HIÇKIRIKLAR
MUSTAFA
HÜZNİ ULUĞ
KIZILKEÇİLİ
T.B.M.M.
E.BAŞMÜTERCİMİ
Ankara
1960
Fatiha
suresinin batını tercümesi : (2. derece)
RAHMÂN
ve RAHÎM merkezimiz Kalbin adıyla :
Şükran
sana ey her adı nabzımda vuran kâlb !
Rahmet
dolu son tahtını sinemde kuran kâlb !
Şöhret
senin ancak ! Nefesim anmak içindir !
Kudret
senin ancak ! Kafesim yanmak içindir !
Tâ
vuslata dek sinemi hicrin ile yandır !
Çal
“Sur”unu ! Kalksın ölü ! Gafletten uyandır !
Zîrâ
teni makber olanın ömrü ziyandır !
Uluğ,
Ankara - 24.04.1960
- Traduction esoterique du lier chapitre
du Coran (2 ıeme degre)
Priere
pour l’ouverture du Coeur
Au
nom du Coeur clement et Misericordieux :
Louange
au Seigneur de tout mon corps, a Dieu !
Maître
du Coeur ! Celement et Misericordieux !
Tu
es seul digne de gloire ! Mon âme y a recours !
Tu
as seul le pouvoir ! Je supplie ton secours !
Dirige-moi
dans la voie de tes epreuves severes !
Dans
la voie des elus, de ta lumiere couverts !
Pas
dans celle des scelles ! Ni dans celle des pervers !
Par Uluğ,
Ankara - 24.04.1960
Bu
kitap, bir yangının arta kalan külüdür !
Deşerseniz,
altından çıkacak bir ölüdür !
Öyle
garip ölü ki taşır boş tabûtunu !
İçinde
otuz yıllık gençliği gömülüdür !...
Uluğ
28.04.1960
Don’t
think I am a poet or a philosopher !
Neither
a heavenly bird, nor a reptile am I !
But
an old visitor in a ruined grave,
Where
I buried my youth without any cry !
By Uluğ
Ne
me croyez pas poete ou philosophe !
Je
ne m’eleve ni si haut, ni ne descends si bas !
En
un vieux pelerin je tourne mon tombeau,
Oû
j’ensevelis ma jeunesse sans meme dire un helas !
Par
Uluğ
Non
mi creda poeta ovvero filosofo !
Non
sono ne rettile, ne aquila su cima !
Ma
un visitatore in una tomba dove,
Giace
un giovane senza alcun lacrima !
Da Uluğ
Bugün
neşre başladım manzum külliyatımı,
Takdim
ederken size sır dolu hayâtımı,
Kefenimsi biçimde ;
Mehtapta
mezar soyan aç kalmış bir hırsızın,
Veya
son görücüye çıkan yaşlı bir kızın,
Utancı var içimde !
Otuz
yıllık ömrümde hep hakîkat aradım ;
Tek
başıma beş lisan öğrenerek taradım,
Maşrıkı ve mağribi ;
Bütün
insânlık için kanayan bir yarayım ;
Ne
oğlum var seveyim ! Ne karım var sarayım !
Yalnızım ALLAH gibi !
Her
nefes “EHL-İ BEYT”i kanlı yaşlarla andım ;
Bir
kevser havuzunda şükür en son yıkandım,
Çıktı, o irsî kirim !
Ölülere
rûhumdan yaparım sun’î ilkah !
Cibrîl
gibi Meryem’e üflerim bilâ nikâh !
Yine de hep bâkirim !
Benden
evvel RABB’imi görür bakan gözüme !
Artık
Sinâ dağından ışıldayan özüme,
Kabir değildir tenim !
Fişi
güneşe takıp, olmuşum dev bir radar !
Yedi
kat yer dibinden Arş-ı âlâya kadar,
Dalga alır antenim !
Bir
inilti işittim dolaşırken fezâda,
Baktım,
kara bir mikrop bir hayvâna ezâda :
Hurâfe ile Beşer !
Bileyip
neşterimi sırtında seyyarenin,
Daldırdım
merkezine iltihaplı yârenin !
Aktı içinden mahşer :
İstavroz,
tespih, ibrik, yobazlık, devrimbazlık,
HAK’la
kul arasında simsarlık, madrabazlık,
Çıktı, yaptım pansuman !
Havra,
Kilise, Câmi, her türlü put müzesi,
Toz
oldu çarptığında irfanımın füzesi !
Yere indi âsüman !
Feylesof
muyum ? Mesih ? Yok ! Mehdi ? Hâşâ !
Sâde
loş bir sahneyi eyliyorum temâşa !
Tiyatrodayım mâdem !
Öyle
bir piyes ki bu titrerim tiril tiril,
Her
temsilde açıyor perdesini bir goril,
Ve kapıyor bir Âdem !
Son
bir heykeltıraşım inmiş göğün üstünden,
Bir
insân çıkarırım yontup hayvân büstünden !
ALLAH’tır hep modelim !
Ayırıp
samanından Âdem’in çamurunu,
Yoğrurum
güneşte yeniden hamurunu,
Dâim kan kokar elim !
İlerlerken
RABB’ime, doğru bir yolda emin,
Bir
çığlık işiterek önünde makinemin,
Yaptım acı bir fren !
Son
ahret katarıyım, dünyâdan geçer rayım !
Verin
gözyaşınızı vagonuma sarayım !
Haydi kalkıyor tren !
Loş
ve mahsundur diye ta’n edilmez makbere !
Gece
semâda bile otuz günde bir kere,
Bedri olur bir Ayın !
Görmeseniz
de hiç burnunuzdan ileri,
Hep
ağlaya ağlaya yazdığım şiirleri,
Gülerek okumayın !
Her
kelimem fersûde, her satırım perişan...
Bu
belki uslûbumun kemâline bir nişan,
Kırışıktır yaşlı yüz !
Kâh
verilir katlime, kâh tâltifime karar !
Kimi
şi’rimde vezin, kimi kafiye arar,
Kimi de bir tefeyyüz !
Namûsunuza
teslim ettim herbir sırrımı ;
Gösterdim
yatak, yorgan, çarşaf ve hasırımı,
Kalktı mahremiyetim ;
Bunları
kim satarsa bir şehvet pazarında,
Yakasına
yapışır yarın HAK nazarında,
Çırılçıplak bir yetim !
Deyin
“Bu bir meczuptur ! Veya bir rûh hastası !
Mezar
taşına çarpıp çatlamış kafatası !
Serseri ! Bir derbeder !”
Darılmam
-size asla, tuza kızmaz bir deniz !
Yalnız
bana yanılıp “Geç ! Bir şâir !” Derseniz,
Hortlağım takip eder !
Der
: “O ne bir Hügoydu ! Ne de bil bir Şekispir !
Belki
yalnız kılığı değişmiş eski bir Pîr...
Üç ismi vardı niçin ?
Ona
heykel dikme de, Kitabına gel eğil !
İnmişti
dünyânıza “Nobel”inizi değil,
Sırf sizi almak için !
Gözü
yoktu alkışta, kadın kız, paranızda,
“Uçan
dâire” gibi gezerdi aranızda !
Misâfirdi bir anlık ;
“Sûr”
sesini duyunca dedi sevinçle “Lebbeyk !”
Vücûdundan
fırlattı “Şems”e ilâhi bir peyk !
Kaldı size karanlık !
Beyitlerini
sıkınız, “EHL-İ BEYT” kanı damlar !
Kafiyeleri
ezin, kalkar başsız adamlar !
Kâinat çınlar ahtan !
Artık
- o kimdi ? Diye sorup durmayın, ardır !
Balığın
vücûdunda sudan başka ne vardır ?!
İnsânda da ALLAH’tan ?!!
Gelin
! Diriyim henüz ! Nefes alıyor mumyam !
Kendi
etini çiğner kabrinde pis bir yamyam !
Kusarak için için !
Kâlbimden
her vurdukça çıkar “tam tam” sesleri !
Kalkmış
Piramidinden “Mısır”ın Ramsesleri !
Bir “Ölüm dansı” için !!!
Genç
bir kazâzedeyim ! Günahların sisinden,
Kâlbinizin
buzuna çarpan Nûh Gemisinden,
Bir ben kurtuldum en son !
Teknenin
enkâzını taşıyorum adama,
“Cuma”dan
başka kimse yok benzeyen “Adam”a !
Ağlıyor hep Robenson...
Tenimi
bayrak gibi asmışım omurgama !
Belki
görür bir “kaptan” deyip uzaktan, ama,
Görünürde yok ışık !
Gözlerim
ufuklara baka baka kör oldu !
Toprağı
öpe öpe ağzım toprakla doldu !
Hâlâ bekliyor âşık !
Elbet
bir gün yanaşır bir “Gemi” bu kıyıya !
İnsân
Dünyâ denilen karanlık bir kuyuya,
Konmuş bir çıkırıktır !
Göğe
“Su” çekmek için ederken ömrü fedâ,
Kanlı
zincirlerinden duyulan tek bir sedâ,
Boğuk
bir “Hıçkırık”tır !!!
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 20.02.1960
Bir
gece yolum düştü garîp bir tiyatroya,
Dedim
: “Şöyle güleyim ömrümde doya doya !”
Yanıyordu
üstünde pırıl pırıl ışıklar ...
Vuruyordu
zemine semâvî kırışıklar...
Hayâl
hayâl bir kuyruk... tabût tabût bir sıra ...
Bekledim...
saç ağardı...saat vardı asıra !..
Mezar
gibi gişeye
Varıp,
dedim bir şeye :
Ver
bir bilet evlâdım,
Sahneye
iki adım !
Girdim
dar bir kapıdan, merdiven hep inişti !
Dibi
loş ve yuvarlak, dünyâ kadar genişti !
Kulisten
duyulurken boğuk bir âh-enîn,
Kan
kokan perdeleri açıldı bir sahnenin !
Bir
aktör her hayvânı taklîd etmekte idi,
Bütün
“insân” taklidi yapanlar - “Bak ! bu kedi !
Bu
köpek !” Diye coşmuş,
Gülüyordu,
ben bîhûş,
Mendilimi
bağladım,
Sessiz
sessiz ağladım...
Uluğ,
İstanbul- 10.07.1959
Yedi
kat merdiveni yaşlarla ine ine,
Zoraki
tebessümle dünyâ objektifine,
Poz veririz bir anlık !
O
bir an içersinde yüz kırışır, saç terler,
Ve
resim çekilince hemen bizi iterler,
Bir odaya... karanlık !
Sopsoğuk
bir atölye, tavanından kurt akar !
Her
duvar deliğinden binlerce dev göz bakar !
Avaz çıkar ayyuka !
Derler
: “kendin banyo yap burda kendi filmini!
Gör
hakîkî yüzüyle ahlâkını, ilmini !
Haydi “arab”ı yıka !”
Titrerken
dökülür et, kalırız bir iskelet !
Görememek
ortada işe yarar bir âlet,
Arttırıryasımızı ;
Bir
çanak bulmak için araken sağı, solu,
Uzatır
bir kemik el bize içi kan dolu,
O kafatasımızı !
Filmimizi
yıkarken artık dehşet içinde,
Garîp
sesler duyulur odanın kerpiçinde !
Bakarız biri mi var !
“-
Şükür evham !” Der iken arkadan biri dürter,
İrkilerek
döneriz, alnımızı yıkar ter :
Gülmekte bir canavar !
M.H. Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 05.02.1960
Sokaklarda
her gece, el ayak çekilince,
Dolaşırım
derbeder, kafamda ince ince,
Mısralar öre öre...
Evler
der “- Sır vermeyin dikkat bu haşarıya !
Şiir
yazar ışığın perdeden dışarıya,
Sızan rengine göre !”
Ne
zaman pembe ışık görecek olsam gece,
Derim
: “Bekârları da yâd edin bir derece !
Olmayınız duygusuz !
Kendinizden
geçerken düşündünüz mü siz hiç ?
Şu
anda nice kızlar yatakta çekerler iç !
Nice oğlan uykusuz !”
Yeşil
ışık ! Demek ki bir kardeşim şu anda,
Yıkamakta
rûhunu o huzûr-u RAHMÂN’da,
Ağlayıp garîp garîp...
Her
alnını koyuşta yamalı seccâdesi,
Akıtarak
ağzına bir MUHAMMED bâdesi,
Der - “Gel nûş et ey karîp !”
Sarı
ışık ! Acaba hangi veremli bir genç,
Bakıyor
o ağzından damlayan kana iğrenç ?
Eriyorken ciğeri...
Gözün
burda kalmasın sakın yavrum giderken !
Doğarken
ölsek bile ölüm değildir erken !
Hayâtın yok değeri !”
Mavi
ışık ! Her hâlde bir ziyâfet sofrası !
Cemiyetin
ülserli miğdesinin safrası,
İfraz olmuş masaya !
Hizmet
ederken uşak iki ayağı sakat,
Tekmeliyor
efendi ve derhâl bir avukat,
Uyduruyor “Yasa”ya !
Beyaz
ışık ! Mektep bil ey talebe cihanı !
Hayât
denen zamanı belirsiz imtihanı,
Alnının akıyla geç !
Kopya
çekme ! Bilmezsen, hiç ezilip büzülme !
Versen
de vermesen de elemeyi üzülme !
Sonuç elenmek er geç !
Hiç
ışık yok şu evde, kâfir mezarı gibi !
Uyku
denen gaflette demek şimdi sâhibi !
Dürtme sakın Azrail !
Bırak
! Sabah yine o açsın o kör gözünü !
Belki
yorup düşünü, bulur saklı özünü !
Nüzül eder Cebrail !
Nazarlarım
böyle sıçrıyor camdan cama,
Röntgen
ışığı gibi delip duvarı ama,
Gördüğüm hep iskelet !
Kemik
aralarını dolduruyor hayâlim,
Çıkıyor
neticede hep evlâd-ü-ayâlim !
Neye eyler delâlet ?
Nihâyet
ezan sesi ! Her şey geliyor dile ...
“ALLAHÜ
EKBER !” Diye titreşiyor vecd ile,
Perde kırışıkları !
İşte
şafak söküyor, gündüz geceyle pür cenk !
Siz
de artık sönünüz ! Rûhum gibi rengârenk,
Pencere ışıkları...!
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ- Ankara - 19.03.1960
Kadın,
rübâb-ı tabiatta tatlı mızrâbdır !
Pür-ihtizâzdır
o teller makâm-ı vahdetten !
Kalırdı
sâdece Meryem o kanlı minderde,
Eğer
o ilk gece tecrîd edilse bir etten !
O
oldu Âdem’e bir eş semâda yevm-i ezel,
Kadın
tebessüm-ü RAHMÂN ve hatm-i hilkattır !
Ne
gam ! O yüzden o yerden kovulmuş olsam da,
Onunlayım
ya bu kâfi ! Kârım bu sirkattır !
Cehennem
olsa dayanmaz, söner o gözyaşına !
Rahîmi,
Cennet-i âlâ ! Cemâli, mihrabdır !
Meâl-i
“Sünnet”i bilsem yazardı “Kün” şu “kalem !”
Karım
iken kitabımdır ! Anam iken “RAB”dır !
Bulunmuyor
dibi asla şu “Aşk” denen kuyunun !
Yaşansa
bin sene hiç sevgi olmuyor ikmâl !
Ölür
iken yine herkes arar bıraktığını :
Çoban,
kaval ! Hoca, tespih ! Ve ben de sâde Cemâl !
M.H. Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 01.02.1960
Elbet
bir gün bitecek benim de çektiğim ah ;
Ten,
kaymak gibi beyaz ! Saç, kömür gibi siyah !
Bel baldırdan ince !
Dimdik
göğüslerine sâde sütyen değmiş !
O
fidan vücûdunu yalnız ALLAH’a eğmiş !
Bir kızla evlenince.
Gideceğiz
bîgâne her bir yapmacık üne,
tki
fakir şâhitle bir memurun önüne,
Demek için bir “evet !”
Titrek
dudağımızdan düşerken iki hece,
Aklımızdan
geçecek o mukaddes ilk gece,
Bir rûh olan iki et !
Tutuşarak
vecd ile ilâhi bir oyuna,
Mest
olup dalacağız en son koyun koyuna,
Rengârenk bir rüyâya...
Rûhlarımız
çıkacak meleklerin katına...
Sararak
bir mâsumu MUHAMMED’in atına,
İndirecek dünyâya !
Meleğe
o cennete artık denecek cenin !
Sürülecek
çırçıplak ! kanlı bir âh-û enîn !
Arayacak bir meme ;
tçiyorken
sütünü “Kevser” i ana ana,
Benzetecek
kimisi anneye, kimi bana ;
Ben de yalnız Adem’e !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 14.03.1960
Ya
RAB bir gün benim de bir yuvam olacak mı ?
Kafesime
bir bülbül nağmesi dolacak mı ?
Aşkından çın çın öten !
Yok
! Hiç sönmeyecekse ateşim bir güzelde,
Eğer
beni kendine ayırdıysan ezelde,
Artık yıkılsın şu ten !
Yıkılsın
da rûhumu sarayım doya doya !
O
Yûsuf’a bakarken, elimi soya soya,
Elma gibi doğrayım !
O
Tanrı vezirine olayım da lâyık eş !
Önümüzde
kapansın secdeye artık güneş,
On bir yıldız ve “Ay”ım !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 28.02.1960
Düşmeden
toprağa bir meyva tohum dermezler !
HAKK’ı
gökten uzatırken uzanıp ermezler !
“-
Ol !” Deyip, biz dikiyorken yere herbir dikeni,
Aşk
için bir aşılık bak bize gül vermezler !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 1954
Her
gece mezar gibi yatağıma girince,
İki
yanıma bakıp ağlarım ince ince...
“-
El rızkı taalallah !” Deyip kaparım gözümü,
Dünyâda
eş meâlince, ahrette kemâlince !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 1960
Ne
zarif, ince yapılmış şu gitar,
İçi
kâlbim gibi boş, oymalı... Âh ;
Bir
dokunsan göğe bin çığlık atar !
Teli
zülfün gibi parlak ve siyah !
O
gitar âlet olur her emele,
Titretir
rûhunu, yahur etini...
Onu
çaldır kızım üstad bir ele,
Ama
çaldırma sakın iffetini !
Bil
gitardır şu tenin bilmecesi,
Onu
çöz ! Gönlüne dinlet sazını !
En
nihayette o “Konser gecesi”
Söyle
son şarkını... İnlet sazını...
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 1960
Bir
mahşer birikmişti kaldırım kenarına,
Ortada
loş bir taksi ölüm heceliyordu !
Dedim
: “Yine bir bugün vedâ etti yarına !”
Yerde
bir nûr pıhtısı donmuş geceliyordu...
Bir
tarafta kitabı, bir yanda sefertası,
Genç
bir mektepli kız âh... uzatmışlar garibi ;
Örtmüşler
üzerine bir gazete parçası,
Sıpsıcacık
bir kanlı zîfaf yorganı gibi !
Şu
an kim bilir hangi mes’ut bir hâne yandı ?
Üstü
al al lekeli beresi var başında
“Paso”sunu
bularak birisi mırıldandı :
“-Adı”
ÜMİT KIZILTAN, henüz on dört yaşında !
-
ÜMİT ! - ÜMİT ! Sözleri dudağımdan döküldü ;
Baktım
güneş doğuyor... Kızarmış şafak yeri !
YA
RAB ! Dedim daha bu kor değmemiş bir küldü !
Bir
GÜNEŞİ doğurdun, batırdın bir dilberi !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 25.07.1959
Adresini
sormuştum, titrek bir dudak bana,
“ Dün buraya taşındı dedi o yeni gelin
!”
Heyecanla
o soğuk kapını çalışyorum !
Bir
cevap yok içerden, tutmaz mı artık elin ?
Bağrım
yanık, çöllerden geldim dilenci gibi !
Bir
yudum gözyaşı ver ! Ne olur kapıyı aç !
“ALLAH
versin !” Diyerek boş çevirme fakiri,
Sen
HAKK’ın rahmetine, ben ise sana muhtaç !
O
ne ? Kan kan satırlar, alev alev noktalar,
Çarpıyor
nazarıma, çarpılası taşta !
“Oğlunu
doğururken şehîd olan bir anne,
Sarıldı
bu kundağa diyor yirminci yaşta !”
Eyvah
! Güneşin batmış ! Silinsin artık gölgem !
Yeredüşsün
yıldızım ! Hilâle dönsün ayım !
Bir
mezar arabası gibi sürtmekten bıktım,
Yer
aç koynunda Ayşe son garajda yatayım !
Ey
mezartaşı öyle dimdik durma karşımda !
Secde
eyle bu yere ! Çünki rûhu bâkirdi !
Bu
yazı alnındayken seni affetmem mermer !
Taş
ta olsa bedenin erimen gerekirdi !
Ayşe
! Kıskanıyorum seni taşından bile !
Çünki
sana en fazla yakın olacak benim !
Mezarın
mı kâlbimde ? Kâlbim mi mezarında ?
Sen
mi benim türbemsin ? Ben mi senin türbenim ?
Kaçarken
biz mektepten, tutamazdı yel bile !
En
haşarı kız diye evde çıkmıştı adın ;
Şen
şâtır atlar iken dağları, tepeleri,
Şu
bir arşın çukuru yazık atlıyamadın !
Verem
koğuşlarında mahzun, kimsiz kimsesiz,
O
mefluç bacağını iki sene sürüdün ;
Sevinçle
ayağını henüz basmışken yere,
İki
adım atmadan mezarına yüyüdün !
Güneş
doğarken geldim şu battığın çukura !
Çekiniyorum
yalnız, vakit biraz erken de !
Neler
isterdin benden gözbebeğime bakıp,
Görecek
miydim seni “Fâtiha” isterken de !
“Tanrım
bana verecek derdin ilerde çehiz,
Fistanım
ve yorganım kurtulacak yamadan !”
Fistan
ve yorganına baktıkça ağlıyorum,
Yazık
göçtün dünyâdan dünyâna doyamadan !
Derdin
: “Elbet güldürür RABB’im beni de bir gün !”
Utanmaz
mı şimdi O duydukça sözlerini ?
O
güzel gözlerini revâ mı kurtlar öpsün !
Revâ
mı kurtlar öpsün o güzel gözlerini ?
İçin
arzuyla dolu, hayâttan da diriyken !
Daha
ilk yoklamada ecel ismini andı !
Bilmem
seni bir yığın kemik yapmakla böyle,
Merhametliyim
diyen O ALLAH ne kazandı ?
Bir
de der ki en fazla güzeli sever imiş !
Görmez
mi ki kanını şimdi gelin telinde ?
Yıllarca
binbir nazla büyütülmüş dilberi,
Bir
dev gibi okşarken eritti ah elinde...
İnsân,
var ve yok denen iki siyah bulutun,
Çarpışması
sonunda bir saniye çakıyor !
Bu
ilâhi kanuna sen de râzı ol kızım !
Çirkefler
birikiyor, temiz sular akıyor !!!
Hatırlar
mısın ? Birgün uzanmıştım çimene,
Dedim
: “Gel yat yanıma, görmesinler uzakta ;
Şimdi
bir çimenlikte yine bak biz buluştuk,
Yalnız
bu randevuda sen yerde, ben ayakta !
Yine
hatırlar mısın ? Yüzüyorken berâber,
Seni
öpmüştüm zorla bir pınarın başında ;
Şimdi
öpüyorum ah... şu ıslak toprağını,
Pınarlar
ağlıyorken aşkımın gözyaşında !
Hani
seni bir gece hipnotize ederken,
Bana
göz kırpmış idin loşluktan faydalanıp !
Şimdi
o karanlıkta, o ölüm uykusunda,
Kırpıyor
musun gözü, ALLAH’ı anıp anıp ?
Överken
ben vecd ile şâhâne vücûdunu,
Ten
yalnız bir ev ! Derdin, ev sâhibi hâkim
O !
Yazık...
Daha yirmi yıl oturmadan “evinde”,
Dedin
kapını çalan kara bir ele - kim O ?
Ne
kadar ürker idin sessizlik ve loşluktan,
Gece
uyuyamazdın yalnız, odanda bile !
Şimdi
nasıl burada uyuyabiliyorsun,
Karanlığın
koynunda bakarken Azrâile ?
Her
Pazar evinize berâberce taşıdık,
Bir
zembilin içinde meyva, sebze ve eti ;
Şimdi
yalnız başına taşıyorsun ALLAH’a,
İçi
enkazın dolu bir kıyâmet sepeti !!
Kucağımdayken
derdin : “Seni saran kollarım,
Son
nefesime kadar kilitlensin boynunda !
Sen
saçımı okşarken, ben söyleyip ninniler,
Emzireyim
yavrumu yalnız senin koynunda...”
Daha
rüyan bitmeden seni dürttü bir kasap,
Bağlayıp
gözlerini o gözler sönesi,
Kesti
hiç acımadan bir süt kuzusu gibi !
Oldun
karanlıkların en genç bir sütannesi !!
Ya
RAB ! Görmüyor musun yiyemeden rızkını,
Yem
olup kara yere, çatır çatır yeneni ?
Ey
mezar ! Azrâilin hatırı olmasaydı,
Kırardım
ölü eti çiğneyen o çeneni !!
Yapılır
mı baharda ya RAB hiç bağ bozumu ?
Daha
henüz korukken koparılır mı üzüm ?
Mâdem
salkımı kestin, kütüğünü de sök ki,
Kanamasın
meyvasız kalan şu garip özüm !
Uykuda
gezer gibi dolaşıyorum burda !
Gök
diyor : “Uluğu dürt !” Yer diyor : “Uluğu yut !”
Artık
son ver ne olur sevgilim bu kâbusa !
Ya
kalk beni uyandır ! Ya yatır beni uyut !
İki
defa kaybettim : önce tenini kocan,
Ve
sonra da rûhunu ALLAH elimden aldı !
Elimde
senden yalnız ağlayan gözlerime,
Öpüp
öpüp sürdüğüm gülen bir resmin kaldı !
Düğünden
on ay sonra mektubunda diyordun :
“Bekliyorum
yolunu, doğacak yavrum ile.”
Şimdi
ziyâretinde beni karşılıyorsun,
Tabutla,
kefeninle, taşınla, mââile !
Daha
ilk seferine çıkmışken balayında,
Pusulanın
iğnesi o meş’um kutba saptı !
__
Ben âtide... der iken hemen bir avuç toprak,
Dolarak
o ağzına, seni bir mâzî yaptı !
Bu
hak mı ? Akranların gülsün, sevsin, oynasın !
Sen
burada yapyalnız içini çekip inle !
Onlar
hepsi kutlasın dansla doğum günlerini,
Sen
de ölüm gününü ! O çürümüş kabrinle !
Sekiyorken
yanımda nazlı güvercin gibi,
Seni
kaptı bir şahin ve bıraktı yüksekten ;
Hayât
isteyen kızı, Fâtiha ister hâle,
Getiren
kara bahtın utansın şu tümsekten !
Ya
RAB ! Artık yavruyu sana ettim emânet !
O
çok garip bir kızdır, onu ağlatma emi !
Yok
! Yok ! Bu ayrılığa ben tahammül edemem !
Ya
al benim canımı ! Ya ver bana Ayşemi !
Sürüyüp
cesedimi her kabre teklif ettim,
“Daha
diri !” Diyerek hiç birisi almadı !
Senin
yüzünden Ayşe mahçûbum Azraile,
Ona
ölüm günümde verecek şey kalmadı !!
Derdin
: “ Uluğ ! Bana da şiir yazacak
mısın ?
Çerçeveletip
onu asayım baş ucuma !”
Şimdi
sana şi’rini yazıyorum bak Ayşe !
Toprak
toprak bedenin dolarken avucuma !!
Bilirsin
âdım Hüzni ! Hayâtım gamla geçer...
Kerbelânın
kanını boşaltırım zemzeme !
Fakat
hep mezar kokan loş şiirlerim için,
İstemezdim
toplamak senden de ben malzeme !!!
İstemezdim
şiirim asılsın kandil gibi,
Böyle
tavanı basık, zından gibi bir eve !
İstemezdim
nazmımı yalnız kurtlar okusun !
İstemezdim
şi’rime kemikten bir çerçeve !
Ben
sana “Makber” gibi bir mersiye yazamam !
Gözüm
yok toprağından bana artacak ünde !
Hem
zâten aramızda ne kadar bir fark var ki ?
Sen
mezarın altında, ben mezarın üstünde !
Bu
gece düğününe eli boş geldim, affet !
Sana
çelenk veremem, sen kendindin gonca gül !
Bizi
ayırmakla yer ne geçirdi eline ?
Ben
kaybettim bir ateş, toprak kazandı bir kül !
Su
gibi büzülürdün kışı görünce, şimdi !
Erime
n’olur içip yokluğu yudum yudum !
İşte
artık kapandım bak mermer yatağına,
Seni
bir yorgan gibi örtsün soğuk vücûdum !
Derdin
: “Bir küçük evim benim de olacak mı ?
Yeşil
bahçe içinde, şehirden uzak şöyle...
Sen
gelip kulağıma fısıldarken aşkını,
Benden
daha bahtiyar zevce olur mu ? Söyle !”
Yeter ey hatıralar ! Boğuşuyorum
artık !
Yıkılsın
şu hafıza denilen darağacı !
Mâzi
istikbâlden genç ! Hayât mezardan iğrenç !
Öleni
hatırlamak ölümden daha acı !!
Serviler
mırıldanır : “ haydi artık geç oldu !
Bırak zavallı kızı ! Bak ortalık
karardı...”
“ Elvedâ Ayşeciğim ! Yalnız gitmeden
evvel,
Sana
verielecek bir ufak hediyem vardı :
Mum
getirdim sana bak dikmek için kabrine,
Yatak
odanda gece sen ışığı seversin !
İşte
ateşliyorum kendimi baş ucunda !
Haydi
uyu sevgilim ! ALLAH rahatlık versin...
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
BALYA, 07.02.1952
‘Aziz üstadım “Victor HUGO”ya nazire’
Şu
dünyâ okyanus altında batmış bir denizaltı !
Nefes
aldıkça dalgıç, tüpte atmosfer biter dem dem !
Beşikteyken
koyar bir gizli el ayarlı bir bomba !
Daha
kundakta bir makber için kundaklanır Âdem !
Adamlar
sendeler her an, adımlar hep karanlıktır !
Arar
kör misli bir çift değnek üstünden ufak bir iz !
Şu
arz nârında cüz’î nurunu bizden esirger HAK !
Gıdamız
hep sefâlettir, saadetten nasipsiz biz !
Kader
bir sırrı-mutlak, mahrekinden inhirâf etmez !
Niyâz-ü-naz
nüfûz etmez, semânın bâbı nâmeftuh !
Duâlar
müstecâb olmaz, ne âminler heba olmuş !
Sağırdır
Zülcelâl yahut fezâda zîsükûn bir rûh !!
Zaman
durmaz geçer bir bir, adam durmaz göçer bir bir !
Karanlık
seyreden gözler kapanmakta dökerken yaş...
Sararmakteyken
insânlar, yeşermiş gübreden otlar !
Benim
pâyem ne nisbettir eder îmâ şu yontuk taş !
Hakîkat
şemsinin nûrunda zulmettir Ayın ismi !
Tebahhur
eyliyor bahr-i fenâ, Arzda kalan tuzdur !
Hazana
varmadan mevsim, hazîn bir rüzgâr esmekte...
Karanlık
bir diyara savrulur rûh, fayda melhuzdur...
Yakın
olduğumu müdrikken, yakînim artmıyor HAKK’a !
Nizâmın
nazmı nâmâlûm bilen yalnız O Nâzımdır !
Yegâne
bildiğim şey “âdil-i mutlak” iken ismi,
Bütün
çektiklerim ancak Hüdâdan imtiyâzımdır !!
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ- Ankara - 1958
Ey
kâlbime “Vicdân” diye sığmış koca “ALLAH”
Sofrandan
izinsiz yediğim lokmanı kusdur !
Bir
gün şu günâhkârdan usanmış, susacaksan,
Sen
susmadan evvel ne olursun beni susdur !
Ben
dinliyorum her gece ulvî o sedânı,
Boynum
bükük el bağlıyaraktan baş ucunda...
Cennet
ve cehennem geçiyor hep göz ününden,
Gözler
ki birikmiş duruyor hep yaş, ucunda...
Bazan
koca bir “Kur’an”ı mendil gibi dürmüş,
Benden
daha mahzûn görünmekte “Habib”in !
“__
Al sil şuna, dinsin o akan gözyaşın oğlum !
Yat
haydi !” Deyip gönlünü almakta garîbin !
Ya
RAB ! Bu kulun yatma değil, kalkmayı bekler !
Hicrinle
atan nabzımı “HAK” diye vurdur !
Gönlümden
“Ezan” sesleri gelmekte, nidânı,
Bir
parça daha net duyayım, kâlbimi durdur !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 21.12.1959
Göz
dalgın, ayak titrek, belim biraz bükülmüş ;
Kesif
bir hayâl gibi mâzîmi geziyorum !
Ayağım
kan içinde, pabuçlarım sökülmüş...
Her
attığım adımda bir çocuk eziyorum !
Bastığım
herbir taşı heyecanla kaldırıp,
Altında
bir hatıra bir târih arıyorum !
Çeşme
yalaklarına maşrapamı daldırıp,
Bilyem
orda mı diye dibini tarıyorum !
Ey
salıncak çınarım ! Neden vermezsin selâm ?
Durma
bu kadar mahzun, şenlendir yine yolu !
Senin
yoksa çiçeğin benim de yok kurdelâm !
Sen
biraz daha oyuk ben biraz daha dolu !!
Hatırlar
mısın ? Bir gün sana “sobe” der iken,
Eş
olmuştuk oyunda Fâtma ile ikimiz;
Koşarken
ayağıma battığında bir diken,
Gördün
mü sen göz yaşı eşiminkinden temiz !
Sâhile
iniyorum, iç ezile ezile...
Deniz
bana bakarak hasretle ağlar gibi,
Diyor
“Burda bir çocuk yüzerdi neş’e ile,
Şimdi
hangi tuzlu su yıkıyor o garîbi !”
Buna
cevap verirken gözlerimin yaşları !
Martı
gibi birşeyler çarpıyor nazarıma...
Yok
! bunlar martı değil, beyaz mezar taşları !
Yürümüşüm
bilmeden âile mezarına !
Bağırıyorum
“Dede ! Nine ! Kim geldi bakın ?”
Sesim
düğümleniyor hıçkırıklar içinde...
Düğüne
gider gibi koşuyor akın akın,
Kurtlar,
yeni açılan bir ölüm mahreçinde !
Oturmuşum
kalkamam, dizde derman çekilmiş ;
Yanımda
bir yavrucuk taştan taşa sekiyor !
Ben
eğilmiş ağlarım, o gülüyor dikilmiş !
Ben
hatıra biçerken, o hatıra ekiyor !!
Gül
yavrum ! Güllerinden çıkmadan diken payı !
Koş
! Bir çukur dikilip “Artık uzan !” Demeden ;
Çevir
durma çemberi ! Vur beline sopayı !
Hayât
denen çemberin sopasını yemeden !!
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 1959
‘Babaanneme’
Şu
düşkün kürede düşer her cisim !
“MUHAMMED
ÂLΔ den başka her isim,
Asırlık
bir başta saç gibi takma !
Zamanın
ağzında fânî bir lokma !
Şu
ölümden başka her hakîkat boş !
Yaşamak
yine de neden Ya RAB hoş ?
Hayât
hem pek kısa hem uzun bir kol !
Kısa
taraf sağı, uzun taraf sol !
Emekle
! Sendele ! Kalk ! Yürü ! Koş ! Koş !
Sonu
bir düşüştür ! Ve ötesi loş...
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 1958
Bu
eser sizindir, alın ağlayın !
Gözyaşımda
biraz hakkınız yok mu ?
Siz
bana bir vücûd verdiniz arzda,
Ben
size bir kitap vermişim çok mu ?
M.H.Uluğ KTZTLKEÇİLİ
Ankara - 04.03.1956
Hz.MUHAMMED salla’llâhu aleyhi ve sellem
‘Hayâtımdan Gizli bir yaprak’
-1-
-BİR ÎDAM SAHNESİ -
On
yıl evvel gecenin tam dördü,
Şu
gözüm perde-i ibret gördü :
Sultan
Ahmette birikmiş herkes,
Sahne
korkunç ve bir aktör bîkes,
Oynuyor
son rolü eller eller bağlı !
Sıkıyor
boynunu bir ip, yağlı !
Titriyor
her yanı zangır zangır !
Bağırır
annesi bangır bangır !
Oğlunun
gözleri çıkmış dışarı,
Yüzü
mosmor başı kalmaz yukarı !
Tekmeler
boşluğu bir tek pabucu !
Salyalanmış
dilini sarkmış ucu !
En
nihâyet biterek meş’um dans,
Yaptı
Azraile son bir reverans !
“Hazır
ol !” Durdu vücût baoşlukta,
Baş
kesip oldu mutî loşlukta...
“Ne olur şöyle duraydın sağken !
Böyle
gitmez idin arzdan erken ;
Son
sözün “ Titriyorum, tez asınız !”
Oldu,
bilmem bitecek mi yasınız ?
Gittiğin
yerde acep yok mu soğuk ?
Çıkıyorsun
göğe sen böyle boğuk ;
Sana
sen oldun asıl bil kâtil !
Zâhiren
yağlı ipin Azrail !”
-2-
İLK İHTAR
Diye
ben felsefe yapmakta iken,
Biri
seslendi, saçım oldu diken !
Kulağım
öttü bu sesten çın çın !
Bir
sedâ tiz ve edâ pek hırçın,
Dedi “Sen cezbeye düşmüş delisin !
Ölü
seyretmede kendin ölüsün !
Gökte
bir halkaya bağlanmış ipin,
Yere
sarktıkça ipin, böyle tepin !
Şu
vücût ruhuna bir darağacı !
Düşmanındır,
onu sen sanma bacı !
Tekme
indikte çözer kösteğini !
Rûhu
asmakta, çekip desteğini !
“RABB’inin
kâtili’dir bil yaftan !
Umma
bir şey o şefinden aftan !
Ellerin
şimdi dururken bağsız,
Boğazın
şimdi kuruyken yağsız,
Basıyorken
ayağın arza bugün,
Kalk
kabrinden ! Yap o aslında düğün !
Şimdi
bir körpe fidansın, gençsin ;
Gübre
vermezse Hüdâ iğrençsin !
Köküne
gözyaşı dök fincanla !
Bahçevan
ister ise ver canla !
RABB’e
çıkmakta nihâyet her yol,
Arzda
sol, ahrete açmış gül ol !
O
gülün yaprağı yalnız kandır !
Ve
dikenler ona sırf kalkandır !
Hâl-i
hazırda sağırsın, körsün !
Pisliyorsun
yediğin, nankörsün !
Bir
Fakülteyle ararsın etiket,
Etiketten
gelemez hiç bereket !
Bir
Hukuk Mektebi yapmaz hâkim !
Nefse
hâkim olanın ismi hakîm !
Sanma
kırk beş senedir istikbal,
Onun
ardında asıl her ikbâl !
Ten
kadehtir, can onun içte meyi !
Serhoş
oldukta, çalar Tanrı Neyi !
Gel
delin sen de o ney misli vücût !
Nefsi
seccâde yapıp etme sücût !
Rûhu
şehvâniyetinden üzme !
Nefsi
bir başka nefisten düzme !
Hıçkırıklarla
akord et sesini !
Yere
çal kır o nefis kâsesini !
Bak
serindir yaşaran bir testi,
Göz
yaşından al o son aptesti !
Bir
tohum misli kapan toprağına !
Yeniden
bit de kavuş yaprağına !
“Sultan
Ahmet”te hemen as özünü !
O
saat “Yusuf’a aç iç gözünü !”
-3-
MÂRİFETLERİM
Gizli
ses sustu, güneş doğmuştu ;
Sanki
bir vehmi ışık boğmuştu ;
İnleyip
ilm-i maaştan geçtim,
On
sekiz yaşta ben ukbâ seçtim !
Sekiz,
on ayda lisan hıfzettim ;
Dört
veya beş dile birden yettim ;
Liseden
olmuş iken ben mezûn,
Bir
Şuvartsı (*) edebildim memnûn :
İrticâlen
çevirip takriri,
Topladım
bin kişilik takdiri ;
Hep
tahattur idi bilgim, zîrâ,
Neyi
ekmiş onu biçmiş zürrâ... !
O
yüzüm parlar idi, sırf gözdüm :
Manyetizmayla
çok esrâr çözdüm ;
Hüddamımdan
kaçıyordu büyücü !
Şeytanın
sihrime yetmezdi gücü !
Her
kütüphaneyi bir bir dokudum ;
Nice
bin sayfa eserler okudum,
Durmadan
arzda hakîkat aradım,
Tekke
câmi demedim hep taradım ;
Nice
ermiş tanıdım boş çıktı !
Meye
düşman hoca serhoş çıktı !
Yaşım
olmuştu tamam yirmi iki,
Gözümün
kör idi hâlâ o teki !
Beni
kılmıştı ümitsiz deneme,
Yanıyordum
şu ölen dört seneme ;
“Bir
hayaletle konuştum zâhir !”
Diyerek
mektebe döndüm âhir ;
-4-
İKİNCİ İHTAR
İmtihan
üstü yatarken bîtâp,
Yeniden
geldi içimden şu hitâp ;
“Sen hayallerle vakit öldürdün,
Hokkabazlık
ile halk güldürdün !
Bunların
hepsi hünerverliktir !
Nefsi
yenmek o büyük erliktir !
Sana
nefsin asıl en zor büyüdür !
Seni
ermiş deyip okşar, büyüdür ;
Sen
eşek misli semirdin mi tutup,
Haydi der gel çıkalım Arşa kutup !
Kişneyip
sen nal atıp mîrâca !
Koşuyorken
sana der - Mihrâca !
Bakınız
gök size sarkıttı bir ip !
Tutunuz
bir ucu dişlerle gerip ;
Çekecektir
sizi gökten o Hüdâ !
Bense
bîkes kulunuz arzda cüdâ,
Size
hasret dökerek gözyaşımı,
Beklerim
burda eren kardaşımı !
O
zaman sen şişerek dersin - Bin !
Haydi
gel sırtıma, al bir dubin,
Bana
ver müjdeyi gördün mü Onu,
Her
yolun HAKK’a çıkar çünki sonu !
Atlayıp
üsütne der - Geldik, dur !
Sen
sorarsın ona mesrûr, mağrûr,
“Nerdeyiz
ey çömezim biz ? Hani HAK ?
Gözlerim
nûrla kamaşmış mutlak !
Görürüm
sâde karanlık bir bir !
-
Arş mı ? - Yok ! HAK mı ? - Hayır ! - Vay ne ? - Kabir !!
Ya
şu ip ? - Sâde gemin ! - Kim ki, hapis ?
Merkebim
sen ! - O ne ! Sen kim ? - İblis”
Bu
hikâyem sana bir teşbihtir ;
Göze
tevbih, öze bir teşrihtir...
Bir
ilim var ama düşmez pazara !
Diridir
her ölü kâmil nazara !
Sıcacık
evde şiir yazmakla,
Et,
börek, tatlı yeyip azmakla,
Bir
kitaptan okunan sözlerle,
Manyetik
dalga saçan gözlerle,
O
hakîkat sana gülmez evlât !
Bu
pazarlık bize gelmez evlât !
Sana
biz toprağı göstermiştik,
Çünki
ordan göğe biz ermiştik !
Ayak
altında ezilsin şu kalem !
Sen
şiir ol ! Seni yazsın âlem !
Oku
âlemleri âyet âyet !
Okumak
bil onu zordur gayet !
Harf
be harf parçalanıp gel haşrol !
Yeniden
noktalarından neşr ol !
Çarp,
çıkar, topla ve böl zerrâtı !
Ağlaya
ağlaya çöz kerrâtı !
Bu
hesabın başı : Kan, göz yaşıdır ;
Sonu
ALLAH varan bir aşıdır....
Tutuşan
sinene gel vur aşını !
Kabrinin
dik daha sağken taşını !
Yat
sokaklarda “muallâ” diyerek !
“Yerim
alçaksa, muallâ !” Diyerek !
Kar
kitâben, çamur olsun kefenin !
Bilmesin
kimse adın neydi senin !
Seni
sarsın da o toprak tâbût,
Böyle
mevlâdan övünsün Mâbut !
Kâlbdedir
Tanrı denen gizli Radar !
Çek
çıkar anteni tâ şemse kadar !
-5-
YILDIZLARIN ALTINDA
Sıçrayıp
ben okudum nefse selâ !
Beni
seçmişti şükür râh-ı belâ !
Babamın
servetine sırt dönerek,
Bütün
ikbâllere rûhen sönerek,
O
sabah gizlice evden kaçtım,
Çok
şükür ben de bakın bir açtım !
Attım
üstümdeki parlak ceketi,
Çok
görürdüm hani üstümdeki eti !
Et
değil çünki o hayvan derisi !
İçi
kandır ve tezektir gerisi !
Sürülen
rûhların âdî kürkü !
Ayıran
Arzda Yunan, Rus, Türkü...
HAKK’a
bak ben de bugün mahremdim,
Aç
idim, çıplak idim, Âdemdim !
Göğe
baktım müteesir, sisli...
Sürüdüm
cismimi hammal misli !
Evi
sırtında gezer bir tarzda,
Serseri
bir yahudiydim arzda !
Gam
çekip karda sızardım mahmur,
Bana
ağlar idi yalnız yağmur !
Bir
gülen şems idi gündüz yüzüme !
Gece
mehtaptı muhatap sözüme !
Rüzgâr
esmezse de titrerdi etim,
Pederim
sağ ama rûhumdu yetim !
Kimseler
bakmadı artık yüzüme,
Hiç
biri bakmadığından özüme !
Namımız
döndü “ULUĞ”ken “apaş”a !
Çün
nişansız, apoletsizdi Paşa !
Hoca
oldum, kapıdan almadılar !
Hasta
yattım kapımı çalmadılar !
İnsânın
kadrini ah öğrendim,
İnsân
olmaktan o gün iğrendim !
Halkın
indinde değersiz çöptüm,
Uzanan
kendi elimmiş, öptüm !
Kimse
dolmuşta oturmaz yanıma,
Ceketim
sürtünecekmiş hanıma !
O
hanım yaldıza yatmış gübre !
O
adam gübreye batmış Zühre !
-6-
DİLBER ve DERVİŞ
Bir
güzel kızla tanıştım bir gün,
-
Gel ! Dedim, kız yapalım senle düğün.
Dedi
: “Olmaz ! Senin unvânın yok !
Mesleğin
yok ! Şerefin, şânın yok !
Varamam
yerde yatan bir imama !
İki
çıplak yakışır bir hamama !
Gel
kazan kendine bir istikbâl !
Gülecektir
sana her bir ikbal !”
O
ne bilsin ki ben istikbâli,
Kesb
için tepmiş idim ikbâli !
O
ne bilsin ki benim unvânım,
Göktedir
! Yerde iken üryânım !
O
ne bilsin asıl istikbâli,
Daha
idrâk edemezken hâli !
Onca
âti : Balo, kürk, ruj, taksi !
Bence
bambaşka, bunun tam aksi :
Ruj
: kanım ! Kürk : tenim ! Taksi : burak !
Balom
: ALLAH ile vuslat ve durak !
Onun
ALLAH’ı göğün üstünde !
Benim
ALLAH’ım adam büstünde !
Onca
mâzi dayanır tohma, bele !
Bence
mâzi dayanır tâ ezele !
Onca
âti kapanır makberde !
Bence
âti açılır mahşerde !
Onun
indinde hayât bir fırsat !
Benim
indimde hayât bir maksat !
Onun
indinde tefâhur : Endam !
Benim
indimde tefâhur : Encam !
O
giyindikçe, selâmet buluyor,
Ben
soyundukça alâmet buluyor !
Onun
indinde asâlet cetle,
Bence
hiç yoksa alâkam etle !
Onun
indinde hüviyyet : titrim !
Benim
indimde hüviyyet : Fikrim !
Onca
şan : Süslü, uzun kart viziti !
Bence
: Tefrik HÜSEYİN’den Yeziti !
Onca
servet, benim emvâlimdir,
Bence,
ilmim ile âmâlimdir !
O,
nikâhın bakarak cafcafına,
Atar
imzayı yatak çarşafına !
Onun
indinde bekâret zarla !
Benim
indimde bekâret arla !
Sade
bir noktada birleşti fikir :
“Vah
zavallı !” Sözü çift oldu zikir :
İç,
çekip gizli, bakıştık pek acı,
Kabri
sırtında uzaklaştı bacı !
ÇİLE
Borsa
biçmezdi fiyat kıymetime,
Yeniden
dönmüş idim uzletime...
Münzeviysem
de değildim yalnız,
Sormayın
kimle idim siz yalnız...
Cümle
varlık ile ben hemderttim,
Kâinata
bölünen bir ferttim :
Ciğerim
kan tüküren bedbahtta,
Öksürürken
O, söverdim bahta !
Etlerim
her koyunun son diyeti !
Boğazım
her kuzunun âriyeti !
O
bıçak çıktığı an pis kından,
Tepinirdim
kasabın altından !
Avcılar
hep beni vurmakta idi,
Ruhum,
ormanda o durmakta idi !
Yavrumu
besler iken ağzımdan,
Yemi
kustum vurulup bağzımdan :
Uzanır
evde delinmiş postum,
Kürklü
hayvanlar ile hep dosttum !
O
delikten beni dağlarlardı,
“Biz
mi hayvân ?” Diye ağlarlardı...
Kazmalar
yardı bütün hep yüzümü :
Yere
ben gömmüş idim çiğ özümü !
Gezmedim
tok şu cihanda bir dem,
Aça
âit idi bomboş miğdem ;
Bana
bülbül konarak kaçmazdı,
Beni
görmezse o gül, açmazdı !
Her
seher şems tarar saçlarımı,
Aya
ısmarlayarak taçlarımı !
Ben
o hâlimle güzeldim Hûrdan !
Duvağım
nûr, pabucum billûrdan,
Göğe
davetli idim tâ besabah !
Gündüzün
arza düşerdim, eyvah !
-8-
DÜNYÂ CENNETİ
İki
yıl böyle riyâzat yaptım;
HAKK’ı
çöplükte bulup hep taptım !
En
büyük neş’eyi tattım gamda !
“Ah”ta
yandım, kanadım balgamda !
Yetimin
yaşlı gözünden baktım !
Sâranın
salyalarından aktım !
Kibri
recmetti türâb oldu vücût !
Varı
yok etti harâb oldu vücût !
Kâlbe
teslim olarak her melekem,
Sustular
aslı bulup ! Çıktı lekem !
Kalktı
gözlerdeki toprak perde,
Kâlb
nam cennete girdim yerde :
Dört
oluktan akıyor dört ırmak,
Kâinat
sığmış ısırdım parmak !
O
nabız arşa divan durmakta !
Her
nefes zikrederek vurmakta !
Kan
Mikail gibi erzak taşıyor !
Can
MUHAMMED ÂLÎ’dendir, yaşıyor !
Titreyip
aşk ile geldim vecde !
Varlığım
olsa ederdim secde !
Tek
ve çift üstüne kıldım peyman !
“ben”
ve “Biz” sırrına ettim îman !
Yeniden
Müslüman oldum Yâ RAB !
Yeniden
arza düşür eyle türâb !
Halkı
HAK’tan yedeyim ilmimle !
Örnek
insân olayım hilmimle !
Başka
bir gözle görür göz dehri !
Panzehirden
seçemem hiç zehri !
Arzı
siz kılmış iken salhâne !
Sızıyor
halk sanarak meyhâne !
Kanı
mey görmededir kör gözler !
Bunu
tevil edemez boş sözler !
Pudra
vurmuş kırışık pis yüzüne !
Nice
dost atlatıyor bir düzüne !
Körü
aldatmadadır kör olası !
Güler
amma acıdır kahkahası !
Eşi
eşek ile birdir kürenin !
Adı
kelptir ona kıymet verenin !
-9-
BİR MÂCERA
Eşi
eşek ile birdir kürenin !
Der
iken kâlbime hâkim firenin,
Gevşeyip
ayarı, serhoş taksim
Uçtu
bir yâra ki aynen aksim ;
Çilemiz
aşk ile itmam oldu,
Bir
Misis Jane bize ikram oldu...
Bir
kadın, bâkire lâkin kızdan !
Hissedar
FÂTMA veya Belkısdan !
Bir
perîden daha dilberdi yüzü !
Bir
melekten daha mâsumdu özü !
Beş
lisan verse de nûr kandiline,
Tercümandık
o Süleyman diline !
Tutuşup
el ele tâ fecre kadar,
Naklederdik
“gece”den hatıralar :
Çünki
her eski hayât bir gecedir !
Kaderin
şîrini yazmış hecedir !
Anlatır
O, ona meylim artar,
Ve
o an aşkımı hayvân tartar !
Yaklaşırken
o ilâhi şaraba,
Emzik
ağzında çocuk derdi - “Baba !”
Tükürürdüm
o zaman şehvetime,
Ve
utançtan bakamazdım yetime ;
O
çocuktan beni dürten kimdi ?
O
hicapla beni örten kimdi !
Sıktım
göğsünün ardında duran,
Kimdi
? Kimdir o temiz kâlbde vuran ?
Tiksinip
kirli yataktan indim,
İndiğim
an şu hitaptan sindim :
Anladın
doğru o meşhur nükte :
Horoz
ölmüş, gözü hep çöplükte !
Hani
sen “eşle eşek bir !” Derdin,
Eşe
eşekçe binip bak erdin !
Onu
bir an sana mahbûb ederek,
Seni
birden ona meclûb ederek,
Denedik
biz köpeği son etle !
Nefsi
seyretmek için ibretle !
Yâri
sardıkta sarık düştü hoca !
Ne
çocuk gördü gözün bak ne koca !
İki
sevda olamaz bir rûhta !
Bir
elin bizde diğer el şuhta !
Bir
vedânâme yazıp ağlat onu !
Başka
bir dilbere gel bağlat onu !
Seniz
biz HAKK’a nikâh eylemişiz !
Seni
biz halka çoban peylemişiz !
Sevgilin
bil bu hayât ardında !
Ve
hayâtın bu memat ardında !
-10-
MUKADDES İSYAN
Bu
sözün üstüne ettim isyan ;
Ahd-üpeymanımı
ettim nisyan ;
Hıçkırıklar
ile derhal coşarak,
Şöyle
haykırdım o yâre koşarak :
Toprak
oldumsa da bir taş değilim !
Bir
mücerret HACI BEKTAŞ değilim !
Kulak
asmam bu gülünç ikaza !
Gayesiz
hiç yaradılmaz âza !
Fark
nedir bûsede yahut yemede !
Göz
de Haktır, şu dudak, el, meme de !
İstemem
sevgilim olsun Hûri !
Severim
öz ama olsun sûrî !
Hüsnü
ben nekleyeyim âh etsiz !
Eti
ben neyleyeyim iffetsiz !
Yâri
verdin bana sen ayna diye !
Kıskanırsan
neye böldün ikiye ?
Kırıkım,
parçamı bulmam lâzım !
Solukum,
sırçamı bulmam lâzım !
Ayansız
hiç göremez kendini göz !
Zâtı
zâtında seyir boş bir söz !
Neye
Mîrâçta o AHMET iledin ?
Neye
aynan ile vuslat diledin ?
Sen
“Ehad” ken neye “Biz” dersin hep ?
“Bir”
isen kesrete mûcip ne sebep ?
Bîgünâhken
kızı ben ağlatamam !
Onu
ben sen gibi öksüz atamam !
Sen
miyim ben onu hasret yakayım !
Çıkarak
seyrine gökten bakayım !
Bir
de RAHMAN diye nâmın varmış !
Bir
de Gufran diye câmın varmış !
Er
olan taslamaz erlik kadına !
Müntakim
ismi yakışmaz adına !
İmtihan
korkutamaz ! Her anda,
İmtihan
olmadayım bir şanda !
Hangi
pervane ateşten korkar ?
Hangi
bir gül dikeninden ürker ?
İmtihan
sırf sizi techil eyler !
Hak
mümeyyizse suâli neyler ?
Bizle
uğraşmada sen dengini bul !
Seni
aksettirecek rengini bul !
-11-
SON İHTAR
O
zaman ses dedi : Bitsin şu yalan !
Her
sözün hikmete batmış hezeyan !
Bana
ilmim ile sövmek ne gülünç !
Bana
mahlûkumu övmek ne gülünç !
Yok
melekmiş ! Kız imiş ! Hepsi de lâf !
Ayni
Âdem gibisin, sâfsın sâf !
Gördüğün
ilk kızı Havvâ sandın !
Daha
dünyâda iken bak yandın !
Bir
tavukçün pek ucuz oldun yem !
Bizi
görsen ne yapardın bilmem ?
Bir
duman uğruna gel kül olma !
Tezek
üsütünde kanar gül olma !
Kim
bilir kimle gezer tek başına !
Kimbilir
kimle güler gözyaşına !
Bir
vedânâme yazıp ağlat onu !
Başka
bir dilbere gel bağlat onu !
Putperest
olma, taparsan bize tap !
Tercümanlık
yapacaksan bize yap !
Benim
en doğru adım bil “HAK”tır !
Hakkı
zulm eylemeden ihkaktır !
Gelelim
şimdi “Ehad” müşkülüne :
Ben
ve biz sırrını taktın diline !
Daha
sen “Benliği” ettin mi hazım,
Ki
sorarsın “Bize” bir sırrı-azîm ?
“Sen”
ve “Ben” birleşiversek ne olur ?
“Sen”
ve “Ben” birleşiversek ne olur !
Göğe
çıktık ise biz ayrı mıyız ?!
Yere
indin ise biz gayrı mıyız ?!
Sana
ben bin kere senden yakınım !
Gel
sıyır hançeri artık a kınım !
Her
nefes çek “Beni” paslanmayasın !
Kes
büküp boynunu ki yanmayasın !
Yeniden
ben sana bir baş veririm !
Başka
bir öz ile göz, kaş veririm !
Ki
görürsün beni hep kâbende !
Ölü
nefsin dirilir son Bende !
Olarak
bir çile fıtrat yumağı !
Öreriz
bir gece Mîrâçta ağı !
Hilkatın
en büyük esrârıdır Aşk !
İnsânın
en acı ısrarıdır Aşk !
Sâde
çiftleşmede kim Aşkı tanır,
Ona
eşşek desem eşşek utanır !
Aşk
ışıktır ki yakar nûru bile !
Aşk
veciddir ki yıkar Tûru bile !
A
şkdır hep çeviren eflâkı !
Aşkdır
hep deviren eflâkı !
Aşk
kandildeki nûrun yağıdır !
Aşk
târihteki altın çağıdır !
Aşkıdır
Âdemi cennetten atan !
Aşkıdır
İblîsi cinnette tutan !
Aşk
Davutta eritmişti demir !
Aşk
Mûsaya buyurmuştu emir !
Aşk
Meryemde yaratmıştı dölü !
Aşk
Îsâda diriltmişti ölü !
Aşkıdır
AHMED’i eşref kıldı !
Aşkıdır
hayvânı Rafref kıldı !
Aşk
belâ çöllerinin kevkebidir !
Aşk
selâ kervanının merkebidir !
Aşk
o gözlerdeki kan hâlesidir !
Aşk
o “Nay”lardaki -“Yan !” Nâlesidir !
Aşk
! Cennet bağının Hûrudur O !
Aşk
! Mahşer gününün Sûrudur O !
-12-
VAHDET
İşte
kardeş bu çeşit ben soldum,
Boşalıp
maddeye mânâ doldum !
Yirmi
beş yaşta uyup dış gidişe,
Girdim
adliyede resmî bir işe ;
O
vekâlette tamam on yedi ay,
Baş
mütercimlik edip aldım onay ;
Kâlb-i
millette bugün tercümanım,
Sâde
bir “dil” bilirim : Müslümanım !
Eskiden
derler iken “Hişt ! Pişt ! Hey !”
Yeniden
oldu adım Hüznî bey !
Söyleyin
siz O muyum ben ? Bu muyum ?
Kadehin
rengine uymuş su muyum ?
Bir
şeyim ! Bilmiyorum sâde neyim ?
Ne
neyim ben ! Ne “heyim !” Sâde “ney”im !
Bence
tek sevgili bir ALLAH’tır !
Ağlatır,
gayesi sırf islâhtır !
Ona
ben eş koşamam bir güzeli,
Güzelin
hüsnü onundur ezelî :
Kâh
bir gül yanağın gamzesidir !
Kâh
vuslat edenin lerzesidir !
Kâh
Leylâda delirtir Kaysı !
Kâh
Mecnunda belirtir Kaysı !
Kâh
MUHAMMED’le ÂLÎ’dir, bağlar !
Kâh
Yakupta - Yusuf ! Der, ağlar !
Kâh
HÜSEYİN’in koca kanlı başıdır !
Kâh
o baş uğruna kanlı yaşıdır !
Kâh
HASAN’dır, yutuyor her zehiri !
Kâh
kutuptur tutuyor her şehiri !
Kâh
bir FÂTMA’da Meryem gibidir !
Kâh
Eyüb derdine merhem gibidir !
Kâh
Bektaş, uzatır gökten eli !
Kâh
Velî’dir, görünür yerde deli !
Kâh
Muhittin’de kalemdir yazıyor !
Kâh
Bedrettin’e sehpa kazıyor !
Kâh
Yunus’tur, yörük eyler tâlim !
Kâh
“us”tur, şaşırır her âlim !
Kâh,
Aşk, yaratır Mevlâna !
Kâh
Şems, bürünür bin şâna !
Kâh
Jülyet ile der - Gel Romeo !
Kâh
Konfiçyüs’ün ağzında Teo !
Kâh
Jül Vern, semâvî durbin !
Kâh
Petrovna (*) ilâhi türbin !
Kâh
Hayyamda O der - Kalk şarab iç !
Kâh
neyzende sızar, aymaz hiç !
Kâh
mansurda ilâhi nârâ !
Kâh
Hallaçta çekilmiş dâra !
Kâh
Câmide o Hâfız demini !
Kâh
Şeyh Oğlan Elestin yemini !
Kâh
bir Kerretülaynın mumudur !
Kâh
susuz çölde teyemmüm kumudur !
Kâh
Gandiyle kurur, âsâdır !
Kâh
İkbal, ATATÜRK, Îsâ’dır !
Kâh
Feyzîde “-Habib !” Der inler !
Kâh
Habiptir, onu Feyzî dinler !
Kâh
Fuzulide akar “Sû” diyerek !
Kâh
Hüznî’yi yıkar “Hû” diyerek !
“Kâh”ı
tâdâd edeniz “Âh”a varır !
“Âh”ı
tâdâd ediniz “Şah”a varır !!!
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 04.03.1956
*Helena
Petrovna Blavatsky
*
İstanbul Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Hocası Ord. Prof. Dr. Andreas B.Schwartz
Ölmemek
ister isen İblis ile,
Bul
bir AHMET ! Kâlbe bir aşk eyle zerk !
Tanrının
bâbında vardır üç eşik :
Terk-i
dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i terk !
Ankara - 04.08.1959
Son
asır şairi zanneylerek,
Beni
hapsetmeyiniz bir kitaba !
Şu
vücût mahbesi kâfi sanırım,
Bunu
infâza ! Kitabımsa caba !
Ankara - 1958
“Mrs. Jane Guitar’a”
Sana
ölmüş biriyim ben, kalemim geldi dile !
Aşkımın
kabrine yaslan da oku yaşlar ile...
Ettiğin
cevr-ü-cefadan alırım ben kuvvet !
Nûru
takviyeye mâtûf yaratılmış zulmet !
Meleğin
maskesi düştü ! Biliver hikmetini ;
Yıktın
aşkımla beraber eşinin iffetini ;
Geri
al aşkını benden, senin olsun bûsen !
Asla
vuslat ararım ben, yatak ikramları sen !
Kayıbım
sadece kâlbin o da zaten yokmuş !
Sense
bir er kayıbettin ne kadar hem tokmuş !
Öyle
bir er ki tükürmez bile artık etine !
Edecek
sırrına hürmet çocuğun hürmetine !
Sana
bak el uzatır son olarak bir kardeş,
Ederek
tevbe olursun diye nâmuslu bir eş ;
Sevme
bir ferdi o gençtir ve güzeldir diyerek ;
İlkbaharda
gülen ancak kışın ağlar gerçek !
Aşkla
boş vaktini hoş eyler iken bîpervâ,
Vaktin
itmam olur âhir, seni eyler rüsvâ !
Sanma
yıllar geçiyor veçhi buruşturmak için !
Dikkat
et saç ile birlikte ağarsın o için !
Yaşı
senden daha kör aynaya sormak ne cehil !
Şu
hayâttan alınan ders adedinden yaşı bil !
Girme
bir kâlbe ki girmiş ona senden önce,
Terk-i
dünyâ ve temiz aşk ki bu meçhul sence !
Kirli
bir titreme aşk ferde ki yok onda hayâ !
Kâlbde
RAHMÂN’ı değil, hayvânı eyler ihyâ !
Et
kemik üstü çalış sevmeye sen bir Zeydi !
Yatağa
doğmadan evvel çocuğun gökteydi !
Et
tahattür sen o mâzîyi ki rûh sultandır !
Onu
şehvetle boğarsan sonu bil hüsrandır !
Bil
ki HAK’tır şu bütün benliğe hakkıyla doğan !
Bizi
vicdân tülü ardında çağırmakta olan !
Göğe
âmâ o balık misli gezilmez yerde !
Nerde
kelp olma semâvî kalabaklik nerde !
Gökte
bir aşk tohumuyken yere hırs dikti bizi !
Şimdi
bir meyva verip hatmedelim devrimizi !
Uyuyor
âh... beşer, renkli rüyâdır şu hayât !
Onu
tâbîr edemezsen, ölüm eyler heyhat !
Seni
nisyâna ve gufrâna bıraktım gayri !
İyi
bir eş olamazsan ana ol gel bâri !
Serhoş
oldum diye bühtan edemem bene şaraba !
Kula
sürçmek yaraşırsa, yaraşır af RABB’a... !
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 21.10.1956
Ecnebî hanımın cevâben gönderdiği manzûme
:
Sleep
brings no joy to me,
Remembrance
never dies...
My
soul is given to misery,
And
lives in sighs...
Sleep
brings no strength to me,
No
power renewed to brave ;
I
only sail a wilder sea,
A
darker wawe...
Sleep
brings no friend to me,
To
soothe and aid to bear...
They
all gaze on -how scornfuully !
And
I despair...
Sleep
brings no wish to fret,
My
harassed heart beneath ;
My
only wish is to forget,
Endless
sleep of death...
The
only art, my guilt to caver,
To
hide my shame from every eye,
To
give repentance to my lover,
And
wring his bosom, is to die...
Sent , By Jane Guitar
29.10.1956
Tarafımdan Türkçe tercümesi :
Uyku
vermez bana bir lâhza huzur,
Çıkmıyor
hatıralar aklımdan...
Şu
perîşan ve kırılmış kâlbim,
Hıçkırıklar
ile çarpar her an...
Uyku
hicranıma derman olamaz,
Derdimin
yok ki bu ummanda dibi !
Kapkaranlık
denizin üstünde,
Yüzerim
serseri bir tekne gibi !
Bana
bir dostu getirmez uyku !
Burda
gözyaşlarımı silmek için;
Herkesin
gözleri üstümde gezer,
Pek
ümitsiz gibiyim ah... bu biçim !
Uyku
teskine yarar bir arzu,
Veremezken
şu gönül kaygusuna,
Sırf
unutmak için artık dalayım,
O
nihayetsiz ölüm uykusuna... !
Öleyim
! Cürmümü örtsün mezarım !
Görmesin
kimse kızarmış yüzümü !
Sevgilim
diz çökerek yaş döksün,
Görerek
yerde o mâsum özümü !!
Uluğ,
Ankara - 31.12.1956
Ecnebî hanıma İngilizce cevâbım :
You
can sleep, but I can’t !
Not
to forget is my want !
Since
your desire is to die,
Why
don’t you come to me ? Why ?
For
I am a living ghost !
Except
my God all I lost !
I
am dead, I cannot die !
My
life is a magic lie !
All
that see is unseen !
All
that I do is but sin !
I
love, my lover flies...
All
I reach ise but tries !
I
weep, they say I smile !
I
laugh at them for a while !
Put
an end to that my God !
Take
from me this flesh coat !
I
am never enderstood,
As
if I preached in a wood !
They
ask me my lover’s nâme,
They
who don’t know their own aim !
My
only lover is Miss X !
She
has a nâme, but not fix !
Oh
! Where to find such an ear,
As
would be able to hear,
The
silent cries from a lyre !
Playing
in a nostalgia fire !
For
a wife beyond this life !
For
a life beyond that wife !
That
wife, my another I !
That
life, my earthly cry !
So
am I a celestial coal !
Burnning
on eart with your soul !!!
By
Uluğ
Ankara- 13.01.1967
Türkçe tercümesi :
Ederim
uykuya her an isyan !
İstemem
geçmişi gömsün nisyan !
Ey
bu dünyâdan ölüm arzu eden,
Bana
gel ! Bende bugün öldü beden !
Durma
benden ne olursun ayrı !
Kimsem
ah kalmadı HAK’tan gayrı !
Mevt
dahi uğramıyor hâmeme hiç !
Ölmüşüm
çünkü tenim bir kerpiç !
Görürüm,
gösterem, yok bir göz !
Köre
kâfir görünür mümin göz !
Kimi
sevsem kaçıyor, gül soluyor !
Tuttuğum
sadece mâtem oluyor !
Ağlarım,
güldü denir ! Gözde ferim,
Kalmamışken
buna âh... gülerim !
Yeter
artık ! Buna son ver Ya RAB !
Beni
soy ! Sen bana don ver Ya RAB !
Bu
odunlukta işim yok gideyim !
Sanki
ormanda vaaz vermedeyim !
Bilmeyenler
daha kendi adını,
Soruyorlar
bana meçhul kanını !
Bil
“Bayan X” dir o yârin ismi !
İsmi
birdir ! Değişir hep resmi !
Nerde
Ya RAB ? O kulak duysun hep,
Bütün
efganımı susmuşken lep !
Nâr-ı
hicranda çalar çünkü rebâp !
Nârı
etmiş o sükûtuyla kebâp !
Hıçkırıklar
kavuşur zevcesine,
Son
verirsen şu hayât mevcesine !
Öyle
bir mevce ki raksım mânen !
Öyle
bir zevce ki aksim aynen !
Nâr-ı
aşkınla tutuşmuş ömrüm !
Yanarım
arzda semâvi kömürüm !
Uluğ,
Ankara - 13.01.1957
Her
sabah ben meclise giderken, bir fukara,
Gözlerini
gözüme dikerek kara kara,
Arar bir şefkat izi ;
Uzatıp
duâ kokan boş avucunu,
Göstererek
kolunun çontulmuş bir ucunu,
Der - “Unuttun mu bizi ?
Unuttun
mu orada bizim asıl Meclisi ?
Mumundan
tüter iken ufak bir “benlik” isi,
Soruyor musun niçin ?
Kanıyor
mu kâlbinde hâlâ o korkunç aşı ?
Yiyor
iken pirzola, alıyorken maaşı,
Sızlar mı hâlâ için ?
Taksiye
biniyorken hiç yâdına gelir mi ?
Patlayan
tabanların, aç karnın, yâni yirmi
Meteliksiz günlerin !
Bir
Reis-i Cumhurla tokalaşırken o el,
Der
mi ? “Millet dâire ve benim yalnız pergel !
Hükmü yoktur dünlerin !”
Boy
atmış kavak alay ederse toprak ile,
O
ah yerde kalır mı ? Bizler bıraksak bile,
HAK bırakmaz yakanı !
En
zorlu imtihanın köprü altında değil,
Saraylardadır
! Şimdi huzurumda gel eğil !
Haydi ve sadakanı !”
Derhal
belkemiğimden sıyırp son etimi !
Atarım
mendiline kap kanlı ceketimi !
Derim - “Yüzleme genci !
O
sanırdı ki oldu Ulu bir Nay ! Bir kamış !
Demek
onda verecek hâlâ bir varlık kalmış !
Beni affet dilenci !”
M.H.Uluğ KIZILKEÇİLİ
Ankara - 24.07.1959
Dedemin son manzûmesi :
Yoktan
gelenin âkıbeti asla dönümdür...
Mağrûr-u
hayât olma ki encâmı ölümdür !
Murdarlığına
dalma sakın, asla temiz dön !
Dünyâ
dediğin çözmesi pis kirli düğümdür !
Değmez
çekilen mihnetine zevk-u-sefâsı,
Sür’atla
geçer, gölge gibi bir görünümdür !
Bir
lokma gıdâ bir senelik zahmete borçlu,
İkbâli
ise göz boyayan boş övünümdür !
Aldanma
sakın aldatıcı rengine Feyzî !
Vicdânıma
bu söylediğim son övüdümdür !
Âlî Feyzî KIZILKEÇİLİ
Çölde
savrulmak için rüzgâr uman kum gibiyim !
Her
seher sönmek için şems gözeten mum gibiyim !
Savrulursam
ya sönersem bana hiç ağlamayın,
Çünkü
ben hâl-i hayâtta daha merhum gibiyim !
ULUĞ , 1956
İngilizcesi :
EPILOGUE
Like
sand in a desert or a candle in dark night,
I
am expecting always a tempest or a sun light...
Whether
scattered or gone out I deserve mourning never,
For
in this life I am dead so to say more than ever !
By, Uluğ
Fransızcası :
EPILOGUE
Comme
une sable ou une lampe J’attends toujours se lever,
Un
vent dans mon desert, un soleil dans ma nuit !
Eparpille
ou eteint, je n’ai rien a pleurer !
Etant
plus mort que jamains en ce corps, cette tombe, ce puits !
Par, Uluğ
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar