Mustafa Melih Uluğ Kzıılkeçili ve C.Hürmen Notları
*
HAZRET-İ İBRAHİM'İN MÎRÂSI HAZRET-İ MÛSÂ'NIN ASÂ'SI VE KUNDALİNİ
hakkında gerçekler üzerine farklı bir
yorum..!
Giriş
“B”
Kadim öğretilerden gelen ezoterik (içyüz/batıni) geleneklerle, “indirilmiş
Kitab”lı olarak isimlendirilen ilâhi öğretileri içyüzlerinde
örtüştüren gerçeklerin günümüz insânlığına hitapları ayni sesle, farklı zamanla
hâlen devam etmektedir.!
Hazret-i Âlî, hem Kâbe’nin içinde doğan ilk ve tek insân olarak “İlim
bir nokta idi, onu câhiller çoğalttı” diyerek günümüzden yaklaşık 1400 yıl
önce ; insân varlığında saklanan ezelî ve ebedî ; tek soyut öze işâret
etmişti.! Sonra ; o zât : "Ben, B'nin noktasıyım" deyip
açık olarak kendinden konuşana dikkat çekti.! Hiçbir kimse de çıkıp, O'na 'Sen
bunu demekle ne demek istedin ?' diye de sormadı...!
“Nokta” simgesi, var olan yok olarak soyut gerçeğin
merkezini, kâlbi, hakîkatin fışkırdığı kaynağı, özü tarif eder.! İlk Âdem denen
bu soyut gerçek, kendinde değişikliğe uğramadan hâlen ayni kozmik kâlbde
oturarak “ilk” ve “son” gerçekliğini gerçek âlemde
sürdürmektedir.! Şu hâlde fizik plândaki insânlar ayni gerçeği farklı idrâk,
zaman, isim, dil, din ve simgelerle mi tekrârlamaktadırlar.? Kadim zamandan
bugüne kadar gelen tüm bilgiler incelenirse böyle olduğunu göreceğiz.!
*
Ezelî
ve ebedî ilâhi “Asâ !”
Günümüzden yaklaşık 3.300 yıl önce eski kadim Mısır’ın mabedlerinden dünyâ
çölüne insânların da görebilecekleri bir ışık yayıldı.! Bu ışık Hazret-i Mûsâ
ve “Asâ”sından başka birşey değildi.! Hazret-i
Mûsâ’nın Asâ'sı (Sopa) hakkında ezoterik (içyüz), egzoterik (dışyüz) ve okült
(gizli bilim) olarak binlerce yıldır, binlerce kitapta açık veya kapalı çok şey
yazıldı ve söylendi.! Farklı zamanlarda farklı kişilerin doktrinlerinde
anlatılan “Asâ”nın sırrı gerçekten bir mucize miydi ? yoksa normal işlevinde
bulunan ilâhin gücün yaptıklarının insân idrâkınca mucize olarak algılanıp
tanımlanması mıydı? Bu sebeple konuya başka bir pencereden bakarak farklı bir
yorum getirmek istiyorum.!
“Dünyâ çölünde yılan simgesiyle ayağa kalkan” ilâhi
ezelî ve ebedî “Asâ”, Hazret-i Mûsâ'dan önce de ilâhi kozmik
işlevini sürdürüyordu.! Mûsâ a.s.’dan binlerce yıl önce de dünyânın bir başka
yerinde, Doğu ekôllerinde : “Kundalini” ismi ile gizli öğreti
terminolojisindeki yerini ; “ağzından ateş çıkan ejder” veya “ateş
yılan” simgesi ile doldurmuştu.! Ezoterik ekôllerce
bilinen “Asâ” denen gizli öğreti, Mûsâ a.s.'dan on binlerce yıl öncesine kadar
gidiyordu.! Ezoterik ekôl geleneklerinde bunun ‘Atlantis’ ve ‘Mu’ medeniyetlerine
kadar uzandığı, detaylarıyla bilinemeyen o kadim zamanlardan geldiği kabul
edilmektedir.! Nasıl kabûl edilmesin ki ? İlâhi mesajlarla verilen Tanrısal
öğretinin temeli, insânlığın en eski bilinmeyen kadim zamanlarına dayanmıyor
mu.? Bu kadim zaman dilimleri artık günümüzde flû, mitlerin miti olarak yerini
almıştır.! Zamanımızda, eldeki mevcût, kadim denen antik evveli devrilere âit
bazı yazılı metin ve bilgilerde saklı simgelenmiş gerçekleri, miras aldıkları
ezoterik gelenekle yorumlayıp sanki bire bir yaşanmış veya bilinen gerçeklermiş
gibi sunduklarını görmekteyiz.! Tanrı, ezelî ve ebedî değişmez yasasına göre o
kadim zamanlarda ; doğan, yaşayan ve ölen insânları neye göre, nasıl yargılamıştı.?
Onları hangi “Kitab”la uyarmış ve nelere uymalarını istemişti ? Onların uyarıcı
ve yol gösterici, Resûl veya Nebi’leri, “Kitab”ları kimlerdi, nelerdi ? Su ile
helâk olan Nûh ırkı onlar mıydı ?
Batı dünyâsının düşünür ve araştırmacıları onlara sağlanan imkânlarla bu
çalışmalarda oldukça çok mesafe aldılar.! Her türlü araştırmayı hür fikir ve
yorumlarıyla ortaya koydular, dünyâ insânlığına açtılar. Orta Doğu İslâm
dünyâsı ise kısır çekişmelerle vakit kaybetti, daha gerçekçi olursak ilâhi mesajı
kavrayamayıp elindeki değerin kıymetini bilemedi, içindeki rûhunu görmeden
kendini şekilciliğe hapsetti.!
*
“Asâ”-“Sopa”-“Yılan”-“Kundalini”-“Yasa”
“Ses”-“OL” - “Yaratım”-“Sûr'a üfleme”..!
‘Sûr’,
‘yılan’, ‘sopa’, ‘Kozmik ejder’ simgelerinin ardındaki asli olan ilâhi güç,
fizik küreler oluşmadan önce de vardı ve hâlen sonsuz uzay denilen alanda ve
onun tüm iç boyutlarında farklı isim ve suretlerde “O” hüküm sürmektedir.!
‘Görülebilen ve görünebilen’ Tanrı denen “yaratıcıdır” “O !”
ALLAH denen görünemez mutlak soyut varlığın temsilcisidir, halifesidir.! “O”
kişinin içinde saklı özü olan terbiyeci çift kutb’lu “Errahmânirrahîm”
olan RABB'idir.! “Andolsun insânı biz yarattık ve nefsinin
kendisine fısıldadıklarını biliriz.Ve biz ona şah damarından daha yakınız”
(Kaf-50/16.) diyen kolektif özdür “O !” Sonsuz uzayın her boyutunda hüküm süren
“O”, bu dünyâda hüküm sürmez mi ? Dünyâ uzayın dışında mı ? diye sorduğumuzda,
irdelenmesi gereken çok şeyin önümüzde zirvesini göremediğimiz, erişemediğimiz
bir dağ gibi durduğunu fark edebiliriz.!
*
İlâhi
ezelî ve ebedî “Yasa”lar der ki :
“Biz
bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “OL”
dememizdir. O da hemen
oluverir.!”(Nahl-16/40.).
“Biz
: “Ey ateş ! İbrahim'e karşı serin ve zararsız ol” dedik.!” (Enbiya-21/69.).
“Tanrı, “Işık
olsun” diye buyurdu ve ışık oldu.!” (Tevrat-1/3.)
“Biz
de Musa'ya “Sen de asânı bırakıver” diye
vahyettik.
Birdenbire
asâ, onların bütün uydurduklarını yakalayıp yutuverdi.!”(Araf
-7/117)
“O
kâfir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları
ayırdık.!
Hayatı
olan her şeyi sudan yarattık. Hâlâ inanmıyorlar mı?”(Enbiya-21/30.)
“Nitekim
onlardan herbirini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık :
Kiminin
üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses
yakaladı,
kimini
yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor,
asıl onlar
kendilerine
yazık ediyorlardı.!”(Ankebut-29/40.)
“Onu
size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye.Sûr'a bir tek üfleme
üflendiği, Arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp şiddetle birbirine
çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün olacak olur.!”(Hakka-69/12,13,14,15.)**
“Ol” dediğinde “Olundurulanı, oluşumu” gerçekleştiren zâtlar ; bunu,
HAKK'ın kudret elinin gücü olarak bulundukları soyut âlemlerden sevk
etmektedirler.! Şu hâlde “Asâ”nın özü, kaynağı, çıktığı yer, yurdu olan gerçek
âlem, soyut olan iç boyuttur.! Soyut âlemdeki yaratıcı sessiz “Ses”, HAKK'ın “OL” kelâmıdır.! Yaratım ve yok ediliş sesle yapılır.! Kur'an'da “BİZ” diye konuşan zâtlar bunları ALLAH adına icrâ “HAKEREN”lerdir...! Tevrat'daki isimleri “Elohim”dir..! Yedi ana ses 'do-re-mi-fâ-sôl-lâ-si' ile oniki ara perdeleri ile
birleştiğinde “yaratan” ve “yok
eden” “ondokuz” sesli “OL” diyen
ilâhi HAK koroyu oluşturur.! Kur'an'daki “ondokuz”lar denen
zâtlardır.! “Yasa”, “Asâ”dır, “Asâ”, “Yasa”dır..! “Üflenen Sûr”dur...!
Anlaşılacağı
üzere “AS” tahta bir sopa değil, “sopa” ve “Sûr” olarak simgelenmiş
Hz.Musa’nın insân sürülerinin çobanlığını yaparak onları güttüğü, Tanrısı
Yehova’nın ilâhi “Elohim” olarak tecelli ettiği, kendi içinde saklı güçtü..!
Hz.Musa, “Tûr-u Sinâ”da (içindeki Sinâ'sında) bu ilâhi
tanrısal güce mashar (ayna) olmuştu.! Yehova, Yahve Elohim çok celâlliydi..!
O'nun celâlinin ne olduğunu daha hiçbir kimse anlayamadı..! Dünyâdaki bunca
olumsuz duruma rağmen Hazret-i RAHMÂN çok sabırlı, nedenini bilen var mı ?
Tayin ettiği sürenin bitmesini mi bekliyor.?
*
Tanrısal
bilgi – Hikmet – Cennet’ten çıkarılan Âdemi ırklar -
Yasak Ağaç - Merkez Ağaç - Sûr - Asâ...!
Tanrı denen yaratıcı güç, yaratımın başından bu yana Tanrı'lığına devam
ettiğine göre ; yarattığı ilk fizik insân ırkı için de kendi tarafından elbette
bir bilgi ve ona bağlı Hikmet’in aktarımını öngörmüş olmalıydı.!
(Cuma-62/2.)(Haşr-59/24.)(Zuhruf – 43/63.)(Maide-5/110.) Ezel denen başlangıcı
bilinmiyen “Başlangıçta”n bugüne kadar, bu ilâhi öğretinin ne kadarını göndermişti
acaba ? Yaratmaya başlayıp da devam eden ve edecek olan ilk Tanrı'dır,
yaratımında ve yaratım gücü ile metodunda bir değişiklik yoktur.! İlk yaratan
Tanrı ile tayin edilecek sonu da yaratacak Tanrı başka olamaz.! Herşey yaratıcı
Tanrı'nın mutlak ideasında gelişmiyor mu ? Tanrısal “Hikmet”,
O’nun kendindekini kendindekilere, isimlerin tanıtımı olmalıdır.!
Bu hususu iki kola ayırıp o şekilde incelememiz gerekecektir.! Yaratılan
insânın iki farklı serüveni olmuştur.! Birincisi, göksel ırklar.! İkincisi,
fizik plân ırkları'dır.! İnsân ırkı, Âdemi olup göksel bir ırktır.! İncelenmesi
gereken ilk etap göksel insân ırkının serüveni olmalıdır.! Bu etabın sonunda
göksel âdem olan insânın soyut boyutundan nasıl yoğun fizik boyuta geldiği,
bizi fizik dünyâ oluşumundan da önceki kozmik kadim zamana götürecektir. O
kozmik kadim zamanda, uzayda şimdi gözlemlediğimiz fizik sistemler var mıydı ?
yoksa şefaf küreler mi dönmekteydi ?Çünkü bizim güneş sistemimiz
oluşmadan önce de kozmik âdemi ırklar vardı ve uzayda yaşamaktaydılar.! Şimdi
olduğu gibi.! Cennet denilen bahçe soyut olarak uzaydadır.! Nitekim ahret
denilen yer dünyâ dışı soyut boyut değil midir ? Cennetten çıkarıldığı söylenen
âdem, “Asâ”, denen çift kutblu “Öz” gücüne sahip ırktı.! “Âdem’e secde”
edildiğinde Havvâ nerdeydi ? dişi kutbu olan Havvâ onun içinde onunla
birlikteydi.! (İsra-17/61.) (Kehf-18/50.) (Taha-20/116.) (Hicr-15/29.*)
(Sad-38/72.*) Secde bu “Öz”e sahip olamayanlar tarafından
iki “yaratıcı ve yok edici” bu
ilâhi güce mi yapılmıştı.? Bu iki güç “Rûh” ve “Sekine”ydi.!
“Rûh” ve “Sekine”nin büründüğü suret âdemdi.! Cennet denen şefaf yaşam âleminde
mevcutken kendilerini fizik plâna yansıtarak göndertmiş oldular.! Böyleyse
değişmeyen asılları yâni orjinal suretleri hâlen o boyutta bulunmaktadır.!
Buraya yansıyan insân suretindeki gölgeleri olmalıdır.!
Onlara ; “yaklaşılması yasak olan ağaç” fizik insân oluşumundaki plânda yer
alacakları belkemiğinden başka birşey değildi.!>>(1.içyüzü) (Bakara-2/35.) Tanrı onlara şeffaf suretlerinden
vazgeçerek, yoğunlaşıp o ağaca hapsolmamalarını söylemiş olamasına rağmen neden
dinlemediler.? Bu ilâhi bir senaryo muydu ? Onları kandıran İblis de
onlarla ayni yerde bulunduğuna göre ve ona da Tanrı tarafından “sürün” diye
hitab edilmesi, onunda Âdem ve Havvâ gibi ayni yerden olduğuna işâret etmiyor
mu ? Bunun aksi olsaydı, Tanrı ; ilâhi yasasına göre “sürünen”e tekrar “sürün”
der miydi.? Şu hâlde ilâhi kelâmda "sürün" kelâmı “yoğunlaşarak
maddeye in” demektir.! Ayni yerde oluşlarını ayni mekânı
paylaşmalarından anlayabilir miyiz ? “yasak ağaç” onların ortak
paydaları mıydı ? (Bakara-2/34,35,36.) Cennetten kovulan “üç”,
bu plânda nerede ve kim olarak mevcûtlar ? yine, ayni bedende birarada değiller
mi ?
Âdem ve İblis soyut ırkların bireyleriydi, ama giydikleri isimlerle yapıları
farklı .! Tanrı Âdem'i başkan tayin edip ona uymasını söyleyince İblis bunu
kabûl etmeyip, ona uyanlarla beraber kendi bağımsız başkanlığını mı ilân etti.?
(Sad-38/85.)(İsra-17/63.) Ve Âdem'de onun bu bağımsızlığını Havvâ ile kabûl
ederek, soyuttan fizik plân denen somut hâle iniş sürecini mi başlatmış oldu.?
Bu sürecin başlamasına sebep, ilâhi plâna göre yaratılması en son meydana
çıkacak maddesel boyutta da “Asâ” denen ilâhi gücün işlev kazanmasıydı.! Kozmik
yaratımın nihayetinde en son yoğun kat olan maddenin ortaya çıkması
plânlanmıştı.! Bizler şu an insân olarak fizik bedenimizle madde boyutunda,
özümüz ile de soyut boyutta bulunmadığımızı söyleyebilir miyiz
? (Tin-95/4,5.) “4- Biz insânı en güzel surette yarattık.
5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına attık.!”
İnsân
denen varlık soyut boyutta yaratılmış ve madde, yoğunluk denen “aşağıların
aşağısına” atılmıştır.! Bu durumda yukarıda soyut boyutta
yaratılan insân aşağıya atıldığında değişim mi geçirmiştir.? Soyut insân, madde
denen fizik bedenle kaplanarak hapsedilmiş olmalıdır.! “Âdem’e
secde” soyut boyutta yapıldığına göre, “İblis” âdemi nasıl
toprak olarak görmüştü de “beni ateşten yarattın toprağa secde etmem” demişti ?
Yoksa İblis de ilâhi bir illizyonla imtihana mı tâbî tutulup kaybetmişti ?
(Sad-38/76.)
Bu iniş süreci “altı gün” denen
çok uzun ‘altı devir’le başlayıp devamla günümüze kadar gelip hâlende
sürmektedir.! Göksel âdemi ırk inmeye devam etmektedir.! Yeryüzüne yeni inen
ırkların yanında eski devirlerde gelenler de tekrâr gelmektedirler.! Gezegenler
ve burçlarda yaşayan şefaf ırklar, bu plândan geçerek tekrâr yükselme yoluna
giren ilk kozmik âdemi ırklardır.! “Önde olanlar” (Vakıa-56/10.), “Yakın”lar
(Vakıa-56/11.) “A’raf üzerinde de, her iki taraftakileri simalarından tanıyan
kişiler vardır” (A’raf-7/46.) onlar olmalıdır.! İblis de kovulduğuna göre o
sadece dünyâda mı ikamet etmektedir ? yoksa gökler denen şemaların birinde
şeffaf olarak başka bir isimle bulunmakta mıdır ? Böyle olmasaydı gezegen veya
burçların etkileri olur muydu ? Gölge asla bağlı değil midir ? Kişinin gölgesi
kişiden ayrı mı hareket ediyor.?
Âdem denen soyut ırkın yeryüzündeki insân sureti, onların fizik plândaki ikâmet
yeri olmuştur.! Tanrı da izleyici/gözetleyici yâni soyut “Rûh”,
‘göz’ olarak yerini içte, kâlbde almıştır.! İnsân
bedenindeki Tanrısal “taht” bu sebeple merkez olan kâlbdir.! Zîrâ yargılayıcı “terâzi”
olarak orada işlev ve hüküm sahibidir.! Kozmik “Asâ”,
“yılan”, âdemi soyut ırkın, insân denen fizik prototipinin
içindeki ‘mağara’ da denen belkemiğinin kuyruk sokumunda ‘yılan
gibi çöreklenerek’, uykuya çekilmiştir.! Onun uykusu
insânlarınki gibi değil, işlevden yoksun olarak yâni gözü açık, takipçi olarak
işlev kazanacağı, harekete geçeceği anı hazır olarak beklemesidir.! Bu durum
ona ıstırap ve üzüntü vermektedir ; çünkü yaratıcı olan gücün kişide eli, kolu
bağlı olarak hapis hayâtı yaşamasıdır.! “Asâ” veya Kundalini’nin "Ateş" olarak
da nitelenmesi, onun çok güçlü radyasyon olmasıdır.! Bilinçsiz, serbest değil ;
bilinçli, ne yaptığını veya yapacağını bilen olarak radyasyon bedene sahiptir.!
Bedendeki sıcak kanla çok az bir sıcaklıkta hayâtiyetini kişiye zarar vermeden
ölüye yakın, uyur denen diri konumda sürdürmekte ve ona vicdân denen kâlb
perdesinden sessiz sesle her an seslenmektedir.! Son gün sesle o belkemiği “Sûr”,
denen borusundan seslenecektir..! “O sûra üflendiği zaman, işte o gün pek
zorlu bir gündür.!” (Müddesir-74/8,9*)
(Enam-6/73.) (Nebe-78/18.)
Hz. Mûsâ a.s., Kutsal Kitab'larda içinde saklı bu gücü uyku konumundan
kaldırarak işlev yapmasını sağlayan seçilmiş “seçkin” (A’raf-7/144.) bir
kişiye işaret eder.! Hz. İsa Mesih a.s’da Mûsâ'nın Asâ'sına işaretle şöyle der
: “Mûsâ’nın çölde yılanı yukarı kaldırdığı gibi, böylece ‘insanoğlu’ da yukarı
kaldırılmak gerektir.!” (Yuhanna 3/14. ) Hz. İsa
Mesih’in ‘insanoğlu’ dediği içte yatan yatır,ışık adam olan özümüzdür.!
Bedende, dört unsuru simgeleyen haça gerili, kurtulmayı bekleyen Mesih’tir.! İsa
ise O’nu bu haçtan kurtaracak kişidir.! İsa, Mesih ile içyüzde birleşerek İsa
olan Mesih olmuştur! Hz.Yahya, İsa’yı Mesih’ine erdiren zâttır.!
Kişi ölünce de içinden kalkarak onu yargılayacak bu özüdür.! Bu gerçek
Kur’an’da : “Kitab ehlinden hiçbir kimse yoktur ki,
ölmeden önce ona (İsa'ya) iman etmiş olmasın. Kıyâmet gününde o,
onlara şahitlik edecektir.!” Âyeti ile anlatılır.! (Nisa-4/159.*)
Kaç
tane peygamber varken niçin İsa Mesih’i zikrediyor ? Çünkü İsa, Mesih olarak
“O”nun simgesidir.! İsa Mesih’in “BABA”m dediği zât pozitif kutb Rûh’un temsil
ettiği, Kur’an’daRAHMÂN !
Tevrât’da BEREŞİT’tir.! Aziz C.
Rosencreutz’un öğretisinde haçın orta noktasındaki ‘Gül’ ile
simgelenir.! Azize H.P. Blavatski’nin, “Örtülerden
sıyrılmış İsis” ve “Gizli
Doktirin”i bunu özünde/içyüz detaylarıyla anlatır.!
(Ezoterik/Batıni/içyüz Hint Buddha felsefesi) “O”,
“Kutsal Rûh” her insanın kâlbinde özü olarak
saklıdır.! O ‘Gül’, açmak için kişide baharın gelmesini
bekliyor.! Kâbe’nin üstünden veya yanından uçan kuşlar nasıl hacı olamıyorsa…!
Öğretilerin şimdiki öğreticileri (mürşidleri/hocaları) ne demek istediğimizi
düşünsünler.! Söyleyene değil de söyletene baksınlar, diyor ; ‘özüm.!’ Tüm
öğretiler kendi ekôllerini tekrâr en ince noktasına kadar gözden geçirip temizlik
yapmak zorundadırlar..! Onca geçen zamanda o öz öğretilerinin üzerine neler
yığılmadı ki..? İleride, çok ileride bu temizlik “HANİF
DİN” ile topluca yapılacaktır.! İbrahim Milleti, yolda,
geliyorlar..! Lütfen boşa vakit geçirmeyiniz.! Ortalık toz içinde göz gözü,
hurafe özü göremiyor..!
“Merkez Ağaç”ın (Nûr-24/35.) doğusu, batısı olur mu ?
O özün kendi güneştir, ne doğar ne batar..! İbrahim'in batmayan güneşim deyip
içyüzde yüzünü döndüğü özüdür.! (Enam-6/75,76,77,78,79.) Hz.İsa a.s., ‘insânoğlu’nu
Hz.Mûsâ a.s. gibi ‘çölde yılanı yukarı kaldırmasaydı’ bu
gerçeğe işâret edebilir miydi ? Kur’an’da bunun farklı bir örneğini Hz.Muhammed
a.s. için : “Biz senin sadrını yarmadık mı?” (İnşirah-94/1.)
Âyetiyle vermektedir.! Hz.Resûl’ün ‘göğsünde’, “Sin”inde
yapılan işlemdir.! O’nun içinde saklı özünün ayağa kalktığına işaret eder.! O
yücenin “Sin” ismi özünden gelmektedir.! Ölülere
rahmet için okunan “Ya SİN” sûresi O’nun iç boyuttaki özünün
ismidir.! Eski Sümer’in ‘Ay Tanrı’sı
denen Rûh’un adıdır.! Ây, Âdem makamıdır.! ‘Si’
titreşimi olarak ‘Mor’ renkle simgelenmiştir.! Dünyâdan
sonra İlk durak, istasyon, süpürgeci / temizleyici /işlemci, hesap yeri, A’raf,
Berzah, ayrışma / ayrıştırma yeri, ayna gibi isimlerle simgelenmiştir.! İç
boyutta ‘si’ titreşimiyle boyanan ölü burada dirilir, ayağ kalkar.! Mezardaki
değilde, yaşadığını sanan ölü kişiden bahsediyoruz.! “Diri”liğin
ne olduğunu yakından görür, bilir..! **
Ezoterik
(içyüz) geleneğindışındaki dışyüz öğretilerinde ne kadar kabûl olunmasa da, bu
gerçek değişmez bir şekilde Tevrât, İncil ve Kur'an'da ilâhi bildirim olan
âyetlerle yerini açık bir şekilde almıştır.! Bunu ezoterik olarak
incelediğimizde dikkat etmemiz gereken asıl önemli nokta şu olmalıdır ;
Hazret-i Mûsâ a.s. dosdoğruyu göstermeküzere gönderilmiş seçilmiş “seçkin”
bir görevliydi.! Ama fizik surette, bedendebulunuyordu ve bedenindeki
belkemiğinde saklı bu gücü ayağa kaldırarak o zamankikavminden bu
günkü insânlığa kadar fizik suretteki her insânın yapabileceğine işaret
etti.! Bizi ilgilendiren bu olmalıdır. Onun bu işaretini : ‘sizler
deyapabilirsiniz’, ‘yapmanız
gerekiyor’, ‘gerçek kurtuluş’, ‘gerçek
hidayete erme’ budur diye idrâk etmeliyiz.!
*
Uzak
Doğu ve çağdaşı Eski Mısır..!
İbrahimi
Hanif Din’in ilâhi simgeleri ve “Devamlı Mîrâsı..!”
Kadim Mısır mabetlerinin sonu neden geldi ? ve Sirius
yıldızı..!
Doğu ekôllerince binlerce yıldır bilinerek aşamalı detaylarıyla uygulanan bu
metot, Mısır'daki kadim Hermetik öğreti mabedlerinden çıkarak ilk defa bu
şekilde Hz. Musa a.s. ile Orta Doğu halklarına yüzünü açmış oldu.! Gerçek
mânâda “çöle inen nûr” bu “ezelî ilâhi öz”ün
artık kendini aşikar etmesinden başka birşey değildi.! “Çöle inen nûr” ifadesi
her ne kadar Hazret-i Muhammed s.a.v. efendimiz için söylendiği kabûl edilse
bile, aslında ‘Dünyâ çölüne inen’ tüm Nebi ve Resûl’leri içyüzlerindeki “Hikmet”leriyle
simgelemektedir.! Bundan önce de dünyânın bu bölgesinde açılım için ilâhi plân
gereği ilk defa Hz. İbrahim a.s. ile yapılmıştı.! [M.Ö. 1900 yılları, tarihi kaynaklara göre Hz.İbrahim a.s.’ın
yaşadığı dönem olarak kabul edilmektedir. Peygamberler kronolojisini incelersek
; Hz.İbrahim a.s. ile Hz.Musa a.s. arasında 500 ile 700 sene / 5-6 kuşak bulunduğu
görülmektedir.] Ancak bölge insânlığı için çok erken
olduğundan bu öz ilâhi öğreti kendini Hz.Musa a.s.’a kadar ve ondan sonra
gelenlerde ‘İbrahimi simge’lerde saklandı ve “Devamlı bir miras” (Zuhruf-43/26,27,28.*) olarak aktarıldı.!
Anlaşılacağı
üzere : “Yakub'un merdiveni”, “Hz.Yusuf
a.s.’ın Mısır’a sultan olması ve kuyuya atılması”, “Hz.Yunus
a.s.’ın balık karnından kurtulması”, “Hz.Eyüb
a.s.’ın sabırla imtihanlara katlanması”, “Hz.Süleyman
a.s.’ın insana, cine, şeytana, hayvânlara, zamana, mekâna hükmetmesi”, “Hz.Davud
a.s.’ın Tanrı’nın halifesi olarak hükmetmesi”, “Hz.Salih’in
devesi”, “Musa’nın kızıldenizi yarması” vb., “Hz.İsa
a.s.’ın, Hz.İbrahim a.s.’dan gelen öğretiye “Melk-i
Sedek tertibi üzere” tâbî olması”(İbranilere
7/17.) ve en sonda açık olarak “Hz. Muhammed a.s.’ın RABB’inin emri ile
atası İbrahim’in dini olan “Hanif Din”e tabî olması”nın
zikredilmesi gibi birbirini bağlayıcı birçok ilâhi simgelerle bu öğreti “devamlı
miras” olarak son Resûl Hz.Muhammed s.a.v’a kadar
aktarıldı.!*
Şimdi
tüm ekôllere sormak gerekir, bu aktarılan miras kağıt üzerinde ölü sözcüklerle
mi aktarıldı yoksa “içyüzde” “ateş yılanı” yâni özünü bilfiil
ayağa kaldırma şeklinde mi ? Son varis yâni en son Resûl
Hz.Muhammed Mustafâ a.s. s.a.v. bu mirâsı ortaya "Kur’an"
mesajını ortaya koyarak ispatlamış oldu.! Ondan sonra bu mîrâsa kim gerçek
olarak sahip çıktı ve “İbrahim’in mîrâsı”,“Hanif
Din” öğretisinin varisi olarak bunu gösterdi ? Ölü
sözcüklerle değil, "diri" ve "derin
mânâsını" içte kalkmış özünden açıklayarak...?! Buna
şimdi saklı kalmak kaydıyla ileride farklı fikirlerle ışık tutmak istiyorum.!
Çünkü Batı dünyâsının ezoterik araştırmacı/yazarları Hazret-i Muhammed Mustafâ
s.a.v.’ı ve verdiği mesajını anlayamadı, kabûl etmedi, edemedi ; çok yazık ki
anlamadan dışladı.! Elbet birgün “O” zâtı inşâllah çok iyi
anlayacaklardır..!
Hazır
yeri gelmişken Batı dünyâsının ‘derin ezoterikçilerine’
şunu sormak isterdim..! Reenkarnasyona, önceki, burada fizik plânda yaşanmış
hayâtlara gerçekten inanıyorsanız, önceki hayâtlarımıza göre sen kimsin,
ben kimim, o kim, şu kim olabilir ? Bunu tüm geçmiş Nebi ve Resûl’ler için de
ayni şekilde sorarsak, Kim Hz.Âdem a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Şit a.s. olarak
geldi ? Kim Hz.İdris a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Nûh a.s. olarak geldi ? Kim
Hz.İbrahim a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Lût a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İsmail
olarak geldi, Kim Hz.Yakub a.s. olarak geldi ? Kim Hz.Yusuf a.s. olarak geldi ?
Kim Hz.Yunus a.s. Kim Hz.Musa a.s. ve Hz.Harun a.s. olarak geldi ? Kim Hz.İlyas
olarak geldi ? Dikkat : “Hz.İlyas/İlya,
Hz.Yahya olarak geldi..!” Bunu bizzat İncil’de ; “Ve İsa cevap verip dedi :
gerçi İlya gelir, ve herşeyi yerine kor. Fakat ben size derim : İlya zaten
gelmiştir;ve onu tanımadılar, fakat ona her istediklerini yaptılar.!”(Matta-17/11,12.) diye söylemiyor mu..? Anlaşılabilirse,
idrâk edilirse bu âyet çok şeye işaret etmektedir.! Herşeyden evvel İncil
Kitabı olarak reenkarnasyonun olduğuna açıkça işaret ediyor.! Kim Hz.İsa Mesih
olarak geldi..? Kim Hz.Muhammed s.a.v. olarak en son geldi ? Hz. İsa’ya göre,
Hz.İlyas/İlya a.s. Hz.Yahya a.s. olarak geldiğine göre ; Hz.Muhammed s.a.v
kimdir..?! Önünüzde bu gerçek dururken, o zamanda Yahudilerin bile “Emin
Muhammed” dedikleri, Zât’ı neye göre dışlıyorsunuz..? içyüzünü
bilmediğiniz, bilemediğiniz İslâm’ın, dış yüzüne bakarak mı ? Bu sorumuzu,
reenkarnasyona (tekrar bedenlenme) inanan her okuyanın düşünmesini isteriz..!
Yukarıda zikretmediğimiz diğer Nebi ve Resûl'ler,Velî'ler ve daha sonra Batıya
yakın zamanda gelen üstadlar/mesaj veren erenlerden "Christian
Rosencreutz,Saınt Germaın, H.P.Blavastsky,Max Heındel, J.Böhme, Rudolf
Stainer" ve bizdeki kurtarıcı Mustafâ Kemâl ATATÜRK'de bu soruya
dahildir.! Resûl Hz.Muhammed s.a.v. Ata İbrahim'in "Hanif Din"ini
yüceltmedi mi ? Hanif Din ahlâkını, adaletini, doğruluğunu bizzat kendi
uygulamaları ile yansıtmadı mı ? vb. Hem de o günün şartlarında,çölde,
cahiliye devrinin doruğunda..!!! Son bir soru daha sormak istiyorum.! Kişi
aynaya baktığında sade dışını görürken ve kendi içyüzünü daha bilmemiş ve
görmemişken, nasıl olurda "O" zâtın içindekini bilmeden, görmeden
"O"nu inkâr edebiliyor.Mazur görün en son bir soru daha sormak
istiyorum : Kur'an'da "Biz" ve Tevrat'da "Elohim"
olarak konuşan isimleri olmayan kolektif kimlikli zâtlardır, bu zâtların
aralarında bu fizik plâna öğreti ve mesaj vermek için inen/gelen târihten ismen
ve mesajıyla tanıdığımız kimler var acaba ? Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v.'ın
da o frekansta onlardan bir kimliği olmadığını kim nasıl bilebilir..? "Kıyâmetnâme-
Mesajlar"ı okursanız anlayacağınızı umuyoruz..! Bu kitabın
açıklayıcı nesir/düz yazı şeklindeki olacak eserini insâllah ingilizce olarak
da takdim etmek istiyoruz..! *
Kaldığımız
yere döndüğümüzde, bu hakîkat bir başka koldan, Sümer ve Akad destanları olarak
da günümüze kadar geldi.! Hz.İbrahim a.s. için her ne kadar Ur’da doğdu dense
de bu Sümer şehri ; O'nun Hindistan'dan gelip yerleştiği yer olmalıdır.!
“Asâ”sını ayağa kaldırmış bu ‘Brahman göçmeni !’ “Hanif
Din” denen ilâhi öğretisini burada tohumladı.!
‘Kundalini’sini ayağa kaldırmış Brahman kastından olduğu, Hintlilerin ona
‘Brahman göçmeni’ denmesinden de anlaşılmaktadır.! Hazret-i İbrahim a.s. ilâhi
emirle Hindistan'dan Orta Doğu'ya hicret etmiştir.! [‘Pitagoras’ için de geçerli olabilecek bu duruma “Pitagoras
Felsefesi ve Günümüz Yorumu” isimli kaleme aldığımız yazımızda işaret
etmiştik.!] Yüklendiği ilâhi büyük misyon ; onun anası ve
babası, geldiği soy, doğumu ve ölümü bilinmeyen “Salem Kıralı” “Melk-i
Sedek”, “Sadık Melik”, “Sadakatın
Kıralı”, “Selâmet Kıralı” da denen isimsiz ezelî
ve ebedî tüm zamanların Kutb'u tarafından vaftiz edilmesiyle Orta Doğu'da
başlamıştır.! [Üstteki tanım Tevrat’
göredir.!] İnisiye olacak kişinin Asâ’sını yâni
uyuyan kundalinisini uyarmış olması değil 7 frekansta (7 farklı soyut titreşim)
tam işlev sahibi olarak ayağa kaldırmış olması gerekiyordu.! 7 titreşimli “Sûr”
denen ilâhi borudur..! Hz.İbrahim a.s.'a bu yönden baktığımızda o zamanda bunu
yapabilen seçilmiş tek “seçkin” (Bakara-2/130.) (Al-I İmran-3/33.) kişi
olduğunu anlıyoruz.! Böyle olmasaydı “Melk-i Sedek” diye zikredilen hem de
yahudi olmayan ‘İsimsiz ilâhi Kıral’ tarafından O’na yetki verilmezdi.!
Hazret-i İbrahim a.s. misyonunu tam olarak yüklendikten sonra ; âdemi, ‘ilâhi
tek merkez’in tarifi olan “Hanif Din” öğretisinin temelini
ilâhi emirle “Kâbe’yi inşâ ederek”
attı.! (Rûm-30/30.) (Bakara-2/127.) Kur’an buna ; “İbrahim, ne yahudi, ne
de hıristiyandı; fakat o, ALLAH'ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı,
müşriklerden de değildi.”(Al-i İmran-3/67.) âyetiyle işâret etmektedir.!
Yeryüzündeki
insânlığa gönderilen yüksek misyon sahipleri olan Nebi veya Resûl'lerin
kronolojisini incelediğimizde genel olarak putlara tapınan toplumlarda ortaya
çıktığı görülmektedir.! İçyüzde aydınlanmış bir toplumda ortaya çıktıklarına
rastlanmamıştır.! Rastlansa bile bunu uygulanan metotların yükseltilmesi olarak
algılamamız gerekmektedir.! Nitekim kadim zamandan bu yana Doğu halkları “içyüz”de
aydınlatıcı öğretinin uygulandığı topraklarda yaşadıklarından onlarda Nebi,
Resûl, Velî terimleri ; “aydınlanmış kişi”ler
olarak yerini almış ve onların gösterdikleri metotlar üzerinde
çalışmışlardır.! Rama, Krişna, Buda, Konfiçyus’un öğretileri içyüzlerinde
aydınlanmanın çeşitli yollarını ve uygulamalarını vermişlerdir.Tüm ekôllerin
özü ayni olsa da Ortadoğu ve Doğu ekôlleri başka farklar yüzünden de dış yüzde
birbirinden ayrılmış olarak görünmektedir.! Orta Doğu da Hazret-i İbrahim a.s.
ile başlayan bu süreç Hazret-i Muhammed s.a.v. ile sona ermiştir.! Öğreti en
son Kur’an mesajı ile yazılı olarak verilip tamamlanmış, artık verilen metodun
uygunlama sürecine geçilmistir.!
Yeraltında
gizli öğreti veren mabetler artık dışa açılma ihtiyacı duyarak açılma sürecini
başlatmışlardır.! Bu zaman sürecinde ilâhi değişmez olan doktrin, birçok kendi
özünü ve hakîkatı bilmeyenler tarafından tahrip edilerek özünden saptırılıp
şahsi menfaatlarına uygun olacak şekilde yorumlanıp, kadim zamandan gelen
öğretiymiş gibi sunulmuştur.! Kadim zamanlarda öğreti merkezlerindeki rûhani
ayinlerde uygulanan ritüellerin çoğu özelliğini (titreşimini) kaybetmiş suni
birer simge olarak ancak geçmişin hatıralarını yaşatmaktadırlar.! Çünkü kadim
zamanda çok uzun senelerde ; kontrollü, yüksek disiplinle kazanılan rûhani
liyâkatlar günümüz insânı tarafından sadece teorik bilgi edinme ile hemen elde
edilecekleri şeklinde algılanır olmuşlardır.! Bu mümkün olmayan ve olmayacak
bir hayâl olarak, zamanla kendini gösterdiğinde kişi hayâl kırıklığı içinde
başka bilgilere medetle sarılarak zaman kaybetmektedir.! Hâlbuki önce şunu
idrâk etmek gerekmiyor mu ? fizik plândaki bir hayât, kozmik hayâtımızın sadece
çok küçükcük bir adımıdır.! Yolun kat edilmesini adımlar sağlar.! Ölümle yol
bitmiş değildir, yalnız atılan bir adım sona ermiştir ve devam edecektir.! Bu
sebeple geçmiş tüm peygamberlere metotlarında sabır ve devamlı uygulama tavsiye
edilmiştir.! Bu gerçeğe şu atasözü uymaktadır : “Kızım sana söylüyorum gelinim
sen anla.!” Yâni HAK ; “Resûl’üm sana söylüyorum, ey insân sen anla..!”
Diye işâret etmektedir...!
“AS”,
kadim zamandan bugüne ; ‘Sopa’, ‘Sûr’,‘Yusuf'un atıldığı kuyu’,
‘Yasak Ağaç’, ‘Amûd-i Fekarî’ (Bel kemiği), ‘Amûd-i
nûrânî’ (nûrdan sütûn), ‘Belkemiği’,
‘Kundalini’, ‘Yakub’un merdiveni’
vb.denen isimlerle anılsa da aslında tarif edilen hep insânın kendi içinde
saklanan öz, soyut gizi ve gücü olmuştur.! İlâhi yasaya bağlı olarak geçmişteki
büyüklerin tarifleri insâna işaret ettiğine göre, günümüz insânlığı efsânenin
aslı olan içindeki bu gücü geçmişte değil bulunduğu anda/hayâtta kendinde
aramalıdır.!
Tüm ekôllerin özünü, temelini teşkil eden bu öğretidir.! Bu öğretiyi nazari
olarak öğrenmek bilgi edinmektir, aslı öğretiyi öğrendikten sonra pratiğe
geçirip uygulamaktır.! İşin en zor tarafı uygulamadır.! İlâhi yasa temelde
erdem üzerine ahlâkla inşâ edilmiştir.! Tüm öğretilerin bu sebeple asıl özü
erdemdir.! Erdem kazanılmadan ahlâklı olunamaz, ilâhi ahlâkın kazanılmasının
başlangıcı, imtihan yeri olan yeryüzüdür.! Yeryüzündeki ahlâk okulunun
sınıflarını geçemiyen hiçbir ölümlü bu güce sahip olmaya ulaşamaz,
ulaşamıyacaktır da.! Ahlâk soyut bir değer olup burada ve ahret denilen âlemde
fiillerle ortaya çıkar.! Sonuçta ikiye ayrılarak ; iyi ve kötü kutupları oluşturur.!
Kötü olana ilâhi hazinenin gücü teslim edilemez.! İyi ise en iyi olmadan bunu
kullanamaz.! Erdem bu ilâhi hazinenin sigortasıdır.! “Sen
elbette yüce bir ahlak üzeresin.!” (Kalem-68/4) Âyeti buna işaret eder.!
İnsânın göksel ve yersel serüveni bu ilâhi gücü ona kazandıracak süreçtir.!
Dünyâ insânlığının günümüzdeki hâli insânlığın daha çok yolunun olduğuna işaret
etmektedir.! Artık, eski Mısır'daki Menfis ve eski Yunan'daki Eleusis gizli
mabedlerindeki benzeri Hermetik erme öğretisi veren yerlerin ; yalnız Doğu
ekôlüyle bazı Budist mabedlerinde uygulandığı söylenmektedir.! Ancak bu da
kendini dünyâdan, olaylardan soyutlayarak uygulanabilir olduğundan işin sonunda
iyi netice vermeyebilir.! (yüksek frekans/titreşime erilemez) Neden ? Niçin ?
metot değişti de ondan.! ALLAH'ın yasaları değişmez, ancak devirlere göre
uygulanacak öğreti ve programlar farklıdır.! İdrâk en önemli faktördür.!
Bilinç, idrâk olmadan gelişemez.! Birtek Nebi veya Resûl gösteremezsiniz ki
dağda, toplumdan ayrı bir yerde kendi soyutlayarak oturup; “Kitab” veya öğreti
vermiş olsun.! Var mı ? Yok..! Kendimizde saklı asıl kendimizi acılarda,
olaylarda, insâna hizmet ederken bulacağız.! O güzeller güzeli, “dert
ve kahır” [Kerbelâ – Hz.Hüseyin] toprağında
boşuna mı canını verdi, hak ve hakîkat için.?! Öz denen güzel kendini
belâlarda sakladı..! Peygamberlerin hayâtlarını özünde “öz”le incelersek bize
bu hususta derin sırlarını açacaklardır.!
On
binlerce yıllık eski kadim mabedler artık neden yoklar ? Değişen
nedir ? Neden bu değişiklik ön görülmüştür ? Bu
yerler şimdiki insânların dış yüzde sandıkları gibi yerler olmasa gerekti.!
İlâhi Tanrısal gücün hüküm sürdüğü ve temsil edildiği, etki alanı olan, müthiş
radyasyon alanlarıydı.! Bu alanlar niçin boşaltıldı ? Bu ilâhi güç neden
mabetlerden çekildi ? Bunda da insân oğluna verilen saklı bir mesajın olduğunu
ister istemez düşünmek zorundayız.! Uygulanan ilâhi programın bir anda farklı
bir safhasını yaşamaya başladık.! Yaklaşık dört- beş bin yıl öncesi o kadar
uzak bir zaman değil ki.! Değerli Teozof Azize H.P.Blavatski’ye göre, kadim
Mısır mabedleri 50-60 bin yıllık mabedlerdi.! Bu kadar uzun hüküm sürmüş erme
okulları niçin kapandı ? Biz bu okulların erken dönem Firavunlar zamanında çok
güçlü olduklarını, geç dönem yâni günümüze yakın zamanlarda zayıfladıklarını
anlıyoruz.! Geç dönemlerde Pitagoras ve Mûsâ a.s. bu okullarda inisiye olduktan
sonra öğretiyi dışa açmamışlar mıydı ? Onların bu gizli öğretiyi dış dünyâya
açmaları izinsiz olabilir miydi ? Bu durum yeryüzünde uygulanan ilâhi programda
çok önemli bir değişimin habercisiydi.!
Tanrı sadece gizli mabedlerde öğreti alanların Tanrısı olabilir miydi ? Elbette
hayır.! Aslında dünyâ o zamanlardan itibaren bu şekilde küreselleşmeye
başlamıştı.! Hazret-i İbrahim’in “Kâbe”yi inşâsı buna en büyük delildir.! Tanrı
artık tek olduğunu tek “Kutsal Ev” simgesiyle tüm dünyâ
insânlığına ilân ederek, etki alanını “Kâbe” ile değiştiriyordu.! Burada en
önemli faktör insânlığa verilen idrâkın, bilincin arttırılması olarak
algılanabilir.! Tek Tanrı olgusunun, artık ; bu olgunun kavranmadığı toplumlara
ulaştırılma zamanının geldiğine mi işâret etmekteydi.? Burada günümüz insânı
için çok önem arz edecek bir başka soruyu sormadan geçemiyeceğim ; “on
binlerce yıldır hakîkate hizmet etmiş, ayni zamanda Atlantis’ten kalan tek
görkemli mimâri harikalar da olan kadim Mısır mabedleri/piramitleri dururken,
niçin ilâhi emir onlardan yana değil de Hazret-i İbrahim’e basit olarak dört
duvarlı küçük bir bina yaptırtmayı öngörmüştü ?” Bundaki
sırr neydi ? Bunu çok iyi düşünmek gerekiyor..!
Tanrı’ya
göre yolunda gitmeyen birşeyler mi vardı ? ve bunun köklü bir şekilde değişim
zamanı mı gelmişti.? Ki o kadim Mısır mabedlerinde on binlerce yılda kimler
ermemişti ki ? Eren okulunun veya okullarının kapanması, anlaşılması çok zor ve
işin içyüzünü bilenler tarafından ürpertici, açılmamış sırlarının olduğunu
tahmin edebiliyorum. Bunun işaretleri kendini yine orada ve sonra verilen ilâhi
mesajlarda simgelerle saklıyor olmalıdır.! İlâhi yasaların işleyiş
prensibine göre, ilâhi güç, destek verdiğini çok önemli bir sebep olmadan terk
etmez.! Bunu, geç dönem okullarında yozlaşmanın artık kabûl edilemez noktaya
vardığı şeklinde yorumlayabiliriz.! İşin içyüzünde erme okullarından artık
erenler çıkmıyordu.! Bu durum Hermetik öğretiyi içyüzde uygulamaya liyakatlı
adayların olmadığına, sonuna gelindiğine mi işaret ediyordu ? Hem öyle hem de
elbette hayır.! Hermetik öğretinin değil, onu uygulayanların değişimi söz
konusuydu.! Hermetik öğreti artık yer, anlam ve isim değiştiriyordu.! “Sirius”
tapınmalarına cevap olarak bu kadrolar tasfiye edilmeye başlanmıştı.! Ve buna
yazılı olarak da cevabı ayni ilâhi güç Kur’an-ı Kerim’de binlerce sene
sonra “Doğrusu Şi'râ yıldızının Rabb’i O’dur” diye
mi vermekteydi.?! (Necm-53/49.) Nitekim büyük üstad “Hermes
Trismegistus” (Üç kere Yüce/Hakim) (İslâm ezoterik’içyüz’ / egzoterik ‘dışyüz’ geleneğinde,
Bilge Hermes’in Hz.İdris a.s. kabûl edilmektedir.) bu gerçeğe çok önceleri yaşadığı, nefes aldığı
günlerde şu sözleriyle işaret etmemiş miydi ? “İleride
gelecekler bu öz öğretisinden saptırılacaklar.!” “Tanrılar
terk ederek evlerine dönecek.!” “Burası terk edilmiş ve yalnız kalacak
özden, rûhtan mahrum.!” “Bugünlere işaret eden taş mabedlerden
başka birşey kalmayacak..!” Gerçekten böyle olmadı mı ? Şimdi o
kadim mabedler yalnızlığını, yazın çölün sıcaklığı ve onları saran kumlu
rüzgârlarla paylaşmıyorlar mı ? Nerede o rûhani titreşimlerin iç uzaydan
görülen göz alıcı parlaklığı ? nerede sabah gün doğarken, çıktığı gece
yürüyüşünden kozmik âileye katılarak geri dönen erler..? Nerede bu dünyâyı
artlarına bile bakmadan “Arz”la değiştirenler..? Nerede bakır canını,
altına çeviren özsimyacılar.? Yoklar..! Oradan gelmemek üzere gittiler,
terkettiler..! Gidenlerden sonra, istilâlar, savaşlar, kan ve can dökücüler
geldi ; o kadim yurdu kalanların altlarından alarak nefse, cahilliğe,
karanlığına tutsak ettiler.!
[“Üç kere yüce/Hakim” Hermes’in
öğretisi neydi ? Çok kısaca özetlersek : HAK, bazı insânlara ; duyum
organlarıyla alınamıyan, sıradışı bazı mazhariyetler (Yansımalar**)
verir.! Nefsi terbiye edecek, ona hakim olunacak doğru yolu gösterir.! Bu
hakîkat : bedenen ve rûhen, derece derece yükselerek nefsine hakim olmaktır.!
Vicdân yâni içteki öz, zihin ve bedeni (nefis ve canı) öğretisi verilen
disiplinle terbiye ederse kişinin derininde baygın (uyuyan) olan yüksek
titreşimler uyanır, ererdi.! (Yâni uyuyan
kundalinisini/ ateş yılanını ayağa kaldırırdı.!)Bu öğreti ile üstün bir
ahlâka sahip insân, kâinatın soyut ve gizli idâreci gücüyle kendi içinden
irtibat kurabilir ve diğer insânları da uyandırabilirdi.!Terzi, Mısır
papirüslerinde Hermes Tut adını taşıyor. Yunanlılar ona Ermis ya da üç kez
bilgin anlamına Trismegiste diyorlar. “Yahudilere
göre adı Honok'tur. Araplar, Hermes-ül-Heramise adıyla anmaktadırlar. Kur'an'a
göre o, Adem ve oğlu Şit'ten sonra gelen, üçüncü peygamber İdris'tir.” Kısas-ı
Enbiya, onu şöyle anlatıyor: Hazreti Şit'ten sonra peygamberlik İdris
aleyhisselama geldi. Ve ona dahi otuz sahife nazil oldu. Kalemle yazı yazan ve
elbise diken ilk insan odur. Ondan önce insanlar, hayvan derisi giyerlerdi.
İdris aleyhisselama göklerin, esrarı açılmıştı. Sonunda Tanrı, onu diriyken
göğe kaldırdı. Hazreti İdris göğe çekildikten sonra insanlar doğru yoldan
ayrıldılar, putlara tapar oldular.Tevrat, onu şöyle anlatmaktadır: “Ve
Yared yüz altmış iki yaşında Hanok'un babası oldu. Hanok, üç yüz yıl Tanrı'yla
yürüdü ve Hanok'un bütün günleri üç yüz altmış beş, yıl oldu ve gözden
kayboldu. Çünkü, onu Tanrı aldı” (Tevrat,
Tekvin kitabı, 5. bap, 18-24).Terzi Hermes'in, kendinden sonraki bütün
düşünsel akımlara ışık tutan düşüncesi şudur: "İnsanlar
ölümlü tanrılar, tanrılar ölümsüz insanlardır. "Terzi
Hermes, evrensel düşünü şöyle kuruyor: Kocaman boşluğun en altında ölümlülük
yeri dünya var, en üstünde de ölümsüzlük yeri Zuhal yıldızı... Zuhal yıldızı,
evrensel aklın bütün esrarını taşımaktadır, yedinci ve son kattır, ölümsüzlüğe
orada erişilir. Zuhal, parlak bir ışık içindedir. Ruhlar, oradan koparak,
dünyaya doğru düşmeye başlarlar. Bu düşüş bir sinavdır. Düşüş, büyük ışıktan,
inildikçe yavaş yavaş koyulaşan karanlığa doğrudur. Işık ruh, karanlık
maddedir. Ruh, kısa bir sınama için yeryüzüne inip maddeyle birleşecek, ama
maddeye boyun eğmeyecektir. Ruhun maddeye boyun eğmesi, ona yenilmesi demek,
sonsuz olarak yok olması demektir. İnsan ruhu, tümel ruhun (Tanrı'nın)
çocuğudur. Sınavı kazanamazsa, o ruhta bulunan tümel ışık (Tanrısal nûr)
sönecek, ışık yalnız başına çıktığı yere dönerek ruhu karanlıkta bırakacaktır.
Ruh da, ışıksız kalınca, karanlığın içinde eriyip tükenecektir. Büyük boşluk,
inen çıkan ve arada eriyip tükenen sayısız ruhların kasırgasıyla
kavrulmaktadır. Sınavı kazanan ruhlar, yedi kat göğe başarıyla yükselip
ölümsüzlüğe kavuşurlar. Salt gerçeği (mutlak hakikat) öğrenirler. Maddeye boyun
eğmeyen başarılı ruh, yeryüzündeki kısa sınavını verdikten sonra, ilk basamak
olarak ay'a yükselir.!"] (**HAK, adından da anlaşılacağı üzere kimsenin hakkını yemez,
bu liyakatlar önceki hayâtlardan kazanılmış hakları bir sonraki hayâta
yansımaları veya tecellilerinden başka birşey değildir.!Bu gerçek de tekâmül
yâni yükselme için fizik plâna tekrâr gelindiğine yeterli ve önemli bir
veridir.)
Bu
kadim öğretinin İslâmi versiyondaki yerini Hazret-i Muhammed Mustafâ s.a.v. muhteşem
bir özdeyişle şöyle özetlemiştir : “Kendini bilen nefsini bilir, nefsini bilen
RABB’ini bilir..!”Bu sözden sonra yorum sizlere âittir.!
Hazret-i Pîr Hacı Bektaş-ı Velî de : “Eline beline, diline hakim ol..!”
Diye buna öz olarak işaret etmiştir.! İnsânı, bedenden dışa açan bu üç fiil
değil midir ? Kişinin kendini özüyle kontrollu kullanması/yaşaması nefis
terbiyesidir.!
Kadim
astronomide birçok yıldız ismi varken ; burçlardan, Ay ve Güneşten,
gezegenlerden bahsederken özellikle tek âyette sistem dışında olan bu yıldızı
ismiyle ve içyüzde işaret edilen mânâ ile anması tesadüf müdür
? Hayır, İlâhi mesajlarda tesadüf olabilir mi ? “Sirius”
mitinin kadim bir Hint efsanesinden de geldiği söylenmektedir, elimdeki notlara
göre şöyleki : “Cennetin kapısına
ulaşamak adına yola çıkan dört kardeşten birincisi iyi bir savaşçı ve komutan
ikincisi usta bir şair üçüncüsü ünlü bir aşıktır. en küçük kardeşin özelliği
ise gurur duyduğu köpeğidir. Dördüncü kardeş ilk kardeşini bir savaş meydanında
ikincisini bir düğünde üçüncüsünü de güzel bir prensesin kollarında bırakır ve
cennetin kapısına ulaşır ama köpeğini cennete kabul ettiremez. Bunun üzerine
cennete girmeyi reddeder. yolculuğunu cennetten izleyenler ona kardeşlerini
terk ettiği halde köpeğini terk etmemesinin sebebini sorarlar. küçük kardeş
diğerlerinin kendi kaderlerini izlediğini ama köpeğinin ona tüm kâlbiyle
bağlandığını söyler. bunun üzerine cennettekiler köpeği bir takım yıldız haline
getirirler. Bu yıldız kümesindeki en parlak yıldızın adı sirius, yâni köpeğin
kâlbi olmaktadır.!”
Kadim
Hint ile kadim Mısır’ın “sirius” gibi
başka birçok konuda ortak yanları olmalıdır.! Sirius’un içyüzündeki sırrı ‘parlaklığında
mıydı ?’ Kadim Mısır’da bu ‘parlaklık’ özün,
merkezin simgesiydi.! Ermeler azalıp da, öğretideki derin sırlar ; halka,
içyüzden habersiz, bilgisiz topluma sızmaya başladıkça bu ‘parlaklık’ içyüzü
bilmeyenlerce dışyüzde tapınmaya kadar gitti.! Yozlaşmayla değişim sınırına
gelinmiş oldu.! Bunu doğrulayan diğer çok önemli bir simgeyse erken dönem
Firavunlarının başında iki kaş arasındaki yılan figürünün, geç dönem
firavunlarında görülmeyişidir.! Bu durum kadim Mısır dinindeki Hermetik
öğretinin asıl amacından uzaklaşarak artık eren çıkaramadığını
gösteriyordu.!
{Sirius yıldızı, Güneşten büyük
olduğundan ve gökyüzünde geceleri görünen en parlak yıldız, “Köpek
yıldızı” ismiyle de geçer. Büyük köpek takımyıldızının ‘alfa yıldızı’ olduğu
için ‘alpha canis majoris’ olarak da anılır. Parlaklığı -1.45 “eksi bir nokta kırkbeş”
kadirden olup, göğün en parlak yıldızı olma ayrıcalığını bir kadir farkla elde
etmektedir. Dünyâya uzaklığı 8.7 ışık yılı, büyüklüğü Güneş'in iki
katı, parlaklığı güneş`inkinin 20 katıdır. Kış gecelerinde gözlenen bir
yıldızdır, yüzünüzü kışın güney yönüne dönün, orada göreceğiniz, mavi beyaz ve
kimi zaman diğer renklerde parlayan yıldız Sirius'tur.}
Hermetik
erme okulları kapanınca, kadim öğreti ; gelen Nebi ve Resûl’lerle toplumları
uyandırmak için simgesel anlatımlarla mesajlara dönüştü.! Nitekim, 1930 – 1960
yıllarında Mısır’da yapılan kazılarda mabet veya piramitlerin girilebilen
mahzenlerinde birçok haçlara rastlandığı söylenmektedir.! Hz. İsa Mesih’ten
binlerce yıl önce hıristiyanlık mı vardı ? Dört unsurdan meydana gelen bedenin
haçla simgelenmesinden başka birşey değildi.! O zamanlar mabedlerde erme
işleminde kullanılan sembôllerdi.! Haç’ın merkez noktası kâlb, iki
kolonun/çizginin kesiştirildiği “nokta” olarak soyut “öz”e
tekâbül etmekteydi.! İnsânda ayaklarını birleştirip kollarını iki yana
açtığında haç şeklinde bir durumunu şeklen oluşturmuyor mu ? Bu durumda kâlb
merkez nokta olarak, özün, Rûh'un oturduğu ev, Kâbe konumundadır.! Kâbe’nin
inşâsı bu sebeple soyut merkezi anlatımla çok önemli bir sırra işâret
etmektedir.!Yakın zamanda Batı ekôlünde bu kadim “öz” öğretisi,
Aziz Christian Rosencreutz tarafından ‘Gül
Haç’ ismiyle ‘haçın
orta, merkez noktasında açmış bir gül’ simgesiyle yerini almıştır.! Bu “öz”
öğretisinin Doğu ekôlü (Tibet ekôlü) ise Tibette oturan çok az kişi (2-3 kişi)
tarafından görülen üstad Mahatma Morya tarafından Azize H.P. Blavatski
kanalıyla verilmiştir.! Bu öğretilerin tamamı ismi farklı olsada, bilinmese de
temellerinde; HAKK ALLAH tarafından tescil edilmiş, “İbrahim'in
Hanif Dini” olan “Öz” yoludur.! Doğu olsun, Batı olsun, Orta
doğu olsun, ‘gerçek’ ezoterik ekôllerin üstatlarına sorun : ‘öğretinizin
amacı nedir ?’ diye ; size kendinizde saklı özünüzü, rûhunuzu
bulmayı tarif edeceklerdir.! İşte en son Resûl, Hz.Muhammed s.a.v. efendimizin
verdiği Kur’an mesajında bu metot ilk defa ismi ile HAKK tarafından ismiyle
tarif edilmiş olan “Hanif Din”dir.! “İçyüz” öğretileri
bilgi düzeyinde artık küresel dünyâya açılmışlardır.! Ancak uygulamalarındaki
hassas püf noktaların açılmadan hâlen sırlarını koruduğu şeklinde
düşünebiliriz.! Tüm ekôller öğretilerinin ancak açılabilir miktarını
vermektedirler.! Bir de çok önemli olan husus şudur ki ; ekôlleri kuran
üstatlardan sonra kaç tane ekôl orjin özünü kaybetmeden, saptırılmadan, yanlış
yorumlanmadan, değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelebilmiştir.?! Bunu
gerçekten özüyle, hikmetle inceleyenler gerçeği göreceklerdir.! Şimdi olmasa da
ilerde gelecekler bunu yapacaklardır.!
İslâm’ın
dış dünyâsı ise ezoterik sırlarla ancak tasavvuf ve batıni tarikatlardaki bilgilerin
dışa sızmasıyla tanışmaya hâlen devam ediyor.! İçyüz bilgisi ile uğraşanlar
oldukça yol aldılar ama bunun bedelini inanç ve iman müessesesinden tek taraflı
karşı gözlemle yargılanıp, dışlanarak, aşağılanarak, kâfir, dinden çıkmış
denilerek ödediler ve hâlen de ödemeye devam ediyorlar.! Türk İslâm
Tasavvufçuları, Hoca Ahmet Yesevi, Lokman-ı Parende, Hazret-i Pîr Hünkâr Hacı
Bektaş-ı Velî, Sarı Saltuk, Seyyid Ali sultan, Pîr Sultan Abdal, Fuzuli, Taptuk
Emre, Yunus Emre, Mevlâna, Sultan Veled, Hallacı Mansur, Nesimi’ler ve daha
birçokları olmasaydı durum nice olurdu, HAKK ve hakîkat yolunda hizmeti
geçenlerin hepsini minnet ve şükranla anıyor, onlara teşekkür ediyorum..!
Batıdaki kilise baskısının farklı şekli İslâm âleminde düşünmeye, okumaya, yazmaya
engel ve yasaklarla kendini gösterdi.! Çoğu ülkelerde de hükmünü
sürdürmeye devam etmektedir.! Dünyâdaki varolan istisnasız bütün gerçek
ekôllerin özü Hazret-i İbrahim’in “Hanif Din” metoduna
dayanmaktadır.! Bu ‘özyolu’ öğretisi, “Kutsal
Kitab”lardaki metinlerin içyüzüyle açılarak, ‘tam
ismi ve açılımı’ ile ‘özdeyiş’
olarak 2002 yılında Ankara'da M.H.Uluğ Kızılkeçili tarafından “Kıyâmetnâme
– Mesajlar” isimli eseriyle verilmiştir.! Toplum tarafından
anlaşılması, özümsenmesi, idrâk edilebilmesi için uzun bir sürenin geçmesi
bugün için maalesef kaçınılmaz görünmektedir.!
Hazret-i
İbrahim’in içte saklı tek Tanrılı dini, gelişen idrâklarla Hazret-i Mûsâ’nın “Tûr-u
Sinâ” dağı olan kâlbinden ve belkemiği olan “Asâ”sından
kendisini gösterdiğinde buna tâbî olacak insânlığın uzun süreçte yavaş yavaş
oluşacağı ilâhi programı uygulayanlar tarafından biliniyordu.!
Hazret-i Mûsâ a.s.’ın “Elohim” dini aslında kadim Mısır geleneğindeki
Hermetik öğretideki tek öz, tek Tanrı metodunun dışa açılması yâni, artık bütün
yeryüzü için “Hattı müdafaâ değil, sathı müdafaâ”
uygulamasıydı.! Tanrı bütün insânların Tanrısıydı.! Hazret-i İbrahim bu
öğretiye Musa’dan önce işaret eden “Ata”sı olduğuna göre, demek ki Doğu ekôlü
dışa açılımı çok daha önce başlatmıştı.! Doğu ekôlünü öğreten büyük üstadların
(erenlerin/mahatmaların) kadim Mısır’daki Hermetik öğretiden haberi var mıydı ?
Ayni soyut frekansta olanlarca, elbette vardı.! Soyut boyutta, yâni kaynağında
Tanrısal “Hikmet” tek ve ayni değil midir ? Ayni soyut boyutta (frekansta)
birlikle hareket eden ilâhi güçler yeryüzünde bölgesel misyon paylaşımı yapmış
olmalıydılar.! Bunun aksi olabilir mi ? Nitekim temeli atan İbrahim a.s.’a
Kutsal Kitab’larda peygamberlerin “Ata”sı yâni “Baba”sı
diye hitap edilmesi sadece fizik değil aslında soyut plândan geldiği şeklinde
de düşünülmelidir.! Nitekim Kur’an’da ki : “İbrahim'in milletinden,
kendine kıyan beyinsizden başka kim yüz çevirir ? Biz
onu dünyada seçkin birisi yaptık, hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden
biridir.!” (Bakara-2/130.) Âyetiyle ayni zamanda O’nun soyut
ahret boyutundaki yerine de işaret etmektedir.!
Yukarıda yazılanların ışığında, burada çok önemli ve saklı bir hususa
değinmeden geçemiyeceğiz..! Hz.Musa a.s. aslında Mısır’daki kadim erme
okullarının kapanmaması için onlara “Elohim”ler tarafından gönderilen aşıydı..!
Yozlaşmayı bitirip öğretiyi içyüzde tekrâr diriltmek için aslında onlara
öğretilerinin devamı için kurtarıcı olacaktı..! O, fizik olarak da İbrahim’in
soyundan değil miydi ? Hangi “sudan çekilmiş” olarak “Musa” ismini vermişlerdi
ona ? “İbrahim’in suyundan !” Irmak/nehir simgesi mecazdır.! Musa ayni
soyun mîrâsının temsilcisi değil miydi ? İbrahimi soyun varisi fizikten önce
rûhanidir..! O özün temsilcisi olan varistir..! Olaylara baktığımızda “seçilmiş” “seçkin”
önce “içyüzde” özle ilgili değil midir ? Fizik sonradan gelmiyor
mu..? Her ne kadar Musa’nın kadim Mısır mabedlerinde inisiye olduğu söylense
de, O da atası Hz.İbrahim a.s. gibi Hint kökenliydi.! O da zaten “öte
taraf” kökenli (ibri) gönderilen kurtarıcı değil miydi..?!
Kadim, antik zamanda dış dünyâdaki halklar (mabed dışı) tarafından, Tanrılar da
denen, “Hakeren”ler yâni “Elohim”ler, yâni Kur’an’daki “Biz”ler
; en son Musa a.s. ile Kadim Mısır’a himmet mi ediyorlardı.?! “Hermetik”
Atlantis öğretisinin ‘uygulamada’ki sonu Mısır
mabedlerine yaklaşıyordu..! Çünkü “Mu” öğretisine sadık kalan Doğulular,
Atlantisliler gibi öğretiyi çarpıtmadan, azmadan, uygulamadaki pozitif
gerçekleri değiştirmeden ermelerine, içyüzde aydınlanmalarına devam
ediyorlardı..! Her süreçte bölgesel (küçük afat / tufan / sel / deprem /
kasırga /hastalık vs.) ayıklamalar normaldir, ancak Atlantis’in tamamen
batırılması çok ayrı ve önemli bir gereçeğe işaret etmektedir..! "İçyüz"de
aydınlanmaya devam eden toplumun helâk edildiği nerede görülmüştür, örneği var
mı..? "İnka" ve "Maya"lara peygamber gitmiş miydi ?
Elbette rûhsal önderleri vardı, ama içyüzde aydınlandıklarından bir
peygamberleri yoktu, peygamberlerin geliş ve yaşadıkları yerlere bakılırsa en
azından bu yönde bir iz şimdilik bulunmamıştır..! Atlantisin temiz çocuklarını
İspanyollar katlettiler, altın için..!!
“Biz,
yoldan çıkan kavmi helâk eder ; yerine yenisini getiririz.!” (Enam-6/89.) “Elini
koynuna sok, kusursuz bembeyaz çıkacaktır. Korkudan (açılan) kollarını kendine
çek. İşte bu ikisi Firavun ve onun adamlarına karşı RABB’in tarafından iki
kesin delildir. Çünkü onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardır.” (Kasas-28/32.*) “Ey
Muhammed ! Azim sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret ! Onlar
için (azab hususunda) acele etme. Sanki onlar kendilerine vaad edilen azabı
gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldıklarını sanırlar.
Bu bir tebliğdir. Hiç yoldan çıkan fasıklar topluluğundan başkası helak edilir
mi?” (Ahkaf-46/35.) Başkaları da var ama bu üç âyet
yukarıdaki yorumumuza hakkını kâfi olarak teslim etmiyor mu..?
“Piramit”ler, “Hermes”in “üst üçüz”, “öz”,
“Rûh” (RAHMÂN RAHÎM RÛH) öğretisinin
simgesi olarak Atlantisliler tarafından inşâ edilmişti..! Kadim Mısır’ın
Atlantis’in kolonisi olduğu hakkındaki görüşler doğru olmalıdır.! Çok ileride
yeryüzünde “İbrahim milleti” tam oluştuğunda, bugünkü dünyâdan eser
kalmayacaktır..! O zaman kim ve ne olduğumuzu, nereden beri yolda olduğumuzu,
hangi yollardan geçtiğimizi daha iyi idrâk edeceğiz...! Hz.Muhammed s.a.v.
inanmayanların, O’nu kabûl etmeyenlerin, O’na inanacaklarına adınız gibi emin
olabilirsiniz..! Gerçeklerden, ölümlü hiçbir kimse kaçamaz..! İbrahim’in
öğretisiyle yola çıktık, İbrahim’in gerçeğine yürümeye devam ediyoruz..! Sahi
biz kimleriz..? Bundan önce kimlerdik..? Bu gerçekler ışığında târihe ibretle
bakmak lâzım diye düşünüyorum..! Alınacak, uyanacak, uyandıracak çok dersler
olmalı..! Yukarıdaki yorumumuz ileride gelecekler tarafından irdelendiğinde
üzeri hem bilinerek hem de bilinmeyerek örtülmüş gerçekler gün ışığına
çıkacaktır.! “Gerçek” asla kaybolamaz, kimse tarafından kaybedilemez.! İnsâna
göre çok uzun, HAKK’a göre çok kısa bir süre için saklanabilir, tahrif edilir
ama “O” hakîkati her zaman güneş gibi ortaya çıkarmasını, çıkartmasını bilir.!
Geriye dönüp baktığımızda hep böyle değil mi ? Kova çağında kim bilir hangi
bilgileri verecekler, neler
olacak.?
Günümüz
dünyâsında öğrenme ve uygulama bazı ekôller dışında genelde kişisel olmakta, bu
da beraberinde yanlış bilgi ve tehlikeli deneyimleri getirmektedir.! Yanlış
yorum ve uygulamalarla vakit kaybedilmeden gerçeğin özüne dönülerek içyüzde
sağlam ve tehlikesiz olarak uygulanmalıdır.! Kişi kendinde saklı asıl kendi özü
ile meditasyon / yoga / kendi içine çekilerek tanışabilir ve bunun aşamalarına
özünün izin verdiği kadar deneyimlerle yoluna devam edebilir.! Bu metot da
acele ile iş görülmez, ahlâk yapısının kuvvetli olması ve özünün her imtihanını
kazanmakla, sabırla, bilinçli yaşayarak, deneyimler kazanılır.! Hayâtlarda
kazanılan deneyimler bir sonrakine aktarılır ve tam yetkinlik liyatını
kazanasıya kadar devam eder.! Nefsinin tuzaklarına düşmeyen kişinin
yükselmesi kolaylaşır..!
Peygamberlerin
gösterdikleri mucizeleri, 7 frekansta (titreşim) ayağa kaldırıp tam yetkinliğe
kavuşturdukları “Asâ”ları yâni ‘Kundalini’lerinden
çıkan hikmetler ; bilinçle yönlendirdikleri hedeflerde ortaya çıkartıp insânlık
için sergiledikleri eserlerdi.! İşin içyüzünde, özünde saklanan en üst derecede
ermelerini anlatan sırlarıydı.! Nitekim, Kur’an’da ; en son Resûl Hz.Muhammed
Mustafâ s.a.v.’e “Biz sana iki yedi ve azim olan Kur’an’ı
verdik” der.! Dinde uzman (!)
olduğunu söyleyenler..! Bunun içyüzünü bilemeyip anlayamadıklarından, orjinal
âyette asla yazmayan : “Tekrarlanan yedi âyetli Fatiha’yı verdik” diye
tamamen yanlış olarak çevirirler.! Onlar nereden bilsinler ki ; “İki
yedi”, kişinin içinde belkemiği denen mağarasındaki “Rûh
ve Sekine” denen “Pozitif ve Negatif”
ilâhi güc olan iki kutbdur..! “Çift kanal omurilik”te
oturmaktadır..! “33 omurdan” oluşan
çift kanal toplamında “66” eder ki bu sayısal
ebced iliminde tam olarak “ALLAH” lâfzına denk
gelir..! ALLAH’ın gücüne simgedir..! Tevrat’ta “Tanrı
insânı kendine benzer surette yarattı” âyeti, fizik benzerliği değil
insânda saklı ilâhi şemalara atıftır..! Bunu da anlayamadılar, hâlen
tartışıyorlar..! 7 frekans, “33” şerefeli, “öz”le,
“RÛH”la cem olunan insân denen mabeddir, bu mânâda
camidir..! “33”lük, “66”lık tespih dizini bu gereçeğe simgedir.! “ALLAH’ın
gücü denen “kudretli iki ELİ” budur..!” “Hz.Yakub’un
göklere çıkan merdivenidir.!” Erenlerin girdiği / girebildiği bu
soyut mabedde, gerçek tespih, içyüzde herbir titreşimi “sessiz”
sesle hakkıyla zikretmektir..! “33” şerefeden ayni anda “salât’ı
doğrultarak”, Yâni “OL” deyip olduran “ses”i
çıkartmaya çalışmak ve sonunda en üst frekansa çıkarak çıkartmaktır, kısacası
Kur’an’da “Biz” diye konuşan “Zât”lara katılmaktır..! Bunun ötesi
“Kur’an-ı” veya diğer Kutsal Kitabları tam mânâsında içyüzde soyut âlemde
hakkıyla okumaktır..! Hazret-i ÂLÎ’nin deyişiyle : “Ene
Kur’an-ı natık.!” “Ben konuşan Kur’anım”
deyip de ne yazık ki cahiller tarafından hem o zaman hem de bu zaman
anlaşılamamaktır / insânların O’nun neye işâret ettiğini hâlen daha
anlıyamayışıdır..!!! Hazret-i Âlî’yi kılıçla değil, işin içyüzünde cahillikle
katlettiler..! Cahillik, ilâhi ihânete dönüştüğünde ne beklenir ki ? Hem
Resûl’ün hem de O’nun içlerinde saklı özlerini anlamadılar..! O zât “Kâbe”nin
içinde doğmamış mıydı.? Bunu kısaca “Diri” okuma ; başka mânâda “OL dedik”,
“Oldu” olarak idrâk edebilirsiniz.! “Biz”lere katılmak, öğretinin en zor
ulaşılan ve en zor uygulanan boyutudur.! “Kıyâmetnâme - Mesajlar” eserinde
bunlar “özdeyiş” olarak anlatılmaktadır.! “7 frekansın”
tamamını tam olarak elde edebilmek çok uzun dünyâsal evreleri kapsar.! Her
evrede hiç hatasız mezun olmanın yanında her hâyâtın puanlarının bir öncekinden
daha iyi olmasını gerektirir.! İnsânlığa severek, isteyerek, karşılıksız,
aşkla, fedakârlıkla çok hizmet verilmesi gerekir.! Her biten misyondan sonra
vakit geçirmeden hemen yeni bir misyon alarak tekrâr geriye gelmek
gerektirmektedir.! Bu durum, Özü tam “Feth” ederek, “Fatih”
olmanın ta kendisidir..! En büyük kurtuluştur, yaşayan ölüleri dirilten
rahmettir.! “Ölmeden evvel ölünüz”deki kurtuluşa simgedir.!
Sözde
değil hakîkatte içte bu “İki yedi”ye sahip olan Hazret-i
Muhammed s.a.v. bu gerçeğe şöyle işaret etmiştir ; “Yunus'un
mîrâcı benden aşağı değil !” “Çoğu insânın bilmediği”(Rûm-30/30.)
Ezoterik “Hanif Din İslâm” ekôlünde “Mîrâç” olayı, ‘belkemiğinde
saklı özü’, ki Doğu ekôlü buna ‘kundalini’ deyip ; tam olarak ayağa kaldıran
kişinin aydınlandığını kabul ederken, İslâm da buna “Mîrâç”
kişinin içinde saklı “özüyle birleşme”
diyerek tüm ekôlleri özünde örtüştürmektedir.! ‘Barış’ ve ‘teslim olmak’ da
denen İslâm, kişinin özü ile birleşmesiyle, ona teslim olmasından başka birşey
değildir.! Kur’anda buna ; Hz.İbrahim’e hitapla : “RABB’i
ona, “İslâm ol !” emrini verince, o “Ben âlemlerin RABB’ine teslim oldum.”
dedi.!” (Bakara-2/131.) Âyetiyle işaret edilmektedir.! “Biz,
size şah damarından yakınız” diyen öze teslim olmaktır.! (Kaf-50/16.)
İçyüzde, özünle yâni “Rûh”uyla birleşmedir.! Buna “Büyük
kurtuluş”, “Büyük ödül / ecir”,
“Erme” de denir.! Nefse karşı yapılan gerçek “cihat”tır,
fâni değil, hakîki bâkiliği “Fetih”tir.! Özüm diyor ki : ‘Oğlum
Hürmen, kızım sana söylüyorum gelinim sen anla..! Elindeki yâni içindeki altını
bakıra değişme.! Elinde bakır varsa onu içte altın yap, en büyük ve gerçek
rûhani simya budur..! Fizik simyayı zaten şimdi kimya yapıyor, boşa vakit
geçirme..! Dışta değil, içinde “iki yedi”den zenginleş de onlar
gibi “Belini” doğrult, ilâhi antenini soyut âleme çıkar, alıcını çalıştır
da o ezelî “ANA”ndan ilâhi sütü em..!’
*
Tanrısal
kontrol ve işleyen ilâhi program – kişisel uyanış..!
Hangi ekôl olursa olsun ilâhi güçten veya bilgiden yoksun değil ; ancak kabûl
edilen ilâhi metotları yorumlayanlarca yeterince hakkıyla tarif edilememiş
addedilmelidir.! Çünkü fizik plân Tanrı'nın kontrolu dışında sahipsiz bir bölge
değildir.! HAKK’ın haberi olmadan hangi âlem veya plânda kim ne yapablir
ki ? Olagelen herşey “O”nun tarafından kontrol altında ; oluşumuna, program
dahilinde yoluna devam etmektedir.!
İnaçların dış yüzündeki zıtlıklar, derin ve gizli öğretilerin özlerinde uyum
içinde birdirler.! Aralarındaki fark, idrâk ve uyguladıkları metotlardadır.!
Kimi metot eşek hızı, kimisi at hızı, kimisi bisiklet, kimisi motorsiklet,
kimisi oto, kimisi uçak, kimisi de füzedir ki ; kişinin liyakatına göre
seçilir.! Seçilip uygulanan metoda göre sona varışta farklılık arz
etmesi normaldir.! Kimi çok önce, kimi ondan çok sonra, kimi de çok uzun bir
süreç geçtikten sonra erecektir.! “Babanız İbrahim'in yolu olan dinde
sizin için bir zorluk kılmamıştır.!” (Hac-22./78.) “Dinde
zorlama yoktur. Çünkü doğruluk, sapıklıktan ayırd edilmiştir.!”
(Bakara-2./256.) Âyetlerinden de bunu anlayabiliriz. Yolu kısaltacak metot
varken kimisi, idrâk ve rûhani gelişimine göre uzun ve geç sonuç verecek olanı
seçer.!
“Din”
diye tarif olan bütün ilâhi metotların özü "HANİF DİN"
denen “içyüz”de saklı özü bulma yoludur.! Bu ilâhi ve tek
doktirinin temel sebebi ise, yaratıcının yaratım formülünde değişiklik yapmadan
hep ayni formülle fizik insânı, şeffaf âdemi ve diğer onlardan “üstün olanlar”ı
yaratmasıdır.! Kur'an-ı Kerim buna : “O hâlde yüzünü dine bir hanif olarak tut
; O ALLAH fıtratına ki insânları onun üzerine yaratmıştır ! O
ALLAH yaratışına bedel bulunmaz, doğru/sabit/değişmez din odur ve lâkin
insânların çoğu onu bilmezler !” (Kur'an : Rûm-30./30.) Âyeti ile ışık
tutmaktadır.!
Günümüzün araştıran insânı birçok bilgi içinde boğulup, kavram kaosu
yaşadığından yol seçiminde zorlanmakta, birçok zor metotlarla idrâkını kitleyip
kendi içinde saklı özünden uzak kalmaktadır.! Kişi kendini dışa yâni
yanılgılara kapatıp içe, öze açmalı ; tüm nefsani davranışlarını içindeki özü
ile kontrol altına alarak içindeki hayvânları susturup hakîkat yoluna bu
şekilde bilinçle adım atmalıdır.! İlerleyen safhalarda içinde saklı özü ona
zamanı geldiğinde birşeyler vermeye, sessiz sesiyle seslenmeye başlayacaktır.!
Kişi ilk “hakîki farkındalığını” bilinçli olarak yaşadığında artık uyanışını
yapmış sayılabilir.! “Sabır, azim, ahlâk, sevgi, çok arzulu
istek, çok çalışma, özsel aşk, bedeni ve nefsani temizlik, kendini tüm
insânlığa hizmet için feda eyleme arzusu” bu
gelişimi sağlıklı bir şekilde hızlandıracaktır.!
Kişi,
içinden “Ona şah damarından yakın”(50/16.)
olan özü tarafından izlendiğinden hakediş reçetesi öz doktoru tarafından günlük
hatta anlık liyâkatine göre kendisine olaylar şeklinde simgesel olarak yazılıp
gönderilebilir.! Yaşanan hayâtı monoton, basma kalıp olmaktan
çıkarıp ; canlı, diri ve yaşanır kılan da bu olacaktır.! Olaylar, fizik veya
metafizik gelişebilir, önemli olan kişinin ; heran, heryerde özüyle mesaj
alışverişidir.! Aracısız, rûhbansız, yalancısız, dolancısız, menfaatçısız, sade,
temiz, riyasız, kabullenme, hakkına razı olma, her an yeni bir gerçeğe uyanma
ve görme şeklinde geçen dolu ve gerçek bir hayât.! Ölü konumdan diri konuma
geçerek, ne için buraya geldiğinin farkındalığını yaşayıp idrâkını daha üst
seviyelere çıkartabilecektir.!
Bu
durum kişinin farkında olmadan özünden gelen her ilâhi eylemde içindeki gücün
biraz daha uyarılmasına katkı sağlamasının yanında kişinin sağlıklı olarak
metodu uygulamasında yardımcı olacaktır.! “O”, içte saklı gücün
uyarılması, ilk defa kıpırdanması ve 1. derecede veya frekansta/titreşimde
ayağa kalkması birbirinden çok farklı safhalardır.! Uyarılması, kişiye o zaman
kadar gördüklerinde göremediklerini gösterir, kıpırdanması yolun asıl başlangıç
kapısıdır ki özü tarafından erme yoluna aday kabûl edilebileceğinin ilk işareti
olarak kabûl edilebilir. Erme mabedinin kapısına gelmiştir.! Sezgileri
artar, hisleri kuvvetlenir, küçük vizyonlarla tanışır, geçmiş yaşantılarından
‘kesitler’ görebilir, bunları anlamaya çalışır çünkü rüyaya benzemediklerini
yaşarayak müşahede eder (kişiye göre değişir), olaylardan çok önce olacakları
bilmeye ve görmeye başlar.! Ama kişiyi içinde yaşadığı durumuna göre oldukça
yıpratır ve korkutur.! 1.frekans/titreşim açılımında ise, ki eskiler buna “tıpayı
çıkarma”, “Alâaddinin sihirli lâmbası” derlerdi
; ayağa kalkan içte saklı “O” Zât'tan başka kimse kalmaz, kalamaz.!
Bir kişilik yer vardır.! “Mağara yatırı” artık kalkmıştır.!
İnsân denen kabirde aslında özü olan yatır yatmaktadır.! Bu kabir tek
kişiliktir.! Fizik beden ölünce de öyle değil mi ? ‘O
gün fizik dünyâ, fizik olmayan başka bir şefaf “Arz”
ile değiştirilir.!’ Buna Kur'an'da şöyle işaret eder
: “Onlar, sadece bu dünyâ hayâtının dış yüzünü bilirler.
Ahiretten ise onlar hep gafildirler.!” (Rûm-30./7.)
Ahret
buradan görülemiyen soyut, iç boyuttur.! O iç boyutu görmek “Kıyâmet”
denilen anı yaşamaktır.! Fizik perdenin kaldırılmasıdır.! ‘Üçüncü gözün
açılmasıdır.!’ “Ölmeden evvel ölmek”tir.! “O
saatin zelzelesine can dayanmaz” (Hac-22./1,2.) denen âyetin içyüzde
yaşanarak gerçekleşmesidir.! İçyüzde yaşanan müthiş bir yıkımdır, çok kuvvetli
gerçek bir zelzeledir, buna dayanabilmek her kişinin harcı değildir, zaten “ölüm”
denen “son” da bu şekilde üst perdeden seslenen “O
müthiş sesle” gerçekleşmektedir.! Yaşarken ‘aday’a özü tarafından
az az yaşatılarak dayanıklılık ve deneyim kazandırılır.! Aslında tüm kutsal
Kitablar küçük bir âlem olan bireyi, insânı anlatırlar ama dış yüzünde hep
farklı algılanıp, yorumlanmışlardır.!
Bu sebeple “İlâhi ezelî Asâ” veya Doğudaki diğer adıyla “Kundalini”
öğretisi her kişinin hemen yapabileceği bir uygulama değil, sonu ölümle veya
çok daha zor şartlara muhatap olacağı, bedelini çok pahalı ödeyeceği tehlikeli,
geri dönüşü olmayan/olamayan bir deneyim olabilir.! Bilinçsiz ve bilgisiz
yapılacak uygulamalar kazanmaya değil, ancak kaybetmeye mahkum olmaktır.!
Bilginin bilinçle öğrenilip, fizik şartlarını yerine getirip ; soyut
uygulanmasını kendi içimizde saklı özünüze bırakmamız en emin, en sağlam metot
olmalıdır.! Ateşi ateş olan, ışığı ışık olan tutabilir veya ona
katılabilir.!
*
Soyut
Bilinç – Kıyâmetler – Asâ’nın kalkması, asıl uyanış – İblis ve
görevi..!
Gerçeği anlamak için sâf kozmik bilinci yakalamamız gerekir.! Kozmik bilinç
(ışın) maddeye düşerken soyut efsafını kaybedip düşünceye dönüşür.! Kozmik
ezelî bilgiyi biz burada düşünce olarak algılıyoruz. Soyut hâlinden maddeye
tercüme edilirken yoğunluk kazanarak maddeye dönüşmekte ve donmaktadır.! Kendi
özünü bulamamış insân ve insânlık bununla yetinmek zorundadır.! Orjinal hâlini,
özde yâni içi uzayda saklamaktadır.! O, “diri”, canlı, renkli ; ve bir kimliktir.!
Tanrısal âlemde bulunan herşey için ölülük değil dirilik vardır ; ölü yâni
donuk cansız konum madde âlemindedir.! Kozmik sâf ilâhi ışın soyutluğunu
yitirdiği kapıdan girdiğinde buraya aslına göre ölü olarak yansımaktadır.!
Vahiy, ilham, feyz, düşünce, kişinin liyakatine göre onun farklı yansımaları
olmalıdır.! “Vahiy”, “Doğuş”, kâlbe yâni soyuttan soyuta diri ve orjinalliğini
kaybetmeden direk “Sekine” olarak inmesi; ilhâm, esin, feyz de düşünce şeklinde
beynin sağ veya sol yanından kalitesine göre yine de kâlbe bağlı idrâk olarak
ortaya çıkması olmalıdır.! Nitekim Kur’anda Cebrail a.s. için “vahyi”
Hz.Muhammed’in “kâlbine indirdi”
(Bakara-2/97.) demektedir.! ‘Beynine indirdi’ demiyor.!
Vahy’de beyin devre dışı kalmaktadır.! Burada ‘Kan’ın
sırrı önem arz eder.! ‘Kan’, can (Tevrat), nefis demektir.! İlâhi bâkir
değer olan “Hikmet” ona teslim edilemez.! Çünkü o, her
zaman parazit yapar.! Kontrol
her zaman içte bulunan ilâhi öz RABB’imiz tarafından yapılır.! Uygulama da ise
serbestlik vardır ; buna göre de özün soracağı hesap, vicdân ; ‘sessiz
sesle’ iç boyutta yargıç olarak yargılar.! Bu yargıç “Eski
Mısır”da “Hor” yâni kâlbde oturan, (Eski Yunancada : Horus) ‘Vicdân Tanrısı’ denen gücü temsil eden
“Rûh”tu.! Tasviri ‘şahin
kafası ve göz’ olarak simgelenmişti ve başında ‘beş
köşeli’ yıldızla temsil edilirdi.! Eski Mısır’ın “vicdân dini”,
daha ; kadim mabed erme okulları kapanmadan önce Hz.İbrahim a.s. ile kendi
içindeki özünü bilme ve bulma metodu denecek “Hanif Din”e
dönüşmüştü.! Kadim Mısır mabedlerinin o zamanlarda çağdaşları olan
Hz.İbrahim’den haberleri yok muydu ? Olmaz mı ? Vardı.! Erenler eski Mısır
mabedlerini niçin terk ettiler ? İbrahim’in dinine hizmet etmek için başka
yerlerde farklı misyon alacakları için olamaz mı ? Eski Mısır’ın ‘Vicdan
Tanrısı’nın adını taşıyan ‘Hor’ isimli şehri, Musâ’nın “Elohim”le
görüştüğü “Tûr-u Sinâ” yarım adasındaydı..! Haritadan “Sinâ”
‘yarım adası’na bakınız bir “kâlb” şeklinde “Kızıldeniz”e uzanıp onu
yardığını göreceksiniz..! Ne tesadüf mü diyeceğiz.? Bu kadar yazılan gerçekten
sonra gerçeklere ayıp olmaz mı ?
Çok eskilerde, gelen veya alınan ilâhi mesajın çözünürlüğü, kadim ezoterik
öğretilerdeki ‘dans’ ritüelleriyle de anlatılırdı.! Eski
Mısır’ın mabetlerinde buna benzer bir uygulama yapılıyor muydu acaba ?
Özellikle kadim Hint ekôlünde bu uygulamalar kişisel veya toplumsal mesajların
anlaşılması için canlı resim, hareket dilinden başka birşey değildi.!
Mahatma veya Guru’lar derin meditasyon veya transtan başka bu dille de mesaj
alırlardı.! Ne yazıkki bu ritüeller günümüzde ‘kadın
dansöz’ oyunları olarak algılanmakta ve amacından
saptırılmış olarak uygulanmaktadır.! Çok çok az insân bununla soyut âlemde
tanışmış ve ne olduğunu anlamıştır.! O zaman dünyâya baktığında bir ömür
yaşamaya mecbur olduğu yerin aslında ölülerle dolu bir mezarlık olduğunu mu
görmektedir.? Yaşayan, insân denen ölülerin toplanma yeri.! Kur’an buna : “Yeryüzünü
bir toplanma yapmadık mı ? Gerek diriler, gerekse ölüler için.!” (Mürselat-77/25,26.)
Âyeti ile ışık tutmaktadır.! Bu, kâlb gözü kapalı olanlarla açık olanlar için
de ayni mânâya gelmiyor mu.? Hazret-i Muhammed s.a.v. hakîkatin burada
görülenden veya algılanandan çok farklı olduğuna çok daha üst boyutta “Ya
RABB’i bana eşyanın aslını göster” diyerek işâret etmiştir.! Kendimizi
içimizde saklı kendi ilâhi özümüzle diriltmeye ve onunla soyut gerçek diri
âlemde yâni iç boyutta sohbet etmeye başladığımızda ve en önemlisi de ilk
görüntülerle tanıştığımızda ‘asıl uyanış’ımızı yapmış olacağız.! “Tabirci
Yusuf” özümüz olarak son nefesimizde güya gözü açık
yaşadığımız, rüyâ olan hayâtımızı tabir edecektir.! Kıyâmette “Tez
görülen hesap” bu olmalıdır.! “O pek tez hesap görür.!”
(Enam-6/62.)
İlâhi
yasalar soyut plânların yanında madde âleminde de bu gücü hükümdar yapmak
amacıyla işlemektedir.! ALLAH'ın yasaları değişmediğine göre, o yasanın
işlerliğiyle değişmesi gerekenler vardır.! Herşey ilk soyutta başladı tekrâr
başladığı soyut hâline gelecektir.! Bu kaçıncı kuruluş ? kaçıncı yaratımdır ki
istenilen hâle henüz gelinmiş değil midir ? diye sorarsak buna cevabı yine
kendimizden vererek bulabiliriz.! Biz şu an ne durumdayız ? ne kadar tekâmül
edebildik ? ne kadar ışıklıyız ki ? daha madenler, bitkiler, hayvânlar ne
kadar ışıklılar ? Birbirini arıtan müthiş bir döngü ilâhi gücün etkisiyle hâlen
çevrimini sürdürüyor ve daha milyonlarca yıl da sürdüreceğe benziyor.! “Dağlar
atılmış renkli yünler gibi olur.!” (Kaaria-101./5.) “Dağlar
serpildikçe serpildiği. Dağılıp toz duman haline geldiği.Ve sizler üç sınıf
olduğunuz zaman.!” (Vakıa-56./5,6,7.) Bu âyetler
kişisel ve genel kıyâmeti ne kadar güzel öz olarak tarif etmiş.! Kişi kıyâmet
denen ‘ayağa kalkmayı’ ölümünde, eren erdiğinde yâni
Hazret-i Muhammed s.a.v.’in söylediği gibi : “ölmeden
evvel öldüğünde”, yeryüzü ise içindekilerle en son
devresinin finalinde görecektir.! Son şekli şimdilik bize çok uzak, gelecek
zamandır.! Ama diğerleri, erecek ve ölecek kişi için de o kadar yakın.! Geçmiş
ve gelecek o ilâhi noktada saklı olarak herkezi özünde “Biz”
olarak beklemektedir.! (Kaf-50./16*, 38.) (Leyl-92./12.) (Gaşiye-88./25,26.) “Asâ”sını
çölde yâni kendinde Mûsâ gibi kaldıran “Musa” olup kurtulmuştur, Hazret-i İsa
Mesih de bunu müjdelediğine göre sadece bu mesaj bile içinde ilâhi sırrın her
gizini saklamaktadır.! Şunu da unutmamak gerekir ki “İblis”
de insân oğlunu kandırmak için “izin” aldı ve bu iznini her şekilde, her
zaman, her yerde mükemmel olarak kullanmaktadır.! (Hicr-15/36,37,38,39.)
(İsra-17/63,64.) Tanrı da insânı buna karşın “Dünyâ imtihan yeri”,
“ona kanmayın” diye uyardı ve içten de ayrı ayrı her
insânı özü olarak da uyarmaya devam ediyor.! Duyan var mı ? Uyan var mı ? duyan
ve içyüzde “O”na uyanlara ne mutlu.! İblis, aslında bu hazinenin ilâhi yasa
tarafından cennetten çıkarılarak, tayin edilmiş bekçisidir.! “Emâneti
ehil olanlar alsın” diye.! Lütfen söyler misiniz ; hangi
padişah hazinesini eşkiyaya yağma ettirir ki ?
*
ALLAH’ın
değişmeyen yaratım formülü - Sonuç..!
Gerçek değişmeden gerçekliğini sürdürmektedir.! İnsânlar ayni gerçeği farklı,
idrâklarla tekrârlamaktadırlar.! “İlk” ve “son” O
olduğuna göre arada anlatılanlar nedir ? Işık olamayan ışığı ne kadar tarif
edebilir ki ? Işık olanın ışık vermesi gerekir, gelen tüm ışıklı Nebi ve
Resûller gibi..! Kadim öğretilerdeki öz, asâ, kundalini
öğretisinin yukarıda yazdığımız âyetlerle, Kutsal kitablarda nasıl simgelerle
anlatıldıklarını ; aslında öğretinin değişmediğini ancak genel olarak yayılması
için isim ve metot değiştirerek ortaya farklı surette çıkmış olduğunun artık
kabûl etmeyenler tarafından da kabûl edilmesinin zamanının geldiğine,
Kıyâmetnâme - Mesajlar kitabında özdeyiş olarak yazılanları biraz açarak işaret
etmeye çalıştık..! Fakir, inşâllah ileride çok daha farklı bir çalışmayla
bunları yorumlamaya devam etmek istemektedir..! Bizi takip ederseniz, sizi
sizde saklı gerçek içyüzle tanıştırmaya devam edeceğiz..!
“ALLAH’ın fıtratı” (Rûm-30/30.) yâni “yaratım
formülü” denen olgu değişmeden devam etmektedir, edecektir
de.! Bu formül her insânın içinde özü, rûhu olarak saklanmıştır ; onu bulmak
eski veya yeni tüm ekôller tarafından müjdelenen en büyük kurtuluş “Ortak
fıtrat”, “Orta yol ehli/ümmeti”
yâni “Ümmet-i vasat.!” İbrahim’in “Hanif
Din”i denen, “Ezelî ve ilâhi Asâ”yı
Hz.Mûsâ gibi ele almanın “Öz yolu” dur.!
Geçmiş en kadim zamanlardan günümüze kadar yaratılan istisnasız her insân,
ölünce içinde saklı ilâhi özü tarafından yargılanmıştır hâlen de öyledir ve hep
de öyle olacaktır.!Buna içinde vicdân olan yargılayıcı özün sesi fazlasıyla
herşeyi bilerek ve kişiye hükmünü yalnız onun duyabileceği sessiz sesle içinden
söyleyerek yeterince ışık tutmuyor mu ? Her an kişiyle birlikte olan “O”dur.!
“O” kişinin her fiiline ve düşüncesine kişiden daha yakın ve ortak olarak şahit
olmutor mu.? İster Japon, ister Patagonyalı, ister Zenci, ister Eskimo olsun
her insânı kurtaracak, aydınlatacak Mesih’i veya Mehdi’si [sözde değil de içte gerçek Hidayet edicisi] içinde özü olarak beklemektedir.!
İçteki saklı özünün ismi : “terbiyeci, “RABB”, “RÛH”, “BİZ”, “ÖZ”, “O”dur !” Kişi her nefeste istese de,
istemese de, inansa da inanmasa da “O”nu zikretmektedir.! En kadim zamandan
bugüne, görebilmek için “yüzündeki örtüsü kaldırılacak”,
asla değişmeyen ve değişmeyecek ilâhi ezelî ve ebedî güzeller güzeli “O”dur.!
Kadim Mısır’ın Tanrıçası “yüzü örtülü bakire İsis”idir.! (İziz).
Mabedin kapısında O’nu tasvir eden heykelinin dizlerinde kapalı bir kitap
vardır ve heykelin altında şöyle yazmaktadır : “Hiçbir ölümlü benim
yüzümdeki örtüyü kaldıramamıştır.!” Binlerce yıl sonra Hazret-i Muhammed
s.a.v.’in “ölmeden evvel ölünüz” deyişi bu güzel içte saklı özün,
yaşarken ;ermeden veya ölünmeden asla görülemiyeceğine işaret eden
gerçekle örtüşmüyor mu.?! Ölmeden, “O”nunla sesle de olsa “Vicdân”
perdesinden mutlaka tanışmaya çalışın, “O”nu çok arzulu, aşkla isteyin ; “O”
içte sizi bekliyor, “O”nunla ölümde değil ondan önce “Yüceler”in
“ÖZ YOLU” olan, Ata Hz.İbrahim’in “HANİF
DİN”inde buluşun.! Şu gördüğünüz dünyâyı bilmediğiniz
gerçek dünyâ ile değiştirin..! Siz kâlben aşkla gerçekten isteyin yardım
gelecektir..!
Bu yazıyı kaleme almamıza vesile olan gerçekler adına ve yazmayı nasip ettiği için
Sevgili ALLAH HAKK RAHMÂN RAHÎM RABB’ime sozsuz teşekkür ederken, tekâmül denen
bu çok uzun süreçte insânlığa büyük hizmeti geçen gelmiş geçmiş tüm
katlardaki/frekanslardaki “Erenleri”mizi yüksek sevgi,
sadakat ve derin hürmetlerimle kâlben selâmlıyor insânlık adına onlara“Özüm”den
teşekkürlerimi arz ederken bütün insânların içlerinde saklı özlerine uyanış
yaparak yepyeni bir dünyâ kurmalarını niyaz ediyorum...!
*
Tüm
insânlığa, sevgi ve selamlarla ;
Copyright © “C.Hürmen
S.” 29.03.2004
www.ondokuz.gen.tr
www.ondokuzbiz.com
www.19muhammedali.com
All
rights reserved.
Her
hakkı saklıdır.
“Yazarından
izin alınmadan hiçbir şekilde alıntı yapılıp kullanılamaz.”
*
66:
ALLAH (Ebced hesabına göre ALLAH isminin sayısal değeridir.)
108:
HAKK (Ebced hesabına göre HAKK isminin sayısal değeridir.)
ÂLÎ:
isminin mânâsı arapçada 'Yüce' demektir. (Ayn-Lâm-Ye harfleriyle yazılır.)
Kün:
Ol (Arapça)
*
İlâhi
Asâ - Kundalini :
*Doğu
mistismindeki yoga felsefesinde vücutta pasif (hareketsiz) olarak bulunan
rûhani enerji. Negatif ve pozitif çift güçle temsil edilir ve kuyruk
sokumunda çöreklenmiş bir yılan şeklinde bulunduğu kabûl
edilir. Ayağa kalkmış şekli belkemiği simgesi olan Asâ'ya iki tarafından
dolanmış “çift yılan” olarak simgelenmiştir.! Bu tasvirin Hermes’ten geldiği
kabûl görmektedir. (Yeni bilgi edinecekler için yukarıda yazının başındaki
görülen tasvir/resimdir.)
*Târihi
kaynaklarda : Hz.İbrahim a.s.’ın yaşadığı zaman M.Ö.1900 yy. Hz.Musa a.s.'ın
yaşadığı zaman, M.Ö.1300 yy.ortaları olarak kabûl edilmektedir.!
*Bu
yazımızda detayların karşılaştırılmasını değil, konuda saklı gerçek ilâhi
simgelerin özünü, içyüzünü günümüze uygun idrâk dahilinde özdeyiş olarak
yansıtmaya, açmaya çalıştık. Bu sebeple isteyenler konu hakkında şimdiye kadar yazılmış
binlerce eseri ve detaylarını inceleyebilirler.
*Şerefe :
Minarelerde çepeçevre ve çıkıntılı olarak bulunan ezan okunulan yerdir.!
*Sayın
okurlar metinde olabilecek gözden kaçan imlâ hataları için peşin olarak özür
dilerim./ saygılarımla, CHS.
*Print
yapacaklar için bilgi : "word döküman olarak 20-21 sayfa
tutmaktadır."
*
Kaynaklar
:
Kur’an-ı
Kerim Hz.Muhammed s.a.v.’in mesajı
Tevrat
(Eski Ahit) Hz.Musa a.s.’nın mesajı
İncil (Yeni
Ahit) Hz.İsa Mesih a.s.’ın mesajı
"Kıyâmetnâme
– Mesajlar" Uluğ Kızılkeçili - 2002 - Ankara.
"Dünyâ
Mitolojisi" – D. Rosenberg
"Meydan
Larus" – Büyük Lugat ve Ansiklopedi.
"Düşünce
Târihi" - O.Hançerlioğlu
"Dünyâ
İnançları Sözlüğü" - O.Hançerlioğlu
M.E.B.
Türkçe sözlük
Osmanlıca
– Türkçe Lûgat / F.Devellioğlu
MANTIK
AL-TAYR
“KUŞ
DİLİ”
Tasavvufta “VAHDET-İ
VÜCÛD” (Varlığın
birliği)
HAZRET-İ
MUHAMMED FERİDEDDİN-İ ATTAR
*
*
Ebu
Talib Muhammed Ferideddin-i Attar, 12.yüzyılın son yarısıyla 13.yüzyılın ilk yıllarında
yaşadığı söylenir. Devletşah’a göre 513 Hicrîde (1119-1120) Nişabur şehrine
yakın köylüklerin birinde doğduğu için Nişabur doğumlu kabûl edilir.
Gençliğinde attarlık = doktorluk ve eczacılık yapmıştır. Künyesi Ebu Talib’dir.
Gelmiş geçmiş en büyük birkaç Mutasavvıfdan biri olan bu zât, Tasavvufta derin
çalışmalar yaparak bir çok eser vermiş bu şekilde de insânlığa yüksek hizmette
bulunmuştur.!
Kendisinin
“üveysî”
olduğu ve Hazret-i Mansur’un rûhaniyetinden feyz aldığı kuvvetle rivayet
edilmektedir.! ‘Peygamberler ve Velî’ler
hakkında bin adet kitap okuduğunu 39 yıl sofi şiir ve hikâyelerini topladığını
söyliyen Attar, genellikle sofilere ve tasavvufa çok bağlıdır.! Onun tasavvufu
sistem hâlinde bir tasavvuf olmayıp tamamiyle işrâkîdir.!’ İçyüzde
kişisel rûhâni aydınlamaya yöneliktir.! (İşrâkî
= fels. Pitagoras felsefesi yolunda bulunana âit, bu felsefenin taraflısı)
[Kısaca özetlersek : Pitagor’un buluşu olan işrak felsefesi
(doğuş veya aydınlanma) ilmi de tasavvuf gibi insânın rûhani içyüzünün yapısını
ortaya koymaktadır. Pisagor tarafından aktarılan bu ilim, Kadim çağlardan gelen
gizli öğretilerin açılabilir veya sunulmasında sakınca olmayan dış yüzüyle
yüzeysel anlatılmasıdır. Pitagor işrak felsefesinin kurucusudur. Tasavvuf
terimleri bu felsefenden alınmıştır.Bu felsefe nefsin tekâmülünü üç şarta
bağlar : 1-Bedeni temiz tutma 2-Kâlbiyle tasfiye 3-Tanrı ile birleşme.Rûh
üstü örtülü bir nûrdur, ihmal edersen kararır. Eğer ona aşkını katarsan, sönmez
bir nûr hâlinde parlar. Pitagor şöyle diyordu : hayvânlar insâna akrabadır,
insânda Tanrısına akrabadır.! Mevlâna da buna şöyle işâret eder : ‘madenler
nebatlar âlemine, nebatlar âlemi hayvânlar âlemine, hayvânlar âlemi de insânlık
âlemine şahlanıyor.!’ Pitagor böylece eski çağ tasavvuf ve irfanının zirvesine
yükselmiştir. Ama onun bu tasavvuftan maksadı kâinatı en yüksek yıldızlardan
seyre dalmak olmayıp, yere insânların arasına gelerek daha başarılı çalışmak,
insânlığa hizmet etmektir.! Aklı terbiyeden sonra, şimdi hepsinden güç olan
iradenin terbiyesine geliyor yâni hakîkatı kendi varlığımızın derinliklerinie
kadar sindirerek her günkü hayâtımızda uygulamak (tatbik etmek) işine geliyor,
bunu sağlamak için Pitagor’a göre üç tekâmül lâzımdır : 1-Akılda doğruluk tahakkuk
ettirmek 2-Rûhtaki fazileti tahakkuk ettirmek 3-Bedende temizliği tahakkuk
ettirmek, bunların neticesinde olgunluğa yâni İnsân-ı Kâmil’liğe ulaşılıp
yaşarken içyüzde rûhani doğuş gerçekleşir.!]
Dilimize
çevrilmiş eserleri arasında “İlâhinâme”,
“Pendnâme”
(Öğüt Kitabı), “Tezkiret
al-evliya” (Evliya
Menkıbeleri) eserleri olup, daha ne yazık ki Türkçeye
çevrilmemiş çok miktarda eseri vardır.! “Mantık Al-Tayr”
isimli eseri, 1944 yılında rahmetli Abdülbâki Gölpınarlı tarafından çevrilerek
dilimize ve kültürümüze kazandırılmıştır. Bu eser 4931 beyittir.! Bu hizmete
vesile olan o zamanın Milli Eğitim Bakanı rahmetli Hasan Âli Yücel beyfendiye
de ne kadar tesekkür etsek azdır. Eserleri dünya klâsikleri arasındadır, batılı
birçok araştırmacı yazara kaynaklık etmiştir ve hâlen de etmektedir.!
Attar’ın
eserleri arasında en ünlüsü Mantık al-Tayr’dır. “Kuş
Dili” olarak dilimize çevrilen bu kitapta, tasavvufta “vahdet-i
vücut” – “varlığın birliği”
inanışını kısa hikâyeler olarak anlatılmaktadır. Dünyâ bu zâtı tanır ve
eserlerinden faydalanırken ne yazık ki ülkemiz insânlarının çoğunun daha haberi
bile yoktur.! Hayâtına dâir anlatılanlar arasında ; henüz çocukluk çağında olan
Mevlâna ile Nişaburda görüşmüş olmasıdır. Mevlâna babası Bahaüddin Veled’le
birlikte 608 Hicret yılında Belh’ten ayrıldıktan bir zaman sonra Nişabur’a
gelmişti. Sultanül’ulema Veled oğluna Feridüddin Attar’ın elini öptürdü. Attar
henüz on yaşına bile varmamış olan bu çocuğun alnında parlıyan deha güneşini
ilk görüşte keşfetmiş ve babasına müjdelemişti.! Mevlâna o ziyaretten sonra
Attar’ın engin irfanından feyz almış onu ilk üstad bilmiştir.! Bu ziyarette
üstad Attar, Mevlâna’ya ; “Esrârnâme”
isimli eserini ithaf ve hediye etmiştir. Mevlâna’nın bu eseri hiç yanından ayırmadığı
söylenir.! Bu değerli eserler asırlar boyunca Şark-İslâm toplumlarında rûh ve
ahlâk eğitimi bakımından toplumun her katmanında geniş ve derin bir etki
yaratmıştır.! “Pendnâme” genel
olarak incelendiğinde İslâmi bir temele dayanan ahlâk ve âdab kaidelerini kısa
formüller hâlinde gençliğe anlatmak için yazılmış didaktik bir eserdir.!
Bilinen
eserleri : “Haydar-nâme”, “Cevahir-nâme”, “Şerh
al-kâlb”, “Husrev-nâme”, “Esrar-nâme”, “Musibet-nâme”, “Muhtar-nâme”, “Bülbül-nâme”, “Mîrâc-nâme”,“Cümcüme-nâme”, “Vuslat-nâme”, “Üştür-nâme”, “Cevahir
al-zât”, “Haylac-nâme”, “Biser-nâme”, “Mazhar
al-acaib”, “Lisan
al-Gayb”, “Hayyat-nâme”, “Vasiyyet-nâme”, “Kenz
al-hakayık”, “Kenz al-esrar”, “İhvan
al-safa”, “Veled-nâme”, “Miftah
al-fütuh”, “Mantık
Al-Tayr eseri”, ‘Vahdedi
Vücûd’un’ ilmini yapmayan ve
âdeta halka, halkın anlıyacağı hikâyelerle bu felsefeyi takdim eden serbest,
fakat tamamiyle mantıki düşünceli ve temkinli bir sofinin
eseridir.! Bu hususta rahmetli Abdülbâki Gölpınarlı’nın çok değerli
tespitleri olmuştur.!
*
Hazret-i Mevlâna, bu zât için ;
Attâr, aşkın yedi şehrini gezdi de
Biz, ancak bir sokağının dönemecindeyiz….!
Demektedir..!
*
Bu zât Hazret-i Mevlâna'nın da yukarıda takdir ettiği şekilde, aslında mîrâcını
yapmış gerçek bir erendir.! Ne yazık ki verdiği mesajlar şimdiye kadar
anlaşılamamış ve eserlerine sofi hikâyeleri olarak değer verilmiştir.! Yaşadığı
zamanın ağır şartlarında mesajını daha fazla açmadan ancak bu şekilde vermek
zorunda kalmıştır.! Bu eser onun yedi iç boyut, mânâ âleminde yaptığı rûhani
keşflerin ancak o günün şartlarında dile, yazıya gelebilir şeklindeki
ifadesidir..! Kâlb gözünü lâfta değil de özde gerçekten açanları ayrı tutarsak,
perdeyi aralayıp, kokuyu alanlar bile bunu görüp,
sezebilir.!
Bu
sebeple sözü fazla uzatmadan şöyle bağlayabiliriz ; boş tenekelerce şişirilmiş
boş ve suni bir İslâm azîzi değil, gerçek bir eren olduğundan ismi yad
edilirken “Hazret”övgüsüne
gerçekten lâyık bir mânâ eri olduğunu hatırlatmak isteriz..! Onun bu
mesajını kâlben okursanız size özünüzde çok şey kazandıracaktır.! Özüne talip
olana, onu gerçekten aşkla istiyene, istiyenlere..!
*
**
Bu
eserle yeni tanışacaklar için konunun özeti :
Kuşlar,
sâlikler, hakîkat yolunun yolcularıdır.! Hüthüt de kılavuzları, yâni
mürşidleri. Simurg, tanrı’nın zuhur ve taayyünüdür ki (taayyün =meydana çıkma, âşikâr olma)
bu zuhur ve taayyün, kendilerinden ibarettir ve hakîki birliğe ulaşan, halkın ;
HAKK’ın zuhuru, HAKK’ın da halkın bütünü olduğunu anlar.! Tüm kuşlar bir
araya gelir ve kendilerine padişah aramaya başlarlar. O sırada Hüthüt [çavuş kuşu da denir. Kur’an’ın Neml
(karınca) 27. suresi 20-31.âyetler, Hüthüt’ün Hazret-i Süleyman a.s.’a, Saba
Melikesi Belkıs’den haber getirdiği ve Süleyman’ın yine bu kuşla Belkıs’e cevap
gönderdiği yazar.!] ortaya çıkar ve
padişahın zaten mevcut olduğunu, fakat gizlendiği, görünmediği için
bilinmediğini söyler.!
Padişah
Simurg’dur.! Gizlidir, çünkü bilinmemektedir.! Hüthüt, kuşlara Simurg’ u
aramayı, beraberce bulmayı söyler. Kuşların her biri bir çeşit özür/bahane
söyler. Hüthüt, hiçbir bahanesi olmadığını söyler ve hepsini ikna eder.
Bunun üzerine bütün kuşlar Hüthüt’ü kendilerine kılavuz/önder yapar
ve yola düşerler.Yol cok uzundur; dağlar, vadiler, ateşler bu yolda
birer engel teşkil etmektedir. Yolculuk cok zorluklarla geçmektedir. Hüthüt
bıkmadan usanmadan onlara yolu nasıl aşacaklarını söylemektedir. Yolun bitmesi
için “yedi vadi” daha geçmeleri
gerekmektedir. Simurg’a varmak için. Yol boyunca önlerinde, “istek
/ aşk / bilgi / istiğna / tevhid/ hayret / fakr u fena” denilen
yedi vadi vardır. Bunlar aşıldığında Simurg’a varılmış olacaktır. Hüthüt’ün söylediği her söz kuşlara bir güç
ve şevk vermektedir. Yeniden hep birlikte yola koyulurlar. Kuşların bir kısmı
yolda kalır, düşer, ölür, bir kısmı da devam edemez, geri dönerler. Bu şekilde
yüzbinlerce kuştan ancak “otuz
tanesi” bu vadileri geçer.
Simurg’un huzuruna vardıklarında bir haberci kuş gelir ve önlerine birer kağıt
parçası bırakıp okumalarını ister. Otuz kuş büyük bir merakla okudukları
kağıtta yol boyunca bütün yaptıklarının yazılı olduğunu görür ve şaşırırlar. O
esnada Simurg ortaya çıkar. Simurgu kendileri olarak görürler ve çok
şaşırırlar.!
Simurg,
bu otuz kuşun kendileri olarak yansımaktadır. Kuşlar bu durum karşısında
hayrete düşerler. Simurg onlara şöyle seslenir : “Buraya
otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz. Daha fazla ya da daha eksik gelseydiniz
o kadar görünürdünüz.! Bu bir aynadır.!” Yukarıda
en başta yazdığımız gibi ; Attar, Mantık al-Tayr’da tasavvufun “vahdet-i
vücut”- “varlığın
özde bir olduğu”na inanışını
anlatır.! Bu inanca ulaşmanın yollarına işâret eder. Kuşlar yâni tüm insânlar,
işaret edilen bu hakîkat yolunun yolcularıdır.! “Hüthüt”,
mürşîd / öğretmen / kılavuzdur.! Simurg ( Farsçada “otuz
kuş” anlamına gelir. Si
= otuz, murg = kuş) ise Tanrının görünüşüne mecazdır, gerçek “birliğe” eren
kendisini Tanrı yâni öz aynasında görür.! Veya kişinin HAKK’ta, kendi aslından
başka bir şey görmeyeceğini o soyut âleme ererek bilmesidir.!
*
MANTIK
AL-TAYR’DAN
Uluğ Kızılkeçili tarafından seçilmiş ;
ÖZDEYİŞ YORUMLAR !
*
*Bir
köpeği yakınlık eri hâline kor, aslanı da köpekleştirir.!
*Açıkta
aranan gizlidir.! Gizlide ararsan meydanda, hem gizli hem açıkta ararsan
ikisinden de dışarıdır.!
*Onu
Onunla tanı kendinle değil, yol ondan başlar akıldan değil.!
*Sen
yok ol Onda, buluşma ancak budur, hulûl dediğin budur ; bir kıbleli bir yüzlü
ol.! (Hulûl = 5.tenasuha inananlarca bir rûhun güzel
cisme/varlığa girmesi.)
*Bu
denizde âlem bir hava kabarcığıdır.!
*Ciğerinin
hararetiyle demiri mum gibi eritip zırhler yapan Davud’u gör.!
*Başına
testere konduğu hâlde susan Zekeriya’yı gör, sen bu işi kolay sanma bu yolda en
adi şey can vermedir.!
*Halk
senden korkar bense kendimden ; çünkü senden iyilik benden kötülük gördüm.! Sen
güneş ben gölgeyim, âdeta seninle komşuyum komşuluk hakkını gözet.!
*Doğalı
safrandayım, ekmeğini yediğime kılıç çekmem.!
*Elimi
tut feryadıma yetiş, ne kadar sinek gibi elimi başıma götürücem.!
*Ben
kimim sana adam olayım, senin adam olmayan kulun olayım yeter.!
*Gayb’dan
görülen ilk varlık Ahmed’in nûruydu, o “salâtı doğrulttu”
da, “salât” farz oldu.! Dilekle
kendi etrafında 7 kez döndü de 7 felek oldu.! Ümmetler hep onun nûrundan
yaratıldı da o bütün ümmetlere gönderildi.! Şeytanı bile çağırdı da kendi
şeytanı İslâm oldu.! Bir taş parçası ona yüz sürdü de Tanrının sağ eli oldu.!
Mekke’de doğacaktı da Kâbe Tanrı evi oldu.!“Sıkıldımı
ey Bilâl oku.!” Coştumu : “ey
Hümeyra konuş benimle” derdi.!
*Can
simurgu gördümü Musa bile dehşete düşer, üveyk kuşuna döner.! Musa da onun
verdiği makama vardı ama Tanrı’dan “ayakkabılarını
çıkar” diye ses geldi.!
Yakınlık makamından ayakkapları yüzünden uzaklaştı, mukaddes vadide nûrlara
dalıp kaldı.! Hâlbu ki mîrâç da Bilâlın nalın sesleri duyuldu.! Onun için İsa
; “beni Ahmet ümmeti yap” dedi.!
Ve önce muştucu, sonra Mesih oldu ama bil ki gizli aşikâr iki cihanda da
Ahmed’den başka kimse o âlemden geri gelmez ; çünkü onun burada gördüklerini
her peygamber ancak orada görür, sultan hep odur herkez ona tabidir direk bile
ona âşık onu ancak ALLAH tam övebilir, ismini isminden sonra andı.!
Âlemin “önü” de
O “sonu” da,
hem “ilk” hem “son”peygamber.!
(Simurg = KAF dağında olduğu söylenen Masal kuşu Anka, yâni “Öz.!”)(Muştucu
= yumruk vuran, yumruk)
*Hz.Âlî’nin
eli “yedi beyza” olmasa
Zülfikâr o elde karar kılar mıydı ?
*Hz.Âlî
Tanrı aslanıdır, aslana kimse zulmedemez.!
*Kâfir
nefsi öldür, mümin ol.! Emin ol rahata ulaş.!
*Nefsi
bağla, zindanda hapset de Süleyman’a mahrem ol.!
*Hayvâna
benzeyen Firavun’dan uzaklaş vadedilen vakitte gel “Tûr”
eri ol.!
*Yokluğa
düş, varlık dağını bırak da “kayadan” bir “dişi
deve” çıksın.! Deveyi
buldun mu süt ırmaklarını elde edersen deveyi sür de karşılamaya “Salih” çıksın.!
*Seninle
beraber anadan doğan aklın yerine gönlünü koy, 4 tabiat sopasını ercesine kır
birlik mağarasına gir, âlemin ulusuna arkadaş, dost ol.!
*Nefsi
İsa’nın eşeği gibi yak, gönül derdiyle Davud gibi ağla ne vakte dek şom nefsine
zırh giydirip duracaksın.!
*O
ejderhanın sohbeti seni cennetten çıkarır sıdreyle tuba’ya ulaştırmaz.! Tabiat
seddiyle gönlünü karartır, Yusuf gibi kuyudan zindandan geç de Mısır’a sultan
ol, nefis balığına uyma, iki âlemden de geçtin mi yerin “Zülkarneyn”in
tahtı olup iki cihana hükmedersin.! (Tuba = cennette sidrede bulunan ve dalları
bütün cenneti gölgeleyen ağaç.)
*Hüthüt
dedi : “yaradılış sırlarını
bilirim gagamda besmele taşıyorum, Gaby habercisiyim.!”
*Kendinizi
görme ayıbından kurtulunuz, “simurg”
denen sultan “Kaf” dağının ardında O bize
yakın, biz ondan uzakız.! (Kaf –50/16.)
*Her
taş yürekli benim gibi güzel kuşu kafese koyar, ben o zindanda Hızırın
sevdasıyla tutuşuyorum.!
*Hızır
kıyâmete kadar yaşamak için ab-ı hayât içmiş, bense her an can ederim.!
*Kevserle
dolu cennet nefis yurdudur, gönül evi ise doğruluk yurdu.!
*Âdem
cennete bile bakmadı bir buğdaya sattı, göz sevgiliden başkasına bakmamalı.!
*Cennettekilere
ilk yemek ciğerdir.! Sırr ehli olmadığından o yeyişle işe yeniden başlarlar.!
*Her
an guslederim seccademi suya sermişim.!
*Yüzün
pis ise git temiz su ara.!
*Aydın
su gibi daha ne kadar bir pis adamın yüzünü göreceksin.!
*Köpek
nefse hep kemik veririm ben, kendi rûhumu şerrinden korurum.!
*Para
seven Samiri’dir, yüzü fareye dönüşür.!
*Kıskançlık
ateşi yanmadadır, Yusuf sevgisi âleme haramdır.!
*Simurg
nikabını kaldırdı da güneşe benzeyen yüzünü bir gösterdi mi yüzbinlerce gölge
yere serilir, ancak onun gölgesine bakılabilir.! (Nikab = yüz örtüsü)
(Müstağrak = dalmış, batmış, daldırılmış.)
*Kendinden
geçen bir an HAK’tan gafil olmaz, HAK’da müstağrak olur ancak, HAK olmaz.!
Gölgenin rabıtasında hulûl olmaz, kimin gölgesi olduğunu bildin mi ister öl
ister yaşa ; herşeyden kurtulur hiçbirşeyle mukayyet olmazsın.!
*Simurg
aşikâr olsa hiç âleme gölgesi vurur muydu ? burada gölgesi görünen şey önce
orada meydana çıkar o yüce lutfuyla ayna icad etti gönlüne ; bak o yüzü gör,
gölge simurgdan ayrılmaz gölgede değil simurgda kaybol gölgeyi
güneşte kaybettin mi herşeyi güneş olarak görürsün.!
*Saki
kadehe ciğer kanı dök, meleklerde aşk vardır, dert yok ; dert insândan başka
mahlûkta bulunmaz.!
*Sevgilisiyle
ayni renge boyanmıyanın sevgisi renktir.!
*Simurg
yolu ne uzuyor ne de kısalıyordu, ıssızdı yüce yollar öyledir ; sultan herkese
yol göstermez ki, her yoksul bu kapıya gelemez.!
*Hüthüt’ün
huzurunda kuşlar yüzbinlerce saf oldular.! Hüthüt dedi : “ben
bu makamı ibâdetle değil Süleyman’ın nazarıyla buldum.! Ama siz İblis gibi
ibâdeti bırakmayın teveccühe vesile olur.!”
*Aşk
ağacının meyvası muratsızlıktır.!
*Melekler
de senin için ibâdet ediyor, cennet ve cehennem senin lutuf ve kahrının aksi.!
Senden ileri mahlûk yok.! Küllün parladı, cüzzün meydana geldi ; ten canın uzvudur.!
*Tanrı
meleklerin ibâdet sevabını sana verecek, meleklere o kâr vermez topraktan
olanlara kâr verir, ekmek açlara gerek.!
*Senin
nefsin hem şaşı hem kör, hem köpek, hem kâfir, hem tembel.! Bir köpekle ayni
çuvala girmişsin biri seni pohpohlasa şişersin, köpeğe kulluk etmektesin.!
*124
bin Nebi geldi, bu nefis ne geberdi ne Müslüman oldu.! Gönül sevgilinin
bahçesinde ne avlasa bu köpek kapar.!
*Kendini
öven hakîkattan haberdar değildir, nefis merkebidir.! Kendindeki saklı özü öv
ki o padişahla düşman nefse galip gel.!
*Nefsinle
güzel geçindin, ölümde o köpekten ayrı düşer cehennemde yine buluşup hoşça
vakit geçirirsin.!
*Sendeki
istekler sendeki İblisin’dir.! Dünyâ İblis’in mülküdür, ona el uzatmazsan sana
dokunmaz, dünyâ nedir ? hırs ve tamah yuvası firavundan, nemruddan arta kalan
şey.! Dünyâ işi nedir ? tamamiyle işsizlik yâni iptilâ, dünyâ alevlenmiş bir
ateştir her an bir başka bölük halkı yakıp kavurur.!
*Cenazeyi
kıbleye çevireceğine ölmeden kendini diriye çevir de hiç ölme.!
*Sen
darağacındasın zaman ise cellâdın.!
*Candan,
maldan geçmeden ibâdet HAKK’ı değil kendini kandırmadır.!
*Dünyâ
ile işim yok benim, çocuk değilim.!
*Ağ
öreceksen mağara kapısına ör, sinek için örmek gibi perdecilik yapma.! (U.K.)
*Perde
kalktı mı ne ülke kalır ne de ülkedeki.!
*Suret
kandan başka birşey değildir, siyret aşktır.! (siyret = bir kimsenin işi,
ahlâkı)
*Dünyâyı
verseler canını satar mısın ? o can Yusuf’tur.!
*Nerde
İblis’in, nerde Hızır’ın kıyâmete kadar yaşamaları.! (U.K.)
*Testi
suyu acıdır ; çünkü acılarını tatmış adamın cüzü sende, gaflet testisi olma.!
Kendini diri iken bulamazsan öldükten sonra nereden sırr duyacaksın.?!
*Bu
âlemin son konağı ile o âlemin ilk konağı mezar yâni ilk konakta yerin altı son
konak da.! Can bu âlemden geçti mi bu âlem sana o âlem oluverir.! Bu âlemden o
âleme giden yol pek uzun değildir ; aradaki duvar ancak bir soluktur.!
*Yusuf’un
kadrini kör anlıyamaz.!
*Senin
elinden gelen şey nasıl olur da nimet olmaz, acı gelir.!
*Âşıkların
oturmuşlar bu kuyuya benzeyen zindanda darağacına gitmeyi bekliyorlar.! Bana,
başka hiçbir şeye malik olmadıklarından ; ellerini, ayaklarını
sunuyorlar.! Zindanı gül bahçesi yapmışlar.! Hırsızın elini dünyâdan
kes.!
*Kul
sınanma zamanı belli olur.!
*Harem
hürmetsize haramdır.!
*Büyücülerin
devletine kimse erişemedi, iman ettikleri an bu dünyâdan geçtiler.! İnsân
kendisinden fâni olur varlığını bulursa bundan yüce devlet olmaz.!
*Yoksulluğu
ucuz alan feryad eder.! Ethem gibi dünyâ saltanatına değişen susar.!
*Sen
de uyuma bir gece uyanık kal da gece doğan güneşi apaçık gör.! Benim günüm
gecedir, Tanrı’dan inen nimet ve ihsan güneşi gece doğar, güneş o nûru görünce
utanır.!
*İnsaf
Tanrı vergisidir, insaf sahibi riyakâr olmaz.!
*Ben
herşeyi ondan iyi biliyorum ama o (öz) Tanrı’yı benden iyi biliyor.!
*Şeytan
: “ben azdıracağım” vaâdini tutyor.! Nefsin kâfirken “ahdine
vefa” ediyor
da aklın müminken neye etmiyor ?
*Yusuf kardeşlerini
yüzledi, seninde ayıbını gösterirler, uykudan uyandırırlar rezil rüsva
olursun.! (Kıyâmet)
*Onun
efendiliğini tadik ediyorum başım önümde ona, asıl Onun benim kulluğumu
onaylaması lâzım.!
*O
sana sataşıp sevda verirse bunu sakın kendinden bilme.!
*Külhândakine
Sultanın konuk olması yeter devlettir.!
*İblis
gibi “ben” deme.!
*Aslın
toprak ile kandan oluşmuş ikisi de haram.! Gönülden uzak, nefse yakın herşey
pistir.!
*Musa
gibi varlıktan geç de ondan sonra Firavunun sakalına yapış.!
*Seni
ülkeyle, devletle oyalayıp, kendisiyle meşgaleni önler.!
*Her
gece senin için melekler inmede, cennet ve cehennem kaygısından geçtin mi bu devletin
sabahı gece içinden parlar, “illiyin”
makamıdır.! (İlliyin = gökyüzünün ve cennetin en yüksek tabakası)("Yüce"ler
demektir.)
*Düşmalarına
dünyâyı, dostlarına ahreti, akrabalarına (mecaz) yâni yakınlarına kendini verir
ki misli yoktur, ötekilere benzemez.!
*O
bu dünyâyı sana satmaz, sen de sakın bu dünyâda Onu satma, Onun yerine ne
seçersen puttur nefsin kıblesidir.!
*Tanrıdan
kurtulmana imkân yok, kulluk et sonunda işin Ona düşecek Ondan başkasını
dinleme.!
*O
huzurda ; bilgi de var, ibâdette, sır da, sen oraya dert yâni aşk götür ;
dertle bir ah çektin mi bu ah yanık ciğerinin kokusunu Tanrı kapısına kadar
götürür.! Hususi makam canının içidir, dış yüzüyse o buyruğu kabûl etmeyen
nefsin.!
*Seni
ibâdete uyandıracak biri lâzımsa senin için ibâdet edecek birine de luzun var
demektir.! Sende dert varsa zaten uyanıksın, kimse uyandırmasa da olu bu ateş,
bir yere düşerse orada cehennem ateşinin lâfı mı olur bu hasret gönüldeyken
cennet sefasına dayanabilir mi ? Tanrı huzurunda sıcak toprağa yüz koy yaranı
dağlasın.!
*
Simurg
yolunda 7 vadi vardır :
1-İstek
vadisinde başına yüzlerce belâ ve zahmet gelip burada mal ve mülkten arınmak
gerek. Kan yut sabırla ercesine bekle birşeye bağlanma, putu kır yoluna devam
et. Ya RAB kapı aç deme o kapı hiç kapanmaz.!
2-Aşk
vadisi yanıp yakılma makamıdır.! Başkalarına sevgili yarın görünecek diye
vadetmişler ama âşıkın bugünü yarınıdır o sevgiliyi burada seyreder balık
gibidir.! Kendisine herşey olan suya kanmaz arza ayak bastı mı çırpınır durur.!
Aşk ateştir, akıl ise duman, aşk geldi mi akıl gider çünkü aşk anadan doğma
aklın işi değildir.! Aşk hür adamın işidir, aşkın gözünde cennet bir buğday
tanesidir.! Gönül post içinde Dosttan haber aldı, artık ben nasıl olurda bu posta
hizmet ederim, içte o öz varken.!Âşık sevgilisini öldürür böylece dünyâda kısas
ile, ahrette yanma ile sevgilisi için can verir.! İbrahim gibi canını ne dünyâ
için ne ahret için azraile, yalnız “O”na verir.!
3-Marifet
vadisinde deriyi değil içindeki sırrı görür sırlar açıldıkça susuzluğu artar
hem bekçi hem âşıktır, erse ondan kadın ; kadınsa er doğar.! Havvâ’nın ve
İsâ’nın doğuşu gibi.!
4-İstiğna
vadisinde ne dava vardır ne de mânâ..! Burada 7 cehennem donmuş, 8 cennet
hükümsüz kalmıştır.! Âdem’e bir mum yanasısında ışık versin diye binlerce
yeşiller (can) giymiş melek gamdan yanar, yakılır.! Nûh o kapıda dülger olsun
diye yüzbinlerce cisim rûhsuz kalmıştır aralarından bir İbrahim çıksın diye
orduya yüzbinlerce sinek üşüşmüştür.! Tanrı kelimi (Hz.Musa) can gözüne sahip
olsun diye yüzbinlerce çocuğun başı kesilmiştir.! Yüzbinlerce halk zünnar
kuşanmış da bir İsa sırra mahrem olmuştur.! Nice gönül yağma edilmiş de sonunda
Ahmed bir gececik mîrâç yapmıştır.! Bu vadide iki cihanda seraptır, ne soy ne
akrabalık kalır.! (Zünnar = dervişlerin bellerine bağlayıp uçlarını
sarkıttıkları kıl veya yünden sert kuşak.)
5-Tevhid
vadisi, tecrit ve tefrit konağıdır.! Bütün yüzler bu vadiye yönelse herkes bir
gömlekten baş çıkarır, sayı ne olursa olsun bu yolda birlikte birleşip hep bir
olur, her şey birin bir kere daha tekrârından ibarettir.! Fakat buracıkta sana
zahir olan bir o tek Tanrı değildir.! Sayıda tekrârlanıp duran bir’dir.! Bunun
ne haddi vardır ne hesabı, şu hâlde ezele de bakma ebede de.! Ezel de ebed de
dâimi mahvoldu mu orada ne kalır hiç.! Hem herşey “O”ndadır, hem “O”ndandır.!
Hem “O”nunla kaimdir, hem de “O”nun varlığı bu üçünden münezzehtir.! Fakat,
ister hünerli olsun ister kusurlu kimin “Gayb” âleminde gizlenmiş bir güneşi
varsa birgün bulutlardan sıyrılır onun üstüne doğar, ışıklarını yayar kim kendi
güneşine ulaşırsa iyice bil ki iyiden de kurtulur, kötüden de.! Sen var oldukça
iyi ve kötü vardır ; sen kaybolup aradan çıktın mı hepsi boş şeylerdir, zaten
önce yoktun sen keşke yine öyle kalsaydın.! Yılanlar seninle örtü altına
gizlenmişlerdir, arınmadın mı kıyâmete dek sana azap eder, sokup dururlar.!
(Hırs,tamah, şehvet) Tevhid makamında herşey dilsiz olur, O söyler öyle bir
suret oluşur ki ne cismi vardır, ne canı, ne cüzü ne de küllü.! Yüzbinler,
yüzbinlerden temiz olarak zuhur eder, burada akıl kimdir ki kapı dibine düşmüş
anadan doğma kör ve sağır, dilsiz bir çocuk.! Bu sırrın bir zerresi kime vursa,
kimi ışıklandırsa o iki cihanın sultanlığına erişir.! O adam tamamıyla yok
olmuştur ama herşey o adamdan ibârettir varlıktan meydana gelmiştir ama yokluk
yine o adamdır.! Bir kul ihtiyarlayıp güçlerinden yoksun oldu mu onu azad
ederler hür olur.! Sen “O”nda
yok olursun tevhid budur.! Bu yok oluşu da yok et işte tefrit budur.!
6-Altıncı
vadi hayret vadisidir.! Bir şarap içer, sevişir sonra ayılırsın.! Sorduklarında
ben mi gördüm, başkası mı gördü kendimde değildim ki..! ‘Rüyâda
mı gördüm uyanık mı, sarhoş mı, ayık mı’ der.!
Ahrette düştüğüm hayret dünyâdakiyle hiç ölçülür mü.? İnsânların nasibi ancak
hayâldir, kimse hâl ne bilmez.! Ne yapayım diyene de ki : “birşey
yapma, şimdiye kadar hep sen yaptın..!”
7-Yedinci
vadi fakru fena vadisidir.! Herşeyi unutmuşum, sağırlığın, dilsizliğin,
hayranlığın yurduna gelmişim.! İki âlemde o denizin nakşından ibâret.! Öd
ağacıyla odun bir ateşe atıldı mı ikisi de kil olur ; ama surette, sıfatta
farklıdırlar.! Pis birisi külli denize dalarsa yine aşağılık hâlde kendi
sıfatlarında kalır fakat temiz kişi denizde denizin hareketi olur hem vardır
hem yok.! O aradan çıkmıştır.!
*
Değerli
okurlarımız, merhaba ;
Bu eser sağlam bir alt yapı oluşturmak için okunması gerekli olan en temel
eserlerden biridir.! Ölümsüz bir dünyâ klasiği olan bu eseri mutlaka okuyunuz
ve lütfen bu işle ilgilenen başka dostlarınıza da tavsiye ediniz.! Bu zât
Mevlâna’ya feyz kapısı olmuştur.! Bu eseri okuyanlar yorumlarını kendi
içyüzlerinde geliştirerek zamanla farklı keşifler yapabileceklerdir.!
Bu
eserler Milli Eğitim Kitabevlerinde satılmaktaydı ama ne yazık ki basımlarının
durduğu söyleniyor.! Almak isteyenlerin yine de sormalarında fayda vardır. Eski
2.el kitap satan yerlerde de bulunabilir.! Kitapçılardan ısrarla sorunuz belki
yeni özel basımı vardır.! Bu eseri özdeyiş olarak uzun seneler önce
yorumlamıştık.! Şimdi vakti geldiğinden sizlere hizmet ve uyanış yapmanız için
takdim edip, özünüzden yüksek feyzler diliyoruz.!
*
Sevgi ve selâmlarla;
© C.Hürmen S. / 29.04.2004
Ondokuz.....
**
Yukarıda yazılanlar :
"Mantık
Al-Tayr" - 1944 İstanbul
Çev. : Abdülbâki GÖLPINARLI
Nüshasından yorumlanmıştır .!
*
MAÂRİF
SULTAN
BAHAEDDİN VELED
(1226-1312)
Muhammed
Sultan Bahaeddin Veled, 25 Rebiülevvel 623 Hicri, 26 Nisan 1226 Miladi yılı,
Cuma günü Karaman denilen “Lârende” kasabasında
doğdu.. Babası XIII. Yüzyılda Anadolu’da yaşıyan büyük Türk mutasavvıfı ve
şairi, Mevlânâ Celâleddin Rûmî ; annesi Mevlânâ’nın lalası ve dostu olan
Semerkand’lı Şeyh Şerafeddin’in kızı, Gevher Hatundur. Oğlunu çok seven Mevlânâ
ona babasının adını vermiştir. Annesinin Harzem prenslerinden olması
dolayısıyla, Sultan Veled diye anıldığı rivayet edilir. Dedesi Sultan’ül Ulema
628 Hicri yılında Vefat ettiği zaman Sultan Veled beş yaşlarındadır.!
*
Okuma
ve yazmaya küçük yaşlarda başlar. Çeşitli ilimleri babasından tahsil eder.
Ahmet Eflaki, Ariflerin Menkıbeleri isimli eserinin yedinci bölümünü ona tahsis
eder ve pek çok kerametinden bahseder. Sultan Veled’i, yakin sırlarının mahzarı
ve hakikatları arayanların sultanı olarak vasfeder. Neticede Sultan Veled,
Çelebi Hüsameddin’i babasının halifesi olarak bilir ve onbir yıl ona bağlı
kalır. Mevlana’nın Sultan Veled’e hitaben: “Ey Bahaeddin! Benim dünyaya
gelişim, senin dünyaya gelmen içindi, çünkü benim bütün söylediğim sözler,
benim sözüm (kavlim) dir. Halbuki sen, benim eserimsin (fiilimsin). Dediği
rivayet olunur. Baha Veled, ilk hanımının Vefatından sonra iki kere daha
evlenir. Bu evliliklerden de üç oğlu daha olur. İsimleri Şemseddin Emir Abid,
Selahaddin Emir Zahid ve Hüsameddin Emir Vacid’dir.
*
Bunlardan
Ulu Arif Çelebi, Abid Çelebi ve Vacid Çelebi Şeyhlik postuna oturmuşlardır.Sultan
Veled, Hüsameddin Çelebi’nin 1284 tarihinde Vefatı üzerine, müridlerinin de
ısrarlarına dayanamayarak babasının postuna oturur. 1312’de vefatına kadar bu
makamda kalır. Mevlevi Tarikatı’nın temellerini atar. Babasının açtığı çığırda
ve hak yolda yetmiş yıla yakın, ilim, irfan ve marifet ışığında insanları irşad
etmiş ve 90-96 yaşlarında olduğu halde geride, Rebabname, İbtidaname,
İntihaname adında üç mesnevi ile Maarif gibi eserler bırakarak ebedi aleme göç
etmiş ve Kubbe-i Harda altında babasının yanına defnedilmiştir.Vefat tarihi,
hicri 712 (1312) yılı Recep ayının onuncu Cumartesi günüdür.
*
Bu
mübarek insânın eserini kısaca baştan acizane ilmimizle özetlersek ; “Evlât
Babanın sırrıdır” hadisinden yola
çıkarak, Sultan Veled Babası Hazret-i Mevlâna’nın “Divan-ı
Kebir” ve“Mesnevi”sinin
özünü tam tasavvuf olarak anlatmıştır ; çünkü o anlattıklarını yaşamıştır.! Bu
anlatımlar yaşanmadan kaleme gelemez anlatılamaz.! Bizlerinde anlayabilmemiz
için yaşamamız, tad almamız lâzımdır ki hakîkatın asıl mânâsına varabilmiş
olalım.!
*
Sultan
Veled’e göre ;
zamanındaki
alimlerin, Peygamberlerin ve Evliyâ’nın her birinin bir mucize ve kerametten
tanınmış oldukları kanaatlarına mukabil, kendisinin bunlardan her birinin, her
türlü mucize ve kerameti gösterebileceklerine, yalnız zamanın ve kavimlerinin
ihtiyaçlarını nazarı itibara aldıklarına inandığını ileri sürer.! Nazariyesini
evliya ve Peygamberlerin Tanrı’dan ayrı bir varlıkları yoktur ; bunlar
Tanrı’nın birer âleti hükmündedirler diye belirtmektedir.! ‘Tanrı
herşeyi yapmaya muktedirdir, o hâlde, bunlarında bazı şeyleri yapıp, bazılarını
yapmamaları bahis konusu olamaz’ der.!
*
‘Bu
zâtların herşeyi yapabileceklerini, her türlü mucize ve kerametleri
gösterebileceklerini kabûl etmek zaruridir’ sözleriyle
onları savunmaktadır.! Bu şekilde Tanrı’nın birliğini, bütün kudretin onda
olduğunu, “O”nun
dışında müstakil bir varlığın olamıyacağını anlattıktan sonra, ilk fasılda
amelden kastedilen şeyin namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek ve Hacca
girmek olmayıp bunların yardımı ile insânın rûhunda, manevi bir ilerlemenin ve
gelişmenin meydana gelmesi hakîki dindarlığın da ancak bu olabileceğini
belirtiyor.!
*
Diğer
fasıllarda ele aldığı tasavvufa, tarikata ve şeriata dâir meseleler öz olarak
şunlardan ibârettir :
Evliya
Tanrı’nın sırrıdır.! Tanrı’nın sırlarını bilmek için “O”nun
Velî’lerini tanımak, bilmek lâzımdır.!
Her
insân Tanrı’yı idrâkı nispetinde anlıyabilir.!
Tanrı’nın
her insânda tecellisi onların kendi indindeki değerleri nispetindedir.!
*
Tanrı’yı bulmak için, Kâmil bir Velî’nin sohbetine mazhar
olmak gerektir.!
Nebi’ler ile ayni özellikleri taşıyan Velî’ler de insânları
HAKK’a çağırırlar.!
Yaradılışı iyi olan her kişi bu davete uyar.!
*
İnsân
ya muhakkik ya da mukallittir.! Mukallitler davete icabet etmezler.! Bununla
beraber insânlar, tamamiyle bu cevherden hâli değildir.! Tanrı’ya götüren her
vasıta doğru ve HAK’tandır.! Bu dış varlığı muhafaza etmek günahtır ; çünkü
ikilik küfürdür.! İnsân varlığından kurtulup Tanrı’da yok olunca Tanrı’yı görünce
tanrı olur.! Fakat bunu ancak Tanrı adamı yapabilir.! Bu şekilde Tanrı’da yok
olmuş tanrı adamından meydana gelen harekette hiçbir hata olmaz.! Nebi’ler ve
Velî’ler de kendilerinden yok, Tanrı ile var olmuşlardır.! Küfür, insânda
mağlup ve nefs de mahkûm olunca, o insân Tanrısal (Rabbani) olur.! Herşey
aslına döneceğine göre, insânda herşeyin ve kendinin aslı olan Tanrı’ya
dönecektir.! Tanrı Nebi’lerle, Velî’leri yeryüzüne insânları hidayete sevk ve
delâletten kurtarmaları için göndermiştir.! Velî ve Nebi’ler aynı
vaziyettedirler.!
Tanrı
Velî suretinde tanrı’lık eder, herşeyin olmasında bir sebep mevsuttur.! İnsân
Tanrı’yı bilmek için yaratılmıştır.! Bunun için Tanrı’yı bilme yolunda her an
ilerlemesi lâzımdır.! Tanrı, “Yer ve Göklerin
nûrudur” Herşeyin canıdır, bu nûrdan ancak mü’min bir kulun
gönlünden parlıyarak etrafı aydınlatır.! Yâni Tanrı mü’min kulunun gönlünde
tecelli eder.! Tanrı için ölenler, dışyüzde ölü, gerçekte Tanrı’nın huzurunda
ve diridirler.!
Asıl
ölüm bu şekilde ölmemektir.!
Gerçek
hayâta sahip olan Tanrı ile kaim ve Tanrı’nın yeryüzünde halifesi olan
Velî’dir.!
*
Ulu
Tanrı :
“Benim
dostlarım Benim kubbelerimin (beden) altında gizlidirler.! Onları Benden başka
kimse bilemez” buyurmuşlardır.! (Hadisi
Kutsi) Hakîkatte suretler, mânâdan haber verirler.! Her insân mânâyı
doğrudan doğruya idrâk edip kavrayamaz.! Bunu yapabilmek için her mânâ bir
suret kalıbına girmiştir.! Akıllı bir insân herşeyin suretinden hayâlinden o
şeyin hakîkatını arar.! Bu âlem de o âlemin aksi ve gölgesinden
ibârettir.!
Bu
âleme gönül verenler hiçbir gerçeğe eremezler.!
Hak
yolunu katetmek için, dert çekmek, sadakatta bulunmak, sabır, şevk ve aşk
lâzımdır.!
Rahmetli,
aziz Sultan Veled ölmeden evvel şu rubâiyi ve beyti okumuştur :
“Benim
gibi, Rûh âlemine bakınız ; aczi bırakınız, kudretli olunuz.!
Zarif
insânlar birer birer gittiler.! Sıra
bize geldi hazır olunuz.!”
“Bu
gece, saâdete erdiğim ve kendi benliğimden kurtulduğum gecedir.!”
(Menâkibülarifin s.449)
*
“İnsân deniz gibidir,
seviyesini kendi tayin eder.!”
Uluğ Kızılkeçili - ‘Tanrının Arabacıları’ – 1978 / Ankara
*
“Zikir ile arındı mı
kâlbler, iner eldeğmemiş hûri gibi fikirler..!”
Uluğ Kızılkeçili - ‘Tanrının Arabacıları’ – 1978 / Ankara.
**
MAÂRİF’DEN
Uluğ
Kızılkeçili tarafından seçilmiş ;
ÖZDEYİŞ
YORUMLAR
*
*Tanrı
kıskançtır sevgililerini yabancı gözlerden saklar, kimlerdir halka söylemez !
*Operatörü
tasdik etmek, bıçağına teslim olmaktır.! (U.K.)
*Âdem’e
melek bile secde ettikten sonra, hayvân, nebat ve yıldızlar niye etmesin.! Bu
secde baş koyma değildir.! Koruğun üzüme secde etmesidir yâni hamların
olgunlara, cansızlar bitkiye, bitkiler hayvâna, hayvânlar insâna, insânlar
meleğe, melekler Melik’e yâni Tanrıya secde eder ve Melik insânın özü ve
özetidir, insânı özündeki nûrani Zât yer.! (U.K.)
*
*Âdem
melekleri şeytanın imamlığından kurtardı.! (U.K.)
*Her
varlık ne için yaratılmışsa onu yapmaktadır.! İnsân Tanrı Arş’ı olarak
yaratılmıştır.!
Taht
çürümüşse sultan onu yakar, “hayvânlardan
da âdi” âyetinin sırrı
budur.! (25/44.)
*Dünyâ
perdedir, Gayb’a inanan burda belli olur Ahrette değil.!
*Dünyâ
hayât mücadelesi, Ahret ölüm mücadelesi ile geçer.! (U.K.)
*Kuru
dal alçalırsa kırılır, tevazu hamlara üzüntü verir.!
*Tevazu
meyvalı dalın eğilmesidir.!
*
*Dünyâ
düşüncesi periler (cinler), ahret düşüncesi melekler, zulüm ve küfür düşüncesi
şeytanlardır.!
Bu
postaları insâna Tanrı gönderir, çünkü O’nun halifesidir.!
*Geçmiş
ve gelecek şaşılıktır (gençte) birini kır öteki de yok olur.!
‘Şaşı
gibi elini ikinci hayâli bardağa uzatma susuz ölürsün.!’ (U.K.)
*Ateş
ısıyı sonradan kazanmadı.! (U.K.)
*Ümmi “Ümmül
Kitab”ı okuyandır.! (U.K.)
*
*Külli
nûru ancak cüz’i nur görebileceğinden Tanrı’yı yine Tanrı görmüş olur.! Mü’min
mü’nin aynasıdır.!
*Altın
ve gümüşü bir potada birbirinden ayırmak ameldir, yoksa gümüşü altın yapmak
mümkün değildir.!
*
“Güneş
ve Ay’a menziller tayin ettik.!” Nûr’a
giden 28 makam vardır.! (U.K.)
*Hızır,
Musa’ya : “artık ikimiz arasında
ayrılık gerekir” dedi.!
“İki
deniz” budur.! Akıl ve
Hikmet.! (U.K.)
*Rüyâda
yiyen, dünyâda doymaz.! (U.K.)
*Uçağa
binen otursa da gider.! (U.K.)
*
*Tanrı
varlık değil, vardır. Ateş ısıyı sonradan bulmadı, ama ısı onda emânettir çünkü
kibritten geçmedir.! (U.K.)
*Mîrâç
merdivendir, “salât” onun
basamakları.! İki günün aynı ise uruç (yükselme) yok demektir.! (U.K.)
*Sulûk
mertebesi 7’dir.! : Talib, mürid, salik, salih, tahir, vasıl, kutb.!
*Hazeratın
bile nesli kesilmezken, Evliyanın nesli nasıl kesilir.!
*Nefis
merkebi uykuda seni bir anda here yere götürüyor, ama uyanıkken sen ne ile
meşgûlsen o işe götürüyor.! “Öldüğünüz
gibi haşrolursunuz !” Hadisi budur.!
*Kandil
küçüktür, koca evi aydınlatır. Bu yer ve gökleri de küçücük Velî aydınlatır,
vücûdu da kâlb.!
*Kişi
resminden değil, isminden değil, cisminden bilinir.! Tanrı’yı özünden bilmezsen
ve bulmazsan puttur.! (U.K.)
*Eren
tellâk değil ki ücretle arıtsın.! (U.K.)
*
*Mayan
yoksa kavak gibi kıyâm etme de, söğüt gibi rükû et.! (U.K.)
*Aydınlığın
yuttuğu karanlık bir daha karanlığa dönüşmez, Musa’nın sopası kesindir.! (U.K.)
*Tanrı
sıfatlarına bürünen hürdür, nefse köle değildir.!
*Velî’yi
insân görme, bu şeytan görüşüdür.!
*Yüce
Zât’a daha çok belâ gelir.! Çünkü sevgili güzele daha fazla cilve yapar.!
*
*İşlerini
danışarak yap yâni özünle uzlaş.! “Onların
işleri de kendi aralarında bir istişare iledir.!” (42/38.)
*Namaz
ağacın kökünden su emmesidir, işâreti meyva vermesidir.!
*Elma
kurdu elma ağacının tohum hâlini nereden bilsin ona nasıl şahitlik etsin.!
Tohuma
ancak toprak şahitlik eder.! (U.K.)
* Işığın hâlâ aydınlamadığı karanlıklar var.!
(CHS)
* Işığın en zor girdiği yer, karanlık
kâlbdir.! (CHS)
**Karanlık dünyâ yolunu her
kişi kendi özü ile aydınlatabilir.! (CHS)
**Sonunu görmek istiyorsan
; kendi ışığını önden yolla ki önünü aydınlatsın.! (CHS)
**Mayasız ekmek taş keser.!
Bazılarında maya yok ki taş gibi.! (CHS)
**Kâlbin sesini tik tak
değil ALLAH ALLAH, vicdân olarak duymalı.! (CHS)
*Ben
içindeki ben, öz bendir.! (CHS)
*
*Yoğurt
incelirse ayran olur.! Kendini inceltte hayran ol..! (CHS)
*Kendini
hep dış aynadan seyrediyorsun, bir de iç ayandan görsen.! (CHS)
*Çamura
bulanan suyla temizlenir, dünyâ çamurunu ahret suyu temizler.! (CHS)
*Güneşe
serilen yaşlar kurur, kurular yanar.! (CHS)
*Herkesin
mumu elinde yakılmayı bekliyor.! (CHS)
*Gönül
gözü görmek için değil.! Yaşamak içindir..! (CHS)
*Görünmezi
çağıranların, gördüğü de görünmez olur..! Sen görebileceğini çağır.!(CHS)
*İnsân
beyni görünmeyen dünyânın meydanıdır, binlerce atlı cirit atıyor.! (CHS)
*Bu
âlemin hafife alınacak yok bir tarafı.! Ecel geldi mi, her kim tüy bile olsa
olur bir ağır tarafı.! (CHS)
*
*Başkasının “Rûh”u
sana birşey vermez, sen kendi “Rûh”un
ile haberleş.! (CHS)
*Cinlerle
irtibat kuran, şeytana çırak çıkar.! Sakın özünden şaşma.! (CHS)
*Yâr,
yar gibi derindir.! O’na varan gönül ehlidir.! (CHS)
*İlim
sırığı ile dünyâdan o âleme atla.! Ecel seni atlatmadan.! (CHS)
*Her
insân özden gözlenir.! İçindeki imanı vicdân ile izlenir.! (CHS)
*İnsân
kendini heran nefsi ile savaşta bilmeli, vicdâni kararları iyi almalı.! (CHS)
*Ey
İnsânlar, “safları sıklaştırın.!” Âyetleri
ehlinden araştırın.! (CHS)
*Bir
insân ölünce selâ verilir.! Sağ kalanlara sonun böyle denilir.! (CHS)
*Sana
senden yakın biri var.! İçinde akla karayı ayıran.! (50/16.) (CHS)
*
*Burada
kendini iyi yargıla ki öte tarafa birşey kalmasın.! (CHS)
*Acı
ve tatlının beraber oturduğu tek yer dildir.! (CHS)
*Dilini
iyi kullan, sayma da onunla sövmede.! (CHS)
*Bu
dünyâda çok şeyin üstesinden gelen insân, nefsinin üstesinden gelemiyor.! (CHS)
*Çoğu
insân pusula gibi onların kutbu hep maddeyi gösteriyor.! (CHS)
*Bizler
bu dünyâ tiyatrosunun seyircisi değil, oyuncularıyız.! Birgün oyun
bitecek.!(CHS)
*Öldü
denilen yüksek eser sahipleri, aslında eserleriyle diri olup onlardan ders
veriyorlar.! (CHS)
*Gaflet
denizi de engindir ama sonu vardır ; yok olarak.! (CHS)
*Hırs
ile hırsız birbirini tamamlar.! Bu dünyâ için fazla hırslanma.! (CHS)
*
*O’na
yaklaşmak istiyorsan, dost olman lâzım.! Ayni dilden konuşursan dost olursun,
öyleyse ilminden anlaman gerekir.! İlmen yakın olmakla işe başla, ilersini
liyakatına göre O tayin eder.! (CHS)
*Tasavvuf,
mutasavvufların yemeğidir.! Herkes bu yemeği yiyemez acı gelir.! Çileyle
beraber sunulur, sakisi özeldir ; çünkü rızıkları dağıtan HAK’tır.! Herkese
ayrı ayrı verir.! (CHS)
*Sessizlikten
gürültü doğar.! Ecel de öyle sessiz yaklaşır ama kıyâmeti koparır.! (CHS)
*Ölüm
denen karanlık kimi insânların yüzünü ağartır.!
“O
gün kimi yüzler kararır, kimi cemâller parlar” âyeti
boşa inmedi..! (CHS)
*Gerçeği
perdesiz olarak görmek istiyorsan, “ölmeden
ölmek” lâzım.! (CHS)
*Ölüm
kimine göre ; ‘O güzelin yüzündeki
örtüyü kaldırmak.!’ Kimine göre de
gerçekten ‘ölmek.!’ (CHS)
*Âlemin
bütün sırlarını bilsen ne olur ? sen kendi sırrını bilince onları asıl o zaman
bileceksin.! (CHS)
*Her
insân ney gibidir.! Çalanlar farklı.! Çıkan sesler de..! (CHS)
*
*Neyden
sesleneni duyuyorsun.! Bir de görsen.! (CHS)
*Ölüm
denizinde yıkanan, dünyâ kirinden arınır.! (CHS)
*Nefis
kuyusunun dibi cehenneme çıkar sakın düşme.! (CHS)
*Yeryüzünün
mülkü mü’minlere kalacağı âyetine göre maddenin hükmü biteceğe benziyor.!
Materyalistler
yandı.! (CHS)
*Kendini
dünyâya fazla kaptırma, sonunda toprakla nikâhın var unutma.! (CHS)
*Gönül
her dem kendince saz çalıp, söz söylüyor.! Ona niye katıl mıyorsun ?
(CHS)
*Anlam
denizinde anlamsızlık boğulur.! Mânâ denizinde can ver ki bir mânâ ifade
edebilesin.! (CHS)
*Öz’ünle
iyi dost ol ki ; nefsin ondan : ‘Ahlâk,
ilim, irfan, iman’ talim edip kendini
kurtarsın.!
O
yüce Resûl “Ben nefsimi ıslah ettim”
demedi mi ? (CHS)
*
*Çamur
gibi ayaklar altında olma, ekmek gibi yücel baş üstüne.! (CHS)
*Gönül
yoluna giriş, pınar gibi küçük doğuşla başlar.! Her ilerleyen kıvrımda büyür,
ortalarda çağlar,
sonunda
denize kavuşup onda yok olursun.! (CHS)
*Arasıra
başını kaldır yukarı göklere bak.! Yalnız olmadığını göreceksin, hareketlerine
dikkat et.! (CHS)
*Süs
olacağına, saz ol ki hiç olmazsa ses çıksın.! (CHS)
*Kendini
kâlb kabıyla taşı, hiçbirşey sana zarar veremez ; çünkü onu idâre eden
vicdândır.!
Sana
her nefes “Hû” diye seslenerek
görünür.!(CHS)
*Hayât
fırsat yoludur, bir mânâ kazanmak için.! Sen bu demi yüzünü maddeye dönerek
kaybetme.! (CHS)
*Nimetleri
yerken ; şükret, hamdüsena’larda bulun, salâvat getir.! Bunlara sakın gülme,
zîrâ onlar sende can olurken ; kendi canlarını vermişlerdir.! Kim olduğunu iyi
düşün ?! (CHS)
*Kâlb
aynası parlamak için ihtimam ister.! (CHS)
*
*Su
dalgalıysa yüzünü sana göstermez.! Senin içinde böyleyse kâlb aynası seni sana
göstermez.! (CHS)
*En
büyük hırsız, zamanını boş şeylerle çalıp seni oyalayan gaflettir.!
Nefsine
hiç güvenme, onu hep dikkatlice gözle.! (CHS)
**Materyalistleri bırak,
istedikleri gibi konuşsunlar.! Tanrı da öyle yapmıyor mu ? En büyük darbeyi o
naçiz ve fâni bedenlerinin yok oluşunu ; inkâr ettikleri içboyuttan gördükleri
zaman yiyecekler.! (CHS)
**Bu âlemde kendin için hiç
birşey isteme, hep başkaları için niyazda bulun.!
En
yüceye giden yolun kapısına bu şekilde varabilirsin ancak.!
“Ben”den
geç, “Biz” ol.! “Biz”den
geç, “O” ol..! (CHS)
*Mânâ
âlemi özünün elinde bir ney gibidir.!
Kâlbinde
saklı vicdânını dinlersen ondan çıkan sesleri duyabilirsin.! (CHS)
*Ömür
de bir şarkı gibi.! Her insân kendi şarkısını söyler.! Usûl bilenler de
makamınca..! (CHS)
*Dünyâ
yolunda tözkezlersen bunu kendinden bil,
padişah
fermanını ileten kaza ve kader elçisine zeval olmaz.! (CHS)
*
*Kalem,
iyiyi de, kötüyü de yazdığına göre ; yapılana göre yazıyor olmalı.! (CHS)
*Can
kuşu uçtu mu konduğu yer ahret tüneğidir.! Aman ayağın kaymasın.! (CHS)
*Bize
göre ; Tanrı’ya giden en kestirme yol, “Tarikat-ı Vicdân”dır.!
Tek
kişilik bir yol olup, arada ruhban denen sahtekâr şeytanlar yoktur.!
O
Sultanla her an ve ayrılmaksızın hep başbaşasındır.! (CHS)
*Vicdânım
dediğin zaman, elin kâlbine gider.! Elin yanmıyorsa, içinde bir sızı yoksa, ne
mutlu sana.!
Buradaki
tekâmül yolunda her an bu “ALLAH’ın ipi”ni
tutarak ilerle.!
Ondan
başka yüce mürşîd yaratılmadı.! (CHS)
*Eskiden
insânlar ilim kokuyorlardı.! Kitaplarda onların ilimlerini yazdıkları
mürekkep.!
Şimdi
o kitaplar ilim kokuyor, insânlar da mürekkep.! (CHS)
*Hakîkat
yolunda tartışılacak hiçbir şey yok.! Herşey gerçek ve görünür hâldedir.!
Sen
nasıl kabûl edersen, niyetine göre verilir.! (CHS)
*
*Gel
vazgeç şu nefsin sevdasından.!
Hüsranla
bitmesin ömrün, özüne sevdalan da yıldızlar gibi yükseklerde parla.! (CHS)
*Kendi
üzerinde iyi çalış.! Eksik, gedik taraflarını tamir et sağlamlaş.!
Gaflet
rüzgârları seni eleğe çevirip her yanından esmesin.! (CHS)
*Aldığın
nefesin kıymetini bil tövbede bulun, uyan, iyi düşün.!
Öteki
nefesi almadan göç yoluna düşmüş olabilirsin.! (CHS)
*Bu
dünyâda gafillerin biçtiği normda insân olacağıma, Tanrı’nın indinde “Kıtmir” olmam
evlâdır.! (CHS)
*Hakîki
düşünür, mânâ âleminin derinliklerine düşmüştür.! İnsânlara hizmet için.! (CHS)
*Padişah
fermanına mühür basar.! Sen de Tanrı’nın fermanısın, O’nun mührünü bu dem
kendinde ara.! (CHS)
*Küpünü
parayla değil ; gerçeklerin ilmiyle doldur.! Tanrı ilmi her yerde geçer, bütün
kapıları açar.! (CHS)
*İmanın
tamsa, ilim ve ölüm denizinde boğulmaktan korkma, mutluluk duy.!
Sözde
imanın yalnız cennet içinse sakın yaklaşma, uzak dur.! Hakîkat yolunda haram
lokma yedirmezler.!
İblis'e
ne için izin verildi unutma..!(CHS)
*Erenler
Tanrı ilmini öğretirler, diğer zahir ilimler onların içinde erimiş,
özümlenmiştir.!
Gerçekler
Tanrı ilminde saklıdır, erenlerden başkasına yüz göstermezler.! (CHS)
*
*Hocanı
iyi seç, Tanrı ilmi varken irin yiyip kurtlaşma.! (CHS)
*Herşeyin
“iç”
ve “dış” diye iki yüzü olduğuna
göre, sen kendinin içyüzünü merak etmiyor musun ? (CHS)
*Güzeller
güzeli “Yusuf”un yüzünü görmek için
bunca gâye.! Sevgili, kılık değiştirmiş, her sefer olduğu gibi.! Arz’da
göründü “yüce” erden.!
(CHS)
*Sırr
denizine dalmadan birşey göremezsin.! Dalgıç daldığında görür, çıktığında
hatırlar bilir.! (CHS)
*Tanrı
gençleri sever.! Onlardan özlerini bulmasını ister.! O’na tazeyken teslim ol
da, kıymetin eşsiz
ve
bu yolda gazan mübarek olsun.! (CHS)
*Rûh’unun
yücelmeye ihtiyacı yok.! “O”
zaten yüce yerde.!
Sen
kendini “O”na varmak için
yüceltmeye çalış.! (CHS)
*
*Kendini
“Rûh”undan
başkasına sakın teslim etme.!
Kapında
çok kişi yatıyor seni teslim alsın diye, kanma.! (CHS)
* “ALLAH’ım
senin herşeye gücün yeter”,
“Bizleri,
bizlerden önce geçmiş kavimler gibi,
dört
kuvvetinle helâk eyleyip ; bizden sonra geleceklere bizleri bu şekilde helâk
olmuşlardan misâl eyleme”
diye
ömrünce niyazda bulun.! (CHS)
*Ey
gönül sen ona giden ana yolsun.! O hikmetin tecellisine sen mazharsın.! Sen
bana anlatmazsan, benim gibi bir fakîrin nereden haberi olacak, “O”
olan senden.! (CHS)
*Ey
gönlümün dermânı özüm, bana güzel şeyler söyle ; o ışığı yansıt ki karanlığım
aydınlasın, güne dönsün.! Karanlık yolu ve yolcusunu ancak sen aydınlatırsın,
sen bağışlarsın.! Her demin sultanından senin haberin var, “O”nun
asıl yüzüzü sen görmede, sen bilmedesin.! Bizleri de o kapıya yaklaştır.!
Sana
“Yakın”
olanlardan eyle.! (CHS)
*Kendinden
geçen, kendindekine geçer.! (CHS)
*
*
Değerli okurlarımız, merhaba ;
Bu eser de sağlam bir alt yapı oluşturmak
için okunması gerekli olan en temel eserlerden biridir.! Ölümsüz bir dünyâ
klasiği olan bu eseri mutlaka okuyunuz ve lütfen bu işle ilgilenen başka
dostlarınıza da tavsiye ediniz.! Bu eseri okuyanlar yorumlarını kendi
içyüzlerinde geliştirerek zamanla farklı keşifler yaparak daha derin sırlara
vakıf olacaklardır.!
Değerli dostlar unutmıyalım ki bizler
fikirlerimizle yaşıyoruz, onlara kıymet verip aralarından yüksek duygularla
kendini belli edenlerini çiçek bahçesinden toplanan nadide çiçekler gibi gönül
vazomuza hiçbir zaman solmamak üzere yerleştirelim.! Bu hakîkat eserlerinden haberdar olmayanlara okumalarını tavsiye ederek insânlığa
uyanışlarında yardımcı olalım, hizmet edelim.
Bu eserler Milli Eğitim Kitabevlerinde
satılmaktaydı ama ne yazık ki basımlarının durduğu söyleniyor.! Almak
isteyenlerin yine de sormalarında fayda vardır. Eski 2.el kitap satan yerlerde
de bulunabilir.! Kitapçılardan ısrarla sorunuz belki yeni özel basımı vardır.!
Bu eseri özdeyiş olarak uzun seneler önce yorumlamıştık.! Şimdi vakti
geldiğinden sizlere hizmet ve uyanış yapmanız için takdim edip, özünüzden
yüksek feyzler diliyoruz.!
*
Sevgi ve selâmlarla;
© C.Hürmen S. /
06.06.2004
Ondokuz.....
*
Yukarıda yazılanlar :
"MAARİF" - 1949 İstanbul
M.E.B.
Çev. : Meliha TARIKÂHYA
Nüshasından yorumlanmıştır .!
*
Maârif (a.i.
ma'rifet'in c.): 1.martifetler, bilimler. 2.bilgi, kültür. 3.Millî Eğitim Bakanlığı;
maârif müdürlüğü.
4.Sultan Veled'in
1284-1296 yılları arasında hazırladığı tasavvufla ilgili 56 bölümden ibâret
eseri.
(Osmalıca-Türkçe
Ansiklopedik Lûgat / F.Devellioğlu)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar