Hüsrev Hatemi...Love That Never Told Can Be...Ancak söylenmemiş aşklar aşktır
Yazan: Hüsrev Hatemi
"Ancak söylenmemiş aşklar aşktır" William
Blake'in bu mısraı ortaokulda iken bana çarptı. Rahmetli ağabeyim Dr. Nadir
Hatemi eve bir İngilizce öğretim dergisi getirmişti. 1950'li yılların özelliği
olarak oldukça mütevazı, fakat doğru dürüst basılmış bu derginin arka
sayfasında, çevirisi ile birlikte William Blake'in bir şiiri yer alıyordu. Üstad
Blake şöyle buyurmuştu:
Aşkını anlatmaya yeltenme sakın
Ancak söylenmemiş aşklar aşktır
Çünkü hafif rüzgârlar tatlı tatlı
Sessiz ve görülmez eserler
Anlattım sevdamı anlattım aşkımı
Bütün yüreğimi açtım ona
Üşüyüp titreyerek korkular içinde
Ah beni bırakıp da gitti.
Doğrusu bu şiir beni fena çarpmıştı. Çünkü 50'li yıllar idi.
13-14 yaşlarındaydım. Benim için aşk başka, erotizm başka şeylerdi. İlk
tanıdığım büyük şairlerden biri olan Fuzuli de, benzer şeyler söylüyordu. 50'li
yıllar idi. Hâlâ bazı anneanneler Kafdağında devlerin, cinlerin ve perilerin
yaşadığına samimiyetle inanıyorlardı. 19. yüzyılda gençliklerini yaşamış olan
Yahya Kemal, İbnülemin Mahmut Kemal, Hamdullah Suphi Tanrıöver hayatta idi.
Antony Eden şık ve uzun paltolu idi. Churchill hayatta, De Gauelle hayatta idi.
Oturduğumuz Feriköy semtinin Akın Sineması'na hâlâ 10 yıl
öncesinin Yusuf Vehbi, Tarzan vs. filimleri geliyordu.
İnsanlar romantizme eğilim gösterirlerdi. Özel araba çok
büyük bir lükstü. Gazozdan başka alkolsüz meşrubat bulunmazdı. Otomobil uçar
gider, talih bizden kaçar giderdi. İnsanlar bugüne göre öylesine çocuk ruhlu ve
saf idiler ki birgün Beyazıt-Süleymaniye arasında kurulmuş bir çadırda,
Şahmeran (Yılanlar Padişahı) gösterildiğini şaşırarak görmüştüm. Oldukça fazla
sayıda meraklı da, kişi başına 15 kuruş ödeyerek çadıra gidiyorlardı. Herhalde
şimdi böyle bir çadır sadece alay konusu olur.
İşte William Blake'in bu şiiri, böyle bir zamanda ve ilk
gençlik çağında olan bir genci çarpabilirdi. Radyolarda "açmam açamam
söyleyemem çünkü derinden, bir yaresi var ki kanıyor kalb üzerinden" şarkıları
duyuluyordu.
Aşk
herkese söylenmezdi. İçte tutulur, hatta bazan verem olunurdu. Trafik
polislerinin adı Seyrüsefer memuru idi. Seyrüsefer memurları, o zaman adları
"ecnebi seyyah" olan turistlere "sühûlet" gösterirlerdi.
Yıldızlı semalardaki haşmet ne güzel şeydi. Savcılar yeni
savcı olmuşlardı. Halkın bir kısmı hâlâ savcılara müddeiumumi derlerdi. Sorgu
hakimi "mustantik" idi.
"Ey mustantik, mustantik tabancanı ver bana, bir
hayırsız yâr için on yıl verdiler bana" şarkısı da biz yeni
yetişenlere başka türlü bir aşkın, kanlı ve belalı aşkların varlığı- 5 m
hissettirirdi. Fakat yine de ayırırdık iki türlü aşkı.
Sahaflar çarşısından İbnülemin geçerdi. Refi Cevad Ulunay,
akşam saatlerinde Kadıköy vapurlarında olurdu. Şiir Sultam Yahya Kemal
Parkotel'de mukim idi. Nâzım Hikmet, ses alçaltılarak anılırdı. 70'li yıllar
gelince Hüsrev Hatemi aşka şöyle seslenecekti.
Ey sevdâ yaşayamazsın,
Öl bari Al yanına aşkı, muhabbeti, yari
Git ölü sözcükler gömütlüğüne
Tabi 70'li yılların Hüsrev'ini 50'li yılların Hüsrev'i
tanımıyordu.
Söylenmeyen aşklar Divan edebiyatımızda da vardır. Fakat
aşkın gizli tutulamayacağından bir gün "şayi" olacağından korkulur.
Bu ne sırdır, râz-ı aşkın dimeden ben kimseye
Şehre düşmüş ben seni sevdim
deyu âvâzeler.
(Fuzuli)
Aşkın gizli kalmasını, söylenmemesini daha üstün daha değerli
saymak gibi bir görüş nereden kaynaklanır?
ILAHİ AŞK VE SESSİZLİK
İslam mutasavvıfları, ilahi aşkta gece kelebeğinin (pervane)
örnek alınmasını yeğlerler. Güle olan aşkını öterek feryad ederek anlatan
bülbül eleştirilir. Cumhuriyet devrine kadar edebiyat ve kültürümüze etki etmiş
olan Şirazlı Şeyh Sa'di bülbüle şöyle sesleniyor:
"Aşkı pervaneden öğren ey seher kuşu!
O biçare can verdi de, hiçbir ses duyulmadı.
Aşkta iddia sahibi olanlar, ne istediklerini bile
bilmiyorlar.
Aşka (Tanrı'ya) ulaşarak, ondan haber alan kişiden bir
daha biz hiçbir haber alamadık".
Böylece Blake'ten 6 yüzyıl kadar önce Sa'di de "Love
that never told can be" diyor.
Türk Divan şiirinde bu görüşün en güzel örneklerinden biri
"Cûylar kim vardılar deryaya hamûş oldular" Bu mısraında şair
"ırmaklar denize varınca susarlar, Tanrı'ya ulaşanların da artık bu sırrı
yaymamaları susmaları, ırmak gibi şarıldamayı bırakmaları gerekir.
Fakat dikkat edilirse, ilahi aşktaki sükût, sevilene
eriştikten sonra gelen sükûttur. Arkını hiçkimseye hatta sevgiliye de
söylememek derecesinde olan bir sessizlik demek değildir. İlahi (Tanrısal)
aşkta sevgiliye ulaşılınca neden sessiz kalınır? Çünkü ilahi gerçek dört
mertebede sıralanmıştır.
İbareler, şeriatin konusudur ve herkesin anlayacağı kural ve
sözlerdir. İşaretleri »tekinler anlar. İnce anlamlan (latifeler) tanrı dostları
anlar. Gerçeğin en üst mertebesini peygamberler kavrayabilir. Bu sebeple ince
anlamlan (letâif) anlayan tann dostları, bunları olur olmaz herkese
açmamalıdır. Açarlarsa ne olur? Şeyh Galip bizi uyarıyor. "Sonra Mansur
gibi çıkmak olur dare sakın" Yani Mansur gibi idam edilirsin sonra.
YERYÜZÜ AŞKLARINDA SÜKÛT
Blake'in bahsettiği aşk, ilahi aşk değil, yeryüzüne mahsus
aşktır. Bu aşkta neden sukû t edilir? Çünkü aşkın sıradanlaşmasından alışkanlık
halini almasından korkulur. Ahmet Haşim, aşk henüz iki tarafça imzalanmadan,
kanun kuvvetinde kararname halini olmadan, tasarıyı geri çekmeyi öneriyor.
Dönsek mi bu aşkın şafağından,
Gitsek mi ekaalim-i leyale
Bizden daha evvel erişenler
Ağlar bugün evvelki hayale
(Acaba bu aşkın şafağından geri dönerek gece iklimlerine mi
gitsek? Bizden daha önce aşk şafağına erişenler daha önceki düşlerine
ağlıyorlar şimdi). Başka bir şiirinde Ahmet Haşim biraz korkutucu davranır:
Boğdum sükun-i kahr ile aşk-ı muhalimin
Vahdet güzın-i kalbim olan yar-i lalini
Açmış o yerde kin-i beşer şâhbâlini
Bekler tulû-i nahsını şems-i mezâlimin ,
(Yüreğimde duyduğum derin yıkıntıyı, sükûnet ile örterek,
sonuca varması bir düş olan aşkımın, kalbimle tekleşmeyi (bütünleşmeyi) seçmiş
olan dilsiz sevgilisini boğdum. O yerde, insan kini kocaman kanadım açmış
olarak kötülükler gecesinin uğursuz doğuşunu beklemekteydi).
Bu dörtlüklerde Haşim, korkusunun ipuçlarını vermektedir
“İnsanlarda nasılsa ortaya çıkacak sevgisizlik ve nefret, aşkımızı karanlık bir
geceye çevirmeyi beklerken, ben henüz itiraf etmediğim ve henüz bendeki sevgi
ihtiyacından başka bir şey olmayan dilsiz sevgiliyi boğdum".
Bazan Haşim, Blake'ten fazla Blake'dir. Osmanlı Beylerinin
bir kısmı utandıkları için, çok Çelebi mizaçlı oldukları için, aşklarını
anlatmaya münasip bir fırsat ararken ömür gelip geçer. "Halimi
arzetmeye ol şûha bir dem bulmadım" bestesi bu Çelebi âşıkların hazin
öyküsüdür.
Bir kısmı bütün cesaretini toplayarak, sevgiliye aşkını
anlatmak için onun özel odasına girer, fakat onu da üzgün ve perişan görerek
kendi dertlerini unuturlar.
Hâbgâh-i yâre girdim arz için ahvâlimi
Bir perişan halini gördüm unuttum hâlimi
(Yare durumumu anlatmak için yattığı yere kadar girdimse
de onun perişan halini görerek kendi halimi unuttum)
Doğulu erkek eğer klasik edebiyat kültürü almışsa, aşktan
biraz korkar. Aşk önce, kolay görünür fakat sonra öyle müşküller belirir ki..
Hafız-ı Şirazi de bizi uyarıyor:
"Ki aşk âsân nümud evvel veli üftâd müşkilha"
(Aşk önce kolay göründü, fakat ardından öyle zorluklar
belirdi ki?)
Şairlerimizi aşklarını gizli tutmaya sevkeden sebeplerden
birisi de ağır başlı görünümünü kaybetmek, ele güne karşı gülünç olmaktır.
Yunus Emre diyor ki:
Derviş olan kişiler
Deli olağan olur
Aşk neydiğin bilmeyen
Ona gülegen olur
Gülme sakın sen ona
İyi değildir sana Kişi neye gülerse
Başka gelegan olur
Gülünç olma korkusunun türlerinden biri de aradaki yaş farkıdır.
Bunu anlatan besteleride vardır. Bu bestelerde boyun bükülerek "ah, daha
önceleri neredeydiniz?" diye sorulur.
"Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç"
denerek, Paris'te Son Tango tipi kederli bitecek maceralardan kaçılır.
Bir demir dağı delip boynuna almak gibidir.
Her kişi aşık olurdu eğer âsân olsa
(Bir demir dağı delip boynuna takmak gibi ağır yüktür aşk.
Eğer kolay olsaydı, herkes aşık olurdu) diyen şaire hak veriyorum.
Zaten dünyamızı şimdi çok kolay yaşanan bir bahçe gibi
görmeyelim. Şimdi de eski günler gibi "hatar"lar var. Kobe depremi
kutsal metinlerdeki sahneleri, Tokyo metrosu olayı Hasan Sabbah fedailerini,
çeşitli harpler Moğol ve Haçlı zulümlerini hatırlatmıyor mu? Şu halde aşktan
sözettik, hatarlara maruzuz. "Dua-yi hayr kılsın bize yaran" diyelim.
Hatar kelimesinde, basit bir tehlikeyi aşan ürpertici anlamlar yüklüdür. Bir
tarikat yoluna giren kişiyi Şeytan'ın ve yardımcılarının aldatmasına da
"hatar" denir. Müs- lümanlar Şeytan'dan pek o kadar korkmazlar. Fakat
Budizm ve Hıristiyan yolunu benimseyen toplumların edebiyatlarında bu tip
"hatar"lar önemli yer tutar. Yunus Emre
Gönül usanmadın sen bu seferden Çalab'ım saklasın seni hatardan
diyerek ilahi aşktaki hatarlardan sözediyor. Yeryüzü
aşklarında da "hatar" çoktur. Günümüz mizah yazar ve çizenleri en
büyük hatar olarak "kızın ağabeyi"ni görürler. Günümüzde aşk yolunun
en büyük hatarlarından birisi geçim zorluğudur. Aşkını itiraf etme eyleminin
arkasından evlenme teklifi ve bunun ardından ekonomik sorunlar gelir korkusuyla
birçok genç, aşkını gizleyebilir. Fakat bu sükût, Blake tipi bir sükût
değildir.
Blake tipinde bir sessizlik bilgeliktir. Cenevre
Üniversitesi profesörlerinden Monli't, Cezayir'de bir atasözü duyarak 1933'de
yayınlamış. "Ahmak kişinin yüreği ağzındadır. Bilge kişinin ise ağzı
yüreğindedir" Yani ahmak ne hissederse hemen söyler. Bilge İse yürek dili
konuşur. Ne dersiniz? Biz de derdimizi arzetmeden yüreğimizde mi tutun k? Yunus
Emre
Söylememek harcı söylemenin hasıdır.
Söylemeklik harcısı gönüllerin pasıdır.
diyerek Blake tipi davranış göstermemizi öneriyor. Fakat
söylemesek teselli bulacak mıyız? Tefekküre ve meditasyona vakit yok. Her gece
evlerin oturma odalarından, salonlarından Zap suyu gibi "zapping"
nehri geçiyor.
Atâ vü lütfü kerem sana kaldı
Sultanım Muradımız ne ise hâkipaye söylendi.
dersek, belki hem o dilrübâye
hâle münasip hikâyeyi anlatır, hem de Blake Çileciliğinden de fazla
uzaklaşmamış oluruz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar