka olarak pişmiş şekilde veya çiğ olarak dağıtılmasıdır. Hayvanın ke­mikleri kırılmamah uyluğuda çocuğun doğumunda bulunan ebeye verilmelidir.

Şirât’ül İslâm, Mefatâh’ül-Cinan

ELLİ DOKUZUNCU BAB

ÇOCUK EMZİRMENİN ÂDÂBI

Yeni doğan bir çocuğun kendi annesi tarafından emzirilmesi âdâptandır. Hadis-i şerifte:

"Çocuk için annesinin sütünden daha iyi bir süt yoktur." buyurulmuştur.

Fakat, annenin bir sakatlığı varsa veya hayatta değilse, o za­man yeni doğan çocuk; soyu temiz ve salih bir kadından emzirilme­lidir. Günahkâr bir kadının çocuğu emzirmemesine dikkat edilmeli­dir. Çünkü zararın elbet bir gün çıkacağı söylenmiştir.

Ayrıca çocuk ağladığında buna üzülmemek gerekir. Sebebi içinse, çocuğun ağlayarak annesi ve babası için bağışlanma diledi­ği rivayet edilmiştir.

Geniş olarak, çocuğun ilk dört ay ağlamasındaki teşbihi; Lâ ilahe illallah. İkinci dört ay ağlamasındaki teşbihi; Muhammedün Resulullah. Üçüncü dört ay ağlamasındaki teşbihi ise; Allah’ım beni bağışladır, diye rivayet edilmiştir.

Bu Müslüman anne ve babadan ise geçerlidir. Eğer anne ve baba Müslüman değilse çocuğun anne ve babasına lânet okuduğu rivayet edilmiştir.

Şirât’ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan

ALTMIŞINCI BAB

ÇOCUĞA İSİM KOYMANIN
ÂDABI

Çocuğa verilecek isim, bir peygamber ismi olmalıdır. Kıyamet gününde herkes ismiyle çağırılacağı için, peygamberlerden birisi­nin ismini üzerinden taşıyan birisi bunun faydasını görecektir.

Hadis-i şerif’te:

"Allah’m en sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır9' duyurulmuştur.

Kişi çocuğuna güzel isim koymalıdır. Çünkü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] çirkin isimleri değiştirmiştir.

Hz. Ömer kızının adını Asiye koymuştu. Resulullah âsi mana­sına gelen bu ismi değiştirip güzel manasına gelen Cemile ismini koydular. Çocuklara bereket ve felâh gibi isimler koyulmamalıdır. Çünkü bu isimleri taşıyan kişilerin bir yerde olup olmadıkları sorul­sa ve onlar için yok denilmelidir bu da hayırlı değildir demişlerdir.

Yine zararlı manalar taşıyan isimler koyulmamalıdır.

Hz. Ömer bir kişiye adını sordu, o da Cemre dedi yani ateş koru. Bunun üzerine babasının ismini sordu oda, Şehab dedi bu da alev demektir. Nereli olduğunu sorunca adam Hire dedi, bu da kö­mür demektir.

Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) şöyle buyurdu:

Halkın ateşte yandılar.

Adam ülkesine gittiğinde gerçekten de herkesin yanmış oldu­ğunu gördü.

Yine Hz. Ömer, kendisinden yardım isteyeceği bir adama is­mini sorduğunda, adam:

-Zalim bin Sarrak, (Hırsız oğlu Zalim) olduğunu söyledi. Bu­nun üzerine Hz. Ömer,

"Sen zalimsin baban da hırsız senden iyilik beklenmez" dedi.

Bir çocuğa güzel isimle birlikte güzel bir de lâkab veril­melidir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın üç oğlu vardı, Kasım, Abdullah ve İbrahim. Bunların lâkapları ise Tayyip, Tahir ve Mutahhar’dı.

Ayrıca çocuklara Tezkiye manası taşıyan; Reşid ve Emin gibi isimler koymamak gerekir.

Yine doğmamış ve düşük olmuş bir çocuğa da isim koy­mak gerekir. İsim koyulmayan çocuklar kıyamet gününde, kendisi­ne isim koymayan babalarının yakasına yapışıp; “Sen beni isim­siz bıraktın!” diye davacı olacaktır.

İsimleri peygamber ismi olan kişilerle alay etmek onlara küfür etmek, onlara lânet okumak ve eziyet etmekten kaçınıl­malıdır. Ama o kişinin yüzüne karşı isim kullanmadan ona hakaret etmekte bir beis yoktur. Bu isimler arasında özellikle Muhammed ismini taşıyan kişiye hürmet etmek gerekir. Bu kişinin yüzüne gülmeli, surat asmamahdır ve kötü konuşmamak gerekir

Hadis-i şerifte:

“Çocuğa Muhammed ismini koyduğunuz zaman, ona ik= ram edin, mecliste ona yer açın, ona karşı yüz buruşturmayın” buyurulmuştur.

Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir ki;

"Ahirette, İsimleri Muhammed olanlar kalksın diye sesle­nilin Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi vesehem)1n hürme­tine bu ismi taşıyanlar cennete gireceklerdir.” buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

’Ben kıyamet gününde her bir Muhammed ismini taşı­yanlara şefaat ederim.” buyurulmuştur.

Başka bir hadis’te:

"Cebrail, Rabbimden selâm getirdikten sonra Allah Teâlâ "İzzet ve Celâlime yemin ederim ki, senin ismini taşıyanlara cehennem azabı tattırmam.”

Çocuk konuşmaya başladığında ona ilk önce; Kelime tevhid “Lâ ilahe illallah Muhammedün Resulullah” öğretilmelidir. Son­ra; "Fetealallahul meiîkül hakku lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü vehüve Rabbül arşilkerim” ayetini ondan sonra ise “Aye~ tel-kürsi ve Lev enzelna..” ayetlerini öğretmelidir.

Bir kişi bunları çocuğuna öğretirse, kıyamet gününde ona ço­cuğu hakkında soru sorulmayacağı rivayet edilmiştir.

Çocuk akıl baliğ olunca yani büluğa erince, ona farzları va­cipleri ve sünnetlerle birlikte âdâbı öğretmelidir. Çocuk kız ise bunların yanı sıra ona ev işlerine ait şeyleri de öğretmelidir.

Çocuk yedi yaşına geldiğinde onu namaza başlatmalı ve on yaşına geldiğinde namaz kılmadığı zaman cezalandırmalıdır.

Eğer evde yetim varsa, kişi ona da sanki kendi evlâdıymış gi­bi terbiye ve âdâb hususunda riayet etmelidir. Hadis-i şerif’te:

"Kişi, kendi gözetimi altında bulunan bir yetimin hakkına riayet edip Allah rızası için onun başını okşarsa, o kişiye elle­rinin değdiği her tel başına bir sevap verilir ve cennete (iki par­mağını yanyana getirerek) şu şekilde benimle beraber olur." duyurulmuştur.

Çocuk on yaşını bitirdiğinde, erkek ve kız çocukları birbirin­den ayrılmalıdır. Cenab-ı Hakk’ın ahlâkıyla yetiştirmeli. Hadis-i şe­rif’te:

"Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanın" duyurulmuştur.

Kişinin çocuğunu güzel bir şekilde terdiye etmesi nafile idadet yapmaktan faziletlidir. Çünkü evlâdın salih kimselerden olması, ka­dirdeki bütün atalarının sevinmesine vesile olur.

Hayırlı bir evlâdın sadaka-i cariyeden sayıldığı rivayet edil­miştir. Kişi evine bir şey götürdüğünde bütün evlâtlarını bir tutmalı ve hepsine aynı muameleyi yapmalıdır. Hatta ilk önce kız çocuğu­na vermelidir ki, bu onun ince kalpli olması sebebiyle müstehaptır.

Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan

ALTMIŞ BİRİNCİ BAB

İYİLİĞİ EMRETMEK,
KÖTÜLÜKTEN MEN ETME

ADABI

Emri bil-maruf, iyiliği emretmek. Nehyi anil-Münker de kö­tülükten sakındırmak demektir.

İnsanlardan uzak yaşayan kişiler bundan kurtulmuşlardır. Fa­kat toplum içerisinde yaşayanlar bir kötülüğün işlendiğini gördükle­rinde bunu engellemek için gücü yetiyorsa eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle müdahale etmelidir. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etmelidir.

Bu üçünü de yapmayanlar hadis-i şerifte; "Hakkı görüp buna karşı susan dilsiz şeytanlardır/’ sıfatıyla tabir olunmuştur. Bu tür insanların imanları son derece zayıftır.

Hadis-i şerifte:

"Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirmeye çalış­sın, buna gücü yetmiyorsa diliyle değiştirmeye çalışsın buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bunu bile yapmazsa kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." buyurulmuştur.

Bu hadis, idarecilerin elle, âlimlerin dille ve diğer insanların kalple buğuz etmeleri olarak yorumlanmıştır.

İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmanın üç şartı var­dır.

1-    Allah'ın emirlerinin yücelmesi,

2-    Emredilecek yada sakındırılacak şeyin dört delilden hangisine dayandığını bilmek,

3-     Bu görevi yaparken başına gelecek bütün musibetlere sabır etmek.

Bu görevi yerine getirecek kişide şu özelliklerin bulunma­sı gerekir

1-    Yumuşak olmak. Sert olmak nefrete sebep olur ve ileride­ki zamanlarda bir zarara vesile olabilir.

Abbasi Halifesi Memun, biz vaizin kendisi hakkında ileri ge­ri konuştuğunu duymuş ve ona:

"Allah-ü Teâlâ senden daha hayırlı kişiyi benden daha şerli ki­şiye gönderirken Onunla yumuşak konuş, bakarsın öğüt din­ler ve Allah'tan korkar" (Taha suresi-44) demiştir. Burada kaste­dilen hayırlı kişi Musa (aleyhisselam) şerli olan ise Firavun’dur.

2-    İyiliği emredip kötülükten sakındıran kimse bunu önce­likle kendisi üzerinde uygulamalıdır. Çünkü eğer kendisini bu konuda ikna edebilirse başkaları da onun söylediklerini rahatça ka­bul eder. Allah-ü Teâlâ, Hz. İsa’ya:

"Ey İsa! Önce kendine öğüt ver, verdiğin öğütü kendin yapabiliyorsan onu insanlara da öğütle ve benden haya et!" bu­yurmuştur. Bundaki amaç etkisinin daha fazla olmasıdır. Kişi bütün

emirleri yerine getirmeden, bütün kötülüklerden uzak durmadan bu görevi yerine getiremez demek değildir.

Enes b. Malik’den rivayet olunur ki;

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a sorduk. Bütün iyilik­leri yapmadığımız bütün kötülüklere de son vermediğimiz halde başkalarını kötülüklerden uzaklaştırıp onlara iyiliği emredelim mi? Resulullah şöyle cevap verdi: “Hepsini yapamasanız bile iyiliği emredin ve hepsinden uzak duramazsamzda kötülükten uzak tutmaya çalışın!” buyurdular.

İyiliği emredip kötülükten alıkoymak farzlarda ve haramlarda bunu yaparken farzdır. Bir vacip için vacip, sünnet için sünnettir, Âdâb için âdâbtır. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak konusun­da insanlar üç gruba ayrılır:

a)     Katiyetle iman etmiş kişidir,

b)     Şüphe eden ve mütereddit olandır,

c)     İslâm’dan çıkmış kişidir

Bu üç kısımdan ilk ikisine iyiliği emretmek ve kötülükten sa­kındırmak gerekir. Üçüncü sınıf insanlara ise bu gerekmez çünkü gereksizdir. Bu gibi insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındır­mak, domuzun boynuna mücevher takmakla eşdeğerdir.

Allah, kendisine gizlice isyan eden bir grup insan için bütün insanlara azap etmez. Fakat açık bir şekilde isyanlarını dile getirir ve diğerleri de buna susarsa hepsi bu azabı hak etmiş olurlar. Mü­minler bu gibileri ikaz ettiklerinde yine de isyana devam ederlerse:

Hadis-i şerifte:

“Hiç şüphe yok ki Allah bütün insanlara, bazı kişilerin is­yanı sebebiyle azap etmez. Fakat aralarında ulu orta günah iş­lediklerinde onları men etmeye gücü yettikleri hâlde ses çıkar­mazlarsa gelecek azab o günahı işleyenleri de ona sükût eden­leri de kuşatır.” buyurulmuştur.

Müminler onları nehyettikten sonra onlar isyanlarında ısrarcı olurlarsa;

"Kendinizi muhafaza edip, ıslâh edniz. Kötülükten sakın­dırır iyiliği emrederseniz, sapıklıkta olanlar size zarar vere­mez!" (Mâide suresi-105) ayetine binaen onlara bu isyandan birşey isabet etmez.

Bir ülkede iyiliğin emredilip kötülükten alıkonulmaması, kötü­lük yapanların çoğunlukta olması, toplumun içerisinde güçlü kişile­rinde bunların yanında olması, ayrıca bilginlerinde bunların yanın­da olup onlara yalakalanmaları sebebiyledir. Hadis-i şerifte:

"Kıyamet gününde, ümmetimden bir kısım insan İsyan et­miş kişilere dalkavukluk ederek, imkânları olmasına rağmen onları isyanlarından alıkoymadıkları için domuz ve maymun olarak yaratılacaklardır." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"İslâm’ı korumaya güçleri yetip, isyan edenlerin hâllerini görmelerine rağmen onlara sırnaşanlar ve onların yaptıklarına ses çıkarmayanlar, bir gemide ki üç kısım insana benzerler. Geminin en alt kısmında bulunanlar, gemide bir delik açıp su almak istediklerinde yukarıda bulunanlar onlara engel olurlar­sa gemideki herkes kurtulur ama ses çıkarmayıp bunu önle­mezlerse hepsi birlikte helâk olurlar!" buyurulmuştur.

İyiliği emredip kötülükten sakındırma konusunda ses çıkar­mayıp hiçbir şeye karışmayanlar, halkım arasında itibarım varken bunu yitiririm düşüncesi sebebiyle susmaktadırlar. Fakat bunun gi­bi bir durumdan korkmayanlar için ayette:

"Onlar Allah yolunda savaşırlar ve onları kınayanların kı­namalarından korkmazlar!" (Mâide suresi-54) duyurulmuştur.

Hz. Ebubekir (radıyallahu anh), Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj’a:

-“Ey Allah’ın Resulü savaşmadan cihad olur mu?” diye sorduğunda Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

-“Ey Ebubekir, Allah’ın kullan arasında yeryüzünde nzıkSanan bir grup cihad eden insan vardır ki, gökyüzü melekleri onlarla iftihar eder. Ümmü Seleme’nin Resulullah için süslen­diği gibi cennette onlar için süslenir!" buyurdular. Hz. Ebubekir bunun üzerine:

-“Kimdir bunlar?” diye sorunca;

-“İyiliği emredip kötülükten sakındıranlardm Allah’m rıza­sı için kin besiemeyip dost olanlardır. Cennete onlara verilen saraylar ve köşkler, şehitlere verilenlerinkinden daha güzeldir. Onlarm her sarayının yakut ve zümrütten yapılmış üç yüz bin kapısı vardır. Bu şekilde cihad eden her kişi üç yüz huri ile ev­lenir!" buyurmuştur.

Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

ALTMIŞ İKİNCİ BAB

MAKAM SAHİPLERİNİN
ÂDÂBI

Makam sahipleri için;

'insanlara bilgili idareciler lâzımdır fakat onların bir çoğu ateştedir” buyurulmuştur. Bunun sebebi bir çok emir ve valinin zu­lümle gündemde olmalarındandır. Bu bütün yöneticilerin ateşe gi­receğini göstermez.

sadık bir vezire yakın yapan O vezir onun unuttuğu şeyleri hatırSar, bildiği şeylerde ona yardam eder. Fakat Allah bir devlet başkanı için tam tersini dilerse onu kötü bir vezire yakın yapar ve o vezir de onun unuttuklarını hatırlatmaz ve bildiği şeyler de ona yardım etmez.” buyuruldu.

İnsanları idare etmeye gücü yeten ye devlet başkanlığı gibi bir şeyi yerine getirebilecek ehliyete sahip olan kişi bunu yapmak için talepte bulunmamalıdır.

Ebu Musa ehEşari’den rivayet olunur ki;

Amcamın iki oğluyla birlikte Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına gittik. Onların akıllarında bir yere emir olmak var­mış. Herhangi bir yerin emirliği için Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a yalvarmaya başladılar.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] onlara:

Biz isteyen ve hırsh olanları bütün işlerimizde kullan­mayız!” buyurdu. Hadis-i şerif’te:

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Abdullah b. Semure’ye:

“Ey Abdurrahman! Emir veya vali olmayı isteme Eğer bu­nu istersen ve bu sana verilirse, kendi nefsine emir olursun. Allah sana yardım etmez. Sen istemeden bu makamlar sana ihsan olunursa Allah sana yardım eder!" dediği rivayet olun­muştur. Başka bir hadis-i şerif’te:

"Kişi istediği bir makama sahip olursa nefsine vekil olur. Fakat kendisi istemez ve o makam ona zorla verilirse, Allah o kişi için bir melek indirir ve o devamlı onu doğruya yönlendi­rir!" duyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:

"Siz bu emirlik için hırslı olursunuz ve bunun içinde kıya­met gününde pişman olursunuz. Devlet başkanlığı ne güzel bir şeydir ki, onunla birlikte refah bulunur ve onun elden gitmesi ne kadar kötüdür ki dünyalık nimetlerden insanı mahrum eder. Kişinin kendisine pişmanlıktan başka şey bırakmaz!"

Vali veya emir olan kişi, kendisi için getirilen hediyeleri ayırmamalı ve bütün hediyeleri Beyt’ül mal’a koymalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Beni Selim Kabilesi’nin sadakalarını toplamak için İbn Enebiyye’yi gönderdiğinde kendisine birçok hedi­yeler verilmiştir. O Medine’ye döndüğünde topladıklarını beyt’ül mal’a teslim etmiş ve kendisine verilen hediyeleri beyt’ül mal’a ver­mek istememiştir. "Bunlar bana hediye edildi" demiştir. Peygam­berimiz ise;

-"Madem doğru söylüyorsun, sen anne ve babanın evin­de oturuyor olsaydın bu hediyeler sana verilir miydi" diyerek ona kızmışlardır.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bunun üzerine saha­beleri huzurunda toplayıp Allah'a hamd ettikten sonra şu şekilde bir hutbe yapmıştır:

"Sizden bir adamı, bir görevle görevlendiriyorum. O göre­vi yapınca gelip diyor ki, bu sizin malınız, bunlar ise bana veri­len hediyeler. Babasının ve annesinin evinde oturuyor olsaydı bunlar ona verilecekmiydi. Allah’a yemin olsun ki, kim kendisi hak etmediği bir şeyi alırsa, kıyamet gününde o aldığı şey sır­tında olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Sırtında deve sığır ya­da koyun olarak Allah karşısına çıkan birini mutlaka tanırım!"

Bu hutbeyi yaptıktan sonra koltuk altının beyaz yerleri görününceye kadar ellerini yukarı kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah’ım teb­liğ ettim şahit ol!"

ALTMIŞ ÜÇÜNCÜ BAB

DEVLET YÖNETİCİLERİNE

İTAATİN ÂDABI

Müslümanlar kendi aralarında İslâmî hükümleri uygulayacak ve cezaları yerine getirecek bir imam seçmekle mükelleftirler.

Ayet-i kerîme'de:

"Ey iman edenler? Allah'a, Resulüne ve (Müslüman) emir sahiplerine (yöneticilere) itaat edin!" (Nisa suresi-59)

Devlet yöneticilerine itaatin âdabı şu şekilde sayılabilir:

V İslâm devletinin yöneticilerini bir ganimet bilmek gere­kir! Hadis-i şerifte:

"İslâm devletinin reisi Allah’ın Müslümanlara ihsan ettiği bir gölgedir!" buyurulmuştur. Sultanlar yeryüzünde Cenab-ı Hak­kın ihsan buyurduğu bir gölgedir. Nitekim güneşin sıcağından in­sanlar ağaç gölgesine sığındığı gibi insanların zulmüne uğrayan ki­şilerde adil sultana sığınır, haksızlıkların giderilmesi için ona yalva­rırlar. Bu nedenle sultanlar Allah’ın ihsan ettiği gölge gibidir.

2-      İslâm devletinin yöneticilerine hiçbir şekilde itaatte ku­sur gösterilmemelidir! Zira hadis i şerif te:

“Kim sultanın liderliğini kabul etmezse zındıktır, buyurul­muştur.

3-      Lider fasık ve isyankâr bile olsa itaatte kusur etmeme­lidir.

Abdullah İbn. Ömer (radıyallahu anh) hazretleri:

"Malınızın zekâtını, o malla içki içiyor olsa bile İslâm dev­letinin reisine verin!" buyurmuştur.

4-      O ülkedeki insanların arasındaki davaların ayrıca Cu­ma ve cihat gibi İslâmî işlerin İslâm reisine münhasır olduğu­na iman etmek gerekir. Sultan günahkâr da olsa fark etmez.

Hadis-i şerifte:

“Dört şey sultanın emrindedir.”

1İnsanlar arasında hükmetmek.

bGanimeti taksim etmek,

cCuma namazını kıldırmak,

dCihad ilân etmek.” buyurmuşlardır.

5-      Sultan ve emirleri tarafından yapılan cefa ve zülmü kendinin Cenab-ı Hakka isyan etmesinden, Allah’ın kendine azap ve terbiyesi olduğuna inanmaktır. Hadis-i şerifte:

"Siz nasıl olursanız, yöneticilerinizde öyle olur!" buyurul­muşlar.

Zalimliğiyle meşhur olan Yusuf b. Haccac'a:

-"Sen Ömer b Hattab’m adaletini duymana rağmen, niçin bu şekilde zulüm ediyorsun?" diye sorduğunda şu şekilde cevap vermiştir:

-"Siz; Ebu Zer Gaffara gibi bir ahlâk üzerine olun, ben de Ömer b. Hattab gibi adaletli olayım!"

6-     Kişi başındaki İslâm devleti yöneticisine daima duâ et­melidir! Bu duâ kendisini kapsadığı gibi, o yöneticinin raiyetindeki bütün Müslümanlar içinde geçerlidir! Çünkü İslâm devletinin yöne­ticisinin iyiliği bütün Müslümanlara nükseder ve herkesin üzerinde bu iyiliğin görülmesine vesile olur.

7-    İslâm devletinin yöneticisi hakkında ileri geri konuş manialıdır! Onun saygı gösterilecek bir adam olmadığı ya da onun soyu hakkında bir kötü söz söylememelidir! Hadis-i şerifte:

"Başınızda ki Habeşli zenci bir köle de olsa, ona itaat edi­niz!" buyurulmuştur.

8-    İslâm devletinin yöneticilerinin hoş olmayan uygula­malarına katlanmamak için terk etmemeli, sabretmesidir. Hadi­si şerifte:

"Kim, ülkesinin yöneticisinde kötü bir hâl görürse sabret­sin! Çünkü İslâm cemaatinden bir karış ayrılan kişi cehalet üzerine ölür! Ölünceye kadar içinden çıkamayacağı bîr çukura düşer!" buyurulmuştur.

Başka bir hadiste:

9-      İslam Devletinin yöneticisine sövülmemeli ve sataşmamalıdır.

"İmamlarınıza sövmeyin, onlar yeryüzünde Allah’ın göl­geleridir!" buyurulmuştur.

Başka bir hadis’te:

"İmamlarınıza sövmeyiniz, onlara duâ edin, onların kurtu­luşu sizin kurtuluşunuzdur!" buyurulmuştur.

Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

ALTMIŞ DÖRDÜNCÜ BAB

KAN ALDIRMANIN ÂDABI

İnsan vücudundaki, dört elementin çürümesi ve bunun vücudunun sıcaklığını artırması sebebiyle, kan aldırmakta her­hangi bir beis yoktun Hadis-i şerifte:

Devaların en güzeli kan aldırmak ve kıst ı bahridir” duyu­rulmuştur.

Bunun faydaları; İdrarı söktürür. Hayız kanının normal gelme­sini sağlar, ağrı ve sancıları keser, solucanı öldürür, sikencebin ile içilirse hummaya iyi gelir, nezle ve benzeri hastalıkları iyileştirir. Vü­cuttaki her türlü cilt hastalıklarını iyileştirir.

Kan aldırmanın âdabını şu şekilde sıralayabiliriz:

1)      Kan aldırma vakitlerini muhafaza etmektin Ayın on be­şinci, on dokuzuncu ve yirmi birinci günleri aldırılmahdır! Bu günler­de kan aldırmak Peygamberimizden varid olmuştur. Hadis-i şerifte:

2)     Hararetin çok şiddetli olduğu gün kan aldırılmalıdır. O günlerde kan aldırmak harareti önler. Hadis-i şerif’te:

“Hararet basınca kan aldırmak suretiyle yardım isteyin! Sakın kan birinizin beynine hücum etmesin ki öldürür.” duyu­rulmuştur.

3)     Başın en üstünden hacamat yaptırmalıdır. Bu her türlü hastalığa iyi geldiği gibi, cüzzam, göz bozuklukları ve migrene çok faydalıdır! Hadis-i şerif’te:

"Başın üstünden kan aldırmak, Hayber'de Yahudi’nin ze­hirli yemeğini yediğimde Cibril bunu bana tavsiye etti!" duyu­rulmuştur.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] başından kan aldırdığı bir sırada Akra b. Haris onu görmüş ve şöyle demiştir:

Ey Allah’ın elçisi! Başınızdan kan mı aldırıyorsunuz?

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] cevaben:

» “Başın tepesinden kan aldırmak birçok hastalığa fayda­ndır!”

4) Hacamat ile kan aldırmak, aç iken yapılmalıdır. Tokken yapılması hastalığa sebep olur diye rivayet edilmiştir.

5) Kan aldırmadan önceki gün ikindi vaktinde yemek ye­melidir. Ertesi gün kan aldırana kadar yemek yememelidir!

6) Kan aldıracağı günün öncesinde eşiyle ilişkiye girme» melidir!

7) Safra kesesinde problem olanlar kan aldırmaya geçme­den önce biraz tatla yemelidirler!

8)                   Kan ahndoğı gün hamama girmemek.

9)     Kanın alındığı gün tuzlu yemek yememelidir! Tuzlu ye■ mek, çıban ve uyuzluğa sebep olur!

10)                Kanın ahndığı gün, süt ve yoğurt yenmemelidir!

11)                Kanın ahndığı gün çok su içilmemelidir!

12)  Kan aldırmak için Cumartesi ve Çarşamba günlerin­den uzak durmak gerekir. Hadis-i şerifte:”Kişî cumartesi veya çarşamba kan aldırır ve kendisine bîr ağrı isabet ederse, bunun tek suçlusu kendisidir!” duyurul­muştur.

Hadis ilmiyle uğraşan kişilerden birisi bu hadisin doğruluğun­dan pek emin olmadığı için cuma günü hacamat ile kan aldırmaya kalkmış. Baras denilen hastalık adama isabet etti. Bu hastalık o ka­dar ilerledi ki, doktorlar buna bir çare bulamadıkları gibi onun vücu­du öyle bir kokmaya başladı ki, kimse yanına giremez oldu. Bir gün uyuya kaldı ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüyasında gördü ve ona derdini anlatıp çare bulması için yalvarmaya başla­yınca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

-     Niçin Cumartesi günü hacamat ile kan aldırdın? Benim bunun için söylediğim söz sana gelmedi mi? demiş, bunun üze­rine adam;

-     Hadisin doğruluğundan şüphe ettim! demiş ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

-     Dikkatli bir şekilde iş yapmadın diyerek elleriyle onun yara­larının olduğu yerleri mesh eyledi. Resulullah bunları yaptığında adamın aklı başına geldi ve hastalığı yok oluverdi!

13)     Ayın pazar günü veya ayın on dokuzunun salıya rast­ladığı gün yapılması faydalıdır!

14)      Ay başlarında kan aldırılmamalıdır! Bunun faydası yok­tur ayın ortasını beklemelidir. Hadis-i şerifte:

“Ay başında kan aldırmak mekruhtur. Faydasızdır. Onun için ayın ortalarına doğru beklemek gerekir.” duyurulmuştur.

15)     Perşembe günü kan aldırmakta bereket olduğu söy­lendir. Hadis-i şerif’te:

"Aç iken kan aldırmakta hayır ve bereket olmakla birlikte hafızayı ve aklı sağlamlaştırır. Allah’ın bereketiyle Perşembe günleri kan aldırınız!" duyurulmuştur.

16)   Zikir olunan günlerden başka on yedinci günde de kan aldırmak müstehaptır! Hadis-i şerifte:

 “Kan aldırdığınız günlerin en elverişlisi ayın on yedi, on dokuz, yirmi birinci günlendin İsra gecesi uğradığım melekler topluluğunun bana tavsiyesi şu olmuştur: Ey Muhammed kan aldırmaksın” duyurulmuştur.

Başka hadis-i şerifte:

“En hayırh ilaç şunlardır: Ağızdan içilen ilaç, buruna çe­kilen damla, yürümek, kan aldırmak ve sülük takmaktır..”

17)      Cuma günü kan aldırmaktan imtina edilmelidir  Çünkü cuma günü içerisinde öyle bir saat vardır ki, bu saat içerisinde ha­camat yaptıran kimse mahvolur! Hadis-i Şerifte:

“Cuma gününde bir saat vardır, kim o saatte kan aldırırsa ölür.’3 duyurulmuştur.

18)      Başın arkasındaki küçük çukurcuktan kan aldınlmamahdiH Bunun unutkanlığa sedediyet vereceği rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte:

“Başm çukurundan kan aldırmak unutkanlığa sebebiyet verin Onun için bundan kaçınılmalıdır.” duyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cman, Camî-us-Sağir

ALTMIŞ BEŞİNCİ BAB

ERKEKLERİN HAMAMA

GİRME ÂDABI

Peygamberimiz Müslüman erkeklerin hamama girmelerine müsaade etmişlerdir. Sahabe’den bazıları Şam’da bir hamama gir­diklerinde orası için;

"Burası temizlik için güzel bir yerdir” buyurmuşlardır. Fa­kat bir başka kısım sahabi ise;

"Burası insanların hayalarını yok eder, edep yerlerini aç­tırır" buyurmuşlardır! Bu iki sözün ortak buluştuğu mana şudur:

Hamama giden bir Müslüman, helâlinden başkasının görme­si haram olan yerlerini örtmeli ve başkalarının da helâlinden başka­sının görmesi haram olan yerlerine bakmamalıdır! Ayrıca hamam da yıkanırken oranın sıcaklığı ile cehennemin sıcaklığını düşünme­lidir. Aksinin yapılması hâlinde çok çirkin bir âdet olacaktır! Hadis­i şerif’te:

"Hamama girdiğinizde Allah’tan sakının ve örtününün!" duyurulmuştur. Başka bir hadiste:

"Hamam ne kadar çirkin bir yerdir ki, orada ses yükselir ve edep yerleri açılır!" buyurulmuştur.

Hamama girişin âdâbı şu şekilde sıralanmıştır:

1“ Kişi hamam da bulunduğu süre içerisinde, Cehennem azabından dolayı Allah’a sığınmahdır!

2Kişi hamamda vücuduna su dökerken:

"Başlarının üzerinden kaynar sular dökülecek!" (Hac suresi-19) ayet-i kerîmesini düşünmelidir.

3“ Kişi hamamda nasıl çıplaksa arasat meydanında da bu şekilde çıplak kalacağını düşünmelidir!

4-    Hamamdayken ibadet yapmak ve namaz kılmak için yı­kanmalı ve temizlemmelidir!

5-                  Hamam ücreti hamama girmeden önce ödenmelidir!

6-    Hamama girerken önce Allah’ın adını anmah ve sonra şu duayı etmelidir:

"Erkek ve dişi cinlerin pisliklerinden ve kovulmuş şeytan­dan Allah’a sığınırım!” Bu duâyı okuduktan sonra sol ayağı ile gir­melidir.

7-    Hamama girerken Akşam namazı ile yatsı namazı ara­sında olmasına özen gösterilmelidir!

8* Yıkanırken başına beş tas sıcak su döktükten sonra bir tas söğuk su içerse baş ve göz ağrısına faydalıdır.

9-                                    Hamamda temizlikten başka bir şey için fazlaca oturmamak gerekir.

10-     Hamamda temizlenirken en az ayda bir kere zırnık kul­lanılmalıdır! Kişinin rengini beyazlatır harareti alır ve cinsel kuvve­ti artırır. Hadis-i şerif’te:

"Hamama ilk giripte zırnıh kullanan Hz. Süleyman’dır. Ha­mamın sıcaklığını gördüğünde azaptan Allah'a sığınmıştır!"

Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in hamam girip zırnık kıllandığı mervidir.

11-               Hamamdan çıkarken sağ ayak ile çıkmaktır.

12-     Hamamdan çıkıp temizlik bittikten sonra ayaklar so­ğuk su ile yıkanmalıdır. Bu baş ağrısı ve nekris hastalığına fayda­lıdır.

13-     Hamamda yıkanma bitince kesinlikle başına soğuk su dökünmemeli ve de soğuk su içilmemelidir!

Kadınların hamama girmesi:

Kadınların hayız ve lohusalık hastalık vakitlerinin dışında hamama girmelerine müsaade yoktur. Ancak hastalıktan temiz­lenmek için girmelerine müsaade edilmiştir. Hadis-i şerif’te:

"Acemlilerin diyarını feth edeceksiniz! Oralarda bulunan bazı evlere hamam derler, erkekler oraya girmesinler! Acem ül­kesinin pazar yerlerinde erkekler gezebilir! Kadınlar hamam lara aybaşlarından temizlenmek için ve hastalık hâllerinden te­mizlenmek için girebilir." duyurulmuştur.

ALTMIŞ ALTINCI BAB

SAÇI TIRAŞ ETMENİN ADABI

Bir haftada bir veya on beş günde bir saçı tıraş etmek İslâmî âdâptandır.

Saçı tıraş etmenin âdâbı:

Saçın hepsini tıraş etmek yani bir kısmını kesip diğer ksımını olduğu gibi bırakmamaktır.

Bunun Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] tarafından ya­saklandığı bildirilmiştir.

Ayrıca bir rivayete göre Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle demiştir:

"Btı şeklide saç tıraş etme âdeti (bir tarafından alıp bîr tarafım bırakmak) kâfir ve kibirli insanların yaptığı şeylerdir’"

Günyet’ül Fetava

ALTMIŞ YEDİNCİ BAB

VÜCUTTAKİ TÜY VE
TIRNAKLARIN KESİLMESİNİN
ÂDABI

Bıyıklar kısaltılırken âdet olan, aynı kaşlar gibi olmasına özen gösterilip bıyıkların altından dudak ucunun belli olmasıdır. İhya da bıyıklar için: "Onlar kaş gibidir!" diye bir hadis rivayet edilmiştir başka bir hadiste de:

"Bıyıklarınızı, dudaklarınız görünecek kadar kısaltın!" du­yurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:

"Müşriklere benzemeyin! Siz bıyıklarınızı kesip sakalları­nızı uzatın!" buyurmuştur.

Koltuk altındaki kıllar ve avret yerindeki tüylerin temizlenebil­mesi için zırnık kullanmak gerekir fakat bunun âdâbı da kişinin ken­disi temizken bunu kullanmasıdır. Çünkü bir kişi cünüpken koltuk altındaki veya avret yerindeki tüyleri kesse veya zırnık ile alsa, kesi­len o tüyler, kesen kişiden şu şekilde davacı olurlar: "Ey Rabbimiz! Pisken, temizlemeden bizleri kesti!" Nitekim hadis-i şerifte:

“Kim yıkanmadan önce zırnık kullanırsa, kıyamet günü her kıl gelip şöyle diyecek: Ya Rabbi, sor bakahm neden beni yitirdi de yıkanmadı/’ duyurulmuştur.

Vücudun göğüs kısmanda ve sırt kısmında bulunan tüyle­rini almak kesinlikle İslâm âdâbına (bîr zaruret olmadığı süre­ce) aykırıdır

Fakat diğer tüyleri haftada bir almalı, bu yapılamazsa on beş günde bir almaya gayret etmelidir. Bu süre kırk günü geçerse mek­ruhtur.

Sakal tıraşı:

Sakal uzatmak için âdâb, bir tutamdan fazla olan kısmı hem eninden hem boyundan kesmektir. Bu Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın sünnetidir. Amr b. Şuayb (radıyallahu anh)’dan:

“Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] sakalını bir tuta» mı aştığında hem eninden hem boyundan alırlardı.59 buyurdular.

Sakal bir tutamı geçtiğinde insanların dil uzatmalarına ve giybet etmelerine sebep olur.                                                                            .                                      .

"Sakalı (bir tutamdan) uzun olanın aklı kısa olur!" duyurul­muştur.

Tırnak kesmek:

Tırnak kesmenin âdâbı cuma günü cuma namazından ön­ce kesmektir. Hadis-i şerif’te:

"Kim cuma günü cuma namazından önce tırnaklarını ke­serse, bir sonraki cuma gününe kadar ve de ona ek olarak üç gün daha Allah o kişiyi belâlardan muhafaza eder.!" buyurulmuştur.

Şeytan ve büyücülerin tırnaklarla oynadığı rivayet olunduğu için kesilen tırnakları ve kesilen tüyleri bir yere gömmek gere­kir. Bunları yıkanılan yere veya tuvalete atmamak lâzımdır. Bunu yapmak birçok hastalığın vukû bulmasına sebep olur denilmiştir.

Bir kişi perşembe günü tırnaklarını keserse, delirir veya ala hastalığına yakalanır yahutta gözleri ağrır denilmiştir. Hadis-i şe­rifte “Göz, baras ve cinnet hastalığına yakalanmak isteyen var­sa tırnaklarını perşembe günü ikindiden sonra kessin” duyu­rulmuştur.

Tırnak keserken uyulması gerek âdâb ise şu şekilde anla­tılmıştır.

Tırnak kesmeye sağ elin en küçük parmağından başlamalı ardından orta parmak sonra ise baş parmağı kesmelidir, sonra kü­çük parmağın yanındaki tırnağı kesmeli ve en son olarak işaret parmağının tırnağını kesmelidir. Sol elde ise bu farklıdır. İlk olarak baş parmak, sonra orta parmak ve küçük parmağı sonra şehadet ve küçük parmağın yanındaki tırnağı kesmelidir. Bu şekilde âdâba uyarak tırnak kesmek el parmakları için geçerlidir.

Ayak parmaklarının âdâbı ise sağ ayağın küçük parmağınd­an başlayarak sol ayağın küçük parmağında bu kesme işlemini bi­tirmektir.

ALTMIŞ SEKİZİNCİ BAB

SAÇ VE SAKALI
BOYAMANIN ÂDÂBI

Saç ve sakalını boyamak İslâmî edep ve usûldendir. Hadis­i şerifte:

“Saç ve sakalınızı boyayınız! Çünkü melekler bir mümin boyandığında birbirlerine bunu müjdelerler!” duyurulmuştur.

Fakat bu boyanın kullanılması en uygun olanı kına ve civit kö­küdür. Hadis-i şerifte:

"Yaşhhğı değiştiren en güzel şey kma ve civit köküdür" diye rivayet edilmiştir.

Hz. Ebubekr Sıddık (radiyallahu anh), ikisini de kullanmıştır diye rivayet olunur.

Kınanın rengi kırmızı çivit ise siyahtır, bu ikisinden de yeşil tondur.

"Kına ve çivit kökü kullananların ilki Hz. İbrahim'dir, siyah boya kullananların ilki de Firavundur." buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerif’te:

"Allah kıyamet gününde siyah boya kullananların yüzüne bakmaz!" buyurulmuştur. Başka bir hadis’te:

"Sakalları boyamak Yahudi ve Hıristiyanlarda olmadığı için yaşlılığınızı onlarınkinden değiştirin, onlara benzemeyin!" buyurulmuştur.

Beyazdan korunmakla birlikte beyaz saç ve sakal tüylerini ko­parmamak gerekir. Çünkü hadis-i şerif’te:

“Beyaz kılları koparmayın çünkü onlar Müslüman’ın nu­rudur” diye rivayet edilmiştir. Hadis-i şerif’te:

"Bir Müslüman’ın saç veya sakalında beyazlık olursa, bunlar kıyamet gününde kendisi için nur olurlar" buyurulmuştur.

Hz. İbrahim’in saç ve sakalına ilk ak düştüğünde:

-“Ey Rabbim! Bu nedir?” diye sordu!

-      “O nurdur!” cevabını aldı, bu sefer:

-      “Ey Rabbim! Nurumu artır!” dedi.

ALTMIŞ DOKUZUNCU BAB

SÜRME ÇEKMENİN ÂDABI

Sürme kullanmak ResuluHah’ın sünneti olmakla birlikte, İslâm’ın âdâblarındandır.

Sürme gözlerin parlaklığını ve kirpiklerin gelişmesini sağlar. Hadis-i şerif’te:

“Gözlerinize sürme çekin  Çünkü bu gözü câlalandmr, kir­pikleri besler.” duyurulmuştur.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın sünnetine uygun olarak ilkinde besmele çekerek her göze üç kere sürme çekmelidir.

Güzel kokulu yağlar sürülürken önce kaşlara sürmek gerekir. Nitekim hadis-i şerif’te:

“Biriniz güzel kokulu yağ kullanırken ilk defa kaşlarından başlasın.” duyurulmuştur.

YETMİŞİNCİ BÖLÜM

KOKU SÜRÜNMENİN ÂDABI

Güzel kokulu şeyleri sürmekte İslâm âdâbındandır.

Güzel koku kullanan Müslümanlara melekler sevgi besler, ruhlar onunla beslenir ve insanın kalbini ferahlatır denilmiştir.

Hadisi şerifte:

"Üç şey kalbi ferahlatır, bedeni geliştirir; birinci güzel ko­ku, ikinci yumuşak elbise, üçüncüsü bal içmektir." duyurulmuş­tu r.

"Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi; birinci güzel koku, ikinci saliha kadın, üçüncüsü gözümün nuru beş vakit namaz." duyurulmuştur.

Erkek için kokunun güzel olanı, kokusu güzel olup, rengi ol­mayanlardır. Kadın için bunun rengi olup, kokusu olmayanlar gü­zeldir.

Zira kadın için bunun uygun görülmesinin sebebi, kadının gü­zel bir koku sürerek sokağa çıktığında kokusundan fitneye sebep olmasından korkulduğu içindir!

Mefatih’ül-Cinan

YETMİŞ BİRİNCİ BAB

YÜZÜK TAKMANIN ÂDABI

Resulullah ve Ashab-ı kiram yüzük taktılar. Bizlere de yü­zük takmak sünnettir.

Yüzük takmanın âdâbı şu şekildedir:

1)      Yüzük demirden tunç veya bakırdan imal edilmiş olma­lıdır.

2)                  Dış kısmı gümüş veya Akik taşı olmalıdır. Hadis-i şerif te:

"Akik taş değil berekettir, onu kullanın!" buyurulmuştur.

Parmağında akikten yüzük olan kimseye gam ve keder arız olmaz. Başka bir hadis-i şerif’te:

"Parmağınızdaki yüzük akik olduğu sürece keder size gelmez!" buyurulmuştur.

Zümrüt yüzüğü kullanmanın fakirliği giderdiği rivayet edilmiş­tir. Hadis-i şerifte:

‘ Yüzük olarak zümrüt kullanın fakirliği bertaraf eder.” du­yurulmuştur.

Yakut yüzük takmak ise güç işleri kolaylaştırır. Parmağında yakuttan yüzük bulunan kimse insanların şerrinden emin olur, has­talıktan salim ve emin olur, o kimseye yıldırım isabet etmez.

Bir kimse yakutu kolye olarak boğazına assa hafakan hastal­ığına yakalanmayacağı söylenir.

Ayrıca, sarı yakut bir kimsenin parmağında bulunsa o kimse rüyasında boşalmaz ihtilam olmaz diye Tıbbı Nebevi’de rivayet edilmiştir.

3)    Kişi yüzük takarken sahabenin de bu şekilde taktığını düşünerek sünnete uymak niyetiyle takmahdır.

4)    Kişi taktığı yüzüğü insanlara karşı övünmek için kul­lanmamalıdır.

5)    Kişi yüzüğünü sol elinin küçük parmağına takmalıdır. Süsle övünmediğini göstermek için yüzük üzerindeki taşlı tarafı avucunun içine çevirmelidir. Zira Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bu şekilde takındıkları rivayet olunmuştur.

Mefatih’ül-Cinan

YETMİŞ İKİNCİ BAB

SELÂM VERME ÂDABI

Müminler birbirlerinin kardeşleri olduklarından nerede karşıla­şırlarsa karşılaşsınlar birbirlerine selâm vermeleri İslâm hukuku’nun gereğidir. Kur’ân-ı kerim’de şöyle duyurulmuştur:

”Selâmlandığınız zaman, size selâm verenin selâmının aynısı veya daha güzeliyle ona karşılık verin.” (Nisa suresi-86) ayet-i çelilesi göstermektedir ki, müminler kendilerine selâm verildi­ğinde aynısıyla yada daha güzeliyle almak zorundadırlar.

Bu ayetteki selâmlama kelimesi, Allah sana uzun ömürler ve afiyet versin demektir. Şer’i manade ise bildiğimiz selâmdır her mil­letin kendine has bir saygı ifadesi vardır. Hadis-i şerif’te:

"Hıristiyanların selâmlaşması elini ağzına koyarak olur. Yahudi milletinin ki eliyle işaret ederek olur, Mecusi taifesinin selâmı belini bükerek olur." duyurulmuştur.

Bu hadis-i şeriften anlaşıldığı gibi müslümanlara özel olan se­lâmlaşma şekli, “Esselâmu aleyküm” veya “Selâmun aleyküm” şeklindedir.

Daha önce geçen ayette emredildiği gibi selamlaşmak şu şe­kilde olur. Bir kişi; Esselâmu aleyküm derse ona karşılık olarak. Ve aleykumüsselâmu ve rahmetullahi denilmelidir. Yada bir kişi Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi derse ona Ve aleykumüsseiâmu ve rahmetullahi ve berekâtuhu denilmelidir. Şayet Esseîâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu diye selâm verirse ona da aynısıyla mukabele edilerek Ve aleykumüsselâmu ve rah­metullahi ve berekâtuhu denir.

Bu üç çeşit selâmın her biri birbirlerinde daha faziletlidir. Es­sellâmu aleyküm diyerek verilen selâma on beş hasene yazılır. Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi olarak verilen selâma yirmi hasene verilir. Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtu­hu diye verilen selâma otuz hasene verilir. Hadis-i şerifte:

“Kim (Esseiâmu aleyküm) derse ona on hasene yazılır. Kim, (Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi) derse ona yirmi se­vap verilir. Kim, (Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve bere­kâtuhu) derse otuz sevap yazılır.” buyurulmuştur.

Selamda; Esselâmu aleyküm demekle Selâmun aleyküm demek ikisi de caizdir. Nitekim Kur’ân-ı kerim’de “Esselâmü alâ menittebeal hüda”, “Ve selamün alâ ibadihillezinestafa” ikisin­de de zikrolunan şekliyle

Selâmın manası:

selâm kelimesi mana olarak dünya ve ahirette esenlik üzerine olsun demektir. Bir kimse tek kişiye selâm verirken yine aleyküm yani sizin üzerinize olsun derse, selâmı çoğul olduğu için hafeze melekleri de selâmı karşılarlar ve onlar bir kişinin selâmına karşılık verirlerse o kişi azaptan muaf olur diye rivayet edilmiştir.

Selâmın âdâbı şu şekildedir:

1-    Selâmı veren ile selâmı karşılayan birbirlerine sesleri­ni duyurmalıdır.

2-     Duruşma sırasında davacılar hâkime, öğrenciler öğret­mene, yüksek sesle Kur’ân okuyanlara, vaaz verenlere, mes­citte oturararak namazın vaktinin gelmesini bekleyenlere, genç kızlara selâm verilmemelidir.

3-    Bir yerden kalkılacağı zaman orada bulunanlara selâm verilmelidir. Hadis-i şerif’te:

“Bir Müslüman oturduğu meclisten selâm vererek ayrılır­sa Allah ona bedeninde ki tüy adedince sevap yazılır, bin de­rece yükseltir, ve oturduğu o yer onun için kıyamete kadar onun için istiğfar eder.” buyurulmuştur.

4-     Kişi rastladığı herkese selâm vermelidir. Tanıdık olsun veya olmasın. Tanımadığı kişiye selâm vermemek kıyamet alâme­tidir diye rivayet edilmiştir.

Rivayet edilirki: Resulullah’a soruldu; İslâm’da en faziletli ibadet nedir?

“Yemek yedirmek ve tanıdık olsun olmasın herkese se­lâm vermektir.” buyurdular.

Hadis-i şerifte:

"İki kişi birbirlerine rastlayıp birbirieriyle konuşurken aralarında taş ağaç veya perde olsa, verdikleri selâmı yeniden vermeleri gerekir” buyurulmuştur.

5-     Kişi selâm verdiği insanın Müslüman olmadığını veya ehli kitap olduğunu öğrenirse hemen selâmımdan döndüm de­melidir.

6-     Binek üzerinde olan yaya olana, ata binen eşeğe bine­ne, küçük büyüğe, az olanlar çok olana selâm vermelidir.

Rivayet edilir ki;

Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdu­lar:

“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinize sevgi besle­medikçe de iman etmiş sayılmazsınız.

Size aranızda sevgiyi artıracak şeyi söyleyeyim mi? Ara­nızda selâmı yaygın hâle getirin!”

Selâmlaşmanın en sonunda musafaha yapılmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Selâmlaşmanızı musafaha ile tamamlayınız!" duyurul­muştu.

Musafaha sünnettir lâkin iki tarafında karşılıklı olarak isteme­leriyle sünnet olur. Bu şekilde yapılan bir musafaha da günahlar yaprakların dökülmesi gibi dökülür.

Hadis-i şerifte:

“Musafaha ediniz! Musafaha etmeniz kalbinizdeki kin ve çirkinlikleri temizler!” duyurulmuştur.

Bir başka hadis-i şerifte:

“El sıkışın ki, kalplerinizdeki kin gitsin.” duyurulmuştur.

Kucaklaşmak suretiyle saygı ve sevgi de dulunmak, şehvetsiz ve giyinik olmak şartıyla caizdir.

Âlim, zahid, adil hükümdarların elleri öpülür.

7-     Kendisi aracılığıyla selâm gönderilen kişi, aldığı bu se­lâm emanetini mutlaka yerine iletmelidir.

8-      Kişi birisine yazılı olarak selâm gönderse, o selâm’ın cevabının da yazılı olması gerekir. İmam Ebu Yusuf (radlyallahu anh) bu görüştedir.

9-                  Kişi kendi evine girerken evdekilere selâm vermelidir.

10-               Fakat eve girdiğinde evde kimse yoksa;

“Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahis-salihîn”

"Bana ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun!" demelidir. Bu şekilde verilen bir selâmı melekler alırlar.

Ruh’ul Beyân Tefsiri

YETMİŞ ÜÇÜNCÜ BAB

MİSAFİR OLARAK BİR EVE

GİRMENİN ÂDABI

Kişi, başka birisinin evine girmek istediğinde, girmek için izin istemelidir, izin verilmediği takdirde girmeden geri dönmelidir.

Annesinin içerisinde bulunduğu eve de izinsiz girmek uygun değildir.

Rivayet edilirki, Bir sahabe gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a, annesinin yanma izinsiz girmesinin uygun olup olmadığını sordu,

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle cevap verdi;

Anneni çıplak hâlde görmek istemiyorsan izin almalı­sın!” buyurdular.

Mefalih’ül-Cinan

YETMİŞ DÖRDÜNCÜ BAB
HELALİNDEN KAZANMANIN
ÂDABI

Allah için yapılacak işlerin en güzeli, helâlden kazanma­ya gayret göstermektir.

Hadis-i şerif’te:

“Amellerin en faziletlisi helâl kazançtır.” buyurulmuştur.

Allah’ın bütün farzlarını edâ etmek için sıhhat şarttır. Sıhhat de ancak helâl kazançla elde edilir.

Kişinin, kendisi ve ailesini doyuracak ve de varsa borcunu ödeyecek kadar kazanç sağlamak için uğraşması farzdır.

Bu sayılanlardan fazla para kazanmak için çalışmak sadaka vermek ve yardımda bulunmak maksadıyla olursa nafile namazdanüstün olur.

Rivayet edilir ki;

Hz.İsa bir gün dünyalık işlerle alâkasını kesmiş bir zahid ile karşılaştı ve ona:

-      Senin yiyeceğini kim verir? diye sorar bunun üzerine adam:

-      Kardeşim var, yemeği o getirir, deyince Hz. İsa tekrar:

-     Senin kardeşin ibadet olarak seni geçmiştin Çünkü o hem ailesi için hem de ibadetle meşgul olan abisi için helâl ka­zanç sağlamakla meşgul

Helâlinden kazanmaya gayre etmek, bu davranışla övünmek için olursa haram olur fakat helâlinden giyinmek ve yemek için olur­sa sorun yoktur. Resulullah Efendimiz:

 “İyi mal, iyi adama ne güzelde yaraşın” buyurmuşlardır.

Kazanç beş şekilde sağlanır diye rivayet edilmiştir;

Cihad ederek,

Ticaret yaparak,

Rençberlik yaparak,

Sanatla uğraşarak,

Dilencilik yaparak.

Kişi kendisi için kazanç sağlamaktan acizse, dilencilik yapabi­lir. Hadis-i şerifte:

"İnsanın son kazanma şekli dilenciliktir.” duyurulmuştur.

Hiçbir şeyi olmayıp da bütün çarelere başvurup yine de gün­lük nafakasını temin edemiyorsa o zaman buna müsaade edilir.

Fakat bir günlük yiyecek temin etmeye güçleri yeten kişilerin dilencilik yapmaları haramdır, caiz değildir.

Dilencilik hakkında çok büyük bir ikaz vardır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdular:

“Eğer kişi dilencilik yapmak için kendisine bir mazeret uydurursa yeni bir kapı açarsa, Allah onun için fakirliğe yetmiş kapı açar” denilmiştir.

İbrahim Ethem Hazretleri, bir gemiye binmiş yolculuğa çık­mışlardı. Aniden çıkan fırtına yüzünden geminin batmasına ramak kalmıştı ve gemideki insanlar İbrahim Ethem’e korktuklarını söyle­yince, şu şekilde bir cevap aldılar;

-     Bu fırtına şiddetli değildir, asıl şiddetli olan bir kimsenin yüzünün suyunu döküp de başkasına bir hâlini anlatan kimse­nin o sıkıntılı durumuna nazaran hiçtir!

Kişi çalışarak büyük şeylere vâkıf olabilir;

Bunları şu şekilde sayabiliriz;

1-     Kişi ticaretle uğraşarak çalışırsa kazancı çok olur. Toprakçılıkla uğraşırsa, doğadaki hayvan ve bilhassa kuşlara besin te­min eder.

2-     Kişi çalışarak vaktini boşa geçirmek gibi bir illetten kendisini korumuş olur.

3-     Kişi çalıştığı için, çalıştığı vakitlerde günah işlemeye vakit bulamaz ve bu sayede birçok günahlardan kurtulmuş olur.

4-     Kişi çalışarak fakirlik denilen hastalıktan kurtulur. Bah­sedilen fakirlik iki çeşittir;

aSabırlı olan fakirler.

bAllah'a fakirlik sebebiyle isyan edenlerdir.

Lokman (aleyhisselam) oğluna nasihatte bulunurken,

"Helâlden kazanmak fakirlikten korur. Kişi fakir olursa ona üç şey gelir. Dininde azlık (inancı zayıflar), aklında eksiklik (akli dengesi bozulur) ve de ahlâkında eksiklik (şahsiyetini yitirir). Bunlar kötü olmasına rağmen bunların daha da kötüleri bu gibi fa­kirlerle alay edenlerdir.

Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) şöyle demiştir:

"Kişi kazanç sağlamak için çabalamadığı sürece Allah’ım bana rızık ver diye dua etmesin!” buyurmuştur. Çünkü biliyorsu­nuz ki; gök ne altın yağdırır ne de gümüş.

Ve yine Ömer b. Hattab; Zeyd b. Seleme'ye meyvecilikle uğ­raşırken şöyle dediler:

"Ey Zeyd’ Bu tür işlerle elde ettiğin kazançlar gözünü tok yapar. Dinini fazlasıyla korursun ve kavminin yanında kendisi­ne ikram edilen olursun.”

5-    Peygamberin mübarek âdet ve sünnetlerine uymak. Zi­ra her peygamberin, bir çalışıp kazanma usulü vardır. Bizim Pey­gamberimiz; Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın kazancı ise cihad ve savaş ganimetidir. Hadis-i şerifte:

 “Birisi helâl kazanmak için çalıştığı işin yorgunluğuyla yatarsa, o kişiye cennete girmek vacip olur ve Allah kendisin» den razı olmuş olarak yatağında yatar." buyurulmuştur.

Kendisi için kazanç sağlamakla ilgilenen kişi, kazanacağı şe­yin rızkını etkileyeceğine inanmamalıdır. Çünkü bu rızkına sadece bir aracıdır ve kişinin rızkını yaratan, veren Allah'tır.

Mesela yemek yemekle belki de insan doymaz ama tokluğu ona veren Allah'tır.

YETMİŞ BEŞİNCİ BAB

BORÇLANMANIN ÂDABI

Mümin kişi bazen mali ve iktisadi sıkıntıya düşebilir. Bu du­rumda mümin kardeşinden borç alabilir. Kişi ihtiyaç durumunda, din kardeşinden bu ihtiyacını gidermek için alacağı parayı, ge­ri vermek ve ödemek niyetiyle almalıdır.

”Kişi birisinden geri ödemek kaydıyla borç alırsa, Allah o kişiye bir melek görevlendirir ve o melek borç ödeninceye ka­dar ona duâ eder.” buyurulmuştur.

Bu şekilde söz verip ölen bir kişi için Allah "Ben onun velisiyim" buyurmuştur. Fakat kişinin bu borcu ödemeye niyeti yoksa, Ümmet-i Muhammed’e zulüm etmiş sayılır ve altın ve gümüşün geçmediği Arasat meydanında borçlu olduğu kişiye sevaplarından alınarak verilir.

Hadis-i şerifte:

"Kişi insanlardan ödemeye niyet ederek borç alırsa ömrü vefa etmeden ölürse ben onun velisiyim. Ödemek niyetinde ol­madan borç para alıp da sonra ölürse, işte o zaman o kimse­nin sevaplarından alınır, çünkü o gün ne dinar ne de dirhem vardır.” duyurulmuştur. Yine hadis-i şerifte:

“Kim insanların parasım malını ödemek niyetiyle alırsa Allah ona ödemede yardım eder. Eğer ödememek niyetiyle ahrsa Allah onu itlaf eder.” duyurulmuştur.

Borçlu olan kişi, alacaklı olan iyi davranmalıdır. Eline para ge­çer geçmez hemen ödemelidir. Parayı ödemek için imkân bulama­dığında gidip özür dilemeli ve vakit istemelidir.

Borcu vaktinden önce ödemek çok daha faziletlidir. Ama yine de borçlanmaktan kaçınmak gerekir.

"En hayırlınız, borcunu ödemekte titiz davrananlarınızdır.

Kimin borcunu ödemeye gücü yetiyorsa vaktinden öncede de olsa onu ödemekte acele etmelidir." buyurulmuştur.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’dan rivayet edilmiştir:

Bir kişinin dağlar kadar borcuda olsa bu duâyı okumaya devam ederse, Allah o borcunu ödemesinde kolaylık ihsan eder:

Allahümme ektini bi helâlike an haramike ve ağnini bifadlike ammen sivake.

“Allah’ım, haramına saptırmadan helalinle beni yetindir, başkasına muhtaç kılmadan fazlınla beni zengin kıl!”

Mümkün oldukça borç para almamaya gayret etmelidir. Çün­kü borç kişinin üzüntüsünü artırır gece uykusuz gündüz ise zillet içinde bırakır.

Hadis-i şerif’te:

“Borca girmekten sakının! Çünkü o, geceleyin insanı üzer, gündüzleri de zillet içinde bırakır.” buyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

YETMİŞ ALTINCI BAB

BORÇ VERMENİN ÂDÂBI

Soru: Bir kişinin borç vermesi mi yoksa sadaka vermesimî daha hayırlıdır?

Cevap: Borç vermek daha hayırhdsr! denilmiştir

Bir zenginin herhangi bir ihtiyacını karşılamayı kişi kendisine ganimet bilmelidir. Çünkü zenginler bazen müşkül duruma düşse­ler de, isteyemezler. Bu şekilde zor duruma düşmüş bir zengine bir dirhem borç vermek, herhangi bir fakire yetmiş dirhem sadaka ver­mekten daha faziletlidir. Çünkü sadaka verdiğin ;üşi bazen ihtiyaç sahibi olmayabilir. Fakat borç para isteyen insan sıkıntıdadır ve o nedenle kapına gelmiştir.

Ödünç bir şey istemek daima güç ve sıkıntı vericidir. Bu yüz­den borç vermek sadakadan hayırlıdır evlâdır.

Hadis-i şerifte: "Ödünç vermek sadakadan hay§rhdır’" du­yurulmuştur. Başka bir hadiste:

"Miraca çıktığım gece, cennetin kapısının üzennde, sada­ka on katiyla borç vermekte on sekiz katıyla mükâfatlandırıla­cak diye yazdığını gördüm. Cibril’e bunun sebebini sorduğum da: Sadaka zenginin de fakirinde eline geçebilir, lâkin borç pa­ra sadece ihtiyacı olana düşer, dedi." buyurulmuştur.

Ödünç paranın fazileti hakkında Kur’ân-ı kerîm de:

"Hani kim var dişinden tırnağından artırıp Allah yolunda bir ödünç verecek, o versin de Allah da ona kat kat fazlasını versin..." (Bakara suresi-245)

Allah’a ödünç vermek, borç verilen kişiden herhangi bir hediye veya başka bir iltifat beklememektir. Verilen ödünç para Allah rızası için verilir. Bu şekilde Allah rızası için verilen şeyin kar­şılığı beklenmez. Bu iş karşılıksız kalmaz. Onun mükâfatını Allah kat kat verecektir.

Borç paradan bir karşılık beklenmediğini İmam-ı Azam’dan öğrenelim. İmam Azam, günlerden bir gün, alacağını istemek için, bir kişinin kapısına gidip, kapıyı çalar ve içeriden kendisine yanıt gelene kadar evin gölgesinden çekilip güneşte oturur. Onu gören­ler sorar:

-    Neden güneşin altında oturuyorsun da, duvarın gölge­sinden faydalan mıyorsun? İmam-ı Azam şöyle cevap verir:

-    Ben bu evin sahibine borç para vermiştim. Onu isteme­ye geldim ve eğer o evin kapısında bekleyerek rahat etsem, ev sahibi beni ödüllendirmiş olur, bu da benim borç vermemden dolayı alacağım sevabı azaltır. Bundan çekiniyorum.

Kendisine borç verilen insana, borcun vakti geldikten sonra bir müddet daha süre vermelidir. Yada alacak tamamen bağışlanmalıdır.

Resulullah hadis-i şerif’te şöyle buyurmuştur:

"Birisi, borcunu ödemeye gücü yetmeyen birisine süre verir veya borcundan vazgeçerse, Allah onu kıyamet gününde çok kolay bir hesaba çeker" buyurulmuştur.

Başka bir hadiste:

"Birisi, belirli bir zamanın sonuna kadar birisine borç ver­se, o vakit gelene kadar amel defterine her gün için sevap ya­zılır." buyurulmuştur.

Borç veren kişi verdiği borcu Allah rızası için verdiğinden do­layı, kefil ve şahit gibi şeylerle borçluyu müşkül durumda bırakma­malıdır.

Rivayet edilir ki:

İsrail oğullarından bir kişi, birisinden bin altın borç isteyince, borç istediği kişi ona:

-     "Şahidin var mı?" diye sormuş adam:

-     "Allah şahidimdir" demiş, bunun üzerine borç verecek kişi:

-     "Peki kefilin var mi?" diye sormuş adam yine:

-     "Kefilim de Allah’tır" demiş. Adam bu sözler üzerine

-     “Bende Allah’ın kefilliği ve şahitliği olduğu için bu para­yı sana veriyorum." demiş.

Aradan uzun zaman geçmiş ve borcun ödenme zamanı gel­diğinde, borçlu adam ödemesi gereken altınları toplamış ve götür­meye hazırlanırken, deniz kenarına gelmiş. Tam bu sırada bir fırtı­na çıkmış, fırtına yüzünden gemiler çalışmayı durdurmuş. Adam çok şaşırmış, çünkü fırtına sebebiyle borcunun vadesi geçecekmiş, bakmış olacak gibi değil hemen bir ağacı kesmiş ve içini delip al­tınları içine koymuş, hâlini anlatan bir yazı koymayı da unutmamış. Sonra "Ey Rabbim! Ben bu altınları senin şahitliğin ve kefale­tinle aldım, sen bu altınları yerine ulaştır” diye duâ etmiş. Teva­fuk odur ki, alacaklı olan adamın hanımı evde odun kalmadığı için odun toplamak için deniz kenarına inmiş. Suyun kıyıya attığı odun­ları toplarken içinde altınların olduğu ağacı da alıp hanesine gelir. Odunu yardığında altınları ve içindeki yazıyı görüp kendilerine ait olduğunu anlar. Cenab-ı Hakka hamd eder.

Fırtına dindikten sonra, borçlu olan adam, yanına bin altın da­ha alarak, deniz yoluyla gönderdiği paranın akıbetini de merak ederek belki eline ulaşmamıştır, alacaklı olanın yanına varmış. Ya­nına girer girmez alacaklı şöyle demiş:

-    Sen borcuna Allah'ı kefil ve şahit tuttuğun için, Allah senin borcunu bana tamamen ve eksiksiz olarak ulaştırdı, müjdeler ol­sun.

Buhari-i Şerif, Şir’at-ül İslâm

YETMİŞ YEDİNCİ BAB

MÜMİNLERDEN BİR ŞEY
İSTEMENİN ÂDÂBI!

Mümin, Allah’a sığınarak her işine onu vekil yaparak, in­sanların mallarına göz dikmekten uzak durarak dimdik durma­lıdır. Bu şekilde hareket edenleri Allah mükâfatlandırır ve her mah­lûku onlara muhtaç eder. İnsanların elindeki mallara göz dikmek ve insanlara karşı iki yüzlü olmak ölümden bile kötüdür ve belâların en büyüğüdür. Kendisini namuslu tutan kişiyi, Allah daha da namuslandırır.

Hadis-i şerifte:

"Namuslu olan kişiyi Allah namuslandmr. Gözü tok olanı Allah zengin eder" duyurulmuştur.

Kıyamet gününde bazıları yerlerinden kalkıp kuş gibi uçarak cennetteki yerlerine girerler. Cennette yaşamaya başlarlar. Melek­ler onlara şöyle sorar:

-    Siz hesap, kitap ve mizan görüp sorgulandınız mı? On­lar ise:

-                  Biz bunları görmedik. Bunun üzerine melekler tekrar;

-                  Siz kimsiniz? Dünyada ne iş yaptınız? diye sorunca;

-     Biz Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in ümmetindeniz, dünyada gizlice günah işlemekten uzak durup Allah’tan utandık, Allah’ın bize verdiği rızka razı olup onunla yetindik ve de insanlardan bir şey istemedik, diye cevap verirler.

Hadis-i şerif’te:

"Birisi, insanlardan bir şey istememek üzerine kendisine kefil olursa, ben de o kişinin cennete gireceğine kefil olurum.’’ buyurulmuştur.

Sevban (radıyallahu anh), başkasından bir şey istememek için kendisine kefil olmuş ve, at üzerindeyken elindeki kamçısı düş­se onu başkasından istemek yerine iner ve kendisi alırdı.

İnsanlardan birşey isteneceği zaman esas olan budur. Son derece iffetli ve şahsiyetli olup kimseden bir şey istememeye gay­ret etmelidir.

Fakat karşılanması gereken ihtiyaç kişinin gücünün üzerin­deyse bunu birisine arz edip anlatmak ve yardım istemek âdâbtandır ve bunun âdâbı şu şekilde olur.

Yardım isteyecek kişi önce abdest ahr ve Allah rızası için iki rekât namaz kılar ve namazın ardından yardım isteyeceği şey hususunda ilk olarak Allah’tan yardım ister. Perşembe günü olursa eğer, bunu kendisi için ganimet bilmelidir. Yani perşembe günü ha­cetini istemelidir. Bundan sonra, Ali imran Suresi 200 ayetini okur:

Âli İmran suresi 200. ayet-i kerîme:

"Ey iman edenler! Sabır edin ve sabır yarışında düşman­larınızdan ileride olun. Sınırlarda savaşmaya hazır olun! Aliahdan korkunuz ki kurtuluşa eresiniz!" ayetini okur.

Bundan sonda, Ayet’el Kürsi’ya, Kadir suresi’ni (İnna enzelnahu..), Fatiha-i şerife’yi okur. Salâîı şerife getirmeli ve soyca te­miz ve salih kimselerden birisini bulup durumunu ona münasip bir lisanla anlatmalıdır.

“Bir isteğiniz olduğunda bunu, ümmetim içerisindeki merhametli kişilerden isteyin. Bu şekilde yaparsanız isteğiniz yerine gelir. Allah, benim rahmetim, merhametli olan kullarım üzerinedir, diye buyurmuştur. İsteyeceğiniz şeyi kalpleri kara­mış kişilerden istemeyiniz. Allah, benim gazabım kalpleri ka= rarrmşların üzerinedir, buyurmuştur" duyurulmuştur.

Eğer böyle hacetinizi karşılayacak salih kimseler yoksa, o za­man mürüvvet bakımından bilinen kimselere gidin, o evsaf da kim­se de yoksa o zaman yüzünde nur eseri olup halkın yardımına ko­şan yardım edemediğinde üzülen kimseye gidip hacetini arz eyle­melidir.

Bir şey istenecek kişilerin yüzlerine karşı asla onları övmemeli ve onlara yalakalanmamalıdır. Eğer talep ettiği şey yapılıyorsa Al­lah'a bunun için hamdetmelidir. O şahsa da duâ etmelidir. Eğer is­tediği şey olmazsa, istediği kişiyi suçlamamalı kötülememeli, sabretmelidir.

Bir kimsenin gayet müşkül bir işi olsa veya borca girse bin de­fa; “Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” derse, Cenab-ı Hakk o kimsenin müşkülini giderir.

“Bîr kişi çok zor bir işe girse ve borçlansa, bin defa ‘Lâ havle vela kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm’ derse Allah onun bütün işlerini kolaylaştırır.” duyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan

YETMİŞ SEKİZİNCİ BAB

ÂMÂ (KÖR) OLAN KİMSEYE
YARDIM ETMENİN ÂDÂBI

Âmâ; Kişinin gözlerinin görmemesidir. Onun bakan gözü kapanmış olup, hissettiği şeyleri göremez. Herkesçe bilinir. Lâkin bu körlük önemli değildir. Bunun hakiki manası ise kalp gözünün kör olmasıdır. Çünkü ayette:

"Kim bu dünyada kör olursa, (hakikatleri göremezse) ahirette de kör olur, yolu daha şaşırandır..’’ (İsra suresi-72) duyu­rulmuştur. Allah bizeri korusun!

“Gerçek kör, gözü görmeyen değildir, gerçek kör kalp gö­zü görmeyendir. Allah’tan gafil olandır" duyurulmuştur.

Gören gözün görmemesi, Allah’ın kuluna verdiği bir belâdır.

"Herhangi bir kulumu körlükle sınava tâbi tuttuğumda, o kulum bu sınava sabredip beklerse, onun iki gözlerine karşılık ona cenneti veririm." buyurulmuştur.

Başka bir kudsi hadis’te:

"Bir belâ ve zorlukla denediğim kulum eğer bunlara kar­şılık bana hamd ve şükrederek sabrederse, onun yeri sabret­mesine karşılık olarak mutlaka cennettir." buyurulmuştur.

İşte bu hâle düşen; âmâ olan kimse sürekli yardıma muhtaç olduğundan, bir kimse bir âmâ’ya yardım etse Cenab-ı Hakk o kim­seye yardım eder. Bir kimse bir âmâ’nın sol elini kendi sağ eliyle tu­tup onu yola götürse; böyle kaç adım götürse her adımı kadar bir kul azat etmiş kadar sevaba nail olur diye rivayet edilmiştir.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

YETMİŞ DOKUZUNCU BAB

YOLCULUĞA ÇIKMANIN
ÂDABI

Bir mümin, yoiculuk zahmetine, ailesinden ayrı kalmaya, dostlarından ayrılmaya sadece altı şey için katlanır, Bunlar;

1-      Hac yapmak için,

2-      Dinini yüceltmek gayesiyle cihad için,

3-      İlim öğrenmek için,

4-      Nefsini terbiye etmek için,

5-      Kendini veya ailesini veya muhtaçlara yardım etmek gayesiyle ticaretle uğraşmak için,

6-      Dinde mevcut olan fitneden kaçmak için olur.

Bu altı sebebin tümü de makbul ve merğubdur. Seferi müba­rektir. Bunların yalnız biri için yapılan yolculukta mübarektir.

Sefer; yolculuk sözlükte, açıklık manasındadır. Bir kimse yol­culuğa çıkınca her yönden açılır ve kâbileyeti gelişir, kalbi yumuşar, isyandaysa imana girer. Yolculukta birçok zorlukla beraber fayda­lar da vardır.

Bunları şöyle sıralayabiliriz;

1-      Yolculuk yapana Allah sevgi besler. Hadis i şerif te bu müjde şöyle verilir:

"Allah Teâlâ katında en sevilen şey gariplerdir, duyurul­muştur. Bunu duyan sahabe gariplerden maksat kimdir diye sor­muşlardır. Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurmuştur:

"Dinleri için hicret edenlerdir"

2-                     Yolculuk yapana cennet vacip olur.

Hadis-i şerifte:

"Bir kişi dini için bir yerden bir yere gitse, gittiği yer bir karış bile olmasa, o kişiye cennet vacip olur. Cennette İbrahim ve Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’e komşu olur" du­yurulmuştur.

3-     Kişinin rızkı genişler ve sıhhati iyileşir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

“Yolculuk yapın ki, sıhhate kavuşasınız!”

4-      Yolcu devamlı surette Allah’ın gözetimi ve himayesi al­tındadır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyur­muştur:

Yolcu yapacak kimse için âdâb şu şekildedir:

1)     Kişi yola çıkmak için pazartesi veya perşembe gününü kullanmalıdır. Çünkü bu iki günde kişinin yaptığı işler göğe çıkar ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a gösterilir.

2)     Kişi yolculuk için bir mekândan çıkarken veya yolculuk bitiminde evine girerken iki rekât namaz kılmalıdır.

“Biriniz yolculuk yapmak istediğinde evinde iki rekât namaz kılsın; döndüğü zamanda iki rekât namaz kılsın.”

Ayrıca namaz bitip yola çıkarken şu duâyı üç kere okumalıdır. Bu duâ okunduğunda bir melek yolculuk bitene kadar yolcuya eş­lik eder.

“Bismillah veamenîü billahi va’tesemtü billahi vetevekkeltü alallahi vela havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azîm”

"Allah’ın adıyla, Allah’a iman ettim ve ona teslim oldum. Ve ona tevekkül eyledim. Yüce Allah’ın gücü her şeye yeter!"

3)    Kişi yolculuğa çıkmadan önce dostlan arkadaşları ve ailesiyle vedalaşmalıdır. Hadis-i şerifte:

 "Kişi yolculuğa çıkmadan evvel arkadaşlarıyla vedalaş­sın, onlar onun için duâ ederlerse Allah o duaların bereketiyle onu bereketlendirir."

Ailesine ve çoluk-çocuğuna da şöyle duâ eder: “Ben sizi emaneti zayi etmeyen Allah’u Teâlâya emanet ediyorum.”

4)    Kişi yolculuk için bir binek kullanacaksa, bu bineğe bi­nerken ve inerken Besmele çekmelidir. Besmele nin olmadığı bi­nekte şeytanın olacağı söylenir.

5)    Kişi yolculuğa çıkacağı zaman eğer bulabiliyorsa ken­disine salih ve abid bir yol arkadaşı bulmalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] yolculuğa yol arkadaşı olmadan çıkmayı yasaklamıştır. Arkadaş sayısının dört olmasını tavsiye etmiştir. Şöyle buyurmuştur:

“Arkadaşlığın hayırlısı aynı sözde olan dört arkadaştır.”

Bunun hikmeti şu olsa gerektir; yolculukta insanlardan birisi hastalandığında vasiyet etmek isterse eğer, bir diğerine vasiyet eder, ikisi de şahit olur. Yada cemaatle namaz kılmak isteseler biri imam biri müezzin ikisi de cemaat olurlar. Birbirlerine arkadaş olur­lar. Mesela yolculukta dört kişi olsalar, birisi bir işi için bir yere gide­ceği zaman bir kişi de ona yardımcı olur ve diğer ikisi geride bırak­tıkları eşyalara göz kulak olurlar.

Eğer üç arkadaş iseler içlerinden biri (emir) başkan olur.

Hadis-i şerifte:

"Yolculuk esanasında üç kişi olursanız, aranızdan birisi­ni yol imamı olarak seçiniz.’’ duyurulmuştur.

Yolculuk esnasında birbirlerine arkadaşlık edenler devamlı yardımlaşmah ve birbirlerine kol kanat görmelidirler. Unuttukları şeyleri hatırlatmalı, her işlerinde birbirleriyle istişare etmelidirler.

6)     Kişi ve yol arkadaşları yanlışlıkla, başka bîr yola sapar­larsa, yol sordukları kişi tanımadıkları biriyse onun gösterdiği yola girmemelidir. Şeytan, cin veya casus olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalıdır. Hadis-i şerifte:

 "Boş ve çıkmaz çöllerde, cinlerin öyle bir çeşidi vardır ki; onlara Ğavl derler ve insanların yollarını saptırıp helâk olmala­rına sebep olurlar."

Başka bir hadis’te:

"Size Ğavl demlen cinle musallat olduğunda acilen ezan okuyun!" duyurulmuştur.

7)     Kişi yolculuk için gemiye binerken şu âyeti kelimeleri okur:

”Bismillahi mecraha ve mersaha inne Rabbi legafurun rahimun, vema kaderullahe hakka kadrihi ve'l-ardu cemi'an kabzatuhu yevme'l-kıyameti ve’s-semavati matviyyatun biyeminihi sübhanehu ve teâlâ amma yüşrikûn!"

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’in hadisinde böyle tav­siye edilmiştir. Bu ayetleri okuyan kimse boğulmaktan kurtulur, buyurulmuştur.

8)     Yolculuk esnasında yol arkadaşları ile ayrı ayrı değil de beraber konaklamalıdır. Tek başına konaklamaktan Peygemberimiz bizi alıkoymuştur. Çünkü hadis-i şerifte:

"Siz yol arkadaşlarının birbirinizden ayrı bir şekilde vadi ve köşelerde konaklamanız şeytandadır!" duyurulmuştur.

9)                   Yolcular gece olduğunda şu şekilde duâ etmelidir;

"Ya ardu Rabbî ve Rabbuki’l-lahu, euzü billahi min şerriki veşerrima fiyki, ve şerri madabbe aleyki vemin şerri külli esvedin veesedin vehayyetin vea’krebin vemin şerri sakini'l-beledi vemin şerri validin vema velede velehu masekene fi'l-leyli ve'n-nehari ve hüve’s-semiu'l-alîm"

10)    Kişi geceleyin konakladığında bir karartı görürse bun­dan korkmamalıdır. Mücahid (radıyallahu anh) bu konuda şöyle demiştir. "Geceleyin karartı gördüğünde ondan korkma çünkü o senden daha çok korkar"

11)    Yolculuk esnasında yol seçmek için tereddüte düşü­lürse, sağ taraftaki yön tercih edilmelidir. Allah bu şekilde hare­ket edenlere yol gösterici adında bir melek yollar ve o onlara doğ­ru yolu gösterir. Hadis-i şerifte:

“Yol hususunda tereddüde düştüğünüzde, sağ tarafı ter­cih edin. Çünkü orada Hadi adında bir melek vardır.”

12)    Yolculuk için gidilen ülkelerin valisi yoksa ve orada fitne bulunuyorsa oraya gitmemelidir.

Ancak her şeyin Allah katından geldiğine iman eden, fitnele­rin olduğu yerlere girmelerinde bir beis yoktur. Bu şekilde iman et­miş bir kimse böyle bir beldeye gittiğinde oradaki fitneyi gördükçe imanı kuvvetlenir.

Rivayet edilir ki; Abdülmelik b. Mervan ülkesindeki fitnenin verdiği zararları görüp bundan kaçmak için niyetlenmiş. Bir gece kölelerden birisini yanına alarak şehirden ayrılmış, fakat biraz yol yürüyünce halifenin uykusu gelmiş ve kölesine şöyle demiş:

-"Benîm uykum geldi, uykumu kaçıracak bîr şeyîer anlat" fakat köle, halifenin hoşlanacağı türden hikâyeleri bilmediğini söy­lese de halife ısrar etmiş ve köle şöyle bir hikâye anlatmış:

-Tilki, arslanın huzuruna varıp şöyle demiş:

Ben zayıfım, benden başka her vahşi hayvan ve kuştan kor­kuyorum, beni kendi himayene al bende biraz olsun rahat edeyim!

Arslan bu sözler üzerine tilkiyi koruması altına almış, yanında gezmesine ve rahat etmesine izin vermiş. Günün birinde tilki hava­da siyah bir kuş görmüş ve bunu kendisine saldıracak sanmış. Ars­lan ise onu teselli etmeye çalışmışsa da kuş tepelerinde gezindik­çe tilkinin korkusu katlanmış. Derken tilki arslana o kadar çok so­kulmuş ki en sonunda dayanamayarak arslanın sırtına çıkmış ve bunu gören kuş gökten yere doğru süzülmüş ve tilkiyi kapıvermiş. Tilki kuşun pençeleri arasında giderken;

"Ey koruyucuların babası! Antlaşmamıza ne oldu” deyin­ce, Arslan da;

-"Benim seninle antlaşmam yeryüzünden gelecek saldırı­lar içindi, gökyüzünden gelecek saldırılara karşı ben bir şey yapamam, gücüm yetmez" demiş.

Halife bu hikâyeyi duyunca hemen ülkesini terk etmekten vaz­geçip tövbe etmiş. Sonra ülkesine dönünce şöyle bir beyit okumuş:

“Kaderinde yazılı olan şeyden kaçsan da, o gelip seni mutlaka yakalar”

13)    Eğer yolculuk yaparken bir ülkeye ilk kez giriliyorsa o ülkenin soğanından yemek gerekir. Hadis i şerif te:

 “Kim bir yerin soğanını yerse onun suyu ona zarar ver­mez! buyurulmuştur. Rivayet olunduğuna göre, ilk kez gidilen bir ülkenin soğanından yenilirse o ülkenin suyundan ve havasından emin olunur.

14)    Kişi yolculuğu bitip de dönünce, evine girmeden ön­ce gücü yetiyorsa kurban kesmelidir. Resulullah yolculuğa çıkıp da tekrar Medine dönünce şehre girmeden deve kurban ederdi.

15)    Kişi yolculuk bittiğinde eve gece gelmemelidir, ev hal­kına daha önceden haber yollayıp gündüz vakti gelmelidir. Bu­nun hikmeti ise evin hanımının kocası için süslenmesi ve güzelleş­mesidir. Peygamberimiz şöyle buyurdular:

“Birinizin evden uzaklaşması hayli uzun olursa, eve gece gelmesin!” Bu hadisin vürûdundan sonra iki kişi evlerine gece git­tiler birde ne görsünler, evlerinde yabancı erkekler, hayret ettiler.

16)    Kişi yolculuğu bitip de evine dönerken gezdiği yerler­den evine hediye götürmelidir. Onlara gezdiği yerlerden bir taş bile götürse hediye yerine geçer denilmiştir. Hadis-i şerif’te

“Biriniz seferden geldiğinde çantasında bir taş da olsa hediye ile gelsin!”

SEKSENİNCİ BAB

MÜMİNLERİN
BİRBİRLERİYLE OLAN
İLİŞKİLERİNİN ÂDABI

Cenab-ı Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uyabilmek için baş vurulacak iki şey vardır:

1" Allah’ın emirlerine itaat, (tâbi olmak)»

17)  Allah’ın kullarına şefkat ve merhamettin Allah’ın kulları­na nasihat ve merhamet edip, işlerine elinden geldiğince yardım et­mek hiç şüphesiz nafile ibadetten hayırlıdır.

Bu konu hakkındaki âdâb şu şekilde anlatılmıştır:

1-     Kişi mümin kardeşinin kederiyle kederlenmelidir ve onun sevindiği şeyle de sevinmelidir. Hadis i şerifte:

"Müminler birbirlerini sevme konusunda aynı bir beden gibidirler. Bedenin organlarından birisine bir hastalık gelse o hastalıktan dolayı bütün vücut etkilenir." buyurulmuştur.

2-    İster günahkâr olsun ister abid, bütün Müslümanlara iyilik yapılmalıdır. Hadis i şerif te:

"Eğer yeryüzündekilere merhamet ederseniz, göktekilerde size merhamet ederler!" buyurulmuştur.

3-    Kişi, halkının kendisine yaptığı kötü şeyler varsa bun­lara sabretmelidir. Ve de kendisine bu tür kötülükleri yapıp hakkı­na tecavüz edenlere hakkını bağışlamalıdır.

Tabi bunu yaparken mükâfatını Allah'tan beklemelidir. İnsan­ların dilleriyle yaptıkları kötülüklere sabretmek çok zordur. Allah bi­le insanların dilinden kötülük bulmuştur. Bu ona şirk koşarak veya ona çocuk isnat ederek olmuştur.

Musa (aleyhisselam) İsrailoğulları kendi peygamberliğine dil uzattıklarında Allah’a şu şekilde duâ etti.

"Ey Rabbim, benim sahip olmadığım özellikleri bana is­nat etmemelerini senden dilerim!” Allah buna şu şekilde karşılık verdi:

"Ey Musa! Kendim için yapmadığım bir şeyi senin için na­sıl yaparım!"

4-                    Kişi halka yardımlarda bulunmalıdır.

"Kim gece olsun gündüz olsun bir mümin kardeşinin bîr ihtiyacını gidermesi için yardımcı olsa, o ihtiyaç giderilsin ve­ya giderilmesin bunu yapmak kişiye bir ay itîkâfa girmekten daha hayırlıdır.” buyurulmuştur.

5-     Kişi din kardeşinin herhangi bir zor durumunda ona yandaş olmalı ve onun sıkıntısını azaltmak için çabalamahdır.

Bunu yapmak kişinin affedilmesine sebep olur. Hadis-i şerif­te:

“Bir mümin kardeşinin kalbini sevinçli kılması, o mümi­nin mağfiret olmasının sebeplerinden biridir.” buyurulmuştur.

Abdullah b. Ömer'in, Hz. Ali (radıyallahu anh)'den rivayet etti­ği hadis-i şerifte;

"Farz ibadetler ifa olduktan sonra en faziletli amel, bir müminin kalbine sevinç koymaktır.” buyurulmuştur.

6-     Cinayet ve kabahat sahipleri için şefaat etmektir. Kişi bir suçu olan kardeşini bağışlamalıdır yada başkasına karşı bir suç iş­lemişse ona şefaatçi olmalıdır. Örneğin bir adam öldürmüş bir kar­deşi için, hak sahibine gidip onu affetmesini dilemek ve bu şekilde ona şefaatçi olmak gerekir. Kur’ân-ı kerim’de:

“Affetmeniz takvaya daha yakındır.” buyurulmuştur.

Hadis-i şerifte:

" Ashabım! Ecir ve sevaba nail olmak için bana şefaat

ediniz, çünkü ben cinayet işleyenler için onları bekletir ve ce­zalarını geciktiririm, bu arada gelip o kişi için şefaatçi olun!" buyurulmuştur.

Başka bir hadiste: Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

“Sadakanın hayırlısı, dilin verdiği sadakadır," diye buyu­runca sahabeler dilin verdiği sadaka da nedir diye sorunca, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şu şekilde cevap vermiştir;

"Dilin sadakası, şefaatçi olmaktır. O şefaatle kan korunur, yani bir kişi öldürülmekten kurtulur, bir kişiye bunun için bir iyilik gelmiş ve bir kişide kötülükten kurtulmuştur."

7-     Kişi din kardeşinin namusunu, her yerde korumalıdır.

Hadis-i şerifte:

"Kim, din kardeşinin namusuna halel getirecek bir şeyi bertaraf ederse, Allah’da ondan cehennemi bertaraf eder." bu­yurulmuştur.

Zira gücü, kudreti olan bir mümin, Müslüman kardeşine yardı­mı esirgememelidir, bu vebali büyük insanlık dışı bir hareket olur.

Başka bir hadis’te:

"Bir mümine, hakaret edilip eziyet yapılırken onun yanın­da olup da bunu engellemeye gücü yetmesine rağmen engel­lemeyen kişi, Arasat gününde Allah tarafında cennetlikler ve cehennemlikler önünde rezil edilir." buyurulmuştur.

8-     Kişi kendisine zulüm eden mümin kardeşini bağışla­malıdır. Hadis-i şerifte:

"Allah katında insanların en sevileni, diğer însanBara fay­dalı olan ve de kendisine zulüm edeni bağışlayandır!" buyurulmuştur.

Rivayet edildiğine göre, kıyamet gününde bir kişi, kendisine dünyada zulmetmiş olan birisiyle hesaba çekilir. Zulme uğramış olan, zalimden hakkını isteyince Allah şöyle buyurur:

"Sen onu dünyada affetmiştin!" O kişi de:

"Ey Rabbim! Ben onu dünyada affetmedim, hakkımı isti­yorum!" Bunun üzerine Allah şöyle buyurur:

"Sen dünyadayken, Allah’ım beni ve bütün Müslümanları bağışla diye duâ ettin. Ben de bu duâyı kabul eyledim. Seni ve bu adamı affettim. Ama istiyorsan duanı geri çevireyim." zulme uğramış olan bu sefer;

"Ey Allah’ım, ben onu affettim, sen o duâms kabul et!" der. Bunun üzerine Allah Teâlâ ikisini de cennete girdirir.

9-     Kişi bir kabahat veya kusur için özür dileyen mümin ki­şinin özrünü kabul etmelidir. Kişi kendisinden özür dileyen bir kimseyi bağışlarsa, Allah Teala onun günahlarını bağışlar. İmam-ı Şafiî (radıyallahu anh), Muğire b. Şe’be (radıyallahu anh)’dan: Pey­gamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) diyor ki:

"Rabbim, tek bir özrün bağışlanması ile iki bin büyük gü­nah affeder.”

Hadis-i kudsi de:

"Ben günah affetmek için bahane ararım" buyurulmuştür.

10-     Kişi herkese, değeri kadar saygı göstermeli ve saygı göstermekte ileri gitmemelidir.

Hadis-i şerif’te:

"Birisi, diğerine lâyık olduğundan fazla saygı gösterirse, o kişi kendisini beğenir ve nefsini unutur. Bu kendisine göste­rilen saygıdan dolayı kendisini o makamda sanmasından kay­naklanır ve kibirlenir." buyurulmuştur.

Rivayet olunur ki; Aişe (radıyallahu anha) yolculuk sırasında dinlenirken, bir fakir huzuruna geldi. Bunu gören Aişe (radıyallahu anha) ona biraz ekmek verilmesini istedi. Aradan fazla zaman geç­meden bu sefer de at üzerinde bir kişi daha geldi. Aişe (radıyallahu anha) bu sefer onun yan taraftaki çadıra alınıp onun için ziyafet verilmesini emretti. Bunun üzerine kölesi neden iki kişiye de farklı davrandığını sorunca şu şekilde açıkladı:

Allah herkesi bir makam üzerine indirdi, o yüzden herkese makamına göre davranmalıdır. İlk gelen fakir bir parça ekmekle mutlu olur bu onu razı eder, fakat zengin olanı bir ekmek parçasıy­la göndermek bize yakışacak şey değildir.

Lâkin bir mümine gösterilen saygı onun ilminden ve dürüst­lüğünden dolayı yapılıyorsa ve bunu yaparken ona ikramda bulun­mak isteniyorsa yapılmasında bir sakınca yoktur.

11-    Kişi, dine söz getirmemek kaydıyla her türden insan­la iyi geçinmelidir. Herkese iyi davranmakta yarar vardır. Çünkü insanlar kendilerine iyi davranılmasından hoşlanırlar ve memnun kalırlar.

12-    Her kavmin büyüğünü saygıyla karşılamalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] oturduğu bir sırada, Cerir b. Ab­dullah huzuruna girmiş ve oturacak yer bulamamıştır. Bunu gören Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hırkasını çıkarıp sererek onun oturması için yer hazırlamıştır.

“Otur ey Cerir!” dediğinde ise Cerir gözyaşlarıyla Resulullah'ın hırkasını eline alıp öptü ve gözlerine sürmüştür. Bunun üze­rine Resulullah (sallaîlahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:

"Bir kavimden sîze hatırı sayılır bir kişi gelirse ona saygı gösterin!"

Başka bir hadis’te:

"Bir kavmin saygı değer bir zatı size gelirse kâfir bile ol­sa ona saygı gösterin!" buyurul muştur.

Kâfire hürmet, onun Müslüman olmasını temenni ve rica et­mek niyetiyle olur. Peygamberimizin bunu kastettiği söylenmiştir.

13-     Bir Müslüman, birisine zengin olduğu için yaltaklanmamahdır.

14-     Kişi, fakir müminlere karşı mütevazı olmalıdır ve on­ları kendisinden üstün bilmelidir,

15-     Kişi, kendisinin bulunmadığı bir yerde övülse, bunu duyduğunda bunu iyi karşılamamahdır. Eğer beğenirse bu kişi­nin kendisini beğenmesine sebep olur bu da şeytandandır. Çünkü şeytan kendini beğenmiş herkesten üstün görmüş ve kibire kapıl­mıştır. Bu nedenle huzur-u İlâhi’den kovulmuştur.

16-   Kişi, kendisinden yaşlı olanlara saygı göstermelidir Çünkü onlar Resulullah (sallaîlahu aleyhi vesellem)’a zaman bakı­mından daha yakındırlar, bu da onların daha kıdemli olmasını sağ­lar. Hadis-i şerifte;

 “Yaşlı bir Müslüman’a saygı göstermek Allah’a olan say­gıdandır.” duyurulmuştur.

17-     Kişi, ilim bakımından üstün olanlara ve âlimlere de saygı göstermelidir.

18-     Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın soyundan gelenlere de saygı göstermek lâzımdır.

Rivayet edilir ki; Zeyd b. Sabit (radıyallahu anh) bir gün ata bi­nerken, Abdullah b. Abbas onun atının eğerinden tutup biraz yar­dımcı oldu. Sonra Zeyd:

"Ey Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın amcası özür dilerim!" dedi, bunun üzerine Abdullah b. Abbas;

"Hayır özür dileme, bize yaşlılara bu şekilde saygı göster­mek emredildi." dedi, Zeyd (radıyallahu anh);

"Uzatta eline bakayım" deyince Abbas (radıyallahu anh) eli­ni uzattı ve Zeyd (radıyallahu anh) da onun elini öptü ve;

"Bize de bu şekilde Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın akrabalarına saygı göstermemiz emredildi." dedi.

19-      Kişi aciz olanlara ve çocuklara da saygı göstermelidir.

Hadis-i şerifte:

"Büyüklere ve küçüklere saygılı olmayan bizden değildir" buyurulmuştur.

20-     Kişi, mümin olan kardeşlerine yardım etmelidir. Hadi­si şerifte:

"Zalim olsun, mazlum olsun Müslüman kardeşine yardım et" buyurulmuştur.

Mazluma yardım onu zulümden kurtararak olurken, zalime yardım ise onu yaptığı zulümden vazgeçirerek olur.

21-      Saygıdeğer kişilerin, İslâm sınırlarını aşmayan kaba-

halterini affetmek gerekir. Hadis-i şerif’te:

"Allah’ın çizdiği sınırlan aşmamış olan saygıdeğer kişile­ri affediniz!’’ duyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:

5fiŞer’i cezaları şüphelerle önleyin! Saygın kişilerin hatala­rını bağışlayın. Ancak Allah’ın hadlerinden bir cezayı gerekti­ren hususta olursa başka..”

22-   Kişi verdiği sözü yerine getirmelidir. Bir şey hakkında söz vermişse veya biriyle bir mukavele yapmışsa onu mutlaka ye­rine getirmelidir. Ayet-i kerimede;

"Kitap’ta İsmail’den de bahset, o vaadinde sadıktı.’’ (Mer­yem suresi-54)

Kişi söz verirken, o şeyi yapıp yapamayacağı hakkında Al­lah'ın izniyle (İnşaallah) demelidir. Çünkü söz verdiği işi yapıp ya­pamayacağını bilemez. Çünkü özür ve hastalık sebebiyle sözünü yerine getiremese de yine karşılığında sevap kazanır.

23-  Kişi bir Müslüman’ın bir kusuruna şahit olduğunda bunu örtmelidir. Çünkü kim bir müminin bir kusurunu örterse Allah da ahirette onun bir kusurunu örter. Hadis-i şerifte:

24-     Kişi, binleri gizlice bir şey konuştuklarında, onların konuştuklarını dinleyip etrafa yaymak için çaba sarf etmeme­lidir. Hadis-i şerifte:

"Bir topluluğun sırlarını gizlice dinleyen çirkin görünür, onun bu hareketinden kimse razı olmaz, kıyamette kulakların­dan kurşun akmış olarak kalkar." buyurulmuştur.

25-     Kişi, düşmanlarının kendisine yaptığı kötülüğün aynı­sını onlara vermek için çabalamamalı aksine iyilik yapmak için uğraşmalıdır. Hadis-i şerifte:

"İki dünyada rahat, şu iki şeye bakarak görülür, dostlara lütûf ve düşmanlara yardım etmek." buyurulmuşur.

Başka bir hadis’te:

"İnsanlara yardımcı olmak sadakadır" buyurulmuştur. Baş­ka bir hadis’te:

"Allah bana nasıl farzları yapmamı emrettiyse, insanlara yardımcı olmayı da emretti!" buyurulmuştur.

Buradaki yardım etme kelimesinin ne anlama geldiği Ebu'dDerda (radıyallahu anh)’ya sorulunca, şöyle cevap verdi: "Bize düşman olanlara kalbimiz buğzederken bizim onlara gülümsememizdir."

Yine rivayet edilir ki; Hz. Aişe, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanındayken, birisi gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın huzuruna girmek istedi, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’da yanındakilere hitaben;

"Bu kötü adamı içeri ahn” buyurdu. Adam içeri girdikten sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ona güler yüz göste­rip saygılı davrandı. Daha sonra adam gidince ona sordular:

"Ey Allah'ın Resulü, bir adam için bu şekilde kötü dediniz ve sonra ona güler yüz gösterip saygılı davrandınız. Niçin böy­le yaptınız?" Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] cevaben:

"Kıyamette insanların en kötüsü, insanların onların kötü­lüklerinden uzak durmak için kendilerine güler yüz gösterdik­leri kişilerdir." buyurmuştur.

Hz. İsa (aleyhisselam), “Kişi zalimin bir cezasına sabredip ona aynısıyla karşılık vermezse on katı sevap kazanırsınız!” buyurmuştur.

Yalnız hiçkimseye dini hususlarda göz yumulmaz, bu açıkla­malar dünyevi işlerle ilgilidir. Dini işlerde göz yummaya “Müdahene” derler ki; bu kat’i haramdır.

26-   Kişi devamh olarak sakin olmaya ve Müslüman kar­deşlerine karşı sinir olmamaya gayret göstermelidir.

Lokman (aleyhisselam);

"Güzel ahlâkın üç belirtisi vardır ve bunlar üç zaman da belli olurlar.

1-    Kişinin sakin olup olmadığı, öfkelendiğinde.

2-    Kişinin mert ve cesur olup olmadığı, savaş zamanında.

3-    Kişinin yardımsever olup olmadığı ona bir işimiz düş­tüğünde belli olur." buyurmuştur.

27-   Kişi herhangi bir Müslümanla karşılaştığında, ona ne­reden gelip nereye gittiğini sormamalıdır. Çünkü o adam söyleyemeceği bir yerden geliyor veya gidiyorsa onu yalan söylemeye teşvik etmiş olur.

28-   Kişi devamlı kendi açıklarını görmeli ve diğer insanla­rın açıklarını aramamalıdır. Hadis-i şerif’te:

29-     Kişi, olabildiğince halktan uzak yaşamalıdır. Bunun sebebi yalnızlıkta izzet, kalabalıkta zillet olmasıdır.

30-    Dünyalık birçok istek için, başkalarının yanına gidip onlara yalvarmamak gerekir. Hadis i şerif te:

“Kadrinizi, kıymetinizi bilmeyenlerin yanına (kapılarına) ayaklarınızı kaldırıp girmeyin.” buyurulmuştur.

31-     Kişi, kertdine iyilik veya kötülük yapanlara iyilikle kar­şılık vermelidir.

32-     Kişi, insanlarla kendisini din ve dünya bakımından kı­yasa tâbi tutmalıdır. Hadis i şerifte:

"Kim de şu iki özellik olursa o hem şükredenlerin hem de sabredenlerin grubuna yazılır. İlki, dini işlerde kendisinden yu-

kandaki insanlara bakıp onlara uymakla, İkincisi dünyahk iş­lerde kendinden aşağıdaki insanlara bakıp elindekilere şükret­mek." buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerif’te:

"İnsanlar birbirlerine eşit olmayıp birbirlerinden yukarı veya aşağıda olurlarsa iyilik yapmakta geri kalmazlar, fakat her işlerinde eşit olurlarsa helâk olurlar." buyurulmuştur.

33-    Kişi, kimseyi korkutmamahdır. Aksine gönüllere fe­rahlık vermeye çalışmalıdır, teselli etmek için uğraşmalıdır.

Hadis-i şerif’te

"Müminin başka birini korkutmasa helal değildir. Mümine eziyet verecek şekilde bakmakta helâl değildir." buyurulmuştur.

34-    Kişi kendisinden yaşça büyük olanları gördüğünde; “Bunlar Allah'a benden daha fazla ibadet ettiler bu sebeple benden üstündürler” demelidir, yada kendisinden yaşça genç olanlara gördüğünde; “Bunlar Allah’a benden daha az isyan ettiler bu yüz­den benden üstündürler” demelidir.

35-    Kişi zulüm edenlere zulüm yapmaları hususunda yar­dım etmemelidir. Çünkü ona yardım ederse o zalim yine ona da zulmedecektir. Hadis-i şerif’te:

 “Kim bir zalime yardım ederse Allah onu başına musallat eder.” buyurulmuştur.

Terzilerden birisi Abdullah b. el-Mübarek’e şöyle sordu:

"Zalimlerin elbiselerini dikiyorum, onlara yardım etmiş olur muyum?" Abdullah şu şekilde cevap verdi:

"Senin onun elbisesini dikmen için ipliği sana satan adamda sende zalimsiniz"

"Birinizde şu üç şey olmadıkça iman etmiş olmazsınız! Kendisi için yetecek kadar olmamasına karşın sadaka vermek, her durumda merhameti elden bırakmamak, her kime rastlar­sa selâm vermek." buyurulmuştur.

37-     Kişi, birisine bir konu hakkında öğüt vermek istedi­ğinde onu bir kenara çekmeli ve gizlice öğüt vermelidir. İnsan­ların içinde birisine öğüt verilmemelidir. Lâkin eğer öğüt verilecek­se yumuşak konuşmalı ve yapılan hatayı kimin yaptığı söylenmemeli sadece yapılan işin kötülüğünden bahsetmelidir.

Bu vesileyle yaptığı işin fenalığını dolaylı olarak anlatmak ge­rekir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bir kimseyi uyarmak istediğinde “Ne oluyor o insanlara ki, böyle işlerde bulunurlar” diyerek umumi ikazda bulunurdu.

38-    Kişi her zaman salih insanlarla konuşmaya gayret et­melidir. Hadis-i şerifte:

Ancak müminlerle arkadaşlık yap, yemeğinden sadece

Allah’tan korkanlar (müttakiler) yesin!” buyurulmuştur

Başka bir hadis-i şerifte:

"Kişi arkadaşının dinî üzerinedir! Bir kişinin nasıl biri ol­duğunu öğrenmek isterseniz arkadaşına bakın!” buyurulmuştur.

39-    Kişi, başka bir yere veya ülkeye gitmiş bîr mümin kar­deşine mektup yazmalı onunla haberleşmek ve ona memleket­te ki, ailesi çoluk çocuğu hakkında haberler vermelidir

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

SEKSEN BİRİNCİ BAB

BİR YERDE OTURMANIN
(MECLİSİN) ÂDÂBI

Müminler birbirleriyle sohbet etmek ve dertleşmek için bir ara­ya geldiklerinde meclis âdâbına riayet etmeleri gerekir. Bir yerde oturup sohbet etmenin âdabı şunlardır;

1-     Meclislerde âlimler en ön taraflara oturtulmalıdır. Onla­rın arkasına âlim olmayan yaşlılar ve onların arkasına gençler otur­malıdır.

2-      Bir yerde oturulacağı zaman kıbleye doğru oturmaya gayret edilmelidir. Hadis i şerif te:

 "Oturacak yerlerinizin en hayırlısı, kıbleye karşı olanlar­dır" buyurulmuştur.

3-      Oturulan yere biri gelip, oturan birisine doğru yönelse, o kişi gelene yer açıp onu oturtmalıdır.

4-                                  Bir meclise gidildiğinde, izin almadan iki kişinin arasına girip oturmamalıdır. Eğer aralarında gizli bir şey konuşuyorlar­sa, onların bu konuşmasını engellemek olacağı için hata yapılmış olur. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdu;

“Kişiye, iki kişinin arasına izinleri olmadan oturması helâl olmaz!”

5-     Kişi bir meclise gittiğinde eğer oradakiler halka şeklin­deyseler, o halkanın ortasına oturmamalıdır. Hadis-i şerifte:

"Halkanm ortasına oturan kişi, Muhammed’in diliyle lâ­netlidir” duyurulmuştur.

6-    Kişi bir meclise gttiğinde eğer kendisine oturabileceği bir yer gösterilmezse, kimseyi zahmete sokup rahatsız etme­den kendisi boş bir yer bulup oraya oturmalıdır. Hadis-i şerif te;

“Biriniz bir mecl ise geldiği vakit, kendisine yer açılıp gös­terilirse otursun, aksi hâlde daha geniş bir yer bakıp oraya otursun.” buyurulmuştur.

7-   Kişi, meclise gelen birisine saygı göstermek için kalkıp yerini ona vermek isterse, gelen buraya oturmamalıdır, çünkü bu yasaklanmıştır.

8-   Kişi meclise giderken baş köşede oturmayı istememe­ydin Ona oturmak için neresi gösterilirse oraya oturup buna razı ol­malıdır.

9-    Güneş ve gölgenin aynı anda vurduğu yerlere oturma­malıdır. Bu şekilde ki yerlerin şeytanın meskeni olduğu rivayet edil­miştir.

10-    Bir mecliste bulunanlar, bitişik sık oturmalıdır. Çünkü bitişik oturmak kaynaşmaya sebep olur. Sahabeler bir mecliste ay­rı ayrı otururken Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] onları gör­dü ve şöyle dedi:

"Size ne oluyor da, aynı yerde ayrı oturuyorsunuz!" bu­yurmuşlardı. Peygamberimiz dağınık oturmayı yasaklamıştır.

11-    Fakir olanlar âlimlerin sohbet meclislerinde bulunma­yı kendileri için ganimet bilmelidirler.

12-    Kişi, mecliste konuşulanların açıklanması istenme­yenleri kimseye anlatmamalıdır. Bu o meclisin hakkıdır ve bu hak gözetilmelidir. İfşa edilmesi haramdır. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular:

 “İki kişinin bir arada oturdukları meclis Allah’ın emaneti­dir. Birinin diğer Müslüman kardeşinin hoşlanmadığı sözler if­şa etmesi helâl olmaz. Kardeşinin sırrını katiyen ifşa etmez. Çünkü bu hıyanet sayılır.”

13-    Herhangi bir sohbet meclisinde, iki kişi kendi arala­rında konuşmamalıdır. Bu oradaki sohbete hakaret olur.

14-     Bir ihtiyaç sebebiyle sohbet meclisinden çıkmak iste­nirse, çıkmak isteyen yanındakinden izin almalıdır. İhtiyacını gi­derdiğinde aynı yerine oturur.

15-     Bir sohbet meclisinde bir takım cemaat otururlarken, oraya yeni gelenlere hürmet etmek ve ayağa kalksp yer göster­mek güler yüzle karşılamak gerekir.

16-     Sohbet meclisinde, bir kişinin üzerinde onu utandıra­cak bir şey varsa onu almalı ve o kişiye gösterip atmalıdır. Ken­disine bu şekilde yapılan kişi de "İyilik buldum” demelidir.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-üS-Sağir

SEKSEN İKİNCİ BAB

KONUŞMANIN ÂDABI

Susmak, saadetin on parçasından dokuzudur! Yani mümi­nin ahlâkında en faziletli ve makbul olanı zaruri hâller dışında sü­kût etmektir, saadet on parçadan oluşur ve bunun dokuz parçası susmak son birtanesi de konuşmakla olur.

Hz. İsa (aleyhisselam)’a;

”Ey İsa! Bizi cennete götürecek bir şey tavsiye et” dediler, Hz. İsa (aleyhisselam)’da onlara;

"Sonsuza kadar susup hiç konuşmayın!" buyurdu. Bunun üzerine soranlar dediler ki;

"Konuşmadan nasıl yaşayacağız?" Hz. İsa;

"Konuşun fakat sadece iyilik konuşun" buyurdular. Sükût etmek gıybet ve boş sözden uzak durup onları telaffuz etmemektir. Nitekim;

“Sükût serâbâ hikmettir.” duyurulmuştur.

Lokman (aleyhisselam), Davud (aleyhisselam)’u zırh yapar­ken görünce, soru soracakken sustu. Davud (aleyhisselam) zırhı bitirip üzerine giyince, Lokman (aleyhisselam) şöyle dedi: "Savaşda kuşanmak için ne güzel bîr gömlek."

Konuşmanın birçok âdabı vardır, şöyle sıralayabiliriz:

1-    Kişi konuşmaya başlamadan önce besmele çekmeli ve hamd etmelidir.

2-                  Kişi konuşmasına ara verdiğinde salâvat getirmelidir.

3-  Kişi konuştuğu konuyu herkesin anlayabileceği şekil­de anlatmaya gayret göstermelidir. Şaşalı konuştuğunu göster­mek için anlaşılmayan sözcükler kullanmak kibirdir. Hadis-i şerifte:

"Konuşma yapılan toplantılarınızın bana en kötü görüne­ni, konuşmanın uzatıldığı ve anlaşılmaz kelimelerle kibirlenildiği toplantılardır." buyurulmuştur.

4-     Kişi konuşurken acele etmemeli, yavaş ve tane tane konuşmalıdır. Resululiah (sallallahu aleyhi vesellem) konuşurken bir kişi onun kelimelerini saymaya kalksa bunu yapabilirdi.

5-     Kişi konuşurken, kafiyeli, uygun ve düzgün konuşabil­mek için kendisini sıkmamalıdır. Hadis-i şerifte:

"Ümmetimin, Allah’tan en çok korkanları konuşurken kendisini sıkmayanlarıdır" buyurulmuştur.

6-     Kişi konuşurken söyleyeceği şey aklına gelmezse sa­lâvat getirmelidir. Bu hatırlamasına vesile olur.

7-  Kişi konuşurken bir şeyi unutmamak isterse, "El hamdu lillahi müzekkiri'l-Hayri ve faîlihî" duâsını devamlı okumaya gayret etmelidir.

8-    Kişi konuşmasında ileride yapabileceği yada yapmayı vaad edeceği bir şeyi söyleyecekse söylediği sözün sonunda mutlaka İnşaallah (Allah’ın izniyle) demelidir. Kur’ân’da: "Hiçbir şey için, ben bunu mutlaka yapacağım deme, sa­dece, İnşaallah (Allah izin verirse) yapacağım de." (Kehf suresi-23)

9-     Kişi konuşurken, kendisine zararlı olacak şeyleri söylememelidir.

Örneğin: “Eğer yalan söylüyorsam kör olayım, şu yerden ölüm çıksın gibi” ifadeler kullanmamalıdır. Çünkü “Belâ dilden gelir” duyurulmuştur.

Rivayet edilir ki; Hazret-i Yakub (aleyhisselam)’un çocukları­na: “Onu bir kürtün yemesinden korkarım” dediği için bu sözü red olunmayıp Hz. Yusuf (aleyhisselam) hakkındaki olay meydana gelmiştir.

10-      Kişi konuşurken tehlikeli de olsa, hep doğruyu söyle­melidir. Ömer b. Ubeyid’den rivayet olunduğuna göre, şu dört şey dinde kemale erdirir.

1-     İnsanların elindeki mala göz dikmemek,

2-     Kendisine yapılan eziyetlere sabır göstermek,

3-     Kendisi için sevdiği şeyi din kardeşi içinde sevmek,

4-     Doğru olmaya devam etmek. Nitekim; “Kurtuluş doğru­lukta, helâk ise yalandadır” buyurulmuştur.

11-     Kişi konuşurken hapşırırsa bunu kendisi için bir gani­met kabul etmelidir.

"Konuşurken aksırmak, konuşma için adaletli bir şahit­tir." buyurulmuştur.

Lâkin iki kimsenin arasını bulmak için söylenen sözler, iki eşi olan kişinin aralarını düzeltmek için ve harpteki aldatmacalar yalan dahi olsa söylemek caizdir. Peygamberimiz bir hadisinde;

“Sizi neden pervanenin ateşin etrafında üşüştüğü gibi ya­lana üşüşmüş görüyorum. İyi biliniz ki; her yalan kayda alınıp yazılmaktadır. Yalnız kişinin harpte yalan söyîemesi müstes­na... Harp bir aldatmacadır. Bir de aralarında dargınlık olan iki kişiyi barıştırmak için söylenen yalan, kadını hoşnut tutmak için söylenen yalan müstesna.”

Kişinin işlediği kötü şeyler, günahlar hakkında, pişmanlık du­yarak gizliliğe riayet edip inkâr etmesi de yalan sayılmaz.

Çünkü hayâsızlığı işlemek günah olduğu gibi açığa çıkarmak­ta ayrı bir günahtır. Hadis-i şerif’te:

“Kim bu kirlilikten bir şeyi irtikap ederse açığa vurmasın gizlesin.” buyurulmuştur.

12-    Kişi konuşurken, kimseyle atışmamak, iddiaya girmemelid'r.

Hadis-i şerif’te:

"Kendisi haklı olmasına rağmen tartışmayı bırakan kişi için Allah cennete bir saray yaptırır." buyurulmuştur.

"Haksızken tartışmayı bırakan birisi için Allah cennette bir ev yaptırır" buyurulmuştur.

Başka bir hadis’te:

"Haklıyken tartışmayı terk etmeyen kişinin imanı kemale ermemiştir." buyurulmuştur.

Çünkü mücadele hakkında:

“Bu sapıklık ve düşmanlığın anahtarıdır.” buyurulmuştur.

13-      Kişi dilini söylenmesi ayıp olan şeyleri söylemeye alıştırmamalıdır. Hadis-i şerifte:

"Kötü olan şeyleri yapmaktan ve söylemekten uzak du­run" buyurulmuştur.

Başka bir hadis-i şerifte:

"Bir müminin, iftira, lânet, küfür, hayâsızlık gibi şeyler ağ­zından çıkmaz, çünkü bunlar mümine yakışmaz." buyurulmuş­tur. Bu çirkin vasıflar gerçek Müslüman’a yakışmaz.

Rivayet edilir ki; Hz. İsa (aleyhisselam) yolda giderken bir do­muz gördü, ona "Selâmetle git" dedi, Havarileri domuza niçin bu şekilde iltifat ettiğini sorunca, "Dilim kötü sözlere alışmasın diye söyledim" cevabını verdi. Yine havariler köpek leşi görünce ne ka­dar çirkin olduğunu söylerler. Hz. İsa (aleyhisselam) “Ama dişleri pek beyaz, ne kadar güzel ve beyaz dişleri var!”

Bu vesileyle müminler hakkında konuşurken onların kötü ta­raflarını değilde iyi yönlerini konuşmalıdır. Kişi böyle yaparsa hem hüsn-ü zanda bulunmuş hem de dilini kötüye alıştırmamış olur.

14-    Bir kişiyi, sen şöyle yaptın, böyle ettin diye kötüleme­mesidir. Bunun sebebi o adamın bu kötülükleri yaptıktan sonra piş­man olup tövbe etmiş olabileceğidir. Ve bu kişiyi kötüleyen insanın­da bu insanı kötülemesi sebebiyle aynı duruma düşmesi ihtimaldir. Hadis-i şerifte:

"Kim, kardeşini tövbe ettiği ve pişman olduğu bir hatası için ayıpiar ve kötülerse, aynı şeyi yapmadan ölmezi" duyurul­muştur.

15“ Kişi, hiçkimseyi yüzüne karşı övmemeiidir. Övdüğü ki­şinin kibirlenmesinden ve kendini beğenmesinden korkulur. Hadisi şerifte:

'İnsanları yüzlerine karşı övenleri gördüğünüzde, onların yüzlerine toprak atınız" duyurulmuştur.

Yani onlara dir şey vermeyin onlar dünyalık elde etmek için döyle dalkavukluk yaparlar, dir şey verildiğinde ümitlerini kesip sa­vuşurlar.

Yahut diraz dir şey veriniz ki sizde gurur ve kidire sedep olma­sınlar demektir. Toprak saçmaktan mana ise “Beni doşuna övme, ben topraktan yaratılmış dasit dir kimseyim” demektir.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

"Ben de Allah’ın kuluyum, hem korkar hem de ondan is­terim, sîzler beni, Hıristiyanların İsa’yı övdükleri gibi övme­yin." buyurmuşlardır.

Bazen birileri Allah’ın Resulünü yüzüne karşı överlerdi o za­man şöyle buyururdu: "Allah’ım! Beni onların zannetiklerinden daha hayırlı kıl, onların bilmediklerini de benden affet!"

Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendisini öven bir adama:

“Beni de kendini de helâk mı etmek istiyorsun?’’ dedi.

Övgü konusunda, şaka yoluyla takılmakta herhangi bir sakın­ca yoktur. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellemj'a yaşlı bir kadın gelip: "Ey Allah’ın Resulü ben cenneti istiyorum!" dedi, Resulullah’da; "Yaşlılar cennete giremez." buyurdular. Bunun üzerine kadın üzüldü. Aişe validemiz de kadının üzüldüğünü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a beyan edince şu ayeti okudu:

"Şüphesiz ki, yeryüzündeyken yaşlanmış kadınları genç­leştirip, cennette öyle yaratırız" (Vakıa suresi-35)

Yine bir gün Enes b. Malik (radıyallahu anh)'e Resulullah şöy­le hitap etti: "Ey iki kulaklı!" Bunu söylerken Resulullah onun ne kadar zeki olduğunu kastetmişlerdi.

Abdullah b. Abbas, sohbet ettiği yerde üzülmüş insanlar gö­rünce; "İnsanların kalplerine ferahlık ve mutluluk verecek şey­ler konuşun" buyururdu.

Ali (radıyallahu anh); "İnsanların kalplerinin ferahlaması için uğraşın. Çünkü onlar olmazsa üzüntü kalplerde yer edi­nir" buyurmuştur.

İbn-i Uyeyne (radıyallahu anh)’nin sözü; “Malâyâni (çirkin söz) karıştırmamak, her sözü yerinde sarf etmek, kimseyi ren­cide etmemek şartıyla lâtife yapmak sünnettir!”

Hadis-i şerifte:

"Susmasını bilmek, ahlâkın en üstünüdür, kim her zaman şaka yaparsa, insanlar onu ciddiye almazlar, devamh alay ederler" buyurul muştur.

16» Kişi konuşurken âdâb kurallarını gözetmelidir Bir kişi, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına gelip:

"Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse kurtulun Kim de bu ikisine isyan ederse delâlettedir." deyince, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ona:

"Allah ve Resuiüne bu ikisidiye hitap eden kişi ne ka­dar kötü bir konuşmacıdır!" buyurmuşlardır.

Rivayet edilirki; Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Abbas b. Abdulmuttalib’e:

"Sen mi daha büyüksün yoksa ben mi?" diye sordu, fakat Abbas;

"Sen benden hayırlısın, benimse yaşım ileridedir!" dedi. Abbas (radıyallahu anh) ben büyüğüm demediği gibi, benim yaşım fazladır dememiştir, burada âdâbı gözetmiştir.

17-     Kişi, ülkenin ileri gelenleriyle konuşurken sesini onla­ra karşı yükseltmemelidir, ayeti kerime de Peygamberimize yük­sek sesle konuşmamaları şu şekilde ikaz edilmiştir:

"Ona bir şey söylerken, aranızda konuştuğunuz gibi, yük­sek sesle söylemeyin!" (Hücürat suresi-2) Bu ayet-i kerime inin­ce Ebubekir hazretleri, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a bir şey söyleyeceği zaman, sanki gizli bir şey söylüyormuş gibi davra­nır ve o şekilde sessiz söylerdi.

18-     Kişi başına gelen herhangi bir kötü olayı, içinde bu­lunduğu zamana yormamalıdır. Örneğin: Zaman böyle istedi, za­man bizi bu şekilde yaptı gibi şeyler söylenilmemelidir. Çünkü ol­muş ve olacak her şeyin kaderi Allah tarafından tayin edilir bunda herhangi bir ortağı yoktur. Hadis-i kudsi de:

"Ey Âdemoğlu, olan her şey benim istememle olur, onla­ra küfretmeniz bana küfretmeniz gibidir." duyurulmuştur

Hadis-i şerif te: "Bir şeyi zamana yormayın ve ona küfret­meyin, çünkü her olayı Allah yaratır, onu insanlara veren Al­lah’tır!" duyurulmuştur.

İnsanların “Ah şu felek yok mu?’’, “Felek belimi büktü”, “Felekden şikâyetçiyim” gibi sözler hatadır. Eğer felek’ten murat Allah-u Teâlâ ise Esma’ül-Hüsna’da böyle isim yoktur. Eğer bundan gökler kastediliyorsa, gökler halik değil mahlûktur, bir şey yapma­ya güçleri yoktur. Bu nedenle böyle mecazi sözler kullanılmamalı­dır.

19-     Kişi konuşurken hep iyiye yorumlanacak sözler söylemeleye özen göstermelidir. Örneğin; Havanın neminden gökte beliren duruma kavsi-kazeh, dememelidir. Çünke kazeh şeytan adıdır. Baş parmağın yanındaki işaret parmağına sebbabe parma­ğı dememelidir. Çünki sebbabe; seb kelimesinden türemiştir ve sövmek manasınadır.

Bazen insana bir uyuşukluk çöker; o zaman, bugün bende bir murdarlık var dememelidir. Tabiatımda bir değişme hâsıl oldu, hal­sizim gibi sözler söylememelidir.

Ömer (radıyallahu anh) bir ateşin etrafını sarmış ve sohbet eden kişileri görünce şöyle dedi:

"Ey ışık ehli!" Buradaki inceliği onlara ateş ehli dememesi­dir. Bunun sebebi de ateş cehennem için kullanılır.

20-                   Kişi, kardeşinin kendisine söylediği bir sırrı, emanet

kabul edip kimseye söylememelidir. Eğer söylerse emanete iha­net etmiş olur. Hadis-i şerifte:

"Aranızda koştuğunuz şeyler emanettir” duyurulmuştur.

“İyilerin göğüsleri sırların kabirleridir” diye rivayet olmuş­tur. O nedenle söylenen sözleri sırrı tutmalıdır.

21= Kişi, konuşurken karşısındaki herkese iyi gözle bak­malıdır Bunun sebebi, bir mümin hakkında yüz ihtimal olsa bun­lardan doksan dokuzu kötülüğü bir tanesi iyiliği delâlet etse, onun iyi olduğuna kanaat getirilir. Hadis-i şerifte:

“Kötü gözle bakmayı sîzlere yasakladım, su-i zan (kötü gözle bakmak) ve yalan kadar kötü bir şey yoktur.” duyurul­muştur.

22Kişi normalden fazla gülmekten uzak durmaya çalış mah bundan sakınmalıdır. Ziyade gülmek kalbi öldürür. Hadis-i şerifte;

“Gülmek kalbi öldürür” buyurulmuştur.

Müminlerin Emiri, Ömer b. Hattab (radıyallahu anh): ”Bir kim­se çok gülerse, insanların ona olan sevgisi azahr, kişi eğer çok şaka yaparsa, insanlar onu hafif görür, alaya alırlar!” buyu­rmuştur.

Hayret edilecek bir durum yoksa gülmemelidir. Çünkü hayre­ti mucip bir durum yoksa deliliğe işarettir. Çünkü “Hayret duyma" lıo gülmek deliliktir” buyurulumuştur.

SEKSEN ÜÇÜNCÜ BAB

YEMEK ÂDABI

Helâl kazanmaya gayret etmenin sebeplerinden birisi de he­lâl yemek içindir. Yemek vücudun ibadetler için gerekli gücünü sağ­lar. Helâlinden kazanmak bütün ilimlerden önce gelir. İbn-i şirin'e, bir kimse gelip şöyle dedi:

"Bana ibadet ve itaat için gereken ilmi öğret!" İbn şirin:

"Yemeği nasıl yersin?" Adam:

"Doyuncaya kadar yerim" deyince, İbn-i şirin;

"Sen önce yemek yemenin ilmini öğren, sonra da gel ben sana istediğin ilmi öğreteyim!" buyurdular.

Yemeğin âdâbı şu şekildedir:

1-      Kişi yemek yerken arpa ekmeği yemeği yemeye özen göstermelidir. Arpa ekmeğinde bereket vardır. Çünkü o peygam­berin yediği ekmektir. Herkes kendi evinde kullanmak için arpa ile buğdayı karıştırır bunda da bereket vardı. Hadis-i şerifte;

“Şu üç şeyde bereket vardır:

a)     Satılan eşyayı veresiye satmak,

b)    Bir kişiye ticaret yapması için sermeye vermek, c) Evde yemek için arpa ile buğdaya karıştırmak/’

2-                   Buğday ve arpa ununu, elememektir. Nitekim:

ResuiuHah’tan sonra bidat ikidir. Bunlann iiki doyuncaya kadar yemek yemek, İkincisi de unu elemektir, diye rivayet edil­miştir. Eski salih Müslümanların evlerinde elek kullanılmamıştır.

Kişi yemeği üç şekilde yiyebilir:

a-Karnını üç parçaya ayırıp, bu parçaların birisini suyla birisini yemekle birisini de boş bırakmalıdır,

b-Karnını ikiye bölüp, birisini yemek ve suyla diğerini boş bırakır,

c -Hastaların iştahsızlığındaki gibi az yen

3-     Kişi et ve çorbayı her öğünde yememelidir. Ali (radıyailahu anh): ”Kim kırk gün boyunca et yemezse ahlâkı değişir, kim de kırk gün et yerse kalbini karanlık basar’ duyurulmuştur. Fakat bu konuda ölçülü olmak gerekir. Etin pek çok faydası vardır. İnsanın duyma, görme duygusunu artırır, dimağına kuvvet verir. Ekmekle yenecek katıkların başında gelir.

Etin en lezzetli ve yararlı tarafı bel kemiklerinden sabit olan ettir. Koyun eti de mizaca uygun ve mutedildir. Erkek hayvan eti di­şi hayvan etinden hafiftir. Siyah hayvan eti beyaz hayvan etinden lezzetlidir. Sığır hayvanının eti zararlı sütü şifadır. Yağı ise devadır, hadis-i şerifte:

“Allah-u Teâlâ şifasız hiçbir hastalık yaratmamıştır. İhti­yarlık hariç. Sığır sütünü içmelisiniz, çünkü o her çeşit ottan meydana gelmektedir.” buyurulmuştıır.

Et insanın ahlâkını da yüzünü de güzelleştirir. Hadis-i şerifte;

“Et yemek yüzü de ahlâkı da güzelleştirir.” buyurulmuştur.

Yine hadis-i şerifte: "Bu dünyanın ve diğer dünyanın ye­meklerinin efendisi ettir!" buyurulmuştur.

4-      Hamuru oldukça çok yoğurmak ve o hamurdan yapılan ekmekleri küçük yapmalıdır.

5-      Kişi sofra kurarken sofraya marul ve tere gibi yeşillik­lerle donatmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Sofrayı yeşillikle süsleyin, bu şekilde yapılıp üstüne de besmele çekilirse şeytan kovulmuş olur."

İbrahim En-Nehai’den rivayet olunur ki; “Üzerinde yeşillik bulunmayan sofra akılsız ihtiyar gibidir.” Cafer Es-Sadık haz­retleri; “Kim malının ve evlâdının çok olmasını isterse sofrası­nı yeşilliklerle süslesin" diye rivayet olunmuştur.

Hatta üzerinde yeşillik bulunan sofrada meleklerde hazır bulunur. İsrailoğullarına Allah katından inen sofrada pırasa harici tüm yeşilliklerin olduğu rivayet edilir.

6-      Kişi yemek yiyeceği zaman yemeği tek başına yeme­melidir. İnsanların beraberce yemek yemeleri birbirlerine olan sev­gilerini artırır. Hadis-i şerifte:

 “Sofranın Allah katında en sevimli olanı, üstüne en çok el olandır” duyurulmuştur. Sahabeden bazıları, yemek yemelerine rağmen doyuma ulaşmadıklarından dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi vesellem’)’a durumu anlattılar. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:

"Bunun sebebi sizin yemeğinizi tek başınıza yemenizdir!" buyurmuştur. Sahabeler bunun doğru olduğunu söyleyince Efen­dimiz (sallallahu aleyhi vesellem);

"Yemek yerken bir araya toplanın ve Aiiah’m adını anın, bu sayede sizin için bereketli olsun." buyurdular.

7-    Bir kişi için hazırlanan yemek iki kişiye yeteceğinden bu yemeği paylaşmaktan kaçınmamalıdır Küçük kablarda bere­ket yoktur.

Peygamberimizin “Garra” adında büyük bir kabı vardı, yeme­ği o kapta yerlerdi, dört kişi zor taşıyabiliyordu diye Hz. Enes (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir. Yemeği de yalnız yemezlerdi. Pey­gamberimizin hayatı boyunca bir kere olsun doyuncaya kadar ye­mek yemedikleri kesinlikle sabittir.

8-    Kişi yemeğin yapıldığı yere gidip te bana yemek getirin diye emir buyurmamalıdır.

9-    Yemek yemek için sofraya oturulurken ayakkabılar çı­karılmalıdır.

10-    İnsanlar sofrada otururken orada peygamberlerden birisinin ismini taşıyan birisi varsa bunu bereket saymalıdırlar

11-    Kişi yemekte, aynı namazda oturduğu gibi belini bü­kerek, alçak gönüllülükle yemelidir. Başını yukarı kaldırmak, bir yere dayanmak, sağına veya soluna bakmak âdâba aykırıdır.

Hadis-i şerifte:

"Ben Allah’ın bir kuluyum, Allah’ın kulları gibi yer ve otu­rurum" buyurulmuştur.

12-      Kişi çok acıkmadıktan sonra yemek yememelidir. Ye­meğe başladığında ise tam manasıyla doymadan kalkmalıdır. Hadis-i şerif’te:

"Doymadan kalkanlar doktora ihtiyaç duymaz" buyurul­muştur.

13-     Kişi helâl olmasına karşın doyuncaya kadar yememe­lidir. Hadis-i şerif’te:

 "Kıyamet gününde insanların en açları olacak kişiler dün­yadayken en tok olanlar olacaktır” buyurulmuştur.

Yahya b. Muaz (radıyallahu anh) şöyle rivayet ediyor:

"Ey doğru sözlüler, Firdevs cennetlerinde yapılacak dü­ğün yemeği için, kendinizi açlıkla terbiye edin!"

Açlığa dayanan kimse açların ve muhtaçların hâlini bilir. Da­ima hatırından çıkarmaz.

Hz. Yusuf (aleyhisselam) açlığa devam ederdi. Kendisine;

“Bunca hazine içindeyken nasıl açlığa devam edersin” di­ye soranlara;

“Tok olursam açların hâllerini unuturum diye korkuyo­rum” derdi.

Kişinin aç kalması onun zekâsını parlatır. Aç olan insanın kal­bi uyanık olur. Tokluk ise kalbi karartır. Unutkanlığa yol açar.

14-      Kişi kahvaltı yapmadan evden çıkmamalıdır. Sabah kahvaltısı insanın zekâsını açar.

15-                Kişi içki bulunan sofraya oturmamalıdır. Hadis-i şerif’te:

16“ Kişi yediği yemekleri dinen üstün kişilerle yemeğe gayret etmelidir.

17“ Kişi yiyeceği yemeği sıcakken yememelidir. Hadis i şerifte:

"Üç şeyde bereket yoktur, sıcak yemekte, fiyatı çok olan şeyde, Besmelesiz başlanan işte." buyurulmuştur.

18-    Kişi pişirdiği yemeğin üzerini kapatmalıdır. Bu şekilde üzerinin kapatılmasının bereketini koruduğuna dair hadisler rivayet edilmiştir.

19-    Kişi akşam yemeklerini aksatmamalıdır. Haberde, icap etmeden kan aldırmak zararlıdır, akşam yemeğini terk et­mekte ihtiyarlığa yol açar’’ diye söylenmiştir.

20-    Kişi yemeğinin içine sivrisinek düştüğü zaman onun ski kanadım da yemeğin içine batırmalıdır. Sivrisineğin bir kana­dında zehir diğerinde şifa vardır ve sinek her zaman zehir olan ka­nadıyla yemeğin üzerine düşer. Hadis-i şerifte;

“Yemeğin içine sinek düştüğü zaman onun iki kanadını da yemeğin içine batırın. Çünkü bir kanadında zehir diğerinde şifa vardır ve önce zehirli kanadı sonra şifalı kanadı girer.”

21-    Kişi yemeğe başlamadan önce ellerini yıkamalıdır, bu­nun yemeğin abdesti olduğu ve fakirliği giderir diye rivayet olun­muştur.

22-    Kişi ellerini yıkadıktan sonra havlu kullanmalıdır onun bereketi yemeğe de bulaşsın!

23-    Kişi yine yemekten sonra da ellerini yıkamalıdır. Ye­mek sonrası ellerini yıkamanın küçük günahları giderdiği ve ellerin o ıslaklığını gözlere sürmenin göz hastalıklarına iyi geleceği rivayet edilmiştir.

24-    Kişi yemeğe başlarken; Besmele çekmeli, başında da sonunda da Allah’ın adıyla demelidir. Şayet yemeğin başında besmeleyi unutursa ortasında çeker, yine unutursa sonunda çeker. Peygamberimiz; bir adamın besmelesiz yemeğe başladığını gördü. Öylece seyreyledi. Adam sonuna doğru besmele çekince tebes­süm eyledi. Meğer yemeğe besmelesiz başladığı için; şeytanda sofraya oturmuş yemek yiyordu. Adam besmeleyi çekince şeytan sofradan kaçtı gitti. Peygamberimiz de buna tebessüm etti.

25-    Kişi yemek bittikten sonra bu yemek için Allah’a hamd ve şükür etmelidir. Şu şekilde duâ etmelidir;

"Elhamdülillahi'l-lezi et'ameni haze ve razekanihi min gayri havlin ve lâ kuvvetin!" derse geçmiş küçük günahları ba­ğışlanır.

26-    Kişi yemekten önce bir parmağıyla azıcık tuz yemeli­dir. Tuz da hastalıklara şifa vardır. Peygamberimiz Hz. Ali’ye:

“Ey Ali yemeğe tuzla başla! Çünkü tuz yetmiş derde de­vadır. Sinir hastalığı, cüzzam, baras, karın ağrısı ve diş ağrısı.”

Başka hadis-i şerifte:

"Yemeklerinize kattıklarınızın efendisi tuzdur." buyurulmuştur.

"Sizden birisi yemek yerken, bir şey içerken sağ elini kul­lansın, bir şey verirken sağ eliyle vermelidir. Çünkü şeytan bu işlerin hepsini sol elle yapar." duyurulmuştur.

28-    Kişi yediği yemeği üç parmağı ile yemelidir. Baş par­mak müsabbihe parmağı ve orta parmaktır.

29-    Kişi mümkün mertebe kaşık kullanmamaya gayret göstermelidir. Rivayet edilir ki; İmam Ebu Yusuf, halife Harun erReşid ile yemek yerken, halife kendisine özel yaptırdığı özel taşlı kaşıkların getirilmesini isteyince İmam Ebu Yusuf;

"Şüphesiz ki biz Âdemoğlunu üstün kıldık" (İsra suresi-70) ayeti kerimesini tefsir edip, Allah yemek yiyebilmeleri için onlara parmakta verdi, diye halifeye söyleyince, Harun er-Reşid o günden sonra parmaklarıyla yemek yedi.

30-    Kişi tek parmağıyla yemek yemekten sakınmalıdır. Bir parmakla yemek gazabı gerektirir. İki parmakla, yemek kibir alâ­metidir, üç parmakla yemek, sünnet, dört parmakla yemek de, hırs gösterir diye rivayet olunmuştur.

31-                    Kişi yemek yedikten sonra su içmelidir.

32-      Kişi yediği ekmeğe hürmet göstermelidir. Ekmeğin bir lokmasının üç yüz altmış hizmetiçisi olduğu söylenir. Bunların birin­cisi melek Mikail ve en sonuncusu da ekmeği yapan kişidir.

33-      Kişi yemek yediği sofraya dökülen ekmek kırıntılarını toplayıp yemelidir. Hadis-i şerif’te:

"Kim sofraya dökülen ekmek kırıntılarını yerse, rızkı ge­nişler, çocukları da sağlıklı olur" buyurulmuştur.

“Sofraya düşen kırıntıları yemek hûrilere kavuşmaya ve­siledir” diye rivayet olunmuştur.

34-      Kişi yiyeceği ekmeği iki eliyle bölmelidir. Tek el ile böl­mek kibir alâmetidir.

35-      Kişi ekmeğin üzerine sofra eşyası yada başka bir eş­ya koymamalıdır. Hadis-i şerif’te:

 “Ekmeğe güzel davranınız, çünkü o Allah tarafından gök­yüzünün bereketi olarak indirilmiştir." buyurulmuştur.

36-      Kişi böldüğü ekmeğin her bir parçasını yemeli ve is­rafa sebep olmamalıdır. Ekmeğin bir kısmını yiyip bir kısmını bı­rakırsa bu ekmeğe saygısızlık ve kıtlığa sebep olur.

37-      Kişi yediği lokmalarının küçük olmasına özen göster­melidir.

38-                    Kişi yediği lokmalarını fazlaca çiğnemelidir.

39-      Kişi ağzındaki lokmayı yutmadan yenisini almamalı­dır.

40-                   Kişi lokmayı çiğnerken ağzı fazla açmamalıdır.

41-    Kişi yemek yediği sırada elini bedeninin herhangi bir yerine veya elbisesine sürmemeydin

42-    Kişi öksürmek istediğinde, yüzünü sofradan başka yere çevirmelidir.

43-    Kişi yanında yemek yiyen arkadaşının lokmalarına bakmamahdır.

44-    Kişi ekmeğe bıçak sürmediği gibi ete de bıçak sürmemelidir. Çünkü bu Acemlerin âdeti olduğu için nehyedilmiştir. Eti diş ile parçalamanın daha afiyetli ve sağlıklı olduğu rivayet edilmiştir.

45-    Kişi yemeği soğutmak amacıyla yemeğe üflememelidin Bu yemeğin bereketini alır diye rivayet edilmiştir.

46-    Kişi lokmayı aldığında onu ağzına götürürken, başmı tabağa doğru götürmemelidir.

47-    Kişi eliyle aldığı lokmayı ağzına götürdükten sonra, eline bulaşan yemeği kesinlikle tabağa silkelememelidir.

48-    Kişi yemek içerisinde bulunan çekirdek veya kemik gibi şeyler ağzına gelince, bunları çıkarmak için yüzünü sofra­dan başka yere çevirmelidir.

49-    Kişi içerisinde sirke olan bir yemeğin lokmasını, yağ­la yapılmış bir yemekle karıştırmamahdır.

50-    Kişi ağzından çıkan bir et veya başka bir lokmanın parçasını tekrar tabağa koymamalıdır.

51-    Kişi yemek yerken başkalarının midesini bulandıra­cak şeyler konuşmamalıdır. Yemeği beğenmediğini söylememe­sidir. Lâkin yemeğin içerisinde zararlı ve gözle görülür bir madde varsa bunu söyleyip haber vermelidir.

52-    Kişi yemek yerken konuşmalıdır, yemek yerken sus­mak ateşperestlerin âdetleridir. Konuşurken de âlimlerin ve zahidlerin sözlerinden bahsetmelidir.

53-                    Kişi yemeğe başlarken; Allah Teâlâ’nın;

"Size verdiğim rızkın temiz ve helâl olanından yiyin!" (Taha suresi-81) emrine mukabil yemelidir.

54-    Kişi kendisi yemek yerken, kendisine selâm veren bi­risinin önce selâmını karşılamak ve ardından onu yemeğe da­vet etmelidir. Hadis-i şerifte;

“Selâm kelâmdan önce gelir. Kimseyi selâm verinceye kadar yemeğe davet etmeyin” buyurulmuştur.

55-    Kişi başkalarının yemek yiyeceği vakti bekleyip, onlar yemeğe başlayınca yanlarına gitmemelidir. Davetsiz girenler hakkında şöyle rivayet olunmuştur.

“Davetsiz olarak birinin evine giren; hırsız olarak girmiş, yağmacı olarak çıkmış olur.” Davetsiz kimseyi rahatsız etmemek gerekir.

56-     Kişi yemek yerken arkadaşlarının haklarını da gözet­melidir. Arkadaşlarının kendisinden fazla yemelerine gayret gös­termelidir. Fakat yalnız başına yemek yiyor olursa, az yiyip artanı­nı fakirlere dağıtmalıdır.

57-    Kişi yemeğini bitirdikten sonra, yemek için şükretmelidir.

58-    Kişi yediği yerde günah işlememelidir. Şarkılı ve kumarlı sofralarda oturmamalı. Şarkı söyleyerek oyun oynayarak ye­mek yememelidir.

59-    Kişi yemeğini önünden yemeli başkalarının önüne müdahale etmemelidir

60-    Kişi yemek yerken yemeğin ortasından değil kenarın­dan yemeye başlamalıdır Çünkü bereket yukarıdan aşağı doğru iner denilmiştir.

61-    Kişi yemek yediği sırada kendisiyle birlikte yemek yi­yenlerin yüzlerine bakmamahdır

62-    Kişi yemekte doysa bile, arkadaşlarım mahçup etme­mek için sofradan elini çekmemeli ama yemek yiyormuş gibi gö­rünmelidir.

63-    Kişi arkadaşlarına yemek yedirmek için üç kere davet etmeli eğer kabul etmezlerse ısrar etmemelidir

64-    Kişi eğer yemek daveti verense karnı doysa bile arka­daşlarından sonra kalkmalıdır

Ayrıca namaz vaktinde yemek hazır olursa, namazdan önce yemek gelir, kişi yemek yemeden namaza durmamalıdır. Hadis-i şe­rifte;

“Akşam namazı ile akşam yemeği bir araya geldiğinde önce yemeği yiyin” buyurulmuştur.

Tabi burada vaktin geçmemesi gerekir eğer vakit geçiyorsa önce namaz kılınır sonra yemek yenir.

65-    Kişi yemek yerken sade ekmek yemeye ve doymadan bırakmaya özen göstermelidir Rivayet edildiğine göre, bir kişi eğer adaba dikkat ederek karnı acıktığında sade kuru ekmek yer ve doymadan bırakırsa, ölümden başka bir şey ona isabet etmezmiş.

66-    Kişi ayakta ve yürürken yemek yememelidir, fakirlik ge­tirdiği rivayet edilmiştir.

67-      Bir kişi için hazırlanan yemek iki kişiye yeteceğinden bu yemeği paylaşmaktan kaçınmamalıdır. Hadis i şerif te;

“Tek kişinin yemeği iki kişiye yeter” duyurulmuştur.

68-      Kişi yemek yediği üç parmağını işi bittiğinde ilk ola­rak yalamah sonra yıkmalı ve kurulamalıdır. Hadis-i şerif te;

 “Biriniz yemek yediğinde, yalamadıkça elini silmesin” du­yurulmuştur.

69-                    Kişi yemek yediği tabağı sıyırmahdır. Hadis-i şerif te:

"Kim yemek yediği tabağı sıyırırsa o tabak onun için ba­ğışlanma diler" duyurulmuştur.

70-      Kişi mümin kardeşinin tabağında kalan artığı yemeli­dir. Çünkü onda dereket vardır.

71-      Kişi yemek bitince dişlerini temizlemek için diş ipi ve­ya kürdan kullanmalıdır, bu temizleme sırasında çıkanları yatma­malıdır. Dişleri bu şekilde temizlemek berekettir denilmiştir. Hadis-i şerif’te:

"Dişlerinizi hilâlleyin, bu temizliktir. Temizlikte insanı iman sahibi yaparlar, imana sahip olan da cennete girer." buyurulmuştur. Dişleri temizlemek rızkın geniş olmasına ve diş etlerinin gelişmesi ve sağlıklı olmasına yol açar.

72-    Kişi yediği yemeği hazmetmeden uyumak amacıyla yatmamalıdır Hadis-i şerif’te:

"Yediğiniz yemeği, zikir ve namazla hazmedin!" duyurul­muştur. En azından dört rekât namaz kılmalı, yüz defa sübhanab lah demeli ya da Kur’ân okumalıdır.

Yenmesi Faydah ve Sünnet Olan Şeyler Şunlardır:

73-    Kişi eğer bal yiyorsa bunu kendisi için şifa olması ni­yetiyle yemelidir. Bal için hem yetmiş peygamber duâ etmiştir hem de Kur’ân’da bal için;

"Onların (arıların) karınlarından, renkleri değişik ve insan­lar için şifa verici bir şey çıkar" (Nahl suresi-69) buyurulmuştur.

Kişi her ay üç sabah bal yese o ay da hastalık görmez. Yine “Helâl bir dirhemle bal satın alınıp, yağmur suyuyla içilirse her hastalığa şifadır."

74= Kişi içerisinde pirinç bulunan bir yemek yediğinde, salâvat getirmelidir. Çünkü pirinç Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın nurundan yaratılmıştır. Pirinç yemek insanın bedenine çok yarar sağlar. '

75-                   Kişi yemekte bakla yemelidir. Hadis-i şerif’te:

"Kim baklayı kabuğuyla yerse, Allah ondan o kadar has­talığı alır" buyurulmuştur.

Bazıları kabuksuz yemeyi tavsiye etmişlerdir. Kabuk mideye ağır gelir, hazmı zorlaştırır. Ama hadiste kabuğu da yenilmesi tav­siye edilmiştir. Çünkü pekçok fayda vardır.

76-                    Kişi yemekte çörekotu yemeye özen göstermelidir.

Hadis-i şerif’te:

"Çörekotu, ölümden başka her şeye şifadır." buyurulmuş­tur.

77-     Kişi faydalı olması niyetiyle patlıcan yemelidir. Rivayet olunduğuna göre, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

"Patlıcan, kim hastalık niyetiyle yerse hastalık olur, kim şifa niyetiyle yerse şifa olur." buyurmuştur. Yine Abdullah ibn Abbas'ın anlattığına göre, Ensar’dan birisinin ziyafetine gittiklerin­de, bir tabağın içerisindeki patlıcanı Resulullah yedi, bunun üzeri­ne oradakilerden birisi;

"Ey Allah’ın Resulü, patlıcan ağzı kokutur ve hastalıklara vesile olur." deyince Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem);

"Hayır, Hayır, Hayır, Miraç’ta Cennetül meva’ya girdim, Sidret’ül Münteha’yı gördüm. Hepsinde de patlıcanların sallan­dığı dallar vardı.” Cibrile "Bunlar patlıcan mı?" diye sorduğum­da;

"Evet o Allah’ın birliğine ve senin peygamberliğine şehadet eden patlıcan’dır." dedi.

Yine bir hadis-i şerif’te;

78-    Kişi yemekte kabak yiyorsa bunu sünnet niyetiyle yapmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Kabak zekâyı kuvvetlendirir, hafızayı güçlendirir" duyu­rulmuştur.

79-    Kişi yemeklerde arada sırada keşkek yemeye de özen göstermelidir. Bu yiyecek insanın gece ibadetine kalkması için ona güç verir diye Cibril tarafından Resulullah’a bildirilmiştir. Ayrıca cinsel gücü artırır.

80-    Kişi mercimek çorbasını sevmemezlik etmemelidir. Hadis-i şerifte:

"Mercimek yemekte bereket vardır. Kalbi duygusallaştırır, göz yaşını artırır. Allah bununla yetmiş peygambere bereket verdi." duyurulmuştur.

81-                   Kişi hastaysa, bal süt ve buğdayı karıştırıp yemelidir.

Hadis-i şerif’te:

"Bal, süt ve buğdayı karıştırıp yemek hasta olanlara şifa olur, kederlerini alır." buyurulmuştur. Başka bir hadiste de her derde şifa olduğu söylenilmiştir.

82-     Kişi peynir ve ceviz de yemelidir. İkisini bir arada yeme­li, sade olarak ceviz zararlıdır, yememelidir.

83-                   Kişi kuru siyah üzüm yemelidir. Hadis-i şerif’te:

"Kuru siyah üzüm yemeniz, hastalıklara şifa, sinirlere di­renç verir, balgamı alır ve de ağza tat verir, insanın rengini dü­zeltir (kanını artırır)" buyurulmuştur. Ayrıca hafızayı kuvvetlendirir, fıstık içi yahut cevizle yenilirse zekâyı kuvvetlendirir.

Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre;

"Kim her gün 21 tane kuru siyah üzüm yerse onda göze hoş gelmeyen bir şey kalmaz!" buyurulmuştur.

84-     Ayva yemelidir. Kişi kalbinin temizlenmesi için, korkusu varsa geçmesi için, kusuyorsa bunu engellemek için, şehvetin art­ması için ayva yemelidir. Hamile kadınlar çocuklarının güzel olma­sını isterlerse hamilenin 3. ve 4. aylarında ayva yemelidirler. Lâkin ayvayı yerken çok yememeli ve bıçakla kesilmemelidir. Demir onun hasse ve suyunu çeker. Hadis-i şerif’te:

"Ayva kalbi parlatır, Nefes darlığını giderir’’’ Başka bir hadis-i şerifte: “Aç karına ayva yiyiniz. Çünkü o göğsün darlığını giderin” Yine hadis-i şerifte; "Ayva kalbi parlatır, cesaret verir ve doğacak çocuğu güzelleştirir" duyurulmuştur.

85-                    Kişi birçok faydası olan nar yemelidir. Hadis-i şerifte:

"Her bir narda, cennet sularından birer damla vardır” du­yurulmuştur. Bu hadise binaen yenilen her nar tanesine dikkat et­melidir. Narları birbirinden ayıran zar insan midesi için çok faydalı­dır. O yüzden bu zara Dibbağul-mide (mideyi sertleştiren, geren) adı verilmiştir. Ayrıca nar ishal ve safra kesesi rahatsızlıklarına da iyi gelir.

86» Kişi incir yemelidir. İncir kalbe kibarlık nakşeder, kulunç denilen rahatsızlığa faydalıdır. Hadis-i şerifte:

"Kurutulmuş incir yiyiniz! O cennetten çıkmış bir meyve­dir, hemeroidi giderir." duyurulmuştur.

87-     Kişi bereket bulmak için kavun yemelidir. Kavunun su­yunun cennet suyu olduğu rivayet edilir.

Hadis-i şerifte:

"Cenneteki her yemeğin lezzeti kavunda bulunur." duyu­rulmuştur. Başka dir hadis’te: "Kavun insanı doyurduğu için ye­mek, susuzluğu giderdiği için su, kokusu güzel olduğu için çi­çek ve mideyi temizlediği için sabundur" duyurulmuştur.

Kavunun diğer faydaları: Mesaneyi temizler, meniyi artırır, cinsi münasebet gücünü artırır, vücuda zararlı şeyleri önler, deriyi güzelleştirir, ağız kokusunu iyi eder, baş ağrısına iyi gelir, görme gücünü artırır, iştah açar, karındaki kurtları döker, yetmiş hastalığa faydası olduğunu belirtmişlerdir. Sünnet olan kavunu ekmek ile ye­mektir. Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Kim kavunu ekmek ile birlikte yerse Allah onun yetmiş çeşit hastalığını bertaraf eder.” Başka hadis-i şerif’te;

“Yemekten önce kavun yemek, karnı yıkar hastalığı kö­künden söküp atar” buyurulmuştur.

Kavunu üzeri çizgili olanlardan ve çizgileri tek bulunanlardan almaya dikkat etmelidir.

88-     Kişi vücûdunu kuvvetlendirmek için yumurta yemeli­dir. Resulullah şöyle demiştir:

 "Peygamberlerden birisi Allah’a vücudunun zayıf oldu­ğundan bunu kuvvetlendirmesi için duâ etmiştir. Allah’da ona yumurta yemeyi emretmiştir."

Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle anlatmışlardır:

"Çocuğu az olan kişi vardı, çocuklarının sayısını artırmak istiyordu ve bunun için Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a geldiğinde Efendimiz ona yumurta yemeyi emretti."

Yumurtanın beyaz olan dış kısmı soğuk sarı olan iç kısmı da genelde sıcak olur, bu yüzden hazmedilmesi zor olur. Bunun önü­ne geçebilmek için rafadan yumurta yemek daha güzeldir.

Nefes darlığı, ses bozukluğuna iyi geldiği gibi, kanı çoğaltır.

Yumurta vücut üzerindeki herhangi bir yanığa sürülse onun iyileşmesine yardım­cı olur. Çiğ yumurtanın beyazı, yüze sürülse sıcakta güneşin tesiri­ni önler.

89-     Kişi zeytinyağı yemelidir. Resulullah (saîlallahu aleyhi vesellem);

"Zeytinyağı ile yağlanın, onu yiyin, o mübarek bir ağaçtan çıkar, hemeroid’e iyi gelir" buyurmuşlardır. Başka hadiste;

"Zeytinyağını yiyin ve sürünün" zeytin yağı cüzzam da dâhil yetmiş hastalığa şifadır, onu yiyin ve sürünün" buyurmuş­lardır.

"Hindiba yiyiniz! Zira ona her gün cennetten bir damla su ihsan olunur" buyurulmuştur.

91Kişi heiilec yemeli ve içmelidir. Hadis i şerif te:

"Cennet ağaçlarından olan siyah helilecden içiniz, tadı ne kadar acı da olsa, her şeye ilaçtır."

92“ Kişi sinameki ve raziyane yemelidir.

Hadis-i şerif’te:

/                                                      /                        /

“Raziyane ve sinameki yiyiniz, bunlar ölümden başka her şeye ilaçtır.” buyurulmuştur.

93Kişi sarımsak yemelidir. Resulullah şöyle buyurmuşlar­dır;

"Ben meleklerle konuşuyor olmasaydım, bende sarımsak çiğnerdim." buyurmuşlardır.

Sarımsağın kokusunu namaz kılarken her ne suretle olursa olsun gidermelidir.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

SEKSEN DÖRDÜNCÜ BAB

SU İÇMENİN ÂDÂBI

Hararet basınca insan su içer, susuz yapamaz. Elbet su Allah-u Teâlâ’nın insanlara verdiği en büyük nimetlerdendir. Su içmeninde bazı âdâbı vardır. Bunlar şöyledir;

"İçindeki tabak ve çanakları toprak olan evin sakinlerine Allah merhamet eder ve melekler onlara dua edip bağışlanma» iarını dilerleri" buyurulmuştur.

İbn-i Abbas camdan bardak kullanmış ve "İçinde pislik olup olmadığı görme bakımından bu bardaklarla su içmek çok gü­zel" demiştir.

2-      Ayakta su içilmemelidir

Hadis-i şerif’te:

"Ayaktayken su içmeyin, meğer unutup da içerseniz onu çıkarın (yutmadığınız kısmı tükürün)" buyurulmuştur. Ayakta içilebilecek sular sadece zemzem ve abdestin artan suyudur.

3-     İçerisinde su bulunması için hazırlanmış su kaplarının ağzı kapalı tutulmalıdır. Rivayet olunur ki;

“Çanağı örtün, su kabını kapayın. Çünkü yıl içerisinde öyle bir gece vardı ki, o gece de veba iner, üstü örtülmemiş hangi yemek kabı veya su kabına ğrarsa o belâdan içine mut­laka iner.’’ buyurulmuştur.

4-    Irmak veya herhangi bir akarsudan eğilip hayvanlar gi­bi su içmemek gerekir. Su kabı kullanmaya gayret etmek gerekir. Eğer su kabı yoksa elle içilmelidir.

5-     Kişi suyu eline alınca besmele çekmelidir.

6-    Kişi suyu üç yudumda içmeli ve ilk yudumda "Allah’a hamd olsun", ikinci yudum da "Kovulmuş şeytandan Allah’a sı­ğınırım" üçüncü yudum da “Allah’ım bunu bütün dertlere deva kıl" diyerek duâ etmelidir.

7-    Kişi su içerken her bir yudumda su kabını ağzından uzaklaştırmalı, su kabına doğru nefesini vermemelidir. Hadis i şerif’te;

“Kadehi ağzından uzaklaştır da öyle nefes al” buyurul­muştur.

8-     Su kabını iyice doldurmak. Ateşperestlere benzememek ve onlara muhalefet yapmak için su kabını hep dolu tutmalıdır. Hadis-i şerifte;

“Taslan doldurun Mecusılere muhalif olun” buyurmuşlardır.

9-     Kişi suyu bîrden içmemeğidir, bu ciğerlerin ağrımasına vesile olur. Hadis-i şerifte:

”Suyu çocuğun emdiği gibi için, aniden doldururmuş gi­bi içmeyin çünkü ciğer ağrısı yapar/ duyurulmuştur.

10-      Su içerken, suyun tatlı ve soğuk olmasına özen gös­terilmelidir. Böyle yapılırsa susuzluk kolay giderilir, vücuda daha faydalı olur diye rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte;

“En güzel içecek tatlı ve soğuk olanıdır” buyurmuşlardır.

Elle su içmekte gayet iyidir ama önce eller yıkanmalıdır. Ha­dis-i şerifte

“Ellerinizi yıkayın, avucunuzla su için! Elden daha güzel ve hoş bîr kab yoktur” buyurmuşlardır.

Mefatih’ül-Cinan

SEKSEN BEŞİNCİ BAB

GİYİNMENİN ÂDABI

Elbise giymenin âdabı şu şekilde sıralanır:

1-      Giyilen elbise kalın olmalıdır. İçinde vücut çizgileri belli olacak şekilde ince ve dar olmamalıdır. Hadis-i şerif’te:

"Kimin elbisesi ince olursa, onun dini de ince olur" duyu­rulmuştur. Bu tür elbise kişiyi kibir ve gururdan da korur. Fazla ge­niş ve bol da olmamalıdır. Hadis-i şerif’te;

“Dar ve kalın elbise giy ki, kibir ve gurur sana gelmeye yol bulamasın” buyuruldu.

Ayrıca Hz. Ömer (radıyallahu anh) bir kişinin ince bir elbise giydiğini görünce ona hemen; "Bu ince elbiseleri evinizdeki ka­dınlara bırakın onlar giysin" derdi.

2-   Giyilen elbisenin yün olmasına özen göstermek. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın giydiği tüm elbiseler yünden ol­duğu için, elbisenin yün olmasına özen göstermek gerekir. Hadis-i şerifte:

 "İmanın tadını alabilmek için yün giyiniz" buyurulmuşlar. Başka bir hadis-i şerifte:

"Yün, cennetten çıktıkları zaman ilk olarak Âdem ve Hav­va tarafından giyilmiştir." duyurulmuştur.

3-    Süleyman (aleyhssselam)’in aba giydiği rivayet olunur, bu yüzden aba giymek gerekir.

4-    Giyilen elbisenin renginin beyaz olması lâzımdın Hadi­s-i şerifte:

"Beyaz temiz ve güzeldir, elbiselerinizi o renk yapın, ölü­lerinizi de o renkle kefenleyin!" duyurulmuştur. Burada beyaz el­bise giymekten maksat mest değildir. Onun siyah olanını giymek hem âdâba hem de sünnete daha uygundur. Peygamberimizin ve diğer âlimlerin mesti hep siyah olmuştur.

5-   Erkekler kırmızı renkli elbise giymemelidirler. Kırmızı renkte şeytana alâmet vardır diye rivayet olunduğu için giymemelidir. Hadis-i şerifte;

“Kırmızıdan kaçının. Çünkü o şeytan’ın kisvesidir.”

Kadınlar her renkte elbise giyebilirler ama erkekler kırmızı ve sarı renk elbise giymemelidir.

6-     Giyilen elbisenin devamlı temiz olmasına özen göster­mek ve bunun için onu devamlı yıkamak lâzımdır. Temizliğin ke­deri alıp götürdüğü rivayet edilir.

7-     Herkes, kendi sınıf ve zümresine göre elbise giymeli­dir. Zenginler zengin, fakirler fakir elbisesi giymeli, Allah’ın kendile­rine verdiği nimetler üzerlerinde görülmelidir. Bir hadis-i şerif’te;

 “Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister” buyurulmuştur.

8-    Elbiseyi giymeden önce besmele çekmeli ve ardından elbiseyi giymelidir.

9-     Giyilecek elbiseyi, namaz ibadetinde avret yerlerinin örtünmesi, görülmesi sakıncalı olan yerlerini örtmesi, insanla­rın kendisine sevgi beslememelerine niyet ederek giymelidir. Kişi bu şekilde bir elbise giyerse elbise üzerinde durduğu sürece kendisine sevap yazılır.

10-    Bir elbiseyi giymeye başlarken sağdan başlamalı, yi­ne bir elbiseyi çıkarırken soldan başlamalıdır.

11-    Kişi elbisesini giyer giymez Allah’a şu şekilde hamd etmelidir:

"Elhamdü lillahi'l-lezi kesani haze ve rezaknihi min gayri havlin minni ve la kuvvetin.” Elbise giyerken bu duâ okunursa geçmiş günahların bağışlanmasına vesiledir.

12-    Giyilen elbise çıkarıldığında dürülmek istenirse bunu da besmele ile yapmak gerekir, rivayet olunduğuna göre besme­le çekilmeden katlanan elbiseyi şeytan giyer ve o elbise çok hızlı eskir. Elbisenin süsü onu dürmek olduğu için rivayet olunur ki elbi­se, kendisini giyen onu üzerinden çıkarırken ona şöyle dermiş "Sen beni akşamları süsle, ben de seni gündüzleri süsleye­yim."

Bir hadis-i şerifte;

“Elbiselerinizi dürün ki, ruhu ona avdet etmesinÇünkü şeytan elbiseyi dürülmüş olarak görürse onu giymez, ama dü­rülmemiş gördüğü elbiseyi hemen giyer” duyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

SEKSEN ALTINCI BAB

EV YAPTIRMANIN ÂDÂBI

İnsanın barınacağı başını sokacağı bir eve mutlaka ihtiyacı vardır. Böyle bir ev yaptırmanın da âdâbı şöyle sıralanır:

1-      Yaptırılacak evin yüksekliği 6 arşından uzun olmamalı­dır. Hadis-i şerif’te;

"Bir kişi altı arşından daha uzun bir ev yaparsa, bir melek onun için şöyle der; Ey günahkârların günahkârı" duyurulmuştur.

2-      Yapılan evin içine gereğinden fazla geniş ve gereğin­den fazla oda yapılmamalıdır.

3-      Ev yapılırken, içerisinde ibadet etmek ve ailesiyle her burada barınmayı niyet etmek gerekir.

4-      Kişi ihtiyacı olmadığı sürece ev yapmamalıdır. Hadis-i şerif’te:

 "Allah bir kimse için kötülük dilerse, onun malını boş ye­re ağaç ve tuğlaya harcatın" buyurulmuştur.

Ayetle sabit olduğuna göre tuğlayı ilk kullanan Firavun’dur.

"Ey Hamam Çamurun üstüne ateş yakıp bana bîr köşk in­şa et" (Kassas suresi-39)

Rivayet edilir ki; Halife Harun Reşid bir saray yaptırdı, bunu gören Muhammed b. Simmak şöyle dedi: "Toprağı yukarı kaldı­rıp dininde aşağı indirdin!” Bu yaptırdığın şey kendi malınla ya­pıldıysa malını boşa harcadın, “Allah har vurup harman savu­ranları sevmez55 ama bunu başkasının malıyla yaptırdıysan zul­metmiş olursun ve yine “Allah zalimleri de sevmez."

Bir hükümdar ülkesine bir saray yaptırmış, buranın övülmesi için, bu saray da ziyafet verir, herkese sarayın nasıl olduğunu so­rar ve onların iltifatlarını dinlermiş. Günlerden bir gün, iki ziyaretçi­yi davet edip, sonra onlara sarayı nasıl bulduklarını sormuş. Onlar şu şekilde cevap vermişler: "Ayıpların en büyüğü olan bu sara­yın iki şeyi var. İlki bu saray da yaşayanlar fanidir, İkincisi bu Saray’da fanidir."

5-    Yapılan bina acele ile yapılmamalı, belli bir programa gö­re detaylı ve ince hesapla yapılmalıdır. İbrahim (aleyhisselam) Kâbe’yi inşaa ederken her gün en fazla bir sıra taş dizerdi.

6-    Yapılan binada kullanılan malzemelerin helâl olmasına ve helâl kazançla alınmış olmasına özen göstermek gerekin

7-    Yapılan binaya süs niyetiyle bile olsa, canlı ve hayvan resmi yaptırmamalıdır.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hayvan resmi olan perdeleri görmüş ve Aişe (radıyallahu anha)’ye şöyle demiştir:

"Ey Aişe! Sen, içinde hayvan resmi bulunan eve melek girmediğini, bilmez misin? O resmi yapan kişi kıyamet günün­de azaba müstahak olduğu gibi yaptığı bu resme hayat verme­si istenir."

Canlı resmi olan eve melek girmez derken, insanın sağ ve so­lundaki günah ve sevapları yazan melekler buna dâhil değildir. Çünkü bunların görevleri her daim insanın yanında olup onun kay­dını tutmak ve ahirette yaptıklarına şahit olmaktır. Eve girmeyecek meleklerden kasıt diğer meleklerdir. Ama çizilen resimde çizilen şe­yin kafası yoksa bunda bir sakınca yoktur.

8-    Kişi evinin etrafını ve içini temiz tutmaya özen göster­melidir.

“Evin içini ve avlusunu temiz tutmak rızkı celbeder zen­ginliğe yol açar” buyurulmuştur.

9-    Eve girince selâm vermeli. Evde kimse yoksa üç kere ihlas okumalıdır. Ev içerisine, manalı güzel sözler aşılmalı, herkese tatlı dille davranılmalı, her gün en az bir kere Vakıa suresini oku­malıdır. Namazları tadili erkan ile kılmalı. Ayrıca evde köpek beslememelidir. Hadis-i şerifte:

"Köpek olan eve melek girmez" buyurulmuştur.

10-    Evde her zaman gelebilecek misafir için oda ayırılmalıdır. Hadis-i şerifte:

"Her şeyin zekâtı vardır, evin zekâtı gelecek misafirler için ayrılacak odadır." buyurulmuştur.

11-               Evin güzel kokması için güzel tütsülenmesi lâzımdır.

Mefatih’ül-Cinan, Buhari-i Şerif

SEKSEN YEDİNCİ BAB

UYKU ÂDABI

Allah’û Teâlâ Kur’ân-ı kerim’de;

"Uykuyu sîze bir dinlence yaptık!" (Nebe suresi-9) buyur­maktadır.

Uykunun âdabı şunlardır:

1-      Kişi uyku için yatmadan evvel abdest almahdın Hadis i şerifte:

 "Kim abdestli bir şekilde uyumak için yatarsa, yatarken ibadet eder, onun ruhu Allah’a secde eder, bu şekilde yatıp uyuduğunda gördüğü rüya sadık rüya olun " duyurulmuştur.

2-                   Kişi yatmadan önce misvak kullanmalıdır.

3-                   Uykudan kalkınca da misvak kullanmak lâzımdır.

4-    Yatarken baş kısmının kıbleye yönelik olmasına, sağ tarafına dönerek yatıp, sağ elini yüzünün sağ tarafının altına koymalıdır.

Kişinin önemli bir işi olduğunda, istihareye yatmak isterse, abdest alıp yatağına oturduktan sonra, üç kere salâvat getirmeli, on adet Fatiha okumalı, on bir adet İhlâs okuyup ardından üç salâvat daha getirdikten sonra, yatıp uyumalıdır.

Başka bir rivayete göre, yattıktan sonra ilk önce az bir süre sağ tarafına sonra sol tarafına, sonra da sırt üstüne yatmalıdır. Ve ayaklarını birbiri üzerine koymamalıdır. Hadis-i şerifte:

"Yattığınız zaman, ayaklarınızı birbiri üzerine koymayın!" duyurulmuştur.

5-     Kişi uyumak maksadıyla yatmadan önce işlediği gü­nahlar için bağışlanma dilemelidir.

6-     Kişi uyumak için yattığında bunu ömrünün bitimi yani ölümü olrak görmelidir. Hadis-i şerifte:

"Uyku ölümle kardeştir" duyurulmuştur.

7-     Kişi uyumak maksadıyla yatmadan önce hiç olmazsa bir kaç ayet okumalıdır. Ama okunması en güzel olacak şey Ayetel Kürsi’dir.

Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre: Resulullah beni Beytü'l-Mal'ın hurmalarını korumam için görevlendirmişti. Bir gece yine hurmaları beklerken bir hırsız geldi ve biraz hurma aldı. Ben de ko­şup onu yakaladığımda; "Ailem, çocuklarım aç, onları doyurmak için bunları aldım” dedi. Ben de bir daha bunu yapmamasını söy­ledikten sonra onu gönderdim. Ertesi sabah Resulullah'ın yanına gidince bana şöyle sordu: "Ey Ebu Hureyre, hırsızı ne yaptın?" Bende her şeyi olduğu gibi ona anlattım. Bunun üzerine Resulullah onun tekrar geleceğini söyledi. Hırsız ikinci gece de geldi, yine ye­min etti ve bende bıraktım. Ertesi gün yine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bana hırsızı sorduğunda olanı biteni anlattım ve tekrar geleceğini söyledi. Hırsız üçüncü gece de geldi ama bu se­fer ona "Seni Resulullah (sallallahu aleyhi veseHem)’m huzuru­na götüreceğim başka yolu yok" dedim. O da; "Beni oraya gö­türmezsen sana bir şey öğreteyim!" bende söylediklerini kabul ettim! Adam dedi ki;

"Yatarken Ayetel-kürsi oku, hem mutlu olursun hem de şeytan senden uzak durur ve de sabaha kadar bir melek seni bekler/’ Adam bunları anlattıktan sonra onun gitmesine izin ver­dimi Ertesi gün Resuiuilah’a olanları anlatınca bana şöyle dedi:

"O gelen şeytan’ds ve şeytan ne kadar yalancı olsa da sa­na doğru söyledi/5 buyurdular.

8-    Kişi uyumak için yattığında, uykusu gelinceye kadar teşbih çekmelidir Uyku ölüm gibidir bu yüzden, 'Kişi ne yapar­ken ölürse o şekilde dirilir/ Uykusu bastırdığında şu şekilde duâ etmek güzel olur:

"Ey Rabbim! Sana ibadet edenleri ihya ettiğinde beni aza­bından koru/5

9-    Kişi uyuduğunda rüyasında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı görmek isterse; yapabildiği kadar çok salâvat getirdikten sonra;

 "Allhümme Rabbe'l-Beledi'l-Harami ve'ş-şehri'l-harami ve'l-hili ve'r-rukni ve'l-makami ikra’ ala ruhi Muhammedi'n minna's-selâme" duâsını okumalıdır.

Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiş­tir: "Ne zaman Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüyam­da görmek istesem, uyumadan önce Ahber namazı kılarım ve onu rüyamda görürüm!"

Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığına göre "Kim Ahber namazı kılıp, üstüne Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ı rüyasında görmezse, adım Ömer değildir. Beni kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kim bu namazı kılarsa Allah onun bütün isteklerine cevap verir, günahlarını affeder hem de ölürken susamaz. Kabrinde ahber adı verilen güzel çiçekler bi­ter..." Peki bu ahber namazı nasıl kılınır?

Cevap: Ahber tek selâmla kılınması gereken dört rekâthk bir namazdır. Her bir rekâtında bir “Fatiha”, on defa “Kadir suresi” (inna enzelnahu..), on beş kere "Sübhanallahi vel hamdu lîllahi ve lâ ilahe illâhu vallahu ekber" okuyup ardından Rükû!ya gidilir. Rükû da normal olan teşbihi yapınca, rükûdan kalkmadan üç kere daha "Sübhanallahi vel hamdu lillahi ve lâ ilahe illâhu vallahu ekber" teşbihi çekilir. Bu secdede de aynı şekilde secde teşbihin­den sonra tekrarlanır. Namaz bittikten sonra, kimseyle konuşma­dan ya da bir şey söylemeden, on kere daha Kadir suresi (İnna enzelnahu...) okunmalı ve otuz üç kere "Sübhanallahi vel hamdu lillahi ve lâ ilâhe illâhu vallahu ekber" teşbihi çekilmelidir.

10-    Kişi uyandığı zaman: "Lâ ilâhe illâllahu vahdehu laşerike leh lehül mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ külli şeyin kadîr velâ havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil-azim."

"Allah’tan başka ilâh yoktur, o birdir, ortağı yoktur ve mülk ona aittir. Hamd da onun içindir ve onun gücü her şeye yeter" diye duâ edip ardından da Allah’ım beni bağışla demelidir.

11-    Kişi sabah namazı vaktinde uyumamalıdır. Çünkü bu rızkın azalmasına sebep olur diye rivayet edilmiştir. “Üzerine göneş doğdurmak rızkı önler” duyurulmuştur.

12-    Kaylule denilen uykuyu âdet edinmelidir. Öğlen nama­zından sonra, uyunan az bir uykuya verilen isimdir. Bu bütün salih müminlerin âdâbıdır. Gece ibadet için vücuda direnç verir.

13-    Uyku vakitlerine dikkat etmeli ve güneş doğarken ve­ya güneş batarken uyumamaya özen göstermelidir.

Hadis-i şerifte:

"Sabah güneş doğarken uyumak ahmakhk alâmetidir. Gün ortasında uyumak yani kaylule yapmak güzel ahlâkı gös­terir. Gün bitiminde uyumak ise insana yorgunluk verir” duyu­rulmuştur. Yani güneş doğarken uyumak rızkı dağıldığı için ahmak­lık ve gündüz uyumak Peygamberimizin ve velilerin âdetleri olduğu için ruhen olgunluktur.

14-    Uyku esnasında görülen rüyaları ganimet bilmek ge­rekir. Sevindirici bir rüya ise Allah’tan bilip buna şükür ve hamdetmek gerekir, kötü ve isyan içeren bir rüya ise, tövbe etmeli, sol ta­rafına dönüp üç kere şeytan’dan Allah’a sığınırım demelidir. Ardın­da da iki rekât namaz kılmalı ve gördüğü bu kötü rüyayı kimseye anlatmamalıdır. Hadis-i şerif’te;

“Güzel rüya Allah’tandır, kötü rüya şeytan’dandır. Kimse hoşlanmadığı rüya görürse sol tarafına üç kere tükürsün ve şeytan’dan Allah’a sığınırım desin. Çünkü o rüya ona zarar vermez. Rüyayı kimseye anlatmasın. Eğer iyi rüya görürse se-

vinsin ve sade sevdiklerine anlatsın” buyurulmuştur.

Büyük âlim İbn-i Şirin’e göre rüyalar üç kısma ayrılır. Bunlar Hadisu'n-Nefs, Tahvifü'ş-Şeytan, Rüya-i Sadıktır.

1-     Hadisu'n-Nefs: Kişinin bir şeyi düşünerek uykuya yatması ve rüyasında onu görmesidir.

2-     Tahvifu'ş-Şeytan: Şeytan her zaman müminle alay eder, bazen de onu korkutmaya çalışır, bazen de gusül abdest almasını gerektirecek şeylerle uğraştırır. Mücadele suresi-10 ayette;

“Öyle fısıltı sırf şeytandandır. İman edenleri hüzünlendir­mek içindir” buyurulmuştur. Uykunun âdâbına riâyet edilmediği, aç karnına veya tok karnına yatıldığı, susuz yatıldığr veya düşün­celi fikren meşgul olarak yatıldığı zaman görülmektedir. Bu tür rü­yaların tabiri yoktur.

3-      Rüya-i Sadık: Allah’ın insana müjdesidir, Levh-i Mahfuz­dan rüya için tayin edilen bir meleğin rüya vasıtasıyla mümine gös­termesidir. Hadis-i şerif’te;

"Rüya-i sadık, peygamberliğin kırk altı parçasından birisi­dir." buyurulmuştur. Bu tür sadık rüyaları, salih kişilere anlatmalı ki onlarda daima hayır istediklerinden, rüyayı da hayır ile tabir etsinler.

Rüya hakkında şöyle Hadis-i şerfite:

“Rüya yorumlanırsa, ne tabir edilirse o çıkar ama yorumianmazsa birşey olmaz" buyurulmuştur.

Çok önemli bir konuda, kişinin rüyasını anlatırken yalan kat­mamasıdır. Hadis-i şerif’te:

"En büyük iftira, rüyada görmediği şeyi gördüm demektir" buyurulmuştur.

Seher vakti yani sabah namaza vaktinde görülen rüyalar ganimet bilinmelidir» Onların sadık rüyalar olduğunu göstermek­tedir. Hadis-i şerif’te;

“En doğru rüya seher vaktinde görülen rüyadır” buyurul­muştur.

Uyanık hâlinde doğruluktan ayrılmayan kişilerin rüyaları da doğru olur. Hadis-i şerif’te;

“Rüyası en doğru olanınız konuşması en doğru olanınızdır” buyurulmuştur.

Ayrıca Allah’tan gerektiği gibi korkanlar korkulacak rüyalar görmezler. Nitekim İbn-i Şirin; "Uyanıkken Allah’tan korkarsan, rüyada korkmazsın" buyurmuştur.

“Rüyada kadın görmek hayırdır, deve görmek harp ve çarpışmadır, süt görmek İslâm fıtratıdır, yeşillik görmek cen­nettir, gemi görmek kurtuluştur, hurma görmek rızıktır” buyurulmuştur.

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

SEKSEN SEKİZİNCİ BÖLÜM

YOL YÜRÜMENİN ÂDABI

Yürümenin âdâm şu şekildedir:

"Birisi evinden çakarken; (Bismillahi tevekkeitü alallahi vela havle vela kuvvete illa bihah) derse o kimseye bir melek (Kifayet olundun hidayet olundun vikâye olundun) doğru yola iletildin, der. Şeytan o kişiden uzak durur O kimseye başka şeytan gelip yaklaşmak isterse (Kifayet, hidayet ve vikâye olu­nan kimseye sen nasıl musallat olursun) der" duyurulmuştur.

2-      Kişi yolda yürürken öne doğru eğilmelidir, bu şekilde yürümek alçak gönüllülük alâmetidir.

3-     Kişi yolda yürürken başını havaya kaldırıp, bir sağa bir sola eğilerek yürümemelidir, çünkü bu kibirdir.

4-     Kişi fitneye sebep olmamak için iki kadının arasında yürümemelidir.

5-     Yolda yürürken, yol üzerinde insanlara eziyet verebile­cek bir şey görüldüğünde onu yoldan kaldırmalıdır.

6-                   Yol üzerine oturup, insanlara eziyet vermemelidir.

7-                   Kişi yol üzerine tükürmekten oldukça uzak durmalıdır.

8-     Kişi bineğe binip, arkasında da insanların kendisini ta­kip ettirmemelidir. Hz. Ömer (radıyallahu anh), Ebu Kaab (radıyallahu anh)’ı bir bineğin üzerinde ve arkasından da onu takip eden insanları görünce, kamçısını eline almış ve tam ona saldıracak­ken Ebu Kaab;

"Ey Müminlerin emiri, nedir bu hâlin?" Hz. Ömer (radıyallahu anh) cevaben;

"Bu durumum, kendisini takip ettirip şöhret uman için bir afet, onu takip edenler içinse bir zillettir." buyurmuşlar.

Peygamberimiz bir gün Cennet’ül-baki’de yürürken arkasın­dan ashabının ayak seslerini duydu ve onlara; "Haydi siz önüm­den yürüyün arkamı meleklere terk edin” buyurdular.

İbn-i Şirin hazretleri yolda bir kimseyle arkadaşlık etti ayrılırkende ona şöyle tavsiye de bulundu;

“Sen herkesi tanı, seni kimse tanımasın. Sen herkese git, sana kimse gelmesin. Sen herkesden iste, senden kimse birşey istemesin. Gücün yeterse bunları yap.”

9-     Kişi yaş bakımından kendisinden büyük olanların ön­lerinde yürümemelidir. Bu fakirliğe yol açar.

10-     Yürürken Kureyş kabilesine mensup bir kişi görülür­se yol verilmelidir.

11» Yürürken hızlı değil orta halli yürümelidir. Ama yürüme âdâbına riayet edilerek hızlı yürünürse yorgunluğu alır denilmiştir. Hadis-i şerifte:

"Biriniz yürürken yorulursa hızlansın" duyurulmuştur.

12-     Kişi eğer kırk yaşını geçmişse yürürken asa kullan» malıdır. Bunu yapmanın yedi güzelliği vardır. Bunlar Hasan Basri den rivayet olunmuştur:

a)     Resulullah (sallallahu aleyhi veseâlem)’m sünnetine uymuş olur,

b)                    Asa salâh kulların simgesidir,

c)                    Köpek, akrep gibi düşmanlar için savunma aletidir,

d)                    Kişi zayıfsa ona destek olur,

e)     Münafıklara muhalefet etmiş olur, münafıklar asa île yürüyenlere kötü gözle bakarlar,

f)                      Kazandan sevabın artmasına vesile olur,

g)     Camii dışmda bir yerde namaz kılındığında kıble belli olsun diye yere dikilin

Diğer faydaları da; ayette belirtilmiştir:

"Musa, O benîm asam’dır, ona dayanır onunla ağaç sil­kelerim koyunlanm için, başka işlerimde de kullanırım, J9 (Taha suresi; 17-18)

Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir

SEKSEN DOKUZUNCU BAB

AŞURE GÜNÜNÜN ÂDABI

Muharrem ayının 10. günü gününe saygı İslâmî edeptendir.

İbrahim (aleyhisselam)’in doğumu ve Nemrut’un ateşinden kurtulması,

Nuh (aleyhisselam)’un tufandan kurtuluşu,

Musa (aleyhisselam)’nın Firavun’dan kurtulması,

Eyyüb (aleyhisselam)’ün iyileşmesi,

Yakup (aleyhisselam) ile Yusuf (aleyhisselam)’un tekrar ka­vuşmaları,

Yunus (aleyhisselam)’ın balığın karnındaki esaretinden kur­tulması,

Cebrail ve Mikail’in yaratılması hep aşure günü denilen, Muharremü'l-Haram’ın onuncu gününde olmuştur.

Hadis-i şerif’te:

"Aşure gününde oruç tutmak bir yıllık günahın bağışlan­masına vesiledir" duyurulmuştur. Salih Müslümanlar, hem oruç maksadıyla hem de sevabını umarak hem kendileri hem de evlât­larına aşure gününde bir şey yedirmezlerdi.

Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] aşure gününde çocuk­lara bir şey yedirtmez ve oruç tutmuş olsunlar diye mübarek tükrüğünü çocukların ağzına sürerdi. Hayvanların bile yavrularını bu­günde emzirmez diye rivayet edilmiştir.

Rivayet edilir ki;

Resulullah bir avcının bir kapanına düşmüş bir dişi geyik gör­dü. Geyik dile gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a;

"Yardım et ey Allah’ın Resulü! Akşama kadar benim geri geleceğime kefil ol, şu avcının elinden şimdilik kurtar beni!" de­di. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] geyiğin isteğini avcıya an­lattı avcı da neden akşama kadar izin istedilerini sorunca, Resululîah (sallallahu aleyhi vesellem) bu soruyu geyiğe yöneltti, geyikte;

"Ey Resulullah bugün aşure olduğu için biz yavrularımızı emzirmeyiz, onlarda bugüne hürmeten emmek istemezler, ba= na müsade et akşam orucumuz bitince onlan emzirip gele­yim!” dedi. Resulullah da geyiğin anlattıklarını avcıya anlatınca, avcı;

"Bu hayvan seni nasıl sevmişse bende şimdi seni öyle sevdim, dininin ne kadar yüce olduğunu gördüm.” deyip İslâm’ı kabul ettiğini söyledi.

“Kim aşure gününde akrabasını ziyaret ederse, Cennette (orta parmak ve şehadet parmağını yan yana getirerek) Yahya ve İsa ile bu şekilde yanyana olurlar.” buyurulmuştur.

“Kim aşure gününde zerre kadar sadaka verirse, Allah ona Uhud dağı kadar sevap verir, o sevabı da kıyamet günü mizanında olur." buyurulmuştur. Bir başka hadiste;

“Kim aşure günü ilim öğrenmek veya Allah’ı zikir için bir alimin bulunduğu mescide gidip orada bir saat oturursa, Allah bunu yapan kişiyi cennetine koyar” buyurulmuştur.

“Kim aşure gününde Müslümanlardan on kişiye Allah'ın selâmını verirse, bütün müminlere selâm vermiş gibidir” buyu­rulmuştur.

Yetimin başını okşamak konusunda, hadis-i şerif’te;

“Bu günde kim bir yetimin başını severek okşasa Allah onun okşadığı saç sayısı kadar ona hem sevap verir hem de ahiretteki derecesini artırır” diye rivayet olunmuştur.

Mefatih’ül-Cinan

DEĞİŞİK MESELELER ADABI

Bu kısımda farklı meseleler hakkındaki âdâb bir ana başlık al­tında toplanmıştır.

Suya ve Aynaya Bakmanın Âdabı:

Kişi kendisini gördüğünde Allah’ın kendisine verdiği ni» metlere hamd etmeli ve şu duâyı okumalıdır,

"Elhamdü lillahi'l-lezi sevva halki feaddelehu ve kerreme su­rete vechi ve hasseneha ve cealeni min müslimine Allahümme ke­me hassente halki fehassin hulki."

Manası;

"Beni yaratan Allah’a hamd olsun, o beni şekillendirdi, yüzüme keremiyle şekil verdi ve hepsini güzel yaptı, beni de Müslümanlardan kıldı. Allah’ım beni nasıl güzel olarak yarat» tıysan, benim ahlâkımı da güzelleştir

Horoz Besleme Âdâbı

Kişinin evinde beyaz horoz beslemesi İslâmî âdâbtandır.

Hadis-i şerif’te:

"Beyaz horoz alın, hangi evde beyaz horoz olursa o eve şeytan girmez ve insanlara zararı olan mahlûkat giremez." buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerif’te:

"Beyaz horoz dostumdur, dostuma da dosttur, Allah’ın düşmanına da düşmandır." duyurulmuştur. Başka bir hadiste:

"Kafasının ortası kel olan beyaz horoz benim habibimdir. Benim habibim Cebrail’inde habibidir, yaşadığı evi ve dört ka­pıya kadar komşu evleri zararlı mahlûkattan korur." duyurul­muştur. Başka dir hadiste;

"Horoz namaz için ezan okur, kim beyaz horoz alırsa şey­tan büyücü ve falcının kötülüklerinden korunmuş olur." duyu­rulmuştur. Bir rivayette:

"Horozun sesi, kanatlarını çırpması, onun rükû ve sücûdudur” duyurulmuştur. Başka dir hadis-i şerif’te;

"Horoz sesi duyunca Allah’a duâ edilmeli, çünkü o bir melek görmüştür. Eşek sesi duyunca Allah’a sığınmalıdır, çün­kü o şeytanı görmüştür" duyurulmuştur.

Başka dir hadis-i şerif’te:

"Horozun sesini duyduğunuzda Allah’ın size ihsanda bu­lunmasını isteyin., çünkü horoz sesini çıkardığında melekleri görmüştür...." buyurulmuştur.

Evde Güvercin Beslemek Âdâbı

Evde güvercin beslemek İslâmî âdettendin Lâkin kanatları kesilmiş olmalı ki uçamasın. Güvercin bulunan eve cin taifesi mu­sallat olamaz. Hadis-i şerifte;

“Kanatları kesilmiş güvercinler edinin. Çünkü onlar cinle­ri yavrularınızdan uzaklaştırırlar” buyurulmuştur.

Koyun Beslemenin Âdâbı

Evde koyun beslemek İslâmî âdettendin Hadis-i şerifte:

"Koyun besleyin çünkü o serâpâ berekettir!" buyurulmuş­tur. Başka bir hadiste;

"Birinin evinde bir koyun olsa bir berekettir, iki koyun iki bereket, üç koyun ise üç bereket olur" buyurulmuştur.

Geğirme (Gaz Çıkarma) Âdâbı

Kişi hapşıracağı yahutta geğireceği, (gaz çıkaracağı) zaman sesinin çok çıkmamasına özen göstermelidir. Çünkü bun­ları yüksek sesle yapanları şeytanların sevdikleri rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte;

“Biriniz geğirirse veya aksırırsa yüksek ses çıkarmasın, çünkü şeytan böyle ses çıkaranları sever” duyurulmuştur.

Aksırırken iki elle yüz kapatılmalı ve sesi en aza indirmeye çalışılmalıdır. Peygamberimiz;

“Aksırdığı zaman iki avucunu yüzüne koysun sesini azalt­sın” buyurmuştur.

Aksırdıktan hemen sonra, bu aksırmadan dolayı başına bir şey gelmediği için hemen Allah’a hamd etmelidir. Hadis-i şerifte:

"Birisi aksırdığında hamd ederse (Elhamdülillah) ona Allah sana rahmet etsin (Yerhamukellah) deyiniz ama hamd etmezse bir şey (Yerhamükellah) söylemeyin" duyurulmuştur. Bu da gösteriryor ki aksırınca hamd eden birisine Allah sana rahmet etsin de­melidir.

Üçten fazla aksırırsa bilin ki o zükkam illetindendir. Ona duâ etmek gerekir. Peygamberimiz;

"Birisi aksırdığında yanında oturan ona (Yerhamukellah) desin. Aksırması üçü geçerse bilsin ki o zükkam illetine yaka= lanmıştsr” buyurulmuştur.

Kişi ürperdiği vakit Allah’a hamd (Elhamdülillah) demelidir, çünkü ürperme bağışlanma alâmeti olduğu rivayet edilmiştir Tabi bu, Allah korkusundan yahut günahlarının çokluğundan dolayı olur­sa o zaman Ağaç yapraklarının döküldüğü gibi günahları dökülür. Hadis-i şerifte;

“Eğer kişinin derisi Allah korkusundan ürperirse, hatala­ra eski ağaçların yapraklarının döküldüğü gibi dökülür” buyu­rulmuştur

Parmaklara Birbirine Geçirmenin Sakıncası

Camide parmaklarım birbirine geçirmeden beklemelidir. Hadis-i şerifte;

“Biriniz abdest aldığı zaman abdestini güzel alırsa sonra camiye çıkarsa ellerini parmaklarım birbirine geçirmesin! Çünkü o namazda sayılır” buyurulmuştur.

Büyücü ve Falcılar

Müslüman herhangi bir şeye bakıp gaip olandan yani sa° dece Allah’ın bilebileceği şeylerden haber veren kimselerin sözlerine inanmamalıdır. Hadis-i şerifte:

“Kim bir kâhini ve müneccimi gelip tasdik ederse, Muhammed Aleyhisselâm üzerine indirileni inkâr etmiş olur.” bu­yuruldu. Başka bir hadiste;

"Benim ashabım hakkında konuşulduğunda onlar için kö­tü şeyler söylemeyin. Yıldızlara bakan falcılardan söz edildiğin­de onların güçlerinden bahsetmeyip susunuz!” duyurulmuştur.

Kulak Çınlaması

Kulak çınlaması binlerinin kulağı çınlayan kişiyi iyi veya kötü olarak andığını gösterir. Resulullah;

"Biriniz kulağı çınladığında beni ansın ve bana salat-ü se­lâm getirsin sonra da şöyle desin (Beni hayırla ananı, Allah an­sın!)” buyurulmuştur. Onu ananların şerrinden korunmak için yu­karıdaki duâyı okusun.

Yılan Görmek

Kişi bir yılana rast geldiğinde üç kere şu duâyı okumalı; ve duâ bitiminde yılan halen yerindeyse o zaman onu öldürmekte herhangi bir sakınca yoktur.

’lnna eseluke bi ahdi nuhin vebiahdi Süleyman îbnî davude enlatu’zîna’’

Peygamberimiz buyurmuşlardır ki; “Evde yılan görürseniz şöyle deyin “Nuh’un ve Davut oğlu Süleyman’ın ahdi sebebiy­le bize ilişmemeni diliyoruz” bu dilekten sonda yine orada bulu­nursa hemen öldürün.

Yazı he hgiii

İnsan yazı yazarken bir şeyi hatırlayamazsa kalemi kulağına tutar. Böyle yaparsa hatırlar denilmiştir.

Hadis-i şerifte;

“Yazı yazarken kalemi kulağına koy bu sana daha güzel hatırlatır” duyurulmuştur.

Yine hadis-i şerifte;

“Biriniz bir mektup yazdığı zaman onu topraklasın. Çünkü bu hacetin görülmesine vesiledir” buyurulmuştur.

Mektubun mühürlenmesi gerekir. Hadis-i şerifte;

“Mektubun kerameti onu mühürlemektir” buyurulmuştur.

Hastaları İyileştirmek

Hastalıkları tedavi etmek İslâmî edeptir. Hadis-i şerif’te:

"Allah hem hastalığı hem de onun şifasını indirdi, ikisi de birbirinin aynıdır, her hastalığın bir tedavisi vardır. Allah’ın kul­larını iyileştirin lâkin haram olan şeylerle tedavi etmeye kalk­mayın!" buyurulmuştur.

Kesin haram olan şeylerle örneğin, şarap, domuz eti ve ben­zeri haramlarla insanların hastalıklarını tedavi etmek iyi değildir, mecbur kalınmadıkça kullanılmamalıdır. Başka bir hadis-i şerif’te:

"Kim, haram bir şey kullanarak birini tedavi ederse Allah onda şifa halk etmemiştir" buyurulmuştur.

Şarabın Zararları

Şarhoşluk veren her şeyin hükmü şarap gibidir. Bu hadisle sabittir. Şarap haram olan içki yalnız üzümden yapılana münhasır değildir hepsini içine alır. Hadis-i şerif’te;

“Ümmetim benden sonra şarap içecekler ve ona başka bir ad verecekler. Emirler şarap içmelerinde yardımcı olacak­lar.” buyurulmuştur. Bir başka hadis-i şerif’te;

"Buğday, arpa, hurma, kuru üzüm ve baldan da şarap ya­pılır55 buyurulmuştur. Şarap sadece üzümden yapılmaz demektir.

İki Kadının Sevişmesi

İki kadının birbirleriyle karı koca gibi cinsel münasebete gir­meleri aynı zina gibidir ve haramdır. Hadis-i şerifte;

“Kadınların sîhakı (birbirleriyle cinsi temasları) aralarında zinadır” buyurulmuştur.

Güneşte Oturmamak

"Güneşte oturmayın! Hem elbiseleri eskitir hem de inşa mn kötü kokmasını sağlan İnsanların kamındaki hastalıkları tetikler ve de bu hastalığın tüm bedeni sarmasına vesile olun" buyurulmuştur.

Göz Nurunun Kuvvetlenmesi ve Dünyada Saadeti

Görme gücünü artıran üç şey belirtilmiştir. Hadis-i şerif’te:

"Akarsuya bakmak, yeşilliğe bakmak ve kendisine helâl olan güzelliğe bakmak kişinin gözünü cilalandırır buyurul­muştur.

Başka bir hadis-i şerif’te:

"Kişi dünyada üç şeyle mutlu olur, iyi komşu, geniş bir ev ve yürümesi rahat olan bir binek" buyurulmuştur.

Tedbirli Olmak

"Tedbir, hayatı sürdürmenin yarısıdır. Sevgi, aklın yarısı­dır. Gam ve keder yaşlılığın yarısı. Ev halkının azlığı ise zen­ginliğin yarısıdır" buyurulmuştur.

Faiz Almak

Faizden şiddetle kaçınmak gerekir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];

"Faizin yetmiş derecesi (günahı) vardır. Bunun en düşük olanı kişinin annesiyle zina etmesi gibidir." buyurmuştur.

Kıyamete Kadar Amel Defterlerine Sevap Yazılanlar

Hadis-i şerif’te:

"Kıyamet gününde yedi kısım insan arşm gölgesinde gölgelenecektîr. Bunlar;

Adaletle hükmeden hükümdarlar, genç olmasına rağmen kendisini ibadete verenler, cemaatle namaz kılmaya özen gös­terenler, birbirlerini sadece Allah rızası için sevenler, bir kadın kendisine ahlâksız teklif ettiğinde Allah korkusundan dolayı onu geri çevirenler, sağ eliyle verdiği sadakadan sol elinin ha­beri olmayanlar, herkesten uzak olmasına karşın Allah korku­sundan dolayı gözlerinden yaş gelenler." buyurulmuştur.

Kına Kullanmak

"Boyaların efendisi olan kınayı kullanınız. Kına cildi bes­ler ve güzelleştirir cinsi temas gücünüzü artırır” buyurmuştur.

Yeni Ay Görüldüğünde

Yeni ay görüldüğünde şu duâ okunmalıdır. Hadis-i şerif’te;

                                                                                                                            >

"Allahümme ehilhü aleyna bilemni vel-imani vesselâmeti velislâmi vettevfiki lima tuhibbü veterza rabbüna verabbükellahü” Peygamberimiz bu duâyı okudukları nakledilmiştir.

Ziraat, Tarımla Uğraşmanın Âdâbı

Kişi Allah’a yapacağı kulluk ibadetlerini ifâ edebilmek için, ye­mek yemelidir, yiyeceği bu yemeği de helâl yollardan kazanması lâzımdır. Bunun da meydana gelmesi imkân dâhilinde ziraate bağ­lıdır. Ziraat ilmi çok faydalı ve insan neslinin sürüp gitmesi için ge­rekli ilimdir.

Cebrail yeryüzünde ilk olarak Âdem (aleyhisselam)’e rençberlik öğretmiştir. Bu yüzden onun soyundan gelen Peygamberler ve pek çok Evliya-i kiram bu işle meşgul olmuşlardır. Kur’ân’da;

 “O sizi topraktan meydana getirdi ve sizi orada ömür ge­çirmeye memur etti” buyurulmuştur. Hadis-i şerifte;

"Rızkınız! yerin altında arayınız!" buyurulmuştur. Başka bir Hadis-i şerifte:

"Tarımla uğraşın çünkü onda bereket ve hayır vardır. Ek­tiğiniz ürünlere nazar değmemesi için onlara kemik gibi bîr şey asarak onu korumaya çalışın" buyurulmuştur.

Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (radıyailahu anh) bir grup adam gördü ve onlara kim olduklarını sorduğunda adamlar;

"Biz Allah’a tevekkül edenleriz" dediler, Ömer (radıyailahu anh) bunun üzerine;

"Hayır siz yalan söylediniz, siz aslında yiyicisiniz, çünkü Allah’a tevekkül eden kimseler, önce toprağa bir tane atarlar ve sonra tevekkül ederler" dedi.

Bir kimse ekin ekerse veya ağaç aşılarsa, dikilen her ağaç için sadaka sevabı alır diye rivayet olunmuştur.

Kur’ân’da şu şekilde buyurulmuştur;

"Yeryüzünde birbirine yakın kıtalar vardır" (Rad suresi-4)

Anlatıldığına göre, ekinin verimliliği bakımından en güzel top­rak siyah olandır. Çünkü siyah toprak karı yağmuru emer ve nemide muhafaza eder, bu da onun suya fazla ihtiyacı olmamasını sağ­lar ve verimi artırır. Ayrıca bir toprak seçerken onun üzerindeki bit­kilere bakmak lâzımdır. Örneğin toprak üzerindeki çiçeklerin açmış olması ve aynı türden birçok ot olması o toprağın kaliteli olduğunu gösterir. Toprağın en kötü çeşidi sarı olan topraktır. İçinde çeşitli ot­lan olan çiçek açmayan ya da kırmızı çiçeği olandır.

Buğday ve arpa içerisindeki suyu sertleşmeden önce biçilmelidir. Böyle olursa içinden kötü ekin çıkmaz, hem kilosu ağır gelir hem de unu lezzeti çok olur.

Ayrıca bunları biçmeye başlamanın en faziletli zamanı da seher vakti yani sabah namazından sonraki vakittir.

Zahirenin anbarlarda kokmaması için anbarın iki tarafına bir­den delik açılmalı ve hava alması sağlanmalıdır.

Ahş-Verişin Âdâbı

Kişi yemek, içmek, giyinmek ve barınmak ihtiyaçlarını karşıla­mak mecburiyetindedir.

Mümin bunları elde etmeye muhtaç olduğu gibi, helâl yönden kazanıp yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini tertemiz satın almak zo­rundadır.

Kişi bizzat kazanarak, ya bağış veya miras yoluyla veya ziraatle elde ettiği helâl mal ve parasını; şer’i meseleleri bilmemesi do­layısıyla kötü kullanabileceğinden helâl olan mal veya para haram olabilir.

Meselâ: Bir kişi belirsiz bir zamanda ödemek şartıyla; yani eli­ne para geçtiğinde veya harman vakti ödeyeceğim diye bir şey sa­tın alsa bu fasit olur. Lâkin belirli bir süre gün, ay belirtip satış ya­parsa onda bir mahzur yoktur. Vadeli satışta caizdir. Günü gelme­den para istenmez.

Tarla veya dükkan kiralamak, işçi tutmak böyledir. Belirli vakit gösterilmelidir. Ay, gün, sene gibi. Vakit gösterilmezse muteber de­ğildir.

Herkes kendi gücüne göre alış-veriş yapmaya ihtiyaç duyar. Bu alış-veriş ile ilgili yirmi yedi meseleyi bilmek gerekir.

Alış-verişin âdabı

1-    Kişi alışveriş yaparken, takvasına ve huşûsuna zarar getirecek hırstan uzak durmaya çahşmahdır. Bu hırstan arına­bilmek için kişi daima ölümü hatırlamalıdır. Ölümü bu şekilde sıkı­ca hatırlamanın üç güzel özelliği vadır;

a-Tövbe etmek için yollar aramaya sevk eder,

b-İbadet ve itaatini artırır,

c~ Dünyalık mala önem vermemek.

2“ Kişi bir mal alacağı zaman, satıcıya o mal hakkında kö­tü şeyler söyleyip de fiyatını düşürmeye kalkmamalıdır.

Aynı şekilde satıcı da satacağı mah övmemeüdlr. Alıcı, alacağı malı kötülüyerek onu normalden daha aşağı alırsa bu alış­veriş geçersiz olur. Çünkü hem yalan hem de aldatma vukû bulmuş olur. Ve satıcı sattığı malı fazla övüp onu pahasından fazlaya sat­sa yine bu alış-veriş geçersizdir.

3-    Kişi doğru olsun ya da yalan olsun alış-veriş esnasın­da kesinlikle yemin etmemelidir. Doğru bir şey üzerine yemin et­miş bile olsa, Allah’ın adını dünyalık basit işlere karıştırmış olacağı için âdâb bakımından suç işlemiş olur.

4-    Kişi alışveriş yapmak istediğinde alışveriş hakkında bilgili olmahdır. Çünkü alış-veriş yapılan yerlerde İslâmî mesele­leri bilen kişi sayısı az olduğu için genelde gaflet yerleridir.

5-    Satıcı olan kişi, sattığı malan eğer bîr özürü veya hata­sı varsa bunları eksiksiz olarak alacak olan kişiye göstermeli­dir. Kişi sattığı malda ayıp olup olmadığını bilir ama alan bilemez.

Ama bu şekilde özrünü bildirmeden satışı yapan ve bu satışı görüp buna göz yumanların hepsi bu günahı işlemiş gibidirler. Ora­da çalışanlar; eğer malın özrünü biliyorlarsa alıcıya söylemek du­rumundadırlar, yoksa onlarda sorumludurlar.

6-    Kişi sattığı mala bir şey kalmamalıdır, sütçünün süte su katması gibi. Ölçerken ve tartarken de eksik yapmamak gerekin

7-     Kişi adet adet sattığı mallarda eksik mal vermekten ol­dukça imtina etmelidir.

8-     Kişi bir şey alırken de satarken de gözü açık olmalıdır, aldatılmamaya dikkat etmelidir. Lâkin bir satıcının fakir olduğunu bildiği için ona fazla para vermek yada fakir bir müşteri olduğunu bildiği için ona fazla indirim yapmak mümkündür.

9-     Bir alışverişte alan ya da satan kişi, alışverişleri sözle­rinde bittikten sonra, buna ihanet edip sonradan mallarının de­ğerini indirmemeli ya da yükseltmemelidir.

Bir kişinin malını değerinden noksana satarsa gören kişinin değerini artırmasında bir sakınca yoktur. Bu durum müşteriyi zulme uğramasından bayininde zarara uğramasından koruduğu için müstehabdır. Hadis-i şerifte;

“Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et” du­yurulmuştur.

10-    Birileri pazarlık yaparken, onların pazarlığına yardım­cı olmak maksadıyla aralarına girip pazarlığı bozmamaya gay­ret etmek gerekir. Hadis-i şerifte;

“Din kardeşinin alış-verişi üzerine gitmek (günahtır)” bu­yurulur.

11-    İnsanlara bir şey satarken, bu satışı mutlak satış yap­mamalıdır, hem alıcının hem de satıcının bilmediği bir kusur duru­mun da yahut alıcı malı aldıktan sonra beğenmezse geri getirip verebilmelidir.

12-    Kişi alacaklı olduğu kimseye eziyet etmemeli, ona yük­lenmemelidir, sıkmamalıdır.

13-     Kişi borçlu olduğu kimseye eziyet etmemeli, parası varsa borcunu ödemelidir. Çünkü imkân olup vermemek bir nevi zulümdür.

“Zenginin borcu uzatması zulümdür” duyurulmuştur.

1-      = Bir şey ahrken, mal için paranın tamamını vermeli, pa­rayı eksik vermekten çekinmelidir.

15-     Kişi gereğinden fazla borçlanmamaiıdır. Çünkü ihtiya­cı kadar borçlanır ve bunu ödemek kaydıyla alırsa, melekler o borç ödenene kadar ona yardımcı olurlar.

16-               Kişi para hususunda faizden kaçınmalıdır.

17-     Hırsız olanlardan ve devlet işlerinde çalışanlardan birşey almamak gerekir. Çünkü alınan şeyin çalınmış olma ihtimali vardır.

18-     Bir kişinin çarşıya satmak için götürdüğü şeyi, yan yolda ondan satın almamalıdır. Çünkü kişi onu pazarda daha iyi paraya satabilir veya anbara koyarsa pahalılaşmasını bekleyebilir. Her iki şekilde de zulüm mülahaza edilir.

19-     Kutu veya herhangi bir kap içerisinde ağırlık hesabıy­la satılan şeyleri, kutu veya kabın ağırlığını düşüp net ağırlığıy­la satmalıdır.

20-     Kişi alışveriş yaptığı insanlara borç verip, ardmdan da verdiği borç para karşılığı kadar sattığı maldan istememe Mir.

21-     Kişi fiyatını bilmediği bir şeyi almamalıdır, bu şekilde yapılan bir ahş-veriş geçerli değildir.

22-     İhtikârdan (pahalaşması için malı bekletmek) kaçın­mak gerekir. Çünkü;

“Mühtekirler, mel’undur” buyurulmuştur. Halkın ihtiyacı oldu­ğu şeyi pahallaşsın diye beklemek ve satmamak katiyen yasaktır.

23-     Satıcı aklı ermeyen küçük çocuklara abur cubur satı­şı yapmaktan imtina etmelidir. Çünkü, çocuklar anne ve babala­rından izin almadan alış-veriş yapıyor olabilirler.

Çocuğun aldığı şey, çerez, sakız, oyuncak vs. gibi şeyler ise haramdır. Çünkü velisi tarafından çocuğa böyle şeyleri almasına izin verilmemiştir. Fakat çocuk bir evin zaruri ihtiyaçlarından birisi­ni almak istiyorsa un, tuz, şeker, sabun gibi. Bunu ona satmakta herhangi bir sakınca yoktur.

24-     Yaşadığı beldenin ihtiyacı olan bir malı, başka bir bel­dede ihtiyaç olmamasına karşın daha çok para verilmesi sebe­biyle orada satmaktan çekinmelidir.

25-     Bir kişide mal cinsinden alacağı olup, ona veresiye satmaktan kaçınmalıdır.

26-     Kilo, ölçü, tane ile satılan şeylerde usulüne aykırı dav­ranmamak. Bir şey kıymeti itibariyle satmalıdır. Yani tartı ile olan şeyi ölçü ile satmak gibi, yahut ölçü ile borç vermek gibi böyle yap­mak haramdır.

Eğer misli olursa tartı ile satılır: Sabun, tuz ve yağ gibi. Eğer kiyami olursa kilo ile satılır: Buğday, arpa ve hurma gibi. Eğer ade­di olursa adet ile satılır: Ceviz, limon ve yumurta gibi.

Bir şeyin kıyemi, misli veya adedi olduğu yine şer’i bilgilerle bilinir. Şayet bir şeyin kıyemi, misli veya adedi olduğu şer’i şerif’te beyan edilmemiş ise, o takdirde durum örf’e havale edilir:

Eğer kıymet ile satılmak mütearef ise kiyemidir, kilo ile satıl­mak mütearef ise kilevidir, adet ile yani sayı ile satılmak mütearef ise adedidir (sayısal)dır. Kavun, karpuz ve kabak gibi, bir belgede tartı ile satılırsa veznidir, adet ile satılırsa adedidir. Kıymet ile satı­lırsa kıyamidir.

Misliyata gelince: Misliyattan olan bir şey yine kendi cinsinden bir şey ile değişmek isteseler, buna yine alış veriş denilir. Mesela; bir batman yağı, bir batman yağ ile. Bir ölçek buğdayı, bir ölçek buğday ile mübadele edildiğinde, eğer her iki taraf (müsavi) eşit ise helâldir; bir tarafı fazla diğer tarafı eksik ise, haramdır. Riba’dır. Ama cisminin hilafı olursa zarar etmez caizdir. Beş okka sirke ile beş okka pekmezi mübadele etmek gibi...

Tartı ile satılan bir şeyi ölçü ile satmak haramdır. Pirinci ölçü ile satmak ve yahut ölçü ile borç vermek caiz olmaz, tartmak lâzımdır.

Bir şeyin pazarlığın yapılıp icab ve kabul tamamlandıktan sonra, eğer o şeyi kile ile satılan mal ise kileye vurmak, sayı ile sa­tılan şeyi ise saymak, tartılan ise tartmak gerekir. Bir pazarlığı müş­terinin veye vekilinin huzurunda tartılmış veya ölçülmüş ise tekrar gerekmez.

Pazarlıktan önce tartılmış ve ölçülmüş ise, tekrar tartmak ve­ya ölçmek yada saymak gerekir. Önceki tartma veya ölçme yada sayma yeterli olmaz.

Eğer alış-veriş götürü pazarlık ile yapılmış ise, bunda iki yön vardır: 1O şeyin miktarını ve kıymetini tayin etme. Mesela; ‘şu çu­valdaki pirinç altmış okkadır sana yüzelli liraya sattım’ der. Bu şe­kildeki satış caizdir. 2» Şu çuvalda altmış okka pirinç vardır, beher okkası üçer liradan yüz seksen liraya sattım, demektir ki bu şekil­deki satış, o pirinci tartmadıkça helâl olmaz.

27-    Taşınabilir eşyaları ele almadan önce satmamalıchr. Bir yerden bir yere nakledilebilen eşyalardır bazı durumlarda alma­dan satış yapılmaması gerekir.

Ekmek ve sair yiyecek şeyleri ödünç vermekten kaçınmak ge­rekir. Bu insanlar arasında çokça cereyan etmektedir. Bir adamın evinde ekmek veya tuz bittiği zaman, gidip komşusundan karşıla­maktadır. Sonra bilahere mislini iade etmektedir. Bundaki hüküm şu: Eğer o aldığı ekmeğin tartısı malum ise caizdir, eğer tartısı (gra­majı) bilinmiyor da tahmin üzere ise caiz değildir. Çünkü böyle tah­mini alış veriş ribaya yol açar ki, günahının büyüklüğü "Çeşitli me­seleler" babında izah edilmiştir. Bu gibi şeyleri almak icab ettiği za­man, kendine hibe ettirmek, teberru veya tasadduk ettirmek sure­tiyle vebalden kurtulmak mümkündür. Sonra kendisi de aynı şeyle­ri ona tasadduk yada hibe eder. Böylece ödeşmiş olurlar. Çünkü tartı ile satılanlar ölçerek satılması gerekir.

Aynı cinsten olan şeyleri satarken yahut değiştirirken hem pe­şin yani, al gülüm ver gülüm şeklinde, hem bir arada olurlarsa ca­izdir. Şayet veresiye yada bir taraf fazla olursa haramdır. Mesela: Bir kimseden bir kilo buğday alıp altı aydan sonra yine bir kilo buğ­day vermek yahut bir kilo buğday ile bir buçuk kilo buğdayı peşin şekilde değişmek haramdır.

Para Bozdururken de Ribadan Kaçınmak Gerekir.

Para bozdurmak, cinsleri aynı olanlarda nakden ve bir tarafta fazla olmamak kaydı ile caizdir. Yüz lira bütün verip de yüz lira bo­zuk almak gibi.

Ama altın, gümüş gibi cinsleri başka ise, o zaman bir tarafta fazlalık olmak caizdir. Her iki şekilde de alış verişin peşin yapılma­sı gerekmektedir.

Sarraftan ufak para alıp sonra gümüş verirse yahut başka bi­rini gönderip bozdurursa caiz değildir. Eğer gönderdiği kimseyi kendisine vekil ise, caiz olur.

Bakkal veya kasaptan bir şey alırken, gümüş veya altın verip üstünü almak caiz değildir. Çünkü bunda iki türlü mübayaa vardır: Birisi önceki aldığı nesnedir. İkincisi ise gümüş veya altını bozdur­masıdır. Bu iki çeşit alış-veriş tek bir akit ile caiz olmaz. Onun için şöyle yapılmalıdır:

Önce gümüş veya altın parayı bozdurup eline aldıktan sonra aldığı şeyin parasını öder. Aynı cinsten olan iki şeyi değişip, bir ta­raftan fazla para almak gerektiğinde, o şeyin yanına aynı cinsten olmayan bir miktar tuz veya yumurta gibi şeyleri katarak ve pazar­lığın içine sokarak yapılırsa caiz olur.

Büluğ çağına ermemiş çocukların kazançlarından ve paraların­dan da kaçınmak gerekir. Fakat ana ve babaları fakir ve çalışmak­tan aciz olup zaruret ve ihtiyaçlarını bertaraf edecek miktarı yemek caizdir. Hatta bir çocuk bir havuzdan bir bardak su doldurup onu yi­ne o havuza dökse, o havuzdan su içmek haramdır. Yalnız sabinin velisine o havuzdan bir bardak su verip sabinin hakkında veliyi razı ederse yahut o havuzun suyunu tamamen akıtırlarsa caiz olur.

Çocuğa verilen hediyeyi yahut çalışmakla elde ettiği parayı yemek haramdır. Hatta ana babasının ihtiyaçları yoksa, onlara da haramdır.

Mübah olan nesnelerden her ne olursa olsun, çocuğun getir­diğini yemek, içmek, pişirmek, kullanmak haramdır. Yalnız o çocu­ğun velisinin izni ile ücreti kesinleşmiş ve ödenmiş ise caiz ve helâldir. Aksi hâlde ücretsiz herhangi bir çocuğu çalıştırmak haramdır.

Bir adam diğer bir adama 'Gel bugün bana, orak biç ben de. ileride sana biçerim’ demesi ya da ‘Öküzlerini ver, çift süreyim, ileride ben de sana öküzlerimi vereyim, çift sür’ demek suretiy­le yapılan işler haramdır. İleride olacak şeyler veresiyedir, ribadır, haramdır. Çünkü ileride ne olacağını kişi kestiremez.

SORULAR:

Soru: Zaruret olmadan tütün yemek caiz midir?

Cevap: Mekruhtur. Eğer tedavi için olursa caizdir.

Sora: Müslüman olan bir kişiye hangi lisanı öğretmek evlâdır?

Cevap: Arapçayı öğretmek evlâdır. Çünkü müminlerin emiri Hattab oğlu Ömer (radıyallahu anh) şöyle demişti.:

ssArapçayı öğrenmeksiniz, Çünkü o mürüvvete delâlet eder, muhabbeti artırın”

Soru: Erkekler için dokuması ipek olan gömleği giymekte bir beis var mıdır?

Cevap: Vardır.

Sora: İbrişimden seccade üzerinde namaz kılmak ve ipekten mushaf kabı kullanmada bir sakınca var mıdır?

Cevap: Yoktur.

Soru: Bal, zeytinyağı, yemek ve ekmek gibi şeyler necislendiğinde bir çocuğa yahut eti yenen hayvanlara yedirmekte sakınca var mıdır?

Cevap: Caiz değildir.

Soru: Müslüman hanımlar Müslüman olmayan hanımlarla oturup kalkabilirler mi?

Cevap: Onlar erkek gibidir.

Soru: Ahmet’le Hasan iddialı, bir oyun oynuyorlar. Hasan Ahmed’i yeniyor ve onlar daha önce şart koştukları parayı alıyor. Şim­di Ahmed’in Hasan’a verdiği parayı zorla alması caiz midir?

Cevap: Evet caizdir. Çünkü para karşılığında olan her oyun kumardır, haramdır.

Soru: Hıristiyanların paskalyalarında bazı zenginlere yumur­ta ve çörek hediye etmesinde sakınca var mıdır?

Cevap: Kalben onlara iştirak etmemek kaydı şartıyla sakınca yoktur.

Soru: Müslümanların aleyhinde konuşmak haramdır. Acaba gayr’i müslimlerin aleyhinde konuşmak da haram mıdır?

Cevap: Haramdır.

Soru: Cenaze teşyi’ ederken yüksek sesle Allah’ı zikretmek ve Kur’ân okumakta sakınca var mıdır?

Cevap: Mekruhtdur.

Soru: Zeyd, Kur’ân-ı Azümüşşan’ı Fatiha suresi, Bakara suresinden, Fil suresine yahut İhlâs suresine kadar okuduktan son­ra ilerisini okuyup hatim duâsını etmek için Amr’ı vekil edip yani Amr’a okutup duâ ettirmiş olsa şer’an Zeyd Kur’ân-ı Azimüşşan’ı hatim etmiş olur mu?

Cevap: Olmaz.

Soru: Bu surette hazır olan cemaat Kur’ân hatm-i meclisinde bulunanlara vaad edilen sevaba nail olmuş olur mu?

Cevap: Olmaz.

Soru: Namazın sonunda (Sübhaneke Rabbike Rabbil izzeti amma yasifun) demek evlâ mıdır?

Cevap: (Sübhaneke Rabbina rabbil izzeti amma yesifun) demek evlâdır.

İşte bu kitabı Cenab-ı Hakk (celle celalühü)’ın lütfüyla bu cümleyle tamamladım. Ve selamün alelmürselin. Velhamdülillahirabbil âlemin.

 


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar