KAHKAHALAR
Din
ve Don muhtekirlerine
İthaf edilmiştir !
MUSTAFA
HÜZNİ ULUĞ
KIZILKEÇİLİ
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
BAŞMÜTERCİMİ
EGE
MATBAASI
Ankara
1960
Kahkahalar,
hilkatin en esrârengiz iki büyük boyunduruğu olan “Şehvet” ve “Şerîat”a
koşulmuş beşer denen ilâhi bir öküzün, bir an için saman torbasından başını
kaldırıp, çiftin sâhibine bakması için bir üğendiredir !
Sopanın
nezâketle te’lifi, öküzün hazakatle te’lifi kadar zor olduğundan biraz
terbiyesiz bir terbiye kitabıdır !
Fakat
bir hiciv kitabı değildir! Zirâ hiçbir gerçek Müslüman, nefsinden gayriyi
hicvetmez.
Efendimizden
(Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem) başkalarının nâkiselerine dâir
“Kahkaha” sâdır olmamıştır.
İnsân,
bu dünyâda ne gülecek kadar nikbin, ne ağlayacak kadar bedbin, fakat sâdece
ibret alacak kadar Hakbîn (HAKK’ı gören) olmalıdır.
Netice
itibariyle Şeytan da amuda kalkmış RAHMÂN’dan başka bir şey değildir ve kaynağı
Rahmetle biridir ! Tıpkı göz yaşının gülerken ve ağlarken ayni gözden çıktığı
gibi...
Kahkahalar,
tasavvuf nüktelerini ve cemiyetin zaaflarını, bir mizah havası içinde
aksettiren basit bir fantezi dağarcığıdır ve “ALLAH, irşad etmek için bir
sivrisineği dahi misal vermekten sıkılmaz” âyetinden cesâret almaktadır.
Şehvet
ve şerîat boyunduruğu demiştim ;
Şerîat
: İnsânın aslıyla “Çiftleşmesi” ; tarîkat : insânın aslıyla “birleşmesi”dir !
Şehvet
: İnsânın fer’iyle çiftleşmesi, iffet : İnsânın fer’iyle birleşmesidir !
Birinci
hâller, “Şirk” ve “zinâ !” İkinci hâller, “terk” ve “fenâ”dır !
Bugünkü
yirminci asır insânlığı, büyük bir içtimaî buhran içindedir ve teşhir etmekten
zevk aldığı cinsiyet uzvunun ayıbını, Modern bir Âdem ve Havvâ gibi, tekniğin
incir yaprağı ile örtmeğe çalışmaktadır !
Bu
cinsi ve dini sapık en acı neşter darbesini “KIYÂMETNÂME” adlı şaheserimde
yiyecektir !
O
korkunç ameliyet gününe kadar bu kitap, “Âdemnâme”nin âsî ve “Hıçkırıklar”ın
mahzun havasından sonra sizler için bir teneffüstür.
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara – 1960
Âdem,
ALLAH’da görür sâde Cemâl !
Gözü
kör Îblis için ismi Celâl !
Kitabım
HAK yüzünün tanzîri,
Okuyan
nefsin eder istidlâl !
Ankara - 1960
Kendimi
ettim terennüm hep ilâhi tarzda ben :
Kâh
RAHMÂN kâk şeytandan göründüm arzda ben !
Ankara - 1960
Dedemden bir yaprak
Her
kızda olur bil ki yuva kurmak için his,
Eyleme sen pis !
Terk
etmez onu aldatarak mert delikanlı,
Elleri kanlı !
Namûs
denilen şey o senin milletinindir,
Sanma etindir !
Zevkinde
düşün milletini, etme hiyânet !
Soysuzalânet!
‘Âlî Feyzî KIZILKEÇİLİ’
İtimad
eyler vücûdum kuvvet-i bâzusuna,
Kudreti
kâfi değilken gönlümün arzûsuna !
Yol
değiştirmiş gider gözler ölüm uykusuna,
Can
da hâlâ meyleder dilberlerin keysûsuna...
İhtiyarlaşdıkça
cismim, gençleşir gönlüm ! Neden ?
Artıyor
genç duygular rûhumda, yıprandıkça ten !
Ayrıdır
mecrâları ah müstakil candan beden !
Şaştı
her bir ihtiyar bir ben değil hayret eden !
‘Âlî Feyzî KIZILKEÇİLİ’
Taklit
ettim dinimi, bana bir zevk vermedi !
Tahkikine
giriştim, hiç de aklım ermedi !
Bana
benliği veren eğer yardım etmezse,
Hüsrandır
âkıbetim ! Felâh bulmam ebedî !
Feyzî
Din
ayna gibi, pas getiren hâdiselerdir !
Tek
gâyesi çün tasfiye-i kâlb-i beşerdir !
Tevhîd-i
ibâdet ile namûs ve çalışmak,
Emrettiği
bil en kısa en doğru haberdir !
Feyzî
Duâ
fî’li olan yerde, çalışmak şart-ı âzamdır !
Senin
çiftinde sürmez HAK ! çalış hiç eyleme taksîr !
Talep
zâhir, kader bâtın ! Teşebbüs eyle zahiren,
Ne
ki mânada var meknûz, zevâhirden olur tenvir.
Feyzî
İkbâl
ile servet hevesi başa belâdır !
Az
çok bu maraz dense umumî de sezâdır !
Aheng-i
umumîyi bozan hep bu hevâdır !
Rahatsız
ölür rahat ararken ! Ne hatadır !
Feyzî
Bir
câhil adam serveti samanla alır nam !
Zilletle
yaşar âlim olan, hiç alamaz kâm !
Eşşekleredir
mevk-i ikbâl ile ikrâm !
Erbab-ı
liyakat kovulur ! Böyledir ahkâm !
Feyzî
Görmekte
o câni bile bak kendini haklı,
HAKK’ın
boya tezgâhı mıdır insânın aklı ?!
Feyzî
Âlemde
ölüm velvelesi dalgalanırken,
Hiç
ölmeyecek hissi gelir cümle gönülden !
-
Neden ?
‘Âlî Feyzî KIZILKEÇİLİ’
Bir
âlemdir şu âlem, ayar yoktur dozunda,
Fotoğrafta
her asker bir Napolyon pozunda !
Herşey kendine âşık !
Kokusundan
mest olmuş gezer tahta kurusu !
Pire
rekor peşinde ! Her varlığa doğrusu,
Biraz ALLAH bulaşık !
Topal
pistte nazlanır, bekler dansta israrlar !
Kambur
bir dam beğenmez ve kekeme tekrârlar,
“Çiçeron”un sözünü !
Yatalak
bir ihtiyar bekler bir genç her gece !
Frengili
öpüyor aynalarda gizlice,
İçi akmış gözünü !
Her
ressam bir Rafael ! Şâir mi ? Hügo kolda !
Eşek
Dekart’a kızar ! Köpek protokolda !
Kaftana güler gocuk !
Sıçanın
bıyıkları rahat vermez kediye !
Dağıtılmış
herkese “- Habîbim sensin !” Diye,
Birer dev MAVİ BONCUK !
Mavi
boncuk kâlblerde, beklenir vuslat günü ;
Herkes
birbirine sorar - ne zamandır düğünü ?
Kabire girer alay ...
“-
Bizi oynatma Ya RAB ! Kukla gibi, iplerle !
Üfürdüğün
rûhunu tamamla, gariplerle
Artık yeter bu alay !”
Uluğ,
Ankara - 21.07.1959
Sahte
hâkimler ile doktorlar yakalanmış,
Ellerine
düşüpte sağ kalan şükür ede !
Sahte
insânları da yakalamış olsalar,
Kaç
insân kalır idi acaba şu kürede ?!
Uluğ,
Ankara - 1960
-DİNİ-
Fransızca bir fantezim :
Le
fils d’un vieux Mufti, preparant sa leçon,
Demanda
a son pere, qui etait Edison ;
İl gronda : “- Un damme !
En
tout cas d’apres son titre excentrique
Et
laisse moi lire mon Coran, tourne le bouton electrique !
Le jour s’est deja fane.”
Par,
Uluğ
Ankara - 24.04.1960
Ödevinde
bir yere takılıp çocuk en son,
“-
Baba ! Dedi, Kur’anda yazar mı kim Edison ?
Hoca hiddetle doldu ;
“-
Bir gavur anma ! Dedi, câmiye gider ayak !
Hatim
indiriyorum, kalk elektriği yak !
Neredeyse akşam oldu !”
Uluğ,
Ankara - 24.04.1960
Ya
MUHAMMED ! Seni kim etmede gel bak temsil,
Hoca
mimberde kusar cehlini, serhoş gibidir !
Nice
mâsum fikrin bikrini zâil ediyor !
Kürsü
her an dolu, her an ise bomboş gibidir !
Uluğ,
Ankara
(Per
la sua visione di Maometto e di Âlî nell’inferno)
Soffrivi
per cosi dire di diarrea da bocca !
D’aver
mangiato Corano, gli occhi tutti chiusi !
Ma
ora il mondo dove avei visto il profeta,
Ti
ca... nella bocca oh... Senza persino dir “Scusi !”
Da
Uluğ
Napoli, 1956
(Hz.
MUHAMMED ve ÂLÎ’yi cehennemde gösterdiği için)
İshâl
olmuş gibiydin ağzından !
Hars-ı
İslâmı hazımsız yemeden !
Ahmed’i
gördüğün âlem şimdi,
Sı...yor
ağzına pardon demeden !
Napoli, 1956
İtalyanca bir fantezim :
Come
e possibile la nascita di Gesu
Senza
alcun padre, se non vergognosa ?
İn
riguardo a me e niente ! Guardi !
İo
sono un “padre” senza figlio ne sposa !
Da
Uluğ
Napoli, 1956
Babasız
doğdu denen rabbi için,
Papayı
bir gece çektim hesaba ;
Oda
bir şey mi ? dedi, bak bana halk,
P...lerimmiş
gibi der hepsi “Baba !”
Napoli, 1956
Fransızca bir şiirim :
L’Homme
est un vertebre
Qui brait !
Lorsqu
Eve lui montre dans sa paume,
Une pomme !
Le
Mariage est pudique ;
Qui dit que
Chaque
Co... est sacrement,
ment !
Le
vin c’est la grande joie
du bourgeois
Qui
ne connait que le goût
de l’egoût !
l’athe
est un genie
qui nie
Sa
tete par son cerveau
qui vaut !
le
Pape est le vestige
d’une tige
Dont
la racine suce le sang
İnnocent!
Le
monde est une ordure
qui dure
Aussi
longtemps qu’ adam
a des dents !
Dieu
est l’atout
du Tout
Qui
dit - Reste ! Au Rien
du vaurien !
Ankara, 1960
Par
Uluğ
Türkçesi
: (Serbest tercüme)
İnsân
; bağlı bir eşek,
Zincirini
kanırır !
Havvâ
memnû meyvayı,
Gösterdikçe
anırır !
Nikâh
: ALLAH indinde,
Meşrû,
mahrem bir alan ;
Kim
derse “her çiftleşme,
Kudsidir
:” bu bir yalan !
Şarap
: sâhte dervişin,
Sun’i
mîrâç eseri !
Yalnız
lâğım tadına,
Mahrem
ağzın kevseri !
Allahsız
: bir dâhidir !
Zekâsı
gelmez dile :
Başını
inkâr eder,
İçinde
beyni ile !
Papa
: Engizisyondan
Bekaya
kalmış “peder !”
“Evlâdım”
diye diye,
Halkı
ateşe yeder !
Dünyâ
: Kokmuş bir çöplük,
Görür
en pis işleri ;
Cennet
olur Âdemin,
Düşse
köpek dişleri !
ALLAH
: her kart elinde,
“As”
gözüken bir kozdur !
Rest
çeker kâinata !
Geriye
kalan tozdur !
Uluğ,
Ankara, 1960
Fransızca bir ihtarım :
LE
SATNT ESPRIT
Si
les Papes polyglottes savaient que le mot “sacre,”
Vient
de l’arabe “zek...” qui sigrifie juste la ver.. !
Ils
comprendraient sous quelle forme l’archange Gabriel apparût,
Au
moment de “sacrament” par devant la sainte-Vierge ...!
Par
Uluğ 1959
Türkçesi
:
Âlim
Papa bilseydi “sacre” (Kudsî) nin arapçadan,
“Zek...”den
geldiğini ! Demezdi cem küfürdü !
Artık
anlardı HAKK’ın lütûf ve emri ile,
Rûhül-
“Kudüs” meryeme ne sûretle üfürdü !
Uluğ,
Ankara, 1959
Mest
iken nefsime ikrâr verdim ;
Harama
uçkur çözmeyecektim ;
Gitgide
zorla hurufî oldum :
Ne
çekersem “Lâm elif’ten çektim !
-
Müslümansan dedi : “gel teslim ol !"
Ne
beniz kaldı yüzümde, ne de renk !
Bu
da yetmez gibi oldum orda,
Üstelik
kendime kendim pe... !
Aşk
hamamdır şu cenâbet âna,
Gusül
aptesti al ! Ol Mevlâna !
Ten
denen peştamalın sırtta iken,
Tellâk
ol Şemsde yanan külhana !
Uluğ,
Ankara, 1957
“Onların namazları el ayak patırtısı,
duâları ıslık sesinden ibârettir !”
Kur’anı Kerim
Gel
hocam kur’ana bir dikkat eyle !
Secde
Âdeme mi türâba mıdır ?
Zemzemle
ağzını yıka da söyle,
Haram
fesâda mı şaraba mıdır ?
“Eşhedü”
diyorsun, neye şâhitsin ?
Seyyar
bir mezarsın ! Şirkte vâhitsin !
Kıblen
taş kaldıkça sanma zâhitsin,
İkrâr
cemâle mi, nikâba mıdır ?
Yerde
sürü varken gökten koç inmez !
Ahmet
gibi nebî “Burak”a binmez !
Cennette
Havvâyla bil, buğday yenmez !
Îman
iz’ana mı zehâba mıdır ?
Kâbe
meçhulünken, haccın boş emek !
Yerde
rızık varken iner mi yemek ?
ALLAH
her yerdeyse Mîrâç ne demek ?
“Belî”
meşhuda mı gıyâba mıdır ?
“Mızraklı
İlmihâl” götürmez aşka !
“HANİF
DİN” başkadır, Hanefî başka !
Âzamı
bırak da imam bul keşke,
Rağbet
esasa mı lâkaba mıdır ?
Bıyık
sakal koyup, saçlar yolunmaz !
Bir
sarık dürmekle bu yol bulunmaz !
Garaja
girmekle kamyon olunmaz,
Sefer
gerçeğe mi seraba mıdır ?
Kurbanda
kolunu küpe daldırma !
“Kabiltü”
diyerek leşe saldırma !
Duâda
elini göğe kaldırma !
Teveccüh
HAKK’a mı sehaba mıdır ?
Sır
kâtibi olmaz bir Mûaviye !
Akrebin
yavrusu akreptir, niye ?
Peygambere
yakın bulundu diye,
Eşek
de hâşâ, sahâbe midir ?
Uluğ,
Ankara, 1957
Müftü
- Kur’an ile uğraşma günah !
Dedi
: - Zîrâ arabî meçhûlün !
Gözyaşım
verdi cevap kendisine :
“Bir
araptı o Yezid nam mel’un !”
Uluğ,
Ankara, 1957
Makiyaj
şanını tebdil edemez bednâmın !
Bir
ufak nal sesi kâfi hüviyet izhara !
Ahırın
yüz karası, mescide olmuşta imam !
Kur’anı
arpa görüp hep atagelmiş nâra !
Uluğ,
Ankara, 1957
Beş
vakit dışta bir ALLAH’a tapıp,
Şirk’e
âlet oluyor ehl-i namaz !
“-
Tanrıdan gayriye etmem secde !”
Diyen
İblisten o ibret almaz !
Doktorun
şahsiyetinden sana ne ?
Bul
ilâç arzda yatan bîmâra !
Kışın
evsiz kalır elbet,yaz iken,
Bakan
îmara değil, Mîmara !
Yere
doğdun diye çıplak a böcek !
Neye
pis maddeyi kıldın sen ipek !
Koza
kabrin idi kıblen yaptın !
Öze
tapsaydın olurdun kelebek !
Şu
donuk satha düşen gölgende,
RABB’i
bîhûde taharrî etme !
Sönmeden
şems-i şuur nefsinde,
Kendini
bil de bakar kör gitme !
Uluğ,
Ankara, 1957
Eğer
irâde-i külliyenin zebûnu isem,
Nedir
günah diye ayyuka yükselen şu avaz ?
Bu
sahnede ikimizden birisi çok mutlak !
Hayır
! Hayır ! İki cambaz bir ipte oynayamaz !
Uluğ,
İstanbul, 1951
Ezelde
adım senden, Ebette adım sana,
Hâli
düşünüverdim, demek ki Benden Bana !
Uluğ,
İstanbul, 1951
Mevsimi
nefsine râm etmiş olan ağaçım !
Yeşeren
yaprağımı solduramaz bin bir kış !
Çiçeğim
dalda durur, köklese rüzgâr güneşi !
Kökümü
sökmeğe kâfi egoist bir alkış !
Uluğ,
Ankara, 1956
ALLAH
dedi - Al “Sûr”umu üfle !
Mevtâyı
dirilt ! Sehoşu aydır !
Öpmez
mi MUHAMMED dudağımdan !
İsmim
ULU, cismim ise “Nay”dır !
Uluğ,
Ankara, 1956
Sn. Doç. Dr. Bedri Noyan’a
“Beli”
boş söz değil, bir pazarlıktır ;
Varlığından
geçip, üryan olmalı !
Dünyâ
düğün değil, bir mezarlıktır !
Handan
değil, dâim giryan olmalı !
Cehennem
cehlindir ! Kibirse dibi !
Cennet
mürşit kâlbi, kevserse lebi !
İnsân
yedi katlı bir bohça gibi,
O
kalın bohçadan soyan olmalı !
Önce
boşalmadan zâhit, dolunmaz !
Kesir
atılmadan, vahit bulunmaz !
Şehid
olunmadan şâhit olunmaz !
Saçılacak
kızıl boyan olmalı !
Mevhum
ALLAH’ını meşhutla boğup,
Ehadla
ölerek, vâhidle doğup,
İkilik
şeytanın birlikte kovup,
Âdemveş
secdeye şayan olmalı !
Mahlûkun
rabbisin, hâlikin kulu ;
Cihan
dikenliktir, sen ise gülü ;
İnsân
veçhullahın nûrdan tülü ;
O
tülü açmayan hayvân olmalı !
Kamet,
rükû, secde, bak Elif, Dal, Mim ;
Kâbe
şekli mik’ap, bir srr-ı azim ;
Mîrâçta
görünen “Şâb-ı Emred” kim ?
Sûr
çalındı lâkin duyan olmalı !
Abdest
suyla olsa, ördek nâcîdir !
Kâbe
zemzem buysa, leylek hacıdır !
İslâm
bu ümmetin kaçta kaçıdır ?
MUHAMMED
ÂLÎ’den mayan olmalı !
Esfel
ve âlânın enmûzecisin !
Kâinat
tortudur, sen süzgecisin !
Nerdeydin
? Nereye ? Şimdi necisin ?
Bundan
gaflet için nisyan olmalı !
Huzurda
evvelsin, zuhurda âhir !
ALLAH’da
batınsın, insânda zâhir !
Benlik
dâvasını kılarsın kahir,
Nefsin
şeytan ! Filin isyan olmalı !
Semâda
nûr idik, arzda zulmetsiz !
Önce
melek iken, şimdi ümmetsiz !
FÂTMA,
HASAN, HÜSEYN, ÂLÎ, AHMET’siz,
Dünyâdan
kâm alan Süfyan olmalı !
Zelîha,
Yûsuf’a ne dem çatıldı ?
İbrahim
ateşe ne dem atıldı ?
Hüseyn
o kervana ne dem katıldı ?
İdrak
için aşkta puğyan olmalı !
Ne
doğum mebde’dir ! Ne ölüm mead !
Ne
cehennem zulüm ! Ne cennet murad !
Bir
devr-i kemâl ki miftahı “Biad”
Biadda
Uluğ sır ayân olmalı... !
Uluğ,
Ankara, 1955
‘Âdemnâme adlı hediye kitabıma
Cevap vermeyen bir dosta
Aradığın
HAK’mıdır ? Yoksa kuru bir ün mü ?
Bekir,
Ömer ve Osman “Hel’etâ”dan üstün mü ?
Hediyeye
teşekkür eder her ehl-i sünnet,
“Üç”e
yaranmak için bir ALLAH’a küstün mü ?
Uluğ,
Ankara, 1960
Bir
teşekkür çok mudur dîvançeme ?
Biz
biraz âdap bilen bir insânız ;
Doktor
olmuşsun, muallim hem edip,
Fazla
kaçmaz az müeddep olsanız !
Uluğ,
Ankara, 1960
Kendimi
bildiğim andan bu yana,
Paradoksal
adam dendi bana !
Ağlarım
doğmuşa dâim gülene !
Gülerim
ölmüşe hep ağlayana !
Uluğ,
Ankara, 1960
Doğum
: şu arşa çıkan köprünün o ilk ayağı !
Hayât
: O köprüde seçmek ya sol yanı ya sağı !
Ölüm
: Balıklar için yerde son uyanma ağı !
Mezar
: Ya HAK ile zifaf, ya bir çiyan yatağı !
Uluğ,
Ankara, 1954
Kimi
ateşe tapar, kimisi de dumana !
Yunus
neden oduncu ? Anlayan öyle az ki !
Ne
mecûsi, ne yezid ! Hâlis Kızılbaşım ben :
Kömürün
kara yüzü yanmadan kızarmaz ki !
“İnsân
ve Kur’an ikizdir”
Hazret-i MUHAMMED
Salla’llâhu aleyhi ve sellem
Ben
senin ilâhını,
Cüzdanımda
taşırım !
Duymam
sun’i ahını,
Hep
k...mı kaşırım !
Dudağımdan
düşmez hiç,
İsmi
bir haram gibi !
Çek
babam çek ! İçte iç !
Benim
sigaram gibi !
Sen
zikirde emekle,
Ben
tüteyim arkadaş !
Berber
! Berber ! Demekle,
Sakal
olur mu traş ?
Tütünü
Kur’ana sar,
Dumanı
değişir mi ?
Kürkü
vermekle sansar,
İnsâna
erişir mi ?!
Semere
vermez sonu,
Kur’an
değildir lâfız !
Plâğa
çeksen onu,
Plâk
olur mu hâfız ?!
Ezberinde
tutmakla,
Boğdun
müfekkireyi !
Reçeteyi
yutmakla,
Hasta
olur mu iyi ?!
Nidâ
uzak içindir,
Kime
ünlersin kuzum ?
HAK
ne arap, ne çindir,
Arapçaya
yok lüzum !
Kur’an
çevrilmez diye,
Zırladın
da zırladın !
Kur’an
gökten hediye,
Sen
yerden mi fırladın ?!
O
ALLAH kelâmı da,
Sen
şeytan sözü müsün ?!
O
RAHMÂN selâmı da,
Sen
Deccal gözü müsün ?
Onun
yeri duvar da,
Senin
yerin salaş mı ?!
Kur’anda
esrâr var da,
Sen
de afyon haşhaş mı ?
Kur’an
insân ikizdir,
Vahiy
gelmez köpeğe !
Sende
rüyet dikizdir,
Mürekkepli
göbeğe !
Dersin
inmedi peşin,
O
peyderpey, mevzundur,
Senin
Arz’a inişin,
O
kitaptan uzundur !
O
seninçin okunur,
Sen
Elestin vâdisin !
Bir
çöle indi o nûr,
Çölden
de mi âdisin !
Yarılıp
çıkardı su,
Kaya,
Musa elinde !
Sen
hâlâ din tortusu,
İbrik,
tespih belinde !
Şeytanlar
kaldı âciz,
Günahı
zorlamandan !
Semalar
oldu tâciz,
Yerdeki
horlamandan !
Şemsi
gökten alsam da,
Sana
sarsam yanmazsın !
Davul
zurna çalsam da,
Vallahi
uyanmazsın !
Bekle
ki boru çalsın,
Kulağına
İsrâfil !
Haşrin
bugüne kalsın,
Uyansana
be gâfil !
Asıl
Kur’an insândır !
Arştan
düşmüştür yere !
İlâhi
bir korsandır !
Almıştır
yara bere !
Düşerken
bu ovaya !
Kırılmış
kanatları !
Uçan
dönmüş yuvaya,
Sürünür
inatları !
Cebrail
saklı tende,
Vahyin
yok intihası !
Kâfir
sûresi sende,
Bendedir
Fâtihası !
“Kâfir”
örten demektir,
Örtünü
çıkar da kalk !
Nefsini
eyle tektir,
Nefsi
tekrâr eyle halk !
Fâtiha
açmak demek,
Cemâldeki
nikâbı !
Yâni
yıkamak gerek,
Yüzündeki
çirkâbı !
İslâm
şartı beş deyip,
Diğerlerini
saymazsın,
Her
bir herzeyi yiyip,
Gafletinden
aymazsın !
Din
ne Haç, ne tekbirdir !
Böyle
olmaz İslâmlık !
İslâmın
şartı birdir :
O
da yalnız insânlık !
Uluğ,
Ankara, 1958
Şarkta
askerliğimi yaparken bir arap kızı bana âşık olmuştu ; Karikatürlük annesi
gavurca konuştuğum ve şiir düdüğüm için kâfir olduğuma kızını döve döve iknâ
edip beni cemiyete yeniden kazandırmıştı !
Tercümanmış
! Diye beni küçümser,
Huzuruna
tercümala verılır !
Şivesini
tutup vursan başına,
Ya
o başı, ya şivesi yarılır !
Damat,
demiş yanıma yakışmalı,
Endamını
deve görse irkilir !
Evindeki
ayna dedi - Bir çuval,
Sabah
akşam şu karşımda silkinir !
Korselidir
! Deyip artsit beğenmez,
Beli
yoktur, kuşak takar, remîzdir !
İdâdiyi
bitirmiştir yalınız,
İdâmını
yazıp versen, mümzîdir !
Hıyar
versen, eğri diye reddeder !
Yoğurt
döksen olur bir lenger cacık !
Vücut
diye bir “Majüskül O” alıp,
Koy
üstüne bir minüskül noktacık !
“Görülmemiş
servetim var” der benim,
Hakîkaten,
onu görmüş çıkmadı !
Çiftliğinde
kuzu yerken, sâhibi,
Yabancıyım
diye hapse tıkmadı !
“Damat,
demiş, ağır başlı olmalı”
Çingenede
yoktur hani edâsı !
Yürüyorken
çalım ile çarşıda,
Kıçı
çizer yüz ortoğraf hatâsı !
“Hayâl
sevmem ! Bir şâire kız vermem !
Aç
geberir !” Demiş, eşi bacısı !
Sen
de hakikatsın ama hakikat,
Hakikatın
hakikaten acısı !
Sanki
kendin değil misin bir şâir ?
Kültürün
yok, resmen mezun değilsin !
ALLAH
seni zâten “serbest” yaratmış !
Veznin
de var hem de mevzun değilsin !
“Ah
dağ gibi kocam öldü” diyorsun,
Sen
de dağsın, enindedir irtifa !
Tek
budunu çift kağnıya yüklesem,
Öküzlükten
öküz eder istifa !
O
ağzını hokka gibi demişsin,
Kullanırdı
öksürüyorken peder !
Dilin
siyah dişlerinin ardında,
Parmaklıkta
bir mücrimi resmeder !
Asil
miyim ? Diye beni sormuşsun,
Âdem
baba, Havvâ ana remîzdir ?
“Benim
kâlbim altın gibi !” Diyorsun,
Affedersin
! Benim altım temizdir !
Sözü
kestin, boynum kesildi sandım !
Nazmı
bile bak Uluğun ne hâlde !
Dersin
: - Oğlum ! Kıyalım mı nikâhı ?
Bana
kıyma ! Ne kıyarsan kıy valde !!!
Uluğ,
ERZURUM, 16.03.1951
İlk
akil bâğlik olunca - Bak ! Dedi amcam bana,
Ellerin
dursun rahat ! HAKK’ın helâl ikrâmı çok !
Yaş
otuz ! Rûhumdan anlar bir hanım olmaz nasip !
Sui
- istimâli geçtik, hüsn-ü istimâl de yok !
Uluğ,
Ankara, 1958
Bir
kızın cevabı
:
Kimsiniz
bilmem ! Fakat pek haklıdır amcan senin !
Çatlamaz
bir tek el oğlum ! Birden ancak bir çıkar !
Ben
sana bir halka taksam zor çekersin kendini !
Bir
“küçük Hüznî” dilersen, “Mehlikan” hâlâ bekâr !
Uluğ,
Ankara, 1958
Görmeden
ALLAH’a hattâ tâlib olmak bir zînâ !
Halkanın
zımmında idam eylemek derkâr mıdır ?
Bir
“Büyük Hüznî” dahî âlemde bir sıklet iken,
Bir
“Küçük Hüznî” kazandırmak ta bilmem kâr mıdır ?!
Uluğ,
Ankara, 1958
(Âşık tarzında)
Dedi
: Bakışların kandırır gibi !
Dedim
: Atar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedi
: Kocam seni andırır gibi !
Dedim
: Tatar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim : Sen kimsin kız ? Dedi : Çift kanım !
Dedim : Yâni ? Dedi : Karmen, Yunanım !
Dedim : Bir Türk ırkı ? Dedi : Noksanım !
Dedim : Katar
mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim
: Bu gülüş ne ? Dedi : Şenimdir !
Dedim
: Bu buhurdan ? Dedi : Tenimdir !
Dedim
: Kocan nasıl ? Dedi : Benimdir !
Dedim
: Atar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim : Âşık olsan ? Dedi : Anlamam !
Dedim : Âşık olsam ? Dedi : Dinlemem !
Dedim : Çekip
vursam ? Dedi : İnlemem !
Dedim : Yutar
mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim
: Deli olsam ? Dedi : Bağlarım !
Dedim
: Yara alsam ? Dedi : Dağlarım !
Dedim
: Kaçıp gitsem ? Dedi : Ağlarım !
Dedim
: Tutar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim : İçki yok mu ? Dedi : Yedeğim !
Dedim : Kadeh yok mu ? Dedi : Göbeğim !
Dedim : Sonu n’olur ? Dedi : Bebeğim !
Dedim : Çatar mısın ? Söyledi : Çok ! Çok !
Dedim
: Serhoş oldum ! Dedi : Sözümden !
Dedim
: Bir hoş oldum ! Dedi : Gözümden !
Dedim
: Güneş çarptı ! Dedi : Yüzümden !
Dedim
: Batar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim : Filân kimdir ? Dedi : Paralım !
Dedim : Kocan kimdir ? Dedi : Sevdâlım !
Dedim : Hocan Uluğ ? Dedi : Belâlım !
Dedim : satar mısın ? Söyledi : Yok ! Yok !
Dedim
: İsmin nedir ? Dedi ki : Veldâ !
Dedim
: Çektiğimiz ? Dedi ki : Sevdâ !
Dedim
: Vuslat günü ? Dedi ki : Ferdâ !
Dedim
: Yatar mısın ? Söyledi : Tok ! Tok !
Uluğ,
Ankara, 1957
Aruzla
Fransızca bir fantezim :
Tout
en baisant tu me mords et tu changes toujours de couleur !
Le
thermometre de ton coeur est-il soumis a de l’air ?
Je
t’aime dis-je, tu te faches ! Je m’en vais dis-je tu pleures !
Que
faire ma belle “Gaby” enfin au monde pour te plaire ?!
Par
Uluğ
Paris, 1956
Türkçesi
:
Öper
iken ısırırsın ! Çözünce bağlarsın !
O
kâlbin ibresi tâbî havâiyata ! Niçin ?
Canım
deyince kızarsın ! Kaçarsam ağlarsın !
Ne
yapmam arzu olur söyle kız yaranmam için ?
Paris, 1956
Since
my lips cannot whisper,
My
feelings now in your ear ;
Let
my light shine in your heart !
And
my shadow lie down here !
By Uluğ
Türkçesi
:
MISS
GABY’YE
(Resmimin
arkasına)
Mademki
dudaklarım artık hissiyatımı,
Fısıldayamaz
sana, o gönlünü kazansın ;
Bırak
kâlbimin nûru parıldasın kâlbinde !
Şu
zavallı gölgem de şuracıkta uzansın !
Bruxelles, 1956
(Bir
hanıma tasavvufî fantezi)
Aşkım
eritir cismimi örtülmese külle !
Bülbül
seni görseydi sevişmezdi o gülle !
Bir
gün şu cihan sarsılarak, “Ay” tutulursa,
Anlar
bir Uluğ şemse atılmış “Karagülle !”
Uluğ,
Ankara - 1956
Çamlıca
sırtlarının en güzel kızı idin,
Her
bir delikanlının rüyâ sakızı idin !
Rüzgâr
saçına değse, irkilerek kaçardı !
Seni
banyoda görse, kaymak dâva açardı !
O
dimdik göğüslerin turunçtan iri idi !
Yürürken
titreyişi pelteden diri idi !
Kalçana
dar gelirken etek denen kundağın,
Kiraza
rest çekerdi o kızarmış dudağın !
Her
akşam ben yolunu beklerdim penceremde,
Ne
yemekler yanmıştı o bekâr tenceremde !
Pişirirdi
gönlümü gözlerinin buhûru...
Sana
oruç tutarken unuturdun sahuru !
Çorabının
lâstiği bol gelirdi beline !
Bakardım
hep iç çekip o yüzüksüz eline...
Aşkım
gelirken her gün ceple gırtlak gırtlağa,
Parayı
basıp seni aldı bir hacı ağa !
Ben
o geceden sonra her gün sararıp soldum ;
Hesap
yapmayım diye takvime düşman oldum !
Kimi
sevsem, hep soğuk bir şey girer araya !
Lânet
olsun bin kere şu vicdânsız paraya !
Biliyorsun
aşkımın ben borcunu ödedim :
Nikâha
on gün kala “- Kız gel bana kaç !” Dedim.
İstemiştim
olasın çocuklarıma ana,
Sattın
yazık kâlbimi beş paralık cüzdana !
Parkta
annenden gizli biz az mı bakışmıştık ?
Otobüste
yanyana ne kadar yakışmıştık !
Giriyorsun
her gece boş bir koyuna erken !
Anıyor
musun beni ara sıra inlerken ?
İnanmam
hiçbir kızın artık asil rengine ;
Tevekkeli
denmemiş herkes dengi dengine !
İsmini
söylemeyim, belki bir kurt işitir !
Yalnız
bil ki “Merâl”in, Keçi süt kardeşidir !
Uluğ,
İstanbul- 12.02.1949
Senin
güzel gördüğün kızları, ALLAH dahî
Güzel
görse, eş diye eşşeklere vermezdi !
Züleyhanın
koynuna zindanı tercih eden,
O
Yûsuf olmasaydı, aşka aklım ermezdi !
Uluğ,
BURSA - 1960
Yakıyorken
bizi her an ateşi,
Pişmiyor
kendisi hiç ! Sâde kabuk !
Bir
anahtar gibidir bil ki kadın,
Burnu
boş şeyde ve dönmekte çabuk !
Uluğ,
Ankara - 1955
En
sevdiğim üç şey : Su, kadın, bir de ışıktır ;
Bunlar
gece zîrâ daha mânâlı ve şıktır !
Uluğ,
Ankara - 1955
Belki
benden daha kıymetlisine,
Kızı
vermek sana evlâ görünür ;
Kıymetin
ölçüsü çün indîdir,
Eşeğe
arpası Mevlâ görünür !
Kelbe
b..., Âdeme HAK neş’e verir !
fstidâda
göre zâhir yezdan !
“Sûr”u
hep aynı nefes üfler iken,
Kâh
anırmak duyulur, kâh Kur’an !
Uluğ,
İstanbul- 1950
Üstü
şık, ismi uzun, cismi semiz,
Nice
âdem tanırım boş, zevzek !
Kenefe
mahya donatmış gibidir,
Jelâtin
zarfa konulmuş o tezek !
Uluğ, 1950
“Meşhur
köfteci” - İyi ! “meşhur dönerci” - âlâ !
“Meşhur
dansöz” - Bravo ! “Meşhur sünnetçi” - flim !
Sağıma
baktım meşhur ! Soluma baktım meşhur !
Dedim
elhamdülillâh henüz meşhur değilim !
Uluğ,1960
Anla
artık hâl-u tavrımdan da bey söndür şunu !
fnsâna
(insânsa) sinyal, gözle bir îkazladır !
-
Ç... müdür hiç düşmez ağzından ! Desem kızlar duyar !
G...
kadar dolmuşta burnundan os... mak fazladır !
Uluğ, 1960
Cinsiyet
farkı ise fahrimize sâde mehenk,
Kadın
üstün ! Ona erkek olamaz hattâ denk :
Onların
Meryemi varken bakınız bir de bize,
Anasız
var mı çocuk yapmış olan bir pe... !
Uluğ,
Ankara - 1960
Ben
bu loş meyhaneye öyle serhoş doğdum ki,
Kıyâmet
bile kopsa, - Nâramdır ! Deyip aymam !
Dünyâdaki
her kızla haşre kadar yatsam da,
Dünyâda
ben kendimi vallah evlenmiş saymam !
Uluğ
Ankara, 1960
Gazeteci
peşlerini bırakmaz,
Kısır
kısrak mı yok başka ahırda !
Aygır
memnun hayâtından, kişniyor !
Bir
hâranın sâhibesi kahırda !
Yarış
bitti... çifte attı beriki :
Bağdaşamazmış
dini dini ile !
Öyle
İncil müsveddesine şâhım,
Bu
kadarcık düzme Mushaf çok bile !
Uluğ,
ANKARA – 1958
Çapkın
olan erkeğin bikri zannetme solmaz !
Oropunun
dişisi erkeği bil ki olmaz !
Yarın
HAK huzuruna, kuşağı kan içinde,
Döl
koka koka çıkan asla şefaat bulmaz !
Uluğ,
ANKARA – 1958
Bir
çöpçünün karısı “beşiz” doğurmuş idi ;
Acı
acı beşiğe bakıp zavallı peder,
-
Ya RAB ! Dedi, ömründe hiç mektep görmedin mi ?
Ben
bile biliyorum bir kere bir, bir eder !
Toplama
yaptın desem yine üç artıyor !
Sen
nasıl ALLAH oldun ? ne günlere kaldık, hey !
Şahlara
şapur şupur ! Bize evlâda şükür !
Üç
değil, dört de değil ! Tam beş ! İnsaf Hâkim bey !
Uluğ,
ANKARA -1958
Çarşıda,
tiyatroda, vapurda, otobüste,
Poz veririm, pür kurum !
Bir
dilber iki defa bana baksa üstüste,
Hemen gevşer uçkurum !
Şâirlikten
mi nedir ? Güzele zaaf fazla,
Hayâlle geçer ömrüm,
Herkes
bir kürkle yatar ve ben kuru ayazla !
Teyemmüm de teyemmüm !
Bazan
gökten bir hûri çırılçıplak kaçarak,
Der - “sar beni bekârım !”
Kemâl-i
ihtiyatla tek gözümü açarak,
Yatağıma bakarım !
“-Demek
rüyâ !” Diyerek hemen kaparım gözü,
derim - “Affedin Madam !”
“Sizi
biraz beklettim!” O anda keser sözü,
Ayı gibi bir adam !
“-
Aman dostlar yetişin ! Gider elden erkeklik !
Ters bozuluyor perhiz !
Güvey
olalım derken sarıp bir güzel keklik !”
“Gelin oluyoruz biz !”
Gelinsin,
yok güveysin, derken sırt gelir yere !
- Eyvah ! Derim, olduk “tuş !”
Birden
açarım gözü, düşmüşüm bir mindere !
Kalkıp yaparım bir duş !
Yeniden
uyuyamam, korku dağları bekler !
Bu nâmus meselesi !
Olur
lâmbama çarpan o dişi kelebekler,
Bir ilham vesilesi !
Derhal
tahrik olarak, şevkle nazma dökerim,
“Cina”nın dik göğsünü !
Ve
o titreyen beyti kâğıdından sökerim,
Dövüp hayâl örsünü !
Böyle
nice güllerle doludur yazı masam !
Mücessemdir satırlar !
Onlarla
ne yaparım, burada anlatırsam,
Kitabı toplatırlar !
Uluğ,
Ankara - 22.01.1960
Saçları
ensesinde,
Mambo
kokar sesinde !
Yürüyor
yengeç gibi,
Yaparak
bir roknrol ;
Basışından
anladım,
Görmemiş
hiç karakol !
Kısa
pantollu bir genç,
En
fazla yirmilik bir tip o,
Ağzında
bir pipo iğrenç !
Elde
ciltli bir defter,
Altını
imzalamış Lefter !
“Şâir-i
âzam Hilmiye” diye,
Belli
ki kıymetli !
Üstatta
bir ense var,
Kalçamdan
etli !
Dedim
: “bir şiir lûtfet şevketli !”
Bendeniz
Uluğ, Âdemnâme yazarı ;
Ha
! dedi, şu bit pazarı !
Birden
bana arkasını döndü, kemâl-i san’at ile işedi !
Dedi
- İster misin söyleyim sana realist bir güzelleme ?
Baktım
elindeki mürekkep hokkası gibi bir şeydi !
Aman
! Dedim şimdilik bu nev’i elleme !
Şöyle
daha az teknik bir şey olsun !
Anladım,
sen ilhamdan yana bolsun !
Başını
sallayıp dedi : “Bu sadece bir üvertür !
İzahlı,
açık, serbest, hülâsa modern bir tür !
Eski
şiir kapalı, sun’i bir klişeydi !
Boş
ve basit bir şeydi !
Basma
kalıp bir yoldu !
Allahtan
devrim oldu !”
Birden
durdu,
Göğsüme
vurdu ;
Dedi
: “Sende de iş var küçük ! Yalnız değiştir adı !”
Bana
“Şâir” diyecek diye ödüm patladı !
Derhal
bir kibrit çaktı, güneşe baktı !
Fezâyı
dinledi :
Dinle
! Deyip, inledi :
“Bugün
hava ne kadar rutûbetli !
Sular
bile sırnaşık ! Islak ıslak değil mi ?
Şaşmaz
efendim !
Fizik
ilmi !”
Dedim
: “Bu sözlerin içine şiir dahil mi ? Hilmi !”
Evet
! Dedi tevâzu ile,
Yağmur
damlamağa başlamıştı,
Yeniden
geldi dile :
“Fazla
hassasmış bulut ! Çabuk bul bir şemsiye !
Gök
ağlıyor dehâma bak mersiye mersiye !
Ben
bir “makber” yazsaydım derdim - Nazlı böceğim !
Üzülme
! Bir gün ben de cart deyip öleceğim !”
Artık
çostu,
Defterinin
etrafında amuda kalktı !
Üç
tur koştu ;
Kalemini
kırdı !
Hıçkırdı
:
“Kına
yakmadım !
Tavuk
kesmedim !
Aybaşım
olamaz !
Değilim
balkanlı !
Söyle
! Bugün neden ellerim kanlı ?”
Dedim
: “Türk edebiyatını katlettin de,
Ondan
delikanlı !”
Uluğ,
Ankara - 1959
Ey
kız ! Bin yıl aruzun kafesi arkasında,
Ağladın
pür tuvalet, aradın hep bir gedik !
Simdi
peçeni atıp, sil boyanı dedikse,
Maymun
gibi g... ünü bu kadar aç mı dedik ?!
Uluğ,
Ankara - 1959
Kalemim
öyle zorlu ki kaldıramaz kahpe !
Kıvranır
acz içinde, inleyip için için...
Nazmıma
dil uzatan yatak yatak dolaşır,
Şiir
denen piçine bir baba bulmak için !
Uluğ,
Ankara - 05.04.1960
Kundağımda
en fazla emziğe oldum düşman !
Bereket
bu sürdü az ;
Meme
verirken dadım birden irkilip derdi :
in
bakayım yaramaz !
Tutuldum
yürüdüğüm gün bakarken ağaçtan,
Genç
bir karı kocaya !
Dediler
: “Okutunuz bunu yeşil türbede,
Leylek
düzen hocaya !
Çarşaflı
bir kadını görür görmez olurdu,
Göz,
röntgen ! Hayâl, radar !
Onu
hemen orada çırılçıplak soyardım,
Tırnak
ucuna kadar !
Kuyrukta,
önümdeki kız fısıldardı mahcup :
“Çekil
biraz sacayak !”
Sinemada
ışıklar sönünce, koltuğumda,
Olurdum
bir kırkayak !
Plajlarda
büyürdü gözlerim budak budak !
Yalnız
kırmazdım hiç pot ;
Denize
dalan her kız, çığlıkla çıkıp derdi :
“Anne
var bir ahtapot !”
Öğretmenim
sınıfta biraz dersten bahsetse,
Derdim
: “İn ulan kesme !”
Hani
övünmeyeyim, yumruk attığım surat,
Benzerdi
modern resme !
Mektepten
kovulunca dedim : Gel artık göster !
Atadan
kalma kanı ;
Hemen
köy kahvesinde bir mâlûl gâzi dövüp,
Oldum
Ocak başkanı !
Bir
gazete çıkardım, artık oldu suratım,
Fransız
köselesi !
Tlânlar
kesildikçe muhelefete geçtim,
Prensip
meselesi !
Tecümandım
millete, duyardı kulaklarım,
Yalnız
halkın sesini ;
Din
köşesi yanına koyardım “Brijit”in
Son
kürtaj pensesini !
Belediye
Reisi oldum, rozete göre,
Mal
dağıttım her kula !
Öğrenince
imzamı atmayı Müdür oldum,
Kovulduğum
olula !
Mebus
oldum, başkanım belkemiğimden tutup,
Otuz
üç halka aldı !
Bende
dimdik sâdece celsede kullandığım,
Demokrat
baston kaldı !
Nihayet
vekil oldum, artık halkın derdiyle,
Doldu
şu kafatası ;
Çizerdi
katmerleşen ensemin kıvrımları,
Memleket
haritası !
Garptan
nûr isteyeni “yarasıdır” bu diye,
Karanlıklara
ittim !
Her
mevsim döviz olup, görgümü arttırmaya,
“Foliberjer”e
gittim !
Sıkın
kuşağı dedim milletime, kalkınma
Devresi
atlatıyoruz ;
Bakın
şu harar gibi frak içinde,
Nerdeyse
patlıyoruz !
Derin
nefes alıp, birden gözümü açtım,
Ter
içinde kalmıştım ;
Doktor
baş ucumdaydı, Psikanaliz için,
Demek
narkoz almıştım !
Doktor
dedi : Bu vak’a müzmin “Demagoji”dir !
Sen
yaşlandıkça azdı ;
Reçetenin
üstüne “Ancak millî bir şokla,
Kabil-i
şifâ” yazdı !**
Uluğ,
Ankara - 03.01.1960
**
27 MAYIS 1960 ihtilâlinden beş ay önce yazılmış !
Ve
‘KAHKAHALAR’ kitabında yine bu tarihten önce yayımlanmıştır !
Terk
edip tekkeyi, bir Türk fakiri,
Dağdan
inmişti nihâyet şehire ;
Yetmiş
üç dilde duâ ettikçe,
Atfederlerdi
duyanlar sihire...
Dediler
: “Böylesi halk Meclisine,
Tercüman
girse büyük bir kârdır ;
Yogi,
teklifi hemen etti kabûl,
Dedi
: Red, milleti istihkârdır !
O
mukaddes çatının altında,
Vardı
şakşaklamadan kalma biri ;
İnkılâp
düşmanı, kör bir meb'us !
Yaşı
kâmil ama irfan kabiri !
Zevki
hep sâfdil olan seçmenini,
Avlayıp
sonra alay etmekti ;
Kayd
edip parti denen şirketine,
Halkı
tâ nâra kadar yetmekti !
Şeri
şer'î kılabilmekti işi !
Olgun
âzâ ona “Şer'iş !” derdi ;
Dervişin
Meclise ilk girdiği gün,
Ona
derhâl bir adam gönderdi ;
Çağırıp
dervişi sordu : Ne için,
Sana
“Derviş” denir ? Anlat imanım !
Dedi
derviş : Hep “Edep” üzre duran,
Taptığı
RABB'i gören Müslümanım !
Dedi
şer'iş : Sana bir eş bulalım :
Şöyle
sâf bir deli kısrak, iyice !
Dedi
Derviş : Eşi yoktur “fakir”in !
Olamaz
her dişi, Meryem, Hatice !
Dedi
Şer'iş : Sağ iken çiftleş ki !
Küremiz
bir yeni Derviş kazana !
Dedi
Derviş : Sağ iken tekleş ki !
Bir
Şer'iş eksin alınsın kazana !
Dedi
Şer'iş : Bedenin sâde kemik,
Sen
yogizmayla mı Derviş kurudun ?
Dedi
Derviş : Kuzu da et mi kalır,
Eti
bin okka çekerken kurdun ?!
Dedi
Şer'iş : diri kalmaz bir adam,
Toprak
altında otuz gün gömülü ;
Dedi
Derviş : Tam otuz yıl diridir,
Dedi
Şer’iş : Ben inanmam “devir”e :
Ölen
insân, olmaz bir öküz, at !
Dedi
Derviş : Buna en canlı delil,
Sûretâ
insân olan mahlûkat !
Dedi
Şer’iş : Bana bir mûcize yap :
Kazık
üstünde otur ! Gir mezara !
Dedi
Derviş : Bu bizim mesleğimiz,
Çıkalım
aybaşı gelsin pazara !
Dedi
Şer’iş : Uçur ersen ! Halını,
Yutmuyor
hileni müsbet ilimim !
Dedi
Derviş : Halı yok altımda,
Uçmadık
sâdece var bil kilimim !
Dedi
Şer’iş : Ben inanmam sihire !
Sâde
telkindir işin, gözboyama !
Dedi
Derviş : Edip inkâr ilmi,
Uyutursun
nice yıl halkı ama !
Dedi
Şer’iş : Bana bak ! Doğru konuş !
Bilirim
ben de zehir atmasını !
Dedi
Derviş : Dilimiz şerbetli !
Biliriz
biz yılan oynatmasını !
Dedi
Şer’iş : Aya bir ip atta,
Çıkayım
tırmanarak gök yüzüne !
Dedi
Derviş : Duruyor ip atılı !
Bana
tırman da ulaş gel özüne !
Dedi
Şer’iş : O zaman müstehzi :
“Beni
sok bezm-i Eleste” ille !
Dedi
Derviş : Ora “Gök Meclisi”dir,
Kimse
âza olamaz torpille !
Dedi
Şer’iş : Ne demek ? Arkamda,
Seçmenim
var sayamazsın billah !
Dedi
Derviş : fukarâ bir jestle,
“Benim
arkamda da yalnız ALLAH !”
Dedi
Şer’iş : Tutamaz kimse beni !
Üzerimde
dokunulmazlık var !
Dedi
Derviş : Çözemez kimse beni !
Üzerimde
okunulmazlık var !
Dedi
Şer’iş : Bana Devlet derler !
Nâsa
icrâ-i hükûmet ederim !
Dedi
Derviş : Bana uzlet derler !
Nefse
icrâ-i husûmet ederim !
Dedi
Şer’iş : Ama keyfi değilim,
Alırım
kuvveti sırf milletten !
Dedi
Derviş : Bize kuvvet mi kalır,
O
büyük keyfi veren illetten !
Dedi
Şer’iş : İyi bak parmağıma,
Bir
işâret ile Karun yaparım !
Dedi
Derviş : İyi bak parmağıma,
Bir
işâret ile Hârun yaparım !
Dedi
Şer’iş : bana istikbâl var :
Olurum
Ayda da Cumhurreisi !
Dedi
Derviş : Bize bir tek hâl var !
Oluruz
belki o hâlin seyisi...
Dedi
Şer’iş : Beni sen boş sanarak,
İlmime
hükmünü verdin ânî ;
Dedi
Derviş : Göğe çıkmanda asıl,
Dolu
zannettiren ilmin mâni !
Dedi
Şer’iş : Beni sen tek görme !
Ederim
milleti temsil bu misil ;
Dedi
Derviş : Daha ben tek değilim :
Edemem
kendimi hâlâ temsil !
Dedi
Şer’iş : Yayasın sen yerde !
Binemezsin
şu makam taksisine !
Dedi
Derviş : yayasın sen gökte !
Bineceksin
bineğin aksisine !
Dedi
Şer’iş : Telepatsan gel oku,
Bu
dakîka şu kafamdan geçeni !
Dedi
Derviş : Okurum kendimi ben !
Yâni
kör kör seni meb’us seçeni !
Dedi
Şer’iş : Bana bak Derviş bey !
Sana
derviş, bana Meb’us derler !
Dedi
Derviş : Ölü ba’s olduğu gün,
Bana
Meb’us, sana meyus derler !
Dedi
Şer’iş : Ne bu Mecliste işin ?
Nankör
insânlara ben bîamanım !
Dedi
Derviş : Lügatım gökte durur !
Zâhiren
sizde bugün Tercümanım !
Dedi
Şer’iş : seni ben attırırım !
Öğrenirsin
ki merâtip vardır !
Dedi
Derviş : Seni ben affederim !
Öğrenirsin
ki mekâtip vardır !
Dedi
Şer’iş : Etiketsizsin sen !
Bende
kaç diploma var saysan ama !
Dedi
Derviş : Etiket esnaf için !
Tanrı
imzâ atıyor doktorama !
Dedi
Şer’iş : Bana ver bir ip ucu !
Siz
muhâlif mi muvâfık mısınız ?
Dedi
Derviş : Ben ipin kendisiyim !
Siz
muvahhid mi münâfık mısınız ?
Dedi
Şer’iş : Alayım gel de döviz,
Görgünün
artmasına eyle azim !
Dedi
Derviş : Yetişir gördüğümüz !
“Halk
için HAKK’a sefer”dir ! Dövizim !
Dedi
Şer’iş : Görüş ufkun açılır,
Seni
biz gönderelim Avrupaya !
Dedi
Derviş : Ufuk âdî göz için !
Bir
güneş merceği bakmaz bir Aya !
Dedi
Şer’iş : Seni meb’us yapalım,
Sâde
sen fırkanı seç mâkulca !
Dedi
Derviş : Bize tefrîka uzak !
Doğruyuz
biz, düşeriz şâkulca !
Dedi
Şer’iş : Ne bu dik başlılığın ?
Yok
mudur anlaşalım bir nokta ?
Dedi
Derviş : Başımız yok dikelim !
Gaibiz
“Nokta” denilen bir “yok”ta !
Dedi
Şer’iş : Boşa gitmez nefesim :
Her
sözüm zaptedilir, târihtir !
Dedi
Derviş : Şükür anlaştık oğul !
Her
nefes bil bunu bir tasrihtir !
Dedi
Şer’iş : Dile benden derviş !
Yapayım
arzunu bir kanunla !
Dedi
Derviş : Yok oğul senle işim !
Benim
arzum o Uluğ, “Kaf-Nûn”la !
Dedi
Şer’iş : Bu Uluğ kim ? Derviş !
Benziyor
Tanrıya bir parça sanı !
Dedi
Derviş : ULU bir Mecliste !
Benzemez
hiç sana bil meb’usanı !
Benzemez,
çünki onun âzâsı,
inanır
kâlpteki bir ALLAH’a !
Bir
Fakirle alay etmek yerine,
Çalışır
“fakr” ile nefs islâha !
Dedi
Şer’iş : Bunu neşretme Baba !
Atarım
zindana ! Her gün kâbûs !
Dedi
Derviş : Beni neşretti ya HAK !
Sen
de sûretimi et mahpus !
Uluğ,
Ankara - 16.05.1959
-
“Kenef !” desen helâya, yüz numara darılır !
Her
kıymet ölçüsü bil böyle bir klişedir !
Sahnede
bin erkeğe soyunan kız, san’atkâr !
Odada
bir erkeğe soyunan fâhişedir !
Uluğ,
Ankara-1960
Beş
senedir en yakın dev gibi kulaklara,
Nazmımı
haykırmaktan yırtıldı şu boğazım ;
Bu
devirde harika çocuk olmak için,
Muhakkak
maharetle bir şey çalmak mı lâzım ?
Uluğ,
Ankara - 01.05.1960
Bir
kuru kalabalık, yamru yumru adamlar,
Ölü
görmemiş gibi bir ölüye bakıyor ;
Yerde
bir delikanlı, kanı içine damlar,
Açık
kalmış gözünden yaşı hâlâ akıyor...
Kâlbe
iğne vurmuşlar, nabzı birazcık artmış ;
Dudakları
oynuyor, nefesi hırıl hırıl...
“-
Ne söylüyor bu ?” diye herkes kulak kabartmış,
Sağırlar
etrafında dönüyor fırıl fırıl !
Doktor
diyor : “Ölmemiş ! Daha yaşıyor demek !”
“İntihar
bu galiba !” Polis diyor : “Bu iyi !”
Çöpçü
kıskanç söylenir : “Artık istemez yemek !”
İmam
merak içinde bekliyor neticeyi !
Nihâyet
tek heceli bir kelime duyuldu ;
Hâkim
dedi : “HAK !” Dedi, Çöpçü dedi : “Bak !” Dedi ;
En
son bir büyük zâtın duyduğuna uyuldu,
Son
sözü “Gak !” Yazıldı, şâir sustu ebedî...
Uluğ,
Ankara - 1959
Dilde
feryad bir iken bak bin bir olur aks-i sedâ !
Her
sesin aslı nefestir, ona son “Hû” derler !
Hepsi
boş gelse de bir hoş beyitim varsa övün !
Sade
bir çift göz için hayvâna “Ahû” derler !
Uluğ,
Ankara - 16.05.1960
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar