‘Bize Kur’an yeter…' diyen Peygamberimiz Düşmanı Oku...
T.C. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ TEFSİR ANABİLİM DALI
KUR’ÂN’DA PEYGAMBERİMİZE
VERİLEN DEĞER
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ORHAN ÇAĞILCI
GAZİANTEP
HAZİRAN 2015
ABSTRACT
THE VALUE GIVEN TO THE PROPHET BY THE QUR’AN
ÇAĞILCI,
Orhan
M. A. Thesis,
Basic Islamic Sciences Department of Qur’anic Exegesis Supervisor: Assist.
Prof. Dr. Mesut ERDAL
June 2015,
110 pages
Allah
has chosen messengers among human beings to guide them in their lives in the
world. In terms of morality and virtue, these messengers are the most
outstanding examples of humanity. According to Qur'an, there are differences in
degree among the messengers. The aim of this study is to put forth the value
given in Qur'an to the Prophet (PBUH) by Allah's praise for his morality,
exalting his glory, regarding obedience to him as obedience to Himself,
submission to him as submission to Himself and disobedience to him as
disobedience to Himself; addressing him by his prophetic title rather than his
name, ordering believers to regard him as preferable to themselves, to respect
him and to say salawat for him; making him a blessing for believers and mercy
for the worlds; swearing on his life, consoling him when sad, supporting him
all the time and against all people; exalting him with the blessings Maqam-i
Mahmud and Kevser, and making him the last one of the messengers; forgiving his
past and future; making his wives the mothers of believers and his ummah the
most favourable ummah, and giving him the Qur'an, the most sublime book. The
main reference books are the basic interpretation books and books on Islamic
law and belief. The thesis consists of 110 pages.
Key Words: Qur'an, Messengers, Prophet Muhammad
(PBUH), value.
ÖZET
KUR’AN’DA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN DEĞER
ÇAĞILCI,
Orhan
Yüksek Lisans
Tezi, Temel İslam Bilimleri Tefsir Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Prof. Dr.
Mesut ERDAL
Haziran 2015,
110 sayfa
Yüce Allah
dünya hayatında insanlara rehberlik etmeleri için, yine insanlar arasından peygamberler
seçmiştir. Ahlakta ve her türlü fazilette bu peygamberler, insanlık âleminin en
üstünleridirler. Kur’an’ın ifadesiyle peygamberler arasında da derece farkı
vardır. Bu çalışmanın amacı, Yüce Allah’ın ahlakını övmesiyle, şânını
yüceltmesiyle, ona itaati kendisine itaat, ona biat etmeyi kendisine biat ve
ona isyanı kendisine isyan saymasıyla; ismi yerine nebîlik ünvanıyla hitap etmesiyle,
müminlere onu kendi nefislerinden bile evlâ görmelerini, ona saygı duymalarını
ve ona salavat getirmelerini emretmesiyle; onu müminler için bir nîmet, âlemler
için bir rahmet kılmasıyla; sadece onun ömrüne yemin etmesiyle, mahzun olduğu
zaman onu teselli etmesiyle, her zaman ve herkese karşı onu desteklemesiyle;
Makâmı Mahmud ve Kevser nîmetleriyle serfiraz ve nebîlerin sonuncusu
kılmasıyla; geçmiş ve geleceğini bağışmasıyla, hanımlarını müminlerin anneleri,
ümmetini en hayırlı ümmet kılmasıyla ve en yüce kitab olan Kur’an’ı ona vermesiyle,
Kur’an’da Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e verilen değeri ortaya
koymaktır. Kaynak olarak temel tefsir kitaplarına, İslam Hukuku ve İslam Akâid
kitaplarına müracaat edilmiştir ve tezimiz 110 sayfadan oluşmaktadır.
Anahtar Kelimeler: Kur’an, Peygamber, Hz. Muhammed,
Değer.
ÖN SÖZ
İnsanları
sadece kendisine kulluk etmeleri için yaratan Yüce Allah, bir imtihan meydanı
olarak dünya hayatını açmış, bununla beraber insanları kendi hallerine
bırakmamış, lütfu ve merhameti gereği onlara vazifelerini öğretecek rehberler
göndermiştir. Bu rehberler, kendilerini Allah’ın seçtiği peygamberlerdir.
Yaratılışın
gayesi Allah’a iman ve O’na kulluk etmek olduğuna göre, dünyadaki en önemli
vazife insanlara kulluğu öğretmektir. Bu en önemli vazifeyi gören peygamberler
de, insanlık âleminin en seçkin simaları ve en üstünleridirler.
Bütün insanlar
arasında ilimde, ibadette, Allah’a yakınlıkta ve daha pek çok hususta derece
farkı olduğu gibi, peygamberler arasında da derece farkı vardır. İnsanlığın
daha tufûlet dönemini yaşadığı bir çağda, az sayıda insanın irşadı için
görevlendirilen bir peygamberle, insanlığın büyük ümranlar kurduğu, sosyal ve
kitlesel bir sürü problemin baş gösterdiği bir dönemde görevlendirilen
peygamberin donanımı da, Allah’tan alacağı vahiy de elbette aynı olmayacaktır.
Bu yönüyle bazı peygamberler daha özel donanımla gönderilmişlerdir.
O halde,
peygamberlerin sonuncusu ve bizim peygamberimiz olan Hz. Muhammed (salla'llâhu
aleyhi ve sellem)’in, Allah katındaki yeri nedir? Kur’an’da ona nasıl bir değer
biçilmiştir? İşte bu çalışmamız, bu gibi sorulara verilen cevaplara katkı
sağlamak amacıyla ortaya çıktı.
Çalışmamızda,
Peygamberimize Kur’an’da nasıl değer verildiğini, ilgili âyetleri,
tefsirleriyle beraber inceleyerek iki ana bölümde ortaya koymaya çalıştık.
Birinci
bölümde, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerine, doğrudan
işaret eden âyetleri incelemeye, ikinci bölümde ise, birinci bölümdeki âyetlere
göre, nisbeten daha dolaylı olarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
değerine işaret eden âyetleri ele almaya çalıştık.
Bu çalışmamda,
başta, bana rehberlik eden hocam, Prof. Dr. Mesut ERDAL beye, eğitimim
konusunda hiç bir fedâkarlıktan kaçınmayan ebeveynim İsmail ve Kâmile
ÇAĞILCI’ya, çalışmam boyunca desteklerini yanımda hisettiğim eşim Reyhan hanıma
ve çocuklarım Sümeyra, Senâ ve Salih Mûsâ’ya çok teşekkür ediyorum.
Haziran 2015
Orhan ÇAĞILCI
İÇİNDEKİLER
ABSTRACT iii
ÖZET iv
ÖN SÖZ v
İÇİNDEKİLER vi
KISALTMALAR viii
BİRİNCİ BÖLÜM
GİRİŞ 1
1. GİRİŞ 1
2. AMAÇ 1
3. KAPSAM 2
İKİNCİ BÖLÜM
KAYNAK ÖZETLERİ 2
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
MATERYAL VE YÖNTEM 7
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
YORUM 7
1. PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOĞRUDAN İŞÂRET EDİLMESİ 7
1.1. AHLÂKININ ÖVÜLMESİ 7
1.2. ZİKRİNİN YÜCELTİLMESİ 10
1.3. ONA İTAATİN EMREDİLMESİ 12
1.3.1. Ona İtaatin Allah’a İtaat Sayılması 12
1.3.2. Hüküm Verdiği Zaman Müminlere Tercih Hakkının
Bırakılmaması 16
1.3.3. Allah Tarafından Sevilmenin Ona Tâbi Olmaya
Bağlanması 19
1.3.4. Ona İtaatin Gönülden Olması 20
1.3.5. Onun Hükmüne Allah’ın Hükmü Denilmesi 21
1.3.6. Ne Verirse Onun Alınmasının Emredilmesi 24
1.3.7. Ona İtaat Edenlerin Müjdelenmesi 26
1.4. ONA İSYANIN ALLAH’A İSYAN SAYILMASI 28
1.5. İSMİ YERİNE PEYGAMBERLİK ÜNVANIYLA HİTAP EDİLMESİ
. 32
1.6. ONU SEVMENİN VE ONA SAYGI GÖSTERMENIN EMREDİLMESİ 33
1.6.1. Onu Sevmenin ve Ona Saygı Göstermenin
Emredilmesi 33
1.6.2. Sıradan Bir İnsan Olmadığının Vurgulanması 39
1.6.3. Müminler İçin Herşeyden Daha Sevgili Olması 43
1.6.4. Salât Okumanın Emredilmesi 44
1.7. MÜMİNLER İÇİN NİMET, ÂLEMLER İÇİN RAHMET OLMASI. 48
1.8. ÖMRÜNE YEMİN EDİLMESİ 51
1.9. TESELLÎ EDİLMESİ 51
1.9.1 Üzülmemesini Tavsiye Eden Âyetler 52
1.9.2. Önceki Peygamberlerin de Yalanlandığını
Hatırlatan Âyetler 55
1.9.3. Tebliğden Başka Bir Sorumluluğunun Olmadığını
Hatırlatan Âyetler 56
1.10. HER ZAMAN ALLAH TARAFINDAN DESTEKLENMESİ 57
1.11. MAKÂMI MAHMUDLA MÜJDELENMESİ 65
1.12. KEVSERİN VERİLMESİ 70
2. PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOLAYLI OLARAK İŞARET EDİLMESİ 75
2.1. BÂZI PEYGAMBERLERİN EFDALİYYETİNİN VURGULANMASI
. 75
2.2. PEYGAMBERLER TARAFINDAN MÜJDELENMESİ 88
2.3. ZÂTININ ÖNE ÇIKARILMASI 91
2.4. ONA BİATIN ALLAH’A BİAT SAYILMASI 92
2.5. ŞEÂİRE HÜRMETİN EMREDİLMESİ 93
2.6. AİLESİNE DEĞER VERİLMESİ 96
2.7. ÜMMETİNİN EN HAYIRLI ÜMMET OLMASI 98
2.8. RÂZI OLACAĞI KIBLEYE ÇEVRİLMESİ 99
2.9. TÖVBE İÇİN ARACILIĞININ KABUL EDİLMESİ 100
SONUÇ....................................................................................................................
102 KAYNAKLAR
....................................................................................................... 104
ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................ 110
VITAE
.....................................................................................................................
110
BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ
1.
GİRİŞ
Bir
Müslümanın hayatına yön veren, neye nasıl inanması gerektiğini ve inandıklarını
nasıl yaşayacağını belirleyen en önemli ölçü Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’la
beraber, onu insanlara ulaştıran, açıklayan1 ve emirlerinin hayata
nasıl uygulanacağını bizzat yaşayarak gösteren bir peygamberin varlığı insanlar
için, en büyük nîmettir.
Kur’an’ı
bizzat okuyup anlamaya çalışmaları Müslümanlar için bir vazife olduğu gibi,
Allah’ın Kur’an’ı insanlara indirmek için seçtiği elçiyi tanımaları, onun
kıymetini bilmeleri ve rehberliğini kabul etmeleri de bir vazifedir. Sokakta
oynayan bir çocuğun elinde toza toprağa bulanmış halde görülen altın bileziğin,
sarı bir teneke parçası zannedilmesi gibi, bazen çok kıymetli şeyler, değersiz görülen
kişilerin elinde görüldüğü zaman kıymetsiz zannedilebilir. Bir sözün kıymetini artıran
şey, içeriğiyle beraber kimin söylediğidir. Bir öğrencinin hocasından
istifadesi, ona olan güveni ve onun kıymetini bilmesine göre değişir. Bir
Müslümanın da, ümmeti olduğu ve rehberi bildiği Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e olan bağlılığı, onun değerini bildiği ölçüde artacaktır
kanaatindeyiz. Dolayısiyle Allah’tan bize ilahî bir mesaj getiren Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in kıymetini bilme ve Allah katındaki değerini anlayabilme
hayati önem arzetmektedir.
2.
AMAÇ
Müslüman
toplumlarda peygamber algısının ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e
bakışın çok farklı tezâhürlerini görüyoruz. ‘Peygamber sadece bir elçiydi,
mesajını getirdi, vazifesini yaptı gitti, kabrini ziyaret etmek bile
gereksizdir’ gibi, Hz.
1 Bkz. ‘Ey Resulüm,
sana bu kitabı, sırf onların, hakkında ihtilaf ettikleri gerçekleri açıklaman ve
sırf iman edecek kimselere hidâyet ve rahmet olması için indirdik.’ 16. Nahl
Sûresi, Âyet 64.
Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sadece bir postacı gibi gören düşüncelerden,
onu Allah’ın ortağı gibi gösterip şirke sürüklenen fikirlere kadar geniş bir
yelpaze müşahede ediyoruz.2
O zaman
çıkış yolu, en temel ölçümüz olan Kur’an’a başvurmak, hadis-i şeriflere ve
sahabe uygulamasına bakarak, Kur’an’ın anlattığı çerçevede bir peygamber tasavvuru
belirlemektir. İşte bu çalışmanın amacı da Allah’ın Kur’an’da Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’i nasıl anlattığını, ona nasıl değer verdiğini ortaya koymaya
çalışmaktır
3.
KAPSAM
Konumuz,
Peygamberimize (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerini
incelemek olduğu için çalışmamızda, Peygamberlik kavramı, resul nebi farkı,
Peygamberimizin beşer oluşu, ümmî oluşu gibi konulara çok girmedik.
Çalışmamızın kapsamı, Peygamberimizin Allah katındaki değerini doğrudan ve
dolaylı olarak ortaya koyan âyetleri incelemekle sınırlı olacaktır.
2 Şerafettin
Severcan, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve
sellem), Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Bilimname I, 2003/1, 229-250.
İKİNCİ BÖLÜM KAYNAK ÖZETLERİ
Allah’ın
insanlığa gönderdiği son elçi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
hayatını konu alan sayısız kitap yazılmış, pek çok akademik çalışma yapılmış ve
yapılmaya da devam etmektedir.
Hz.
Peygamber’in nübüvvetini ispatlayan delilleri bir araya getiren, inkarcılara,
bid’atçılara ve filozoflara karşı Peygamberimizi savunan kitapların en
meşhurlarından birisi Celâleddin es-Suyûtî’nin (ö.911) el-Hasâis’ül Kübrâ’sıdır.3
Suyûtî’nin
el-Hasâis’i ve Kadı İyaz’ın Şifâ’sında Peygamberimiz (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in aşırı yüceltildiğini iddia edip böyle bir peygamber
tasavvurunu eleştirenler olmuştur. Bu konudaki meşhur kitaplardan biri Mustafa
İslamoğlu’nun Üç Muhammed kitabıdır.
İslamoğlu bu kitabında, olağanüstüleştirilip melekleştirilerek hayattan
dışlanan Hz. Muhammed tasavvuru ile Allah’la insan arasında postacı gibi
görülerek aşağılanan bir Hz. Muhammed tasavvurunu eleştirerek Kur’an’a göre
insan ve elçi olan Hz. Muhammed tasavvuru resmetmeye çalıştığını söyler.4
Ülkemizde
yapılan bu konudaki çalışmalardan biri de Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı’nın Kur’an’da Hz. Peygamber kitabıdır.
Bayraktar Hoca kitabında, tefsirlere ve hadislere müracaat etmeden doğrudan
doğruya âyetlerden kendi anladıklarıyla Kur’an’ın anlattığı Hz. Muhammed’i
resmetmeye çalışmıştır.
Benzer bir çalışmayı
Prof. Dr. Muhittin Akgül, doktora
tezi olarak
Kur'an'da Hz. Muhammed'in (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) Özellikleri başlığıyla yapmıştır.
Salih Yanıkkaya’nın
Kur'an Çerçevesinde Peygamberlik ve Hz. Peygamber
ve Yusuf Esen’in
İzzet Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre
Kur'an'da Hz.
3Bkz.Celâleddin
es-Suyûtî, (ö.911). el-Hasâisü’l Kübra. Ömer Temizel (Çev), Uysal
Kitabevi, Konya, 1994.
4 Mustafa İslamoğlu,
Üç Muhammed, Düşün Yayıncılık, İstanbul,
2012, s.12.
4
Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) gibi
yüksek lisans tezleri bu konuda yapılmış çalışmalardan bazılarıdır.5
Bu konuda
Ramazan El-Bûtî’nin (ö.2013) şöyle bir tespiti vardır:
‘Bazı
araştırmacılar, Resulullahın hayatının beşerî yönünde mübalağa yapmaya can
atıyorlar. Mesela uzun uzadıya şöyle izahatlara yer veriyorlar: “Resulullahın
hayatı harikalar ve mucizeler üzerine kurulu bir hayat değildir. Zaten kendisi
de mucizeye pek önem vermemiş ve bu yöndeki taleplere olumlu yaklaşmamıştır.” O
araştırmacılar bu izahlarla Resulullahın mucizelerden tamamen uzak olduğuna
dair okuyucuyu ve dinleyiciyi yönlendirmişlerdir. Bu düşüncelerin kaynağını
araştırdığımız zaman, onun aslında Gustav Le Bon, Augoste Comte, Hume,
Goldziher ve benzeri müsteşriklerin fikirleri olduğunu görürüz. İslam
dünyasının talihsizliği de oryantalistlerin bu faraziyelerine sarılmalarıdır.’6
‘Hz.
Peygamber’i aşırı yüceltmeye gerek yoktur’ mantığıyla hareket eden
düşüncenin, aslında Peygamberimizi değersizleştiren tehlikeli bir yöne doğru kaydığını
gözlemliyoruz.
5 Salih Yanıkkaya.
(2010). Kur’ân Çerçevesinde Peygamberlik Ve
Hz. Peygamber. Yüksek LisanTezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Ankara; Yusuf Esen. (2013). İzzet
Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre Kur'an'da Hz. Muhammed. Yüksek
LisanTezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
6 Ramazan el-Bûtî.
(ö.2013). Fıkhu’s Siyre, Bilge Adam Yayınları,
Atik Aydın (Çev.), İstanbul, 2012, s.142.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MATERYAL VE YÖNTEM
Çalışmamız
bir Kur’an araştırması olduğu için, yararlandığımız temel materyal doğal olarak
öncelikle Kur’an-ı Kerim’dir. Sonra da Taberî’den başlamak üzere temel tefsir
kitapları olmuştur. Hadisler olarak ise Kütübü’t-Tis’a kitaplarını esas almaya
gayret ettik. Bunların yanında çeşitli dergilerde, internet sitelerinde
yayınlanmış ve sempozyumlarda sunulmuş makalelerden de istifade ettik.
Yöntem
olarak öncelikle, Kur’an’ı başından sonuna kadar iki defa tarayarak, doğrudan veya
dolaylı olarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerini ifade edebilecek
tüm âyetleri tespit etmeye çalıştık. Sonra âyetleri, doğrudan doğruya değerini
ifade edenler ve dolaylı olarak ifade edenler diye iki gruba ayırdık. Kendi
içlerinde Peygamberimizin hangi yönünü nazara verdiklerine göre, âyetleri
başlıklar altında topladık. Sebebi nüzullere ve tefsirlere bakarak mevzuyu
anlamaya ve kavramaya çalıştık.
Âyetleri
ele alırken sadece meallerini vermekle yetinmeyerek, özellikle Kur’an’a vâkıf
okuyucuların daha iyi anlayabilmeleri ve orijinal metni görebilmeleri için
arapçalarını da beraber vermeyi tercih ettik.
Hem
lafzen hem de anlam olarak yapılan bütün alıntıları dipnotlarda, ilk kullanımda
tam künyesiyle, tekrarlarda ise kısaltarak vermeye çalıştık.
Konuyu,
belirlenen taslak çerçevesinde ele alırken en sonunda kendi değerlendirme ve yorumlarımızı
da işin içine katarak bir sonuca ulaşılmaya çalıştık.
1.
PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOĞRUDAN
İŞÂRET EDİLMESİ
1.1. AHLÂKININ ÖVÜLMESİ
Allahu
Tealâ, kendi varlığını insanlara duyurma görevini elbette insanlar içerisinden
en temiz ve eksikliklerden en uzak olanlara nasip edeceği için7 bütün
peygamberler insanlar içerisinde en güzel ahlaklı olanlardır. Onlar insanlığın
en üst kemal mertebesinde olan kişilerdir.8
Bir
insanın ahlakının nasıl olduğu, yaşadığı çevredeki insanların şahitliğinden
anlaşılabilir. İnsanların onun hakkında söylediği sözler, bu konuda bize fikir
verir. Peygamberimiz ise, kendisine peygamberlik verilmediği dönemde bile,
bütün Mekke halkı tarafından sevilmiş ve ahlakının yüceliğinden dolayı kendisine
‘el-emin’
lakabı verilmiştir. İnsanların bu takdirlerinin çok çok üstünde o, džƶƢōƵ
ưō řƽŏţǃō ƸŌ NJƞŏ ơō ƬŌ
ŎƶſŎ ‘Ve şüphe yok ki sen, çok yüce/büyük
bir ahlak üzeresin’9 âyetiyle, yüce
ahlakı bizzat
Allah tarafından övülmüş müstesna bir insandır. Tabi ki bir insanı Allah’ın
övmesinden daha yüce bir övgü olamaz.
Râzî (ö.604)
Peygamberimiz için kullanılan ‘büyük ahlak’ ifadesini şöyle
tefsir etmiştir:
‘İşte bu
peygamberler, Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. Haydi onların hidâyetlerine
sen de uy’10 âyetinde, Peygamberimizin uyması emredilen hidâyet,
peygamberlerin her birine ayrı ayrı verilmiş olan güzel huylardır. Yani
Peygamberimiz
7 Muhammed Çelik
(2001), Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in Nübüvvetini Müdafaası, Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi
Dergisi, (1):2.
8 Hülya
Alper, İbn Sinâ ve Bakillânî Örneğinde İslam Filozofları ile Kelamcıların
Nübüvvet Anlayışının Kur’anî Perspektifle Değerlendirilmesi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 28 (2005),
53-73.
9 68. Kalem Sûresi,
Âyet 4.
10 ƿő Ƃŏ ōŲőƭŧ ƸŎ ŎǁŧƂō ŎǂŏŬōƩ ŎǚŐ DžƂō ōǁ Ƽō ljƄŏ
Ƶŧ ưō ŏŦōƵǃő ş 6.En’am Sûresi, Âyet 90.
önceki
peygamberlerin her birinde ayrı ayrı bulunan güzel huyların bütününü kendisinde
toplamakla emrolunmuş gibidir. İşte bu kendisinden önce hiçbir peygambere nasip
olmayan üstün bir derece olunca, Allah Peygamberimizin huyunu ‘büyük’ diye
tavsif etmiştir. Ayrıca buradaki ‘alâ’ harf-i ceri, Peygamberimizin bu güzel huyların
üzerine çıktığına,
bunlara sahip ve hükümran olduğuna delalet etmektedir. 11
Yüce Allah
hayâ, cömertlik, cesaret, müsamaha ve hilm gibi bütün güzel hasletlerden oluşan
yüce ahlakı Peygamberimizin cibilliyetine yerleştirmiştir.12
Bikâî (ö.885)
Vasıtî’den (ö.401) naklen şöyle söyler: ‘Allah, kudretini Hz.
İsa’da, kahrını Hz.Mûsa’da, ahlakını ve sıfatlarını ise Hz. Muhammed’de
göstermiştir.13 Çünkü o Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmıştır. Ɔƹōőŏ Ǎŧő LjŏƩ ƬƩőō Ɔś Ƶŧ ŪžŎŏŚ lj
ƬNJŏŋ Ʃƅō ōǚř ƻř ŏţ
ǀŏ śƶƱŎ ‘Allah refîktir,
her işte rıfkı sever’14, ŪžŎŏŚ lj Ƹŋ ljƆŏ Ʊō ņōŮōƩŨōƞřƾƵŧ ŪŚ žŎŏ lj ƨŋ NJƞōŏ ƽ ņŪśō
NJƛƵř ŧ ŪŚ žŎŏ lj Ūśŋ NJōƙ ōǚř ƻř ŏţ
Ɓō DŽŎźő Ƶŧ ŪžŎŏŚ lj Ɓŋ ŧDŽō Źō ņƷō ƆƲōō Ƶő ŧ ‘Allah iyidir, iyiyi sever, temizdir temizi sever,
cömerttir
cömertliği
sever’15
gibi hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre, insan Allah’ın ahlakıyla
ahlaklanmalıdır. Yukarıdaki âyete göre de bunu en güzel yapan insan,
Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir.
Seyyid Kutub(ö.1966)
ise Allah’ın bu övgüsünü şöyle değerlendirir:
‘Hiçbir kalem, hiçbir düşünce âlemlerin Rabbinin
söylediği bu sözün ifade ettiği manayı anlatamaz. Bu, Allah'ın şahitliğidir.
Allah'ın terâzisinde bir kula verilen değerdir. Hakkında "Sen yüce bir
ahlâka sahipsin" denilen bir kula yönelik eşsiz bir övgüdür. Yüce ahlakın
Allah katında ifade ettiği anlamın boyutlarını hiçbir canlı kavrayamaz… Bütün
evrensel büyüklüğü ile son peygamberlik vazifesini (bu yüce kişiliği ile) Hz.
Muhammed'den başkası taşıyamazdı. Ondan başkası bu olağanüstü misyonun
üstesinden gelemezdi. O'na denk olamazdı… Güzelliğin, kusursuzluğun,
büyüklüğün, evrenselliğin, doğruluk ve gerçekliğin doruklarında olan bir
misyönü, ancak yüce Allah'ın bu övgüsüne muhatap olan biri taşıyabilirdi… Bu sözün
–iltifat bile
11 İmam Muhammed
Râzî Fahruddün bin Allâme Diyauddin Ömer Hatibu’r-Rey. (ö.604). Tefsiru’l Kebir ve Mefâtih’ul Gayb, c.
XXX, Daru’l Fikr, Beyrut, 1981, s.71.
12 İmam Celil
Hâfız İmadü’-Dîn Ebu’l Fidâ İsmail İbni Kesîr ed-Dımeşkî. (ö.774). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm. c.VIII, Mektebetü
Evladi’ş-Şeyh Li’t-Turas, Kahire, 2000, Mustafa Seyyid Muhammed (Thk.), s.189.
13 Burhaneddin
Ebu’l Hasan İbrahim bin Ömer el-Bikâî. (ö.885). Nazmu’d-Dürer fi Tenasubi’l Ayâti ve’s-Süver. c.XX, Dâru’l kitabi’l
İslamiyye, Kahire, Ts. s. 292.
14 Ebu Abdullah
Muhammed bin İsmail el-Buhârî.(ö.256). El-Câmiü’s-Sahih
el-Müsned Min Hadîs-i Rasulillah Sünenihî ve Eyyâmihî. Edep, 6024. Mektebetü’s-Selefiyye,
Kahire, ö.1400, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk).
15 Muhammed bin
İsa et-Tirmizî. (ö.279). Sünen-i’t-Tirmizî,
Edeb, 2799, Mektebetü’l- Meârif, Tek cilt, Ebu Ubeyde bin Hasan es-Selman
(Thk.). Riyad, Ts.
olsa-dehşet
verici ağırlığı altında ezilmemesi, kendini kaybetmemesi… Bütün deliller bir
yana, bu durum bile başlı başına O’nun kişiliğinin yüceliğinin kanıtıdır.’16
Allah, Peygamberimiz
gibi, diğer bazı peygamberleri de övmüştür. Ũōƽ
Ƃō Ŭő ơō Ɔő ƱŎ ƃő ŧǃō ũŋ ŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ŏƂljő ōǍő ŧ ŧƃō Ɓō ǃǃŎ ŧƁō ‘Güçlü kuvvetli
bir kulumuz olan Dâvud’u hatırla! Çünkü o daima Allah’a yönelirdi.’17ŋ ũŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ƂŎ őŬƢō őƵŧ
Ƹō Ƣő ŏƽ ƻō Ũƺō őNJōƶŎƋ Ɓō ǃǃŎ ŧƂō ŏƵ ŨōƾőŬōǁǃō ǃō ‘Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık.
O ne
güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çokça yönelirdi.’18 Bu âyetlerde Hz. Dâvud ve
Hz. Süleyman, Allah’ı çok tespih etmeleri, çokça zikretmeleri yönüyle övülmüşlerdir..
ũŋ ŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ƂŎ Ŭő Ƣō
őƵŧ Ƹō Ƣő ŏƽ ŧ ƆŏūŨƓō ŎƿŨōƽƂő Źō ǃō Ũřƽŏţ ‘Doğrusu Biz onu (Eyyûb’u) pek
sabırlı bulduk. Ne güzel kuldu o! O, gerçekten Allah’a çokça yönelirdi.’19 Âyetinde
Hz.Eyyûb’un, Allah’ı çok zikretmesi ve sabırlı olması cihetiyle övüldüğünü
görüyoruz.
Ƽō NJ ŏƔōƶƀő ƺŎ Ƶő ŧ ŨōƽƁŏ
ŨōŬơŏ Ƽő ƹŏ
Ŏǀřƽŏţ
‘Çünkü o (Yusuf), ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı’20
âyetinde
ise Hz.Yusuf, ihlaslı olması yönüyle övülmüştür. Görüldüğü gibi âyetlerde
peygamberler, güzel ahlaka ait bazı vasıflarla övülmüşlerdir. Ancak bu övgüler
onların belli başlı yönlerini öne çıkararak yapılmıştır. Ama Peygamberimiz ise,
te’kitli bir ifadeyle, bütün güzel vasıfları da içine alacak şekilde, ‘en büyük
ahlak’ sahibi olarak tavsif edilmiştir.
Bir
insanda güzel vasıflar bulunabilir ama bununla beraber eksik yönleri de
olabilir. Her bir güzel huyun en yüksek derecede bir şahısta toplanması çok
zordur. İyi bir sıfatın en üst derecede olması, başka iyi bir sıfatı nakzedebilir.
Mesela şecaatte ve yiğitlikte zirve olan bir insan, merhamet yönüyle eksik
olabilir. Cömertlikte çok ileri olan bir insan, israfa giriyor olabilir. Peygamberimizde
ise hiçbir güzel haslet bir diğerini nakzetmez. Kur’an bu konuda Peygamberimizi
zirveye oturtmuştur. Eğer onda böyle eksiklikler olsaydı Allah ona, ‘çok yüce,
çok büyük bir ahlak üzeresin’ demezdi.
Peygamberlik
müessesesinin bütün sıfat ve halleri, en kâmil manada Peygamberimiz (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’de toplanmıştır. O nübüvvette zirve noktasını tutmuştur.21
16 Seyyid Kutup.
(ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’ân. c.X, Beyrut. 1980. Salih Uçan (Çev), Dünya Yayıncılık.
İstanbul. s.122.
17 38. Sâd Sûresi,
Âyet 17.
18 38. Sâd Sûresi,
Âyet 30.
19 38. Sâd Sûresi,
Âyet 44.
20 12. Yusuf Sûresi,
Âyet 24
21 Şerafeddin
Gölcük, Kelam Tarihi, Kitap Dünyası Yayınları,
Konya, 2012. s.103.
Onun yüce
ahlakı Kur’an’ın edebiydi. Kuran nasıl bütün kitapların üstündedir, onun ahlakı
da tüm insanların ve peygamberlerin ahlakından üstündür.22
Şu gelen
âyet ise, Peygamberimizin ahlakın yüceliğinin, Allah’ın onun üzerindeki
lütfunun büyüklüğünden kaynaklandığına işaret etmektedir:
ňŌ Ŗő Əō Ƽő ƹŏ ưō ōƽǃ ŚƆ
ŎƘōlj Ũƹō ǃō Ƹő Ŏǂƌō Ŏƪƽő ōŧ Ǒř ŏŧ ƻō DŽŚƶƘŏ Ŏlj Ũƹō
ǃō Ưō DŽŚƶƘŏ Ŏlj ƻő ōŧ
Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ ŋŮōƪŏťŨƙō Űő
ƺř ōǂōƵ ŎǀŎŲƺō Žő ƅō ǃō ưō NJő ōƶōơ ǚŏ Ő ǘ ŎƴƘő ōƩ ǑDŽōőō Ƶǃō
ŨƺŊ NJƞǙ ơō ưNJōőō ƶơō ŏǚǘŐ ƴŎ Ƙő ōƩ ƻō
ŨƱǃōō ƸŎ ōƶƢōő ű Ƽő ƲōŎ ű Ƹő ōƵ Ũƹō ưƺřōō ƶơō ǃō ōŮƺƲžŏőō Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲƵőŏ ŧ ưNJōőō
ƶōơ ŎǚǘŐ Ƴō ƈō ƽŧōő ǃō
‘(Ey
Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup
seni saptırmaya yeltenmişti. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana
hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve
sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfu çok büyüktür.’23
Peygamberimizin
nübüvvetini evrensel kılmak, onu ‘kâbe kavseyni ev ednâ’ makamına ehil yapmak,
mahşer günü ona şefaati uzmâ makamını vermek gibi bazı nimetlerle, Allah ona
öyle büyük bir lütufta bulunmuştur ki, onun büyüklüğünü hiç kimse kavrayamaz.24
Güzel
ahlakın en önemli göstergelerinden biri insanın merhametli oluşudur. Kur’an
Peygamberimizin genel olarak ahlakını övmenin yanı başında merhamet yönüne
ayrıca değinmiştir.
Ƹŋ NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšŎ ƅō Ƽō NJŏƾƹŏ
Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏū ƸƲŎ őNJōƶơō ƒŋ ljƆŏ Žō
Ƹő ŚŲŏƾơō Ũƹō ǀŏ NJő ōƶơō ƈŋ ljƈŏ ơō Ƹő ƲŎ ƌŏ Ŏƪƽōş Ƽő ƹś Ƴŋ DŽŎƋƅō Ƹő ƱŎ ňŨŹō Ƃő ōƮōƵ
Andolsun size
kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona çok ağır
gelir. O size çok düşkündür, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.25
Cehenneme
girmenizden çok korkar. Sizin hidayete ermenize, dünyevi ve uhrevi
menfaatlerinize karşı çok hırslıdır.26 İbni Abbas, Hz. Fatıma ve Hz. Aişe’den gelen
bir rivayete göre ‘Enfusikum’ kelimesinin ‘Enfesikum’ şeklinde okunduğu bir
22 Şeyh Muhammed
Tahir bin Âşur. (ö.1393). Et-Tahrir ve’t-Tenvir.
c.XXIX. Dâru’t-Tunusiyye. Tunus. 1984. s.64.
23 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 113.
24 Allâme Ebu’l-Fadl
Şihâbu’d-Din Seyyid Mahmud el-Âlûsî el-Bağdadî. (ö.1270). Rûh’ul-Meânî Fî Tefsîr’il Kur’an’il Azîm ve’s-Seb’il Mesânî. c.X.
İdâretü’t-Tıbâatü’l Münîriyye Türâsü’l Arabî, Beyrut, Ts. s.144.
25 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 128.
26 İmam Muhyi’s-Sünne
Ebû Muhammed Hüseyin bin Mesud el-Beğavî. (ö.516). Tefsîru’l Beğavî Meâlimu’t-Tenzîl. c.IV. Dâru’t-Taybe, Muhammed
Abdullah Nemir (Thk.), Riyad, ö.1411, s.115; Kurtubî, Ahkâmu’l Kur’ân, X/442; İbni Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, VII/325; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, II/590.
kıraat da vardır. O zaman mânâ, ‘en şerefliniz, en
üstününüz’ şeklinde,27 ‘derece bakımından en büyüğünüz28 olan
Peygamber, şefkatte ve merhamette çok ileridir’ şeklinde olur. Çünkü ifadelerin
mübalağa sîgasıyla gelmesi de bunu gösterir.29
Görüldüğü
gibi Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yüce ahlakı hiç kimseye
nasip olmayacak derecede bizzat Allah tarafından övülmüştür.
1.2. ZİKRİNİN YÜCELTİLMESİ
Mekke
döneminin ilk yıllarında vahiy bir müddet kesilmişti. Bunu dillerine dolayan
müşriklerin, ‘Rabbi onu terketti, şeytanı onu terketti’30 hezeyanlarına karşı
‘Rabbin Seni terketmedi ve Sana darılmadı da’31 âyetinin arkasından,
Allah tarafından olan tesellînin ve ikram-ı İlahinin büyüklüğünü gösteren başka
bir âyet inmiştir:
Ưō
Ɔō Ʊő ƃŏ ưō ōƵ ŨōƾőƢōƩƅō ǃō
‘Senin şanını yüceltmedik mi?’32
Allah,
peygamberimizin adını, şanını, zikrini nasıl yüceltmiştir? Kur’an-ı Kerim’in
geneline baktığımız zaman, Allah adının geçtiği pekçok yerde Peygamberimizin
adının da beraber zikredilmesi, Allah’ın ona ne kadar çok değer verdiğini
gösteren önemli noktalardan bir tanesidir.
Bu gün
bütün Müslümanlar Allah’ı andıkları her yerde Peygamberimizi de anmaktadırlar.
Ezanda, kamette, teşehhüdde, Cuma günü minberde, Ramazan ve Kurban
bayramlarında, nikâh törenlerinde, dünyanın doğusunda ve batısında her yerde
Peygamberimiz anılmaktadır.33
Kurtubi şöyle
söyler:
‘İbni Abbas’a göre Yüce Allah peygamberimize ‘ben ne
zaman anılırsam sen de anılacaksın’ buyurmuştur. Bir adam, Allah’a kulluk
yapsa, Cenneti, Cehennemi hepsini tasdik etse ama Hz. Muhammed’in peygamber
olduğuna şehadet etmese, hiçbir faydası yoktur, kâfir olur. Ayrıca, biz seni önceki
peygamberlere indirdiğimiz kitaplarda da zikrettik. Onlara seni müjdelemelerini
emrettik. İsmini semâda melekler yanında,
27 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, IV/115; Cârullah Ebu’l
Kasım Muhammed bin Ömer ez-Zemahşerî. (ö.538). El-Keşşâf An Ğavâmizi’t-Tenzil ve Uyûni’l Egâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl.
c.III. Mektebetü’l Abîkân. Riyad. 1998. s.111; Râzî, Tefsiru’l Kebir ve Mefatih’ul Gayb, XVI/242; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, V/121.
28 Celâleddin
Es-Suyûtî. (ö.911). Ed-Dürrü’l Mensûr Fi’t-Tefsîri’l
Me’sûr. c.VII, Merkez’il Buhûs ve’d-Dirasâti’l Arabiyye ve’l İslâmiyye, Kâhire,
2003, Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk.), s.602.
29 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XI/73.
30 Bkz. Buhârî,
Teheccüd, 1125. ‘Cebrail (a.s.) bir müddet Peygamberimize gelmeyi bırakmıştı.
Kureyş’ten bir kadın: “Şeytanı onu teketti” dedi.
31 93. Duhâ Sûresi,
Âyet 6.
32 94. İnşırah
Sûresi, Âyet 4.
33 Râzî, Mefâtihu’l Gayb. XXXII/6.
yerde
müminler yanında yücelttik. Makam-ı Mahmud’u sana vererek ahirette de yücelteceğiz.’34
Bir gün
Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Allah’ın önceki peygamberlere
olan hususi nimetlerini düşünmüştü. Allah’ın Hz. İbrahim’i dost edinmesini, Hz.
Mûsâ ile konuşmasını, Hz. Davud’a demiri yumuşatmasını, Hz. Süleyman’a
şeytanları ve rüzgarı musahhar kılmasını, Hz. İsa için ölüleri diriltmesini
düşünmüş ve ‘bana ne takdir ettin ya Rabbi?’ diye dua etmişti.Yüce Allah ise Peygamberimize,
o nimetlerin hepsinden daha değerlisini verdiğini, her daim Allah’la beraber
anılmayı nasip edeceğini söyledi.35 Râzî’nin çok geniş bir perspektiften ele
alarak yaptığı şu îzaha göre de Allah’ın bu vaadinin gerçekleştiğini anlıyoruz:
Bil ki bu
âyet, âlimlerin bununla ilgili olarak söylediği, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) 'in peygamber oluşu, yerde ve gökte meşhur oluşu, isminin Arş
üzerine yazılışı, kelime-i şehadette ve tahiyyatta adının, Allah'ın adıyla
birlikte zikredilişi, nâmının önceki kitablarda yer alışı; her tarafa yayılışı;
kendisiyle peygamberliğin noktalanışı, hutbelerde, ezanlarda ve kitabların
başlarında - sonlarında zikredilişi; "Allah ve Resulü razı edilmeye en
müstehaktırlar" (Tevbe, 9/62); "Kim Allah ve Resulüne itaat
ederse" (Nisâ, 4/69); "Allah'a ve Resulüne itaat edin" (Nisâ,
4/59) ve benzeri âyetlerde, Kur'ân-ı Kerim'de, isminin Allah'ın ismiyle
birlikte zikredilişi; Hak Teâlâ diğer peygamberlere, "Ey Mûsâ, ey
İsa" diye isimleriyle seslenirken, ona, "Ey Resul, Ey Nebî" diye
hitab edişi gibi şeylerin tümünü içine alır. Yine bu âyet, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz.
Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i kalblerde, insanların zikrinden
hoşlanır bir biçimde sokuşunu da içine alır. Bu Hak Teâlâ, "Rahman onlar
için bir sevgi verir" (Meryem, 19/96) Âyetinin beyan ettiği manadır. Buna
göre Hak Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: "Alemi, sana tabi olanlar ve
seni sevenlerle doldurdum. Hepsi de seni övüyor, sana salât-ü selam getiriyor
ve sünnetini sürdürüyorlar. Hatta farz namazlardan herbirinin yanısıra mutlaka
sünnet namazlar var. Binâenaleyh sana tabi olanlar, farzlar hususunda benim emrime;
sünnetler hususunda da senin emrine uyuyorlar. Çünkü, "Kim Resule uyarsa,
Allah'a uymuş olur" (Nisâ, 4/80) ve "Şüphesiz sana biat edenler,
gerçekte Allah'a biat etmişlerdir" (Fetih, 48/10) sultanlar bile sana tabi
olmaktan, yoluna gitmekten yüz çevirmemişlerdir. Kıraat alimleri, senin
getirdiğin âyetleri ezberliyor; müfessirler, senin getirdiğin Furkan'ın
manalarını tefsir ediyor; vaizler de senin öğütlerini tebliğ ediyorlar. Hatta alimler
ve hükümdarlar, senin için hizmete üşüyüyor; kapılar ötesinden seni selamlıyor,
yüzlerini
34 Ebû Abdillah
Muhamed bin Ahmed bin Ebî Bekr el-Kurtubî. (ö.671). El-Câmiu’l-Ahkâmi’l Kur’ân ve’l Mübeyyinü Limâ Tedammenehû
Mine’s-Sünneti ve Âyi’l Furkân. c.XXII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2006,
s.357.
35 Suyûtî. el-Hasâisü’l Kübra, s.417; İbni Kesîr, Tefsîrü’l Kur’âni’l Azîm, VIII/430.
senin "Ravza"nın toprağına sürüyor, şefaatini
umuyorlar. Şu halde senin namın, şerefin, kıyamete kadar sürecektir.’36
Allah’ın
Peygamberimize verdiği bu makam, bütün mevcudatta ne ondan önce ne de ondan
sonra kimseye nasip olmamış bir makamdır.37
1.3.
ONA İTAATİN EMREDİLMESİ
Kur'an'ı Kerim,
bütün peygamberlerin başka bir amaçla değil ancak, Allah'ın izniyle kendilerine
itaat edilmek üzere gönderildiklerini; ƻŏ
ƃő ŏŤŏū ōƟŨƛō ŎNJŏƵ řǑŏţ ƳŌ DŽŎƋƅř Ƽƹŏ ŨōƾőƶƋō ƅő ōş Ũƹō ǃō
ŏǚŐ ‘Biz her peygamberi Allah’ın izniyle kendisine
itaat edilsin diye gönderdik’38 ve
doğru yolu
bulmanın ancak onlara itaatla gerçekleşebileceğini; džōƶōơ Ũƹō ǃō ŧǃƂŎ Ųō őǂōű ŎƿDŽŎƢNJƛŏ Ŏű ƻŏţǃō ƼŎ
NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ǒō ōŬƵő ŧ Ǒř ŏţ Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ ‘Eğer ona itaat ederseniz, hidâyete
erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir’39 âyetleriyle haber
vermektedir.
Kur’an-ı
Kerim’de itaat kavramı, yetmiş dokuz âyette, gönülden uymak, gönülden
bağlanmak, kabul etmek, söz tutmak, söz dinlemek, isteyerek yapmak, gönülden
iyilik ve hayır işlemek ve boyun eğmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.40
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e itaat, Kur’an’da genellikle, ‘Allah'a
ve Resulüne itaat edin’ ifadesi tarzında, Allah’a itaat emrinin hemen arkasında
gelmektedir. Şimdi bu âyetleri incelemeye çalışalım.
1.3.1.
Ona İtaatin Allah’a İtaat Sayılması
ōǚŐ Ɵō Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ Ƴō DŽŎƋƆŐ
Ƶŧ Ơŏ ƛŏ Ŏlj Ƽő ƹŐ ‘Kim Resûle itaat
ederse, Allah’a itaat etmiş olur.’41 Taberî
bu âyeti şöyle
tefsir etmiştir:
‘Bu, Allah
Teâlâ ’nın kullarını, nebisi Hz.Muhammed hakkında ikazıdır. Ey insanlar,
Hz.Muhammed size ne emrederse benim emrim, size neden nehyederse benim
nehyimdir. Sakın içinizden biri, ‘Muhammed de bizim gibi bir insan, bize
üstünlük sağlamaya çalışıyor’ demesin.’42
Râzî’ye
göre Cenâb-ı Hakk'ın, ‘Kim peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat
etmiştir’ buyruğu, o Resulün bütün emir ve nehiylerde, Allah'tan tebliğ
36 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, XXXII/6.
37 Seyyid Kutup(ö.1966).
Fi Zılâli’l Kur’ân. c.XI, Dâru’ş-Şurûg,
Kâhire, 2003, s.3930.
38 4.Nisâ Sûresi,
Âyet 64.
39 24. Nur Sûresi,
Âyet 54.
40 Furat Akdemir.
(2013) Kelam Araştırmaları 11(1) : 425-442.
41 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 80.
42 Ebû Cafer
Muhammed bin Cerir et-Taberî. (ö.310). Cami’ul
Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an. c.VII, Merkez’il Buhus ve’d-Dirasati’l
Arabiyye ve’l İslamiyye, Kahire, 2001, Doktor Abdullah bin Taberî (Thk.), s.245.
ettiği
bütün hususlarda masum olduğuna delâlet eden, en güçlü delillerden birisidir.
Çünkü âyette bir kayıt, herhangi bir şart koşulmamıştır. Zira Hz.Peygamber
bunlardan herhangi birisinde hata etmiş olsaydı, O'na itaat, Allah'a itaat
etmek kabilinden olmazdı.43 Tûsî de aynı sebebe bağlayarak, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in asla hatayı emretmeyeceğini söylemiştir.44 Kaldı
ki, onun kendi ictihadıyla yapmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözler de yine
ilahî kontrol altında olduğundan varsa küçük
hataları
bile vahiyle düzeltilmiş ve böylece onun yapmış olduğu fiiller ve söylemiş
olduğu sözler yanlışlıklardan arındırılmıştır.45
Âyette
açıkça Peygamberimizin şerefini ilan vardır. Şânının yüceliği, mertebesinin
yüksekliği vurgulanmıştır.46
İbni
Âşur’a (ö.1393) göre, teşrîde Allah ve Resulü arasında fark olduğu vehmine
kapılanlara, bu âyet cevap vermektedir.47 İbni Âşur’un yorumuna göre, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem), ümmetine Kur’an âyetleri dışında da emirler verebilir,
yasaklar getirebilir. Çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
emri Allah’ın emri, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in her hangi
bir şeyi yasaklaması da Allah’ın yasaklamasıdır. Tıpkı bir padişahın vezirleri
içerisinde en güvendiği veziriazamına mührünü verip kendi adına iş yapma
yetkisi vermesi gibi, ‘senin emrin benim emrimdir’ demesi gibi. Allah’ın
nebisine böyle bir yetki vermesi, ona verdiği değeri gösteren en önemli delillerden
birisidir.
Nitekim Fetih Sûresinde ki ōǚř ƻō DŽŎƢljŨōŏ ŬljŎ Ũƺřō ƽţŏ ưōō ƽDŽŎƢljŨŏ ōŬljŎ Ƽō ljƄřŏ
Ƶŧ ƻŏř ţ ‘Sana biat
edenler,
şüphesiz Allah’a biat etmiş
olurlar’48 âyeti de, ‘Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat
etmiş olur’ hakikatini aynen vurgulamaktadır. Çünki, Hz.Peygamber’e söz vermek,
Allah’a söz vermek gibidir. Aralarında fark yoktur.49
Nisâ
Sûresinin ưō
ƾơō ƻō ǃƂŚ ŎƔōlj Ƽō NJŏƮŏƩŨōƾƺŎ Ƶő ŧ Űljşƅōōőō Ƴŏ
DŽŎƋƆř Ƶŧ džōƵŏţǃō ŎǚŐ Ƴō ƈō ƽşō Ũƹō džōƵŏţ őŧDŽōő ƵŨƢōō ű ƸŎő ǂōƵ ƴō NJŏƭ ŧƃŏō ţǃō
ŧŊƁǃƂŎ ŎƓ ‘Onlara:
“Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin!”, dendiğinde münafıkların senden büsbütün
uzaklaştıklarını görürsün’50 âyetinde, Kur’an’a
yönelme ile Hz.
43 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, X/154.
44 Ebû Ca’fer
Muhammed b. el-Hasan b. Ali b. el-Hasan et-Tûsî. (ö.460). Et-Tıbyân el-Câmi li UIûmi’l-Kur’ân. c. III. Beyrut, Ahmed Habib El-Amili
(Thk.), s.268; Beyazizâde Ahmed Efendi. (ö.1098). İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İtikadi Görüşleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi
Yayınları, İlyas Çelebi (Çev.) İstanbul, 2000, s.118.
45 Mevlüt Güngör.
(2003). Kur'an'da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e Sevgi Ve Saygi.
Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz.
Muhammed (Sav) Özel Sayısı. Ankara, 2000, s.469-480.
46 Muhammed bin
Ali bin Mhammed eş-Şevkânî. (ö.1250). Fethu’l
Kadîr el-Câmiu Feniyyi’r-Rivayeti ve’d-Dirâseti min İlmi’t-Tefîr. c. I, Dâr’ül
Vefâ, Abdurrahman Umeyra (Thk.), s.780.
47 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, V/135.
48 48. Fetih Sûresi,
Âyet 10.
49 Zemahşerî,
Keşşâf, V/538.
50 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 61.
Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e yönelmenin, ayrı ayrı zikredildiğini görüyoruz.
Yine Nisâ
Sûresindeki LjŏƩ Ƹő ŎŲơő
Ƈō Ũōƾōű ƻŏŤōƩ Ƹő ƲŎ ƾƹŏ Ɔŏ ƹő ōǍŧ LjŏƵ ǃŎşǃō Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ
ōş ŧő DŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj Ŋǒljǃŏ őŠōű ƼŎ ƌō Žő ōşǃō Ɔŋ NJő ſō ưō ŏƵƃō Ɔŏ
ſŏ Njŧ Ʒŏ DŽő ōNJƵő ŧǃō ŏŜŐ Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ŏǚŐ džōƵŏţ
ŎƿǃƁŚ ŎƆōƩ ňŌ Ljő Əō
‘Ey iman edenler, Allah’a itaat
edin. Resulüne ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Eğer Allah’a ve
âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne
arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha
güzeldir’51 âyetinden,
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in âyetlerden hariç olarak hüküm
verebileceği anlaşılmaktadır.
Bu iki
âyette, her meselede Kur’an’a ve Sünnete başvurma emredilmiştir. Müminlere,
ihtilafa düştükleri meselenin çözümünü önce Allah’a arzetmeleri emrediliyor.
Peki, bir mümin meselenin çözümünü Allah’a nasıl soracaktır? Bundan maksadın
Kur’an’a başvurmak olduğu açıktır. Ondan sonra ise Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e başvurma emredilmektedir. Bu da, hayatta iken Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bizzat şahsına başvurmak, vefatından sonra
ise doğal olarak sünnetine müracaat etmekle olur.52 O halde sünnete uyarak
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bir emrini yerine getiren kimse,
sadece Peygambere itaat etmiş olmamakta, aynı zamanda Allah’a itaat etmiş
olmaktadır.
Pekçok
müfessir, bu âyetin tefsirinde şu hadisi delil olarak almıştır,53
Ƽő ƹō
Ƃő ōƮōƩ Ɔō NJƹŏ ōǍő ŧ ƒŏ Ƣő
ōlj Ƽő ƹō ǃō ņLjŏƾơō
Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ Ɔō NJƹŏ ōǍő ŧ Ơŏ ƛŏ Ŏlj Ƽő ƹō
ǃō ņōǚř džƔō ơō Ƃő ōƮōƩ LjŏƽŨƔō ơō Ƽő
ƹō ǃō ņōǚř Ɵō
Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ LjŏƾōơŨōƙōş
LjŏƽŨƔō ơō
‘Kim
bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan
etmiş olur. Kim başındaki emire itaat ederse, bana itaat etmiş olur, kim de
emire isyan ederse bana isyan etmiş olur.’54
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin bizzat Allah’a itaat olduğu,
Hz. Peygamber’in rızasının bizzat Allah’ın rızası olduğu, şu âyetteki zamir
nüktesiyle daha da belirginleşir:
ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō
Ŏlj Ƽƹō Ŏǀřƽōş ŧő DŽƺŎ ōƶƢő ōlj Ƹő ōƵōş Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƹŎ ŧő DŽŎƽŨƱō ƻŏţ ŎƿDŽŎƗƆő Ŏlj ƻōş
ƬŚ Žō ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŎ Ő ǃō Ƹő ƱŎ DŽŎƗƆő ŎNJŏƵ Ƹő ƲŎ ōƵ Ŝŏ Ő Ũŏū ƻō DŽŎƪŏƶ őžōlj
ƸNJŎƞƢŏō Ƶő ŧ ŎLJƈő ŏƀő Ƶŧ ưō ŏƵƃō ŨōǂNJŏƩ ŧƂŊ ŏƵŨſō Ƹō řƾōǂŹō ƅō Ũōƽ ŎǀōƵ ƻōŠř ōƩ
‘Sizin yanınıza gelir, gönlünüzü hoş etmek için
51 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 59.
52 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/186; Ebû Mansur Muhammed
bin Muhamed bin Mahmud el-Mâturidî es-Semerkandî el-Hanefî. (ö.333). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm El-Müsemmâ Te’vîlâtü
Ehli’s-Sünne. c.I, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Beyrut, 2004, Fatıma Yusuf
(Thk.), s.442.
53 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/174; Zemahşerî, Keşşâf , II/95; Vehbe Zuhaylî, Tefsîru’l Münîr. c.III, Risâle
Yayınları, Hamdi Arslan vd. (Çev.), İstanbul, 2005, s.109.
54 Buhârî, Cihad
ve Siyer, 2957.
Allah’a
yeminler ederler, halbu ki eğer bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allah’ın ve
Resûlünün rızasını düşünmeleri gerekirdi. Hâla şunu anlayıp öğrenmediler mi ki,
kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem
ateşi vardır, hem de devamlı olarak orada kalacaktır. İşte en büyük zillet
budur.’55
Râzî ve
Zemahşeri gibi müfessirler, âyette ‘razı edilme’ fiilindeki zamirin tekil
gelmesini, Peygamberin rızasıyla Allah’ın rızası arasında bir muhalefet ve başkalığın
bulunmasının imkânsız olmasına bağlamışlardır. Onun için zamirin tekil
geldiğini ve ikisinden birinin zikredilmesiyle yetinildiğini söylemişlerdir.56 Zaten
Zemahşerî’ye (ö.538) göre de Allah’a itaat ile Hz.Peygambere itaat aynı şeydir.57 Şu
farkla ki, Allah’a itaat, O’nun zâtından ve ulûhiyetinden kaynaklanırken, Hz.
Peygamber’e itaat ise Allah’ın emrinden kaynaklanmaktadır.58
Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin, Allah’a itaatle beraber zikredildiği daha
pek çok âyet vardır.
ƼŎ
NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ōǒōŬőƵŧ ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō džōƶōơ Ũōƺřƽōş őŧDŽƺŎ ōƶơő ŨōƩ Ƹő ŎŲNJő řƵDŽō ōű ƻŏŤōƩ
őŧǃŎƅƄō Žő ŧǃō Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō
‘Allah’a itaat edin, Resulullaha
itaat edin ve karşı gelmekten sakının! Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki nebimizin
görevi sadece tebliğden ibarettir.’59
İçkiyi,
kumarı haram kılan âyetin peşinden gelen bu âyette Allah, Peygambere itaati
neden vurgulamaktadır? Şeytan işi birer pislik olan, içki, kumar gibi günahları
terkeden insan zaten Allah’ın emrine itaat etmiş olur. Bu günahlardan kaçınarak
Allah’a itaat edin demekle yetinilebilirdi. Ama hem, ŧDŽŎƢNJƙŏ ōş ‘itaat edin’ fiilinin Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) için tekrarlanmasıyla, hem de ‘peygambere düşen tebliğdir’ denmeyip, ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō ‘peygamberimize’ ifadesindeki aidiyet zamirinin
getirilmesiyle Peygamberimiz tebcil edilmiştir. Nasıl ki bir insanın evladına kızdığı zamanki ifadeleriyle,
sevdiği zamanki ifadeleri farklılık arzeder. Mesela anne çocuğuna kızdığı zaman
‘oğluna birşey söyle babası bak ne yapmış’ derken, sevgi durumunda, ‘oğlumu
görüyor musun babası, ne güzel yapmış’ gibi, aidiyet zamiriyle çocuğunu kendisine
nispet ederek söyler. Tıpkı bunun gibi, âyette ƳDŽŎƋƅō
‘elçi’ yerine, ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō ‘elçimiz’ demesinde de, Allah’ın
Peygamberimiz’e olan sevgisini ve ona verdiği değeri görebiliriz.
Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƹŚ ƸŎŲƾƱŎ ƻŏţ
ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō Ƹő ƲŎ ŏƾNJő ŏū ůō ŧƃō ŧő DŽŎžŏƶƓő ōşǃō ōǚŐ őŧDŽŎƮřűŨōƩ
Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ŏŜŐ ŏ ŎƳŨōƪƽō Ǎŧ ŏƴŎ ƭ Ƴŏ Ũōƪƽō Ǎŧ ŏƼơō ưō ōƽDŽŎƵōŠőƌōlj
55 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 62-63.
56 Zemahşerî,
Keşşâf, III/62; Râzî, Mefâtihu’l Gayb, XVI/94.
57 Zemahşerî,
Keşşâf, II/568.
58 Cemal Ağırman,
Hz. Peygamber’e İtaatin Sınırı, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, 1 (1996) :66.
59 5. Maide Sûresi,
Âyet 92.
‘Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki:
“Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir. Onun için siz gerçek müminler iseniz
Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve
Resulüne itaat edin.’60
Âyet, Bedir
Savaşı ganimetleri hakkında, ashab arasında çıkan nizâ sebebiyle nazil
olmuştur.61 Ganimetlerin Allah’a ve Resulüne ait olması, bu konuda hüküm
verme yetkisinin Allah’a ve Resulüne ait olması demektir.62
1.3.2.
Hüküm Verdiği Zaman Müminlere Tercih
Hakkının Bırakılmaması
Ahzab Sûresi’nde,
ŎŭƆō ōNJƀŏ őƵŧ ƸŎ ŎǂōƵ
ƻō DŽƲŎ ōlj ƻōş ŧ Ɔƹő ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř džƘō ōƭ ŧƃō ŏţ ŮŌ ōƾƹŏ Ţő ƹŎ Ǒō ǃō ƼŌ ƹŏ
Ţő ƺŎ ŏƵ ƻō ŨƱō Ũƹō ǃō ŨŊƾNJŏŬƹŚ ǑŊ ǒō Ɨō ƴř Ɨō Ƃő ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƒŏ Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō Ƹő ǁŏ Ɔŏ ƹő ōş Ƽő ƹŏ
‘Allah ve Resulü herhangi bir meselede
hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir
tercihte bulunma hakları yoktur’63 denilerek,
Allah ve peygamberden emir geldiği zaman, müminin başka bir tercihte bulunması yasaklanmaktadır.
Peygamberimiz,
halasının kızı Zeyneb binti Cahş (r.a.)’ı, azadlı kölesi Zeyd bin Harise (r.a.)
ile evlendirmek istemişti. Zeyneb (r.a.) ve kardeşi Abdulah bin Cahş (r.a.) ise
bu tekliften pek hoşlanmamışlardı. Onun üzerine bu âyet nazil olunca râzı
oldular.64 Sebeb-i nüzul olarak ikinci rivâyet de şudur: Medine’ye ilk
hicret eden kadınlardan olan Ukbe ibni Ebi Muayt’ın kızı Ümmü Gülsüm, nefsini
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hibe etmişti. Peygamberimiz de
onu Zeyd bin Harise ile evlendirmek istemişti. O zaman Ümmü Gülsüm ve kardeşi
buna karşı çıkmış, ‘biz Rasulullah’ı istiyoruz, o ise kölesiyle evlendiriyor’
diye tepki göstermişlerdi. Bunun üzerine âyet nazil oldu.65
Allah’ın
ve Peygamberin emrine itaat etmek, âyete göre hem insanların tercih haklarının
nefyedilmesiyle, hem de emre itaat etmemenin Allah’a ve Peygamberine isyan
sayılmasıyla iki vecihten dolayı farzdır.66
Âyeti
kerîmede, ‘Allah ve Resûlü hükmettiği zaman’ ifadesiyle, ‘kim Allah’a ve Resûlüne
isyan ederse’ ifadesinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, özel olarak
60 8. Enfal Sûresi,
Âyet 1.
61 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/12.
62 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XV/120.
63 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 36.
64 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/112; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/119; Beğavî, Meâlimu’t- Tenzîl, VI/353.
65 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/114; Zemahşerî, Keşşâf, V/70.
66 Hüccetü’l
İslam İmam Ebû Bekr Ahmed bin Ali Er-Râzî El-Cessâs. (ö.370). Ahkâmu’l Kur’an. c.V.
Müessesetü’t-Tarîhu’l Arabî, Beyrut, 1996, Muhammed Sâdık Kamhâvî (Thk.),
s.230.
ve ayrıca
zikredildiğini görüyoruz. Eğer Peygamberimiz burada Allah’ın hükmünü insanlara
duyuruyorsa, duyurduğu hüküm zaten Allah’ın hükmüdür. Bu durumda ‘Allah ve Resulü
hükmettiğinde’ diyerek ‘džƘō
ōƭ’ ‘hükmetti’ fiilinin fâili olarak Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i de zikretmeye gerek yoktur.
İnsanlar bu hükme isyan ettiklerinde, doğrudan zaten Allah’a
isyan etmiş olurlar. Ama âyetin sonunda ‘kim Allah’a ve elçisine isyan ederse’
dendiğine göre, Allah’a isyandan farklı olarak Peygambere isyanın da zikredilebilmesi
için, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in de ayrıca hüküm
koyabilmesi gerekir. Mesela Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
Zeyneb binti Cahş ile Zeyd bin Harise’nin evlenmesini istemesini ele alalım.
Eğer peygambere itaati, sadece elçi olarak, Allah’tan getirdiği Kur’an
âyetlerine itaat şeklinde anlayacaksak, Zeyneb’in Zeyd’le evlenmesini emreden
bir âyet olmadığını biliyoruz. O halde Hz. Zeyneb’in evlenmek istemediği zaman
mesul olmaması gerekirdi. Ama Hz. Zeyneb ve ailesi Peygamberimizin bu isteğine
karşı çıkınca âyet indi ve ‘Peygamber bir meselede hüküm verdiği zaman,
müminler için artık başka bir tercih hakkı yoktur’ diyerek onları ikaz etti. Böylece
âyeti kerîme, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin, sadece
âyetleri duyurduğu zamana hasredilemeyeceğini, kendi şahsi emirlerinde de ona
itaat edilmesi gerektiğini tescillemiş oldu. Çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) Kur’an’dan hariç olarak hüküm koyabilir.
Sünnetin
de Kur’an’dan sonra müstakil bir hüküm kaynağı olması konusunda âlimler ittifak
etmişlerdir.67 Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sünnetine tâbi
olmak, bütünüyle Kur’an’a ve Allah’a tâbi olmaktır.68 Bir tek şahit ve
davacının yeminine dayanılarak hüküm verebilmesi, erkeklere altın ve ipek
kullanmanın yasaklanması, fıtır sadakasının vacib oluşu, ehli eşek etlerinin
haram oluşu, şuf’a hakkının meşruluğu, deniz hayvanlarının ölüsünün
yenebileceği ve ninenin mirastan pay alabilmesi gibi hükümler sünnetin koyduğu
hükümlerden bazılarıdır.69
67 Bkz.
Fazlur Rahman (ö.1988). İslam, Ankara
Okulu Yayınları, Mehmet Dağ ve Mehmet Aydın (Çev.) Ankara, 2004, s.101; Vehbe
Zuhaylî, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh,
Dâru’l Fikr, Beyrut, 1995, s.39; Zekiyyüddîn Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, TDV Yayınları, İbrahim Kâfi Dönmez
(Çev.) Ankara, 2000, s.99; Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, s.84; İsmail Köksal, Fıkıh Usûlü, Akademi Yayınları, İzmir,
2008, s.61; Ahmet Yaman ve Halit Çalış, İslam
Hukukuna Giriş, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2012, s.46.
68 Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Işık Yayınları,
İzmir, 2008, s.441.
69 Bkz.
Zekiyyüddîn Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları,
s.99; Muhsin Koçak vd. Fıkıh Usulü, Ensar
NeşRiyad, İstanbul, 2013, s.67; Mevlüt Güngör. (2003). Kur’an’ın Hz.
Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer-1, Yeni
Ümit Dinî İlimler ve Kültür Dergisi, 21 (6).
İmam
Şâfî (ö.204), Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e verilen hikmeti70 onun
sünnetidir şeklinde anlamıştır.71 Dolayısiyle sünnet gayr-i metlüv olan ilâhî
vahye dayanmaktadır.72
Bu
meseleyi iki şekilde yorumlayabiliriz. Birincisi: Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in müstakil olarak hüküm koyma, emirler ve yasaklar getirme
yetkisinin olduğunu düşünelim. Bu yüzden âyetlerde ‘Allah’a ve elçisine itaat’,
‘Allah’ı ve elçisini incitmek’, ‘Allah’a ve elçisine isyan’ gibi, ‘ve’
bağlacıyla atıf yapılarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
ayrıca zikredildiğini görüyoruz.73 Allah elçisine böyle bir yetki vermişse, bu
zaten bizim anlatmaya çalıştığımız, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
Allah katındaki mualla mevkîni gösteren bir delil olur.
İkincisi:
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in müstakil olarak hüküm koyma,
emirler ve yasaklar getirme yetkisinin olmadığını, Şâri’in sadece Allah
olduğunu, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sadece bu hükümleri
duyuran bir elçi olduğunu kabul edelim. O zaman pek çok âyette Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in Allah’ın yanında zikredilmesini nasıl izah edeceğiz? Neden
Allah sürekli kendisiyle beraber elçisini de nazara vermektedir? Neden sadece
‘Allah’a itaat edin’ demekle yetinilmemiş, peygamber
de
birlikte zikredilmiştir? Hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a
arzediniz, demekle yetinilmeyip, neden ‘Allah’a ve Resulüne arzediniz’74 denmiştir?
Allah’ın Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hüküm koyma yetkisi
vermemiş olduğunu farz etsek dahi, bu şekilde sürekli beraber zikretmesi
durumunda, Allah’ın ona çok büyük değer atfettiği, teberrüken Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in adını kendi adıyla beraber zikrettiği ortaya çıkmaktadır.
Yani
yukardaki iki görüşten hangisinin doğru olduğu tartışmasına bile gerek
kalmadan, her iki halde de sonuç aynı olmaktadır. Pratikte Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in şahsi emri ile Allah’tan getirdiği emre itaat arasında
müminler için bir fark bahis mevzu olmamakta, iki emre de uymak gerekmektedir.
Çünkü Allah, Resulüne itaati
70 Bkz. 2. Bakara
Sûresi Âyet 129, 2. Bakara Sûresi Âyet 151, 2. Bakara Sûresi Âyet 231, 3. Âl-i
İmran Sûresi
Âyet 164, 4. Nisa Sûresi Âyet 113, 2. Cuma Sûresi Âyet 2.
71 Bkz. Muhammed
bin İdris Eş-Şâfî. (ö.204). Er-Risâle,
TDV Yayınları, Abdulkadir Şener ve
İbrahim Çalışkan
(Çev.), Ankara, 2012, s.51;
72 Vehbe
Zuhaylî, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh, s.39;
İshak Emin Aktepe, Ebu Hanife ve Ehl-i Hadisin Sünnet Anlayışlarındaki Temel
Farklar, İslam Hukuku Araştırmaları
Dergisi, 19 (2012) :115-130.
73 Bkz. Atıf
harfi ‘vav’, kaide gereği atıf yapılan ile kendisine atfedilenin, hükümde ortak
olmakla beraber, farklı şeyler olmasını gerektirir. Halid bin Osman Es-Sebt, Kavâidu’t-Tefsîr Cem’an ve Dirâseten, Dâr
İbn-i Affan, y.y. Ts. I/434.
74 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 59.
emrederken hiç bir istisna getirmemiş ve hiç bir kayıt
koymamıştır. Mesela Nisâ Sûresinde ‘Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin’
diye itaat kavramı mutlak bırakılırken, ulu’l emre itaatte ise, ‘sizden olan’
kaydı konmuştur.75 Aynı şekilde ana babaya itaati emrederken de
ƻŏ
ōş Ƽŏ NJő ƹō Ũơō LjŏƩ ŎǀŎƵŨƔō ŏƩǃō ƼŌ ǁő ǃō džōƶơō ŨŊƾǁő ǃō ŎǀƹŚ Ŏş ŎǀőŲōƶƺō Žō ǀŏ
ljő Ƃō ŏƵŧDŽō ŏū ƻō Ũƌō ƽǏŏ ő ŧ ŨōƾőNJƓř ǃō ǃō
Ũƺō ŎǂƢő ƛŏ Ŏű ǒō ōƩ Ƹŋ ƶő
ơŏ ǀŏ ŏū ưō ōƵ Ɗō NJő ōƵ Ũƹō Ljŏū Ưō Ɔŏ Ɛő Ŏű ƻōş džƶơō Ưō ŧƂō ōǁŨŹō ƻŏţǃō ƆNJƔŏ ƺō
Ƶő ŧ Ljř ōƵŏţ ưō ljő Ƃō ŏƵŧDŽō ŏƵǃō LjŏƵ Ɔő ƲŎ Əő ŧ
‘Biz insana,
annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle
karnında taşımıştır… Eğer onlar seni, şerik olduğuna dair hiçbir bilgin
olmadığı şeyleri, bana ortak saymaya zorlarlarsa sakın onlara itaat etme!’76 diyerek
ana babaya itaatte de şart koşulmuştur. Ama Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati
emrederken, ‘vahye tabi olduğu sürece peygambere uyun’ veya ‘Kur’an’ın yolunda gittiği sürece peygambere itaat edin’
gibi kayıtlar konulmamış, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
Allah’ın rızasının dışına çıkmayacağı kesin olduğu için, böyle birşeyin îması
dahi yapılmamıştır.
1.3.3.
Allah Tarafından Sevilmenin Ona Tâbi
Olmaya Bağlanması
ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙşōŏ ƴŎő
Ʈƺŋ NJŽŏ ƅř ƅŋ DŽƪŎ ōƥ ǚǃōŐŎ Ƹő
ƲōŎ ūDŽŎƽƃŎ Ƹő ƲōŎ Ƶ Ɔő ŏƪƦő ōljǃō ŎǚŐ ƸŎ ƲŬőŎ
ŏŬžŎő lj LjŏƽDŽŎƢŏŬřűŨōƩ ōǚŐ ƻō
DŽŬŚ žŏ Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ ƴŎő ƭ
Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ ŪŚ žŎŏ lj
ōǑ ōǚŐ ƻŏř ŤōƩ őŧDŽřő ƵDŽōō ű ƻŏŤƩ Ƴō DŽŎƋƆř
Ƶŧǃō
‘Ey Resulüm, de ki 'Ey insanlar,
eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın. Allah Gafurdur, Rahimdir. De ki: ‘Allah’a ve Resulullaha itaat
ediniz. Şâyet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.’77
Âyetlerin
sebeb-i nüzulü olarak iki rivâyet vardır. Münafıkların lideri Abdullah bin Übey
bin Selül, ‘Muhammed,
Hristiyanların İsa’yı sevdiği gibi kendisini sevmemizi emrediyor ve kendine
itaati Allah’a itaat gibi tutuyor’ diye dedikodu yapması sebebiyle
âyetler nazil olmuştur.78 Râzî’ye göre ise bu ayetler, Yahudilerin,
Hristiyanların ve müşriklerin Allah'ı sevdiklerini iddia etmeleri ve Allah'ın
rızasını gözettiklerini iddia etmeleri üzerine inmiştir.79
Yüce
Allah o münafığa ve onun gibi düşüneceklere cevap vermiş, Allah’ı sevebilmenin
ve Allah tarafından sevilmenin yolunun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’e itaat etmekten geçtiğini açıkça vurgulayarak nebisini tazim etmiştir.
75 Bkz. 4. Nisâ
Sûresi, Âyet 59.
76 31. Lokman
Sûresi, Âyet 14-15.
77 3. Al-i İmran
Sûresi, Âyet 31-32.
78 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, III/209.
79 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, VII/16.
1.3.4.
Ona İtaatin Gönülden Olması
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati emreden âyetler arasında bir
tanesi var ki, sadece itaatin yetmeyeceğini, gönül rızasıyla ve tam
teslimiyetle olması gerektiğini vurgulaması yönüyle meseleyi daha da pekiştirmektedir:
ŊŨƺNJŏƶƌő ōű ŧő DŽƺŎ śƶƌō Ŏljǃō
Űō NJő Ƙō ōƭ Ũƺř ƹś ŊŨŹƆō Žō Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽōş LjŏƩ ŧő ǃƂŎ źŏ ōlj ōǑ Ƹř Ŏŵ Ƹő ŎǂōƾőNJōū
Ɔō źō Əō Ũƺō NJŏƩ Ưō DŽƺŎ Ʋś žō Ŏlj džō řŲŽō ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj ōǑ ưō śūƅō ǃō ōǒōƩ
‘Hayır,
hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni
hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı
duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.’80
Ensardan bir
adam ile Zübeyr bin Avvam arasında Harre mevkiindeki hurmalıkları sulayan
kanalların kullanımı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Bu kanallardan gelen su
önce Zübeyr’in bahçesine uğruyor, ardından ensarlı adamın bahçesine geliyordu.
Ensar adam Zübeyr’e, “Suyu bırak, gelsin.” dedi. Fakat Zübeyr bunu kabul
etmedi. Durum, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e intikal etti. Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu
(hemen) komşuna salıver.” buyurdu. Bunu işiten adam, “Zübeyr senin halanın oğlu
olduğu için mi (ona öncelik verdin)!” diye kızgın bir şekilde tepki gösterdi.
Adamın bu sözü üzerine Allah Resûlü’nün yüzünün rengi değişti ve “Zübeyr! Sen
sula, sonra suyu duvar hizasına gelinceye kadar tut (sonra salıver).” dedi.
Zübeyr, “hâdise üzerine bu âyet nazil oldu,” demiştir.81
Bu
hâdisede görüldüğü gibi insanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar Peygamberimize
getiriliyor, onun verdiği kararlar doğrultusunda bir çözüm ortaya çıkıyordu.
Zübeyr ile ensarlının arasındaki sulama anlaşmazlığında Allah Resûlü, Zübeyr’in
olgun davranarak hakkı olan seviyeye kadar suyu kullanıp, sonra biriktirmeden
komşusunun bahçesine salıvermesini istemişti. Ancak ensar adamın verdiği
tepkiye kızmış ve Zübeyr’den hakkını sonuna kadar kullanmasını emretmişti. Bu
olay üzerine inen âyet, ensar adamın tepkisinin saygısızca bir hareket
olmasının çok daha ötesinde, Peygamber’e imanı ve itaati ilgilendiren bir yönü
olduğunu gösteriyor. Çünkü uygulamasının âdilane olmadığı düşüncesiyle
kendisine itiraz edilen kişi sıradan bir insan değil, Allah’ın elçisidir. Peygamberimizin
söz ve uygulamalarına yönelik itirazın, bir iman meselesi olması, kuşkusuz onun
Allah nezdindeki yüksek değerini gösterir.
80 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 65.
81 Buhârî, Şurb
ve Musâkât, 2359, 2360.
Bu âyette iki önemli husus dikkat çekiyor. Birincisi,
‘bizim verdiğimiz hükme teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar’ denmeyip, ‘senin
verdiğin hükme teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar’ denmesi. Yukarıda geçtiği
gibi Hz.Peygamber’in hüküm koyma yetkisine bu âyet de, delil olarak
gösterilebilir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in böyle bir
yetkisinin olmadığını kabul edersek eğer, Allah kendi verdiği hükmü,
peygamberin verdiği hüküm diye takdim edip ona teslim olmayı emretmiş oluyor.
Yani Allah Teâlâ, bir hüküm veriyor ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’e bunu insanlara duyurmasını emrediyor. Sonra da insanlara,
‘peygamberin verdiği hükme teslim olun’ diyor. Bu durum yine, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’i muazzam bir şekilde tebcil etmek ve onun şerefini ilan
etmek demektir.
Âyette
dikkat çeken ikinci husus ise, ‘senin verdiğin hükme uymaları’ denmeyip, ‘senin
verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymaksızın teslim olmaları’ denmesi. Bu
ise itaati emretmekten daha ileri bir merhaledir. Yani bir mümin peygambere
şeklen itaat etse veya kerhen itaat etse ve kalbinde bir burukluk taşısa, iman
etmiş sayılmıyor.82 Peygamberin verdiği hükmü uygulasa, ama istemeye
istemeye yapsa, âyete göre böyle bir itaat yeterli bulunmuyor. Burası, Allah
katında Peygamberimizin konumunu göstermesi açısından çok önemli bir
ayrıntıdır. Allah’ın, nebisinin hükmüne itaat etmeyeni, itaat etse bile
kalbinde bir rahatsızlık hissederek itaat edeni, ‘iman etmiş olmaz’ gibi en
ağır bir ifadeyle tehdit etmesi, o elçinin, onu gönderen nezdindeki kıymetini gösteren
çok önemli bir işarettir.
1.3.5.
Onun Hükmüne Allah’ın Hükmü Denilmesi
Ʒő ōş ŧDŽŎūŨōűƅő ŧ Ʒŏ ōş ƕŋ Ɔō
ƹř
Ƹǂŏ ŏūDŽŎƶŎƭ LjŏƩōş… ƻō DŽŎƗƆŏ Ƣő
ƹŚ ƸŎǂƾő ƹś Ƭŋ ljƆŏ ōƩ ŧƃō
ŏţ Ƹő ŎǂōƾNJő ōū Ƹō ƲŎ žő ōNJŏƵ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō
ǃō
ǚŏ ř džōƵŏţ ŧDŽơŎ ƁŎ ŧƃō ŏţǃō
ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ō ǃǚř ŏ džōƵŏţ ŧDŽơŎ
ƁŎ ŧƃō ŏţ Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ Ƴō DŽő ōƭ ƻō ŨƱō Ũƺō řƽŏţ .ƻō DŽƺŎ ŏƵŨřƞƵŧ ƸŎ Ŏǁ ưō ŏŦōƵ
ǃŎş őƴōū ŎǀŎ ƵDŽŎƋƅō ō ǃ Ƹőǂŏ őNJōƶơō Ŏǚř ƨō
NJžŏ ōlj ƻōş ƻō DŽŎƩŨ ōƀōlj
ƸŎ Ŏǁ ưō ŏŦōƵǃő ŎŠōƩ ǀŏ Ʈő
řŲōljǃō ōǚř Ǝō ƀő ōljǃō
ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř Ơŏ ƛŏ Ŏlj Ƽƹō ǃō .ƻō DŽŎžŏƶő ƪƺŎ ő Ƶŧ ƸŎ Ŏǁ ưō
ŏŦōƵ ǃŎş ōǃ ŨōƾƢő ōƙōşǃō ŨōƾƢő ƺŏ Ƌō ŧDŽŎƵDŽŎƮōlj ƻōş Ƹő ŎǂōƾNJő ōū Ƹō ƲŎ žő ōNJŏƵ
ŧǃƂŎ ōŲőǂōű ŎƿDŽŎƢNJƛŏ Ŏű ƻŏţǃō
Ƹő ŎŲőƶƺś ŎŽ Ũƹř ƸƲNJōőŎ
ƶơō ǃō ƴō ƺś ŎŽ Ũōƹ ŏǀNJōő ƶơō Ũƺřō ƽŤŏ
ōƩ ŧDŽřƵDŽōō ű ƻŏŤōƩ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧDŽŎƢNJƙşōŏ ǃō ōǚř ŧDŽŎƢNJƙşōŏ ƴŎő ƭ …ƻō ǃƈŎ ŏťŨōƪƵő
ŧ
ƼŎ NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ǒō ōŬőƵŧ Ǒţŏř Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ džōƶōơ
Ũōƹǃō
‘Aralarında
hükmetmesi için Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet edildiklerinde, bir de
bakarsın onlardan bir kısmı yüzçeviriyor… Sahi, kalplerinde bir inkâr hastalığı
mı var bunların? Yoksa imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın ve Resulünün kendilerine
zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe
82 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, X/132-133.
ediyorlar?
Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık edenler, onların ta
kendileridir! Haklarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Resulüne dâvet edilen
müminlerin söyledikleri tek söz: “İşittik ve itaat ettik” demek olmuştur. İşte
felaha erenler onlar olacaklardır. Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’ı tazim
edip O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte ebedî başarı ve mutluluğa erenler
onlar olacaklardır…
De ki:
“Allah’a
itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber
kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz. Ama ona
itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa peygamberin görevi, açıkça
tebliğ etmekten başka bir şey değildir.”83
Peşpeşe
gelen bu yedi âyette, Allah’a ve Resulüne itaatin tekrar tekrar vurgulandığını
görüyoruz.
Sebebi
nüzul olarak iki rivâyet vardır. Bişr adında bir münafık ile düşmanı olan bir
Yahudi arasında arazi yüzünden çekişme olmuştu. Yahudi, hakem olması için
Peygamberimize gitmeyi teklif ederken, münafık, ‘Muhammed haksızlık yapar’
diyerek, Ka’b bin Eşref’e gitmeyi teklif etti. Diğer bir rivayete göre ise, Hz.
Ali ile Muğire bin Vail isminde bir münafık arasında su ve arazi yüzünden
anlaşmazlık çıkmıştı. Muğire’nin, haksızlık yapacağını söylerek Peygamberimizin
hakemliğine karşı gelmesi üzerine bu âyetler nazil olmuştur.84
Gerçek
mümin, Allah ve Resulünün verdiği hükümlere gönül rızası ile uyar. Aksine
davranış münafıkların vasfıdır. Çünkü Resulün vereceği hükmü kabul etmemek
âyette münafıklık olarak tarif edilmektedir.
Sebeb-i
nüzulde, münafık olan kişi, hakem olarak sadece Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e davet edilirken, âyette ise ifadenin, ‘Allah’ın ve
Resulünün hükmüne davet edildiklerinde…’ şeklinde geçtiğini görüyoruz. Aynı
zamanda münafık olan kimse Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
haksızlık yapacağından endişe etmesine rağmen âyette, ‘Allah’ın ve Resulünün
kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar?’ şeklinde
geçtiğini görüyoruz. Yani çok açık bir şekilde Kur’an, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in hükmüne çağrılmayı Allah’ın hükmüne çağrılma olarak, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vereceği hükme karşı çıkmayı
Allah’ın hükmüne karşı çıkma olarak, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in adaletsiz davranacağından endişe etmeyi, Allah’ın adaletinden endişe
etme olarak göstermektedir. O zaman şu soru aklımıza
83 24. Nur Sûresi,
Âyet 48-54.
84 Zemahşerî,
Keşşâf, IV/314.
gelmektedir.
Bir beşer olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, kendisine
vahyin gelmediği bir meselede verdiği hükmü, Kur’an neden Allah’ın hükmü gibi
takdim etmektedir? Bunun örneğini Nisa Sûresinin 65. Âyetinde daha önce görmüştük:
‘…Verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle
bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.’ Demek ki, Peygamberimiz her an Allah’ın
gözetimi altındadır.85 Kendi içtihadı olarak verdiği hükümlerde ve isteklerde
eğer isabet varsa, bunlar Allah’ın emir ve hükümleri gibi müminleri bağlayıcıdır.
Eğer hata varsa derhal Allah tarafından düzeltilirler. Bedir esirleriyle alakalı
muamelesinde86 ve münafıkların lideri Abdullah bin Übey bin Selül’ün cenaze namazını
kılmak istediğinde87 îkaz edilmesinde olduğu gibi.
Bazı
sahabilerin, Peygamberimizin bazı emirleri karşısında ‘ya Resulallah! Bu senin
fikrin mi, yoksa Allah’ın emri mi? Eğer senin fikrin ise şöyle yapsak daha iyi
olmaz mı?’ gibi sözleri konumuzu cerh etmez. Aksine, Peygamberimizin istişareye
açık konularda ashabıyla istişare ettiğini, onların fikirlerine değer verdiğini
ve onlara fikirlerini rahatça söyleyebilecekleri rahatlığı sunduğunu gösterir
ki, bu durum, bir peygamber ve devlet başkanı olarak onun ayrıca büyüklüğüne
delâlet eden hususlardan biridir.
Ƨŏ ǃŎƆőƢƺō Ƶő Ũŏū ƸŎǁ ŎƆƹŎ
őŠōlj ƴŏ NJźŏ ƽő Ǐŏ ŧǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ LjƩŏ Ƹő ŎǁƂō ƾơŏ ŨŊūDŽŎŲƲő ƹō ŎǀōƽǃƂŎ źŏ ōlj LJƄŏ
řƵŧ Ljř ƹś ŎǍŧ Ljř ŏŬřƾƵŧ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ƻō DŽŎƢŏŬřŲōlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō Űő ōƽŨƱō
LjŏŲřƵŧ Ƴō ōǒƥő ōǍŧǃō Ƹő ŎǁƆō Ɠő ŏţ Ƹő Ŏǂƾő ơō ŎƠƘō ōljǃō Ŵō ŏťŞōŬōƀő Ƶŧ ƸŎ ǂŏ őNJōƶơō
ƷŎ Ɔś žō Ŏljǃō ůŏ ŨōŬśNJřƛƵŧ ƸŎ ŎǂōƵ ƴŚ žŏ Ŏljǃō ŏƆƲō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ ơō Ƹő ŎǁŨōǂƾő ōljǃō
ƻō DŽŎžŏƶő ƪƺŎ ő Ƶŧ ƸŎ Ŏǁ ưŏō
ŦōƵ ǃŎş ŎǀƢƹōō Ƴō
ƈŏ ƽŎş LJō Ƅřŏ Ƶŧ ƅō DŽƾƵŚ ŧ ŧő DŽŎƢōŬřűŧǃō ŎƿǃŎƆƔō
ōƽǃō ŎƿǃŎƅƈř
ơō ǃō ǀŏŏ ū ŧő DŽŎƾƹŝō Ƽō ljƄřŏ ƵŨōƩ
‘Onlar
ki yanlarındaki Tevrat ve İncillerde vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi
olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri
yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram
kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona
iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra
tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır’.88
Peygambere
ve ona indirilene tabi olmaktan kasıt hem Kur’an’a tabi olma, hem de sünnetiyle
amel ederek Peygambere tabi olmaktır.89 Bu âyette
Allah
85 Bkz. ŨōƾŏƾŎNJơő Šŏū ưō řƽŏŤōƩ ‘Şüphesiz sen,
bizim gözetimimiz altındasın’52. Tur Sûresi, Âyet 48.
86 Bkz. ƕŏ Ũōƹ ‘Yeryüzünde ağırlığını hissettirinceye
kadar, hiçbir peygambere esirlerinin olması yaraşmaz.’ 8. Enfal Sûresi, Âyet 67.
87 Bkz. ƿŏ Ɔŏ Ŭő ōƭ džō ōƶơō Ƹő ŎƮōű ōǑǃō ŧƂŊ ōūōş ůō
Ũƹř ƸŎǂƾő ƹś ƂŌ Žō ōş džōƶōơ ƴś ōƔŎű ōǑ ōǃ ‘Onlardan ölen hiçbir kimsenin
cenaze namazını kılma ve kabri başında dua etmek üzere durma!’ 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 84.
88 7. Araf Sûresi,
Âyet 157.
89 Zemahşerî,
Keşşâf, II/518; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, VIII/360.
Peygamberimizi dokuz vasıfla anlatmıştır. Bunlar, Resul
olması, nebi olması, ümmî olması, vasıflarının Tevrat ve İncil’de yazılı
olması, mârufu emretmesi, münkerden nehyetmesi, iyi, hoş şeyleri helal kılması,
habis şeyleri haram kılması ve kendisine inananların üzerlerindeki ağırlıkları
kaldırmasıdır.90
Bu
âyette, mârufu emretme, münkeri nehyetme, helal ve haram kılma fiillerinin
faili Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir. Mutlak Şârî Allah
olduğuna göre bu durumda, Allah’ın şeriatına, emir ve yasaklarına uymanın
yolunun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatten geçtiği, onun
emir ve yasaklarına uymaktan geçtiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Peygamberin
emretmesi Allah’ın emretmesi, Peygamberin nehyetmesi Allah’ın nehyetmesi, Peygamberin
helal ve haram kılması, Allah’ın helal ve haram kılması anlamına gelmektedir.
Bikâî’ye
göre, İsrailoğullarından ve başkalarından Hz. Muhammed’e tabi olmayan hiç kimseyi
Allah bağışlamaz. Ona tabi olma da iki şekilde olur. O gelmeden ölenler için
sadece bir kuvve şeklinde ona tabi olmak, iman etmektir. Yani vasıfları
belirtilen, geleceği müjdelenen bu peygambere ben şimdiden inandım demektir.
Onun zamanına yetişenler için ise fiil olarak tâbi olmaktır. Onu idrak ettiği
halde ona tâbi olmayanlar bütün taatları yapsalar bile bağışlanmayacaklardır.91
1.3.6.
Ne Verirse Onun Alınmasının Emredilmesi
Ljő Ʊō ƴŏ NJŏŬƌř Ƶŧ Ƽŏ ūő ŧǃō
Ƽŏ NJƱŏ Ũƌō ƺō Ƶő ŧǃō džƹō ŨōŲōNJƵő ŧǃō džōū ƆŎƮőƵŧ LJƄŏ ŏƵǃō Ƴŏ DŽŎƋƆř ƶŏƵǃō ǀŏ řƶŏƶōƩ
DžƆō ŎƮƵő ŧ ƴŏ ǁő ōş Ƽő ƹŏ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō džƶōơ ǚŎ ř ňō ŨōƩōş Ũƹō ũŏ ŨōƮƢŏ Ƶő ŧ ƂŎ ljƂŏ
Əō ōǚř ƻř ŏţ ōǚř ŧDŽŎƮřűŧǃō ŧDŽŎǂōŲƽő ŨōƩ Ŏǀƾő ơō Ƹő ƱŎ Ũōǂōƽ Ũƹō ǃō ŎƿǃƄŎ ƀŎ ōƩ ŎƳDŽŎƋ
řƆƵŧ ƸŎƱŎ Ũōűŝ Ũƹō ǃō Ƹő ƲŎ ƾő ƹŏ ňŏ ŨōNJŏƾƥő ōǍŧ Ƽō NJő ōū ŊŮōƵǃŎƁ ƻō DŽƲŎ ōlj Ǒ
‘Savaş
olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine
nasib ettiği ganimetler; Allaha, Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın
akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere aittir. Ta ki o
mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline
gelmesin. Peygamber size neyi verirse onu alınız, o sizi neden menederse onu
terk ediniz.’92
Pek çok müfessir
bu âyeti, ister ganimetten olsun, ister herhangi bir işte olsun ‘Hz.Peygamber size
ne vermişse onu alın, ne emrederse itaat edin, neyi yasaklamışsa ondan kaçının’,
şeklinde manayı umumi olarak almış, Peygambere karşı gelme
90 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XV/25.
91 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, VIII/107.
92 59. Haşr Sûresi,
Âyet 7.
hususunda
Allah’tan korkun, çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emir ve
nehiylerine karşı gelene Allah’ın azabı çok şiddetlidir, şeklinde tefsir
etmiştir.93
Âyet
bunu ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in her
emri Allah’ın emri, koyduğu her yasak da Allah’ın yasağı sayılır. Müfessirler delil
olarak şu hadisi zikretmişlerdir:
ůŏ ŧƆō śNJƦō ƺŎ őƵŧ Ƽŏ ƌő žƶő
ŏƵ ůŏ Ũźō śƶōƪōŲƺŎ Ƶő ŧǃō ņůŏ ŨƔō ƺś ōƾŲō ƺŎ őƵŧǃō ůŏ ŨƔō ƹŏ ŨřƾƵŧǃō ņůŏ Ũƺō Əŏ
DŽő ōŲƌő ƺŎ Ƶő ŧǃō ůŏ Ũƺō Əŏ ŧDŽō őƵŧ Ŏǚř Ƽō Ƣō ōƵ " : ƳŨƭ ņ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽő
ơō
Ŵŋ ljƂŏ Žō Ũƹō : Űő ōƵŨōƮōƩ
ņŎǀŲőŎ ōűōŠōƩ ƻō ŝƆő ŎƮƵő ŧ şƆō őƮōű Űő ōƽŨƱō ǃō ņ ũō DŽŎƮƢő ljō ƷŚ ş ŨōǂōƵ ŎƳŨōƮŎlj
Ŏ ƂŌ Ƌō ōş Ljŏƾūō Ƽő ƹŏ ŊŭōşƆō ƹő ŧ ưō ŏƵƃō Ƥō ōƶōŬōƩ : Ƴō Ũōƭ ņ" ŏǚř Ƭō ƶő
ſō ƂŎ őŬơō Ƴō ŨōƮōƩ ņǚŏ ř Ƭō ƶő ſō ůŏ ŧƆō śNJƦō ƺŎ őƵŧ Ƽŏ ƌő žƶő ŏƵ ůŏ Ũźō śƶōƪōŲƺŎ
Ƶő ŧǃō ņůŏ ŨƔō ƺś ōƾōŲƺŎ Ƶő ŧǃō ņůŏ Ũƺō Əŏ DŽő ōŲőƌƺŎ Ƶő ŧǃō ůŏ Ũƺō Əŏ ŧDŽō őƵŧ Űō
őƾƢō ōƵ ưō řƽōş ưō ƾő ơō LjŏƾōƦōƶōū Ũƺō ōƩ ƨŏ žō Ɣő ƺŎ Ƶő ŧ Ljŏ Žō DŽő ōƵ Ƽō NJő ōū
Ũƹō ůŎ şő Ɔō ōƭ Ƃő ōƮōƵ : Ŏŭōş őƆōƺƵő ŧ Űŏ ōƵŨōƮōƩ ņǚŏ ř ũŏ ŨōŲƱŏ LjŏƩ DŽō Ŏǁǃō ŏǚř
ŎƳDŽŎƋƅō Ƽō Ƣō ōƵ Ƽő ƹō ƼŎ Ƣō Ƶő ōş Ǒō LjŏƵ Ũƹō ǃō : ŏǚř Űŏ ōƵŨōƮōƩ ƫŧDŽŎǂōŲƽő ŨōƩ
Ŏǀƾő ơō Ƹő ƱŎ Ũōǂōƽ Ũƹō ǃō ŎƿǃƄŎ ƀŎ ōƩ ŎƳDŽŎƋƆƵŧ ƸŎ ƱŎ Ũōűŝ Ũƹō ǃō Ŏǚř Ƴō Ũōƭ ņǀŏ
NJŏűƂő Źō ǃō Ƃő ōƮōƵ ǀŏ NJŏűőşƆō ōƭ Űŏ ƾő ƱŎ Ƽő ŏŦōƵ : Ƴō ŨōƮōƩ ņŎǀŎűƂő Źō ǃō
Ɔō ōűƸōƶőōƩ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō ŭŏ
ōşƆō ƹő ŧ džōƶơō Űő ōƶ ſƂō ōƩ : Ƴō Ũōƭ ņLJƆŏ Ŏƞƽő ŨōƩ LjŏŬōǁƃő ŧ : Ƴō Ũōƭ ņƻō Njő ŧ
ưō ŏűōşƆō ƹő ŧ džōƶơō ŧƄō ōǁ Ƽő ƹŏ ŨŊŦőNJƏō Džƅō şō LjśƽŏŤōƩ : Ŏŭōş őƆōƺő Ƶŧ
. ŨōǂƢő ƹŏ Ũźō Ŏƽ Ƹő ōƵ ưō
ŏƵƃō ƻō ŨƱō DŽő ōƵ Ũƹō ōş : Ƴō ŨōƮōƩ ņŨŊŦNJő Əō ŰŎ őljōşƅō Ũƹō : Űő ōƵŨōƮōƩ ņǀŏ NJő
ōƵŏţ ůő ňō Ũźō ōƩ ņŨŊŦNJő Əō
‘Abdullah
bin Mes'ud (r.a.) demiştir ki: "Allah şu kadınlara lanet etmiştir ki
onlar dövme yapanlar ve yaptıranlardır.Yüzünün tüylerini yolanlar, seyrek
dişlerle güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan sırıtkanlar ve Allah'ın
yarattığını değiştirenlerdir." Bu söz, Benî Esed kabilesinden Kur'ân
okuyup mânâsını anlayan Ümmü Yakub adındaki bir kadının kulağına gidince, hemen
İbnü Mes'ud hazretlerinin yanına vardı ve "İşittim ki sen şöyle şöyle
demişsin." dedi. O da, "Ben Peygamber'in lanet ettiği kimselere niye
lanet etmeyeceğim? O Allah'ın kitabında var" diye cevap verdi. Kadın,
"Ben Mushaf'ın iki kapağı arasında ne varsa okudum, ama onu
görmedim." dedi. İbnü Mes'ud da dedi ki: "Eğer okuduysan Allah
Teâlâ'nın "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan
da sakının.." buyurduğunu görmedin mi?" Kadın, "evet" dedi.
İbnü Mes'ud da, "İşte Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
onlardan nehyetti" cevabını verdi."94
İslam’da
her tür otoritenin kaynağı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
insanlığa getirdiği Allah'ın yasasıdır. "Peygamber size ne verdiyse onu alın,
size neyi
93 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/74; Zemahşerî, Keşşâf, VI/78; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, V/286; İmam Ebu’l
Ferec Cemâleddin Abdurrahman bin Ali bin Muhammed el-Cevzî el-Bağdadî. (ö.597).
Zâdü’l Mesîr Fî İlmi’t-Tefsîr. c.VIII,
El-Mektebü’l İslâmî, Beyrut, 1984, s.211; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XIX/248; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VIII/68; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XIX/ 433; Şeyhulislam Ebussuud Efendi. (ö.982). İrşâd-u Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l Kitâbi’l Kerîm.
c.XII, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2007, Ali AKIN (Çev.), s.5529;. Aynur
Uraler, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete
Bağlılık, Işık Yayınları, İzmir, 2004, s.45.
94 Buhârî, Tefsîru’l
Kur’an, 4886.
yasakladıysa ondan sakının" ilkesi, İslam anayasa düzenini
de ortaya koyan bir ilkedir.95
Sonuç
olarak bu âyet de müminlere, söz ve fiil olarak Rasulullah’tan sadır olan her
şeye tabi olmayı emretmektedir.96
1.3.7.
Ona İtaat Edenlerin Müjdelenmesi
Ƹő ŎǂŎƘƢő ō ū ůŎ Ũōƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧǃō ƻō DŽŎƾƹŏ
Ţő ƺŎ Ƶő ŧǃō Ɔŏ Ʋō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ ơō ƻō DŽő ōǂƾő
ōljǃō Ƨŏ
ǃŎƆƢő ƺō Ƶő Ũŏū ƻō ǃŎƆƹŎ őŠōlj ƖŌ Ƣő
ūō ňŨōNJŏƵ ǃōş ƻō DŽŎűŢő
Ŏljǃō ōŭōǒ řƔƵŧ ƻō DŽƺŎ NJŏƮŎljǃō
ōǚŐ ƻō DŽŎƢNJƛŏ Ŏljǃō
ōŭŨƱō ƈř Ƶŧ Ƹŋ NJƲŏ
Žō ƈŋ ljƈŏ ơō ōǚŐ ƻŏř ţ ŎǚŐ ƸŎŎ ǂƺŽōŎ Ɔő ōNJƋō
ưŏō ŦʼnōƵ ǃŎş ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō
‘Mümin
erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar
iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler. Namazı hakkıyla yerine getirir,
zekâtı verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte onları Allah geniş
rahmetine mazhar edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.’97
Namaz,
zekat ve itaat sıralamasının aynen geçtiği benzer bir âyette Peygamberimizin tek
başına zikredildiğini ve önceki âyette geçen merhamete mazhar olma müjdesinini
aynen geçerli olduğunu görüyoruz:
ƻō DŽƺŎ Žō Ɔő Ŏű Ƹő ƲŎ řƶƢō
ōƵ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧDŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōŭŨƱƈřō Ƶŧ ŧDŽŎűŝǃō ōŭǒō Ɣř Ƶŧ ŧDŽƺŎ NJŏƭōş
‘Öyleyse
ey müminler, siz namazı hakkıyla îfâ edin, zekâtı verin, Peygambere itaat edin
ki merhamete mazhar olasınız.’98
Başka bir
âyette ‘büyük bir kazanç’ müjdesi verilmiştir: Ƃő
ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř Ơő ƛŏ Ŏlj Ƽƹō ǃō ŨƺŊ NJƞŏ ơō ŧƇŊ DŽő ōƩ Ƈō ŨōƩ ‘Kim Allah’a
ve elçisine itaat ederse, gerçekte o büyük bir kazanç elde etmiştir.’99 Âyetlere
paralel olarak Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de kendisine itaat
edenin
Cennete gireceği
müjdesini vermiştir:
: Ƴō Ũōƭ ņŇdžōūőŠōlj Ƽő ƹō ǃō
ņŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō Ũōlj : ŧDŽŎƵŨōƭ ņdžōūōş Ƽő ƹō Ǒř ŏţ ōŮřƾźō Ƶő ŧ ƻō DŽŎƶſŎ Ƃő ōlj LjŏŲƹř
Ŏş ƴŚ ƱŎ : Ƴō Ũōƭ ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō ƻř ōş ņ ōŭƆō ljő Ɔō Ŏǁ Ljŏūōş Ƽő ơō
džōūōş Ƃő ōƮōƩ LjŏƽŨƔō ơō Ƽő
ƹō ǃō ņōŮřƾźō őƵŧ ƴō ſō Ɓō LjŏƾōơŨƙō ōş Ƽő ƹō Ebu Hüreyre’den rivayetle
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem): “İstemeyenler dışında, ümmetimin
tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine: Ey Allah’ın elçisi, cennete
girmeyi kim istemez ki? Denildi. Peygamberimiz: Bana itaat edenler cennete
girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu.100
95 Seyyid Kutup,
Fi Zılâli’l Kur’ân, IX/593.
96 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXVIII/87.
97 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 71.
98 24. Nur Sûresi,
Âyet 56.
99 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 71.
100 Buhârî, İ’tisâmu’s-Sünne,
7280.
Ensardan
sahabinin biri, bir gün çok mahzun bir halde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem)’e gelmişti. Peygamberimiz ona neden bu halde olduğunu sordu. Ensar
‘Ya Resulallah şimdi sana geliyoruz ve rahatlıyoruz. Senin yüzüne bakıyor ve
seninle sohbet ediyoruz. Yarın peygamberlerle beraber sen de Cennette yüksek
makamlara ereceksin ve seni göremeyeceğiz’ dedi. Peygamberimiz bir müddet cevap
vermedi,
Sonrasında
ňŧƂō ōǂƐŚ Ƶŧǃō Ƽō NJŏƮljƂś Ɣś Ƶŧǃō Ƽō NJśNJŬřŏ ƾƵŧ
Ƽō ƹś Ƹǂŏ NJōő ƶơō ŎǚŐ Ƹō Ƣō ƽōő ş Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ Ơō ƹō ưŏō ŦōƵ őǃŎ ŠōƩ Ƴō
DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ōǚŐ ŏƠƛljŎŏ Ƽƹō
ǃō
ŨŊƮNJŏƩƅō ưō ŏŦōƵǃŎş Ƽō ŎƌŽō
ǃō Ƽō NJžŏ ŏƵŨřƔƵŧǃō
‘Kim Allah’a
ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği
nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır’101 âyeti
nâzil oldu.102
Râzî ve
Zemahşeri ise sebeb-i nüzul olarak, ya aynı şahıs veya benzer olay olarak şu
olayı naklederler. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in kölesi
(mevlâsı) olan Sevban, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i çok seviyor
ve ondan ayrılmaya hiç dayanamıyordu. Bir gün, yüzü değişmiş, bedeni incelmiş,
zayıflamış ve yüzünü hüzün bürümüş olduğu halde Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in yanına geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ona halini sorunca, o : ‘Ey Allah'ın Resulü, benim şundan başka
hiçbir derdim yok. Seni görmediğim zaman özlüyor, seninle karşılaşıncaya kadar
büyük bir yalnızlık duyuyorum... Derken âhireti hatırlıyor, bu sefer de seni
orada görememekten korkuyorum... Çünkü ben, cennete girsem bile, sen
peygamberlerin derece ve makamlarında olacaksın, bense kulların derece ve
makamlarında; binaenaleyh, seni göremiyeceğim. Eğer cennete giremezsem, o zaman
da seni asla göremiyeceğim.’ Dedi, bunun üzerine, yukarıdaki âyet-i kerime
nazil oldu.103
Görüldüğü
gibi Allah ile beraber Peygambere itaat edenler, Allah’ın merhametine nâil olma,
büyük bir kazanç elde etme, Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle
beraber cennete girme gibi nîmetlerle müjdelenmişlerdir. Bu müjdelere
kulaklarını kapatıp cehenneme düşen kâfirlerin ise, ‘keşke itaat etseydik’ diye
hayıflandıkları pişmanlık ifadelerinde, Peygambere itaati ayrıca zikretmeleri ne
kadar manidardır:
ƅŏ ŨřƾƵŧ LjŏƩ Ƹő ŎǂŎǁDŽŹǃŎ Ūř
ƶōƮŎű ō ƷDŽő ōlj ŊŧƆNJƔŏ ōƽ Ǒō ǃō ŊŨŐNJŏƵǃō ƻō ǃƂŎ źŏ ōlj Ǒř ŊŧƂōūōş ŨōǂNJŏƩ Ƽō ljƂŏ ŏƵŨ
ōſ Ŋ ŧƆNJƢŏ Ƌō ƸŎő ǂōƵ řƂơōō şǃō Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō őƵŧ Ƽō Ƣōō Ƶ ōǚř ƻř ŏţ
101 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 69.
102 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/213, Tûsî, et-Tibyan, III/250.
103 Zemahşerî,
Keşşâf, II/104; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, X/136.
Ǒō
DŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōƾƢő ōƙōşǃō ōǚř ŨōƾƢő ōƙōş ŨōƾŲō őNJōƵ Ũōlj ƻō DŽŎƵDŽŎƮōlj
‘Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş
hazırlamıştır. Onlar onun içinde devamlı kalacak ve kendilerini koruyan veya
yardımcı olan kimse bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür
yana çevirileceği gün:“Ah!” derler, “ah ne olurdu! Keşke Allah’a itaat
etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik!”104
Peygamberimiz
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat ile alakalı bütün bu âyetleri birlikte
incelediğimizde ortaya şu sonuç çıkmaktadır. Allah Teâla kendisine itaatle Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati bir tutmuştur. Bunun sebebi
de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın elçisidir. Allah’ın
emirlerini en iyi anlayan, onları en güzel şekilde yaşayarak gösteren kişidir
ve ona itaat etmeden Allah’a itaat edilemez. İster vahiyle bildirilmiş olsun,
isterse kendi isteği olsun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bir
şey istediği zaman ve bir şey emrettiği zaman, bir hüküm verdiğinde ona karşı
çıkmak haramdır.105 Dünya ve ahiret işlerinde Peygambere ittiba etmek
vaciptir ve onun hiçbir sözüne itiraz edilemez.106 Nitekim ōǚř džƔō ơō Ƃő ōƮōƩ džŏƽŨƔō
ơō Ƽő ƹō ǃō ōǚř Ɵō Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ džŏƾōơŨƙō ōş Ƽő ƹō
‘Bana itaat
eden Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur...’107
hadisi de
bu hususu teyid eder.
1.4.
ONA İSYANIN ALLAH’A İSYAN SAYILMASI
Bazı
âyetler de var ki, Peygambere itaatin Allah’a itaat sayılmasından başka, konu
zıt yönden ele alınarak, Hz.Peygambere isyan ile Allah’a isyan birlikte
zikredilmiştir. Peygambere itaat konusunda daha önce geçen şu âyeti, burada
makam itibariyle tekrar ele almak istiyoruz.
Ƃő ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƒŏ Ƣő
ōlj Ƽƹō ǃō Ƹő ǁŏ Ɔŏ ƹő ōş
Ƽő ƹŏ ŎŭƆō ōNJƀŏ őƵŧ
ƸŎ ŎǂōƵ ƻō DŽƲŎ ōlj ƻōş ŊŧƆƹő ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō
ǃō Ŏǚř džƘō ōƭ ŧƃō ŏţ ŮŌ ōƾƹŏ Ţő ƹŎ Ǒō ǃō ƼŌ
ƹŏ Ţő ƺŎ ŏƵ ƻō ŨƱō Ũƹō
ǃō
ŊŨƾNJŏŬƹŚ ŊǑǒō Ɨō ƴř Ɨō
‘Allah ve
Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın
müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve elçisine
isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.’108
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in halasının kızı Hz. Zeyneb’i, evlat
edindiği ve çok sevdiği Zeyd’e istediğini, Hz. Zeyneb’in önce bu evliliğe razı olmadığını
bu âyetin
107 Buhârî, Cihad
ve Siyer, 2957.
108 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 36.
nâzil
olması üzerine, ‘Allah’ın Resulüne isyan etmem’ diyerek razı olduğunu109 yukarda
zikretmiştik. Şimdi burada Peygamberimizin Hz. Zeynep’ten, Zeyd’le evlenmesini
istemesi, Allah’ın peygamberi aracılığıyla kullarına emrettiği ‘namaz kılın,
Allah yolunda malınızı harcayın’ gibi vahye dayalı dini bir emir değildir. Ama
buna rağmen Allah, Peygamberimizin bir arzusuna ne kadar değer vermektedir ki,
âyet indiriyor, Peygamberinin bu arzusunun kendi emri gibi kabulünü istiyor,
emre karşı gelmenin Allah’a isyan olacağını vurguluyor, hatta karşı geleni
açıkça dalâlete düşmüş olmakla tehdit ediyor. Burdan anlaşılıyor ki, bir mümin
için Allah’ın Kur’an’da bizzat emrettiği bir hükme isyan etmekle, Peygamberin
bir emrine isyan etme arasında pratikte bir fark yoktur. Çünkü âyet Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, vahiyle kendisine emredilmemiş bile olsa,
bir isteğine karşı çıkmayı Allah’a isyan ve sapıklık olarak dile getirmiştir.
İbni Kesîr’de
(ö.774) geçen diğer bir rivâyet de şudur:
‘Peygamberimiz,
azadlı eski bir köle olan Cüleybib için, Ensar'dan bir kadını, babasından
istemişti. Adam, ‘anasına danışayım' dedi. Karısına varıp olayı anlatınca kadın
‘Hayır, olmaz. Peygamber bula bula Culeybib'i mi buldu? Oysa biz kızımızı
falancaya, filancaya bile vermeye razı olmamıştık’ dedi. O sırada kızları perde
arkasından ana babasının bu konuşmasını dinliyordu. Babası durumu
Peygamberimize bildirmeye gidince, kız annesine, ‘Peygamberimizin emrine karşı
gelmek mi istiyorsunuz? Eğer o bize o adamı uygun gördü ise bu evliliğe razı
olun’ dedi. Kızın bu
sözü ana babasına
dokundu. Bunun üzerine ‘Biz bu evliliğe razıyız’ dediler.’110
Bu
rivayetlere baktığımızda yukarıda, peygambere itaat konusunda geçtiği gibi, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat nasıl Allah’a itaat ise, Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e isyan etmek de Allah’a isyan etmek demektir.
ŧ
ŊƅŨōƽ Ŏǀƶő ſŏ Ƃő Ŏlj ŎƿōƁǃƂŎ ŎŽ Ƃř Ƣō ōŲōljǃō ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ƒŏ Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō
Ƽŋ NJǂŏ ƹŚ ũŋ ŧƄō ơō ŎǀōƵǃō
ŨōǂNJŏƩ ŧƂŊ ŏƵŨ ōſ ‘Kim de Allah’a ve Resulüne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını
aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan
eden
bir azab
vardır’111
âyeti peygambere isyan edeni tehdit etmektedir. Yine isyan
edenlere Allah’ın
azâbının hatırlatıldığı bir ayette de,
Ƭŏ
ŏƭŨƐō Ŏlj Ƽƹō ǃō ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ŧő DŽŚƭŞōƏ Ƹő ŎǂřƽōŠŏū ưō ŏƵƃō
ũŏ ŨōƮƢŏ Ƶő ŧ ƂŎ ljƂŏ Əō ōǚŐ
ƻř ŏŤōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ‘Evet böyle! Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı
çıktılar. Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası
çetindir’112
buyurulmuştur.
109 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/112.
110 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, XI/168.
111 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 14.
112 8. Enfal Sûresi,
Âyet 13.
Taberî
bu âyetteki ŎǀōƵDŽŎƋƅō
ǃō ōǚŐ ŧő DŽƭŚ ŞōƏ ifadesini, ‘Allah’ın
emri ile peygamberin
emrini
ayırdılar, ikisine de isyan ettiler’ şeklinde; ŎǀōƵDŽŎƋƅō
ǃō ōǚŐ Ƭŏŏ ƭŨōƐljŎ Ƽƹō ǃō ifadesini ise,
‘kim
Allah ve Resulünün emrine muhalefet ederse, ikisine itaat arasında fark
gözetirse’ şeklinde tefsir etmiştir.113 Bu yorumdan açıkça anlaşılıyor ki, Allah’ın
emri ile Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emri arasında pratikte
müminler için bir fark yoktur. Aralarında ayrım gözetmeksizin ikisine de itaat
ile mükelleftirler. ‘Allah’ın emrine uyarım ama peygambere itaat etmek zorunda
değilim’ gibi bir anlayış Kur’anî bir anlayış değildir.
ƸNJŎƞƢŏō Ƶő ŧ ŎLJƈő ŏƀő Ƶŧ ưō
ŏƵōƃ ŨōǂNJŏƩ ŊŧƂŏƵŨſō Ƹō řƾōǂŹō ƅō Ũōƽ ŎǀōƵ ƻř ōŠōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō Ŏlj
Ƽƹō Ŏǀřƽōş ŧő DŽƺŎ ōƶ őƢōlj Ƹő ōƵōş
‘Hâlâ şunu anlayıp
öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona
muhakkak cehennem ateşi var, hem de devamlı olarak orada kalacaktır. İşte en
büyük zillet, en feci rezalet!’114 Bu âyette de aynı şekilde, Allah’a karşı çıkanlarla
beraber, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e karşı çıkanlar tehditlerin
en
büyüğü olan
ebedi cehennemle tehdit edilmişlerdir.
Bir de Tevbe
Sûresi’nde geçen ‘Allah ve Resulü ile harp etme’ kavramı
vardır.
ƴŎ
Ŭōő ƭ Ƽƹŏ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ũƅōō ŨŽō Ƽő ƺśō
Ƶ ŧƁŊ ŨƓō ƅő ŏţǃō Ƽō NJŏƾƹŏ
ŢƺŎő Ƶő ŧ ƼNJōőō
ū ŨŊƮljƆŏ őƪōűǃō ŧƆŊ őƪƱŎ
ǃō ŧ ŊƅŧƆō Ɨŏ ŧƂŊ źƌőŏ ƹō ŧő ǃƄŎ
ƀō řűŧ Ƽō ljƄřŏ Ƶŧǃō
ƻō DŽŎūƃŏ ŨƲō ōƵ Ƹő Ŏǂřƽŏţ
ŎƂōǂƐő ōlj ǚŎ Ő ǃō džōƾƌő žő Ƶŧ ř Ǒŏ ţ ŨōƽƁő ƅō ō ş ƻő ŏţ Ƽř őƪƶžő ōNJōƵǃō ‘Bir
de müslümanlara zarar vermek, kâfirlik
etmek ve
müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı
savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. "İyilikten başka bir
maksadımız yoktu" diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle
yalancı olduklarına Allah şahittir.’115
Âyetin sebeb-i
nüzulünü Elmalılı (ö.1942) şöyle kaydeder:
Beni Amr b.
Avf, Resulullah'a bir temsilci gönderip Kuba’da bir mescid yaptıklarını
arzeylemişler ve gelip kendilerine namaz kıldırmasını rica etmişlerdi. Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de gelmiş ve arzularını yerine
getirmişti. Bunların amca çocukları demek olan Benî Ganem b. Avf, bunları
kıskanmışlar, "Biz de bir mescid yaparız ve Resulullah'ı davet ederiz, burada
namaz kılar. Rahip Ebu Amir de Şam'dan geldiği vakit o da burada kalır ve ibadet
eder." demişlerdi. O rahip Ebu Amir ki, Resulullah kendisine
"el-Fasık" adını vermişti. Uhud Savaşı'nda şehid düşen ve melekler
tarafından yıkanan Hanzale (r.a.)'nin babası olan bu Ebu Amir, cahiliyye
devrinde Hıristiyanlığa geçmiş ve rahip olmuştu. Resulullah'ın peygamberliği
üzerine itibarı sarsıldığından, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e düşman
kesilmişti. Mekke müşriklerini tahrik ve teşvik ederek
113 Taberî, Câmi’ul Beyân, XI/73.
114 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 63.
115 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 107.
Uhud
Savaşı'na düşmanlar safında katılmıştı. Resulullah'a seslenerek: "Seninle
savaşa tutuşan hangi kavmi bulursam, onlarla birlik olup sana karşı
savaşacağım." demiş ve Huneyn Savaşı'na kadar hep böyle yapmıştı. İşte
âyette anlatılan ‘Allah ve Resulü'ne karşı savaş açan’ kişi bu Ebu Amir’dir.
Huneyn'de Havazin kabileleri hezimete uğradığı gün Şam'a kaçmış ve kaçarken
münafıklara "Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayınız, ben
Kayser'e gideceğim ve asker getirip Muhammed'i ve ashabını Medine'den
çıkaracağım." diye haber göndermişti. Bundan dolayı onlar da Kuba
Mescidi'nin biraz ötesinde başka bir mescid yapmışlar ve Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'e gelerek, "Sakatlar ve ihtiyaç sahipleri için kışın
yağmurlu havalarda hizmet vermek üzere bir mescid bina ettik. Burada bize namaz
kıldırıp bereketle dua etmenizi arzu ediyoruz." demişlerdi. Resulullah da
şimdi sefere çıkmak üzereyim, meşgulüm, inşallah dönüp geldiğimizde
kılarız." buyurmuştu. Tebük'ten dönüşte tekrar müracaat edip mescide
gelmesini istediler. Bunun üzerine işte bu âyetler nazil oldu. Sonra Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Malik b. Duhşum, Ma'n b. Adiyy, Amir
b. Seken ile Vahşî'yi çağırdı, "Gidiniz şu ahalisi zalim mescidi yıkıp
yakınız!" buyurdu. Onlar da gidip emri yerine getirdiler ve dırar
mescidini yıktılar.116
Ebu
Amir’in bir rahip olduğu için, Allah’ı inkâr eden birisi değil. Yani kendince
Allah’a karşı bir düşmanlık beslemiyor. Medine’deki otoritesi Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in gelmesiyle sarsıldığı için O’na düşmanlık besliyor.
Peygamberimize söylediği, ‘seninle savaşa tutuşan hangi kavmi bulursam, onlarla
birlik olup sana karşı savaşacağım’ gibi sözlerinden, kininin seviyesini anlıyoruz.
Allah
Teâlâ ise böyleleri için, âyette ‘peygambere savaş açan kimse’ demekle
yetinebilirdi ama, ‘Allah’a ve Resulü’ne savaş açan kimse’ demiş. Böylece, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e savaç açan kimsenin, doğrudan
doğruya Allah’a savaş açmış olduğu vurgulanmış oluyor.
Âyetlerde geçen ifadelere topluca
bakacak olursak,
‘Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse…’ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƒŏ
Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō
‘Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına
çıkarsa… ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŐ Ƭŏŏ ƭŨōƐljŎ Ƽƹō ǃō
‘Kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp
düşmanlık ederse…’
ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō Ŏlj Ƽƹō
‘Allah ve Resulü'ne karşı savaş
açmış olanı…’ ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ũō ƅō ŨŽō Ƽő ƺō Ƶś Bu ifadelerden çıkan sonuç,
ister Peygamberimizin şahsına düşmanlık yapılsın, isterse Allah’tan getirdiği davaya
karşı çıkılsın, bu iki çeşit düşmanlık da Allah
116 Elmalılı Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V/142; Ayrıca
bkz. Taberî, Câmi’ul Beyân, XI/673,
Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, X/370; İbn-i
Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm,
VII/280.
katında
bir tutulmakta ve Peygamberimize isyan eden herkes, Allah’a isyan etmiş sayılmaktadır.
1.5. İSMİ YERİNE PEYGAMBERLİK ÜNVANIYLA HİTAP EDİLMESİ
Toplum içinde bir insana ne
kadar değer verildiğini ve insanların onu ne kadar saydığını, ona nasıl hitap
edildiğinden anlayabiliriz. Bir doktora, adıyla değil de ‘doktor bey’ diye,
herhangi bir derneğin, kulübün başkanına bile adıyla değil de ‘sayın başkan’
diye hitap edilmesi bu cümledendir.
Yüce Allah Kur’an’da bütün peygamberlere
isimleriyle hitap etmiştir.
Ůřƾźō Ƶő ŧ ưō ŎŹǃƇōő ǃō Űō
ƽşō Ƽő ƲƋőŎ ŧ ƷŎ Ɓō ŝ Ũōlj ŨōƾƶŎő ƭǃō Ve dedik ki: “Ey Âdem! Eşinle birlikte cennete
yerleşin.117 ůŌ ŨƱō Ɔōūǃō Ũřƾƹś ƷŌ ōǒƌŏō ū ƚŬǁőŏő ŧ ŎŻDŽŎƽ Ũōlj ƴō NJŏƭ “Ey Nuh!” denildi, “sana ve beraberinde
bulunan mümin topluluklara, bizim
tarafımızdan bir selâmet ve çok bereketlerle gemiden in!118
Ũōljšő ƆŚ Ƶŧ Űō ƭő Ƃř Ɠō Ƃő
ōƭ ƸŎ NJǁŏ ŧƆō ūţŏő Ũōlj ƻōő ş ŎƿŨōƾljő Ɓō Ũƽō ǃō Biz de ona: ‘Ey İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine
getirdin’ diye seslendik.119 Ljƹōŏ ǒƲūŏō ǃō LjŏűōǑŨƋō Ɔŏŏ ū ƉŨŏ řƾƵŧ džōƶơō ưŎō
ŲőNJōƪōƛ őƓŧ Ljśƽţŏ džƋō
DŽƹŎ Ũōlj Ƴō Ũōƭ Allah
buyurdu ki: “Mûsâ! Ben seni risaletlerim,
mesajlarımla ve hitabıma mazhar etmemle
öbür insanlar arasından seçip mümtaz
kıldım.120 Ljř ōƵŏţ ưō ŎƢƩŏ ŧƅō ǃō ưō NJśƩDŽōō ŲƹŎ Ljśƽţŏ
džƌō NJơŏ Ũōlj ŎǚŐ Ƴō
Ũōƭ ƃŏő ţ
ŧő ǃŎƆōƪƱō Ƽō ljƄŏ řƵŧ Ƽō ƹŏ Ưō ŎƆśǂƛō Ŏƹǃō ‘O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! Seni öldürecek olan
onlar değil, benim. Seni kendi nezdime
yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp
temize çıkaracağım.’121ŨŐNJ Ŋ ƓŏŬ ō ƸƲō Ŏ ő
žƵő ŧ ŎƿŨōƾNJōő űŝǃō ŭDŽŎřŌ Ʈūŏ ũō ŨōŲƲƵőŏ ŧ Ƅŏ ſŎ džōNJ őžōlj Ũōlj ‘Yahya! Kitaba var
kuvvetinle sarıl’, dedik ve henüz çocuk iken ona hikmet verdik,122 gibi peygamberlere isimleriyle
hitap edildiğini görüyoruz.
Peygamberimize hiçbir âyette Ƃŋ ƺř žō ƹŚ Ũōlj şeklinde ismiyle hitap edilmemiştir. İki
yerde123ō ƼƄljƵŏŧř ō ưƽƈŎ žő ōlj ōǑ ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂljşōŚ
Ũōlj ve ưśō ūƅř Ƽƹŏ ưNJōőō Ƶţŏ Ƴō ƈŏ ƽşŎ Ũƹō Ƥƶśő ōū ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ
ŨōǂljşōŚ Ũōlj âyetlerinde
‘ey
Resul’ diye, on üç yerde ise124Ś LjŏŬřƾƵŧ ŨōǂŚ şljō Ũōlj ‘ey Nebi’ şeklinde, nübüvvet
makamının en mümtaz temsilcisi olarak, ona ünvanıyla hitap edildiğini
görüyoruz.
117 2. Bakara Sûresi,
Âyet 35.
118 11. Hud Sûresi,
Âyet 48.
119 37. Saffat
Sûresi, Âyet 104-105.
120 7. A’raf Sûresi,
Âyet 144.
121 3. Al-i İmran
Sûresi, Âyet 55.
122 19. Meryem
Sûresi, Âyet 12.
123 Bkz. 5. Maide
Sûresi, Âyet 41,67.
124 8. Enfal Sûresi,
Âyet 64, 65,70; 9.Tevbe Sûresi, Âyet 73; 33. Ahzab Sûresi, Âyet 1,28,45,50,59;
60. Mümtehine
Sûresi, Âyet 12; 65.Talak Sûresi, Âyet 1; 66. Tahrim Sûresi, Âyet 1,9.
‘Mutlak
zikir kemaline masruftur’ kaidesine göre ünvanı zikretme, o ünvana sahip
olanların en üstününe delalet eder. Allah’ın diğer peygamberlere isimleriyle
hitap edip, Peygamberimize ünvanıyla hitap etmesi, O’nun kendi katındaki
şerefini, büyüklüğünü ve değerini göstermek içindir.125
1.6. ONU SEVMENİN VE ONA SAYGI GÖSTERMENIN EMREDİLMESİ
1.6.1.
Onu Sevmenin ve Ona Saygı Göstermenin
Emredilmesi
Hz. Muhammed’in
peygamberliğini kalpten benimsemek, onu her şeyden
daha çok sevmek
gerçek anlamda iman etmenin bir gereğidir. Çünkü Ƽō
NJƾŏ ŏƹŢő ŎƺƵő Ũūŏ džōƵ őǃōş LjŚ ŏŬřƾƵŧ
Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽő ōş Ƽő ƹŏ ‘Peygamber
mü'minlere kendi canlarından daha yakın, daha yeğdir,’126 âyeti daha önce
geçtiği gibi bunu emreder.
Enes b.
Mâlik’in naklettiğine göre Peygamberimiz bir hadislerinde bu hususa şöyle
dikkat çeker: ‘Herhangi biriniz beni babasından, evlâdından ve bütün
insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz.’127
Ƹŋ NJŽŏ ƅř ƅŋ DŽŎƪōƥ ǚŎ Ő ǃō
Ƹő ƲŎ ūō DŽŎƽƃŎ Ƹő ƲŎ ōƵ Ɔő ŏƪƦő ōljǃō ŎǚŐ ƸŎ ƲŎ őŬŏŬžő Ŏlj LjŏƽDŽŎƢŏŬřűŨōƩ ōǚŐ ƻō DŽŚŬžŏ
Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ ƴő Ŏƭ
‘Ey Resulüm,
de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da
sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafurdur, Rahimdir (çok
affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir)’128 âyetinde Allah’ı
sevebilmenin şartı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat etmeye
bağlanmıştır.
Yine
daha önce geçtiği gibi, Zübeyr bin Avvam ile bir ensarînin arasında arazi sulama
yüzünden tartışma geçmesi ve ensarînin Efendimizin verdiği hükme
itiraz
etmesi üzerine inen, Ƹő
ǂƌŎŏŏ ƪƽōş
LjŏƩ ŧő ǃƂŎ źŏ ōlj ōǑ ƸŎř ŵ ƸŎő ǂōƾőNJōū Ɔźōō Əō Ũƺō NJŏƩ
Ưō DŽƺƲśŎ
žŎō lj džō řŲŽō ƻō DŽŎƾƹŢljŎőŏ ōǑ
ưśō ūƅō ǃō ōǒōƩ
ŨƺŊ NJŏƶƌő ōű ŧő DŽƺŎ śƶƌō Ŏljǃō
Űō NJő Ƙō ōƭ Ũƺř ƹś Ũ ŹƆō Žō ‘Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar
aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin
hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça
iman etmiş olmazlar’129 âyetiyle, yukardaki Âl-i İmran Sûresi 31. Âyeti
peşpeşe düşündüğümüzde şöyle bir mânâ ortaya çıkmaktadır. Müminin birinci
gayesi Allah’ın rızasını ve sevgisi kazanmaksa, ilk âyette Allah’ı sevebilmenin
yolunun Hz.
125 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, VI/198.
126 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 6.
127 Buhârî, Îman,
14; Müslim bin Haccac en-Nisâburi (ö.261), Sahîh-i
Müslim, Îman, 70 (44). tek cilt, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Riyad, 1998.
128 3. Al-i İmran
Sûresi, Âyet 31.
129 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 65.
Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat etmekten geçtiği, ikincisinde ise bu
itaatin gönülden ve severek olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bir insan,
sevmediği birine gönlünde hiçbir burukluk duymadan itaat edemeyeceğine göre bu
âyetler Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevmeyi
emretmektedirler.
Aşağıda
gelecek âyetlerden Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevmenin
saygı derinlikli olması gerektiğini anlıyoruz.
ŧDŽŎƢōƩƆő ōű Ǒō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō
ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj . ƸNJŋ
ơŏƶ ō ŋ ƠƺNJƋō ŏ ōǚř ƻř ŏţ ōǚř ŧDŽŎƮřűŧǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŏ ř LJŏ Ƃō ōlj Ƽō NJő ōū ŧDŽƹŎ
Ƃś ōƮŎű Ǒō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj
.ƻǃŎƆŎƢőō ű Ǒō Ƹő
ŎŲƽōşǃō Ƹő ƲŎ ŎƵŨƺō ơő ōş ōƚōŬžő ōű ƻōş ƖŌ Ƣő
ōŬŏƵ Ƹő ƲŎ Ƙŏ Ƣő ōū Ɔŏ őǂźō Ʊō
Ƴŏ Ɛő ō Ƶő
Ũŏū ŎǀōƵ ŧǃŎƆōǂźő ōű Ǒō ǃō Ljś ŏŬřƾƵŧ ůŏ
DŽő Ɠō ƫō DŽő ōƩ Ƹő ƲŎ ōűŧDŽō Ɠő ōş
ŋ DŽŏ ōƮ Źōşǃō ŋŭƆō ŏƪƦő ƹř ƸŎǂōƵ DžDŽőƮŲƶřō ŏƵ
ƸŎő ǂōūDŽŎƶŎƭ Ŏǚř Ƽō žō ōŲƹŧő Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ưŏō
ŦƵō őǃşŎ ŏǚř Ƴŏ DŽŎƋƅō Ƃō ƾơŏ
ƸŎő ǂōűŧDŽƓōőō ş
ƻō DŽƘŚ ƦōŎ lj Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƻţŏř
ƸNJƞơō Ɔŋ ő
‘Ey iman
edenler! Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne
geçmeyin. Allaha karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.
Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin.
Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz
farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir. Peygamberin huzurunda
seslerini ayarlayanlar var ya, işte Allah, içindeki takvâyı ortaya çıkarmak
için onların kalplerini sınamış ve onlar bu imtihanı başarmışlardır. Onlara bir
mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.’130
Bu âyetler,
Peygamberimizin Allah katındaki şerefli makamını ve izzetini bildiren,131 ve ona hürmet etmenin vacip olduğunu vurgulayan,132 Peygamberle
muamelelerinde
müminlere saygı, hürmet ve edep öğreten133 âyetlerdendir.
Bikâî, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in büyüklüğünün çok açık olduğunu, Allah’ın
ona değer vermek için, onun adını kendi adıyla beraber zikrettiğini ve tazim
için nebi yerine Resul dediğini, o halde, hazır olsun, gâib olsun, diri olsun,
ölü olsun Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygı gösterilmesinin
gerektiğini söyler.134
İnsanın
kendi akranları ve küçükleri yanındaki konuşma şekliyle, yaşça ve makamca
kendinden büyüklerin yanındaki konuşma şekli, hem ses tonu olarak, hem
de hitap
şekli olarak elbette aynı olmaz. Kur’an, bir müminin ana babasına karşı
tavrının nasıl olması gerektiğini anlatırken, ‘Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan
başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şâyet onlardan her
130 49. Hucurat
Sûresi, Âyet 1-3.
131 Zemahşerî,
Keşşâf, V/558.
132 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/96.
133 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VII/365.
134 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/352,359.
ikisi
veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten
yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler
söyle, şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger…’135 Âyetiyle, ebeveyne karşı
mütevazi ve saygılı olunmasını emreder. Kaba ve saygısız konuşma, bağırıp
çağırma, azarlama gibi tüm saygısız tavırları da yasaklar. Peygamber ise, bir
mümin için, ana babasından, amirinden, müdüründen, patronundan ve yaşça büyük
herhangi bir insandan daha fazla saygıya ve hürmete layıktır.
Peygamberimizin
yanında yüksek sesle konuşmanın yasaklanması elbette ona hürmet içindir. Saygı
gösterilme yönüyle hiç kimse peygamberle kıyaslanamaz. Allah, kendi nefislerinden
ve Allah’ın yarattığı her şeyden üstün tutarak Hz.
Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hürmet etmelerini müminlere emretmiştir.136
‘Seslerinizi
Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin’ âyetinde hitabın müminlere yapılmasından,
burada yasaklanan sesi yükseltmenin, peygambere hakaret etmek veya onu hafife
almak için yapılan bağırıp çağırma şeklinde olmadığını anlıyoruz. Çünki bir
mümin zaten bunları yapmaz. O halde yasaklanan ses yüksekliği, farkında olmadan
insanların birbirleriyle konuşurken yaptıkları gibi bazen konuşmanın seyrine
göre kasıtsız olarak sesi yükseltmektir. Allahu Teâlâ ise nebisine karşı bunun
bile yapılmasını kabul etmiyor. Peygamberle yapılan konuşmanın, her hangi bir
insanla yapılan konuşma gibi olmadığını, onunla konuşmada, başından sonuna kadar
edep, saygı ve nezaketten bir an bile gafil olunmaması gerektiğini, buna riâyet
edilmeyip rahat tavırlarla sesini ayarlayamayanların saygısızlık kastı olmasa
bile, amellerinin boşa gidebileceğini hatırlatarak, Peygamberimize karşı edebin
nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Yoksa
bile
bile Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygısızlık yapmayı, onu
hafife almayı Ebussuud ve Şevkânî (ö.1250) gibi pek çok ulemâ küfür
saymışlardır.137
Bu âyete
göre bazı âlimler Peygamberimizin kabri başında bile sesi yükseltmeyi kerih
görmüşlerdir. Zira Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e vefatından
sonra hürmet etmek, sağlığında hürmet etmek gibidir.138
Allah’ın,
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanında sesi yükseltmeyi, bütün
salih amelleri yok edecek kadar ağır bir cürüm sayması neyi gösterir? ‘Namaz
kıldınız,
135 17. İsra Sûresi,
Âyet 23-24
136 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.
137 Ebussuud, İrşad-u Akli’s-Selim, XI/5326; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, V/79.
138 Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.467.
senelerce
oruç tuttunuz, canınızı ortaya koyarak cihad ettiniz. Ama benim peygamberime
saygısızlık sayılabilecek şekilde, onun yanında ulu orta birbiriniz ile
konuştuğunuz gibi konuşursanız, hiçbir ibadetinize bakmam hepsini silerim,’
manasına gelebilecek bir tehdit ne kadar ağırdır ve Peygamberimizin Allah
katındaki değerini göstermesi bakımından ne kadar mânidardır.
Âyetin
nüzul sebebi olarak zikredilen hadise, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer’in bir
meseleden dolayı Peygamberimizin huzurunda tartışmaları ve seslerini
yükseltmeleridir. Bunun üzerine ‘Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla
yükseltmeyin’
âyeti indi. Âyetin ikazından sonra Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer artık
Peygamberimizin huzurunda o kadar kısık sesle konuşuyorlardı ki, Peygamberimiz
neredeyse onları duyamıyordu.139
Diğer
bir rivâyet de şudur: Buhârî ve Müslim, Enes bin Malik’ten rivâyet etmişlerdir ki,
en gür sesli sahabilerden biri olan Sabit bin Kays, ‘Resullah’ın yanında
seslerinizi yükseltmeyin’ âyeti nazil olunca, bu âyetin kendisi hakkında inmesinden
korkmuş ve ‘ben cehennem ehlindenim’ diyerek, ağlayıp evine kapanmıştı. Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Sa'd b. Muaz'a ‘Ey Ebâ Âmir, Sabit ne
halde, rahatsız mı?’ diye sordu, Sa'd da ‘o benim komşumdur; rahatsızlığını bilmiyorum
dedi’ve gitti sordu.
Sabit,
dedi ki: ‘Bu âyet indirildi, halbuki bilirsiniz ben sizin en yüksek seslinizim,
demek ki ben cehennnemliklerdenim’ dedi. Sa'd bunu Peygamberimize haber verince,
Resulullah, ‘hayır o cennetliklerdendir’ buyurdu. Diğer bir rivayette de, Resulullah
haber gönderip getirtti, sordu. Ya Resulullah, dedi; ‘Allah Teâlâ sana bu âyeti
indirdi, benim ise sesim kuvvetli, korkarım ki amelim yok olur.’ Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: ‘Hayır sen hayır ile yaşayacak,
hayır ile öleceksin.’ Taberânî ve Hakim'in rivayetlerine göre Resulullah ona,
‘razı olmaz mısın, Allah'a hamd ederek yaşayasın, şehit olarak öldürülesin ve
Cennet'e giresin’ buyurdu. O da, ‘razıyım ve artık sesimi peygamberin sesinin
üstüne kaldırmayacağım’ dedi.140
Konuya bir
de sahabe hassasiyeti açısından bakmakta fayda vardır. Hz. Ebu Bekr’in, Hz. Ömer’in
ve Sabit bin Kays’ın, ‘nasıl olsa bizim kalbimizde peygambere karşı bir
saygısızlık olmadığını Allah biliyor, dolayısıyla sesin yükseltilmesiyle salih
amellerin yok olması tehdidinin bizimle ilgisi yok, âyet münafıklardan
bahsediyor,’
139
Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.
140 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/35.
gibi bir
düşünceye kapılmadıklarını, tam sahabeye yakışır bir hassasiyetle, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygısızlık yapmaktan ve böylece
Allah’ın gazabına maruz kalmaktan tir tir titrediklerini görüyoruz. Kur’an’ın
inişine şahit olan, dini bizzat kaynağından öğrenen sahabe de Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e karşı saygı bu şekilde ise, günümüz müslümanlarının da Peygamberimize
hürmet konusunda nasıl davranmaları gerektiği ortaya çıkmaktadır.
Peygamberimize
saygı gösterilmesini emreden âyetlerden biri de,
ŏŜř
Ũŏū ŧDŽŎƾƹŏ Ţő ŎŲŏƵ ŎƿǃŎƆś ƭDŽō Ŏűǃō ŎƿǃŎƅƈś Ƣō Ŏűǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō
‘Allah’a
ve Resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz
ve ona
saygı gösteresiniz…’141 âyetidir. Görüldüğü gibi Allah Hz.Peygamber’e
hürmet etmeyi kendisine imandan sonra ikinci sırada zikretmiştir. Üç mertebede
Peygambere vurgu yapıldığını görüyoruz. Ona iman etmeyi emrediyor, peşinden
davasında onu desteklemeyi de emrediyor. Bunu da yeterli bulmuyor, desteklerken
aynı zamanda ona saygı gösterilmesini de emrediyor.
Âyetin
manası açıktır. Müslümanlara düşen görev, elle, dille ve kılıçla ona yardım
edip destek olmak ve onu kendi nefislerine tercih ederek ona saygı göstermektir.142
Kur’an
Peygambere saygıyı emretmekle de bırakmamış, bu saygının nasıl olması
gerektiğine dair çerçeve çizmiş, ‘Onun yanında sesi yükseltmeme gibi, Onu
ismiyle çağırmama’ gibi îkazlardan başka, Kur’an’ın uyardığı konulardan biri de
ondan izin almadan huzurundan kalkıp gitmemektir.
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ
الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ
جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ
يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ
فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ
وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ
الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ
الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ
عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
‘Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir
ki, Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu
ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan
izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve
Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin
istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için
Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah Ğafurdur, Rahîmdir. Resulullahın sizi çağırmasını,
sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın. Allah elbette sizden,
141 48. Fetih Sûresi,
Âyet 9.
142 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/293.
birbirini
siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir. Öyleyse Peygamberin emrine aykırı
hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gâyet acı
bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.143
Âyetin
sebebi nüzulü olarak farklı rivayetler vardır. Genel olarak, Peygamberimiz
hutbe verirken bazı münafıkların görünmemeye çalışarak kalkıp gitmeleri ve
Hendek Savaşı öncesi hendeğin kazılması esnâsında, bazı münafıkların gizlice
kaçıp gitmeleri zikredilmiştir. Hendek kazımı esnasında sahabilerden işi olan
Peygamberimizden izin alır, işini halledip gelir, tekrar hendek kazmaya devam ederdi.144
Âyetin ‘senden
izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir’ kısmıyla
alaklı olarak Tebük seferindeyken Hz. Ömer Medine’ye dönmek için
Peygamberimizden izin istemesi zikredilir. Peygamberimiz ona: ‘Sana izin verdim
sen münafık değilsin’ buyurmuştu. Münafıklar bunu duyunca: ‘Muhammed ashabı
izin isteyince veriyor, biz isteyince vermiyor. Bunda adalet yok’ diyerek
dedikodu yaptılar. Âyette öğretilen edebi çok iyi kavrayan Hz. Ömer
Peygamberimizden izinsiz hareket etmezdi. Hatta bir keresinde umreye gitmek
için bile gelip Peygamberimizden izin istemiş, O da izin vermiş, üstelik
‘duanda bizi de unutma diyerek’ Hz.Ömer’e iltifat etmiştir.145
Ayrılmak için
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den izin alınması gereken ‘ ƠŌ ƹŏ ŨŹō ƆŌ ƹő ōş‘
ifadesi, savaş anı, hutbe ve istişare meclisi gibi bütün önemli işleri kapsar.146
Bu
âyette geçen, peygamberden izinsiz gitmeme, başka âyetlerde geçen, yanlarında
Allah zikredilince kalplerin ürpermesi, kendilerine âyetler okununca imanların artması147 gibi
durumlar, elbette imanın şartı değildir. Eğer şart olsaydı, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in yanından izinsiz kalkıp giden kişi, Allah anıldığında
kalbi ürpermeyen kişi ve kendisine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanı artmayan
kişi, imanını kaybetmiş olurdu. Ancak bunlar imanda kemalin göstergesi,
müminlerin en üstünlerinin ve seçkinlerinin şiârı olan Allah’ın övdüğü
hasletlerdir.148 Âyetteki ‘Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne
gerçekten iman edenlerdir’
143 24. Nur Sûresi,
Âyet 62-63.
144 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/358.
145 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/359.
146 Taberî, Câmiu’l
Beyân, XVII/387; Zemahşerî, Keşşâf, IV/327.
147 Bkz. 8. Enfal
Sûresi, Âyet 2.
148 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III/485.
ifadesinden de bu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü gerçek
müminler için Hz.Peygamber’den izin almadan yanından kalkıp gitmek büyük bir
hatadır, yani çok büyük saygısızlıktır. ‘Onlardan dilediğin kimselere izin ver’
denerek, izin verme yetkisinin Peygamberimize bırakılması da, Peygamberimize
ayrıca bir ikram ve i’zazdır.
İslâm
toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü yere gitmek ve oradaki
yetkilinin izni olmadıkça ayrılmamak müminler için bir vecibedir. Hayatî bir
mâzeret olmadıkça izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mâzereti kabul edip
etmemek de Hz. Paygamber ile İslâm toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.149
Artık bu
âyetlerden sonra Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e iman eden, onun
Allah’ın Resulü olduğunu bilen, dünya ve ahirette kurtuluşlarının, izzet ve
şereflerinin ona hürmet ve saygıyla olacağını, ona saygısızlık ettikleri zaman
bütün amellerinin silinebileceğini bilen müminlerin, başka bir tavır
sergilemelerine, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hürmetsizlik
edebileceklerine nasıl ihtimal verilebilir?150
1.6.2.
Sıradan Bir İnsan Olmadığının
Vurgulanması
Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) beşeriyet yönüyle, Allah’a kul olması yönüyle, engin
tevâzusuyla
kendisini diğer insanlardan ayırmamış, Allah’ın talimiyle sadece peygamberlik yönünü
ön plana çıkarmıştır. Ƃŋ
Žŏ ŧǃō ŋǀōƵŏţ Ƹő ƲŎ ŎǂōƵŏţ Ũƺō řƽōş Ljř ōƵŏţ džŽō DŽŎlj Ƹő ƲŎ ŎƶőŶƹś Ɔŋ Ɛō ōū Ũōƽōş
Ũƺō řƽŏţ ƴő Ŏƭ ‘De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Ancak şu farkla
ki bana “sizin ilahınız tek
İlahtır”
diye vahyediliyor’ âyetinde bunu görüyoruz. Evet, o yemeye içmeye ihtiyaç
duymasıyla, bir anne babadan dünyaya gelmesiyle, insanüstü özellikleri olmayan
bir insandır. Ancak ona, beşerî özelliklerinin ötesinde ‘o da bizim gibi
sıradan bir insandır’ diyebilir miyiz? Bu konuya Kur’an nasıl bakıyor, ilgili âyetleri
inceleyelim.
ŨƺŊ NJŏƶơō ňŌ Ljő Əō ƴś ƲŎ ŏū Ŏǚř ƻō ŨƱō ǃō Ƽō
NJśNJŏŬřƾƵŧ Ƹō ōűŨ ſǃō ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō Ƽő Ʋŏ ōƵǃō Ƹő ƲŎ ŏƵŨŹō ƅŏ Ƽő ƹŏ ƂŌ Žō ōş Ũōūōş
Ƃŋ ƺř žō ƹŎ ƻō ŨƱō Ũƹō
‘Muhammed içinizden hiçbir erkeğin
babası değildir, lâkin Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah
her şeyi hakkıyla bilir’151 âyetiyle herhangi bir erkeğin
babası olmadığı ve Allah’ın en son elçisi olduğu vurgulanıyor.
Ƹō ōűŨ ōſ ‘hâtem’ kelimesi, Asım ve Hasan kıraati dışında kalan
imamlar tarafından ‘hâtim’ şeklinde okunmuşsada her iki okuyuşta da mânâ aynı yere
149 Suat Yıldırım,
Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Feza
Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.358.
150 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/541.
151 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 40.
çıkmaktadır. ‘Hâtimennebiyyîn’
şeklinde esreli okunursa, ‘peygamberleri sona erdiren’, ‘hâtemennebiyyîn’
şeklinde fethalı okunursa, ‘peygamberlerin sonuncusu, peygamberleri sona erdiren
mühür’ manalarına gelmektedir. Yani her iki okuyuşta da Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ‘in son peygamber olduğu vurgulanmaktadır.152
Taberî’ye
göre bu âyet Zeyd bin Harise hakkında inmiştir. Çünkü Zeyd, Zeyd bin Muhammed şeklinde
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e nispet edilerek çağırılıyordu.
‘Allah
şöyle diyor: Ey insanlar, Hz. Muhammed Zeyd’in babası değildir. İçinizden
herhangi bir erkeğin de babası değildir. O’nun vefatından sonra hanımlarıyla
evlenilmesi de haram kılınmıştır. Fakat O, Allah’ın Resûlü, ve nebilerin
sonuncusudur. Allah nübüvveti Onunla mühürlemiştir ve kıyamet saatine kadar
kimse için açılmayacaktır.’153
Zemahşeri’ye
göre Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in erkek çocukları yaşasaydı
ve büluğ çağına erselerdi peygamber olacaklardı.154 Zeyd ise O’nun gerçekte
oğlu değildir, evlatlığıdır. Çünkü müşrikler ‘Muhammed evlatlığının hanımıyla
evlendi’ diyerek dedikodu yapıyorlardı. O halde âyet, ‘Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) sizin erkeklerinizden hiç birisinin babası değildir’ derken,
erkek çocukları zaten küçükken vefaat ettikleri için ‘Zeyd’in babası değildir’
demiş oluyor ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i o dedikodudan
koruyor. Peşinden de hemen O’nun Allah’ın Resulü olduğunu hatırlatıyor.
Bilindiği
gibi cahiliye dönemi âdetlerine göre bir adam, bir çocuğu evlat edindiği zaman,
çocuk onun gerçek evladı sayılırdı.155 Dolayısıyla onun hanımıyla evlenmek,
geliniyle evlenmek gibi çirkin bir şey kabul edilirdi. Peygamberimize isnad
edilen bu çirkin durumdan onu kurtarmak için Yüce Allah âyette sadece,
‘Hz.Muhammed Zeyd’in gerçek babası değildir. Onun için Zeyd’in boşadığı
hanımıyla evlenmesinde bir mahsur yoktur’ diyebilirdi. Ama ‘içinizden hiçbir erkeğin
babası değildir’ dedikten sonra, son peygamber olduğu acaba neden
hatırlatılmıştır? Burada şöyle bir mânâ akla geliyor; ‘Ey insanlar, Hz.
Muhammed içinizden her hangi bir insan değil. O benim peygamberimdir. Mahsurlu
olacak bir evliliği yapacağını nasıl düşünebilirsiniz. O kendiliğinden hareket
eden bir insan değil ki, O benim elçim. Ve O’ndan sonra elçi gelmeyecek. O halde
yanlış bir yol
152 Salih Sabri
Yavuz, İslam düşüncesinde Nübüvvet, İnsan
Yayınları, İstanbul, Ts. s.26.
153 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/121.
154 Zemahşerî,
Keşşâf, V/75.
155 Ali Osman Ateş,
İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitab Örf
ve Adetleri, Beyan Yayınları, İtanbul, 1996, s.386
açması,
yanlış bir adet başlatması düşünülemez. O’nun yanlış yaptığını düşünmeniz,
dedikodu yapmanız başta elçiyi gönderen Allah’a saygısızlıktır’. Çünkü bir elçiye
yapılan hakaret ve saygısızlık, elçiyi gönderene yapılmış sayılır. Evet, O herhangi
bir insan değildir. Nitekim Allah, onun hanımları bile sıradan kadınlar
değildir derken, onun kendisi nasıl sıradan bir insan olabilir? Ahzab
Sûresi’ndeki şu âyet, o seçkin
peygamberin
hanımlarının da seçkin hanımlar olduğunu şöyle ifade etmektedir: ňō Ũƌō ŏƽ Ũōlj
ňŨƌō śƾƵŧ Ƽō ƹŏ ƂŌ Žōō ŠƱō Ƽř
ŎŲőƌōƵ Ljŏś ŬřƾƵŧ ‘Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi
değilsiniz…’156
Başka
kadınlarla kıyaslandıkları zaman, fazilette onlara denk hiçbir kadın yoktur.157 Onların
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanındaki değerleri, kıymetleri
bakımından hiç bir kadın onlara benzemez.158
Peygamberimizin
ailesine Allah’ın nasıl değer verdiğini müstakil bir başlıkta ele alacağımız
için şimdi burada ayrıntıya girmiyoruz.
Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sıradan bir insan olmadığı konusu, başka bir
âyette ise
şöyle ele alınır:
لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ
بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ
لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ
فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
‘Resulullahın
sizi çağırmasını, sizin birbirinizi
dâvet etmenizle bir tutmayın. Allah elbette sizden, birbirini siper edinerek
sıvışıp gidenleri bilir. Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler
başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gâyet acı bir azap
gelmesinden korkup çekinsinler.’159
Âyette
geçen Ƴŏ
DŽŎƋƆř Ƶŧ ňŨōơƁŎ ‘Resulün duası’ ifadesi için, tefsirlerde değişik
yorumlar
yer almıştır. Bunlardan biri, normal dua etmek manasındadır. O zaman âyetin
manası, ‘Peygamberin duasını birbirinize yaptığınız dua gibi zannetmeyin. Onun
aleyhinizdeki duasından sakının, çünkü onun duasına icabet edilir’160 şeklinde
olur. Başka bir yorumda ise duaya, çağırma manası verilmiştir. O zaman da mana,
‘Onu, “ya Muhammed” veya “ey Ebu’l Kasım” diye kabaca çağırmayın. Onu tevazu
ve
yumuşaklıkla “ya Resulallah” diye çağırın’161 şeklinde olur.
156 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 32.
157 Zemahşerî,
Keşşâf, V/66.
158 Tusi, et-Tibyan fi Tefsir’il Kur’an, c.VIII, Beyrut,
Ts. Ahmed Habib El-Amili (Thk.), s.338.
159 24.Nur Sûresi,
Âyet 63.
160 Taberî, Câmiu’l Beyân, XVII/388.
161 A.g.e. XVII/389.
Önceki
ümmetler peygamberlerini, ‘ey Mûsâ!, ey Meryem oğlu İsa!’ şeklinde adlarıyla
çağırıyorlardı.162 Sahabiler de önceleri Peygamberimizi ‘ey
Muhammed!, ey Ebu’l Kasım!’, diye isimiyle veya künyesiyle çağırabiliyorlardı.
Bu âyetle sahabiler îkaz edilince, Peygamberimize, ‘ya Resulallah!, ya
Nebiyyallah!’ diye hitap etmeye başladılar.163
Âyette
ayrıca, hendeğin kazılması esnasında, cuma namazlarında veya cihadda Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den izin almadan sıvışıp gidenler
kınanmış ve onun emrine muhalefet edenler azâbı elimle tehdit edilmişlerdir.164
Kurtubî’ye
(ö.671) göre fakihler, bu âyeti Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
emrinin vücup ifade ettiğine delil saymışlardır.165 Ayrıca ‘Resulullahın
sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın’ ifadesine
benzer şekilde, daha önce geçen Hucûrât Sûresindeki, ‘birbirinizle yüksek sesle
konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın’166 âyetinde de Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sıradan bir insan olmadığı açıkça
vurgulanmış ve müminler îkaz edilmişlerdir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), bütün müminler için örnek alınacak
bir numune insan ve bir rehber olması hasebiyle de sıradan bir insan olması
düşünülemez zaten.
ŧ ŊƆNJŏŶƱō ō ǚř Ɔō Ʊō ƃō ǃō
Ɔō ſŏ Njő ŧ Ʒō DŽő ōNJƵő ŧǃō ōǚř DŽŎŹƆő ōlj ƻō ŨƱō Ƽƺō śƵ ŋŮōƾƌō Žō ŋŭDŽō Ƌő Ŏş ŏǚř Ƴŏ
DŽŎƋƅō LjŏƩ Ƹő ƲŎ ōƵ ƻō ŨƱō Ƃő ōƮōƵ ‘Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler
için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler
için en mükemmel bir nümune vardır’167 âyetiyle Allah, başkasını değil, Hz.
Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i örnek olarak seçmiştir. Bunun için
sahabiler sünnete bağlılık noktasında çok itinalı davranmış, ölümleri pahasına sünnete
sımsıkı sarılmış ve bütün davranışlarında Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’i örnek almaya çalışmışlardır.168 Evet, teşrî maksadıyla gönderildiğinden,
çoğu halleri teşrî ile ilgili olan169 ve söylediği her söz, yaptığı her davranış
kıyâmete kadar Müslümanlar için örneklik teşkil edecek olan bir zâta sıradan
bir insan nasıl denebilir ki?
162 7. Araf Sûresi,
Âyet 138; 5. Maide Sûresi, Âyet 22,24.
163 Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.414; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/40.
164 Taberî, Câmiu’l Beyân, XVII/389; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,
XV/360.
165 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/361.
166 49. Hucurat
Sûresi, Âyet 2.
167 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 21.
168 Muhammed Accâc
el-Hatîb, Sünnetin Tespiti, Yeni Akademi
Yayınları, Mehmet Aydemir (Çev.)
İzmir, 2005,
s.92.
169 Bkz. Muhammed
Tahir Bin Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi,
Rağbet Yayınları,. Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz (Çev.), İstanbul, 2006, s.48.
1.6.3.
Müminler İçin Herşeyden Daha Sevgili
Olması
İnsanların
hayatlarında değer verdikleri şeyler farklı farklıdır. Pekçoğu için dünyadaki
en değerli şey kendi canıdır. Sonra ailesi, evi, malı, parası, arabası, vatanı,
tuttuğu takımı, partisi, hayranı olduğu şarkıcı, futbolcu gibi kişiden kişiye
göre değişecek unsurlar gelir. Bazı insanlar için ise inançları gereği kutsal
değerler, sıralamada öne geçer. Dünyada değer verilen bu şeylerde sıralama, her
insanın inanç
derinliğine,
yetişme tarzına, aldığı eğitime, ahlakına, karakterine göre değişiklik
gösterir. Müslümanların ise, neye ne kadar değer vermeleri gerektiğini, bütün
hayatlarını ona kullukla örgülemeleri gereken yüce Allah belirlemelidir. Çünkü
Müslümanlar için en değerli varlık, şüphesiz ki Allah’tır. Peygamberimiz bile
Allah’tan dolayı sevilir.
Allah
Müslümanlar için değerler sıralamasında bir ölçü getirmiş ve hayatımızda Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i nereye oturtmamız gerektiğini bize
şu âyetle bildirmiştir. Ƹő
ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş ŎǀŎŹŧōǃƇő ō şǃō őƸǂŏ ŏ ƌŎ ƪő ƽō ş Ƽő ŏ ƹ Ƽō NJŏƾŏƹŢő ŎƺƵő Ũūŏ džōƵ őǃşō
LjŚ ŏŬřƾƵŧ ‘Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat
kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan)
onun eşleri de müminlerin
anneleridir.’170
Müfessirlerin
çoğuna göre, âyet mutlaktır. Dünyevi uhrevi tüm işlerde, müminler için Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in isteğini ve hükmünü, kendi
nefislerine rağmen tercih etmek, nefislerinden daha çok onu sevmek vaciptir.
Hz.Peygamber bir şey istediği zaman ona itiraz etmek haramdır.171
Âlûsî
(ö.1270) âyetin, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Tebük Seferine
çıkmayı insanlara emrettiği zaman bazı insanların, ‘ana babalarımızdan izin
alalım’ demeleri üzerine indiğini söyler.172
Bir gün
Hz.Ömer Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e, “Ey Allah’ın Resulü sen
bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin” demişti. Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ise ona, “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah’a yemin
olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsın.”
buyurdu. O zaman
170 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 6.
171 Zemahşerî,
Keşşâf, III/62; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXV/169; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/62;
Şevkânî, Fethu’l Kadîr, IV/344.
172 Ebu’l Fadl
Şihabuddin Seyyid Mahmud el-Bağdadi Âlûsî (ö.1270). Ruhu’l Meani fi Tefsiri’l Kur’ani’l Azim ve’s-Seb’ul Mesani. c.XXI,
Mahmud
Hüseyin el-Arab
(Thk), Beyrut,1997, s.229.
Hz.Ömer, “Vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla
sevimlisin ya Resulallah” demiş ve Hz. Peygamber de ona, “İşte şimdi oldu ey
Ömer” diye cevap vermişti.173
Hz. Ömer,
efendisinden bu dersi aldıktan sonra, artık onu herşeyin önünde tutuyor, hatta
onun sevdiklerine bile kendi sevdiklerinden daha fazla değer
veriyordu.
Halifeliği zamanında, hazineden insanlara bir şeyler verdiği dönemde, Hz.
Üsame’ye oğlu Abdullah bin Ömer’den daha fazla vermişti. Hz. Abdullah babasına,
‘Üsame’de benim görmediğim ne gördün ki, onu benden üstün tuttun’ diye sordu.
Hz. Ömer de ‘Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Üsame’yi senden, onun
babasını da senin babandan daha çok severdi’ diye cevap verdi.174
Bu âyeti
tefsir eden başka bir hadiste Peygamberimiz: ‘Hiçbiriniz, ben kendisine babasından,
çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmazsınız’175 buyurmuştur.
Bu anlatılan
manaları destekleyen başka bir âyet de şudur:
Ƹő ƱšŎŎ Şōƾūōő şǃō Ƹő ƱšŎŎ
Ũōūŝ ƻō ŨƱō ƻŏţ ƴŎő ƭ
ŏǚŐ Ƽō ƹś ƸƲŎ őNJōƵŏţ Ūř Žō
ōş ŨōǂōƽDŽő Ɨō Ɔő ōű ƼŎ Ʊŏ Ũƌō ƹō ǃō ŨōǁƁō Ũƌō Ʊō ƻō DŽő Ɛō ƀő ōű ŋŭƅō Ũźō ŏűǃō ŨōǁDŽƺŎ
ŎŲƩő Ɔō ōŲőƭŧ Ƴŋ ŧDŽō ƹő ōşǃō Ƹő ƲŎ ŎűƆō NJƐŏ ơō ǃō Ƹő ƲŎ ŎŹŧǃō Ƈő ō şǃō őƸŎƲŎ ƽŧDŽō
ſő ŏ ţǃō
Ƽō NJŏƮƋŏ ŨōƪƵő ŧ Ʒō DŽő ōƮƵő
ŧ LJƂŏ ǂő ōlj ōǑ ŎǚŐ ǃō ƿŏ Ɔŏ ƹŠŏōő ū ŎǚŐ Ljō
ŏűőŠōlj džřŲŽō ŧő DŽŎƔřūƆō ōŲōƩ ǀŏ ŏƶNJŬƋōŏ LjŏƩ ƁŌ ŨōǂŹŏ ǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō
‘De
ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve
akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe
ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve
O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde Allah emrini
gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez,
umduklarına eriştirmez.’ Görüldüğü gibi bir müminin hayatında, en sevdiği şey babası,
evladı, malı ve aşîreti değil, Allah, Resulü
ve Allah
yolunda mücahede olmalıdır. Burada Allah ve O’nun yolunda mücahede
zikredilirken Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ayrıca
zikredilmesi, yukarıda anlatılan konuyu desteklemektedir.
1.6.4.
Salât Okumanın Emredilmesi
Sevilip
saygı duyulması gereken ve müminler için herşeyden evlâ olan Peygamberimize Yüce
Allah, bir de salât etmeyi emretmiştir.
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّؕ
يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيماً
‘Muhakkak
ki Allah ve melekleri Peygambere
173 Buhârî, Eymân
ve’n-Nüzûr, 6632.
174 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/225.
175 Buhârî, Îman,
15; Müslim, Îman, 70 (44).
hep
salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle
selam verin.’176
Müfessirler
‘salât’ kelimesinin manası üzerinde çokça durmuşlardır. Salâtı yapan kişiye
göre mânâ değişmektedir. Allah’tan olursa rahmet ve rıza, meleklerden olursa
dua ve istiğfar, ümmetten yani insanlardan olursa dua ve hürmet anlamına gelir.177
Peygamberimiz
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e salat ve selamda bulunmaları müminlere bakan
yönüyle bir ibadet, Peygamberimize bakan yanıyla ise Allah’ın rahmetine
mazhariyeti için ümmetinin bir duasıdır.178
Said Nursi
de salavat getirirken hissettiği duyguları şöyle açıklar:
‘Bir adam
yeni bir menzile girdiği zaman menzildeki zatlara selam ettiği gibi, “binler selam
sana ya Resulallah!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve
cinnin adedince selam diyorum. Yani sana tecdidi biat edip, memuriyetini kabul
ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evâmirine teslim ve taarruzumuzdan selamet
bulacağını selamla ifade edip, benim dünyamın eczaları ve zîşuur mahlukları
olan umum cin ve insi konuşturup, her birerlerinin nâmına bir selamı, mezkur
manalarla takdim ettim.’179
O zaman
bu tefsirlere göre âyetin manası: ‘Şüphesiz ki Allah Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’den râzı olmuş ve onu rahmetiyle kucaklamıştır. Allah’ın
melekleri de onun için dua ve istiğfar etmektedirler. O halde ey iman edenler
sizler de onun için dua ediniz ve ona çok hürmet ediniz’ şeklinde olmaktadır.
Âlimler
arasında Peygamberimize salâtu selam getirmenin vacip mi, yoksa müstahap mı
olduğu tartışılmıştır. İsminin her anılışında vacip olduğunu söyleyenler olduğu
gibi, her mecliste bir defa ya da ömürde bir defa söylemenin vacip olduğunu
söyleyenler de vardır.180
ƸŊ NJŏƶƌő ōű ŧDŽƺŎ śƶƋō ǃō ǀŏ
NJő ōƶơō ŧDŽŚƶƓō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj Ey iman edenler! Siz de ona
salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin’181 âyeti inince, sahâbeden
Kâ'b b. Ucre Peygamberimize şöyle sormuştur: ‘Yâ Resulallah! Allah bize, sana nasıl selâm getireceğimizi bildirdi.
Sen
176 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 56.
177 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/214.
178 Mehmet Y. Şeker,
Rahmet Hazinesinin Anahtarı Efendiler Efendisine
Salat ve Selam, Işık Yayınları, İstanbul, 2011, s.49.
179 Bediüzzaman
Said Nursî (ö.1960). Lem’alar, Sözler
Yayınevi, İstanbul, 1995, s.294.
180 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/215.
181 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 56.
de bize
sana nasıl salavat getireceğimizi öğret.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) salli bârik duâlarını öğretmiştir.182
Namazda
teşehhüdde salavat okumak cumhura göre müstehaptır. İmam Şâfî ise, namazda
okumanın farz olduğunu, bilerek okunmazsa namazı iâde etmenin gerekeceğini
söyleyecek kadar salavâta önem vermiştir.183
Kurtubî salavat
getirmeyi şöyle yorumlar:
‘Allah
hiçbir peygambere yapmadığı şekilde, Peygamberimizin değerini göstermek için,
ona salât u selam getirmeyi emretmiştir. Ömürde bir defa salât u selam
getirmenin farz olduğunda şüphe yoktur. Sehl bin Abdullah demiştir ki:
“Salavat
getirmek ibadetlerin en faziletlisidir. Çünkü Allah onu kendi yapmış, meleklere
yaptırmış ve kullarına da emretmiştir.” Diğer ibadetler böyle değildir.’184
İbni Kesîr’in
yorumu ise şöyledir:
‘Bu Âyetten
maksat şudur. Yüce Allah kulu ve peygamberi Hz. Muhammed’in kendi katındaki
değerini mele-i âlâ sakinlerine haber vermiştir. Mukarreb melekler yanında onu
övmüştür. Melekler de ona salât etmişler. Sonra Allah, ulvî alemin övgüsüyle,
dünya ehlinin övgüsünün birleşmesi için, ona salât u selam getirmelerini dünya
ehline emretmiştir.185
Âlûsî ise
daha farklı bir nükteye dikkat çekerek şöyle demiştir:
‘Sadece
‘melekler’ değil de ‘Allah’ın melekleri’ diyerek Allah’a nispet edilmeleri
meleklerin büyüklüğünü, Allah katındaki derecelerini gösterir. Bu da
Peygamberimizin büyüklüğünü istilzam eder. Bu çok kalabalık kitlenin asırlar
boyu her an Peygamberimize salavat getirmelerinin çokluğunu Yaratıcı’dan başka
kimse ihata edemez. Bu ise Peygamberimizi en beliğ, en mükemmel ve en kapsamlı
tazimdir.’186
Seyyid
Kutub ise, Allah’ın salâtının, Peygamberimiz için en büyük nimet olduğunu
vurgulayarak şöyle tefsir etmiştir:
‘Aman
Allahım bu ne erişilmez bir derece! Yüce Allah’ın Peygamberimize yönelik
övgüsünü bütün evren tekrarlıyor. Peygamberimiz için bundan büyük nimet
düşünülemez. Allah’ın ve meleklerin salâtının yanında müminlerin salâtı ne
ifade eder ki? Fakat yüce Allah müminlerin salâtü selamlarını kendi salâtü
selamı ile yan yana getirerek müminleri şereflendirmek istemiştir.’187
182 Buhârî, Ehâdîsü’l
Enbiyâ, 3370; Müslim, Salât, 66 (406).
183 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/ 99; İbni
Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/460.
184 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/215.
185 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/457.
186 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XXII/109.
187 Seyyid Kutup,
Fi Zılâli’l Kur’ân,VIII/348.
Seyyid Kutub’un
bu yorumundan şu sonuç çıkar: Bir insana Allah salât ettikten, yani onu
rahmetiyle kucakladıktan sonra, diğer insanlar ona salât etse veya etmese ne ifade
eder ki? Allah övdükten sonra, insanların onu övmesi, onun değerine bir değer
katmaz ki. Evet, bizim salavat getirmemize Peygamberimizin ihtiyacı yoktur.
Bizim duamız onun şerefine şeref katmaz. O halde ona salavat getirmeye bizim ihtiyacımız
vardır. Onun Allah katındaki yeri o kadar büyüktür ki, Allah bu âyetle adeta:
‘Ben O’na değer veriyorum, meleklerim de ona değer veriyorlar, onu övüyorlar.
Ey inananlar! Siz benim nazarımda değer kazanmak, şeref kazanmak istiyorsanız
siz de ona saygı göstermeli, siz de onun için dua etmelisiniz’ demiş oluyor.
Konuya
bir de şu açıdan bakabiliriz. Yabancı bir ülkeden bir resmî yetkili geldiği
zaman, onu kimin karşıladığına bakarak ona verilen değeri anlayabiliriz. Bir
müsteşar karşılıyorsa verilen değer o kadar, bakan karşılıyorsa o kadardır. Ama
misâfiri, karşılama ekibine başbakanı ve bütün bakanları alarak, cumhurbaşkanı
bizzat kendisi devlet töreniyle karşılıyorsa, o yabancı ülke yetkilisine en üst
düzeyde değer verildiğini anlarız. İşte aynen öyle de Yüce Allah kendi
vahdaniyetine önce bizzat kendisi şahitlik ettiği, sonra meleklerine, sonra
ilim sahiplerine şahitlik ettirdiği gibi188, aynı sıralamayı bu
âyette de görüyoruz. Peygamberimizi bizzat kendisi övüyor, keyfiyetini tam
bilemediğimiz ve sınırlarını kavrayamadığız şekilde iltifat ediyor, en kerim
kulları olan meleklere övdürüyor, sonra kendisine iman eden herkesi onu övmeye
ve ona saygı duymaya çağırıyor. Kainatta iman eden tüm şuurlu varlıkları,
insanları ve cinleri adeta alarma geçiriyor. Peygamberimize salât u selam
getirmeyi emrediyor. İbni Âşur’un da dediği gibi Nebinin makamının büyüklüğü,
salâtın da en büyüğünü gerektirir.189 Bu durum Peygamberimizin Rabbi katındaki
erişilemez konumunu göstermeye ne güzel örnektir.
Allah’ın,
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e salavat getirilmesini emretmesi
iltifâtı üzerine, hadiste geçtiği üzere, bir salât edene on salatla karşılık vereceği
müjdesi,
Peygamberimize
yapılan bu iltifâtı daha da taçlandırmıştır:
ņ ōŮžō ƶő ƙō Ljŏūōş
Ƽŏ ūő ŏǚř Ƃŏ
őŬơō Ƽő ơō
Ŏǀřƽŏţ " : Ƴō ŨōƮōƩ ņưō
ǂŏ Źő ǃō LjŏƩ DžƆō Ɛő ŎŬƵő ŧ DžƆō ōƾōƵ Ũřƽŏţ : ŨōƾőƶŎƮōƩ ņǀŏ ǂŏ Źő ǃō LjŏƩ DžƆō Ɛő ŎŬőƵŧǃō
ƷŌ DŽő ōlj ůō ŧƃō ňō ŨŹō ŏǚř Ƴō
DŽŎƋƅō ƻř ōş ņ ǀŏ NJŏūōş Ƽő ơō
188 Bkz. ƸŎ NJƲŏ žō Ƶő ŧ ƈŎ ljƈŏ Ƣō Ƶő ŧ DŽō Ŏǁ řǑţŏ ōǀōƵŏţ
ōǑ ƚŏ ƌő ŏƮőƵŨŏū ŊŨƺō ŏťŞōƭ Ƹŏ ƶő Ƣŏ őƵŧ ŧő DŽŎƵǃő Ŏşǃō ŎŮƲō ŏťōǒƺō Ƶŧő ǃō DŽŎō ǁ
řǑţŏ ōǀƵō ŏţ ōǑ Ŏǀƽōř ş ŎǚŐ Ƃō ǂŏ Əō ‘Allah’tan başka
tanrı
bulunmadığına
şahid bizzat Allah’tır.Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları
da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi)
Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.’ 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 18.
189 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/97.
Ǒō
ǃō ņŧ ŊƆőƐơō ǀŏ NJő ōƶơō ŰŎ NJő řƶƓō Ǒř ŏţ Ƃŋ Žō şō ưō NJő ōƶơō Ljƶś Ɣō Ŏlj Ǒō Ŏǀřƽōş
ưō NJƗŏ Ɔő Ŏlj Ũƹō ōş : ŎƳDŽŎƮōlj ņ ōưřūƅō ƻř ŏţ ņ ƂŎ ƺř žō ƹŎ Ũōlj : Ƴō ŨōƮōƩ ņŎưōƶōƺƵő
ŧ LjŏƽŨōűōş
" ŧ ŊƆőƐơō ǀŏ NJő ōƶơō
ŰŎ ƺő řƶƋō Ǒř ŏţ Ƃŋ Žō ōş ưō NJő ōƶōơ ƸŎ ś ƶƌō Ŏlj ‘Abdullah bin Ebi Talha,
babasından naklediyor: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) günün
birinde, yüzünde müjde alâmetleri olduğu hâlde çıkageldi ve şöyle buyurdu: ‘Cebrâil
bana gelerek dedi ki: Ey Muhammed! Sen râzı değil misin ki, ümmetinden herhangi
bir kişi bir defacık sana salât ederse ben ona on defa salâvat edeyim? Sen râzı
değil misin, ümmetinden herhangi bir kimse sana bir defa selâm ederse, ben ona
on defa selâm edeyim?’190
Salavat getirmenin
önemi ve fazîleti ile ilgili çok hadis vardır. Bunlardan biri de,
ŧDŽŚƶƓō
Ƹř Ŏŵ ņ ŎƳDŽŎƮōlj Ũƹō ƴō Ŷő ƹŏ ŧDŽŎƵDŽŎƮōƩ ņƻō ƃś Ţō ƺŎ Ƶő ŧ ƸŎ ŎŲƢő ƺŏ Ƌō ŧƃō ţŏ :
ŎƳDŽŎƮōlj Ljř Ŭŏ řƾƵŧ Ơō ƺŏ Ƌō Ŏǀřƽōş " : Ƒŏ
ŨƢō Ƶő ŧ Ƽŏ őū ǃƆŏ ƺő ơō Ƽŏ ūő ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽő ơ Ǒō ņŮŏ řƾźō Ƶő ŧ LjŏƩ ŋŮōƵƈŏ
ƾő ƹō ŨōǂřƽŏŤōƩ ņōŮōƶNJƋŏ DŽō Ƶő ŧ LjŏƵ ōǚř ŧDŽŎƶƋō Ƹř Ŏŵ ņŧ ŊƆőƐơō Ũōǂŏū ǀŏ NJő ōƶơō
Ŏǚř džřƶƓō ņŊŭǒō Ɠō Ljř ōƶơō džřƶƓō Ƽő ƹō ŎǀřƽŏŤōƩ ņLjř ōƶōơ " ŎŮơō ŨōƪƐř Ƶŧ ŎǀōƵ
Űő řƶŽō ņōŮōƶNJƋŏ DŽō Ƶő ŧ LjŏƵ Ƴō ōŠƋō Ƽő ƺō ōƩ ņDŽō Ŏǁ Ũōƽōş ƻō DŽƱŎ ōş ƻő ōş DŽŎŹƅő
ōşǃō ņŏǚř Ɓŏ ŨōŬơŏ Ƽő ƹŏ ƂŌ Ŭő Ƣō ŏƵ Ǒř ŏţ LjƦŏ ōŬƾő ōű
‘Abdullah
İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediklerinin
aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü bir kimse bana bir
defa salâvat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim
için Allah’tan vesîleyi isteyin. Çünkü vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir
tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı
umuyorum.
Benim için vesîleyi isteyen kimseye şefaatim vâcip olur’191 hadisidir.
1.7. MÜMİNLER İÇİN NİMET, ÂLEMLER İÇİN RAHMET OLMASI
İnsan,
başıboş ve ne yapacağını bilemez bir haldeyken, ona yol gösteren ve rehberlik
yapan birine, elbette minnet duyar ve onu elbette sever. Umûmî olarak
peygamberler de insanlığın rehberleridirler ve onlar sevgiye, saygıya en layık insanlardır.
Abduh,
cemiyet hayatında insanların, beşer üstü bir irade tarafından yönetilen ‘iyi
örneklere’ ihtiyaç duyduklarını, bu ‘örneklerin’ öğretilerini esas almak
suretiyle yaşamalarının adeta kaçınılmaz olduğunu yani nübüvvetin zorunlu olduğunu
söyler.192
190 Bkz. Müslim, Salât,
11 (384); Tirmîzî, Vitr, 485; Abdurrahman bin Ahmed bin Ali en- Nesâî (ö.303), Sünen-i Nesâî, Sehv, 1283, Mektebetü’l
Mearif, Riyad, Ts.
191 Müslim, Salât,
11 (384); Ebû Dâvud, Salât, 523; Tirmizî, Menâkıb, 3614; Nesâî, Ezân 678.
192 Mehmet Zeki
İşcan, Muhammed Abduh’un Nübüvvet Görüşü Ve Çağdaş İslam Düşüncesine Etkileri, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 26 (2006):27-55.
Yüce
Allah Peygamberimize Ƽō
NJƺōŏ ƵŨƢō ƶśő Ƶ ŊŮƺŽőō ƅō Ǒţŏř Ưō
ŨōƾőƶƋƅōőō ş Ũƹō ǃō ‘Biz
seni ancak
âlemlere
rahmet olarak gönderdik’193 diyerek
iltifat ettikten sonra, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
müminler için nasıl bir nîmet olduğunu ayrıca hatırlatmıştır.
dž ōƶōơ ǚŎ Ő Ƽř ƹō Ƃő ōƮōƵ
ƴŎ Ŭő ōƭ Ƽƹŏ ŧő DŽŎƽŨƱō ƻŏţǃō
ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ǀŏ ŏűŨōljŝ Ƹő
ǂŏ őNJōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽōş Ƽő ƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵō Ƣō ōū ƃő ŏţ Ƽō NJŏƾƹŏ
ŢƺŎ őƵŧ
ƼŌ NJŏŬƹŚ ƳŌ ǒƗō LjŏƪōƵ
‘Gerçekten
Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,
onları
her türlü kötülüklerden arındırması, kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için
resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbu ki
daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.’194
Sapıklık
içinde bocalayan insanlara Allah’ın en büyük nimeti onlara peygamber
göndermesidir.195 Bu âyet Hz.Peygamberin zâtî değerine ve onun
gönderilmesiyle Allah’ın nimetinin büyüklüğüne işaret eder.196 Peygamber
gönderilmesi bir nîmet ise, peygamberlerin en büyüğünün gönderilmesi nîmet
içinde ikinci bir nîmettir.
Yahudiler
ve Hristiyanlar, Hz.Mûsâ ile, Hz. İsa ile, Tevratla ve İncil ile Araplara karşı
iftihar ediyorlardı. Arapların ise onlara karşı övünebilecekleri bir şeyleri
yoktu. Allah Peygamberimizi ve Kur’ân’ı gönderdiği zaman, Arapların şerefi ve
dolayısiyle ona îman eden herkesin şerefi, bütün toplumların şerefinden üstün olmuştur.197
Evet
bizim için Allahın en büyük lütfu, Hz. Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem)’i
bize peygamber olarak göndermesidir. Kur’an’ı bize o getirmiştir ama, o
gelmeseydi ve rehberlik etmeseydi, Kur’an’ı bile anlayamazdık. Kur’an’nın bize
emrettiği sırât-ı müstakîmi o bize göstermeseydi anlayamazdık. O Kur’an’ı
yaşamış ve önümüze bir yol olarak çizmiştir. Nitekim Taberî ve İbni Atiyye
(ö.546) gibi müfessirler âyette geçen hikmet kelimesini, Allah’ın Hz.Peygamberin
lisanı üzere müminler için çizdiği yol ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in beyanı olarak tefsir etmişlerdir.198
Seyyid Kutub
bu hakikati,
193 21. Enbiya
Sûresi, Âyet 107.
194 3. Al-i İmran
Sûresi, Âyet 164.
195 Ebu Ali Fadl
bin Hasan et-Tabersî. (ö.548) , Mecmaul Beyan
fi Tefsir’il Kur’an. c. I. Şeriket’ül Maarifi’l İslamiyye Seyyid Fadlullah
Tabatabai, s.532; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,
V/400.
196 Seyyid Kutup,
Fi Zılali’l Kur’an, II/234.
197 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/65.
198 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/212; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/537.
‘Yaratıklarının
hiçbirinden karşılık beklemeden sınırsız keremine gark eden yüce Allah'ın
onlara Âyetlerini ve sözlerini anlatan bir peygamber göndermekle kendilerini
saran lütfu olmasaydı, şu insanlar ve şu yaratıklar ne yapabilirlerdi?’199
diye sorarak
dile getirir.
Aynı
zamanda bu âyet, Bakara Sûresi’nin 151. Âyeti200, Cuma Sûresi’nin 2.
Âyetiyle201 beraber Hz. İbrahim (as)’ın duasının kabul olduğunu ve Hz.
Îsa’nın müjdesinin gerçekleştiğini gösterir. Hz. İbrahim şöyle dua etmiş ve devamındaki
âyette
Hz. Îsa Peygamberimizi şöyle müjdelemişti.
Ƹő
ǂNJōőŏ ƶōơ DŽŎƶŲōő lj ƸŎő ǂƾő ƹŏ ǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵő Ƣō ūő ŧǃō Ũōƾūř ƅō
ƸŎ NJƲŏ žō Ƶő ŧ ƈŎ ljƈŏ Ƣō Ƶő
ŧ Űō ƽő ōş ưō řƽŏţ Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō
Ŏljǃō ưō ŏűŨōljŝ
‘Ey Rabbimiz!
Onların içinden öyle bir resul gönder ki; kendilerine Senin âyetlerini okusun,
onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin,
hakîm sensin! (Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin!)’202
ŏǚř ŎƳDŽŎƋ ō ƅ Ljśƽŏţ ƴō NJŏťŧƆō
Ƌő ŏţ Ljŏƾōū Ũōlj Ƹō ōljƆő ƹō ƼŎ őūŧ džƌō NJơŏ Ƴō Ũōƭ ƃő ŏţǃō
ƂŎ ƺō Žő ōş ŎǀƺŎ Ƌő ŧ LJƂŏ
Ƣő ōū Ƽƹŏ LjŏűőŠōlj ƳŌ DŽŎƋƆō ŏū ŧ ƆƐś ōŬŎƹǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ Ƽō ƹŏ LJř Ƃō ōlj Ƽō NJő ōū
Ũƺō śƵ ŨŊƭƂś Ɣō ƹŚ ƸƲŎ őNJōƵŏţ
‘Vaktâ ki,
Meryem oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önceki
Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü
müjdelemek üzere gönderildim” demişti.’203
Bütün
müfessirler Hz. İbrahim’in bu duasıyla ve Hz. Îsa’nın müjdesiyle gönderilen elçinin
Peygamberimiz olduğu husunda ittifak etmişler ve ‘ben İbrahim’in duası, İsa’nın
müjdesiyim’ hadisini zikretmişlerdir.204 Peygamberlerin son nebi olan Peygamberimizi
müjdelemelerine daha sonra ayrıca değineceğiz.
Evet, O
(salla’llâhu aleyhi ve sellem), Kur’an’nın fermanıyla, müminler için en büyük
nimet ve âlemler için bir rahmettir.
199 Seyyid Kutup,
Fi Zılâli’l Kur’ân, II/234.
200 Bkz. ƻō DŽƺŎ ōƶƢő ōű őŧDŽŎƽDŽƲŎ ōű Ƹő ōƵ Ũƹř ƸƲŎ ƺŎ śƶƢō
Ŏljǃō ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ƲŎ ƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ƲŎ NJƱś ƈō Ŏlj ōǃ Ũōƾűŏ
Ũōljŝ Ƹő ƲŎ NJő ōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő ƲŎ ƾƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ƲŎ NJŏƩ Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş ŨōƺƱō ‘Nitekim size
âyetlerimizi okuması, sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve
bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.’
201 Bkz. ƼŌ NJŏŬƹŚ ƳŌ ǒō Ɨō LjŏƪōƵ ƴŎ őŬōƭ Ƽƹŏ ŧDŽŎƽŨōƱ ƻŏţǃō ōŮōƺƲő žŏ őƵŧǃō ũō ŨōŲƲŏ
Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ǀŏ ŏűŨōljŝ Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő Ŏǂƾő
ƹś ǑŊ DŽƋŎ ƅō Ƽō NJNJś ƹś ŎǍő ŧ LjŏƩ Ŵō Ƣō ōū LJƄŏ řƵŧ DŽō Ŏǁ
‘O, ümmîler
arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın âyetlerini
okur,
onları inançlarına
ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir.
Halbu ki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.’
202 2. Bakara Sûresi,
Âyet 129.
203 61. Saf Sûresi,
Âyet 6.
204 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/573-574, XXII/613;
Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I/151;
Zemahşerî, Keşşâf, I/323; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/72, XXIX/314; Ayrıca
bkz. Ebu’l Kâsım Süleyman bin Ahmed Et-Taberânî. (ö.360). Mu’cemu’l Kebîr, XVIII/631, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Hamdi
Abdulmecid Selefî (Thk.), Kahire, Ts, s.253
1.8. ÖMRÜNE YEMİN EDİLMESİ
Tefsîr
Usûlünde, Kur’an ilimlerinden biri de ‘Aksâmu’l Kur’an’ denilen yeminlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’de Allah pek çok şeye yemin etmiştir. Bunların bazısında Allah
Teâlâ, bazen kendi yüce zâtına yemin etmiş, bazısında kıyâmet gibi önemli
olaylara, bazen de semâ, şems, kamer, necm, leyl, asr gibi tabiatta bulunan
önemli varlıklara yemin etmiştir. Bu yeminler her zaman bir şeyi te’yid etmek için
değil;
bazen de kendisi için yemin edilen şeyin kıymet ve önemine işaret etmek ve
kadrini yüceltmek için ve dinleyenlerin o şeye karşı dikkatlerini çekmek için kullanılmıştır.205
İşte bir
şeyin kıymet ve önemine işaret etmek için yapılan yemine belki de en güzel örnek,
Allah’ın Peygamberimizin ömrüne yemin ettiği âyettir. Lut kavminin anlatıldığı bir
yerde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: ƻō
DŽŎǂƺō Ƣő ōlj Ƹő ǂŏ ŏűƆō Ʋő Ƌō LjŏƪōƵ Ƹő Ŏǂřƽŏţ Ưō ŎƆƺő Ƣō ōƵ
‘(Resulüm!)
Hayatın hakkı için onlar, kendilerini öylesine kaybetmişlerdi ki sarhoşlukları
içinde sürünüp gitmekte idiler.’206
Âyette
Peygamberimizin hayatına yemin edenin melekler olabileceğini söyleyenler olsa
da, Allah Teâlâ olduğu konusunda müffesirler ittifak etmişlerdir.207
Abdullah
ibn Abbas (ra) bu âyetle alâkalı olarak: ‘Allah Hz. Muhammed’den daha değerli, daha
keremli birini yaratmamıştır. Çünkü ben Allah’ın onun hayatı dışında birisi
için yemin ettiğini duymadım’ demiştir.208
Evet
Peygamberimiz, yaratılmışların en kerimidir. Yüce Allah, yarattığı kulları ve varlıkları
içinde kendisine ondan daha sevgili birini yaratmamıştır ve onun hayatından
başka birinin hayatı üzerine yemin etmemiştir.’209
1.9.
TESELLÎ EDİLMESİ
En yüce
ahlaka sahip olan Peygamberimizin,210 tebliğ vazifesini yaparken, göreceği
mukâvemet karşısındaki üzüntüsünü, cennet’e davet ettiği insanların cehennem’e
doğru sürüklenmeleri karşısındaki inkisarlarını ve rakik kalbinin nasıl
daraldığını en iyi bilen, tabii ki ona herkesten daha yakın olan Yüce Allah’tı.
Ve
205 Mennâu’l Kattân.
Mebâhis Fî Ulûmi’l Kur’ân. Mektebetün
Vehbetün, Ts., s.286.
206 15. Hicr Sûresi,
Âyet 72.
207 Kadı İyaz.
(ö.544). Şifa-i Şerîf, Suat Cebeci (Çev.),
Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s.34.
208 Taberî, Camiul
Beyan, XIV/91; Râzî, Mefâtih’ul Gayb,
XIX/161.
209 Şevkânî, Fethu’l Kadîr, III/190; Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.411.
210 Bkz. ƸŌ NJƞŏ ơō ƬŌ ŎƶſŎ džƶƢō ōƵ ưō řƽŏţ ōǃ ‘Ve elbette
sen üstün bir ahlak üzeresin’. 68. Kalem Sûresi, Âyet 4.
onun üzülmesini hiç istemiyordu. Bunu için nebîsini tesellî
mahiyetinde pek çok âyet indirmiştir.
Bu kategorideki
âyetleri üç grupta inceleyeceğiz. Birinci grupta, duyduğu
derin
üzüntüyü hafifletmek için genellikle
ƻő
ƈō žő ōű Ǒǃōō ,
ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑǃō , ưƌōō ƪřő ƽ Ơŋ ſŏ Ũōū gibi
kelimelerle, üzülmemesini
tavsiye eden âyetler;
ikinci grupta, ƯDŽŎūƄśō ƲljŎō ƻŏţ gibi
kelimelerle,
önceki peygamberlerin de yalanlandığını hatırlatarak teselli eden âyetler ve
üçüncü grupta ise, şirkte ısrar edenlerle alakalı Peygamberimizin
sorumluluğunun olmadığını hatırlatarak onu rahatlatan âyetler olacak.
1.9.1
Üzülmemesini Tavsiye Eden Âyetler
Peygamberimiz
büyük bir sorumluluk şuuruyla, insanların iman etmelerini büyük bir hırsla
istiyor ve yaptığı tebliğlere olumlu cevap vermeyen müşrikler karşısında son
derece üzülüyordu.
ŊŨƪƋō ōş Ŵŏ ljƂŏ žō Ƶő ŧ ŧƄō ōǂŏū ŧDŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj
Ƹő řƵ ƻŏţ Ƹő ǁŏ ƅŏ Ũōŵŝ džōƶơō ưō ƌō ƪő řƽ ŋƠſŏ Ũōū ưō řƶƢō ōƶōƩ
‘Şimdi,
bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip
tüketeceksin!’211 âyeti ile, Ƽō
NJŏƾƹŏ Ţő ƹŎ ŧDŽŎƽDŽƲŎ ōlj Ǒř ōş ưō ƌō ƪő řƽ ŋƠſŏ Ũōū ưō řƶƢō ōƵ ‘Onlar iman
etmiyor
diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin’212 âyetlerinde üzüntüsünün
derinliğini anlayabiliyoruz.
Bu
âyetlerde Peygamberimize iltifat yüklü teselli vardır. Allah, Peygamberimizin ümmetine
olan kemali şefkatini, iman etmeleri için hırslanmasını213 ve inkar etmeleri
karşısındaki derin üzüntüsünü vurgulayıp onu teselli etmektedir.214
‘Ya
Rabbi kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terk ettiler’215 âyetindeki mazmun
gibi, getirdiği mesajı inkâr etmeleri karşısında, Peygamberimizin üzüntüsünün
şiddetini, adeta kendisini yiyip bitirdiğini anlıyoruz. Allah da üzüntüsünü
izale etmek, onun kavmini inzar konusunda bir kusuru olmadığını bildirmek ve onu
teselli etmek için bu âyetleri indirmiştir.216
ũŧŋƄō ơō Ƹő ŎǂōƵǃō ŭŏ Ɔō ſŏ
Njŧ LjŏƩ ŊŨŐƞŽō Ƹő ŎǂōƵ ƴō Ƣō źő ōlj řǑōş ŎǚŐ ƂŎ ljƆŏ Ŏlj ŊŨŦőNJƏō ōǚŐ őŧǃƆŚ ŎƘōlj ƼōƵ
Ƹő Ŏǂřƽŏţ ŏƆőƪŎƲőƵŧ LjŏƩ ƻō DŽơŎ ƅŏ Ũƌō Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑǃō
Ƹŋ NJƞŏ ơō
211 18. Kehf Sûresi,
Âyet 6.
212 26. Şuara Sûresi,
Âyet 3.
213 Bkz. Ƹŋ NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšŎ ƅō Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏū ƸŎƲNJő
ōƶơō ŋƒljŏƆŽō ‘Size karşı çok hırslıdır ve müminlere karşı çok şefkatli, çok
merhametlidir.’ 9. Tevbe Sûresi, Âyet 128.
214 Taberî, Camiul
Beyan, XXI/67; Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XIX/88;
Ebussuud, İrşâd-u Akli’s-Selîm,
X/424; Şevkânî,
Fethu’l Kadîr, IV/125.
215 Bkz. ŧƅŊ DŽźŎ ǂő ƹō ƻō ŝƆő ŎƮƵŧ ŧƄō ǁō ŧǃƄŎ ƀō řűŧ
Ljƹŏ DŽő ōƭ ƻř ŏţ ũś ƅō Ũōlj ƳŎ DŽƋŎ Ɔř Ƶŧ Ƴō Ũōƭǃō 25. Furkan Sûresi, Âyet 30.
216 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XIV/6.
‘İnkâra
koşuşanlar seni üzmesin. Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler. Allah
onlara âhirette nasip vermemeyi diliyor. Onlara büyük bir azap vardır.’217
Allah,
Peygamberimizi hem teselli ediyor, hem de düşmanlarına karşı ona yardım
edeceğini müjdeliyor.218
Peygamberimizin
duyduğu üzüntü iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisinde o, muhataplarının
küfürde ısrar etmeleri ve hidayete yanaşmamaları karşısında, neredeyse kendine zarar
verecek derecede aşırı üzülüyordu. Allah ‘küfürde yarışanlar seni üzmesin’ diyerek
bu kadar üzülmekten onu men ediyor. İkincisi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) kâfirlerin kendisine ve dolayısiyle İslam dinine zarar vermelerinden
korkuyordu. Allah, ‘İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, onlar Allah’ın
dînine asla zarar veremezler’ demek sûretiyle Peygamberimizi tesellî ve teskin
etmiştir.219
Kurtubî,
sebebi nüzul olarak Müslüman olan bir topluluğun, müşriklerin korkusuyla
irtidat etmesi karşısında Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in çok
üzülmesi üzerine bu âyetin indiğini söyler.220
Bu âyetteki
aynı lafızlarla gelen başka bir iki teselli âyeti de şöyledir:
Ƹő ŎǂŎūDŽŎƶŎƭ Ƽƹŏ Ţő Ŏű Ƹő
ōƵǃō Ƹő ǂŏ ǁŏ ŧDŽō őƩōŠŏū Ũřƾƹō ŝ őŧDŽŎƵŨōƭ ƼljōƄřƵŧŏ Ƽō ƹŏ Ɔŏ ƪő ƲŎ Ƶő ŧ LjŏƩ ƻō DŽơŎ
ƅŏ Ũƌō Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑ ƳŎ DŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj
‘Ey Peygamber!
Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik”
diyenlerden
küfürde yarışanlar seni üzmesin.’221 Ŏƿ
ŎƆőƪƱŎ ưō ƽƈŎ žő ōlj ǒƩōō Ɔō ōƪƱō Ƽƹō ǃō
‘Her kim de dini inkâr ederse, onun küfrü seni üzmesin.’222
Yüce
Allah, burada da elçisini teselli etmiş223, teselliye en fazla muhtaç olduğu böyle bir
anda, ona ‘ey Nebi’ yerine, ‘ey Resul’ diye hitap ederek onu tazim etmiştir.224 Risâlet
vazifesini yaparken de, küfürde ısrar edenler karşısında derin üzüntüye kapılan
Peygamberimizi, kendisini üzmemesi noktasında tesellî etmiştir.225
ƻǃŎƆōƲŎ ƺő ōlj Ũƺř ƹś ƬŌ NJő
Ɨō LjŏƩ ưŎ ōű ōǑǃō Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō ƻő ƈō žő ōű ōǑǃō ŏŜŐ Ũŏū řǑŏţ Ưō ŎƆŬő ōƓ Ũōƹǃō Ɔŏő
Ŭ őƓŧǃō
217 3. Âl-i İmran
Sûresi, Âyet 176.
218 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/334.
219 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/106.
220 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, V/429.
221 5. Maide Sûresi,
Âyet 41.
222 31. Lokman
Sûresi, Âyet 23.
223 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VII/482.
224 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XI/183.
225 İbnül Cevzî,
Zâdü’l Mesîr, VI/325; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXI/178.
‘Sabret! Senin
sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kâfirlerin yüz çevirmelerinden mahzun olma,
yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma.’226
ƻǃŎƆƲŎ ƺő ōlj Ũƺř ƹś ƬŌ NJő
Ɨō LjŏƩ
ƼƲŎ ōű Ǒō ǃō Ƹő ǂŏ őNJōƶōơ ƻő ƈō žő ōű Ǒō ǃō ‘Sen
onlardan ötürü sakın üzülme ve
onların kuracakları
tuzaklardan dolayı asla tasalanma!’227 ve Ũƺō
ŏū Ưō ŎƅƂő Ɠō ƬŎ NJƘŏ ōlj ưō řƽōş ƸŎ ōƶƢő ōƽ
Ƃő ōƮōƵǃō
ƻō DŽŎƵDŽŎƮōlj ‘Biz
onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını çok iyi biliyoruz’228 âyetlerinde
Yüce Allah, ‘Ey en büyük Resul! Seni inkar etmelerine, sana düşmanlık
yapmalarına karşı üzülme, tevekkül et, Allah sana kâfîdir. Sana yardım edecek,
sana arka çıkacak ve seni onlara karşı muzaffer edecek olan Allah’tır’229 diyerek
tesellî ederken; ƻō
DŽŎƾŏƶƢő Ŏlj Ũƹō ǃō ƻō ǃƆŚ ƌŏ Ŏlj Ũƹō ƸŎ ōƶƢő ōƽ Ũřƽŏţ Ƹő ŎǂŎ Ƶ őDŽōƭ ưō ƽƈŎ žő ōlj ǒō
ōƩ ‘O halde ey Resulüm, üzülme sen onların laflarına, onların
gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını da, sen hiç tasalanma!’230 âyeti
ile, ‘şair demelerine, sihirbaz demelerine üzülme, aldırış etme’ diyerek
Peygamberimizi teselli etmiştir.231
ƻǃƂŎ žō źő ōlj ŏǚŐ ůŏ ŨōljŞŏū
Ƽō NJƺŏ ŏƵŨřƞƵŧ Ƽř Ʋŏ ōƵǃō ưō ōƽDŽūŎś ƲƄljōŎ ōǑ ƸŎő ǂřƽŤŏ ōƩ ƻō DŽŎƵDŽƮōŎ lj LJƄřŏ Ƶŧ ưŎō
ƽƈŎ žő ōNJōƵ Ŏǀřƽţŏ ƸŎ ōƶƢōő ƽ Ƃōő ƭ
‘Onların
söylediklerinin seni üzeceğini elbette pekiyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni
yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr
ediyorlar’232 âyetinde ise, ưōƽDŽŎūƄś
Ʋō Ŏlj ōǑ ‘Seni yalanlamıyorlar’ ifadesinde daha farklı bir ayrıntı
vardır. Bundan maksat, o müşrikler Peygamberimizi yalancılıkla suçlamıyorlardı.
Onun doğruluğu, ona ‘el-emin’ lakabını vermeleriyle Mekke’de müsellemdi.
Dolayısiyle ‘Allah’tan getirdim’ dediği âyetlerde yalan söylemediği beliydi.233 Ama
müşrikler bu âyetlerde emredilen hakikatleri inkâr ediyor, onları kabul
etmiyorlardı. O zaman mânâ, ‘Ey Resûlum! Onların yalanladıkları sen değilsin.
Onlar benim âyetlerimi yalanlıyorlar. Sen üzülme, onların düşmanlığı sana değil
banadır’ şeklinde olmaktadır. Yani Allah, vazifesini hakkıyla yapan elçisine
yapılan hakaretleri, düşmanlıkları, onu korumak ve tesellî etmek için kendi
üzerine almaktadır.
226 16. Nahl Sûresi,
Âyet 127.
227 27. Neml Sûresi,
Âyet 70.
228 15. Hicr Sûresi,
Âyet 97.
229 İbni Atiyye,
Muharreru’l Veciz, V/494; İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/285, IV/615;
Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XI/283; Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XIV/382.
230 36. Yâsin Sûresi,
Âyet 76.
231 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/485; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/488.
232 6. Enam Sûresi,
Âyet 33.
233 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, VII/199.
1.9.2.
Önceki Peygamberlerin de Yalanlandığını
Hatırlatan Âyetler
İnsanın bir
musibetle mücadele ederken hissettiği acı ile, pek çok kişinin aynı musibetle mâlul
olduğunu bildiği zamanki hali aynı değildir. Mesela herkesle beraber açlık
çeken bir insanın hissettiği acı, karnı tok ve keyfi yerinde insanların
arasında, tek başına açlık çeken bir insanın hissettiği acıya göre elbette daha
hafif olur. Halk arasında ‘elle gelen düğün bayram’ diye bir söz vardır. Bir depremde
bütün evler
yıkıldığında
evi yıkılan bir insanın üzüntüsü elbette büyük olur ama herkesin evi sapasağlam
dururken, sadece kendi evi yıkılan bir insanın üzüntüsü daha da katlanacaktır.
Yani bir mûsibetin umumi gelmesi, tek kendisine gelmesine kıyasla insanı
psikolojik olarak rahatlatır. İşte bir beşer olan Peygamberimiz, ele alacağımız
bu âyetlerde, diğer peygamberlerin çektikleri kendisine hatırlatılarak bu
yönden teselli edilmiştir.
ƻDŽŎƢō Ɣōlj Ũƺō ŏū Ƹŋ NJŏƶōƾ
ő ō ř ƻŏţ ůŌ ŧƆƌōō Žō Ƹő ǂNJōőŏ
ƶơō ō ưǚƪƽřōőƌŎō Ūōő
ǁƄő ōű ơō …ǒōƩưƶŏō
Ŭōő ƭ Ƽƹś ƴŋ ŎƋ Ŏƅ Űōő ūƄś ƱŎ Ƃōő ƮōƩ ƯDŽŎūƄśō ƲljŎō
ƻŏţ
‘Eğer
seni yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki peygamberler de yalanlandı…
O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün
yaptıklarını bilir.’234
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ
كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
‘Eğer seni
yalanlıyorlarsa, üzülme. (Bu yeni bir şey
değil) Onlardan öncekiler de gerçeği yalan saymışlardı. Resulleri onlara parlak
deliller, kitaplar ve özellikle aydınlatıcı bir kitapla gelmişlerdi.’235
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ
كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ
وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ
‘Eğer
onlar senin nübüvvetini yalan saydılarsa, üzülme! Zaten senden önce açık
deliller, mûcizeler, sahîfeler ve nurlu kitaplar getiren nice Resullere de
yalancı denilmişti.’236
ƸŌ NJŏƵōş ũŌ ŨōƮơŏ ǃƃŎ ǃō ŭŌ
Ɔō ŏƪƦő ƹō ǃƄŎ ōƵ ưō řūƅō ƻř ŏţ ưō ŏƶőŬōƭ Ƽƹŏ ƴŏ ŎƋƆŚ ƶŏƵ ƴō NJŏƭ Ƃő ōƭ Ũƹō Ǒř ŏţ
ưō ōƵ ŎƳŨōƮŎlj Ũōƹ
‘Sana
söylenenler, senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka bir şey değildir.
Senin Rabbin hem mağfiret, hem de gayet acı bir azap sahibidir.’237
Bu âyetlerden
maksat, peygamberler arasında yalanlananın tek kendisi olmadığını bildirerek müşriklerden
ve Yahudilerden gördüğü eziyetler karşısında
234 35. Fatır Sûresi,
Âyet 4,8
235 35. Fatır Sûresi,
Âyet 25.
236 3. Al-i İmran
Sûresi, Âyet 184.
237 41. Fussilet
Sûresi, Âyet 43.
Allah’ın nebisini tesellî etmesidir.238 Tarih
boyunca bütün kâfirlerin âdeti, peygamberleri yalanlamak ve onları ta’n etmek
olmuştur. Bu iş bütün milletlerde, peygamberlerin ve onların yolunda giden
tebliğcilerin başlarına gelmesi kaçınılmaz bir imtihan olmuştur. Bu âyetlerle
yüce Allah nebisine: ‘Ey kavminin inkâr etmesi karşısında canı sıkılan, içi
daralan ve onların iman etmelerini çok arzulayan Peygamberim! Senden önceki Peygamberler
de yalanlandılar ama sabrettiler ve
müşriklerin
ezalarına tahammül ettiler. Sen bu hususta yalnız değilsin. Buna şaşırma ve
üzülme. Sen de onların yolundan git ve sabret’239, dilediğini dalâlette
bırakacağı, dilediğini de doğru yola ileteceği hususunda Allah’a teslim ol’240demiş
olmaktadır.
1.9.3.
Tebliğden Başka Bir Sorumluluğunun
Olmadığını Hatırlatan Âyetler
İnsan
sevdiği, değer verdiği insanları tesellî etme ihtiyacı hisseder. Çok
umursamadığımız birini üzgün görsek bile, pek ilgilenmeyebiliriz. Ama bir
arkadaşımızı üzgün gördüğümüzde hemen yanına gider, derdini sorar ve onu
teselli etmeye çalışırız. Mesela bir öğretmen arkadaşımız çok uğraştığı halde
sınavda zayıf alan öğrencilerine üzülüyor kendini yiyip bitiriyorsa, ‘hocam sen
elinden geleni yaptıysan, çalışmayan dersi dinlemeyen öğrencilere bu kadar üzülme,
kendini
mahvetme’
diyerek onu teselli ederiz. Aynen bunun gibi, müşriklerin kapılarına defalarca
gidip, kendilerine Allah’ın âyetlerini tebliğ etmek için her fırsatı
değerlendiren Allah Resulü, müşriklerin dünya imtihanında zayıf alıp Cehennem’e
doğru sürüklendiklerini gördükçe o kadar çok üzülüyordu ki, pekçok âyette
Allah, onların bu durumlarında Peygamberimiz için bir sorumluluk olmadığını hatırlatmıştır.
Ƹŏ NJžŏ źō Ƶő ŧ ũŏ Ũžō Ɠő ōş
Ƽő ơō ŎƳō Šƌő Ŏű ōǑǃō ŧƆŊ ljƄŏ ōƽǃō ŧ ŊƆNJƐŏ ūō Ƭś žō Ƶő Ũŏū Ưō ŨōƾőƶƋō ƅő ōş Ũřƽŏţ
‘Biz seni
sırf Kur’ân’la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik.
Yoksa sen cehennemliklerden ötürü sorguya çekilecek değilsin.’241
gibi
âyetlerde de ifade edildiği gibi, Hak’tan kendilerine getirip tebliğ ettiğin
şeyler hususunda inkar edenler için artık sana bir mesuliyet yoktur. Sen
onların inançları
238 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/286.
239 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/171; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/127; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, IV/186.
240 İbni Atiyye,
Muharreru’l Veciz, IV/430.
241 2. Bakara Sûresi,
Âyet 119.
hakkında hesaba çekilmeyeceksin.242 Çünkü sen Ɔƛŏ NJő Ɣō ƺŎ ŏū Ƹǂŏ NJő ōƶōơ
Űō ƌő řƵ ‘Onlar üzerinde
zorlayıcı
değilsin.’243 Onları zorla iman ettirecek değilsin. Ƹő ǂőNJōŏ ƶơō Ưō Ũōƾƶő Ƌō
ƅōő ş ŨƺƩōō džřƵDŽō
ōű Ƽƹō ǃō
ŨŊƞNJŏƪŽō ‘Kim itaatten yüz çevirirse aldırma, zaten seni üzerlerine bekçi
göndermedik.’244ǚŏ Ő džōƵŏţ Ƹő Ŏǁ ŎƆƹő ōş Ũƺō řƽŏţ ňŌ Ljő Əō LjŏƩ Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ
Űō ƌő řƵ ‘Senin
onlarla hiç bir alakan yoktur.
Onların
işi Allah’a aittir’245 Onların
cezayı haketmeleriyle senin bir alakan yoktur.
Onlar
senin vazifeni yapamamandan dolayı değil kendi amelleri yüzünden cezayı hakettiler.246
Görüldüğü
gibi elçilik görevini en güzel şekilde yerine getiren Peygamberimizi, Yüce
Allah, hayatı boyunca karşılaştığı zorluklar karşısında, değişik uslup ve
ifadelerle onlarca âyetle teselli etmiştir.
1.10.
HER ZAMAN ALLAH TARAFINDAN DESTEKLENMESİ
Allahu
Teâlâ Peygamberimizi hayatı boyunca hiç yalnız bırakmamış, her zaman inâyetiyle
yanında olmuş, ona cephe alan kim olursa olsun, herkese karşı nebisini daima
desteklemiştir. Müşriklerin ve Yahudilerin öldürme teşebbüsleri, münafıkların
inciten dedikoduları ve hanımlarının Hz.Peygamberi üzebilecek tavırları
karşısında Allah bu desteğini her zaman hissettirmiştir.
Kur’ân’ın
nâzil olmaya başladığı ilk zamanlarda vahiy bir müddet kesilmişti. Bu
kesintinin kaç gün sürdüğü ile ilgili 12, 15, 25 ve 40 gün gibi, farklı
rivâyetler vardır.247
İbni Âşur
bu farklı rivâyetleri telif etmiştir. Ona göre vahiy iki defa kesintiye
uğramıştır. İlki 40 gün sürmüş, çok erken dönem olduğu için, vahiy olayı henüz Mekke’de
çok yayılmadığı için bunu müşrikler farketmemiş, ondan sonra Müddessir ve
Müzzemmil Sûreleri nâzil olmuştur. İkinci kesinti ise 12 gün sürmüştü ve işte
bu arada müşrikler Peygamberimizle alay etmeye başlamışlar, hatta Ümmü Cemil
gibi, ‘Şeytanı onu terketti’ diyecek kadar ileri gidenler olmuş248 ve
242 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/480; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/199; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/33.
243 88. Ğâşiye
Sûresi, Âyet 22.
244 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 80.
245 6. En’am Sûresi,
Âyet 159.
246 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, VIII/192.
247 Bkz. Beğavî,
Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/453; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXI,210; Kurtubî, Câmiu’l- Ahkâm, XXII/337.
248 Buhârî, Teheccüd,
1125; Müslim, Cihad ve Siyer, 114 (1797).
Peygamberimiz
bu duruma çok üzülmüştü. Bunun üzerine Yüce Allah peygamberine sahip çıktığını
göstermiş,
džōƶōƭ Ũƹō ǃō ưō Śūƅō ưō ơō
Ɓř ǃō Ũƹ džźō Ƌō ŧƃō ŏţ ƴŏ NJő řƶƵŧǃō džžō ƘŚ Ƶŧǃō ‘Güneşin yükselip en parlak
halini aldığı kuşluk vaktine, sükûnete erdiği zaman geceye yemin olsun ki, Ey
Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da’ âyetlerini indirmiştir.249
İşte Peygamberimizin,
‘acaba Rabbimi darıltacak bir şey mi yaptım da vahiy kesildi’ diye için için
düşündüğü, ‘Şeytanı onu terketti’ diye dedikoduların yapıldığı, bir peygamber
için en zor durum sayılabilecek böyle bir durumda, Yüce Allah, kalbine inşirah
salacak ifadelerle, te’kid ve yeminlerle Rabbisinin ona darılmadığını, onu terk
etmediğini ilan eden âyetler indirmiştir. Böylece nebisinin hüznünü gidermiş,
kırık kalbini tamir etmiş, destekçisinin her zaman Allah olduğunu ona hissettirmiştir.
Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō ƹŏ
ưō Ƣō ōŬřűŧ Ƽŏ ƹō ǃō ŎǚŐ ưō ŎŬƌő Žō LjŚ ŏŬřƾƵŧ ŨōǂljŚ ōş Ũōlj ‘Ey Peygamber!
Allah sana ve seninle beraber olan müminlere kâfidir.’250 Âyet ‘yardımcı
olarak Allah yeter’ manasındadır ve Mekke döneminde, Hz. Ömer kırkıncı kişi
olarak Müslüman olduğu zaman inmiştir. İkinci bir rivayette ise Bedir Savaşı
öncesinde, nazil olmuştur.251
Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏūǃō ƿŏ
Ɔŏ Ɣő ōƾūŏ ƯƂōō řljşō LJō Ƅřŏ Ƶŧ
DŽŎō ǁ ŎǚŐ ưōō ŬőƌŽō ƻŏř ŤōƩ Ưō DŽơŎ Ƃō ƀő ōlj
ƻōş ŧő ǃƂŎ ljƆŎŏ lj ƻŏţǃō ‘Eğer birtakım
hilelerle
seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme! Allah sana yeter. Seni yardımıyla ve
bir de müminlerle destekleyen
ŎǚO’ŎƿdƆō uƔō r.’ōƽ 25Ƃő2ōƮŐ ōƩ ŎƿǃŎƆ ŎƔƾōű řǑŏţ ‘Eğer
Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine
yardım eder.’253 Bu üç âyette de Allah hain insanların şerlerinden onu koruyacağını
garanti etmiş,254 ‘ey Resulüm, her durumda
ben
senin yanındayım, ben sana yeterim’ diyerek Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem)’in kalbine güven vemiştir. Bir insanı destekleyen Allah olursa ona
kim zarar verebilir ki?
Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i incitenleri, Allah laneti ve azabı ile tehdit
etmiştir:
ŨŊƾNJǂŏ ƹŚ ŨŊūŧƄō ơō Ƹő ŎǂōƵ
Ƃř ơō ōşǃō ŭƆōŏ ſŏ Njŧő ǃō ŨōNJőƽƂŚ Ƶŧ LjŏƩ Ŏǚř ƸŎŎ
ǂōƾƢōō Ƶ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƻō ǃƃŎ ŢljŎő Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƻŏř ţ
‘Allah ve Resulünü
249 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXX/396.
250 8. Enfal Sûresi,
Âyet 64.
251 Zemahşerî,
Keşşâf, II/597; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, X/67.
252 8.Enfal Sûresi,
Âyet 62.
253 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 40.
254 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/61.
(çirkin
iddia ve davranışlarıyla) incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş
ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.’255
Âyet Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, Hz. Safiyye binti Huyey ile
evlenmesini dillerine dolayan, ‘bir Yahudi kızıyla evlendi’ diyerek
ayıplayanlar hakkında inmiştir. Başka bir rivayete göre, Peygamberimiz Hz.
Üsame’yi, babası Zeyd bin Harise’nin şehit olduğu topraklara cihada gidecek bir
ordunun başına komutan tayin ettiği zaman, insanların bazıları bu konuda
Peygamberimizi ayıplamışlardı. Çünkü Hz.Üsame, hem mevâlidendi, hem de on sekiz
yaşında genç bir delikanlıydı. İnsanların bu tavırları Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’i üzmüş, bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştu. 256
Âyette
‘Allah’a ezâ ile Resulüne ezâ’ nın beraber zikredilmesi, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e eziyet etmenin Allah’ı gazaplandıracağına işarettir. Çünkü
Peygambere eziyet etmek Allah’a eziyet etmek gibidir.257 Peygamberimiz de
bu konuyu bir hadisinde şöyle buyurmuştur: ‘Ashabım hakkında Allah'tan korkun,
benden sonra onları hedef edinmeyiniz. Çünkü onları seven bana sevgisi
dolayısıyla sevmiştir. Onlara buğzeden de bana olan buğzu dolayısıyla buğzetmiş
demektir. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur, bana eziyet eden de
Allah'a eziyet etmiş demektir. Allah'a eziyet eden kimseyi de çok geçmeden
Allah yakalar.’258
İnsanların
Allah’ı incitmeleri düşünülebilir mi? Aslında âciz insanlar zaten Allah’ı incitemez
ve O’na eziyet edemezler. Böyle bir işe ne güçleri yeter ne de elleri yetişir.
Fakat bu ifade Allah’ın Peygamberimizin incitilmesinden kaynaklanan
duyarlılığını ifade etmek içindir.259
Konu aynı
lafızlarla başka bir âyette de şöyle geçer:
وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ
اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ
وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ
لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
‘Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O
herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki
iyi sözlere kulak veren
255 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 57.
256 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/179,
257 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/104.
258 Tirmizî, Menâkib,
3862.
259 Seyyid Kutup,
Fi Zılâli’l Kur’ân, VIII/349.
biridir, Allah’a
inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!”
İşte
böylesi bir Peygamberi incitenler yok mu? Onlar için acı bir azap vardır.260 Peygamberimize
bu saygısızlığı yapanlar, münafıkların ileri gelenlerinden
Nebtel
bin Haris ve Cülas b. Süveydî gibi kimselerdi. Peygamberimiz Nebtel için, ‘kim
şeytanı görmeyi isterse, Nebtel bin Haris’e baksın’ buyururdu. Nebtel ile Cülas
farklı meclislerde aralarında konuşurlarken, Peygamberimiz hakkında ileri geri
konuşmuşlar, içlerinden bazıları "Onun hakkında böyle dedikodu yapmayınız,
korkarız ki, kulağına gider, o zaman da bizim için iyi olmaz." demişlerdi.
Cülas b. Süveydî ve Nebtel bin Haris nifakta bir olduklarından birbirine benzer
şekilde, "Biz dilediğimizi söyleriz, sonra da onun yanında söylediğimizi inkâr
ederiz, üstüne bir de yemin ederiz, o da hemen bizim doğru söylediğimize
inanır, Muhammed duyduğuna inanan bir kulaktır." demişlerdi. Bunun üzerine
âyet nazil oldu.261
Bir
rivâyet de şöyledir: Cülas b. Süveydî ve Vedia bin Sabit gibi münafıklar
oturmuş Peygamberimizin dedikodusunu yapıyorlardı. ‘Eğer Muhammed hak üzere ise
biz eşekten daha kötü olalım’ diyerek hakaret ettiler. Ensardan Âmir bin Kays
isminde bir delikanlı bunları duydu. Sinirlenerek ‘evet Hz.Muhammed hak
üzeredir ve sizler eşekten daha kötüsünüz’ diye bağırdı, gelip Peygamberimize
haber verdi. Peygamberimiz onları çağırıp konuştuklarını sorunca ‘Amir yalan
söylüyor’ diye yemin ederek söylediklerini inkar ettiler. Amir de onların yalan
söylediğine yemin etti ve ‘ ey Allahım aramızı ayır, ta ki doğru söyleyenin
doğruluğu ve yalancının yalanı ortaya çıksın’ diye dua etti. Ardından bu âyet
nazil oldu.262
Hamdi Yazır
âyeti şöyle yorumlamıştır:
‘Araplar
casusa "ayn", yani "göz" dedikleri gibi, her söylenene
kanan, her işittiğine inanan saf kimseye de "üzün" yani
"kulak" derlerdi. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de
münafıkların kabahatlerini yüzlerine vurmaz, merhamet ve kerem gösterirdi.
Özellikle yemine çok saygı gösterirdi. Onlar da onun bu tutumunu, onun
saflığına verirlerdi. Ondan dolayı böyle söylemişlerdi. Evet Muhammed bir
kulaktır, fakat sandığınız gibi değil, bilseniz sizin hayrınıza olan ne güzel
bir kulaktır. Çünkü o başka birşey dinlemez hayır ve hak dinler ve sizi
dinlerken de sizin hayrınıza dinler, Allah'a iman eder, ve müminlere de inanır.
Yani Allah'a iman ettiği için yemini dinler ve müminlerin sözlerine inanır,
onları tasdik eder. Ve iman edenlere, (yani sizden imanını açıkça ortaya
koyanlara) bir rahmettir. Açıkça ifade ettikleri imanı reddeylemez, kabul eyler,
fakat
260 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 61.
261 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/535, Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VIII/282.
262 İbnül Cevzî,
Zâdü’l Mesîr, III/460; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XVI/118.
hakikatte
işin içyüzünü anlamadığından dolayı değil, sırf müminlere olan merhametinden,
yumuşaklığından, sabır ve tahammülünden dolayı sırlarını açığa vurmamak,
ayıplarını yüzlerine vurmayıp, örtbas etmek suretiyle kabul eyler. Halbuki;
"Allah'ın Resulü'nü üzenlere, evet onlara acıklı bir azap vardır.’263
Allah
münafıkların Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i incitecek çirkin
bir söz söylemeleri karşısında hemen âyet indirerek nebisini savunmuş, her
zaman peygamberinin yanında olduğunu ve destekçisinin her zaman Allah olduğunu
göstermiştir. Ayrıca inananlar için bir nimet ve bir rahmet olduğunu
vurgulayarak Onu övmüştür. Evet, O küfürden imana, helaktan kurtuluşa
ulaştırdığı için ve ahiret günü şefaat edeceği için müminlere bir rahmettir.264
Peygamberimizin
âyetin sonunda, Allah’a nispet edilerek ‘Resulullah’ vasfıyla zikredilmesini
İbni Âşur, Peygambere eziyet edenlerin acıklı bir azabı hak ettiklerine işaret
olarak yorumlamıştır.265
Eziyet
ve hakaretlerden başka daha da ileri gidip Hz.Peygamber’i öldürmek isteyecek
kişilere karşı ise şu âyet, Allah’ın her zaman onu koruyacağını haber vermektedir.
Ɖŏ ŨřƾƵŧ Ƽō ƹŏ ưō ƺŎ
Ɣŏ Ƣő ōlj ŎǚŐ ǃō ŎǀōŲōƵŨƋō ƅŏ Űō Ʀő řƶōū Ũƺō ōƩ ƴő Ƣō ƪő ōű Ƹő řƵ ƻŏţǃō ưō śūƅř Ƽƹŏ
ưō NJő ōƵŏţ Ƴō ƈŏ ƽŎş Ũƹō Ƥő śƶōū ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂljŚ ōş Ũōlj
Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ Ʒō DŽő ōƮƵő
ŧ LJƂŏ ǂő ōlj ōǑ ōǚŐ ƻř ŏţ
‘Ey Peygamber!
Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ
et! Eğer
bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun. Allah seni, zarar vermek
isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez,
emellerine kavuşturmaz.’266
Âyetin
sebebi nüzulü hakkında farklı rivayetler vardır. 625 senesinde Zatürrikâ’
Gazvesinde Gavres ismindeki bir müşrik, bir ağacın altında istirahat etmekte
olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e gizlice yaklaşmış ve O’nu
öldürmek istemişti. Allah Peygamberimizi korumuş, Gavres bir şey yapamamış ve
eli boş dönmüştü. Âyet bu olay üzerine nazil olmuştur.267
Hz.
Aişe’nin naklediyor: Bir gece Allah Resulü uyuyamıyordu. ‘Sıkıntınız nedir, Ya Resulallah?’
dedim. ‘Salih bir mümin bu gece nöbet tutsa da uyuyabilsem’ dedi. ‘Sonra bir
aralık kapının önünde silah şakırtısı duyduk. ‘Kimdir o?’ diye seslendi. Dışardakiler:
‘Biz Huzeyfe ve Sad bin Ebi Vakkas, kapınızda nöbet tutmaya
263 Elmalılı Hamdi
Yazır, (ö.1942). Hak Dini Kur’an Dili,
Feza Gazetecilik, Azim Dağıtm. c.IV,
İstanbul, 1992,
İsmail Karaçam, (Sad.), s.376.
264 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/423.
265 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/244.
266 5. Maide Sûresi,
Âyet 67.
267 İbni Atiyye,
Muharreru’l Veciz, II/218.
geldik’
dediler. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) rahatça istirahat etti.
Başka zamanlarda da sahabiler Peygamberimizin evinin önünde nöbet tutar onu
korurlardı. Sonra bu âyet nazil olunca nöbet tutan sahabilere ‘artık evlerinize
gidebilirsiniz, Rabbim beni koruyacak’ demiştir.268
Görüldüğü
gibi Yüce Allah, elçisini, gönderdiği dini tebliğ ederken müşriklerden,
münafıklardan, Yahudilerden yani tüm düşmanlarından koruyacağını bildirmiş ve
destekçisinin Allah olduğunu bildirmiştir. Bunu anlayabiliriz. Çünkü bu çok
normaldir. Ne var ki Peygamberimiz Allah katında o kadar değerlidir ki,
hanımlarıyla arasında geçen küçük bir meselede, az incinmesi karşısında bile hemen
âyet indirmiş ve nebisini desteklemiştir. Bu çok latiftir!
وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ
اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ
عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪
قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ٣اِنْ
تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ
فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ٤عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ
يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ
تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً
‘Hani
bir ara Peygamber, eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Fakat o
bunu kumalarından birine haber verince, Allah da bu durumu elçisine bildirdi. O
da eşine söylediğinin bir kısmını bildirip, bir kısmından ise vazgeçmişti.
Peygamber, o eşine bu sûretle anlatınca o hayret ederek: “Bunu sana kim
bildirdi?” dedi. Peygamber de: “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah,
bana haber verdi” diye cevap verdi. Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer
kalplerinizin kayması sebebiyle Allah’a tövbe ederseniz ne âla! Yok eğer
hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah
onun yardımcısıdır.
Cebrail
de, salih müminler ve melekler de ayrıca onun yardımcılarıdır. Eğer o sizi
boşayacak olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren,
mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, kendisini ibadete vermiş, oruca düşkün
dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib eder.’269
Tefsirlerde
farklı rivayetlerle genişçe ele alınan âyette bahsi geçen konuyu
şöyle özetleyebiliriz.
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) eşlerinden birine sır olarak bir söz
söylemişti. Bu sözün ne olduğu hakkında; Peygamberin bal şerbeti içmemeye yemin
etmesi, hanımı Hz. Mariye’ye yaklaşmayacağına dair yemin etmesi ve hilafetin Hz.
Ebû Bekir,
268 Taberî, Câmiu’l Beyân, VIII/569; İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, II/67; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,
VIII/92.
269 66. Tahrim
Sûresi, Âyet 3-5.
sonra da
Hz. Ömer’e geçeceğini haber vermesi şeklinde üç rivâyet vardır. Fakat asıl
nüzül sebebi, Peygamberimizin, îla yaparak hanımlarından bir ay süreyle ayrılıp
uzlete çekilmesidir. Kendisine sır verdiği hanımı sırrı koruyamamış, yine
Resûlullah'ın eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmıştı. Bundan haberdar
olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ona sitem etmiş, bunun üzerine
ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer
eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum
karşısında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini
anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek
iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde
onların odalarında bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay
uzlete çekildi. Ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah'ı gücendirmiş olmak
endişesiyle çok üzüldüler ve odalarında ağlaşmaya başladılar. Böylece
‘Peygamber bütün eşlerini boşamş’ diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kiramı
bir telaş sardı. Hz. Ömer anlatıyor: ‘Kalktım Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem)in yanına gittim ve onu teselli etmek için şöyle dedim: “Ya
Resulallah, hanımların hakkında canını sıkma. şâyet onları boşarsan, Allah
senin yanındadır, melekler, Cebrâil ve Mîkail senin yanındadır. Ben, Ebu Bekir
ve müminler yanındayız.” Ben bu sözleri söyledikten sonra çok geçmedi, “Şimdi
ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize
arka çıkarsanız bilin ki Allah da onun yardımcısıdır. Cebrail de, salih
müminler ve melekler de ayrıca onun yardımcılarıdır. Eğer o sizi boşayacak
olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren,
mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, kendisini ibadete vermiş, oruca düşkün
dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib eder” âyetleri nazil oldu.’270
Hamdi
Yazır’a göre, Peygamber'e karşı öyle birbirlerine arka çıkacak olanlar,
kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olmaktadırlar.
‘Bundan sakınmalarının gereği anlatılmak üzere âyet
şöyle demektedir: “Hiç şüphesiz haberiniz olsun ki, Allah O Peygamber'in mevlâsı,
yardımcısıdır. Yani hak onundur ve her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı
Allah Teâlâ'dır. Hem de Cibrîl Ruhu'l-Emin olan ve Peygamber'e vahiy getiren o
manevî ve rûhânî kuvvet de
270 Taberî, Câmiu’l Beyân, XXIII/96; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/168; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,
XXI/87; Elmalılı
Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII/156-159.
onun
yardımcısıdır. Ve müminlerin salihi. O iki hanımın babaları Ebu Bekr ve
Ömer'den her biri ve genelde müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır.’271
Şimdi,
Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevdiklerinden
zerre kadar şüphe etmeyeceğimiz, müminlerin anneleri olan iki tane hanıma
karşı, Peygamberin yanında, Cebrail’i, bütün melekleri ve bütün salih müminleri
teker teker zikrederek bu kadar destekçi sayması, elbette o hanımlarla
savaşacak bir ordu hazırlamak için değildir. Bundan maksat, Allah’ın Peygamberimizi
ne kadar sevdiğini, ona ne kadar
değer
verdiğini ve onun incinmesine asla razı olmayacığını herkese ilan etmek olsa gerektir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in incinmesi, rahatsız edilmesi
karşısında, Allah’ın insanları ikaz ettiği diğer bir âyet de şudur:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ
اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى
طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا
طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ
يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْۘ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ
الْحَقِّۜ وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ
حِجَابٍۜ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ وَمَا كَانَ لَكُمْ
اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ
بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْـدَ اللّٰهِ عَظ۪يـماً
‘Ey iman edenler!
Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine
girmeyiniz. Fakat dâvet edildiğinizde girin. Yemeği yiyince hemen dağılın,
yemekten sonra sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız
ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu. Oysa Allah,
gerçeği açıklamaktan çekinmez. Eğer müminlerin annelerinden bir şey soracak
veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz. Böyle yapmanız, hem sizin
hem de onların kalpleri yönünden
daha nezihtir.
Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz ve kendisinin vefatından sonra onun
eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.’272
Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem), Zeyneb binti Cahş ile evlendiğinde sahabeye velîme
vermişti. Peygamberin evinde yemek yendikten sonra sahabe kalkıp gittiler.
Bazıları ise gitmeyip evde sohbete daldılar. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) bundan rahatsız oldu ama hayâsından, nezâketinden ve edebinden
dolayı onlara bir şey diyemedi. Kendisi kalkıp gitti. Bir müddet sonra
gitmişlerdir zannıyla geri geldiğinde onların hâlâ evde oturduklarını gördü.
Peygamberimizin canı sıkılınca âyetin ‘yemek yiyince dağılın sohbete dalmayın’
bölümü bu olay üzerine nazil olmuştur.273
271 A.g.e. VIII/159.
272 33. Ahzab Sûresi, Âyet 53.
273 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/170.
Âyetin, Peygamber hanımlarının hicab arkasına
alınmasıyla ilgili kısmıyla alakalı sebeb-i nüzul olarak şu rivâyetler vardır.
Hz.Ömer’in ihtiyaç için dışarı çıkan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in hanımlarından Sevde binti Zem’a’yı tanıması, ayrıca Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e ‘ya Resulallah hanımların örtünsünler, onların yanına her
türlü insan girebiliyor’ diye ısrar etmesi, Peygamberimizin evinde yenen bir
yemekte, yabancı bir erkeğin elinin Hz. Aişe’nin eline değmesi ve
Peygamberimizin bunu kerih görmesi gibi rivayetler zikredilmiştir. Âyetin, Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra hanımlarıyla
evlenilmesini yasaklayan kısmı ise, bir adamın, Peygamberimiz’in vefatından
sonra hanımlarından biriyle evleneceğini söylemesi üzerine inmiştir.274
Mâturidî’ye
(ö.333) göre Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hanımlarıyla kimse
evlenemez, çünkü O, vefatından sonra da diri gibidir.275 Zaten âyette bunun
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e eziyet vereceği söyleniyor.
Zemahşeri’ye göre Allah, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
vefatından sonra hanımlarıyla evlenmeyi çok büyük bir günah olarak görmüş, bu
âyetle nebisini tazim etmiş ve hayatında da, vefatından sonra da ona hürmet
etmenin vacip olduğunu bildirmiştir.276
Bu
konudaki âyetleri incelediğimiz zaman, Allahu Teâlânın Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’i üzecek, onun canını sıkacak, ona eziyet verecek her durumda
âyet indirerek müdahele ettiğini, onu desteklediğini, onun üzülmesine asla razı
olmadığını ve insanlara karşı nebisini kolladığını görüyoruz.
1.11.
MAKÂMI MAHMUDLA MÜJDELENMESİ
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerini gösteren
ve ona özel olarak verilen nîmetlerden biri de Makâmı Mahmûd’dur. Bu ifâde Kur’an’da
İsra
Sûresinde
geçer. ŊŧƁDŽƺžőŎ ƹř ŊŨƹŨōƮƹō ưō ūƅōŚ ưōō ŶƢō Ŭōő lj ƻōş džƌơōō ‘Umulur ki Rabbin Seni övülen bir
makama eriştirir.’277
Müfessirlerin
çoğunluğu, džƌō ơō ,
‘umulur ki’ kelimesinin, Allah için kullanıldığında kesinlik ifade edeceğini ve
Makâmı Mahmudun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e verilecek
şefaat makamı olduğunu
veya şefaat yetkisinin
Makâmı
274 A.g.e. XIX/170;
İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm,
XI/202.
275 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/131.
276 Zemahşerî,
Keşşâf, V/91.
277 17. İsra Sûresi,
Âyet 79.
Mahmudun
bir bölümü olduğunu söylemişlerdir.278 Yorumlar bütün müfessirlerin zikrettiği Ebu
Hüreyre’den gelen şu rivayete dayanmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) bu âyeti: ‘Bu makam ümmetime şefaat edeceğim makamdır’ diyerek kendisi
tefsir
etmiştir.279 džƌō ơō , ‘umulur
ki’ kelimesi, Allah için kullanıldığında kesinlik ifade ettiğine göre bu
durumda âyetin manası, ‘Rabbin Sana, umûmi bir şefaat yetkisi olan Makâmı
Mahmûd’u kesinlikle verecektir’ şeklinde olur.
Halk
arasında ‘ezan duası’ olarak bilinen duânın geçtiği hadis bu âyeti desteklemektedir.
Ůŏ ƹř ŨřŲƵŧ ŭŏ DŽō ơő Ƃř Ƶŧ
ƿŏ Ƅŏ ōǁ ũř ƅō Ƹř ŎǂřƶƵŧ ņ ňō ŧƂō śƾƵŧ ŎƠƺō ƌő ōlj Ƽō NJŽŏ Ƴō Ũōƭ Ƽő ƹō " : Ƴō
Ũōƭ ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō ƻŐ ōş ņ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽŏ ūő Ɔŏ ŏūŨŹō Ƽő ơō
" Ůŏ ƹō ŨōNJŏƮƵő ŧ Ʒō
DŽő ōlj LjŏŲơō ŨōƪōƏ ŎǀōƵ Űő řƶŽō ņŎǀōűƂő ơō ǃō LJƄŏ řƵŧ
ŧƁŊ DŽƺŎ žő ƹō ŨƹŊ ŨōƮƹō ŎǀŶƢőōő
ūŧǃō ōŮōƶNJƘŏ
ōƪőƵŧǃō ōŮōƶNJƋŏ DŽō őƵŧ ŧƂŊ ƺžōř ƹŎ
ůŏ
ŝ Ůƺŏōŏ ťŨōƮƵő
ŧ ŭǒōŏƔř Ƶŧǃō
Cabir
bin Abdullah’ın rivâyet ettiği hadiste Peygamberimiz, ‘Kim ezanı işittiği
zaman: “Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın Rabbi Allahım! Muhammed'e vesîleyi
ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin Makâm-ı Mahmûda ulaştır,” diye dua
ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim hak olur,’ buyurmuştur.280
Duhâ
Sûresindeki bir âyet ise, Makâmı Mahmuddan daha genel olarak Peygamberimize
ahirette verilecek bütün nimetleri ifade eder. Bu âyet:
džƗō Ɔő ōŲōƩ ưō Śūƅō ưō NJƛŏ
Ƣő Ŏlj Ƨō DŽő ƌō ōƵǃō ‘Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek ki, sen
de ondan
râzı olacaksın.’281 Âyetten, Allah’ın Peygamberimize gelecekte ‘artık
razı oldum ya Rabbi’ diyeceği ana kadar nimetler vereceği anlaşılmaktadır.
Peki, Peygamberimizi râzı edecek bu nimet nedir?
Hz. Ali
ve İbni Abbas’tan gelen rivâyetlere göre, Peygamberimize yapılan bu va’d, ona ümmeti
için şefaat yetkisi verilmesi vaadidir. Yine İbni Abbas’tan gelen diğer bir
rivâyete göre Peygamberimiz, bu âyet nâzil olunca, ‘öyleyse ben ümmetimden hiç kimsenin Cehennem’e
girmesine razı olmam ya Rabbi’
278 Taberî, Câmiu’l Beyân, XV/42; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, V/117; İbn-i Atiyye, Muharrerü’l Veciz III/463; İbnü’l Cevzî,
Zâdü’l Mesîr, V/76; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXI/32; Kurtubî, Ahkâmu’l Kur’ân XIII/151. Ayrıca bkz.
Mesut Erdal, 40 Soruda Kur’an ve Sünnet’e
Göre Şefaat İnancı, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s.26.
279 Taberî, Câmiu’l Beyân, XV/48; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, V/117; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXI/32. Ayrıca bkz.
Buharî, Tefsir, 4718;
280 Buhârî, Ezan,
614; Müslim, Salât, 11 (384).
281 93. Duha Sûresi,
Âyet 5.
buyurmuştur.
Bu âyet, Allah’ın, Peygamberimizin razı olacağı her şeyi yapacağına ve razı
olacağı her şeyi vereceğine delâlet etmektedir.282
Muhammed
bin Ali bin Hanefiyye’nin Iraklılara şöyle dediği rivâyet edilir: ‘Ey
Iraklılar! Siz Allah’ın kitabında en ümit verici âyetin, Zümer Sûresi’ndeki ‘Ey
kendi nefislerine karşı haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyin,’283 âyeti olduğunu iddia edersiniz. Biz ehli beyte göre ise, en
ümit verici âyet, ‘Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek ki, sen de ondan
râzı olacaksın.’ âyettir. Bundan maksat ise, Hz.Peygamber’in “Ya Rabbi artık
razı oldum” diyeceği ana kadar, “La ilahe illallah” diyenler hakkındaki
şefaatidir.’284
‘Sen
râzı oluncaya kadar sana vereceğiz’ âyetini destekleyen şu hadiste, Allah’ın
Peygamberimizi üzmeyeceği ve râzı edeceği müjdesi vardır. Abdulah bin Amr bin
As rivâyet ediyor: ‘Bir gece Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Ƽƹǃ Ljƾƹ ǀƽŤƩ LjƾƢŬű ƼƺƩ
ƸNJŽƅ ƅDŽƪƥ ưƽŤƩ LjƽŨƔơ ‘Kim bana tabi olursa o bendendir, kim de bana
isyan ederse şüphesiz sen çok bağışlayıcı ve çok merhamet edensin’285 ve
ƯƁŨŬơ ƸǂƽŤƩ ƸǂūƄƢű
ƻţ ‘şâyet azab edersen onlar Senin kullarındır…’286 Âyetlerini okumuş
ve ellerini kaldırıp: “Allahım ümmetim ümmetim” diyerek ağlamıştı. Allah
Cebrail’e şöyle dedi, “Muhammed’e git ve sor: Rabbin bildiği halde soruyor, onu
ağlatan nedir?” Cebrail geldi ve Peygamberimize haber verdi. Sonra da Allah
Cebrail’e, “Muhammed’e git ve: Ümmeti hakkında onu razı edeceğiz ve onu
üzmeyeceğiz” de buyurdu.’287
Âlûsî Beyhaki’den
iktibasla, ümmetine karşı çok hırslı ve onlara çok düşkün olan Allah Resulünün
azim şefkatiyle, ümmetinden hiçkimsenin Cehennem’e girmesine râzı olmayacağını
ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in rızasının, ümmetinin
tamamının Cennet’e girmesiye olacağını söyler.288
Ele
aldığımız âyetin tefsiri sayılabilecek hadislerden biri de meşhur şefaat hadisidir:
Ebu Hureyre'nin
naklettiği rivâyet şöyledir:
" Resûlullah
ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budundan bir parça ikram edildi. But hoşuna
giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:"Ben Kıyamet günü âdemoğlunun
282 Bkz. Taberî,
XXIV/488; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXXI/193;
İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz,
V/494; İbn-i Kesîr, XIV/384
283 39. Zümer Sûresi,
3Âyet 53.
284 Tabersî, Mecmau’l
Beyan X/505; İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz,
V/494.
285 14. İbrahim
Sûresi, Âyet 36.
286 5. Maide Sûresi,
Âyet 118.
287 Müslim, Îman, 346 (202).
288 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XXX/288.
efendisiyim!
Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah o gün, öncekileri ve
sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir.
Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve
tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:"İçinde
bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor
musunuz?" demeye başlarlar.
Birbirlerine:"Babanız
Âdem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Âdem! Sen insanların babasısın.
Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Meleklerine senin
önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın
var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi,
başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Âdem aleyhisselâm da:
"Bugün
Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine
öfkelenmeyecek. Beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi
oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a
gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler:
"Ey
Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Resullerin ilkisin. Allah seni çok
şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor
musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte
bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek:
"Bugün
Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da
böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine
(beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim
aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a
gelecekler:
"Ey
İbrahim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halilisin, bize
Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?"
diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara:
"Rabbim
bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar
öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere
yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra
sözlerine şöyle devam edecek:
"Nefsim!
Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Mûsâ aleyhisselam'a gidin!"
İnsanlar, Hz.
Mûsâ aleyhisselam'a gelecekler ve:
"Ey
Mûsâ! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla
insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde
bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler.
Hz. Mûsâ
da:"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan
sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana
kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!" diyecek. İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve:
"Ey
İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden
bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize
şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler!
Hz. İsa
aleyhisselam da:"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi,
bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. Hz. İsa şahsıyla
ilgili bir günah zikretmeksizin, nefsim! nefsim! nefsim! Benden başkasına
gidin! Muhammed aleyhissalâtu vesselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar
Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'a gelecekler ve: "Ey Muhammed! Sen
Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş
gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte
bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun
üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken
Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak.
Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek!
Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı
kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!"
diyeceğim. Bunun üzerine:
"Ey Muhammed!
Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan
içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!"
denilecek." Resûlullah sonra şöyle buyurdular:
"Nefsim
kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından
iki kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra
arasındaki mesafe kadardır."289
Hadiste
geçen, Allah’ın Peygamberimize, "Ey Muhammed başını kaldır ve iste!
(İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!"
şeklinde söylediği ifadeler, sanki Duhâ Sûresi’nde geçen, ‘Rabbin Sana ilerde
verecek ve Sen de razı olacaksın’ âyetinin tefsiri gibidir. Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) Allah katında nasıl bir makama sahiptir ki, Allah ona âdeta, ‘Ya
Muhammed, sen üzülme. Ben seni razı
edinceye
kadar, nimetlerimle, ihsanlarımla kuşatacağım. Sen iste, istediğini vereceğim.
Dua et, duanı kabul edeceğim’ diyerek adetâ sınırsız bir yetki vermektedir.
Teşbihte hata olmazsa bu durum, imkanları geniş bir babanın çok sevdiği
evladına, ‘dile benden ne dilersen’ diyerek istediği her şeyi ona alacağını
vaad etmesi gibidir. Tabi ki burada Allah’ın Peygamberimize sınırsız isteme
imkânı vermesini yanlış anlamamak gerekir. Mesela Peygamberimiz müşriklerin
affedilmesini ve Cehennem’den çıkarılmasını isterse Allah bunu kabul eder mi?
Böyle sorular akla gelebilir.
289 Buhârî, Tefsîru’l
Kur’an, 4712; Müslim, Îman, 326 (192).
Öncelikle Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem),
mârifetullah noktasında Allah’ı en iyi bilen ve O’na saygı, edep konusunda
diğer insanlarla kıyaslanamayacak kadar ilerde olan bir peygamberdir. İman ve küfür
konularında Kur’an’ın çizdiği çerçeveyi,
Allah’ın
va’d ve vaidini en iyi bilen insandır. Kendisine, سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ
لَهُمْۜ لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ
الْفَاسِق۪ينَ ‘Onlar için mağfiret
dilesen de, mağfiret dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla affetmeyecektir.
Çünkü Allah, fâsıklığı tabiat haline getirenleri hidâyet etmez’290 ve
وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى
الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ
‘Onları, yaklaşan müthiş güne karşı uyar! Yürekler
ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar. O zalim kâfirlerin ne dostları, ne de
sözüne itibar edilir şefaatçileri olabilir.’291 âyetleri indirilmiş bir
Peygamber, elbette
kâfirler
ve münafıklar hakkında şefaat etmeyecektir. Yani Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in şefaat yetkisi bile kâfirleri de içine alacak kadar
sınırsız değildir.292 Ayrıca Allah, Peygamberimizin, kendisine verilen
bu kabul olacak dua imkânını nasıl kullanacağını, ebedi Cehennem’i haketmiş
olanların affolması gibi bir istekte bulunmayacağını zaten bilmektedir. O halde
Allah’ın, ‘iste istediğin verilecek’ demesi sonucunda, onun istediklerini
vermesi Peygamberimize ayrı bir iltifatı; Ona bu fırsatı verirken, onun edebine
ve ahlakına güvenmesi ayrı bir iltifatıdır.
Sonuç olarak
bu âyet ve hadislerden anlaşılan şudur: Yüce Allah âhiret günü Peygamberimize,
onu hoşnut edecek, dünyada çektiği bütün sıkıntıları unutturacak ve başka hiç
kimseye nasip olmayacak çok yüce bir makam verecektir.
1.12.
KEVSERİN VERİLMESİ
Bir önceki başlıkta Peygamberimize verileceği müjdelenen Makâmı
Mahmud gibi, Allah’ın Peygamberimize vereceğini müjdelediği özel nîmetlerden biri
de
Kevser müjdesidir. Yüce Allah, doğrudan Peygamberimize hitaben, Ưō
ŨōƾőNJōƛơōő ş Ũřƽţŏ
Ɔō ōŵDŽő Ʋō Ƶő ŧ ‘Şüphesiz
biz sana Kevseri verdik’293 buyuruyor. Peki, acaba Kevser ne demektir ve nasıl
bir nimettir?
Hz. Enes şöyle
rivâyet etmiştir: ‘Rasûlullah’ın aramızda bulunduğu bir gün,
birden hafîf
bir dalışla daldı, sonra mütebessim olarak başını kaldırdı. Biz, “ey Allah'ın
Rasûlü, seni güldüren nedir?” dedik. Buyurdu ki: “Az önce bana bir sûre
290 63. Münafikun
Sûresi, Âyet 6.
291 40. Mümin Sûresi,
Âyet 18.
292 Bkz. Yener
Öztürk, İslam İnancı Etrafında Yerli Yorumlar,
Işık Akademi Yayınları, İstanbul, 2008, s.65.
293 108. Kevser
Sûresi, Âyet 1.
indirildi
ve Kevser Sûresi’ni okudu. Sonra “Kevser nedir biliyor musunuz?” dedi. Biz,
“Allah ve Rasûlü en iyi bilendir” dedik. Buyurdu ki: “O, bir nehirdir. Azîz ve
Celîl olan Rabbim onu bana vaadetmiştir. Onun üzerinde pekçok hayır vardır. O
bir havuzdur ki kıyamet günü ümmetim ona gelir. Yıldızların sayısınca kabı
vardır. Onlardan bir kul kovulur. Ben derim ki: Rabbim, o, benim ümmetimdendir.
Allah Teâlâ buyurur ki; senden sonra ne ihdas ettiklerini bilmiyorsun.”294
Kevser,
en çok bilinen anlamıyla, bu hadiste de geçtiği gibi, Cennet’in ortasından
akan, iki yakası altından, yatağı inci ve yakuttan, suyu kardan beyaz, tadı
baldan tatlı ve toprağı miskten daha güzel kokan bir ırmaktır.295
Mâturidî’ye
göre Kevser, sadece Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bilebileceği
ve başka kimsenin bilemeyeceği ona özel bir nimettir.296
Beğavî
(ö.516), Kevser’in, ondan içenin bir daha susuzluk çekmeyeceği, içinde çok
hayırlar olan bir ırmak olduğunu veya hayırdan bir ırmak olduğunu söyler.297
Zemahşerî,
ırmak oluşuyla alakalı rivâyetleri zikrettikten sonra Said bin Cübeyr’in şu
sözünü nakleder: ‘İnsanlar Kevser’in bir ırmak olduğunu zannederler. Halbu ki o
çok hayır manasında bir nimettir.’298
Kevser
hakkında en kapsamlı açıklamayı Râzî yapmıştır. Onun açıklamalarını özetlemekle
yetinelim:
‘Kevser
kelimesi, Arapça'da “fev'al” vezninde bir kelime olup, “kesret” (çokluk)
kökündendir, “alabildiğine çok” demektir.
1.
Kevser, “Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in çocukları ve soyudur.” Bu görüşte olanlar derler ki: Çünkü
bu sûre, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i, “ebter” diye
ayıplayanlara bir cevab olarak inmiştir. Buna göre mana, “Allah o peygambere, zamanlar
geçtikçe sürüp giden nesiller vermiştir” şeklinde olur.
2.
Kevser, Hz. Muhammed
ümmetinin âlimleridir. Ömrüme yemin ederim ki, en büyük ve en çok hayır, yani
kevser budur. Çünkü bu ümmetin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberi
gibidirler.
3.
Kevser, İslâm'dır. Ömrüme
yemin olsun ki İslâm, en büyük hayırdır. Çünkü dünya ve ahiret iyilikleri,
ancak İslâm sayesinde elde edilir. Yine bu iyilikler, onun elden çıkması ile elden
çıkar. Çünkü İslâm, marifetullahtan, yahut da bilinmesi gereken şeylerden
294 Müslim, Salât,
53 (400). Ebû Dâvûd, Süleyman bin Eş’as es-Sicistânî. (ö.275). Sünen-i Ebî Dâvûd.
Salât, 784.
Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Riyad, Ts.
295 Taberî, XXIV/679.
296 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, VI/526.
297 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/557.
298 Zemahşerî,
Keşşâf, VI/446.
ibarettir. Binâenaleyh
İslam, en büyük ve en çok hayır olunca, ona "kevser" denebilir.
4.
Kevser, taraftarı ve
adamları çok olan demektir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in,
sayısını ancak Allah'ın bilebileceği kadar taraftarı olduğunda ise şüphe
yoktur.
5.
Kevser, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'de bulunan çokça faziletlerdir.
6.
Kevser, "Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in, şanının yüksekliğidir. Bu husus, İnşırah
Sûresinde anlatılmıştı.
7.
Kevser, ilim demektir.
8.
Kevser, "güzel
huy" demektir. Bu görüşte olanlar şöyle demektedirler güzel huyun faydası,
daha genel ve şümullü olmuş olur.
9.
Kevser, şefaat demek olan, Makâm-ı
Mahmûd'dur. 299
Bu görüşleri
düşündüğümüzde Cenâb-ı Hakk'ın ‘Sana Kevseri verdik’ ifadesi, "hiç
şüphesiz biz sana, gerek dünya, gerekse din hususunda çok hayırlar verdik"
anlamındadır.
Râzî, âyetle
alakalı tespit ettiği nüktelere şu îzahlarla devam eder:
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), müşrikleri küfre nisbet edip,
dinlerini çürütüp, kendilerini de imânâ davet edince, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in yanında toplandılar ve “Eğer sen bunu mal elde etmek için
yapıyorsan, sana, insanların en zengini olacağın kadar mal verelim... Yok, eğer
gayen evlenmek ise, seni kadınlarımızın en güzeli ile evlendirelim.. Yok eğer,
derdin reis olmak ise, biz seni, kendimize başkan yapalım” dediler de, bunun üzerine
Cenâb-ı Hak, “Hakikat biz sana kevseri verdik” buyurmuştur ki bu, “Göklerin ve
yerin yaratıcısı sana, dünya ve ahiretin en hayırlılarını verdiğine göre, sen
onların sana verecekleri mallarla ve seni görüp gözeteceklerini söylemelerine
aldanma...” demektir.
Âyetin (biz
sana verdik) ifadesi Allah Teâlâ'nın, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) ile vasıtasız, doğrudan doğruya konuşmuş olduğunu ifade eder ki, bu,
“Allah Mûsâ ile de konuştu...”(Nisa, 164) ayetinin yerine geçen bir ifadedir. Hattâ,
bu daha ileri ve kıymetli bir ifadedir.
“Sana
vereceğiz” dememiştir. Çünkü, “sana verdik” ifadesi, “biz seni, sırf lütfumuz
ve bizden sana olan ihsanımız sebebiyle, bir gerekçe olmaksızın tercih ettik..”
demek istemiştir.
“Sana
verdik” buyurmuş, “Resule”, “Nebîye” yahut “itaat edene verdik...” dememiştir.
Çünki, Cenâb-ı Hak eğer böyle demiş olsaydı bu, bağışın işte bu vasıflara bağlı
olarak meydana geldiğini ifade ederdi. Ama, Cenâb-ı Hak, “Biz sana verdik”
buyurunca, bu bağışın herhangi bir gerekçeye bağlı olmaksızın; tam aksine,
Cenâb-ı Hakk'ın sırf irade ve ihtiyarı ile yapıldığı anlaşılmış oldu.
“Biz”
ifadesinin tazim manasına alınmasına gelince, bunda, o bağışın büyüklüğüne dikkat
çekme vardır. Çünki, bu bağışı yapan, göklerin ve yerin Cebbâr'ı
299 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/123.
olan Allah,
kendisine bağış yapılan, "Hakikaten, biz sana kevseri verdik"
hitabının muhatabı olan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i, hibe
ise, Kevser adını alan şeydir. Ki, Kevser; "alabildiğine çok olan"
demektir. Bu lafız, bağışlayanın, kendisine bağış yapılanın ve bağışın büyüklüğünü
ihsas ettirince, bu ne büyük bir nimet! Bu ne ne yüce lütuf! Bu, ne görülmemiş
bir şereftir!’300
Yukarıdaki
yorumlardan, özellikle Râzî’nin yaptığı yorumlardan çıkan sonuca göre, Yüce
Allah ezelde Peygamberimizi seçmiştir, dünyada türlü nimetlerle onu
kuşatmıştır, ahirette de hiç kimseye nasip olmayacak nimetlerle onu donatacak
ve onu, hiç kimseye nasip olmayacak makamlara çıkaracaktır.
1.13.
GEÇMİŞ VE GELECEĞİNİN BAĞIŞLANMASI
Peygamberimizin,
‘bana bir âyet indirildi ki benim için dünyadaki herşeyden daha sevimlidir’
buyurduğu Fetih Sûresi, çoğunluk görüşe göre Hudeybiye anlaşması dönüşü nâzil
olmuştur.301 Sûrenin başında, Peygamberimize apaçık bir fethin verilmesi,
geçmiş ve geleceğinin bağışlanması ve nimetin tamamlanması, sırat-ı müstakim
üzere sabit kılınması ve kuvvetli bir yardımla yardım edilmesi gibi çok önemli
müjdelerden bahsedilmektedir.
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ
فَتْحًا مُب۪ينًاۙ
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا
تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ
وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ
‘Allah’ın,
senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması,
seni dosdoğru yola hidâyet etmesi ve sana şanlı bir zafer vermesi için biz sana
aşikâr bir fetih ihsan ettik…’302.
Kurtubî farklı
bir nüzul sebebi olarak şöyle bir rivayet naklederler:
ŰŎ ƾƱŎ Ũƹō ƴŎő ƭ
Ƽŋ NJŏŬƹŚ Ɔŋ ljƄŏ ōƽ Ǒř ţŏ Ũōƽşō
Ũƹō ǃō Ljř ōƵŏţ džŽō DŽŎlj Ũƹō Ǒř ţŏ ŎƠŬŏ řűşō ƻŏő ţ Ƹő ƲūŏŎ Ǒō ǃō Ljŏū ŎƴƢƪljŎőō Ũƹō
LJƅŏ Ɓōő ş Ũƹō ǃō ƴŏ ŎƋƆŚ Ƶŧ Ƽő ƹś ŨŊơƂŏő ū ‘De ki:
Peygamber
olarak gelen ilk insan ben değilim ki! Dünya hayatında benim ve sizin başınıza
neler geleceğini bilemem. Ben sadece bana ne vahyediliyorsa ona uyarım. Çünkü
ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim’303 âyeti nazil olduğu
zaman Yahudiler, ‘kendisine ne olacağını bilemeyen bir adama nasıl tâbi olalım’
diyerek alay etmeye başladılar. Bu da Peygamberimize çok ağır geldi. Onun
üzerine Fetih Sûresinin ilk ayetleri nâzil oldu.304
300 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/120.
301 Taberî, XXI/238,241;
Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/295.
302 48. Fetih Sûresi,
Âyet 1-2.
303 46. Ahkaf Sûresi,
Âyet 9.
304 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XIX/295.
Âyette geçen
fetihten kasıt, bazı müfessirlere göre Hudeybiye Antlaşmasıdır. İbni Abbas,
‘İslam’da Hudeybiye Anlaşmasından daha büyük bir fetih yoktur’ demiştir. ŎǀōŲƺō Ƣő ŏƽ Ƹř ŏŲŎljǃō ‘nimetini
tamamlaması’ ifadesiyle ise Mekke’nin ve Hayber’in fethine işaret edilmiştir.305
Günahın
affedilmesi meselesine gelince, Peygamberimiz için günahtan bahsetmek câiz
değildir. Denilecekse eğer, ancak zelle denilebilir. Bu zelleyi de,
Peygamberimiz ve diğer peygamberler için bahsedilen günah kavramını da, bizim
günahlarımız gibi düşünmemek gerekir. Zelleyi, peygamberlere yasaklanan mübah
fiiller olarak düşünmek gerekir.306 Bazı müfessirler de risalet öncesine ait
günahların affolması olarak tefsir etmişlerdir.307
Ʒō Ƃř ōƮōű Ũƹō ‘geçmiş’
ifadesi, peygamberlik öncesi içindir. Ɔō
ſř ōŠōű Ũƹō ǃō ‘gelecek’ ifadesi ise gelecek günahlara işaret için
değil, Peygamberimizin şerefini, Allah katındaki değerini ilan içindir.308
Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) için ‘günahların affolmasından maksat,
ümmetinin günahlarının affedilmesi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
faziletli olanı tercih edip efdal olanı terketme hatasının affedilmesi, zelle manasındaki
küçük günahların affedilmesi veya Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
masum olması manasını verenler olmuştur.309 Zaten Ehl-i Sünnet
ulemasına göre nebiler kasıt yoluyla günah işlemekten masumdurlar.310
Özetle
bu bölümde, Yüce Allah’ın, doğrudan doğruya Peygamberimizin ahlakını nasıl
övdüğünü, şânını nasıl yücelttiğini, ona itaati nasıl emrettiğini, ona isyan
etmeyi nasıl kendisine isyan saydığını, onu sevmeyi ve ona saygı göstermeyi
nasıl emrettiğini, müminler için nasıl büyük bir nimet olduğunu, her zaman
Allah tarafından nasıl desteklendiğini, üzüldüğü durumlarda nasıl teselli
edildiğini, Makamı Mahmut ve Kevser gibi nimetlerin verilmesiyle, geçmiş ve
geleceğinin affedilmesi müjdesiyle nasıl müjdelendiğini gördük. İkinci Bölümde
ise Peygamberimizin değerine dolaylı olarak işaret eden âyetleri incelemeye çalışacağız.
305 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/517; Zemahşerî,
Keşşâf, VI/535; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,
XIX/300.
306 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/517.
307 Taberî, XXI/238,241;
Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/295.
308 İbni Atiyye,
Muharrerü’l Veciz, V/126.
309 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/78.
310 Sadru’l
İslam İmam Ebu’l Yüsr Muhammed el-Pezdevî. (ö.482). Ehl-i Sünnet Akaidi, Kayıhan Yayınları, Şerafeddin Gölcük (Çev.) İstanbul,
2013, s.255; Nûreddin Es-Sâbûnî. (ö.580). Mâturidiyye
Akâidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Bekir Topaloğlu (Çev.),
Ankara, 2005, s.302; Ali bin Sultan Muhammed El- Kârî. (ö.1014). Şerhu’l Fıkh’il Ekber Li Ebi Hanîfe, Dâru’n-Nefâis,
Mervan Muhammed Şe’aar (Thk.), Beyrut, 2009, s.126.
2.
PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOLAYLI
OLARAK İŞARET EDİLMESİ
2.1. BÂZI PEYGAMBERLERİN EFDALİYYETİNİN VURGULANMASI
Biz,
Kur’an’da ismi geçen ve geçmeyen, ismini bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün peygamberlere
iman ederiz. Çünkü İslam Dininde mümin olmanın şartlarından
biri de peygamberlere
iman etmektir.
ŏŜŐ
Ũŏū Ƽō ƹō ŝ ƴŗ ƱŎ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧǃō ǀŏ śūƅř Ƽƹŏ ǀŏ NJő ōƵŏţ Ƴō ƈŏ ƽŎş Ũƺō ŏū ŎƳDŽŎƋ
řƆƵŧ Ƽō ƹō ŝ
ǀŏ ŏƶŎƋ Śƅ Ƽƹś ƂŌ Žō ōş Ƽō
NJő ōū ƫŎ Ɔś ōƪŎƽ ōǑ ǀŏ ŏƶŎƋ Ŏƅǃō ǀŏ ŏŬŎŲƱŎ ǃō ǀŏ ŏŲƲō ťŏ njƹō ǃō
‘Peygamber,
Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de!
Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman
etti. "O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz"
dediler’311 âyeti gereği iman etme cihetiyle hiçbir peygamberi ayırmayız.
Buradaki
ǀŏ
ŏƶŎƋ Śƅ Ƽƹś ƂŌ Žōō ş
Ƽō NJōő ū ƫƆśŎōƪŎƽ
ōǑ ‘peygamberler arasında ayırım yapmayız’
ifadesine
göre müminler, peygamberlerden bazısına iman edip, bazısını inkâr etmezler.
Hepsini tasdik ederler. Allah’tan getirdikleri her şeyi ikrar ederler. Onlar Peygamberlerden
bazısına iman edip bazısını inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar gibi değildirler.312
Mesela
Yahudiler Hz. Mûsâ’ya inanıyor, Hristiyanlar Hz. İsa’ya inanıyor ama Hz. Muhammed’i
kabul etmiyorlar. Müslümanlar ise Hz. Mûsâ’ya da, Hz.İsa’ya da iman ederler.
‘Biz
peygamberler arasında ayırım yapmayız’ ayetinden maksat, onlardan bazısının
bazısından üstün olduğunu söylemenin caiz olmadığı değildir. Allah’a,
meleklerine, kitaplarına ve peygamberlere iman esaslarına işarettir.313
İman
etmede hepsini eşit görmekle beraber, peygamberler arasında derece farkının
olduğunu da bizzat Kur’an haber vermektedir. Yoksa peygamberleri yarıştırmak,
birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek insanların karar vereceği bir mesele
değildir. Bu konuda iki tane âyet vardır.
Ƹō ōljƆő ƹō Ƽō ūő ŧ
džƌō NJơŏ
ŨōƾNJő ōűŝǃō ůŌ ŨŹō ƅō Ɓō Ƹő ŎǂƘō Ƣő ōū Ơō ōƩƅō ǃō
ǚŎ Ő
Ƹō řƶƱō Ƽƹř ƸŎǂƾő ƹś ƖŌ Ƣő
ūō džōƶơō
Ƹő ŎǂƘō Ƣő ōū Ũōƾƶő Ƙř ōƩ ŎƴŎƋƆŚ
Ƶŧ ưō őƶű
Ɖŏ ƂŎ ŎƮƵő ŧ Żŏ ǃ ŎƆŏū ŎƿŨōƽƂő
řljōşǃō ůŨōƾNJōś ŬƵő ŧ ‘İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini
kimine
üstün kıldık.
Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti. Meryem’in
oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu
311 2. Bakara Sûresi,
Âyet 285.
312 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/150; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/392.
313 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VII/145.
Rûhul-Kudüs
ile destekledik’314 âyetinde Allah, bazı peygamberleri diğerlerinden
üstün kıldığını hem de örnek vererek açıklamaktadır. İçlerinden, Allah’ın kendisiyle
özel olarak konuştuğu peygamberden, bazısının açıkça derecelerle
yükseltildiğinden, Hz. İsa’nın Rûhul Kudüs ile desteklendiğinden
bahsedilmektedir.
Diğer
âyet olan, ƖŌ Ƣő
ōū džōƶơō Ƽō NJśNJŏŬřƾƵŧ
Ɩō Ƣő ōū Ũōƾƶő Ƙř ōƩ Ƃő ōƮōƵǃō
ƕŏ ƅő
ōǍŧǃō ůŏ
ŧǃō Ũƺō ƌř Ƶŧ LjŏƩ Ƽƺō ŏū ƸŎ ōƶơő ōş ưō Śūƅō
ǃō
ŧ ŊƅDŽŎūƇō Ɓō ǃǃŎ ŧƁō ŨōƾőNJōűŝǃō
‘Hem senin Rabbin, göklerde ve yerde olan kim varsa hepsini pekiyi bilir.
Biz nebîlerden bazısını bazısına üstün kıldık, nitekim Davud’a da Zebûr’u
verdik’315
ayetinde de yine bazı peygamberlerin diğerlerinden üstün kılındığı söylenip
Hz. Davud örnek verilmektedir.
ƴŏ ŎƋƆŚ Ƶŧ Ƽō ƹŏ Ʒŏ ƈő Ƣō
Ƶő ŧ ŧDŽŎƵ ǃŎş Ɔō ōŬƓō Ũƺō Ʊō Ɔő ŏŬ őƓŨōƩ
‘O halde ey Resulüm! O üstün azim sahipleri
olan
peygamberler nasıl sabrettilerse, sen de öyle sabret’316 âyetinde ise, azim
sahibi peygamberlerden bahsedilmektedir. Ulu’l azm tabirinden kasıt, bütün
resuller olabileceği gibi, müfessirlerin bazılarına göre bunlar, Hz. Nuh, Hz. İbrahim,
Hz.
Mûsa, Hz.
İsa ve Hz. Muhammed aleyhimüsselamdır.317
ůŌ ŨŹō ƅō Ɓō Ƹő ŎǂƘō Ƣő ōū
Ơō ōƩƅō ǃō ‘Bazısını birçok derecelerle yükseltti’, âyetinde kastedilen kişi
Peygamberimizdir. Çünkü o bütün peygamberlerden üstündür. Ona, diğer
peygamberlere verilmeyen binden fazla mûcize verilmiştir. Hatta bu mûcizelerden
hiç biri verilmeseydi bile, ona verilen Kur’an-ı Kerim tek başına, sâir peygamberlerin
mucizelerinin hepsinden büyüktür. O bütün insanlığa gönderilmiştir. Allah
Peygamberlik müessesesini onunla mühürlemiştir. O, Peygamberlik zincirinin son
halkasıdır. İsminin açıkça zikredilmeyip müphem bırakılması ise, şânının
yüksekliğine ve faziletinin üstünlüğüne daha beliğ bir şekilde işâret etmek
içindir.318
Peygamberlerin
bazısının bazısından üstün olduğu ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in hepsinden üstün olduğu konusunda icmâ vardır.319 Bu
konuyla alakalı Râzî’nin ileri sürdüğü delillerden bazıları şunlardır:
314 2.Bakara Sûresi, Âyet 253.
315 17. İsra Sûresi,
Âyet 55.
316 46. Ahkaf Sûresi,
Âyet 35.
317 Taberî, Câmiu’l Beyân, XXI/177; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XIX/233; İbni Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, XIII/56.
318 Zemahşerî,
Keşşâf, I/477, İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/338; İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, I/301.
319 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VI/210; Sayın Dalkıran,
Ahmet Feyzi Çorûmî’nin El-Feyzü’r-Rabbânî
Işığında Osmanlı Devleti’nde Ehl-i Sünnet’in Şi’î akidesine Tenkidleri,
Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.73; Şerafeddin Gölcük ve
Süleyman Toprak, KelamTarih-Ekoller-Problemler,
Tekin Dağıtım, Konya, 2001, s.332; Bekir Topaloğlu vd. İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2013, s.171; Ahmet
Saim Klavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve
Kelama Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004, s.249, Ömer Nasuhi Bilmen, İslam Akaidi, Semerkand Yayınları,
İstanbul, 2013, s.94.
1. Allah ona ‘Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik’320
buyurmuştur. Bütün âlemlere rahmet olanın, bütün âlemlerden üstün olması
gerekir.
2.
Allah ona ‘Ve senin zikrini yücelttik’321
buyurmuştur. Bu tavsif sadece Peygamberimiz hakkında söylenmiştir, çünkü
Allah'u Teâlâ onun zikrini, kelime-i şehâdette, ezanda ve teşehhüdde kendi
adıyla beraber zikretmiştir. Diğer peygamberlerin zikri ise böyle değildir.
3.
Allah'u Teâlâ, Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e yapılan itaatin kendisine yapılan itaat gibi
olduğunu belirterek, ‘Kim Resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur’322,
O'na yapılan biatın kendisine yapılmış olacağını beyan ederek, ‘Sana biat
edenler (bilsinler ki), Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların eli
üzerindedir’323, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in şerefinin,
kendi şerefi olduğunu söyleyerek, ‘Halbu ki şeref ve kuvvet Allah'ın ve
peygamberinindir’324, Peygamberin rızasının, kendi rızası demek
olduğunu ilân ederek, ‘Allah'ı ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur’325
ve O'na uymanın, kendisine uyma olduğunu bildirerek de, ‘Ey imân edenler,
Allah'a ve Resulüne uyun’326 buyurmuştur.
4.
Allah Teâlâ, Kur'an'ın
herhangi bir sûresi ile meydan okumasını emrederek, Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'e ‘O' nun sûreleri gibi bir sûre getirin’327 buyurmuştur.
Sûrelerin en kısası, üç âyet olan Kevser Sûresidir. Allah Teâlâ, Kur'an'ın her
üç âyeti ile, onu inkâr edenlere meydan okumuştur. Kur'an'ın tamamı altı bin
küsur âyet olunca, Kur'an mucizesi, tek bir mucize değil, aksine iki binden
daha fazla mucize olması gerekir. Bu böyle olunca, Hz. Mûsâ'nın dokuz mucize
ile şereflendirilmesine karşılık, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in
bunca sayısız mucize ile şereflendirmiş olması elbette pek münasiptir.
5.
Hz.Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in mucizesi, diğer bütün peygamberlerin mucizelerinden daha
üstündür. Bu sebeble onun diğer peygamberlerden daha üstün olması gerekir.
O'nun mucizesinin daha üstün oluşunun izahı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem)'in, ‘Sözler içinde Kuranın yeri, bütün mevcudat içinde Hz. Âdem'in
yeri gibidir’ hadis-i şerifinin ifâde ettiği manadır.
6. Allah Teâlâ, peygamberlerin hallerini anlattıktan sonra,
‘Onlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği
hidâyet yoluna uy’328 buyurarak, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)'e, geçmiş peygamberlere uymasını emretmiştir. Buna göre Allah Teâlâ
sanki şöyle buyurmuştur: ‘Biz seni o peygamberlerin hallerine ve gidişatlarına
muttali kıldık. Binaenaleyh sen o hallerin en güzel ve en hoş olanlarını seç,
ve bütün o
320 21. Enbiya
Sûresi, Âyet 107.
321 94. İnşırah
Sûresi, Âyet 4.
322 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 80.
323 48. Fetih Sûresi,
Âyet 10.
324 63. Münafikun
Sûresi, Âyet 8.
325 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 62.
326 8. Enfal Sûresi,
Âyet 24.
327 2. Bakara Sûresi,
Âyet 23.
328 6. Enam Sûresi,
Âyet 90.
hallerde, o
peygamberlere uy.’ Bu ifâde, diğer peygamberlerde tek tek bulunan bütün güzel
hasletlerin, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'de toplanmasını ve
onun, peygamberlerin hepsinden üstün olmasını gerektirir.
7.
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) bütün insanlara peygamber olarak yollanmıştır. Bu da, onun
katlandığı eziyetlerin daha çok olmasını gerektirir. Bu sebeble de onun daha
üstün olması gerekir. ‘Biz seni, ancak insanların tamamı için peygamber olarak
gönderdik’329 âyeti, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in
bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiş olduğuna delâlet eder.
8.
Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in dini, dinlerin en üstünüdür. Binaenaleyh Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in de, peygamberlerin en efdali olması gerekir.
9. Hz.Muhammed’in ümmeti, ‘Siz, insanlar için çıkarılmış en
hayırlı bir ümmetsiniz’330 âyetine göre ümmetlerin en üstünüdür.
Bundan dolayı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) 'in de,
peygamberlerin en üstünü olması gerekir.
10.
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) son peygamberdir. Binaenaleyh onun daha efdal olması gerekir.
Çünkü daha iyi olanın, derecesi daha aşağı olan ile neshedilmesi aklen hoş karşılanmaz.
11.
Peygamberlerin bazısının
bazısından üstün olması birtakım sebeblere dayanır. Bu sebeplerden bir tanesi,
onların doğruluklarına delalet eden ve daha şerefli olmalarını gerektiren
mucizelerin çokluğudur. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in
mucizeleri ise üçbinden fazladır. Hadis kitapları bunlarla doludur.
12.
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in, ‘Hz. Adem ve diğer peygamberler kıyamet günü benim
sancağım altında olurlar’ hadisidir. Bu da, onun Hz. Âdem ve bütün âdemoğullarından
daha üstün olduğunu gösterir.Yine Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem),
‘Ben, âdemoğullanın efendisiyim fakat bunda övünülecek birşey yok’ ve ‘Ben girmedikçe
cennete hiçbir peygamber giremez ve benim ümmetim girmeden de hiçbir ümmet giremeyecektir’
buyurmuştur. Enes (r.a), Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in şöyle
dediğini rivâyet etmiştir: “İnsanlar diriltildiği zaman, kabirden ilk çıkacak benim.
İnsanlar mahşerde toplandıklarında, onların hatibi benim. Ümitsizliğe düştüklerinde,
ben onların müjdecisi olacağım. Liva'ül hamd benim elimdedir. Ben Rabbimin yanında
âdemoğullarının en kıymetlisiyim. Ama övünmüyorum.”331 İbn Abbas'dan
şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Sahabeden bir grup oturmuş, karşılıklı
konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de onları
duyuyordu. Birisi, "Ne güzel, Allah, Hz. İbrahim'i dostu saymış"
dedi. Bir başkası, "Bu, Cenâb-ı Allah'ın Hz. Mûsâ ile bizzat konuşmasından
daha şaşırtıcı birşey değil" dedi. Bir diğeri, "Hz. İsâ, Allah'ın kelimesi
ve ruhudur"; bir diğeri de, "Allah, Hz. Adem'i seçmiştir" dedi. O
sırada, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yanlarına çıkarak: "Sözlerinizi
ve delillerinizi duydum. Hz. İbrahim Allah'ın halilidir, doğru. Hz. Mûsâ,
Allah'ın
329 34. Sebe Sûresi,
Âyet 28.
330 3. Âli İmran
Sûresi, Âyet 110.
331 Tirmizî,
De’avât, 3610. Hâfız Ebû Muhammed bin Abdullah bin Abdurrahman bin Fadl bin
Behram ed- Dârimî. (ö.255). Sünen-i Dârimî.
48, Dârul Muğnî Li’n-Neşr ve’t-Tevzi’, Riyad, 2000, Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî
(Thk.), s.195.
konuştuğu
kimsedir doğru. İsâ (a.s), rûhullahdır doğrudur. Allah, Hz. Adem (a.s)’ı
seçmiştir, doğrudur. Ben de Allah’ın sevgilisi kulum, (Habibullahım) fakat
övünmüyorum. Ben kıyamette livâu'l-hamdin taşıyıcısıyım, fakat övünmüyorum. Ben
kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım, fakat
övünmüyorum. Cennet kapısını ilk ben çalacağım, o bana açılacak ve fakir
müminler yanımda olarak oraya gireceğim, fakat övünmüyorum. Ben gelmiş geçmiş
insanların en şereflisiyim, fakat övünmüyorum"332 buyurmuştur.
13. ‘Bana, benden önce hiçkimseye verilmemiş olan beş şey
verildi: Bunda övünülecek bir durum yok: Ben, hem beyaza (kırmızı derili), hem
de siyah derili insanlara peygamber olarak gönderildim; halbuki benden önceki
peygamberler, sadece kendi kavimlerine gönderilmişlerdi. Yeryüzü benim için bir
mescid ve tertemiz kılınmıştır. Bir aylık mesafeden, önümdeki düşmanlara korku
salmamla yardım olundum. Benden önce hiç kimseye olmadığı halde, ganimetler
bana helâl kılınmıştır. Bana şefaat etme izni verildi, ben de bu hakkımı
ümmetim için kıyamet gününe erteledim. Binaenaleyh bu şefaâtım, inşaallah,
Allah'a hiçbir surette şirk koşmamış olan kimselere ulaşacaktır’333
Bu hadis, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i,
burada sayılan faziletlerle başka peygamberlere üstün kıldığı hususunda açık
bir delildir.
14.
Muhammed İbn İsa el-Hakîm
et-Tirmizi bunu şu şekilde izah etmiştir: Her emirin yapacağı yardım, kendisine
tâbi olanların miktarına göredir. Bir beldeye emîr olan kimsenin yapacağı
yardım, o belde halkının miktarına göredir. Doğunun ve batının hükümdarı olan
bir kimse, bir beldeye emîr olan kimsenin malından daha fazla mal ve tahıla
ihtiyaç duyar. İşte tıpkı bunun gibi, bir kavme peygamber olarak gönderilen her
peygambere, risalet hususunda yüklendiği vazifeye göre, tevhid hazinelerinden
ve marifet cevherlerinden verilir. Binaenaleyh, yeryüzünün muayyen bir
bölgesinde belli bir kavme peygamber olarak gönderilen zâta o yerin durumuna
göre manevi, ruhanî hazineler verilir.Yeryüzünün doğusuna, batısına,
insanlarına, cinlerine peygamber olarak gönderilen zâta da, mutlaka doğu ve
batı halklarının ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir miktarda ilahî bilginin
verilmesi gerekir. Durum böyle olunca, hiç şüphesiz Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'e kendinden önce hiçbir kimseye verilmemiş olan hikmet ve
ilim hazineleri verilmiş olur. Durum böyle olunca, Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin diğer peygamberlere nisbeti, bütün doğu
ve batının hükümranlığının belli bir beldenin hükümranlığına olan nisbeti
gibidir.334
Bir
ordudaki askerlerin yetenekleri, başarıları aynı değildir. Hepsi farklıdır. Bir
sınıftaki öğrencilerin çalışkanlıkları, seviyeleri de aynı değildir.
Sahabelerin Peygamberimize bağlılıkları, fazilet dereceleri de aynı değildir.
Hatta Kur’an’da
332 A.g.e, 823;
Ebû Abdillah bin Muhammed bin Yezid İbni Mâce el-Kazvînî.(ö.273). Sünen-i İbni
Mâce, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Muhammed Bin Salih Râcihî (Thk.), Riyad, Ts.
s.464.
333 Buhârî, Teyemmüm,
335; Müsli, Îman, 334 (198).
334 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VI/211.
meyvelerin
bile yeme ve lezzet bakımından bazısının bazısına üstün kılındığından
bahsedilir.335 Bu örneklerde görüldüğü gibi, herşeyde emsalleri arasında
üstünlük farkları olduğu gibi, peygamberler arasında da derece farklarının
olması ve Allah’ın kendilerine verdiği lütuflarla bazısının bazısından üstün
olması gâyet tabîdir.
Allah
her peygambere ayrı ayrı lütuflarda bulunmuştur. Mesela Hz. İbrahim’i dost
edinmiş, Hz. Mûsa ile konuşmuş, Hz. Dâvud’a demiri yumuşatmış, Hz. Süleyman’a
şeytanları ve ruzgarı mûsâhhar etmiş, Hz. İsa için ölüleri diriltmiştir. Ebu
Nuaym ‘Delâil’ün-Nübüvve’ adlı kitabında geçen bir hadise göre Peygamberimiz:
‘Bana ne takdir ettin ya Rabbi?’ diye dua etmiş, Yüce Allah ise: ‘Sana verdiğim
onların hepsinden daha üstün değil midir? Ben ne zaman anılırsam, sen de
benimle anılırsın. Ve sana Arş’ın hazinelerinden bir hazine olan “La havle ve
la kuvvete illa billahil aliyyi’l azîm” duasını verdim’ buyurmuştur.336
Kadı
İyaz (ö.544), Hz. Âdem (a.s.)’ın Cennet’ten çıkarıldığı zaman, ‘Ya Rabbi beni
Muhammed hürmetine affet’ diye dua ettiğini nakleder. Allah’ın, ‘sen Muhammed’i
nereden biliyorsun?’ sorusuna ise, ‘Cennet’in kapısında “Lâ ilâhe illallah,
Muhammedun Resulullah” yazılı olduğunu olduğun gördüm’ diye cevap vermiştir.337
Kur’an-ı
Kerim diğer kitaplardan nasıl üstünse, Peygamberimiz de peygamberlerin en
üstünüdür. O büyüktür, çünkü büyük olarak yaratılmıştır.338 Çünkü Kur’an’ı taşıyabilecek
en yüce kalbe sahip olan kişidir o.
džōƶơō ƻō ŝƆő ŎƮƵő ŧ ŧƄō ōǁ
ŨōƾőƵƈō ƽōş DŽő ōƵ
ŏǚř Ůŏ ōNJƐő ſō Ƽő ƹś ŨơŊ Ƃś
Ɣō ōŲƹŚ ŨƢŊ Əŏ Ũſō ŎǀōŲőljōşƆō řƵ ƴŌ ōŬŹō
‘Eğer Biz
bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik
onun, Allah’a
tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün’339 ve
ưō
NJő ōƶōơ LjŏƮƶő ŎƾƋō Ũřƽŏţ
ǒŊ NJƮŏ ōŵ ǑŊ DŽő ōƭ ‘Biz
sana pek ağır bir söz vahyedeceğiz’ âyetlerinden, Kur’an’ın nasıl ağır bir söz olduğunu
anlayabiliriz. Bu ǒŊ
NJƮŏ ōŵ ǑŊ DŽő ōƭ ‘ağır söz’ tabirini Hüseyin ibn Fazl, ‘Ancak
335 Bkz.
‘Dünyada birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler, dallı veya dalsız
hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanmaktadır. Bununla beraber
yemede biz onların bazısını bazısından daha üstün, daha kaliteli kılarız.
Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için alacak nice dersler, nice
ibretler vardır.’ 13. Ra’d Sûresi, Âyet 4.
336 Celâleddin
es-Suyûtî.(ö.911). el-Hasâisü’l Kübrâ.
Uysal Kitabevi, Konya,1994, Ömer Temizel (Çev). s.417; İbn-i Kesir, Tefsirü’l Kur’ani’l Azim, VIII/430.
337 Kadı İyaz,
Şifâ-i Şerîf, s.112. Ayrıca bkz.
Hâkim, Ebû Abdillah En-Nisabûrî. (ö.405). Müstedrek
Ale’s-Sahîhayn. c.II, Tevârîhu’l Mütegaddimîn mine’l
Enbiyâi ve’l Mürselîn, 4287, Dâru’l Harameyn, Kahire, 1997, s.722. (hadis için sahih demiştir).
338 Abbas Mahmud
El-Akkad. (ö.1964). Hz. Muhammed (a.s.)’ın
Eşsiz Dehâ ve Şahsiyeti, Hayra Hizmet Vakfı NeşRiyad, M.Said Şimşek (Çev.),
Konya, 1979, s.16.
339 59. Haşr Sûresi,
Âyet 21.
Allah’ın
tevfikiyle desteklenmiş bir kalbin ve tevhidle donatılmış bir nefsin
taşıyabileceği bir ağırlık’ olarak yorumlar.340
Ali Ünal bu
meseleyi şöyle îzah etmiştir:
‘Vahiy,
Cenab-ı Allah’ın Kelâmî tecellisidir. O’nun İsim ve Sıfatları için derece farkı
söz konusu değildir. Dolayısıyla, Kudret tecellisi ne ise, Kelâm tecellisi de
odur. O’nun doğrudan, yani sebepler ötesi bir lem’acık Kudret tecellisi nasıl
Hz. Mûsâ’nın (a.s.) yıldırım çarpmışçasına cansız gibi bayılıp düşmesine ve
yanıbaşındaki dağın toz olmasına yol açmışsa (Bakara, 2/143), Kelâm’ı da aynı tecelli
gücüne sahiptir. Ne var ki O, Kelâm tecellisinde her bir peygamberin o
tecelliyi alabileceği derecede tenezzülde bulunur; yani bu tenezzül, peygamber
olan zâtın kapasitesine göredir. Evet, Hz. Mûsâ (a.s.) peygamberler içinde en
büyük beş büyük peygamberden biri olmasına rağmen, bir dağı toz haline getiren
Kudret tecellisine dayanamamıştır. Fakat, Cenab-ı Allah’ın Kur’an’ı teşkil eden
Kelâm tecellisi, bu Kudret tecellisinden daha az şiddette değildi. Değildi ki,
eğer o tecelli herhangi bir dağa olmuş olsaydı, Haşr Suresindeki âyet-i
kerimede buyrulduğu üzere, o dağ parça parça olurdu. Kur’an’daki bu tecellinin
şiddetine işaret eden bir başka âyette de şöyle denmektedir: O Kur’an ki, eğer
İlâhî bir kitapla dağlar yürütülecek veya yeryüzü parça parça edilecek ya da
ölüler konuşturulacak olsaydı, bunlar ancak bu Kur’an’la olurdu (Ra’d, 13/31).
Demek ki, Kur’an’ı teşkil eden İlâhî tecellinin şiddeti, dağları yürütecek,
bunun da ötesinde yeryüzünü parça parça edecek ve ölüleri diriltecek
derecededir. İşte bu tecelliye dayanabilecek tek kalb, peygamberliğin sertâcı
olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (salla’llâhu aleyhi ve sellem.)
kalbiydi ki, Allah Kur’an’ı O’na gönderdi. Buradan o Zât’ın sahip olduğu manevî
ruhî gücün derecesini az da olsa anlayabiliriz.’341
Peygamberler
arasında Peygamberimiz Hz. Muhammed’in efdâliyetini anlatırken, diğer
peygamberlere karşı saygısızlık yapmaktan Allah’a sığınırız. Biz bu meseleye,
hâşâ onlar değersiz Peygamberimiz daha değerli, onlar çirkin Peygamberimiz daha
güzel mantığıyla bakmıyoruz. Meseleye hasen, ahsen (güzel, daha güzel) mantığıyla
bakıyoruz. Bütün peygamberler, Allah’ın kendilerini seçtiği en üstün
insanlardır. Bu üstün insanlar arasında, Allah’ın kendisini tafdil etmesiyle en
üstün olan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerini ortaya
koymaya çalışıyoruz. Böyle bir şey de ancak emsaliyle kıyaslanarak yapılabilir.
Yüce Allah’ın Peygamberimize ne kadar değer verdiğini anlayabilmek için de
bazen diğer peygamberlerle kıyaslamamız gerekmektedir.
340 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XXI/324.
341 Ali Ünal, Peygamberlik
Ve Efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Peygamberler Arasındaki Yeri
Yeni Ümit Dînî İlimler ve Kültür Dergisi, 71 (18).
Şimdi bunların
bazılarını maddeler halinde sıralayalım:
1.
Hz. Mûsâ (a.s.) Firavun’a
gitme emrini aldığında Cenab-ı Allah’a yaptığı duasında ilk olarak LJƅŏ Ƃő Ɠō LjŏƵ Żő Ɔō Əő ŧ ũś ƅō diyerek göğsünün
genişletilmesini diledi.342 Hz. Mûsâ’nın dua ile istediği bu husus, yani inşirâh,
Allah Resûlü’ne risaletinin başında Allah tarafından verilmiştir. Ưō ƅō Ƃő Ɠō ưō ōƵ Żő Ɔō Ɛő ōƽ Ƹő ōƵşō ‘Biz, senin
göğsünü açıp genişletmedik mi?’343
2.
Hz. Mûsâ duasının devamında, LjŏƽŨƌō śƵ Ƽƹś ŊŭƂō ƮơŎő ƴŎő ƶ őŽŧōǃ diyerek dilindeki
düğümün çözülmesini
dilemişti. Peygamberimize ise bu husus, ƸŎő
ǂƶř Ƣōō Ƶ ưŏō ƽŨƌō ŏƶūŏ ŎƿŨōƽ őƆřƌōlj Ũƺřō ƽŤŏ ōƩ
ƻō ǃŎƆƱř Ƅō ōŲōlj ‘Düşünüp
öğüt alsınlar diye onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık’344 âyetinde
geçtiği üzere zaten verilmiştir.345
3.
ŏǚŐ
Ʒŏ ŨřljōŠŏū Ƹő ŎǁƆő Ʊś ƃō ǃō ƅŏ DŽŚƾƵŧ džōƵŏţ ůŏ Ũƺō ŎƶƞŚ Ƶŧ Ƽō ƹŏ ưō ƹō DŽő ōƭ ŷő Ɔŏ
ſő ōş ƻő ōş ŨōƾŏűŨōljŞŏū džƋō DŽƹŎ Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ƃő ōƮōƵǃō ‘Mûsâ’yı da
“halkını
karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın önemli günlerini hatırlat”
diye âyetlerimizle gönderdik’346 âyetinde, Hz. Musa’dan ilahî mesajı sadece
kendi halkına iletmesi istenirken, Peygamberimizin ise, ŧ ƆŊ ljƄŏ ōƽǃō ŧŊƆNJƐŏ ōū Ɖŏ ŨřƾƶśƵ ŊŮřƩŨƱō Ǒř
ŏţ Ưō Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ũƹō ǃō ‘ey
Resûlüm, Biz
seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı
olarak gönderdik’347 ve
Ƽō NJƺŏ ōƵŨƢō ƶő śƵ ŊŮƺō
Žő ƅō Ǒř ŏţ Ưō Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ũƹō ǃō ‘ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar
için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik’348 âyetlerinde risaletinin
bir kavimle sınırlı olmadığını, evrensel olduğunu anlıyoruz.349
4.
Hz. İbrahim ƻDŽŶƢŬlj ƷDŽlj Ljƽƈƀű Ǒǃ ‘İnsanların
diriltilip bir araya toplandığı
mahşer
günü beni utandırma ya Rabbî’350 diye dua ederken, Allah Peygamberimize LjŬƾƵŧ ǚ LJƈƀlj Ǒ ƷDŽlj ‘O
gün Allah, Peygamberini utandırmaz’351 âyetiyle bu garantiyi vermiştir.352
5.
Hz. İbrahim ƼljƆſNjŧ
LjƩ ƫƂƓ ƻŨƌƵ LjƵ ƴƢŹŧ ‘Gelecek nesiller içinde iyi nam
bırakmayı,
hayırla anılmayı nasib eyle bana’353 diye dua etmişti. Peygamberimize ise
342 20. Tâhâ Sûresi,
Âyet 25.
343 94. İnşırah
Sûresi, Âyet 1.
344 44. Duhan Sûresi,
Âyet 58.
345 Ebu Abdurrahman
Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)
346 14. İbrahim
Sûresi, Âyet 5.
347 34. Sebe Sûresi,
Âyet 28.
348 21. Enbiya
Sûresi, Âyet 107.
349 Ebu Abdurrahman
Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm (02.04.2015)
350 26. Şuarâ Sûresi,
Âyet 87.
351 66. Tahrim
Sûresi, Âyet 8.
352 Ebu Abdurrahman
Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm (02.04.2015)
353 26. Şuarâ Sûresi,
Âyet 84.
Yüce Allah,
ƯƆƱƃ ưƵ ŨƾƢƩƅǃ 354 âyetiyle,
şânını yücelttiğini, Allah’la beraber ilelebet
kendisinin
de anılacağı müjdesini vermiştir.355
6.
Hz. İbrahim (a.s.) Ƽŏ ljƂś Ƶŧ Ʒō DŽő ōlj LjŏŲōŦNJƛŏ ſō LjŏƵ
Ɔō ŏƪƦő ōlj ƻōş ŎƠƺőō ƙşō LJƄřŏ Ƶŧǃō ‘Büyük hesap günü
günahlarımı
bağışlayacağını umduğum ulu Rabbim de yine O’dur’356
âyetiyle
bağışlanmayı
umarken, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ise, Ɔō ſōř Šōű Ũƹō ǃō ưŬƽƃōŏō Ƽƹŏ
Ʒō Ƃōř Ʈűō Ũƹō Ŏǚř ưōō Ƶ Ɔō ŏƪƦő ōNJŏƵ
‘Bu da Allah’ın,
senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması (içindir)’357
âyetiyle
bağışlanacağını
yakinen bilmektedir.358
7.
Hz. İbrahim (a.s.), ailesi hakkında
Ʒō ŨōƾƓő ōǍŧ ƂŎŬƢřőō ƽ ƻōş
Ljř ŏƾūō ǃō LjŏƾőŬŎƾ őŹŧōǃ ‘Beni de
evlatlarımı
da putlara tapmaktan uzak tut’ diye dua ederken, Yüce Allah Peygamberimizin ailesi
hakkında ise, ŧƆŊ NJǂŏ
ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂƛō Ŏljǃō Űŏ NJő ōŬőƵŧ ƴō őǁōş Ɗō Źő Ɔś Ƶŧ ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūō ǁŏ Ƅő ŎNJŏƵ
ǚŎ ř ƂŎ ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽŏţ ‘Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i
beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip
sizi tertemiz
yapmak istiyor’359 buyurmuştur.360
8.
Allah Lût (a.s.)’a Ũƹō ŨōǂŎŬNJƔŏ ƹŎ Ŏǀřƽŏţ ưō ōűōşƆō ƹő ŧ řǑŏţ Ƃŋ
Žō ōş Ƹő ƲŎ ƾƹŏ Űő ŏƪōŲƶő ōlj ōǑǃō ƴŏ őNJřƶƵŧ Ƽō ƹś ƠŌ ƛő ŏƮŏū ưō ŏƶǁő ōŠŏū Ɔŏ Ƌő
ōŠōƩ Ƹő ŎǂōūŨƓō ōş ‘(Ey Lût) Haydi öyleyse, gecenin bir vaktinde ailenle yola
çık, yürü.
Beraberindekilerin
hiç biri geri dönüp bakmasın, yalnız eşin bunun dışındadır. Zira ötekilere
ulaşan hangi rüsvaylık varsa, ona da gelecektir’361 buyurarak kavminin helak
edileceğini haber vermiştir. Mekke müşrikleri ise , ‘Hani bir zaman da onlar:
“Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize
gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!” demişlerdi’362 âyetine
göre azabı hak
ettikleri
halde, Yüce Allah Peygamberimizi tekrim için, ƻō
ŨƱō Ũƹō ǃō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Űō ƽōşǃō ƸŎő ǂōūƄś ƢNJŎō ŏƵ ŎǚŐ ƻō ŨƱō Ũƹō ǃō
ƻō ǃŎƆŏƪƦő ōŲőƌōlj Ƹő Ŏǁǃō
Ƹő Ŏǂūō Ƅś Ƣō ƹŎ ŎǚŐ ‘Halbu ki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe
Allah onları azaba uğratmaz ve onlar istiğfar etmeye devam ettikleri müddetçe
de Allah onlara azab etmez,’363 buyurarak kavminin helak edilmeyeceği haber
vermiştir.364
9.
Bazı peygamberlerin hanımları,
kocalarının hidâyet çağrısından istifade
edememiş
ve cehennemliklerden olmuşlardır. ƙDŽƵŎŌ ōŭşƆōō ƹŏő ŧǃō ŻŌ DŽŎƽ ōŭşō Ɔō ƹŏő ŧ ŧǃŎƆōƪƱō Ƽō
ljƄřŏ ƶśƵ ǒōŊ Ŷƹō Ŏǚř ũƆƗōōō
354 94. İnşırah
Sûresi, Âyet 4.
355 Ebu Abdurrahman
Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)
356 6. Şuara Sûresi,
Âyet 82.
357 48. Fetih Sûresi,
Âyet 2.
358 Kadı İyaz,
Şifâ-i Şerîf, s.141.
359 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 33.
360 Kadı İyaz,
Şifâ-i Şerîf, s.141.
361 11. Hud Sûresi,
Âyet 81.
362 8. Enfal Sûresi,
Âyet 32.
363 8. Enfal Sûresi,
Âyet 33.
364 İyhab
Salih, Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.
ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)
Ƽō NJŏƶſŏ ŧƂř Ƶŧ Ơō ƹō ƅō ŨřƾƵŧ
ǒō ſŎ Ɓő ŧ ƴō NJŏƭǃō ŨŊŦNJő Əō ŏǚř Ƽō ƹŏ Ũƺō Ŏǂƾő ơō ŨōNJŏƾƦő Ŏlj Ƹő ōƶōƩ Ũƺō ŎǁŨōŲōƽŨƀō
ōƩ Ƽŏ NJő žō ŏƵŨƓō ŨōƽƁŏ ŨōŬơŏ Ƽő ƹŏ Ƽŏ ljő Ƃō Ŭő ơō Űō žő ōű ŨōŲōƽŨƱō ‘Allah,
kâfirlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal getirir. Her ikisi de iki iyi
kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere
hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla
kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): “Haydi, cehenneme girenlerle
beraber siz de
girin!” denilir’365 âyetinde
buna örnek vardır.
ŨōƾƢō
ƹř ŪƱō ƅő ŧ Ljř ōƾŎū Ũōlj ƳŌ ƈŏ Ƣő ƹō LjŏƩ ƻō ŨƱō ǃō Ŏǀōƾőūŧ Żŋ DŽŎƽ DžōƁŨōƽǃō Ƴō ŨŽō
ǃō Ƹō Žŏ ƅř Ƽƹō řǑŏţ ŏǚŐ Ɔŏ ƹő ōş Ƽő ƹŏ Ʒō DŽő ōNJƵő ŧ Ƹō Ɠŏ Ũơō ōǑ Ƴō Ũōƭ ňŨƺō Ƶő
ŧ Ƽō ƹŏ LjŏƾƺŎ Ɣŏ Ƣő ōlj ƴŌ ōŬŹō džōƵŏţ LJǃŏ ŞƋō Ƴō Ũōƭ Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ Ơō ƹř ƼƲŎ
ōű ōǑǃō
Ƽō NJŏƭƆō Ʀő ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō ƹŏ
ƻō ŨƲō ōƩ ŎŷDŽő ƺō Ƶő ŧ Ũƺō Ŏǂƾō őNJōū ‘Nuh biraz ötede olan oğluna: “Evladım,
gel sen de bizimle gemiye bin de kâfirlerle beraber kalma!” Diye seslendi. O:
“Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” dedi. Nuh ise: “Bugün Allah’ın helâk
emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur”
derdemez, birden aralarına dalga girdi ve oğlu boğulanlardan oldu’366 âyetinde
ise bir peygamber evlâdının kâfir
olarak
öldüğünü görüyoruz. Yani bazı peygamberler, eşlerinin ve çocuklarının kâfir
olarak ölmelerini görerek,
bu acıyı yaşayarak
imtihan edilmişlerdir.
Peygamberimizin
hanımları ve çocuklarından oluşan ev halkı ise, ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūō ǁŏ Ƅő ŎNJŏƵ Ŏǚř ƂŎ
ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽإ ŧƆŊ NJǂŏ ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂƛō Ŏljǃō
Űŏ NJő ōŬőƵŧ ƴō ǁő ōş Ɗō Źő Ɔś Ƶŧ ‘Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i
beyt! Allah
sizden her
türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor’367 ve
Ƹő
ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş Ŏǀ ŎŹŧōǃƇő ō şōǃ ‘onun
(Hz.
Muhammed’in) eşleri de müminlerin anneleridir’368 âyetleriyle Yüce
Allah’ın iltifatına mazhar olmuşlardır. Allah Peygamberimize, birinci dereceden
akrabalarından oluşan ev halkından hiç kimsenin kâfir olması üzüntüsünü
yaşatmamış, aksine onları yüce mertebelere çıkarmıştır.369
10.
Hz. Nuh kavmi tarafından
sapıklıkla itham edilmişti. Yüce Allah Kur’an’da Hz. Nuh’un Ƽō NJƺŏ ōƵŨƢō Ƶő ŧ ũś ƅř Ƽƹś Ƴŋ DŽŎƋƅō Ljō śƾƲŏ
ōƵǃ ŋŮōƵōǒƗō Ljŏū Ɗō NJő ōƵ ƷDŽő ōƭ ŏ Ũōlj Ƴō Ũōƭ ‘(Nuh) “Ey halkım!” dedi,
“bende hiçbir dalâlet yok, fakat ben Rabbülâlemin tarafından size bir elçiyim’370 diyerek onlara
cevap verdiğini haber veriyor. Mekke müşrikleri tarafından aynı
ithama maruz
kalan Peygamberimiz için ise âyet, ‘Muhammed onlara “ey halkım ben de delilik yok”
dedi’ gibi, yukardaki aynı uslupla gelmemiş, ƻŌ
DŽŎƾźő ƺō ŏū ưō śūƅō Ůŏ ƺō Ƣő ŏƾŏū Űō ƽōş Ũƹō
‘Rabbinin
lütfuyla, deli değilsin’371, ƻŌ
DŽŎƾźő ƹō Ǒō ǃō ƼŌ ǁŏ ŨƲō ŏū ưō śūƅō Űŏ ƺō Ƣő ŏƾŏū Űō ƽōş Ũƺō ōƩ Ɔő Ʊś Ƅō ōƩ ‘Ey resulüm,
365 66. Tahrim
Sûresi, Âyet 10.
366 11. Hud Sûresi,
Âyet 42-43.
367 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 33.
368 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 6.
369 İyhab
Salih, Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.
ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)
370 7. A’raf Sûresi,
Âyet 61.
371 68. Kalem Sûresi,
Âyet 2.
sen irşad
ve nasihatına devam et. Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia
ettikleri
gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin’372 ve ƻŌ DŽŎƾ őźō ƺŏ ū ƸƲŎ ŎŬŽŏ ŨƓō Ũƹō ǃō ‘arkadaşınız
(Hz. Muhammed) deli değildir’373 âyetleriyle Peygamberimizi bizzat Allah
savunmuştur.
11.
Yüce Allah, kendi güzel isimlerinden
iki tanesini birden, Peygamberimiz
dışında
hiçbir peygamber için kullanmamıştır. Ƹŋ
NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšƆōŎ ōƵ ŏƉŨřƾƵŨŏū ōǚř ƻŏř
ţ ‘Çünkü Allah
insanlara
karşı raûf ve rahîmdir’374 âyetinde geçen iki ismini Ƹŋ NJŽƅřŏ Ƨŋ
ǃšƅōŎ Ƽō NJŏƾƹŏ ŢƺŎő Ƶő Ũŏū ‘(O
peygamber)
müminlere karşı raûf ve rahîmdir’375 âyetiyle Peygamberimiz için kullanmıştır.376
12.
Diğer peygamberlere
isimleriyle hitap ederken, Peygamberimize ise peygamberlik ünvanıyla hitap
etmesine daha önce değinmiştik.
Peygamberimizin,
diğer bütün insanlardan ve bütün peygamberlerden üstün olduğunu gösteren bu
delillere rağmen, bu manaya zıt gibi görünen, ‘beni Mûsâ’ya üstün tutmayınız’,
‘peygamberler arasında ayırım yapmayınız’, ‘hiç kimse Yunus b. Metta’dan
hayırlıyım demesin’377 gibi hadislere de rastlarız. Bunların yanında bir
de mânâ olarak tamamen zıt gibi görünen şöyle hadisler de vardır:
‘İnsanlar
diriltildiği zaman, kabirden ilk çıkacak benim. İnsanlar mahşerde
toplandıklarında, onların hatibi benim. Ümitsizliğe düştüklerinde, ben onların
müjdecisi olacağım. Liva'ül hamd benim elimdedir. Ben Rabbimin yanında
âdemoğullarının en kıymetlisiyim. Ama övünmüyorum.’378
İbn
Abbas'dan gelen bir rivâyette: ‘Sahabeden bir grup oturmuş, karşılıklı
konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i de onları
duyuyordu. Birisi, "Ne güzel, Allah, Hz. İbrahim'i dostu saymış" dedi.
Bir başkası, "Bu, Cenâb-ı Allah'ın Hz. Mûsâ ile bizzat konuşmasından daha
şaşırtıcı birşey değil" dedi. Bir diğeri, "Hz. İsâ, Allah'ın kelimesi
ve ruhudur"; bir diğeri de, "Allah, Hz. Adem'i seçmiştir" dedi.
O sırada, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yanlarına çıkarak:
"Sözlerinizi ve delillerinizi duydum. Hz. İbrâhim Allah'ın halilidir
doğru. Hz. Mûsâ, Allah'ın konuştuğu
372 52. Tur Sûresi,
Âyet 29.
373 81. Tekvir
Sûresi, Âyet 22.
374 22. Hac Sûresi,
Âyet 65.
375 9. Tevbe Sûresi,
Âyet 128.
376 Ebu Abdurrahman
Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)
377 Buhârî, Enbiyâ,
3412; Müslim, Fedâil, 166 (2376).
378 Tirmizî, De’avât,
3610; Dârimî, Sünen, 48.
kimsedir
doğru. İsâ (a.s), rûhullahdır, doğrudur. Allah, Hz. Âdem’i seçmiştir, doğrudur.
Ben de Allah’ın sevgilisi kulum, (Habibullahım) fakat, övünmüyorum.Ben
kıyamette livâu'l-hamdin taşıyıcısıyım, fakat övünmüyorum. Ben kıyamet günü ilk
şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım, fakat övünmüyorum. Cennet
kapısını ilk ben çalacağım, o bana açılacak ve fakir müminler yanımda olarak
oraya gireceğim, fakat övünmüyorum. Ben gelmiş geçmiş insanların en
şereflisiyim, fakat övünmüyorum" buyurdu’379 ve ‘Allah Hz. Muhammed’i
bütün peygamberlerden ve gök ehlinden üstün kılmıştır.’380
Medine’de
bir gün, bir sahabi ile yahudilerden biri arasında münakaşa olmuştu. Sahabi yahudiye: ‘Resulullah’ı âlemler
üzerine seçkin kılan Zat-ı Zülcelal`e kasem olsun!’ diye yemin etti. Yahudi de:
‘Mûsâ aleyhisselamı âlemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelal’e kasem olsun!’
diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, sahabi elini kaldırıp yahudiye bir
tokat vurdu. Yahudi de doğruca Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e
gidip hadiseyi haber verip şikâyet etti. Peygamberimiz: ‘Beni Hz. Mûsâ’dan
üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım. Ben
ayılınca Hz. Mûsâ’yı Arşın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum, o,
bayılıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?’
buyurarak Hz. Mûsâ’yı övmüştür.381
Peki,
‘beni diğer peygamberlerden üstün tutmayınız’ manasına gelen hadislerle, ‘ben
insanların en üstünüyüm, peygamberlerin imamıyım’ manalarına gelen hadisler
arasındaki tenâkuz gibi görünen bu durumu nasıl îzah edeceğiz? Sâlih Sabri
Yavuz, Kelâm’da Efdaliyyet Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu Muhammed”
Risalesi’nde bu konuda yapılan izahları özetlemiştir:
1.
Bu hadisleri Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem), kendisine, “öncekilerin ve sonrakilerin hayırlısı olduğu”
bildirilmeden önce ve “peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık”
(Bakara 2/253) ayetinin vahyedilişinden önce söylemiştir. Bir anlamda ilk
hadislerde geçen hükümler kaldırılmıştır.
2.
Bunlar tevazu ve edep
sadedinde söylenmiş hususlardır. Hz. İbrahim’i kendine tercih etmesiyle ilgili
olarak ifade edilen “insanların en hayırlısı” ifadesi, onun dostluğuna saygı
göstermek için söylenmiş olabilir veya fazilet bakımından
379 A.g.e. De’avât,
3616; Dârimî, Sünen, 48.
380 A.g.e. Sünen,
47.
381 Buhârî, Husûmât,
2411; Müslim, Fedâil, 160 (2373).
daha aşağı
derecede bulunan kimseye bir eksiklik ve saygısızlık yapılmamasına yönelik
olabilir.
3.
Peygamberler arasında
yapılacak böyle bir mukayese düşmanlığa ve fitneye sebep olabilirdi. Bunu
engellemeye yönelik olabilir.
4.
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in şahsına ve özelliklerine yönelik olarak yapılması muhtemel
aşırılıkların önlenmesi ve peygamberler vesile kılınmak suretiyle olası
düşmanlıkların önüne geçmek için olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.’382
Buradan
şunu anlıyoruz. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), en üstün
ahlakıyla hiçbir zaman kendisini insanlardan üstün görmemiş, kibire ve gurura
asla girmemiştir. İnsanlara güzel ahlak nişanelerinden biri olan tevâzuyu
emrederken, her güzel haslette olduğu gibi, kendisi tevâzuyu da en üst seviyede
yaşamıştır. ‘Kim Allah için mütevâzî olursa Allah onu yüceltir’383 fehvasınca,
diğer peygamberlere karşı gösterdiği bu tevâzu bile yine onun büyüklüğüne bir
delildir. O tevâzu gösterdikçe Allah onu yüceltmiş ve şerefini artırmıştır.
Mesela ŏůDŽžƵő ŧ Ūŏ Žŏ ŨƔō Ʊō ƼƲŎ
ōű Ǒō ǃō ‘Balık sahibi (Yunus bin Mettâ) gibi olma’384 âyeti
nazil olduktan sonra ihtimal sahabilerden bazılarının akıllarına gelmiş
olabilir ki; Yunus b. Mettâ acaba ne yaptı ki, Peygamberimize ‘Sakın onun gibi
olma!’ buyuruluyor. Onun için Peygamberimiz hemen ‘beni Yunus b. Metta'ya
tercih etmeyin’ ve ‘hiç kimseye “ben
Yunus b. Metta’dan hayırlıyım” demesi yakışmaz’385 buyurarak, hem tevâzu
göstermiş, hem de Allah’ın kendisine destek çıktığı gibi, o da peygamber olan
bir kardeşine hemen arka çıkarak onu savunmuş ve böylece ayrı bir büyüklük göstermiştir.
Yoksa balığın karnına atılma gibi ilâhi bir te’dibe maruz
kalan
bir nebinin (a.s.), yukarıda zikri geçen sayılamayacak kadar nimetle Allah’ın
tafdil ettiği ve övdüğü Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den daha
büyük olması aklen de mümkün görülmemektedir.386
382 Sâlih
Sabri Yavuz .(2005). Kelâm’da Efdaliyyet Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu
Muhammed” Risalesi, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, 5 (1): 12; Ayrıca bkz. Kurtubî, IV/254; İbni Kesîr,
II/428; Şevkânî, I/460; İbni Âşur, III/8.
383 Müslim, Birr
ve’s-Sıla ve’l Âdâb, 69 (2588); İbni Mâce, s.451.
384 68. Kalem Sûresi,
Âyet 48.
385 Buhârî, Enbiyâ,
3412; Müslim, Fedâil, 166 (2376).
386 Bkz. İbn Ebi’l
İzz el-Hanefî. (ö.792). El- Akîdetü’t-Tahâviyye
ve Şerhi, Guraba Yayıncılık, M.Beşir Eryarsoy (Çev.), İstanbul, 2011,
s.163.
2.2. PEYGAMBERLER TARAFINDAN MÜJDELENMESİ
Önceki peygamberler
arasında Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i, öncelikle
Hz. İbrahim (a.s.)’ın dilinde bir dua olarak görürüz.
Ƹő
Ŏǂƾő ƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵő Ƣō ūő ŧǃō Ũōƾřūƅō
ƸŎ NJƲŏ žō Ƶŧ ƈŎ ljƈŏ ƢƵō ŧ
Űō ƽşō ưřō ƽţŏ Ƹő ǂŏ NJƱƈŎōś ljǃō ōŮƺƲőō žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ őƵŧ ƸŎŎ ǂƺƶśŎ ƢljŎō ǃō
ưŏō űŨōljŝ Ƹő ǂNJōőŏ ƶōơ DŽŎƶŲōő lj
‘Ey bizim
Rabbimiz!
Onların
içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara
kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin,
hakîm sensin! (Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin!)’387
Allah’ın
Hz. İbrahim (a.s.)’ın bu duasını kabul ettiğinin ve duada zikredilen peygamberin
Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem), olduğuna en büyük delil şu âyettir:
هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي
الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ
وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي
ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ
‘O,
ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara
Allah’ın âyetlerini okur, onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış
kirlerden arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbu ki daha önce belli
ve kesin bir sapıklık içinde idiler.’388 Duada gönderilmesi istenen peygamberin,
insanlara âyetleri okuma, kitabı ve hikmeti öğretme ve onları tezkiye etme şeklinde
sayılan üç özelliğinin, Cuma Sûresindeki âyette gönderilen peygamberde yani
Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’de, aynı lafızlarla zikredilmesi
çok dikkat çekicidir. Ayrıca müfessirler bu duada geçen resulün Peygamberimiz (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) olduğunda ittifak etmişler ve ‘ben İbrahim’in duası, İsa’nın
müjdesiyim’ hadisini zikretmişlerdir.389
Yüce
Allah gönderdiği her peygambere, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır.
Ayrıca onlardan kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir.390
Ŏ وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ
م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ
جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪
وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ
قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ
‘Hem Allah, vaktiyle peygamberlerden “size kitap ve
hikmet vermemden sonra, Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir
peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız” diye söz almıştır.
Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza
387 2. Bakara Sûresi,
Âyet 129.
388 62. Cumâ Sûresi,
Âyet, 2.
389 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/573-574, XXII/613; Beğavî,
Meâlimu’t-Tenzîl, I/151; Zemahşerî,
Keşşâf, I/323; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/72, XXIX/314.
390 Suat Yıldırım,
Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s.59;
Mürsel Ata, Kur’an’ı Kerim’de Allah
Resûlü (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Akçağ Yayınları, Ankara, 2014,
s.173.
aldınız mı?”
Dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince, Allah Teâla: “Siz de
şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu.’391
Ƴŋ DŽŎƋƅō Ƹő ƱňŨŎŹō ƸŎř
ŵ ‘Sizin yanınızda bulunan kitabı
tasdik edici bir peygamber
geldiğinde’
ibaresinde kastedilen resul, Tevrat’ta zikri gecen Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’dir.392 Hz. Ali ve İbni Abbas (r.anhüm)’a göre, Yüce Allah
Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği her peygamberden, kendisini idrak ettikleri
takdirde Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e iman edip yardım
etmeleri konusunda söz almıştır.393
Bu
âyetten asıl maksat, önceki peygamberlerin kendi kavimlerinden Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e iman edeceklerine dair söz almalarıdır. Çünkü Peygamberimiz
geldiğinde peygamberlerin kendileri çoktan vefât etmiş olacaklardır. Aynı
zamanda eğer hayatta olsalardı tüm peygamberlerin Hz. Muhammed (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e tabi olmaları gerektiğine de delildir.394
Hz.
Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) kıyamet günü şefaatin ve Makamı
Mahmud’un sahibi olduğu için ve hâtemü’l enbiyâ olduğu için, onun döneminde
bulunsalardı, bütün peygamberlerin kendisine tabi olmaları gerekirdi. Nitekim
İsrâ gecesi Beytü’l Makdis’te bütün peygamberlere imam olmuştur. ‘Hz. Mûsâ
aranızda olsaydı, onun da bana tabi olmaktan başka yapacağı bir şey yoktu’
hadisi de bu görüşleri desteklemektedir.395
Ulu’l azm
peygamberlerin sayıldığı âyette de aynı konu işlenmektedir.
ŨƞŊ NJŏƶƥō ŨŊƭŨōŶNJƹś ō ƸŎǂƾő
ƹŏ ŨōƽƄő ſō ōşǃ Ƹō ōljƆő ƹō Ƽŏ ūő ŧ džƌō NJơŏ ǃ džƋō DŽƹŎ ǃ Ƹō NJō ǁŏ ŧƆō ūő ŏţǃ ŻŌ ō
DŽŚƽ Ƽƹŏ ǃ ō ưō ƾƹŏ ǃō Ƹő ŎǂōƭŨō ōŶNJƹŏ Ƽō NJśNJŏŬřƾƵŧ Ƽō ƹŏ ŨōƽƄő ſō ōş ƃő ŏţǃō
‘Bir
vakit, Biz peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh’tan,
İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu Îsa’dan. Evet onlardan pek sağlam söz almıştık.’396
Âyette
geçen, peygamberlerden alınan söz (misak), birbirlerini müjdeleme ve tasdik
etme, özellikle de Hz. Muhammed’in geleceğini ilan etme ve müjdeleme sözüdür.397
391 3. Âl-i İmran
Sûresi, Âyet 81.
392 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/539; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/286; İbni
Atiyye, Muharreru’l Veciz, I/465; Ebu
Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532; Celâleddin
Muhammed bin Ahmeb bin Muhammed el-Mahallî (ö.864) ve Celâleddin Abdurrahman bin
Ebu Bekr es-Suyûtî (ö.911), Tefsîru’l İmâmeyn
el- Celâleyn, Dâru İbni Kesîr, y.y. Ts. s. 60.
393 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, II/62; İbnü’l Cevzî, Zâdü’l Mesîr, I/416; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/101.
394 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VIII/126; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532.
395 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/101.
396 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 7.
Peygamberimiz
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) yaratılışta ve söz alınmada (mîsak) birinci,
risâlet olarak ise sonuncudur. Onun zamirle ifade edilmesi ve sıralamada en
başta zikredilmesi, hepsinden üstün olduğuna işarettir.398 Yoksa Allah,
‘Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu Îsa’dan ve Muhammed’den söz
aldık’ diyebilirdi.
Peygamberlerden
alınan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i müjdeleme sözünü, Hz.
İsâ (a.s.)
‘ın yerine getirdiğine yine Kur’an şahitlik etmektedir. Ũ ōlj Ƹō ōljƆő ƹō ƼŎ ūő ŧ džƌō NJơŏ Ƴō Ũōƭ ƃő ŏţǃō
ƂŎ ƺō Žő ōş ŎǀƺŎ Ƌő ŧ LJƂŏ
Ƣő ūō Ƽƹŏ LjŏűŠő ōlj ƳŌ DŽŎƋƆō ŏū ŧ ƆƐś ōŬŎƹǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ Ƽō ƹŏ LJř Ƃō ōlj Ƽō NJő
ōū Ũƺō śƵ ŨŊƭƂś Ɣō ƹŚ ƸƲŎ őNJōƵŏţ ŏǚř ŎƳDŽŎƋƅō
Ljśƽţŏ ƴō NJŏťŧƆƋŏőō ţ
Ljŏƾōū
‘Meryem’in
oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! Dedi, “Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden
önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü
müjdelemek üzere gönderildim.’399
Bu müjdeyi
alan ehli kitab âlimleri artık Peygamberimizi çok iyi
tanıyorlardı.
ƻō DŽŎƾƹŏ ŢljŎő ōǑ ƸŎő ǂōƩ ƸŎő
ǂƌŎō ƪƽōş ŧő ǃŎƆƌŏ ſō Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƸŎ ŎǁňŨōƾūōő ş ƻō DŽŎƩƆŏ Ƣōő lj Ũƺō Ʊō ŎǀōƽDŽŎƩƆŏ
Ƣōő lj ũō ŨōŲƲőƵŏ ŧ ƸŎ ŎǁŨōƾőNJōűŝ Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ
‘Kendilerine
kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o Peygamberi, kendi öz evlatlarını
tanıdıkları gibi tanırlar. Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük
hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler.’400 Hristiyan ve Yahudi
bilginlerinin Peygamberimizin şemâilini tarif edecek kadar, hatta kendi
çocuklarından daha iyi nasıl tanıyabildiklerini başka bir âyet tasrih etmektedir.
LJƄŏ
řƵŧ Ljř ƹś ŎǍŧ Ljř Ŭŏ řƾƵŧ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ƻō DŽŎƢŏŬřŲōlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ
ƴŏ NJźŏ ƽő Ǐŏ ŧǃō ŭŏ ŧƅō DŽő
řŲƵŧ LjŏƩ Ƹő ŎǁōƂƾơŏ ŨŊūDŽŎŲƲő ƹō ŎǀōƽǃƂŎ źŏ ōlj
‘Onlar ki
yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları
yazılı o ümmî
Peygambere tâbi olurlar.’401
Hz. Ömer
bu âyet inince Yahudilere, ‘gerçekten Hz. Peygamber’i çocuklarınızdan daha iyi
tanıyor muydunuz?’ diye sorunca Yahudi bilginlerinden Abdullah bin Selam bunu
ikrar etmiştir.402
Demek ki
bütün peygamberler, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
sıfatlarını, ne zaman gönderileceğini, nerede doğacağını, nereye hicret edeceğini
kavimlerine haber
397 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/23; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/102; Kurtubî,
Câmiu’l- Ahkâm, XVII/68.
398 Mukâtil
bin Süleyman. (ö.150). Tefsîr-i Mukâtil,
c.III, Müessesetü Tarihu’l Arabî, Beyrut, 2002, Abdullah Mahmud (Thk), s.475; Taberî,
Câmiu’l Beyân, XIX/23; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/68; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXI/273.
399 61. Saf Sûresi,
Âyet 6.
400 6. En’am Sûresi,
Âyet 20.
401 7. A’raf Sûresi, Âyet 157.
402 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XII/189.
vermişler,403 bunları okuyan Hristiyan ve Yahudi
bilginleri onu kendi çocuklarından daha iyi tanır hale gelmiş404 ve
onun gelişini beklemeye durmuşlardı.
2.3. ZÂTININ ÖNE ÇIKARILMASI
Allah’ın
anıldığı her yerde, bir ikram-ı ilahi olarak Peygamberimizin de isminin
geçmesini, insanların her yerde onun adını zikrettiklerini, ‘Zikrinin
Yüceltilmesi’ başlığında anlatmıştık. Burada ise Yüce Allah’ın Peygamberimizi (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’i nazara verdiği bazı âyetlere örnekler vermek istiyoruz.
ŨŊƽŨƺō ljţŏ Ǒř ŏţ Ƹő ŎǁƁō ŧƇō
Ũƹō ǃō ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř ƫō
Ƃō Ɠō ǃō ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř ŨōƽƂō ơō ǃō Ũƹō
ŧƄō ōǁ ŧDŽŎƵŨōƭ ũō ŧƈō Žő ōǍő ŧ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ Džōşƅō Ũƺř ōƵǃō
ŨƺŊ NJŏƶőƌōűǃō ‘Müminler
saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce: “İşte bu, Allah
ve
Resulünün bize vaad ettiğidir. Allah da, elçisi de elbette doğru
söylemişlerdir.” dediler. Düşman birliklerini görmeleri müminlerin sadece, iman
ve teslimiyetlerini artırdı.’405
ƻō DŽƱŎ Ɔŏ Ɛő ƺŎ Ƶő ŧ ōƿƆŏ
Ʊō DŽōő Ƶǃō ǀśŏ ƶƱŎ Ƽŏ ljƂś Ƶŧ džōƶơō ŎƿƆō ǂƞNJŎőŏ ŏƵ
Ƭžōś Ƶő ŧ Ƽŏ ljƁŏ ǃō DžōƂǂőŎ ƵŨūŏ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ƴō Ƌƅōőō ş LJƄřŏ Ƶŧ DŽŎō ǁ ‘O,
Resulünü,
diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidâyet ve hak dini ile göndermiştir.
İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar.’406 Allah burada isteseydi,
‘diğer dinlere üstün kılmak için İslam dinini gönderdi’ diyebilirdi. Ama onun
yerine ‘Resulünü gönderdi’ demesiyle Peygamberimizi nazara vermiş oluyor. Hem
de ‘bir elçi gönderdi’ demeyip ‘elçisini’ diyerek iyelik zamiriyle gelmesi Peygamberimiz
için
ayrıca bir
tebcildir.
ƻō DŽƺŎ ōƶƢő ōű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ
Ƹő ƲŎ řƵ Ɔŋ NJő ſō Ƹő ƲŎ ŏƵƃō Ƹő ƲŎ ƌŏ Ŏƪƽōşǃō Ƹő ƲŎ ŏƵŧDŽō ƹő ōŠŏū ŏǚř ƴŏ NJŏŬƋō LjŏƩ
ƻō ǃƂŎ ǁŏ Ũźō Ŏűǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō Ŝŏ ř Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏű
‘Allah’a
ve elçisine inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla mücahede
edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır.’407
Ɔŏ ōŬƱő ōǍŧ Ÿś žō Ƶő ŧ
Ʒō DŽő ōlj Ɖŏ ŨřƾƵŧ džōƵŏţ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŏ Ő Ƽō ƹś ƻŋ ŧƃō ōşDŽō
ōƾNJƱŏ Ɔŏ Ɛő ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō ƹś ƸŚűƂōǁŨơō Ƽō ljƄŏ
řƵŧ džōƵŏţ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŏ Ő Ƽō
ƹś ŋŭňŧƆō ōū
ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ƽō NJƱƆŏŏ ƐƺŎő Ƶő
ŧ Ƽƹśō ňŋ LJƆŏ ōū ōǚŐ ƻōř ş ‘Allah ve Resulünden, kendileriyle
anlaşma yaptığınız
müşriklere
son ihtar!.. Haccın en büyük günü, Allah ve Resulünden insanlara bir ilandır
ki, Allah da, Resulü de müşriklerden berîdir’408
403 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/18.
404 Taberî, Câmiu’l Beyân, IX/187; Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları,
İstanbul, 2013, s.383.
405 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 22.
406 61. Saf Sûresi,
Âyet 9.
407 61. Saf Sûresi,
Âyet 11.
408 9.Tevbe Sûresi,
Âyet 1,3.
Hicretin 9.yılında Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) Müslümanları hacca göndermiş, başlarına da Hz. Ebu Bekr (r.a.)’ı hac
emîri tayin etmişti. Bu âyetler inince Hz. Ali (r.a.)’ı arkadan gönderip
Arafatta insanlara, müşriklere 4 ay süre verildiğini, bundan sonra müşriklerin
artık haccedemeyeceklerini ilan etmesini emretti.409
Bu
âyetlerde Allah ve Resulü hep beraber zikrediliyor. Eğer Allah dileseydi Hz.
Peygamber’i zikretmez, ‘bu Allah’ın vaad ettiğidir’, ‘Allah’tan, müşriklere son
ihtar’, ‘Allah’ın insanlara ilanıdır’ gibi buyurur ve tek kendi adını
zikretmekle yetinebilirdi. Ama şeriatını ve hükümlerini Hz. Peygamber’in
lisanıyla insanlara duyurduğu için,410 onu nazara vermiş ve pek çok yerde,
Resulünü de zikrederek onu tebcil etmiştir.
Mesela
ŏǀŏƵDŽŎƋƅō
ǃō ŜŐŏ
Ũūŏ
ŧő ǃŎƆōƪƱō ƸŎő ǂřƽōŠūŏ ưŏō Ƶƃō ‘Bu
onların Allah’ı ve Resulünü
inkar
etmeleri
sebebiyledir’411 âyetini ele alalım. Bir insan, Allah’ı inkar ederse zaten
kâfir olur. Peygambere iman etmesi veya etmemesi birşey ifade etmez. O halde
Peygamberimizin de zikredilmesi onu tebcil içindir. Ayrıca daha önce geçen, Hz.
Peygamber’e itaatin Allah’a itaat, ona isyanın Allah’a isyan sayılması
başlıklarında ele aldığımız âyetlerin çoğu, bu konumuza da örnek
gösterilebilecek âyetlerdir.
2.4. ONA BİATIN ALLAH’A BİAT SAYILMASI
Hz.
Peygamber’e itaatin Allah’a itaat sayılması, ona isyanın Allah’a isyan
sayılması gibi benzer ifadelerden biri de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’e biatın Allah’a biat sayılmasıdır.
Hicretin
6. Yılında Hz. Peygamber yaklaşık bin dörtyüz veya bin beşyüz sahabiyle beraber
Kâbe’yi ziyaret etmek üzere Medine’den yola çıktılar. Hudeybiye’de
konakladılar. Peygamberimiz niyetlerinin savaş olmadığını sadece umre yapmak
olduğunu Kureyş’e bildirmesi için Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Kureyş ise
Hz. Osman’ı alıkoydular. Bu haber ise Müslümanlara Hz. Osman’ın öldürüldüğü
şeklinde geldi. Bunun üzerine Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
sahabeden ölünceye kadar savaşacaklarına dair ağacın altında biat aldı. Bunun
üzerine şu âyet nazil omuştur.412
409 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/309; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XV/227.
410 Bkz. İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/108.
411 9.Tevbe Sûresi,
Âyet 80.
412 Bkz. İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, XIII/94.
Ƃō
ōǁŨơō Ũƺō ŏū džōƩǃő ōş Ƽő ƹō ǃō ǀŏ ƌŏ ƪő ōƽ džōƶơō ŴŎ ƲŎ ƾōlj Ũƺō řƽŏŤōƩ Ŵō Ʋō řƽ Ƽƺō
ōƩ Ƹő ǂŏ ljƂŏ ljő ōş ƫō DŽő ōƩ ǚŏ ř ƂŎ ōlj ōǚř ƻō DŽŎƢŏljŨōŬŎlj Ũƺō řƽŏţ ưō ōƽDŽŎƢŏljŨōŬŎlj
Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻř ŏţ
ŨƺŊ NJƞŏ ơō ŧ ƆŹōő ş ǀŏ NJŏűŢNJŎő ƌō ōƩ
ōǚř ŎǀőNJōƶōơ ‘Sana biat edenler, gerçekte
Allah’a biat etmektedirler.
Allah’ın
eli, hepsinin ellerinin üstündedir. Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak
döneklik eder. Ama kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük
mükâfat verir.’413
Söz ve
fiil olarak Peygamberimizin her ameli Allah’ın emriyle olduğu için ona biat
Allah’a biat sayılmıştır.414 Çünkü Hz. Peygamber’e söz vermek, Allah’a söz
vermek gibidir. Aralarında fark yoktur.415 Âyetin sonunda, ‘Kim Allah’a verdiği
sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir’ cümlesinden de, Hz.
Peygamber’e biat edip, kaçmayacaklarına dair söz veren sahabilerin, aslında
Allah’a söz vermiş oldukları anlaşılmaktadır.
2.5. ŞEÂİRE HÜRMETİN EMREDİLMESİ
Allah’ın
değer verdiği, kutsal saydığı, İslam Dini’ne ait alametler ve semboller vardır.
Bunlara şeâir denir. Bu kelime Kur’an’da dört yerde geçmektedir. ŏǚŐ Ɔŏ ŏťŞƢō Əō Ƽƹŏ ōŭǃō Ɔő
ƺō Ƶő ŧǃō ŨōƪřƔƵŧ ƻř ŏţ ‘Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir…’416,
ǚř Ɔŏ ŏťŨƢō Əō Ƽƹś
ƸƲŎ ōƵ ŨōǁŨōƾőƶƢō Źō
ƻō Ƃő ŎŬőƵŧǃō
‘Biz kurbanlık büyükbaş hayvanları da sizin
hakkınızda
Allah’ın
dininin şeâirinden kıldık’417 ve ōǑǃō
Ʒō ŧƆō žō Ƶő ŧ Ɔō őǂƐř Ƶŧ ōǑǃō ŏǚŐ Ɔō ŏťŞƢƏōō ŧő
DŽŚƶžŏ Ŏű ōǑ ŧő DŽŎƾƹŝō Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ŨōǂljşōŚ Ũōlj
ŨŊƽŧDŽō Ɨő ƅŏ ǃō Ƹő ǂśŏ ūřƅ
Ƽƹś
ŊǒƘő ōƩ ƻō DŽƦōŎ ŲőŬōlj Ʒō ŧƆō žō
Ƶő ŧ ŰNJōőō ŬƵő ŧ Ƽō
NJƹŝś Ǒǃō Ƃō ŏťnjōƮƵő
ŧ ōǑǃō
LJō Ƃő ōǂőƵŧ ‘Ey iman edenler!
Ne
Allah’ın
şeâirine, ne haram aya, ne Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık
hayvanlara, hele hele gerdanlık takılı kurbanlıklara, ne de Rabbinin lütfunu,
ihsan edeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyt-i Haram’a yönelenlere
sakın hürmetsizlik etmeyin!’418 Gibi âyetlerde şeâire dair örnekler
verilmekte ve onlara saygısızlık yasaklanmaktadır.
Hudeybiye’de
müşriklerin Müslümanları umre için Mekke’ye sokmamaları, Müslümanlara çok ağır
gelmişti. Önlerinde kurbanlıklarıyla umreye giden başka bir müşrik gurubuna
rastlayan sahabiler, ‘ey Allah'ın Resulü bunlar müşrik, biz de bunları
bırakmayalım baskın edelim’ demeleri üzerine bu âyet nazil olmuştur.419
413 48. Fetih Sûresi,
Âyet 10.
414 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/295.
415 Muhammed Cemâleddin
el-Kâsımî, Tefsîru’l Kâsımî Mehâsinü’t-Te’vîl,
c.XVII, y.y. 1957, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk.), s.48.
416 2. Bakara Sûresi,
Âyet 158.
417 22. Hac Sûresi,
Âyet 36.
418 5. Maide Sûresi,
Âyet 2.
419 İbni Kesîr,
Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, V/18.
Dördüncü âyette
ise,
ũŏ DŽŎƶŎƮƵő
ŧ DžDŽō Ʈő ōű Ƽƹŏ ŨōǂřƽŏŤōƩ ǚŏ ř
Ɔō
ŏťŨƢō Əō Ƹő
śƞƢō Ŏlj Ƽƹō ǃō ưō ŏƵƃō ‘Bu böyledir,
artık
kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır’420 denilerek,
şeâire hürmet etmek, doğrudan doğruya takva ile ilişkilendirilmiş, yani şeâire
saygı göstermenin, Allah’a saygının gereği olduğu vurgulanmıştır.
Peki, İslam
Dininde neler şeâir kapsamına girmektedir? Taberî’ye göre
şeâir, cemerat,
Safa, Merve, Meş’ari Haram ve Müzdelife gibi hac menâsikinin
yanında,421 Allah’ın
hak ile batıl arasında emare, alamet kıldığı sembollerdir.422 İbni
Atiyye’ye göre, Allah’ın bütün emir ve nehiyleri şeâir kapsamına girer.423 Râzî’ye
göre Allah’a itaatin göstergesi olan her şey şeâirdendir.424 Şah
Veliyyullah Dihlevî de (ö.1176) şeâirin Allah’a saygıdan dolayı kendilerine
saygı gösterilmesi gereken ve kendileriyle Allah’a ibadet edilen şeyler olduğunu
söylemiştir. Ona göre şeâirin en
büyükleri
dört tanedir, bunlar Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem), Kâbe ve namazdır.425
Mevdûdî (ö.1979)
ise şeâiri şöyle açıklar:
‘Şeâir, şiârın çoğuludur. Bir yol, bir akide, bir
düşünce biçimi bir eylem veya bir sistemi sembolize eden bir nesne veya onun
temsilcisine, bir amblem görevi gördüğünden dolayı şiâr denilir. Resmî
bayraklar polis veya asker üniformaları, paralar, pullar vs. yönetimi
altındakilerden ve belli ölçülerde başkalarından kendilerine gerekli saygı
isteyen hükümetlerin şeâiridir. Eğer bir kimse, bir sistemin sembollerinden
birine saygısızlık gösterirse, bu o sisteme karşı bir düşmanlık göstergesidir
ve eğer saygısızlık gösteren kişi aynı sisteme aitse bu durumda bu hareket bir
isyan demektir.’426
Yukarıdaki
izahlardan anladığımız kadarıyla şeâir, hususi manasıyla hac menasiki olmakla
beraber, umumi manasıyla, İslam Dini’ne ait olan, Allah’ı hatırlatan herşeydir.
Bir futbol maçında taraftarların tuttukları takımın formasını giymelerinin,
takımın renklerinde şapka takmalarının ve ellerinde takımın bayrağını
sallamalarının, taraftarlarda kitle psikolojisi oluşturması gibi, o takıma olan
âidiyet duygusunu beslemesi gibi, şeâire hürmet de, müslümanlarda, müslüman
olma his ve
420 22. Hac Sûresi,
Âyet 32.
421 Taberî, Cami’ul Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an, XVI/541.
422 A.g.e, VIII/24.
423 Kadı Ebû Muhammed
Abdulhak bin Galib bin Atiyye el-Endülüsî. (ö.546). El-Muharreu’l Veciz fi
Tefsiri’l Kitabi’l Aziz, c.II, Darul
Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 2001, Abdusselam Abuşşafi Muhammed (Thk.), s.146.
424 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IV/174.
425 Şah Veliyyullah
bin Abdurrahim ed-Dihlevî. (ö.1176). Hüccetullâhi’l
Bâliğa. c.I. Dâru’l Kütübi’l
İlmiyye, Beyrut,
1995, s.134.
426 Ebu’l A’lâ
Mevdûdî. (ö.1979). Tefhîmu'l-Kur'ân. c.VI.
İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, Muhammed Han Kayanî (Çevr.), s. 449.
şuurunu,
İslam cemaati, İslam ümmeti olma duygusunu beslemektedir. Maide 2. Âyette
geçtiği gibi, Allah, Kâbe’ye adanmış kurbanlık hayvanlara hatta onların
boyunlarındaki gerdanlıklara bile saygısızlık etmeyin diyorsa, hem de sahipleri
müşrik olduğu halde onlara değer veriyorsa, bir tepeyi şeâirden sayıyorsa,
Şeytan taşlanan mekânı, saygı gösterilmesi gereken şeâirden sayıyorsa, İbni
Atiyye, Râzî ve Dihlevî gibi, şeâirin tanımını genelleştiren âlimlerden de
destek alarak diyebiliriz ki, şeâirin en büyüğü, en değerlisi, en çok saygıya
layık olanı, bu dinin peygamberi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir.
‘Kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır’427 âyetinden
anlaşıldığı kadarıyla şeâire hürmet etmek, şeâiri ululamak ve şeâiri yüceltmek
takvanın gereği olduğuna göre, Peygamberimize hürmet etmek de, Peygamberimizi
yüceltmek de, takvanın yani Allah’a saygının gereğidir.428
Günümüzde
bazı insanlardan duyduğumuz, ‘peygamberi aşırı yüceltmeye gerek yoktur’
düşüncesini anlamakta zorlanıyoruz. Peygambere bağlılık ve onun ahlakıyla
ahlaklanma açısından İslam toplumuna baktığımızda, acaba nasıl bir manzara
görürüz? Müslüman toplumlar bugün Hz. Peygamber’in ahlaklıyla ahlaklanmış,
Kur’ân’ın emrettiği gibi onu üsve-i hasene kabul edip onun sünnetine sımsıkı
sarılmış, bunun sonucu olarak da ona aşırı bağlanmışve onu aşırı yüceltmekte
midirler ki, neredeyse şirk sınırına yaklaştıklarından dolayı Müslümanlara ‘Hz.
Peygamber’i aşırı yüceltmeyin’ diyelim? Tam aksine bize göre Müslümanların
bugün, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i yüceltmeye, onu örnek
almaya ve onun ahlakıyla ahlaklanmaya ihtiyaçları vardır. Kur’an takvâ sahipleri
için hidayet rehberiyse,429 yani takvâ her Müslümanda olması gereken bir
haslet ise, ‘kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin
takvâsındandır’ âyetine göre, Hz. Peygamber’i yüceltmek takvânın gereğidir.
Buna göre de biz şirke girmedikten sonra bir Müslümanın, Peygamberimizi
yüceltmesinde bir mahsur olmadığı, aksine onu yüceltmesi gerektiği kanaatini
taşıyoruz.
427 22. Hac Sûresi,
Âyet 32.
428 Bkz. Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.
429 Bkz. ‘İşte
Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!’ 2. Bakara Sûresi, Âyet 2.
2.6. AİLESİNE DEĞER VERİLMESİ
Ƹő ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş ŎǀŎŹŧōǃƇő
ō şǃō őƸǂŏ ŏƌŎ ƪő ƽō ş Ƽő ƹŏ Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŨŏū džōƵ ǃōş LjŚ ŏŬřƾƵŧ
‘Peygamberin
müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendi nefisleri üzerindeki
haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin
anneleridir.’430
Hemen
hemen bütün tefsirlere göre Allah, bu âyette, onlarla evlenilmesini haram
kılmakla ve onlara tazim ve hürmeti vacip kılmakla Peygamberimizin hanımlarına
değer vermiştir.431
Bir
insanın annesine hürmet etmesi nasıl farz ise, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in hanımlarını kendi annesi gibi görmesi ve aynen öyle hürmet
etmesi de farzdır. Bu ise doğrudan doğruya Hz.Peygamber’in şerefi ve değeridir.
ŊŨƩǃŎƆƢő řƹ Ŋ ǑDŽő ōƭ Ƽō őƶŎƭǃō
ƕŋ Ɔō ƹō ǀŏ ŏŬƶő ōƭ LjŏƩ LJƄŏ řƵŧ Ơō ƺō ƛő
ōNJōƩ Ƴŏ DŽő ōƮƵő Ũŏū Ƽō Ƣő Ƙō ƀő ōű ǒō ōƩ Ƽř ŎŲNJő ōƮřűŧ ƻŏ ŏţ ňŨƌō śƾƵŧ Ƽō ƹś ƂŌ
Žō ōŠƱō Ƽř ŎŲőƌōƵ Ljś ŏŬřƾƵŧ ňŨƌō ŏƽ Ũōlj
Ŏǚř ƂŎ ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽŏţ ŎǀōƵDŽŎƋƅō
ǃō ōǚř Ƽō Ƣő ƙŏ ōşǃō ōŭŨƱƈřō Ƶŧ Ƽō NJŏűŝǃō ōŭǒō Ɣř Ƶŧ Ƽƺŏō ƭşōő ǃō džōƵǃŎǍŧő Ůŏ řNJŏƶǁŏ
Ũźō Ƶő ŧ ŷƆōŚō Ŭōű Ƽō Źő Ɔř
ōŬűō Ǒō ǃō Ƽř ƲŏŎ űDŽŎNJŎū LjŏƩ ƻƆőō ōƭǃō
ŊŧƆNJǂŏ ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂōƛljŎ
ǃō ŰNJōőŏ ŬƵő ŧ ƴō őǁşō ƊŹőō Ɔś Ƶŧ ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūǁŏō ƄŎő NJŏƵ
‘Ey Peygamber
hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvâ sizin sıfatınız
olduğuna göre, nâmahrem erkeklere hitap ederken tatlı ve cilveli bir eda ile
konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide
kapılmasın. Ciddi, ölçülü konuşun. (Ey Peygamber hanımları!) Hem vakarla
evinizde durun da, daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı
çıkmayın, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin, hülasa Allah’a ve
Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah
sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.’432
Nasıl
Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sıradan bir insan değilse, onun
hanımları da sıradan kadınlar değildirler. Onlar bu ümmetin kadınlarının en
üstünleri, en hayırlılarıdırlar. Ve bu üstünlük Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’e olan yakınlıklarından gelir. Çünkü onlar diğer kadınların
muttali olamayacakları derecede Peygamberimizin hususi hallerine de şahit
oldular. Onun ahlakını yakından gördüler. Onun ahlakıyla ahlaklandılar.433
430 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 6.
431 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/16; Cessâs, Ahkâmu’l Kur’an, V/223; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXV/196; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VI/62.
432 33. Ahzab Sûresi,
Âyet 32-33.
433 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/7.
İbni
Âşur İbni Abbas’ın görüşünü benimseyerek âyeti şöyle tefsir etmiştir: ‘Ey
Peygamber hanımları, Allah sizi kemalât ile muttasıf kılmak ve noksanlıklardan
arındırmak istediği için bu emir ve nehiylerini size bildiriyor. Çünkü siz
Peygamber hanımısınız. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
makamının yüceliğinden dolayı, ‘temiz kadınlar temiz erkekleredir’434 âyetine
göre hanımlarının da kemalât olarak ona yakın olmaları gerekir.435
Ehli
beytin kimler olduğu konusunda tefsirlerde çeşitli izahlar getirilmiştir. Hz.
Aişe, Ümm-ü Seleme ve Enes bin Malik’ten gelen rivayete göre ehli beytten
kasıt, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Allah Rasulü namaza
kalktığı zaman Hz. Fatıma’nın kapısına gelir, ‘ey ehl-i beyt namaz’ diye
seslenir ve âyetin, ‘ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip sizi
tertemiz yapmak istiyor’ kısmını okurdu. Bir gün de Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin’i abasının altına almış ve ‘Allah’ım bunlar benim ehl-i
beytimdir. Onlardan her türlü kiri gider ve onları tertemiz kıl’ diye dua
etmişti. İbni Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise ehl-i beyt Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in hanımlarıdır. Üçüncü bir görüşe göre de Hanımları ve
çocuklarıyla beraber Peygamberimizin tüm ev halkıdır.436
İbni Âşur
meseleyi şöyle te’lif etmiştir: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), haram
belde olma hükmünde Medine’yi Mekke’ye ilhak ettiği gibi (Hz. İbrahim Mekke’yi
haram belde ilan etmişti), ehl-i beyt olma hususunda da ‘âl-i abayı’ âyetin
hükmüne ilhak etmiştir. Yani Peygamber’in hanımlarının ehl-i beyt olması âyet
iledir, ‘âl-i aba’nın ehli beyt olması ise Allah Resulü’nün duasıyladır.437
Nasıl ki
Kâbe şerefinden dolayı ‘beytullah’ adını almıştır. Aynen öyle de Allah Teâlâ Resulullah’ın
ev halkını tazim için, tekrim için onları ‘ehl-i beyt’ olarak isimlendirmiştir.438
Seyyid Kutub
ehl-i beytin tathirini şöyle tefsir eder:
‘Yüce Allah
şöyle diyor: "Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi
tertemiz yapmak ister." İfadede, Peygamberimizin ehl-i beytine yönelik bir
iltifat vardır. Bu iltifat, onlara şu mesajı veriyor: Yüce Allah bizzat onlarla
ilgileniyor, onları temizlemek, kirleri gidermek istiyor. Bu, doğrudan doğruya
o evin halkına yönelik yüce
434 24. Nur Sûresi,
Âyet 26
435 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/14.
436 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/101-106; İbnül Cevzî,
Zâdü’l Mesîr, VI/381.
437A.g.e, XXI/15.
438 Seyyid Kutup,
Fi Zılâli’l Kur’an, V/2862.
bir gözetimdir. Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz
zaman... Şu evrenin Rabbi... Her şeyden büyük olan Allaö... Bu sözleri
söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz zaman, ehl-i beyte yönelik bu büyük lütfun
boyutunu kavrarız.’439
Görüldüğü
gibi Allah Teâlâ Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şanından
dolayı ailesine de değer vermiş böylece Peygamberine iltifat etmiştir. İbni
Âşur da, peygamber hanımlarının Kur’an’da sena edilmesinin, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerinin büyüklüğünden kaynaklandığını
söyler.440
2.7. ÜMMETİNİN EN HAYIRLI ÜMMET OLMASI
Yüce Allah,
kitaplar içinde en yücesi olan Kur’an’ı Peygamberimize verdiği gibi, ümmetler
içinden de en hayırlı ümmeti ona vermiş veya diğer bir tabirle, onun ümmetini
ümmetlerin en hayırlısı kılmıştır.
ƻō ŨƲō ōƵ ũŏ ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ Ŏƴǁő
ōş Ƽō ƹō ŝ DŽő ōƵǃō ŏŜŐ Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏűǃō Ɔŏ Ʋō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ ơō ƻō DŽő ōǂƾő ōűǃō
Ƨŏ ǃŎƆƢő ƺō Ƶő Ũŏū ƻō ǃŎƆƹŎ őŠōű Ɖŏ ŨřƾƶŏƵ Űő Źō Ɔŏ ſő Ŏş ŮŌ ƹř Ŏş Ɔō őNJſō Ƹő ŎŲƾƱŎ
ƻō DŽŎƮƋŏ ŨōƪƵő ŧ ƸŎ ŎǁŎƆōŶƱő
ōşǃō ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ ƸŎ Ŏǂőƾƹś ƸŎǂřƵ ŧ ƆNJő ſō ‘Ey Ümmet-i Muhammed! Siz
insanların iyiliği için
meydana
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü
Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu imânâ gelseydi, elbette kendileri için iyi
olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır.’441
Âyet, tüm
ümmet-i Muhammed’e şâmil olmakla beraber, özellikle kastedilen Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in ashabıdır. Ve mânâ, ‘emr-i bil maruf nehy-i anil münker
yapmak şartıyla siz insanların en hayırlılarısınız’ şeklindedir.442
Âyette ‘ƻŨƱ ’ fiiliyle ifade
edilmesi, yani ‘ƸŲƽş
’ yerine ‘ƸŲƾƱ
’ denmesinin
sebebi, ŊŨƺNJŽƅ ŊŧƅDŽƪƥ ǚ ƻŨƱǃ,
ŊŨƺNJƲŽ ŊŨƺNJƶơ ǚ ƻŨƱǃ
443
âyetlerindeki gibi hakikatte işin öyle
olduğunu,
onların en hayırlı ümmet olduğunu te’kid içindir. 444
Âyet,
Malik bin Sayf ve Vehb bin Yehud isminde Yahudilerden iki kişinin, sahabilerden
Abdullah bin Mesud, Übey bin Ka’b, Muaz bin Cebel, Ebu Huzeyfenin mevlası
Salim’in içlerinde olduğu toplulukla tartışıp ‘biz sizden üstünüz, dinimiz de
bizi davet ettiğiniz dinden üstündür’ demeleri üzerine nazil olmuştur.445
439 A.g.e. V/2862.
440 İbni Âşur,
Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/97.
441 3. Âl-i İmran
Sûresi, Âyet 110.
442 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/673.
443 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 96, 17.
444 Cessâs, Ahkâmu’l Kur’an, II/322.
445 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/89.
Râzîye göre mana, ‘siz Levh-i Mahfuzda ümmetlerin en
hayırlısı ve en üstünüsünüz. Hakkınızdaki bu fazileti, bu övülen hasleti sakın
iptal etmeyin’ şeklindedir. Bu üstünlüğün ise Peygamberimizden geldiğini
belirtir: ‘Sahabe hiç şüphesiz ki bütün âlemde insanların en hayırlısıdır.
Çünkü onların peygamberi peygamberlerin en efdalidir. Bu efdaliyet ise
içlerindeki peygamber itibarıyladır.’446
‘En hayırlı
ümmet’ mefhumunu Bakara Sûresi’ndeki şu âyet desteklemektedir, ŧƂŊ NJǂŏ Əō Ƹő ƲŎ NJő ōƶơō ŎƳDŽŎƋ
řƆƵŧƻō DŽƲŎ ōljǃō Ɖŏ ŨřƾƵŧ džōƶơō ňŧƂō ōǂƏŎ ŧő DŽŎƽDŽƲŎ ōŲśƵ ŨŊƛƋō ǃō ŊŮƹř Ŏş Ƹő ƱŎ Ũōƾƶő
Ƣō Źō ưō ŏƵƄō Ʊō ǃō
‘Ve işte böylece
biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız
ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.’447
Allah
Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ümmetine, Hz. İbrahim (a.s.)’ın
kıblesine dönmeyi nasip ettiği gibi, onları başka ümmetlerden de üstün
kılmıştır. Onları hayırlı ve âdil bir ümmet yapmıştır. Allah önceki
Peygamberlerin, tebliğ vazifelerini yaptıklarına dair, onların ümmetlerine
karşı kıyamet gününde şahit olmaları ve Hz. Muhammed’in de onlara şahit olması
için, Ümmet-i Muhammedi, hayırlı ve âdil bir ümmet kılmıştır. 448 Nitekim
hadis-i şeriflerde, mahşer günü Hz. Nuh’un ümmetine
tebliğ vazifesini
yaptığına dair, Hz. Muhammed’i ve ümmetini şahit göstereceği
anlatılmaktadır.449
Müfessirler,
‘ ŊŨƛƋō ǃō ’
kelimesini ‘ ŊŧƅŨNJſ’
en hayırlı ve ǑƂơ âdil,
mutedil olarak tefsir etmişlerdir.450 Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Peygamberimizin
ailesine değer veriyor, onları tertemiz yapmak istiyor, ümmetine en hayırlı
ümmet diyor. Teşbihte hata olmasın, ‘bir göz hatırına çok gözler sevilir’
fehvâsınca, Yüce Allah, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
hatırına, ailesine ve ümmetine ne büyük payeler ihsan etmiştir.
2.8. RÂZI OLACAĞI KIBLEYE ÇEVRİLMESİ
Peygamberimiz
(salla’llâhu aleyhi ve sellem), Medine’de Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılarken
Yahudiler: ‘Muhammed dinimize muhalefet ediyor ama kıblemize yöneliyor’
diyorlardı. Peygamberimiz de buna üzülüyodu. Hz. Cebrail kıblenin değişeceği
446 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, VIII/193.
447 2. Bakara Sûresi,
Âyet 143.
448 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/626.
449 Bkz. Buhârî,
Enbiyâ, 3339; Tirmizî, Tefsîru’l Kur’an, 2961.
450 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/626; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/101; Zemahşerî,
Keşşâf, I/337;
Tefsirü’l Kur’ani’l Azim, II/111-112.
müjdesini verdi. Artık Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) çok şiddetli bir arzuyla kıblenin, Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kâbe
olmasını istiyordu.451 On altı veya on yedi ay Mescid-i Aksa’ya yönelerek
namaz kıldıktan452 sonra ŨōǁŨƗō
Ɔő ōű ŊŮōƶőŬŏƭ ưō řƾōNJśƵDŽō ŎƾōƶōƩ ňŨƺō ƌř Ƶŧ LjŏƩ ưō ǂŏ Źő ǃō Ūō ŚƶōƮōű DžƆō ōƽ Ƃő
ƭō
Ʒŏ ŧƆō žō Ƶő ŧ Ƃŏ źŏ ƌő ƺō
Ƶő ŧ Ɔō ƛő Əō ưō ōǂ Źǃō Ƴś DŽō ōƩ ‘Elbette ilahî buyruğu bekleyerek yüzünün
semada aranıp
durduğunu
görüyoruz. Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz.
Hadi yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir’453 âyeti nazil oldu ve Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in isteği ve duası kabul olmuş oldu.
Âyette ‘Seni mutlaka arzu ettiğin, razı olacağın kıbleye çevireceğiz’ ifade
tarzında, ‘Sen madem Kâbe’yi arzuluyorsun, merak etme bu konuda seni
üzmeyeceğiz’ gibi manalarla Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i
şefkatle kucaklama vardır.
Yüce
Allah, nebisini daha fazla mahzun bırakmamış, büyük bir arzuyla beklediği
isteğini yerine getirmiş ve onu istediği kıble olan Kâbe’ye çevirmiştir.
2.9. TÖVBE İÇİN ARACILIĞININ
KABUL EDİLMESİ
Bizim
inancımızda tövbe sadece Allah’a yapılır. Kur’an-ı Kerim’de pekçok âyette günah
işleyen insanların samimi bir tövbeyle Allah’tan af dilemeleri, Allah’ın
kullarına çok yakın olduğu ve günahları bağışlayacağı vurgulanır.454 Ancak
bazı âyetler de vardır ki, onlarda insanların Allah’tan af dilemeleri yanında,
Peygamberimizden de adeta bu konuda aracılık yapması istenmektedir.
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ
رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا
اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ
لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً
‘Eğer
onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileseler, sen
de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri
çokça kabul eden ve çok merhametli bulacaklardı.’455 Bu âyetin sibakında
münafıklardan bahsedildiğini görüyoruz. Hz. Peygamber’in hükmüne karşı çıkmak suretiyle
kendilerine yazık eden münafıkların affolabilmeleri için, tövbe ederek
Peygamberimize gelmeleri, Allah’a istiğfar etmeleri ve Hz. Peygamberin de onların
affolması için şefaat etmesi
istenmektedir.
451 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/656; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IV/120.
452 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I/162.
453 2. Bakara Sûresi,
Âyet 144.
454 Bkz. ŋŪNJźŏ ƹŚ ŋŪljŏƆōƭ Ljśūƅō ƻř ŏţ ǀŏ NJő ōƵŏţ ŧő DŽŎūDŽŎű
Ƹř Ŏŵ ŎƿǃƆŎ ŏƪƦő ōŲőƋŨōƩ ‘O halde O’ndan mağfiret dileyin, yine O’na dönün, tövbe
edin. Çünkü Rabbim kullarına çok yakın ve onların tövbe ve dualarını kabul edendir’11.Hud
Sûresi,
Âyet 61; Ɓŋ ǃƁǃōŎ Ƹŋ
NJŽŏ ƅō Ljśūƅō ƻŏř ţ ǀNJōőŏ Ƶţŏ ŧő DŽŎūDŽŎű ƸŎř ŵ Ƹő ƲŎ řū ōƅ ő ŧǃƆŎ ŏƪőƦō ŲőƋŧ ōǃ ‘Rabbinizden
af ve mağfiret dileyin, sonra
günahlarınızdan
tövbe edip O’na sığının. O sizi affeder ve korur. Çünkü Rabbim pek merhametlidir
ve kullarını çok sevendir.’ 11.Hud Sûresi, Âyet 90.
455 4. Nisâ Sûresi,
Âyet 64.
Âyette,
‘sana gelselerdi’ dedikten sonra, ‘sen onlar için istiğfar etseydin’ denmeyip
‘Resul onlar için istiğfar etseydi’ demek suretiyle muhatab sîgasından üçüncü
tekil şahıs (gâib) sîgasına geçilmesi yani tefsir ilminde ‘iltifat’ yapılması,
Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şânının yüceliğine,
istiğfarının büyüklüğüne ve şefaatının Allah katındaki değerine işaret içindir.456
Bunun
gibi iki âyette daha Hz. Peygamber’den insanlar için istiğfar etmesi istenmiştir.
LjŏƩ Ƹő Ŏǁƅő ǃŏ ŨƏō ǃō Ƹő ŎǂōƵ Ɔő ŏƪƦő ōŲƋő ŧǃō
Ƹő Ŏǂőƾơō ƨŎ ơő ŨōƩ ưō ŏƵDŽő Žō Ƽő ƹŏ ŧő DŽƘŚ ōƪƽōǑ Ūŏ ƶő ōƮƵő ŧ Ɲō NJŏƶƥō ŨŊŐƞōƩ Űō
ƾƱŎ DŽő ōƵǃō Ƹő ŎǂōƵ Űō ƾŏƵ ŏǚŐ Ƽō ƹś ŮŌ ƺō Žő ƅō Ũƺō ŏŬōƩ
Ɔŏ ƹő ōǍŧ
‘İnsanlara
yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba
biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların
kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et.’457
Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻř ŏţ ŎƿDŽŎƽƃŏ őŠōŲőƌōlj
džřŲŽō ŧDŽŎŬōǁƄő ōlj Ƹő ōƵ ƠŌ ƹŏ ŨŹō ƆŌ ƹő ōş džōƶơō ŎǀƢō ƹō ŧDŽŎƽŨƱō ŧƃō ŏţǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō
ǃō Ŝŏ ř Ũŏū ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧ Ũƺō řƽŏţ ōǚř ƸŎ ŎǂōƵ Ɔő ŏƪƦő ōŲƋő ŧǃō Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ Űō Ŧő Əŏ Ƽƺō
śƵ ƻƃō őŠōƩ Ƹő ǂŏ ŏƽőŠōƏ ŏƖƢő ōŬŏƵ Ưō DŽŎƽƃō őŠōŲƋő ŧ ŧƃō ŏŤōƩ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō Ŝŏ ř
Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ŏŦōƵ ǃŎş ōưōƽDŽŎƽƃŏ ő ŠōŲőƌōlj
Ƹŋ NJŽŏ ƅř ƅŋ DŽƪŎ ōƥ ōǚř ƻŏř ţ ‘Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir
ki Allah’a ve Resulüne
bütün
kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere
onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden
izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle
ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin
kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur,
rahîmdir.’458
Görüldüğü
gibi âyetlerde bizzat Yüce Allah bazı insanların affedilmeleri için Hz.
Peygamber’den aracılık yapmasını, onlar için istiğfar etmesini istemektedir. O
halde Hz. Peygamber’in şefaat ettiği, affolması için dua ettiği her Müslümanı
Allah affedecektir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın kabul etmeyeceği bir duayı yapmasını
Peygamberinden istemesi aklen muhaldir.
456 Zemahşerî,
Keşşâf, II/100; Ebû Hayyan, Bahru’l Muhît, III/296.
457 3. Âli İmran
Sûresi, Âyet 159.
458 24. Nur Sûresi,
Âyet 62.
SONUÇ
Yüce
dinimiz İslam’ın inanç esaslarından biri de peygamberlere imandır. Müslümanlar
sadece kendi peygamberlerine değil, Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlere iman
ederler.
Allah
peygamberleri fazîlet olarak insanların en üstünlerinden seçmiştir. Kur’an’da
tüm peygamberlerden övgüyle söz edilir. Bununla beraber yine Kur’an’da
peygamberlerin bazısının bazısından üstün kılındığı ifade edilir.
Peygamberimiz
Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in insanların ve peygamberlerin en
üstünü olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Ulemâyı bu sonuca
götüren, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e Kur’an’da verilen
değerdir.
Kur’an
Peygamberimizi en yüce ahlak sahibi olarak tanıtmıştır. Ona ‘senin şânını
yücelttik’ buyurmuştur. Ezanda, teşehhüdde adının Allah’la beraber anılması ona
nasip olmuştur. Ona itaat, Allah’a itaat, ona biat Allah’a biat ve ona isyan Allah’a
isyan sayılmıştır. Bütün peygamberlere isimleriyle hitap edilirken ona, ‘Ey
Nebî, ey Resûl’ diye peygamberlik ünvanıyla hitap edilmiştir. Müminlere, onu
kendi nefislerinden bile aziz tutmaları gerektiği hatırlatılmış, saygıdan
dolayı onun yanında seslerini yükseltmeleri bile yasaklanmış ve ona salavat
getirmeleri emredilmiştir. O, müminler için bir nîmet ve tüm âlemler için bir
rahmet kılınmıştır. Canlılar arasında sadece onun ömrüne yemin edilmiştir.
Üzüldüğü zaman tesellî edilmiş, destekçisinin her zaman Allah olduğu
vurgulanmıştır. Geçmiş ve geleceğinin bağışlanmasıyla, Kevser ve Makamı Mahmud
nîmetleriyle müjdelenmiştir. Bazı peygamberlerin hanımları müşrik olarak
ölürken, onun hanımlarına müminlerin anneleri olma pâyesi verilmiştir. Kendisi
nebîlerin sonuncusu, ümmeti de ümmetlerin en hayırlısı kılınmış ve son ilâhî kitap
Kur’an ona verilmiştir.
Allah’ın
kendisini seçmesiyle Hz. Muhammed Mustafâ (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Said
Nursî’nin (ö.1960) dediği gibi, yeryüzü mescidinde, Mekke mihrabından ve Medine
minberinden
bütün insanlığa seslenmiş, bütün ehl-i imana imam, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya
seyyid, bütün enbiya ve evliyadan oluşan bir zikir halkasının serzâkiri olmuştur.
Allah’ın salât
ve selamı Hz. Muhammed’in ve bütün peygamberlerin üzerine
olsun.
KAYNAKLAR
Ağırman, Cemal.
(1996). Hz. Peygamber’e İtaatin Sınırı, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, (1):66.
Akdemir, Furat.
(2013) Kelam Araştırmaları 11(1): 425-442.
Akkad, Abbas
Mahmud. (ö.1964). Hz. Muhammed (a.s.)’ın Eşsiz
Dehâ ve Şahsiyeti, Hayra Hizmet Vakfı NeşRiyad, M.Said Şimşek (Çev), Konya,
1979, s.16.
Aktepe, İshak
Emin. (2012). Ebu Hanife ve Ehl-i Hadisin Sünnet
Anlayışlarındaki
Temel Farklar, İslam Hukuku Araştırmaları
Dergisi, (19):115- 130.
Alper, Hülya.
(2005). İbn Sinâ ve Bakillânî Örneğinde İslam Filozofları ile Kelamcıların
Nübüvvet Anlayışının Kur’anî Perspektifle Değerlendirilmesi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi (28):53-73.
Âlûsî, Allâme
Ebu’l-Fadl Şihabu’d-Din Seyyid Mahmud el-Bağdadî. (ö.1270).
Rûh’ul-Meânî Fî Tefsîr’il Kur’an’il Azîm ve’s-Seb’il Mesânî. c.X. İdaretü’t-
Tıbâatü’l Münîriyye Türâsü’l Arabî, Beyrut, Ts. s.144.
Âlûsî, Ebu’l
Fadl Şihabuddin Seyyid Mahmud el-Bağdadi. (ö.1270). Ruhu’l Meani fi Tefsiri’l Kur’ani’l Azim ve’s-Seb’ul Mesani. c.XXI,
Mahmud Hüseyin el-Arab (Thk), Beyrut,1997, s.229.
Ata, Mürsel,
Kur’an’ı Kerim’de Allah Resûlü (salla’llâhu
aleyhi ve sellem), Akçağ Yayınları, Ankara, 2014, s.173.
Ateş, Ali Osman,
İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitab Örf
ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 1996, s.386.
Beğavî, İmam
Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed Hüseyin bin Mesud. (ö.516).
Tefsîru’l Beğavî Meâlimu’t-Tenzîl. c.VI. Dâru’t-Taybe,
Muhammed Abdullah Nemir (Thk.), Riyad, ö.1411, s.353.
Beyazizâde,
Ahmed Efendi. (ö.1098). İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İtikadi Görüşleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İlyas
Çelebi (Çev) İstanbul, 2000, s.118.
Bikâî,
Burhaneddin Ebu’l Hasan İbrahim bin Ömer (ö.885), Nazmu’d-Dürer fi Tenasubi’l Âyâti ve’s-Süver, c.XX, Daru’l kitabi’l
İslamiyye, Kahire, Ts. s.292.
Bilmen,
Ömer Nasuhi, İslam Akaidi, Semerkand
Yayınları, İstanbul, 2013, s.94. Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail. (ö.256).
El-Câmiü’s-Sahih el-Müsned
Min Hadîs-i Rasulillah Sünenihî ve Eyyâmihî, c.IV, Mektebetü’s-Selefiyye,
Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk), Kahire, ö.1400, s.280.
Cessâs, Hüccetü’l
İslam İmam Ebû Bekr Ahmed bin Ali Er-Râzî. (ö.370). Ahkâmu’l Kur’an.c.V. Müessesetü’t-Tarîhu’l Arabî, Beyrut, 1996,
Muhammed Sâdık Kamhâvî (Thk.), s.230.
Çelik, Muhammed.(2001).
Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in Nübüvvetini Müdafaası, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1:2.
Dârimî, Hâfız
Ebû Muhammed bin Abdullah bin Abdurrahman bin Fadl bin Behram. (ö.255). Sünen-i Dârimî. c.I, Dârul Muğnî
Li’n-Neşr ve’t-Tevzi’, Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî (Thk.), Riyad, 2000, s.193.
Dihlevî,
Şah Veliyyullah bin Abdurrahim. (ö.1176). Hüccetullâhi’l
Bâliğa. c.I. Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 1995.
Ebû Dâvûd,
Süleyman bin Eş’as es-Sicistânî. (ö.275). Sünen-i
Ebî Dâvûd. Beytü’l- Efkaru’d-Devliyye, Riyad, Ts.
Ebussuud Efendi.
(ö.982). İrşâd-u Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l
Kitâbi’l Kerîm. c.XII, Boğaziçi Yayınları, Ali Akın (Çev), İstanbul, 2007,
s.5529.
El-Bûtî,
Ramazan. (ö.2013). Fıkhu’s Siyre, Bilge
Adam Yayınları, Atik Aydın (Çev),
İstanbul,
2012, s.142.
El-Hanefî,
İbn Ebi’l İzz. (ö.792). El- Akîdetü’t-Tahâviyye
ve Şerhi, Guraba Yayıncılık, M.Beşir Eryarsoy (Çev), İstanbul, 2011, s.163.
El-Hatîb,
Muhammed Accâc, Sünnetin Tespiti, Yeni
Akademi Yayınları, Mehmet Aydemir (Çev) İzmir, 2005, s.92.
Elmalılı,
Muhammed Hamdi Yazir. (ö.1942), Hak Dini Kur’an
Dili, c.VII Feza Gazetecilik, İstanbul, İsmail Karaçam (Sad.) 1992, s.498.
Erdal, Mesut,
40 Soruda Kur’an ve Sünnet’e Göre Şefaat İnancı,
Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s.26.
Eş-Şâfî,
Muhammed bin İdris. (ö.204). Er-Risâle,
TDV Yayınları,
Abdulkadir
Şener ve Prof. Dr. İbrahim Çalışkan (Çev), Ankara, 2012, s.51.
Eş-Şâmî, Ebu
Abdurrahman, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi
Ve Sellem,
www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)
Fazlur Rahman
(ö.1988). İslam, Ankara Okulu Yayınları,
Mehmet Dağ ve Mehmet Aydın (Çev) Ankara, 2004, s.101.
Gölcük, Şerafeddin
ve Süleyman Toprak, KelamTarih-Ekoller-Problemler,
Tekin Dağıtım, Konya, 2001, s.332.
Gölcük,
Şerafeddin, Kelam Tarihi, Kitap
Dünyası Yayınları, Konya, 2012, s.103. Güngör, Mevlüt. (2003). Kur'an'da Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e Sevgi Ve Saygı. Diyanet
İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav) Özel Sayısı.
Güngör, Mevlüt.
(2003). Kur’an’ın Hz. Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer-1, Yeni Ümit Dinî İlimler ve Kültür Dergisi,
(21).
Hâkim, Ebû Abdillah
En-Nisabûrî. (ö.405). Müstedrek Ale’s-Sahîhayn.
c.II, Dâru’l Harameyn, Kahire, 1997, s.722.
İbn-i Âşur,
Muhammed Tahir. (ö.1393). Et-Tahrir ve’t-Tenvir.
c.XXIX, Dâru’t- Tunusiyye. Tunus, 1984, s.64.
İbn-i Âşur,
Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi,
Rağbet Yayınları, Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz (Çev), İstanbul, 2006, s.48.
İbni
Atiyye, Kadı Ebû Muhammed Abdulhak bin Galib Endülüsî .(ö.546), el- Muharreu’l Veciz fi Tefsiri’l Kitabi’l
Aziz, Darul Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 2001. Abdusselam Abuşşafi Muhammed
(Thk.), s.146.
İbnül
Cevzî, İmam Ebu’l Ferec Cemâleddin Abdurrahman bin Ali bin Muhammed el-Bağdadî.
(ö.597). Zâdü’l Mesîr Fî İlmi’t-Tefsîr.
c.VIII, El-Mektebü’l İslâmî, Beyrut, 1984, s.211.
İbn-i
Kesîr, İmam Celi Hafız İmadü’-Dîn Ebu’l Fidâ İsmail ed-Dımeşkî. (ö.774). Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, c.V, Mektebetü
Evladi’ş-Şeyh Li’t-Turas, Mustafa Seyyid Muhammed (Thk.), Kahire, 2000, s.18.
İbn-i Mâce,
Ebû Abdillah bin Muhammed bin Yezid el-Kazvînî.(ö.273). Sünen-i İbni Mâce, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Muhammed Bin Salih Râcihî
(Thk.), Riyad, Ts. s.464.
İslamoğlu,
Mustafa, Üç Muhammed, Düşün Yayıncılık,
İstanbul, 2012, s.12.
İşcan, Mehmet
Zeki İşcan. (2006). Muhammed Abduh’un Nübüvvet
Görüşü Ve Çağdaş
İslam Düşüncesine Etkileri, Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, (26)
İyaz, Kadı.
(ö.544). Şifa-i Şerîf, Suat Cebeci (Çev),
Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s.34.
İyhab, Salih,
Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.
ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)
Kâsımî, Muhammed
Cemâleddin. (ö.1914). Tefsîru’l Kâsımî Mehâsinü’t-Te’vîl,
c.XVII, y.y. 1957, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk.), s.48.
Köksal, İsmail.
Fıkıh Usûlü, Akademi Yayınları, İzmir,
2008, s.61.
Kurtubî,
Ebû Abdillah Muhamed bin Ahmed bin Ebî Bekr. (ö.671). El-Câmiu’l- Ahkâmi’l Kur’ân ve’l Mübeyyinü Limâ Tedammenehû Mine’s-Sünneti
ve Âyi’l Furkân. c.XXII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2006, s.357.
Mahallî,
Celâleddin Muhammed bin Ahmeb bin Muhammed (ö.864) ve Celâleddin Abdurrahman bin
Ebu Bekr es-Suyûtî (ö.911), Tefsîru’l İmâmeyn
el-Celâleyn, Dâru İbni Kesîr, y.y. Ts. s.60.
Mâturidî,
Ebû Mansur Muhammed bin Muhamed bin Mahmud es-Semerkandî el- Hanefî. (ö.333). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm El-Müsemmâ Te’vîlâtü
Ehli’s-Sünne. c.I, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Fatıma Yusuf (Thk), Beyrut,
2004, s.442.
Mennâu’l
Kattân. Mebâhis Fî Ulûmi’l Kur’ân.
Mektebetün Vehbetün, Ts., s.286. Mevdûdî, Ebu’l A’lâ (ö.1979). Tefhîmu'l-Kur'ân. c.6. İnsan Yayınları, Muhammed
Han Kayanî
(Çev), İstanbul, 1986, s.449.
Müslim bin
Haccac en-Nisaburi (ö.261), Sahîh-i Müslim, Beytü’l-Efkaru’d-
Devliyye, Riyad, 1998, s.50.
Mukâtil bin
Süleyman. (ö.150). Tefsîr-i Mukâtil, c.III,
Müessesetü Tarihu’l Arabî, Abdullah Mahmud (Thk), Beyrut, 2002, s.475.
Nesâî, Abdurrahman
bin Ahmed bin Ali, (ö.303), Sünen-i Nesâî,
Mektebetü’l
Mearif, Riyad, Ts. s.208.
Nursî, Bediüzzaman
Said (ö.1960). Lem’alar, Sözler Yayınevi,
İstanbul, 1995, s.294.
Öztürk, Yener,
İslam İnancı Etrafında Yerli Yorumlar,
Işık Akademi Yayınları, İstanbul, 2008, s.65.
Pezdevî, Sadru’l
İslam İmam Ebu’l Yüsr Muhammed. (ö.482). Ehl-i
Sünnet Akaidi, Kayıhan Yayınları, Şerafeddin Gölcük (Çev) İstanbul, 2013,
s.255.
Râzî, Muhammed
Fahruddün bin Allame Diyauddin Ömer Hatibu’r-Rey
(ö.604), Tefsiru’l Kebir ve Mefatih’ul Gayb, IV/174,
Daru’l Fikr, Beyrut, 1981, s.174.
Sebt, Halid
bin Osman, Kavâidu’t-Tefsîr Cem’an ve Dirâseten,
c.I, Dâr İbn-i Affan,
y.y. Ts. s.434.
Severcan, Şerafettin, Peygamberlik
Anlayışları ve Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem),
Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bilimname I, 2003/1,
229-250.
Seyyid Kutub.
(ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’an. c.X, Beyrut.
1980. Salih Uçan (Çev) Dünya Yayıncılık, İstanbul, s.122.
Seyyid Kutub.
(ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’an. Dâru’ş-Şurûg.
Kahire. 2003. Suyûtî, Celâleddin. (ö.911). el-Hasâisü’l
Kübra. Uysal Kitabevi, Ömer
Temizel (Çev),
Konya, 1994, s.417.
Suyûtî, Celâleddin.
(ö.911). Ed-Dürrü’l Mensûr Fi’t-Tefsîri’l
Me’sûr. c.VII, Merkez’il Buhûs ve’d-Dirasâti’l Arabiyye ve’l İslâmiyye,
Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk.), Kâhire, 2003, s.602.
Şâban, Zekiyyüddîn,
İslam Hukuk İlminin Esasları, TDV Yayınları,
İbrahim Kâfi Dönmez (Çev) Ankara, 2000, s.99.
Şeker, Mehmet
Y., Rahmet Hazinesinin Anahtarı Efendiler
Efendisine Salat ve Selam, Işık Yayınları, İstanbul, 2011, s.49.
Şevkânî, Muhammed
bin Ali bin Muhammed. (ö.1250). Fethu’l Kadir
el-Câmiu Feniyyi’r-Rivâyeti ve’d-Dirâseti min İlmi’t-Tefîr. c.I, Dâru’l
Vefâ, Doktor Abdurrahman Umeyra (Thk.), Ts, s.780.
Taberânî,
Ebu’l Kâsım Süleyman bin Ahmed. (ö.360). Mu’cemu’l
Kebîr, c.XVIII, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Hamdi Abdulmecid Selefî (Thk.),
Kahire, Ts, s.253.
Taberî, Ebû
Cafer Muhammed bin Cerir. (ö.310). Cami’ul
Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an. c.XVI, Merkez’il Buhus ve’d-Dirasati’l
Arabiyye ve’l İslamiyye, Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk),
Kahire, 2001, s.541.
Tabersî, Ebu
Ali Fadl bin Hasan . (ö.548), Mecmaul Beyan
fi Tefsir’il Kur’an. c.I
Şeriket’ül
Maarifi’l İslamiyye Seyyid Fadlullah Tabatabaî, Ts, s.532.
Tirmizî,
Muhammed bin İsa. (ö.279). Sünen-i’t-Tirmizî,
Mektebetü’l- Meârif, Ebu Ubeyde bin Hasan es-Selman (Thk.), Riyad, Ts, s.627.
Tûsî, Ebû Ca’fer
Muhammed b. el-Hasan b. Ali b. el-Hasan. (ö.460). Et-Tıbyân el- Câmi li UIûmi’l-Kur’ân. c. III. Beyrut, Ahmed Habib
El-Amili (Thk.), Ts, s.268.
Uraler, Dr.
Aynur, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık,
Işık Yayınları, İzmir, 2004, s.45.
Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Işık Yayınları,
İzmir, 2008, s.441. Yaman, Ahmet ve Halit Çalış, İslam Hukukuna Giriş, M.Ü.
İlahiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul, 2012, s.46.
Yanıkkaya, S.
(2010). Kur’ân Çerçevesinde Peygamberlik Ve
Hz. Peygamber.
Yüksek LisanTezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Esen, Y. (2013).
İzzet Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre
Kur'an'da Hz.
Muhammed. Yüksek LisanTezi, Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
Yavuz,
Sâlih Sabri. (2005). Kelâm’da Efdaliyyet
Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu Muhammed” Risalesi, Dinbilimleri Akademik
Araştırma Dergisi, 5 (1):12.
Yavuz, Salih
Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İnsan
Yayınları, İstanbul, Ts. s.26.
Yıldırım, Suat,
Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Feza
Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.358.
Zemahşerî Allâme
Cârullah Ebu’l Kasım Muhammed bin Ömer. (ö.538). El-Keşşâf An Ğavâmizi’t-Tenzil ve Uyûni’l Egâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl.
c.V, Mektebetü’l Abîkân, Riyad, 1998, s.538.
Zuhaylî,
Vehbe, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh,
Dâru’l Fikr, Beyrut, 1995, s.39. Zuhaylî, Vehbe, Tefsîru’l Münîr. c.III, Risâle Yayınları, Hamdi Arslan vd. (Çev),
İstanbul,
2005, s.109.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar