MECMA’UL ÂDÂB SÛFİ-ZÂDE SEYYİD HULUSİ
Sadeleştiren: YASİN ALTINTAŞ
ÖNSÖZ
Bizleri İslâm ahlâkıyla bezeyen Allah’a hamd olsun, salât ve selâm,
Allah’ın güzel ahlâkla süslediği Nebi’ye olsun. Ayrıca onun güzel ahlâkı ile
ahlâklanan ashabına ve ailesine de olsun. Cenabı vacibul vücûd hazretleri Cin
ve insanları yani tüm ölümlüleri kendisine ibadet etmeleri için yaratmıştır.
“Ben insanları ve cinleri sadece ve sadece bana ibadet etmeleri
için yarattım.” (Zariat suresi-58) bu ayetle de pekiştirilmiştir. Ubudiyetin
zirvesinin Allah’ın ululuğunu bilmeye ve buna vakıf olmaya bağlı olduğu,
hakikat sahipleri (ulema) katında sabit ve görülür bir gerçektir. Bunun gibi
Hz. Hakk’a ibadet ve kulluk gibi bir sermaye ve saadet Allah’ı bilmeye denk bir
şeref ya da meziyet olmadığı, bir çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifle
bildirilmiş, sabitleşmiştir.
Yani marifetullah’ın ortaya çıkması, âdâblar ve onların erkanına
riayetle doğru ve halis niyetle ibadet ve kulluk vazifesini yapmaya bağlıdır.
Ehl-i İman’ın görevi ibadetin kıyam ve kıvamına sebep olan şeyleri bilmek ve
gerekeni layıkıyla icra etmektir. Bunları yapmalı ki, iki cihanda da mutlu
olsun ve cenab-ı kibriyayı bilmeye nail olsun.
İlk olarak İslâmî kurallardan kişiye düşen, bedeni ve maddi ibadetler, farz, vacip,
sünnet, müstehab ve adap olmak üzere
beş kısma ayrılmıştır. Bunların her birisi bir diğerinin varlığıyla vardır.
Hepsi birbirine lâzımdır.
Şöyle ki, Farz vacibi, vacip sünneti, sünnet müstehabı, müstehab âdâbı
tamamlar. Bu sıralama gösteriyor ki madden ve bedenen yapılması farz olan
şeylerin tam manasıyla icra edilebilmesi vacip, sünnet müstehab ve âdâba riayet
etmekle mümkündür. Bir kişi âdâba ne kadar itina gösteryorsa, ibadet ve
davranışları o gösterdiği itina kadar mükemmel, şeriat tartısının ölçülerine
uygun olur. Yine kişi, âdâbı terk etmeye cesaret ederse bundaki lâkaytlığının
tesiriyle zaman zaman müstehab sünnet vacip ve belki de farzı bile terk
etmesine yol açacağından korkulur. Bu itibarla âdâbın farz vacip ve sünnetin
anahtarı olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca ulvi yollarında âdâb üzerine bina edildiği ortaya çıkmış oldu. “Bütün
yollar edepler üzerine kurulur” sözü bunun ispatıdır.
Âdâbı bilip, onu hakkıyla yerine getirmeye dikkat ve riayet etmek ibadet
ve ubudiyyetin temelidir. Geçmiş hakk yolunun ve şu zamanki alimler
zümresi keşif ve yakin ile (Allah kabirlerini nurlandırsın), nice beliğ
eserlerinde buna dair pek çok hakikat beyan buyurmuşlardır. Bu sebeple en
büyük ve en küçük meseleler dahi olsa, ibadetin teferruatında asla hiçbir şey
terk olunmamıştır. Telif olunmuş faydalı eserlerden bir çoğu arapça ve farsça
olarak yazıldığı için herkesçe derin manaları anlaşılamamıştır: Bu babta Türkçe
dilinde yazıp İslâm âdâbını anlamak ve öğrenmek için çaba gösteren din
kardeşlerimiz ve özellikle Müslüman yavrucaklarına bir hizmet etmiş olacağına
inanan bu fakir ve eksik bilgili, çarşamba müftüsü Sûfi-zade Seyyid Hasan
Hulusi olarak bilinen her ne kadar bu inci taneleri gibi olan yazıları ve
faydalı bilgilerini toplayıp bir eser meydana çıkaramayacığına vâkıf oldu ve “Bütünü
anlaşılmayanın tamamı terk edilmez” kuralına sığınarak, kusurları örtmeleriyle
meşhur ilim sahiplerinin bu babta olacak kusurları affedeceklerini umarak bir
risale tercüme edip ismini Mecmaul Adâb koydum.
Kitabı 90 baba ayırmıştır. Çok çeşitli meselelere temas etmiştir. Fiil
ve kullanılmasında sakınca bulunan bazı şeyler de kitaba dere ve ilâve
edilmiştir. Adı geçen kitapta ameller ve başka konularla ilgili olan âdâp
beyan edilmiştir. Müsanip görülen bazı yerlerde bazı faydalı meselelerde ilâve
edilmiştir. Kaynak olarak, Buhari şerif, Camius sagir, Meşarig-i Şerif ve
Mesabih-i Şerif, Şir’a Şerhi, Mefatihul cinan, Avariful Mearif, Tefsiri Ruhul
Beyan, İhya-u Ulumiddin, Bostanul arifin, Halisatul hakaik, Şerhül münye, Durri
Muhtar, Mülteka Vikaye, Günyetul Fetava, Şerhul Mecma, isimleriyle bilinen
kitapların hangisinden alıntı olduğu, babların sonunda gösterilmiştir.
Başarı ve ismet Allah’tandır.
Muhakkak ki Allah (cellecelalııhu); adaleti, iyiliği, akrabaya yardım
etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O düşünüp
tutasınız diye size öğüt veriyor.
(Nahl suresi; 90)
BİRİNCİ BAB
Bu kitap her ne kadar âdâp esasları üzerine ise de iman meselesi, önemli
şeylerin en önemlisi ve zarureti diniyyeden olması sebebi ile ele alınmıştır.
Ayrıca İslâm âdâbı da imanın muhafazası için çabalar. İman konusu bu kitabın
temel ve birinci konusu olarak ele alınmıştır.
İman, inanmak manasındadır. Farsça’da yaveridan, garvidan denilir. Fakat
şer’i manada, Peygamberimiz, iki cihanda sığınağımız, efendimiz (sallallahu
aleyhi vesellem) ile diğer peygamberlerin Cenab-ı Hakk’tan getirdikleri ve
haber verdikleri her şeye can-ı gönülden inanmaktır.
Buhari şerifte;
“İman söz ve fiildir.” diye tarif buyurulan fiilden maksat da kalp
fiilidir, diye buyurulmuştur. İmanın söz olup, yani dil ile söylenmesi,
müminin kalbinde bulunan manayı ifade etmesine tercüman olmasından dolayıdır.
Hatta eski Arap şairlerinden Ahtal adındaki o ünlü ve beliğ şairin “Söz
kalptedir, dilin sözleri kalbin kılavuzudur” sözünü mütekellimler akaid
kitaplarında delil olarak göstermişlerdir. Çünkü cenab-ı vacibul vucud’un
birliği, azamet ve İlâhi kudreti:
“De ki O Allah birdir.” (İhlas
sûresi-1) “İlâhınız bir olan ilâhtır” (Bakara sûresi-163) “Eğer orada
(yeryüzünde ve gökyüzünde) Allah’tan başka ilâh olsaydı ikisi de (yeryüzü ve
gökyüzü) fesada uğrardı....” (Enbiya sûresi-22)
Bunun gibi ayet-i kerime, hadis-i şerif ve güneşten bile aşikâr
delillerle ispat olunmuştur.
O zaman her aklı başında müminin, Allah’ın varlığını ve birliğini ve
kemal-i kudret sıfatıyla mutassıf olduğunu yakinen ve katiyen bilmesi ve
inanması önemli ve gereklidir.
Ayrıca aklı başında olan bir Müslüman, Allah azze ve celle hazretlerinin
mülkün gerçek sahibi olduğunu, kendisinin ortağının ve benzerinin olmadığını,
kâinatın mükemmel bir kurulu düzen içerisinde varola geldiğini, daha ilk
bakışta anlar. Yerlere ve göklere, özellikle kendi vücuduna bakarak, bu kadar
işin, güzelliğin içerisinde Allah’ın birliğini akli delillerle bulur. İslam’ın
en önemli âdâplarından biriside kulun bu şekilde davranmasıdır.
Bu kural, bütün din büyükleri ve muhakkikin katında kabul görmüş ve
örnekleri bizzat kendileri olmuştur. Onlara göre Allah’ın birliğini kabul eden
herkesin yani bütün tevhid ehlinin, iman ve İslâm’da sebat üzere olmaları
bütün farzların ve İslâm âdâbının ilk adımıdır.
• Bir mümine: “Mümin misin Müslüman mısın?” diye sorulduğunda,
tereddüt etmeksizin şu şekilde cevap vermelidir.
Ben gerçek bir mümin ve Müslümanım.
- Mümin ve Müslüman diye kime denir? diye sorulsa.
-
İman ve İslâm üzere vasıflanmış olan
şahsa denir diye cevap
vermesi lâzımdır.
-
İman ve İslâm neye denir
diye sorulsa.
-
İman ve İslâm, şeriatle
birdir. İmam-ı azam katında ite ikrar, kalp ite tasdik” etmekten ibarettir.
Yani dil ile söylemek ve de kalp ile inanmaktır.
-
Dil ile neyi söylemek, kalp
ile neye inanmak lâzımdır diye sorulduğunda.
-
Amentü’nün içinde Vasf-ı
İman adı verilen altı şeyi dil ile tekrarlamak ve kalp ile inanıp samimiyetle
iman etmektir.
-
İtikatta mezhebin kimdir?
diye sorulsa.
-
Ahir zaman Peygamberi
Efendimiz (sallalla.hu aleyhi vesellem) ve onun
Ashab-ı Kiramı hangi itikad üzerine bulundulârsa bende o itikat üzerineyim,
der.
- Amelde imamın kimdir diye sorulsa.
-
İmam Azam Ebu Hanife
(Radıyallahu Anh) hazretleridir. Der.
İtikatta imamın kimdir? diye sorulsa.
-
Hanefi imamlarından olup
itikadi meseleleri İmam Azam hazretlerinden öğrenen ve ictihad eden İmam Ebu
Mansur Maturudi hazretleridir. Der.
Mümin ve mükellef olan birinin fiillerine
düşen Şer’i hükümler kaçtır? diye sorulsa.
-
Beştir. Vaciplik, haramlık,
kerahat, nedip, helâl.
-
Bu Şer’i hükümleri ispat eden, İslâmî
deliller kaç tanedir
diye sorulsa.
Dörttür. Kitap,
sünnet, icma-i ümmet, kıyas-ı fukaha.
Mümin olan kimsenin imanını kemale erdirecek şeyleri teşhis edip
itikadını yakin derecesine erdirmek için çalışması âdâptandır. Nitekim hadis-i
şerifte;
“İman ağacının altmış dokuz
dalı vardır. Bunların en faziletlesi Lâ ilâhe İllâllah’tır. En alt
derecesi insanlara eziyet ve cefa veren şeyleri yoldan kaldırmaktır.” Buyurulmuştur.
Özetle, mümin kişinin, İslâma lâyık olan özellikleri bezenmesi,
peygamber davranışlarıyla süslenmesi âdâbın önemli özelliklerindendir. Âdâbın
en önemli ve üstün olanı Allah ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]
sevgisidir. İkincisi kendisi için sevdiği şeyi mümin kardeşi içinde sevmesi ve
razı olmasıdır. Üçüncüsü, imanını bırakıp küfre dönmeyi, kendisini ateşe atmak
gibi kabul etmektir. Bu üç sıfatı kendisinde bulunduran mümin, imanın lezzetini
bulur. Bu konu hakkında şu hadisi şerif varid olmuştur.
“Şu üç şey kendisinde bulunan kimse imanın lezzetini alır. Allah ve
Resulü’nün (sallallahu aleyhi vesellem) kendisine başkalarından daha sevimli
olması, din kardeşini Allah için sevmek, küfüre düşmeyi ateşe atılmaktan daha
korkunç görmek.”
Ve de mümine yakışan, ondan hiç kimseye zarar ve eza gelmemesidir.
Sahabiler Peygamber efendimize (sallallahu aleyhi vesellem)
-
“Müslümanların hangisi
daha üstündür?” diye sorduklarında;
-
Müslümanların en
faziletlisi, insanların elinden ve dilinden güvende oldukları kimsedir,
cevabını vermiştir.
Yine bir Müslüman’a yakışan, yemek ve yedirmek, tanıdık olsun, olmasın
herkese selâm vermektir. Bir kimse Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]
efendimize gelip “İslâm özelliklerinin hangisi daha faziletlidir?” diye
sormuştur.
“Yemek, yedirmek ve
tanıdığı ve tanımadığı kişilere selâm vermektir.” buyurmuştur.
Bir mümin, Peygamber efendimizin Ashabının en üstünlerinin Ebu Bekir
es-Sıddık ondan sonra Ömeru’l-Faruk ondan sonra Osman zi’n-Nureyn ondan sonra
Aliyy’ul-Murteza (Allah hepsinden razı olsun) olduğunu bilmelidir.
Bunları bu şekilde kabul ettikten sonra, onları ve Sahabe-i Kiram
hazretlerini sevmek, birbirleriyle olan münakaşaları ve hallerinden dolayı
onlara dil uzaîmayıp sükût etmek gerekir. Hadis-i şerifte şöyle duyurulmuştur:
“Beso Rabbime, benden sonra ashabım arasında meydana gelecek
anlaşmazlıkları sordum. Şöyle buyurdu: “Ey Muhammed! Senin ashabın benim
katımda gökteki yıldızlar gibidir. Birbirlerinden derece farkları vardır. Kim,
ashabının ihtilâfa düştüğü hususlardan birinden hangisini seçerse benim katımda
doğru üzerinedir.”
Başka bir hadiste:
“Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız hidayete
erersiniz.”
Diğer bir hadiste:
“(Takvaca) İleride olanlarımız ileridedir. Orta yolu takip eden
kurtulmuştur, zalim olanlarımız bağışlanmıştır.”
Diğer bir hadiste:
“Benim şefaatim ashabıma küfür edenden başka herkese helâldir.”
Diğer bir hadiste:
“Ümmetimin en kötüleri, Ashabım hakkında kötü söz söyleyenlerdir.”
Bir mümin, Kureyşe ve Arap’a sevgi duymalı ve onlara karşı kin
gütmemelidir. Hadis-i şerifte:
“(Müslüman olan) Kureyş(IHer)i sevmek imandandır. Onhra kin beslemek
küfürdün (Müslüman olan) Arap(ları) sevmek imandandır. Onlara kin
beslemek küfürdür. (Müslüman olan) Arap(ları)ı seven beni sevmiştir, kin
besleyen bana kin beslemiş olur.” buyurulmuştur.
Yine bir mümin, imanını sabah ve akşam yenilemelidir. Hadis-i şerifte:
“Emin olun ki, içindeki iman,
elbisenin eskiyip yıprandığı gibi eskir. Bundan dolayı Allah'tan
kalpteninizdeki imanı yenilemesini dileyiniz.” buyurulmuştur.
Başka bir hadiste;
“Şüphesiz ki kalpler demirin pas tuttuğu gibi pas tutarlar. Onun
cilası istiğfardır.” buyurulmuştur.
Mümin, imanının bekası ve imanla ölmek için sabah namazının farzı ile sünneti
arasında bu duayı üç kere okumalıdır:
“Ey Hayyum, Ey Kayyum, Ey Celâl
ve Kerem sahibi, senden kalbimi mağfiretinin nuru ile temizlemeni ve sonsuza
kadar böyle olmasını dilerim. Ey Allah, ey Allah! Ey göklerin ve yerin
yaratıcısı!”
Mümin, son nefesinde imansız gitmesine sebep olacak şeyleri bilmeli ve
onlardan kaçınmalıdır. Birçok kitapta bunlar yirmi iki madde olarak
zikredilmiştir. Fakat biz bu muhtasar kitapta en önemlileri ile yetineceğiz.
Bunlar; Müslüman olmuş olmanın nimetine şükürden gafil olmak, son
nefesinde imansız gitmekten korkmamak, namazı küçümseyerek terk etmek, anne ve
babasına isyan etmek, Müslüman olan bir kişiye zulüm etmek.
Mümin dilini, kendisini küfüre düşürecek sözlerden korumak için akşam ve
sabah bu duayı üç kere okumalıdır:
“Allah’ım! Sana bilerek şirk koşmaktan sana sığınırım. Ve hakkında
birşey bilmediğim hususlarda beni affetmeni dilerim. Sen gizli olanları
bilensin.”
İKİNCİ BAB
Temizlik için on yedi âdâb beyan olmuştur.
1-
Temizliğin namaz
için olduğuna niyet etmek.
2-
Büyük ve küçük hacet
giderirken kendisini halktan gizlemek.
3-
Sahra’da hacet
giderirken, kıbleye, güneşe, aya önünü veya arkasını dönmemek.
4-
Helâ’da kıbleye
önünü ve arkasını dönmemek.
5-
Helâya girerken
Allah’a şu şekilde sığınmak.
‘ Allah ım! Hubsi ve Hebais’ten sana sığınırım/5
Hubs ve Hebais’ten maksat cinlerin erkek ve dişileridir. Onları helâda insana
musallat oldukları için helâya girmeden önce
bu dua ile Allah'a sığınmak gerekir.
6-
Helâya girerken sol
ayağını kullanarak girmek.
7-
Helada asla konuşmamak,
çünkü bu unutkanlık yapar denilmiştir.
8-
Helânın içine
tükürmemek ve sümkürmemek, insanlara iğrendirici görünen şeylerden helâyı
muhafaza edip, mümkün mertebe temizliğe önem vermek gerekir.
“Hanenin
etrafını temiz tutmak zenginlik getirir” denilmiştir.
Bunun aksi, helâyı pis tutmak, pisliklerle etrafı kirletmek, insanlara
eziyet olduğu gibi fakirliğe de sebeptir denilmiştir.
9-
Helâda otururken sol
tarafa hafif meyletmek, sol elini çenenin altına koymak.
10-
Helâda avret
yerlerine bakmamak gerekir. Helâda avret yerlerine bakmak unutkanlık
getirir.
11-
Ayakta hacet
gidermekten kaçınmak gerekir. Çünkü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] Ömer b. Hattab (radiyallahu anh)’ı durdurup;
“Ey Ömer! Ayaktayken hacet
giderme!” buyurmuştur.
12-
Avret yerine sağ
eliyle temas etmemek gerekir.
13-
Helâda istinca
ettikten sonra avret yerlerini bir bez ile silmek, kurulanmak.
14-
Helâdan çıkarken sağ
ayak ile çıkmak ve şu duayı okumak gerekir.
“Benden eziyet vereni giderip bana faydası olanı veren Allah’a hamdolsun. Bağışla
bizi Rabbimiz. Dönüş sanadır/5
15-
Heladan çıktıktan
sonra abdest suyu hazırsa abdest almak, hazır değilse su hazır oluncaya
kadar teyemmüm almak.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz böyle yaptığında neden
yaptığı sorulunca;
“Ölüm insana çok yakın olduğu için, abdest suyu hazır oluncaya dek
ölürsem abdestli bulunmuş olurum/’ diye cevap verirdi.
16-
Yer ve duvarda
bulunan deliklerin içine hacet gider» mekten oldukça kaçınmak gerekin Çünkü
o delikler zehirli hayvanların, cinlerin meskeni olduğundan onların zarar
vermesinden korkulur.
Hatta Ensardan Hazrec kabilesinin reisi Sad b. Ubade
(Radıyallahu Anh) bir deliğe hacet gidermiş, bunun için cinler onu öldürmüşlerdir.
Ardından o delikten şöyle bir ses duyulmuştur. “Hazrec’in reisini Sad b.
Ubade’yi biz öldürdük. Ona iki ok attık. İkiside kalbine isabet etti.
17-
Meyve veya
insanların altında gölgelendiği ağaçların altına, yol üzerine, su, ırmak
kenarlarına hacet gidermekten sakmılmahdır. Çünkü hadis-i şerifte:
“Kim meyve ağaçlarının altına veya yol üzerine veya nehir ve
akarsu kenarına hacet giderirse, Allah’ın, meleklerin ve W,anların
lâneti üzerine olsun/’ duyurulmuştur.
ABDEST
Temizliğin kısımlarından, çok şerefli çok kamil olan kısım abdesttir.
Çünkü “Abdest İmanın parçasıdır” duyurulmuştur. Aslında abdest imanın
parçasıdır demek, namazın parçasıdır demektir.
Hatta kıblenin belirmesine kadar Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) ve Ashab-ı Kiram, namaz kılarken Beyt-i Mukaddes tarafına
dönerlerdi. Medine-i Münevvere’ye hicret emrolunduktan on altı ay sonrasında
Kabe-i Muazzama tarafına dönmeleri emrolunmuştur. Yahudiler kıblenin
değiştiğini duyduklarında, gelip “Sizin bundan önceki Beyt-i Mukaddes
tarafına dönerek kıldığınız namazlar geçerli ise şimdi niçin döndünüz? Yok
eğer geçerli değilse bundan önce ölenler cehalet üzerine ölmüşlerdir!” dediler.
Ashab-ı Kiram da Hz. Seyyidu’l-beşer (sallallahu aleyhi vesellem)’e gelip
Yahudilerin söylediklerini iletip, kıblenin değişmesinden önce ölen
Müslümanların namazlarının durumlarını sorduklarında;
“Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak
değildir” ayeti celilesi indi.
Bu da demek oluyor ki, Allah Teâlâ sizin imanınızı yani namazlarınızı
boşa çıkarmadı diye müjdeledi. Hayatta olanların namazları kabul olununca,
ölmüşlerinde namazlarının kabul olduğu anlaşıldı.
İman lâfzının namaza atfedilmesi, az önce geçen hadiste olduğu gibi bu
ayette de aynıdır.
Abdestin Âdabı
Abdestin âdabı on altı olarak
bildirilmiştir:
1-
Devamlı abdestli olmak.
Bu şekilde hareket etmek bir takım faydalar sağlar, örneğin kişi abdestli
yapılması gereken salih amellerden fazlasını yapmayı murad ederse ve her nerede
cemaat ve cenaze namazına rastlarsa kaçırmaz, Kur’ân okumak, Kur’ân’a dokunmak,
güneş ve ay tutulması, istiska namazları gibi şeyleri de kaçırmaz. Ayrıca
abdestli olarak ölen şehitlik mertebesine ulaşır. Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] Enes b. Malik hazretlerine;
“Ey Enes! Ölüm meleği sana geldiğinde, abdestli olursan şehitliği kaçırmamış
olursun!” buyurmuştur. Ayrıca abdestli ölen kişi için, melekler istiğfar
ederler, yani bağışlanmasını dilerler. Hadis-i şerifte:
“Kim temiz (abdestli) olarak yatarsa, Hakk teala ona bir melek tayin
eder ve o melek şöyle der -Ya Rab! Falan kulunu bağışla, o temiz bir
şekilde yatağına girdive dua eder.” buyurulmuştur. Allah teâlâ, Musa
(aleyhisselam)’ya;
-“Ey Musa! Abdestsizken başına bir belâ gelirse kendinden başkasını
kınama!” buyurmuştur. Ayrıca abdestli olmaya özen gösteren kimseye yedi
özellik verilir.
a)
Melekler onun sohbetine
gelirler.
b)
Yazıcı meleklerin, o
kimsenin sevabını yazmaktan hâli kalmaz.
c)
O kimsenin azâları
teşbih eder.
d)
İftitah tekbirine
yetişir. (Cemaatle namaza, namaz başlamadan yetişir.) .
e)
Melekler onu geceleri
korurlar.
f)
Ölümü kolay olur.
g)
O kimse Allah’ın hıfz
ve himayesinde olur. (Sadece namaz ve Kur’ân okumak maksadıyla olmazsa bu
geçerlidir.)
2-
Abdestin üstüne
abdest almak. Fakat abdest üzerine abdest almak, ilk abdestin hakkını
vermişse yani ilk abdestle iki rekât namaz veyahut secde tilaveti gibi şeyler
eda etmişse olur. Hadis-i şerifte;
“Kim abdest üzerine abdest alırsa ona on sevap yazılır.” duyurulmuştur.
3-
Abdest öncesinde
“Allah’a yaklaşmak için abdest almaya niyet ettim” diyerek niyet etmelidir.
4-
Abdest öncesinde Besmele-i
Şerifi söylemek gerekir.
Hadis-i şerifte;
“Kim abdest alırken Allah’ın adını anarsa, bütün bedenini temizlemiş
olur ve kim abdest alırken Allah’ın adını anmazsa, abdest alırken temizlediği
uzuvlarını temizlememiş olur.” duyurulmuştur.
5-
Abdest alırken
kıbleye dönmek.
6-
Kullanılmış sudan
sakınmak için yüksek bir yerde abdest almak.
7- Abdest alırken dünya kelâmı
konuşmamak.
8-
Her bir uzuvu yıkarken
şu duaları okumak.
Ehermi Yıkarken:
(Bismillâhil-azıym velhamdü lillâhi alâ
dinil-islâm.)
“Yüce cian Allah’ın adıyla^ İslam dininde oMuğum için Ah lah’a
hamdolsun.”
(Allahümme eınnî alâ tilâveti’l-Kur’âni ve alâ zikrike ve şükrike ve
hüsni ibâdetike.)
“Allah'ım zikrini okumam da (Kur’ân) sana şükür etmem de ve de güzel
ibadet yapmam da yardım et.”
(Allahümme erıhnî
râyihatel cenneti. Verzukni min
naîmiha vela turuhni min rayihetin niran.)
“Allah’ım bana cennet kokusunu koklat ve onun nimetleriyle beni
rızıklandır, bana cehennemin kokusunu koklatma.”
Yüzünü yıkarken:
(Allahümme beyyıd vechî binurike
yevme tebyeddu vücûhün evliyaike velâ tusavvid vechi bizunubi yevme tesveddü
vücûhü e’daike.)
“Allah’ım nurunla dostlarının yüzünü aydınlatacağın gün yüzümü
aydınlat. Düşmanlarının yüzünün kararacağı gün günahlarım sebebiyle yüzümü
karartma.”
(Allahümme a’tınî kitâbî biyemînî ve hâsibnî hisâben yesîrâ.)
“Allah’ım, amel defterimi sağ elime ver beni kolay bir hesaba tut.”
Sol kolunu yıkarken:
Allahümme lâ tu’tınî kitâbî bişimâlî ve lâ min verâi zahrî velâ tühâsibnî
hisâben şediden velâ tecalni min eshabissaîri.)'
“Allah’ım amel defterimi sol elime ve arkama verme beni şiddetli
bir hesaba tutma, beni cehennemliklerden yapma.”
(Allahümme harrim re’si veşa’ri vebeşeri alennari veezilleni yevme lâ
zille illa zıllü arşıke.)
(Allahümmemec’alnî minelleziyne
yestemi’ûnel-kavle ve yettebi’ûne ahseneh.)
“Allah’ım beni söylenilenleri duyupta en iyisine tâbi olanlardan
eyle.”
(Allahümme a’tik
rakabetî minennâr vahfazni minesselasili
velağlali.)
“Allah’ın
boynumu ateşten koru ve zincir ve kelepçelerden de koru.”
(Allahümme sebbit kademeyye alessırâtı yevme tezûlû fiyhilakdâm.)
“Allah’ım
ayakların kayacağı günde ayaklarımı sabit kıl.”
(Allahümmec’alni sa’yî meşkûren ve zenben mağfûren ve amelen makbûlen ve
ticareten len tebûre biafvike ya azizü ya ğafuru birahmetike ya erhamerrahimin)
“Allah’ım beni atfınla şayi, meşkur, günahı affedilmiş, ticareti
ziyana uğramamış kişilerden eyle. Ey aziz ve gafur olan Allah’ım ey merhamet
edenlerin en merhametlisi.”
Bu duaları bilmeyen ise, her uzvunu yıkarken kelime-i şehadeti
söylemelidir. Abdest bitipte yüzünü kaldırınca;
“Allah’ım seni her türflü noksanlıktan şükrün iie tenzih ederim, senden başka
ilâh olmadığına senin tek olduğuna ve ortağın olmadığına şehadet ederim.
Senden bağışlanma diler ve sana (günahlarım için) tövbe
ederim, senin gücün her şeye yeter, Muhammedin senin sevgilin ve kulun olduğuna
şehadet ederim.” demelidir. Sonra o kişi, yüzünü yere doğru eğip “Muhammed
Allah’ın kulu ve elçisidir” der.
9-
Kullanılmış suyun
kişinin üstüne bulaşması vesvesesinden kurtulmak için ellerine su alıp kucağa
serpmek gerekir. Hadis-i şerifte:
“Cibril, bana ilk vahiyi getirdiğinde abdest ve namazıda öğretti
Abdest bittikten sonra avcuna su alıp, kucağına serpti.”
10-
Üç kere Inna enzelnahu’
suresini okumalıdır. Bir kimse abdestten sonra bir kere bu sureyi okursa
50 yıllık sevap yazılır. İki kere okursa Enbiya ve evliya ile haşrolunur. Uç
kere okursa ona cennet verilir diye, hadis rivayet edilmiştir.
11-
Abdestten artan suyu ayakta
içmek! Ayaktayken su içmek herhâlükârda memnudur. Zemzem ve abdestin artan
suyu müstehab ve mahzı şifa oldukları için içilebilir. Hadis-i şerifte:
12-
“Abdestin artan suyunda yetmiş hastalığa şifa
vardır, bunların en küçüğü astımdır.” duyurulmuştur. Ali (Radıyallahu Anh)
abdestin artan suyunu ayakta içtiğinde “Nebi (sallallahu aleyhî vesellem) efendimiz
benim yaptığım gibi yapardı66 derdi. Abdestin artan suyunun şifa
olduğuna dair bir beyit: Delikanlı ebedi yurtta Allah’a kavuşmak istiyorsan
abdest al, Tastamam abdest alındıktan sonra kaptaki o artan sudan iç, O
abdestten artan suyu içmek yetmiş hastalığa devadır.
13-
Abdest uzuvlarını silmek
için bir havluyu hazır edip, abdest aldıkça onunla abdest uzvunu silmek
gerekir. Hadis-i şerifte:
“Kıyamet gününde bir adam getirilir amelleri tartılır ve günahları
sevaplarından fazla gelir, bunun üzerine (abdestten sonra) yüzünü ve uzuvlarını
sildiği havlu getirilip sevap kefesine konulur.” Bu hadis herkesin
kendisine özel bir havlu tedarik etmesine ve birbirlerinin abdest havlusunu
kullanmamasına işaret edilir.
14-
Abdestin hemen akabinde
sakalı taramak gerekir. Hadis-i şerifte:
“Abdestten sonra sakalı taramak fakirliği giderir” duyurulmuştur.
Başka bir hadiste “Bir kimse her gece sakalını tararsa, bütün belâlardan
afiyet bulur” buyurulmuştur. Başka bir hadiste “Kim ayakta sakal tararsa
borçtan kurtulmaz” denilmiştir.
15-
Kaşları taramak gerekir.
Hadis-i şerifte;
“Bir kimse kaşlarını taramaya özen gösterirse (devamlı tararsa) bütün
belâlardan afiyet bulur” buyurulmuştur.
16-
Abdestin ardından bu
duayı okumak gerekir:
“Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve elçisi
olduğuna şehadet ederim. Allah’ım! Benî çokça tövbe edenlerden ve
çokça temizlenenlerden eyle.”
Bir kimse âdâbına riayet ederek abdest alıp ardından bu duayı okursa o
kimseye sekiz cennet kapısı açılır, hangisinden isterse oradan girer diye
şöyle bir hadis rivayet edilmiştir.
“Kim güzel bir şekilde abdest alsrsa ve sonra »Allah’tan başka ilâh
olmadığına ve Muhammedin onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim, Allahım
beni çokça tövbe edenlerden ve çokça temizlenenlerden kılderse ona cennetten
sekiz kapı açılır ve ona dilediğin kapıdan gir denir ve oda dilediğinden
girer.”
17-
Abdest ibriğini doldurmak,
gelecek namazlara hazırlanmaya vesile olmakla birlikte, namazı geciktirmek
isteyen şeytanın umudunu
kırmaya sebep olduğundan faydalıdır. Hatta, Abdullah ibn Abbas bir kere Rasûlüllah salla'llâhü aleyhi ve selleme abdest
alma suyunu hazırladı ve onun “Allah’ım onu dinde fakih eyle!” duasına
mazhar oldu. Bunun üzerine İbn Abbas hazretleri fıkıh ile meşhur olup bu dalda nam
yapmıştır. Ayrıca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hizmetçisi Enes b.
Malik bir defa bu hizmeti yaptıklarında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]da ona malının ve evlâdının çoğalması ve günahının bağışlanması için
dua ettiler, bütün bu duadaki temennilerin eserlerinin görüldüğü bilinmektedir.
Bir kimse (anlatılan âdâba riayet ederek) abdest almaya başladığında,
ellerini yıkarken düşen ilk damlayla günahları ellerinden çıkarken, yüzünü
yıkarken ilk damla ile günahları kulaklarından ve gözlerinden dökülür,
dirseklerine kadar kollarını ve ayaklarını yıkadığında her bir günahından
kurtulmuş olur ve annesinden doğduğu gibi olur. Namaza kalktığında Allah onun
derecesini yükseltir. Namazda oturduğu zamanda bütün yaratılmışlardan güvende
olur.”
Mefatih’ül-Cinan, Minye’t-ül Musalli,
Şerh-ül minye
ÜÇÜNCÜ BAB
Misvak kullanmak İslâm dininin en şerefli âdâplarındandır. Hadis-i
şerifte:
“Misvak kullanmak imanın yansıdır Abdest almakta yarısıdır.”
duyurulmuştur. Başka bir hadiste;
“Ümmetime zor geleceğini bilmeseydim her abdestte misvak kullanmalarını
emrederdim” duyurulmuştur. Diğer dir hadiste;
“Misvak ağzı temizler, Allah'ı razı eder, gözleri güzelleştirir.”
duyurulmuştur. Misvak hakkındaki diğer hadisler:
“Misvak kullanmak insanın dilinde fasihlik ve belâgati artırır.”
“Misvakla kılınan iki
rekât namaz, misvaksız kılınan yetmiş rekât namazdan hayırlıdır.”
Misvak kullanmanın yetmiş özelliği olduğu söylenmiştir. Biz bu kitapta
bazıları ile yetindik. Kısaca; misvak imanla ölmeye vesile olur, dişleri
temizler, sağlamlaştırır, ağız kokusunu giderip onu güzelleştirir, balgama iyi
gelir, basuru tedavi eder, diş ve göz ağrılarına iyi gelir.
Misvağın en makbul olanı en acı olanıdır. Misvak bir karış uzunluğunda ve
serçe parmağı kalınlığında olmalıdır. Misvak şu şekilde kullanılmalıdır; Misvağın
altından serçe, yukarısından baş parmakla, ortasından orta ve serçe parmağın
arasındaki parmakla tutulur. Misvağı kullanırken bütün parmakları kullanmamak
gerekir bu basura sebep olur denilmiştir. Ayrıca misvak kullanıldıktan sonra
baş aşağı koyulmalıdır. Çünkü misvakta kalan nem ve ıslaklıktan dolayı dişler
hasar görür.
Misvak kullanırken muteber olan tek sayıdır. Hadis-i şerifte:
“Misvak kullanıp temizlenin ve tek (sayı ile) yapınız! Çünkü Allah
tektir ve teki sever.” duyurulmuştur. Ayrıca abdest alırken ve namaza
durmadan hemen önce, uykuya yatarken, uykudan kalkarken misvak kullanmak
müstehabtır. Kadınların misvağı ise sakızdır yani çiğnemektir, denilmiştir.
DÖRDÜNCÜ BAB
Gusül, lügatte tamamen yıkanmak manasındachr. Istılâhi manası ise, cünüp
olan kimsenin tam manasıyla temizlenebilmesi için tüm vücudunu su ile
ıslatmasıdır. Sünnetsiz olanın, sünnet yerini, kaş ve gözünü, saç ve bıyık,
tırnak ve göbek deliğine kısacası her yerine suyu ulaştırmaya dikkat etmesi
farzdır.
Bir kimsenin vücudunda suyun ulaşmadığı kum yer kalmış olsa burayı
eliyle ıslamadıktan sonra cünüplüğü gitmez. İsterse vücudundaki sularla
ıslansın ya da başka bir su ile ıslansın, ikiside sonuç olarak aynıdır. Çünkü
gusül abdestinde insanın vücudu bir uzuv gibidir. Bu da gösteriyor ki;
vücuddaki suya kullanılmış su hükmü verilmez, bu hangi uzvun suyu olursa olsun
caizdir.
Gusül alırken bir
kişi unutarak su içerse bu mazmaza yerine geçer. Ama sünnet olur
niyetiyle yudum yudum içerse o zaman mazmaza yerine geçmez. Gusülde bütün
vucudu temizlemek farz olduğu
gibi istinca etmekte farzdır. Her ne kadar istinca yerinde hakiki
necaset yoksa da hükmi olarak necaset vardır bu yüzden istinca ile temizlemek
gerekir.
Gusül at destinin
beş âdâbı vardır.
1-
Gusülden hemen önce niyet etmek. "Niyet
ettim cünüblükten
arınmak için gusül almaya." şeklinde.
2-
Vücudun görünen
kısımlarında meni veya mezi gibi şeyler varsa onları temizlemek.
3-
Avret yerini elden
geldiği kadar örtmek.
4-
Gusülden önce namaz
abdesti gibi abdest almak. Ama abdestin alındığı yerde ayakların altında
kullanılmış su birikirse ayakları yıkamayı sonra bırakıp abdest aldıktan sonra
yıkamak gerekir.
5-
Önce sağ omuzdan
sonra sol omuzdan ve en son olarakta baştan aşağı üçer kere su döküp,
herbirinde de bütün vücudu dikkatlice ovmak gerekir. İşte bu tertibe uyarak
yani farz sünnet ve âdâba riayet ederek yapılan gusülden sonra abdest almak
gerekmez.
Şerh-ül minye
BEŞİNCİ BAB
(Cemaatte Namaz Kılmanın Adabı)
Namaz vakti yahut diğer vakitlerde mescide devam etmek İslâm dininin
âdâplanndandır. Camiler ve mescitler mekânların en şereflileridir. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın mescide gitmeyi âdet haline getiren kimse
hakkında iman müjdesi vermiştir. Hadis-i şerifte:
"Mescide
gitmeyi âdet hâline getirmiş birini gördüğünüz» de onun imanına şahit olun. Çünkü
Allah Teâlâ 'Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe
iman edenler imar eder.' buyurmuştur." Buradaki –imar-lâfzı
mecsit binâ etmek anlamını taşımakla birlikte ibadet yapmayı da kapsar.
Başka bir hadis-i
şerifte:
"Kim akşam ve sabah mescide gitmeyi âdet edinirse, her gidip
geldiğinde Allah onun için cennette bir köşk yapar." buyurul muştur.
Kudsi bir hadiste:
"Yeryüzünde benim evlerim mescitlerdir ve o mescitleri inşa
edenler ve inşasında bulunanlar misafirimdir. Evinde abdest alıp beni ziyaret
için mescide giren kimse saadete erendir. Kendisi ziyaret edilen kişi
misafirine ikram etmelidir. Bende ziyaretime gelene ikramda bulunurum." duyurulmuştur.
Mescide gitmeyi âdet edinenler şu otuz dört âdâba riayet etmelidirler:
1-
Mescidin Allah’ın evi
olduğunu hatırda bulundurmak.
2-
Mescide devam edenlerin
kıyamet gününde şefaat etme haklarının olacağını hatırda tutmak. Kur’ân da;
"Rahmanın katında kendilerine söz verilenler dışında kimsenin
şefaat etmeye hakkı yoktur.” (Meryem suresi-87) duyurulmuştur. Bu âyetin
tefsirinde "Allah ile sözleşip şefaat hakkına sahip olanlar" cemaat
ile namaz kılanlardır diye tefsir olunmuştur.
3-
Cennet halkının mescide
gitmeyi âdet edinmişler gibi olmak isteyeceğini hatırda tutmalıdır. Çünkü
cemaat ile namaz kılmayanlar, cemaatle namaz kılanları görünce "Keşke
mescitlerde dursaydık da hiç çıkmasaydık " diye temenni ederler.
4-
Allah'ın davetine (ezana)
hızlıca icabet etmeye özen gös-
"Rabbinîzden gelecek bir mağfirete, gökler ve yerler kadar
alanı olan ve takva sahipleri için hazırlanmış cennete koşun’’5
ayeti kerimesinde "mağfıreften kasıt namazdır diye tefsir edilmiştir.
5-
Cenab-ı Mevlâ’ya edeceği
hizmeti, onun sevdiği yerlerde yapması gerektiğini aklında bulundurmalı.
Allah’ın yeryüzünde mescitlerden daha çok sevidiği yer yoktur.
6-
Kıyamet gününde Allah'ın
gazabının dinmesine sebep olacak bir amelde bulunacağını aklında tutmalı.
Hadisi kudsi de: "Kıyamet gününde kullanma azap etmek istediğimde,
cemaatle namaz kılanlar, Kur’ân okuyanlar, İslâm içinde bulunup birbirine
sevgi besleyenler, seher vaktinde tövbe ve bağışlanma dileyenler görünce
gazabım diner/’ buyurulmuştur.
7-
İyiliği emredeceğine ve
kötülükten sakındıracağına niyet etmek yani mescide ayakkabı ile girenleri,
saflarda dikkatsizlik edenleri, dünyalık kelâmı konuşanları, saygısızlık
edenleri gördüğünde onları ikaz etmek. Mescidin etrafına, yani çevresine
tükürmek gibi adaba aykırı şeyleri yapanları da ikaz etmek. Hadis-i şerifte;
"Bir kimse kabir azabından kurtulmak isterse, mescidin
etrafına tükürmesin.” buyurulmuştur. İşte bu gibi şeyleri engellemeye niyet
etmektir. Çünkü Cenab-ı Allah ümmeti Muhammed hakkında;
“Sîz
insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği emreder
kötülükten alıkoyarsınız!” (Âli İmran suresi)
8-
İslâm alâmetinin üzerinde
görüleceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle namaz kılan kimsenin imanına
şehadet olunacağına dair hadisi şerif yukarıda geçmiştir.
9-
Dostlar arasında bulunup,
cemaatlerini çoğaltmak. Hadis-i şerifte:
"Bir
kimse cemaati çoğaltırsa onlardan olur!" duyurulmuştur.
10-
Birkaç mümine de sebep olup
onları da cami şerife getireceğine niyet etmek. Çünkü;
"Hayra
vesile olan onu işleyen gibidir." duyurulmuştur.
11-
Allah’ın emrini yerine
getirenlerin zümresine dâhil olacağını hatırda tutmak.
12-
Müminlerle yardımlaşmaya
niyet etmek. Çünkü cemaatle namaz kılmak yalnız namaz kılmaktan lezzetli ve
kolaydır.
13-
Sehv ve noksanlık konusunda
kendisine bir şey, vesvese gelmeyeceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle kılınan
namazda cemaatten biri yanılsa o kimseye sehv secdesi gerekmez.
14-
Kötü amelden ve alâkasız
şeyden kendisini alıkoyacağına azmetmek. Çünkü mescitte bulunduğu sürede
dışarıda işlenen gereksiz kötü fiillerden uzak olmuş olur.
15-
Kıyamet gününde, bütün
yaratılmışlara secde etmeleri emredildiğinde, secde eden müminler zümresinden
olacağını hatır
16-
da tutmalıdır.
17-
Sünneti müekkede’ye uymaya
çalışmak.
17-Allah’ın rahmetinin cemaatin üzerine olacağını hatırda tutmak.
18-
Ecir ve sevapta müminlere
ortak olacağını hatırda tutmalıdır.
19-
İnsanların kendisine zarar
vermelerinden güvende olacağını hatırda tutmaktır. Çünkü mescitte bulunan
insanların kendisine zarar vermelerinden güvende olur.
20-
İbadetini, melekler safına
benzer bir safta edâ edeceğini hatırda tutmak. Çünkü cemaatle kılınan
namazların safları meleklerin safları gibidir. Bundan dolayı safları gayet sık
ve düzgün olması lâzımdır. Hadis-i şerifte;
"Saflarınızı gayet sık ve düzgün yapınız, boyunlarınızı birbirine
yakın ediniz, saflar arasında bulunan açık yerierde şeytanı siyah
koyun gibi gezerken gördüm.’’ duyurulmuştur. Başka bir hadis-i
şerifte:
"Saflarınızı doğru tutun ki,
kalplerinize nifak girmesin." duyurulmuştur.
21-
Allah'a gayet büyük bir muhabbetle adım
atmak.
22-
İlk safa yetişmeyi istemek.
23-
İlk safta imamın hizasında
durmaya çalışmak, çünkü cemaatin üzerine rahmet indiğinde ilk olarak ilk safa
iner. İmamın hizasında bulunan kimseye yüz namaz sevabı, sağında bulunan
kimseye yetmiş beş namaz sevabı, solundakine elli namaz sevabı, diğerlerine
yirmi beş namaz sevabı verilir. Hadis-i şerifte:
"İmamın arkasında durana yüz, sağ tarafındakine yetmiş beş, sol
tarafında durana elli, diğer saftakilere yirmibeş namaz sevabı verilir." duyurulmuştur.
24-Allah’ın koruması altında olacağını hatırda tutmak. Çünkü ahiret
gününde üç taife Allah’ın koruması altında olacak. Bunlar Allah yolunda
savaşanlar eve girdiğinde selâm verenler ve cemaatle namaz kılanlardır.
25-
Alacağı sevabın artacağını
hatırda tutmak.
"Allah’ın
adıyla, ona tevekkül ettim, O herşeyi bilen ve yüce olandır." diyerek dua
etmelidir.
27-
Evinden sağ'ayağı ile
çıkmak. Bu âdâb ile cemaate giden kimseyi üç melek müjdeler. Birisi "Her
işini başardın", birisi "Her belâdan korundun", birisi
"Doğru yola iletildin" der.
28-
Kendi başına camiye
yürürken ciddiyetle gidip acele etmemek gerekir. Hadis-i şerifte:
“Namaza giderken acele etmeyin, namaza yetişirseniz tamamını
kılın, rükûya yetişirseniz imam selâm verdikten sonra kaza adinizi"
buyurulmuştur.
29-
Mescide girince oturmadan
önce Tahiyyetül Mescid adıyla bilinen iki rekât namaz kılmak mescidin
hakkıdır. Bu namaz kerahat vakti değilse kılınmalıdır. Yani güneşin doğuşu,
batışı ve tepede olduğu vakitler haricinde kılınmalıdır. Eğer kılınırsa mekruhtur.
Hadis-i şerifte:
"Sizden bir kimse mescide
girdiğinde iki rekât namaz kalmadan oturmasın/5 buyurulmuştur.
30-
Mescide girdiğinde nafile
itikâfa niyet etmek, çünkü nafile olan itikâfta oruç şart değildir. Bu niyet
ile mescitte oturduğu süre boyunca itikâf sevabına nail olur. Zaruri dünya
kelâmından mazur görülür.
31-
Mescitte oturduğu süre
boyunca teşbih ve zikir çekmelidir. Hadis-i şerifte:
"Cennet bahçelerine uğradığınızda otlayın" Ashab-ı kiram
bunun üzerine cennet bahçelerinden murad ettiğiniz nedir? diye sordular, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Mescitler" buyurdu. Otlamaktan ne kastettiği
sorulduğunda "Subhanaliah, Elhamdülillah
ve Lâ ilahe illâllahu vallahu ekber” demektir" buyurulmuştur.
32-
Mescide gidip gelirken, adımları sık
atmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Bir kimse cemaatle namaz kılmak için mescide yürürse gelip
giderken attığı her adım başına on sevap yazılır ve on günahı da
silinir!" buyurulmuştur.
33-
Kişi mescide girdiğinde "Allah’ım
bana rahmetinin kapılarını aç, günahlarımı fazlu kereminle affet" demelidir.
Cemaat namaza başlamışlarsa "Esenlik üzerimize olsun" demelidir.
Yok eğer başlamamışsa "Esenlik bizim ve Allah’ın salih kullarının
üzerine olsun" demelidir.
34-
Ezan-ı Muhammedi okunmadan
önce mescide girmiş olmak gerekir. Çünkü ezandan önce mescide giren kimseye
325bin kabul olunmuş namaz sevabı yazılır. Ezan okunurken girene ise 25bin
namaz sevabı yazılır.
35-
Namaz için camiye giren
kimsenin kıbleye karşı oturması gerekir. Çünkü namaz kılıncaya dek namazdaymış
gibi olduğundan kıbleye dönmesi hatta parmaklarını birbirine bitiştirmesi ve
buna benzer şeyleri yapmalı, namazda yapılması mekruh olan şeyleri de
yapmamalıdır. Çünkü bu âdâba aykırıdır.
36-
Mescitten çıkarken sol ayak
ile çıkarak bu duayı okumalıdır:
"Allah’ım
benî şeytanın şerrinden muhafaza et!"
Mefatih’ül-Cinan, Haleviyyat
ALTINCI BAB
Farz namazlar için Ezan-ı Muhammedi okumak sünneti müekkededir. İslâm
belirtilerinin en şerefli ve faziletli olanlarından biridir. Hatta bir ülkenin
halkı ezanın terki konusunda ittifak etseler İmam Muhammed’e göre onlarla
savaşmak gerekir. İmam Yusuf’a gör dövülür ve hapsedilirler»
Ezana icabet etmenin
dört âdabı vardır»
1-
Müezzin ne derse onunla
birlikte aynısını söylemek gerekir. Hatta ”Eşhedü enne
Muhammederrasululiah" derken şehadet parmağına bakmalı sonra habibim
ve gözlerimin nuru diyerek göze sürmelidir. Bunu yapanın göz ağrısı çekmeyeceği
rivayet edilmiştir.
2-
Müezzin "Hayye
ala’s-saiâh, Hayye ala’Melâh” derken, "Velâ havle velâ kuvvete iila
billahil-aliyyi’l-azim”demek gerekir.
3-
Sabah ezanında “Es-salaîu hayrun mine’n-nevm"
denirken doğru söyledin
demek gerekir.
4-
Ezan bitince şu şekilde dua etmelidir:
(Allahümme salli alâ muhammedin ve alâ âli muhammedin. Allahümme rabbe
hazihidda’vetittamme vessalatül kaime Âti Muhammedenil vesilete velfazilete
veddereceterrefia’ vebashu mekamen mahmudenillezi veadde.)
"Allah’ım! Muhammed'e ve onun ailesine salât olsun. Allah’ım! Şu
tastamam davetin ve kılınacak namazın Rabbi! Muhammed'e vesileyi, fazileti, ve
yüksek dereceyi, vaad ettiğin Makam-ı Mahmud'u ver". Ezan bittiğine bu
duayı okuyan kimse hakkında Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem); "Şefaatim
ona helâl olur" diye vaâdde bulunmuştur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)ın şefaati ancak mümine mahsus
olduğundan bu duayı okuyan kimsenin iman ile ölmesini müjdeler. Ve de Allah
korusun, imansızlıktan korunmasına işaret vardır. Ezan okunurken bir kimse
ayakta ise oturmalı, oturuyor ise ayağa kalkmalıdır. Kısaca ezan için saygı
gösterilecek bir hâl almalıdır. Ezana hürmet etmek güzel bir ölüme sebep
olacağı gibi, Allah korusun, bunun tam tersi de imansızlığa vesile olur.
Hadis-i şerif’te:
"Kim ezan
(okunduğu) vaktinde konuşursa onun imanının gitmesinden korkulur." duyurulmuştur.
Bir kişinin önemli bir işi olsa, o kimsenin sağ kulağına ezan sol
kulağına da kâmet okunsa, Allah o kimsenin o önemli işini yapmasına yardımcı
olur diye hadis rivayet olunmuştur. Ezan ile kâmet arasında dua etmek
müstehabtır. Hadis-i şerif’te Ali (Radıyallahu Anh)’ye;
"Ezan ile kamet arasında dua et, o
dua geri çevrilmez." buyurmuştur. Ezanı ganimet bilmek gerekir. Çünkü
hadis-i şerifte:
"Müezzinler sahurda ve iftarda
müminlerin en güvenilirleridir." Başka bir hadiste:
"Müezzinler kıyamet gününde insanların en uzunlarıdır" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Bir kimse on iki sene ezan okusa ona cennet vacip olur. Her gün
okuduğu her bir ezan için altmış sevap ahr ve kamet içinde otuz sevap alır."
buyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Damâd, Cami-us-Sağir
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a (Allahın dinine) yardım ederseniz
O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.
İnkar edenlere gelince, onların hakkı yıkımdır. Allah onların
yaptıklarını boşa çıkarmıştır.”
(Muhammed suresi; 7-8)
YEDİNCİ BAB
Namazda dikkat edilmesi gereken en önemli âdâb huşûdur. Huşû; bir
kimsenin namaza başladığı andan selâm verinceye kadar geçen sürede kendisinin
namazda ve Allah’ın huzurunda münacaatta bulunduğunu bilmesi ve bunu düşünerek
namazı edâ etmesidir. İşte bu hudû ve huşû için kişinin en üst derecede lezzet
alabilmesi için, korkulu ve alçak bir sesle, kıyamdayken secde edeceği yere,
rükâda ayaklarının üzerine ve secdedeyken burnuna, oturduğunda ellerinin
üzerine ve selâm verirken omuzlarına bakarak namaz kılması kemali âdâbtandır.
Bu şekilde namaz kılanları Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerimde;
"Müminlerin kurtuluşa ermiş olanları namazlarında hûşû içerisinde
olanlardır. (Müminun suresi: 1-2) ayeti kerimesiyle felâh, kurtuluş ve
saadet bulmakla müjdelemiştir. Aişe (Radıyallahu anha) namaz kılarken sağa sola
bakmak hakkında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a sorduğunda;
"O, şeytanın kulun namazından
hırsızlığıdır.” cevabını
al-
"Kul namazında sağa sola bakmadıkça Allah'ın ona olan ikramı ve
ihsanı devamlı tecelli eder. Ama o sağa sola bakınca Allah bunları ondan
alır." buyurulmuştur. Rivayet edilir ki; "Rasulullah (sallallahu
aleyhi vesellem), namaz esasında sakalıyla oynayan birisini gördü ve şöyle
dedi:
"Falan kişinin
eğer kalbi huşû içerisinde olsaydı diğer yerleride huşû içinde olurdu."
Bu hadislerden de anlaşıldığı üzere, en önemli uzuv olan kalp namazda
başka şeylerle meşgul olursa diğer uzuvlarda elden çıkar.
Namaz kılmaya başlayacak kimse, yakalarını kapaması, düğmeleri varsa
onları iliklemesi huşû ve hudûya sebep olan âdâbtandır. Çünkü yakasını kapatan
kimsenin namazı, yakası açık olarak namaz kılan kişinin namazından yetmiş
derece üstündür. Hadis-i şerifte;
"Yakası kapalı
namaz kılan kişinin namazı, yakası açık kılınan yetmiş namazdan daha
faziletlidir." buyurulmuştur.
Ayrıca namaz kılarken, Allah'ı görür gibi namaz kılmak gerekir. Çünkü
biz Allah'ı her ne kadar göremesekte o bizi görür. Hadis-i şerifte:
"İhsan, Allah'a sanki onu görüyormuş gibi ibadet etmendir,
sen onu görmesende o seni görür!" buyurulmuştur.
Huşû ve hudû insanın, Rabbinin huzurunda olduğunu bilmesiyle meydana
gelir. Örneğin cemaatle kılınan namazlarda imanın durumuna vâkıf olmakla hâsıl
olur. Rivayet edilir ki: Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]
namaz sırasında Ashabına: "Bemm (namazda) ne okuduğumu biliyor
musunuz?" diye sordu. Ashab sustu ve cevap vermediler, fakat
içlerinden Ubeyy b. Kaab (Radıyallahu anh) peygamberimize uygun cevabı verince,
Resulullah onun için iyilik diledi. Huşû ve hudû, rükû, secde ve ezan gibi
diğer şeyleri yavaş yavaş edâ etmekle meydana gelir. Hadis-i şerifte
Resulullah:
"İnsanların en kötü hırsızı, kendi namazından çalandır, buyurdular.
Ashab sordular "Ey Allah’ın Resûiü kişi kendi namazından nasıl
çalar?" bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle
buyurdu;
"Onun rükû,
secde ve huşûsunu tamamlamayarak çalar."
Maldan yapılan hırsızlık namazdan yapılan hırsızlıktan küçüktür. Çünkü
namazda olan hırsızlık dine ihanet olduğu için çok büyük fenalık olarak tabir
edilmiştir.
Kişi namaz
kılmaya başlarken, artık dünyadan nasibi kalmadığını,
kıldığı bu namazın son namazı olduğunu düşünmelidir. Hadis-i şerifte:
"Biriniz
namaza durduğunda veda eden, geri dönmeyeceğini düşünen biri gibi kılsın"
buyurulmuştur.
Rükû ve secde teşbihlerini üçten fazla okumak gerekir. Bunu okurken
sayının tek olmasına dikkat etmek gerekir, çünkü en efdali tek olmasıdır.
Namaz sırasında, farz olduğu üzere kalp ile niyet ettikten sonra dil ile
de tekrarlamak gerekir. Örneğin tek başına namaz kılan kimse aşağıdaki gibi
niyet ettikten sonra dili ile söyler. Niyetler;
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalfecri edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
"Niyet
ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının sünnetini kılmaya döndüm
kıbleye." demelidir.
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalfecri edâen müstagbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet
ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını kılmaya, döndüm
kıbleye."
(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ sünnete hazazuhri edâen müstakbilel
kıbieti Allaha Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının sünnetini
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Öğlen namazının farzında:
(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ farza hazazuhri edâen müstakbiiel
kıbieti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının farzım kılmaya,
döndüm kıbleye/9
(Neveytü en usaliiye lillâhi teâlâ sünnete hazazuhri edâen müstagbilel
kıbieti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının son sünnetini
kılmaya, döndüm kıbleye.”
İkindi namazının sünnetinde:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalasri edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının sünnetini
kılmaya, döndüm kıbleye.”
İkindi namazının farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalasri edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının farzını
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Akşam namazının farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ
farza hazalmağribi edâen müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının farzını
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Akşam namazının sünnetinde:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalmağribi edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının sünnetini kılmaya,
döndüm kıbleye ”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazalişai edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Ailah rızası için bugünkü. yatsa namazının sünnetini
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Yatsı namazının farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalişai edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının bırzını
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Yatsı namazının son sünnetinde:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sennete hazalişai edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının son sünnetini
kılmaya, döndüm kıbleye.”
Vitir namazında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatelvitri edâen müstakbilel kıbleti
Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü vitir namazını kılmaya, döndüm
kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatettedavvui edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için nafile namaz kılmaya, döndüm kıbleye.”
İşrak namazında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel işraki edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için işrak namazı kılmaya, döndüm
kıbleye.”
Kuşluk namazında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salateddûhâ edâen müstagbiîel kıbleti
Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için kuşluk namazı kılmaya, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatetteheccüdi edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için teheccüd namazı kılmaya, döndüm
kıbleye.”
Evvabin namazında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-evvabîne edâen müstagbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için evvabin namazı kılmaya, döndüm
kıbleye.”
Cemaatle kılınan namazlara niyet
Sabah namazının farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazalfecri edâen muktediyen
bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü sabah namazının farzını
kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazaz-zuhri edâen muktediyen
bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü öğlen namazının farzını
kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”
Cemaatle kılınan ikindi namazının
farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza
hazal-asri edâen muktediyen bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allaha Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü ikindi namazının
farzını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye/3
Cemaatte kılman Akşam namazının
farzında:
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazal-mağribi edâen muktediyen
bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü akşam namazının farzını
kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ farza hazal-işâi edâen muktediyen
bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü yatsı namazının farzını ılmaya* uydum imama,
döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ hazal-vitri edâen muktediyen bihâzal
imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bugünkü vitir namazını kılmaya, uydum
imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatet-teravîhi edâen muktediyen
bihâzal imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet
ettim Allah rızası için teravih namazını kılmaya, uydum imama, döndüm
kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ sünnete hazal-cümati edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
Niyet ettim Allah rızası için bugünkü cuma namazının sünnetini
kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-cumati edâen muktediyen
bihâzal-imami müstakbiiel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için cuma namazının farzını kılmaya, uydum
imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ ve duaen îilmeyyiti edâen muktediyen
bihâzal-imami müstakbiiel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için bu ölüye dua etmek amacıyla namaz
kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye,”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-ıydil fitr edâen muktediyen
bihâzal-imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah
rızası için ramazan bayramı namazını kılmaya, uydum imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salatel-ıydil udhiyyeti edâen
muktediyen bihâzal-imami müstakbilel kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah rızası için kurban bayramı namazını kılmaya, uydum
imama, döndüm kıbleye.”
(Neveytü en usalliye lillâhi teâlâ salâtet-tavafi edâen müstakbilel
kıbleti Allahu Ekber)
“Niyet ettim Allah
rızası için tavaf namazını kılmaya, döndüm kıbleye.”
Yağmur duasına çıkıldığında cemaatle veya tek başına kılınan istiska
namazı, ay ve güneş tutulduğunda kılınan husuf ve kusuf namazlarında,
husuf, kusuf, istiska namazlarına niyet ettim der. Bir kişi sabah namazını
cemaatle kıldıktan sonra kıbleye
karşı oturup güneş iki mızrak boyu yükselinceye kadar zikir ve Allah'ı düşünmekle
meşgul olursa ve ardından da iki rekât işrak namazı kılarsa, tam bir hacc
sevabına nail olun
"Kim cemaatle sabah namazını kıldıktan sonra güneş doğana kadar
şükreden güneş doğunca da iki rekât namaz kılarsa, tam tamına (eksiksiz
yapılmış) bir hacc sevabı ahr." buyurulmuştur. Dil ve kalp niyetleri
arasındaki farkın belli olduğunu umuyorum.
Niyet ettikten sonra, elleri kaldırıp parmaklar kendi hâline bırakılır,
yani araları çok açılmaz veya kapatılmaz. Ondan sonra baş parmaklan erkek ise
kulaklarının yumuşak yerine kadar, kadınsa göğüslerinin hizasına kadar
kaldırır.
Esneme geldiğinde mümkün mertebe def etmek gerekir. Eğer şiddetli esneme
gelirse sağ elinin arkasıyla ağzını kapamalıdır. Elini ağzına götürmezse
şeytan o kişinin ağzına girer.
“Sizden bîri esnediğinde eiini ağzına koysun.
Çünkü şeytan
esnemeyle birlikte ağıza girer" duyurulmuştur.
Ayrıca esnemek şeytandan olduğu için Allah'a sığınmakla da def olunun Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a hayatı boyunca
esneme gelmemiştir.
Bunun için bir kimseye esneme geldiğinde Peygamberimizi düşünürse
esnemesi gider.
Secdeye inerken ilk olarak dizlerini ardından ellerini sonrada başını
yere koymak gerekir.
Secdeden kalkarken de ilk olarak başını ardından elleri sonra da dizleri
kaldırmalıdır.
Minye’t-ül Musalla, Cami-us-Sağir
SEKİZİNCİ BAB
En faziletli, en hayırlı, riyadan en uzak olan duâ Rabb'den yalvararak
ve korkarak edilen duâdır. Ayette;
"Rabbinize yakararak gizlice duâ edm" (Araf Suresi-55)
duyurulmuştun Hayber kazasında Ashab yüksek bir yere çıktıklarında yüksek
sesle tekbir getirdiler, bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]’da bundan onları men etti ve ”Ey Ashabım! Siz sağır olana ya da
bilinmeyene duâ etmiyorsunuz, duâ ettiğiniz zat Allah’tır, O sizi sever,
sizinle beraberdir. Kalplerinizde olanları bilir'8 buyurdular.
Hadis-i şerifte:
"Kendinize gelin, siz sağıra veya bilinmeyene duâ etmiyorsunuz.
Siz, sizi işiten ve size çok yakın olan Allah'a duâ ediyorsunuz, o
sizinledir.” duyurulmuştur.
Bir kimseye bir musibet geldiği zaman o kimse, ya sabreder ve Allah'tan
gelene razı olur yahut o musibetten kurtulmayı Allah'tan diler. Fakat en güeli
musibetten kurtulmak için duâ etmektir. Çünkü duâ özel ve müstakil bir
ibadettir. Hadis-i şerifte:
"Duâ ibadetin kendisidir." duyurulmuştur.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Enes b. Malik'e;
"Duâyı çok yap, çünkü kazayı önler" buyurmuştur. Duâ,
idabetin halis olanı, müminin silâhı, yerlerin nuru ve dinin direğidir diye
rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte:
"Size, sizi düşmanlarınızdan koruyacak, rızkınızı artıracak bir
şeyi haber vereyim mi? Gecenizde ve gündüzünüzde duâ edin, duâ müminin
silâhıdır." duyurulmuştur.
Başka dir hadis-i şerifte:
"Duâ gelmiş ve gelecek belâlara yarar sağlar. Bir belâ bulursanız
onun kurtuluş yolu duâdır. O duâ o belâ ile karşılaşır, ve kıyamet günü gelene
kadar birbirleriyle mücadele ederler." duyurulmuştur.
Eğer "Belâ, Allah’tan değil midir?" diye sorulsa, evet
duâ ile def edilen belâ ve kazanın takdiri de Allah’ındır. Kısaca gelen belâ
Allah'ın takdiri olduğu g'ibi, duâyla o belânın kalkması da Allah’ın
takdiridir.
Duanın kabul olunması için birtakım âdâblar bildirilmiştin
Bunlar;
Sa'd b. Ebi Vakkas (radıyallahu anh), Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]’ın yanına gelip duâsının niçin kabul olunmadığını sorduğunda,
Haramdan
uzak dun Çünkü midesine haram bir lokma giren kişinin duası kırk gün kabul
olunmaz" cevabını aldı.
Duâ isteklerin anahtarıdır. O anahtarın dişleri, helâlleşmedir. Hatta bir
kişi, alimlerden birisine, duâsının neden kabul olmadığını sorduğunda o arif "Helâl
lokma ve helâl elbise olmadan edilen duânm etkisi oimaz" dedi.
Bunun üzerine adam "Bu zamanda helâl yemenin ve giyinmenin
imkâna mı vardır?” diye sorunca, arif kişi ona bütün elbiselerini
çıkarmasını ve suya girmesini söyledi ve şunu ekledi: "Su helâl ve temizdir.
Rızık olarak o sudan iç, o da helâl ve temizdir. Sonra da duâ et” Soruyu
soran kişi söylenilenleri yaptı ve duâsı gerçekten kabul oldu.
2-
Duâ eden kimse, temiz bir
inanç üzere olup duâmn kabul edileceğinden şüphe etmemelidir.
İnancı "Allah’tan istedim, o kesinlikle verir!"
olmalıdır. Çünkü bu
kimse birisinden bir şey istese, istediği kişinin ona istediği şeyi vermemesi üç
sebepten olur.
aİsteyen kişiyi tanımadığı içindir,
bİsteyenin istediği şeyi yapabilecek gücü ve kuvveti yoktur,
cO kişi isteği yerine getirebilecek güçte olmasına rağmen cimridir.
Hülâsı erbab-ı hacetinin, istediklerinin yapılmaması üç sebeten ötürüdür,
daha fazlası yoktur. Allah bu gibi sıfatlardan münezzehtir. Bu yüzden de
Allah'ın ihsanda bulunma ve verme, ayrıca duâ edenin isteğini yerine getirmekte
hiçbir manisi yoktur. Buna göre duânın kabulünde şek ve şüphe etmemek gerekir.
Allah Teâlâ her şeyi bilir ve O, istediğini vermeye kadirdir. Ayrıca kerem ve
ihsanı gayet geniştir. Hadis-i şerifte: "Allah'a (duanızı kabul edeceğine)
inanarak duâ edin!" duyurulmuştur.
Günahlardan temizlendikten yani tövbe ettikten sonra duâ etmelidir.
4-
Duanın bir an önce kabulünü
istemek.
Duânın kabulünün gecikmesi Allah'ın bir hikmetine binaen olduğunu
düşünüp, duâsının kabul olunmadığına hamd etmek gerekir. Hadis-i şerifte:
"Kul, günah olanı ve akrabalık bağını kesmek istemedikçe ve
acele etmediği sürece duası kabul olur." duyurulmuştur.
Eğer duâda "Ya Rab! Falan kadınla zina etmeyi, akrabamla
ziyareti kesmeyi bana nasip et!" gibi duâlar kabul olunmaz. Hadis-i
şerifte:
"Allah bir kulunu sevince, onun yakarışına duymak için bir
musibete uğratır." duyurulmuştur.
5“ Duâ edip istediği şeyin, geç olmasını
istemektir.
İstenilen şeyin gerçekleşmesini düşünmemek ve duânın kabulü için Allah'a
sığınmaktır.
6-
Duânın kabulünde Allah’ı
muhayyer bırakmak.
"Allah’ım dilersen kabul et!" demelidir.
7-
Duâ etmeye devam etmek.
Hatta duâ için yedi vakit belirleyip her vakitte üç kere duâyı tekrar
etmelidir. Bu tertib her ne kadar ısrar ve acizlik olsa da, bu yaratılmış
içindir. Yaratan için değildir. Çünkü Allah kullarından ısrar edenlere sevgi
besler. Hadis-i şerifte:
"Allah ssrarla
isteyenleri sever!" duyurulmuştur.
8= Duânm kabulünün uzamasından dolayı
üzülmemek.
Çünkü o kimsenin duâsının kabulünün gecikmesi, ondan çokça ısrar etmesi
istendiği içindir. Yahut istediği şey dünyada kendisiiçin zararlı olduğundan
ahirette verilmek için gecikmiştir. Yada başına gelecek herhangi bir belâ veya
musibet olmuştur da, ettiği duâ ile ondan kurtulduğu içindir. Özetle, duânın
kabulünün gecikmesini bu üç hikmet üzerine yüklemek gerekir. Hatta kıyamet
gününde bir kimse amel defterinde bir takım sevaplar görür ve onları dünyada
yapmadığı için şaşırır. Allah ona;
"Sen dünyada şu ve
şu işlerin için duâ Emiştin, dün ada bunları vermeyip bugüne
sakladım. Şimdi defterinde olan sevaplar işte dünyada ettiğin o duların
meyvesidir" der. Bunun üzerine o kişi, "Ah! Ne olurdu bütün
duâlarım dünyada kabul olunmasaydı, hepsinin mükâfatını bugün defterimde
görseydim!" diye üzülür.
9-
Rahat ve huzurluyken
duâyı çokça tekrar etmek.
Hadis i şerifte: "Bir kimsenin başına belâ geldiğinde, duâsının
kabul olduğuna sevinirse, rahat ve huzurlu zamanında daha çok duâ etsin!" duyurulmuştur.
10-
Duâya başlayınca
besmele ve hamd ile başlamak.
"Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla! Âlemlerin Rabbine hamd
olsun! Salât ve selâm Muhammed'e âline ve hepimize olsun"
11-
Duâ öncesinde abdest
veya gusül abdest almak. Hadis-i şerifte:
"Bir kimsenin Allah'a yahut bir yaratılmış birine müracat
olunacak bir işi olsa, güzelce abdest alıp iki rekât namaz kılarak Allah'a
hamd ve peygamberine salâvat-ı şerife getirdikten sonra "Lâ ilâhe
illâhu'l-halimu'l-kerimi, sübhanallahi ve rabbi'larşi'l-azim vel hamdu lillâhi
rabbi'l-alemin. Eselüke mücibati rahmetike ve azaime mağfiretik ve'l-ganimete
min külli berrin ve's-selâmete min külli ismin lâteda'li zenben illa gafertehu
ve lâ hammen illa ferrectehu velâ haceten hiye leke rıdan illâ kadeyteha" diye
duâ etmelidir.
12-
Duâ ederken kıbleye
dönmek!
13-
Duâ da anne ve
babayı anmak.
Duâ da anne babayı anmazsa fakirlik başlar demişlerdir.
14-
Duâ da bütün
müminleri anmak.
Bir kimse mümin kardeşine, yakınına duâ etse, onun baş ucunda bir melek
durur ve "Allah sana ettiğin duânm aynısını ihsan etsin" diye
duâ eder. Bu yüzden bütün ehli imana duâ etmek, tam tersine kendine duâ
etmektir. Hadis-i şerifte:
"Bir kimsenin Müslüman kardeşine gıyabında ettiği duâ kabul
olunur. Başına bir melek görevlendirilir. O duâ ettikçe aynısı senin
olsunder" duyurulmuştur.
15-
Duâ bitince ellerini
yüzüne sürmek,
Hadis-i şerifte:
"Duâyı bitirince ellerinizle yüzünüzü meshedmizT duyurulmuştur.
16-
Duânm sonunda.
"Sübhane Rabbike Rabbil izzeti amma yesifun ve selâmun
ale'l-mürselin. ve'l-hamdu lillâhi Rabbi'l-âlemin.” demek.
17-
Duânm bitiminde
"amin" demek.
Ka’bu’l-Ahbar dan: "Âmin lâfzı, Allah’ın mührüdür. Kullarının
duâlarmın sonunu onunla mühürledi." dediği rivayet olunur.
Ayrıca hadis-i şerifte;
"Âmin, âlemlerin Rabbinin kullarının dilleri üzerindeki
mühürüdür." buyurulmuştur.
18-
Kendi duâsına da
amin demek.
Çünkü bir kimse duâ ederken kendi duâsına âmin dese meleklerde âmin
derler. Hadis-i şerifte:
"Biriniz duâ ettiğinde kendi duâsına âmin desin. Melek lerde
onunla birlikte âmin der." buyurulmuştur.
19-
Ellerini yukarı
kaldırıp, avuçlarını kıble-i duâ olan arş tarafına açmak.
Eğer belâ ve afetten kurtulmak için olursa ellerinin arkasını yukarı
tarafa tutmak, el kaldırıp duâ etme duânın kabulüne vesile olur. Hadis-i
şerifte:
"Rabbiniz Hayy ve Kerimdir, bir kimse ellerini kaldırıp, hacetini
Rabbine sunsa, Allah o kimseyi eli boş göndermeyi keremine uygun görmez." buyurulmuştur.
20-
Kalbinde açıklık ve
genişlik ile edilen duânın kabul olacağını bilmek gerekir.
Çünkü kalbin açılması Allah’ın teveccüh ve ihsanı ilâhiyyesinin zuhurunun
alâmetidir. Hadis-i şerifte:
"Kul, kalben olgunlaşınca Rabbine duâ etsin, Allah onun
duasını kabul eder." Eğer duânın sonucu kısa zamanda görülmezse Allah’a; "Bütün
işlerin, izzetiyle tamamlandığı Allah'a hamd olsun" diyerek hamd etmek
gerekir. Eğer vakit uzarda duânın kabulü geç olursa "Her hâl üzere Allah'a
hamd olsun" demek gerekir.
Duâ için vakitlerin faziletlisi ve saatlerin eşrefini seçmek gerekir.
Örneğin: Cuma günü cumanın ikinci ezanı, iki ezan arası ve her kametle ezan
arası, gurup vakti, hatip minberde otururken, çarşamba günü öğlen ile ikindi
arası, her gecenin yarısı ve son üçte birinde, sahurda, regaib, beraat, miraç,
kadir, arefe ve bayram geceler, iftar vakti gibi.
Kişi hüzünlendiği vakit duâ etmeyi ganimet bilmelidir.
"Mahzun zamanda duayı ganimet bilin, o serapa rahmettir."
duyurulmuştur.
Hastanın duâsını da ganimet bilmelidir. Çünkü Hadis-i şerifte:
"Bir hastanın yanına girerseniz, size duâ etmesini isteyin. Çünkü
o duâ bir meleğin duâsı gibidir" duyurulmuştur. Gurdeti de ganimet bilmek
lâzımdır. Devamlı hüzünlü olduğu için duâsının kabul edilmesi umulur.
Çocukların, annesinin ve babasının duâsını ganimet bilmeleri gerekir. Hadis-i
şerifte:
"Babanın
çocuğuna duâsı peygamberin ümmetine duası gibidir" buyurulmuştur.
Namazların ardından ve hatim edilen Kur’ân’ın arkasından, yağmur
yağarken, Kâbeyi görünce, Hacer-ül esvedi görünce, Makam-ı İbrahimi, Kâbe ile
Makam-ı İbrahim arasını, altın oluğu, zemzem kuyusunu, rüknü yemani, rüknü
şami ve ve ıraki, safa, merve, müzdelife, mina, cemreler, Arafat ve
Peygamberimizin kabirlerini görünce edilen duâlar kabul edilirler, bu yüzden
bunları ganimet bilmelidir.
İyilik yaptığı kimsenin duâsını ganimet
bilmelidir.
Hadis-i şerifte:
"İyilik
görenin, kendisine iyilik yapana ettiği duâ geri çevrilmez!" buyurulmuştur.
. Mazlumun duâsıda ganimet bilinmelidir. Çünkü mazlumun kalbi hüzün dolu
olduğundan duâsı kabule çok yakındır.
Hadis-i şerifte:
"Mazlumun duâsı günahkâr bile olsa kabul edilir, onun günahı
kendine aittir." buyurulmuştur. Mazlumun bedduâsından da kaçınmak
gerekir. Hadis-i şerifte:
"Mazlumun
duâsından kaçının, Allah ile onun arasında perde yoktur." buyurulmuştur.
Duâ ederken duânın mana bakımından gayet kâmil ve güzel olması gerekir.
Meselâ: "Allah’ım senden dünyada da ahirette de atfımı ve afiyetimi
dilerim!"
Afiyet kelimesi dünya, din, ahirette bir çok faydaya işaret ettiği gibi,
ahirette Allah'ın cemali celilesini görmek dâhil olmak üzere birçok şeyi kapsar
diye tefsir edilmiştir. Hadis-i şerifte:
"Rabbinden,
dinde, dünyada ve ahirette af ve afiyet iste!" duyurulmuştur.
"Rabbim bize dünyada da ahirette de iyilik ver, bizi cehennem
azabından kora!" Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] genelde bu
duâyı okurdu.
Enes b. Malik (radıyallahu anh) ve Ebu Umame (radıyallahu anh) rivayet
etmiştir: "Bir kimse duâda üç kere -erhamerrahh mânderse ve o kimsenin
üzerinde görevli bulunan melek merhamet edenlerin en merhametlisi sana tecelli
eyledi, ne dilersen dile artık der."
Bir kimse duâda iki kere "Ya rab!" dese Allah o kimseye
"Buyur ey kulum! İste verilecek!" buyurur.
Enes (radıyallahu anh)den rivayet olunur ki; Medine halkından bir kimse
ticaret için Şam’a gitmek için yola çıkmış, yolculuk sırasında bir hırsız
çıkıp hem malına hem de canına kastetmiş. Tüccarda malını feda edip kendisine
dokunmamasını istemişse de kabul ettirememiş ve hayatından umudu kesmiş.
Hırsızdan iki rekât namaz kılmak için izin istemiş, abdest alıp iki rekât namaz
kılınca ellerini kaldırıp üç defa;
"Ey Vedud, Ey Vedud, Ey yüce arşın sahibi, Ey Mubdi, Ey
istediğini yapan, arşın direklerini aydınlatan cemalinin ışığıyla senden istiyorum.
Yarattıklarına güç yetirdiğin kudretinle ve her şeyi kapsayan merhametinle
senden istiyorum. Ey İmdada yetişen imadadıma yetiş. İmdada yetişen, imdadıma
yetiş!" diye duâ etti.
Duâyı okuyup ellerini yüzüne sürünce, karşıdan gayet heybetli, güçlü bir
ata binmiş, yeşil elbiseli, elinde silâhıyla bir kimse gelip hırsızla kavgaya
tutuştu. Hemen elindeki silâhıyla hırsıza vurup onu yere sermiş. Tüccara dönüp
"gel bunu öldür" dedi, fakat tüccar korkup bunu yapamadı.
Bunun üzerine kendisi yaptı. Tüccar adamın yanına gidip ona yaptığı için
teşekkür etti ve de Allah'a hamd etti. Sonra, "Sen ne taraftan geldin
de, bu ıssız yerde beni böyle bir zalimin elinden kurtardın?" diye
sordu.O kahraman adam "Ben üçüncü kat göğün meleklerindenim. Sen bu
duâyı ilk okuduğunda gök kapılarından gök gürültüsü gibi ses geldi. Dehşete
kapıldık. İkinci kez olduğunda gök kapıları açıldı ve birtakım ateşler
püskürdü, etrafa kıvılcımlar saçıldı. Üçüncü kez okuduğunda Cebrail Allah
tarafından bir fermanla gelip o hırsızı öldürmemi ve seni kurtarmamı emretti.
Bende emri yerine getirdim.’’ O tüccar Medine’ye döndüğünde, bu acaip
olayı Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] anlatınca, "Allah sana
esma-i hüsnayı öğretmiş. Çünkü bu isimler ile Allah'tan bir şey istense verir,
duâ edilse kabul eder." buyurdu.
Yetimlerin göz yaşlarını akıtmaktan sakınmalıdır.
Hadis-i şerifte:
"Mazlumun bedduâsından ve yetimin göz yaşlarından sakınınız,
çünkü bu ikisi herkes uykudayken yürürler." duyurulmuştur. Yürümekten
maksat yapılacak şeyin kuvvetini gösterir diye tefsir edilmiştir.
Kişi; kendine, ailesine ve evlâdına bedduâ etmekten kaçınmalıdır. "Belâdan
dil sorumludur" diye rivayet edilmiştir.
Duâ ederken aksırmak duânın kabul olacağına işarettir. Hadis-i şerifte
"Duanın kabulünü sağlayan etkenlerden birisi de duâ
esnasında aksırmaktır!" diye duyurulmuştur.
İstediği şey herne kadar basit ve kolayda olsa, hacetini Allah'a sunarken
duâ etmekten hâli kalmamalıdır. Çünkü duâya önem vermeyen kimseye Allah azap
eder.
Hadis-i şerifte;
"Allah'tan istemeyene, Allah gazap eder." duyurulmuştur.
Bir kimsenin Allah'a bir hacetini arz etmemesi, kibir veya gururundan dolayı
yahut Allah’tan ümidini kestiği içindir. Bunu yapmaksa haramdır.
Mefatih’ül-Cânan
DOKUZUNCU BAB
YAHUDİ ve HRİSTİYANLARA
DUA ETMENİN ÂDABI
Yahudi veya Hristiyanlardan bir iyilik ve bir ikram görünce yada bunun
gibi şeylerde onları dil ile ödüllendirmek lâzımdır.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], bir Yahudi devesinisağdığı
için ona şöyle demiştir.
"Allah'ım sen bunu güzelleştir."
Bu duânın hikmetinden dolayı o Yahudi yetmiş yaşına girdiğinde bile
sakalında bir tel beyaz yoktu.
Yahudi ve Hristiyanlara duâ edildiğinde, mallarının ve evlâtlarının
çoğalması için duâ etmelidir.
Hadis-i şerifte: "Yahudi
ve Hristiyanlara duâ ettiğiniz vakit, Allah malını
ve evlâdını artırsın dîye duâ edin." buyurulmuştur.
Çünkü Yahudi ve Hristiyanlar varissiz ölürlerse onların malları
Beytü’l-mal’a kalır ama reşit olmayan çocukları varsa istirkak olunur, (köle
edinilir) reşit ise cizyeye tâbi olur.
Onların afiyeti için duâ etmenin caiz olduğu muteber kitaplarda
geçmiştir.
Kölelik: O devir kölelik devri idî. Dinimiz köleleri hürriyetine
kavuşturmak için gayret etmiş ve Müslümanları buna teşvik etmiştir.
Ruh’ül Beyan, Şerh-i Şir’a, Cami-us-Sağir
ONUNCU BAB
Kâmil bir mümin için, âdâbın çok önemli ve lâzım olduğunu kabul edilen
kısmı, Allah'ın zikri ve marifetinin akıldan asla çıkarmamaktır. Devamlı
Allah'ı hatırda tutmak, ondan yüz çevirmemek mümine en lâyık olan şeydir.
Çünkü hem Allah'ı hem de başkasını aynı derecede sevmek olmaz. Hadis-i
şerifte:
"Yaşadığınız gibi ölür, öldüğünüz gibi de dirilirsiniz!" duyurulmuştur.
Bu yüzden müminin kalbi daima Allah'ı zikir ile meşgul olmalıdır. Böylece
öldüğünde de o şekilde dirilir. Rivayet edilir ki; Bir arap, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın huzuruna gelir ve "Amellerin en
faziletlisi nedir? Onu bana öğret!" diye sorar, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] da;
“Dünyadan
ayrıldığı vakitte dilinin Allah'ın zikriyle meşgul bulunmasıdır."
buyurmuştur.
Hadis-i şerifte:
"Allah'ın en sevdiği amel, dilin Allah'ı zikirden ıslanmışken
ölmendir." buyurulmuştur.
"Allah’ı çokça zikrediniz ki münafıklar size Mürailer desinler."
buyurulmuştur.
"Sizin amellerinizin Rabbiniz katında efdal olanı, derecelerinizin
yükselmesi bakımından yüce olanı; altın ve gümüş sadaka vermenizden, savaşa
gidip cihad yapmanızdan, şehit olmanızdan daha hayırlı şeyi bildiriyorum"
buyurduklarında, Ashab "Nedir, ya Resulullah" dediler,
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de "Allah’ı zikretmektir."
diye cevap verdi.
"Bir cemaat Allah'ı zikretmek için oturduklarında bir takım
melekler gelip cemaatin etrafında halka oluşturup beklerler. Allah’ın rahmeti
onları kuşatır. Üzerlerine huzur ve ciddiyet ve temkin iner. Allah onları,
kendine en yakın meleklerle över." duyurulmuştur.
Her amel gibi Âdemoğlu bununla da mükellefitr. Özürden dolayı amellerin
geciktirilmesi veya terki caizdir. Fakat Allah'ı zikretmek konusunda bu mesele
caiz değildir. Allah'ı zikretmek ertelenemez veya terk edilemez. Çünkü zikir
konusunda bir uzuv yada bir mahal gibi tayin edilmiş şey yoktur. Nisa
suresinde;
"Ayakta, otururken ve yanlarınız üzere yatarken Allah'ı
zikrediniz." duyurulmuştur. Ama mümin olup da akılsız olsa yani deli
olsa duna gerekmez. Çünkü üzerinden teklif kalkmıştır.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
ON BİRİNCİ BAB
PEYGAMBER (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’E
TÂBİ OLMANIN ÂDABI
Kâinatın efendisine (sallallahu aleyhi vesellem) tâbi olmak,
hareketlerinde, emirlerinde ona tâbi olmak farzdır. Nisa suresinde;
"Ey iman edenler Allah'a ve Resulüne itaat edin." duyurulmuştur.
Bu emri yerine getirebilmek için bazı usûllere uymak gerekir. Bunlar;
1Ashabı kirama tâbi olmaktır Hadis
i şerifte:
"Ashabım yıldızlar gibidir, hangisine tutunursanız tutunun kurtulursunuz!"
duyurulmuştur.
2“ Sünneti seniyyelere bağlanmaktır
"Bir kimse benim sünnetimi ihya ederse, o kimse aslında beni ihya
etmiş olur. Beni ihya edende beni seviyor demektir. Beni seven cennette benimle
beraberdir." buyurulmuştur.
3-
Bidatçilere yakın
olmamak.
4-
Salih kimselerle
oturup, devamlı onlarla sohbet etmek.
Hadis-i şerifte:
"Salih kimse ile oturup sohbet etmek, misk ve güzel koku satan
birinin dükkanında oturmak gibidir. Bir kişi misk ve koku satan birinin
dükkanında oturursa, ya o kokudan satın ahr veya koklayarak zevk ve lezzet
alır. Kötü kişiyle arkadaşlık etmek demirci dükkanında oturmak gibidir. Demirci
dükkanında oturan kişiye bir kıvılcım isabet eder, elbisesini yakar ya da o
kerih kokuyu koklamak rahatsız eder." buyurulmuştur.
5-
Ümmetin fesada
uğradığı zaman, sünneti seniyyelerden bir sünneti canlandırmayı ganimet bilmek.
Çünkü ümmetin fesada uğradığı vakitte sünneti seniyyeyi ayakta tutmak ateşe
yapışmak gibidir. Milletlerin düştükleri ayrılıklar zamanında bir sünneti
canlandıran kişiye yüz şehit sevabı verilir.
Hadis-i şerifte:
6» Sünneti seniyyeye bağlanma sebebiyle Allah'tan ihsan beklemek.
"Bîr kimse benim sünnetime bağlanıp güzelce muhafaza ederse,
Allah o kimseye dört şey ikram eden
1-
Bütün Müslümanların
kalbi ona sevgi besler,
2-
Fasıklara heybetli
görünür,
3-
Rızkı çoğalır,
4-
Kendisine güvenilen
birisi olur.”
Buhari-â Şerif, Mefatih’ül-Cman
ON İKİNCİ BAB
PEYGAMBER (salla'llâhü aleyhi ve sellem)’E
SALÂVAT GETİRMENİN ÂDABI
Peygamberimize salât-u selâm getirmek Müslümanların görevlerindendir.
Kur’ân-ı kerimde şöyle duyurulmaktadır.
"Ey
iman edenler, ona salât edin ve teslim olmuş bir şekilde selâm verin!" (Ahzab
suresi56)
Bu emir gereğince Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a ömründe bir
kere salâvat getirmek farzdır. Bir mecliste ismi şerifleri anılınca salâvat
getirmek vaciptir. O mecliste ismi şerifleri tekrar edildikçe salâvat getirmek
âdâptandır. Salâvatın manası Peygamberimizin yüceliğinin ve şeriatının devamlı
olmasına duâdır.
Bu yüzden salâvat her ne kadar görünüşte Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi
ve sellem] üzerineyse de, aslında salâvatı getiren kişinin kendisine ettiği
duâdır. Peygamberimizin adı anıldığında bir kimse salâvat getirmezse bu onun
bahtsızlığındandır.
Hadis-i şerifte:
"Bir kimse benim ismimin anıldığı bir mecliste bulunupda
saiâvat getirmezse cehenneme girer.” duyurulmuştur. Salâvatı şerifeye
çokça devam etmek önerilmiştir. Hadiste;
"Kıyamet gününde bana göre insanların en kıymetlileri salâvatı
çokça getirmiş olanlardır.” duyurulmuştur.
Kâbeyi tavaf ediyordum, dirini gördüm, her adımda saiâvat getiriyordu.
"Neden başka duâ etmezsin? Her makamın bir duâsı vardır.”
dedim. Adam "Hac için dadamı alıp yola düşmüştüm, gelirken babam öldü!
Yüzü siyah ve gözleri kör olmuştu. Başı da hınzır başına dönüşmüştü. Bu yüzden
çok mahçup oldum, kimseye söylemedim. Üzüntülü bir şekilde otururken gece oldu
ve uyudum. Rüyamda çadırın içine çok güzel biri girdi. Ondan güzel kokan
birisini görmedim. O güzel kokuyla etraf doldu. Büyük bir ciddiyetle geiip,
babamın başına oturdu ve yüzündeki perdeyi kaldırdı, ellerini babamın yüzüne
sürdü, hüzün sevince, karanlık aydınlığa dönüştü. Çünkü babam eskisinden daha
güzel oldu. O kişi babamın başından kalkınca onun eteğinden tutup;
-“Sen kimsin, beni ve babamı bu uzak yerde buldun. Halk içinde beni
mahçup olmaktan kurtardın.” dedim. O da;
“Sen, beni tanımadın mı? Sahibul Kuran Muhammed Mustafa’yım. Senin
baban gerçi günahkâr ve fasıktı, fakat benim üzerime salâvatı bolca getirirdi.
Babanın bu hâle geldiğini salâvatı şerifleri bana getiren melek haber
verdiğinde bende gelip onu bu belâdan kurtardım’’ dedi.
Uyanınca, çadırın içini güzel koku sarmıştı. Babamın yüzünü açtım yüzü
oldukça güzel ve gözleri sağlam. Çok şaşırdım. Ondan sonra insanların
efendisine salâvat getirmekle uğraşacağıma dair kendime söz verdim, bu şekilde
şefaatine kavuşmayı umuyorum." dedi.
"Bir kişi salâvat getirme hususunda çok gevşeklik etti. Rüyasında
Peygamberimizi gördü. Peygamberimizin ona hiç bakmadığını ve yüzünü
çevirdiğini görünce, o biçare "Ey Allah'ın Resulü, bana kızmanızın
sebebi nedir?" diye sordu. Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] "Seni tanımıyorum" dedi. Adam "Ya
Resulullah, ben sizin ümmetinizden olanı evlâdınızdan daha iyi tanıdığınızı
işittim" dedi. Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) "Evet
öyledir. Sen bana salâvat getirmezsin, ben insanları bana salâvat getirdikleri
oranda tanırım." buyurdular. Uyandım her gün yüz salâvat getirmeyi
âdet edindim. Sonra bir kere daha Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı
rüyamda gördüm. Dedi ki; "Şimdi seni tanıdım, ahirette şefaat
edeceğim!" duyurulmuştur.
Anlatılana göre, salâvata önem veren bir kişi beş yüz, dirhem borca
girdi. Bir gece Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüyasında gördü ve
on "Ebul Hasan Kisai’ye git, borcunu ödesin" dedi. Ayrıca buna
ek olarak “Eğer bunun doğruluğuna alamet isterse her gece yüz kere salâvat
getirirdi bu gece unuttu, onu uyar." dedi. O kişide bu alâmetle Ebul
Hasan’a gidip haber vermesine rağmen Ebul Hasan ona yüz vermedi. Fakat adam
onun her gece salâvat getirdiğini fakat bu gece unuttuğunu haber verdiğinde,
bunu duyduğu gibi tahtından kendini aşağı atıp şükür secdesine kapandı. Sonra "Bunu
Allah’tan başka kimse bilemez, bunu bana haber verdiğin için bin dirhem, buraya
kadar zahmet ettiğin içinde bin dirhem ve de Peygamber emri içinde beş yüz
dirhem hak ettin. Bundan sonra ne ihtiyacın olursa bana gel, ben
karşılarım." dedi.
Bir kişi bir mektupta veya bir kitapta Peygamberimizin ismini yazdığında
Sallalahu Aleyhi ve sellem lâfzını yazmalıdır.
Rivayet edilir ki:
Küfe ehlinden mektupları yazan bir katip öldü. Sonra onu rüyalarında
görenler hâlini sordular. O da "Rabbim bana iyilikle muamele etil Şu
amelim yani, her ne zaman Muhammed ismini yazsam ardından Sallalahu
Aleyhi Vesellem yazardım. Bunun için bağışlandım.”
"Benim ismimi yazan bir kimse salâvatı da beraberinde yazarsa
benim ismim o kitapta bulunduğu müddetçe melekler o kimseye istiğfar ederler.5’
buyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağjr
ON ÜÇÜNCÜ BAB
Kur’ân okumak müminin Allah'a münacaatıdır. Hadis-i şerifte;
"Bir kimse Rabbi ile konuşmak
isterse Kur’ân okusun" duyurulmuştur.
Kur’ân’ın okunuşu hakkındaki âdâb şöyledir:
1-
Güzelce abdest
almak.
2-
Kıbleye karşı
namazda oturduğu gibi oturmak.
3-
Euzü besmele çekmek.
4-
Tecvide riayet
etmek.
5-
Manasını düşünmek.
6-
Manaya gücü
yetmiyorsa, manasını anlayan birinin yaptıklarını yapmak.
7-
Hüzünlü bir sesle
okumak, sesi şiddetlendirmemek.
Çünkü hüzünlü okunan Kur’ân huşûyu artırır ve gözyaşının akmasına sebep olun Hadis-i
şerifte:
"Kur’ân’ı hüzünlü bir sesle okuyunuz, çünkü hüzünle hazil
olmuştur.” duyurulmuştur.
"Allah müteşabih, ikişerli birr kitap olarak sözün en güzelini
indirdi. Rablerme karşı içleri titreyerek korkanların ondan derileri
ürperir.».’5 (Zümer suresi-23) buyurulmuştur.
8-
Kur’ân okurken
ağlamak
9-
Ağlamasa bile ağlıyormuş
gibi yapmak, Hadis-i şerifte;
"Kur’ân okurken ağlayın, ağlayamazsanız hüzünlü
gibi olun!” buyurulmuştur.
10-
Kur’ân ezberlemeye
çalışmaktır Çünkü Kur’ân-: ezbere okuyanlar iyilerle haşrolunurlar.
Hadis-i şerifte:
"Kur’ân okumak kendilerinin mahareti olan, iyi ve kıymetli
insanlar olacaktır." buyurulmuştur.
11-
Kur’ân okurken
kendisine meşakkat gelse bile oku-
"Kur’ân-ı hece hece zorlanarak ve zahmetle okuyanlara iki sevap
vardır." buyurulmuştur.
Kur’ân okurken kişiye okuması zor gelse o zorluk ile Kur’ân’ı terk emeyip
okumakta ısrar ederek, ona iki sevap vardır. Birisi Kur’ân okuduğu için,
diğeri zorluğa sabır ve tahammül ettiği için verilir.
12-
Kur’ân’a çalışırken
hata yapmamak için mushafa bakmak. Hadis-i şerifte:
"Ümmetimin en faziletli ibadeti,
bakarak Kur’ân okumalarıdır." buyurulmuştur.
13-
Kur’ân okurken
esneme arız olursa, Kur’ân’ı kapayıp okumayı bırakmaktır. Hadis-i şerifte:
"Esnemek şeytandandır!" buyurulmuştur.
14-
Kur’ân okurken her
ayetin sonunda durmak.
15-
Rahmet ayeti
geldiğinde Allahdan istemek.
16-
Azap ayeti
geldiğinde Allah’a sığınmak.
17-
Tenzih (Allah’ın
eksikliklerden münezzeh olduğunu bildiren) âyetler geldiğinde Allah'ı takdis
etmek ve Sübhanallah demek
Huzeyfe İbn Yemani (radıyallahu anh) rivayet olunur ki;
“Peygamber [salla'llâhü aleyhi
ve sellem]ile namaz kıldım. Bakara suresinden başladı, Azap âyeti
okuduğunda Allah’a sığındı, Rahmet ayeti okuduğunda Allah'tan istedi, tenzih
ayeti okuduğunda sübhanallah diyerek Allah'ı takdis etti.”
18-
Kur’ân kelâmlarını
ve harflerini birbirinden ayrımak. Bir kimse Kur’ân okuyan kimsenin okuduğu
harfleri saymak istese rahatça sayabilmeli. Çünkü bu şekilde okunan Kur’ân’ın
harfi başına yirmi sevap verilir, harfler ve kelimeler birbirine bağlı olarak
okuyan kimsenin okuduğu Kur’ân’ın harfi başına on sevap verilir.
5’Kîm Kur’ân’!, harflerini ve kelimelerini belli
ederek, ayırarak okursa her harfine karşılık yirmi sevap alır, kim de
ayırmadan okursa her harfine karşılık on sevap alır.” duyurulmuştur.
19-
Kalbinde itminan ve
huşû olması gerekir. Ayrıca uzuvlarında da sükûnet ve itidal olmalı ve
sakince oturmalıdır.
20-
Normal olmayan
hareket ve yüksek sesle okumamak. Müminlerin annesi Aişe (radıyallahu anha)
bu şekilde Kur’ân okuyan birini gördüğünde "Kur’ân, insanların
akıllarım başlarından almaktan beridir. Fakat Allah'tan korkanların
tüyleri ürperir." buyurmuştur.
21-
Fatiha suresi
okunduğunda besmeleyi el-hamd kelimesine yetiştirmektir. Ve de besmeleyi
okumaktır. Hadis-i şerifte;
"Allah teâlâ şöyle buyurdu; Ey İsrafil! İzzetim, celalim,
varlığım ve keremime yemin ederim ki bir kimse besmeleyi fatiha ya ilâve
ederse, yani ikisini bir nefeste okursa şahit olun, ben o kimseyi bağışlarım.
Cennete kabul ederim. Günahlarını affeder, dilini ateşte yakmam. Kıyametin azap
ve zorluklarından onu emin kılarım. Peygamberler ve evliya kullarımdan önce
beni görür." duyurulmuştur.
22-
Kur’ân okurken bazı
ayetleri anlamak ve kalbini mutenebbi kılmak için o ayetleri tekrar etmektir.
"İn tuazzibhum feinnehu ibaduke vein tagfir lehum feinneke entel
azizu'l-hakim" ayetini birkaç kere tekrarladığı rivayet olunmuştur.
Said b. Cubeyr (radıyallahu anh) de;
"Vemtazu’l-yevme eyyuhe’l-mücrimun" ayetini bir kaç defa
tekrarlamıştır.
Bu konu hakkındaki hadisler:
Peygamberimizin (sahaiiahu aleyhi vesellem) besmeleyi okuduğu ve anlamak
ve de tefekkür etmek için yirmi kere tekrarladığı rivayet olunmuştur.
Ebu Zer rivayet eder; "Peygamber bir gece kalkıp bize namaz kıldırdı.
”İn tuazzibhum feinnehu ibaduke vein tagfir lehum feinneke entei
azizu'l-hakim" ayetini tekrar tekrar okudu.
23-
Kur’ân’ı yüzünden
okumayı unutmamak.
Hadis-i şerifte:
"Ümmetimin günahları bana bildirildi, Kur’ân’dan bir ayeti
veya sureyi öğrenip sonra unutandan daha büyük günahkâr görmedim!"
buyurmuştur. ■
Unutmaktan maksat ezberleyip sonra unutmak değildir, yüzünden okumayı
unutmaktır diye tefsir edilmiştir.
24-
Oturulan evde Kur’ân
okumak.
Çünkü içinde Kur’ân
okunan evlerde Kur’ân okunduğu
bilinir.
"Yeryüzünde Müslümanların öyle evleri vardır ki, içlerinde
ışıkları arşa yükselen lambaları vardır. Yedi kat gök ve yerdeki Allah’a en
yakın melekler o kandiller sayesinde o evleri bilirler" buyurulmuştur.
“Ve bu ışık içinde Kur’ân okunan müminin evidir." derler.
"Bir evin içinde Kur’ân okunsa o eve melekler girer, şeytanlar
çıkar ve o evin halkı daima hayır ve bereket ve saadet üzerine olurlar. Kur’ân
okunmayan eve şeytanlar girer melekler çıkar ve o evin halkı daima darlık
çeker" demiştir.
25-
Tecvid kurallarına
uyarak kırk günde bir kere hatim yapmak.
Çünkü Âdem (aleyhisselam)'in balçığı kırk günde yoğrulmuştur. Ayrıca
anne rahminde çocuğun nutfe, mudge ve embriyonun her bir uzvu kırk günde
tamamlanır. Ve de nefsin tekamülüde kırk günde olur. Bir kimse kırk gün Allah'a
ihlâsla duâ ederse, hikmet o
kimsenin kalbinden diline iner ve her kelâmı hikmet olur.
Hadis-i Kutsi de:
"Âdemin çamurunu kırk günde
yoğurdum" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Kim ihiasia Allah’a kırk gün ibadet etse kalbinden
diline hikmet pınarları akar." buyurulmuştur.
26-
Yararlı ilimlerin hepsini, sırlarını ve ilahi feyzini istemek için
Kur’ân’dan faydalanmak. İbn Mesud;
"İlim murad ederseniz, Kur’ân-ı Kerîmi seçiniz, çünkü O Kor’ân’da ilk ve sonun
ilmi bulunmaktadır." buyurmuştur.
Öyle
ki ariflerden birisi;
Hiçbir kuru ve hiçbir yaş yoktur ki; kitabımda olmasın(En’am
suresi-59)
Ayetine binaen tüm Kur’ân’ı hatmettim fakat hadisin manasını
bulamadım, dedi. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Yusuf
suresini incele bulursun" dedi.
Uyandığında abdest alıp Kur’ân’a müracat etti. Yusuf suresini okurken;
"Yusuf’u gördükleri zaman kendisini büyük bir varlık olarak
tanıdılar ve kendi ellerini kestiler." âyeti kerimesinin hadisin
manasına tam anlamıyla oturduğunu görünce şükretti.
Mısır’ın kadınları Züleyha’yı kınadıklarında, Züleyha onları sarayına
davet edip ellerine birer bıçak ve birer portakal verdi. Yusuf
(aleyhisselam)’u onlara gösterdiğinde, Onun güzelliğinin şaşkınlığından
ellerini kesip acısını hissetmediler. İşte mümine de cenneteki makamı
gösterilir ve onun güzelliğinden şaşkına döner ve ölüm acısını hissetmez
manasındadır.
Hadis-i şerifte rivayet olunduğuna göre:
"Vettin suresini okurken 'Allah hükmedenlerin hâkimi değil
midir.' (Tîn suresi-8) âyetini okuduğunda 'belâ' bende buna şahidim denilmelidir.
Kıyamet suresindeki,
”0 ölüyü diriltmeye kadir değil midir?” (Kıyamet suresi-40)
ayetini okuyunca ”0 her şeye kadirdir?” demelidir.
Mürseîat suresindeki;
‘Bundan sonra hangi söze iman ederler” (Mürseîat suresi 50)
ayetini okuyunca Amennabillah (Allah’a iman ettik) demelidir.
'Rahimlere dökmekte olduğunuz menîyi gördünüz mü? Onu sizter mi yaratıyorsunuz
yoksa yaratanlar biz miyiz?” (Vakıa suresi; 58-59) gibi ayetler
okunduğunda “Evet sensîn ya Rabbî?” demelidir.
Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre bu tür ayetlerde bu söz üç kere
tekrarlanmalıdır. İnfitar suresindeki;
"Ey insan, kerîm olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?" (İnfitar
suresi-6) ayetini okununca, Peygamberimizin "Onu cehaleti
aldattı" demiştir.
28-
Kur’ân'ı hatim ettiğinde
bu hadis-i şerifi üç kere okumak gerekir.
"Allah’ım
beni kabirde yalnız bırakma!"
Kur’ân okuyan bir kişi bilmeden hata yapsa yahut gerektiği gibi harfleri
doğru çıkaramasa, iyilik yazan melek onun sevap defterine tam okunmuş yani
indiği gibi okunmuş, okunuşuna önem göstermiş sevabı yazar. Hadis-i şerifte: "Kur’ân
okuyan kişi, okuduğu zaman, hata veya dil sürçmesi yaparsa yada Arap değilse,
melek ona indiği günkü gibi yazar." duyurulmuştur.
Kim bu yukarıda geçen ayeti sabah ve akşam üçer kere okursa onu yüceltir
ve halk içinde heybetli kılar.
Mefatih’ül-Cinan, Günyet’ül Feteva, Cami-us-Sağir
ON DÖRDÜNCÜ BAB
ETMENİN
ÂDABI
Namaz, oruç, hacc, zekât gibi yakınlık kast edilen farzlarda niyet
etmek farzdır, Niyetsiz olarak edâ edilirse muteber değildir, fasid olur.
Fakat bu gibi yakınlık amaçlanan farz amellerin işlenmesine aracı ve de sebep
olan ne kadar amel varsa, o amel ne kadar farz olsa da yakınlık amacı
taşımadığından, başlangıcında niyet etmek farz değildir.
Örneğin abdest almak ve gusül almak her ne kadar Kur’ân ile sabit
farzlardan olsalarda, bunlardan murad namaz olduğundan başlangıcında niyet farz
değildir. Ama âdâbdandır. Bu konu abdest âdabında incelenmişti. Hülasa mümin
olan kimse bütün amellerinde gerek dini ve gerek dünyevi olsun, muhakkak ki
Allah'ın rızasını vesile edecek bir sebebi bulunur. Özellikle ibadet ve kulluk
gibi dinden olan şeyler için Allah rızası gerekir.
Yemek, içmek, uyumak, hanımıyla, cariyesiyle cinsel ilişkiye girmek,
sahralarda gezmek, at sürmek, gemiye binmek, güzel elbise giymek, ava çıkmak,
güzel koku ile güzelleşmek, gözlerine sürme çekmek, tırnak kesmek ve traş
olmak, koltuk altı ve kasık tüylerini almak, hamama girmek, ticaret yapmak,
sanat icra etmek, çiftçilik yapmak, arkadaşını ziyaret etmek, sohbet etmek,
bina yaptırmak... Bunlar örnek olabilecek dünyalık işlerdir. Beşeri lezzetlerden
sayılmış olan şeylerde Allah rızasının isteneceği ve buna neden olacak şeyler
vardır. Yani bu ameller nefsin isteği olan şehevi şeyler olmalarına rağmen
hayır niyetiyle hem nefsinin arzusunu yapar hem de sevap alır ve Allah’ın
rızasını kazanır.
Mesela yemek ve içmekte ibadet için kuvvet gelmesi, uyumakta ibadete
gelecek zaafı önlemek, cinsi ilişkide nefsani haramdan muhafaza olmak,
sahralarda gezmekte, Allah’ın kudretini ve eserlerini görmek ve vahdaniyete
inanmak, ata ve gemiye binmekte, Allah’ın bunları bizim emrimize verdiğini
düşünerek şükretmek, ava çıkmakta Allah’ın bu vahşi hayvanları bizim
menfaatimiz için yarattığını ve bizlere helâl kıldığı için nimeti düşünmek ve
şükretmek, güzelleşmek ve sürme çekme, tırnak kesmek ve tüyleri almakta
Peygamberimize uyduğumuzdan sünneti yaptığını bilmek, hamama girmekte cehennem
sıcaklığını düşünmekte, ticaret ve sanatta, helâlden kazanmak evlâdına ailesine
ve fakirlere infak etmek, dostlar ile ziyaretleşmek ve sohbet etmek. Müminler
birbirleriyle kardeş oldukları için ziyaretleşmelerinde kalplerinde bulunan
bazı hased ve kin ortadan kaybolur. Bu yüzden ziyaretleşme de sevgiyi yaymayı
niyet olarak almak gerekir. Hadis-i şerifte:
"İhlasla yapılmış niyyet,
İslâm’ın sünnetidir" duyurulmuştur. Çünkü Allah için ihlaslı olan
amel riyâdan da uzak olur. O amele riyâ ârız olsa bile etkisi olmaz, çünkü
esasın ihlası önemlidir.
Bir kimse halis bir niyet ile namaza durduktan sonra, riyâ ile şer’an
alâkalı değildir. Hadis-i şerifte:
"Müminin niyeti amelden hayırlıdır" duyurulmuştur.
Nafile idadetler niyetsiz yapılırsa sevap alınır, fakat niyet edip
yapılmadıkSarında sevabı yoktur.
Mesela camiye gitmek hayırlı işlerdendir, mümin gittiği zaman muhakkak
sevap alır, fakat camiye gideyim ve namaz kılayım, ezanı camide dinleyeyim,
camide kaldığım sürece nafile itikafa niyet edeyim kalbimi Allah’a bağlıyayım,
Allah’ın evini ziyaret edenlerden olayım, cemaatle namaz kılanlardan olayım
gibi hayırlı niyet edip de bir engel sebebiyle camiye gidemezse, düşündüğü
bütün hayırlı amellerin sevaplarına ulaşır.
Sahabe-i Kiram’dan bir zat, bir yere köprü yaptırmaya niyet etmiş.
İnşasına başlayacağı zaman ona "Falan Yahudi o köprüyü
yaptırdı" dediler, sahabe çok üzüldü. Ömer (radıyallahu anh)’e gelip
anlattı, o da;
"Müminin niyeti amelinden hayırlıdır" hadisiyle o kişiyi
müjdeledi. Hem binayı yapamayıp üzüldüğü için hem de ihlasla niyet ettiği için
iki ecir aldı.
Bir kimse davet edildiğinde gidip ya da tesadüfen bir yerde bulunduğunda
o mecliste içki ve kumar gibi haram olan şeyler bulunursa, o kişi niyetinde
onların yaptıklarından nefret duyarsa, o şeylere münker derse, o mecliste
bulunmamış sayılır. Ama oraya bilerek gider oturursa günah olur.
Bu şekilde bir meclisi duyduğunda "Ah keşke bende orada
olsaydım da onları doya doya seyretseydim" diye dilerse o meclisten
ne kadar uzak olursa olsun günah kazanır.
Örneğin İsrailoğulları, Tin çölünde Musa (aleyhisselam)’ya isyan
ettiler, bir buzağıya ibadet ettiler. Bu yüzden onlar tevbih edildiler, Beni
kurayza ve Beni Nadir gibi Musa (aleyhisselam)’nın devrine yetişemeyen
Yahudiler o işi yapmaya cesaret edememişlerse de gönüllerinden o işe razı
olmuşlardır.
Hadis-i şerifte:
”Kim bir günahın işlendiği yerde bulunup ondan nefret ederse, sanki
oradan uzak durmuş gibi olur. Kimde günahın işlendiği yerden uzak olurda o günaha
razı olursa sanki o yerde bulunmuş gibi olur."
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
ON BEŞİNCİ BAB
Cuma günü, günlerin en hayırlısı olduğundan gece ve gündüzüne hürmet
etmek âdâbtandır. Çünkü Âdem (aleyhisselam) cuma günü yaratıldı, cuma günü cennete
girdi, cuma günü yeryüzüne indi. Ayrıca kıyamet cuma günü kopacaktır, cuma
günü herkes dirilecektir, Allah ve melekleri katında cumanın adı Yevm-i
Mezîd’dir.
O günde Allah kullarına kendisini mekândan münezzeh olarak
gösterecektir. Hadis-i şerifte:
"Güneşin üzerine doğduğu en hayırlı gün cuma günüdür, çünkü Adem
o gün yaratıldı, o gün cennete girdi, o günde yeryüzüne indi ve kıyamette o
gün kopacaktır, Allah katında ki adı
yevmi mezid’dir. Meleklerde bu ismi verirler. Müminler o günde
Allah’ı mekândan münezzeh olarak göreceklerdir.” buyurulmuştur.
Cuma günü için yıkanmak gerekir. Hadis
i şerifte:
"Bir
kasesi bir dinar bile olsa cuma günü yıkanın!” duyurulmuştur.
Yıkandıktan sonra abdest bozulursa tekrar abdest alınır ama önceden
alınmış olan gusülün sevabını da alır.
Bir kimse cuma günü ihtilam olsa veya eşiyle ilişkiye girip ardından da
gusül abdest alırsa cünüplükten kurtulmak için niyet etmişbile olsa, ikisinin
de sevabını alır. Tekrardan cuma için gusül gerekmez, bunun gibi örnekler
niyetin âdâbı bahsında geçti.
Meselâ bir bayan kocasıyla ilişkiye girse fakat gusül etmeden önce hayız
olsa o bayana bir kere yıkanmak gerekir. O tek yıkanması hem cünüplük hem de
hayız için kifayet eder. Bir kimse hem bayram hem de cuma için niyet ederek
gusül alsa, bayram ve cuma için yıkanmış olur.
Cuma namazına erkenden gitmek gerekir, hadis-i şerifte;
"Cuma için
mescide cumanın ilk saatinde giden kişi
bir deve, ikinci saatinde giden kişi bir sığır, üçüncü saatinde giden
kişi koç dördüncü saatinde giden kişi bir tavuk kesmiş gibi, beşinci saatinde
giden kişi yumurta sadaka vermiş gibi sevap alır. İmam minbere çıkınca
sahifeler dürülür, kalemler kaldırılır, melekler minberin yanında oturur ve
hutbeyi dinlerler. O an gelenlerin faziletten bir payı olmaz. Sadece namaz için
gelmiş olurlar." buyurulmuştur.
Etek Traşı olmak ve Tırnak Kesmek
Tırnak kesmek ve saçları traş etmek ve de koltuk altıyla kasıkları traş
etmek gerekir. Cuma günü ya da gecesi hanımıyla ilişkiye girmek âdâptandır. Bu
adaba riayet etmekle üç fayda vardır.
1-
Namahrem hatuna
bakmaktan güvende olmak.
2-
Ruhunda huzur ve
sükûnet olması.
3-
Hem kendisi hem de
hatunu, ilişkiye girmenin faziletine nail olurlar.
Hadis-i şerifte:
"Kim erken
kalkarsa, (cumaya) erken gitmeye gayret
ederse, yıkanmaya teşvik eder ve kendisi de yıkanırsa, Allah ona rahmet eder"
buyurulmuştur. Burada kastedilen ailesine yıkanmayı
tavsiye etmektir diye tefsir olunmuştur.
Cuma günü bazı sureler okumak
Cuma günü veya gecesi, Duhan suresi okunmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Bir kimse cuma gecesi yahut cuma günü Duhan suresini okursa
Allah Teâlâ onun için cennette bir saray inşa eder." buyurulmuştur.
"Bir kimse cuma gecesi veya cuma günü Kehf suresini okursa, o
kimsenin okuduğu yerden Mekke’ye kadar kendisine bir nur verilir, gelecek
cumaya kadar ve üç günde fazlasıyla günahları bağışlanır. Sabaha kadar yetmiş
bin melek ona dua eder ve bağışlanmasını dilerler. Sırasıyla Zatul Cenb, Baras,
Cüzzam hastalığından ve de Deccal fitnesinde güven içerisinde olur." buyurulmuştur.
Camide oturma âdabı
Camide halka şeklinde oturmayıp, kesinlikle kıbleye doğru oturmak
gerekir. Bazı insanların camilerde Kur’ân okunurken halka şeklinde
oturmaları âdâba terstir. Hadis-i şerifte:
"Namaz kılmak için camide namazı bekleyenler, namazda sayılırlar,
oturuşları namaz kılanların oturuşu gibi olsun." duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Buhari-i Şerit, Cami-us-Sağir
ON ALTINCI BAB
Oruç, nefis ile mücadelenin en büyük direğidir. Mümin olan kişi,
ramazan girmeden birkaç gün öncesinde sayılacak âdâpları yapmalı ve Ramazan’a
hazırlanmalıdır. Meselâ tırnaklarını kesmeli, sakalını dört parmak seviyesine
getirmeli, bıyıklarını kesmeli, saçını traş etmeli ve avret yerlerini
temizlemeli, gusül abdest almalı, yani zarureti âdâbtan olan şeyleri
yapmalıdır.
Sahuru terk etmemek gerekir. Çünkü sahurda yenilen yemek mübarek olarak
görülür.
"Sahura kalkın çünkü sahur berekettir!" hadisiyle de bu
durum ifade edilmiştir.
Peygamberimizden bu konuda üç şey bize sünnet olarak kalmıştır.
a)
İftarı çabuk yapmak,
b)
Sahuru geç vakit
yapmak,
c)
Misvak kullanmak.
Ramazan-ı şerifi kendisi için nimet bilip şükrünü artırmaya gayret
etmelidir Çünkü Ramazanlarda işlenen günahlara, tutulan oruçlar kefaret olurlar
diye hadis rivayet edilmiştir. Hadis-i kudsi de Allah Teâlâ;
"Oruç benim içindir, onun mükâfatını ben veririm." buyurmuştur.
Bütün ibadet ve kulluklar içerisinden Allah’a özellikle nisbet edilmesi birçok
hikmet sebebiyledir.
1-
Oruç yaratıcı ile
kullan arasında bir sırdır. Öyle ki yaratılmışlardan hiçbirisi bu sırrın ne
olduğunu bilmez.
2-
Bîr millet zamanında
Hacc ederler, Kur’ân okurlar, sadaka verirler fakat oruç tutmazlardı.
Kısaca Yahudi, Hıristiyanlar, kâfirler her türlü ibadeti yapar, oruç
tutmazlardı. Bu yüzden Allah orucu sadece kendisine özel kılmıştır. "Oruç benim
içindir, mükâfatım ben veririm" buyurmuştur.
3-
Oruca 'Allah’ın
ahlâkıyla ahlâklamn’ hadîsinde imtisal vardır. Allah yemek ve içmek gibi
noksan sıfatlardan münezzehtir. Bunun için oruç olan kişi, Allah'ın
ahlâklarından birisine imtisal etmiştir.
4-
Orucun Aöah’a nispet
ediîmesi onu yüceltmek içindir. Çünkü oruç gayet makbul ve şanı yüce olan
bir ibadettir.
"Oruç tutanın uykusu ibadettir. Her nefesi teşbihtir, duası kabul
olunur, ameli kat kattır. Ve de her şeyin bir kapısı vardır, ibadetin
kapısı oruçtur.” duyurulmuştur.
6Oruç bedene sıhhat verir. Sağlık olmazsa Allah'a ibadet olmaz.
Bedeni ibadetin sığınağıdır. Oruç bedenin sıhhatinin sığınağıdır. Hadis-i
şerifte:
"Namaz
burhandır, zekâtta temizliktir, oruç ise bedenin sıhhatidir." duyurulmuştur.
İbn Mesud (radıyallahu anh)’dan;
"Her
hastalığın sebebi mideyi yemekle doldurmaktır" diye rivayet edilmiştir.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Perhiz her devanın başıdır." Bunun detaylı açıklaması "Yemek
âdâbı" bölümünde açıklanacaktır.
Perhiz, oruçta kâmil olarak bulunduğu için bedenin sıhhatine yardımcı
olduğuna dair delil kuvvetlenmiş olur.
Muhammed b. el-Yemani: "Altı grup insana altı soru sordum hepsi
bir manaya gelen bir cevap verdiler. Doktorlara ilacın en tesirli ve
şifalısını, hikmet sahiplerine tahsilat, amel ve ilmini nasıl elde ettiğini,
abidlere, ibadet ve kulluğun nasıl edâ edileceğini, padişahlara, her eşyanın en
güzeli sizde bulunur, eşyanın en makbulu nedir?” diye sordum ve şu cevabı
aldım.
Oruçta bu ikisi de mevcuttur. Oruç tutan kimse oruca niyet ettiği gibi
nefsini kırmak içinde niyet etmiştir. Üçün öğün yemekten kendini alıkoyduğu
gibi bunu ikiye indirir. Oruçlu kimse bütün uzuvlarını da haramdan uzak
tutmaya niyet etmiştir. Oruçlu olan kişi, özürsüz olarak hamama girmekten, kan
aldırmaktan, hanımıyla ilişkiye girmekten, kötülük yapmaktan sakınmalıdır.
İlâve olarak iftarını akşam namazını kılmadan önce açmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Akşam yemeği ve akşam namazı aynı anda hazır olursa, yemeği
namazdan önce yiyin" duyurulmuştur.
Oruç tutan insanları iftara davet etmek gerekin Hadis-i şerifte;
"Bir kimse cihada çıkan birinin ihtiyaçlarım karşılarsa ve= ya
oruç tutan bir kişiyi iftara çağırırsa onların sevabı kadar ona da
yazıhr." duyurulmuştur.
Oruç tutulan günde diğer günlerden fazla uyumamak gerekir. Açlık
ve susuzluğun şiddetiyle sevap daha da artar.
Ayrıca iftar sofrasını güzel yapmak gerekir. Çünkü kıyamet gününde
üç grup insan yemek ve içmek gibi şeylerden sorulmaz:
1-
İftar için yemek
hazırlayan,
2“ Sahur için yemek hazırlayan,
3“ Misafir için yemek hazırlayan.
Hadis-i şerifte:
"Üç kişiye yemek ve içmekten sorulmaz, iftarda sahurda ve
misafir geldiğinde yiyecek ve içecek ikram edenler." duyurulmuştur.
İftar vakti geldiğinde orucu açarken bu duayı okumak gerekir.
"Allah’ım rızan için oruç tuttum. Sana iman ettim, sana sığındım
verdiğin rızıkla orucumu açtım."
Aişe (radıyallahu anha);
"Allah’ım sen çokça bağışlayansın, bağışlamayı seversin, beni
bağışla" derdi.
Ramazan sonrasında kendisini tartmalıdır. Örneğin "Ramazandan
önce olan durumuyla sonra olan durumu arasında fark varsa ve bu fark kemalde
ise, ramazanda yaptığı ibadet kabul olunacak cinstendir. Buna şükretmek
gerekir. Eğer bir gelişme olmamışsa, bunun içinde Allah’a sığınmak gerekir.
Mefatih’ül-Cinan, Tenvir-ül Ebsar, Vikâye
ON YEDİNCİ BAB
Bîr yılda iki bayram vardın Birine Ramazan Bayramı diğerine
Kurban Bayramı denin Her mümin mümkün olduğu kadar bu bayramların
geceleri zikir, tefekkür ve teşbih ve duâ gibi çeşitli ibadet ile uğraşmalıdır.
Çünkü bu, İslâm dininin âdâblarındandır.
"Bir
kimse bayram gecelerini ihya ederse, kalplerin öldüğü günde onun kalbi
ölmez" duyurulmuştur.
“Kendisi ölüyken
biz onu dirilttik..." (Araf
suresi-122) âyeti kerimesinde "ölü"den murad küfür,
diriden murad imandır,
diye tefsir edilmiştir. Bu manaya göre bayram gecelerini ihya edenlerin kalpleri
ölmez ve ahirete imanla gitmelerine sebep olur.
Ayrıca, bayramdan önce yıkanmak gerekir. Bununla birlikte güzel
elbise giymek (yoksa en iyi dürümdakini giymek) güzelleşmek, tırnakları
kesmek, saçları traş etmek ve pis tüyleri almak gerekir. Ramazan bayramıysa,
namaza gitmeden önce bir miktar tatlı yemek gerekir. Yok eğer kurban
bayramıysa kurbanı kesip etinden yiyene kadar hiçbir şey yememek gerekir.
Bunun hikmeti fakirleri anlamaya çalışmaktır. Çünkü Ramazan bayramında fakir,
yiyecek tatlı bir şey için imkân bulabilir. Fakat Kurban bayramında bulunmaması
muhtemeldir. Bunun için fakirlerin sevap ve ecrine ortak olmak üzere onlara
benzemeye çalışmak gerekir.
Bayram namazı için evden çıkarken, Ramazan bayramıysa gizli, Kurban
bayramıysa açıktan tekbir getirerek, sanki kıyamet kopmuşta herkes Arasat
meydanına gidiyormuş gibi düşünmek gerekir. Bunların hepsi bayram
âdâbındandır.
Mefatih’ül-Cinan, Halebi
ON SEKİZİNCİ BAB
Kurban bayramında
amellerin gayet faziletlisi ve güzeli olan şey kurban kesmektir» Faziletine;
"Ona büyük bir kurbanlık verdik’’ (Saffat suresi-107) âyeti
işaret etmiştir. Ayrıca birçok güzel ve muteber kitapta rivayet edildiğine
göre kesilen hayvanın tüm uzuvları ve organları, kıyamet gününde kurbanı kesen
kişinin terazisine koyulur. Bu yüzden kesilen hayvanın cüssesinin büyük olması
lâzımdır. Ayrıca hayvana hürmet etmek gerekir.
Kurbanı kesen kişi, ister erkek olsun ister kadın, kurbanı güzelce
kesebilecekse kurbanı kendisi kesmelidir, eğer kesemeyecekse kendi yerine vekil
seçtiği birine kestirmelidir. Kurban kesen kişi düzgünce niyet etmelidir.
"Şu nefsim
Allah’a isyan edip o kadar çok günah
işledi ki5 o günahlar yüzünden öldürülmesi müstehab oldu. Bir kişinin kendisini
öldürmesi haram olduğu için, bu hayvanı kendime ı! arşılık olarak kesmeye niyet
ettim. Ey Rabbim! Onun
her uzuvuna karşılık benim bir azâlarımı cehennemden koru.” diye
niyet etmesi güzel olur.
Kurban almaya giderken de bu niyetle gitmek gerekir. Böylece
giderken attığı her adımına sevap yazılır ve günahları affolunur. Pazarlık
yaparken de uzatmalıdır, çünkü her kelimeye teşbih sevabı verilir. Kurbanı
getirirken hayvana eziyet ve zahmet verecek şeyler yapmamak, şefkat ve
merhametle getirmek gerekir.
Kurban olacak hayvanın boynuzları büyük, gözlerinin etrafı boynunun
etrafı ve karnı ile ayaklarının etrafı siyah olmalıdır. Kurbanlık hayvanı
kesmek için yatırırken şefkatli olmak, bıçağı bilerken hayvana göstermemek
gerekir. Yatırdığımızda da bu duayı okumalıyız.
"Yüzümü, yeryüzünü ve gökyüzünü hanif olarak yaratana döndüm. Ben
müşriklerden değilim. De ki yaşamım ibadetim ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan
Allah içindir, onun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum ve Müslüman
olanların ilkiyim!" Bunun ardından da, Bismillah! Allahû Ekber’ deyip
keser.
Kestikten sonra "Allah’ım benden (bunu) kabul et." der.
Ama kurbanı Peygamberimiz için kesmişse, “Allah’ım bu Muhammed Nebi adına
kestiğim kurbanı kabul eyle!" der. Kurbanın içerisinden çıkan, işe
yaramayan azâları toprağa gömülmelidir. Ayrıca kurbandan çıkan eti bölüştürmek
gerekir. Bu paylardan birini komşuya, birini dostlara ve birini de ailesine
hediye etmelidir.
Mefatih’ül-Cinan, Tenvir-ül Ebsar
ON DOKUZUNCU BAB
Namaz, oruç ve zekâttan sonra amellerin en faziletlisi Hacc’dır.
Çünkü hac ibadeti mali bir ibadettir. Hem de giden kişi vatanından, ailesinden,
dostlarından uzağa gidip mihnet ve meşakkate maruz kalır.
”Ona bir yo^ bulabilenlerin Beyti (Kâbe’yi) Hacc etmesi Al ahin insanlar
üzerinde hakkıdır Kim inkâr ederse Allah âlemlerden müstağnidir/9
(Âli İmran suresi-97) ayeti kerimesinde gücü yetenler için Haccm vacip ve
farz olduğu bildirilir.
Ayetin ikinci kısmı Haccm faziletine kuvvetli bir delildir. Hacc geçmiş
günahları siler ve mahveder. Hadis-i şerifte:
”Hacc kendinden önce (hacca gitmeden önce işlenmiş gü
nahları) olanları siler.” Başka bir Hadis-i şerifte:
"Beyti (Kâbe’yi) Hacc ediniz, çünkü Hacc günahları temizler,
suyun vücudunuzda olan kirleri temizlediği gibi temizler!" buyurulmuştur.
Kul hakları ve diğer zulümlerin müzdelife de afv olunacağı birçok eserde yer
almıştır. Dinimizin tamamlandığını bildiren;
"Bugün dininizi tamamladım..." (Mâide suresi-3) ayeti Veda
Haccında inmiştir. Bu da haccın yüceliğine delâlet eder.
Peygamberimize bir kişi gelip; "Ey Allah’ın Resulü, ben cihada
gitmek istiyorum" diye izin istedi.
Peygamberimiz ona; "İçerisinde savaş bulunmayan bir cihadı sana
söyleyeyim mi?" dedi.
O adam da, "Evet ya Resulullah" dedi.
Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] "Haccdır"
buyurdular.
Müminlerin annesi Aişe (radıyallahu anh) "Erkekler dîni yaymak
ve onu üstün tutmak için savaşıyorlar, onlar bu amelleriyle bizden çok sevap
kazanıyorlar." diye Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a
anlatınca bir rivayete göre;
"Cihadın en güzeli haccdır." Başka bir rivayete göre "Sizin
cihadınız haccdır!" buyurmuştur.
Hacca giden kimse, evinden çıkıp hacc yapıp evine dönene kadar duası
kabul olunur, diye hadis rivayet edilmiştir. Allah tarafından yeryüzünde
kulların işlerini yapmakla görevli melekler, yeryüzüne gelmeden önce arşın
altında yıkanır ve ihrama niyet ederler. Sonra "Lebbeyk" diyerek
yeryüzüne iner ve Kâbe’ye gidip tavaf ederler. Makamı İbrahim de iki rekât
tavaf namazı kılarlar, ardından görevlerine başlarlar, diye rivayet edilmiştir.
Hatta, Peygamberlerimizden birtanesi bir kavme yollanmış, o kavim onu
yalanlayınca helak olmuşlar. Sonra o peygamber Kâbe’ye gelmiş ve orada itikafa
girmiş, bu hâl üzereyken de vefat etmiş. Ek olarak, Rüknü Yemani ile Hacer’ül
Esved arasında yetmiş peygamber kabri olduğu rivayet edilir. İsmail
(aleyhisselam), annesi Hacer (radıyallahu anha)’in kabirleri Altın oluk
altında, Nuh (aleyhisselam), Hud (aleyhisselam), Şuayb (aleyhisselam), Salih
(aleyhisselam)’in kabirleri zemzem ile Makam-ı İbrahim arasındadır diye
rivayet edilmiştir.
Mekke-i Mükerreme de yapılan her amel (namazdan hariç) yüz misli
ile mükafatlandırılır. Mekke'de bir gün oruç tutmak, başka yerde bir sene oruç
tutmaktan efdaldir. Mekkeye her gün yüz yirmi rahmet iner. Altmışı tavaf
edenlere, kırkı namaz kılanlara, yirmisi de Kâbe’ye bakanlara verilir. Kâbe’ye
bakmakta ibadettir. İnsanı nifaktan uzak tutar.
Her gün sekiz cennet
kapısı Mekke’ye açılır. Bunlar,
1“ Altın oluğun altıdır,
2-
Rüknü yemanidir,
3“ Hacer”ül Esveddir,
4-
Makam-ı İbrahim arkasıdır,
5“ Zemzem kapısıdır,
6-
Safa’dır
7-
Merve’dir
8-
Kâbe’nin içidir.
Mekke’de bir gün hasta olan kişinin vücuduna Allah cehennemi
haram kılar. Sağlıklıyken başka yerde işleyeceği altmış yıllık hayır amelden
faziletli olduğu için bu sevabı alır. Mekkenin sıcağında bir saat sabreden
kişinin vücudunu Allah beş yüz yıl cehennemden uzak tutar. Mekke’de ezaya,
belâya ve cefaya sabreden kimse kıyamet gününde şefaat edenler ve şehitlerle
birlikte haşrolunur. Mekke de cemaatle kılınan namazın bir rekâtı, başka yerde
bin kere kılınan bin yüz rekât namazdan efdaldir. Bu da yirmi beş yıl altı ay
yirmi günlük namaz eder. Mekke’de, Ramazan ayında oruç tutmak, başka yerde yüz
bin Ramazan ayı oruç tutmaktan efdaldir. Mekke’nin ve Haccın fazileti hakkında
daha birçok güzel eserler vardır. Bu kısa kitap bunların hepsini içermez.
Hacca
gitmek isteyen kimse için birçok âdâb belirlenmiştir.
1-
Helâlden para
biriktirmek. Çünkü Hacc yolunda işlenen amellerin birçoğu paraya bağlıdır.
Meselâ gemiye veya hayvana binmek ve başka zaruri işlerini gidermek. Fakirlere
infak etmek, acize yardım etmek gibi. Binek üzerinde hacca gitmek yürüyerek
hacca gitmekten faziletlidir. Ancak Mekke halkı ve ihrama girenler için hacc
etmek cuma namazına gitmek gibi olduğundan onlar için yürümek daha
faziletlidir. Helâl paradan hacc yapmaktan kasıt, fazileti anlatmaktır. Yoksa
helâl parası olmayan kimsenin haccı sahih değildir manasına gelmez. Günahın,
kulluğa mani olmadığı ayan beyan ortadadır. Helâl mal ile olan hacc için
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);
"Bir kimse helâl mal ile hac yaparsa, her adımı başına yetmiş
sevap verilir, yetmiş günahı da affolunur. Yetmiş kez de derecesi
artırılır." buyurulmuştur.
Soru: Bir kişi helâl mal ile hacc etmek isteyip, kendi malından
şüpheye düşerse, başkasından hacc için gereken parayı ödünç alıp, sonra ona
kendi parasından iade etse, malını şüpheden kurtarmış olur mu?
Cevab: Evet, kurtarmış olur.
2-
Ticaretten kaçınmak.
Nacc esnasında
ticaret kalbin huzuruna mani olduğu için
ahnan sevabı eksiltir.
3-
Borçlarını ödeyip
yola o şekilde çıkmak.
4-
Dargın olduğu
kimselerle barışmak, üzerinde 'hakki olan kimselere hakkını helâl etmelidir.
5-
Dünyadan ayrıhyormuş
gibi niyet etmelidir.
6-
Her zaman ve gittiği her
yerde, tefekkürden uzaklaşmamalıdır.
Fudayl b. İyad (radıyallahu anh)’a bir kişi gelip "Ben Mekke’ye
gideceğim, bana tavsiye ver!" dediğinde, "Nereye gittiğinden
uzaklaşma!" cevabını aldı. O kimse bu cevabı alınca, bayılıp düştü ve
ruhunu teslim etti, diye rivayet edilmiştir.
7-
İyi arkadaş
edinmek.. Geniş açıklaması yolculuk âdâbında geçecektir.
8-
Gücü yetiyorsa,
küçük evlâdını, kölesini, cariyesim beraber
götürmelidir. Onların sevabından da kendisine verildiğini bilmelidir.
9-
Yola çıkmadan önce sadaka
vermek.
10-
Evinden pazartesi veya
perşembe günü çıkmak.
Fakat Hacc yolculuğuna perşembe günü çıkmak hakkında hadis rivayet
edilmiştir.
11-
Hanesinden çıkacağı
zaman iki rekât namaz kılıp,
ilkinde Kâfirûn
suresini okumak. İkinci rekâtta İhlas suresini okumak gerekir.
Namazdan sonra;
"Allah’ım! Yolculukta tek dostumsun,
aileme, malıma, çocuklarıma ve dostlarıma seni vekil ediyorum, bizi ve onları
her türlü afetten, hastalıktan koru!" duasını okumak gerekir.
"Bismillah! ve billahi vallahu ekber. Tevekkeltu ale'llah ve lâ
havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyil azim. Maşaellahu kane velem yeşe’lem
yekun innehu ala külli şeyin kadir."
"Sübhanellezi sahhare lena vema künnalehu mukrinine ve inna ilâ
Rabbina lemunkalibun. Allahümme inni veccehtu vechiye ileyke ve fevvaddu emri
ileyke ve tevekkeltu fi cem'i umuri aleyke ente hasbi ve ni'mel vekil" duasını
okumalıdır.
12-
Giderken bu duayı
okumak gerekir
"Ailahümme innâ neseluke en
tatviye lenal-erda ve tuhevvine aleynassefere ve en terzukena fi seferina haza
seSâmeteddini vel-bederti vebmah ve tubeHiguna hacce beytîke ve ziyarete kabre
nebiyyike Muhammedîn aieyhisselâm ’
13-
Sefer sırasında bir
yerde konakiadsğmda gündüz ise:
"Eyzy bi kehmatiMemmeti, kulHha
min şerri ma halaka"
”Ya ardu Rabbi ve RabbukillahL Euzu billahi minşerrı küb Si esedin ve
esvedin ve hayyetin ve akrebin ve min sakmîl-beledi ve veledin vema velede
velehu masekene fii-leyli venneharî ve huve’s-semi’ul“â!im” duasını okur.
14= Yoi arkadaşlarının birbirlerini nöbetleşe beklemelidir ve
bvjivv için niyet etmelidir.
Korkulacak yerde Ayetel Kürsî, İhlâs, Felâk ve Nas surelerini okumalıdır. Sonra:
"Bismillahi maşaallahu lâhavle velâ kuvvete illâ billahi
hasbiyallahu tevekkeltü alallahi maşaallahu la ye'ti bi'l-hayri illallahu
maşaallahu lâyasrifus-su'e illallahu hasbünallahi vekefa semi'allahu limen de’a
leyse veraallahi müntehen vela dunallahi melce'en keteballahu leglebenne ene ve
rusuli innallahe kaviyyun azizun tahassentu billahî'l-azim."
15-
Yüksek yere çıkınca
tekbir getirmek.
16-
Alçak yere indiğinde
"Sübhanallah vel hamdulillah, velâ ilâhe illahu vallahu ekber. Velâ havle
velâ kuvvete illa billahi’l-aliyyi’l-azim” demek.
17-
Fakirlerin, sevgisi
sebebiyle hacca niyet etmesine rağmen haccı terk etmesi ve vatanına dönmesi
gerekir.
Çünkü Hacc yolunda zaruret olan bir takım zorluklara düşerler. Zengin
kimselere gidip, kapılarında; “Ben hacca gidiyorum, duânın kabul edileceği
yerlere gideceğim ve duâ edeceğim, fakir hâlime merhamet edin!" diyerek
zillet ve riyâ ile yalvarmaktan çekinmelidir.
Yolculukta böyle birisine rastlandığın da "Sana hacc farz değil,
niçin yolca çıktın?" dememelidir.
18-
Karadan veya
denizden hacca gidecek kimse, Rabiğa veya yakınlarına geldiğinde, Haccın
ilk farzı olan ihrama girer. Ona şart derler. Yalnızca Hacc niyetiyle
olursa ona "Müfridü’l hacc" derler, Umre niyetiyle olursa,
şevval ayının hilâli görülmeden önceyse "Müfridü’l Umre” sonraysa
"Mutemetti" derler. Şevval ayının hilali görünmeden önce ihrama
girip, hilâlin görünmesinden sonra tavaf yaparsa "Mutemetti" olur.
İhrama girecek kişi, saçlarını traş eder, kötü tüylerini alır, tırnaklarını
keser. Hanımı veya cariyesi yanındaysa, namahremden şehvetini tamamen kesmek
için bu niyetle ihrama girmeden önce ilişkiye girmelidir. Bunun için alınacak
gusül abdesti hem farz olan gusül hem de ihram için alınması gereken gusül
olarak yeterlidir. Cumanın âdâbı kısmında bu konu ele alınmıştı.
19» Kerahat vakfı değilse, iki rekât namaz kılmak. İlk rekâtında
Kâfirûn ikinci rekâtında İhlâs okunmalıdır.
20-
İhram bezi beyaz ve yeni ya
da beyaz ve güzel olmaildir.
21= İhram bezinin uçlamı düğümlememek gerekir. Eğer bunu yaparsa
kötülük yapmış olur.
(Allahümme innî üridül hacce feyessirhu li vetekabbeihu minnî
neveytülhacce ve ehramtü bihi lillahi teâlâ)
“Allah’ım! Hacc yapmak istiyorum, onu bana kolaylaştır, benden
kabul et. Niyet ettim Allah rızası için Hacc yapmaya ve bunun için ihrama
girdim" demelidir.
İhrama girdikten sonra;
"Lebbeyk allahümme lebbeyk, Lebbeyk lâ şerike leke lebbeyk,
inne'l-hamde ve'n-ni’mete leke ve'l-mülke lâ şerike lek." diye telbiye
etmek gerekir. Bu telbiyeyi de yüksek sesle yapmak gerekir.
23-
Namazlardan sonra
yüksek ve alçak yerlere çıkıp inerken yollarda cemaate rast geldiği zaman ve
seher vakitlerinde, uykudan kalkınca, telbiyeye devam etmek gerekir.
24-
İhram ve
teferruatını mikâta gelmeden önce yapmalıdır.
25-
Arasat meydanına
çıplak gideceğini hatırından çıkarmamak gerekir.
26-
Haccın ikinci farzı
olan Arafat vakfesinde, Huzur-u bari de Arasat meydanında duruyormuş gibi
durmalıdır.
27-
Haccın üçüncü farzı
olan tavafa giderken, Arasat meydanında herkesin bir yere sevk edileceğini
düşünmek.
28-
Haccın vaciplerini
yapmak gerekir.
Bunlar;
aMüzdelife,
bSafa ile Merve arasında Sa’y etmek,
cŞeytan taşlamak,
dUzaktan gelen hacıların veda ziyareti,
eSaçları traş etmek veya kısaltmak,
fİhramın mikâttan önce olması,
gArafat vakfesinde güneş batıncaya dek durmak,
h-Tavafa hacerül-esved’den başlayıp Kâbe'yi sol tarafa almak,
1-
Say ve tavafta yürümek,
jSay ve tavafı abdestle yapmak,
kAvret yerlerini örtmek,
1-
Say'a Safa’dan
başlamak,
mHacc-ı Kıran ve Hacc-ı Temettü edenlerin kurban kesmesi,
nTavaf için iki rekât tavaf namazı kılmak,
oKurban günü Cemre-i Akabeyi atıp, sonra traş olmak ve ondan sonra kurban
kesip ihramdan çıkmak.
Ayrıca ziyaret tavafını kurban günlerinden sonraya bırakmamak. Tavafı,
Hacer-i İsmail'in arkasından yapmak.
Bu vaciplerden biri terk edilirse cinayet kurbanı gerekir ve bunu
geciktirmeyip hemen kesmek lâzımdır.
29-
"Lebbeyk"
diyerek nara attığında, Allah’ın emriyle İbrahim (aleyhisselam)’ın davetine
icabet etmeye niyet etmektir. Çünkü İbrahim (aleyhisselam) Allah’ın emriyle
Kâbe’nin binasını inşaya başlayıp tamamladığında, bütün yaratılmışları buraya
davet ile emrolundu. Ayette;
"İnsanlar içinde Haccs ilân et. Gerek yaya, gerek uzak yollardan
gelen yorgun düşmüş develer üstünde sana gelsinler’’ (Hacc suresi-27)
buyurulmuştur.
Bu âyetin tefsirinde: "İbrahim (aleyhisselam) bu emir üzerine
Kubeys dağına çıkıp:
"Ey İnsanlar! Allah sizin için bîr ev
inşa etti. Sizin burayı Hacc etmenizi emretti. O zaman gelin
Hacc edin" demiştir.
Bunun üzerine babalarının sülblerinden, analarının rahimlerinden
"Lebbeyk" sedası ile İbrahim (aleyhisselam)’e cevap geldi. Bu cevap
bazılarından bir defa, bazısından birden fazla cevap veren oldu. Bunun için
bir kere cevap verene bir kere, birden fazla ce-
vap verene birden fazla hacc yapanlardır denilmiştir. Asla cevap
vermeyenler hiç yapmayanlardır. İbrahim (aleyhisselam) bu sesleri işitince "Ey
Rabbim! Bu sesler kimlerin sesleridir?" diye sorduğunda "Onlar
ümmeti Muhammed’dir" diye cevap geldi.
Bu ümmetin Kâbe’ye olan sevgilerinden dolayı İbrahim (aleyhisselam),
misafire ikram eden biri olduğu için, bu ümmete ziyafet vermek istedi. Bu arada
Cebrail yere indi. Allah’ın şu emrini tebliğ etti. "Şu bir avuç kafuru
al ve insanları çağırdığın yerden, yeryüzüne serp. Ondan tuz nimeti hâsıl
olur. Ümmeti Muhammed onunla yararlanır ve bu senin onlara ziyafetin olmuş
olur." Bunun üzerine İbrahim (aleyhisselam) söylenileni yaptı, o
kafuru rüzgâra biraz suya ve biraz yere olmak üzere dağıttı, onunla da toprak
ve deniz tuzu oldu.
30-
Haccı yaptıktan sonra hemen
umreyi yapmak gerekir.
Çünkü her kim haccın ardından geciktirmeden umreyi yaparsa,
günahlarından temizlenir ve fakirlikten kurtulur. Ömer b. Hattab (radıyallahu
anh) "Umreyi hemen haccın ardından yapın. Çünkü bunlar kir’in demirin
pasını söktüğü gibi günahları ve fakirliği söker." buyurulmuştur.
Fakat Ramazan ayında yapılan her Umre için bir Hacc sevabı verilir diye hadis
rivayet edilmiştir.
31-
Hacer’ül esvedi öpmek
gerekir.
Ama iki konuda dikkatli olunmalıdır.
a)
Sessiz öpmelidir. Namazda,
secdede ellerini koyduğu gibi elleri arasına yüzünü koyup sessiz bir şekilde
öpmektir.
b)
Bunu yaparken
kimseye eza ve sıkıntı vermemektir, çünkü âdâbı yerine getirken harama
girmiş olur. Eğer izdiham olur ve Hacer-ül Esvedi öpmek mümkün değilse uzaktan
elleriyle işaret etmek, avuçlarını Hacer-ül Esvedin karşısına tutup sonra öpüp
ellerini yüzüne sürmek yeterlidir.
32-
Hacer-ül Esvedi selâmlarken
onun içinde saklı bulunan Ahdi Misak emanetini aklına getirerek şu duayı
okumalıdır.
"Allah’ım! Sana iman ederek, kitabını tasdik ederek, sözümü
yerine getirerek yapıyorum!"
33-
Zemzem içerken hangi
niyet üzere içerse o niyeti diliyle
de söylemek gerekir.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın;
"Zemzem suyu ne için içilirse ona şifadır. İşte ben bunu
kıyamette susamamak için içiyorum!" buyurdukları Cabir (radıyallahu
anh)’den rivayet edilmiştir.
Başka bir hadiste:
"Zemzem ile cehennem ateşi, bir müminin karnında bir arada
bulunmaz!" duyurulmuştur.
Diğer bir hadisi şerifte:
"Bizimle münafıklar arasındaki fark, onların kaygusu zemzem
içmekten dolmaz!" duyurulmuştur.
34-
Arafat dağında
vakfeyi yapıp, bütün sünnetleri yaptıktan sonra günahlarının affolunduğundan
şüphe etmemek, gerekir.
Çünkü hadis-i şerifte;
'İnsanların en günahkârı Arafat
vakfesinde bulunup
da
günahlarının
affolunduğundan şüphe edendir." buyurulmuştur.
Anlatıldığına göre: "Bir kişi zina etmiş sonra bu yaptığından çok
pişman olmuş, tövbe ve günahlarından arınmak için uzun bir süre münasip bir yer
aramış. O sene hacca gitmiş. Arafatta vakfeyi sonrada Müzdelife’deki görevini
yapıp geri gelince, çok kıymetli bir eşyasını Arafatta bıraktığını hatırlamış
ve kölesini Arafata yollamış. Köle, efendisinin unuttuğu şeyi bulup geri
dönerken, bir kısım insanın ellerinde süpürgelerle Arafat alanını
süpürdüklerini görmüş. Onların neden burayı süpürdükleri merak edip sorunca "Bugün
Arafatta vakfe yapanların günahları Arafatta kaldı, bizde onları temizlemekle
görevlendirildik." dediler. Köle "Bugün vakfe yapan herkesin
günahları affolundu mu?” diye sordu, adamlar "Evet hepsi affolundu
hatta zina edenler de affolundu" dediler. Hâlbuki köle efendisinin
günahından haberdar değildi. Köle efendisine o şeyi teslim edip gördüğü
insanları anlattı. Bunun üzerine efendisinin gözlerinden yaşlar akmaya başladı.
Adam Allah'ın bu ihsanına şükretti. O köleyi de "Rabbim beni affetti,
bende seni azat ettim" diyerek serbest bıraktı.
35-
Kabe’ye girmek. Fakat
Kâbe’ye girmek için bir çok kural vardır:
a)
Kâbe’ye girmek için
ücret vermemelidir. Çünkü ücret alınır veya verilirse, Kâbe’yi ticarethane'ye
benzetmiş olur, bu da caiz değildir.
b)
Girerken ve çıkarken ve
de Kâbe’nin içerisindeyken kimseye eza etmemelidir. Bunun haram olduğunu Cuma
âdâbı konusunda ele almıştık.
c)
Sağına, soluna ve
Kâbe’nin tavanına bakmadan, sanki namazdaymış gibi huşû ve hudû ile girip
çıkmak gerekir.
d)
Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem]’ın namaz kıldığı yeri amaçlamak gerekir. Burası da Kâbe
kapısını arka tarafına alıp, Kâbe kapısına üç arşın mesafede durup arada iki
rekât namaz kıldıktan sonra yüzünü Kâbe duvarına koyup istiğfar ve hamd ile
salâvatı çokça getirmek gerekir. Anneye, babaya, ehli imana duâ etmek ve her
köşede bu şekilde ziyareti yerine getirmek gerekir. Bundan sonra "Ey Habbem! Beni
dosdoğru bir giriş ile
girdir ve dosdoğru
bir çıkış ile çıkar!" (İsra suresi-80) demelidir. Ardından da şu
duayı okumalıdır:
"Allahümmedhılni beyteke fe=edhılnî cenneteke Allahümme ya rabbel
beyti! atiki iğtik rikabena ve rikabe abaina ve ümmehatina minennarL Ya azizu
yagaffaru! Allahümme ya hafiy= yebel tafi aminna mimma nehafu, Allahümme mm
es’eluke mm hayn mase’eleke mmhu nebiyyüke Muhammedün sallailahu aleyhi ve
seleme ve euzübike minşerri, ma isteazeke minhu nebiyyüke Muhammedün sallallahu
aleyhi ve selleme. Rabbe° na tekabbel minna inneke ente’s semiul alimu ve tub
aieyna inneke ente’t tevvabu’^rahîm"
Anlatılan bu şartlar ve âdâb üzere girmek mümkün değilseterk etmek
evlâdır. Tazime aykırı hareket etmek olacağı için, Kâbe’ye giremedim diye
üzülmemek gerekir. Çünkü altın oluğun altı yani
Hacer-ül esved adlı mübarek yerde Kâbe’nin İçindendir, onu ziyaret etmek
Kâbe’ye girmek gibidir.
Aişe (radıyallahu anha)’den rivayet edilir ki; Resulullah (salla!-
"Kâbe’ye girmek isterde giremezsen, Hacer-ül Esved de duâ et ve
namaz kıl, çünkü o Kabe’den bir parçadır. Fakat senin kavmin Kâbe’nin yeniden
inşası sırasında onu Kâbe’den ayırdılar.”
36-
Duâların kabul ediliği
yerleri kendisine ganimet bilip, duaya çokça önem vermek gerekir.
O mübarek mekânlar, Kâbe’nin içi, Hacer-ül Esved, Rüknü Yemani, Rüknü
Iraki, Rüknü Şami, Altın oluğun altı Mültezim, Tavaf ânı, Makam-ı İbrahim,
Zemzem içilen zaman, Arafat, Müzdelife, Mina, Şeytan taşlama zamanları ve
peygamberlerin kabirleridir. Kısaca fırsatı iyi değerlendirmeli ve duâ
etmelidir.
37-
Ziyaret edilen mübarek
yerlerde rivayet edilen duâları okumak gerekir.
Mekke’yi gördüğünde;
"Allah’ım
bana rahmet ve bağışlanma kapılarını aç ve beni oralardan girdir." diye duâ etmelidir.
Babü's-Selâm’a gelmeden önce Kâbe’yi
görünce;
(Allahümme inne haza beytüke azzemtehu ve keremtehu ve şerreftehu.
Allahümme zidhu teşrifen ve tekrimen ve zidhu mehabeten vezid men haccehu
berren ve kerameten. Allahümmeftahli ebvabe rahmetike ve edhılni cenneteke ve
eizni mineşşeytanirracim.)
"Allah’ım bu şüphesiz ki senin evindir Sen onu yüce ve kerem
üzere ve de şerefli eyledin! Allah’ım! Onu kerem ve şeref bakımından daha da
yücelt. Onun muhabetini de artır. Onu hacc edenin iyiliğini ve keremini de
artın Bana rahmetinin kapılarım aç. Beni cennetine girdir. Kovulmuş şeytandan
sana sığınırım!" diyerek duâ etmelidir.
Babü's-Selâmdan içeri girdiğinde başını kaldırıp Kâbe’ye bakarak bütün
isteklerini Allah'a arz etmelidir. Sonrasında bu duâyı okumak gerekir.
(Allahümme entes-selamu veminkes-selâmu. Fehayyina rabbenâ bis-selâm. Ve
edhilna bifadlike ve keramike dareke dares-selâm.)
"Allah’ım sen
selâmsın ve selâm şendendir. Rabbimiz
bizi esenlik ile yaşat, bizi fazlın ve kereminle, esenlik yurduna girdir."
Eski Babü's-Selâm kapısı denilen, Bab’u Beni Şeybe'den içeri girerken…
(Allahümme haza haramüke ve meğmenuke külte ve kavlüke hakkun “vemen
dehalehu kane aminen.” Allahümme lahmi ve demi alen’nari vegına azabeke yevme
teb’asü ibadekel-lezi elhamdü lillahil’lezi belağani beytel’haramî.)
"Allah’ım bu senin haram kıldığın yerindir. Herkesin güvende
olduğu yerindir. Senin ’Kim oraya girerse güven içindedir' sözün haktır.
Allah’ım, etimi ve kanımı ateşe yasakla. Kullarını dirilttiğin gün bizi
azabından koru, Beni Beyti Haram'a ulaştıran Allah'a hamdolsun!" diye
duâ etmek gerekir.
(Allahümme inne hazalbeyte beytüke velharamu haramüke velemnu emnüke
vehazal mekamu mekamülaizi minennari feharrim lahmi vecesedi alennari)
"Allah’ım bu ev senin evindir, bu harem senin haremindir. Bu
emniyetli yer senin emniyetli yerindir. Bu makam ateşten sana sığınılan
makamdır, etimi ve vücudumu ateşe haram kıl!" diye duâ etmelidir.
Hacer-ül Esved ile Rüknü Yemani arasında Kâbe’ye karşı durup kalbiyle
tavafa niyet ettikten sonra diliyle bu niyeti tekrarlamalıdır ve de duâları
okur. Mutlak tavafa niyet ederse:
"Allah’ım senin
Beyt-i Haram’ını tavaf etmek istiyorum, onu bana
kolaylaştır ve onu benden yedi şavt olarak senin zan için kabul eyle!"
der.
Münferid bil Hacc olduğunda, ihrama girmişse:
"Yedi şavt olarak, Allah rızası için tavaf
etmeye niyet eder.
Eğer Temettü veya Umre için ihrama
girmişse;
"Yedi şavt olarak, Allah rızası için umre tavafı etmeye." der.
Haccı Kıran'a niyet ederek ihrama girdiyse ona iki tavaf ve iki say gerekir,
ilk tavafında umreye niyet eder. Sonra Safa ile Merve arasında say yapar.
İkinci tavafında hacc'a niyet eder, sonrasında ikinci say’ını da yapar.
Tavafa niyet ettikten sonra Hacer-ül Esved’in karşısına geçip, namazda
iftitah tekbiri için ellerimizi kaldırdığımız gibi ellerimizi kaldırıp; "Bismillah,
Allahû Ekber" deyip ellerini salıverir. Dokunabilirse Hacer-ül
Esved’e dokunur. Yukarıda da beyan edildiği gibi mümkünse öpmelidir, mümkün
değilse işaret yapmalıdır, sonra ise şu duâyı okumalıdır.
(Allahümme emaneti eddeytuha ve mişaki teahedtühu işhedli bil vefa!) tuttum. Vefama sen şahit ol!" Ardından şu duayı okur:
(Lâ ilâhe illâllahu vahdehu la şerikelehu, Lehül mülkü velehül hamdü
vehüve alâ külli şeyin kadîr.)
(Allahümme imanen bike, ve tasdiken bi kitabike, vefaen bi ahdike
vettibaen li sünneti Nebiyyike Muhammedin Sallallahu Teâlâ Aleyhi Vesellem.)
"Allah’tan başka ilâh yoktur, o tektir ve ortağı yoktur. Mülk ve
hamd O’nundur. Şüphesiz kî onun gücü her şeye yeter. Allah’ım sana iman ettik,
kitabını tasdik ettik, bizden aldığın sözü yerine getirdik ve Peygamberimiz
Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in sünnetine tâbi olduk."
Bu duâdan sonra, sağ omuzunu açıp, ihramın ucunu sağ koltuğunun altından
çıkarıp sol omuzu üzerine alıp tavafın üç şavtında sık ve büyük adımlarla
yürünür. Bu şekilde Peygamberimizin şu hadisi uygulanmış olur:
"Peygamberimiz Mekke'nin fethinde Ashab-ı kiram ile Kâbe’yi tavaf
ederken Kureyşlilerden bazı akılsızlar 'Biz neden bunlarla savaşıp bunları
öldürmedik, çünkü onları Medine sıtması zayıf düşürmüştür.' diye lâf
atıyorlardı.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] da bunu duyunca mübarek sağ
omzunu açık olarak tavaflarının üç şavtını cesurca, kuvvetini onlara göstermek
istercesine yürüdü. Kalan dört şavt da ihramı eski hâline döndürüp vakâr ile
tavafını yaptı."
Multezim-i Şerif’in yanına geldiğinde şu dua okunur.
(Allahümme inneleke hukuken fetesaddak biha aleyye)
"Ailah’ım
şüphesiz ki üzerimde hakların var. Onları bana bağışla."
Kâbe kapısının karşısında şu dua okunur.
(Allahümme irine hazalbeyte beytüke
velharamu haramuke velemnu emnüke vehazal mekamu mekamülaizi minennari feharrim
lahmi vecesedi atennari)
''Allah’ım bu ev senin evin, bu harem
senin haremindir Bu emin yer senin emin yerindir, bu makam ateşten sana sığınılan
makamdır. Etimi ve kanımı ateşe haram kıl!”
Bu duâyı okurken gözleri ile Makam-ı
İbrahim’i işaret eder ve şu duâyı okur.
(Allahümme beytüke haza a’zamu vechuke
kerimün veente erhamurrahimine feeızni mineşşeytanirracîm)
"Allah’ım! Senin bu evin çok
yücedir. Yüzün kerimdir, Sen rahmet edenlerin en merhametlisisin, beni kovulmuş
şeytandan koru."
Rükn-ü Irakı’ye gelene kadar, teşbih,
hamdele ve salvele ile meşgul olmak gerekir. Rüknü Iraki’ye varınca ise şu duâ
okunmalıdır.
"Allah’ım sana şirk koşmaktan, küfürden, şüphe, nifaktan, aile,
mal ve evlâtta kötü ahlâk ve kötü durumdan sana sığınırım!"
Altın oluğa gidene kadar yine teşbih, hamdele ve salvele ile meşgul
olunmalıdır. Altın oluğun yanına gelince şu dua okunmalıdır.
(Allahümme ezıllini tehte zilli arşike yevme lâzılle ille zıllühü
Allahümme-skınî bike’si nebiyyike muhammedün sallallahu aleyhi veselleme
şerbeten lâ ezmeü bağde ebeden.)
"Allah’ım arşının gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmadığı
günde beni arşının gölgesinde gölgelendir. Allah’ım Bana, nebin Muhammed
(sallallahu aleyhi vesellem)’in kasesinden öyle bir şerbet içir ki bir daha
susamayayım."
Rüknü Şami’ye gelene kadar teşbih, hamdele ve salvale ile meşgul
olmalıdır. Rüknü Şami’ye gelince şu dua okunur:
(Allahümmecalhu haccen mebruren vesağyen meşkuren vezenben mağfuren
veamelen makbulen ve ticareten lentebure biafvike ya azizü birahmetike ya
erhamerrahimine rabbiğfir vetecavez ammâ taglemu inneke enteleazzülekremu.)
"Allah’ım bu haccı iyi, bu Say’ı benîm için meşkûr, günahların
bağışlandığı, amellerin kabul olunduğu, kazançlı bir ticaret eyle. Atfınla ey
Aziz, rahmetinle ey rahmet edenlerin en merhametlisi, Rabbim bağışla, şüphesiz
ki sen ikram edenlerin en yücesisin"
Rüknü Yemani’ye gelince;
(Allahümme inni eselükelafve velafiyete fiddîni veddünya velahireti)
"Allah’ım’
Senden, bu dünyada ve ahirette bağışlanma ve afiyet dilerim" diye duâ
edilir.
Mümkün olursa Rüknü Yemani’ye sağ elini değmelidir. Çünkü Rükn-ü Yemani
de yetmiş bin melek vardır. Bir kimse Rükn-ü Yemani de dua ederken onlar amin
derler, diye rivayet edilmiştir.
Rükn-ü Yemani ve Hacer-ül Esved arasında şu duâ okunmalıdır:
"Rabbimîz, bu dünyadada ahirette de bize iyilik ver’"
Hacer-ül Esved’e gelince şu dua okunur:
(Allahümmağfirli birahmetike ve euzübike minelhaceri mineddîne velfakri
vesîkıssadri ve azabil’kabri.)
"Allah’ım, rahmetinle beni bağışla, dinden ahkoyulmaktan,
fakirlikten, göğüs darlığından ve kabir azabından sana sı-
Anlatıldığı şekilde yedi şavtı tamamlayınca, Multezem-i şerife gelip, Beyt-i
Saadet’e kapanmalıdır. Sonra yüzünün sağ tarafını Multezem-i şerife koyup, sağ
eliyle Kâbe’nin örtüsüne sarılmalı ve günahlarından dolayı tövbe ve istiğfar
için Cenab-ı Hakk'a yalvarmalıdır. Ardından da bu duayı okumalıdır;
”Allahümme ya Rabbe'l-beyti'l-atik rekabeti mine'n-nari ve ei'zni
mine'şşeytani'r-racim Ve ei’zni min külli suin ve kanni'ni bima razakteni ve
barikli fima a'teyteni. Allahümme inne hazel beyte beytuke vel abde abduke ve
haza makamu’l-ei'zi bike mine'n-nari Allahümmecalni ekreme vefdike
aleyke."
Bundan sonra Makam-ı İbrahim'de vacip olan iki rekât namazı kılmak
gerekir. İlk rekâtta Kâfirun suresi, ikinci rekâtta İhlâs suresini okumalıdır.
“Allahümme inneke tağlemu sırrı ve alaniyeti fekbel mazereti ve
tağlemu haceti fe-ağtıni sueli ve tağlemu ma fi nefsi fagfirli zunubi,
Allahümme inni eseluke imanen yubaşiru kalbi ve yakinen sadıken hatta ağlemu
ennehu la yusibuni illa ma
ketebte li ve
rıden mimma kasemte. Allahümme înni
ene abdüke vebnu abolke eteytuke bi-zunubin kesiyretin ve ağmalin seyyîetin ve haza makamel-ei’zibike
minen-nari fağfirli
fe-inneke entel gafuru’r-rahim. Allahümmagfir lilmü’minine vel mü’minati ve
kanniğni bima rezakteni ve barik li fima ağtini vahlif ala külli gaibetin li minke
bi hayrin."
Bundan sonra tekrar Hacer-ül Esved’i selâmlayıp, Zemzem kuyusunun Kabe'ye
bakan kısmına yüzünü tutup Allah'tan dilediğini isteyerek Zemzem’den içer ve
şu duayı eder.
(Allahümme inni eselüke ilmen nafian ve rizkan vasian ve şifaen min külli
dain ve sakamin)
Safa kapısından çıkıp, Safa dağı üzerindeki derecelerin üzerine çıkarak
yüzünü Kâbe'ye döner ve şu ayeti okur,
(İnnessafa velmervete minşea’irillahi femen haccelbeyte ev iğtemere felâ
cünahe aleyhi en yeddevvefe bihima femen tedavvea’ hayran feinnellahe şakirun
alîm.)
"Safa ve Merve
Allah’ın şiarlarındandır. Kim Beyt-i
hacc ederse /eya Umre
yaparsa, o ikisinin arasında tavaf yapmasında üzerine günah yoktur..."
(Bakara Suresi-158)
Sonra Allah'tan dilediği varsa onu ister, kalbiyle say yapmaya niyet eder
sonra diliyle şöyle der;
(Allahümme inni uridu en es’a mabeynessafa velmerveti.)
"Allah’ım
Safa ile Merve arasında say yapmak istiyorum."
Eğer Müfred bil Hacc yapıyorsa "say el-kudum" diye, umre
yapıyorsa yada temettü yapıyorsa "Say-i Umre" diye, Hacc-ı
Kıran’a niyet etmişse, ilk say da "Say-i Umre", ikinci say da "Say
el kudum" diye niyet eder. Sonra iftitah tekbirinde ellerini
kaldırdığı gibi kaldırır ve Allahû Ekber deyip ellerini salıverir ardından
Allahu ekber ve lillahil hamd der, son olarak da şu duayı okur:
Allahu ekberu ah ma hodana ve’l-hamdu llhahî ate ma evSana
lâ ilâhe iHailahu vahdehu lâ şerike lehu iehu'l-mülkü ve lehu'l-hamdu ve
hüve ala külli şeyin kadîr lâ ilahe illâllahu muhlisine lehu’d-dine ve lev
kerîhe'l-kâfirune lâ ilâhe illâllahu
vahdehu ve nasara abdehu ve enceze vadehu ve hazeme’l-ahzaba vahdehu.
Allahümme inneke külte ve kavluke'l-hakku (ud’uni
estecib lekum) ve ente la tuhliful miade ve inni eseluke kema
hedeyteni lil İslâmî enla tenzeahu minni hatta teveffani ve ene
müslimun (te sübhanallahı hine tumsune ve hine tusbihune ve lehul hamdu fis
semavati vel ardi ve aşıyyen ve hsyne tuzhlrune yuhricul hayye minelmeyyiti ve
tuhricul meyyite minel hayyi ve yuhyil arda bade mevtiha ve kezalike tuhricune)
Allahümme inni eseiuke imanen daimen ve yakinen sadiken ve ilmen nafıan ve
kalben haşlan ve iisanen zakiren ve eselukel afve vel afiyete vel muafeti fid
dünya vel ahiretL"
Ardından iki yeşil direk arasında tavaf gibi hızlı adımlarla üç şavt
yapar ve bu duayı okur:
(Rabbiğfirli ve tecavez amma ta’lemu velâ na’lemu inneke entel-eazzü!
ekramu. Neccina minennari salîmîne ve edhılnel-cennete amînine. Rabbena atina
fiddünya haseneten ve fil ahireti haseneten ve kına azaben nar.)
"Allah’ım senin bildiğin ve bizim bilmediğimiz şeyler hakkında bizi bağışla,
bizi ateşten güvende kıl ve cennetine girdin
Rabbim dünyada da ahirette de bize iyilik ver, bizi ateş azabmdan körü.’’
Bunun sebebi; İbrahim (aleyhisselam), Hacer'i çorak vadide bıraktığı
zaman, onları Allah'ın himayesine bıraktı. Bir müddet sonra sulan tükendi. Hem
kendisinde hem de oğlu İsmail (aleyhisselam)’de susuzluk başladı. Hacer oğlunu
şu an Zemzem kuyularını olduğu yere bırakıp su aramaya başladı. Safa dağına
çıktı, sonra su ümidiyle, Merve dağına giderken bu iki yerin arasına
geldiğinde, İsmail (aleyhisselam) görüp ona olan şefkat ve merhametinden dolayı
hızlıca yürümüştür. İşte Safa ile Merve arasındaki yürüme bu yüzdendir.
Kadınlar telbiyeyi sesli yapmazlar. Çünkü sesleri namahremdir.
38-
Terviye günü,
Zilhiccenin sekizinci günü, sabah namazını Harem-i Şerifte kıldıktan sonra,
güneş doğarken sakin ve vakârlı bir şekilde Arafat’a dönmek gerekir.
39-
Arasat meydanına
gideceğini ve yaratanın huzurunda duracağını düşünerek telbiye yapmak gerekir.
40-
Arefe gecesi Mina da
yatılmalıdır.
41-
Güneş doğunca
Mina’dan Arafat’a gidilmelidir.
42-
Arafat’ta vakfe için
gusül abdesti alınmalıdır.
43-
Öğle ile ikindi
namazını imamla Mescid-i İbrahim de kılmak gerekir. Mescid-i İbrahim’e
gidemeyenler, namazları vaktinde kılarlar ve cem edemezler. Bu cem etme olayı
sadece imam'a mahsustur. Bu da namazın Mescid-i İbrahim’de kılınmasına bağlıdır.
44-
Vakfe zamanı, arefe
günü zevalden sonra başlar, bayram gününe kadar sürer. Bu iki vaktin
arasını ganimet bilmeli ve duâ etmelidir.
45-
Kerahat vakti
değilse, Mescid-i İbrahim de tahiyyatul mescid namazı kılınmalıdır.
46-
Mescid-i İbrahim’de
öğle namazının sünnetini kılınca, okunan hutbeyi dinlemek gerekir.
47-
Öğle namazının
farzını imamla kıldıktan sonra, son sünnetiyle, ikindinin sünnetini terk edip,
ikindinin farzına uyar. Bu namazlar bir ezan iki kamet ile kılınır. Cuma
gününe rastlarsa, Mescid-i İbrahim’de Cuma namazı kılınmaz. Anlatılan şekilde
öğle ve ikindi kılınır.
48-
Cebel-i Rahmet
tarafında olan siyah taşlar üzerinde durma âdâbtandır.
49= Vakfe yaparken yüzünü daima açık tutar
50= Namazdan sonra duâ edildiği gibi, vakfedeyken de elleri
kaldırmalıdır.
51= Duâ ederken aralarda ‘Lebbeyk5 demek gerekir.
52-
Vakfe sırasında yüz
kere;
(Lâ öâhe illallâhu vahdeu lâşerike leh. lehülmülkü velehül hamdü
vehüve alâ külli şeyin kadîr)
"Allah’tan başka ilâh yoktur, o tektir ve ortağı yoktur. Hamd ve
mülk onundur. Onun gücü her şeye yeten"
Yüz kere, İhlâs suresi okunmalıdır.
Ayrıca yüz kere de;
"Estağfirullah el-azim; Ellezi lâ ilâhe illahu ve’l hayyulkayyum.
Ve etubu ileyh ve nes eluhuttevbete vel-mağfirete veh hidayete lena innehu
huve’î-tevvabur-rahim" demelidir.
53-
Gözlerinden bir
damla bile olsa yaş akıtmaya gayret etmelidir. Çünkü, Haccın kabulüne ve
kendisinin bağışlanmasına sebep olduğu söylenmiştir.
54-
Güneş battıktan
sonra bir miktar daha durup, sonra üüzdelife’ye geldiğinde, Meş’ar-i Haram
civarına inmek gerekir. Akşam namazının farzını ardından yatsı namaznın
farzı, son sünneti ve vitir namazını kılmalıdır. Akşam namazının sünnetiyle
yatsı namazının dört rekât sünnetinden muaf tutulmuştur. Bu iki vakit namaz
bir ezan ve bir kamet ile kılınır.
55-
Ertesi gün atılacak
taş ve cemreler için yetmiş adet taş toplamalıdır. Kendi temizliğinde
şüphesi varsa güzelce yıkanmalıdır.
(Allahümme harrim lahmî ve şahmî veş’arî vedemî veazmî vemuhhî vecemia
cevarihî alennarî)
"Allah’ım, etimi, yağımı, saçımı, kanımı, kemiğimi, beynimi ve
tüm organlarımı ateşe yasakla."
57-
Üzerinde bulunan kul
hakkı ve her türlü hakkın bağışlanması için duâ etmelidir. Duâ ederken
ihlâslı olmak gerekir. Duânın âdâbında bu konu işlenmişti. İbn Ömer
(radıyallahu anh) ve İbn Abbas (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir ki;
"Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Arefe gecesi ‘Allah'tan
ümmetinin bağışlanmasını diledi,’ kul hakkı hariç bütün günahlar affolundu.
Bayram gecesi Müzdelife’de, ‘Ey Rabbim! Mazluma, gördüğü zulümden daha iyisini
ver ve zalimi de affetmeye kadirsin,’ diye duâ ettiğinde bu duâsı da kabul
oldu. Bu duâyla şeytan bile tahassür oldu. Hatta başına toprak saçıp feryat
ederken Resulullah onu gördü de tebessüm ettiler.’’ İşte bu şeytanı gördüğü
yere Tahassür vadisi denir ve burada vakfe yapılmaz.
58-
Bu duâyı tekrar
okumak gerekir.
(Allahümme bihakkil-meşaril-harami verukni velmakami ebliğ seyyidena muhammedin
minnat-tahiyyete vesselâme. Ve edhılne daresselâmi ya zeîcelali vel-ikrami)
"Allah’ım!
Meşari Haram, rükn ve makam için
Peygamberimize bizden selâm ulaştır. Bizi esenlik yurduna girdir, Ey Celâl ve Kerem
sahibi olan Rabbîm!"
1-
» Müzdelife vakfesi için gysü! almak
gerekir. Su bulunamazsa teyemmüm etmelidir.
60-
Müzdelife vakfesine
sabah namazı karanlığı
geçmeden gitmek.
61-
MeşarH-Haram da
vakfedeyken terbiyenin aralarında; "Rabbimiz bize bu dünyada ve ahirette
iyilik ver ve ateş azabından bizleri koru." duâsını tekrarlamalıdır.
62-
Sabah’m vakti girdiğinde, güneş doğmadan önce Sina'ya gitmek gerekir.
63-
Minaya giderken,
Batn-ı Mahşer ki ona ateş vadisi denilir, o yerden çok hızlı bir şekilde
geçmek gerekir. Çünkü Peygamberimiz şeytanı orada görmüştür. Kâbe’yi yıkmak
için gelen fil ordusuda o yerde azaba uğramışlardır.
64-
Mina’ya geldiğinde,
doğruca Cemre-i Akabe’ye gelerek, kimseye ezâ etmeyerek Müzdelifeden
aldığı taşların yedisini alıp duvarın beş arşın karşısında durup, iftitah
tekbirindeki gibi ellerini kaldırıp "BismiHahi Allahû ekber" deyip
ellerini salıverir. Sonra taşlardan birini alıp, başparmağı ve şehadet
parmağıyla tutup, elini kulağına kadar kaldırıp "Şeytana rağmen, Allah
rızası için, Allah’ım
günahlarımı affet!" diyerek taşı atmalıdır. Bu şekilde yedi taşı
da atmak gerekir. Taşı atarken dibine düşürmeye gayret etmek gerekir. Eğer
taşlar duvara çarpıp, duvardan bir arşın uzak yere düşerse tekrar atılması
gerekir. Yedi taşı birden atarsa, bir taş yerine geçer. Altı taş daha atması
gerekir. Bu yüzden tedbir olsun diye yanında fazladan taş bulundurmalıdır.
65-
Güneş doğduktan
sonra zeval vaktine kadar, Cemre-i Akabe’yi atıp telbiyeyi bitirmek gerekir.
66-
Cemre-i Akabe’yi
attıktan sonra, Mufred bil Hacc ise saçlarını tıraş eder, mutemmeti veya
Kıran ise şükür kurbanın kesip öyle tıraş olur.
O gün tavaf ziyareti yapmak efdaldir. İkinci ve üçüncü günlerde caizdir.
Kurban günleri geçtikten sonra kesmek Haccın cinayetindendir.
(Allahümme haza nasiyeti biyedike fecal li bikülli şağretin nuran
yevmel-kıyameti. Allahümme barik li fi nefsî vağfirlî zunûbî ve tekabbel minnî
amelî birahmetike yaerhamerrahimine. Allahû ekber. Elhamdü lillahillezi
e’ânena alâ kazâi nusukinâ. Allahümme zidnâ imanen ve yekinen ve tevfîkan
veğfirlenâ veliabâinâ veliümmehâtinâ velilmüslimîne velilmüslimâti.)
"Allah’ım! İşte saçlarım, senin (kudret) elindedir. Her teline
karşılık kıyamet gününde bana nur ver, Allah’ım bu ibadeti bana mübarek kıl,
beni bağışla, günahlarımı affet, rahmetinle amelimi kabul eyle. Senin
rahmetinle, ey rahmet edenlerin en merhametlisi, Allahû Ekber! Bize hacc
yapmamıza yardım eden Allah'a hamdolsun, Allah'ım, imanımı, inancımı, ve başarımı
kuvvetlendir. Bizleri, babalarımızı ve annelerimizi bağışla."
Kısaca bayram günü şu dört şey arasındaki sıraya dikkat etmelidir.
Şeytan taşlama, sonra mutemetti ve kıran için olan şükür kurbanı kesmek, sonra
tıraş olmak, sonra ise Mekke’ye gidip tavaf ziyaretini yapmak.
68-
Üç gün taşlamalar için
gusül almak gerekir.
69-
Taşlama geceleri Mina’da
yatmalıdır.
70-
Bayramın ikinci günü yirmi
bir taş alıp Mescîd-i sayfa giderek cemaatle öğle namazı kılıp dua ettikten
sonra, doğruca Mescid-i sayf'in hizasındaki Kusva’ya gelip önceki
günkü gibi taş atmak gerekir. Alâmeti Mensube’nin alt tarafında durarak
dua etmelidir. Sonra ortadaki taşlama yerine gelip,taş atıp, duâ etmek
gerekir. Şeytan taşlama yerine geldiğinde taşlan atıp duâ etmeden beklemek ve
giderken duâ etmek gerekir.
Orada kalınan üç günün hepsinde de bu tertibe uymak gerekir. Eğer
dördüncü günü kalmayıp üçüncü günü Mekke’ye giderse attığı taş sayısı kırk
dokuz olmuş olur. Geriye kalan yirmi bir taşı gömmek gerekir. Çünkü o taşlara
saygı göstermek lâzımdır.
Saygıya lâyık olduklarının deliliyse, İbrahim (aleyhisselam) zamanından
bu zaman kadar üç yerde o kadar çok taş atıldı ki, o taşlardan yüce dağlar
meydana gelmesi gerekirdi. Hâlbuki bu olmaz. Taş atılan yerlerde çok az sayıda
taş bulunur. Bunun hikmeti Haccı kabul olanların taşları (gökyüzüne) yükselir,
kalan taşlar ise -Allah korusunHaccı kabul olunmayanların taşlarıdır.
71“ Minada kalman süre içerisinde, beş vakit namazı cemaatle Mescid-i
sayfde kılmaya gayret etmelidir.
72“ Mina’dan Mekke’ye giderken Batha’ya geldiğinde Mashab adı
verilen mübarek yerde biraz durmak ve dinlenmek ve tasadduk ve Kur’ân
okumak gibi hayırlı amellerle meşgul olmalıdır.
73“ Haccı bitirmeye muvaffak olmayıp, vefat edenlerin mirasçıları,
zikredilen âdâb üzere, ölen kişinin haccını güzelce ifa etmelidir. Çünkü
Allah Teâlâ bunun gibi hacc yapan için üç
kişiyi cennete koyar.
a)
Ölen kişi.
b)
Onun için ihrama girip
onun için hacc yapanı.
c)
Vasiyetin yerine
getirilmesine ön ayak olan kişi.
Hadis-i şerifte:
"Allah bir hac için üç kişiyi cennete koyar. Ölen kişiyi, haccı
yapanı ve buna yardım edeni" duyurulmuştur.
74Tavaf-ı ziyaret, Umre, Tavaf-ı veda’yı yaptıktan sonra, Peygamber
(sallallahu aleyhi vesellem)’i; ziyaret için Medine-i Münevvere’ye gitmek ve
giderken de hızlı davranmak gerekir. Çünkü kabir ziyaretinde dikkat
edilmesi gereken güzel âdâb, yerine getirilmelidir. Birazdan Kabir ziyaretinin
âdâbına değinilecektir.
Mülteka, Mişkat-ül Envar, Cami-us-Sağir
YİRMİNCİ BAB
ÂDABI
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], ümmetine aşırılık yapmamaları
kaydıyla kabir ziyet etmelerine izin verdi.
Hadis-i şerifte:
"Ben sîzin
kabirleri ziyaret etmenizi yasaklamıştım5 haydi artık ziyaret edin.”
duyurulmuştur.
Fakat kadınlar hakkında yasak buyurmuş ve şöyle demiştir;
"Kabirleri çok
ziyaret eden kadınlar lânetlenmiştir’’
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın kabrini ziyaret etmek erkeklere nasıl
mendupsa, kadınlara da menduptur. Kısaca,
kadınların kabirleri ziyaretleri Peygamberimizin Kabr-i şeriflerine
mahsustur.
Kabir ziyaretinin
güzel âdâbları şunlardır.
1-
Düzgün niyetle
gitmek. Yani, ziyaretin maksadının ancak, Cenab-ı Hakk'ın rızası olması ve
başka bir şey ummaması gerekir.
Misal: Bir kimsenin başına bir musibet veya bir hastalık isabet
ettiğini yada önemli bir iş için; "Filan zatın kabrini ziyaret edeyim"
diye düşünürse, yanlış olur. Ancak Cenab-ı Haktan istenecek bir şeyi kula
nisbet edip ondan istemek hem dînen hem de aklen caiz değildir. O kimsenin
isteği, kabri ziyaret ettikten sonra gerçekleşmişse İlahî takdirin o vakte
tesadüf etmesinden veya o kimsenin o kötü niyetinden dolayı Allah ona istidrac
için vermiştir.
3-
İki rekât nafile
namaz kılmak. Her bir rekâtta Fatiha dan sonra bir Ayetel-Kürsî üç İhlâs
okumak gerekir, selâm verdikten sonra o namazdan elde edilen sevabı ziyaret
edeceği ölünün ruhuna hediye etmelidir.
4-
Kabre giderken,
gayet sakin ve vakârla yürümek gerekir.
5-
Kabristana
vardığında, bütün kabristan halkına selâm vermek; ardından da "Sizin
üzerinize esenlik olsun ey mümin ve Müslümanların yurdunun sakinleri. Sîzler
öncülersiniz, bizlerde ardınızdan gelenleriz. Allah’tan sizin için afiyet
dilerim." diye duâ etmelidir.
6-
Kabrin sağ
tarafından, ölünün baş ucuna karşı, ayak tarafında durup, o kabrin sahibine
yaşadığı zamanda ne kadar yakın ise o kadar yakın oturmalıdır.
7-
Kabri eliyle mesh
etmek veya öpmekten oldukça kaçınmak gerekir.
8-
Yasîn4 Şerif veya bildiği ayet-i
kerîmelerden okumalı.,
sonra teşbih çekip, ölünün hakkında duâ etmelidir. Okunan ayetleri cümle ehli
kabrin ruhlarına hediye etmelidir. Sonra yine vakârlı ve sakince geri dönmek
gerekir. Bir kimse, mümin olarak bildiği bir kişinin kabrine selâm verirse o
ölü onu tanır ve selâmını alır. Fakat vefat sebebiyle her türlü hayırdan el
etek çektikleri için üzülür. Hadis-i şerifte:
"Bir kişi dünyada tanıdığı birinin kabrine selâm verirse o ölü
onun selâmını alır. Onlar (ölüler) amellerinin kesildiğine (yapamadıklarına) üzülürler.”
duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Bir mümin, Ayetel-Kürsi okuyup, bütün kabir halkma armağan ederse
doğudan batıya kadar bütün Müslümanların kabirlerine
kırkar nur ihsan olunur. Ve de kabirleri genişlemekle birlikte dereceleri de
yükselir. Okuyan kişiye de altmış
peygamber sevabı verilir. Okuduğu her harf başına bir melek yaratırlar ve bu
melekler kıyamate kadar onun için
teşbih ederler." duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i
şerifte:
9-
Kabrin üzerine
basmaktan, mümkün mertebe kaçınmak gerekir. Çünkü, kabrin üzeri ölünündür.
Kabre basmak ölünün karnına basmak gibidir.
Abdullah b. Mesud (radıyallahu anh) rivayet etmiştir ki;
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];
'Ateş
üzerine basmam, kabrin üzerine basmamdan daha sevimlidir' demiştir.
Eğer kabrin üzerine basmamak mümkün değilse, teşbih çekerek, helâllik
isteyerek, duâ ederek ve istiğfar ederek basmak gerekir. Bu durum birçok fıkıh
kitabında beyan olunmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Münye
YİRMİ BİRİNCİ BAB
PEYGAMBERLER VE
VELÎLERİN KABİRLERİNİ
ZİYARET ETMENİN ÂDABI
İstanbul'da büyük sahabilerin, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın
mihmandarı Halid b. Zeyd (Radiyallahu Anh), Ebu Eyyub el-Ensari (radiyallahu
anh)’ın kabirleri meşhurdur. Ashab-ı kiram hazretlerinin kabirleri ziyaret edilmek
istendiğinde, etrafında bulunan kabristan halkına kabir ziyareti âdâbı kısmında
belirtildiği gibi selâm vermelidir. Örneğin, Halid (radiyallahu anh)’in kabrine
gelip zikredilmiş âdâb üzere şu şekilde selâm vermek gerekir:
"Esenlik
senin üzerine olsun ey Halid b. Zeyd." veya "Esenlik senin
üzerine olsun ey ebu Eyyub el-Ensari,
Allah senden razı olsun, mekânını cennet kılsın, Allah’ın esenliği ve "
d < " erine olsun.”
Ayvansaray kapısının dışında Ashab-ı kiram’dan Muhammed Ensari
(radıyallahu anh) hazretlerinin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm
verilmelidir.
"Esenlik senin üzerine olsun ey Muhammed Ensari, Allah senden
razı olsun, mekânını cennet kılsın, Allah'ın esenliği ve rahmeti bereketi
üzerine olsun.”
İşte bahsedeceğimiz sahabe kabirlerine selâm bu şekilde verilmelidir.
Kocamahmut Paşa'da, Kireçhane yakınında Ebu'd-Derda (radıyallahu anh),
Abdu'l-Vedud mahallesinin (halen "ya vedud" mahallesi olarak
anılır) Beylik Değirmeni civaranda Kaab (radıyallahu anh), Eğrikapının
yakınındaki kabristanda Abdus'sadık (radıyallahu anh), Eğrikapı içerisinde
hafir (radıyallahu anh), Bab-ı Ensar’daki Mustafa Paşa Camii’nin içinde Cabir
(radıyallahu anh), Şişeci hanı yakınında Şu’be (radıyallahu anh), Rum kilisesi
sokağının bitişinde, çukurda, Abdullah el-Hayri (radıyallahu anh), Meydancık
Camii adı ile bilinen Koca Kasım Mescidi’nin mihrabı’nın güneyinde Cafer b.
Abdullah el-Ensari, bu camiin karşısında Hasan Ağa yokuşu diye anılan yerde
Tabiinden Hasan ve Hüseyin adındaki iki kardeşin kabirleri vardır. Bir yerde
iki kişi defn olunmuşsa, kabirleri ziyaret edilirken şu şekilde selâm verir:
"Ey Hasan, ey Hüseyin esenlik üzerinize olsun! Allah ikisinden
de razı olsun! İkinizin yerini cennet kılsın, Allah'ın esenliği rahmeti ve
bereketi üzerinize olsun."
Kariye'deki Eski Mabed'de Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh), Cin Ali
Çeşmede ki Valide Sultan Camii dışında Ebu Zerr Gıffari, ve de isimleri
bilinmeyen sahabilerin (radıyallahu anh) kabirleri vardır. Onlar ziyaret
edildiğinde şu şekilde duâ edilir:
"Esenlik sizin üzerinize olsun ey Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi
ve sellem]’ın dostları. Esenlik üzerinize olsun ey Hidayet yıldızları. Allah
sizlerden razı olsun. Mekânınızı cennet kılsın. Allah'ın esenliği, rahmeti ve
bereketi üzerinize olsun."
İbrahim Dede mahallesindeki batmış kapıda Ebu Şeyb elHudri (radıyallahu
anh) ve Hamdullah el-Ensari, Salmatomruk’ta, Sultan Hamamı Gülhanı içinde,
Hüssam b. Abdullah (radıyallahu anh), Koca Mustafapaşa da Sünbül Sinan içinde,
Zincirli Servi civarındaki Yüksek Şebeke içinde Fatımatu'z-Zehra (radıyallahu
anha)’nın kalbinin meyvesi Hüseyin (radıyallahu anh) efendimizin mübarek makamı
gibi mübarek yerler ziyaret edildiğinde şu duâ okunmalıdır:
"Allah’ım şüphe
yok ki bende bu yere geleceğim. Sana
otan ahdim ve misakım, bugünden kıyamet gününe kadar ha= listir. Allah'tan
başka ilâh olmadığına şehadet ederim ve yine şehadet ederim ki Muhammed
senin kulun ve elçindir."
Galata Kurşunlu Mağaza civarında Yeraltı camii diye bilinen camiide Amr
b. As, Vehab b. Huşeyre, Sufya b. Uteybe (radıyallahu anh)’ın kabirleri,
Tersanedeki Yeni Havuzun arkasında bulunan Kavgir Kubbe de isimleri bilinmeyen
sahabenin, Ayartmadaki ismi bilinmeyen sahabeler, Zindan Kapısında Cafer
(radıyallahu anh), Mevlevihane kapısının dışında velilerden Merkez Efendi'nin
kabirleri vardır. Bunlar gibi mübarek zatların kabirleri ziyaret edildiğinde
şu şekilde duâ etmek gerekir:
"Esenlik üzerine olsun İslâm yolunun şeyhi, esenlik üzerine olsun
ey hakikat güneşi, ey bilginin müjdecisi esenlik şeninde üzerine olsun. Bereket
ve feyzinizle bizleri ve atalarımı» zı bunlarla aydınlattınız. Allah mekânınızı
cennet kılsın, Allah’ın esenliği, rahmeti ve bereketi üzerine olsun"
İskenderiye de, İskender Zülkarneyn, Lokman Hekim ve Danyal
(aleyhisselam)'ın kabirleri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerine
olsun ey Zülkarneyn, ey Allah'ın paygamberi,
Allah bizi bu dünyada inayetinize, ahirette şefaatinize
eriştirerek sevindirsin, Peygamberimize salât olsun, sana da salât olsun vede
bütün peygamberlere olsun, âlemlerin Rabbi
olan Allah'a hamd olsun."
Ashab-ı kiram’dan Abdu'r-Rezzak (radıyallahu anh)’ın Tersane yakınında ki
Hayalet Camii’de Seyyid Abdullah el-Magribi'nin, Şazeliyye tarikatının önde
gelenlerinden Ebu Abbas Aziz'in, Kafiye yazarı İbn Hacib'in, Muhammed el-Busri,
kendisi kaside-i bürde'nin yazarıdır, muhaddislerden İbn Ebi Lebban ve İbn Ebi
Şame (radıyallahu anh) kabirleri ziyaret edilmelidir.
Mısır-Kahire'de, Hüseyin Camiinde tutulan, Şehid-i Kerbela Aliyyul
Mürteza’nın kalbinin meyvesi, dedesi Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in
nuru olan İmam Hüseyin'in mübarek başları ziyaret edilmeli ve şu şekilde selâm
verilmelidir:
"Esenlik üzerine olsun, Aliyu'l-Mürteza'nın oğlu esenlik üzerine
olsun Fatımatu'z-Zehra’nın oğlu, esenlik üzerine olsun Muhammed (sallallahu
aleyhi vesellem)’in torunu Hüseyin. Allah senden razı olsun. Mekânını cennet
kılsın, Allah'ın esenliği, rahmet ve bereketi üzerine olsun."
Girasu'l-Cennet ismiyle bilinen, Cuş adındaki dağda şafii mezhebinin
sahibi, Muhammed b. İdris eş-Şafii (radıyallahu anh)’nin kabri ziyaret
edildiğinde şu şekilde selâm vermelidir:
"Esenlik üzerine olsun ey Muhammed b. İdris eş-Şafii, esenlik
üzerine olsun. Mezhebin imamı, ilminin bereketinden Allah bize de versin.
Mekânını cennet kılsın. Allah’ın esenliği, rahmeti ve bereketi üzerinize
olsun!"
Bu kabrin yakınlarında Ebu'l-Leys (radıyallahu anhj’ın yine adı geçen
dağda Sır Baba hazretlerinin, kendi inşaa ettiği mağara içerisindeki kabir,
Kale'de Sahabe-i kiram’dan Serriyetu'l-Cebel (radıyallahu anh), yine Kale'ye
bitişik,;Yusuf (aleyhisselam)’un hapsedildiği yer bulunmaktadır. Hz. Hasan'ın
kızı Nefise'nin kabri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilir:
“Esenlik üzerine olsun ey Seyyidemiz Nefise, Ali'nin oğlu Hasan'ın
kızı olan senin üzerine selâm olsun. Esenlik senin üzerine olsun ey Fatıma'nın
torunu. Allah mekânını cennet kılsın. Allah’ın esenliği rahmeti ve bereketi
üzerine olsun.”
Fatıma annemizin kerimeleri Zeyneb (radıyallahu anha)'in kabri ziyaret
olunduğunda şu şekilde selâm verilmelidir.
"Esenlik üzerine olsun ey Ali'nin kızı Zeyneb, esenlik üzerine
olsun ey kadınların efendisi, esenlik üzerine olsun Muhammed'in torunu. Allah
senden razı olsun!"
İmam Hüseyin'in kerimeleri Sekine validemizin kabri ziyaretedildiğinde şu
şekilde selâm verilmelidir.
"Esenlik senin üzerine olsun ey seyyidemiz sekine, esenlik
üzerine olsun seyyidemiz Hüseyi’nin kızı. Esenlik üzerine olsun Ali’nin
torunu."
Ali (radiyallahu anh)’nin kerimeleri Rukiye validemizin kabri ziyaret
edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir.
"Esenlik üzerine olsun ey Seyyidemiz Rukiye, Esenlik üzerine
olsun ey Ali’nin kızı."
Hz. Ebubekir (radiyallahu anh)’ın mahdumları Muhammed Hanefi'nin kabri
ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerine olsun ey seyyidimiz Muhammed b. Ebu Bekr
es-Sıddık (radiyallahu anh)"
Cafer-i Sadık (radiyallahu anh)’ın mahdumu Muhammed Ma'sum'un kabri
ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerinize olsun Muhammed b. Cafer es-Sadık"
Cemeliyye de ki Hz. Musa (aleyhisselam)’ın kabri de ziyaret edilmesi
gereken yerlerdendir. Cidde’ye girildiğinde insanların annesi (ümmül beşer)
Havva annemize mutluluklarını artırmak için şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerine olsun ey Annemiz ve Seyyidemiz Havva! Allah bize
sizin şefaatinizi nasip eylesin ve sizden razı olsun!"
Şeyh Ahmed hazretlerinden rivayet edilir;
"Hindistan’da, Hristiyanların elinde esir olan ve zincire vurulan
bir kişij kurtulmak için bir çare bulamadı. En sonunda Şeyh Ahmed'e teveccüh
edip onu Allah'a vesile kılarak duâ etti. Dua biter bitmez kendisini Cidde'de
şeyhin kabri yanında
bulur.
O zincirler hâlen o kabirdedir. "
Şeyh Ebu Sedir adıyla bilinen bir şeyhin birçok kerametinden
birisi de şudur:
"Hacc yapma isteği ile bir grup insan hazırlanıp gitmek üzereyken,
geminin kaptanına, bu zat gelip ne kadar dil döktüyse de kaptan onu kabul
etmez. Bu sefer bu zat bir sedirin üzerine oturup şöyle der;
"Ey
Sedir, beni Cidde’ye götür. Bunu der demez kendini Cidde'de bulur.
Kale burcunda, Amiri kabilesine mensup, Kays b. el Mulavaha, ki mecnun
adıyla meşhurdur, kabrinde halen aşkı görülür. Kalenin dışında sevgilisi
Leyla’nın kabri vardır. Bunlarda ziyaret edilmelidir.
Şam-ı Ma.hmud adı verilen yere gelindiğinde İbrahim b. Ethem
hazretlerinin oğlu Şah Mahmud’un kabri oradaki mescidin içindedir. Burası da
ziyaret edilmesi gereken yerlerdendir.
Mekke de Anlil çarşısı olarak bilinen yerde Beni Haşim mahallesinde
Abdulmuttalib’in evi vardır. Bu evde kâinatın efendisi Muhammed (sallallahu
aleyhi vesellem) dünyaya gelmiştir. Bu evde Peygamberimizin ilk secdeye kapanıp
"ümmetim" diye ağladığı yer ziyaret edilirken:
"Allah’ım bu yer, seyyidimiz, nebi Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi
ve sellem]’ın doğduğu yerdir. Allah’ım bize onu bu dünyada ziyaret etmeyi
nasip ettiğin gibi ahiretteki şefaatinden de bizi mahrum etme. Bizi
onunla birlikte haşrolunacak kimselerle sancağın altında haşreyle, bize
onun havuzundan içir, şüphesiz ki senin gücün her şeye yeter.”
Ondan sonra Ebu Talib’in evi olan Aliyyül Mürteza hazretlerinin dünyaya
geldikleri geldikleri evin içinde orası ziyaret edildiğinde şu şekilde duâ
edilir. ■
"Allah’ım burası seyidimiz Ali (radıyallahu anh) nm doğduğu
yerdir Ahdimde bugünden kıyamet gününe kadar ha.is olarak duracağım.
Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi
olduğuna şehadet ederim."
Ardından müminlerin annesi, cennet kadınlarının efendisi, Haticetül-Kübra
validemizin evi gelir. Resulullah orada ikâmet etmiştir. Üç odası vardır.
Sağ tarafında bulunan oda da, Fatıma (radıyallahu anha)’nın bir el
değirmeni vardır, üzerinde bulunan delikler mübarek göz yaşlarının eseridir
diye rivayet edilmiştir. Mekke de, Kâbe'den sonra o evden efdal bir yer yoktur.
Orası ziyaret edildiğinde şu duâ okunmalıdır.
"Allah’ım, burası Hatîcetül Kübra nın ve efendimiz Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın evidir. Bugünden kıyamete kadar ahdimde
halis olarak duracağım. Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in onun
kulu ve elçisi olduğuna şehadet ederim."
Hacer sokağı olarak isimlendirilmiş sokakta, Resulullah (sallallahu
aleyhi veselfem)’la konuşmuş olan taş -ona konuşan taş adı verilmiştirvardır. O
taşın üzerinde şu yazılıdır. "Ben her zaman insanların en
hayırlısına selâm veren bir taşım! Ne mutlu bana! Ondan birçok özellik
aldım!" adı geçen yere yakın, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] efendimizin dayandığı taş vardır. Safa dağının eteğinde Darul Erkam ismiyle
meşhur olan mübarek ev vardır. İslâm’ın doğduğu ilk zamanlarda efendimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) otuz dokuz sahabesi ile gizlenerek ibadet ederken.
"Allah’ım!
İslâmî ya Ömer b. Hattab’la yada Ebu Cehil ile güçlendir" diye duâ
ederdi.
Bu duânın üzerine Ömer b. Hattab Müslüman olmuş ve kırk kişiye
ulaşılmıştır. Ondan sonra da Kâbe haraminde namaz kılınmıştır.
"Ey Nebi! Sana da, sana tâbi olan müminlere de Allah yeter"
(Enfal sûresi-64) âyeti nazil olmuştur. Ayrıca burada Ayın yarılması (şakkı
kamer) mucizesi gerçekleşmiş ve de İbrahim (aleyhisselam)’in Kâbe’yi inşa
edince çağrısını buradan yapmıştır. Bu dağın bir diğer özelliği de, başı
ağrıyan birisi burada kızartılmış bir koyun başını yerse bir daha başı ağrımaz.
Babu’l-Veda da Ebu Talib’in kızı Fahite'nin evi vardır. Ümmühani
adıyla meşhurdur. Peygamber efendimizin Mirac'ı bu evde gerçekleşmiştir.
Ebu Bekr es-Sıddık (radıyallahu anh)’ın dükkanı ve Mesfele yakınındaki
evi, ayrıca onun civarındaki şehit Hamza (radıyallahu anh)’nın mübarek evi ve
Osman b. Mezu'n (radıyallahu anh)’un kuyusu -ki güzel bir suyu vardır, halen
oradan su alıp gusül alanlar vardırziyaret edilmesi gerekenler yerlerdendir.
Haccun isimli kabristan halen Cennetu'l-Mualla adıyla meşhurdur.
Mekke'de büyük bir kabristandır. Bu kabristanı ziyaret etmek istediğimizde
kabir ziyareti âdâbına riayet ederek gitmek gerekir. Buraya giderken Mescidi'l-Cin
adındaki mescide -ki Peygamberimiz o mescitte cinlere dini konular ve
İslâm’ın hükümlerini öğrettiuğramalıdır.
Kabristana girdiğinde, Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj’ın annesi
Amme bmti Veheb annemizin (radıyallahu anha) kabri ziyaret edilirse şu şekilde
selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerine
olsun ey seyyidemiz, Amine binli
Veheb, esenlik üzerine olsun ey efendimiz Muhammed (sallallahu aleyhi
vesellem)5in annesi, Allah senden razı olsun?"
Ve de yanındaki Müminlerin Annesi Hatîcetül-Kübra’nın kabri ziyaret
edildiğinde şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esenlik üzerine olsun ey seyyidemiz Hatice, esenlik üzerine
olsun ey Fatıma’nın annesi, esenlik üzerine olsun ey Resulümüzün hammı,
esenlik üzerine olsun ey kadmlann efendisi, Allah senden razı olsun!"
Bu kabrin yanında Abdullah b. ez-Zubeyr (radıyallahu anh)’in -ki Haccac-ı
Zalim onu şehit etmiştirkabri ve onun etrafında ise isimleri bilinmeyen birçok
mübarek kişi vardır.
Hira dağs’nda Peygamberin ibadetgâhı olan bir mağara vardır. Şu an onun
adı CebeM Nur diye meşhurdur. Şakkı Sadr’ın gerçekleştiği ve İkra
suresi’nin indiği yerdir. Bunlar ziyaret edildikten sonra Mina'ya gitmek
gerekir.
Mina’ya giderken yolun sol tarafında MescicM Biat vardır. Hicretten önce
Ensar o mescitte Peygamberimize biat etmişlerdir. Burası da ziyaret
edilmelidir.
Minaya girince Mescidi Hayf'da ziyaret edilmelidir. Ortasında Haye-i
Resulullah denilen yer vardır. Bir kubbe ile burası belli edilmiştir. Bu
mescitte yetmiş peygamberin namaz kıldıktan rivayet edilmiştir.
Arafat’a giderken yolun sol tarafında, Hz. İsmail’in fidyesi olarak inen kurbanın
yeri vardır. Oraya Mescidu'l-Kebiş denir. Bu yerde Halilullah'ın bıçakla ikiye
ayırdığı taş ziyaret edilmelidir. Yine
aynı yerde Feth mağarası diye bir mağara vardır. Peygamberimiz, peygamber olmadan
önce orada ibadet ederdi. Ayrıca Aişe
(radıyallahu anha) validemizin burada itikâfa girdikleri rivayet edilir. O yerde halen Sahra-ı
Aişe adıyla meşhur bir taş vardır.
Mescid-i hayta yakın bir yer olan, Mürselat suresi’nin indiği dağ vardır.
Bu mübarek makamda Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in mübarek
başının izleri halen vardır. Hacılar başlarını o mahale koyup Peygamberimizden
şefaat isterler. Bir kimsenin başı oraya dokunsa, kâinatın efendisinin
vücuduna dokunmuş gibi olduğundan o kimseye cehennem ateşinin isabet etmeyeceği
anlatılmıştır.
Kevser sûresi de burada inmiştir. Surenin indiği yere Mescidi Kevser ismi
verilmiştir. Peygamberimiz Veda haccında kendi eliyle burada altmış deve
kurban etmiştir. Yüze kadar olan kısmını da Ali (radıyallahu anh)
tamamlamıştır.
Cebel dağı olarak bilinen yer vardır. Orada Efendimiz (sallallahu
aleyhi vesellem) hicret ederken mağara arkadaşı Ebubekir (radıyallahu anh) ile
birlikte saklandığı mağara vardır. Burada üç gece kalmışlardır. Örümcekler ağı
ve güvercinlerde yumurtasını oraya yapmışlardır. Bu mağaranın iki kapısı
vardır. Birisi çok dardır ve Peygamberimiz Ebu Bekir ile bu kapıdan girmiştir.
Peygamberimizin mübarek vücutları o kapıya değdiği için burası ziyaret edildiğinde
o kapıdan geçmek gerekir. Bu mağaranın bir kapısı daha vardır ve orası oldukça
geniştir. O kapıyı Cebrail açmıştır diye rivayet edilir. Mağara-ı şerifin
özelliğidir: Kim buraya girerse bütün elem ve sıkıntıları geçer. Çünkü hakkında
şöyle duyurulmuştur:
"Üzülme!
Şüphesiz Allah bizimledir." (Tevbe suresi-40)
Hz. Enes'ten rivayet edilir ki; Musa (aleyhisselam)’nın: "Rabbim!
Bana kendini göster, sana bakayım." isteği üzerine Allah o yerde
bulunan dağa görünmüş ve o dağ "Rabbin dağa göründüğü an onu
paramparça etti!" ayetinde beyan olduğu gibi paramparça oldu. O dağın
üç parçası Mekke'ye düştü, birisi Hira dağı, birisi Mina'daki Sibir
dağı, diğeri Cebel-i Sevr oldu. Bu dağın üç parçası da Mediye
düştü, biri Uhud dağı, birisi Verka dağı, diğeri Tur dağı
oldu."
Medine’ye giderken, Umre-i Cedide'yi geçip müminlerin annesi Hz. Meymune
(radıyallahu anha)’nin kabri şerifleri ziyaret edildiğinde şu şekilde selâm
verilmelidir.
"EsenHk senin üzerine olsun Ey seyyîdemiz, ey Meymune, eserdik
üzerine olsun ey müminlerin annesi, esenlik üzerine olsun ey Peygamberimizin
hanımı, Allah senden razı olsun”
Sonra Atfan adındaki yerde Bir-i Nefl adıyla bilinen su kuyusu
ziyaret edilip ondan su içilmelidir. Çünkü Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem)’in şekerden lezzetli tükürüklerinin o kuyuya düştüğü rivayet edilir.
Bedir isimli mübarek yere gidilmelidir, orada nice ayet ve güzel eserler
vardır. İslâm’ın ilk zaferi burada elde edilmiştir. Gece olduğunda Ayın Bedri
(on dördü) gibi rüya görülür.
Resulullah'ın ashabına yardım için gökten inen asker meleklerin, insan
kılığındaki şekilleri orada geceleri görülür. Ashab-ı kiram efendilerimizin
merkez kabul ettikleri dağın -ki ona Kur’ân’da Udvetud-Dünya denilmiştirhalkına
Dağ Halkı denir.
O dağın kumları su gibi akar, fakat dağın sınırlarını geçmezler. O
dağdan bazı günlerde davul sesi gibi ses duyulur. Resuluîlah (sallallahu aleyhi
vesellem)’ın ashabına Allah yardım ettiği sırada kalplerine azim ve cesaret
gelsin diye Allah tarafından çıkarıldığı söylenen sesle bu aynıdır.
Özellikle bazı insanlar zahmet çekip dağın zirvesine çıkarlar ve oradaki
ebedî kalıcı izleri görürler. Sonra aşağıya kayarak inerler ve o sırada müthiş
sesler duyulur.
Bu dağın eteklerinde Ashab'ın yaralananlarının yeri ve de müşavere
yaptıkları yer taşlarla çevrilmiş ve yerleri belli edilmiştir.
Mısır Mahmeli her yıl bu dağa geldiğinde bir deve kurban edermiş. Nasıl olduysa
unutmuşlar ve bu dağın yanından geçerken
kervandan bir deve ayrılıp tek başına kaçmış ve bu dağın hizasına geldiğinde
oraya oturmuş. Kurban edilene kadar da böylece kalmış.
Aciz olan ben, kendi gözlerimle o yeri gördüm, savaş yapılan yer buraya
oldukça uzaktır. Udvetu'l-Kusva'ya yakındır. Bedir şehitleri o
yerdedir. Orada Cami kubbesi gibi bir yer vardır. Orada Peygamber efendimiz
(sallallahu aleyhi vesellem)'in oturdukları sandalye şeklindeki taş vardır.
Buranın da ziyaret edilmesi gerekir. Şu şekilde selâm vermesi gerekir:
"Esselamu aleyküm ya Şuada! Esselamu aleyküm ya nüceba! Esselamu
aleyküm ya şüheda! Esselamu aleyküm ya men gıyle fi şanihim."
Safa’da, Ebu Zerr Gıffari (radıyallahu anh) hazretlerinin kabri,
Hamra da Ebu Ubeyde b. el-Cerrah (radıyallahu anh)ın kabri vardır.
Ravuha adındaki yere yakın bir dağın eteklerinde Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) ile konuşan bir geyiğin yeri vardır. Bu geyiğin
kıssası meşhurdur. Halen orası Mescid’ül-Gazel adıyla meşhurdur.
Medine’ye gelindiğinde, güzel bir temizlik ile salâvat şerife getirerek,
ilk olarak Harem-i Nebeviyye'yi ziyaret etmek gerekir. Babu's-Selâm'a
geldiğinde burayı kastederek şöyle der:
"Allah’ım sen iyisin ve iyilik şendendir. Ve iyilik sana döner.
Bizi iyilikle yaratan Rabbimiz, seni hamd ile yüceltiriz. Ey Celâl ve ikram
sahibi Rabbim, günahlarımı bağışla, rahmetinin kapılarını bana aç, merhamet
edenlerin en merhametlisi Allah’ım beni doğru bir giriş ile girdir ve doğru
bir çıkış ile çıkar. De ki; Hak geldi batıl zail oldu."
Sonra Ravza-i Mutahhara’ya gidilmelidir. Hücre-i saadet ile
minberin arasında bulunan yer ziyaret edilmelidir.
Benimle minberimin arası cennet bahçelerinden bir bahçedır" buyurulmuştur.
Ravza-i mutahhara da tahiyyetül mescid namazı kılıp ardından şu şekilde duâ
edilmelidir:
"Allah’ım
bu
ravza senin Nebin Muhammed için şerefli kıldığın ikram ettiğin
yerdir. Bize bu dünyada onu ziyaret etmeyi nasıp eyledin. Ahirette
de onun şefaatini bizden esirgeme!"
Bu mübarek yerde Medine halkına bir miktar sadaka verilir.
"Ey iman edenler! Peygamberden gizlice bir şey isteyeceğiniz
zaman5 gizli konuşmadan önce sadaka verin." (Mücadele
suresi-12) Ayetini bu konuya delil gösterip sadaka verilmelidir. Fakat
mescitlerin içierisinde sadaka vermenin doğru olmadığı konusunda hadisler
vardır. Bunlar dilenciler yani sadaka isteyenler hakkındadır. Bu sadaka karşı
tarafın istemesiyle verilen sadaka değildir. Kendisinden sadaka istenmeden
verilen sadakanın ibadet olacağı aşikârdır.
Son olarak e! bağlayıp en üstün âdâb ve huşû ile huzuru saadete gelip
şu şekilde selâm vermelidir.
"Esselatu vesselâmu aleyke ya eyyuhen nebiyyus seyyh dul kerimu
ver resulul-azim verraufurrahim,
Esselatu vesselâmu aleyke ya rasulullah.
Esselatu vesselâmu aleyke ya nebiyallah.
Esselatu vesselâmu aleyke ya habiballah,
Esselatu vesselâmu aleyke ya hayre halkillahD
Esselatu vesselâmu aleyke ya nure arşîîlah.
Esselatu vesselâmu aleyke ya emine vahyilîah.
Esselatu vesselâmu alâ men kalallahu teâlâ fi hakkihi ve lev ennehum
iz zalemu enfusehum ca’uke festağfirullahe vestağfire lehumur resulu
levecedullahe tevvaben rahimen. Veha ene Ya seyyidi ya resulullah,
Kadci'tuke hariben min zenbi ve mustağfiren min hatieti ve musteşfian
bike ila Rabbi feşfeğ lena ya şefial ümmeti ve ecirni ya nebiyyer rahmeti ve ya
siracez zulmeti ve ya kaşifel gummeti.
Ya seyyidi ya Rasulullahi ataynake zairine ve kasadnake ragıbine ve
min zunubina mustağfirine ve şefaateke talibine ve muhabbeteke arifine ve bi
dinike mustemsikine ve bibabike vakıfine ve bike ilellah musteşfine la
teruddena hasbine ve lâ an şefaatike mahrumine ve lâ an babike matrudine
Ya seyyidi ya Rasulullahi eselukel şefaate lena ve livalideyne vel
müminine ve ente sahibuş şefaati vel vesileti ved derecetir rafiati vel makamil
mahmudi vel havzıl mevrudi vel livail mağkudi veş şefaatil uzma yevmel meşhudi
ya hayra men dufine fit turbi ağzemuhu ve tabe min tibihinnelkau vel ekemu
nefsi fidaun lî kabrin ente sakinuhu fi hil ifafu ve fihil cudu vel keremu
entel habibullezi turca şefaatuke indessırati iza ma zellet il kademu.
Esselâmu aleyke ya seyyidul evveline vel ahirine ve alâ alike ve
eshabike ecmain. Ya eyyuhen nebiyyul kerimu ve rahmetullahi ve berakatuh.”
Sonra Ebu Bekir efendimize selâm veririz:
"Esselâmu aleyke ya emirel müminin ya seyyidena Ebu Bekrin
es-sıddık, Esselâmu aleyke ya ibni ebi Kuhafete. Esselâmu aleyke ya evvelun
hulefai. Esselâmu aleyke ya sahibe Rasulullahi. Esselâmu aleyke ya munisehu
fiddari ve sahibehu filğari ve refikahu fi mecmail esfari. Esselâmu aleyke ya
men enfaka cemia malihi fi hubbillahi ve hubbi resuluhi hatta tehallele bil
abai radiallahu anhi"
Sonra Hz. Ömer'e:
"Esselâmu aleyke ya emirel müminin ya Ömer, Esselâmu aleyke ya
ibnil hattab. Esselâmu aleyke ya helifel mihrabi.. Esselâmu aleyke ya natiken
bil hakki vessevabi. Esselâmu aleyke ya saniyel hulefai.. Esselâmu aleyke ya
men kile fi şanihi lev kâne badi nebiyyun le kane Ömer. Esselâmu aleyke ya men
ezharel İslâme ve keserel-esname. Esselâmu aleyke ya Ebed duafai vel eramili
vel eytami Esselâmu aleyke ya izzel müslimin ve tacel mü’mine ve kehf-el
muhibine ve nizamel erbaine radıyallahu anh.”
Ardından Cebrail (aleyhisselam)’in penceresinin yanına gelip meleklere şu
şekilde selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Cibril. Esselâmu aleyke ya
seyyidena ya İsrafil. Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Mikail. Esselâmu aleyke
ya seyyidena ya Azrail. Esselâmu aleykum ya melaiketellahi’l-mukarrebin min
ehli’s-semavati ve aradine. Rabbena innena semina munadiyyen yunadi lil imani
en aminu bi Rabbiküm fe amenna Rabbena fağfirlena zunubena ve keffir anna
seyyiatina ve teveffena ma’al ebrar. Rabbena ve atina ma va’adtena ala rusulike
ve la tuhzina yevmel kıyameti inneke la tuhliful miade. Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi ve berekatuhu."
Fatıma (radıyallahu anha)’yı ziyaret edip şu şekilde selâm verilmelidir:
“Esselâmu aleyki ya seyyidetina ya Fatımatez ZehraEsselâmu aleyki ya
binle Habibullah. Esselâmu aleyki ya binte habibiliah.
Esselâmu aleyki ya binte nebiyellah. Esselâmu aleyki ya seyyideten nisai.
Esselâmu aleyki ya ceddeteş şurefai. Esselâmu aleyki ya zevcete emiril müminin
aliyyul murteza. Esselâmu
aleyki ya ummel hasani ve hüseyni esseydeyni'ş-şehideynFs-saideyni seyyide
şubbani. Ehlil cenneti ve kurretey a’yuni ehlîssünneti radıyallahu anh ve
erdaki.”
Sonra kıbleye dönüp şu şekilde duâ edilir:
"Allahümme bi cahi Muhammedin ve âli Muhammedin ve enterrabbul
mahmudi ve bi cahi Ebi bekrin ve Ömere ve Osmane ve AliyyEnte’z-zatu’l-ala ve
bi cahi Fatımate’z-zehra ve ente fatıru’s-semavati vel-ard vel ardine ve bi
cahi İsmaile ve ente semiu’d-dua’i ve bi cahi Cibrile ve ente
cabiru’l-kulubHmütekessireti. İsma’ duana vecbır kulubena vagfir zunubena
vestur uyubena ve ferric kurubena ve tekabbel ziyaretena ve âmin havfena ve
hevvin aleyna külle hevlin ve sehhil aleyna külle asirin inneke alâ külli şeyin
kadîr/’
Sonra Müvacehe'ye gelip şu duâ okunur:
"İnnallahe ve melâiketehu yusallune alen nebiyyL Ya eyyuhellezine
amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima. Alîahümme inne es’eluke ve etevesselu
ileyke bi cahi nebiyyike ve habibike Muhammedin sallallahu aleyhi ve selleme.
En terzukani imanen kamilen yubaşiri kalbi ve nasiben sadikan hatta a’lemu
ennehu la yusibuni illa ma ketebte li ve kıden bimakasemte li ve es’eluke ilmen
nafian ve rızkan vasian ve helâlen tayyiben ve kalben haşien ve bedenen sabıren
ve lisanen zakiren ve amelen makbulen ve veleden salihan ve tevbeten nasuhan ve
ticareten len tebure ya nuren-nuri ya âlime ma fis-suduri ve ehricni ve
valîdeyye minez-zulumati îlen-nuri ente veliyyi fid dünya vel âhireti teveffeni
müslimen ve elhikni bissalihin ya ilâhel-âlemin. Ya hayren-nasırin. Ve
sallallahu alâ seyydina Muhammedin
ve alâ âlihi vesahbihi ves sellerm"
Sonra Ravza-ı Mutahhara’ya gelip, hücre-i saâdete yakın üstüvane-i nasuh
ve üstüvane-i ebi Lubabe olarak isimlendirilmiş yerin yanında -Resulullah’ın
mübarek başları bu tarafa düşerbu duâyı okumalıdır.
"Allahümme lâ teda lena fi makamına haza zenben illa gafertehu.
Ve lâ hemmen illa ferectehu. Ve lâ sailen illâ ateytehu. Velâ meridin şefeyteh.
Ve lâ deynen illa eddeytehu. Ve lâ aduvven, illa hazeltehu. Ve lâ tıflen, illa
Rabbeytehu. Ve lâ musafiren illa reddeyteh. Ve lâ fakiren illa agneytehu. Ve lâ
haceten min havaici'd-dünya leke fiha rıden ve lena fiha salâhun illa kadeyteha
ya Rabbel-âlemine vagfir li zunubi fe innehu la yagfiru'z-zunube illa ente ve
sallallahu ala seyyidena Muhammedin ve alihi ve sahbihi ecmaine ve selleme
teslimen."
Sonra Cennetuül-Baki’ye gidip kapıdan içeri girdiğinde bütün kabristan
toplu bir selâm verip ardından Emirul müminin Osman b. Affan’ın kabrini ziyaret
edip şu şekilde selâm vermek gerekir:
“Esseîâmu aleyke ya seyyidene ya emirel müminin Osman ibn Affan,
Esseîâmu aleyke ya salisel hulefai.. Esseîâmu aleyke ya sihre Rasulullah.
Esseîâmu aleyke ya camiel Kur’ân. Esseîâmu aleyke ya men istehad minhu melaike
tur-rahman. Esseîâmu aleyke ya men nevverel mihrabe bi imametihi ve zeyyenel
kurâne bi tilavetihi. Esseîâmu aleyke ya siracallahi fi cennetihi radiallahu
anh."
Sonra Aliyyül Mürteza hazretlerinin validesi Fatıma b. Esede şu şekilde
selâm verilir:
"Esseîâmu aleyki ya Fatıma binte esed. Esseîâmu aleyki ya ümme
Aliyyil mürteza. Esseîâmu aleyki ya men keffenehennebiyyu sallallahu aleyhi ve
selleme bi kamisihi ve elhade ha bi yeminihi radiyallahu anh"
Sonra meşhur sahabilerden Ebu Said el-Hudri (radiyallahu anh) ziyaret
edilir ve şu şekilde selâm verilir:
"Esseîâmu aleyke ya Eba Saidil Hudri. Esseîâmu aleyke ya
raviyel-hadisi an Resulillahi sallallahu aleyhi ve selleme, e’adeilahu
teâlâ aleyna min bereketike ve bereketi ulumike ve ala validena ve alel müslimine
fid-dünya vel âhirete radiallahu anh/’
Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’in süt annesi Halime
(radıyallahu anha) validemizin kabri ziyaret edilir ve şu şekilde selâm
verilir:
"Esselâmu aleyki ya Halimetes-sadiye, Esselâmu aleyki ya murdi-aten-Nebiyyi
sallallahu aleyhi ve selleme Radiyallahu anh.."
Sonra geri kalan şehitler için umûmen selâm verilir ve ardından
Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in oğlu İbrahim’e selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya İbrahimEsselâmu aieyke ya İbni
ResuSiliah! Esselâmu aleyke ya İbni Habiballah! radiyallahu anke ah”
Ondan sonra Kumaların şeyhi Nafi'(radiyallahu anh)’nin kabri ziyaret
edilir ve şu şekilde selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya Nafi, Esselâmu aieyke ya şeyhelkurrai.
E'adallahu aleyna ve ala validina min berektike ve berakati ulumike fid-dünya
vel âhireti radıyallahu anh/’
Sonra Malik b. Enes'e şöyle selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya Malik İbn Enes, Esselâmu aleyke ya imamel
mezhebi. E’adallahu aleyna ve ala validina min berektike ve berakati ulumike
fid-dünya vel âhireti radiyallahu anh."
Resulullah’ın amcasının oğlu, Süfyan ibnil-Haris’e şöyle selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya Süfyan ibn-el Haris Esselâmu aleyke
ya İbn ammi Resulillah sallallahu aleyhi ve sellem. Radiyallahu
anh."
Resulullah’ın eşlerinin kabirleri bir kubbe altında bulunduğu için
hepsine birden şu şekilde selâm verilir:
“Esselâmu aleykünne ya ezvace Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme
radiallahu anhünne ve erda künne ve cealel cennete menzilekünne ve
meskenekünne ve mahallekünne ve mevakünne Esselâmu aleykünne ve rahmetullahî ve
berekatuh.”
Ehli beyt kubbesi olarak bilinen yerki Resulullah'ın bütün ailesinin
orada olduğu söylenir, Fatıma (radıyallahu anhaj’da dahilziyaret edilir. Ve şu
dua okunur:
"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Abbas, Esselâmu aleyke ya ebne
Abdulmuttalib, Esselâmu aleyke ya Amme rasulullah, Esselâmu aleyke ya seyyidena
ya imamu Hasan, Esselâmu aleyke ya İbnel mürteza, Esselâmu aleyke ya hafide
Resulullah, Esselâmu aleyke ya imamu Zeynel-Abidin, Esselâmu aleyke ya
seyyidena ya imamu Muhammedul el-Bakir. Esselâmu aleyke ya imamu
Caferu's-sadık, Esselâmu aleykum ya ehli beytin nübüvveti ve madenir-risaleti
radiyallahu anhüm ve erdaküm ve cealel-cennete menzileküm ve meskeneküm ve
mahalleküm ve mevaküm Esselâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berakatuh."
Sonra Malik ibn Sinan(radıyallahu anh)’a şu şekilde selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya hamili lîvai Resulullah sallallahu aleyhi
ves-selleme radiyallahu anh."
Sonra Resulullah'ın babası Abdullah (radıyallahu anhj’ın kabirlerine şu
şekilde selâm verilir:
"Esselâmu aleyke ya seyyidena ya Abdullah, Esselâmu aleyke ya
ebne Abdulmuttalib, Esselâmu aleyke ya valide Resulullahi sallallahu aleyhi ve
selleme radiyallahu anh."
Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın dişi devesi ve ziyafet
sofrasının bulunduğı yer ziyaret edilmeli ve şu şekilde selâm verilmelidir:
"Allahümme innehazel makame maidetu ve musalla seyyidena
Resulullahi sallallahu aleyhi ve sellem. Ailahümme ın= ni evdatu fi hazel-makami ahdi
ve misaki mîn yevmi haza
ila yevmil-ksyamete halisen muhilsen eşhedü en lâ ilahe illâllahu ve eşhedü erine
Muhammeden abduhu ve Resulüh/3
Sonra buradaki Mescidü'Hcabe ziyaret olunduğunda şu şekilde selâm
verilir:
"Ailahümme înnehazel mescidü’hîcabe ve musalla seyyidena
Resulullahi sallallahu aleyhi ve selleme inni evdatu fi hazel-makami ahdi ve
misaki mîn yevmi haza ila yevrmhhyamete hahsen muhilsen eşhedü en lâ ilahe
illâllahu ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve Resulüh."
Sonra Uhud dağına doğru gitmeli, orada şehitlerin efendisi Hamza
(radiyallahu anh)’yı ve diğer şehitleri ziyaret edip şu şekilde selâm
vermelidir:
"Esselâmu aleyke ya Hamza, Esselâmu aleyke ya ibn-i
Abdilmuttalib, Ya Amme Resulullahi Esselâmu aleyke ya seyyidul şüheda, Esselâmu
aleyke ya seyyidena ya Abdullah îbn Cahş, Esselâmu aleyke ya Mus’ab! ibn Umeyr,
Esselâmu aleyke ya Şemmuz İbne Osman! Radiyallahu anh/5
Ardından bütün şehitlere şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esselâmu aleyküm ya şühedae Uhud, Esselâmu aleyküm ya Nuceba,
Esselâmu aleyküm ya men kalellahu fi hakkihim ve la tahseben ellezine kutilu fi
sebilillahi emvaten bel ahyaun inde Rabbihim yurzekune ferihine bima
ayatuhumullahu mîn fadlihi ve yestebşirune billezine lem yelhaku bihim mîn halfihîm ellâ havfun
aleyhim ve lâ hum yahzenun
Ardından Zekiyuddin Muhammed b. Abdullah b. Hasan b. Hüseyin b. Ali'nin kabri ziyaret
edilmeli ve şu şekilde selâm verilmelidir:
"Esselâmu aleyke
ya Zekiyyedin,
Esselâmu aleyke
ya ehle beytin-nübüvvetin radiyallahu anhüm."
Sonra, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın, Uhud’da kırılan
dişinin gömüldüğü, Kubbetü's-Sühya’ya ziyaret edildiğinde şu şekilde
selâm verilir:
"Esselâtu vesselâmu aleyke ya Resulullah. Allahümme inne haza
kubbetü's-sühya ve musalla seyyidena Resulillahi sallallahu teâlâ aleyhi ve
selleme, Allahümme kema bellegtena fid-dünya ziyaretehu felâ tahrimna fil
ahireti fadle şefaatihi vahsurna fi zümretihi ve tahte livaihi veskina min
havdihi inneke alâ külli şeyin kadirun bi rahmetike ya erhame'r-rahimin."
Sonra Kıbleteyn mescidi ziyaret edilip, Tahiyyet’ül mescid namazı
kıldıktan sonra şu şekilde dua etmelidir:
"Allahümme innehazel makame mescidu’l-kıbleteyni ve musalla
seyyidina Resulullahi sallallahu aleyhi ve selleme. Allahumme inneke külte ve
kavlukel hakku fi kitabikel-münezzeli alâ nebiyyike'l-mürseli. (Kad nera
tekallube vechike fi's-semai fe le nüvelliye'nneke kıbleten terdaha fevelli
vecheke şetre'l-mescidi'l-harami Allahümme inni evda’tu fi hazel makami ahdi ve
misaki min yevmi haza ila evda’tu fi hazel makami ahdi ve misaki min yevmi
haza ila yevmil kıyameti halise muhlesen eşhedü enlâ ilahe illallah ve eşhedü
enne muhammeden abduhu ve Resuluh.)"
Sonra, Mescid-i Ebu Bekir Sıddiki Mescidun-Nebi, Mescid-i selâm ve
Mescid-i Ali ziyaret edilmelidir. Hepsinde de Tahiyyet’ül mescid kılınmalı ve
dualar edilmelidir.
Mescid-i Küba ziyaret edilip tahiyyetul mescid namazı kılındıktan sonra
şu şekilde duâ edilmelidir:
"Allahümme inne haza mescidün üssise alet'takva min evveli yevmin
ehakku en nakume fihi, fihi ricalün yuhibbune en yetetahharü vallahu yuhibbül
mutahharin. Allahümme tahhir kulubena mine'n-nifaki ve amalena mine'r-riyai, ve
furucena minez zinai ve elsinetena minel kezibe vel gıybeti vel buhtani ve
ayunena minel hıyaneti fe inneke ta’lemu hainetel ayuni ve ma tuhfis sudûrü
İnni evdatu fi hazel makami ahdi."
Sonra, Hicret
ederken Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın devesinin çöktüğü yer,
buraya Mebreku’n-Nake denir, ile Kubbetü'l-Keşif
denilen yer ziyaret edilmelidir. Ardından Mescidü'lMuvacehe
de tahiyyetül mescid namazı kılmalı sonra şu şekilde dua etmelidir:
Allahümme inne hazel makame mebrekun’nakati ve musaba Resuhllahi
ah. İnni evda’tu ah. Allahümme inne haza kubbetü’l-keşfi ve musaba seyyidina
resulîllahi innî evda’tu ah. Allahümme inne hazel mekame mescidül-muvaceheti ve
musalla seyyidina resuhllahi innî evda’tu ah.”
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın su içtiği on dokuz kuyudan
en ünlüleri olan İdris, Bessa, Ha’i, Bidaa, Revme, Ahen kuyuları ziyaret
edilmelidir. Bu kuyular Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın su içip
abdest ve gusül aldığı yerlerdir. Son olarak Hatem kuyusu ziyaret
edilmelidir. Bu kuyuya rivayet edildiğine göre, Resulullah yüzüğünü düşürmüş
ve kuyuda yüzüğü iade etmek için yükselmiş.
Sonra, şu an mescid olan Ebubekir ve Ali (radiyallahu anhj’ın evleri
ziyaret edilmelidir. Sonra, Beyt-i Benati Beni Neccar ki, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] hicret ederken, onu şiir okuyarak karşılayan
kızların evidir.
Medine’den ayrılırken Muvacehe-i Şerife gelip Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a şu şekilde veda etmelidir:
"Elveda, Elveda ya Resulullah, el emanü el emanü ya nebiyallah.
el firaku el firaku ya habiballah. Lâ cea’lehullahu ahirel ahdi laminke vela
min ziyaretike minel vukûfi beyne yedeyke, fi hayrın ve sıhhatin ve afiyetin ve
selâmetin inşaallahu Ci ty
ke ve zurtüke vein mittu evda’tu indeke şehadetî veemânetî vemîsâkî
min yevminâ hazâ ilâ yevmi! kıyameti vehiye şehadetu enlâ ilâhe illallahu
Muhammedun resûlüilahi Allahümme inne
hazâ abdüke ve habîbüke ve nebiyyüke ve şefî’uke ve enâ abdüke
veşşeytanu aduvvuke fein gaferteli feriha abdüke ve gazibe aduvvuke vein tua’zzibni
hezine habibüke veradiye aduvvuke veheleke abdüke veente ekremu min en yahzene
habîbüke veyerda aduvvuke. Allahümme innel-arabel-kirame in mate fîhim seyyidun
atekû alâ kabrihi veinne hazâ seyyidul a’lemîne fea’tıknî alâ kabrihi Allahümme
innî üşhidu bike ve üşhidu biresûlike vebierba’i hulefaihi ve üşhudi
bilmelaiketin nariline alâ hazihirravzatiş-şerifetil-kerimeti velakifine aleyha
ennebî eşhedu enlâ ilâhe illallahu vahdehu lâşerike lehu ve eşhedu enne
muhammeden abduhu ve resûluhu veenne küllemâ câe bihi minemrin vevahyin
vehaberi makane vema yekûnu hakkun lâ kezibe fîhi velâ iftirâe veinnî mukirrun
leke yâ İlahî bicinayetî ve ma’siyyeti fağfirli vemnun aleyye billezî menente
bihi alâ evliyâike feinneke entelmennanul-gafûrur-rahimü. Bi rahmetike yâ
erhamer râhimîne vesâlamun alelmürselîne vel hamdulillahi rabbilâ’lemîn"
Medine’yi ziyaret etmenin sevabı ve ecri çoktur.
Bunlardan burada ancak birkaçı anlatılmaktadır. Medine vahyin geldiği,
Peygamberimizin hicret ettiği yerdir, ayrıca pek çok mübarek cesetlerin
bulunduğu mukaddes mekândır. Ravza-i mutahhara’nın arştan daha efdal olduğuna
tüm ehl-i ilim ve ehl-i tahkik söz birliği etmişlerdir. Hücre-i saadet ile
Minber-i saadet arasına (Ravza-i mutahhara) denilir ve orası cennetten
efdaldir. Bir kimse orada oturup; “Ben bugün cennete girdim” diye yemin etse
hanis olmaz doğru yemin etmiş olur.
Medine’nin toprağı şifa, tozları da cüzzam hastalığına iyi geldiği
hadiste rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte;
“Medine’nin tozları cüzzam hastalığına karşı şifadır” duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte;
“Mescid-i haram’da kılınan bir namaz yüz bin namaz, Benim mescidim de
kılman namaz bin namaz, Beyt-i Mukaddes de kılınan namaz beş yüz namaza
denktir” buyurulmuştur.
Bir başka hadis-i şerifde;
“Benim bu mescidim de kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç diğer
mescitlerde kılman bin namazdan efdaldir. Medine’de tutulan ramazan ayı orucu
diğer yerlerde tutulan bin ay oruç gibidir. Medine’de kılınan bir Cuma diğer
yerlerde kılman bin Cuma gibidir” buyurulmuştur.
Peygamberimizi (sallallahu aleyhi vesellem) ziyaret etmenin
fazileti hakkında şöyle buyurulmuştur:
“Kim beni ölümden sonra ziyaret ederse, sağlığımda ziyaret etmiş gibi
olur” buyurulmuştur.
Yine hadis-i şerifte;
“Kim kabrimi ziyaret ederse, ona şefaatim vacip olur” buyurulmuştur.
Efendimizin kabrini ziyaret edenin, imanla öleceğine işaret vardır. Zaten imanı
olmayanlara şefaat yoktur.
Rivayet edilir ki:
Bir Arap, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı ziyaret edip, ona
salât ve selâm getirdi, sonra Ebubekir (radıyallahu anh) ve Ömer (radıyallahu
anh)’i de ziyaret edip onları selâmladı. Sonra da ellerini açıp şu şekilde duâ
etti:
"Ey Rabbim! Arapların bir âdeti vardır, buna göre kerem ve makam
sahibi biri öldüğünde o kimsenin muhterem biri olduğuna delâlet etmek için
onun dostları gelip o kabrin başında köle azat ederler. Burada yatan kişi,
senin en sevdiğin kişi ve dostundur, ben ise bir köleyim, böyle bir kabrin
başında beni af edip azat eylemen senin şanına yakışmaz mı? " Ve
birden bir ses duyuldu:
"Ey Arap! Sadece kendini kurtarmak mı istedin? Ettiğin duâya öyle
bir vesile kıldın ki, bütün yaratılmışlar olanlar için istemiş olsaydın kabul
olurdu, seni affettim!"
Bir kimse Mekke veya Medine de ölürse bu onun için bir ganimettir, çünkü
hadis-i şerifte:
"Bir kimse, Haremeyn (Mekke ve Medine)’de ölse, kıyametin
kötülüklerinden güven içerisinde haşrolunur." duyurulmuştur.
Mülteka, Mefatih’ül-Cinan, Damâd, Cami-us-Sağir
YİRMİ İKİNCİ BAB
MÜMİN KARDEŞLERİN
ARASINI BULMANIN ÂDÂBI
Bütün Müslümanlar birbirinin kardeşi olduğu için bazı düşmanlık gibi
ahlâk dışı kötü hâller meydana geldiğinde onları barıştırmak vaciptir.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de:
"Müminler
kardeştirler, öyleyse kardeşlerinizin arasım düzeltin." (Hücürat suresi)
buyurulmuştur.
Ayrıca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ashabına:
"Ey
Ashabım! Nafile oruç tutmaktan ve sadaka vermekten
ve namaz kılmaktan daha faziletli bir ameli size söyleyim mi?” buyurduklarında
Ashab: ”Evet ey Allah’ın Resulü” dediler. Peygamber şöyle buyurdu: "Aralarında
düşmanlık olan iki müminin arasını bulmaktır. O müminlerin arasını açmak dini
traş etmektir.”
İki mümin kardeşin arasını düzeltmek için yalan yoktur. Yani iyilik ve
ıslâh için iki tarafında söylemediği sözleri, onların birbirlerine olan
sevgilerinin artması için onların adına söz söylemek caizdir.
Hadis-i şerifte:
"İnsanların arasını düzeltmek için yalan söyleyen kimse, yalan
söz söylememiştir, aksine hayırlı söz söylemiştir." duyurulmuştur.
Bu hadis-i şerifte insanların arasını bulmanın vacip olduğuna dair delil
vardır demişlerdir. Yalanı terk etmek vaciptir. Vacip olan şey ancak
kendisinden daha kuvvetli bir vacip olursa sakıt olur. Bu yüzden iki müminin
arasını düzetmek haram olan yalandan daha kuvvetlidir.
"Allah'tan korkunuz ve de iki müminin arasındaki düşmanlığı
gidermek ve düzeltmek için gayret ediniz, çünkü kıyamet gününde Allah
müminlerin aralarını düzeltir." duyurulmuştur.
Enes d. Malik’ten rivayet edilir:
"Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in meclisinde bulunuyorduk.
Bir müddet sükût edip ardından ağlamaya başladı. Mübarek gözlerinden yaşlar
akıyordu. Bunun üzerinden bir müddet geçtikten sonra tebessüm buyurdular.
Sevindiği yüzünden belli oluyordu. Sonra Ömer b. Hattab (radıyallahu anh)
bunun sebebini sormaya cesaret etti. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
"Şimdi gördüm ki, kıyamet kopmuş bütün canlılar hesaba
çekiliyor. Ümmetimden iki kişi birbirleriyle muhakeme oluyorlardı. Birisi
zalim diğeri mazlumdu.
O biçare mazlum; "Ya RabbiT Benim hakkımı ver" diye duâ
eder, Allah’ta o zalime;
"Bu mazlumun hakkını ver!" diye emir buyurdu. Zalim olan
kişi;
"Ya Rab! Benim bütün iyiliklerim üzerimde hakkı olan herkese
verildi. Benim bir şeyim kalmadı. Çaresiz kaldım, ne vereyim?" dedi.
Mazlum olan;
"Ya Rab! Benim günahımdan hakkım miktarınca ona ver!" dedi.
O zalim o kadar sevabından mahrum kaldığı gibi o mazlumunda
günahlarını yüklenip cehenneme gireceği için üzüldü. Ben de bu duruma ağladım.
Mazlum olan başını kaldırınca Allah ona
seslendi.
"Neler gördün?" Mazlum:
"Ya Rab! Gümüşten şehirler ve altından köşkler ve döşekler gördüm.
“Peygamberler ve sıddıklardan hangiierinindir bunlar?" diye sordu. Allah;
"Ücretini
kim öderse onundur!" dedi. O mazlum da;
"Ona kimin
parası yeter, gücüm olsa satın ahrchm"
de-
yince, Allah;
"Şu din kardeşinin üzerinde olan hakkını affetmek bu sarayların
fiyatıdır." buyurdu. O mazlum da;
"Ya Rab! Sen şahit ol! Onun üzerindeki hakkımı helâl eyledim ve
onu affettim!" dedi. Allah;
"Kulumu affetmek bana mahsustur! O din kardeşini de al ve
beraberce o saraylara gidin. Onları size ihsan ettim." buyurdu.
Mutluluğumun sebebi de budur."
Mefatih’ül-Cinan
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BAB
DAVRANMANIN
ÂDABI
Anne ve baba’ya iyi davranmak farzdır.
Kur’ân'da;
"Allah’a ibadet edin ona bir şeyi ortak tutmayın ve anne babanıza
iyi davranın!” duyurulmuştur. (İsra suresi)
Hatta Beyazıd-ı Bestami hazretleri çocukluğunda, mektepte Kur’ân okurken;
"Bana anne-babana şükret...” âyet-i kerîmesine gelince, hocasına
bunun manasını sordu, o da "Allah önce kendisine sonra anne ve baba’ya
şükür etmenizi emrediyor." dedi.
Bunun üzerine Beyazıd-ı Bestami hemen evine gidip annesine durumu
anlattı, "Ey anneciğim, bugün Kur’ân'da bir ayet okudum, beni dehşete
düşürdü. Allah Teâlâ hem kendine hemde anne ve baba’ya hizmet etmeyi,
şükretmeyi emretmiş. Bir kişinin iki kapıda hizmetçi olması çok zordur. Çünkü
bir tarafa eksik hizmet eder. Allah'a yalvar beni affetsin, bütün hizmetimi
sana yapayım ya da beni affet hakkını helâl et bende bütün hizmetimi Rabbime
yapayım!" dedi.
Annesi bu şekildeki gayret ve sevgiyi görünce şefkat edip, "Ey
oğlum! Ben seni affettim ve hakkımı helâl ettim. Bütün hizmetini Rabbine
yap!" diye ruhsat verdi.
Anne ve baba’ya iyilikte bulunmak, Allah yolunda namaz, oruç, hacc,
sadaka vermekten ve cihad etmekten faziletlidir.
Hadis-i şerifte:
"Anne ve baba’ya itaat etmek, namaz kılmaktan, oruç tutmaktan,
hac ve umre yapmaktan, Allah yolunda cihad etmekten faziletlidir." duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
Bir kimse anne ve babası kendisinden razı olmuş bir şekilde sabaha
girerse o kişi için cennete iki kapı açılır, eğer yalnızca annesi veya
yalnızca babasını razı ederse bir kapı açılın Akşamda bunun gibi olur. Bunun aksi olarak, ma
sabah ve akşama anne ve babasını öfkelendirerek girerse, onun için
cehennemde iki kapı açılır. Eğer sadece biri hayatta ise bir kapı açılın Her
ne kadar anne ve babası zalimde olsalar onlara iyilik yapmak gerekir.9'
buyurulmuştur.
Kim ebeveynlerine itaat ederse çocukları da ona itaat eder.
Hadis-i şerifte:
"Anne babanıza iyilik ediniz ki, çocuklarınızda size iyilikte
bulunsun" buyurulmuştur.
Anne ve babasına asi olan kimse cennete giremez. Ne kadar iyi işte yapsa
fayda etmez. Anne ve babasına itaat eden ve iyilikte bulunan kimse ne kadar
kötü amel yapsa da cennete gider.
"Anne ve babasına asi olan kişi istediği ameli yapsın, asla
cennete giremez, anne ve babasına itaatkâr olan kişi istediği ameli yapsın
cehenneme girmez!" buyurulmuştur.
Hadis-i şerifte:
"Cennetin kokusu beş yüz yıllık yoldan duyulur fakat anne ve
babasına asi olanlar ve akraba ile ilişkisini kesenler bu kokuyu duyamaz!"
buyurulmuştur.
Annenin şefkati çok olduğu için ona itaat etmek babadan önce gelir.
Kur’ân-ı kerîm’in Meryem suresinde;
"Beni anneme iyilik yapar kıldı..." buyurulmuştur.
Ayrıca yine Kur’ân'da;
"Ve biz insana anne babasına iyilik etmesini emrettik, annesi
onu taşıdı." (Ahkâf suresi; 15) ayet-i kerimesi karnında taşımak ve
diğer zorlukların anne tarafından üstlendiği için onun hakkının daha önce
geldiğinin işaretidir, diye rivayet olunmuştur.
Bir zat Resulullah (sallallahu aleyhi vesellemj’ın huzuruna geldi ve
şöyle sordu:
-
“Ey Allah’ın Resulu! Kime
iyilikte bulunayım?
- Annene, diye cevap verdi Resulullah.
- Sonra kime iyilik edeyim? diye sordu.
- Annene.
- Sonra kime?
- Annene.
- Sonra kime.
- Ondan sonra babana ve yakınlık sırasına göre akrabalarına” buyurdular.
Yine bir gün Peygamberimizin huzuruna birisi geldi. Ve şöyle dedi:
"Ey Resulullah! Benîm annem oldukça yaşlıdır. Kendisi bunadı. Ben onu kendi
elimle yediriyorum, içiriyorum, onu sırtıma
ahp istediği yere götürüyorum, bu hizmetimle onun üzerimdeki hakkını
karşılayabilir miyim?"
Peygamberimiz "Yüzde birini bile
değil!" buyurdular.
O adam da "Niçin edâ edemedim" diye öğrenmek için sordu.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);
Musa (aleyhisselam) bir gün duâ ederken; "Ey Rabbim benim
cennetteki arkadaşım kimdir?" diye sordu. Allah;
"Ey Musa! Falan
şehre git, orada bîr kasap vardır, senin cennetteki arkadaşın o’dur."
Hz. Musa (aleyhisselam) o şehre gelip, o kasabın dükkanını buldu. Uzak
bir yerde oturup bir süre kasabın hareketlerini izledi. Akşam olmak üzereyken
adam sepetine bir parça et koyup evine gitmek istediği zaman Musa
(aleyhisselam) adama selâm verip;
"Misafir kabul
eder misin?" diye sordu.
Kasapta, taltif ederek kabul etti. Beraberce kasabın evine geldiler.
Kasap getirdiği eti ve birazda çorba pişirdi. Sonra yukarıda asılı olan büyük
bir sepeti indirdi, içinden çok ihtiyar bir kadın çıkardı. O çorba ve eti ona
kendi eliyle yedirdi. Elbiselerini alıp yıkadı, kurutup
yine giydirdi. Kadını sepete tekrar koyarken kadın o adama bir şeyler
söyledi. Meğer adam her gün bu şekilde yaparmış. Musa
(aleyhisselam), kasaba;
"Kimdir bu?" diye sordu. Adam;
"Annemdir her gün bu şekilde ona hizmet ederim!’’ diye
cevap verdi. Musa (aleyhisselam);
"Peki sepete tekrar koyarken bir şey söyledi, neydi o?" diye
sordu. Kasap;
"Şu şekilde duâ eder: Allah’ım benim oğlumu cennetinde Musa'ya
arkadaş eyle!" Adam bunları söyleyince Musa (aleyhisselam);
"Müjde sana! Ben Musa'yım ve sende cennette benim
arkadaşımsın!" dedi.
Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]; "Helâk oldu!
Helâk oldu!" buyurdular. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram sordular;
"Kim ya Resulullah?", Peygamberimiz şöyle cevap verdi:
"Yanında anne ve babasından biri yada ikisi de yaşlanıpda cennete
giremeyen kişi!"
Bir kimse anne ve babasının yüzlerine merhamet ederek bakarsa, her bir
bakışı için bir hacc ve umre sevabı verilir.
Nitekim hadis-i şerifte:
"Bir evlât anne veya babasının yüzüne rahmet nazarıyla bakarsa
ona bir hacc ve umre sevabı verilir." buyurmuştur.
Bunun üzerine Resulullah'a şöyle bir soru soruldu:
"Ey Resulullah bu sevap günde bir kere bu şekilde bakana mı
verilir?" Peygamberimiz:
"Günde yüz bin kere bakarsa bu kadar sevap ahr." buyurmuştur.
olur. Hadis-i şerifte:
"Kim annesinin ayağını öperse cennetin eşiğini öper!" duyurulmuştur.
Ebu İshak (radıyallahu anh)’a bir kişi gelip;
"Ben seni rüyada sakalın cevher ve yakut ile bezenmiş bir hâlde
gördüm!" dedi.
Ebu ishak; "Bu rüya sadık rüyadır. Yani doğrudur. Ben bu gece
annemin ayağına sakalımı sürdüm ve ayaklarını öptüm." dedi.
Kişinin anne ve babası hayatteyken evlenmesi, annenin ve babanın evlât
üzerindeki hakkıdır. Hasan el-Basri, "İnsanın akh en güzel olanı, anne
ve babası hayattayken evlenen, hanımı yüzünden anne ve babasına âsi
olmayandır." buyurmuştur.
Ashab'tan Alkame (radıyallahu anh), hastalanıp, fenalaştı, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] Ali, Ömer ve Bilâl (radıyaîlahu anh)’i onun
yanına gönderdi.
Bunlar Alkame'nin yanına girdiklerinde onun dilininin tutulmuş olduğunu
ve kelime-i şehadeti söyleyemediğini gördüler. Hemen geri gelip durumu Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a anlattılar.
Alkame’nin bu hâli Ashab arasında görüşüldü, sebebi arandı fakat bu kötü
hâline bir çözüm bulunamadı. Sonra hanımından dolayı annesiyle arasının açık
olduğu ve annesinin ondan razı olmadığını öğrendiler.
Bunun üzerine Alkame'nin annesi Rasululîah'ın huzuruna ça-
ğırıldı. Kadın geldiğinde şöyle buyurdu:
"Ey Alkame'nin annesi, nefsimi elinde bulunduran Allah’a yemin
ederim ki, sen ona bu şekilde kızgın olduğun sürece, sadaka ve namaz olarak ne
yaptıysa fayda sağlamaz!"
Başka bir rivayette Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] onu yakmak
istedi, fakat annenin merhameti üstün geldi ve "Allah şahit olsun
oğlumdan razı oldum!" dedi. Bunun üzerine Alkame'nin dili çözüldü
kelime-i şehadet getirdi. Sonra Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];
"Ey Müminler ve Ensar! Bir kişi hanımını tercih ederse, Allah'ın
lâneti onun üzerine olsun. O kişinin ne farzı ne de nafile ibadeti kabul
olunmaz!" buyurulmuştur.
. Anneyi ve babayı isimleriyle çağırmamak âdâptandır. Kesinlikle
anneciğim ve babacığım diye çağırmalıdır. Çünkü İsmail (aleyhisselam);
X
"Ey babacığım, sana emredildi yap" dedi. Anne ve babaya
sırnaşmakta bir sakınca yoktur. Bunu başkalarına yapmak hoş olmasa bile anne
ve baba’ya yapılabilir.
Mefatih’ül-Cinan
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BAB
SONRA
ONLAR İÇİN İYİLİK
YAPMANIN
ÂDÂBI
Annesi ve babası ölen kişilerin anne ve babalarına yapacakları hizmet ve
iyilik, duâ, istiğfar ve onların akrabalarını ziyaret edip, dostlarına sevgi
beslemek ve onları da ziyaret etmekle olur.
Hadis-i şerifte:
"İyiliğin
başı kişinin, babasının dostlarını ziyaret etmesidir!’’ duyurulmuştur. Hadisin
sonunda;
”Bir
kimse, kabirde yatan babasını ziyaret etmek isterse, babasının kardeşini
dostunu ziyaret etsin!’’ duyurulmuştur.
Tâbiinden rivayet olunur ki;
"Bir
kişi günde beş kere anne ve babasına duâ etse, haklarını ödemiş olur.” Çünkü
Kur’ân-ı Kerîm’de;
"Bana ve anne-babana şükret" buyurmuştur. Allah'a şükür
beş vakit namazla olduğu gibi anne’ye ve babaya şükür de namazların ardından
onlara duâ ile olur. "Rabbim beni annemi-babamı bağışla" duâsı
yeterlidir, denilmiştir.
Bir kişi akşam namazı ile yatsı namazı arasında iki rekât namaz kılıp
her bir rekâtında bir Fatiha beş Ayetel-kürsî beş İhlâs, beş Felâk, beş Nâs
suresi okuyup selâm verdikten sonra on beş kere istiğfar edip, sevabını anne ve
babasına hediye ederse, annesinin ve babasının haklarını edâ etmiştir. Her ne
kadar onlara âsi olmuşsa da o kişiye sıddık ve şehit sevabı verilir diye Ebu
Talib elMekki rivayet etmiştir. Hadis-i şerifte:
"Bir kişi sadaka ve salih amel yapar ve sevabını annesine ve
babasına hediye ederse o hayırdan onlara sevap verilir. Ve de o ameli yapan
evlâdın sevabından hiçbir şey eksilmez." duyurulmuştur.
Selef-i salihinin bir güzel kelime veya bir sadaka veya insanlara eziyet
veren bir şeyi yol üzerinden kaldırıp, “Annem için ya da babam için” dedikleri
bilinir.
İhya-i Ulum, Kuvvet-ül Kulûb
YİRMİ BEŞİNCİ
BAB
EBEVEYN İN EVLATLARINA
DAVRANIŞ ÂDABI
Evlâdın anne ve baba’ya itaat etmesi gerektiği gibi ebeveynlerinde
evlâtlarına güzelce davranmaya riayet etmesi gerekir. Çünkü bunun gibi güzel
âdâba uymaya dikkat etmek, evlâdın kendilerine itaat etmesine sebeptir. Ayrıca
Allah'ın istediklerini yapmasına da vesile olur.
Örneğin evlâdına kızarak ve şiddetle emir vermek ve kötü davranmak,
yapamayacağı işi ona emretmek ve bunu bilerek ondan istemek Allah'ın azabına
uğramaya sebeptir.
Hatta âlimlerden biri rivayet eder ki,
"Otuz senedir evlâdıma bir iş yüklemedim belki isyan eder ve
Allah’ın gazabına uğrar bende buna sebep olurum di» ye korkarım."
Evlâdı sevmek gerekir. Çünkü evlâdı sevmek cehenneme perdedir. Evlâda
ikramda bulunmak sırattan kolay geçmeye vesile
olur.
Hadis-i şerifte:
“Evlâdı sevmek, ateşe karşı siperdir. Onlara iyi davranmak sırat
köprüsünden geçirir. Onlarla beraber yemek yemek, kişiyi ateşten korur” buyurulmuştur.
Bir başka hadis-i
şerifte:
"Evlâdınızı sevip öpün
çünkü her öpücük için cennete bir derece alırsınız!" buyurulmuştur.
Bir gün Akra b. Habis (radiyallahu anh), Resulullah (sallallahu aleyhi
vesellemj'ın yanına geldiğinde onu torunları Hasan ve Hüseyin hazretlerini
öptüklerini gördüğünde:
-
Ey Resulullah! Benim on
tane çocuğum var, hiçbirisini öpmedim.
Bunun üzerine Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
-
“Merhamet etmeyen merhamet
olunmaz!” buyurdular.
Anne ve baba evlâtlarına bir meslek yani sanat öğretmelidir.
Ayrıca bu şekilde yapmak evlâdı fakirlikten korur. Meslek öğretirken iki
şeyi öğretmekten sakınmalıdır. Bunlar yemek satmak ve kefen satmaktır.
Yemek satmak; Kıtlık ve darlık olsun da halk sıkıntıya düşsün
diye beklemeye.
Kefen satışı da; Birisi ölse de satış yapsam diye beklemeye yol
açar.
Evlâda devamh duâ etmek gerekirHadis-i şerifte:
"Anne
ve babanın çocukları için ettikleri duâ, kabul olunma sürati bakımından
peygamberin ümmeti için ettiği duâ gibidir." duyurulmuştur.
Annenin şefkati babadan fazla olduğu için onun duâsı daha çok kabul olur.
Hadis-i şerifte:
"Annenin
duâsı daha çabuk kabul olunur’’’ duyurulmuştur.
Ashad-ı kiram Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] efendimizden
bunun sebebini sorduklarında, Resulullah şöyle buyurdu:
O
(Anne) babadan daha merhametlidir. Merhametlinin duâsı boşa çıkmaz,” buyurmuşlardır.
Kişi evlâdına kötü şeylerle duâ etmemelidir.
Çünkü; "Belâ dilden gelir!" buyurulmuştur. Kişi kendine evlâdına
kötü duâ etmediği gibi başkasının evlâdına da etmemelidir. Allah korusun bu duâ
geri döner ve kendi evlâdını bulur. Yusuf (aleyhisselam)’ı kardeşleri kaçırıp
Yakub (aleyhisselam)’dan ayırdıkları için, onların evlâtları da Firavun’un
elinde uzun süre esir
kaldılar.
Musa (aleyhisselam) ile Hızır (aleyhisselam) birlikte Antakya’ya
geldiler. Hızır (aleyhisselam) anne ve babası ölmüş çocukların duvarını tekrar
inşa eden Hızır’a, Musa (aleyhisselam) sebebini sorunca:
"Babaları salih bir adamdı" (Kehf suresi-82) cevabını
aldı.
Ve düzelttiği duvar, o şehirdeki iki çocuğundu. Altında onlara ait bir
define vardı ve babaları salih biriydi.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
YİRMİ ALTINCI BAB
BİRDEN FAZLA KADINLA EVLİYSE
HANIMLARI ARASINDA
ADALETİ GÖZETMENİN
ADABI
İslâm hukukunda bir erkeğin dört kadınla birden evlenmesi mümkündür.
Cariye edinme sayısında herhangi bir sınır yoktur. Fakat bir Müslüman bu
kadınların arasında İslâm hukukuna riayet ederek, adaleti gözetmelidir. Bir çok
kitapta bu adaletin sağlanması gerektiği delilleriyle sabittir. Adaletten
maksat, hepsine aynı sevgiyi duymak manasında değildir. Yaşamak için gerekli
eşyanın temini hususundadır. Bütün hanımlarına aynı sevgiyi beslemek kişinin
gücünün yetmeyeceği bir iştir. Bu konuda Kur’ân'da ;
°„ t-' " a, °
"Kadınlar arasında
adaleti sağlamaya -ne kadar özen göstersenlzdegüç
yetiremezsiniz...." (Nisa suresi-129) buyurulmuştur.
Bu şekildeki bir sevgi insan oğlunda bulununamayacağından, kul bununla
yükümlü değildir. Adaletin geçerli olduğu konular, yiyecek, giyecek ve barınak
konularıdır. Sevgi ve cinsî münasebette adalet söz konusu değildir.
Aynı ayetin devamında;
"...öyleyse
büsbütün birine eğilim gösterip de diğerini askıdaymış gibi bırakmayın." duyurulmuştur.
Bu ayet, bahsedilen adaletin bu tür konularda sağlanması gerektiğine
işaret eder.
Mümin, hanımları arasında, bir gece bir hanımıyla diğer gece diğer
hanımıyla birlikte olarak adaleti sağlar.
Bir hanımı ve bir cariyesi varsa iki gece hanımı ile bir gece cariyesi
ile birlikte olarak bunu sağlar.
İslam’ın bu hukukuna riayet etmeyip, gençlik ve güzelliğinden dolayı
birini, yiyecek, giyecek ve barınak konusunda diğerlerinden üstün tutarsa,
kıyamet gününde bir tarafı eğilmiş olarak haşrolunur diye rivayet olunmuştur.
"Kimin iki hanımı olur da, ikisinden birisine meyil ederse,
kıyamet gününde (Allah'ın huzuruna) bir tarafı eğilmiş olarak gelir" duyurulmuştur
Hatta yolculuğa çıkmak istediğinde, hanımlarından birisini yanında
götürmek isterse, İslâmî kura çekmesi gerekir. Hangisine isabet ederse onu
yanında götürür.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bütün hanımlarının gönlünü
hoş tutmak için bu adalete çok dikkat ederdi ve bunu yaptıktan sonra;
"Allah'ım bu benîm adaletim, yapamadığım adalet için benî
hor görme!'8 diye duâ ederdi.
Mefatih’ül-Cinan, Dûrer
YİRMİ YEDİNCİ BAB
KOCANIN HANIMINA KARŞI
DAVRANIŞLARININ ÂDABI
Kadınlar, nikâhla kendilerini kocalarına
teslim ettiklerinden, bunun karşılığı olarak beyleri hanımlarının yiyecek,
giyecek, barı< nak gibi ihtiyaçlarını üstlenir. Bunların hepsi, kocanın üzerine
farzdır ve de hanımları üzerindeki zaruri işleridir. Bununla birlikte dini
işlerde kocanın sorumluluğundadır. Kur’ân'da:
"Ey İman edenler! Kendinizi ve ailenizi ateşten
koruyun duyurulmuştur.
Onlara, İslâm âdâbı ve terbiyesi ile
muamele etmelidir.
Bu âdâbın başı hanımlara vurmamaktır. Fakat
şu beş hususta onları dövebilir.
1-
Namazı bırakırsa.
2-
Yıkanmazsa.
3-
Kocası için
süslenmeyi terk ederse.
4"
Kocasından izinsiz evden dışarı çıkarsa,
5“ Kocası, kendisini
cinsel ilişki için çağırd ğında bunu kabul etmezse.
Bu şekildeki davranışları karşısında hanımlar dövülebilse de, onlara
nasihat etmek, yaptıklarına sabredip, onları düzeltmeye gayret göstermek
müstehaptır.
Hadis-i şerifte;
/ / / / /
Dövün,
ancak (şunu da bilin) en kötülefniz döver.” duyurulmuştur.
Dayağa sebep olacak bu beş sebepten birini yaptığı hâlde ilk olarak
nasihat etmek gerekir, kabul etmez ve bunda ısrar ederse yüzüne vurmadan
dövülebilir. Ayrıca eliyle sadece bir kere vurmalı ve vurduktan sonra bu duâyı
okumalıdır.
"Pis
ve çirkin şeytan o güzel bedenden çık!"
Bu duânın bereketiyle, şeytan o kadının bedeninden çıkarsa ve onun ahlâkı
düzelirse ona vurduğu gün ona gülmemeli ve onunla ilişkiye girmemelidir. Bunu
yapmazsa kadın eski yaptığına geri döner.
Eğer bu şekilde terbiye olmadıysa onun yatağına gitmemek gerekir. Fakat
yatağa girmediği için evini de terk etmemelidir.
Hanımına, sen çirkinsin diyerek aşağılamaktan kaçınmak gerekir. Kendi
yediğinden ona da yedirmeli, kendi giydiğinden ona da giydirmelidir. Hadis-i
şerifte;
"Yediğin zaman ona da yedir, giydiğin zaman ona da giydir. Onun
yüzüne vurma. Çirkinsin diyerek aşağılama. Evden başka yerde yatarak onu
cezalandırma.’’ buyurulmuştur.
"Evlenmek servettir." buyurulduğundan, kadınlara merhametli
olmak ve güzel davranmak için burada birkaç âdâptan bahsedeceğiz.
1-
Hanımların bütün
ihtiyaçlarını karşılamak.
2-
Yedirme ve içirme
konularında gücü yetiyorsa harcama yapmaktan çekinmemek
3-
Onlara devamlı hayrı
tavsiye etmek,
Hadis-i şerifte:
"Kadınlar eğri kaburga kemiğinde yaratılmıştır. Onları doğrultmak
isterseniz kırarsınız. Onunla geçinmek istiyorsanız onu idare ediceksin."
buyurulmuştur.
4-
Onların eziyetine
sabredip, bu Allah tarafından bir imtihandır, diyerek razı olmak gerekir.
Kötü ahlâklı hanımı olan salih bir kimseye;
-
Sen bu kadını neden boşamıyorsun?
diye sordular.
-
O kadının kötü ahlâkı için
ben onu boşarsam, bende onun gibi kötü ahlâklı olurum. Hem onun bu ahlâkı
yüzünden onunla kimse evlenmez. Ve de bu kadın benim için bir imtihandır. Eğer
iyi birisi olsaydım, bu kadın da iyi olurdu, diye cevap verdi.
Hadis-i şerifte:
“Siz
nasıl olursanız, başınıza geçenlerde öyle olur” duyurulmuştur.
Bunun için devamlı sabretmek gerekir. Çünkü hanımından gelen bir kötülüğe
sabretmek, başkasından gelen yirmi kötülüğe sabretmekten üstündür.
5“ Hanımını çok sevmelidir. Yaratılmışlar içinde ondan daha çok
kimseyi sevmemek gerekir.
6Hanımı
ile şakalaşmak ve ona güzel söz söylemek gerekir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) hakkında;
"O hanımlarına en çok şaka yapan insandı” diye rivayet
vardır. Çünkü bu tür şakalaşmalar Lehv’den sayılmaz.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Aişe (radıyallahu anha)
ile yarışmışlar. İlk seferde Aişe annemiz Resulullah’ı geçmiş, sonra başka bir
zaman yarıştıkları zaman Peygamberimiz Aişe annemizi geçince şöyle demiş, ”Bu
senin beni önceden geçmene karşılıktır.”
7“ Hanımının yanında ciddi ve heybetle oturup kendini onun yanında
hafif tutmamak gerekir. Çünkü böyle yapmazsa ailesi üzerindeki otoritesi
kaybolur ve güzel âdâb edinmelerine mani olur.
8» Hanımının hilesinden emin olmamak gerekir.
Kur’ân’da;
x
fi a
"(Kadınlar) Sizin hileniz çok büyüktür." buyurulmuştur
9-
Kadını beyinden korkar
hâlde tutmak gerekir. Hadis i şerifte:
"Asanı ailenin üzerinden tamamen kaldırma. Kamçını onların
görecekleri yere as." buyurulmuştur.
10-
Hanımının yanında
konuşmamaya gayret edip susmak gerekir. Onunla konuşmak kocanın hakkını
zayi eder.
"Kadınlar güçsüz bir şeyden yaratılmışlardır. Onların
güçsüzlüğünü susarak örtün. Evdeki ayıplarını da örtün." buyurulmuştur.
11-
Hanımına Nur suresini öğretmek
gerekir. Bu surede zina cezası, lian gibi İslâmî hükümler vardır. Hz. Aişe
(radıyallahu anha)’nin ilk kıssası da burada bulunduğu için bu sureyi öğretmek
müstehabtır.
12-
Hanımını yabancıların
göreceği yerlerde oturtmamak gerekir. Bu kadının kocasına olan sevgisini
azaltır.
13-
Hanımına yazmayı
öğretmek gerekir. Yoksa fitneye düşmesinden korkulur.
14-
Kötülüğe devam eden
kadını boşamak gerekir. Namaz kılmayan kadın ile yaşamaktansa onu boşamak
ve mehir borcuyla Allah'ın huzuruna çıkmak daha iyidir.
15-
Cemaatle namaz kılmak
için izin istediklerinde izin vermek gerekir. Hadisi şerifte:
"Sizden biri, hanımı mescide gitmek için İzm istediğinde onu geri
çevirmesin." buyurulmuştur. Fakat mescide giderken gayet güzel bir
tesettüre girmelidir ki fitneye sebep olmasın.
16-
Bazı şeylerde onlarla aynı
fikri paylaşmak ama birçok konuda da onlarla farkh görüşte olmak gerekir. Hadis
i Şerifte:
"Kadınlara uymak pişmanlıktır." buyurulmuştur.
17-
Birden fazla hanımı olan
kişi, hanımlarından biriyle cinsi münasebete girdiğinde bunu diğer hanımına
hissettirmemelidir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunu kesinlikle
yasaklamıştır.
18-
Ev işlerinde ailesine
yardım etmelidir.
“Bir kimsenin ailesine hizmet etmesi Allah’ın gazabına önler. Kişinin
sevabını ve derecesini artırır. Hurilere kavuşturur. Eşine hizmet edip bundan
utanmayan kişinin adı şehitler defterine yazılır. Her gün her gece Allah ona
bin şehit sevabı verir ve herbir adımı için bir hacc ve umre sevabı verir.
Vücudun-
da bulunan tüyleri sayısında ona cennette bir şehir verilir.” buyurulmuştur.
Abdullah b. el-Mübarek bir savaşta orada bulunanlara şöyle buyurdu:
- Şu an yapmakta olduğumuz şeyden daha hayırlısının ne olduğunu
biliyor musunuz?
-
Bilmiyoruz, diye cevap
verdiler.
- İffet sahibi birisinin, çocukları ve hanımıyla yatarken, gece
kalkıp, uyurken üzerleri açılmış olan yavrularına bakıp merhametinden onların
üzerlerini örtmesi, bizim bu amelimizden daha faziletlidir.
Hadis-i şerifte:
"Bir adam evde hanımına (ev işlerinde) yardım ederse, Allah ona
Eyyüb, Davud, Yakub ve İsa’ya verdiği sevabı verir." duyurulmuştur.
YİRMİ SEKİZİNCİ BAB
DAVRANMA
ÂDABI
Nikâhlandıktan sonra, hanımlar, beylerinin emri altına girer ve onu evin
reisi yaparlar. Nasıl erkekler, kadınların hakkına riayet etmelilerse, aynen
bu şekilde kadınlarda kocalarının hakkı olan şeyleri eksiksiz ve tastamam
yapmalıdır. İtaat edilmesi gereken âdâb şu şekilde beyan olunur:
1-
Kocası kendisine
Allah'a isyan etmeyi emretmediği sürece ona itaat etmelidir. Bunun
sebebi, Yaratana isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur” kaidesidir.
Hadis-i şerifte:
"Yaratana isyan konusunda yaratılmışa itaat yoktur!"
duyurulmuştur.
2-
Kadın, kocasına
nazar ettiğinde ona saygı ve sevgiyle bakmalıdır. Ayrıca kocasına devamlı
güler yüzlü bulunması gerekir. Erkek dışarıdan eve geldiğinde onu güler yüzle
karşılamalı ve kocası dışarıdayken de onun malını, namusunu korumalıdır. Bu
onun en önemli görevleridir.
Hadis-i şerifte:
"Kadınların en hayırlısı, sen ona baktığında seni sevindiren ve
mutlu eden, ona bir işi emrettiğinde itaat edip ve sen onun yanında yokken
senin malını ve namusunu koruyandır!” buyurulmuştur.
3-
Kadın kocasıyla
güzel geçinmeye gayret etmelidir. Kadının cihadı kocasıyla iyi
geçinmektir.
Hadis-i şerifte:
"Kadının
cihadı kocasıyla iyi geçinmek için çalışmasıdır" buyurulmuştur.
Ayrıca kocasına karşı olan görevlerini yerine getirmeyen kadınlar için
de ikazlarda bulunulmuştur. Kocası bir kadını yatağa çağırdığında eğer kadın
onun yanına gelmez ve ondan uzak durursa, gece sabah olana kadar melekler o
kadına lânet ederler.
"Kadın geceyi kocasının yatağından uzakta geçirirse melekler ona
sabaha kadar lânet ederler!" buyurulmuştur.
4“ Kadın kocası için güzelleşmesidir. Kadın kocasından başkası
için süslenirse ateştedir.
Hadis-i şerifte:
"Eğer kadm kocasından başkası için güzelleşirse bu güzelleşmesi
ateştir!" duyurulmuştur.
5-
Kadm parayı veya
başka bir serveti kocasının başına kakmamahdır. Yani "Sen benim şu
kadar mahrm kullandın!" dememelidir.
6-
Kocası maddi darlığa
düştüğü analarda, önceki bolluk zamanlarım unutup; "Senden asla iyilik
görmedim! Hep bu şeklide sefillik yaşıyorum" diyerek nankörlük
etmemelidir.
"Ey Kadınlar! Sadaka verin! Çünkü sîzlerinde cehennem halkının
çoğunluğunu oluşturğunuzu gördüm!" buyurmuştur.
7-
Eski kocası varsa
ondan olan çocuklarım, beyinin yanına götürüp onunla sohbet ettirmemelidir. Çünkü
çocuklar babalarından bahsederler ve de evin reisinin kalbi kırılır. Güzel
giden hayatları geçimsizliğe dönüşür.
8-
Kocasından kendisini
boşamasını istememeydin
9-
Kumasının
kıskançlıklarına sabretme! id ir. Peygamberiizin (sallallahu aleyhi
vesellem) hanımlarından Şevde (radıyallahu anha) kendi sırasını Aişe
(radıyallahu anha)’ye vermiştir.
10-
Kocası ölünce
başkasıyla evlenmemeye gayret etmelidir. Çünkü; kadınlar en son kimin
nikâhında ise cennette onunla olurlar, buyurulmuştur.
11-
Kendi güzelse
kocasının çirkinliğinden dolayı onu aşağılamamalıdır.
Esma-i’den şöyle rivayet edilmiştir:
"Kırda güzel bir kadın gördüm, çok çirkin bir adamın nikâhı
altındaydı. Kadının bu kadar çirkin biriyle iyi geçiniyor olmasına şaşırdım ve
o kadına bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi:
"Benim kocamın, Allah'ın razı olduğu, onu memnun eden bir ameli
varmış ki, Allah Teâlâ benimle ona mükâfatta bulunmuş. Ve benimde Allah'a bir
isyanım varmış ki, böyle çirkin birisi ile evlendirdi!" Bu cevap beni
şok etti. Susmak zorunda kaldım. Bu çiftten başka bir çifte rastladığımda
kadın kocasına şöyle diyordu. .
“Sen de, ben de cennetle müjdeleneceğiz!" Kocası karısına
bunun işaretinin ne olduğunu merak ettiği için sorduğunda kadın şöyle cevap
verdi:
“Senin gibi çirkin birisiyle yaşamaya katlanıyorum buna sabrediyorum.
Sen de benim gibi güzel birisiyle ödüllendirildin ve şükrediyorsun. Sabır ve
şükür... ikisi de cennettedir." dedi.
YİRMİ DOKUZUNCU BAB
Sıla-i rahim yani akrabayı ziyaret etmek müminin ahlâkının temeli ve en
önemli görevidir. Hadis-i şerifte:
”Bir selâmla bile olsa akraba ile ilgilenme’ duyurulmuştur.
Akraba ile ziyaretleşmenin ömrü uzattığı bir çok hadis-i şerifle
delillendirilebilir.
Hadis-i şerifte:
"Bir kul akrabasını ziyaret eder, onun üç günlük ömrü kalmıştır.
Allah onun ömrünü otuz seneye çıkarır. Kul akrabası ile ilişkiyi keser, otuz
yıl ömrü kalmıştır. Allah onun ömrünü üç güne düşürür" duyurulmuştur
Akrabayı ziyaret haftada bir kere olursa aradaki sevgiyi artırır, diye
rivayet edilmiştir.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
OTUZUNCU BAB
KÖLE VE CARİYELERE
KARŞI DAVRANIŞIN ÂDABI
Köle ve cariyeye önem verip onlara hürmet etmek İslâm’ın âdâbındandır.
Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) Şam'a giderken yolculuk sırasında
deveye kölesiyle sırayla binmiştir. Şam'a yaklaştıklarında deveye binme sırası
köleye gelmiş, Ömer (radıyallahu anh) deveden inip, köleyi bindirmiştir.
Devenin yularını mübarek elleriyle tutup öylece yürüdü. O sırada Şam Emiri Ebu
Ubade b. el-Cerrah halktan önce davranıp onu karşılamaya gelmişti. Bunu görünce
şöyle dedi:
"Ey Ömer! Şam halkı hep birlikte sizi karşılayacaklar Şam'ın
ileri gelenleri bu hâlinizi görürlerse hayal kırıklığına uğrarlar."
Hz. Ömer cevaben:
Allah bizleri İslâm ile kuvvetlendirdi. İslâm’ın izzetinden başka
bu dünyada bir izzet bize lâzım değil." dedi.
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) efendimiz Veda haccında hutbede;
"Ey Ashabım, namazı yeminle aldınız, köle ve cariyelerinizinde
haklarına dikkat ediniz!" buyurmuştur.
Başka bir hadiste:
"Köle ve cariyelerinizin haklarına riayet etme konusunda
Allah'tan korkun. Onlara elbise giydirin ve karınlarını doyurun. Onlara yumuşak
söz söyleyin."
Diğer bir hadiste:
"İki zayıfın haklarına riayet etme konusunda, Allah'tan korkun.
Birisi kadın, diğeri köledir." buyurulmuştur.
Bir kimse köle ve cariye aldığında, onu ilk olarak evine getirip
saçlarından tutmalı ve hayır ve bereket duası ederek ona tatlı bir yiyecek
ikram etmelidir. Köle ve cariyeden meydana gelen kusurları affetmelidir. Eğer
zina veya bu türden bir kötülükte bulunurlarsa onları satmak gerekir. Çok ucuza
da olsa satmalıdır.
Bir kişi, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in huzuruna gelip:
"Kölelerimizi
nereye kadar affedelim?8’ diye sordu, Peygamberimiz bir müddet sustu
ve şu cevabı verdi:
-
"Her gün yetmiş
kusurunu affedin!”
Sohbet etmeyi sevenlerden birisi, kölesi ile bir sohbet meclisinde
oturuyordu. Adam kölesine;
"Şu dört dirhemi al, bu meclise meyve getir" diye
yolladı. Köle yolda giderken, Mansur b. Ammar’a tesadüf etti. Mansur dedi ki:
"Şu fakire dört dirhemi kim verirse ona dört dua ederim." Köle
de o dört dirhemi ona verdi. Mansur köleye isteklerinin neler olduğunu
sorduğunda:
"İlk olarak hür olmak, sonra Allah’ın bu dirhemlerin karşılığım
vermesidir, sonra efendimin ıslâh olması, Allah efendimi arkadaşlarıyla
birlikte affetsin. İşte bunları dilerim!" dedi. Mansur onun bu
dediklerinin kabul olunması için Allah'a dua etti. Köle bunun üzerine eli boş
hiçbir şey almamış olarak geri döndü. Onun bu şekilde geldiğini gören efendisi
sordu. Köle durumu anlatınca, efendisi sordu:
- İlk duan neydi?
- Azat olmam.
»Allah için seni azat eyledim. Peki ikinci duan neydi?
= Dirhemlerin geri
verilmesi.
- Al benden sana dört bin dirhem. Üçüncüsü neydi?
Senin tövbe etmendi.
- İşte tövbe ettim. Diyerek halis bir tövbe etti ve sordu peki
ya dördüncüsü neydi?
- Benim senin ve bu meclistekilerin Allah tarafından bağışlanması!
-
Buna benim gücüm yetmez, dedi
Akşam olduğunda efendi uyudu, rüyasında kendisine
hafiften konuşan bir ses şöyle diyordu: "Sen kendine düşeni yaptın. Seni
köleni ve o mecliste bulunanları affettim!"
Köle ve cariyeyi güzel ahlâk üzere yetiştirmeye çaba
göstermek gerekir. Efendiler bunu yaparken onları dövebilirler. Rivayet edilir
ki:
Ashabtan birisi kölesini dövüyordu, köle de Allah'ın
adıyla ona feryat ediyordu. Bunu duymasına rağmen onu dövmekten vazgeçmedi.
Peygamberimizi görünce hemen durdu.
"Bu köle Allah'ın adını anarken durmayıp, beni görünce
durdun!." Bunun üzerine o sahabe; .
"Onu Allah için azat ettim" dedi. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
"Eğer bunu yapmamış olsaydın, cehennem ateşi yüzünü
kaplardı." buyurdular.
Tabak kırmak yada yanılarak eksik iş yapmak yada
önemli bir işi unutmak gibi şeylerden dolayı onları affetmek gerekir. Köle ve
cariyelere Yusuf sûresini öğretmek gerekir. Ayrıca onların, ayaktayken yanında
beklemesine müsade etmeyip onları oturtmak gerekir. İsa (aleyhisselam) "Kendi
yanında insanların ayakta durmasından memnun olan kişi cehennemdeki yerini
hazırlasın" buyurmuştur.
Kölenin hizmet süresi uzun olduğu zaman, yani uzun süredir , yanında
bulunuyorsa onu azat etmek gerekir.
"Bîr kişi, bir Müslüman köle veya carıyeyi azat ederse, onun herbîr
organına karşılık Allah, azad edenin bir organını ateşten azat eden Fecrine
kadar bütün organları böyledir." buyurulmuştur.
Köle ve cariye seçerken Habeşli olanları seçmeye özen göstermelidir.
Hadis-i şerifte:
"Bir kimsenin evine Habeşli köle veya cariye girerse Allah o eve
bereket ve hayrı da onunla birlikte girdirin" duyurulmuştur. Başka bir
hadis-i şerifte:
"Habeşli köle ve cariye alınız, onlardan üçü cennet halkının
ululandır. Lokman hekim, Necaşi, Müezzin Bilal..’’ duyurulmuştur.
Bir kişi İslâm hukukunun dışında herhangi bir suçu olmaksızın köle veya
cariyesinin yüzüne veya başka bir yerine vurursa onu azat etmelidir. Hadis-i
şerifte:
"Kim kölesine tokat atar ve döverse, onun kefareti onu azat
etmesidir!"
OTUZ BİRİNCİ BAB
KÖLE VE CARİYENİN
EFENDİSİNE DAVRANIŞ ÂDABI
Allah, köle ve cariyenin kısmetini kölelik yaparak insanlara hizmette
kıldığından, efendilerine itaat etmeleri vaciptir.
Eğer güçlerinin yetmeyeceği bir iş kendilerine emredilirse isyan
etmeyip, bu konuda acziyetini anlatıp özür dilemek gerekir.
Onlar ilk olarak Allah'ın emirlerini yerine getirmekle sorumludurlar, sonra
da efendilerinin isteklerini yerine getirmelidirler. Bu onların iki kat fazla
sevap almalarına vesile olur. Hadis-i şerifte:
"Hürler,
yaptıkları iyi bir iş karşılığında on sevap, köleler ise yirmi sevap
alırlar." buyurulmuştur.
Ebu Rafi azat olunduğunda ağlamaya başladı. Ona bunun sebebini
sorduklarında şu cevabı aldılar:
"Köleyken
aldığım sevabın iki kattı, şimdi ise azaldı."
OTUZ İKİNCİ BAB
KOMŞU İLE OLAN
MÜNASEBETİN ÂDABI
Komşu ile iyi geçinmek İslâm’ın sünnetidir. Hatta evi olmadan önce salih
komşu bulmak ve evi oradan almak gerekir.
Hadis-i şerifte:
"Ev almadan önce iyi komşu bulun, yola çıkmadan önce dürüst
bîr yol arkadaşı bulun!" duyurulmuştur.
"Cebrail bana
komşu hakkından o kadar çok bahsetti ki, onu hana varis olacak sandım!" buyurulmuştur.
Komşu haklan konusunda
birçok âdâb anlatılır,
b ılar:
1-IV in olduğu kadar komşuya ikram et Bkir.
2-
Komşunun aç olduğu
zamanlarda ona yemek götürmelidir.
3-
Komşunun kendisi
için ezâ olarak göreceği şeyleri yapmamak gerekir. Hadis-i şerifte:
4-
"Komşusunun kendisinden güvende olmadığı
kişi iman etmiş sayılmaz!" buyurulmuştur.
5-
Komşuya hediye
göndermek gerekir. Ne kadar küçük bir hediye olursa olsun hediye
göndermelidir. Komşusu ehli kitap olsa bile göndermelidir. Çünkü üç çeşit komşu
vardır.
Allah TeâlâBir hak sahibi olan,
b-İki hak sahibi olan Müslüman komşu,
c-Üç hak sahibi olan komşu hem mümin hem de akraba olan komşu.
Hadis-i şerifte:
"Komşu hakkı üçtür. Bir hakkı olan ehli kitaptır. İki hakkı olan
komşu mümindir. Üç hakkı olan hem mümin hem de akraba olan komşudur." buyurulmuştur.
Bir kişi Peygamberimize gelip, komşusu hakkında şikayette bulununca,
Peygamberimiz mescidin kapısında durup;.
-“Dikkat edin kırk eve kadar komşu sayılır!" dedi ve bunun
duyurulmasını emretti. Bu hadisin başka bir rivayetinde başıyla dört tarafı
işaret ettiği söylenmiştir.
5“ Elbiseye ihtiyacı olan komşuya mümkün mertebe elbise vermek.
6-
Çarşıdan evine bir
şey getirirken komşularından ve onların
çocuklarından bunu saklamak gerekir. Bu durum aldıklarını hediye etme
niyeti yoksa geçerlidir. Çünkü komşusunu bu şekilde üzen kimselerden o
komşular;
”Ey Rabbim! Bu adam bizi ihsanından alıkoydu!" diye davacı
olacaklardır.
7-
Komşusunda gelen
hediye ne kadar küçük olursa olsun büyük bîr memnuniyetle onu kabul etmek
gerekir. Hz. İbrahim (aleyhisselam) vasiyetlerinde;
"Ocağa tencere koyup kaynattığında, suyunu fazla koy. Sonra
komşularına bak ve onlara bundan bir tas ver” buyurmuştur.
8-
Komşusunun duvarı
tarafına hacet gidermemek gerekir.
9-
Komşusuna gelen
eziyetleri olabildiğince önlemeye çalışmalıdır.
10-
Komşusundan gelen
zorluklara tahammül edip onu affetmek gerekir.
Hadis-i şerifte:
"Allah, birisine
komşu olan ve ondan çokça ezâ
gören ve bunun için sabredip, Allah’tan ya ölümünü yada hayatını isteyen kişiyi seven" buyurulmuştur.
11-
Komşusunun izni olmadan
kendi evini onunkinden yüksek yaptırmamalıdır.
12-
Evini satmak
istediğinde bunu herkesten önce komşularına sormalıdır.
13-
Kendisi için beğenip
istediği şeyi komşusu içinde istemelidir. İman sahipleri hakkında,
"Kendisi için istediğini kardeşi içinde istemedikçe iman etmiş
sayılmaz" buyurulmuştur.
Salihlerden bir zât, evindeki farelerin çokluğundan şikayetçi olunca;
birisi ona;
-“Bunun için bir kedi alsana” diye tavsiyede bulununca,
-“Fareler kedinin sesini duyunca benim evimden gidip komşumun evine
girerler. Bu yüzden olmaz. Hem ben kendim için istemediğim şeyi komşum için
nasıl isteyebilirim." diye cevap vermiştir.
14-
Salih olan komşuyu
ganimet bilip, onunla iftihar eder. Allah'ın kendisine böyle bir komşu
nasip etmesine şükretmek gerekir. Hadis-i şerifte:
"Allah bir salih Müslüman sebebiyle yüz kişiden belâyı
kaldırır." buyurulmuştur.
15-
Komşularının
kendisinin hakkında iyi şehadette bulunmaları için hayırlı işlerle
uğraşmalıdır.
Ömer b. Hattab; "Bir kimse komşusunu överse, o komşunun iyi biri
olduğunda şüphe yoktur." buyurmuşlardır.
Peygamberimize bir kişi gelip,
- Ey Allah’ın elçisi! Ben kendi iyi ve kötü hâlimi
nasıl bilebilirim dîye sordu. Peygamberimiz,
- Komşun, eğer sen iyi yaptın diyorsa evet iyi yaprmşsmdır. Komşun, sana
kötü yaptın diyorsa kötü yaprmşsmdır." buyurdur.
Başka bir hadis-i şerifte:
“Bir mümin, öldüğünde iki komşusu onun iyi olduğuna
şehadet etseler, fakat Allah katında bunun tam tersi olarak suçlu bulunmuşsa,
Allah şöyle buyurur: Kulum hakkında siz ikinizin yaptığı şahitliği kabul
ettim, onu affettim." duyurulmuştur. .
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
OTUZ ÜÇÜNCÜ BAB
MÜMİN İN ELİNDE BULUNAN
NİMETLERE ŞÜKRETMESİ
ÂDABI
Mümin her durumda Allah'ın nimetlerine şükretmelidir. Şükür demek, her
kulun, kendisinde bulunan nimetlerinin Allah'tan olduğunu bilip, bunları
kendisine Allah'ın ihsan ettiğini düşünmesidir.
Allah'ın münafık ve fasıklara verdiği nimetleri kıskanmamak gerekir.
Çünkü bu kendi Allah'ın kendisine ihsan ettiği nimetleri küçümsemek anlamına
gelir. Önce Allah'ın kendisine verdiği iman nimetini düşünmeli, ardından da
sıhhati yerindeyse sıhhat nimetine şükretmelidir. Eğer Allah'ın gazabına
uğramayı hak etmiş o insanların nimetlerini kıskanırsa, onlara özenirse hata
yapar.
En önemlisi Kur’ân gibi bir nimeti aklından çıkarmamalı ve onu küçük
görmemelidir. Hadis-i şerifte:
"Kime (dünya nimeti olarak) Kur’ân verilir de, kendisine dünyahk
verilen bir insana imrenirse, büyüğü küçük, küçüğüde büyük yapmış olur.”
buyurulmuştur.
Bir mümin dünya nimetleri konusunda, her zaman kendinden daha aşağı
derecede olanlara bakıp kendi hâline şükretmelidir. Ahiret'te elde etmek
istediği nimetler içinde takva olarak kendinden yukarıdaki insanlara bakıp
onlara özenmelidir.
Din işlerinde kendisinden aşağıdakine bakarsa kendisini yüceltmiş olur
ve şeytan gibi kendini beğenmiş olur. Peygamberimiz bir hadisinde;
"Kendinizden (dünyahk olarak) aşağıda olan kimselere bakın,
sizden yukarıda olan kimselere bakıp (özenmeyin) Allah’ın size verdiği nimeti
küçümsemeyin.” buyurmuştur.
Ayrıca Hz. İsa (aleyhisselam) karşılaştığı bir zengine "Allah sana
bu kadar mal vermiş, şükretsene neyi bekliyorsun!" demiş ve yine bir
fakirle kaşılaşmış ona da;
"Allah sana sıhhat vermiş, bu küçük görülmeyecek bir nimet,
bunun için şükret.” demiş, bir hastayla karşılaştğında ise;
"Allah sana bu illeti vermiş olsa bile, sana İslâm gibi büyük
bir nimet vermiş, buna şükretmelisin." buyurmuştur.
Kısaca, her şeyde Allah'ın verdiği nimeti görmek ve bu basiret üzere
yaşamaya çalışmak gerekir.
Mefatihul Cinan, Ruh’ul Beyan
OTUZ DÖRDÜNCÜ BAB
MİSAFİRE İKRAMDA
BULUNMANIN ÂDABI
Misafire ikramda bulunmak, Hz. İbrahim (aleyhisselam) ve diğer peygamber
efendilerimizin sünneti seniyyeleridir.
Bir kişi, evine gelen misafire bir gün ikram ederse bu hediyedir, üç
gün ikram ederse bu ziyafettir, üç günden fazla ikram ederse bu sadakadır.
Eğer ev sahibi üç günden fazla bir süreye tahammül edemeyecekse orada
kalmak helâl değildir.
Hadis-i şerifte:
"Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi misafire ikram etsin.
Bir gün ikram etmesi onun hediyesidir. Üç gün ikram ederse ziyafet vermiş olur.
Üç günden sonrası sadakadır. Ev sahibini bunaltacak kadar durmak helâl
değildir." duyurulmuştur.
Misafir olan kişi, ev sahibinden tuz, su gibi şeyler dışında bir şey
istememelidir. Çünkü istediği şey belki ev sahibinin evinde yoktur ve bu
şekilde ev sahibi müşkül duruma düşmüş ve mahçup olmuş olur. Ama istediği şeyi
ev sahibinin kendisine vereceğinden eminse, istemesinde herhangi bir sakınca
yoktur.
Ev sahibinin, misafirin ağzına kendi eliyle yemek vermesi ve su içirmesi
âdâptandır. İmam Şafii, İmam Malik’in Muvatta adlı eserini okumak için onun
evine gittiği zaman, İmam Malik ona bu şekilde davranmıştır.
Bu yüzden bu gibi davranışlar ev sahibi için sakıncalı değildir. Çünkü
misafire hizmet etmek farzdır.
Ömer b. Hattab kendisine misafir olanlara hizmet ederken ayakta durur ve
oturmazdı. Bunun nedeni sorulduğunda;
-“Melekler
ayakta dururlar, onların yanında oturmaya utanırım.” buyurdu.
Hz. İbrahim’e misafirlerin babası denilir. Çünkü o herkesi misafir
edebilmek için herkesin geçtiği bir dört yol üzerine misafire ikramda bulunmak
için bir ev inşa etmiştir. Zamanla öyle duruma geldi ki millerce öteden
misafirleri gelirdi ve misafirsiz iftar etmez oldu.
Bu yüzden misafiri geri çevirmemek gerekir. Hürmet, sevgi, saygı ile
karşılayıp ve olabildiğince güzel ikramda bulunmak gerekir.
Bunun
birçok âdabı vardır. Bunlar şöyle sıralanır;
1-
Gelen misafiri
ganimet bilmek gerekir Misafir geldiğinde rızkı ile birlikte gelir.
Giderken de ev sahibinin bütün günahlarını götürür. Yani ev sahibinin
bağışlanmasına vesile olur.
Hadis-i şerifte;
"Misafir
rızkı ile birlikte gelir, giderken ev sahibi bağışlanmış olur"
duyurulmuştur.
2-
Ev sahibi elinde
bulunan şeyi misafire ikram etmeli ve elinde olmayan şeyleri bulabilmek
içinde zahmete girmemelidir.
3-
Yemeği hemen
hazırlamalıdır. Çünkü Hz. İbrahim (aleyhisselam) kendisine misafir olarak
gelen Meleklere acele davranmıştır.
Kur’ân’da;
"Ailesine koştu ve hemen semiz bir buzağı getirdi." duyurulmuştur.
Bu yüzden yemeği hemen hazırlamak müstehaptır. Çünkü beş yerde acele etmek
şeytandan değildir.
aMisafire yemek hazırlamakta acele etmek.
bÖlüyü defnetmek için acele etmek.
cBorç vermekte acele etmek.
dTevbe etmekte acele etmek.
eBüluğa ermiş bekâr kızı evlendirmekte acele etmek.
Eğer bir topluluğa davet vermişse, misafirlerin çoğunluğu geldiğinde
ikram etmelidir. Eğer geç kalanlar fakir ise ve bu yüzden kalpleri kırılacaksa
ikramı geciktirmekte bir beis yoktur.
4-
Misafirleri oturtmak
gerekir. İbrahim (aleyhisselam) bu şekilde davranırdı.
5-
Misafire yapılan
ikramı israf saymamak gerekir. Çünkü Allah için yapılan şeylerde israf
yoktur. İkram çok olursa Allah'ın yüceliği için yapılmış olur.
"İsrafta
hayır yoktur. Hayırda da israf olmaz." duyurulmuştur.
Salihlerden dirisi dir gece ziyafet verip evinde din mum yaktı.
Dostlarından dazıları "Bu
israftır" deyince şöyle cevap verdi:
-“O zaman! Allah’ın rızası için yakılmamış olanları söndürün! O
mumları söndürmek için ne kadar uğraştılarsa da mumlar sönmedi.
6-
Misafire ikram
ettiği şeyleri "Bu şu kadara mal oldu” diye hesap etmemek gerekir.
7-
Misafirlere yemek
ikram etmek için evde bulunan tabak ve çanakların temiz olmaları gerekir.
8= Ne zaman bir ziyafet vermek istese, davet edeceği kişilerin
arasında salâh bir zatın bulunmasına özen göstermek gerekir.
9= Misafire en fazla üç kere "Buyurun!” deyip daha fazla
ısrar ederek onu sıkmamak gerekir.
Bir kişi, Âlim bir kişiyi evinde davet etti.
Âlim olan kişi "Davetini üç şartla kabul ederim.
8-
Bana zehir yedirme,
9-
Senin sevdiğin ve
benim sevmediğim kişileri davet etme,
3” Beni zindana hapsetme.” dedi.
Davet eden kişi bunları kabul edip onu evine çağırdı. Yemek başladığında
ev sahibi Âlim’e ' Yemesi için çok ısrar etti.” Sonra “Çocuğunu
sofraya oturttu.” Âlim yemek bitip de gitmek için izin isteyince "Biraz
daha kal!” diye ısrar edip gitmesine izin vermedi. Davet bitip de Âlim
vedalaşırlarken şöyle dedi:
"Senden üç şey istedim, sende kabul ettin. Fakat üçünü de
tutmadın. Yemek için ısrar edip yemeği bana zehir ettin! Çocuğunu sofraya
oturtup beni üzdün. Gitmek için izin istediğim zaman biraz daha otur diyerek
evini bana zindan ettin."
10“ Misafiri kendisine tercih etmek yani misafiri kendisinden
üstün tutmak gerekir. Kendisi için hazırladığı yemeği misafire yedirmek
gerekir.
11= Misafiri ailesine
tercih etmemelidir. Ailesi için hazırladığı
yemeği misafire ikram etmemelidir. Çünkü ailesinin yemekleri kişinin üzerine
farzdır. Ailesi muhtaç durumdayken onlara başkalarını tercih etmek caiz olmaz.
Bir kimse Âlim bir kişiyi davet etti, o da "Davetini üç şartla
kabul ederim, seni külfete sokmayacaksam, bana ihanet etmiyeceksen, bana zulüm
etmeyeceksen."
Külfetten maksat evinde bulunmayan bir yiyeceği tedarik için zahmet
çekmektir. İhanet, evinde olan yiyeceği misafirinden gizlemektir. Zulüm ise,
ailesi için hazırlanan yemeği misafire ikram edip onları aç bırakmaktır.
12-
Sofrayı
yeşilliklerle -marul gibisüslemek lâzımdır. Çünkü üzerinde yeşillik olan
sofraya melekler gelir diye rivayet edilmiştir. Melekler yiyip içmeselerde
geldikleri sofraya bereket getirirler.
13-
Yemeklik olacak
şeylerin düzen ve temizliğine özen göstermek gerekir. Örneğin suyu ve tuzu
ve de biberi sofranın kenarına yakın bir yere koymak, eti kemikten ayrımak...
14-
Misafirlerin
istediklerini yiyebilmeleri için bütün yemeği sofraya koymak.
15-
Ekmeği tek sayılı
parçalara bölmek. Çünkü "Allah tektir, teki sever" buyurulmuştur."
16-
Meyve gibi şeyleri
ilk olarak ikram etmek gerekir. Çünkü hazmedilmesi kolaydır. Kur’ân'da;
"Arzulayıp seçecekleri meyveler, canlarının çektiği kuş
eti..." (Vakıa suresi; 20-21) ayetlerinde meyve diğer yemeklerden önce
zikredilmiştir.
17-
Ev sahibi sofraya
oturduğu takdirde herkesten önce yemeğe başlamalı ve yemeği bırakan en son kişi
olmalıdır.
18-
Bütün misafirlere
aynı şeyi ikram gerekir. Misafirlerin bazılarına farklı diğerlerine farklı
ikramlarda bulunmamalıdır.
19-
Birbirlerine küsmüş
ve darılmış iki kişiyi bir arada davet etmemek gerekir.
20-
Davet edilen
misafirlerden birisiyle fısıldaşarak konuşmamak gerekir.
21-
Ev sahibi
misafirleriyle çokça sohbet etmelidir. Ayrıca onları yalnız bırakıp canlarının
sıkılmasına sebep olmamalıdır.
22-
Misafirlerin yanmda
evinde hazır bulunan hizmetçileri azarlamamak gerekir.
23-
Ev sahibi salatalık,
kavun ve karpuz gibi meyve ve sebzeyi kestiği zaman ilk önce tadına kendisi
bakmalı ve sonra misafirlere ikram etmelidir.
24-
Davetin ardından
misafirleri uğurlamak gerekir. Hadisi şerifte; "Misafiri evin
kapısına kadar uğurlamak sünnettir." duyurulmuştur.
"Kim misafirini yedi adım uğurlarsa, onun üzerine cehennemin
yedi kapısı kapatılır. Misafirini sekiz adım uğurladığında Allah cennetin sekiz
kapısını onun üzerine açar ve o da dilediğinden girer." buyurulmuştur.
25-
Ev sahibi misafire
oturacağı yeri gösterene kadar onun önünden gitmelidir. Onu uğurlarken de
arkasından gitmelidir.
26-
Misafir uzak bir
yerden gelmiş yabancı bir kişiyse, ev sahibi ona bir günlük erzak hediye
etmelidir.
27-
Misafiri uğurlarken
şöyle demek gerekir:
"Beni sevindirdiniz. Allah’da sîzleri hayır ile mükâfatlandırsın.
Ben size gereken ilgiyi gösteremedim, beni affedin. Dünya ve onun
içerisindekileri size versem hakkınızı ödeyemem" ve bununla birlikte
üzülmek de gerekir.
Hadis-i şerifte:
"Misafiri evinin kapısına kadar uğurlamak, onların haklarını
ödemek için onlara dünya ve üzerindekilerin! bile verse bunu yapamayacağını
düşünüp kendisinde eksiklik hissetmek sünnettir." duyurulmuştur.
28-
Misafire yapılan
ikramı onların başlarına kakmamak gerekir.
Örneğin, "Size ikram ediyorum beni iyilikle anın!"
"Bana dua edin!" gibi şeyler söylememe ve bu ikramdan alacağı
sevaptan mahrum olmamalıdır.
Kur’ân’da;
"Sizi Allah rızası için yediriyoruz" (İnsan suresi9)
duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan
OTUZ BEŞİNCİ BAB
ÂDABI
Kişinin kendisine yapılan daveti kabul
etmesi;
"Daveti
kabul etmeyen Ebu Kasım’a isyan etmiştir" hadisiyle vaciptir.
Davet edilmemiş bir kimsenin bir ziyafete gidip katılması caiz değildir.
"Davetsiz olarak bir ziyafete giden kişi3 oraya hırsız
olarak girer ve oradan yağmacı olarak çıkar." buyurulmuştur.
Daveti kabul etmenin bazı
âdapları vardır. Bunlar;
r Davet eden kimseyi kırmamak için daveti kabul etmek gerekir.
2-
Davete yemek için
gitmemek gerekir.
3-
Davet edilen kişi ev
sahibinin kendisine gösterdiği yere oturmalıdır.
4-
Ev sahibinin yaptığı
işleri kontrol etmemek.
5-
Ziyafet yerinde sağa
sola bakmamak gerekir.
6-
Ev sahibinden tuz,
su, biber gibi gerekli şeyler dışında bir şey istememek gerekir.
7-
Ev sahibini
yemeğinden dolayı veya başka bir işinden dolayı ayıplamamak gerekir.
8-
Yemekten sonra ev
sahibine rahmet olunması, bağışlanması ve berekete kavuşması için dua etmelidir.
Örneğin:
"Allah’ım onun rızkını bereketli kıl ve ona işleri kolaylaştır.
Onun üzerinden hayrı eksik etme. Onu bağışla ve bizi de şükredenlerden
kıl!" demelidir.
OTUZ ALTINCI BAB
İSABET ETMENİN ÂDABI
Mümin her ân, hastalık ve yokluk gibi durumlara düşebilir. Dünya mümin
için kalıcı bir yer değildir. Geçici olan bu dünyada rahat olabilmek zordur.
Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem); "Dünyada rahatlık yoktur/’
buyurmuştur. Bu konu hakkında çok sayıda âdâb beyan edilmiştir.
V Mümin başma gelen belâ ve musibeti ganimet bilmelidir. Çünkü
kıyamette bunun karşılığını fazlasıyla alacaktır.
"Kıyamet günü geldiğinde, amel sahiplerinin yaptıkları namaz,
oruç, sadaka, hacc ve zekât terazilerine konulur. Sonra dünyada belâ ve
musibete uğramış kimseler getirilir, terazileri kurulur, duruşmaları başlar ve
üzerlerine ecir yağdırılır. Dünyada sıhhat ve afiyet sahibi olanlar ‘Keşke
bizde dünyadayken, vücutlarımız hastalıklarla dolsaydı, makaslarla kesilip
parça parça olsaydı ve böylece bizde bu dünyada musibete uğramışların sevabını
alabilseydik derler.”
Allah Teâlâ’nın "Sabredenlere ecirleri hesapsız olarak verilir"
sözü bundandır.
2-
Mümin, kendisine
isabet eden belâ’yı yaratılmışlardan hiç kimseye şikâyet etmeyip, o belâyı
kendisine yollayan Allah’a dönerek çaresini ondan beklemelidir.
"Kim kederli anında on kere ‘Allah’tan başka ilâh yoktur ve ben
ona tevekkül ettim yüce arşın Rabbidir’ derse Allah onun kederini
giderir." duyurulmuştur.
3-
Mümin, kendisine
isabet eden belâyı ve musibeti bağışlanması için bir vesile olarak görmelidir.
Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle buyurmuştur:
"Bir müminin Allah'ın rahmetine ulaşabilmesi için beş çeşit zorluk vardır: Birincisi
hastalık ve musibettir, günahı
çok olduğu için bunlarla affedilmezse, ikinci bir zorluk onu bulur. Bu da canının bedenin
zor çıkmasıdır. Günahı çok olduğu için
bu şekilde de affedilmezse üçüncü bir zorluk karşısına çıkar, bu da
kabirde kendisine gelecek olan Meleklerin sorularmm zor olmasıdır. Günahı burada da
affedilmeyecek kadar çoksa, sırat köprüsü karşısına gelir bu dördüncü
zorluktur. Orada uzun süre bekletilir. Günahı burada da affedilmeyecek kadar
çoksa cehennemde yanar. Sonra mümin olduğu için oradan çıkar ve cennete girer.
Cehennem de beşinci zorluktur.”
4-
Belâ’nm başladığı
andan ona sabretmeye başlamak gerekir. Çünkü sabır belâ gelir gelmez
başlamalıdır.
Hadis-i şerifte:
"Sabır belânın ilk geldiği ân şaşırmamaktır." duyurulmuştur.
İlk anda böyle yapmayıp sonra sabrederse bunun adı tahammül yani katlanmak
olur.
Feth’ul Musalla hazretlerinin eşi yere düştü ve tırnağı kırıldı. Kadın bu
duruma güldü. Ona "Neden gülüyorsun" diye sordular;
-“Allah'ın verdiği bir musibete sabrettiğimde alacağım mükâfatı düşündüm
ve acıyı hissetmedim. Onun için güldüm." demiş.
Rivayet edilir ki:
Bir mümin ve bir kâfir birlikte balık avına giderler. Müminin oltasını
Besmele ile atmasına rağmen hiç balık yakalayamaz. Kafir ise putunun adını anarak
atmasına rağmen oltasına birçok
balık takılır. Akşam olduğunda, mümin de bir balık yakalamayı başarır fakat onu da
oltadan çıkarırken suya düşürür. Müminin meleği
bu duruma çok şaşırır ve hemen Levh-i Mahfuz’a gidip orada mümin ve
kâfirin durumuna bakar. Mümini cennette kâfiri de cehennemde görünce "Allah
mümini imtihan ediyor olsa gerek. Kâfire de daha çok azsın diye veriyor. Bu
kâfirin bir istidracıdır."
Hadis-i şerifte;
"Humma
müminin ateşten kurtuluşudur." buyurulmuştur.
Yani humma gibi hastalıklara yakalananların (sadece humma ve türevi
değil, çaresiz hastalıklar anlamında kullanılmış olma ihtimali yüksektir)
bütün günahları bağışlanır ve temizlenir. Günahlarından arınınca da cennete
girebilir manası taşımaktadır.
Diğer bir hadiste:
"Bir kişi üç saatlik bir sıtmaya yakalansa ve Allah’a şükrederek
sabrederse, Allah bu kuluyla meleklerine karşı iftihar eder ve şöyle der: ‘Ey
Meleklerim kuluma verdiğim belâ’ya karşı gösterdiği sabra bakın! Onun
cehennemdem kurtuluşu için bir beraat yazın!9 O kişiye beraat
yazılır!”
Enes b. Malik şöyle rivayet etmiştir:
İbn Mesud hastalanmıştı. Ziyarete gittik.
-"Gecen nasıl geçti" diye sorduk.
-"Allah'ın bana verdiği iman nimetiyle gecemi geçirdim!" dedi.
Şu an nasılsın diye sorduk;
-"Allah’a hamd olsun kalbim iman dolu" dedi. Neyinden şikâyetçisin
diye sorduk.
-"Günahlarımdan şikâyetçiyim" diye cevap verdi. Tabib çağıralım
seni iyileştirsin diye sorduk.
-"Benim tabibim beni hastalandırdı!" dedi.
Hz. Ebu Bekir hasatandığında da bu sorulara aynı cevapları verdi ve ek
olarak;
-"Tabibim beni gördü” dedi.
"Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Kulumu bir belâya düçar ettiğim
zaman, o sabredip ve benden şikâyetçi olmazsa, ona kendi etinden daha iyi bir
et ve kendi kanından daha iyi bir kan veririm. Onu iyileştirdiğimde günahı
kalmaz. Canını ahrsam rahmetimin içerisindeyken ölmüş olur." buyurulmuştur.
5-
Mümkün olduğu kadar
hastalığını saklamak gerekir.
"Üç şey iyilik hazinelerindendir;
- Sadakayı gizli vermek,
-
İyiliği gizli yapmak,
“ Hastalığı gizlemek." buyurulmuştur.
6-
Mümin hep sıhhat
üzerine olmasına üzülmelidir. Müminin rahatlığı kırk günden fazla sürmez,
eğer sürerse iyi değildir denilmiştir.
Mısır kralı olan Firavun tam dörtyüz yıl boyunca ilâhlık iddiasında bulundu. Bu
kadar uzun zaman içerisinde ne sıtma ne
de baş ağrısı çekmedi. Bu şekildeki bir hastalığa uğramış olsaydı ilâhlık iddiasında bulunamazdı.
Bu da bize gösteriyor ki, hastalık mümine
Allah'ın bir lütfûdur. Fakat hasta olan kişi şu dört durumdan kaçınmalıdır:
aYalan söylemekten kaçınmalıdır. Sabaha kadar uyumadım, hiçbir
şey yemedim gibi sözlerden sakınmak gerekir.
bHerkesin kendisini ziyaret etmesini beklememelidir.
cRiyâ yapmamalıdır. Kendisini ziyarete gelenlere uyuyor numarası
yapmamalıdır.
dÖfkelenmemelidir.
7-
İhlâs, Felâk, Nas,
Fatiha ve Salâvat-ı şerifeleri, kendi sıhhati için kendisine okumalıdır. Ve
başka dualarla Allah'tan şifa istemelidir. Ağrısı bulunan yerler için okumak Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] tarafından tavsiye edilmiştir.
"Sizden birinin dişi ağrıdığında, parmağını ağrıyan yerin üzerine
koyup şöyle desin: -“Hüve'l-lezi enşeekum ve ce'ale lekume's-sem'a ve'l-ebsare
ve'l-efidete kalilen ma teşkurun."
Başka bir hadis-i şerifte:
"Ey Ali! Başın ağrıdığı zaman, elini başına koyup ..Lev
enzelna... âyetini oku” -Eğer biz bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, onu Allah
korkusundan paramparça olmuş hâlde görürdünbuyurulmuştur. Başka bir
hadis-i şerifte:
"Başın ağrıdığında, elini onun üzerine koy ve Haşr suresinin son
ayetini oku. Çünkü o ölümden başka bütün dertlere
devadır." buyurulmuştur.
Rivayet edilir ki:
Bir bedevi, Resulullah'ın huzuruna gelip yemek yiyemediği için
iştahsızlığından şikâyet etti. Peygamberimiz (saliallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurdur;
"Bir şey yediğinde veyahut içtiğinde şöyie de: -Bismillahiilezi
la yedurru mea’ ismihi şey’un fî'hardi ve la fis’semal ve huve semi'ul alim. Ya
hayyumu ya Kayyum
8-
Hasta kişi feryat
ederek inlememelîdir. Elinden geldiğince buna özen göstermek Peygamber
(saliallahu aleyhi vesellem)’in tavsiyesidir.
Bir kimse hastalığından dert yanmak maksadıyla "Şikâye» timden
önce Allah’a hamd olsun" derse hâlinden şikayetçi olmuş olur.
Peygamberimiz hastalandığında inlerdi, bunu neden yaptığı sorulduğunda:
"Müminin
acısının şiddeti, onun affedilmesi için olabilir." buyururdu.
Şir’at-ül İslam, Cami-us-Sağir
OTUZ YEDİNCİ BAB
Hasta olan mümini ziyaret etmek Müslümanların birbirleri üzerindeki
hakkıdır. Ayrıca İslâm âdâbının en güzellerindendir.
Hastayı ziyarete giden kimse hastanın yanına girdiği anda Allah'ın
rahmetine boğulur. Fakat şu âdâba riayet etmesi gerekmektedir:
1-
Hastayı sıkça ziyaret etmek
gerekir.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem):
“Sıkça ziyaret et ki, sevginiz artsın " buyurmuştur.
2-
Hastanın baş tarafında
oturmamak gerekir aksine ayak ucunda oturmak daha iyidir.
3-
Ziyarete giden kişi,
hastanın göz çukurlarına bakmaktan sakınmalıdır. Daha sonra ziyaret
bittiğinde gözler yıkanmalıdır. Başa gelebilecek herhangi bir hastalıktan
dolayı bu tavsiye edilmiştir.
4-
Ziyarete giden kişi,
temiz elbiseler ile gitmelidir Kirli elbise ile gitmemeye özen
göstermelidir.
5-
Ziyarete giden küşi,
hastanın yanına tebessüm ederek girmeli ve onu mutlu etmeye çalışmalıdır
6“ Ziyarete giden kişi, hastaya "Daha çok yaşayacaksın"
demelidir.
Hadis-i şerifte
"Hastanın yanına girdiğinizde, onun ömrünün uzun olacağını
söyleyin, bu Allah'ın takdirini değiştirmese bile, hastanın gönlünü
ferahlatır." duyurulmuştur.
7-
Ziyarete giden
kimse, hastaya kısa bir süre sonra iyileşeceğini söylemelidir.
8-
Ziyarete giden kimse
hastanın yanında fazla durmamalıdır.
Hadis-i şerifte:
"Sevabı en üstün ibadet, hastanın yanında fazla durmadan
kalkmaktır." duyurulmuştur.
Bir grup insan Sım's-Sakati’yi hastalandığı zaman ziyarete
geldiler. Amansız bir kalp ağrısına tutulmuştu. Yanında uzun süre oturdular. Bu
arada Şeyh de oldukça fenalaşmıştı. O sırada kalkan misafirler Şeyh'ten
kendileri için duâ etmesini istediler. Şeyh ellerini açıp:
"Allahı’m bu insanlara hasta ziyaretinin nasıl olduğunu
öğret" diye duâ etti.
Birkaç kişi salih zatlardan birisini ziyarete gittiler. O sırada o salih
kişi de hastaydı. Yanında uzun süre durup onu sıktılar, daha sonra giderken
ondan kendilerine tavsiyede bulunmalarını isteyince, şöyle buyurdu:
"Hastayı ziyaret ettiğinizde yanında fazla durmayın."
9-
Ziyaret eden kişi
hastanın durumunu kendisine sorarken elini onun alnına koymalıdır.
10-
Ziyarete giden kişi
hastadan kendisi için duâ etmesini istemelidir.
Hadis-i şerifte:
"Hastanın yanına girdiğinde ondan senin için duâ etmesini iste,
onun duâsı meleklerin duâsı gibidir." duyurulmuştur.
11-
Ziyarete giden kişi,
hastanın şifa bulması için, İhlâs, Felâk, Nâs, Fatiha, Fetih, Kâfirun
surelerini okumalıdır.
Bu sureleri okuduktan sonra : "Allah’ım! Bu kuluna şifa ver de
senin rızan için namaz kılsın!” diye duâ etmek gerekir.
Göz, diş ve çıban hastalıklarında ziyarete gerek yoktur.
Hadis-i şerifte;
"Şu üç hastalığa tutulanlar ziyaret edilmez. Göz, diş, çıban
hastalıkları." duyurulmuştur.
OTUZ SEKİZİNCİ BAB
BİR MUSİBET GELDİĞİNDE
İSTİRCA ETMENİN ÂDABI
Mümin, bir musibete düçar olduğu zaman, onun Allah tarafından
yollandığını bilmeli ve İstirca ederek yani İnna lillahi ve inna ileyhi
raciun (Allah’tan geldik ve yine ona döneceğiz) demelidir.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem), yanındaki bir kandil söndüğü
zaman istirca etmiş ve sahabeler;
-
“Niçin istirca ettiniz,
yoksa bu bir musîbet midir? diye sordular, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) de:
-
Mümine eziyet veren her
şey musibettir!” buyurdular.
Evlâdı vefat eden bir mümin, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra
istirca etmelidir. Çünkü Kur’ân'da:
"Satur ve namazla
birlikte Allah’tan yardım dileyin!"
duyurulmuştur. Namazın ardından şu şekilde duâ edilmelidir:
"Allah'ım bize ne emrettiysen onu yaptık, şimdi sende bize vaad
ettiğini ver!"
Bir müminin çocuğu öldüğü zaman, Allah, meleklerine şöyle der:
“Kulumun evlâdının
ruhunu, onun ciğer paresini aldınız mı? Melekler:
“Evet!" derler. Allah:
“Kulum buna ne dedi?” diye sorar. Melekler:
"Sana hamd etti ve de İstirca etti.” derler Allah:
"O zaman o
kulum için cennette bir köşk inşa edin ve adını da Beytül Hamd koyun!" buyurur.
Bir müminin başına bir musibet geldiğinde, Peygamber (sallallahu aleyhi
vesellem) efendimizin ümmetiyle vedalaşıp ahirete intihalini düşünmelidir. Bu
şekilde hareket ederse başındaki tüm musibetler hafiflemiş olur.
"Kime bir musibet isabet ederse, benim başıma
gelen (ölümü) musibeti düşünsün. Çünkü o musibetlerin en
büyüğüdür" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste;
"Benim
ümmetimden kimin iki yavrusu ölürse Allah onu bunun için cennete koyar! Bunun
üzerine Aişe (radıyallahu anha) şöyle dedi:
"Peki senin
ümmetinden bir yavrusu ölen?" Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem):
"Bir evlâdı
ölen de’’ buyurdu. Aişe (radıyallahu anha):
“Peki evlâdı
ölmemiş ise?" Peygamberimiz:
"Onun evlâdı
benim! Çünkü müminler benim ölüm musibetim gibi bir musibetle
karşılaşamazlar!" buyurulmuştur.
Kur’ân'da;
"Sen içlerinde olduğun sürece Allah onlara azap edecek değildir" buyurulmuştur.
Hadis-i şerifte:
"Bir
müminin, üç küçük evlâdı ölürse cehenneme
gir» mez, ancak yemin
yerini bulsun diye girer!.." buyurulmuştur.
Buradaki yeminden kasıt Kur’ân’daki:
"Hepiniz oraya (cehenneme) istisnasız olarak uğruyacaksınız! Bu Rabbinin
takdir ettiği bir şeydir!" (Meryem suresi-71) ayetidir.
Hadis-i şerifte;
"Bir müminin büluğ çağına ermemiş üç evlâdı ölürse o çocuklar onu
cennetin sekiz kapısında karşılayacaklar ve o istediği kapıdan içeri
girecektir." duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Ahirete kendimden önce doğmadan ölmüş bir çocuk göndermem, Allah
yolunda savaşacak yüz atlıyı geride bırakmamdan daha iyidir!"
Süleyman (aleyhisselam)'ın küçük bir çocuğu ölmüştü, o da buna üzülmüştü.
Allah Teâlâ onu teselli etmek için iki meleğini insan kılığında indirdi. İki
melek Süleyman (aleyhisselam)’ın huzurunda birbirinden davacı oldular. Birisi
şöyle şikâyet etti:
"Bu adam benim tarlamı çiğnedi, ekinlerimi telef etti." Süleyman
(aleyhisselam) sordu:
"Neden telef ettin ekinleri?" diğeri:
"O adam niçin herkesin geçtiği yola ekin ekmiş? Geçecek yol
bulamadığım için oradan geçtim, ekinleri de bu yüzden telef ettim!" Süleyman
(aleyhisselam):
"Neden herkesin geçtiği yola ekin ektin?" şikâyetçi olan
melek:
"Sende bilirsin, ölüm ahirete giden bir yoldur. Herkes mutlaka o
yoldan geçer. Sen bunun böyle olduğunu bilmene rağmen evlâdın için neden
üzülürsün?" bunları söyler söylemez kayboldular.
OTUZ DOKUZUNCU BAB
BULUNMANIN
ÂDABI
Başına bir musibet gelen kimseyi teselli etmek ve taziye dilemek İslâm
hukukundandır. Bir müminin evlâdı, annesi, babası veya bir akrabası vefat
ettiğinde onunla musafahalaştıktan tokalaştıktan sonra şunları söylemek
gerekir:
"Allah ecrini artırsın, bu cefanı iyiliğe döndürsün, ölünü de affetsin!"
Hadis-i şerifte:
"Kim yakını ölen bir adama taziyede bulunursa, onun sevabının
aynısı ona da verilin" duyurulmuştur.
Eğer taziyede
bulunulacak kişiye gidip onu ziyaret etmek mümkün değilse, mektup ile taziyede
bulunmak gerekir.
Resululîah (sallallahu
aleyhi vesellem), Yemen’de Muaz
b.
Cebel (radıyallahu anh)’in oğlu vefat ettiği zaman şu mektup ile ona
taziyede bulunmuştur:
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla;
Allah'ın Resulu Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) tarafından Muaz
b. Cebel'e;
Mallarımız, çocuklarımız ve eşlerimiz İlâhi birer emanettir ve geri
alınacaklardır. Bunu iyi bilmelisin. Seni sevindirerek onlarla faydalandırdı.
Sonra onları senden, sana sevap vermek için aldı. Bundan dolayı fazla
yakınırsan o ecrin zayi olur. Musîbete karşılık verilen sevabı görseydin, o
musibet gözünde ufalırdı. Allah'ın takdirini sabır ile karşıla.
Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan
KIRKINCI BAB
ÖLÜMCÜL HASTALIĞA YAKALANAN HASTANIN
ÂDÂBI
Böyle bir hastalığa tutulmuş kişi, kıbleye karşı kabirdeymiş gibi yatmalıdır.
Veya ayaklarını kıbleye doğru uzatıp ayaklarının altına onları yüksekte
tutacak bir şey koyarak ve yüzünü kıbleye dönerek yatmalıdır.
Bununla birlikte Allah'ı zikretmekten uzaklaşmamalıdır.
Ailesine Allah'tan korkmalarını ve onun emirlerini yerine getirmemekten
kaçınmalarını tavsiye etmelidir. Ölümü kendisi için bir ganimet bilmelidir.
Çünkü ölüm müminin hediyesidir.
Ve de ömrü boyunca yaptığı işlerin Allah'ın kendisini bağışlaması için
yeterli olduğunu düşünmeli ve bu şekilde Allah'ın rahmetini ummalıdır.
KIRK BİRİNCİ BAB
ÖLMEK ÜZERE OLANIN
YANINDA BULUNMA ÂDÂBI
Ölmek üzere olan kişinin yanında bulunanlar Yasin-i Şerif’i okumalıdırlar.
"Her şeyin bîr kalbi vardır. Kur’ân’ın kalbi de Yasin suresi’dir.
Kim onu Allah'ın rızasını dileyerek okursa, Kur’ân’ı on iki kere okumuş
kişinin sevabının aynısı verilir. Herhangi bir Müslüman, ölüm meleği geldiğinde
yanında Yasin suresi okunursa, o surenin okunan her harfi için on melek iner
ve onun önünde saf tutarlar. Onun bağışlanması için dua ederler. Onun defnine
kadar yanından ayrılmazlar. Herhangi bir hasta Müslüman’ın yanında Yasin
suresi okunursa ölüm meleği onun ruhunu elinde cennet şaraplarından bir
şarabın içinde olduğu rıdvan kasesiyle gelmedikçe almaz. O yatağmdayken ondan
içer ve melek onun ruhunu o şerbete doymuş bir şekilde alır. Kıyamet gününde,
bu suya kandığı için peygamberlerin havuzlarından hiçbirisine ihtiyaç duymaz
ve o suya kanmış hâliyle cennete girer." buyurulmuştur.
Ölümcül hastaların yanında bulunanların uyması gereken âdâbı şu şekilde
sıralarız:
1-
Hastanın yanında
lohusa kadın veya cünüp bir kimse varsa oradan çıkarılmalıdır.
2-
Hasta sağ tarafına
veya kıbleye doğru yatırlımalıdır.
3-
Hasta için Yasin suresi okunmalıdır.
4-
Güzel kokulu
tütsüleri yakarak çevreyi kokutmak gerekir.
5-
Kehme-i Şehadet’i
(Lâ ilahe illallah) söylemesi için hasta
zorlanmamalıdır sadece telkin edilmesi gerekir.
6-
Hastanın uzuvlarını (eller bacaklar)
uzatmalıdır
7-
Hasta eğer ölürse,
öldükten sonra gözleri kapatılmalıdır.
8-
Hasta eğer ölürse,
karının üzerine bıçak veya kılıç gibi bir şey konulmalıdır.
9-
Hasta eğer ölürse,
yıkanıncaya kadar yanında Kur’ân okumamak. Bazıları yıkandıktan sonra
okunması mekruhtur demişlerdir.
10-
Hasta eğer ölürse,
cenazesine salih kimseleri çağırmak gerekir.
11-
Hasta eğer ölür ve
ruhunu teslim ederken şiddet görürse bunu kötüye yormamahdır.
Çünkü Aişe (radıyallahu anha) "Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]'ın ölümünü gördüğümden beri, başka bir ölümü zor olduğu için kötüye
yormam!” buyurmuştur.
Allah Teâlâ, müminin günahlarını, kul dünyadayken ona hastalık vererek
veya ona korku, musibet vererek ölüm anında ölümün zorluğunu artırarak onu
affeder diye rivayet edilmiştir.
Rivayet edilir ki, Hasan-ı Basri hazretleri ruhunu teslim ederken
tebessüm etti. Malik b. Dinar da o sırada yanındaydı. Bir süre sonra onu
rüyasında görünce kendisine neden tebessüm ettiğini sordu ve şu cevabı aldı:
Ölürken bir ses işittim, şöyle diyordu "Ey Azrail, onun ruhunu
alırken biraz şiddetli davran, bir günahı kalmış onu da bağışlamak
istiyorum!" işte bunu duyunca tebessüm etmemek için kendimi tutamadım.
12-
Ölen kişi, ruhunu
teslim ederken hayra delâlet eden halleri varsa, gözünden yaş gelmesi,
ellerinin iki yana düşmesi, burnunun şişmesi ve tebessüm etmesi gibi, bu onun
iyiliğine işarettir. Bunun için sevinmek gerekir.
13-
Ruhunu teslim eden
kişi üzerinde azap alâmetleri görüldüğünde, şiddetli bir ölüm ve nursuzluk
gibi üzülmek gerekir.
Şir’at-ül İslâm
KIRK İKİNCİ BAB
Cenaze namazı dört rekâttır. Onun rekâtları tekbirleridir. Öyle ki bir
kimse bir tekbire yetişmezse bir rekât kaçırmış olur, iki tekbire yetişemezse
2 rekât kaçırmış olur, 3 tekbire yetişemezse 3 rekât kaçırmış olur. Fakat
başlangıç tekbiri alındıktan sonra veya ikinci yada üçüncü tekbirler
alındıktan sonra, tekbirlerin arasında cenaze namazında imama uyulmaz.
Çünkü bu namaz rükû ve secdesi olan namazlar gibi değildir. İmama uyacak
kişi tekbiri bekler ve tekbirle birlikte namaza başlar. İmama uyan kişi o
rekâta yetişmiş olur.
"Müslümanlardan ölen birisinin cenazesini müşrik olmayan kırk
kişi kılarsa Allah onların o ölü hakkındakî şefaatlerini I abul ?
der." buyurulmuştur.
Cenaze namazı en az üç saf ile kılınır.
Örneğin cemaat yedi kişi ise, bir kişi imam, üç kişi imamın arkasında
bir saf ve diğer üç kişi de o safın arkasında bir saf yaparlar.
Hadis-i şerif’te:
”Kimin cenaze namazı üç saf olarak kılınırsa affedilir" duyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Bir cenazenin namazı kılındığında onun iyiliğine şehadet
edilirse Allah şöyle der: Bildikleri şekilde olan şahitliklerini kabul ettim, bilmedikleri
konuları da ben bağışladım. "
Rivayet edilir ki:
Ashab bir cenazenin yanından geçti ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem];
-"Vacip oldu" dedi, daha sonra başka bir cenazenin yanından
geçtiklerinde Peygamberimiz aynı şeyi söyleyince Ömer b. Hattab şöyle sordu:
“Her ikisine de aynısını söylediniz, neden?” Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) cevap verdi:
“Kendisinin iyiliğine şahit olunan kimseye cennet vacip olur.
Kendisinin kötülüğüne şahitlik yapılan kimseye de cehennem vacip olur. Çünkü
sîzler Allah’ın yer yüzündeki şahitlerisiniz."
Cenaze namazının kılınması:
Cenaze namazı kılınırken, başlangıç tekbiri getirildikten sonra,
Sübhaneke duâsı "vecelle seanüke" kısmıyla birlikte okunur. İkinci
tekbir alındığında “Sallı ve Bank duaları” okunur. Çünkü tekbirin
ardından eğer ölü kimse büluğ çağına ermiş bir ekek ise şöyle duâ edilir:
"Allahummağfir Hhayyina vemeyyitena veşahidma vega ibina
vesağirîna vekebîrina vezekerina veünsana, Allahümme men ehyeytehu minna
feahyihi alelislâmi vemen teveffeytehu minna feteveffehu alelimani vehussa
hazelmeyyite bîrravhi ver-rahati ver rahmets, vebmağfireti verndvan Allahümme
in kane muhsinen fezid fi ihsanihi veinkane musien fetecavez an seyyiatihi
velekkihil-emne ve’bbüşra ve’l-keremete vel-zülfa bi rahmetiko yaerhamer
rahimîn!”
Ölen kişi büluğa ermiş kadın ise Hussa ile başlayan yerden sonra “hazihi’l
meyyite, in kanet muhsineten ihsanuha!” denilmelidir.
Eğer ölen kişi büluğ çağına ermemiş bir (sabi) çocuk ise yine aynı
kısımdan sonra;
"Allahümme ecalhu lena feraten, Allahümmeca’lhu lena ecren ve
zuhren. Allahümmeca’lhu lena şafian muşeffian bi rahmetike ya erhamer rahimîn!”
diye duâ edilmelidir.
Buhari-i Şerif, Şir’at-ül İslâm, Halebi
KIRK ÜÇÜNCÜ
BAB
CENAZEYİ TEŞYİ ETMENİN
ÂDABI
Cenaze namazı kılındıktan sonra, ölü defnedilinceye kadar yanından
ayrılmamak âdâptandır.
Namazdan sonra defin için kabristana gelemeyecek kişi cenaze sahibinden
izin almalıdır.
"Bir kimse, cenaze namazım kıldıktan sonra sahibinden izin almadıkça
cenazeden ayrılma hakkı yoktun" buyrulmuştur.
Cenazeyi uğurlayan kişi arkasında üzgün bir vaziyette gitmeli ve ölümün
bir gün kendisini bulacağını düşünmelidir.
Cenazenin taşınmasına da yardım etmek
gerekir.
Mümkün mertebe tabutun altına girip onu taşımaya çalışmak gerekir. Hadis-i
şerif’te:
"Kim
tabutu dört direğine girip taşırsa Allah onun kırk bt> yük
günahını silen" duyurulmuştur.
KIRK DÖRDÜNCÜ BAB
Cenaze kabre defin edilirken orada
bulunmak İslâm âdâbının gereğidir.
"Kim bir cenaze namazı kılar ona bir kırat sevap verilir ve kim o
cenazeyi defin edilene kadar takip eder ve definde bulunursa ona iki kırat
sevap verilir bunların en küçüğü Uhud dağı kadardır." buyurulmuştur.
Cenazeyi defin ederken uyulması gereken âdabı şöyle sıralayabiliriz:
1-
Cenaze yani tabut
yere koyulmadan önce o cenazeyi takip eden insanlar oturmamalıdır.
Çünkü hadis-i şerifte:
"Cenazeyi takip ettiğiniz zaman o (yere) konulana kadar
oturmayın!" duyurulmuştur.
Kişi otururken yanında cenaze geçerse ayağa kalkmalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem]:
"Ölüm büyük bir korkudur! Cenazeyi gördüğünüzde aya» ğa kalkın ve
şunu söyleyin:
İşte Allah ve onun Resulü (sallallahu aleyhi vesellem)’nun bize vaad
ettiği şey budur! Allah ve onun Resulu doğru söylediler. Allah imanımızı kuvvetlendir."
duyurulmuştur.
2-
Cenazeyi defin için
gelenler kabre toprak atmalıdırlar.
3-
Cenazeyi defin için
gelen bir kişi kabre toprak atarken Allah’ı zikir etmelidir.
İlk toprak attığında Bismillah, ikinci kez attığında "Hamd
Allah’a mahsustur"de, üçüncü de "Kudret Allah’ındır" dördüncü
de "İzzet Allah’ındır" beşinci de "Bağışlamak ve
affetmek Allah’a mahsustur" altıncı da "Rahmet etmek Allah’a
mahsustur" yedinci de "Küllü men aleyha fanın veyebka vechu
Rabbike zü’l-Celâli ve’l-ikram" "Minha halâknakum ve fiha nusdukum ve
minha nuhricukum tereten uhra!" ayetlerini okur.
Rivayet olunmuştur ki, kim bu âdâba riayet ederek defin olunan mevtanın
kabrine toprak atarsa Allah ona yer altında bulunan mevta sayısınca sevap
verir.
Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
KIRK BEŞİNCİ BAB
DEFİNDEN SONRA CENAZE
SAHİBİNİN UYACAĞI ÂDÂB
Cenaze kabre defin edildikten sonra, ölü kişi için cenaze sahiplerinin sadaka
dağıtması İslâm’ın âdâbındandır.
Fakat kişi buna güç yetiremeyecek kadar fakirse, bunun yerine iki
rekât namaz kılması ve her rekâtında Fatiha’nın ardından Ayetel-kürsi ile
birlikte Tekâsür suresini okuması gerekir.
Namazı bitirip selâm verdiğinde şu duâyı okur:
"Allah'ım bu namazı kıldım! Sen benim bunu niçin kıldığımı
biliyorsun! Allah’ım bu namazımın sevabını falan ölünün kabrine gönder!" Bu
şekilde adanmış bir sevap o ölüye ulaşır.
Mefatih’ül-Cinan
KIRK ALTINCI BAB
CENAZE SAHİBİNİN KOMŞULARININ UYMASI GEREKEN ÂDÂB
Cenazesi olan bir eve komşu olanların, o eve yemek hazırlayıp götümesi
İslâm âdâbındandır. Hz. Hamza (radıyallahu anh) şehit düştüğünde,
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem):
"Onun
ailesine yemek yapınız, çünkü onlar şu an meşguller!" dedi. Bunun
üzerine sahabeden bazıları;
"Ya
Resulullah sen bize bunu yasaklamıştın!" dediler.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bunun üzerine;
"Ben
bunun sadece gösteriş için yapılmasını yasakla-
dım" buyurmuştur.
Cenaze sahiplerine, ölen kişinin
hayattayken yaptığı güzel işlerden bahsetmek gerekir. Çünkü bu onları mutlu
eder. Ölen kimsenin kötü işlerinden bahsetmek onun akrabalarını üzer.
Hadis-i şerifte:
"Ölenler hakkında kötü konuşmanız, yaşayanlara
eziyet eder." duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan
KIRK YEDİNCİ BAB
CENAZE İÇİN HÜZÜN VE
MATEM TUTMANIN ÂDABI
Kişinin başına gelen her türlü musibet için aşırı derecede ağlaması ve
fazlaca şikâyetçi olması caiz değildir.
Fakat ölüye karşı merhametinden dolayı ağlamak ve üzülmekte ve de aynı
şeyin kendi başına geleceğini de düşünüp ağlamak ve üzülmekte herhangi bir
beis yoktur.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) oğlu İbrahim vefat ettiğinde
Peygamberimizin gözleri dolmuş ve yanında bulunan Abdurrahman b. Avf şöyle
sormuştur:
”Ey ResuluHah! Sende mî ağlıyorsun?” Peygamberimiz şöyle cevap
vermiştir:
"Bu bir rahmet işaretidir. Gözden yaş geiir3 kalpte
hüzünlenin Biz Rabbimizin razı olmayacağı şeyi söylemeyizo Ey İbrahim
senin bizi en ayrılmana çok üzüldük!”
KIRK SEKİZİNCİ BAB
ÖLEN KİŞİ İÇİN KABİR
AÇMANIN ÂDÂBI
1-
Kabin, salih ve iyi
kişilerin kabirlerinin yanına açmak gerekir. Çünkü iyi kimselerin kabirlerine
komşu olan kişi onlardan istifade eder. Kötülükleriyle bilinen kişilerin
kabirlerinin yanına açmamak gerekir. Çünkü onlarında kötülüğü dokunur.
Hadis-i şerif’te:
"Kötü
komşulardan uzak durun!" buyurulmuştur.
2-
Kabir geniş kazılmalıdır.
3-
Kabir derin
kazılmalıdır. Kabrin derinliği konusunda bir sınır olmamasına karşın bazı
rivayetlere göre yarım boy bazı rivayetlere göre ise göğüs hizasına kadar
kazılır. Hadis-i şerif’te:
"Kabir kazdığınızda derin ve geniş kazın.” buyurulmuştur.
4* Ölünün kabre koyulma şekline büyük önem verilmelidir. Ölen
kişinin yüzü kıbleye karşı çevirilmelidir.
5Kabrin üst kısmı belirtilmelidir. Yani oranın kabir olduğu
anlaşılmalıdır. Bunu yapmak içinde kabrin üzerini ufak bir tepecik gibi yapmak
gerekir.
Mefatsh’ül-Cinan
KIRK DOKUZUNCU BAB
KABRİN ÜZERİNE BİR İŞARET KOYMA ÂDABI
■ Kabrin bilinmesi, üzerinde dua edilmesi, kabrin çiğnenmemesi
için, kabrin kaybolmaması için;
Kabrin baş veya ayak ucuna taş veya tahta ite işaret koymakta
bir sakınca yoktur.
ELLİNCİ BAB
Müminin her zaman istiğfar ederek bağışlanma dilemesi İslâm âdâbının
gereklerindendir. Çünkü mümin her zaman Allah'ın af ve merhametine muhtaçtır.
Bunun için günahkâr olan veya olmayan her müminin günde 100 kere istiğfar
etmesi önemli bir âdâptır.
İnsan küçük, büyük her türlü günahtan veya helâl olan şeylere fazla
düşmekten yada Allah'a karşı bir hata yapmaktan beri olamaz.
Tövbe
ederken dikkat edilmesi gereken âdâb şöyledir:
1-
Küçük günahları
işlemekten kaçınmak gerekir. Çünkü küçük günahları yapmak büyük günahları
yapmaya vesile olur.
2-
Kişi küçük günah sayılan
bir şey işlerse bunu gözünde büyütmelidir.
3-
Kişi işlediği günah
için üzülmelidir. Eğer üzülmezse bu kişinin kalbini karartır.
4-
Kişi gizlice
işlediği bir günahtan kimseye bahsetmemelidir,
Rivayet edildiğine göre Ömer b. Hattab’a sordular:
"Kıyamet gününde Allah ile kul gizli olarak neyi konuşacaklar?
Ömer (radıyallahu anh) da şöyle cevap verdi:
- “Ben Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın şöyle söylediğini
işittim! Allah, kıyamet günü geldiğinde dünyada gizli bir günah
işieyipte bunu kimseye anlatmayan kuluna, rahmetiyle soracak:
- “Ey kulum! Sen şu günahı işledin mi?" Kul da bu günahını
itiraf edecek. Allah bu şekilde bir kaç günahını daha ifşa edecek ve kul yine
itiraf edecek. Allah şöyle buyuracak:
- “Ben bunları dünyadayken yaratılmışlardan gizledim, şimdi de
gizliyorum. Seni affettim’”
5» Küçük bir günah işleyeceği zaman Allah tarafından kendisine verilen
seçme hakkım düşünmek ve güzel olanı seçmek gerekir.
6İşlediği küçük günahların diğer insanlara örnek olabileceğini
düşünmek ve bu günahlardan vazgeçmek gerekir.
Hadis-i şerif’te:
"Kim bir kötülüğün başlangıcı olursa, onun günahı onun üzerine
almış olur, onun izinden gidenlerin günahları da o gütan hiçbir şey
eksiltilmeden ona yazılır." duyurulmuştur.
Tövbe ederken şu hususlara da dikkat etmek gerekir.
1-
Kişi yaptığı günah
olan şeyin kötülüğünü düşünmeli ve Allah'ın gazabına uğruyacağını düşünerek
pişman olmalıdır.
2-
Kişi işlediği
günahtan hemen vazgeçmelidir.
3-
Aynı günahı tekrar
işlememeye çaba göstermek gerekir. Fakat bu aynı günahı tekrar işlerse
tövbesi kabul edilmez demek değildir.
Mümin Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.
Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan
ELLİ BİRİNCİ
BAB
FAZİLETLER VE SADAKANIN
FAZİLETİ ÂDABI
Amellerin en faziletlileri, kendisini ziyarete gelmeyen akrabaları
ziyaret etmek, kendisiyle hediyeleşmeyenlere hediye göndermek, kendisine
haksızlık yapan kimseleri bağışlamak ve akraba arasındaki fakirlere sadaka
vermektir.
Hadis-i şerif’te:
"İyiliklerin en faziletlisi, seninle ilgisini kesen kimseyi ziyaret
etmen, sana bir şey vermeyene senin vermen ve de sana haksızlık yapanı
affetmendir/5 duyurulmuştur.
"Yoksula
verilen bir sadaka bir sadakadır, akrabaya verilen bir sadaka iki sadaka
yerindedir.”
Başka bir hadiste Allah şöyle buyurur:
"Sen
infak et bende sana intak edeyim!"
Güçsüzlere yardım etmek sadakadır.
Kişinin kendi çocukları için harcama yapması da sadaka sayılır. Namusunu
korumak için gösterilen çabada yine sadaka sayılır. Seyahat eden bir kişiye
yol tarif etmekte sadakadır. Yol üzerindeki, insanlara eziyet verecek şeyleri
kaldırmak da sadakadır. İnsanlara karşı güler yüzlü olmakta sadakadır. Ağaç
dikmek, faydalı ilimleri öğretmek, güzel evlâtlar yetiştirmek, küs olan iki
kişiyi barıştırmak, kendisine yapılan kötülüğü bağışlamakta sadakadır.
Hadis-i şerifte:
"Her iyilik bir sadakadır. Aile için harcanan ya da kendisi için
harcanan şey de sadakadır. Kişinin namusunu koruması da sadakadır. Mümin infak
ettiği şeyin karşılığını Allah mutlaka verir ama ihtiyaçtan fazlası için
yapılan harcama ve günah için harcanan şeyler de sevap yoktur." duyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
Verilen sadakalar Allah'ın kişi üzerine gelecek gazabını önler ve son
nefesini verirken rahat olmasınrsağlar.
Hadis-i şerif’te:
"Sadaka Rabbin gazabını dindirir, kötü bir ölümü önler" buyurulmuştur.
Bu hadisin başka bir okunuşunda ise sadece ölümü değil başa gelebilecek her
türlü kötü şeyi engelleyeceği anlaşılır.
Başka bir hadis-i şerif’te:
"Keder ve gamları sadaka ile önleyiniz. Allah size isabet edecek
zorlukları engeller, düşmanlarınıza karşı size yardım eder, kötü anlarınızda
ayaklarınıza kaydırmaz." buyurulmuştur.
.Sadakanm âdâbı şöyledir:
1-
Sadaka sahip olunan
malın en güzelinden verilmelidir.
Hadis-i şerif’te:
"Allah güzeldir ve güzel olandan başkasını kabul etmez" buyurulmuştur.
Alî İmran suresinde:
"Sevdiğiniz şeylerden intak etmedikçe iyiliğe nail olamazsınız."
buyurulmuştur.
2-
Sadakayı, takvası en
üstün olan fakire vermek gerekir.
3-
Sadaka verirken,
verdiği sadaka ile fakirin ibadet için güçlenmesini niyet etmek gerekir.
4-Sadaka isteyen kişi boş
çevrilmemelidir.
Hadis-i şerifte:
"Dilenci Allah'ın misafiridir. Kim ona verirse Allah'a vermiş
olur. Kim vermezse Allah'a vermemiş olur.’’ buyurulmuştur.
5-
Dilenci para
isterken ona kalbini kıracak şeyler söylememek gerekir
"Dilenci bir şey istediğinde, o
sizden istemesini bitirene kadar sözünü kesmeyin, sonra ona yumuşak bir şekilde
karşıhk verin. Ona braz bir şey verin yada hoş söz söyleyin.” duyurulmuştur.
6“ Sadaka’ys sabah erken vakitlerde vermek
daha iyidir.
Çünkü bu şekilde yapılırsa, kulun başına bir belâ gelecekse sadaka onu
karşılar ve.önler.
Hadis-i şerif’te:
"Sadakayı erkenden verin çünkü belâ sadakanın arkasın» dan
gelmez.” buyurulmuştur.
7-
Kişi sadaka verdiği
zaman verdiği kişiden duâ iste» memelidir. Bu şekilde yaparsa verilen sadaka
menfaat karşılığı verilmiş olur.
Rivayet edilir ki:
Hz. Aişe (radiyallahu anha)'ye fakir bir kadın geldi ve bir şeyler
istedi. Oda cariyesine gelen kadına bir şeyler vermesini emretti, kadın
gittikten sonra Aişe (radiyallahu anha) sordu:
-
“Allah’ın bereketi size
olsun" dedi diye cevap verdi cariye-
-
Git o kadına ve "Allah
sana da bereket versin” diye duâ ettiğimi ilet buyurdular. Hz Aişe’nin bu
davranışı verdiği sadakanın bir karşılık üzere olmaması içindir.
8- Sadaka verdiği zaman kişi bunu kendisi için bir ganimet bilip
Allah’a hamd etmelidir.
9-
Kişi cimri bile olsa
sadaka vermekten çekinmemelidir
Böyle olan bir kişinin verdiği sadaka daha makbuldür.
"Sadakanın en faziletlisi, sen sağlamken, rahatça yaşamayı
arzularken ve fakirlikten korkan bir cimri iken verdiğin sadakadır." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerif’te:
“Can boğaza gelip dayanınca, falana şunu verdin filana bunu verdim
deyinceye kadar sakada vermekten uzak durma. Zaten dediklerin onun
olmuştur." buyurulmuştur.
Bir kişinin sadaka olarak hazırladığı yemekten tam üç kişi
yararlanır.
1-
Sadaka olsun diye
yemeği hazırlatan kişi.
2-
Yemeği pişiren kişi.
3-
Yemeği fakirlere
ulaştıran kişi.
Hadis-i şerif’te:
Allah, bir lokma ekmek bir hurma ve bu tür
yiyecek sebebiyie fakır faydalanınca üç kişiyi cennete sokar. O yemeği vermeyi
emredeni, namaz kılan eşi ve onu fakire götüren hizmetîcîyi." buyurulmuştur.
Sahih-i Buhari’de şöyle geçer:
“Emin haznedar, sadaka verenlerin
bindir ”
Buhari-i Şerif, Mefatihûl-Cinan
ELLİ İKİNCİ BAB
MÜNAKAŞA ETMENİN VE
TARTIŞMANIN ÂDABI
Kişi bazen sinirlenip karşısındakinin kalbini kırabilir. Bu tür
tartışmalarında bir âdâbı vardır. Bu konudaki en büyük âdâp karşı tarafa ne
kadar kızsa da onu affetmektir.Âli İmrân suresinde;
"Öfkesine hâkim olanlar ve insanları bağışlayanlar cennetle
mükâfatlandırılırlar." duyurulmuştur.
Bir kimse tartıştığı kişinin kendisine yaptığı hakaretlere tahammül
edemeyip ona karşılık vermek isterse bunun en güzel yolu onun söylediklerini
kendisine iâde etmektir.
Bu tür bir tartışma başladığında bunun günahı tartışmayı başlatanındır.
Fakat kendisine hakaret edilen kişi haddi aşar ve fazlaca bir şeyler söylerse
zulmeden durumuna düşer.
Hadis-i şerifte:
"Karşılıklı hakaret edenler söyledikleri sözlerle karşılık
görürler. Mazlum haddi aşmadıkça tartışmanın vebali başlatanındır.”
ELLİ ÜÇÜNCÜ
BAB
YAPILMASI MÜBAH OLAN
ŞEYLERİ YAPMANIN ÂDABI
Bülûğ çağına ermiş her mükellef kişinin üzerine şu beş şey düşer: Farz,
Haram, Kerahat, Nedb, HelâL
Farzdan kasıt; Namaz, oruç gibi yapılması zorunlu olan ibadetlerdir.
Haramdan kasıt; Yalan, dedikodu ve bunun gibi şeylerin yasak oluşu ve
yapılmaması gerektiğidir. Kerahat demek; Yapılması şüpheli olunan
şeylerdir örneğin kendisinin helâl olup olmadığı bilinmeyen şeyleri yemek veya
içmek. Nedb ise; Müstehab olan şeyleri kast etmektedir. Helâl ise;
Kulların yapmasında herhangi bir sakınca olmayan şeylerin hepsini kapsar.
Bu tür şeylerin yapılmasında sevap olmadığı gibi yapılmadığı taktirde
günahı da yoktur. Lâkin mübah olan şeyleri aşırıya kaçarak yapmak dinimizce
kerih görülmüştür. Hadis-i şerifte:
"Canının istediği her şeyi yemen israftan sayıhn" buyurulmuştur.
ELLİ DÖRDÜNCÜ BAB
Tevâzu’nun, güzel ahlâk ve Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in ahlâkı
olduğu nice güzel eserlerde yer bulmuştur. Bununla birlikte diğer
peygamberlerin ve salihlerin ahlâkı da böyledir.
Tevâzu kalpte zuhur eder ve bu güzel ahlâkın anlatılması gerçekten çok
zordur.
Lakın bunun âdâblarını şu şekilde sıralayabiliriz:
1-
Asa ile yürümek
2-
Hizmetçi ile
birlikte oturmak
3-
Rütbe olarak
kendisinden aşağıda bulunan insanlarla sohbet etmek
4-
Rütbe olarak kendisinden
aşağıda olanlarla yemek ve içmek. Hadis-i şerifte:.
"Hizmetçi ile yemek yemek, tevâzudur. Kim hizmetçisiyle
yemek yerse cennet ona âşık olur." buyurulmuştur.
5-
Yol üzerindeki,
insanlara eziyet veren nesneleri kaldırmak.
6-
Fakirlerle oturup
muhabbet etmek.
7-
Satın aldığı eşyayı
sırtında taşımak.
Rivayet edilir ki:
Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) alış-veriş için pazara kendileri
çıkardı. Ailesinin ihtiyaçlarını kendisi karşılardı. Bunun sebebi kendisine
sorulduğunda, şöyle buyurdu:
"Cebrail bana dedi ki:
Kim ailesini kimseye muhtaç etmemek için çabalarsa o kişi Allah
yolundadır."
8-
Çoluk çocuğa selâm
verip onları mutlu etmek
9-
Yamah elbise
giymekten utanmamak
10-
Köle ve cariyeye
yapacakları işlerde yardım etmek.
11-
Kendisine gönderilen
bir hediyeyi daha iyisi ile ödüllendirmek.
Hadis-i şerifte:
"Verilen hediye karşılıklıdır" buyurulmuştur.
12-
Mümin bir kardeşin
başına bir belâ, mus’bet veya hastalık geldiğinde onu teselli etmek de
tevâzudur.
Mefatih’ül-Cinan
ELLİ BEŞİNCİ BAB
Müslüman’ın ahlâkça davranışlarının en sevaplı olanı Allah için sevmesi
ve Allah için buğz etmesidir.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a imanın hangi rüknü daha
kuvvetlidir diye sorulduğunda, O imanın yetmiş dokuz rüknünü anlatıyordu,
bunların en yücesi Kelime-i Tevhid, en aşağısı ise yol üzerinde bulunan ve
insanlara eziyet veren şeyleri kaldırmak demişti. Bu soruya cevap olarak;
Allah için sevmek ve yine onun için buğz etmek, buyurdular.
Allah, Hz. Musa (aleyhisselam)'ya:
"Benim için bir iş yaptın mı?” diye sordu. Musa
(aleyhisselam):
"Ey Rabbim senin için namaz kıldım, oruç tuttum ve sadaka ile
zekât verdim" dedi. Allah:
"Namazın imanının delilidir, oruç kalkanındır, sadakan göîgendir,
zekât ise nurundur. Benîm için ne yaptığını söyle ’’ buyurdu. Bunun üzerine
Musa (aleyhisselam);
"Ey Rabbim, yalvarırım bu amel nedir bana söyle." Allah
(Celle celaîuhu) şöyle buyurdu;
"Ey Musa! Benim için birisiyle muhabbet edip dost uk kurdun mu?
Benim için birisine buğz ettin mi?"
Hadis-i şerif’te:
"Allah rızası için birbirlerini sevenler cennette kırmızı bir
yakuttan yapılmış bir çardak üzerinde oturacaklar. Her çardakta yetmiş bin oda
vardır. Bu kişiler cennetlikleri buradan seyredecekler. Cennetlikler şöyle
diyecek: "Hadi, Allah rızası için birbirlerini seven insanların yanma
gidelim!" Çünkü onlarm nuru cennet halkanı, güneşin dünyayı
aydınlattığı gibi aydınlatacak. Üzerlerinde yeşil bir elbise olacak ve o
elbisenin altında Allah için birbirlerini sevenler yazacak." duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerif’te:
"Bolca dost edinin! Rabbiniz diridir ve kerem sahibidir. Kıyamet
gününde kuluna, arkadaşlarının yanında azap etmez." buyurulmuştur.
"İnsanlarla çokça tanışın, çünkü kıyamette her tanışılan kişinin
şefaati vardır." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Kıyamet gününde Allah iki kişiyi hesaba çeker ve onların azaba
uğramasına karar verir.
Bu insanlardan birisi Allah'a şu şekilde yalvarır:
- Ey Rabbim! Biz yeryüzünde sırf senin rızanı kazanabilmek
için birbirimize muhabbet edip dost olduk. Şimdi ikimizde cehennemlik olduk.
Bu arkadaşımın günahlarını da bana yükle de, o cennete gitsin, ben cehenneme
gireyim.
Allah da ona şöyle buyurur:
- Kulum! Sen bu acizliğine rağmen bu dostuna fedakârlık yaptın.
Sizi bağışlamak benim şanımdandır. İkinizi de bağışladım, cennete girin!"
Başka bir hadis-i şerifte:
"Bir kul her gün Allah rızası için bir dost edinirse Allah onun
cennetteki derecesini artırır." buyurulmuştur.
Dost edinmenin âdabı şu şekilde sıralanır:
1Dost olunan kişinin adını, babasının adını, memleketinin adını
ülkesinin ve kabilesinin adlarım sorup öğrenmek gerekir.
Rivayet edilir ki:
“Ömer b. Hattab, Peygamber efendimizin meclislerinde etrafına
bakınırken, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);
"Neden etrafına bakınıyorsun?” diye sordular. Ömer
(radıyallahu anh)’de;
"Bîr ahbabım vardı ona bakınıyorum!" dedi. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] bunun üzerine:
"Ey Allah’ın kullu, bir adamla dostluk kurduğun zaman onun
babasının adım sor, evini de öğren kî o kişi hastalandığında ziyaretine
gidersin, bir işi olduğunda yardam edersin!” buyurdu.”
2“ Kişi Allah rızası için sevdiği insana onu sevdiğini söylemelidir.
"Biriniz dostunu sevdiğinde, onun evine gidip onu Allah için
sevdiğini kendisine söylesin." buyurulmuştur.
Rivayet edilir ki:
Sahabeden bir zat Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'a hitaben
şöyle dedi:
"Şu adamı çok seviyorum!" Peygamberimiz (sallallahu
aley-
hi vesellem) sordu:
"Onu sevdiğini kendisine söyledin mi?" Sahabe:
"Hayır bunu ona söylemedim!" Bunun üzerine Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem);
"Onun yanına git ve onu sevdiğini kendisine söyle" diye
emir buyurdular. Sahabe emrolduğu gibi sevdiği kişinin yanına gitti ve onu
sevdiğini söyledi ve o kişide aynı şekilde kendisini Allah rızası çin sevdiğini
söyleyince, sahabe hemen Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına
geldi ve olan biteni ona anlattı.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Sen seni seven kişiyle birlikte olacaksın, bunun için beklediğin
sevapta sana verilecek!"
3-
Kişi sevdiği insanın
yüzüne bakmalıdır. Çünkü hadis-i şerifte:
"Müminin, mümine bakması ibadettir, onun yüzüne gülümsemesi ise
günahlarının atfıdır."
4-
Kişi Allah rızası
için sevdiği kimseyi ziyaret etmelidir.
5-
Kişi Allah rızası
için sevidiği kişiyi ziyaret ettiği zaman bundan sevap kazanmayı ummalıdır.
6-
Kişi kendisini
ziyaret için gelen ahbabına ikramda bulunmaktan çekinmemelidir. Örneğin
güzel bir yere oturtur, yemek ikram eder.
Hadis-i şerifte:
"Size
misafir geldiğinde ona ikramda bulunun” buyurulmuştur.
7-
Kişi kendisini
ziyarete gelen dostuna hizmet etmelidir.
8-
Kişi dostunun
kendisine yaptığı ikramı geri çevirmeönelidir.
Hadis-i şerif’te:
"Üç şey reddedilmemelidir, yastık, yağ, süt.” duyurulmuştur.
9-
Kişi dostuna ikram
ettiği yemeği kendisi evindeki yemeğinden vermelidir. İkram edebilmek için
kendisini zora sokmamalıdır.
Hadis-i şerif’te:
"Ben ve ümmetimden takva sahibi olanlar bir şey teklif etmekten uzağızdır.
(Bize verileni kabul ederiz)" duyurulmuştur.
10-
Kişi ahbabını
ziyarete gideceğinde sakal ve saçını taramalı
ve temiz bir şeklide ona gitmelidir.
11-
Kişi kendisine
yapılan ikramı gözünde küçültmemek ve ona değer
vermelidir.
12-
Kişi dostuna yaptığı
ikramı çok bir şey yapmış gibi gözünde büyütmemelidir.
13-
Kişi dostunun
düşmanlarını sevmemelidir. İmam Şafii:
"Dostun eğer senin düşmanını sevip onunla işbirliği yaparsa, bil
ki sana karşı düşmanlıkta işbirliği yapmıştır." buyurmuştur.
14-
Kişi ahbabı
öldüğünde onun yakın akrabası ile ilgi ve alâkasını kesmemelidir. Rivayet
edilir ki:
"Peygamberimiz Medine’de bulunan yaşlı bir kadına devamlı
ikramda bulunurdu. Bunu niçin yaptığı sorulduğunda "Bu kadın, Hatice
Mekke’deyken bize gelirdi. Eski dostlukları yaşatmak dindendir,
buyurdular."
15-
Kişi bir kimseye
muhabbet duymak için yada ona buğz etmek için bunu yapmadan önce ileride pişman
olmamak için salih kimselerle bu konuyu görüşmelidir.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
ELLİ ALTINCI BAB
İSTİŞARE (FİKİR
ALIŞVERİŞİ) YAPMANIN ÂDABI
Mümin kişi, her işinde acele etmeden gayet sakin bir şekilde hareket
eder. Yapacağı her işi insanlara danışır. Onun bu şekilde davranması sünnet
olmakla birlikte İslam’ın âdâbındandır.
"İş konusunda onlarla fikir alışverişi yapLJ’ (Âli İmran)
Ayet-i kerimesi gereğince Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bir işi
olduğunda ashabıyla fikir alışverişi yapardı.
Hadis-i şerif’te:
"Fikir
alışverişi yapıldıktan sonra kişi asla helak olmaz, doğru yoldan sapmaz."
duyurulmuştur.
• Başka bir hadis’te:
"Kendisiyle fikir alışverişi yapılan kişi kendisine itimat edilen
kişidir." buyurulmuştur.
Rivayet olunur ki;
Haccac-ı Zalim çadırına bir adamı çağırdı sonra ona kızarak;
- ”Hadi defol!" diye bağırdı. Bunun üzerine o adam;
- "Hangi kapıdan çıkayım?" diye sordu. Bunun
üzerine Haccac;
"Seni affettim, rahat bir şekilde istediğin kapıdan çıkabilirsin!"
dedi. Fakat bu çadırın iki kapısı varmış ve kapıların herhangi birinden
çıkan kişiyi hemen öldürürlermiş. Haccac’ın o adama bu şekilde emniyetle
çıkmasına niçin izin verdiği ve onu neden öldürtmediği sorulduğunda şöyle cevap
verdi:
- ”O adam bana hangi kapıdan çıkması gerektiğini sordu ve bunu
sorarak benimle fikir alışverişi yaptı. Bildiğiniz gibi, kendisiyle fikir
alışverişi yapılan kişi kendisine güvenilen kimsedir. Adama bana güvenip sordu
bende bu hadise binaen onu bağışladım."
Önemli bir işi olan kimse, dini tam, salih, yaşı ilerlemiş ve bir çok
olayları görüp ibret almış kimselerden on kişi ile fikir alışverişi yapmalıdır.
Fakat bu sıfatları taşıyan on kişi bulamazsa, bu özellikleri taşıyan bir
kişiyle on kere fikir alışverişi yapmalıdır. Fakat böyle bir şahısta bulamazsa
hanımı veya kendisine haram olmayan bir bayanla fikir alışverişi yapmalıdır.
Hadis-i şerif’te:
"Kadınlarla
istişare edin, fakat onların görüşlerinin tam aksini yapın" duyurulmuştur.
Fitne günlerinde Şam’da bir evin damında bulunan bir adam yanında
oturduğu kadını ile istişare etmişti;
Hanım ne dersin kendimi buradan aşağıya atayım mı?
“Sakın ha ölürsün’ deyince, adam Peygamberimiz:
“Onlarla istişare edin, fakat dinlemeyin aksini yapın” emrine
uyarak kendini aşağı atmış.
Ayağı kırıldı. Sonraki gün Yezid tarafından İmam Hüseyin’e karşı asker
toplanırken, onun bu hâlini görenler, sen işimize yaramazsın deyip onu askere
almamışlar. Böylece kadını dinlememenin müsbet karşılığı görmüştü. Eğer kadını
dinleseydi sağlam olacak ve askere alınacaktı ve fitneye sürüklenecekti.
Şir’aî-ül İslâm
ELLİ YEDİNCİ BAB
Nikâh sorumluluk bakımından en ağır sünnet ve gözetilmesi gereken
hakların en zorudur. Nikâh’ta bir çok yarar ve âfet vardır.
Nikâhın âfetlerini şöyle sıralayabiliriz:
1-
Dünyalığa meyil
etmek,
2-
İhtiyaçların temini
için kazanç sağlamakla meşgul olmak,
3-
Hanımın haklarına özen
göstermekte hata etmek,
4-
Hanımların eziyetlerine
tahammül edememek,
5-
Aile fertlerinin
yiyecek ve giyecekelerinin temini için kararlı olmak. Eğer bir kişi
ailesinin yiycek ve giyeceğini temin etmekten kaçınırsa, efendisinden kaçmış
köle gibi olur evine girinceye kadar namazı ve orucu kabul olunmaz diye
rivayet edilmiştir. Ailesiyle birlikte olduğunda da onların yiyecek-ve
giyeceklerini karşılamaya çaba sarf etmemek de kaçmak gibidir.
6-
Kişinin kendisini
haramlardan ve kötülüklerden sakınığı gibi ailesini de bu tür şeylerden
koruması gerekin Erkeğin kadının cinsi yönünden istifade etmesi helal
olmasına karşın bunda aşırı gitmesi de yakışık almaz.
İbrahim Ethem bu konuda şöyle buyurmuştur.
"Kadınlara karşı aşırı derecede düşkünlükte iyilik yoktun’’
Çünkü bu tür bir düşkünlük kalbin alâkasız şeylerle meşgul olmasına sebebiyet
verir
"Dünya hayatı bir oyundur bir eğlencedir. Kendi aranızda övünmek
ve mal ile çocuk çoğaltma yarışından ibarettin" (Hadid suresi-20)
buyurulmuştur.
Yahya (aleyhisselam) nikâh ile bir kadına bağlanmadığı için kendisine; “Seyyîden
ve hasuran” medh-i cemiliyle yâd olunmuş. "Kavminin efendisi ve
şehvetine hâkim” denilmiş ve övülmüştür.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem);
"İki yüz seneden sonra ümmetimin en hayırlıları hafif-ül haz
olandın" buyurmuştur. Bunun üzerine Ashab-ı Kiram;
"Hafîf-ül Haz’dan kastettiğiniz nedir?” diye sormuşlardır. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]
"Çocukları
olmayanlardır." buyurmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Ümmetim üzerine öyle bir zaman gelecek ki, o zaman da kişinin
mahvolması karısının, annesinin, babasının ve evlâtlarının elinden olacak.
Bunlar onu ayıplarlar! O da utanır, bu utanç onun birçok mesleklere girmesine
sebep olur ve helâk olur." buyurulmuştur. Bu da gösteriyor ki, bekâr
olanlar bu belâlardan uzak olurlar.
Nikâh’ın faydalarını şu şekilde sayabiliriz:
1-
Her türlü faydayı
içerisinde barındırır.
2-
Yapılan
ibadetlerdeki sevap daha fazla olur.
3-
Kişinin ahlâkının
değişmesine sebep olur. Çünkü bekârlar nefsinin isteklerine uyarken
evlendikten sonra bu huyunu terk edenler oldukça çoktur.
4-
Reasulullah
(sallallahu aleyhi vesellem) iltifatlarına mazhar olur. Hadis-i şerif’te:
"Evleniniz, çoğalınız, çünkü ben (âhirette) sizin çokluğunuzla
övüneceğim!" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste ise; "İçerisinde çocuk bulunmayan bir evde
bereket olmaz!" buyurulmuştur.
5-
Bütün belâların başa
gelmesine sebep olan kadınlar korunmuş olur.
6-
Kişi evlenerek dinini
koruma altına almış olur. Çünkü kişinin şehveti kalbine tesir eder ve onu
sıkar, fakat kendisine helâl olan birisiyle şehvetini dindirmesi kalbini
parlatır.
7-
Evlenmek zenginliğe
ve rızkın genişlemesine sebep olur. Kur’ân-ı Kerim’de:
"..Fakirlerse Allah onları zenginleştirir!" (Nur suresi-32) duyurulmuştur.
8-
Evlenmek, Müslümanların
çoğalmasma sebep olur.
"Bir kimse kardeşinin nikâhında onun yanında olsa bir gün oruç
tutmuş gibidir." duyurulmuştur. Hadis’te geçen dir gün, yedi yüz gün
diye tefsir edilmiştir.
Başka bir hadis-i şerif’te:
"Şefaatin en
hayırlısı, bir kadınla bir erkeği evlendirmek için olan şefaattir.”
(Tere.: Burada şefaatten kasıt arabuluculuk yapan kişinin bir kimseye
kefil olması yani onun güvenilir ve iyi biri olduğuna şehadet etmesi
manasındadır.)
Kur’ân-ı KerînTde:
"Biz senden önce de peygamberler gönderdik ve onları hanım sahibi
ve evlât sahibi yaptık." buyurulmuştur. (Rad suresi-38)
"Evlenmek sünnetimdir. Kim sünnetimden yüz çevirirse bizden
değildir." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Evli kişinin kıldığı iki rekât namaz, bekâr kişinin kıldığı seksen
iki rekât namazdan faziletlidir." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Sizin en kötüleriniz bekârlarınızda ve ölülerin en kötüleri
bekâr olarak ölenlerdir."
"Evlenin, ben (ahirette) ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim.
Hıristiyan rahipler gibi olmayın!" buyurulmuştur.
Anlaşıldığı üzere nikâhın hem faydaları hem de bazı zararları vardır.
Evlenmeden önce bu yarar ve zararları mukayese etmek gerekir.
Evlenmek isteyen kişiler içinde birçok âdâb belirlenmiştir:
1
Evlenecek kişinin
mah yoksa, borçlanmalı ve bu borcu ödeyebilmek için Allah'a sağınmahdır. Çünkü borçların
kefili Allah'tır.
2
Evlilikten kasıt,
insanların kendisini haramdan korumak olduğu için, ilerleyen zamanlarda
fakirlik çekmekten ve zorluklara maruz kalmaktan korkmamalıdır. Hadis-i şerifte:
"Kim fakirlik
korkusuyla evlenmekten vazgeçerse bizden değildir." duyurulmuştur.
3» Evlenecek olan erkek dîni sağlam ve salih olan bir kadınla
evlenmesidir. Çünkü bu özellikleri bulunan hanımlar dünya üzerindeki
en hayırlı şeydir. Bir erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi onun dünyaya
olan meylini göstermez. Çünkü Hz. Ali (radıyallahu anh) ashabın takvaca en
üstünlerinin arasında olmasına karşın dört hanımı ve dokuz tanede cariyesi
vardı. Müminin takvası ne kadar çoksa şehveti de o nisbette fazla olur. Davud
(aleyhisselam)’ın yüz hanımı ve üç yüz cariyesi, Süleyman (aleyhisselam)’ın üç
yüz hanımı ve yedi yüz cariyesi bulunduğu rivayet edilmiştir. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın da dokuz hanımı ve cariyeleri vardı. Yine
rivayet edilir ki, her peygamberde cinsi münasebet için kırk erkek gücü vardı
ve Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) de ise kırk peygamber gücü vardı.
4-
Evlenilecek kadının
soyunun temizliğine özen gösterilmelidir.
5-
Allah’ı çokça tevekkül eden
kadınlarla evlenmeye gayret göstermelidir.
Anlatılır ki:
Hatem-i Esam hacca gitmeye niyetlendi ve hanımına:
- Ben Hacca gitmek istiyorum. Ben gidip gelene kadar size ne
kadar nafaka yeterli olur? diye sordu. Hanımı:
- Sen gittikten sonra ne kadar ömrümüz varsa o kadar nafaka
bize yeterli olur. dedi. Hatem-i Esam:
-
Hanımım! Onu sadece Allah
bilir! dedi. Hanımı:
-
O zaman bizim rızkımızı
Allah'a ısmarla! dedi.
Bunun üzerine Esam, Hacc kafilesi ile Bağdat’tan yola çıktı. O gittikten
sonra hanımını ziyarete gelen komşuları, Esam'ın hanımına kocasının kendisini
rızıksız bıraktığını ve bu şekilde ona zulmettiğini söylediler. Bu sözler
üzerine hanım:
-
Esam rızık veren değildi.
Aksine o rızkı yiyendi. Şüphe yok ki rızkı veren Allah'tır.
Kafile ile birlikte giden Esam’ın da yiyecek bir şeyi yoktu. Yola
çıktıkları gün kafiledeki Hacc emiri olan kişinin başı ağrımaya başladı. Hacc
emiri de bunun üzerine;
"Bu kafile de duâsı kabul olunacak bir kişi yok mudur diye"
sorunca onu Esam'ın yanına getirdiler. Esam hazretleri de ona Ta'vizat
ayetlerini okudu ve emirin baş ağrısı geçiverdi. Bu olay üzerine hacc emiri
Esam'a yiyecek ikram etti ve hacc yolculuğu boyunca da ona bu ikramları
yapmaya devam etti.
Yine aynı gün, Bağdat Valisi hacıları yolcu ettikten sonra sarayına geri
dönerken bir hayli susamış ve emirine;
- Şu haneden bir su getirin diye emrediyor. Bu hane ise
Esam'ın evidir. Hanede; topraktan bir tasa su koyup halifeye ikram ettiler.
İçtiğinde şöyle söyledi:
- Sanırım bu evin sakinlerinin bu su kabından daha iyi bir
kapları yok, eğer olsaydı onunla su ikram ederlerdi. Fakir olsalar gerek,
kimindir bu ev?
Yanındakiler bu evin Hatem-i Esam'ın evi olduğunu söyleyip onun durumunu
halifeye anlatınca, halife onlara ikram etmek istemiş fakat yanlarında ikram
edecek bir şeyleri olmadığı için şöyle buyurmuş:
- Onlara altın kemerlerinizi veriniz ve sonra geri gelip o kemerlerin
değerini onlara ödeyip geri alın.
Valinin adamları denileni yapmışlar. Kemerlerin yedi yüz bin altın olduğu
rivayet edilmişte O kadının Allah'a tevekkülü hem kendisine hem de Esam’a
yetmiştir.
6-
Güzel fakat kalbi
karışık kadınlardan oldukça uzak durmak gerekir.
Çünkü dünyalık, güzellik geçicidir. Bu tür şeylere rağbet etmek, buna
rağbet edenin fakirliğine sebep olur. Hadis-i şerif’te:
"Kim bir kadmla güzelliği veya malı için evlenirse, onun
güzelliğinden ve malından mahrum olur. Kadının dini için onunla evlenirse,
Allah o kadının malı ve güzelliğiyle kendisini nzıklandmr.” duyurulmuştur.
7-
Kişi evleneceği insanın
kendisinden servet ve ün bakımından daha aşağıda olmasına dikkat etmelidir. Fitneden
kurtulmuş olur.
8-
Evlenilecek kadının
boyunun uzun ve mahzun olmasına dikkat edilmelidir.
9-
Kadının boyu kısa ve
kendisi çirkin hanıma dikkat etmelidir.
10-
Yaşlanmış ve
ihtiyarlamış kadınlarla evlenmemek gekir.
11-
Dul ve de önceki kocasından çocukları
bulunan ka=
Rivayet edilir ki;
Ben-i İsrail’den bir adam, evlenme arzusuyla yüz kişiyle fikir alışverişi
yapmaya karar vermiş. Fakat doksan dokuz kişi ile fikir alışverişi yapınca
onların fikirlerini beğenmemiş. Kendi kendine sabah yola çıkıp karşına ilk
çıkan kişiyle fikir alışverişi yapmaya karar vermiş.
Sabah olupda yola çıkınca, bir sopanın üzerine at niyetine binen deli
bir adam görmüş ve "Bunda da mutlaka bir hikmet vardır!" deyip
kadının yolunu kesmiş derdini ona izah etmiş. Adam ona:
- Kadınlar üç çeşittir! Birincisi zarar, İkincisi fayda,
üçüncüsü de hem zarar ve hem fayda sağlar deyip, sopadan yapılma atıyla
gitmiş. Adam bunun üzerine kadının peşine düşmüş, onu yakalayınca şöyle demiş;
- Şu bahsettiğin üç çeşit kadını bana birer birer anlat bakalım!
Kadın:
-
Faydalı olan dediğim
bakire kadın,
-
Zararlı olan dediğim dul
ve çocuğu olan kadın,
-
Hem zararı hem faydası olan
ise dul ve çocuğu olmayan kadındır!
Adam bu kişinin söylediklerinin delinin söyleceği şeyler olmadığını
anlamış ve ona:
- Senin söylediğin şeyler delinin söyleceği şeyler değildir! Bu
hâlin nedir böyle? diye sormuş. Meczup da:
- Halkım bana kadılık işini teklif ettiler, ben ne kadar yapamayacağımı
söylesem de kabul etmediler. Bende deli numarası yaparak ellerinden
kurtulmaktan başka çare bulamadım! diye cevap vermiş.
12-
Çocuk doğurabilecek
kadınlarla evlenmeye gayret etmelidir.
Hadis-i şerifte:
"Çocuk doğurabilen siyah kadın, çocuk doğuramayan güzel
kadından hayırlıdır?’’ buyurulmuştur.
13-
Bakire bir kadınla
evlenmeye gayret etmelidir.
Hadis-i şerifte:
"Bakire kızlarla evlenmeye çalışın! Çünkü onların hayâsı çoktur,
kocalarının hoşuna gidecek sıfatları vardır. Ağızları tatlı, karınları
(rahimleri) temiz olur, az ile yetinirler ve onlardan evlâtta beklenir." buyurulmuştur
14-
Evienmek için
seçilen kadının soyu, boyu ve yaşı kocasından aşağı olmalıdır kî, kocasını
aşağıda görmesin.
15-
Evlenilecek kadının
dört şeyi erkekten ileride olmahdm Güzelliği, terbiyesi, itaatkârlığı, takvası.
16-
Kendisiyle
evlenilmesi kolay olan, mehri az isteyen ve çocuk doğurabilecek kadınlarla
evlenilmelidin
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
17-
Evlenmek için vakitlerin en güzelini
seçmelidir.
Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: "Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] benimle Şevval ayında evlendi!"
18-
Zifafa girecek erkek
ve kızın başlarından aşağı badem ve şekerlemeler atılmalıdır ve o an orada
bulunanlar bunlardan yemelidirler.
Rivayet edilir ki:
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Ensardan bir kişinin düğününe
gittiler. Cariyeler adam ve hanımının üzerinden badem ve şekerlemeler attılar.
Ashab’tan kimse tenezzül edip de o badem ve şekerlemeleri almadı! Bunun üzerine
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
- Neden yağmalamıyorsunuz? diye sordular. Onlarda:
- Siz bize yağmalamayı yasaklamadınız mı? diye sordular. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
- Benim yasakladığım yağmalama asker hakkındadır. Gelin
hakkında değildir, buyurdular.
19-
Nikâh kıyılacağı
zaman ve zifafa girileceği zaman ne kadar az olursa olsun yemek hazırlanıp
konuklara ikram edilmelidir. Hadis-i şerifte;
“Bir koyun veya
biraz ekmek etle dahi olsa ziyafet verin.” duyurulmuştur.
20-
Hazırlanan bu
yemekten yiyenler ve ev sahipleri bunu kendileri için bir ganimet
bilmelidirler. Bu yemekte cennet yemeklerinin lezzeti vardır. Hz. İbrahim
bu yemeğe bereket gelmesi için duâ etmiştir. Ayrıca erkek zifaftan sonra
ayaklarını bir kapta yıkamalıdır ve bu kapta biriken suyu evin her tarafına
serpmelidir. Bununda bereket olduğu söylenmiştir.
21-
Evlenecek kadın
düğün için süslenmelîdir.
22-
Zifafa girmeden önce
erkek ve kadın ikişer rekât namaz kılmalıdırlar»
23-
Namaz bittikten
sonra kocası, hanımın başına elini koyup şu duayı üç kere okumalıdır.
(Allahümme
barikli 1i ehli ve barik liehli fiyye)
Allah’ım bunu aileme bereketli kıl! Beni de aileme bereketli kıl!
24-
İlişkiye girmek
istendiğinde şu duâ okunmalıdır:
(Allahümme bismike istahleltu ferceha ve bi emanetike ehaztuha.)
Allah’ım senin adınla tercinin bana helâl olmasını istedim, senin
emanetinle onu aldım.
25-
İlişkiye girerken,
bundan kasıt olan bütün niyetlerini yapmalıdır.
a)
Helâl olan bu ilişkiyle
birlikte kendisini haramlardan uzaklaştırmalar.
b)
Meninin çokluğu sebebiyle
bedende oluşan yakıcı ve zararlı maddelerden kendisini korumalıdır.
c)
Dünyadaki en büyük zevk ile
kendisini terbiye etmeli ve bu zevke karşılık olarak gelecek bütün belâlara
sabır edip dayanmalıdır.
d)
Evlenmekle ilgili rivayet
edilmiş emirleri ve bunun kendisine sağlayacağı faydaları kazanmaya
çalışmalıdır.
26-
Koca ve hanımın
ilişkiden sonra, vücutlarını silmeleri için ayrı birer bezi olmalıdır. Aynı
beze silinirlerse aralarında soğukluk doğar denilmiştir.
27-
Erkek ilişkiden
sonra kadının karnına elini koyup bu duâyı okumalıdır:
(Allahümme
in kane min hazel batni veleden fe usemmihi Muhammeden!)
Allah’ım eğer bu karında bir çocuk varsa onun adını Muhammed koydum!
28-
Ardından erkek,
kadına besmele çekerek yaklaşmalı ve şu duâyı okumalıdır:
(Allahümme cennibna eş-şeytane ve
cennibi eş-şeytane ma razektena!)
Allah’ım şeytanı bizden ve bize rızık olarak verecek olduğun yavrudan
uzaklaştır.
Rivayet edilir ki:
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Ebu Hüreyre’ye:
Ey Ebu Hüreyre!
“İlişkiye (cima) gireceğin zaman Bîsmillahirrahmanirrahim de» Hafaze
melekleri, sen gusül abdest alana kadar amel defterine sevap yazarlar. Ve de bu
ilişkiden bir çocuk dünyaya gelirse, o çocuğunun nefesleri kadar sevap yazar.”
Fakat Besmele’siz olan birleşmede bu faydalar olmadığı gibi seninle birlikte
şeytan da hanımınla cima eder.
29 Erkek kadına yaklaşmadan önce onu sırt üstü yatırmalı ve kendisi
de onun sağ tarafına yatmalıdır. Erkek ilişkiye gireceğinde sağ tarafından
kalkmalıdır.
30-
Erkek, boşalırken
kansmm ilk günkü gibi güzel olduğunu hayal etmelidir.
31-
Boşaldığı an, hemen
geri çekilmemesidir.
32-
Erkek, kadında
boşahncaya kadar çekilmemesidir. Hadis-i şerifte:
33-
Helâl olmasına
rağmen, kadının tercine bakılmamalıdır. Bu körlüğe sebep olur, denilmiştir.
Bundan kastedilen kalp gözünün kör olmasıdır. Hadis-i şerifte:
“Biriniz hanımı veya cariyesi ile cima ettiğinde sakın tercine
bakmasın, çünkü bu körlüğe sebep olur.”
34-
İlişki sırasında
konuşmaktan kaçınmak gerekir. Bunun, konuşan kişide veya doğacak çocukta
dilsizlik yapacağı söylenmiştir. Hadis-i şerifte:
“Çok konuşmasın! Çünkü bu dilsizliğe yol açar.”
35-
İlişki sırasında
kadını öpmemelidir. Sağırlık meydana gelir denilmiştir.
36-
İlişkiye girmeden
önce öpüşmeli ve oynaşmalıdır. Çünkü oynaşmadan ilişkiye girmek kadına
eziyettir. Hadis-i şerifte:
"Bir kadın kocasına yada bir adam hanımına baktığında, Allah
onlara rahmet nazarıyla bakar. Erkek kadını eliyle tuttuğu an, parmaklarının
ucundan günahları dökülür." duyurulmuştur.
37-
İlişkiye girmek için
seçilen yerin temiz ve güzel kokulu olmasına özen gösterilmelidir.
38-
Boşaldıktan sonra
yada birleşmeden sonra tekrar ilişkiye girmek istenirse, cinsel organlar
yıkanmalıdır ve abdest alınmalıdır. Hadis-i şerifte:
“Biriniz hanımı ile cima ettikten sonra tekrar etmek isterse, abdest
alsın çünkü bu kişiyi daha dinç ve canlı kılar” duyurulmuştur.
39-
İlişki bittikten
sonra hem kadın hem de kocası sağ taraflarına yatmalıdır.
40-
İlişki bittikten
sonra biraz uyumak vücudu rahatlatır, denilmiştir.
41-
İlişki, şehvetin
doruğa ulaştığı ve iki tarafında istediği zaman yapılmalıdır. Hadis-i şerifte:
“Bîriniz cima ettiği zaman onu tasdik etsin” duyurulmuştur. Tasdikten
maksat şiddet, kuvvet ve hissi arzuya yorumlanmıştır.
42-
İlişkiye girerken,
çocuğun, hayvanın ve Kur’ân’m yanında yapmamaya dikkat etmelidir.
43-
İlişki için kadının
da rızası olmalıdır. Kadının rızası olmazsa doğan çocuğun aptal olacağı
söylenmiştir.
44-
Ne kadın ne de erkek
ilişkiden sonra yaşadıklarını kimseye anlatmamahdır. Hadis-i şerifte:
"Kıyamet gününde, hanımıyla ilişkiye nasıl girdiğini anlatanlar,
emanete ihanet edenlerin en büyükleri olacaktır." duyurulmuştur.
45= Erkek hanımının izni olmadan menisin! dışarıya akıtmamahdır. Eğer
cariye olursa dışarı akıtabilir. Hadis-i şerifte:
“Ey Ashabım esir olan cariyelerinizden azil ederseniz ruhsat vardır. Zira Cenab-ı
Hakk’ın takdiri elbette vardır. Her su (meni) den çocuk olmaz. Allah ezelde
takdir etmişse korunulursa bile çocuk ölür.” duyurulmuştur.
46-
Kişi doğan çocuğunu
kendisi için bir ganimet bilmelidir. Hadis-i şerifte:
”Evlât kokusu, cennet kokularındandır" buyurulmuştur.
47-
Kişi doğan kız
evlâdı içinde sevinmelidir.
Hadis-i şerifte:
"Allah’tan zorluk çıkarmayacak evlât istedim, kız çocuk nasip
etti.!’’ buyurulmuştur.
Ayet-i Kerîme’de:
"Ne dilerse onu halkeder. Dilediğine kız, dilediğine de erkek
evlât verir." (Şura suresİ-49)
Başka bir hadiste:
"Kişi kız evlâdının hakkını gözetirse, bu onun için cehennemle
arasında bir perde olur." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Kız çocuklarını kötü görmeyin, ben kızların babasıyım!" buyurulmuştur.
48-
Çocuk doğduğu an,
beyaz ve temiz bir örtüyle sarılmalıdır. Sarı örtü kullanmaktan
kaçınılmalıdır. Doğum yapan kadına tatlı türünden şeyler yedirilmelidir,
bunların en güzeli de hurmadır.
49° Yeni doğan çocuğun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet
okunmahdır. Böyle yapılırsa Ümmüssıbyan havalesinden emin olunur. Hadis-i
şerifle;
“Çocuğu olan çocuğunun sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okutursa
ondan Ümmüssıbyan havalesi kaldırılmış olur.” duyurulmuştur.
50= Hz. Amine annemizin, meleklerden öğrenerek yaptığı duâ ki
buna, Taviz-Nebi derlen Çocuğa üç kere okunup üflenir, sonra da çocuk kundağına
asılır.
“Uîzzuhu bil, vahidî min külli hasidin ve kaimin ve kaıdin
anisrsebiylı haldin alei-fesadi cahidin ve külli halkın fasidin min nafisin ev
akidin ve külli cinnin maridin ye’huzu bil merasidi fi turukll-mevaridi la
yedurrunehu vela yeteunehu fi yekezetsn ve la menamin ve la zanin safirin ve la
makamin yedullahî fevka eydlyhim ve hicabullahi düne adihim!”
51-
Yeni doğan çocuk
için hurma çiğnenmeli ve ana sütünden önce hurma verilmelidir.
Camî’üs Sağir, Dürer, Mefatihü’l-Cinan
ELLİ SEKİZİNCİ BAB
Akika kurbanı, yeni doğan çocuğun saçlarının ilk kırpıldığında kesilen
kurbana verilen isimdir. Akika kurbanıyla Müslümanlar evlât nimetine
şükranlarını belirtirler, öyle ki; akika kurbanını kesemeyen kişinin ahirette
evlâdının şefaatinden mahrum olacağı rivayet edilmiştir. Hadis-i şerif’te:
"Çocuk
akikasına rehin olunmuştur" duyurulmuştur.
Akika için kesilecek kurbanın şartları Kurban bayramında kesilen
kurbanın ki gibidir. Fakat bir çocuğun akika kurbanı kesilmemişse daha
sonra icra olunabilir.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], akika kurbanından Peygamberlik
geldikten sonra haberdar olduğu için nübüvvetten sonra kaza etmiştir.
Akika kurbanı erkek çocuk için iki koyun, kız çocuk için bir koyundur.
Çocuğun doğumundan yedi gün sonra çocuğun saçları kestirilir ve çocuğun
ağarlığınca gümüş sadaka dağıtılır ve ardından da akika kurbanı kesilir.
Resululah'ın Hz. Hüseyin’in akikasını, Fatma annemize bu şekilde emir
buyurdukları rivayet edilmiştir. Akika’nın yapıldığı gün çocuğu sünnet ettirmek
hem gelmiş geçmiş salihlerin âdetine uymaya hem de temizlik ve cinsel organın
tamamlığına vesile olur.
Eğer çocuk sünnetli şekilde doğarsa, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]’ınde sünnetli doğduğunu hatırlayıp bununla övünmek gerekir.
Halilullah Hz. İbrahim (aleyhisselam) seksen yaşında iken kendini sünnet
etmiştir.
Akika için kesilecek kurban, kesilmek istendiğinde şu şekilde duâ
edilmelidir:
' Allah ım bu kurban falanca’nın kanına, etme, azâlanna, derisine
kıllarına karşılıktır. Allah’ım bu kurbanı falanca’nın oğlunun ateşten
kurtulması için fidye olarak kabul et.”
Önemli bir konu da; akika için kesilen kurbanın etinin sadaka olarak
pişmiş şekilde veya çiğ olarak dağıtılmasıdır. Hayvanın kemikleri kırılmamah
uyluğuda çocuğun doğumunda bulunan ebeye verilmelidir.
Şirât’ül İslâm, Mefatâh’ül-Cinan
ELLİ DOKUZUNCU BAB
Yeni doğan bir çocuğun kendi annesi tarafından emzirilmesi âdâptandır.
Hadis-i şerifte:
"Çocuk
için annesinin sütünden daha iyi bir süt yoktur." buyurulmuştur.
Fakat, annenin bir sakatlığı varsa veya hayatta değilse, o zaman yeni
doğan çocuk; soyu temiz ve salih bir kadından emzirilmelidir. Günahkâr bir
kadının çocuğu emzirmemesine dikkat edilmelidir. Çünkü zararın elbet bir gün
çıkacağı söylenmiştir.
Ayrıca çocuk ağladığında buna üzülmemek gerekir. Sebebi içinse, çocuğun
ağlayarak annesi ve babası için bağışlanma dilediği rivayet edilmiştir.
Geniş olarak, çocuğun ilk dört ay ağlamasındaki teşbihi; Lâ ilahe
illallah. İkinci dört ay ağlamasındaki teşbihi; Muhammedün Resulullah. Üçüncü
dört ay ağlamasındaki teşbihi ise; Allah’ım beni bağışladır, diye
rivayet edilmiştir.
Bu Müslüman anne ve babadan ise geçerlidir. Eğer anne ve baba Müslüman
değilse çocuğun anne ve babasına lânet okuduğu rivayet edilmiştir.
Şirât’ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan
ALTMIŞINCI BAB
Çocuğa verilecek isim, bir peygamber ismi olmalıdır. Kıyamet gününde
herkes ismiyle çağırılacağı için, peygamberlerden birisinin ismini üzerinden
taşıyan birisi bunun faydasını görecektir.
Hadis-i şerif’te:
"Allah’m
en sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman’dır9' duyurulmuştur.
Kişi çocuğuna güzel isim koymalıdır. Çünkü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi
ve sellem] çirkin isimleri değiştirmiştir.
Hz. Ömer kızının adını Asiye koymuştu. Resulullah âsi manasına gelen bu ismi
değiştirip güzel manasına gelen Cemile ismini koydular. Çocuklara bereket ve
felâh gibi isimler koyulmamalıdır. Çünkü bu isimleri taşıyan kişilerin
bir yerde olup olmadıkları sorulsa
ve onlar için yok denilmelidir bu da hayırlı değildir demişlerdir.
Yine zararlı manalar taşıyan isimler koyulmamalıdır.
Hz. Ömer bir kişiye adını sordu, o da Cemre dedi yani ateş koru. Bunun
üzerine babasının ismini sordu oda, Şehab dedi bu da alev demektir. Nereli
olduğunu sorunca adam Hire dedi, bu da kömür demektir.
Bunun üzerine Ömer (radıyallahu anh) şöyle buyurdu:
Adam ülkesine gittiğinde gerçekten de herkesin yanmış olduğunu gördü.
Yine Hz. Ömer, kendisinden yardım isteyeceği bir adama ismini
sorduğunda, adam:
-Zalim bin Sarrak, (Hırsız oğlu Zalim) olduğunu söyledi. Bunun üzerine
Hz. Ömer,
"Sen
zalimsin baban da hırsız senden iyilik beklenmez" dedi.
Bir çocuğa güzel isimle birlikte güzel bir de lâkab verilmelidir. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın üç oğlu vardı, Kasım, Abdullah ve İbrahim.
Bunların lâkapları ise Tayyip, Tahir ve Mutahhar’dı.
Ayrıca çocuklara Tezkiye manası taşıyan; Reşid ve Emin gibi
isimler koymamak gerekir.
Yine doğmamış ve düşük olmuş bir çocuğa da isim koymak gerekir. İsim
koyulmayan çocuklar kıyamet gününde, kendisine isim koymayan babalarının
yakasına yapışıp; “Sen beni isimsiz bıraktın!” diye davacı olacaktır.
İsimleri peygamber ismi olan kişilerle alay etmek onlara küfür etmek,
onlara lânet okumak ve eziyet etmekten kaçınılmalıdır. Ama o kişinin
yüzüne karşı isim kullanmadan ona hakaret etmekte bir beis yoktur. Bu isimler
arasında özellikle Muhammed ismini taşıyan kişiye hürmet etmek gerekir. Bu
kişinin yüzüne gülmeli, surat asmamahdır ve kötü konuşmamak gerekir
Hadis-i şerifte:
“Çocuğa Muhammed ismini koyduğunuz zaman, ona ik= ram edin, mecliste
ona yer açın, ona karşı yüz buruşturmayın” buyurulmuştur.
Abdullah b. Abbas (radıyallahu anh)’dan rivayet edilir ki;
"Ahirette, İsimleri Muhammed olanlar kalksın diye seslenilin
Çünkü Muhammed (sallallahu aleyhi vesehem)1n hürmetine bu ismi taşıyanlar
cennete gireceklerdir.” buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
’Ben
kıyamet gününde her bir Muhammed ismini taşıyanlara şefaat ederim.” buyurulmuştur.
Başka bir hadis’te:
"Cebrail, Rabbimden selâm getirdikten sonra Allah Teâlâ
"İzzet ve Celâlime yemin ederim ki, senin ismini taşıyanlara cehennem
azabı tattırmam.”
Çocuk konuşmaya başladığında ona ilk önce; Kelime tevhid “Lâ ilahe
illallah Muhammedün Resulullah” öğretilmelidir. Sonra; "Fetealallahul
meiîkül hakku lâ ilâhe illâ hüve aleyhi tevekkeltü vehüve Rabbül
arşilkerim” ayetini ondan sonra ise “Aye~ tel-kürsi ve Lev enzelna..” ayetlerini
öğretmelidir.
Bir kişi bunları çocuğuna öğretirse, kıyamet gününde ona çocuğu hakkında
soru sorulmayacağı rivayet edilmiştir.
Çocuk akıl baliğ olunca yani büluğa erince, ona farzları vacipleri ve
sünnetlerle birlikte âdâbı öğretmelidir. Çocuk kız ise bunların yanı
sıra ona ev işlerine ait şeyleri de öğretmelidir.
Çocuk yedi yaşına geldiğinde onu namaza başlatmalı ve on yaşına
geldiğinde namaz kılmadığı zaman cezalandırmalıdır.
Eğer evde yetim varsa, kişi ona da sanki kendi evlâdıymış gibi terbiye
ve âdâb hususunda riayet etmelidir. Hadis-i şerif’te:
"Kişi, kendi gözetimi altında bulunan bir yetimin hakkına riayet
edip Allah rızası için onun başını okşarsa, o kişiye ellerinin değdiği her tel
başına bir sevap verilir ve cennete (iki parmağını yanyana getirerek) şu
şekilde benimle beraber olur." duyurulmuştur.
Çocuk on yaşını bitirdiğinde, erkek ve kız çocukları birbirinden
ayrılmalıdır. Cenab-ı Hakk’ın ahlâkıyla yetiştirmeli. Hadis-i şerif’te:
"Allah'ın
ahlâkı ile ahlâklanın" duyurulmuştur.
Kişinin çocuğunu güzel bir şekilde terdiye etmesi nafile idadet yapmaktan
faziletlidir. Çünkü evlâdın salih kimselerden olması, kadirdeki bütün
atalarının sevinmesine vesile olur.
Hayırlı bir evlâdın sadaka-i cariyeden sayıldığı rivayet edilmiştir.
Kişi evine bir şey götürdüğünde bütün evlâtlarını bir tutmalı ve hepsine aynı
muameleyi yapmalıdır. Hatta ilk önce kız çocuğuna vermelidir ki, bu onun ince
kalpli olması sebebiyle müstehaptır.
Şir’at-ül İslâm, Mefatih’ül-Cinan
ALTMIŞ BİRİNCİ BAB
İYİLİĞİ EMRETMEK,
KÖTÜLÜKTEN MEN ETME
ADABI
Emri bil-maruf, iyiliği emretmek. Nehyi anil-Münker de kötülükten
sakındırmak demektir.
İnsanlardan uzak yaşayan kişiler bundan kurtulmuşlardır. Fakat toplum
içerisinde yaşayanlar bir kötülüğün işlendiğini gördüklerinde bunu engellemek
için gücü yetiyorsa eliyle, gücü yetmiyorsa diliyle müdahale etmelidir.
Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etmelidir.
Bu üçünü de yapmayanlar hadis-i şerifte; "Hakkı görüp buna karşı
susan dilsiz şeytanlardır/’ sıfatıyla tabir olunmuştur. Bu tür insanların
imanları son derece zayıftır.
Hadis-i şerifte:
"Kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirmeye çalışsın, buna
gücü yetmiyorsa diliyle değiştirmeye çalışsın buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle
buğz etsin. Bunu bile yapmazsa kalbinde hardal tanesi kadar iman yoktur." buyurulmuştur.
Bu hadis, idarecilerin elle, âlimlerin dille ve diğer insanların kalple
buğuz etmeleri olarak yorumlanmıştır.
İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmanın üç şartı vardır.
1-
Allah'ın emirlerinin
yücelmesi,
2-
Emredilecek yada
sakındırılacak şeyin dört delilden hangisine dayandığını bilmek,
3-
Bu görevi yaparken
başına gelecek bütün musibetlere sabır etmek.
Bu görevi yerine getirecek kişide şu özelliklerin bulunması gerekir
1-
Yumuşak olmak. Sert
olmak nefrete sebep olur ve ilerideki zamanlarda bir zarara vesile olabilir.
Abbasi Halifesi Memun, biz vaizin kendisi hakkında ileri geri
konuştuğunu duymuş ve ona:
"Allah-ü Teâlâ senden daha hayırlı kişiyi benden daha şerli kişiye
gönderirken Onunla yumuşak konuş, bakarsın öğüt dinler ve Allah'tan
korkar" (Taha suresi-44) demiştir. Burada kastedilen hayırlı kişi
Musa (aleyhisselam) şerli olan ise Firavun’dur.
2-
İyiliği emredip
kötülükten sakındıran kimse bunu öncelikle kendisi üzerinde uygulamalıdır. Çünkü
eğer kendisini bu konuda ikna edebilirse başkaları da onun söylediklerini
rahatça kabul eder. Allah-ü Teâlâ, Hz. İsa’ya:
"Ey İsa! Önce kendine öğüt ver, verdiğin öğütü kendin
yapabiliyorsan onu insanlara da öğütle ve benden haya et!" buyurmuştur.
Bundaki amaç etkisinin daha fazla olmasıdır. Kişi bütün
emirleri yerine getirmeden, bütün kötülüklerden uzak durmadan bu görevi
yerine getiremez demek değildir.
Enes b. Malik’den rivayet olunur ki;
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a sorduk. Bütün iyilikleri
yapmadığımız bütün kötülüklere de son vermediğimiz halde başkalarını
kötülüklerden uzaklaştırıp onlara iyiliği emredelim mi? Resulullah şöyle cevap
verdi: “Hepsini yapamasanız bile iyiliği emredin ve hepsinden uzak
duramazsamzda kötülükten uzak tutmaya çalışın!” buyurdular.
İyiliği emredip kötülükten alıkoymak farzlarda ve haramlarda bunu
yaparken farzdır. Bir vacip için vacip, sünnet için sünnettir, Âdâb için
âdâbtır. İyiliği emredip kötülükten sakındırmak konusunda insanlar üç gruba
ayrılır:
a)
Katiyetle iman etmiş
kişidir,
b)
Şüphe eden ve
mütereddit olandır,
c)
İslâm’dan çıkmış
kişidir
Bu üç kısımdan ilk ikisine iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak
gerekir. Üçüncü sınıf insanlara ise bu gerekmez çünkü gereksizdir. Bu gibi
insanlara iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, domuzun boynuna mücevher
takmakla eşdeğerdir.
Allah, kendisine gizlice isyan eden bir grup insan için bütün insanlara
azap etmez. Fakat açık bir şekilde isyanlarını dile getirir ve diğerleri de
buna susarsa hepsi bu azabı hak etmiş olurlar. Müminler bu gibileri ikaz
ettiklerinde yine de isyana devam ederlerse:
Hadis-i şerifte:
“Hiç şüphe yok ki Allah bütün insanlara, bazı kişilerin isyanı
sebebiyle azap etmez. Fakat aralarında ulu orta günah işlediklerinde onları
men etmeye gücü yettikleri hâlde ses çıkarmazlarsa gelecek azab o günahı
işleyenleri de ona sükût edenleri de kuşatır.” buyurulmuştur.
Müminler onları nehyettikten sonra onlar isyanlarında ısrarcı olurlarsa;
"Kendinizi muhafaza edip, ıslâh edniz. Kötülükten sakındırır
iyiliği emrederseniz, sapıklıkta olanlar size zarar veremez!" (Mâide
suresi-105) ayetine binaen onlara bu isyandan birşey isabet etmez.
Bir ülkede iyiliğin emredilip kötülükten alıkonulmaması, kötülük
yapanların çoğunlukta olması, toplumun içerisinde güçlü kişilerinde bunların
yanında olması, ayrıca bilginlerinde bunların yanında olup onlara yalakalanmaları
sebebiyledir. Hadis-i şerifte:
"Kıyamet gününde, ümmetimden bir kısım insan İsyan etmiş
kişilere dalkavukluk ederek, imkânları olmasına rağmen onları isyanlarından
alıkoymadıkları için domuz ve maymun olarak yaratılacaklardır." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"İslâm’ı korumaya güçleri yetip, isyan edenlerin hâllerini
görmelerine rağmen onlara sırnaşanlar ve onların yaptıklarına ses
çıkarmayanlar, bir gemide ki üç kısım insana benzerler. Geminin en alt kısmında
bulunanlar, gemide bir delik açıp su almak istediklerinde yukarıda bulunanlar
onlara engel olurlarsa gemideki herkes kurtulur ama ses çıkarmayıp bunu önlemezlerse
hepsi birlikte helâk olurlar!" buyurulmuştur.
İyiliği emredip kötülükten sakındırma konusunda ses çıkarmayıp hiçbir şeye
karışmayanlar, halkım arasında itibarım varken bunu yitiririm düşüncesi
sebebiyle susmaktadırlar. Fakat bunun gibi bir durumdan korkmayanlar için
ayette:
"Onlar Allah yolunda savaşırlar ve onları kınayanların kınamalarından
korkmazlar!" (Mâide suresi-54) duyurulmuştur.
Hz. Ebubekir (radıyallahu anh), Resulullah (sallallahu aleyhi
vesellemj’a:
-“Ey Allah’ın Resulü savaşmadan cihad olur mu?” diye
sorduğunda Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];
-“Ey Ebubekir, Allah’ın kullan arasında yeryüzünde nzıkSanan bir grup
cihad eden insan vardır ki, gökyüzü melekleri onlarla iftihar eder. Ümmü
Seleme’nin Resulullah için süslendiği gibi cennette onlar için süslenir!"
buyurdular. Hz. Ebubekir bunun üzerine:
-“Kimdir bunlar?” diye sorunca;
-“İyiliği emredip kötülükten sakındıranlardm Allah’m rızası için kin
besiemeyip dost olanlardır. Cennete onlara verilen saraylar ve köşkler,
şehitlere verilenlerinkinden daha güzeldir. Onlarm her sarayının yakut ve
zümrütten yapılmış üç yüz bin kapısı vardır. Bu şekilde cihad eden her kişi üç
yüz huri ile evlenir!" buyurmuştur.
Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
ALTMIŞ İKİNCİ BAB
Makam sahipleri için;
'insanlara bilgili idareciler lâzımdır fakat onların bir çoğu
ateştedir” buyurulmuştur. Bunun sebebi bir çok emir ve valinin zulümle
gündemde olmalarındandır. Bu bütün yöneticilerin ateşe gireceğini göstermez.
sadık bir vezire yakın yapan O vezir onun unuttuğu şeyleri hatırSar,
bildiği şeylerde ona yardam eder. Fakat Allah bir devlet başkanı için tam
tersini dilerse onu kötü bir vezire yakın yapar ve o vezir de onun
unuttuklarını hatırlatmaz ve bildiği şeyler de ona yardım etmez.” buyuruldu.
İnsanları idare etmeye gücü yeten ye devlet başkanlığı gibi bir şeyi
yerine getirebilecek ehliyete sahip olan kişi bunu yapmak için talepte
bulunmamalıdır.
Ebu Musa ehEşari’den rivayet olunur ki;
Amcamın iki oğluyla birlikte Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın
yanına gittik. Onların akıllarında bir yere emir olmak varmış. Herhangi bir
yerin emirliği için Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a yalvarmaya
başladılar.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] onlara:
Biz isteyen ve hırsh
olanları bütün işlerimizde kullanmayız!” buyurdu. Hadis-i şerif’te:
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem], Abdullah b. Semure’ye:
“Ey Abdurrahman! Emir veya vali olmayı isteme Eğer bunu istersen ve
bu sana verilirse, kendi nefsine emir olursun. Allah sana yardım etmez. Sen
istemeden bu makamlar sana ihsan olunursa Allah sana yardım eder!" dediği
rivayet olunmuştur. Başka bir hadis-i şerif’te:
"Kişi istediği bir makama sahip olursa nefsine vekil olur. Fakat
kendisi istemez ve o makam ona zorla verilirse, Allah o kişi için bir melek
indirir ve o devamlı onu doğruya yönlendirir!" duyurulmuştur. Başka
bir hadis-i şerifte:
"Siz bu emirlik için hırslı olursunuz ve bunun içinde kıyamet
gününde pişman olursunuz. Devlet başkanlığı ne güzel bir şeydir ki, onunla
birlikte refah bulunur ve onun elden gitmesi ne kadar kötüdür ki dünyalık
nimetlerden insanı mahrum eder. Kişinin kendisine pişmanlıktan başka şey
bırakmaz!"
Vali veya emir olan kişi, kendisi için getirilen hediyeleri ayırmamalı ve
bütün hediyeleri Beyt’ül mal’a koymalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] Beni Selim Kabilesi’nin sadakalarını toplamak için İbn
Enebiyye’yi gönderdiğinde kendisine birçok hediyeler verilmiştir. O Medine’ye
döndüğünde topladıklarını beyt’ül mal’a teslim etmiş ve kendisine verilen
hediyeleri beyt’ül mal’a vermek istememiştir. "Bunlar bana hediye
edildi" demiştir. Peygamberimiz ise;
-"Madem doğru söylüyorsun, sen anne ve babanın evinde oturuyor
olsaydın bu hediyeler sana verilir miydi" diyerek ona kızmışlardır.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] bunun üzerine sahabeleri
huzurunda toplayıp Allah'a hamd ettikten sonra şu şekilde bir hutbe yapmıştır:
"Sizden bir adamı, bir görevle görevlendiriyorum. O görevi
yapınca gelip diyor ki, bu sizin malınız, bunlar ise bana verilen hediyeler.
Babasının ve annesinin evinde oturuyor olsaydı bunlar ona verilecekmiydi. Allah’a
yemin olsun ki, kim kendisi hak etmediği bir şeyi alırsa, kıyamet gününde o
aldığı şey sırtında olarak Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Sırtında deve sığır
yada koyun olarak Allah karşısına çıkan birini mutlaka tanırım!"
Bu hutbeyi yaptıktan sonra koltuk altının beyaz yerleri görününceye kadar
ellerini yukarı kaldırdı ve şöyle dedi: "Allah’ım tebliğ ettim şahit
ol!"
ALTMIŞ ÜÇÜNCÜ BAB
İTAATİN
ÂDABI
Müslümanlar kendi aralarında İslâmî hükümleri uygulayacak ve cezaları
yerine getirecek bir imam seçmekle mükelleftirler.
Ayet-i kerîme'de:
"Ey iman edenler? Allah'a, Resulüne ve (Müslüman) emir sahiplerine
(yöneticilere) itaat edin!" (Nisa suresi-59)
Devlet yöneticilerine itaatin âdabı şu şekilde sayılabilir:
V İslâm devletinin yöneticilerini bir ganimet bilmek gerekir!
Hadis-i şerifte:
"İslâm devletinin reisi Allah’ın Müslümanlara ihsan ettiği bir
gölgedir!" buyurulmuştur. Sultanlar yeryüzünde Cenab-ı Hakkın ihsan
buyurduğu bir gölgedir. Nitekim güneşin sıcağından insanlar ağaç gölgesine
sığındığı gibi insanların zulmüne uğrayan kişilerde adil sultana sığınır,
haksızlıkların giderilmesi için ona yalvarırlar. Bu nedenle sultanlar Allah’ın
ihsan ettiği gölge gibidir.
2-
İslâm devletinin
yöneticilerine hiçbir şekilde itaatte kusur gösterilmemelidir! Zira hadis
i şerif te:
“Kim sultanın liderliğini kabul etmezse zındıktır, buyurulmuştur.
3-
Lider fasık ve
isyankâr bile olsa itaatte kusur etmemelidir.
Abdullah İbn. Ömer (radıyallahu anh) hazretleri:
"Malınızın zekâtını, o malla içki içiyor olsa bile İslâm devletinin
reisine verin!" buyurmuştur.
4-
O ülkedeki
insanların arasındaki davaların ayrıca Cuma ve cihat gibi İslâmî işlerin İslâm
reisine münhasır olduğuna iman etmek gerekir. Sultan günahkâr da olsa fark
etmez.
Hadis-i şerifte:
“Dört şey sultanın emrindedir.”
1İnsanlar arasında hükmetmek.
bGanimeti taksim etmek,
cCuma namazını kıldırmak,
dCihad ilân etmek.” buyurmuşlardır.
5-
Sultan ve emirleri
tarafından yapılan cefa ve zülmü kendinin Cenab-ı Hakka isyan etmesinden,
Allah’ın kendine azap ve terbiyesi olduğuna inanmaktır. Hadis-i şerifte:
"Siz nasıl olursanız, yöneticilerinizde öyle olur!" buyurulmuşlar.
Zalimliğiyle meşhur olan Yusuf b. Haccac'a:
-"Sen Ömer b Hattab’m adaletini duymana rağmen, niçin bu şekilde
zulüm ediyorsun?" diye sorduğunda şu şekilde cevap vermiştir:
-"Siz; Ebu Zer Gaffara gibi bir ahlâk üzerine olun, ben de Ömer
b. Hattab gibi adaletli olayım!"
6-
Kişi başındaki İslâm
devleti yöneticisine daima duâ etmelidir! Bu duâ kendisini kapsadığı gibi,
o yöneticinin raiyetindeki bütün Müslümanlar içinde geçerlidir! Çünkü İslâm
devletinin yöneticisinin iyiliği bütün Müslümanlara nükseder ve herkesin
üzerinde bu iyiliğin görülmesine vesile olur.
7-
İslâm devletinin
yöneticisi hakkında ileri geri konuş manialıdır! Onun saygı gösterilecek
bir adam olmadığı ya da onun soyu hakkında bir kötü söz söylememelidir! Hadis-i
şerifte:
"Başınızda ki Habeşli zenci bir köle de olsa, ona itaat ediniz!"
buyurulmuştur.
8-
İslâm devletinin
yöneticilerinin hoş olmayan uygulamalarına katlanmamak için terk etmemeli,
sabretmesidir. Hadisi şerifte:
"Kim, ülkesinin yöneticisinde kötü bir hâl görürse sabretsin!
Çünkü İslâm cemaatinden bir karış ayrılan kişi cehalet üzerine ölür!
Ölünceye kadar içinden çıkamayacağı bîr çukura düşer!" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
9-
İslam Devletinin
yöneticisine sövülmemeli ve sataşmamalıdır.
"İmamlarınıza sövmeyin, onlar yeryüzünde Allah’ın gölgeleridir!"
buyurulmuştur.
Başka bir hadis’te:
"İmamlarınıza sövmeyiniz, onlara duâ edin, onların kurtuluşu
sizin kurtuluşunuzdur!" buyurulmuştur.
Buhari-i Şerif, Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
ALTMIŞ DÖRDÜNCÜ BAB
İnsan vücudundaki, dört elementin çürümesi ve bunun vücudunun
sıcaklığını artırması sebebiyle, kan aldırmakta herhangi bir beis yoktun
Hadis-i şerifte:
Devaların
en güzeli kan aldırmak ve kıst ı bahridir” duyurulmuştur.
Bunun faydaları; İdrarı söktürür. Hayız kanının normal gelmesini sağlar,
ağrı ve sancıları keser, solucanı öldürür, sikencebin ile içilirse hummaya iyi
gelir, nezle ve benzeri hastalıkları iyileştirir. Vücuttaki her türlü cilt
hastalıklarını iyileştirir.
Kan aldırmanın
âdabını şu şekilde sıralayabiliriz:
1)
Kan aldırma vakitlerini muhafaza etmektin
Ayın on beşinci, on dokuzuncu
ve yirmi birinci günleri aldırılmahdır! Bu günlerde kan aldırmak Peygamberimizden varid
olmuştur. Hadis-i
şerifte:
2)
Hararetin çok
şiddetli olduğu gün kan aldırılmalıdır. O günlerde kan aldırmak harareti
önler. Hadis-i şerif’te:
“Hararet basınca kan aldırmak suretiyle yardım isteyin! Sakın kan
birinizin beynine hücum etmesin ki öldürür.” duyurulmuştur.
3)
Başın en üstünden
hacamat yaptırmalıdır. Bu her türlü hastalığa iyi geldiği gibi, cüzzam, göz
bozuklukları ve migrene çok faydalıdır! Hadis-i şerif’te:
"Başın üstünden kan aldırmak, Hayber'de Yahudi’nin zehirli
yemeğini yediğimde Cibril bunu bana tavsiye etti!" duyurulmuştur.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] başından kan aldırdığı bir
sırada Akra b. Haris onu görmüş ve şöyle demiştir:
Ey Allah’ın elçisi! Başınızdan kan mı aldırıyorsunuz?
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]
cevaben:
»
“Başın tepesinden kan aldırmak birçok hastalığa faydandır!”
4)
Hacamat ile kan
aldırmak, aç iken yapılmalıdır. Tokken yapılması hastalığa sebep olur diye
rivayet edilmiştir.
5)
Kan aldırmadan
önceki gün ikindi vaktinde yemek yemelidir. Ertesi gün kan aldırana kadar
yemek yememelidir!
6)
Kan aldıracağı günün
öncesinde eşiyle ilişkiye girme» melidir!
7)
Safra kesesinde
problem olanlar kan aldırmaya geçmeden önce biraz tatla yemelidirler!
8)
Kan ahndoğı gün hamama
girmemek.
9)
Kanın alındığı gün
tuzlu yemek yememelidir! Tuzlu ye■ mek, çıban ve uyuzluğa sebep olur!
10)
Kanın ahndığı gün,
süt ve yoğurt yenmemelidir!
11)
Kanın ahndığı gün
çok su içilmemelidir!
12)
Kan aldırmak için Cumartesi
ve Çarşamba günlerinden uzak durmak gerekir. Hadis-i şerifte:”Kişî cumartesi veya çarşamba kan aldırır ve
kendisine bîr ağrı isabet ederse, bunun
tek suçlusu kendisidir!” duyurulmuştur.
Hadis ilmiyle uğraşan kişilerden birisi bu hadisin doğruluğundan pek
emin olmadığı için cuma günü hacamat ile kan aldırmaya kalkmış. Baras denilen
hastalık adama isabet etti. Bu hastalık o kadar ilerledi ki, doktorlar buna
bir çare bulamadıkları gibi onun vücudu öyle bir kokmaya başladı ki, kimse
yanına giremez oldu. Bir gün uyuya kaldı ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]’ı rüyasında gördü ve ona derdini anlatıp çare bulması için yalvarmaya
başlayınca Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
-
Niçin Cumartesi günü
hacamat ile kan aldırdın? Benim bunun için söylediğim söz sana gelmedi mi? demiş,
bunun üzerine adam;
-
Hadisin doğruluğundan
şüphe ettim! demiş ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];
-
Dikkatli bir şekilde iş
yapmadın diyerek elleriyle onun yaralarının olduğu yerleri mesh eyledi.
Resulullah bunları yaptığında adamın aklı başına geldi ve hastalığı yok
oluverdi!
13)
Ayın pazar günü veya
ayın on dokuzunun salıya rastladığı gün yapılması faydalıdır!
14)
Ay başlarında kan
aldırılmamalıdır! Bunun faydası yoktur ayın ortasını beklemelidir. Hadis-i
şerifte:
“Ay başında kan aldırmak mekruhtur. Faydasızdır. Onun için ayın
ortalarına doğru beklemek gerekir.” duyurulmuştur.
15)
Perşembe günü kan
aldırmakta bereket olduğu söylendir. Hadis-i şerif’te:
"Aç iken kan aldırmakta hayır ve bereket olmakla birlikte
hafızayı ve aklı sağlamlaştırır. Allah’ın bereketiyle Perşembe günleri kan
aldırınız!" duyurulmuştur.
16)
Zikir olunan
günlerden başka on yedinci günde de kan aldırmak müstehaptır! Hadis-i
şerifte:
“Kan aldırdığınız günlerin en elverişlisi ayın
on yedi, on dokuz, yirmi birinci günlendin İsra gecesi uğradığım melekler
topluluğunun bana tavsiyesi şu olmuştur: Ey Muhammed kan aldırmaksın” duyurulmuştur.
Başka hadis-i şerifte:
“En hayırh ilaç şunlardır: Ağızdan içilen ilaç, buruna çekilen damla,
yürümek, kan aldırmak ve sülük takmaktır..”
17)
Cuma günü kan
aldırmaktan imtina edilmelidir Çünkü
cuma günü içerisinde öyle bir saat vardır ki, bu saat içerisinde hacamat
yaptıran kimse mahvolur! Hadis-i Şerifte:
“Cuma gününde bir saat vardır, kim o saatte kan aldırırsa ölür.’3
duyurulmuştur.
18)
Başın arkasındaki
küçük çukurcuktan kan aldınlmamahdiH Bunun unutkanlığa sedediyet vereceği
rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte:
“Başm çukurundan kan aldırmak unutkanlığa sebebiyet verin Onun
için bundan kaçınılmalıdır.” duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cman, Camî-us-Sağir
ALTMIŞ BEŞİNCİ BAB
GİRME
ÂDABI
Peygamberimiz Müslüman erkeklerin hamama girmelerine müsaade etmişlerdir.
Sahabe’den bazıları Şam’da bir hamama girdiklerinde orası için;
"Burası temizlik için güzel bir yerdir” buyurmuşlardır. Fakat
bir başka kısım sahabi ise;
"Burası insanların hayalarını yok eder, edep yerlerini açtırır"
buyurmuşlardır! Bu iki sözün ortak buluştuğu mana şudur:
Hamama giden bir Müslüman, helâlinden başkasının görmesi haram olan
yerlerini örtmeli ve başkalarının da helâlinden başkasının görmesi haram olan
yerlerine bakmamalıdır! Ayrıca hamam da yıkanırken oranın sıcaklığı ile
cehennemin sıcaklığını düşünmelidir. Aksinin yapılması hâlinde çok çirkin bir
âdet olacaktır! Hadisi şerif’te:
"Hamama girdiğinizde Allah’tan sakının ve örtününün!" duyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Hamam ne
kadar çirkin bir yerdir ki, orada
ses yükselir ve edep yerleri açılır!" buyurulmuştur.
Hamama girişin
âdâbı şu şekilde sıralanmıştır:
1“ Kişi hamam
da bulunduğu süre içerisinde, Cehennem
azabından dolayı Allah’a sığınmahdır!
2Kişi hamamda vücuduna su dökerken:
"Başlarının üzerinden kaynar sular dökülecek!" (Hac
suresi-19) ayet-i kerîmesini düşünmelidir.
3“ Kişi hamamda nasıl çıplaksa arasat meydanında da bu şekilde çıplak
kalacağını düşünmelidir!
4-
Hamamdayken ibadet
yapmak ve namaz kılmak için yıkanmalı ve temizlemmelidir!
5-
Hamam ücreti hamama
girmeden önce ödenmelidir!
6-
Hamama girerken önce
Allah’ın adını anmah ve sonra şu duayı etmelidir:
"Erkek ve dişi cinlerin pisliklerinden ve kovulmuş şeytandan
Allah’a sığınırım!” Bu duâyı okuduktan sonra sol ayağı ile girmelidir.
7-
Hamama girerken
Akşam namazı ile yatsı namazı arasında olmasına özen gösterilmelidir!
8* Yıkanırken
başına beş tas sıcak su döktükten sonra bir tas söğuk su içerse baş
ve göz ağrısına faydalıdır.
9-
Hamamda temizlikten başka bir şey için fazlaca oturmamak
gerekir.
10-
Hamamda
temizlenirken en az ayda bir kere zırnık kullanılmalıdır! Kişinin rengini
beyazlatır harareti alır ve cinsel kuvveti artırır. Hadis-i şerif’te:
"Hamama ilk giripte zırnıh kullanan Hz. Süleyman’dır. Hamamın
sıcaklığını gördüğünde azaptan Allah'a sığınmıştır!"
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’in hamam girip zırnık
kıllandığı mervidir.
11-
Hamamdan çıkarken
sağ ayak ile çıkmaktır.
12-
Hamamdan çıkıp
temizlik bittikten sonra ayaklar soğuk su ile yıkanmalıdır. Bu baş ağrısı
ve nekris hastalığına faydalıdır.
13-
Hamamda yıkanma
bitince kesinlikle başına soğuk su dökünmemeli ve de soğuk su içilmemelidir!
Kadınların hamama girmesi:
Kadınların hayız ve lohusalık hastalık vakitlerinin dışında hamama
girmelerine müsaade yoktur. Ancak hastalıktan temizlenmek için girmelerine
müsaade edilmiştir. Hadis-i şerif’te:
"Acemlilerin diyarını feth edeceksiniz! Oralarda bulunan bazı
evlere hamam derler, erkekler oraya girmesinler! Acem ülkesinin pazar
yerlerinde erkekler gezebilir! Kadınlar hamam lara aybaşlarından temizlenmek
için ve hastalık hâllerinden temizlenmek için girebilir." duyurulmuştur.
ALTMIŞ ALTINCI BAB
Bir haftada bir veya on beş günde bir saçı tıraş etmek İslâmî âdâptandır.
Saçın hepsini tıraş etmek yani bir kısmını kesip diğer ksımını olduğu
gibi bırakmamaktır.
Bunun Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] tarafından yasaklandığı
bildirilmiştir.
Ayrıca bir rivayete göre Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle
demiştir:
"Btı
şeklide saç tıraş etme âdeti (bir tarafından alıp bîr tarafım bırakmak) kâfir
ve kibirli insanların yaptığı şeylerdir’"
Günyet’ül Fetava
ALTMIŞ YEDİNCİ BAB
VÜCUTTAKİ TÜY VE
TIRNAKLARIN KESİLMESİNİN
ÂDABI
Bıyıklar kısaltılırken âdet olan, aynı kaşlar gibi olmasına özen
gösterilip bıyıkların altından dudak ucunun belli olmasıdır. İhya da bıyıklar
için: "Onlar kaş gibidir!" diye bir hadis rivayet edilmiştir
başka bir hadiste de:
"Bıyıklarınızı, dudaklarınız görünecek kadar kısaltın!" duyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Müşriklere
benzemeyin! Siz bıyıklarınızı kesip sakallarınızı uzatın!" buyurmuştur.
Koltuk altındaki kıllar ve avret yerindeki tüylerin temizlenebilmesi
için zırnık kullanmak gerekir fakat bunun âdâbı da kişinin kendisi temizken
bunu kullanmasıdır. Çünkü bir kişi cünüpken koltuk altındaki veya avret
yerindeki tüyleri kesse veya zırnık ile alsa, kesilen o tüyler, kesen kişiden
şu şekilde davacı olurlar: "Ey Rabbimiz! Pisken, temizlemeden bizleri kesti!"
Nitekim hadis-i şerifte:
“Kim yıkanmadan önce zırnık kullanırsa, kıyamet günü her kıl gelip
şöyle diyecek: Ya Rabbi, sor bakahm neden beni yitirdi de yıkanmadı/’
duyurulmuştur.
Vücudun göğüs kısmanda ve sırt kısmında bulunan tüylerini almak
kesinlikle İslâm âdâbına (bîr zaruret olmadığı sürece) aykırıdır
Fakat diğer tüyleri haftada bir almalı, bu yapılamazsa on beş günde bir
almaya gayret etmelidir. Bu süre kırk günü geçerse mekruhtur.
Sakal uzatmak için âdâb, bir tutamdan fazla olan kısmı hem eninden hem
boyundan kesmektir. Bu Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın sünnetidir.
Amr b. Şuayb (radıyallahu anh)’dan:
“Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] sakalını bir tuta» mı aştığında hem eninden hem boyundan
alırlardı.59 buyurdular.
Sakal bir tutamı geçtiğinde insanların dil
uzatmalarına ve giybet
etmelerine sebep olur. . .
"Sakalı (bir tutamdan) uzun olanın aklı kısa olur!" duyurulmuştur.
Tırnak kesmek:
Tırnak kesmenin
âdâbı cuma günü cuma namazından önce kesmektir. Hadis-i şerif’te:
"Kim cuma günü cuma namazından önce tırnaklarını keserse, bir
sonraki cuma gününe kadar ve de ona ek olarak üç gün daha Allah o kişiyi
belâlardan muhafaza eder.!" buyurulmuştur.
Şeytan ve büyücülerin tırnaklarla oynadığı rivayet olunduğu için kesilen
tırnakları ve kesilen tüyleri bir yere gömmek gerekir. Bunları yıkanılan
yere veya tuvalete atmamak lâzımdır. Bunu yapmak birçok hastalığın vukû
bulmasına sebep olur denilmiştir.
Bir kişi perşembe günü tırnaklarını keserse, delirir veya ala hastalığına
yakalanır yahutta gözleri ağrır denilmiştir. Hadis-i şerifte “Göz, baras ve
cinnet hastalığına yakalanmak isteyen varsa tırnaklarını perşembe günü
ikindiden sonra kessin” duyurulmuştur.
Tırnak keserken uyulması gerek âdâb ise şu şekilde anlatılmıştır.
Tırnak kesmeye sağ elin en küçük parmağından başlamalı ardından
orta parmak sonra ise baş parmağı kesmelidir, sonra küçük parmağın yanındaki
tırnağı kesmeli ve en son olarak işaret parmağının tırnağını kesmelidir. Sol
elde ise bu farklıdır. İlk olarak baş parmak, sonra orta parmak ve küçük
parmağı sonra şehadet ve küçük parmağın yanındaki tırnağı kesmelidir. Bu
şekilde âdâba uyarak tırnak kesmek el parmakları için geçerlidir.
Ayak parmaklarının âdâbı ise sağ ayağın küçük parmağından
başlayarak sol ayağın küçük parmağında bu kesme işlemini bitirmektir.
ALTMIŞ SEKİZİNCİ BAB
Saç ve sakalını boyamak İslâmî edep ve usûldendir. Hadisi
şerifte:
“Saç
ve sakalınızı boyayınız! Çünkü melekler bir mümin boyandığında birbirlerine
bunu müjdelerler!” duyurulmuştur.
Fakat bu boyanın kullanılması en uygun olanı kına ve civit köküdür.
Hadis-i şerifte:
"Yaşhhğı
değiştiren en güzel şey kma ve civit köküdür" diye rivayet edilmiştir.
Hz. Ebubekr
Sıddık (radiyallahu anh), ikisini de kullanmıştır
diye rivayet olunur.
Kınanın rengi
kırmızı çivit ise siyahtır, bu ikisinden de yeşil
tondur.
"Kına ve çivit kökü kullananların ilki Hz. İbrahim'dir, siyah
boya kullananların ilki de Firavundur." buyurulmuştur. Başka bir
hadis-i şerif’te:
"Allah kıyamet gününde siyah boya kullananların yüzüne
bakmaz!" buyurulmuştur. Başka bir hadis’te:
"Sakalları boyamak Yahudi ve Hıristiyanlarda olmadığı için
yaşlılığınızı onlarınkinden değiştirin, onlara benzemeyin!" buyurulmuştur.
Beyazdan korunmakla birlikte beyaz saç ve sakal tüylerini koparmamak
gerekir. Çünkü hadis-i şerif’te:
“Beyaz kılları koparmayın çünkü onlar Müslüman’ın nurudur” diye
rivayet edilmiştir. Hadis-i şerif’te:
"Bir Müslüman’ın saç veya sakalında beyazlık olursa, bunlar
kıyamet gününde kendisi için nur olurlar" buyurulmuştur.
Hz. İbrahim’in saç ve sakalına ilk ak
düştüğünde:
-“Ey Rabbim! Bu nedir?” diye sordu!
-
“O nurdur!” cevabını
aldı, bu sefer:
-
“Ey Rabbim! Nurumu
artır!” dedi.
ALTMIŞ DOKUZUNCU BAB
Sürme
kullanmak ResuluHah’ın sünneti olmakla birlikte, İslâm’ın âdâblarındandır.
Sürme gözlerin parlaklığını ve kirpiklerin gelişmesini sağlar. Hadis-i
şerif’te:
“Gözlerinize
sürme çekin Çünkü bu gözü câlalandmr,
kirpikleri
besler.” duyurulmuştur.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın sünnetine uygun olarak
ilkinde besmele çekerek her göze üç kere sürme çekmelidir.
Güzel kokulu yağlar sürülürken önce kaşlara sürmek gerekir. Nitekim
hadis-i şerif’te:
“Biriniz
güzel kokulu yağ kullanırken ilk defa kaşlarından başlasın.” duyurulmuştur.
YETMİŞİNCİ BÖLÜM
Güzel kokulu şeyleri sürmekte İslâm âdâbındandır.
Güzel koku kullanan Müslümanlara melekler
sevgi besler, ruhlar onunla beslenir ve insanın kalbini ferahlatır denilmiştir.
Hadisi şerifte:
"Üç şey kalbi ferahlatır, bedeni geliştirir; birinci güzel koku,
ikinci yumuşak elbise, üçüncüsü bal içmektir." duyurulmuştu r.
"Sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi; birinci güzel koku,
ikinci saliha kadın, üçüncüsü gözümün nuru beş vakit namaz."
duyurulmuştur.
Erkek için kokunun güzel olanı, kokusu güzel olup, rengi olmayanlardır.
Kadın için bunun rengi olup, kokusu olmayanlar güzeldir.
Zira kadın için bunun uygun görülmesinin sebebi, kadının güzel bir koku
sürerek sokağa çıktığında kokusundan fitneye sebep olmasından korkulduğu
içindir!
Mefatih’ül-Cinan
YETMİŞ BİRİNCİ BAB
Resulullah ve Ashab-ı kiram yüzük taktılar. Bizlere de yüzük takmak
sünnettir.
Yüzük takmanın âdâbı şu şekildedir:
1)
Yüzük demirden tunç
veya bakırdan imal edilmiş olmalıdır.
2)
Dış kısmı gümüş veya
Akik taşı olmalıdır. Hadis-i şerif te:
"Akik taş değil berekettir, onu kullanın!" buyurulmuştur.
Parmağında akikten yüzük olan kimseye gam ve keder arız olmaz. Başka bir
hadis-i şerif’te:
"Parmağınızdaki yüzük akik olduğu sürece keder size gelmez!"
buyurulmuştur.
Zümrüt yüzüğü
kullanmanın fakirliği giderdiği rivayet
edilmiştir. Hadis-i şerifte:
‘ Yüzük olarak
zümrüt kullanın fakirliği bertaraf eder.” duyurulmuştur.
Yakut yüzük takmak ise güç işleri kolaylaştırır. Parmağında yakuttan
yüzük bulunan kimse insanların şerrinden emin olur, hastalıktan salim ve emin
olur, o kimseye yıldırım isabet etmez.
Bir kimse yakutu kolye olarak boğazına assa hafakan hastalığına
yakalanmayacağı söylenir.
Ayrıca, sarı yakut bir kimsenin parmağında bulunsa o kimse rüyasında boşalmaz
ihtilam olmaz diye Tıbbı Nebevi’de rivayet edilmiştir.
3)
Kişi yüzük takarken
sahabenin de bu şekilde taktığını düşünerek sünnete uymak niyetiyle takmahdır.
4)
Kişi taktığı yüzüğü
insanlara karşı övünmek için kullanmamalıdır.
5)
Kişi yüzüğünü sol
elinin küçük parmağına takmalıdır. Süsle övünmediğini göstermek için yüzük
üzerindeki taşlı tarafı avucunun içine çevirmelidir. Zira Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] bu şekilde takındıkları rivayet olunmuştur.
Mefatih’ül-Cinan
YETMİŞ İKİNCİ BAB
Müminler birbirlerinin kardeşleri olduklarından nerede karşılaşırlarsa
karşılaşsınlar birbirlerine selâm vermeleri İslâm hukuku’nun gereğidir.
Kur’ân-ı kerim’de şöyle duyurulmuştur:
”Selâmlandığınız zaman, size selâm verenin selâmının aynısı veya daha
güzeliyle ona karşılık verin.” (Nisa suresi-86) ayet-i çelilesi
göstermektedir ki, müminler kendilerine selâm verildiğinde aynısıyla yada daha
güzeliyle almak zorundadırlar.
Bu ayetteki selâmlama kelimesi, Allah sana uzun ömürler ve afiyet versin
demektir. Şer’i manade ise bildiğimiz selâmdır her milletin kendine has bir
saygı ifadesi vardır. Hadis-i şerif’te:
"Hıristiyanların selâmlaşması elini ağzına koyarak olur. Yahudi
milletinin ki eliyle işaret ederek olur, Mecusi taifesinin selâmı belini
bükerek olur." duyurulmuştur.
Bu hadis-i şeriften anlaşıldığı gibi müslümanlara özel olan selâmlaşma
şekli, “Esselâmu aleyküm” veya “Selâmun aleyküm” şeklindedir.
Daha önce geçen ayette emredildiği gibi selamlaşmak şu şekilde olur. Bir
kişi; Esselâmu aleyküm derse ona karşılık olarak. Ve aleykumüsselâmu
ve rahmetullahi denilmelidir. Yada bir kişi Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi derse ona Ve aleykumüsseiâmu ve rahmetullahi ve berekâtuhu denilmelidir.
Şayet Esseîâmu aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu diye selâm verirse
ona da aynısıyla mukabele edilerek Ve aleykumüsselâmu ve rahmetullahi
ve berekâtuhu denir.
Bu üç çeşit selâmın her biri birbirlerinde daha faziletlidir. Essellâmu aleyküm
diyerek verilen selâma on beş hasene yazılır. Esselâmu aleyküm ve
rahmetullahi olarak verilen selâma yirmi hasene verilir. Esselâmu
aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtuhu diye verilen selâma otuz hasene verilir.
Hadis-i şerifte:
“Kim (Esseiâmu aleyküm) derse ona on hasene yazılır. Kim, (Esselâmu
aleyküm ve rahmetullahi) derse ona yirmi sevap verilir. Kim, (Esselâmu aleyküm
ve rahmetullahi ve berekâtuhu) derse otuz sevap yazılır.” buyurulmuştur.
Selamda; Esselâmu aleyküm demekle Selâmun aleyküm demek
ikisi de caizdir. Nitekim Kur’ân-ı kerim’de “Esselâmü alâ menittebeal hüda”,
“Ve selamün alâ ibadihillezinestafa” ikisinde de zikrolunan şekliyle
Selâmın manası:
selâm kelimesi mana olarak dünya ve ahirette esenlik üzerine olsun demektir.
Bir kimse tek kişiye selâm verirken yine aleyküm
yani sizin üzerinize olsun derse, selâmı çoğul olduğu için hafeze
melekleri de selâmı karşılarlar ve onlar bir kişinin selâmına karşılık
verirlerse o kişi azaptan muaf olur diye rivayet edilmiştir.
Selâmın âdâbı şu şekildedir:
1-
Selâmı veren ile
selâmı karşılayan birbirlerine seslerini duyurmalıdır.
2-
Duruşma sırasında
davacılar hâkime, öğrenciler öğretmene, yüksek sesle Kur’ân okuyanlara, vaaz
verenlere, mescitte oturararak namazın vaktinin gelmesini bekleyenlere, genç
kızlara selâm verilmemelidir.
3-
Bir yerden
kalkılacağı zaman orada bulunanlara selâm verilmelidir. Hadis-i şerif’te:
“Bir Müslüman oturduğu meclisten selâm vererek ayrılırsa Allah ona
bedeninde ki tüy adedince sevap yazılır, bin derece yükseltir, ve oturduğu o
yer onun için kıyamete kadar onun için istiğfar eder.” buyurulmuştur.
4-
Kişi rastladığı
herkese selâm vermelidir. Tanıdık olsun veya olmasın. Tanımadığı kişiye
selâm vermemek kıyamet alâmetidir diye rivayet edilmiştir.
Rivayet edilirki: Resulullah’a soruldu; İslâm’da en faziletli ibadet
nedir?
“Yemek yedirmek ve tanıdık olsun olmasın herkese selâm vermektir.” buyurdular.
Hadis-i şerifte:
"İki kişi birbirlerine rastlayıp birbirieriyle konuşurken
aralarında taş ağaç veya perde olsa, verdikleri selâmı yeniden vermeleri
gerekir” buyurulmuştur.
5-
Kişi selâm verdiği
insanın Müslüman olmadığını veya ehli kitap olduğunu öğrenirse hemen selâmımdan
döndüm demelidir.
6-
Binek üzerinde olan
yaya olana, ata binen eşeğe binene, küçük büyüğe, az olanlar çok olana selâm
vermelidir.
Rivayet edilir ki;
Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdular:
“Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki; iman etmedikçe
cennete giremezsiniz. Birbirinize sevgi beslemedikçe de iman etmiş
sayılmazsınız.
Size aranızda sevgiyi artıracak şeyi söyleyeyim mi? Aranızda selâmı
yaygın hâle getirin!”
Selâmlaşmanın en sonunda musafaha yapılmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Selâmlaşmanızı musafaha ile tamamlayınız!" duyurulmuştu.
Musafaha sünnettir
lâkin iki tarafında karşılıklı olarak istemeleriyle
sünnet olur. Bu şekilde yapılan bir musafaha da günahlar yaprakların dökülmesi
gibi dökülür.
Hadis-i şerifte:
“Musafaha ediniz! Musafaha etmeniz kalbinizdeki kin ve çirkinlikleri
temizler!” duyurulmuştur.
Bir başka hadis-i şerifte:
“El sıkışın ki, kalplerinizdeki kin gitsin.” duyurulmuştur.
Kucaklaşmak suretiyle saygı ve sevgi de dulunmak, şehvetsiz ve giyinik
olmak şartıyla caizdir.
Âlim, zahid, adil hükümdarların elleri öpülür.
7-
Kendisi aracılığıyla
selâm gönderilen kişi, aldığı bu selâm emanetini mutlaka yerine iletmelidir.
8-
Kişi birisine yazılı
olarak selâm gönderse, o selâm’ın cevabının da yazılı olması gerekir. İmam
Ebu Yusuf (radlyallahu anh) bu görüştedir.
9-
Kişi kendi evine
girerken evdekilere selâm vermelidir.
10-
Fakat eve girdiğinde
evde kimse yoksa;
“Esselâmu aleyna ve alâ ibadillahis-salihîn”
"Bana ve Allah’ın salih kullarına selâm olsun!" demelidir.
Bu şekilde verilen bir selâmı melekler alırlar.
Ruh’ul Beyân Tefsiri
YETMİŞ ÜÇÜNCÜ BAB
GİRMENİN
ÂDABI
Kişi, başka birisinin evine girmek istediğinde, girmek için izin
istemelidir, izin verilmediği takdirde girmeden geri dönmelidir.
Annesinin içerisinde bulunduğu eve de izinsiz girmek uygun değildir.
Rivayet edilirki, Bir sahabe gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi
ve sellem]'a, annesinin yanma izinsiz girmesinin uygun olup olmadığını sordu,
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle cevap verdi;
Anneni çıplak hâlde görmek istemiyorsan izin almalısın!” buyurdular.
Mefalih’ül-Cinan
YETMİŞ
DÖRDÜNCÜ BAB
HELALİNDEN KAZANMANIN
ÂDABI
Allah
için yapılacak işlerin en güzeli, helâlden kazanmaya gayret göstermektir.
Hadis-i şerif’te:
“Amellerin en faziletlisi helâl kazançtır.” buyurulmuştur.
Allah’ın bütün farzlarını edâ etmek için sıhhat şarttır. Sıhhat de ancak
helâl kazançla elde edilir.
Kişinin, kendisi ve ailesini doyuracak ve de varsa borcunu ödeyecek kadar
kazanç sağlamak için uğraşması farzdır.
Bu sayılanlardan fazla para kazanmak için çalışmak sadaka vermek ve
yardımda bulunmak maksadıyla olursa nafile namazdanüstün olur.
Rivayet edilir ki;
Hz.İsa bir gün dünyalık işlerle alâkasını kesmiş bir zahid ile karşılaştı
ve ona:
- Senin yiyeceğini kim verir? diye sorar bunun üzerine
adam:
- Kardeşim var, yemeği o getirir, deyince Hz. İsa tekrar:
- Senin kardeşin ibadet olarak seni geçmiştin Çünkü o hem
ailesi için hem de ibadetle meşgul olan abisi için helâl kazanç sağlamakla
meşgul
Helâlinden kazanmaya gayre etmek, bu davranışla övünmek için olursa haram
olur fakat helâlinden giyinmek ve yemek için olursa sorun yoktur. Resulullah
Efendimiz:
“İyi mal, iyi adama ne güzelde
yaraşın” buyurmuşlardır.
Kazanç beş şekilde sağlanır diye rivayet edilmiştir;
Cihad ederek,
Ticaret yaparak,
Rençberlik yaparak,
Sanatla uğraşarak,
Dilencilik yaparak.
Kişi kendisi için kazanç sağlamaktan acizse, dilencilik yapabilir.
Hadis-i şerifte:
"İnsanın son kazanma şekli dilenciliktir.” duyurulmuştur.
Hiçbir şeyi olmayıp da bütün çarelere başvurup yine de günlük nafakasını
temin edemiyorsa o zaman buna müsaade edilir.
Fakat bir günlük yiyecek temin etmeye güçleri yeten kişilerin dilencilik
yapmaları haramdır, caiz değildir.
Dilencilik hakkında çok büyük bir ikaz vardır. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurdular:
“Eğer kişi dilencilik yapmak için kendisine bir mazeret uydurursa yeni
bir kapı açarsa, Allah onun için fakirliğe yetmiş kapı açar” denilmiştir.
İbrahim Ethem Hazretleri, bir gemiye binmiş yolculuğa çıkmışlardı.
Aniden çıkan fırtına yüzünden geminin batmasına ramak kalmıştı ve gemideki
insanlar İbrahim Ethem’e korktuklarını söyleyince, şu şekilde bir cevap
aldılar;
- Bu fırtına şiddetli değildir, asıl şiddetli olan bir kimsenin
yüzünün suyunu döküp de başkasına bir hâlini anlatan kimsenin o sıkıntılı
durumuna nazaran hiçtir!
Kişi çalışarak büyük şeylere vâkıf olabilir;
Bunları şu şekilde sayabiliriz;
1-
Kişi ticaretle
uğraşarak çalışırsa kazancı çok olur. Toprakçılıkla uğraşırsa, doğadaki
hayvan ve bilhassa kuşlara besin temin eder.
2-
Kişi çalışarak
vaktini boşa geçirmek gibi bir illetten kendisini korumuş olur.
3-
Kişi çalıştığı için,
çalıştığı vakitlerde günah işlemeye vakit bulamaz ve bu sayede birçok günahlardan
kurtulmuş olur.
4-
Kişi çalışarak
fakirlik denilen hastalıktan kurtulur. Bahsedilen fakirlik iki çeşittir;
aSabırlı olan fakirler.
bAllah'a fakirlik
sebebiyle isyan edenlerdir.
Lokman (aleyhisselam) oğluna nasihatte bulunurken,
"Helâlden kazanmak fakirlikten korur. Kişi fakir olursa ona üç şey
gelir. Dininde azlık (inancı zayıflar), aklında eksiklik (akli dengesi
bozulur) ve de ahlâkında eksiklik (şahsiyetini yitirir). Bunlar kötü
olmasına rağmen bunların daha da kötüleri bu gibi fakirlerle alay edenlerdir.
Ömer b. Hattab (radıyallahu anh) şöyle demiştir:
"Kişi kazanç sağlamak için çabalamadığı sürece Allah’ım bana rızık
ver diye dua etmesin!” buyurmuştur. Çünkü biliyorsunuz ki; gök ne altın
yağdırır ne de gümüş.
Ve yine Ömer b. Hattab; Zeyd b. Seleme'ye meyvecilikle uğraşırken şöyle
dediler:
"Ey Zeyd’ Bu tür işlerle elde ettiğin kazançlar gözünü tok yapar.
Dinini fazlasıyla korursun ve kavminin yanında kendisine ikram edilen
olursun.”
5-
Peygamberin mübarek
âdet ve sünnetlerine uymak. Zira her peygamberin, bir çalışıp kazanma
usulü vardır. Bizim Peygamberimiz; Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın
kazancı ise cihad ve savaş ganimetidir. Hadis-i şerifte:
“Birisi helâl kazanmak için çalıştığı işin
yorgunluğuyla yatarsa, o kişiye cennete girmek vacip olur ve Allah kendisin» den
razı olmuş olarak yatağında yatar." buyurulmuştur.
Kendisi için kazanç sağlamakla ilgilenen kişi, kazanacağı şeyin rızkını etkileyeceğine
inanmamalıdır. Çünkü bu rızkına sadece bir
aracıdır ve kişinin rızkını yaratan, veren Allah'tır.
Mesela yemek yemekle belki de insan doymaz ama
tokluğu ona
veren Allah'tır.
YETMİŞ BEŞİNCİ BAB
Mümin kişi bazen mali ve iktisadi sıkıntıya düşebilir. Bu durumda mümin
kardeşinden borç alabilir. Kişi ihtiyaç durumunda, din kardeşinden bu
ihtiyacını gidermek için alacağı parayı, geri vermek ve ödemek niyetiyle
almalıdır.
”Kişi birisinden geri ödemek kaydıyla borç alırsa, Allah o kişiye bir
melek görevlendirir ve o melek borç ödeninceye kadar ona duâ eder.” buyurulmuştur.
Bu şekilde söz verip ölen bir kişi için Allah "Ben onun
velisiyim" buyurmuştur. Fakat kişinin bu borcu ödemeye niyeti yoksa,
Ümmet-i Muhammed’e zulüm etmiş sayılır ve altın ve gümüşün geçmediği Arasat
meydanında borçlu olduğu kişiye sevaplarından alınarak verilir.
Hadis-i şerifte:
"Kişi insanlardan ödemeye niyet ederek borç alırsa ömrü vefa
etmeden ölürse ben onun velisiyim. Ödemek niyetinde olmadan borç para alıp da sonra
ölürse, işte o zaman o kimsenin sevaplarından alınır, çünkü o gün ne dinar ne
de dirhem vardır.” duyurulmuştur. Yine hadis-i şerifte:
“Kim insanların parasım malını ödemek niyetiyle alırsa Allah ona
ödemede yardım eder. Eğer ödememek niyetiyle ahrsa Allah onu itlaf eder.” duyurulmuştur.
Borçlu olan kişi, alacaklı olan iyi davranmalıdır. Eline para geçer
geçmez hemen ödemelidir. Parayı ödemek için imkân bulamadığında gidip özür
dilemeli ve vakit istemelidir.
Borcu vaktinden önce ödemek çok daha faziletlidir. Ama yine de
borçlanmaktan kaçınmak gerekir.
"En hayırlınız, borcunu ödemekte titiz davrananlarınızdır.
Kimin borcunu ödemeye gücü yetiyorsa vaktinden öncede de olsa onu
ödemekte acele etmelidir." buyurulmuştur.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’dan rivayet edilmiştir:
Bir kişinin dağlar kadar borcuda olsa bu duâyı okumaya devam ederse,
Allah o borcunu ödemesinde kolaylık ihsan eder:
Allahümme ektini bi helâlike an haramike ve ağnini bifadlike ammen
sivake.
“Allah’ım, haramına saptırmadan helalinle beni yetindir, başkasına
muhtaç kılmadan fazlınla beni zengin kıl!”
Mümkün oldukça borç para almamaya gayret etmelidir. Çünkü borç kişinin
üzüntüsünü artırır gece uykusuz gündüz ise zillet içinde bırakır.
Hadis-i şerif’te:
“Borca girmekten sakının! Çünkü o, geceleyin insanı üzer, gündüzleri
de zillet içinde bırakır.” buyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
YETMİŞ ALTINCI BAB
Soru: Bir kişinin borç vermesi mi yoksa sadaka vermesimî daha
hayırlıdır?
Cevap:
Borç vermek daha hayırhdsr! denilmiştir
Bir zenginin herhangi bir ihtiyacını karşılamayı kişi kendisine ganimet
bilmelidir. Çünkü zenginler bazen müşkül duruma düşseler de, isteyemezler. Bu
şekilde zor duruma düşmüş bir zengine bir dirhem borç vermek, herhangi bir
fakire yetmiş dirhem sadaka vermekten daha faziletlidir. Çünkü sadaka verdiğin
;üşi bazen ihtiyaç sahibi olmayabilir. Fakat borç para isteyen insan
sıkıntıdadır ve o nedenle kapına gelmiştir.
Ödünç bir şey istemek daima güç ve sıkıntı vericidir. Bu yüzden borç
vermek sadakadan hayırlıdır evlâdır.
Hadis-i şerifte: "Ödünç vermek sadakadan hay§rhdır’" duyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Miraca çıktığım gece, cennetin kapısının üzennde, sadaka on katiyla borç
vermekte on sekiz katıyla mükâfatlandırılacak
diye yazdığını gördüm. Cibril’e bunun sebebini sorduğum da: Sadaka zenginin de fakirinde eline geçebilir, lâkin borç para
sadece ihtiyacı olana düşer, dedi." buyurulmuştur.
Ödünç paranın fazileti hakkında Kur’ân-ı
kerîm de:
"Hani kim var dişinden tırnağından artırıp Allah yolunda bir
ödünç verecek, o versin de Allah da ona kat kat fazlasını versin..." (Bakara
suresi-245)
Allah’a ödünç vermek, borç verilen kişiden herhangi bir hediye veya
başka bir iltifat beklememektir. Verilen ödünç para Allah rızası için
verilir. Bu şekilde Allah rızası için verilen şeyin karşılığı beklenmez. Bu iş
karşılıksız kalmaz. Onun mükâfatını Allah kat kat verecektir.
Borç paradan bir karşılık beklenmediğini İmam-ı Azam’dan öğrenelim. İmam
Azam, günlerden bir gün, alacağını istemek için, bir kişinin kapısına gidip,
kapıyı çalar ve içeriden kendisine yanıt gelene kadar evin gölgesinden çekilip
güneşte oturur. Onu görenler sorar:
- Neden güneşin altında oturuyorsun da, duvarın gölgesinden
faydalan mıyorsun? İmam-ı Azam şöyle cevap verir:
- Ben bu evin sahibine borç para vermiştim. Onu istemeye
geldim ve eğer o evin kapısında bekleyerek rahat etsem, ev sahibi beni
ödüllendirmiş olur, bu da benim borç vermemden dolayı alacağım sevabı azaltır.
Bundan çekiniyorum.
Kendisine borç verilen insana, borcun vakti geldikten sonra bir müddet
daha süre vermelidir. Yada alacak tamamen bağışlanmalıdır.
Resulullah hadis-i şerif’te şöyle buyurmuştur:
"Birisi, borcunu ödemeye gücü yetmeyen birisine süre verir veya
borcundan vazgeçerse, Allah onu kıyamet gününde çok kolay bir hesaba
çeker" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste:
"Birisi, belirli bir zamanın sonuna kadar birisine borç verse, o
vakit gelene kadar amel defterine her gün için sevap yazılır."
buyurulmuştur.
Borç veren kişi verdiği borcu Allah rızası için verdiğinden dolayı,
kefil ve şahit gibi şeylerle borçluyu müşkül durumda bırakmamalıdır.
Rivayet edilir ki:
İsrail oğullarından bir kişi, birisinden bin altın borç isteyince, borç
istediği kişi ona:
-
"Şahidin var mı?"
diye sormuş adam:
-
"Allah
şahidimdir" demiş, bunun üzerine borç verecek kişi:
-
"Peki kefilin var
mi?" diye sormuş adam yine:
-
"Kefilim de
Allah’tır" demiş. Adam bu sözler üzerine
-
“Bende Allah’ın
kefilliği ve şahitliği olduğu için bu parayı sana veriyorum." demiş.
Aradan uzun zaman geçmiş ve borcun ödenme zamanı geldiğinde, borçlu adam
ödemesi gereken altınları toplamış ve götürmeye hazırlanırken, deniz kenarına
gelmiş. Tam bu sırada bir fırtına çıkmış, fırtına yüzünden gemiler çalışmayı
durdurmuş. Adam çok şaşırmış, çünkü fırtına sebebiyle borcunun vadesi
geçecekmiş, bakmış olacak gibi değil hemen bir ağacı kesmiş ve içini delip altınları içine koymuş, hâlini
anlatan bir yazı koymayı da
unutmamış. Sonra "Ey Rabbim! Ben bu altınları senin şahitliğin
ve kefaletinle
aldım, sen bu altınları yerine ulaştır” diye duâ etmiş. Tevafuk odur ki,
alacaklı olan adamın hanımı evde odun kalmadığı için odun toplamak için deniz
kenarına inmiş. Suyun kıyıya attığı odunları toplarken içinde altınların
olduğu ağacı da alıp hanesine gelir. Odunu yardığında altınları ve içindeki
yazıyı görüp kendilerine ait olduğunu anlar. Cenab-ı Hakka hamd eder.
Fırtına dindikten sonra, borçlu olan adam, yanına bin altın daha alarak,
deniz yoluyla gönderdiği paranın akıbetini de merak ederek belki eline
ulaşmamıştır, alacaklı olanın yanına varmış. Yanına girer girmez alacaklı
şöyle demiş:
-
Sen borcuna Allah'ı kefil
ve şahit tuttuğun için, Allah senin borcunu bana tamamen ve eksiksiz olarak
ulaştırdı, müjdeler olsun.
Buhari-i Şerif, Şir’at-ül İslâm
YETMİŞ YEDİNCİ BAB
MÜMİNLERDEN BİR ŞEY
İSTEMENİN ÂDÂBI!
Mümin, Allah’a sığınarak her işine onu vekil yaparak, insanların mallarına
göz dikmekten uzak durarak dimdik durmalıdır. Bu şekilde hareket edenleri
Allah mükâfatlandırır ve her mahlûku onlara muhtaç eder. İnsanların elindeki
mallara göz dikmek ve insanlara karşı iki yüzlü olmak ölümden bile kötüdür ve
belâların en büyüğüdür. Kendisini namuslu tutan kişiyi, Allah daha da
namuslandırır.
Hadis-i şerifte:
"Namuslu olan
kişiyi Allah namuslandmr. Gözü tok olanı
Allah zengin eder" duyurulmuştur.
Kıyamet gününde bazıları yerlerinden kalkıp kuş gibi uçarak cennetteki
yerlerine girerler. Cennette yaşamaya başlarlar. Melekler onlara şöyle sorar:
-
Siz hesap, kitap ve mizan
görüp sorgulandınız mı? Onlar ise:
-
Biz bunları görmedik. Bunun
üzerine melekler tekrar;
-
Siz kimsiniz? Dünyada ne
iş yaptınız? diye sorunca;
- Biz Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem)’in ümmetindeniz,
dünyada gizlice günah işlemekten uzak durup Allah’tan utandık, Allah’ın bize
verdiği rızka razı olup onunla yetindik ve de insanlardan bir şey istemedik,
diye cevap verirler.
Hadis-i şerif’te:
"Birisi, insanlardan bir şey istememek üzerine kendisine kefil
olursa, ben de o kişinin cennete gireceğine kefil olurum.’’ buyurulmuştur.
Sevban (radıyallahu anh), başkasından bir şey istememek için kendisine
kefil olmuş ve, at üzerindeyken elindeki kamçısı düşse onu başkasından istemek
yerine iner ve kendisi alırdı.
İnsanlardan birşey isteneceği zaman esas olan budur. Son derece iffetli
ve şahsiyetli olup kimseden bir şey istememeye gayret etmelidir.
Fakat karşılanması gereken ihtiyaç kişinin gücünün üzerindeyse bunu
birisine arz edip anlatmak ve yardım istemek âdâbtandır ve bunun âdâbı şu
şekilde olur.
Yardım isteyecek kişi önce abdest ahr ve Allah rızası için iki rekât
namaz kılar ve namazın ardından yardım isteyeceği şey hususunda ilk olarak
Allah’tan yardım ister. Perşembe günü olursa eğer, bunu kendisi için ganimet
bilmelidir. Yani perşembe günü hacetini istemelidir. Bundan sonra, Ali imran
Suresi 200 ayetini okur:
Âli İmran suresi 200. ayet-i kerîme:
"Ey iman edenler! Sabır edin ve sabır yarışında düşmanlarınızdan
ileride olun. Sınırlarda savaşmaya hazır olun! Aliahdan korkunuz ki kurtuluşa
eresiniz!" ayetini okur.
Bundan sonda, Ayet’el Kürsi’ya, Kadir suresi’ni (İnna
enzelnahu..), Fatiha-i şerife’yi okur. Salâîı şerife getirmeli ve
soyca temiz ve salih kimselerden birisini bulup durumunu ona münasip bir
lisanla anlatmalıdır.
“Bir isteğiniz olduğunda bunu, ümmetim içerisindeki merhametli
kişilerden isteyin. Bu şekilde yaparsanız isteğiniz yerine gelir. Allah, benim
rahmetim, merhametli olan kullarım üzerinedir, diye buyurmuştur. İsteyeceğiniz
şeyi kalpleri karamış kişilerden istemeyiniz. Allah, benim gazabım kalpleri
ka= rarrmşların üzerinedir, buyurmuştur" duyurulmuştur.
Eğer böyle hacetinizi karşılayacak salih kimseler yoksa, o zaman
mürüvvet bakımından bilinen kimselere gidin, o evsaf da kimse de yoksa o zaman
yüzünde nur eseri olup halkın yardımına koşan yardım edemediğinde üzülen
kimseye gidip hacetini arz eylemelidir.
Bir şey istenecek kişilerin yüzlerine karşı asla onları övmemeli ve
onlara yalakalanmamalıdır. Eğer talep ettiği şey yapılıyorsa Allah'a bunun
için hamdetmelidir. O şahsa da duâ etmelidir. Eğer istediği şey olmazsa,
istediği kişiyi suçlamamalı kötülememeli, sabretmelidir.
Bir kimsenin gayet müşkül bir işi olsa veya borca girse bin defa; “Velâ
havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm” derse, Cenab-ı Hakk o
kimsenin müşkülini giderir.
“Bîr kişi çok zor bir işe girse ve borçlansa, bin defa ‘Lâ havle vela
kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm’ derse Allah onun bütün işlerini
kolaylaştırır.” duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan
YETMİŞ SEKİZİNCİ BAB
ÂMÂ (KÖR) OLAN KİMSEYE
YARDIM ETMENİN ÂDÂBI
Âmâ; Kişinin gözlerinin görmemesidir. Onun bakan gözü kapanmış
olup, hissettiği şeyleri göremez. Herkesçe bilinir. Lâkin bu körlük önemli
değildir. Bunun hakiki manası ise kalp gözünün kör olmasıdır. Çünkü ayette:
"Kim bu dünyada kör olursa, (hakikatleri göremezse) ahirette de
kör olur, yolu daha şaşırandır..’’ (İsra suresi-72) duyurulmuştur. Allah
bizeri korusun!
“Gerçek kör,
gözü görmeyen değildir, gerçek kör kalp
gözü görmeyendir. Allah’tan gafil olandır" duyurulmuştur.
Gören gözün görmemesi, Allah’ın kuluna
verdiği bir belâdır.
"Herhangi bir kulumu körlükle sınava tâbi tuttuğumda, o kulum bu
sınava sabredip beklerse, onun iki gözlerine karşılık ona cenneti veririm."
buyurulmuştur.
Başka bir kudsi hadis’te:
"Bir belâ ve zorlukla denediğim kulum eğer bunlara karşılık bana
hamd ve şükrederek sabrederse, onun yeri sabretmesine karşılık olarak mutlaka
cennettir." buyurulmuştur.
İşte bu hâle düşen; âmâ olan kimse sürekli yardıma muhtaç olduğundan, bir
kimse bir âmâ’ya yardım etse Cenab-ı Hakk o kimseye yardım eder. Bir kimse bir
âmâ’nın sol elini kendi sağ eliyle tutup onu yola götürse; böyle kaç adım
götürse her adımı kadar bir kul azat etmiş kadar sevaba nail olur diye rivayet
edilmiştir.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
YETMİŞ DOKUZUNCU BAB
Bir mümin, yoiculuk zahmetine, ailesinden ayrı kalmaya, dostlarından
ayrılmaya sadece altı şey için katlanır, Bunlar;
1-
Hac yapmak için,
2-
Dinini yüceltmek gayesiyle
cihad için,
3-
İlim öğrenmek için,
4-
Nefsini terbiye
etmek için,
5-
Kendini veya
ailesini veya muhtaçlara yardım etmek gayesiyle ticaretle uğraşmak için,
6-
Dinde mevcut olan fitneden
kaçmak için olur.
Bu altı sebebin tümü de makbul ve merğubdur. Seferi mübarektir. Bunların
yalnız biri için yapılan yolculukta mübarektir.
Sefer; yolculuk sözlükte, açıklık manasındadır. Bir kimse yolculuğa çıkınca
her yönden açılır ve kâbileyeti gelişir, kalbi yumuşar, isyandaysa imana girer.
Yolculukta birçok zorlukla beraber faydalar
da vardır.
Bunları şöyle sıralayabiliriz;
1-
Yolculuk yapana
Allah sevgi besler. Hadis i şerif te bu müjde şöyle verilir:
"Allah Teâlâ katında en sevilen şey gariplerdir, duyurulmuştur.
Bunu duyan sahabe gariplerden maksat kimdir diye sormuşlardır. Bunun üzerine Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] şöyle buyurmuştur:
"Dinleri için hicret edenlerdir"
2-
Yolculuk yapana
cennet vacip olur.
Hadis-i şerifte:
"Bir kişi dini için bir yerden bir yere gitse, gittiği yer bir
karış bile olmasa, o kişiye cennet vacip olur. Cennette İbrahim ve Muhammed
(sallallahu aleyhi vesellem)’e komşu olur" duyurulmuştur.
3-
Kişinin rızkı
genişler ve sıhhati iyileşir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurmuştur:
“Yolculuk yapın ki, sıhhate kavuşasınız!”
4-
Yolcu devamlı
surette Allah’ın gözetimi ve himayesi altındadır. Peygamberimiz
(sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
Yolcu yapacak kimse için âdâb şu şekildedir:
1)
Kişi yola çıkmak
için pazartesi veya perşembe gününü kullanmalıdır. Çünkü bu iki günde kişinin
yaptığı işler göğe çıkar ve Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a
gösterilir.
2)
Kişi yolculuk için
bir mekândan çıkarken veya yolculuk bitiminde evine girerken iki rekât namaz
kılmalıdır.
“Biriniz yolculuk yapmak istediğinde evinde iki rekât namaz kılsın;
döndüğü zamanda iki rekât namaz kılsın.”
Ayrıca namaz bitip yola çıkarken şu duâyı üç kere okumalıdır. Bu duâ
okunduğunda bir melek yolculuk bitene kadar yolcuya eşlik eder.
“Bismillah veamenîü billahi va’tesemtü billahi vetevekkeltü alallahi vela
havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azîm”
"Allah’ın adıyla, Allah’a iman ettim ve ona teslim oldum. Ve ona tevekkül eyledim.
Yüce Allah’ın gücü her
şeye yeter!"
3)
Kişi yolculuğa
çıkmadan önce dostlan arkadaşları ve ailesiyle vedalaşmalıdır. Hadis-i
şerifte:
"Kişi yolculuğa çıkmadan evvel
arkadaşlarıyla vedalaşsın, onlar onun için duâ ederlerse Allah o duaların
bereketiyle onu bereketlendirir."
Ailesine ve çoluk-çocuğuna da şöyle duâ eder: “Ben sizi emaneti zayi
etmeyen Allah’u Teâlâya emanet ediyorum.”
4)
Kişi yolculuk için
bir binek kullanacaksa, bu bineğe binerken ve inerken Besmele çekmelidir. Besmele
nin olmadığı binekte şeytanın olacağı söylenir.
5)
Kişi yolculuğa
çıkacağı zaman eğer bulabiliyorsa kendisine salih ve abid bir yol arkadaşı
bulmalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] yolculuğa yol
arkadaşı olmadan çıkmayı yasaklamıştır. Arkadaş sayısının dört olmasını tavsiye
etmiştir. Şöyle buyurmuştur:
“Arkadaşlığın
hayırlısı aynı sözde olan dört arkadaştır.”
Bunun hikmeti şu olsa gerektir; yolculukta insanlardan birisi
hastalandığında vasiyet etmek isterse eğer, bir diğerine vasiyet eder, ikisi de
şahit olur. Yada cemaatle namaz kılmak isteseler biri imam biri müezzin ikisi
de cemaat olurlar. Birbirlerine arkadaş olurlar. Mesela yolculukta dört kişi
olsalar, birisi bir işi için bir yere gideceği zaman bir kişi de ona yardımcı
olur ve diğer ikisi geride bıraktıkları eşyalara göz kulak olurlar.
Eğer üç arkadaş iseler içlerinden biri (emir) başkan olur.
Hadis-i şerifte:
"Yolculuk esanasında üç kişi olursanız, aranızdan birisini yol
imamı olarak seçiniz.’’ duyurulmuştur.
Yolculuk esnasında birbirlerine arkadaşlık edenler devamlı yardımlaşmah
ve birbirlerine kol kanat görmelidirler. Unuttukları şeyleri hatırlatmalı, her
işlerinde birbirleriyle istişare etmelidirler.
6)
Kişi ve yol
arkadaşları yanlışlıkla, başka bîr yola saparlarsa, yol sordukları kişi
tanımadıkları biriyse onun gösterdiği yola girmemelidir. Şeytan, cin veya
casus olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Boş ve çıkmaz çöllerde, cinlerin öyle
bir çeşidi vardır ki; onlara Ğavl derler ve insanların yollarını saptırıp helâk
olmalarına sebep olurlar."
Başka bir hadis’te:
"Size Ğavl demlen cinle musallat olduğunda acilen ezan okuyun!"
duyurulmuştur.
7)
Kişi yolculuk için
gemiye binerken şu âyeti kelimeleri okur:
”Bismillahi mecraha ve mersaha inne Rabbi legafurun rahimun, vema
kaderullahe hakka kadrihi ve'l-ardu cemi'an kabzatuhu yevme'l-kıyameti
ve’s-semavati matviyyatun biyeminihi sübhanehu ve teâlâ amma yüşrikûn!"
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’in hadisinde böyle tavsiye
edilmiştir. Bu ayetleri okuyan kimse boğulmaktan kurtulur, buyurulmuştur.
8)
Yolculuk esnasında
yol arkadaşları ile ayrı ayrı değil de beraber konaklamalıdır. Tek başına
konaklamaktan Peygemberimiz bizi alıkoymuştur. Çünkü hadis-i şerifte:
"Siz yol arkadaşlarının birbirinizden ayrı bir şekilde vadi ve
köşelerde konaklamanız şeytandadır!" duyurulmuştur.
9)
Yolcular gece
olduğunda şu şekilde duâ etmelidir;
"Ya ardu Rabbî ve Rabbuki’l-lahu, euzü billahi min şerriki
veşerrima fiyki, ve şerri madabbe aleyki vemin şerri külli esvedin veesedin
vehayyetin vea’krebin vemin şerri sakini'l-beledi vemin şerri validin vema
velede velehu masekene fi'l-leyli ve'n-nehari ve hüve’s-semiu'l-alîm"
10)
Kişi geceleyin
konakladığında bir karartı görürse bundan korkmamalıdır. Mücahid
(radıyallahu anh) bu konuda şöyle demiştir. "Geceleyin karartı
gördüğünde ondan korkma çünkü o senden daha çok korkar"
11)
Yolculuk esnasında
yol seçmek için tereddüte düşülürse, sağ taraftaki yön tercih edilmelidir. Allah
bu şekilde hareket edenlere yol gösterici adında bir melek yollar ve o onlara
doğru yolu gösterir. Hadis-i şerifte:
“Yol hususunda tereddüde düştüğünüzde, sağ tarafı tercih edin. Çünkü
orada Hadi adında bir melek vardır.”
12)
Yolculuk için gidilen
ülkelerin valisi yoksa ve orada fitne bulunuyorsa oraya gitmemelidir.
Ancak her şeyin Allah katından geldiğine iman eden, fitnelerin olduğu
yerlere girmelerinde bir beis yoktur. Bu şekilde iman etmiş bir kimse böyle
bir beldeye gittiğinde oradaki fitneyi gördükçe imanı kuvvetlenir.
Rivayet edilir ki; Abdülmelik b. Mervan ülkesindeki fitnenin verdiği
zararları görüp bundan kaçmak için niyetlenmiş. Bir gece kölelerden birisini
yanına alarak şehirden ayrılmış, fakat biraz yol yürüyünce halifenin uykusu
gelmiş ve kölesine şöyle demiş:
-"Benîm uykum geldi, uykumu kaçıracak bîr şeyîer anlat" fakat
köle, halifenin hoşlanacağı türden hikâyeleri bilmediğini söylese de halife
ısrar etmiş ve köle şöyle bir hikâye anlatmış:
-Tilki, arslanın huzuruna varıp şöyle demiş:
Ben zayıfım, benden başka her vahşi hayvan ve kuştan korkuyorum, beni
kendi himayene al bende biraz olsun rahat edeyim!
Arslan bu sözler üzerine tilkiyi koruması altına almış, yanında gezmesine
ve rahat etmesine izin vermiş. Günün birinde tilki havada siyah bir kuş görmüş
ve bunu kendisine saldıracak sanmış. Arslan ise onu teselli etmeye çalışmışsa
da kuş tepelerinde gezindikçe tilkinin korkusu katlanmış. Derken tilki arslana
o kadar çok sokulmuş ki en sonunda dayanamayarak arslanın sırtına çıkmış ve
bunu gören kuş gökten yere doğru süzülmüş ve tilkiyi kapıvermiş. Tilki kuşun
pençeleri arasında giderken;
"Ey koruyucuların babası! Antlaşmamıza ne oldu” deyince,
Arslan da;
-"Benim seninle antlaşmam yeryüzünden gelecek saldırılar içindi,
gökyüzünden gelecek saldırılara karşı ben bir şey yapamam, gücüm yetmez"
demiş.
Halife bu hikâyeyi duyunca hemen ülkesini terk etmekten vazgeçip tövbe
etmiş. Sonra ülkesine dönünce şöyle bir beyit okumuş:
“Kaderinde yazılı olan şeyden kaçsan da, o gelip seni mutlaka yakalar”
13)
Eğer yolculuk
yaparken bir ülkeye ilk kez giriliyorsa o ülkenin soğanından yemek gerekir. Hadis
i şerif te:
“Kim bir yerin soğanını yerse onun suyu ona
zarar vermez! buyurulmuştur. Rivayet olunduğuna göre, ilk kez gidilen bir
ülkenin soğanından yenilirse o ülkenin suyundan ve havasından emin olunur.
14)
Kişi yolculuğu bitip
de dönünce, evine girmeden önce gücü yetiyorsa kurban kesmelidir. Resulullah
yolculuğa çıkıp da tekrar Medine dönünce şehre girmeden deve kurban ederdi.
15)
Kişi yolculuk
bittiğinde eve gece gelmemelidir, ev halkına daha önceden haber yollayıp
gündüz vakti gelmelidir. Bunun hikmeti ise evin hanımının kocası için
süslenmesi ve güzelleşmesidir. Peygamberimiz şöyle buyurdular:
“Birinizin evden uzaklaşması hayli uzun olursa, eve gece gelmesin!” Bu
hadisin vürûdundan sonra iki kişi evlerine gece gittiler birde ne görsünler,
evlerinde yabancı erkekler, hayret ettiler.
16)
Kişi yolculuğu bitip
de evine dönerken gezdiği yerlerden evine hediye götürmelidir. Onlara gezdiği
yerlerden bir taş bile götürse hediye yerine geçer denilmiştir. Hadis-i
şerif’te
“Biriniz seferden geldiğinde çantasında bir taş da olsa hediye ile
gelsin!”
SEKSENİNCİ BAB
MÜMİNLERİN
BİRBİRLERİYLE OLAN
İLİŞKİLERİNİN ÂDABI
Cenab-ı Allah'ın emirlerine ve yasaklarına uyabilmek için baş vurulacak
iki şey vardır:
1" Allah’ın emirlerine itaat, (tâbi olmak)»
17)
Allah’ın kullarına
şefkat ve merhamettin Allah’ın kullarına nasihat ve merhamet edip,
işlerine elinden geldiğince yardım etmek hiç şüphesiz nafile ibadetten
hayırlıdır.
Bu konu hakkındaki âdâb şu şekilde anlatılmıştır:
1-
Kişi mümin
kardeşinin kederiyle kederlenmelidir ve onun sevindiği şeyle de sevinmelidir.
Hadis i şerifte:
"Müminler birbirlerini sevme konusunda aynı bir beden gibidirler.
Bedenin organlarından birisine bir hastalık gelse o hastalıktan dolayı bütün
vücut etkilenir." buyurulmuştur.
2-
İster günahkâr olsun
ister abid, bütün Müslümanlara iyilik yapılmalıdır. Hadis i şerif te:
"Eğer yeryüzündekilere merhamet ederseniz, göktekilerde size
merhamet ederler!" buyurulmuştur.
3-
Kişi, halkının
kendisine yaptığı kötü şeyler varsa bunlara sabretmelidir. Ve de kendisine
bu tür kötülükleri yapıp hakkına tecavüz edenlere hakkını bağışlamalıdır.
Tabi bunu yaparken mükâfatını Allah'tan beklemelidir. İnsanların
dilleriyle yaptıkları kötülüklere sabretmek çok zordur. Allah bile insanların
dilinden kötülük bulmuştur. Bu ona şirk koşarak veya ona çocuk isnat ederek
olmuştur.
Musa (aleyhisselam) İsrailoğulları kendi peygamberliğine dil
uzattıklarında Allah’a şu şekilde duâ etti.
"Ey Rabbim, benim sahip olmadığım özellikleri bana isnat
etmemelerini senden dilerim!” Allah buna şu şekilde karşılık verdi:
"Ey Musa! Kendim için yapmadığım bir şeyi senin için nasıl
yaparım!"
4-
Kişi halka
yardımlarda bulunmalıdır.
"Kim gece olsun gündüz olsun bir mümin kardeşinin bîr ihtiyacını
gidermesi için yardımcı olsa, o ihtiyaç giderilsin veya giderilmesin bunu
yapmak kişiye bir ay itîkâfa girmekten daha hayırlıdır.” buyurulmuştur.
5-
Kişi din kardeşinin
herhangi bir zor durumunda ona yandaş olmalı ve onun sıkıntısını azaltmak için
çabalamahdır.
Bunu yapmak kişinin affedilmesine sebep olur. Hadis-i şerifte:
“Bir mümin kardeşinin kalbini sevinçli kılması, o müminin mağfiret
olmasının sebeplerinden biridir.” buyurulmuştur.
Abdullah b. Ömer'in, Hz. Ali (radıyallahu anh)'den rivayet ettiği
hadis-i şerifte;
"Farz ibadetler ifa olduktan sonra en faziletli amel, bir müminin
kalbine sevinç koymaktır.” buyurulmuştur.
6-
Cinayet ve kabahat
sahipleri için şefaat etmektir. Kişi bir suçu olan kardeşini bağışlamalıdır
yada başkasına karşı bir suç işlemişse ona şefaatçi olmalıdır. Örneğin bir
adam öldürmüş bir kardeşi için, hak sahibine gidip onu affetmesini dilemek ve
bu şekilde ona şefaatçi olmak gerekir. Kur’ân-ı kerim’de:
“Affetmeniz takvaya daha yakındır.” buyurulmuştur.
Hadis-i şerifte:
" Ashabım! Ecir ve sevaba nail olmak için bana şefaat
ediniz, çünkü ben cinayet işleyenler için onları bekletir ve cezalarını
geciktiririm, bu arada gelip o kişi için şefaatçi olun!" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste: Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem];
“Sadakanın hayırlısı, dilin verdiği sadakadır," diye buyurunca
sahabeler dilin verdiği sadaka da nedir diye sorunca, Rasûlüllah [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] şu şekilde cevap vermiştir;
"Dilin sadakası, şefaatçi olmaktır. O şefaatle kan korunur, yani
bir kişi öldürülmekten kurtulur, bir kişiye bunun için bir iyilik gelmiş ve bir
kişide kötülükten kurtulmuştur."
7-
Kişi din kardeşinin
namusunu, her yerde korumalıdır.
Hadis-i şerifte:
"Kim, din kardeşinin namusuna halel getirecek bir şeyi bertaraf
ederse, Allah’da ondan cehennemi bertaraf eder." buyurulmuştur.
Zira gücü, kudreti olan bir mümin, Müslüman kardeşine yardımı
esirgememelidir, bu vebali büyük insanlık dışı bir hareket olur.
Başka bir hadis’te:
"Bir mümine, hakaret edilip eziyet yapılırken onun yanında olup
da bunu engellemeye gücü yetmesine rağmen engellemeyen kişi, Arasat gününde
Allah tarafında cennetlikler ve cehennemlikler önünde rezil edilir." buyurulmuştur.
8-
Kişi kendisine zulüm
eden mümin kardeşini bağışlamalıdır. Hadis-i şerifte:
"Allah
katında insanların en sevileni, diğer însanBara faydalı olan ve de
kendisine zulüm edeni bağışlayandır!" buyurulmuştur.
Rivayet edildiğine göre, kıyamet gününde bir kişi, kendisine dünyada
zulmetmiş olan birisiyle hesaba çekilir. Zulme uğramış olan, zalimden hakkını
isteyince Allah şöyle buyurur:
"Sen onu dünyada affetmiştin!" O kişi de:
"Ey Rabbim! Ben onu dünyada affetmedim, hakkımı istiyorum!"
Bunun üzerine Allah şöyle buyurur:
"Sen dünyadayken, Allah’ım beni ve bütün Müslümanları bağışla
diye duâ ettin. Ben de bu duâyı kabul eyledim. Seni ve bu adamı affettim. Ama
istiyorsan duanı geri çevireyim." zulme uğramış olan bu sefer;
"Ey Allah’ım, ben onu affettim, sen o duâms kabul et!" der.
Bunun üzerine Allah Teâlâ ikisini de cennete girdirir.
9-
Kişi bir kabahat
veya kusur için özür dileyen mümin kişinin özrünü kabul etmelidir. Kişi
kendisinden özür dileyen bir kimseyi bağışlarsa, Allah Teala onun günahlarını
bağışlar. İmam-ı Şafiî (radıyallahu anh), Muğire b. Şe’be (radıyallahu
anh)’dan: Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) diyor ki:
"Rabbim, tek
bir özrün bağışlanması ile iki bin büyük günah affeder.”
Hadis-i kudsi de:
"Ben günah affetmek için bahane ararım" buyurulmuştür.
10-
Kişi herkese, değeri kadar
saygı göstermeli ve saygı göstermekte
ileri gitmemelidir.
Hadis-i şerif’te:
"Birisi, diğerine lâyık olduğundan fazla saygı gösterirse, o kişi
kendisini beğenir ve nefsini unutur. Bu kendisine gösterilen saygıdan dolayı
kendisini o makamda sanmasından kaynaklanır ve kibirlenir." buyurulmuştur.
Rivayet olunur ki; Aişe (radıyallahu anha) yolculuk sırasında
dinlenirken, bir fakir huzuruna geldi. Bunu gören Aişe (radıyallahu anha) ona
biraz ekmek verilmesini istedi. Aradan fazla zaman geçmeden bu sefer de at
üzerinde bir kişi daha geldi. Aişe (radıyallahu anha) bu sefer onun yan
taraftaki çadıra alınıp onun için ziyafet verilmesini emretti. Bunun üzerine
kölesi neden iki kişiye de farklı davrandığını sorunca şu şekilde açıkladı:
Allah herkesi bir makam üzerine indirdi, o yüzden herkese makamına göre
davranmalıdır. İlk gelen fakir bir parça ekmekle mutlu olur bu onu razı eder,
fakat zengin olanı bir ekmek parçasıyla göndermek bize yakışacak şey değildir.
Lâkin bir mümine gösterilen saygı onun ilminden ve dürüstlüğünden dolayı
yapılıyorsa ve bunu yaparken ona ikramda bulunmak isteniyorsa yapılmasında bir
sakınca yoktur.
11-
Kişi, dine söz
getirmemek kaydıyla her türden insanla iyi geçinmelidir. Herkese iyi
davranmakta yarar vardır. Çünkü insanlar kendilerine iyi davranılmasından
hoşlanırlar ve memnun kalırlar.
12-
Her kavmin büyüğünü
saygıyla karşılamalıdır. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] oturduğu
bir sırada, Cerir b. Abdullah huzuruna girmiş ve oturacak yer bulamamıştır.
Bunu gören Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hırkasını çıkarıp sererek
onun oturması için yer hazırlamıştır.
“Otur ey Cerir!” dediğinde ise Cerir gözyaşlarıyla Resulullah'ın
hırkasını eline alıp öptü ve gözlerine sürmüştür. Bunun üzerine Resulullah
(sallaîlahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
"Bir kavimden
sîze hatırı sayılır bir kişi gelirse ona saygı gösterin!"
Başka bir hadis’te:
"Bir kavmin
saygı değer bir zatı size gelirse kâfir bile olsa ona saygı gösterin!"
buyurul muştur.
Kâfire hürmet, onun Müslüman olmasını temenni ve rica etmek niyetiyle
olur. Peygamberimizin bunu kastettiği söylenmiştir.
13-
Bir Müslüman,
birisine zengin olduğu için yaltaklanmamahdır.
14-
Kişi, fakir müminlere karşı
mütevazı olmalıdır ve onları kendisinden üstün bilmelidir,
15-
Kişi, kendisinin
bulunmadığı bir yerde övülse, bunu duyduğunda bunu iyi karşılamamahdır. Eğer
beğenirse bu kişinin kendisini beğenmesine sebep olur bu da şeytandandır.
Çünkü şeytan kendini beğenmiş herkesten üstün görmüş ve kibire kapılmıştır. Bu
nedenle huzur-u İlâhi’den kovulmuştur.
16-
Kişi, kendisinden
yaşlı olanlara saygı göstermelidir Çünkü onlar Resulullah (sallaîlahu
aleyhi vesellem)’a zaman bakımından daha yakındırlar, bu da onların daha
kıdemli olmasını sağlar. Hadis-i şerifte;
“Yaşlı bir Müslüman’a saygı göstermek Allah’a
olan saygıdandır.” duyurulmuştur.
17-
Kişi, ilim
bakımından üstün olanlara ve âlimlere de saygı göstermelidir.
18-
Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın soyundan gelenlere de saygı göstermek
lâzımdır.
Rivayet edilir ki; Zeyd b. Sabit (radıyallahu anh) bir gün ata binerken,
Abdullah b. Abbas onun atının eğerinden tutup biraz yardımcı oldu. Sonra Zeyd:
"Ey Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]'ın amcası özür
dilerim!" dedi, bunun üzerine Abdullah b. Abbas;
"Hayır özür dileme, bize yaşlılara bu şekilde saygı göstermek
emredildi." dedi, Zeyd (radıyallahu anh);
"Uzatta eline bakayım" deyince Abbas (radıyallahu anh)
elini uzattı ve Zeyd (radıyallahu anh) da onun elini öptü ve;
"Bize de bu şekilde Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın
akrabalarına saygı göstermemiz emredildi." dedi.
19-
Kişi aciz olanlara
ve çocuklara da saygı göstermelidir.
Hadis-i şerifte:
"Büyüklere ve küçüklere saygılı olmayan bizden değildir" buyurulmuştur.
20-
Kişi, mümin olan
kardeşlerine yardım etmelidir. Hadisi şerifte:
"Zalim olsun, mazlum olsun Müslüman kardeşine yardım et" buyurulmuştur.
Mazluma yardım onu zulümden kurtararak olurken, zalime yardım ise onu
yaptığı zulümden vazgeçirerek olur.
21-
Saygıdeğer
kişilerin, İslâm sınırlarını aşmayan kaba-
halterini affetmek gerekir. Hadis-i şerif’te:
"Allah’ın çizdiği sınırlan aşmamış olan saygıdeğer kişileri
affediniz!’’ duyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte:
5fiŞer’i cezaları şüphelerle önleyin! Saygın kişilerin
hatalarını bağışlayın. Ancak Allah’ın hadlerinden bir cezayı gerektiren
hususta olursa başka..”
22-
Kişi verdiği sözü
yerine getirmelidir. Bir şey hakkında söz vermişse veya biriyle bir
mukavele yapmışsa onu mutlaka yerine getirmelidir. Ayet-i kerimede;
"Kitap’ta
İsmail’den de bahset, o vaadinde sadıktı.’’ (Meryem suresi-54)
Kişi söz verirken, o şeyi yapıp yapamayacağı hakkında Allah'ın izniyle (İnşaallah)
demelidir. Çünkü söz verdiği işi yapıp yapamayacağını bilemez. Çünkü özür
ve hastalık sebebiyle sözünü yerine getiremese de yine karşılığında sevap
kazanır.
23-
Kişi bir Müslüman’ın
bir kusuruna şahit olduğunda bunu örtmelidir. Çünkü kim bir müminin bir
kusurunu örterse Allah da ahirette onun bir kusurunu örter. Hadis-i şerifte:
24-
Kişi, binleri
gizlice bir şey konuştuklarında, onların konuştuklarını dinleyip etrafa yaymak
için çaba sarf etmemelidir. Hadis-i şerifte:
"Bir topluluğun sırlarını gizlice dinleyen çirkin görünür, onun
bu hareketinden kimse razı olmaz, kıyamette kulaklarından kurşun akmış olarak
kalkar." buyurulmuştur.
25-
Kişi, düşmanlarının
kendisine yaptığı kötülüğün aynısını onlara vermek için çabalamamalı aksine
iyilik yapmak için uğraşmalıdır. Hadis-i şerifte:
"İki dünyada rahat, şu iki şeye bakarak görülür, dostlara lütûf
ve düşmanlara yardım etmek." buyurulmuşur.
Başka bir hadis’te:
"İnsanlara yardımcı olmak
sadakadır" buyurulmuştur. Başka bir hadis’te:
"Allah bana nasıl farzları yapmamı emrettiyse, insanlara yardımcı
olmayı da emretti!" buyurulmuştur.
Buradaki yardım etme kelimesinin ne anlama geldiği Ebu'dDerda
(radıyallahu anh)’ya sorulunca, şöyle cevap verdi: "Bize düşman
olanlara kalbimiz buğzederken bizim onlara gülümsememizdir."
Yine rivayet edilir ki; Hz. Aişe, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem]’ın yanındayken, birisi gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın
huzuruna girmek istedi, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’da
yanındakilere hitaben;
"Bu kötü adamı içeri ahn” buyurdu. Adam içeri girdikten sonra
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ona güler yüz gösterip saygılı
davrandı. Daha sonra adam gidince ona sordular:
"Ey Allah'ın Resulü, bir adam için bu şekilde kötü dediniz ve
sonra ona güler yüz gösterip saygılı davrandınız. Niçin böyle yaptınız?" Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] cevaben:
"Kıyamette insanların en kötüsü, insanların onların kötülüklerinden
uzak durmak için kendilerine güler yüz gösterdikleri kişilerdir." buyurmuştur.
Hz. İsa (aleyhisselam), “Kişi zalimin bir cezasına sabredip ona
aynısıyla karşılık vermezse on katı sevap kazanırsınız!” buyurmuştur.
Yalnız hiçkimseye dini hususlarda göz yumulmaz, bu açıklamalar dünyevi
işlerle ilgilidir. Dini işlerde göz yummaya “Müdahene” derler ki; bu
kat’i haramdır.
26-
Kişi devamh olarak
sakin olmaya ve Müslüman kardeşlerine karşı sinir olmamaya gayret
göstermelidir.
Lokman (aleyhisselam);
"Güzel ahlâkın üç belirtisi vardır ve bunlar üç zaman da belli
olurlar.
1-
Kişinin sakin olup
olmadığı, öfkelendiğinde.
2-
Kişinin mert ve
cesur olup olmadığı, savaş zamanında.
3-
Kişinin yardımsever
olup olmadığı ona bir işimiz düştüğünde belli olur." buyurmuştur.
27-
Kişi herhangi bir
Müslümanla karşılaştığında, ona nereden gelip nereye gittiğini sormamalıdır. Çünkü
o adam söyleyemeceği bir yerden geliyor veya gidiyorsa onu yalan söylemeye
teşvik etmiş olur.
28-
Kişi devamlı kendi
açıklarını görmeli ve diğer insanların açıklarını aramamalıdır. Hadis-i
şerif’te:
29-
Kişi, olabildiğince
halktan uzak yaşamalıdır. Bunun sebebi yalnızlıkta izzet, kalabalıkta
zillet olmasıdır.
30-
Dünyalık birçok
istek için, başkalarının yanına gidip onlara yalvarmamak gerekir. Hadis i
şerif te:
“Kadrinizi, kıymetinizi bilmeyenlerin yanına (kapılarına) ayaklarınızı
kaldırıp girmeyin.” buyurulmuştur.
31-
Kişi, kertdine
iyilik veya kötülük yapanlara iyilikle karşılık vermelidir.
32-
Kişi, insanlarla
kendisini din ve dünya bakımından kıyasa tâbi tutmalıdır. Hadis i şerifte:
"Kim de şu iki özellik olursa o hem şükredenlerin hem de
sabredenlerin grubuna yazılır. İlki, dini işlerde kendisinden yu-
kandaki insanlara bakıp onlara uymakla, İkincisi dünyahk işlerde
kendinden aşağıdaki insanlara bakıp elindekilere şükretmek." buyurulmuştur.
"İnsanlar birbirlerine eşit olmayıp birbirlerinden yukarı veya
aşağıda olurlarsa iyilik yapmakta geri kalmazlar, fakat her işlerinde eşit
olurlarsa helâk olurlar." buyurulmuştur.
33-
Kişi, kimseyi
korkutmamahdır. Aksine gönüllere ferahlık vermeye çalışmalıdır, teselli etmek
için uğraşmalıdır.
Hadis-i şerif’te
"Müminin başka birini korkutmasa helal değildir. Mümine eziyet
verecek şekilde bakmakta helâl değildir." buyurulmuştur.
34-
Kişi kendisinden
yaşça büyük olanları gördüğünde; “Bunlar Allah'a benden daha fazla ibadet
ettiler bu sebeple benden üstündürler” demelidir, yada kendisinden yaşça
genç olanlara gördüğünde;
“Bunlar Allah’a benden daha az isyan ettiler bu yüzden benden üstündürler”
demelidir.
35-
Kişi zulüm edenlere
zulüm yapmaları hususunda yardım etmemelidir. Çünkü ona yardım ederse o
zalim yine ona da zulmedecektir. Hadis-i şerif’te:
“Kim bir zalime yardım ederse
Allah onu başına musallat eder.” buyurulmuştur.
Terzilerden birisi Abdullah b. el-Mübarek’e şöyle sordu:
"Zalimlerin elbiselerini dikiyorum, onlara yardım etmiş olur
muyum?" Abdullah şu şekilde cevap verdi:
"Senin onun elbisesini dikmen için ipliği sana satan adamda sende
zalimsiniz"
"Birinizde şu üç şey olmadıkça iman etmiş olmazsınız! Kendisi
için yetecek kadar olmamasına karşın sadaka vermek, her durumda merhameti elden
bırakmamak, her kime rastlarsa selâm vermek." buyurulmuştur.
37-
Kişi, birisine bir
konu hakkında öğüt vermek istediğinde onu bir kenara çekmeli ve gizlice öğüt
vermelidir. İnsanların içinde birisine öğüt verilmemelidir. Lâkin eğer
öğüt verilecekse yumuşak konuşmalı ve yapılan hatayı kimin yaptığı
söylenmemeli sadece yapılan işin kötülüğünden bahsetmelidir.
Bu vesileyle yaptığı işin fenalığını dolaylı olarak anlatmak gerekir. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] bir kimseyi uyarmak istediğinde “Ne oluyor o
insanlara ki, böyle işlerde bulunurlar” diyerek umumi ikazda bulunurdu.
38-
Kişi her zaman salih
insanlarla konuşmaya gayret etmelidir. Hadis-i şerifte:
Ancak müminlerle arkadaşlık yap, yemeğinden sadece
Allah’tan korkanlar (müttakiler) yesin!” buyurulmuştur
Başka bir hadis-i şerifte:
"Kişi arkadaşının dinî üzerinedir! Bir kişinin nasıl biri olduğunu
öğrenmek isterseniz arkadaşına bakın!” buyurulmuştur.
39-
Kişi, başka bir yere
veya ülkeye gitmiş bîr mümin kardeşine mektup yazmalı onunla haberleşmek ve
ona memlekette ki, ailesi çoluk çocuğu hakkında haberler vermelidir
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
SEKSEN BİRİNCİ BAB
BİR YERDE OTURMANIN
(MECLİSİN) ÂDÂBI
Müminler birbirleriyle sohbet etmek ve dertleşmek için bir araya
geldiklerinde meclis âdâbına riayet etmeleri gerekir. Bir yerde oturup
sohbet etmenin âdabı şunlardır;
1-
Meclislerde âlimler en
ön taraflara oturtulmalıdır. Onların arkasına âlim olmayan yaşlılar ve
onların arkasına gençler oturmalıdır.
2-
Bir yerde oturulacağı
zaman kıbleye doğru oturmaya gayret edilmelidir. Hadis i şerif te:
"Oturacak yerlerinizin en hayırlısı,
kıbleye karşı olanlardır" buyurulmuştur.
3-
Oturulan yere biri
gelip, oturan birisine doğru yönelse, o kişi gelene yer açıp onu oturtmalıdır.
4-
Bir meclise
gidildiğinde, izin almadan iki kişinin arasına girip oturmamalıdır.
Eğer aralarında gizli bir şey konuşuyorlarsa, onların bu konuşmasını
engellemek olacağı için hata yapılmış olur. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] şöyle buyurdu;
“Kişiye, iki kişinin arasına izinleri olmadan oturması helâl olmaz!”
5-
Kişi bir meclise
gittiğinde eğer oradakiler halka şeklindeyseler, o halkanın ortasına
oturmamalıdır. Hadis-i şerifte:
"Halkanm ortasına oturan kişi, Muhammed’in diliyle lânetlidir”
duyurulmuştur.
6-
Kişi bir meclise
gttiğinde eğer kendisine oturabileceği bir yer gösterilmezse, kimseyi zahmete
sokup rahatsız etmeden kendisi boş bir yer bulup oraya oturmalıdır. Hadis-i
şerif te;
“Biriniz bir mecl ise geldiği vakit, kendisine yer açılıp gösterilirse
otursun, aksi hâlde daha geniş bir yer bakıp oraya otursun.” buyurulmuştur.
7-
Kişi, meclise gelen
birisine saygı göstermek için kalkıp yerini ona vermek isterse, gelen
buraya oturmamalıdır, çünkü bu yasaklanmıştır.
8-
Kişi meclise giderken
baş köşede oturmayı istememeydin Ona oturmak için neresi gösterilirse
oraya oturup buna razı olmalıdır.
9-
Güneş ve gölgenin aynı
anda vurduğu yerlere oturmamalıdır. Bu şekilde ki yerlerin şeytanın
meskeni olduğu rivayet edilmiştir.
10-
Bir mecliste bulunanlar,
bitişik sık oturmalıdır. Çünkü bitişik oturmak kaynaşmaya sebep olur.
Sahabeler bir mecliste ayrı ayrı otururken Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] onları gördü ve şöyle dedi:
"Size ne oluyor da, aynı yerde ayrı oturuyorsunuz!" buyurmuşlardı.
Peygamberimiz dağınık oturmayı yasaklamıştır.
11-
Fakir olanlar âlimlerin
sohbet meclislerinde bulunmayı kendileri için ganimet bilmelidirler.
12-
Kişi, mecliste
konuşulanların açıklanması istenmeyenleri kimseye anlatmamalıdır. Bu o
meclisin hakkıdır ve bu hak gözetilmelidir. İfşa edilmesi haramdır.
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular:
“İki kişinin bir arada oturdukları meclis
Allah’ın emanetidir. Birinin diğer Müslüman kardeşinin hoşlanmadığı sözler ifşa
etmesi helâl olmaz. Kardeşinin sırrını katiyen ifşa etmez. Çünkü bu hıyanet
sayılır.”
13-
Herhangi bir sohbet
meclisinde, iki kişi kendi aralarında konuşmamalıdır. Bu oradaki sohbete
hakaret olur.
14-
Bir ihtiyaç sebebiyle
sohbet meclisinden çıkmak istenirse, çıkmak isteyen yanındakinden izin
almalıdır. İhtiyacını giderdiğinde aynı yerine oturur.
15-
Bir sohbet meclisinde
bir takım cemaat otururlarken, oraya yeni gelenlere hürmet etmek ve ayağa
kalksp yer göstermek güler yüzle karşılamak gerekir.
16-
Sohbet meclisinde,
bir kişinin üzerinde onu utandıracak bir şey varsa
onu almalı ve o kişiye gösterip atmalıdır. Kendisine bu şekilde
yapılan kişi de "İyilik buldum” demelidir.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-üS-Sağir
SEKSEN İKİNCİ BAB
Susmak, saadetin on parçasından dokuzudur! Yani müminin ahlâkında
en faziletli ve makbul olanı zaruri hâller dışında sükût etmektir, saadet on
parçadan oluşur ve bunun dokuz parçası susmak son birtanesi de konuşmakla olur.
Hz. İsa (aleyhisselam)’a;
”Ey İsa! Bizi cennete götürecek bir şey tavsiye et” dediler, Hz.
İsa (aleyhisselam)’da onlara;
"Sonsuza kadar susup hiç konuşmayın!" buyurdu. Bunun
üzerine soranlar dediler ki;
"Konuşmadan nasıl yaşayacağız?" Hz. İsa;
"Konuşun fakat sadece iyilik konuşun" buyurdular. Sükût
etmek gıybet ve boş sözden uzak durup onları telaffuz etmemektir. Nitekim;
“Sükût serâbâ hikmettir.” duyurulmuştur.
Lokman (aleyhisselam), Davud (aleyhisselam)’u zırh yaparken görünce,
soru soracakken sustu. Davud (aleyhisselam) zırhı bitirip üzerine giyince,
Lokman (aleyhisselam) şöyle dedi: "Savaşda kuşanmak için ne
güzel bîr gömlek."
Konuşmanın birçok âdabı vardır, şöyle sıralayabiliriz:
1-
Kişi konuşmaya
başlamadan önce besmele çekmeli ve hamd etmelidir.
2-
Kişi konuşmasına ara
verdiğinde salâvat getirmelidir.
3-
Kişi konuştuğu
konuyu herkesin anlayabileceği şekilde anlatmaya gayret göstermelidir. Şaşalı
konuştuğunu göstermek için anlaşılmayan sözcükler kullanmak kibirdir. Hadis-i
şerifte:
"Konuşma yapılan toplantılarınızın bana en kötü görüneni,
konuşmanın uzatıldığı ve anlaşılmaz kelimelerle kibirlenildiği toplantılardır."
buyurulmuştur.
4-
Kişi konuşurken
acele etmemeli, yavaş ve tane tane konuşmalıdır. Resululiah (sallallahu
aleyhi vesellem) konuşurken bir kişi onun kelimelerini saymaya kalksa bunu
yapabilirdi.
5-
Kişi konuşurken,
kafiyeli, uygun ve düzgün konuşabilmek için kendisini sıkmamalıdır. Hadis-i
şerifte:
"Ümmetimin, Allah’tan en çok korkanları konuşurken kendisini
sıkmayanlarıdır" buyurulmuştur.
6-
Kişi konuşurken
söyleyeceği şey aklına gelmezse salâvat getirmelidir. Bu hatırlamasına
vesile olur.
7-
Kişi konuşurken bir
şeyi unutmamak isterse, "El hamdu lillahi müzekkiri'l-Hayri ve
faîlihî" duâsını devamlı okumaya gayret etmelidir.
8-
Kişi konuşmasında
ileride yapabileceği yada yapmayı vaad edeceği bir şeyi söyleyecekse söylediği
sözün sonunda mutlaka İnşaallah (Allah’ın izniyle) demelidir. Kur’ân’da: "Hiçbir şey için, ben
bunu mutlaka yapacağım deme, sadece, İnşaallah (Allah izin verirse) yapacağım
de." (Kehf suresi-23)
9-
Kişi konuşurken,
kendisine zararlı olacak şeyleri söylememelidir.
Örneğin: “Eğer yalan söylüyorsam kör olayım, şu yerden ölüm çıksın
gibi” ifadeler kullanmamalıdır. Çünkü “Belâ dilden gelir” duyurulmuştur.
Rivayet edilir ki; Hazret-i Yakub (aleyhisselam)’un çocuklarına: “Onu
bir kürtün yemesinden korkarım” dediği için bu sözü red olunmayıp Hz. Yusuf
(aleyhisselam) hakkındaki olay meydana gelmiştir.
10-
Kişi konuşurken
tehlikeli de olsa, hep doğruyu söylemelidir. Ömer b. Ubeyid’den rivayet
olunduğuna göre, şu dört şey dinde kemale erdirir.
1-
İnsanların elindeki
mala göz dikmemek,
2-
Kendisine yapılan
eziyetlere sabır göstermek,
3-
Kendisi için sevdiği
şeyi din kardeşi içinde sevmek,
4-
Doğru olmaya devam
etmek. Nitekim; “Kurtuluş doğrulukta, helâk ise yalandadır” buyurulmuştur.
11-
Kişi konuşurken
hapşırırsa bunu kendisi için bir ganimet kabul etmelidir.
"Konuşurken aksırmak, konuşma için adaletli bir şahittir."
buyurulmuştur.
Lâkin iki kimsenin arasını bulmak için söylenen sözler, iki eşi olan
kişinin aralarını düzeltmek için ve harpteki aldatmacalar yalan dahi olsa
söylemek caizdir. Peygamberimiz bir hadisinde;
“Sizi neden pervanenin ateşin etrafında üşüştüğü gibi yalana üşüşmüş
görüyorum. İyi biliniz ki; her yalan kayda alınıp yazılmaktadır. Yalnız kişinin
harpte yalan söyîemesi müstesna... Harp bir aldatmacadır. Bir de aralarında
dargınlık olan iki kişiyi barıştırmak için söylenen yalan, kadını hoşnut tutmak
için söylenen yalan müstesna.”
Kişinin işlediği kötü şeyler, günahlar hakkında, pişmanlık duyarak
gizliliğe riayet edip inkâr etmesi de yalan sayılmaz.
Çünkü hayâsızlığı işlemek günah olduğu gibi açığa çıkarmakta ayrı bir
günahtır. Hadis-i şerif’te:
“Kim bu kirlilikten bir şeyi irtikap ederse açığa vurmasın gizlesin.” buyurulmuştur.
12-
Kişi konuşurken,
kimseyle atışmamak, iddiaya girmemelid'r.
Hadis-i şerif’te:
"Kendisi haklı olmasına rağmen tartışmayı bırakan kişi için Allah
cennete bir saray yaptırır." buyurulmuştur.
"Haksızken tartışmayı bırakan birisi için Allah cennette bir ev
yaptırır" buyurulmuştur.
Başka bir hadis’te:
"Haklıyken
tartışmayı terk etmeyen kişinin imanı kemale ermemiştir." buyurulmuştur.
Çünkü mücadele hakkında:
“Bu sapıklık ve düşmanlığın anahtarıdır.” buyurulmuştur.
13-
Kişi dilini
söylenmesi ayıp olan şeyleri söylemeye alıştırmamalıdır. Hadis-i şerifte:
"Kötü olan
şeyleri yapmaktan ve söylemekten uzak durun" buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerifte:
"Bir müminin, iftira, lânet, küfür, hayâsızlık gibi şeyler ağzından
çıkmaz, çünkü bunlar mümine yakışmaz." buyurulmuştur. Bu çirkin
vasıflar gerçek Müslüman’a yakışmaz.
Rivayet edilir ki; Hz. İsa (aleyhisselam) yolda giderken bir domuz
gördü, ona "Selâmetle git" dedi, Havarileri domuza niçin bu
şekilde iltifat ettiğini sorunca, "Dilim kötü sözlere alışmasın diye
söyledim" cevabını verdi. Yine havariler köpek leşi görünce ne kadar
çirkin olduğunu söylerler. Hz. İsa (aleyhisselam) “Ama dişleri pek beyaz, ne
kadar güzel ve beyaz dişleri var!”
Bu vesileyle müminler hakkında konuşurken onların kötü taraflarını
değilde iyi yönlerini konuşmalıdır. Kişi böyle yaparsa hem hüsn-ü zanda
bulunmuş hem de dilini kötüye alıştırmamış olur.
14-
Bir kişiyi, sen
şöyle yaptın, böyle ettin diye kötülememesidir. Bunun sebebi o adamın bu
kötülükleri yaptıktan sonra pişman olup tövbe etmiş olabileceğidir. Ve bu
kişiyi kötüleyen insanında bu insanı kötülemesi sebebiyle aynı duruma düşmesi
ihtimaldir. Hadis-i şerifte:
"Kim, kardeşini tövbe ettiği ve pişman olduğu bir hatası için
ayıpiar ve kötülerse, aynı şeyi yapmadan ölmezi" duyurulmuştur.
15“ Kişi, hiçkimseyi yüzüne karşı övmemeiidir. Övdüğü kişinin
kibirlenmesinden ve kendini beğenmesinden korkulur. Hadisi şerifte:
'İnsanları yüzlerine
karşı övenleri gördüğünüzde, onların yüzlerine toprak atınız" duyurulmuştur.
Yani onlara dir şey vermeyin onlar dünyalık elde etmek için döyle
dalkavukluk yaparlar, dir şey verildiğinde ümitlerini kesip savuşurlar.
Yahut diraz dir şey veriniz ki sizde gurur ve kidire sedep olmasınlar
demektir. Toprak saçmaktan mana ise “Beni doşuna övme, ben topraktan yaratılmış
dasit dir kimseyim” demektir.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
"Ben de Allah’ın kuluyum, hem korkar hem de ondan isterim,
sîzler beni, Hıristiyanların İsa’yı övdükleri gibi övmeyin." buyurmuşlardır.
Bazen birileri Allah’ın Resulünü yüzüne karşı överlerdi o zaman şöyle
buyururdu: "Allah’ım! Beni onların zannetiklerinden daha hayırlı kıl,
onların bilmediklerini de benden affet!"
Hz. Ömer (radıyallahu anh) kendisini öven bir adama:
“Beni
de kendini de helâk mı etmek istiyorsun?’’ dedi.
Övgü konusunda, şaka yoluyla takılmakta herhangi bir sakınca yoktur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellemj'a yaşlı bir kadın gelip: "Ey Allah’ın
Resulü ben cenneti istiyorum!" dedi, Resulullah’da; "Yaşlılar
cennete giremez." buyurdular. Bunun üzerine kadın üzüldü. Aişe
validemiz de kadının üzüldüğünü Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a
beyan edince şu ayeti okudu:
"Şüphesiz
ki, yeryüzündeyken yaşlanmış kadınları gençleştirip, cennette öyle
yaratırız" (Vakıa suresi-35)
Yine bir gün Enes b. Malik (radıyallahu anh)'e Resulullah şöyle hitap
etti: "Ey iki kulaklı!" Bunu söylerken Resulullah onun ne
kadar zeki olduğunu kastetmişlerdi.
Abdullah b. Abbas, sohbet ettiği yerde üzülmüş insanlar görünce; "İnsanların
kalplerine ferahlık ve mutluluk verecek şeyler konuşun" buyururdu.
Ali (radıyallahu anh); "İnsanların kalplerinin ferahlaması için
uğraşın. Çünkü onlar olmazsa üzüntü kalplerde yer edinir" buyurmuştur.
İbn-i Uyeyne (radıyallahu anh)’nin sözü; “Malâyâni (çirkin söz) karıştırmamak,
her sözü yerinde sarf etmek, kimseyi rencide etmemek şartıyla lâtife yapmak
sünnettir!”
Hadis-i şerifte:
"Susmasını bilmek, ahlâkın en üstünüdür, kim her zaman şaka
yaparsa, insanlar onu ciddiye almazlar, devamh alay ederler" buyurul
muştur.
16» Kişi konuşurken âdâb kurallarını gözetmelidir Bir kişi, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın yanına gelip:
"Kim Allah'a ve elçisine itaat ederse kurtulun Kim de bu ikisine
isyan ederse delâlettedir." deyince, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] ona:
"Allah ve
Resuiüne bu ikisidiye hitap eden kişi ne kadar kötü bir konuşmacıdır!" buyurmuşlardır.
Rivayet edilirki; Bir gün Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] Abbas
b. Abdulmuttalib’e:
"Sen mi daha büyüksün yoksa ben mi?" diye sordu, fakat
Abbas;
"Sen benden hayırlısın, benimse yaşım ileridedir!" dedi.
Abbas (radıyallahu anh) ben büyüğüm demediği gibi, benim yaşım fazladır
dememiştir, burada âdâbı gözetmiştir.
17-
Kişi, ülkenin ileri
gelenleriyle konuşurken sesini onlara karşı yükseltmemelidir, ayeti
kerime de Peygamberimize yüksek sesle konuşmamaları şu şekilde ikaz
edilmiştir:
"Ona bir şey söylerken, aranızda konuştuğunuz gibi, yüksek
sesle söylemeyin!" (Hücürat suresi-2) Bu ayet-i kerime inince Ebubekir
hazretleri, Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a bir şey söyleyeceği
zaman, sanki gizli bir şey söylüyormuş gibi davranır ve o şekilde sessiz
söylerdi.
18-
Kişi başına gelen
herhangi bir kötü olayı, içinde bulunduğu zamana yormamalıdır. Örneğin:
Zaman böyle istedi, zaman bizi bu şekilde yaptı gibi şeyler söylenilmemelidir.
Çünkü olmuş ve olacak her şeyin kaderi Allah tarafından tayin edilir bunda
herhangi bir ortağı yoktur. Hadis-i kudsi de:
"Ey Âdemoğlu, olan her şey benim istememle olur, onlara
küfretmeniz bana küfretmeniz gibidir." duyurulmuştur
Hadis-i şerif te: "Bir şeyi zamana yormayın ve ona küfretmeyin,
çünkü her olayı Allah yaratır, onu insanlara veren Allah’tır!" duyurulmuştur.
İnsanların “Ah şu felek yok mu?’’, “Felek belimi büktü”, “Felekden
şikâyetçiyim” gibi sözler hatadır. Eğer felek’ten murat Allah-u Teâlâ ise
Esma’ül-Hüsna’da böyle isim yoktur. Eğer bundan gökler kastediliyorsa, gökler
halik değil mahlûktur, bir şey yapmaya güçleri yoktur. Bu nedenle böyle mecazi
sözler kullanılmamalıdır.
19-
Kişi konuşurken hep
iyiye yorumlanacak sözler söylemeleye özen göstermelidir. Örneğin; Havanın
neminden gökte beliren duruma kavsi-kazeh, dememelidir. Çünke kazeh şeytan
adıdır. Baş parmağın yanındaki işaret parmağına sebbabe parmağı dememelidir.
Çünki sebbabe; seb kelimesinden türemiştir ve sövmek manasınadır.
Bazen insana bir uyuşukluk çöker; o zaman, bugün bende bir murdarlık var
dememelidir. Tabiatımda bir değişme hâsıl oldu, halsizim gibi sözler
söylememelidir.
Ömer (radıyallahu anh) bir ateşin etrafını sarmış ve sohbet eden kişileri
görünce şöyle dedi:
"Ey ışık ehli!" Buradaki inceliği onlara ateş ehli
dememesidir. Bunun sebebi de ateş cehennem için kullanılır.
20-
Kişi, kardeşinin
kendisine söylediği bir sırrı, emanet
kabul edip kimseye söylememelidir. Eğer söylerse emanete ihanet
etmiş olur. Hadis-i şerifte:
"Aranızda
koştuğunuz şeyler emanettir” duyurulmuştur.
“İyilerin göğüsleri sırların kabirleridir” diye rivayet olmuştur. O
nedenle söylenen sözleri sırrı tutmalıdır.
21= Kişi, konuşurken karşısındaki herkese iyi gözle bakmalıdır Bunun
sebebi, bir mümin hakkında yüz ihtimal olsa bunlardan doksan dokuzu kötülüğü
bir tanesi iyiliği delâlet etse, onun iyi olduğuna kanaat getirilir. Hadis-i
şerifte:
“Kötü gözle bakmayı sîzlere yasakladım, su-i zan (kötü gözle bakmak)
ve yalan kadar kötü bir şey yoktur.” duyurulmuştur.
22Kişi normalden fazla gülmekten uzak durmaya çalış mah bundan
sakınmalıdır. Ziyade gülmek kalbi öldürür. Hadis-i şerifte;
“Gülmek kalbi öldürür” buyurulmuştur.
Müminlerin Emiri, Ömer b. Hattab (radıyallahu anh): ”Bir kimse çok
gülerse, insanların ona olan sevgisi azahr, kişi eğer çok şaka yaparsa,
insanlar onu hafif görür, alaya alırlar!” buyurmuştur.
Hayret edilecek bir durum yoksa gülmemelidir. Çünkü hayreti mucip bir
durum yoksa deliliğe işarettir. Çünkü “Hayret duyma" lıo gülmek
deliliktir” buyurulumuştur.
SEKSEN ÜÇÜNCÜ BAB
Helâl kazanmaya gayret etmenin sebeplerinden birisi de helâl yemek
içindir. Yemek vücudun ibadetler için gerekli gücünü sağlar. Helâlinden
kazanmak bütün ilimlerden önce gelir. İbn-i şirin'e, bir kimse gelip şöyle
dedi:
"Bana ibadet ve itaat için gereken ilmi öğret!" İbn
şirin:
"Yemeği nasıl yersin?" Adam:
"Doyuncaya kadar yerim" deyince, İbn-i şirin;
"Sen önce yemek yemenin ilmini öğren, sonra da gel ben sana
istediğin ilmi öğreteyim!" buyurdular.
Yemeğin âdâbı şu şekildedir:
1-
Kişi yemek yerken
arpa ekmeği yemeği yemeye özen göstermelidir. Arpa ekmeğinde bereket
vardır. Çünkü o peygamberin yediği ekmektir. Herkes kendi evinde kullanmak
için arpa ile buğdayı karıştırır bunda da bereket vardı. Hadis-i şerifte;
“Şu üç şeyde bereket vardır:
a)
Satılan eşyayı
veresiye satmak,
b)
Bir kişiye ticaret
yapması için sermeye vermek, c) Evde yemek için arpa ile buğdaya karıştırmak/’
2-
Buğday ve arpa
ununu, elememektir. Nitekim:
ResuiuHah’tan sonra bidat ikidir. Bunlann iiki doyuncaya kadar yemek
yemek, İkincisi de unu elemektir, diye rivayet edilmiştir. Eski salih
Müslümanların evlerinde elek kullanılmamıştır.
Kişi yemeği üç şekilde yiyebilir:
a-Karnını üç parçaya ayırıp, bu parçaların birisini suyla birisini
yemekle birisini de boş bırakmalıdır,
b-Karnını ikiye bölüp, birisini yemek ve suyla diğerini boş bırakır,
c -Hastaların iştahsızlığındaki gibi az yen
3-
Kişi et ve çorbayı
her öğünde yememelidir. Ali (radıyailahu anh): ”Kim kırk gün boyunca et
yemezse ahlâkı değişir, kim de kırk gün et yerse kalbini karanlık basar’ duyurulmuştur.
Fakat bu konuda ölçülü olmak gerekir. Etin pek çok faydası vardır. İnsanın duyma,
görme duygusunu artırır, dimağına kuvvet verir. Ekmekle yenecek katıkların
başında gelir.
Etin en lezzetli ve yararlı tarafı bel kemiklerinden sabit olan ettir.
Koyun eti de mizaca uygun ve mutedildir. Erkek hayvan eti dişi hayvan etinden
hafiftir. Siyah hayvan eti beyaz hayvan etinden lezzetlidir. Sığır hayvanının
eti zararlı sütü şifadır. Yağı ise devadır, hadis-i şerifte:
“Allah-u Teâlâ şifasız hiçbir hastalık yaratmamıştır. İhtiyarlık
hariç. Sığır sütünü içmelisiniz, çünkü o her çeşit ottan meydana gelmektedir.” buyurulmuştıır.
Et insanın ahlâkını da yüzünü de güzelleştirir. Hadis-i şerifte;
“Et yemek yüzü de ahlâkı da güzelleştirir.” buyurulmuştur.
Yine hadis-i şerifte: "Bu dünyanın ve diğer dünyanın yemeklerinin
efendisi ettir!" buyurulmuştur.
4-
Hamuru oldukça çok
yoğurmak ve o hamurdan yapılan ekmekleri küçük yapmalıdır.
5-
Kişi sofra kurarken
sofraya marul ve tere gibi yeşilliklerle donatmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Sofrayı yeşillikle süsleyin, bu şekilde yapılıp üstüne de
besmele çekilirse şeytan kovulmuş olur."
İbrahim En-Nehai’den rivayet olunur ki; “Üzerinde yeşillik bulunmayan
sofra akılsız ihtiyar gibidir.” Cafer Es-Sadık hazretleri; “Kim malının
ve evlâdının çok olmasını isterse sofrasını yeşilliklerle süslesin" diye
rivayet olunmuştur.
Hatta üzerinde yeşillik bulunan sofrada meleklerde hazır bulunur. İsrailoğullarına
Allah katından inen sofrada pırasa harici tüm yeşilliklerin olduğu rivayet
edilir.
6-
Kişi yemek yiyeceği
zaman yemeği tek başına yememelidir. İnsanların beraberce yemek yemeleri birbirlerine
olan sevgilerini artırır. Hadis-i şerifte:
“Sofranın Allah katında en sevimli olanı,
üstüne en çok el olandır” duyurulmuştur. Sahabeden bazıları, yemek
yemelerine rağmen doyuma ulaşmadıklarından dolayı Resulullah (sallallahu aleyhi
vesellem’)’a durumu anlattılar. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]:
"Bunun sebebi sizin yemeğinizi tek başınıza yemenizdir!" buyurmuştur.
Sahabeler bunun doğru olduğunu söyleyince Efendimiz (sallallahu aleyhi
vesellem);
"Yemek yerken bir araya toplanın ve Aiiah’m adını anın, bu sayede
sizin için bereketli olsun." buyurdular.
7-
Bir kişi için
hazırlanan yemek iki kişiye yeteceğinden bu yemeği paylaşmaktan kaçınmamalıdır Küçük
kablarda bereket yoktur.
Peygamberimizin “Garra” adında büyük bir kabı vardı, yemeği o
kapta yerlerdi, dört kişi zor taşıyabiliyordu diye Hz. Enes (radıyallahu
anh)’dan rivayet edilir. Yemeği de yalnız yemezlerdi. Peygamberimizin hayatı
boyunca bir kere olsun doyuncaya kadar yemek yemedikleri kesinlikle sabittir.
8-
Kişi yemeğin
yapıldığı yere gidip te bana yemek getirin diye emir buyurmamalıdır.
9-
Yemek yemek için
sofraya oturulurken ayakkabılar çıkarılmalıdır.
11-
Kişi yemekte, aynı
namazda oturduğu gibi belini bükerek, alçak gönüllülükle yemelidir. Başını
yukarı kaldırmak, bir yere dayanmak, sağına veya soluna bakmak âdâba aykırıdır.
Hadis-i şerifte:
"Ben Allah’ın bir kuluyum, Allah’ın kulları gibi yer ve otururum"
buyurulmuştur.
12-
Kişi çok
acıkmadıktan sonra yemek yememelidir. Yemeğe başladığında ise tam
manasıyla doymadan kalkmalıdır. Hadis-i şerif’te:
"Doymadan kalkanlar doktora ihtiyaç duymaz" buyurulmuştur.
13-
Kişi helâl olmasına
karşın doyuncaya kadar yememelidir. Hadis-i şerif’te:
"Kıyamet gününde insanların en açları
olacak kişiler dünyadayken en tok olanlar olacaktır” buyurulmuştur.
Yahya b. Muaz (radıyallahu anh) şöyle rivayet ediyor:
"Ey doğru sözlüler, Firdevs cennetlerinde yapılacak düğün yemeği
için, kendinizi açlıkla terbiye edin!"
Açlığa dayanan kimse açların ve muhtaçların hâlini bilir. Daima
hatırından çıkarmaz.
Hz. Yusuf (aleyhisselam) açlığa devam ederdi. Kendisine;
“Bunca hazine içindeyken nasıl açlığa devam edersin” diye
soranlara;
“Tok olursam açların hâllerini unuturum diye korkuyorum” derdi.
Kişinin aç kalması onun zekâsını parlatır. Aç olan insanın kalbi uyanık
olur. Tokluk ise kalbi karartır. Unutkanlığa yol açar.
14-
Kişi kahvaltı
yapmadan evden çıkmamalıdır. Sabah kahvaltısı insanın zekâsını açar.
15-
Kişi içki bulunan
sofraya oturmamalıdır. Hadis-i şerif’te:
16“ Kişi yediği yemekleri dinen üstün kişilerle yemeğe gayret
etmelidir.
17“ Kişi yiyeceği yemeği sıcakken yememelidir. Hadis i şerifte:
"Üç şeyde bereket yoktur, sıcak yemekte, fiyatı çok olan şeyde,
Besmelesiz başlanan işte." buyurulmuştur.
18-
Kişi pişirdiği
yemeğin üzerini kapatmalıdır. Bu şekilde üzerinin kapatılmasının bereketini
koruduğuna dair hadisler rivayet edilmiştir.
19-
Kişi akşam
yemeklerini aksatmamalıdır. Haberde, icap etmeden kan aldırmak zararlıdır,
akşam yemeğini terk etmekte ihtiyarlığa yol açar’’ diye söylenmiştir.
20-
Kişi yemeğinin içine
sivrisinek düştüğü zaman onun ski kanadım da yemeğin içine batırmalıdır.
Sivrisineğin bir kanadında zehir diğerinde şifa vardır ve sinek her zaman
zehir olan kanadıyla yemeğin üzerine düşer. Hadis-i şerifte;
“Yemeğin içine sinek düştüğü zaman onun iki kanadını da yemeğin içine
batırın. Çünkü bir kanadında zehir diğerinde şifa vardır ve önce zehirli kanadı
sonra şifalı kanadı girer.”
21-
Kişi yemeğe
başlamadan önce ellerini yıkamalıdır, bunun yemeğin abdesti olduğu ve
fakirliği giderir diye rivayet olunmuştur.
22-
Kişi ellerini
yıkadıktan sonra havlu kullanmalıdır onun bereketi yemeğe de bulaşsın!
23-
Kişi yine yemekten
sonra da ellerini yıkamalıdır. Yemek sonrası ellerini yıkamanın küçük
günahları giderdiği ve ellerin o ıslaklığını gözlere sürmenin göz
hastalıklarına iyi geleceği rivayet edilmiştir.
24-
Kişi yemeğe
başlarken; Besmele çekmeli, başında da sonunda da Allah’ın adıyla demelidir. Şayet
yemeğin başında besmeleyi unutursa ortasında çeker, yine unutursa sonunda
çeker. Peygamberimiz; bir adamın besmelesiz yemeğe başladığını gördü. Öylece
seyreyledi. Adam sonuna doğru besmele çekince tebessüm eyledi. Meğer yemeğe
besmelesiz başladığı için; şeytanda sofraya oturmuş yemek yiyordu. Adam
besmeleyi çekince şeytan sofradan kaçtı gitti. Peygamberimiz de buna tebessüm
etti.
25-
Kişi yemek bittikten
sonra bu yemek için Allah’a hamd ve şükür etmelidir. Şu şekilde duâ
etmelidir;
"Elhamdülillahi'l-lezi et'ameni haze ve razekanihi min gayri
havlin ve lâ kuvvetin!" derse geçmiş küçük günahları bağışlanır.
26-
Kişi yemekten önce
bir parmağıyla azıcık tuz yemelidir. Tuz da hastalıklara şifa vardır.
Peygamberimiz Hz. Ali’ye:
“Ey Ali yemeğe tuzla başla! Çünkü tuz yetmiş derde devadır. Sinir hastalığı,
cüzzam, baras, karın ağrısı ve diş ağrısı.”
Başka hadis-i şerifte:
"Yemeklerinize
kattıklarınızın efendisi tuzdur." buyurulmuştur.
"Sizden birisi yemek yerken, bir şey içerken sağ elini kullansın,
bir şey verirken sağ eliyle vermelidir. Çünkü şeytan bu işlerin hepsini sol
elle yapar." duyurulmuştur.
28-
Kişi yediği yemeği
üç parmağı ile yemelidir. Baş parmak müsabbihe parmağı ve orta parmaktır.
29-
Kişi mümkün mertebe
kaşık kullanmamaya gayret göstermelidir. Rivayet edilir ki; İmam Ebu Yusuf,
halife Harun erReşid ile yemek yerken, halife kendisine özel yaptırdığı özel
taşlı kaşıkların getirilmesini isteyince İmam Ebu Yusuf;
"Şüphesiz ki biz Âdemoğlunu üstün kıldık" (İsra
suresi-70) ayeti kerimesini tefsir edip, Allah yemek yiyebilmeleri için onlara
parmakta verdi, diye halifeye söyleyince, Harun er-Reşid o günden sonra
parmaklarıyla yemek yedi.
30-
Kişi tek parmağıyla yemek yemekten
sakınmalıdır. Bir
parmakla yemek gazabı gerektirir. İki parmakla, yemek kibir alâmetidir,
üç parmakla yemek, sünnet, dört parmakla yemek de, hırs gösterir diye
rivayet olunmuştur.
31-
Kişi yemek yedikten
sonra su içmelidir.
32-
Kişi yediği ekmeğe
hürmet göstermelidir. Ekmeğin bir lokmasının üç yüz altmış hizmetiçisi
olduğu söylenir. Bunların birincisi melek Mikail ve en sonuncusu da ekmeği
yapan kişidir.
33-
Kişi yemek yediği
sofraya dökülen ekmek kırıntılarını toplayıp yemelidir. Hadis-i şerif’te:
"Kim sofraya dökülen ekmek kırıntılarını yerse, rızkı genişler,
çocukları da sağlıklı olur" buyurulmuştur.
“Sofraya düşen kırıntıları yemek hûrilere kavuşmaya vesiledir” diye
rivayet olunmuştur.
34-
Kişi yiyeceği ekmeği
iki eliyle bölmelidir. Tek el ile bölmek kibir alâmetidir.
35-
Kişi ekmeğin üzerine
sofra eşyası yada başka bir eşya koymamalıdır. Hadis-i şerif’te:
“Ekmeğe güzel davranınız, çünkü o Allah
tarafından gökyüzünün bereketi olarak indirilmiştir." buyurulmuştur.
36-
Kişi böldüğü ekmeğin
her bir parçasını yemeli ve israfa sebep olmamalıdır. Ekmeğin bir kısmını
yiyip bir kısmını bırakırsa bu ekmeğe saygısızlık ve kıtlığa sebep olur.
37-
Kişi yediği lokmalarının
küçük olmasına özen göstermelidir.
38-
Kişi yediği
lokmalarını fazlaca çiğnemelidir.
39-
Kişi ağzındaki
lokmayı yutmadan yenisini almamalıdır.
40-
Kişi lokmayı çiğnerken
ağzı fazla açmamalıdır.
41-
Kişi yemek yediği sırada elini bedeninin herhangi bir
yerine veya elbisesine sürmemeydin
42-
Kişi öksürmek
istediğinde, yüzünü sofradan başka yere çevirmelidir.
43-
Kişi yanında yemek
yiyen arkadaşının lokmalarına bakmamahdır.
44-
Kişi ekmeğe bıçak
sürmediği gibi ete de bıçak sürmemelidir. Çünkü bu Acemlerin âdeti olduğu
için nehyedilmiştir. Eti diş ile parçalamanın daha afiyetli ve sağlıklı olduğu
rivayet edilmiştir.
45-
Kişi yemeği soğutmak
amacıyla yemeğe üflememelidin Bu yemeğin bereketini alır diye rivayet
edilmiştir.
46-
Kişi lokmayı
aldığında onu ağzına götürürken, başmı tabağa doğru götürmemelidir.
47-
Kişi eliyle aldığı
lokmayı ağzına götürdükten sonra, eline bulaşan yemeği kesinlikle tabağa
silkelememelidir.
48-
Kişi yemek
içerisinde bulunan çekirdek veya kemik gibi şeyler ağzına gelince, bunları
çıkarmak için yüzünü sofradan başka yere çevirmelidir.
49-
Kişi içerisinde
sirke olan bir yemeğin lokmasını, yağla
yapılmış bir yemekle karıştırmamahdır.
50-
Kişi ağzından çıkan
bir et veya başka bir lokmanın
parçasını tekrar tabağa koymamalıdır.
51-
Kişi yemek yerken başkalarının
midesini bulandıracak
şeyler konuşmamalıdır. Yemeği beğenmediğini söylememesidir. Lâkin yemeğin
içerisinde zararlı ve gözle görülür bir madde
varsa bunu söyleyip haber vermelidir.
52-
Kişi yemek
yerken konuşmalıdır, yemek yerken susmak ateşperestlerin âdetleridir.
Konuşurken de âlimlerin ve zahidlerin sözlerinden
bahsetmelidir.
53-
Kişi yemeğe
başlarken; Allah Teâlâ’nın;
"Size verdiğim rızkın temiz ve helâl olanından yiyin!" (Taha
suresi-81) emrine mukabil yemelidir.
54-
Kişi kendisi yemek
yerken, kendisine selâm veren birisinin önce selâmını karşılamak ve ardından
onu yemeğe davet etmelidir. Hadis-i şerifte;
“Selâm kelâmdan önce gelir. Kimseyi selâm verinceye kadar yemeğe davet
etmeyin” buyurulmuştur.
55-
Kişi başkalarının
yemek yiyeceği vakti bekleyip, onlar yemeğe başlayınca yanlarına gitmemelidir. Davetsiz
girenler hakkında şöyle rivayet olunmuştur.
“Davetsiz olarak birinin evine giren; hırsız olarak girmiş, yağmacı
olarak çıkmış olur.” Davetsiz kimseyi rahatsız etmemek gerekir.
56-
Kişi yemek yerken
arkadaşlarının haklarını da gözetmelidir. Arkadaşlarının kendisinden fazla
yemelerine gayret göstermelidir. Fakat yalnız başına yemek yiyor olursa, az
yiyip artanını fakirlere dağıtmalıdır.
57-
Kişi yemeğini
bitirdikten sonra, yemek için şükretmelidir.
58-
Kişi yediği yerde
günah işlememelidir. Şarkılı ve kumarlı sofralarda oturmamalı. Şarkı
söyleyerek oyun oynayarak yemek yememelidir.
59-
Kişi yemeğini
önünden yemeli başkalarının önüne müdahale etmemelidir
60-
Kişi yemek yerken
yemeğin ortasından değil kenarından yemeye başlamalıdır Çünkü bereket yukarıdan
aşağı doğru iner denilmiştir.
61-
Kişi yemek yediği
sırada kendisiyle birlikte yemek yiyenlerin yüzlerine bakmamahdır
62-
Kişi yemekte doysa
bile, arkadaşlarım mahçup etmemek için sofradan elini çekmemeli ama yemek
yiyormuş gibi görünmelidir.
63-
Kişi arkadaşlarına
yemek yedirmek için üç kere davet etmeli eğer kabul etmezlerse ısrar
etmemelidir
64-
Kişi eğer yemek
daveti verense karnı doysa bile arkadaşlarından sonra kalkmalıdır
Ayrıca namaz vaktinde yemek hazır olursa, namazdan önce yemek gelir, kişi
yemek yemeden namaza durmamalıdır. Hadis-i şerifte;
“Akşam namazı ile akşam yemeği bir araya geldiğinde önce yemeği yiyin”
buyurulmuştur.
Tabi burada vaktin geçmemesi gerekir eğer vakit geçiyorsa önce namaz
kılınır sonra yemek yenir.
65-
Kişi yemek yerken
sade ekmek yemeye ve doymadan bırakmaya özen göstermelidir Rivayet
edildiğine göre, bir kişi eğer adaba dikkat ederek karnı acıktığında sade kuru
ekmek yer ve doymadan bırakırsa, ölümden başka bir şey ona isabet etmezmiş.
66-
Kişi ayakta ve
yürürken yemek yememelidir, fakirlik getirdiği
rivayet edilmiştir.
67-
Bir kişi için
hazırlanan yemek iki kişiye yeteceğinden bu yemeği paylaşmaktan kaçınmamalıdır.
Hadis i şerif te;
“Tek kişinin yemeği iki kişiye yeter” duyurulmuştur.
68-
Kişi yemek yediği üç
parmağını işi bittiğinde ilk olarak yalamah sonra yıkmalı ve kurulamalıdır. Hadis-i
şerif te;
“Biriniz yemek yediğinde, yalamadıkça elini
silmesin” duyurulmuştur.
69-
Kişi yemek yediği
tabağı sıyırmahdır. Hadis-i şerif te:
"Kim yemek yediği tabağı sıyırırsa o tabak onun için bağışlanma
diler" duyurulmuştur.
70-
Kişi mümin
kardeşinin tabağında kalan artığı yemelidir. Çünkü onda dereket vardır.
71-
Kişi yemek bitince
dişlerini temizlemek için diş ipi veya kürdan kullanmalıdır, bu temizleme
sırasında çıkanları yatmamalıdır. Dişleri bu şekilde temizlemek berekettir
denilmiştir. Hadis-i şerif’te:
"Dişlerinizi hilâlleyin, bu temizliktir. Temizlikte insanı iman
sahibi yaparlar, imana sahip olan da cennete girer." buyurulmuştur.
Dişleri temizlemek rızkın geniş olmasına ve diş etlerinin gelişmesi ve sağlıklı
olmasına yol açar.
72-
Kişi yediği yemeği
hazmetmeden uyumak amacıyla yatmamalıdır Hadis-i şerif’te:
"Yediğiniz yemeği, zikir ve namazla hazmedin!" duyurulmuştur.
En azından dört rekât namaz kılmalı, yüz defa sübhanab lah demeli
ya da Kur’ân okumalıdır.
Yenmesi Faydah ve Sünnet Olan Şeyler Şunlardır:
73-
Kişi eğer bal
yiyorsa bunu kendisi için şifa olması niyetiyle yemelidir. Bal için hem
yetmiş peygamber duâ etmiştir hem de Kur’ân’da bal için;
"Onların (arıların) karınlarından, renkleri değişik ve insanlar için
şifa verici bir şey çıkar" (Nahl suresi-69) buyurulmuştur.
Kişi her ay üç sabah bal yese o ay da hastalık görmez. Yine “Helâl bir
dirhemle bal satın alınıp, yağmur suyuyla içilirse her hastalığa şifadır."
74= Kişi içerisinde pirinç bulunan bir yemek yediğinde, salâvat
getirmelidir. Çünkü pirinç Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın
nurundan yaratılmıştır. Pirinç yemek insanın bedenine çok yarar sağlar. '
75-
Kişi yemekte bakla
yemelidir. Hadis-i şerif’te:
"Kim baklayı kabuğuyla yerse, Allah ondan o kadar hastalığı
alır" buyurulmuştur.
Bazıları kabuksuz yemeyi tavsiye etmişlerdir. Kabuk mideye ağır gelir,
hazmı zorlaştırır. Ama hadiste kabuğu da yenilmesi tavsiye edilmiştir. Çünkü
pekçok fayda vardır.
76-
Kişi yemekte
çörekotu yemeye özen göstermelidir.
Hadis-i şerif’te:
"Çörekotu, ölümden başka her şeye şifadır." buyurulmuştur.
77-
Kişi faydalı olması
niyetiyle patlıcan yemelidir. Rivayet olunduğuna göre, Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem];
"Patlıcan, kim hastalık niyetiyle yerse hastalık olur, kim şifa niyetiyle
yerse şifa olur." buyurmuştur. Yine Abdullah ibn Abbas'ın anlattığına
göre, Ensar’dan birisinin ziyafetine gittiklerinde, bir tabağın içerisindeki
patlıcanı Resulullah yedi, bunun üzerine oradakilerden birisi;
"Ey Allah’ın Resulü, patlıcan ağzı kokutur ve hastalıklara vesile
olur." deyince Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem);
"Hayır, Hayır, Hayır, Miraç’ta Cennetül meva’ya girdim, Sidret’ül
Münteha’yı gördüm. Hepsinde de patlıcanların sallandığı dallar vardı.” Cibrile
"Bunlar patlıcan mı?" diye sorduğumda;
"Evet o Allah’ın birliğine ve senin peygamberliğine şehadet eden
patlıcan’dır." dedi.
Yine bir hadis-i şerif’te;
78-
Kişi yemekte kabak
yiyorsa bunu sünnet niyetiyle yapmalıdır. Hadis-i
şerifte:
"Kabak zekâyı kuvvetlendirir, hafızayı güçlendirir" duyurulmuştur.
79-
Kişi
yemeklerde arada sırada keşkek yemeye de özen göstermelidir. Bu
yiyecek insanın gece ibadetine kalkması için ona güç verir diye Cibril
tarafından Resulullah’a bildirilmiştir. Ayrıca cinsel gücü artırır.
80-
Kişi mercimek
çorbasını sevmemezlik etmemelidir. Hadis-i
şerifte:
"Mercimek yemekte bereket vardır. Kalbi duygusallaştırır,
göz yaşını artırır. Allah bununla yetmiş peygambere
bereket verdi." duyurulmuştur.
81-
Kişi hastaysa, bal süt ve
buğdayı karıştırıp yemelidir.
Hadis-i şerif’te:
"Bal, süt ve buğdayı karıştırıp yemek hasta olanlara şifa olur,
kederlerini alır." buyurulmuştur. Başka bir hadiste de her derde şifa
olduğu söylenilmiştir.
82-
Kişi peynir ve ceviz
de yemelidir. İkisini bir arada yemeli, sade olarak ceviz zararlıdır,
yememelidir.
83-
Kişi kuru siyah üzüm
yemelidir. Hadis-i şerif’te:
"Kuru siyah üzüm yemeniz, hastalıklara şifa, sinirlere direnç
verir, balgamı alır ve de ağza tat verir, insanın rengini düzeltir (kanını
artırır)" buyurulmuştur. Ayrıca hafızayı kuvvetlendirir, fıstık içi
yahut cevizle yenilirse zekâyı kuvvetlendirir.
Hz. Ali’den rivayet edildiğine göre;
"Kim
her gün 21 tane kuru siyah üzüm yerse onda göze hoş gelmeyen bir şey
kalmaz!" buyurulmuştur.
84-
Ayva yemelidir. Kişi
kalbinin temizlenmesi için, korkusu varsa geçmesi için, kusuyorsa bunu
engellemek için, şehvetin artması için ayva yemelidir. Hamile kadınlar
çocuklarının güzel olmasını isterlerse hamilenin 3. ve 4. aylarında ayva
yemelidirler. Lâkin ayvayı yerken çok yememeli ve bıçakla kesilmemelidir. Demir
onun hasse ve suyunu çeker. Hadis-i şerif’te:
"Ayva
kalbi parlatır, Nefes darlığını giderir’’’ Başka bir hadis-i
şerifte: “Aç karına ayva yiyiniz. Çünkü o göğsün darlığını giderin” Yine
hadis-i şerifte; "Ayva kalbi parlatır, cesaret verir ve doğacak çocuğu güzelleştirir"
duyurulmuştur.
85-
Kişi birçok faydası olan
nar yemelidir. Hadis-i şerifte:
"Her bir narda, cennet sularından birer damla vardır” duyurulmuştur.
Bu hadise binaen yenilen her nar tanesine dikkat etmelidir. Narları
birbirinden ayıran zar insan midesi için çok faydalıdır. O yüzden bu zara Dibbağul-mide
(mideyi sertleştiren, geren) adı verilmiştir. Ayrıca nar ishal ve safra
kesesi rahatsızlıklarına da iyi gelir.
86» Kişi incir yemelidir. İncir kalbe kibarlık nakşeder, kulunç
denilen rahatsızlığa faydalıdır. Hadis-i şerifte:
"Kurutulmuş
incir yiyiniz! O cennetten çıkmış bir meyvedir, hemeroidi giderir." duyurulmuştur.
87-
Kişi bereket bulmak
için kavun yemelidir. Kavunun suyunun cennet suyu olduğu rivayet edilir.
Hadis-i şerifte:
"Cenneteki her yemeğin lezzeti kavunda bulunur." duyurulmuştur.
Başka dir hadis’te: "Kavun insanı doyurduğu için yemek, susuzluğu giderdiği
için su, kokusu güzel olduğu
için çiçek ve mideyi
temizlediği için sabundur" duyurulmuştur.
Kavunun diğer faydaları: Mesaneyi temizler, meniyi artırır, cinsi
münasebet gücünü artırır, vücuda zararlı şeyleri önler, deriyi güzelleştirir,
ağız kokusunu iyi eder, baş ağrısına iyi gelir, görme gücünü artırır, iştah
açar, karındaki kurtları döker, yetmiş hastalığa faydası olduğunu
belirtmişlerdir. Sünnet olan kavunu ekmek ile yemektir. Peygamberimiz şöyle
buyurmuşlardır:
“Kim kavunu ekmek ile birlikte yerse Allah onun yetmiş çeşit
hastalığını bertaraf eder.” Başka hadis-i şerif’te;
“Yemekten önce kavun
yemek, karnı yıkar hastalığı kökünden söküp atar” buyurulmuştur.
Kavunu üzeri çizgili olanlardan ve çizgileri tek bulunanlardan almaya
dikkat etmelidir.
88-
Kişi vücûdunu
kuvvetlendirmek için yumurta yemelidir. Resulullah şöyle demiştir:
"Peygamberlerden birisi Allah’a vücudunun
zayıf olduğundan bunu kuvvetlendirmesi için duâ etmiştir. Allah’da ona yumurta
yemeyi emretmiştir."
Hz. Ali (radıyallahu anh) şöyle anlatmışlardır:
"Çocuğu az olan kişi vardı, çocuklarının sayısını artırmak
istiyordu ve bunun için Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a geldiğinde
Efendimiz ona yumurta yemeyi emretti."
Yumurtanın beyaz olan dış kısmı soğuk sarı olan iç kısmı da genelde sıcak
olur, bu yüzden hazmedilmesi zor olur. Bunun önüne geçebilmek için rafadan
yumurta yemek daha güzeldir.
Nefes darlığı, ses bozukluğuna iyi geldiği gibi, kanı çoğaltır.
Yumurta vücut üzerindeki herhangi bir yanığa sürülse onun iyileşmesine
yardımcı olur.
Çiğ yumurtanın beyazı, yüze sürülse sıcakta güneşin tesirini önler.
89-
Kişi zeytinyağı
yemelidir. Resulullah (saîlallahu aleyhi vesellem);
"Zeytinyağı ile yağlanın, onu yiyin, o mübarek bir ağaçtan çıkar,
hemeroid’e iyi gelir" buyurmuşlardır. Başka hadiste;
"Zeytinyağını yiyin ve sürünün" zeytin yağı cüzzam da dâhil
yetmiş hastalığa şifadır, onu yiyin ve sürünün" buyurmuşlardır.
"Hindiba yiyiniz! Zira ona her gün cennetten bir damla su ihsan
olunur" buyurulmuştur.
91Kişi heiilec yemeli ve içmelidir. Hadis i şerif te:
"Cennet ağaçlarından olan siyah helilecden içiniz, tadı ne kadar
acı da olsa, her şeye ilaçtır."
92“ Kişi sinameki ve raziyane yemelidir.
Hadis-i şerif’te:
/ / /
“Raziyane ve sinameki yiyiniz, bunlar ölümden başka her şeye ilaçtır.”
buyurulmuştur.
93Kişi sarımsak yemelidir. Resulullah şöyle buyurmuşlardır;
"Ben
meleklerle konuşuyor olmasaydım, bende sarımsak çiğnerdim." buyurmuşlardır.
Sarımsağın kokusunu namaz kılarken her ne suretle olursa olsun
gidermelidir.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
SEKSEN DÖRDÜNCÜ BAB
Hararet basınca insan su içer, susuz yapamaz. Elbet su Allah-u Teâlâ’nın
insanlara verdiği en büyük nimetlerdendir. Su içmeninde bazı âdâbı vardır.
Bunlar şöyledir;
"İçindeki tabak ve çanakları toprak olan evin sakinlerine Allah
merhamet eder ve melekler onlara dua edip bağışlanma» iarını
dilerleri" buyurulmuştur.
İbn-i Abbas camdan bardak kullanmış ve "İçinde pislik olup
olmadığı görme bakımından bu bardaklarla su içmek çok güzel"
demiştir.
Hadis-i şerif’te:
"Ayaktayken su içmeyin, meğer unutup da içerseniz onu çıkarın
(yutmadığınız kısmı tükürün)" buyurulmuştur. Ayakta içilebilecek sular
sadece zemzem ve abdestin artan suyudur.
3-
İçerisinde su bulunması
için hazırlanmış su kaplarının ağzı kapalı tutulmalıdır. Rivayet olunur ki;
“Çanağı örtün, su kabını kapayın. Çünkü yıl içerisinde öyle bir gece
vardı ki, o gece de veba iner, üstü örtülmemiş hangi yemek kabı veya su kabına
ğrarsa o belâdan içine mutlaka iner.’’ buyurulmuştur.
4-
Irmak veya herhangi bir
akarsudan eğilip hayvanlar gibi su içmemek gerekir. Su kabı kullanmaya
gayret etmek gerekir. Eğer su kabı yoksa elle içilmelidir.
5-
Kişi suyu eline alınca
besmele çekmelidir.
6-
Kişi suyu üç yudumda
içmeli ve ilk yudumda "Allah’a hamd olsun", ikinci yudum
da "Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırım" üçüncü yudum da “Allah’ım
bunu bütün dertlere deva kıl" diyerek duâ etmelidir.
7-
Kişi su içerken her bir
yudumda su kabını ağzından uzaklaştırmalı, su kabına doğru nefesini
vermemelidir. Hadis i şerif’te;
“Kadehi ağzından uzaklaştır da öyle nefes al” buyurulmuştur.
8-
Su kabını iyice doldurmak. Ateşperestlere
benzememek ve onlara muhalefet yapmak için su kabını hep dolu tutmalıdır. Hadis-i şerifte;
“Taslan doldurun
Mecusılere muhalif olun” buyurmuşlardır.
9-
Kişi suyu bîrden
içmemeğidir, bu ciğerlerin ağrımasına vesile olur. Hadis-i şerifte:
”Suyu çocuğun emdiği
gibi için, aniden doldururmuş gibi içmeyin çünkü ciğer ağrısı yapar/ duyurulmuştur.
10-
Su içerken, suyun tatlı
ve soğuk olmasına özen gösterilmelidir. Böyle yapılırsa susuzluk kolay
giderilir, vücuda daha faydalı olur diye rivayet edilmiştir. Hadis-i şerifte;
“En güzel içecek tatlı ve soğuk olanıdır” buyurmuşlardır.
Elle su içmekte gayet iyidir ama önce eller yıkanmalıdır. Hadis-i şerifte
“Ellerinizi yıkayın,
avucunuzla su için! Elden daha güzel ve hoş bîr kab yoktur” buyurmuşlardır.
Mefatih’ül-Cinan
SEKSEN BEŞİNCİ BAB
Elbise
giymenin âdabı şu şekilde sıralanır:
1-
Giyilen elbise kalın
olmalıdır. İçinde vücut çizgileri belli olacak şekilde ince ve dar
olmamalıdır. Hadis-i şerif’te:
"Kimin elbisesi ince olursa, onun dini de ince olur" duyurulmuştur.
Bu tür elbise kişiyi kibir ve gururdan da korur. Fazla geniş ve bol da
olmamalıdır. Hadis-i şerif’te;
“Dar
ve kalın elbise giy ki, kibir ve gurur sana gelmeye yol bulamasın” buyuruldu.
Ayrıca Hz. Ömer (radıyallahu anh) bir kişinin ince bir elbise giydiğini
görünce ona hemen; "Bu ince elbiseleri evinizdeki kadınlara bırakın
onlar giysin" derdi.
2-
Giyilen elbisenin
yün olmasına özen göstermek. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ın
giydiği tüm elbiseler yünden olduğu için, elbisenin yün olmasına özen
göstermek gerekir. Hadis-i şerifte:
"İmanın
tadını alabilmek için yün giyiniz" buyurulmuşlar. Başka bir hadis-i
şerifte:
"Yün, cennetten çıktıkları zaman ilk olarak Âdem ve Havva
tarafından giyilmiştir." duyurulmuştur.
3-
Süleyman
(aleyhssselam)’in aba giydiği rivayet olunur, bu yüzden aba giymek gerekir.
4-
Giyilen elbisenin renginin
beyaz olması lâzımdın Hadis-i şerifte:
"Beyaz temiz ve güzeldir, elbiselerinizi o renk yapın, ölülerinizi
de o renkle kefenleyin!" duyurulmuştur. Burada beyaz elbise giymekten
maksat mest değildir. Onun siyah olanını giymek hem âdâba hem de sünnete daha
uygundur. Peygamberimizin ve diğer âlimlerin mesti hep siyah olmuştur.
5-
Erkekler kırmızı
renkli elbise giymemelidirler. Kırmızı renkte şeytana alâmet vardır diye
rivayet olunduğu için giymemelidir. Hadis-i şerifte;
“Kırmızıdan
kaçının. Çünkü o şeytan’ın kisvesidir.”
Kadınlar her renkte elbise giyebilirler ama erkekler kırmızı ve sarı renk
elbise giymemelidir.
6-
Giyilen elbisenin
devamlı temiz olmasına özen göstermek ve bunun için onu devamlı yıkamak
lâzımdır. Temizliğin kederi alıp götürdüğü rivayet edilir.
7-
Herkes, kendi sınıf
ve zümresine göre elbise giymelidir. Zenginler zengin, fakirler fakir
elbisesi giymeli, Allah’ın kendilerine verdiği nimetler üzerlerinde
görülmelidir. Bir hadis-i şerif’te;
“Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde
görmek ister” buyurulmuştur.
8-
Elbiseyi giymeden
önce besmele çekmeli ve ardından elbiseyi giymelidir.
9-
Giyilecek elbiseyi,
namaz ibadetinde avret yerlerinin örtünmesi, görülmesi sakıncalı olan yerlerini
örtmesi, insanların kendisine sevgi beslememelerine niyet ederek giymelidir. Kişi
bu şekilde bir elbise giyerse elbise üzerinde durduğu sürece kendisine sevap
yazılır.
10-
Bir elbiseyi giymeye
başlarken sağdan başlamalı, yine bir elbiseyi çıkarırken soldan başlamalıdır.
11-
Kişi elbisesini giyer
giymez Allah’a şu şekilde hamd etmelidir:
"Elhamdü lillahi'l-lezi kesani haze ve rezaknihi min gayri havlin
minni ve la kuvvetin.” Elbise giyerken bu duâ okunursa geçmiş günahların
bağışlanmasına vesiledir.
12-
Giyilen elbise
çıkarıldığında dürülmek istenirse bunu da besmele ile yapmak gerekir, rivayet
olunduğuna göre besmele çekilmeden katlanan elbiseyi şeytan giyer ve o elbise
çok hızlı eskir. Elbisenin süsü onu dürmek olduğu için rivayet olunur ki elbise,
kendisini giyen onu üzerinden çıkarırken ona şöyle dermiş "Sen beni
akşamları süsle, ben de seni gündüzleri süsleyeyim."
Bir hadis-i şerifte;
“Elbiselerinizi dürün ki, ruhu ona avdet etmesinÇünkü şeytan elbiseyi
dürülmüş olarak görürse onu giymez, ama dürülmemiş gördüğü elbiseyi hemen
giyer” duyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
SEKSEN ALTINCI BAB
İnsanın barınacağı başını sokacağı bir eve mutlaka ihtiyacı vardır. Böyle
bir ev yaptırmanın da âdâbı şöyle sıralanır:
1-
Yaptırılacak evin
yüksekliği 6 arşından uzun olmamalıdır. Hadis-i şerif’te;
"Bir kişi altı arşından daha uzun bir ev yaparsa, bir melek onun
için şöyle der; Ey günahkârların günahkârı" duyurulmuştur.
2-
Yapılan evin içine
gereğinden fazla geniş ve gereğinden fazla oda yapılmamalıdır.
3-
Ev yapılırken,
içerisinde ibadet etmek ve ailesiyle her burada barınmayı niyet etmek gerekir.
4-
Kişi ihtiyacı
olmadığı sürece ev yapmamalıdır. Hadis-i şerif’te:
"Allah
bir kimse için kötülük dilerse, onun malını boş yere ağaç ve tuğlaya harcatın"
buyurulmuştur.
Ayetle sabit olduğuna göre tuğlayı ilk kullanan Firavun’dur.
"Ey Hamam Çamurun üstüne ateş yakıp bana
bîr köşk
inşa et" (Kassas suresi-39)
Rivayet edilir ki; Halife Harun Reşid bir saray yaptırdı, bunu
gören Muhammed b. Simmak şöyle dedi: "Toprağı yukarı kaldırıp
dininde aşağı indirdin!” Bu yaptırdığın şey kendi malınla yapıldıysa
malını boşa harcadın, “Allah har vurup harman savuranları sevmez55
ama bunu başkasının malıyla yaptırdıysan zulmetmiş olursun ve yine “Allah
zalimleri de sevmez."
Bir hükümdar ülkesine bir saray yaptırmış, buranın övülmesi için, bu
saray da ziyafet verir, herkese sarayın nasıl olduğunu sorar ve onların
iltifatlarını dinlermiş. Günlerden bir gün, iki ziyaretçiyi davet edip, sonra
onlara sarayı nasıl bulduklarını sormuş. Onlar şu şekilde cevap vermişler: "Ayıpların
en büyüğü olan bu sarayın iki şeyi var. İlki bu saray da yaşayanlar fanidir,
İkincisi bu Saray’da fanidir."
5-
Yapılan bina acele
ile yapılmamalı, belli bir programa göre detaylı ve ince hesapla
yapılmalıdır. İbrahim (aleyhisselam) Kâbe’yi inşaa ederken her gün en fazla bir
sıra taş dizerdi.
6-
Yapılan binada kullanılan
malzemelerin helâl olmasına ve helâl kazançla alınmış olmasına özen
göstermek gerekin
7-
Yapılan binaya süs
niyetiyle bile olsa, canlı ve hayvan resmi yaptırmamalıdır.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] hayvan resmi olan perdeleri görmüş ve
Aişe (radıyallahu anha)’ye şöyle demiştir:
"Ey
Aişe! Sen, içinde hayvan resmi bulunan eve melek girmediğini, bilmez misin? O
resmi yapan kişi kıyamet gününde azaba müstahak olduğu gibi yaptığı bu resme
hayat vermesi istenir."
Canlı resmi olan eve melek girmez derken, insanın sağ ve solundaki günah
ve sevapları yazan melekler buna dâhil değildir. Çünkü bunların görevleri her
daim insanın yanında olup onun kaydını tutmak ve ahirette yaptıklarına şahit
olmaktır. Eve girmeyecek meleklerden kasıt diğer meleklerdir. Ama çizilen
resimde çizilen şeyin kafası yoksa bunda bir sakınca yoktur.
8-
Kişi evinin etrafını
ve içini temiz tutmaya özen göstermelidir.
“Evin içini ve
avlusunu temiz tutmak rızkı celbeder zenginliğe yol açar” buyurulmuştur.
9-
Eve girince selâm
vermeli. Evde kimse yoksa üç kere ihlas okumalıdır. Ev içerisine, manalı
güzel sözler aşılmalı, herkese tatlı dille davranılmalı, her gün en az bir kere
Vakıa suresini okumalıdır. Namazları tadili erkan ile kılmalı. Ayrıca evde
köpek beslememelidir. Hadis-i şerifte:
"Köpek olan eve melek girmez" buyurulmuştur.
10-
Evde her zaman
gelebilecek misafir için oda ayırılmalıdır. Hadis-i şerifte:
"Her şeyin zekâtı vardır, evin zekâtı gelecek misafirler için
ayrılacak odadır." buyurulmuştur.
11-
Evin güzel kokması için
güzel tütsülenmesi lâzımdır.
Mefatih’ül-Cinan, Buhari-i Şerif
SEKSEN YEDİNCİ BAB
Allah’û Teâlâ
Kur’ân-ı kerim’de;
"Uykuyu sîze bir dinlence yaptık!" (Nebe suresi-9) buyurmaktadır.
Uykunun âdabı şunlardır:
1-
Kişi uyku için yatmadan
evvel abdest almahdın Hadis
i şerifte:
"Kim abdestli bir şekilde uyumak için
yatarsa, yatarken ibadet
eder, onun ruhu Allah’a secde eder, bu şekilde yatıp uyuduğunda gördüğü
rüya sadık rüya olun "
duyurulmuştur.
2-
Kişi yatmadan önce misvak
kullanmalıdır.
3-
Uykudan kalkınca da
misvak kullanmak lâzımdır.
4-
Yatarken baş kısmının
kıbleye yönelik olmasına, sağ tarafına dönerek yatıp, sağ elini yüzünün sağ
tarafının altına koymalıdır.
Kişinin önemli bir işi olduğunda, istihareye yatmak isterse, abdest alıp
yatağına oturduktan sonra, üç kere salâvat getirmeli, on adet Fatiha okumalı,
on bir adet İhlâs okuyup ardından üç salâvat daha getirdikten sonra, yatıp
uyumalıdır.
Başka bir rivayete göre, yattıktan sonra ilk önce az bir süre sağ
tarafına sonra sol tarafına, sonra da sırt üstüne yatmalıdır. Ve ayaklarını
birbiri üzerine koymamalıdır. Hadis-i şerifte:
"Yattığınız zaman, ayaklarınızı birbiri üzerine koymayın!" duyurulmuştur.
5-
Kişi uyumak maksadıyla
yatmadan önce işlediği günahlar için bağışlanma dilemelidir.
6- Kişi uyumak için yattığında bunu ömrünün bitimi yani ölümü olrak
görmelidir. Hadis-i şerifte:
"Uyku ölümle kardeştir" duyurulmuştur.
7-
Kişi uyumak maksadıyla
yatmadan önce hiç olmazsa bir kaç ayet okumalıdır. Ama okunması en güzel
olacak şey Ayetel Kürsi’dir.
Ebu Hureyre’nin rivayet ettiğine göre: Resulullah beni
Beytü'l-Mal'ın hurmalarını korumam için görevlendirmişti. Bir gece yine
hurmaları beklerken bir hırsız geldi ve biraz hurma aldı. Ben de koşup onu
yakaladığımda; "Ailem, çocuklarım aç, onları doyurmak için bunları
aldım” dedi. Ben de bir daha bunu yapmamasını söyledikten sonra onu
gönderdim. Ertesi sabah Resulullah'ın yanına gidince bana şöyle sordu: "Ey
Ebu Hureyre, hırsızı ne yaptın?" Bende her şeyi olduğu gibi ona
anlattım. Bunun üzerine Resulullah onun tekrar geleceğini söyledi. Hırsız
ikinci gece de geldi, yine yemin etti ve bende bıraktım. Ertesi gün yine Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] bana hırsızı sorduğunda olanı biteni anlattım ve
tekrar geleceğini söyledi. Hırsız üçüncü gece de geldi ama bu sefer ona "Seni
Resulullah (sallallahu aleyhi veseHem)’m huzuruna götüreceğim başka yolu
yok" dedim. O da; "Beni oraya götürmezsen sana bir şey
öğreteyim!" bende söylediklerini kabul ettim! Adam dedi ki;
"Yatarken Ayetel-kürsi oku, hem mutlu olursun hem de şeytan
senden uzak durur ve de sabaha kadar bir melek seni bekler/’ Adam bunları
anlattıktan sonra onun gitmesine izin verdimi Ertesi gün Resuiuilah’a olanları
anlatınca bana şöyle dedi:
"O gelen şeytan’ds ve şeytan ne kadar yalancı olsa da sana doğru
söyledi/5 buyurdular.
8-
Kişi uyumak için
yattığında, uykusu gelinceye kadar teşbih çekmelidir Uyku ölüm gibidir bu
yüzden, 'Kişi ne yaparken ölürse o şekilde dirilir/ Uykusu
bastırdığında şu şekilde duâ etmek güzel olur:
"Ey Rabbim! Sana ibadet edenleri ihya ettiğinde beni azabından
koru/5
9-
Kişi uyuduğunda
rüyasında Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı görmek isterse; yapabildiği
kadar çok salâvat getirdikten sonra;
"Allhümme
Rabbe'l-Beledi'l-Harami ve'ş-şehri'l-harami ve'l-hili ve'r-rukni ve'l-makami
ikra’ ala ruhi Muhammedi'n minna's-selâme" duâsını okumalıdır.
Hz. Ali (radıyallahu anh)'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: "Ne
zaman Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’ı rüyamda görmek istesem,
uyumadan önce Ahber namazı kılarım ve onu rüyamda görürüm!"
Hz. Ömer (radıyallahu anh)’in anlattığına göre "Kim Ahber namazı
kılıp, üstüne Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem)’ı rüyasında görmezse,
adım Ömer değildir. Beni kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kim bu
namazı kılarsa Allah onun bütün isteklerine cevap verir, günahlarını affeder
hem de ölürken susamaz. Kabrinde ahber adı verilen güzel çiçekler biter..."
Peki bu ahber namazı nasıl kılınır?
Cevap: Ahber tek selâmla kılınması gereken dört rekâthk bir
namazdır. Her bir rekâtında bir “Fatiha”, on defa “Kadir suresi” (inna
enzelnahu..), on beş kere "Sübhanallahi vel hamdu lîllahi ve lâ ilahe
illâhu vallahu ekber" okuyup ardından Rükû!ya gidilir. Rükû
da normal olan teşbihi yapınca, rükûdan kalkmadan üç kere daha "Sübhanallahi
vel hamdu lillahi ve lâ ilahe illâhu vallahu ekber" teşbihi çekilir.
Bu secdede de aynı şekilde secde teşbihinden sonra tekrarlanır. Namaz
bittikten sonra, kimseyle konuşmadan ya da bir şey söylemeden, on kere daha Kadir
suresi (İnna enzelnahu...) okunmalı ve otuz üç kere "Sübhanallahi
vel hamdu lillahi ve lâ ilâhe illâhu vallahu ekber" teşbihi
çekilmelidir.
10-
Kişi uyandığı zaman: "Lâ
ilâhe illâllahu vahdehu laşerike leh lehül mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve alâ
külli şeyin kadîr velâ havle velâ kuvvete illa billahil aliyyil-azim."
"Allah’tan başka ilâh yoktur, o birdir, ortağı yoktur ve mülk ona
aittir. Hamd da onun içindir ve onun gücü her şeye yeter" diye duâ
edip ardından da Allah’ım beni bağışla demelidir.
11-
Kişi sabah namazı
vaktinde uyumamalıdır. Çünkü bu rızkın azalmasına sebep olur diye rivayet
edilmiştir. “Üzerine göneş doğdurmak rızkı önler” duyurulmuştur.
12-
Kaylule denilen uykuyu
âdet edinmelidir. Öğlen namazından sonra, uyunan az bir uykuya verilen
isimdir. Bu bütün salih müminlerin âdâbıdır. Gece ibadet için vücuda direnç
verir.
13- Uyku vakitlerine dikkat etmeli ve güneş doğarken veya güneş batarken uyumamaya özen
göstermelidir.
Hadis-i şerifte:
"Sabah güneş doğarken uyumak ahmakhk alâmetidir. Gün ortasında uyumak
yani kaylule yapmak güzel ahlâkı gösterir. Gün bitiminde uyumak ise insana
yorgunluk verir” duyurulmuştur. Yani güneş doğarken uyumak rızkı dağıldığı
için ahmaklık ve gündüz uyumak Peygamberimizin ve velilerin âdetleri olduğu
için ruhen olgunluktur.
14-
Uyku esnasında görülen
rüyaları ganimet bilmek gerekir. Sevindirici bir rüya ise Allah’tan bilip
buna şükür ve hamdetmek gerekir, kötü ve isyan içeren bir rüya ise, tövbe
etmeli, sol tarafına dönüp üç kere şeytan’dan Allah’a sığınırım demelidir.
Ardında da iki rekât namaz kılmalı ve gördüğü bu kötü rüyayı kimseye
anlatmamalıdır. Hadis-i şerif’te;
“Güzel rüya Allah’tandır, kötü rüya şeytan’dandır. Kimse hoşlanmadığı rüya görürse
sol tarafına üç kere
tükürsün ve şeytan’dan Allah’a sığınırım desin. Çünkü o rüya ona zarar vermez.
Rüyayı kimseye anlatmasın. Eğer iyi rüya görürse se-
vinsin
ve sade sevdiklerine anlatsın” buyurulmuştur.
Büyük âlim İbn-i Şirin’e göre rüyalar üç kısma ayrılır. Bunlar Hadisu'n-Nefs,
Tahvifü'ş-Şeytan, Rüya-i Sadıktır.
1-
Hadisu'n-Nefs: Kişinin
bir şeyi düşünerek uykuya yatması ve rüyasında onu görmesidir.
2-
Tahvifu'ş-Şeytan: Şeytan
her zaman müminle alay eder, bazen de onu korkutmaya çalışır, bazen de gusül
abdest almasını gerektirecek şeylerle uğraştırır. Mücadele suresi-10 ayette;
“Öyle fısıltı sırf şeytandandır. İman edenleri hüzünlendirmek
içindir” buyurulmuştur. Uykunun âdâbına riâyet edilmediği, aç karnına veya
tok karnına yatıldığı, susuz yatıldığr veya düşünceli fikren meşgul olarak
yatıldığı zaman görülmektedir. Bu tür rüyaların tabiri yoktur.
3-
Rüya-i Sadık: Allah’ın
insana müjdesidir, Levh-i Mahfuzdan rüya için tayin edilen bir meleğin rüya
vasıtasıyla mümine göstermesidir. Hadis-i şerif’te;
"Rüya-i sadık, peygamberliğin kırk altı parçasından birisidir."
buyurulmuştur. Bu tür sadık rüyaları, salih kişilere anlatmalı ki onlarda
daima hayır istediklerinden, rüyayı da hayır ile tabir etsinler.
Rüya hakkında şöyle Hadis-i şerfite:
“Rüya yorumlanırsa, ne tabir edilirse o çıkar ama yorumianmazsa
birşey olmaz" buyurulmuştur.
Çok önemli bir konuda, kişinin rüyasını anlatırken yalan katmamasıdır.
Hadis-i şerif’te:
"En büyük iftira, rüyada görmediği şeyi gördüm demektir"
buyurulmuştur.
Seher vakti yani sabah namaza vaktinde görülen rüyalar ganimet
bilinmelidir» Onların sadık rüyalar olduğunu göstermektedir. Hadis-i
şerif’te;
“En
doğru rüya seher vaktinde görülen rüyadır” buyurulmuştur.
Uyanık hâlinde doğruluktan ayrılmayan kişilerin rüyaları da doğru olur.
Hadis-i şerif’te;
“Rüyası
en doğru olanınız konuşması en doğru olanınızdır” buyurulmuştur.
Ayrıca Allah’tan gerektiği gibi korkanlar korkulacak rüyalar görmezler.
Nitekim İbn-i Şirin; "Uyanıkken Allah’tan korkarsan, rüyada
korkmazsın" buyurmuştur.
“Rüyada kadın görmek hayırdır, deve görmek harp ve çarpışmadır, süt
görmek İslâm fıtratıdır, yeşillik görmek cennettir, gemi görmek kurtuluştur,
hurma görmek rızıktır” buyurulmuştur.
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
SEKSEN SEKİZİNCİ BÖLÜM
Yürümenin âdâm şu şekildedir:
"Birisi evinden çakarken; (Bismillahi tevekkeitü alallahi vela
havle vela kuvvete illa bihah) derse o kimseye bir melek (Kifayet olundun
hidayet olundun vikâye olundun) doğru yola iletildin, der. Şeytan o kişiden
uzak durur O kimseye başka
şeytan gelip yaklaşmak isterse (Kifayet, hidayet ve vikâye olunan kimseye sen
nasıl musallat olursun) der" duyurulmuştur.
2-
Kişi
yolda yürürken öne doğru eğilmelidir, bu şekilde yürümek alçak
gönüllülük alâmetidir.
3-
Kişi yolda yürürken
başını havaya kaldırıp, bir sağa bir sola eğilerek yürümemelidir, çünkü bu
kibirdir.
4-
Kişi fitneye sebep
olmamak için iki kadının arasında yürümemelidir.
5-
Yolda yürürken, yol
üzerinde insanlara eziyet verebilecek bir şey görüldüğünde onu yoldan
kaldırmalıdır.
6-
Yol üzerine oturup,
insanlara eziyet vermemelidir.
7-
Kişi yol üzerine
tükürmekten oldukça uzak durmalıdır.
8-
Kişi bineğe binip,
arkasında da insanların kendisini takip ettirmemelidir. Hz. Ömer
(radıyallahu anh), Ebu Kaab (radıyallahu anh)’ı bir bineğin üzerinde ve
arkasından da onu takip eden insanları görünce, kamçısını eline almış ve tam
ona saldıracakken Ebu Kaab;
"Ey Müminlerin emiri, nedir bu hâlin?" Hz. Ömer
(radıyallahu anh) cevaben;
"Bu durumum, kendisini takip ettirip şöhret uman için bir afet,
onu takip edenler içinse bir zillettir." buyurmuşlar.
Peygamberimiz bir gün Cennet’ül-baki’de yürürken arkasından ashabının
ayak seslerini duydu ve onlara; "Haydi siz önümden yürüyün arkamı
meleklere terk edin” buyurdular.
İbn-i Şirin hazretleri yolda bir kimseyle arkadaşlık etti ayrılırkende
ona şöyle tavsiye de bulundu;
“Sen herkesi tanı, seni kimse tanımasın. Sen herkese git, sana kimse
gelmesin. Sen herkesden iste, senden kimse birşey istemesin. Gücün yeterse
bunları yap.”
9-
Kişi yaş bakımından
kendisinden büyük olanların önlerinde yürümemelidir. Bu fakirliğe yol
açar.
10-
Yürürken Kureyş
kabilesine mensup bir kişi görülürse yol verilmelidir.
11» Yürürken hızlı değil orta halli yürümelidir. Ama yürüme
âdâbına riayet edilerek hızlı yürünürse yorgunluğu alır denilmiştir. Hadis-i
şerifte:
"Biriniz yürürken yorulursa hızlansın" duyurulmuştur.
12-
Kişi eğer kırk
yaşını geçmişse yürürken asa kullan» malıdır. Bunu yapmanın yedi güzelliği
vardır. Bunlar Hasan Basri den rivayet olunmuştur:
a)
Resulullah
(sallallahu aleyhi veseâlem)’m sünnetine uymuş olur,
b)
Asa salâh kulların
simgesidir,
c)
Köpek, akrep gibi
düşmanlar için savunma aletidir,
d)
Kişi zayıfsa ona
destek olur,
e)
Münafıklara
muhalefet etmiş olur, münafıklar asa île yürüyenlere kötü gözle bakarlar,
f)
Kazandan sevabın
artmasına vesile olur,
g)
Camii dışmda bir
yerde namaz kılındığında kıble belli olsun diye yere dikilin
Diğer faydaları da; ayette belirtilmiştir:
"Musa, O benîm asam’dır, ona dayanır onunla ağaç silkelerim
koyunlanm için, başka işlerimde de kullanırım, J9 (Taha suresi;
17-18)
Mefatih’ül-Cinan, Cami-us-Sağir
SEKSEN DOKUZUNCU BAB
Muharrem ayının 10. günü gününe saygı İslâmî edeptendir.
İbrahim (aleyhisselam)’in doğumu ve Nemrut’un ateşinden kurtulması,
Nuh (aleyhisselam)’un tufandan kurtuluşu,
Musa (aleyhisselam)’nın Firavun’dan kurtulması,
Eyyüb (aleyhisselam)’ün iyileşmesi,
Yakup (aleyhisselam) ile Yusuf (aleyhisselam)’un tekrar kavuşmaları,
Yunus (aleyhisselam)’ın balığın karnındaki esaretinden kurtulması,
Cebrail ve Mikail’in yaratılması hep aşure günü denilen,
Muharremü'l-Haram’ın onuncu gününde olmuştur.
Hadis-i şerif’te:
"Aşure gününde oruç tutmak bir yıllık günahın bağışlanmasına
vesiledir" duyurulmuştur. Salih Müslümanlar, hem oruç maksadıyla hem
de sevabını umarak hem kendileri hem de evlâtlarına aşure gününde bir şey
yedirmezlerdi.
Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem] aşure gününde çocuklara bir
şey yedirtmez ve oruç tutmuş olsunlar diye mübarek tükrüğünü çocukların ağzına
sürerdi. Hayvanların bile yavrularını bugünde emzirmez diye rivayet
edilmiştir.
Resulullah bir avcının bir kapanına düşmüş bir dişi geyik gördü. Geyik
dile gelip Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’a;
"Yardım et ey Allah’ın Resulü! Akşama kadar benim geri geleceğime
kefil ol, şu avcının elinden şimdilik kurtar beni!" dedi. Rasûlüllah
[salla'llâhü aleyhi ve sellem] geyiğin isteğini avcıya anlattı avcı da neden
akşama kadar izin istedilerini sorunca, Resululîah (sallallahu aleyhi vesellem)
bu soruyu geyiğe yöneltti, geyikte;
"Ey Resulullah bugün aşure olduğu için biz yavrularımızı
emzirmeyiz, onlarda bugüne hürmeten emmek istemezler, ba= na müsade et akşam
orucumuz bitince onlan emzirip geleyim!” dedi. Resulullah da geyiğin
anlattıklarını avcıya anlatınca, avcı;
"Bu hayvan seni nasıl sevmişse bende şimdi seni öyle sevdim,
dininin ne kadar yüce olduğunu gördüm.” deyip İslâm’ı kabul ettiğini
söyledi.
“Kim aşure gününde akrabasını ziyaret ederse, Cennette (orta parmak ve
şehadet parmağını yan yana getirerek) Yahya ve İsa ile bu şekilde yanyana olurlar.”
buyurulmuştur.
“Kim aşure gününde zerre kadar sadaka verirse, Allah ona Uhud dağı
kadar sevap verir, o sevabı da kıyamet günü mizanında olur." buyurulmuştur.
Bir başka hadiste;
“Kim aşure günü ilim öğrenmek veya Allah’ı zikir için bir alimin
bulunduğu mescide gidip orada bir saat oturursa, Allah bunu yapan kişiyi
cennetine koyar” buyurulmuştur.
“Kim aşure gününde Müslümanlardan on kişiye Allah'ın selâmını verirse,
bütün müminlere selâm vermiş gibidir” buyurulmuştur.
Yetimin başını okşamak konusunda, hadis-i şerif’te;
“Bu günde kim bir yetimin başını severek okşasa Allah onun okşadığı
saç sayısı kadar ona hem sevap verir hem de ahiretteki derecesini artırır” diye
rivayet olunmuştur.
Mefatih’ül-Cinan
Bu kısımda farklı meseleler hakkındaki âdâb bir ana başlık altında
toplanmıştır.
Suya ve Aynaya Bakmanın Âdabı:
Kişi kendisini gördüğünde Allah’ın kendisine verdiği ni» metlere hamd
etmeli ve şu duâyı okumalıdır,
"Elhamdü lillahi'l-lezi sevva halki feaddelehu ve kerreme surete
vechi ve hasseneha ve cealeni min müslimine Allahümme keme hassente halki
fehassin hulki."
Manası;
"Beni yaratan Allah’a hamd olsun, o beni şekillendirdi, yüzüme
keremiyle şekil verdi ve hepsini güzel yaptı, beni de Müslümanlardan kıldı.
Allah’ım beni nasıl güzel olarak yarat» tıysan, benim ahlâkımı da güzelleştir
Horoz Besleme Âdâbı
Kişinin evinde beyaz horoz beslemesi İslâmî âdâbtandır.
Hadis-i şerif’te:
"Beyaz horoz alın, hangi evde beyaz horoz olursa o eve şeytan
girmez ve insanlara zararı olan mahlûkat giremez." buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerif’te:
"Beyaz horoz dostumdur, dostuma da dosttur, Allah’ın düşmanına da
düşmandır." duyurulmuştur. Başka bir hadiste:
"Kafasının ortası kel olan beyaz horoz benim habibimdir. Benim
habibim Cebrail’inde habibidir, yaşadığı evi ve dört kapıya kadar komşu evleri
zararlı mahlûkattan korur." duyurulmuştur. Başka dir hadiste;
"Horoz namaz için ezan okur, kim beyaz horoz alırsa şeytan
büyücü ve falcının kötülüklerinden korunmuş olur." duyurulmuştur. Bir
rivayette:
"Horozun sesi, kanatlarını çırpması, onun rükû ve sücûdudur” duyurulmuştur.
Başka dir hadis-i şerif’te;
"Horoz sesi duyunca Allah’a duâ edilmeli, çünkü o bir melek
görmüştür. Eşek sesi duyunca Allah’a sığınmalıdır, çünkü o şeytanı
görmüştür" duyurulmuştur.
Başka dir hadis-i şerif’te:
"Horozun
sesini duyduğunuzda Allah’ın size
ihsanda bulunmasını isteyin., çünkü horoz sesini çıkardığında melekleri görmüştür...."
buyurulmuştur.
Evde Güvercin Beslemek Âdâbı
Evde güvercin beslemek İslâmî âdettendin Lâkin kanatları kesilmiş
olmalı ki uçamasın. Güvercin bulunan eve cin taifesi musallat olamaz. Hadis-i
şerifte;
“Kanatları kesilmiş güvercinler edinin. Çünkü onlar cinleri
yavrularınızdan uzaklaştırırlar” buyurulmuştur.
Koyun Beslemenin Âdâbı
Evde koyun beslemek İslâmî âdettendin Hadis-i şerifte:
"Koyun besleyin çünkü o serâpâ berekettir!" buyurulmuştur.
Başka bir hadiste;
"Birinin evinde bir koyun olsa bir berekettir, iki koyun iki
bereket, üç koyun ise üç bereket olur" buyurulmuştur.
Geğirme (Gaz Çıkarma)
Âdâbı
Kişi hapşıracağı
yahutta geğireceği, (gaz çıkaracağı)
zaman sesinin çok çıkmamasına özen göstermelidir. Çünkü bunları
yüksek sesle yapanları şeytanların sevdikleri rivayet edilmiştir. Hadis-i
şerifte;
“Biriniz
geğirirse veya aksırırsa yüksek ses çıkarmasın, çünkü şeytan böyle ses
çıkaranları sever” duyurulmuştur.
Aksırırken iki elle yüz kapatılmalı ve sesi en aza indirmeye
çalışılmalıdır. Peygamberimiz;
“Aksırdığı
zaman iki avucunu yüzüne koysun sesini azaltsın” buyurmuştur.
Aksırdıktan hemen sonra, bu aksırmadan dolayı başına bir şey gelmediği
için hemen Allah’a hamd etmelidir. Hadis-i şerifte:
"Birisi aksırdığında hamd ederse (Elhamdülillah) ona Allah
sana rahmet etsin (Yerhamukellah) deyiniz ama hamd etmezse bir şey (Yerhamükellah)
söylemeyin" duyurulmuştur. Bu da gösteriryor ki aksırınca hamd eden
birisine Allah sana rahmet etsin demelidir.
Üçten fazla aksırırsa bilin ki o zükkam illetindendir. Ona duâ etmek
gerekir. Peygamberimiz;
"Birisi aksırdığında yanında oturan ona (Yerhamukellah) desin.
Aksırması üçü geçerse bilsin ki o zükkam illetine yaka= lanmıştsr” buyurulmuştur.
Kişi ürperdiği vakit Allah’a hamd (Elhamdülillah) demelidir, çünkü
ürperme bağışlanma alâmeti olduğu rivayet edilmiştir Tabi bu, Allah korkusundan
yahut günahlarının çokluğundan dolayı olursa o zaman Ağaç yapraklarının
döküldüğü gibi günahları dökülür. Hadis-i şerifte;
“Eğer kişinin derisi Allah korkusundan ürperirse, hatalara eski
ağaçların yapraklarının döküldüğü gibi dökülür” buyurulmuştur
Parmaklara Birbirine Geçirmenin Sakıncası
Camide parmaklarım birbirine geçirmeden beklemelidir. Hadis-i
şerifte;
“Biriniz abdest aldığı zaman abdestini güzel alırsa sonra camiye
çıkarsa ellerini parmaklarım birbirine geçirmesin! Çünkü o namazda sayılır”
buyurulmuştur.
Büyücü ve Falcılar
Müslüman herhangi
bir şeye bakıp gaip olandan
yani sa° dece Allah’ın bilebileceği şeylerden haber veren kimselerin
sözlerine inanmamalıdır. Hadis-i şerifte:
“Kim bir kâhini ve müneccimi gelip tasdik ederse, Muhammed
Aleyhisselâm üzerine indirileni inkâr etmiş olur.” buyuruldu. Başka bir
hadiste;
"Benim ashabım hakkında konuşulduğunda onlar için kötü şeyler
söylemeyin. Yıldızlara bakan falcılardan söz edildiğinde onların güçlerinden
bahsetmeyip susunuz!” duyurulmuştur.
Kulak Çınlaması
Kulak çınlaması binlerinin kulağı çınlayan kişiyi iyi veya kötü olarak
andığını gösterir. Resulullah;
"Biriniz kulağı çınladığında beni ansın ve bana salat-ü selâm
getirsin sonra da şöyle desin (Beni hayırla ananı, Allah ansın!)” buyurulmuştur.
Onu ananların şerrinden korunmak için yukarıdaki duâyı okusun.
Yılan Görmek
Kişi bir yılana rast geldiğinde üç kere şu duâyı okumalı; ve duâ
bitiminde yılan halen yerindeyse o zaman onu öldürmekte herhangi bir sakınca
yoktur.
’lnna
eseluke bi ahdi nuhin vebiahdi Süleyman îbnî davude enlatu’zîna’’
Peygamberimiz buyurmuşlardır ki; “Evde yılan görürseniz şöyle deyin “Nuh’un
ve Davut oğlu Süleyman’ın ahdi sebebiyle bize ilişmemeni diliyoruz” bu dilekten
sonda yine orada bulunursa hemen öldürün.
Yazı he hgiii
İnsan yazı yazarken bir şeyi hatırlayamazsa kalemi kulağına tutar. Böyle
yaparsa hatırlar denilmiştir.
Hadis-i şerifte;
“Yazı yazarken kalemi kulağına koy bu sana daha güzel hatırlatır” duyurulmuştur.
Yine hadis-i şerifte;
“Biriniz
bir mektup yazdığı zaman onu topraklasın. Çünkü bu hacetin görülmesine
vesiledir” buyurulmuştur.
Mektubun mühürlenmesi gerekir. Hadis-i şerifte;
“Mektubun kerameti onu mühürlemektir” buyurulmuştur.
Hastalıkları tedavi etmek İslâmî edeptir. Hadis-i şerif’te:
"Allah hem hastalığı hem de onun şifasını indirdi, ikisi de
birbirinin aynıdır, her hastalığın bir tedavisi vardır. Allah’ın kullarını
iyileştirin lâkin haram olan şeylerle tedavi etmeye kalkmayın!" buyurulmuştur.
Kesin haram olan şeylerle örneğin, şarap, domuz eti ve benzeri
haramlarla insanların hastalıklarını tedavi etmek iyi değildir, mecbur
kalınmadıkça kullanılmamalıdır. Başka bir hadis-i şerif’te:
"Kim,
haram bir şey kullanarak birini tedavi ederse Allah onda şifa halk
etmemiştir" buyurulmuştur.
Şarhoşluk veren her şeyin hükmü şarap gibidir. Bu hadisle sabittir. Şarap
haram olan içki yalnız üzümden yapılana münhasır değildir hepsini içine alır.
Hadis-i şerif’te;
“Ümmetim benden sonra şarap içecekler ve ona başka bir ad verecekler.
Emirler şarap içmelerinde yardımcı olacaklar.” buyurulmuştur. Bir başka
hadis-i şerif’te;
"Buğday, arpa, hurma, kuru üzüm ve baldan da şarap yapılır55
buyurulmuştur. Şarap sadece üzümden yapılmaz demektir.
İki kadının birbirleriyle karı koca gibi cinsel münasebete girmeleri
aynı zina gibidir ve haramdır. Hadis-i şerifte;
“Kadınların sîhakı (birbirleriyle cinsi temasları) aralarında
zinadır” buyurulmuştur.
"Güneşte oturmayın! Hem elbiseleri eskitir hem de inşa mn kötü
kokmasını sağlan İnsanların kamındaki hastalıkları tetikler ve de bu hastalığın
tüm bedeni sarmasına vesile olun" buyurulmuştur.
Göz
Nurunun Kuvvetlenmesi ve Dünyada Saadeti
Görme gücünü artıran üç şey belirtilmiştir. Hadis-i şerif’te:
"Akarsuya bakmak, yeşilliğe bakmak ve kendisine helâl olan
güzelliğe bakmak kişinin gözünü cilalandırır buyurulmuştur.
Başka bir hadis-i şerif’te:
"Kişi dünyada üç şeyle mutlu olur, iyi komşu, geniş bir ev ve
yürümesi rahat olan bir binek" buyurulmuştur.
Tedbirli Olmak
"Tedbir, hayatı sürdürmenin yarısıdır. Sevgi, aklın yarısıdır.
Gam ve keder yaşlılığın yarısı. Ev halkının azlığı ise zenginliğin
yarısıdır" buyurulmuştur.
Faiz Almak
Faizden şiddetle kaçınmak gerekir. Rasûlüllah [salla'llâhü aleyhi ve
sellem];
"Faizin yetmiş derecesi (günahı) vardır. Bunun en düşük olanı
kişinin annesiyle zina etmesi gibidir." buyurmuştur.
Kıyamete Kadar Amel Defterlerine Sevap Yazılanlar
Hadis-i şerif’te:
"Kıyamet gününde yedi kısım insan arşm gölgesinde
gölgelenecektîr. Bunlar;
Adaletle hükmeden hükümdarlar, genç olmasına rağmen kendisini ibadete verenler,
cemaatle namaz kılmaya özen gösterenler,
birbirlerini sadece Allah rızası için sevenler, bir kadın kendisine ahlâksız
teklif ettiğinde Allah korkusundan dolayı
onu geri çevirenler, sağ eliyle verdiği sadakadan sol elinin haberi olmayanlar, herkesten
uzak olmasına karşın Allah
korkusundan dolayı gözlerinden yaş gelenler." buyurulmuştur.
"Boyaların
efendisi olan kınayı kullanınız. Kına cildi besler ve güzelleştirir cinsi
temas gücünüzü artırır” buyurmuştur.
Yeni ay görüldüğünde şu duâ okunmalıdır. Hadis-i şerif’te;
>
"Allahümme ehilhü aleyna bilemni vel-imani vesselâmeti velislâmi
vettevfiki lima tuhibbü veterza rabbüna verabbükellahü” Peygamberimiz bu
duâyı okudukları nakledilmiştir.
Ziraat, Tarımla Uğraşmanın Âdâbı
Kişi Allah’a yapacağı kulluk ibadetlerini ifâ edebilmek için, yemek
yemelidir, yiyeceği bu yemeği de helâl yollardan kazanması lâzımdır. Bunun da
meydana gelmesi imkân dâhilinde ziraate bağlıdır. Ziraat ilmi çok faydalı ve
insan neslinin sürüp gitmesi için gerekli ilimdir.
Cebrail yeryüzünde ilk olarak Âdem (aleyhisselam)’e rençberlik
öğretmiştir. Bu yüzden onun soyundan gelen Peygamberler ve pek çok Evliya-i
kiram bu işle meşgul olmuşlardır. Kur’ân’da;
“O sizi topraktan meydana
getirdi ve sizi orada ömür geçirmeye memur etti” buyurulmuştur. Hadis-i
şerifte;
"Rızkınız! yerin altında arayınız!" buyurulmuştur. Başka bir
Hadis-i şerifte:
"Tarımla uğraşın çünkü onda bereket ve hayır vardır. Ektiğiniz
ürünlere nazar değmemesi için onlara kemik gibi bîr şey asarak onu korumaya
çalışın" buyurulmuştur.
Rivayet edildiğine göre Hz. Ömer (radıyailahu anh) bir grup adam gördü ve
onlara kim olduklarını sorduğunda adamlar;
"Biz Allah’a tevekkül edenleriz" dediler, Ömer
(radıyailahu anh) bunun üzerine;
"Hayır siz yalan söylediniz, siz aslında yiyicisiniz, çünkü
Allah’a tevekkül eden kimseler, önce toprağa bir tane atarlar ve sonra tevekkül
ederler" dedi.
Bir kimse ekin ekerse veya ağaç aşılarsa, dikilen her ağaç için sadaka
sevabı alır diye rivayet olunmuştur.
Kur’ân’da şu şekilde buyurulmuştur;
"Yeryüzünde
birbirine yakın kıtalar vardır" (Rad suresi-4)
Anlatıldığına göre, ekinin verimliliği bakımından en güzel toprak siyah
olandır. Çünkü siyah toprak karı yağmuru emer ve nemide muhafaza eder, bu da
onun suya fazla ihtiyacı olmamasını sağlar ve verimi artırır. Ayrıca bir
toprak seçerken onun üzerindeki bitkilere bakmak lâzımdır. Örneğin toprak
üzerindeki çiçeklerin açmış olması ve aynı türden birçok ot olması o toprağın
kaliteli olduğunu gösterir. Toprağın en kötü çeşidi sarı olan topraktır. İçinde
çeşitli otlan olan çiçek açmayan ya da kırmızı çiçeği olandır.
Buğday ve arpa içerisindeki suyu sertleşmeden önce biçilmelidir. Böyle
olursa içinden kötü ekin çıkmaz, hem kilosu ağır gelir hem de unu lezzeti çok
olur.
Ayrıca bunları biçmeye başlamanın en faziletli zamanı da seher vakti yani
sabah namazından sonraki vakittir.
Zahirenin anbarlarda kokmaması için anbarın iki tarafına birden delik
açılmalı ve hava alması sağlanmalıdır.
Kişi yemek, içmek, giyinmek ve barınmak ihtiyaçlarını karşılamak
mecburiyetindedir.
Mümin bunları elde etmeye muhtaç olduğu gibi, helâl yönden kazanıp
yiyeceğini, içeceğini, giyeceğini tertemiz satın almak zorundadır.
Kişi bizzat kazanarak, ya bağış veya miras yoluyla veya ziraatle elde
ettiği helâl mal ve parasını; şer’i meseleleri bilmemesi dolayısıyla kötü
kullanabileceğinden helâl olan mal veya para haram olabilir.
Meselâ: Bir kişi belirsiz bir zamanda ödemek şartıyla; yani eline para
geçtiğinde veya harman vakti ödeyeceğim diye bir şey satın alsa bu fasit olur.
Lâkin belirli bir süre gün, ay belirtip satış yaparsa onda bir mahzur yoktur.
Vadeli satışta caizdir. Günü gelmeden para istenmez.
Tarla veya dükkan kiralamak, işçi tutmak böyledir. Belirli vakit
gösterilmelidir. Ay, gün, sene gibi. Vakit gösterilmezse muteber değildir.
Herkes kendi gücüne göre alış-veriş yapmaya ihtiyaç duyar. Bu alış-veriş
ile ilgili yirmi yedi meseleyi bilmek gerekir.
Alış-verişin âdabı
1-
Kişi alışveriş
yaparken, takvasına ve huşûsuna zarar getirecek hırstan uzak durmaya
çahşmahdır. Bu hırstan arınabilmek için kişi daima ölümü hatırlamalıdır. Ölümü
bu şekilde sıkıca hatırlamanın üç güzel özelliği vadır;
a-Tövbe etmek için yollar aramaya sevk eder,
b-İbadet ve itaatini artırır,
c~ Dünyalık mala önem vermemek.
2“ Kişi bir mal alacağı zaman, satıcıya o mal hakkında kötü şeyler
söyleyip de fiyatını düşürmeye kalkmamalıdır.
Aynı şekilde satıcı da satacağı mah övmemeüdlr. Alıcı,
alacağı malı kötülüyerek onu normalden daha aşağı alırsa bu alışveriş geçersiz
olur. Çünkü hem yalan hem de aldatma vukû bulmuş olur. Ve satıcı sattığı malı
fazla övüp onu pahasından fazlaya satsa yine bu alış-veriş geçersizdir.
3-
Kişi doğru olsun ya
da yalan olsun alış-veriş esnasında kesinlikle yemin etmemelidir. Doğru
bir şey üzerine yemin etmiş bile olsa, Allah’ın adını dünyalık basit işlere
karıştırmış olacağı için âdâb bakımından suç işlemiş olur.
4-
Kişi alışveriş
yapmak istediğinde alışveriş hakkında bilgili olmahdır. Çünkü
alış-veriş yapılan yerlerde İslâmî meseleleri bilen kişi sayısı az olduğu için
genelde gaflet yerleridir.
5-
Satıcı olan kişi,
sattığı malan eğer bîr özürü veya hatası varsa bunları eksiksiz olarak alacak
olan kişiye göstermelidir. Kişi sattığı malda ayıp olup olmadığını bilir
ama alan bilemez.
Ama bu şekilde özrünü bildirmeden satışı yapan ve bu satışı görüp buna
göz yumanların hepsi bu günahı işlemiş gibidirler. Orada çalışanlar; eğer malın özrünü
biliyorlarsa alıcıya söylemek durumundadırlar, yoksa onlarda sorumludurlar.
6-
Kişi sattığı mala
bir şey kalmamalıdır, sütçünün süte su katması
gibi. Ölçerken ve tartarken de eksik yapmamak gerekin
7-
Kişi adet adet
sattığı mallarda eksik mal vermekten oldukça imtina etmelidir.
8-
Kişi bir şey alırken
de satarken de gözü açık olmalıdır, aldatılmamaya dikkat etmelidir. Lâkin
bir satıcının fakir olduğunu bildiği için ona fazla para vermek yada fakir bir
müşteri olduğunu bildiği için ona fazla indirim yapmak mümkündür.
9-
Bir alışverişte alan
ya da satan kişi, alışverişleri sözlerinde bittikten sonra, buna ihanet edip
sonradan mallarının değerini indirmemeli ya da yükseltmemelidir.
Bir kişinin malını değerinden noksana satarsa gören kişinin değerini
artırmasında bir sakınca yoktur. Bu durum müşteriyi zulme uğramasından
bayininde zarara uğramasından koruduğu için müstehabdır. Hadis-i şerifte;
“Kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa yardım et” duyurulmuştur.
10-
Birileri pazarlık
yaparken, onların pazarlığına yardımcı olmak maksadıyla aralarına girip
pazarlığı bozmamaya gayret etmek gerekir. Hadis-i şerifte;
“Din kardeşinin alış-verişi üzerine gitmek (günahtır)” buyurulur.
11-
İnsanlara bir şey
satarken, bu satışı mutlak satış yapmamalıdır, hem alıcının hem de
satıcının bilmediği bir kusur durumun da yahut alıcı malı aldıktan sonra
beğenmezse geri getirip verebilmelidir.
12-
Kişi alacaklı olduğu
kimseye eziyet etmemeli, ona yüklenmemelidir, sıkmamalıdır.
13-
Kişi borçlu olduğu
kimseye eziyet etmemeli, parası varsa borcunu ödemelidir. Çünkü imkân olup
vermemek bir nevi zulümdür.
“Zenginin borcu uzatması zulümdür” duyurulmuştur.
1-
= Bir şey ahrken,
mal için paranın tamamını vermeli, parayı eksik vermekten çekinmelidir.
15-
Kişi gereğinden fazla
borçlanmamaiıdır. Çünkü ihtiyacı kadar borçlanır ve bunu ödemek kaydıyla
alırsa, melekler o borç ödenene kadar ona yardımcı olurlar.
16-
Kişi para hususunda
faizden kaçınmalıdır.
17-
Hırsız olanlardan ve
devlet işlerinde çalışanlardan birşey almamak gerekir. Çünkü alınan şeyin
çalınmış olma ihtimali vardır.
18-
Bir kişinin çarşıya
satmak için götürdüğü şeyi, yan yolda ondan satın almamalıdır. Çünkü kişi
onu pazarda daha iyi paraya satabilir veya anbara koyarsa pahalılaşmasını
bekleyebilir. Her iki şekilde de zulüm mülahaza edilir.
19-
Kutu veya herhangi
bir kap içerisinde ağırlık hesabıyla satılan şeyleri, kutu veya kabın
ağırlığını düşüp net ağırlığıyla satmalıdır.
20-
Kişi alışveriş
yaptığı insanlara borç verip, ardmdan da verdiği borç para karşılığı kadar
sattığı maldan istememe Mir.
21-
Kişi fiyatını
bilmediği bir şeyi almamalıdır, bu şekilde yapılan bir ahş-veriş geçerli
değildir.
22-
İhtikârdan
(pahalaşması için malı bekletmek) kaçınmak gerekir. Çünkü;
“Mühtekirler, mel’undur” buyurulmuştur. Halkın ihtiyacı olduğu
şeyi pahallaşsın diye beklemek ve satmamak katiyen yasaktır.
23-
Satıcı aklı ermeyen
küçük çocuklara abur cubur satışı yapmaktan imtina etmelidir. Çünkü,
çocuklar anne ve babalarından izin almadan alış-veriş yapıyor olabilirler.
Çocuğun aldığı şey, çerez, sakız, oyuncak vs. gibi şeyler ise haramdır.
Çünkü velisi tarafından çocuğa böyle şeyleri almasına izin verilmemiştir. Fakat
çocuk bir evin zaruri ihtiyaçlarından birisini almak istiyorsa un, tuz, şeker,
sabun gibi. Bunu ona satmakta herhangi bir sakınca yoktur.
24-
Yaşadığı beldenin
ihtiyacı olan bir malı, başka bir beldede ihtiyaç olmamasına karşın daha çok
para verilmesi sebebiyle orada satmaktan çekinmelidir.
25-
Bir kişide mal cinsinden
alacağı olup, ona veresiye satmaktan kaçınmalıdır.
26-
Kilo, ölçü, tane ile
satılan şeylerde usulüne aykırı davranmamak. Bir şey kıymeti itibariyle
satmalıdır. Yani tartı ile olan şeyi ölçü ile satmak gibi, yahut ölçü ile borç
vermek gibi böyle yapmak haramdır.
Eğer misli olursa tartı ile satılır: Sabun, tuz ve yağ gibi. Eğer kiyami
olursa kilo ile satılır: Buğday, arpa ve hurma gibi. Eğer adedi olursa adet
ile satılır: Ceviz, limon ve yumurta gibi.
Bir şeyin kıyemi, misli veya adedi olduğu yine şer’i bilgilerle bilinir.
Şayet bir şeyin kıyemi, misli veya adedi olduğu şer’i şerif’te beyan edilmemiş
ise, o takdirde durum örf’e havale edilir:
Eğer kıymet ile satılmak mütearef ise kiyemidir, kilo ile satılmak
mütearef ise kilevidir, adet ile yani sayı ile satılmak mütearef ise adedidir
(sayısal)dır. Kavun, karpuz ve kabak gibi, bir belgede tartı ile satılırsa
veznidir, adet ile satılırsa adedidir. Kıymet ile satılırsa kıyamidir.
Misliyata gelince: Misliyattan olan bir şey yine kendi cinsinden bir şey
ile değişmek isteseler, buna yine alış veriş denilir. Mesela; bir batman yağı,
bir batman yağ ile. Bir ölçek buğdayı, bir ölçek buğday ile mübadele
edildiğinde, eğer her iki taraf (müsavi) eşit ise helâldir; bir tarafı fazla
diğer tarafı eksik ise, haramdır. Riba’dır. Ama cisminin hilafı olursa zarar
etmez caizdir. Beş okka sirke ile beş okka pekmezi mübadele etmek gibi...
Tartı ile satılan bir şeyi ölçü ile satmak haramdır. Pirinci ölçü ile
satmak ve yahut ölçü ile borç vermek caiz olmaz, tartmak lâzımdır.
Bir şeyin pazarlığın yapılıp icab ve kabul tamamlandıktan sonra, eğer o
şeyi kile ile satılan mal ise kileye vurmak, sayı ile satılan şeyi ise saymak,
tartılan ise tartmak gerekir. Bir pazarlığı müşterinin veye vekilinin
huzurunda tartılmış veya ölçülmüş ise tekrar gerekmez.
Pazarlıktan önce tartılmış ve ölçülmüş ise, tekrar tartmak veya ölçmek
yada saymak gerekir. Önceki tartma veya ölçme yada sayma yeterli olmaz.
Eğer alış-veriş götürü pazarlık ile yapılmış ise, bunda iki yön vardır:
1O şeyin miktarını ve kıymetini tayin etme. Mesela; ‘şu çuvaldaki pirinç
altmış okkadır sana yüzelli liraya sattım’ der. Bu şekildeki satış caizdir. 2»
Şu çuvalda altmış okka pirinç vardır, beher okkası üçer liradan yüz seksen
liraya sattım, demektir ki bu şekildeki satış, o pirinci tartmadıkça helâl
olmaz.
27-
Taşınabilir eşyaları
ele almadan önce satmamalıchr. Bir yerden bir yere nakledilebilen
eşyalardır bazı durumlarda almadan satış yapılmaması gerekir.
Ekmek ve sair yiyecek şeyleri ödünç vermekten kaçınmak gerekir. Bu
insanlar arasında çokça cereyan etmektedir. Bir adamın evinde ekmek veya tuz
bittiği zaman, gidip komşusundan karşılamaktadır. Sonra bilahere mislini iade
etmektedir. Bundaki hüküm şu: Eğer o aldığı ekmeğin tartısı malum ise caizdir,
eğer tartısı (gramajı) bilinmiyor da tahmin üzere ise caiz değildir. Çünkü
böyle tahmini alış veriş ribaya yol açar ki, günahının büyüklüğü "Çeşitli
meseleler" babında izah edilmiştir. Bu gibi şeyleri almak icab ettiği zaman,
kendine hibe ettirmek, teberru veya tasadduk ettirmek suretiyle vebalden
kurtulmak mümkündür. Sonra kendisi de aynı şeyleri ona tasadduk yada hibe
eder. Böylece ödeşmiş olurlar. Çünkü tartı ile satılanlar ölçerek satılması
gerekir.
Aynı cinsten olan şeyleri satarken yahut değiştirirken hem peşin yani,
al gülüm ver gülüm şeklinde, hem bir arada olurlarsa caizdir. Şayet veresiye
yada bir taraf fazla olursa haramdır. Mesela: Bir kimseden bir kilo buğday alıp
altı aydan sonra yine bir kilo buğday vermek yahut bir kilo buğday ile bir
buçuk kilo buğdayı peşin şekilde değişmek haramdır.
Para Bozdururken de
Ribadan Kaçınmak Gerekir.
Para bozdurmak, cinsleri aynı olanlarda nakden ve bir tarafta fazla
olmamak kaydı ile caizdir. Yüz lira bütün verip de yüz lira bozuk almak gibi.
Ama altın, gümüş gibi cinsleri başka ise, o zaman bir tarafta fazlalık
olmak caizdir. Her iki şekilde de alış verişin peşin yapılması gerekmektedir.
Sarraftan ufak para alıp sonra gümüş verirse yahut başka birini gönderip
bozdurursa caiz değildir. Eğer gönderdiği kimseyi kendisine vekil ise, caiz
olur.
Bakkal veya kasaptan bir şey alırken, gümüş veya altın verip üstünü almak
caiz değildir. Çünkü bunda iki türlü mübayaa vardır: Birisi önceki aldığı
nesnedir. İkincisi ise gümüş veya altını bozdurmasıdır. Bu iki çeşit
alış-veriş tek bir akit ile caiz olmaz. Onun için şöyle yapılmalıdır:
Önce gümüş veya altın parayı bozdurup eline aldıktan sonra aldığı şeyin
parasını öder. Aynı cinsten olan iki şeyi değişip, bir taraftan fazla para
almak gerektiğinde, o şeyin yanına aynı cinsten olmayan bir miktar tuz veya
yumurta gibi şeyleri katarak ve pazarlığın içine sokarak yapılırsa caiz olur.
Büluğ çağına ermemiş çocukların kazançlarından ve paralarından da
kaçınmak gerekir. Fakat ana ve babaları fakir ve çalışmaktan aciz olup zaruret
ve ihtiyaçlarını bertaraf edecek miktarı yemek caizdir. Hatta bir çocuk bir
havuzdan bir bardak su doldurup onu yine o havuza dökse, o havuzdan su içmek
haramdır. Yalnız sabinin velisine o havuzdan bir bardak su verip sabinin
hakkında veliyi razı ederse yahut o havuzun suyunu tamamen akıtırlarsa caiz
olur.
Çocuğa verilen hediyeyi yahut çalışmakla elde ettiği parayı yemek
haramdır. Hatta ana babasının ihtiyaçları yoksa, onlara da haramdır.
Mübah olan nesnelerden her ne olursa olsun, çocuğun getirdiğini yemek,
içmek, pişirmek, kullanmak haramdır. Yalnız o çocuğun velisinin izni ile
ücreti kesinleşmiş ve ödenmiş ise caiz ve helâldir. Aksi hâlde ücretsiz
herhangi bir çocuğu çalıştırmak haramdır.
Bir adam diğer bir adama 'Gel bugün bana, orak biç ben de. ileride sana
biçerim’ demesi ya da ‘Öküzlerini ver, çift süreyim, ileride ben de sana
öküzlerimi vereyim, çift sür’ demek suretiyle yapılan işler haramdır. İleride
olacak şeyler veresiyedir, ribadır, haramdır. Çünkü ileride ne olacağını kişi
kestiremez.
Soru: Zaruret olmadan tütün yemek caiz midir?
Cevap: Mekruhtur. Eğer tedavi için olursa caizdir.
Sora: Müslüman olan bir kişiye hangi lisanı öğretmek evlâdır?
Cevap: Arapçayı öğretmek evlâdır. Çünkü müminlerin emiri Hattab
oğlu Ömer (radıyallahu anh) şöyle demişti.:
ssArapçayı öğrenmeksiniz, Çünkü o mürüvvete delâlet eder,
muhabbeti artırın”
Soru: Erkekler için dokuması ipek olan gömleği giymekte bir beis
var mıdır?
Cevap: Vardır.
Sora: İbrişimden seccade üzerinde namaz kılmak ve ipekten mushaf
kabı kullanmada bir sakınca var mıdır?
Cevap: Yoktur.
Soru: Bal, zeytinyağı, yemek ve ekmek gibi şeyler necislendiğinde bir
çocuğa yahut eti yenen hayvanlara yedirmekte sakınca var mıdır?
Cevap: Caiz değildir.
Soru: Müslüman hanımlar Müslüman olmayan hanımlarla oturup kalkabilirler
mi?
Cevap: Onlar erkek gibidir.
Soru: Ahmet’le Hasan iddialı, bir oyun oynuyorlar. Hasan Ahmed’i
yeniyor ve onlar daha önce şart koştukları parayı alıyor. Şimdi Ahmed’in
Hasan’a verdiği parayı zorla alması caiz midir?
Cevap: Evet caizdir. Çünkü para karşılığında olan her oyun
kumardır, haramdır.
Soru: Hıristiyanların paskalyalarında bazı zenginlere yumurta ve
çörek hediye etmesinde sakınca var mıdır?
Cevap: Kalben onlara iştirak etmemek kaydı şartıyla sakınca
yoktur.
Soru: Müslümanların aleyhinde konuşmak haramdır. Acaba gayr’i
müslimlerin aleyhinde konuşmak da haram mıdır?
Cevap: Haramdır.
Soru: Cenaze teşyi’ ederken yüksek sesle Allah’ı zikretmek ve
Kur’ân okumakta sakınca var mıdır?
Cevap: Mekruhtdur.
Soru: Zeyd, Kur’ân-ı Azümüşşan’ı Fatiha suresi, Bakara suresinden,
Fil suresine yahut İhlâs suresine kadar okuduktan sonra ilerisini okuyup hatim
duâsını etmek için Amr’ı vekil edip yani Amr’a okutup duâ ettirmiş olsa şer’an
Zeyd Kur’ân-ı Azimüşşan’ı hatim etmiş olur mu?
Cevap: Olmaz.
Soru: Bu surette hazır olan cemaat Kur’ân hatm-i meclisinde
bulunanlara vaad edilen sevaba nail olmuş olur mu?
Cevap: Olmaz.
Soru: Namazın sonunda (Sübhaneke Rabbike Rabbil izzeti amma
yasifun) demek evlâ mıdır?
Cevap: (Sübhaneke Rabbina rabbil izzeti amma yesifun) demek
evlâdır.
İşte
bu kitabı Cenab-ı Hakk (celle celalühü)’ın lütfüyla bu cümleyle tamamladım. Ve
selamün alelmürselin. Velhamdülillahirabbil âlemin.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar