Print Friendly and PDF

‘Bize Kur’an yeter…' diyen Peygamberimiz Düşmanı Oku...

Bunlarada Bakarsınız

 

 

T.C. GAZİANTEP ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TEMEL İSLÂM BİLİMLERİ TEFSİR ANABİLİM DALI

KUR’ÂN’DA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN DEĞER

YÜKSEK LİSANS TEZİ

ORHAN ÇAĞILCI

GAZİANTEP HAZİRAN 2015

 

ABSTRACT

THE VALUE GIVEN TO THE PROPHET BY THE QUR’AN

ÇAĞILCI, Orhan

M. A. Thesis, Basic Islamic Sciences Department of Qur’anic Exegesis Supervisor: Assist. Prof. Dr. Mesut ERDAL

June 2015, 110 pages

Allah has chosen messengers among human beings to guide them in their lives in the world. In terms of morality and virtue, these messengers are the most outstanding examples of humanity. According to Qur'an, there are differences in degree among the messengers. The aim of this study is to put forth the value given in Qur'an to the Prophet (PBUH) by Allah's praise for his morality, exalting his glory, regarding obedience to him as obedience to Himself, submission to him as submission to Himself and disobedience to him as disobedience to Himself; addressing him by his prophetic title rather than his name, ordering believers to regard him as preferable to themselves, to respect him and to say salawat for him; making him a blessing for believers and mercy for the worlds; swearing on his life, consoling him when sad, supporting him all the time and against all people; exalting him with the blessings Maqam-i Mahmud and Kevser, and making him the last one of the messengers; forgiving his past and future; making his wives the mothers of believers and his ummah the most favourable ummah, and giving him the Qur'an, the most sublime book. The main reference books are the basic interpretation books and books on Islamic law and belief. The thesis consists of 110 pages.

Key Words: Qur'an, Messengers, Prophet Muhammad (PBUH), value.

 

ÖZET

KUR’AN’DA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN DEĞER

ÇAĞILCI, Orhan

Yüksek Lisans Tezi, Temel İslam Bilimleri Tefsir Ana Bilim Dalı Tez Danışmanı: Prof. Dr. Mesut ERDAL

Haziran 2015, 110 sayfa

Yüce Allah dünya hayatında insanlara rehberlik etmeleri için, yine insanlar arasından peygamberler seçmiştir. Ahlakta ve her türlü fazilette bu peygamberler, insanlık âleminin en üstünleridirler. Kur’an’ın ifadesiyle peygamberler arasında da derece farkı vardır. Bu çalışmanın amacı, Yüce Allah’ın ahlakını övmesiyle, şânını yüceltmesiyle, ona itaati kendisine itaat, ona biat etmeyi kendisine biat ve ona isyanı kendisine isyan saymasıyla; ismi yerine nebîlik ünvanıyla hitap etmesiyle, müminlere onu kendi nefislerinden bile evlâ görmelerini, ona saygı duymalarını ve ona salavat getirmelerini emretmesiyle; onu müminler için bir nîmet, âlemler için bir rahmet kılmasıyla; sadece onun ömrüne yemin etmesiyle, mahzun olduğu zaman onu teselli etmesiyle, her zaman ve herkese karşı onu desteklemesiyle; Makâmı Mahmud ve Kevser nîmetleriyle serfiraz ve nebîlerin sonuncusu kılmasıyla; geçmiş ve geleceğini bağışmasıyla, hanımlarını müminlerin anneleri, ümmetini en hayırlı ümmet kılmasıyla ve en yüce kitab olan Kur’an’ı ona vermesiyle, Kur’an’da Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e verilen değeri ortaya koymaktır. Kaynak olarak temel tefsir kitaplarına, İslam Hukuku ve İslam Akâid kitaplarına müracaat edilmiştir ve tezimiz 110 sayfadan oluşmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Kur’an, Peygamber, Hz. Muhammed, Değer.

 

ÖN SÖZ

İnsanları sadece kendisine kulluk etmeleri için yaratan Yüce Allah, bir imtihan meydanı olarak dünya hayatını açmış, bununla beraber insanları kendi hallerine bırakmamış, lütfu ve merhameti gereği onlara vazifelerini öğretecek rehberler göndermiştir. Bu rehberler, kendilerini Allah’ın seçtiği peygamberlerdir.

Yaratılışın gayesi Allah’a iman ve O’na kulluk etmek olduğuna göre, dünyadaki en önemli vazife insanlara kulluğu öğretmektir. Bu en önemli vazifeyi gören peygamberler de, insanlık âleminin en seçkin simaları ve en üstünleridirler.

Bütün insanlar arasında ilimde, ibadette, Allah’a yakınlıkta ve daha pek çok hususta derece farkı olduğu gibi, peygamberler arasında da derece farkı vardır. İnsanlığın daha tufûlet dönemini yaşadığı bir çağda, az sayıda insanın irşadı için görevlendirilen bir peygamberle, insanlığın büyük ümranlar kurduğu, sosyal ve kitlesel bir sürü problemin baş gösterdiği bir dönemde görevlendirilen peygamberin donanımı da, Allah’tan alacağı vahiy de elbette aynı olmayacaktır. Bu yönüyle bazı peygamberler daha özel donanımla gönderilmişlerdir.

O halde, peygamberlerin sonuncusu ve bizim peygamberimiz olan Hz. Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem)’in, Allah katındaki yeri nedir? Kur’an’da ona nasıl bir değer biçilmiştir? İşte bu çalışmamız, bu gibi sorulara verilen cevaplara katkı sağlamak amacıyla ortaya çıktı.

Çalışmamızda, Peygamberimize Kur’an’da nasıl değer verildiğini, ilgili âyetleri, tefsirleriyle beraber inceleyerek iki ana bölümde ortaya koymaya çalıştık.

Birinci bölümde, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerine, doğrudan işaret eden âyetleri incelemeye, ikinci bölümde ise, birinci bölümdeki âyetlere göre, nisbeten daha dolaylı olarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerine işaret eden âyetleri ele almaya çalıştık.

Bu çalışmamda, başta, bana rehberlik eden hocam, Prof. Dr. Mesut ERDAL beye, eğitimim konusunda hiç bir fedâkarlıktan kaçınmayan ebeveynim İsmail ve Kâmile ÇAĞILCI’ya, çalışmam boyunca desteklerini yanımda hisettiğim eşim Reyhan hanıma ve çocuklarım Sümeyra, Senâ ve Salih Mûsâ’ya çok teşekkür ediyorum.

Haziran 2015 Orhan ÇAĞILCI

İÇİNDEKİLER

 

ABSTRACT   iii

ÖZET  iv

ÖN SÖZ          v

İÇİNDEKİLER           vi

KISALTMALAR       viii

BİRİNCİ BÖLÜM

GİRİŞ  1

1.         GİRİŞ  1

2.         AMAÇ            1

3.         KAPSAM       2

İKİNCİ BÖLÜM

KAYNAK ÖZETLERİ           2

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MATERYAL VE YÖNTEM 7

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

YORUM         7

1.         PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOĞRUDAN İŞÂRET EDİLMESİ    7

1.1.      AHLÂKININ ÖVÜLMESİ    7

1.2.      ZİKRİNİN YÜCELTİLMESİ 10

1.3.      ONA İTAATİN EMREDİLMESİ      12

1.3.1.   Ona İtaatin Allah’a İtaat Sayılması  12

1.3.2.   Hüküm Verdiği Zaman Müminlere Tercih Hakkının Bırakılmaması        16

1.3.3.   Allah Tarafından Sevilmenin Ona Tâbi Olmaya Bağlanması         19

1.3.4.   Ona İtaatin Gönülden Olması           20

1.3.5.   Onun Hükmüne Allah’ın Hükmü Denilmesi            21

1.3.6.   Ne Verirse Onun Alınmasının Emredilmesi 24

1.3.7.   Ona İtaat Edenlerin Müjdelenmesi   26

1.4.      ONA İSYANIN ALLAH’A İSYAN SAYILMASI    28

1.5.      İSMİ YERİNE PEYGAMBERLİK ÜNVANIYLA HİTAP EDİLMESİ

.           32

1.6.      ONU SEVMENİN VE ONA SAYGI GÖSTERMENIN EMREDİLMESİ   33

1.6.1.   Onu Sevmenin ve Ona Saygı Göstermenin Emredilmesi    33

1.6.2.   Sıradan Bir İnsan Olmadığının Vurgulanması         39

1.6.3.   Müminler İçin Herşeyden Daha Sevgili Olması      43

1.6.4.   Salât Okumanın Emredilmesi           44

1.7.      MÜMİNLER İÇİN NİMET, ÂLEMLER İÇİN RAHMET OLMASI. 48

1.8.      ÖMRÜNE YEMİN EDİLMESİ         51

1.9.      TESELLÎ EDİLMESİ 51

1.9.1    Üzülmemesini Tavsiye Eden Âyetler           52

1.9.2.   Önceki Peygamberlerin de Yalanlandığını Hatırlatan Âyetler       55

1.9.3.   Tebliğden Başka Bir Sorumluluğunun Olmadığını Hatırlatan Âyetler      56

1.10.    HER ZAMAN ALLAH TARAFINDAN DESTEKLENMESİ          57

1.11.    MAKÂMI MAHMUDLA MÜJDELENMESİ          65

1.12.    KEVSERİN VERİLMESİ      70

2.         PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOLAYLI OLARAK İŞARET EDİLMESİ            75

2.1.      BÂZI PEYGAMBERLERİN EFDALİYYETİNİN VURGULANMASI

.           75

2.2.      PEYGAMBERLER TARAFINDAN MÜJDELENMESİ     88

2.3.      ZÂTININ ÖNE ÇIKARILMASI        91

2.4.      ONA BİATIN ALLAH’A BİAT SAYILMASI          92

2.5.      ŞEÂİRE HÜRMETİN EMREDİLMESİ        93

2.6.      AİLESİNE DEĞER VERİLMESİ      96

2.7.      ÜMMETİNİN EN HAYIRLI ÜMMET OLMASI     98

2.8.      RÂZI OLACAĞI KIBLEYE ÇEVRİLMESİ 99

2.9.      TÖVBE İÇİN ARACILIĞININ KABUL EDİLMESİ            100

SONUÇ....................................................................................................................

102      KAYNAKLAR

.......................................................................................................   104

 

ÖZGEÇMİŞ............................................................................................................  110

VITAE ..................................................................................................................... 110

 

BİRİNCİ BÖLÜM GİRİŞ

1.            GİRİŞ

Bir Müslümanın hayatına yön veren, neye nasıl inanması gerektiğini ve inandıklarını nasıl yaşayacağını belirleyen en önemli ölçü Kur’an-ı Kerim’dir. Kur’an’la beraber, onu insanlara ulaştıran, açıklayan1 ve emirlerinin hayata nasıl uygulanacağını bizzat yaşayarak gösteren bir peygamberin varlığı insanlar için, en büyük nîmettir.

Kur’an’ı bizzat okuyup anlamaya çalışmaları Müslümanlar için bir vazife olduğu gibi, Allah’ın Kur’an’ı insanlara indirmek için seçtiği elçiyi tanımaları, onun kıymetini bilmeleri ve rehberliğini kabul etmeleri de bir vazifedir. Sokakta oynayan bir çocuğun elinde toza toprağa bulanmış halde görülen altın bileziğin, sarı bir teneke parçası zannedilmesi gibi, bazen çok kıymetli şeyler, değersiz görülen kişilerin elinde görüldüğü zaman kıymetsiz zannedilebilir. Bir sözün kıymetini artıran şey, içeriğiyle beraber kimin söylediğidir. Bir öğrencinin hocasından istifadesi, ona olan güveni ve onun kıymetini bilmesine göre değişir. Bir Müslümanın da, ümmeti olduğu ve rehberi bildiği Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e olan bağlılığı, onun değerini bildiği ölçüde artacaktır kanaatindeyiz. Dolayısiyle Allah’tan bize ilahî bir mesaj getiren Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in kıymetini bilme ve Allah katındaki değerini anlayabilme hayati önem arzetmektedir.

2.            AMAÇ

Müslüman toplumlarda peygamber algısının ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e bakışın çok farklı tezâhürlerini görüyoruz. ‘Peygamber sadece bir elçiydi, mesajını getirdi, vazifesini yaptı gitti, kabrini ziyaret etmek bile gereksizdir’ gibi, Hz.

 

1 Bkz. ‘Ey Resulüm, sana bu kitabı, sırf onların, hakkında ihtilaf ettikleri gerçekleri açıklaman ve sırf iman edecek kimselere hidâyet ve rahmet olması için indirdik.’ 16. Nahl Sûresi, Âyet 64.

2

Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sadece bir postacı gibi gören düşüncelerden, onu Allah’ın ortağı gibi gösterip şirke sürüklenen fikirlere kadar geniş bir yelpaze müşahede ediyoruz.2

O zaman çıkış yolu, en temel ölçümüz olan Kur’an’a başvurmak, hadis-i şeriflere ve sahabe uygulamasına bakarak, Kur’an’ın anlattığı çerçevede bir peygamber tasavvuru belirlemektir. İşte bu çalışmanın amacı da Allah’ın Kur’an’da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i nasıl anlattığını, ona nasıl değer verdiğini ortaya koymaya çalışmaktır

3.            KAPSAM

Konumuz, Peygamberimize (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerini incelemek olduğu için çalışmamızda, Peygamberlik kavramı, resul nebi farkı, Peygamberimizin beşer oluşu, ümmî oluşu gibi konulara çok girmedik. Çalışmamızın kapsamı, Peygamberimizin Allah katındaki değerini doğrudan ve dolaylı olarak ortaya koyan âyetleri incelemekle sınırlı olacaktır.

 

2 Şerafettin Severcan, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bilimname I, 2003/1, 229-250.

 

İKİNCİ BÖLÜM KAYNAK ÖZETLERİ

Allah’ın insanlığa gönderdiği son elçi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hayatını konu alan sayısız kitap yazılmış, pek çok akademik çalışma yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir.

Hz. Peygamber’in nübüvvetini ispatlayan delilleri bir araya getiren, inkarcılara, bid’atçılara ve filozoflara karşı Peygamberimizi savunan kitapların en meşhurlarından birisi Celâleddin es-Suyûtî’nin (ö.911) el-Hasâis’ül Kübrâ’sıdır.3

Suyûtî’nin el-Hasâis’i ve Kadı İyaz’ın Şifâ’sında Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in aşırı yüceltildiğini iddia edip böyle bir peygamber tasavvurunu eleştirenler olmuştur. Bu konudaki meşhur kitaplardan biri Mustafa İslamoğlu’nun Üç Muhammed kitabıdır. İslamoğlu bu kitabında, olağanüstüleştirilip melekleştirilerek hayattan dışlanan Hz. Muhammed tasavvuru ile Allah’la insan arasında postacı gibi görülerek aşağılanan bir Hz. Muhammed tasavvurunu eleştirerek Kur’an’a göre insan ve elçi olan Hz. Muhammed tasavvuru resmetmeye çalıştığını söyler.4

Ülkemizde yapılan bu konudaki çalışmalardan biri de Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı’nın Kur’an’da Hz. Peygamber kitabıdır. Bayraktar Hoca kitabında, tefsirlere ve hadislere müracaat etmeden doğrudan doğruya âyetlerden kendi anladıklarıyla Kur’an’ın anlattığı Hz. Muhammed’i resmetmeye çalışmıştır.

Benzer bir  çalışmayı  Prof. Dr. Muhittin Akgül, doktora  tezi olarak

Kur'an'da Hz. Muhammed'in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Özellikleri başlığıyla yapmıştır.

Salih Yanıkkaya’nın Kur'an Çerçevesinde Peygamberlik ve Hz. Peygamber

ve Yusuf Esen’in İzzet Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre Kur'an'da Hz.

3Bkz.Celâleddin es-Suyûtî, (ö.911).    el-Hasâisü’l Kübra. Ömer Temizel (Çev), Uysal Kitabevi, Konya, 1994.

4 Mustafa İslamoğlu, Üç Muhammed, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.12.

4

Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) gibi yüksek lisans tezleri bu konuda yapılmış çalışmalardan bazılarıdır.5

Bu konuda Ramazan El-Bûtî’nin (ö.2013) şöyle bir tespiti vardır:

‘Bazı araştırmacılar, Resulullahın hayatının beşerî yönünde mübalağa yapmaya can atıyorlar. Mesela uzun uzadıya şöyle izahatlara yer veriyorlar: “Resulullahın hayatı harikalar ve mucizeler üzerine kurulu bir hayat değildir. Zaten kendisi de mucizeye pek önem vermemiş ve bu yöndeki taleplere olumlu yaklaşmamıştır.” O araştırmacılar bu izahlarla Resulullahın mucizelerden tamamen uzak olduğuna dair okuyucuyu ve dinleyiciyi yönlendirmişlerdir. Bu düşüncelerin kaynağını araştırdığımız zaman, onun aslında Gustav Le Bon, Augoste Comte, Hume, Goldziher ve benzeri müsteşriklerin fikirleri olduğunu görürüz. İslam dünyasının talihsizliği de oryantalistlerin bu faraziyelerine sarılmalarıdır.’6

‘Hz. Peygamber’i aşırı yüceltmeye gerek yoktur’ mantığıyla hareket eden düşüncenin, aslında Peygamberimizi değersizleştiren tehlikeli bir yöne doğru kaydığını gözlemliyoruz.

 

 

5 Salih Yanıkkaya. (2010). Kur’ân Çerçevesinde Peygamberlik Ve Hz. Peygamber. Yüksek LisanTezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara; Yusuf Esen. (2013). İzzet Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre Kur'an'da Hz. Muhammed. Yüksek LisanTezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.

6 Ramazan el-Bûtî. (ö.2013). Fıkhu’s Siyre, Bilge Adam Yayınları, Atik Aydın (Çev.), İstanbul, 2012, s.142.

 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM MATERYAL VE YÖNTEM

Çalışmamız bir Kur’an araştırması olduğu için, yararlandığımız temel materyal doğal olarak öncelikle Kur’an-ı Kerim’dir. Sonra da Taberî’den başlamak üzere temel tefsir kitapları olmuştur. Hadisler olarak ise Kütübü’t-Tis’a kitaplarını esas almaya gayret ettik. Bunların yanında çeşitli dergilerde, internet sitelerinde yayınlanmış ve sempozyumlarda sunulmuş makalelerden de istifade ettik.

Yöntem olarak öncelikle, Kur’an’ı başından sonuna kadar iki defa tarayarak, doğrudan veya dolaylı olarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerini ifade edebilecek tüm âyetleri tespit etmeye çalıştık. Sonra âyetleri, doğrudan doğruya değerini ifade edenler ve dolaylı olarak ifade edenler diye iki gruba ayırdık. Kendi içlerinde Peygamberimizin hangi yönünü nazara verdiklerine göre, âyetleri başlıklar altında topladık. Sebebi nüzullere ve tefsirlere bakarak mevzuyu anlamaya ve kavramaya çalıştık.

Âyetleri ele alırken sadece meallerini vermekle yetinmeyerek, özellikle Kur’an’a vâkıf okuyucuların daha iyi anlayabilmeleri ve orijinal metni görebilmeleri için arapçalarını da beraber vermeyi tercih ettik.

Hem lafzen hem de anlam olarak yapılan bütün alıntıları dipnotlarda, ilk kullanımda tam künyesiyle, tekrarlarda ise kısaltarak vermeye çalıştık.

Konuyu, belirlenen taslak çerçevesinde ele alırken en sonunda kendi değerlendirme ve yorumlarımızı da işin içine katarak bir sonuca ulaşılmaya çalıştık.

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM YORUM

1.              PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOĞRUDAN İŞÂRET EDİLMESİ

1.1.  AHLÂKININ ÖVÜLMESİ

Allahu Tealâ, kendi varlığını insanlara duyurma görevini elbette insanlar içerisinden en temiz ve eksikliklerden en uzak olanlara nasip edeceği için7 bütün peygamberler insanlar içerisinde en güzel ahlaklı olanlardır. Onlar insanlığın en üst kemal mertebesinde olan kişilerdir.8

Bir insanın ahlakının nasıl olduğu, yaşadığı çevredeki insanların şahitliğinden anlaşılabilir. İnsanların onun hakkında söylediği sözler, bu konuda bize fikir verir. Peygamberimiz ise, kendisine peygamberlik verilmediği dönemde bile, bütün Mekke halkı tarafından sevilmiş ve ahlakının yüceliğinden dolayı kendisine

‘el-emin’ lakabı verilmiştir. İnsanların bu takdirlerinin çok çok üstünde o,   džƶƢōƵ ưō řƽŏţǃō ƸŌ NJƞŏ ơō                                                                                                          ƬŌ ŎƶſŎ  ‘Ve şüphe yok ki sen, çok yüce/büyük bir ahlak üzeresin’9 âyetiyle, yüce

ahlakı bizzat Allah tarafından övülmüş müstesna bir insandır. Tabi ki bir insanı Allah’ın övmesinden daha yüce bir övgü olamaz.

Râzî (ö.604) Peygamberimiz için kullanılan ‘büyük ahlak’ ifadesini şöyle

tefsir etmiştir:

‘İşte bu peygamberler, Allah’ın hidâyete erdirdiği kimselerdir. Haydi onların hidâyetlerine sen de uy’10 âyetinde, Peygamberimizin uyması emredilen hidâyet, peygamberlerin her birine ayrı ayrı verilmiş olan güzel huylardır. Yani Peygamberimiz

7 Muhammed Çelik (2001), Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in Nübüvvetini Müdafaası, Dicle Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi Dergisi, (1):2.

8 Hülya Alper, İbn Sinâ ve Bakillânî Örneğinde İslam Filozofları ile Kelamcıların Nübüvvet Anlayışının Kur’anî Perspektifle Değerlendirilmesi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi 28 (2005), 53-73.

9 68. Kalem Sûresi, Âyet 4.

10 ƿő Ƃŏ ōŲőƭŧ ƸŎ ŎǁŧƂō ŎǂŏŬōƩ ŎǚŐ DžƂō ōǁ Ƽō ljƄŏ Ƶŧ ưō ŏŦōƵǃő ş 6.En’am Sûresi, Âyet 90.

önceki peygamberlerin her birinde ayrı ayrı bulunan güzel huyların bütününü kendisinde toplamakla emrolunmuş gibidir. İşte bu kendisinden önce hiçbir peygambere nasip olmayan üstün bir derece olunca, Allah Peygamberimizin huyunu ‘büyük’ diye tavsif etmiştir. Ayrıca buradaki ‘alâ’ harf-i ceri, Peygamberimizin bu güzel huyların

üzerine çıktığına, bunlara sahip ve hükümran olduğuna delalet etmektedir. 11

Yüce Allah hayâ, cömertlik, cesaret, müsamaha ve hilm gibi bütün güzel hasletlerden oluşan yüce ahlakı Peygamberimizin cibilliyetine yerleştirmiştir.12

Bikâî (ö.885) Vasıtî’den (ö.401) naklen şöyle söyler: ‘Allah, kudretini Hz.

İsa’da,  kahrını  Hz.Mûsa’da,  ahlakını  ve   sıfatlarını  ise   Hz.              Muhammed’de

göstermiştir.13  Çünkü o Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmıştır.   Ɔƹōőŏ                  Ǎŧő   LjŏƩ ƬƩőō   Ɔś  Ƶŧ ŪžŎŏŚ                                                                                lj ƬNJŏŋ   Ʃƅō   ōǚř   ƻř  ŏţ

ǀŏ śƶƱŎ ‘Allah refîktir, her işte rıfkı sever’14, ŪžŎŏŚ lj Ƹŋ ljƆŏ Ʊō ņōŮōƩŨōƞřƾƵŧ ŪŚ žŎŏ lj ƨŋ NJƞōŏ ƽ ņŪśō NJƛƵř ŧ ŪŚ žŎŏ lj Ūśŋ NJōƙ ōǚř ƻř ŏţ

Ɓō DŽŎźő Ƶŧ ŪžŎŏŚ           lj Ɓŋ ŧDŽō Źō ņƷō ƆƲōō Ƶő ŧ ‘Allah iyidir, iyiyi sever, temizdir temizi sever, cömerttir

cömertliği sever’15 gibi hadis-i şeriflerden anlaşıldığına göre, insan Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmalıdır. Yukarıdaki âyete göre de bunu en güzel yapan insan, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir.

Seyyid Kutub(ö.1966) ise Allah’ın bu övgüsünü şöyle değerlendirir:

Hiçbir kalem, hiçbir düşünce âlemlerin Rabbinin söylediği bu sözün ifade ettiği manayı anlatamaz. Bu, Allah'ın şahitliğidir. Allah'ın terâzisinde bir kula verilen değerdir. Hakkında "Sen yüce bir ahlâka sahipsin" denilen bir kula yönelik eşsiz bir övgüdür. Yüce ahlakın Allah katında ifade ettiği anlamın boyutlarını hiçbir canlı kavrayamaz… Bütün evrensel büyüklüğü ile son peygamberlik vazifesini (bu yüce kişiliği ile) Hz. Muhammed'den başkası taşıyamazdı. Ondan başkası bu olağanüstü misyonun üstesinden gelemezdi. O'na denk olamazdı… Güzelliğin, kusursuzluğun, büyüklüğün, evrenselliğin, doğruluk ve gerçekliğin doruklarında olan bir misyönü, ancak yüce Allah'ın bu övgüsüne muhatap olan biri taşıyabilirdi… Bu sözün –iltifat bile

11 İmam Muhammed Râzî Fahruddün bin Allâme Diyauddin Ömer Hatibu’r-Rey. (ö.604). Tefsiru’l Kebir ve Mefâtih’ul Gayb, c. XXX, Daru’l Fikr, Beyrut, 1981, s.71.

12 İmam Celil Hâfız İmadü’-Dîn Ebu’l Fidâ İsmail İbni Kesîr ed-Dımeşkî. (ö.774). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm. c.VIII, Mektebetü Evladi’ş-Şeyh Li’t-Turas, Kahire, 2000, Mustafa Seyyid Muhammed (Thk.), s.189.

13 Burhaneddin Ebu’l Hasan İbrahim bin Ömer el-Bikâî. (ö.885). Nazmu’d-Dürer fi Tenasubi’l Ayâti ve’s-Süver. c.XX, Dâru’l kitabi’l İslamiyye, Kahire, Ts. s. 292.

14 Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail el-Buhârî.(ö.256). El-Câmiü’s-Sahih el-Müsned Min Hadîs-i Rasulillah Sünenihî ve Eyyâmihî. Edep, 6024. Mektebetü’s-Selefiyye, Kahire, ö.1400, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk).

15 Muhammed bin İsa et-Tirmizî. (ö.279). Sünen-i’t-Tirmizî, Edeb, 2799, Mektebetü’l- Meârif, Tek cilt, Ebu Ubeyde bin Hasan es-Selman (Thk.). Riyad, Ts.

 

olsa-dehşet verici ağırlığı altında ezilmemesi, kendini kaybetmemesi… Bütün deliller bir yana, bu durum bile başlı başına O’nun kişiliğinin yüceliğinin kanıtıdır.’16

Allah, Peygamberimiz gibi, diğer bazı peygamberleri de övmüştür. Ũōƽ Ƃō Ŭő ơō Ɔő ƱŎ ƃő ŧǃō ũŋ ŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ŏƂljő ōǍő ŧ ŧƃō Ɓō ǃǃŎ ŧƁō ‘Güçlü kuvvetli bir kulumuz olan Dâvud’u hatırla! Çünkü o daima Allah’a yönelirdi.’17ŋ ũŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ƂŎ őŬƢō őƵŧ Ƹō Ƣő ŏƽ ƻō Ũƺō őNJōƶŎƋ Ɓō ǃǃŎ ŧƂō ŏƵ ŨōƾőŬōǁǃō ǃō ‘Dâvûd’a Süleyman’ı bağışladık.

O ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Allah’a çokça yönelirdi.’18 Bu âyetlerde Hz. Dâvud ve Hz. Süleyman, Allah’ı çok tespih etmeleri, çokça zikretmeleri yönüyle övülmüşlerdir..

ũŋ ŧǃř ōş Ŏǀřƽŏţ ƂŎ Ŭő Ƣō őƵŧ Ƹō Ƣő ŏƽ ŧ ƆŏūŨƓō ŎƿŨōƽƂő Źō ǃō Ũřƽŏţ ‘Doğrusu Biz onu (Eyyûb’u) pek sabırlı bulduk. Ne güzel kuldu o! O, gerçekten Allah’a çokça yönelirdi.’19 Âyetinde Hz.Eyyûb’un, Allah’ı çok zikretmesi ve sabırlı olması cihetiyle övüldüğünü görüyoruz.

Ƽō NJ ŏƔōƶƀő ƺŎ Ƶő ŧ ŨōƽƁŏ ŨōŬơŏ           Ƽő ƹŏ

 Ŏǀřƽŏţ ‘Çünkü o (Yusuf), ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı’20

âyetinde ise Hz.Yusuf, ihlaslı olması yönüyle övülmüştür. Görüldüğü gibi âyetlerde peygamberler, güzel ahlaka ait bazı vasıflarla övülmüşlerdir. Ancak bu övgüler onların belli başlı yönlerini öne çıkararak yapılmıştır. Ama Peygamberimiz ise, te’kitli bir ifadeyle, bütün güzel vasıfları da içine alacak şekilde, ‘en büyük ahlak’ sahibi olarak tavsif edilmiştir.

Bir insanda güzel vasıflar bulunabilir ama bununla beraber eksik yönleri de olabilir. Her bir güzel huyun en yüksek derecede bir şahısta toplanması çok zordur. İyi bir sıfatın en üst derecede olması, başka iyi bir sıfatı nakzedebilir. Mesela şecaatte ve yiğitlikte zirve olan bir insan, merhamet yönüyle eksik olabilir. Cömertlikte çok ileri olan bir insan, israfa giriyor olabilir. Peygamberimizde ise hiçbir güzel haslet bir diğerini nakzetmez. Kur’an bu konuda Peygamberimizi zirveye oturtmuştur. Eğer onda böyle eksiklikler olsaydı Allah ona, ‘çok yüce, çok büyük bir ahlak üzeresin’ demezdi.

Peygamberlik müessesesinin bütün sıfat ve halleri, en kâmil manada Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’de toplanmıştır. O nübüvvette zirve noktasını tutmuştur.21

16 Seyyid Kutup. (ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’ân. c.X, Beyrut. 1980. Salih Uçan (Çev), Dünya Yayıncılık.

İstanbul. s.122.

17 38. Sâd Sûresi, Âyet 17.

18 38. Sâd Sûresi, Âyet 30.

19 38. Sâd Sûresi, Âyet 44.

20 12. Yusuf Sûresi, Âyet 24

21 Şerafeddin Gölcük, Kelam Tarihi, Kitap Dünyası Yayınları, Konya, 2012. s.103.

 

Onun yüce ahlakı Kur’an’ın edebiydi. Kuran nasıl bütün kitapların üstündedir, onun ahlakı da tüm insanların ve peygamberlerin ahlakından üstündür.22

Şu gelen âyet ise, Peygamberimizin ahlakın yüceliğinin, Allah’ın onun üzerindeki lütfunun büyüklüğünden kaynaklandığına işaret etmektedir:

ňŌ Ŗő  Əō   Ƽő ƹŏ   ưō  ōƽǃ ŚƆ ŎƘōlj Ũƹō ǃō   Ƹő Ŏǂƌō  Ŏƪƽő ōŧ Ǒř ŏŧ ƻō DŽŚƶƘŏ   Ŏlj Ũƹō ǃō   Ưō  DŽŚƶƘŏ   Ŏlj ƻő ōŧ Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ   ŋŮōƪŏťŨƙō                                                                                           Űő  ƺř ōǂōƵ ŎǀŎŲƺō Žő  ƅō  ǃō   ưō  NJő ōƶōơ ǚŏ Ő ǘ                                                                                      ŎƴƘő   ōƩ ǑDŽōőō   Ƶǃō

ŨƺŊ NJƞǙ ơō ưNJōőō ƶơō  ŏǚǘŐ   ƴŎ Ƙő ōƩ  ƻō ŨƱǃōō  ƸŎ ōƶƢōő ű Ƽő ƲōŎ ű Ƹő ōƵ   Ũƹō   ưƺřōō        ƶơō ǃō ōŮƺƲžŏőō           Ƶő ŧǃō           ũō ŨōŲƲƵőŏ ŧ      ưNJōőō ƶōơ ŎǚǘŐ        Ƴō ƈō ƽŧōő ǃō

‘(Ey Muhammed!) Eğer Allah'ın sana lütuf ve merhameti olmasaydı, onlardan bir grup seni saptırmaya yeltenmişti. Hâlbuki onlar, ancak kendilerini saptırırlar, sana hiçbir zarar veremezler. Allah, sana kitabı (Kur'an'ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah'ın sana olan lütfu çok büyüktür.’23

Peygamberimizin nübüvvetini evrensel kılmak, onu ‘kâbe kavseyni ev ednâ’ makamına ehil yapmak, mahşer günü ona şefaati uzmâ makamını vermek gibi bazı nimetlerle, Allah ona öyle büyük bir lütufta bulunmuştur ki, onun büyüklüğünü hiç kimse kavrayamaz.24

Güzel ahlakın en önemli göstergelerinden biri insanın merhametli oluşudur. Kur’an Peygamberimizin genel olarak ahlakını övmenin yanı başında merhamet yönüne ayrıca değinmiştir.

Ƹŋ NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšŎ ƅō Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏū ƸƲŎ őNJōƶơō ƒŋ           ljƆŏ Žō Ƹő ŚŲŏƾơō Ũƹō ǀŏ NJő ōƶơō ƈŋ ljƈŏ ơō Ƹő ƲŎ ƌŏ Ŏƪƽōş Ƽő ƹś Ƴŋ DŽŎƋƅō Ƹő ƱŎ ňŨŹō Ƃő ōƮōƵ

Andolsun size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkündür, müminlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir.25

Cehenneme girmenizden çok korkar. Sizin hidayete ermenize, dünyevi ve uhrevi menfaatlerinize karşı çok hırslıdır.26 İbni Abbas, Hz. Fatıma ve Hz. Aişe’den gelen bir rivayete göre ‘Enfusikum’ kelimesinin ‘Enfesikum’ şeklinde okunduğu bir

22 Şeyh Muhammed Tahir bin Âşur. (ö.1393). Et-Tahrir ve’t-Tenvir. c.XXIX. Dâru’t-Tunusiyye. Tunus. 1984. s.64.

23 4. Nisâ Sûresi, Âyet 113.

24 Allâme Ebu’l-Fadl Şihâbu’d-Din Seyyid Mahmud el-Âlûsî el-Bağdadî. (ö.1270). Rûh’ul-Meânî Fî Tefsîr’il Kur’an’il Azîm ve’s-Seb’il Mesânî. c.X. İdâretü’t-Tıbâatü’l Münîriyye Türâsü’l Arabî, Beyrut, Ts. s.144.

25 9. Tevbe Sûresi, Âyet 128.

26 İmam Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed Hüseyin bin Mesud el-Beğavî. (ö.516). Tefsîru’l Beğavî Meâlimu’t-Tenzîl. c.IV. Dâru’t-Taybe, Muhammed Abdullah Nemir (Thk.), Riyad, ö.1411, s.115; Kurtubî, Ahkâmu’l Kur’ân, X/442; İbni Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, VII/325; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, II/590.

kıraat da vardır. O zaman mânâ, ‘en şerefliniz, en üstününüz’ şeklinde,27 ‘derece bakımından en büyüğünüz28 olan Peygamber, şefkatte ve merhamette çok ileridir’ şeklinde olur. Çünkü ifadelerin mübalağa sîgasıyla gelmesi de bunu gösterir.29

Görüldüğü gibi Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yüce ahlakı hiç kimseye nasip olmayacak derecede bizzat Allah tarafından övülmüştür.

1.2.  ZİKRİNİN YÜCELTİLMESİ

Mekke döneminin ilk yıllarında vahiy bir müddet kesilmişti. Bunu dillerine dolayan müşriklerin, ‘Rabbi onu terketti, şeytanı onu terketti’30 hezeyanlarına karşı ‘Rabbin Seni terketmedi ve Sana darılmadı da’31 âyetinin arkasından, Allah tarafından olan tesellînin ve ikram-ı İlahinin büyüklüğünü gösteren başka bir âyet inmiştir:

 Ưō Ɔō Ʊő ƃŏ ưō ōƵ ŨōƾőƢōƩƅō ǃō

 ‘Senin şanını yüceltmedik mi?’32

Allah, peygamberimizin adını, şanını, zikrini nasıl yüceltmiştir? Kur’an-ı Kerim’in geneline baktığımız zaman, Allah adının geçtiği pekçok yerde Peygamberimizin adının da beraber zikredilmesi, Allah’ın ona ne kadar çok değer verdiğini gösteren önemli noktalardan bir tanesidir.

Bu gün bütün Müslümanlar Allah’ı andıkları her yerde Peygamberimizi de anmaktadırlar. Ezanda, kamette, teşehhüdde, Cuma günü minberde, Ramazan ve Kurban bayramlarında, nikâh törenlerinde, dünyanın doğusunda ve batısında her yerde Peygamberimiz anılmaktadır.33

Kurtubi şöyle söyler:

İbni Abbas’a göre Yüce Allah peygamberimize ‘ben ne zaman anılırsam sen de anılacaksın’ buyurmuştur. Bir adam, Allah’a kulluk yapsa, Cenneti, Cehennemi hepsini tasdik etse ama Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna şehadet etmese, hiçbir faydası yoktur, kâfir olur. Ayrıca, biz seni önceki peygamberlere indirdiğimiz kitaplarda da zikrettik. Onlara seni müjdelemelerini emrettik. İsmini semâda melekler yanında,

 

27 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, IV/115; Cârullah Ebu’l Kasım Muhammed bin Ömer ez-Zemahşerî. (ö.538). El-Keşşâf An Ğavâmizi’t-Tenzil ve Uyûni’l Egâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl. c.III. Mektebetü’l Abîkân. Riyad. 1998. s.111; Râzî, Tefsiru’l Kebir ve Mefatih’ul Gayb, XVI/242; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, V/121.

28 Celâleddin Es-Suyûtî. (ö.911). Ed-Dürrü’l Mensûr Fi’t-Tefsîri’l Me’sûr. c.VII, Merkez’il Buhûs ve’d-Dirasâti’l Arabiyye ve’l İslâmiyye, Kâhire, 2003, Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk.), s.602.

29 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XI/73.

30 Bkz. Buhârî, Teheccüd, 1125. ‘Cebrail (a.s.) bir müddet Peygamberimize gelmeyi bırakmıştı. Kureyş’ten bir kadın: “Şeytanı onu teketti” dedi.

31 93. Duhâ Sûresi, Âyet 6.

32 94. İnşırah Sûresi, Âyet 4.

33 Râzî, Mefâtihu’l Gayb. XXXII/6.

 

yerde müminler yanında yücelttik. Makam-ı Mahmud’u sana vererek ahirette de yücelteceğiz.’34

Bir gün Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Allah’ın önceki peygamberlere olan hususi nimetlerini düşünmüştü. Allah’ın Hz. İbrahim’i dost edinmesini, Hz. Mûsâ ile konuşmasını, Hz. Davud’a demiri yumuşatmasını, Hz. Süleyman’a şeytanları ve rüzgarı musahhar kılmasını, Hz. İsa için ölüleri diriltmesini düşünmüş ve ‘bana ne takdir ettin ya Rabbi?’ diye dua etmişti.Yüce Allah ise Peygamberimize, o nimetlerin hepsinden daha değerlisini verdiğini, her daim Allah’la beraber anılmayı nasip edeceğini söyledi.35 Râzî’nin çok geniş bir perspektiften ele alarak yaptığı şu îzaha göre de Allah’ın bu vaadinin gerçekleştiğini anlıyoruz:

Bil ki bu âyet, âlimlerin bununla ilgili olarak söylediği, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) 'in peygamber oluşu, yerde ve gökte meşhur oluşu, isminin Arş üzerine yazılışı, kelime-i şehadette ve tahiyyatta adının, Allah'ın adıyla birlikte zikredilişi, nâmının önceki kitablarda yer alışı; her tarafa yayılışı; kendisiyle peygamberliğin noktalanışı, hutbelerde, ezanlarda ve kitabların başlarında - sonlarında zikredilişi; "Allah ve Resulü razı edilmeye en müstehaktırlar" (Tevbe, 9/62); "Kim Allah ve Resulüne itaat ederse" (Nisâ, 4/69); "Allah'a ve Resulüne itaat edin" (Nisâ, 4/59) ve benzeri âyetlerde, Kur'ân-ı Kerim'de, isminin Allah'ın ismiyle birlikte zikredilişi; Hak Teâlâ diğer peygamberlere, "Ey Mûsâ, ey İsa" diye isimleriyle seslenirken, ona, "Ey Resul, Ey Nebî" diye hitab edişi gibi şeylerin tümünü içine alır. Yine bu âyet, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i kalblerde, insanların zikrinden hoşlanır bir biçimde sokuşunu da içine alır. Bu Hak Teâlâ, "Rahman onlar için bir sevgi verir" (Meryem, 19/96) Âyetinin beyan ettiği manadır. Buna göre Hak Teâlâ sanki şöyle demek istemiştir: "Alemi, sana tabi olanlar ve seni sevenlerle doldurdum. Hepsi de seni övüyor, sana salât-ü selam getiriyor ve sünnetini sürdürüyorlar. Hatta farz namazlardan herbirinin yanısıra mutlaka sünnet namazlar var. Binâenaleyh sana tabi olanlar, farzlar hususunda benim emrime; sünnetler hususunda da senin emrine uyuyorlar. Çünkü, "Kim Resule uyarsa, Allah'a uymuş olur" (Nisâ, 4/80) ve "Şüphesiz sana biat edenler, gerçekte Allah'a biat etmişlerdir" (Fetih, 48/10) sultanlar bile sana tabi olmaktan, yoluna gitmekten yüz çevirmemişlerdir. Kıraat alimleri, senin getirdiğin âyetleri ezberliyor; müfessirler, senin getirdiğin Furkan'ın manalarını tefsir ediyor; vaizler de senin öğütlerini tebliğ ediyorlar. Hatta alimler ve hükümdarlar, senin için hizmete üşüyüyor; kapılar ötesinden seni selamlıyor, yüzlerini

34 Ebû Abdillah Muhamed bin Ahmed bin Ebî Bekr el-Kurtubî. (ö.671). El-Câmiu’l-Ahkâmi’l Kur’ân ve’l Mübeyyinü Limâ Tedammenehû Mine’s-Sünneti ve Âyi’l Furkân. c.XXII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2006, s.357.

35 Suyûtî. el-Hasâisü’l Kübra, s.417; İbni Kesîr, Tefsîrü’l Kur’âni’l Azîm, VIII/430.

 

senin "Ravza"nın toprağına sürüyor, şefaatini umuyorlar. Şu halde senin namın, şerefin, kıyamete kadar sürecektir.’36

Allah’ın Peygamberimize verdiği bu makam, bütün mevcudatta ne ondan önce ne de ondan sonra kimseye nasip olmamış bir makamdır.37

1.3.  ONA İTAATİN EMREDİLMESİ

Kur'an'ı Kerim, bütün peygamberlerin başka bir amaçla değil ancak, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmek üzere gönderildiklerini; ƻŏ ƃő ŏŤŏū ōƟŨƛō ŎNJŏƵ řǑŏţ ƳŌ DŽŎƋƅř Ƽƹŏ ŨōƾőƶƋō ƅő ōş Ũƹō ǃō

ŏǚŐ  ‘Biz her peygamberi Allah’ın izniyle kendisine itaat edilsin diye gönderdik’38 ve

doğru yolu bulmanın ancak onlara itaatla gerçekleşebileceğini; džōƶōơ Ũƹō ǃō ŧǃƂŎ Ųō őǂōű ŎƿDŽŎƢNJƛŏ Ŏű ƻŏţǃō ƼŎ NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ǒō ōŬƵő ŧ Ǒř ŏţ Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ ‘Eğer ona itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Peygambere düşen ancak apaçık bir tebliğdir’39 âyetleriyle haber vermektedir.

Kur’an-ı Kerim’de itaat kavramı, yetmiş dokuz âyette, gönülden uymak, gönülden bağlanmak, kabul etmek, söz tutmak, söz dinlemek, isteyerek yapmak, gönülden iyilik ve hayır işlemek ve boyun eğmek gibi anlamlarda kullanılmıştır.40

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e itaat, Kur’an’da genellikle, ‘Allah'a ve Resulüne itaat edin’ ifadesi tarzında, Allah’a itaat emrinin hemen arkasında gelmektedir. Şimdi bu âyetleri incelemeye çalışalım.

1.3.1.           Ona İtaatin Allah’a İtaat Sayılması

ōǚŐ Ɵō Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ Ƴō DŽŎƋƆŐ Ƶŧ Ơŏ ƛŏ Ŏlj Ƽő ƹŐ   ‘Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.’41 Taberî

bu âyeti şöyle tefsir etmiştir:

‘Bu, Allah Teâlâ ’nın kullarını, nebisi Hz.Muhammed hakkında ikazıdır. Ey insanlar, Hz.Muhammed size ne emrederse benim emrim, size neden nehyederse benim nehyimdir. Sakın içinizden biri, ‘Muhammed de bizim gibi bir insan, bize üstünlük sağlamaya çalışıyor’ demesin.’42

Râzî’ye göre Cenâb-ı Hakk'ın, ‘Kim peygambere itaat ederse, muhakkak Allah'a itaat etmiştir’ buyruğu, o Resulün bütün emir ve nehiylerde, Allah'tan tebliğ

36 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, XXXII/6.

37 Seyyid Kutup(ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’ân. c.XI, Dâru’ş-Şurûg, Kâhire, 2003, s.3930.

38 4.Nisâ Sûresi, Âyet 64.

39 24. Nur Sûresi, Âyet 54.

40 Furat Akdemir. (2013) Kelam Araştırmaları 11(1) : 425-442.

41 4. Nisâ Sûresi, Âyet 80.

42 Ebû Cafer Muhammed bin Cerir et-Taberî. (ö.310). Cami’ul Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an. c.VII, Merkez’il Buhus ve’d-Dirasati’l Arabiyye ve’l İslamiyye, Kahire, 2001, Doktor Abdullah bin Taberî (Thk.), s.245.

 

ettiği bütün hususlarda masum olduğuna delâlet eden, en güçlü delillerden birisidir. Çünkü âyette bir kayıt, herhangi bir şart koşulmamıştır. Zira Hz.Peygamber bunlardan herhangi birisinde hata etmiş olsaydı, O'na itaat, Allah'a itaat etmek kabilinden olmazdı.43 Tûsî de aynı sebebe bağlayarak, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in asla hatayı emretmeyeceğini söylemiştir.44 Kaldı ki, onun kendi ictihadıyla yapmış olduğu işler ve söylemiş olduğu sözler de yine ilahî kontrol altında olduğundan varsa küçük

hataları bile vahiyle düzeltilmiş ve böylece onun yapmış olduğu fiiller ve söylemiş olduğu sözler yanlışlıklardan arındırılmıştır.45

Âyette açıkça Peygamberimizin şerefini ilan vardır. Şânının yüceliği, mertebesinin yüksekliği vurgulanmıştır.46

İbni Âşur’a (ö.1393) göre, teşrîde Allah ve Resulü arasında fark olduğu vehmine kapılanlara, bu âyet cevap vermektedir.47 İbni Âşur’un yorumuna göre, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), ümmetine Kur’an âyetleri dışında da emirler verebilir, yasaklar getirebilir. Çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emri Allah’ın emri, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in her hangi bir şeyi yasaklaması da Allah’ın yasaklamasıdır. Tıpkı bir padişahın vezirleri içerisinde en güvendiği veziriazamına mührünü verip kendi adına iş yapma yetkisi vermesi gibi, ‘senin emrin benim emrimdir’ demesi gibi. Allah’ın nebisine böyle bir yetki vermesi, ona verdiği değeri gösteren en önemli delillerden

birisidir. Nitekim Fetih Sûresinde ki ōǚř   ƻō DŽŎƢljŨōŏ ŬljŎ Ũƺřō ƽţŏ ưōō ƽDŽŎƢljŨŏ ōŬljŎ Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƻŏř ţ ‘Sana biat edenler,

şüphesiz Allah’a biat etmiş olurlar’48 âyeti de, ‘Kim Resûle itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur’ hakikatini aynen vurgulamaktadır. Çünki, Hz.Peygamber’e söz vermek, Allah’a söz vermek gibidir. Aralarında fark yoktur.49

Nisâ Sûresinin   ưō ƾơō ƻō ǃƂŚ ŎƔōlj Ƽō NJŏƮŏƩŨōƾƺŎ Ƶő ŧ Űljşƅōōőō     Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ džōƵŏţǃō ŎǚŐ Ƴō ƈō ƽşō Ũƹō džōƵŏţ őŧDŽōő ƵŨƢōō ű ƸŎő ǂōƵ ƴō NJŏƭ ŧƃŏō ţǃō

ŧŊƁǃƂŎ ŎƓ ‘Onlara: “Allah'ın indirdiğine ve Peygambere gelin!”, dendiğinde münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün’50 âyetinde,                                                                                              Kur’an’a yönelme ile Hz.

43 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, X/154.

44 Ebû Ca’fer Muhammed b. el-Hasan b. Ali b. el-Hasan et-Tûsî. (ö.460). Et-Tıbyân el-Câmi li UIûmi’l-Kur’ân. c. III. Beyrut, Ahmed Habib El-Amili (Thk.), s.268; Beyazizâde Ahmed Efendi. (ö.1098). İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İtikadi Görüşleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İlyas Çelebi (Çev.) İstanbul, 2000, s.118.

45 Mevlüt Güngör. (2003). Kur'an'da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e Sevgi Ve Saygi. Diyanet İlmî Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav) Özel Sayısı. Ankara, 2000, s.469-480.

46 Muhammed bin Ali bin Mhammed eş-Şevkânî. (ö.1250). Fethu’l Kadîr el-Câmiu Feniyyi’r-Rivayeti ve’d-Dirâseti min İlmi’t-Tefîr. c. I, Dâr’ül Vefâ, Abdurrahman Umeyra (Thk.), s.780.

47 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, V/135.

48 48. Fetih Sûresi, Âyet 10.

49 Zemahşerî, Keşşâf, V/538.

50 4. Nisâ Sûresi, Âyet 61.

 

Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e yönelmenin, ayrı ayrı zikredildiğini görüyoruz.

Yine Nisâ Sûresindeki LjŏƩ Ƹő ŎŲơő Ƈō Ũōƾōű ƻŏŤōƩ Ƹő ƲŎ ƾƹŏ Ɔŏ ƹő ōǍŧ LjŏƵ ǃŎşǃō Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōş ŧő DŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj Ŋǒljǃŏ őŠōű ƼŎ ƌō Žő ōşǃō Ɔŋ NJő ſō ưō ŏƵƃō Ɔŏ ſŏ Njŧ Ʒŏ DŽő ōNJƵő ŧǃō ŏŜŐ Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ŏǚŐ džōƵŏţ ŎƿǃƁŚ ŎƆōƩ ňŌ Ljő Əō

‘Ey iman edenler, Allah’a itaat edin. Resulüne ve sizden olan idarecilere de itaat edin. Eğer Allah’a ve âhirete iman ediyorsanız, hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne arzediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir’51 âyetinden, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in âyetlerden hariç olarak hüküm verebileceği anlaşılmaktadır.

Bu iki âyette, her meselede Kur’an’a ve Sünnete başvurma emredilmiştir. Müminlere, ihtilafa düştükleri meselenin çözümünü önce Allah’a arzetmeleri emrediliyor. Peki, bir mümin meselenin çözümünü Allah’a nasıl soracaktır? Bundan maksadın Kur’an’a başvurmak olduğu açıktır. Ondan sonra ise Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e başvurma emredilmektedir. Bu da, hayatta iken Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bizzat şahsına başvurmak, vefatından sonra ise doğal olarak sünnetine müracaat etmekle olur.52 O halde sünnete uyarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bir emrini yerine getiren kimse, sadece Peygambere itaat etmiş olmamakta, aynı zamanda Allah’a itaat etmiş olmaktadır.

Pekçok müfessir, bu âyetin tefsirinde şu hadisi delil olarak almıştır,53

                                                                                                                                                                                                         Ƽő ƹō

Ƃő ōƮōƩ Ɔō NJƹŏ ōǍő ŧ  ƒŏ                                                     Ƣő ōlj  Ƽő ƹō ǃō   ņLjŏƾơō  Ũōƙōş  Ƃő ōƮōƩ Ɔō NJƹŏ ōǍő ŧ  Ơŏ  ƛŏ  Ŏlj  Ƽő ƹō ǃō   ņōǚř                                                     džƔō   ơō               Ƃő ōƮōƩ  LjŏƽŨƔō   ơō                   Ƽő ƹō ǃō   ņōǚř                                          Ɵō  Ũōƙōş  Ƃő ōƮōƩ  LjŏƾōơŨōƙōş

LjŏƽŨƔō ơō

‘Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. Kim başındaki emire itaat ederse, bana itaat etmiş olur, kim de emire isyan ederse bana isyan etmiş olur.’54

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin bizzat Allah’a itaat olduğu, Hz. Peygamber’in rızasının bizzat Allah’ın rızası olduğu, şu âyetteki zamir nüktesiyle daha da belirginleşir:

ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō Ŏlj Ƽƹō Ŏǀřƽōş ŧő DŽƺŎ ōƶƢő ōlj Ƹő ōƵōş Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƹŎ ŧő DŽŎƽŨƱō ƻŏţ ŎƿDŽŎƗƆő Ŏlj ƻōş ƬŚ Žō ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŎ Ő ǃō Ƹő ƱŎ DŽŎƗƆő ŎNJŏƵ Ƹő ƲŎ ōƵ Ŝŏ Ő Ũŏū ƻō DŽŎƪŏƶ őžōlj ƸNJŎƞƢŏō Ƶő ŧ ŎLJƈő ŏƀő Ƶŧ ưō ŏƵƃō ŨōǂNJŏƩ ŧƂŊ ŏƵŨſō Ƹō řƾōǂŹō ƅō Ũōƽ ŎǀōƵ ƻōŠř ōƩ ‘Sizin yanınıza gelir, gönlünüzü hoş etmek için

51 4. Nisâ Sûresi, Âyet 59.

52 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/186; Ebû Mansur Muhammed bin Muhamed bin Mahmud el-Mâturidî es-Semerkandî el-Hanefî. (ö.333). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm El-Müsemmâ Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne. c.I, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Beyrut, 2004, Fatıma Yusuf (Thk.), s.442.

53 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/174; Zemahşerî, Keşşâf , II/95; Vehbe Zuhaylî, Tefsîru’l Münîr. c.III, Risâle Yayınları, Hamdi Arslan vd. (Çev.), İstanbul, 2005, s.109.

54 Buhârî, Cihad ve Siyer, 2957.

 

Allah’a yeminler ederler, halbu ki eğer bunlar mümin iseler, herşeyden önce Allah’ın ve Resûlünün rızasını düşünmeleri gerekirdi. Hâla şunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi vardır, hem de devamlı olarak orada kalacaktır. İşte en büyük zillet budur.’55

Râzî ve Zemahşeri gibi müfessirler, âyette ‘razı edilme’ fiilindeki zamirin tekil gelmesini, Peygamberin rızasıyla Allah’ın rızası arasında bir muhalefet ve başkalığın bulunmasının imkânsız olmasına bağlamışlardır. Onun için zamirin tekil geldiğini ve ikisinden birinin zikredilmesiyle yetinildiğini söylemişlerdir.56 Zaten Zemahşerî’ye (ö.538) göre de Allah’a itaat ile Hz.Peygambere itaat aynı şeydir.57 Şu farkla ki, Allah’a itaat, O’nun zâtından ve ulûhiyetinden kaynaklanırken, Hz. Peygamber’e itaat ise Allah’ın emrinden kaynaklanmaktadır.58

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin, Allah’a itaatle beraber zikredildiği daha pek çok âyet vardır.

 ƼŎ NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ōǒōŬőƵŧ ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō džōƶōơ Ũōƺřƽōş őŧDŽƺŎ ōƶơő ŨōƩ Ƹő ŎŲNJő řƵDŽō ōű ƻŏŤōƩ őŧǃŎƅƄō Žő ŧǃō Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō

‘Allah’a itaat edin, Resulullaha itaat edin ve karşı gelmekten sakının! Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki nebimizin görevi sadece tebliğden ibarettir.’59

İçkiyi, kumarı haram kılan âyetin peşinden gelen bu âyette Allah, Peygambere itaati neden vurgulamaktadır? Şeytan işi birer pislik olan, içki, kumar gibi günahları terkeden insan zaten Allah’ın emrine itaat etmiş olur. Bu günahlardan kaçınarak Allah’a itaat edin demekle yetinilebilirdi. Ama hem, ŧDŽŎƢNJƙŏ ōş ‘itaat edin’ fiilinin Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) için tekrarlanmasıyla, hem de ‘peygambere düşen tebliğdir’        denmeyip,       ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō   ‘peygamberimize’ ifadesindeki      aidiyet zamirinin getirilmesiyle Peygamberimiz tebcil edilmiştir. Nasıl ki bir insanın evladına kızdığı zamanki ifadeleriyle, sevdiği zamanki ifadeleri farklılık arzeder. Mesela anne çocuğuna kızdığı zaman ‘oğluna birşey söyle babası bak ne yapmış’ derken, sevgi durumunda, ‘oğlumu görüyor musun babası, ne güzel yapmış’ gibi, aidiyet zamiriyle çocuğunu kendisine nispet ederek söyler. Tıpkı bunun gibi, âyette ƳDŽŎƋƅō ‘elçi’ yerine, ŨōƾŏƵDŽŎƋƅō     ‘elçimiz’ demesinde de, Allah’ın Peygamberimiz’e olan sevgisini ve ona verdiği değeri görebiliriz.

Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƹŚ ƸŎŲƾƱŎ ƻŏţ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ŧő DŽŎƢNJƙŏ ōşǃō Ƹő ƲŎ ŏƾNJő ŏū ůō ŧƃō ŧő DŽŎžŏƶƓő ōşǃō ōǚŐ őŧDŽŎƮřűŨōƩ Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ŏŜŐ ŏ ŎƳŨōƪƽō Ǎŧ ŏƴŎ ƭ Ƴŏ Ũōƪƽō Ǎŧ ŏƼơō ưō ōƽDŽŎƵōŠőƌōlj

55 9. Tevbe Sûresi, Âyet 62-63.

56 Zemahşerî, Keşşâf, III/62; Râzî, Mefâtihu’l Gayb, XVI/94.

57 Zemahşerî, Keşşâf, II/568.

58 Cemal Ağırman, Hz. Peygamber’e İtaatin Sınırı, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, 1 (1996) :66.

59 5. Maide Sûresi, Âyet 92.

 

‘Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar. De ki: “Ganimetler Allah’a ve Resulüne aittir. Onun için siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının, birbirinizle aranızı düzeltin, Allah’a ve Resulüne itaat edin.’60

Âyet, Bedir Savaşı ganimetleri hakkında, ashab arasında çıkan nizâ sebebiyle nazil olmuştur.61 Ganimetlerin Allah’a ve Resulüne ait olması, bu konuda hüküm verme yetkisinin Allah’a ve Resulüne ait olması demektir.62

1.3.2.           Hüküm Verdiği Zaman Müminlere Tercih Hakkının Bırakılmaması

Ahzab Sûresi’nde, ŎŭƆō ōNJƀŏ őƵŧ ƸŎ ŎǂōƵ ƻō DŽƲŎ ōlj ƻōş ŧ Ɔƹő ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř džƘō ōƭ ŧƃō ŏţ ŮŌ ōƾƹŏ Ţő ƹŎ Ǒō ǃō ƼŌ ƹŏ Ţő ƺŎ ŏƵ ƻō ŨƱō Ũƹō ǃō ŨŊƾNJŏŬƹŚ ǑŊ ǒō Ɨō ƴř Ɨō Ƃő ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƒŏ  Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō Ƹő ǁŏ Ɔŏ ƹő ōş Ƽő ƹŏ

‘Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur’63 denilerek, Allah ve peygamberden emir geldiği zaman, müminin başka bir tercihte bulunması yasaklanmaktadır.

Peygamberimiz, halasının kızı Zeyneb binti Cahş (r.a.)’ı, azadlı kölesi Zeyd bin Harise (r.a.) ile evlendirmek istemişti. Zeyneb (r.a.) ve kardeşi Abdulah bin Cahş (r.a.) ise bu tekliften pek hoşlanmamışlardı. Onun üzerine bu âyet nazil olunca râzı oldular.64 Sebeb-i nüzul olarak ikinci rivâyet de şudur: Medine’ye ilk hicret eden kadınlardan olan Ukbe ibni Ebi Muayt’ın kızı Ümmü Gülsüm, nefsini Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hibe etmişti. Peygamberimiz de onu Zeyd bin Harise ile evlendirmek istemişti. O zaman Ümmü Gülsüm ve kardeşi buna karşı çıkmış, ‘biz Rasulullah’ı istiyoruz, o ise kölesiyle evlendiriyor’ diye tepki göstermişlerdi. Bunun üzerine âyet nazil oldu.65

Allah’ın ve Peygamberin emrine itaat etmek, âyete göre hem insanların tercih haklarının nefyedilmesiyle, hem de emre itaat etmemenin Allah’a ve Peygamberine isyan sayılmasıyla iki vecihten dolayı farzdır.66

Âyeti kerîmede, ‘Allah ve Resûlü hükmettiği zaman’ ifadesiyle, ‘kim Allah’a ve Resûlüne isyan ederse’ ifadesinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, özel olarak

60 8. Enfal Sûresi, Âyet 1.

61 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/12.

62 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XV/120.

63 33. Ahzab Sûresi, Âyet 36.

64 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/112; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/119; Beğavî, Meâlimu’t- Tenzîl, VI/353.

65 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/114; Zemahşerî, Keşşâf, V/70.

66 Hüccetü’l İslam İmam Ebû Bekr Ahmed bin Ali Er-Râzî El-Cessâs. (ö.370). Ahkâmu’l Kur’an. c.V. Müessesetü’t-Tarîhu’l Arabî, Beyrut, 1996, Muhammed Sâdık Kamhâvî (Thk.), s.230.

 

ve ayrıca zikredildiğini görüyoruz. Eğer Peygamberimiz burada Allah’ın hükmünü insanlara duyuruyorsa, duyurduğu hüküm zaten Allah’ın hükmüdür. Bu durumda ‘Allah ve Resulü hükmettiğinde’ diyerek ‘džƘō ōƭ’ ‘hükmetti’ fiilinin fâili olarak Hz.

Peygamber  (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i  de  zikretmeye  gerek  yoktur. 

İnsanlar  bu  hükme  isyan ettiklerinde, doğrudan zaten Allah’a isyan etmiş olurlar. Ama âyetin sonunda ‘kim Allah’a ve elçisine isyan ederse’ dendiğine göre, Allah’a isyandan farklı olarak Peygambere isyanın da zikredilebilmesi için, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in de ayrıca hüküm koyabilmesi gerekir. Mesela Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Zeyneb binti Cahş ile Zeyd bin Harise’nin evlenmesini istemesini ele alalım. Eğer peygambere itaati, sadece elçi olarak, Allah’tan getirdiği Kur’an âyetlerine itaat şeklinde anlayacaksak, Zeyneb’in Zeyd’le evlenmesini emreden bir âyet olmadığını biliyoruz. O halde Hz. Zeyneb’in evlenmek istemediği zaman mesul olmaması gerekirdi. Ama Hz. Zeyneb ve ailesi Peygamberimizin bu isteğine karşı çıkınca âyet indi ve ‘Peygamber bir meselede hüküm verdiği zaman, müminler için artık başka bir tercih hakkı yoktur’ diyerek onları ikaz etti. Böylece âyeti kerîme, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatin, sadece âyetleri duyurduğu zamana hasredilemeyeceğini, kendi şahsi emirlerinde de ona itaat edilmesi gerektiğini tescillemiş oldu. Çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Kur’an’dan hariç olarak hüküm koyabilir.

Sünnetin de Kur’an’dan sonra müstakil bir hüküm kaynağı olması konusunda âlimler ittifak etmişlerdir.67 Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sünnetine tâbi olmak, bütünüyle Kur’an’a ve Allah’a tâbi olmaktır.68 Bir tek şahit ve davacının yeminine dayanılarak hüküm verebilmesi, erkeklere altın ve ipek kullanmanın yasaklanması, fıtır sadakasının vacib oluşu, ehli eşek etlerinin haram oluşu, şuf’a hakkının meşruluğu, deniz hayvanlarının ölüsünün yenebileceği ve ninenin mirastan pay alabilmesi gibi hükümler sünnetin koyduğu hükümlerden bazılarıdır.69

67 Bkz. Fazlur Rahman (ö.1988). İslam, Ankara Okulu Yayınları, Mehmet Dağ ve Mehmet Aydın (Çev.) Ankara, 2004, s.101; Vehbe Zuhaylî, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh, Dâru’l Fikr, Beyrut, 1995, s.39; Zekiyyüddîn Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, TDV Yayınları, İbrahim Kâfi Dönmez (Çev.) Ankara, 2000, s.99; Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, Kelam, s.84; İsmail Köksal, Fıkıh Usûlü, Akademi Yayınları, İzmir, 2008, s.61; Ahmet Yaman ve Halit Çalış, İslam Hukukuna Giriş, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2012, s.46.

68 Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, Işık Yayınları, İzmir, 2008, s.441.

69 Bkz. Zekiyyüddîn Şaban, İslam Hukuk İlminin Esasları, s.99; Muhsin Koçak vd. Fıkıh Usulü, Ensar NeşRiyad, İstanbul, 2013, s.67; Mevlüt Güngör. (2003). Kur’an’ın Hz. Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer-1, Yeni Ümit Dinî İlimler ve Kültür Dergisi, 21 (6).

İmam Şâfî (ö.204), Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e verilen hikmeti70 onun sünnetidir şeklinde anlamıştır.71 Dolayısiyle sünnet gayr-i metlüv olan ilâhî vahye dayanmaktadır.72

Bu meseleyi iki şekilde yorumlayabiliriz. Birincisi: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in müstakil olarak hüküm koyma, emirler ve yasaklar getirme yetkisinin olduğunu düşünelim. Bu yüzden âyetlerde ‘Allah’a ve elçisine itaat’, ‘Allah’ı ve elçisini incitmek’, ‘Allah’a ve elçisine isyan’ gibi, ‘ve’ bağlacıyla atıf yapılarak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ayrıca zikredildiğini görüyoruz.73 Allah elçisine böyle bir yetki vermişse, bu zaten bizim anlatmaya çalıştığımız, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki mualla mevkîni gösteren bir delil olur.

İkincisi: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in müstakil olarak hüküm koyma, emirler ve yasaklar getirme yetkisinin olmadığını, Şâri’in sadece Allah olduğunu, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sadece bu hükümleri duyuran bir elçi olduğunu kabul edelim. O zaman pek çok âyette Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın yanında zikredilmesini nasıl izah edeceğiz? Neden Allah sürekli kendisiyle beraber elçisini de nazara vermektedir? Neden sadece ‘Allah’a itaat edin’ demekle yetinilmemiş, peygamber

de birlikte zikredilmiştir? Hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a arzediniz, demekle yetinilmeyip, neden ‘Allah’a ve Resulüne arzediniz’74 denmiştir? Allah’ın Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hüküm koyma yetkisi vermemiş olduğunu farz etsek dahi, bu şekilde sürekli beraber zikretmesi durumunda, Allah’ın ona çok büyük değer atfettiği, teberrüken Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in adını kendi adıyla beraber zikrettiği ortaya çıkmaktadır.

Yani yukardaki iki görüşten hangisinin doğru olduğu tartışmasına bile gerek kalmadan, her iki halde de sonuç aynı olmaktadır. Pratikte Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şahsi emri ile Allah’tan getirdiği emre itaat arasında müminler için bir fark bahis mevzu olmamakta, iki emre de uymak gerekmektedir. Çünkü Allah, Resulüne itaati

70 Bkz. 2. Bakara Sûresi Âyet 129, 2. Bakara Sûresi Âyet 151, 2. Bakara Sûresi Âyet 231, 3. Âl-i

İmran Sûresi Âyet 164, 4. Nisa Sûresi Âyet 113, 2. Cuma Sûresi Âyet 2.

71 Bkz. Muhammed bin İdris Eş-Şâfî. (ö.204). Er-Risâle, TDV Yayınları, Abdulkadir Şener ve

İbrahim Çalışkan (Çev.), Ankara, 2012, s.51;

72 Vehbe Zuhaylî, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh, s.39; İshak Emin Aktepe, Ebu Hanife ve Ehl-i Hadisin Sünnet Anlayışlarındaki Temel Farklar, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, 19 (2012) :115-130.

73 Bkz. Atıf harfi ‘vav’, kaide gereği atıf yapılan ile kendisine atfedilenin, hükümde ortak olmakla beraber, farklı şeyler olmasını gerektirir. Halid bin Osman Es-Sebt, Kavâidu’t-Tefsîr Cem’an ve Dirâseten, Dâr İbn-i Affan, y.y. Ts. I/434.

74 4. Nisâ Sûresi, Âyet 59.

 

emrederken hiç bir istisna getirmemiş ve hiç bir kayıt koymamıştır. Mesela Nisâ Sûresinde ‘Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin’ diye itaat kavramı mutlak bırakılırken, ulu’l emre itaatte ise, ‘sizden olan’ kaydı konmuştur.75 Aynı şekilde ana babaya itaati emrederken de

 ƻŏ ōş Ƽŏ NJő ƹō Ũơō LjŏƩ ŎǀŎƵŨƔō ŏƩǃō ƼŌ ǁő ǃō džōƶơō ŨŊƾǁő ǃō ŎǀƹŚ Ŏş ŎǀőŲōƶƺō Žō ǀŏ ljő Ƃō ŏƵŧDŽō ŏū ƻō Ũƌō ƽǏŏ ő ŧ ŨōƾőNJƓř ǃō ǃō

Ũƺō ŎǂƢő ƛŏ Ŏű ǒō ōƩ Ƹŋ ƶő ơŏ ǀŏ ŏū ưō ōƵ Ɗō NJő ōƵ Ũƹō Ljŏū Ưō Ɔŏ Ɛő Ŏű ƻōş džƶơō Ưō ŧƂō ōǁŨŹō ƻŏţǃō ƆNJƔŏ ƺō Ƶő ŧ Ljř ōƵŏţ ưō ljő Ƃō ŏƵŧDŽō ŏƵǃō LjŏƵ Ɔő ƲŎ Əő ŧ

‘Biz insana, annesine babasına iyi davranmasını emrettik. Zira annesi onu nice zahmetlerle karnında taşımıştır… Eğer onlar seni, şerik olduğuna dair hiçbir bilgin olmadığı şeyleri, bana ortak saymaya zorlarlarsa sakın onlara itaat etme!’76 diyerek ana babaya itaatte de şart koşulmuştur. Ama Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati emrederken, ‘vahye tabi olduğu sürece peygambere uyun’ veya ‘Kur’an’ın  yolunda gittiği sürece peygambere itaat edin’ gibi kayıtlar konulmamış, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah’ın rızasının dışına çıkmayacağı kesin olduğu için, böyle birşeyin îması dahi yapılmamıştır.

1.3.3.           Allah Tarafından Sevilmenin Ona Tâbi Olmaya Bağlanması

ōǚŐ  ŧő DŽŎƢNJƙşōŏ ƴŎő Ʈƺŋ NJŽŏ ƅř ƅŋ DŽƪŎ ōƥ ǚǃōŐŎ                           Ƹő ƲōŎ ūDŽŎƽƃŎ Ƹő ƲōŎ Ƶ Ɔő ŏƪƦő ōljǃō ŎǚŐ  ƸŎ ƲŬőŎ ŏŬžŎő lj LjŏƽDŽŎƢŏŬřűŨōƩ ōǚŐ                          ƻō DŽŬŚ žŏ Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ ƴŎő ƭ

Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ ŪŚ žŎŏ lj ōǑ ōǚŐ       ƻŏř ŤōƩ őŧDŽřő ƵDŽōō ű ƻŏŤƩ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧǃō

‘Ey Resulüm, de ki 'Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Gafurdur, Rahimdir. De ki: ‘Allah’a ve Resulullaha itaat ediniz. Şâyet yüz çevirirlerse, bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.’77

Âyetlerin sebeb-i nüzulü olarak iki rivâyet vardır. Münafıkların lideri Abdullah bin Übey bin Selül, ‘Muhammed, Hristiyanların İsa’yı sevdiği gibi kendisini sevmemizi emrediyor ve kendine itaati Allah’a itaat gibi tutuyor’ diye dedikodu yapması sebebiyle âyetler nazil olmuştur.78 Râzî’ye göre ise bu ayetler, Yahudilerin, Hristiyanların ve müşriklerin Allah'ı sevdiklerini iddia etmeleri ve Allah'ın rızasını gözettiklerini iddia etmeleri üzerine inmiştir.79

Yüce Allah o münafığa ve onun gibi düşüneceklere cevap vermiş, Allah’ı sevebilmenin ve Allah tarafından sevilmenin yolunun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat etmekten geçtiğini açıkça vurgulayarak nebisini tazim etmiştir.

 

75 Bkz. 4. Nisâ Sûresi, Âyet 59.

76 31. Lokman Sûresi, Âyet 14-15.

77 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 31-32.

78 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, III/209.

79 Râzî, Mefâtihu’l Gayb, VII/16.

 

1.3.4.           Ona İtaatin Gönülden Olması

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati emreden âyetler arasında bir tanesi var ki, sadece itaatin yetmeyeceğini, gönül rızasıyla ve tam teslimiyetle olması gerektiğini vurgulaması yönüyle meseleyi daha da pekiştirmektedir:

ŊŨƺNJŏƶƌő ōű ŧő DŽƺŎ śƶƌō Ŏljǃō Űō NJő Ƙō ōƭ Ũƺř ƹś ŊŨŹƆō Žō Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽōş LjŏƩ ŧő ǃƂŎ źŏ ōlj ōǑ Ƹř Ŏŵ Ƹő ŎǂōƾőNJōū Ɔō źō Əō Ũƺō NJŏƩ Ưō DŽƺŎ Ʋś žō Ŏlj džō řŲŽō ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj ōǑ ưō śūƅō ǃō ōǒōƩ

‘Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.’80

Ensardan bir adam ile Zübeyr bin Avvam arasında Harre mevkiindeki hurmalıkları sulayan kanalların kullanımı konusunda anlaşmazlık çıkmıştı. Bu kanallardan gelen su önce Zübeyr’in bahçesine uğruyor, ardından ensarlı adamın bahçesine geliyordu. Ensar adam Zübeyr’e, “Suyu bırak, gelsin.” dedi. Fakat Zübeyr bunu kabul etmedi. Durum, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e intikal etti. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), “Zübeyr! Önce sen sula, sonra suyu (hemen) komşuna salıver.” buyurdu. Bunu işiten adam, “Zübeyr senin halanın oğlu olduğu için mi (ona öncelik verdin)!” diye kızgın bir şekilde tepki gösterdi. Adamın bu sözü üzerine Allah Resûlü’nün yüzünün rengi değişti ve “Zübeyr! Sen sula, sonra suyu duvar hizasına gelinceye kadar tut (sonra salıver).” dedi. Zübeyr, “hâdise üzerine bu âyet nazil oldu,” demiştir.81

Bu hâdisede görüldüğü gibi insanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar Peygamberimize getiriliyor, onun verdiği kararlar doğrultusunda bir çözüm ortaya çıkıyordu. Zübeyr ile ensarlının arasındaki sulama anlaşmazlığında Allah Resûlü, Zübeyr’in olgun davranarak hakkı olan seviyeye kadar suyu kullanıp, sonra biriktirmeden komşusunun bahçesine salıvermesini istemişti. Ancak ensar adamın verdiği tepkiye kızmış ve Zübeyr’den hakkını sonuna kadar kullanmasını emretmişti. Bu olay üzerine inen âyet, ensar adamın tepkisinin saygısızca bir hareket olmasının çok daha ötesinde, Peygamber’e imanı ve itaati ilgilendiren bir yönü olduğunu gösteriyor. Çünkü uygulamasının âdilane olmadığı düşüncesiyle kendisine itiraz edilen kişi sıradan bir insan değil, Allah’ın elçisidir. Peygamberimizin söz ve uygulamalarına yönelik itirazın, bir iman meselesi olması, kuşkusuz onun Allah nezdindeki yüksek değerini gösterir.

 

80 4. Nisâ Sûresi, Âyet 65.

81 Buhârî, Şurb ve Musâkât, 2359, 2360.

Bu âyette iki önemli husus dikkat çekiyor. Birincisi, ‘bizim verdiğimiz hükme teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar’ denmeyip, ‘senin verdiğin hükme teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar’ denmesi. Yukarıda geçtiği gibi Hz.Peygamber’in hüküm koyma yetkisine bu âyet de, delil olarak gösterilebilir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in böyle bir yetkisinin olmadığını kabul edersek eğer, Allah kendi verdiği hükmü, peygamberin verdiği hüküm diye takdim edip ona teslim olmayı emretmiş oluyor. Yani Allah Teâlâ, bir hüküm veriyor ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e bunu insanlara duyurmasını emrediyor. Sonra da insanlara, ‘peygamberin verdiği hükme teslim olun’ diyor. Bu durum yine, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i muazzam bir şekilde tebcil etmek ve onun şerefini ilan etmek demektir.

Âyette dikkat çeken ikinci husus ise, ‘senin verdiğin hükme uymaları’ denmeyip, ‘senin verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymaksızın teslim olmaları’ denmesi. Bu ise itaati emretmekten daha ileri bir merhaledir. Yani bir mümin peygambere şeklen itaat etse veya kerhen itaat etse ve kalbinde bir burukluk taşısa, iman etmiş sayılmıyor.82 Peygamberin verdiği hükmü uygulasa, ama istemeye istemeye yapsa, âyete göre böyle bir itaat yeterli bulunmuyor. Burası, Allah katında Peygamberimizin konumunu göstermesi açısından çok önemli bir ayrıntıdır. Allah’ın, nebisinin hükmüne itaat etmeyeni, itaat etse bile kalbinde bir rahatsızlık hissederek itaat edeni, ‘iman etmiş olmaz’ gibi en ağır bir ifadeyle tehdit etmesi, o elçinin, onu gönderen nezdindeki kıymetini gösteren çok önemli bir işarettir.

1.3.5.           Onun Hükmüne Allah’ın Hükmü Denilmesi

Ʒő ōş ŧDŽŎūŨōűƅő  ŧ Ʒŏ ōş ƕŋ                                                                                  Ɔō  ƹř   Ƹǂŏ ŏūDŽŎƶŎƭ LjŏƩōşƻō  DŽŎƗƆŏ  Ƣő ƹŚ  ƸŎǂƾő ƹś   Ƭŋ  ljƆŏ  ōƩ ŧƃō ŏţ Ƹő ŎǂōƾNJő ōū Ƹō ƲŎ žő  ōNJŏƵ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō  ǃō   ǚŏ ř                    džōƵŏţ ŧDŽơŎ  ƁŎ  ŧƃō ŏţǃō

ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ō ǃǚř ŏ džōƵŏţ ŧDŽơŎ ƁŎ ŧƃō ŏţ Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ Ƴō DŽő ōƭ ƻō ŨƱō Ũƺō řƽŏţ .ƻō DŽƺŎ ŏƵŨřƞƵŧ ƸŎ Ŏǁ ưō ŏŦōƵ ǃŎş őƴōū ŎǀŎ ƵDŽŎƋƅō ō ǃ Ƹőǂŏ őNJōƶơō Ŏǚř                                                                                                                   ƨō NJžŏ ōlj ƻōş ƻō DŽŎƩŨ ōƀōlj

ƸŎ Ŏǁ ưō ŏŦōƵǃő ŎŠōƩ ǀŏ Ʈő řŲōljǃō ōǚř                      Ǝō ƀő ōljǃō ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř       Ơŏ ƛŏ Ŏlj Ƽƹō ǃō .ƻō DŽŎžŏƶő ƪƺŎ ő Ƶŧ ƸŎ Ŏǁ ưō ŏŦōƵ ǃŎş ōǃ ŨōƾƢő ōƙōşǃō ŨōƾƢő ƺŏ Ƌō ŧDŽŎƵDŽŎƮōlj ƻōş Ƹő ŎǂōƾNJő ōū Ƹō ƲŎ žő ōNJŏƵ

ŧǃƂŎ ōŲőǂōű ŎƿDŽŎƢNJƛŏ  Ŏű ƻŏţǃō   Ƹő ŎŲőƶƺś  ŎŽ Ũƹř  ƸƲNJōőŎ  ƶơō  ǃō   ƴō  ƺś  ŎŽ Ũōƹ ŏǀNJōő ƶơō   Ũƺřō ƽŤŏ ōƩ ŧDŽřƵDŽōō ű ƻŏŤōƩ Ƴō  DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧDŽŎƢNJƙşōŏ   ǃō   ōǚř                                                                                                             ŧDŽŎƢNJƙşōŏ ƴŎő  ƭ ƻō  ǃƈŎ  ŏťŨōƪƵő ŧ

ƼŎ NJŏŬƺŎ Ƶő ŧ ƣŎ ǒō ōŬőƵŧ Ǒţŏř Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ džōƶōơ Ũōƹǃō

‘Aralarında hükmetmesi için Allah’ın ve Resulünün hükmüne dâvet edildiklerinde, bir de bakarsın onlardan bir kısmı yüzçeviriyor… Sahi, kalplerinde bir inkâr hastalığı mı var bunların? Yoksa imanda şüpheye mi düştüler yahut Allah’ın ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe

82 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, X/132-133.

ediyorlar? Doğrusu, asıl zalimler hem de kendi kendilerine haksızlık edenler, onların ta kendileridir! Haklarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Resulüne dâvet edilen müminlerin söyledikleri tek söz: “İşittik ve itaat ettik” demek olmuştur. İşte felaha erenler onlar olacaklardır. Kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’ı tazim edip O’na karşı gelmekten sakınırsa, işte ebedî başarı ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır…

De ki:

“Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki Peygamber kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz. Ama ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa peygamberin görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.”83

Peşpeşe gelen bu yedi âyette, Allah’a ve Resulüne itaatin tekrar tekrar vurgulandığını görüyoruz.

Sebebi nüzul olarak iki rivâyet vardır. Bişr adında bir münafık ile düşmanı olan bir Yahudi arasında arazi yüzünden çekişme olmuştu. Yahudi, hakem olması için Peygamberimize gitmeyi teklif ederken, münafık, ‘Muhammed haksızlık yapar’ diyerek, Ka’b bin Eşref’e gitmeyi teklif etti. Diğer bir rivayete göre ise, Hz. Ali ile Muğire bin Vail isminde bir münafık arasında su ve arazi yüzünden anlaşmazlık çıkmıştı. Muğire’nin, haksızlık yapacağını söylerek Peygamberimizin hakemliğine karşı gelmesi üzerine bu âyetler nazil olmuştur.84

Gerçek mümin, Allah ve Resulünün verdiği hükümlere gönül rızası ile uyar. Aksine davranış münafıkların vasfıdır. Çünkü Resulün vereceği hükmü kabul etmemek âyette münafıklık olarak tarif edilmektedir.

Sebeb-i nüzulde, münafık olan kişi, hakem olarak sadece Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e davet edilirken, âyette ise ifadenin, ‘Allah’ın ve Resulünün hükmüne davet edildiklerinde…’ şeklinde geçtiğini görüyoruz. Aynı zamanda münafık olan kimse Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in haksızlık yapacağından endişe etmesine rağmen âyette, ‘Allah’ın ve Resulünün kendilerine zulüm ve haksızlık yapacağından mı endişe ediyorlar?’ şeklinde geçtiğini görüyoruz. Yani çok açık bir şekilde Kur’an, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hükmüne çağrılmayı Allah’ın hükmüne çağrılma olarak, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vereceği hükme karşı çıkmayı Allah’ın hükmüne karşı çıkma olarak, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in adaletsiz davranacağından endişe etmeyi, Allah’ın adaletinden endişe etme olarak göstermektedir. O zaman şu soru aklımıza

 

83 24. Nur Sûresi, Âyet 48-54.

84 Zemahşerî, Keşşâf, IV/314.

 

gelmektedir. Bir beşer olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, kendisine vahyin gelmediği bir meselede verdiği hükmü, Kur’an neden Allah’ın hükmü gibi takdim etmektedir? Bunun örneğini Nisa Sûresinin 65. Âyetinde daha önce görmüştük: ‘…Verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.’ Demek ki, Peygamberimiz her an Allah’ın gözetimi altındadır.85 Kendi içtihadı olarak verdiği hükümlerde ve isteklerde eğer isabet varsa, bunlar Allah’ın emir ve hükümleri gibi müminleri bağlayıcıdır. Eğer hata        varsa    derhal           Allah   tarafından          düzeltilirler.                       Bedir    esirleriyle           alakalı muamelesinde86 ve münafıkların lideri Abdullah bin Übey bin Selül’ün cenaze namazını kılmak istediğinde87 îkaz edilmesinde olduğu gibi.

Bazı sahabilerin, Peygamberimizin bazı emirleri karşısında ‘ya Resulallah! Bu senin fikrin mi, yoksa Allah’ın emri mi? Eğer senin fikrin ise şöyle yapsak daha iyi olmaz mı?’ gibi sözleri konumuzu cerh etmez. Aksine, Peygamberimizin istişareye açık konularda ashabıyla istişare ettiğini, onların fikirlerine değer verdiğini ve onlara fikirlerini rahatça söyleyebilecekleri rahatlığı sunduğunu gösterir ki, bu durum, bir peygamber ve devlet başkanı olarak onun ayrıca büyüklüğüne delâlet eden hususlardan biridir.

Ƨŏ ǃŎƆőƢƺō Ƶő Ũŏū ƸŎǁ ŎƆƹŎ őŠōlj ƴŏ NJźŏ ƽő Ǐŏ ŧǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ LjƩŏ Ƹő ŎǁƂō ƾơŏ ŨŊūDŽŎŲƲő ƹō ŎǀōƽǃƂŎ źŏ ōlj LJƄŏ řƵŧ Ljř ƹś ŎǍŧ Ljř ŏŬřƾƵŧ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ƻō DŽŎƢŏŬřŲōlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō Űő ōƽŨƱō LjŏŲřƵŧ Ƴō ōǒƥő ōǍŧǃō Ƹő ŎǁƆō Ɠő ŏţ Ƹő Ŏǂƾő ơō ŎƠƘō ōljǃō Ŵō ŏťŞōŬōƀő Ƶŧ ƸŎ ǂŏ őNJōƶơō ƷŎ Ɔś žō Ŏljǃō ůŏ ŨōŬśNJřƛƵŧ ƸŎ ŎǂōƵ ƴŚ žŏ Ŏljǃō ŏƆƲō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ ơō Ƹő ŎǁŨōǂƾő ōljǃō

ƻō DŽŎžŏƶő ƪƺŎ ő Ƶŧ ƸŎ Ŏǁ ưŏō ŦōƵ ǃŎş ŎǀƢƹōō                                    Ƴō ƈŏ ƽŎş LJō Ƅřŏ Ƶŧ ƅō DŽƾƵŚ ŧ ŧő DŽŎƢōŬřűŧǃō   ŎƿǃŎƆƔō ōƽǃō                                   ŎƿǃŎƅƈř ơō ǃō                       ǀŏŏ ū ŧő DŽŎƾƹŝō  Ƽō ljƄřŏ ƵŨōƩ

‘Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncillerde vasıfları yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar. O Peygamber ki kendilerine meşrû şeyleri emreder, kötülükleri yasaklar, kendilerine güzel ve hoş şeyleri mübah, murdar şeyleri ise haram kılar, üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri kaldırıp atar. Ona iman eden, onu destekleyen, ona yardımcı olan ve onunla beraber indirilen nûra tâbi olanlar var ya, işte felaha erenler onlardır’.88

Peygambere ve ona indirilene tabi olmaktan kasıt hem Kur’an’a tabi olma, hem de sünnetiyle amel ederek Peygambere tabi olmaktır.89  Bu âyette Allah

85 Bkz. ŨōƾŏƾŎNJơő Šŏū ưō řƽŏŤōƩ ‘Şüphesiz sen, bizim gözetimimiz altındasın’52. Tur Sûresi, Âyet 48.

86  Bkz. ƕŏ              Ũōƹ  ‘Yeryüzünde ağırlığını hissettirinceye kadar, hiçbir peygambere esirlerinin olması yaraşmaz.’ 8. Enfal Sûresi, Âyet 67.

87 Bkz. ƿŏ Ɔŏ Ŭő ōƭ džō ōƶơō Ƹő ŎƮōű ōǑǃō ŧƂŊ ōūōş ůō Ũƹř ƸŎǂƾő ƹś ƂŌ Žō ōş džōƶōơ ƴś ōƔŎű ōǑ ōǃ ‘Onlardan ölen hiçbir kimsenin cenaze namazını kılma ve kabri başında dua etmek üzere durma!’ 9. Tevbe Sûresi, Âyet 84.

88 7. Araf Sûresi, Âyet 157.

89 Zemahşerî, Keşşâf, II/518; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, VIII/360.

Peygamberimizi dokuz vasıfla anlatmıştır. Bunlar, Resul olması, nebi olması, ümmî olması, vasıflarının Tevrat ve İncil’de yazılı olması, mârufu emretmesi, münkerden nehyetmesi, iyi, hoş şeyleri helal kılması, habis şeyleri haram kılması ve kendisine inananların üzerlerindeki ağırlıkları kaldırmasıdır.90

Bu âyette, mârufu emretme, münkeri nehyetme, helal ve haram kılma fiillerinin faili Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir. Mutlak Şârî Allah olduğuna göre bu durumda, Allah’ın şeriatına, emir ve yasaklarına uymanın yolunun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaatten geçtiği, onun emir ve yasaklarına uymaktan geçtiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Peygamberin emretmesi Allah’ın emretmesi, Peygamberin nehyetmesi Allah’ın nehyetmesi, Peygamberin helal ve haram kılması, Allah’ın helal ve haram kılması anlamına gelmektedir.

Bikâî’ye göre, İsrailoğullarından ve başkalarından Hz. Muhammed’e tabi olmayan hiç kimseyi Allah bağışlamaz. Ona tabi olma da iki şekilde olur. O gelmeden ölenler için sadece bir kuvve şeklinde ona tabi olmak, iman etmektir. Yani vasıfları belirtilen, geleceği müjdelenen bu peygambere ben şimdiden inandım demektir. Onun zamanına yetişenler için ise fiil olarak tâbi olmaktır. Onu idrak ettiği halde ona tâbi olmayanlar bütün taatları yapsalar bile bağışlanmayacaklardır.91

1.3.6.           Ne Verirse Onun Alınmasının Emredilmesi

Ljő Ʊō ƴŏ NJŏŬƌř Ƶŧ Ƽŏ ūő ŧǃō Ƽŏ NJƱŏ Ũƌō ƺō Ƶő ŧǃō džƹō ŨōŲōNJƵő ŧǃō džōū ƆŎƮőƵŧ LJƄŏ ŏƵǃō Ƴŏ DŽŎƋƆř ƶŏƵǃō ǀŏ řƶŏƶōƩ DžƆō ŎƮƵő ŧ ƴŏ ǁő ōş Ƽő ƹŏ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō džƶōơ ǚŎ ř ňō ŨōƩōş Ũƹō ũŏ ŨōƮƢŏ Ƶő ŧ ƂŎ ljƂŏ Əō ōǚř ƻř ŏţ ōǚř ŧDŽŎƮřűŧǃō ŧDŽŎǂōŲƽő ŨōƩ Ŏǀƾő ơō Ƹő ƱŎ Ũōǂōƽ Ũƹō ǃō ŎƿǃƄŎ ƀŎ ōƩ ŎƳDŽŎƋ řƆƵŧ ƸŎƱŎ Ũōűŝ Ũƹō ǃō Ƹő ƲŎ ƾő ƹŏ ňŏ ŨōNJŏƾƥő ōǍŧ Ƽō NJő ōū ŊŮōƵǃŎƁ ƻō DŽƲŎ ōlj Ǒ

‘Savaş olmaksızın fethedilen ülkelerin halklarına ait mallardan Allah’ın, Peygamberine nasib ettiği ganimetler; Allaha, Resulüne, akrabalara (Peygamber’in yakın akrabalarına), yetimlere, fakirlere ve yolda kalmış gariplere aittir. Ta ki o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin. Peygamber size neyi verirse onu alınız, o sizi neden menederse onu terk ediniz.’92

Pek çok müfessir bu âyeti, ister ganimetten olsun, ister herhangi bir işte olsun ‘Hz.Peygamber size ne vermişse onu alın, ne emrederse itaat edin, neyi yasaklamışsa ondan kaçının’, şeklinde manayı umumi olarak almış, Peygambere karşı gelme

90 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XV/25.

91 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, VIII/107.

92 59. Haşr Sûresi, Âyet 7.

 

hususunda Allah’tan korkun, çünkü Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emir ve nehiylerine karşı gelene Allah’ın azabı çok şiddetlidir, şeklinde tefsir etmiştir.93

Âyet bunu ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in her emri Allah’ın emri, koyduğu her yasak da Allah’ın yasağı sayılır. Müfessirler delil olarak şu hadisi zikretmişlerdir:

ůŏ ŧƆō śNJƦō ƺŎ őƵŧ Ƽŏ ƌő žƶő ŏƵ ůŏ Ũźō śƶōƪōŲƺŎ Ƶő ŧǃō ņůŏ ŨƔō ƺś ōƾŲō ƺŎ őƵŧǃō ůŏ ŨƔō ƹŏ ŨřƾƵŧǃō ņůŏ Ũƺō Əŏ DŽő ōŲƌő ƺŎ Ƶő ŧǃō ůŏ Ũƺō Əŏ ŧDŽō őƵŧ Ŏǚř Ƽō Ƣō ōƵ " : ƳŨƭ ņ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽő ơō

Ŵŋ ljƂŏ Žō Ũƹō : Űő ōƵŨōƮōƩ ņŎǀŲőŎ ōűōŠōƩ ƻō ŝƆő ŎƮƵő ŧ şƆō őƮōű Űő ōƽŨƱō ǃō ņ ũō DŽŎƮƢő ljō ƷŚ ş ŨōǂōƵ ŎƳŨōƮŎlj Ŏ ƂŌ Ƌō ōş Ljŏƾūō Ƽő ƹŏ ŊŭōşƆō ƹő ŧ ưō ŏƵƃō Ƥō ōƶōŬōƩ : Ƴō Ũōƭ ņ" ŏǚř Ƭō ƶő ſō ƂŎ őŬơō Ƴō ŨōƮōƩ ņǚŏ ř Ƭō ƶő ſō ůŏ ŧƆō śNJƦō ƺŎ őƵŧ Ƽŏ ƌő žƶő ŏƵ ůŏ Ũźō śƶōƪōŲƺŎ Ƶő ŧǃō ņůŏ ŨƔō ƺś ōƾōŲƺŎ Ƶő ŧǃō ņůŏ Ũƺō Əŏ DŽő ōŲőƌƺŎ Ƶő ŧǃō ůŏ Ũƺō Əŏ ŧDŽō őƵŧ Űō őƾƢō ōƵ ưō řƽōş ưō ƾő ơō LjŏƾōƦōƶōū Ũƺō ōƩ ƨŏ žō Ɣő ƺŎ Ƶő ŧ Ljŏ Žō DŽő ōƵ Ƽō NJő ōū Ũƹō ůŎ şő Ɔō ōƭ Ƃő ōƮōƵ : Ŏŭōş őƆōƺƵő ŧ Űŏ ōƵŨōƮōƩ ņǚŏ ř ũŏ ŨōŲƱŏ LjŏƩ DŽō Ŏǁǃō ŏǚř ŎƳDŽŎƋƅō Ƽō Ƣō ōƵ Ƽő ƹō ƼŎ Ƣō Ƶő ōş Ǒō LjŏƵ Ũƹō ǃō : ŏǚř Űŏ ōƵŨōƮōƩ ƫŧDŽŎǂōŲƽő ŨōƩ Ŏǀƾő ơō Ƹő ƱŎ Ũōǂōƽ Ũƹō ǃō ŎƿǃƄŎ ƀŎ ōƩ ŎƳDŽŎƋƆƵŧ ƸŎ ƱŎ Ũōűŝ Ũƹō ǃō Ŏǚř Ƴō Ũōƭ ņǀŏ NJŏűƂő Źō ǃō Ƃő ōƮōƵ ǀŏ NJŏűőşƆō ōƭ Űŏ ƾő ƱŎ Ƽő ŏŦōƵ : Ƴō ŨōƮōƩ ņŎǀŎűƂő Źō ǃō

Ɔō ōűƸōƶőōƩ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō ŭŏ ōşƆō ƹő ŧ džōƶơō Űő ōƶ ſƂō ōƩ : Ƴō Ũōƭ ņLJƆŏ Ŏƞƽő ŨōƩ LjŏŬōǁƃő ŧ : Ƴō Ũōƭ ņƻō Njő ŧ ưō ŏűōşƆō ƹő ŧ džōƶơō ŧƄō ōǁ Ƽő ƹŏ ŨŊŦőNJƏō Džƅō şō LjśƽŏŤōƩ : Ŏŭōş őƆōƺő Ƶŧ

. ŨōǂƢő ƹŏ Ũźō Ŏƽ Ƹő ōƵ ưō ŏƵƃō ƻō ŨƱō DŽő ōƵ Ũƹō ōş : Ƴō ŨōƮōƩ ņŨŊŦNJő Əō ŰŎ őljōşƅō Ũƹō : Űő ōƵŨōƮōƩ ņǀŏ NJő ōƵŏţ ůő ňō Ũźō ōƩ ņŨŊŦNJő Əō

‘Abdullah bin Mes'ud (r.a.) demiştir ki: "Allah şu kadınlara lanet etmiştir ki onlar dövme yapanlar ve yaptıranlardır.Yüzünün tüylerini yolanlar, seyrek dişlerle güzel görünmek için dişlerinin arasını yontan sırıtkanlar ve Allah'ın yarattığını değiştirenlerdir." Bu söz, Benî Esed kabilesinden Kur'ân okuyup mânâsını anlayan Ümmü Yakub adındaki bir kadının kulağına gidince, hemen İbnü Mes'ud hazretlerinin yanına vardı ve "İşittim ki sen şöyle şöyle demişsin." dedi. O da, "Ben Peygamber'in lanet ettiği kimselere niye lanet etmeyeceğim? O Allah'ın kitabında var" diye cevap verdi. Kadın, "Ben Mushaf'ın iki kapağı arasında ne varsa okudum, ama onu görmedim." dedi. İbnü Mes'ud da dedi ki: "Eğer okuduysan Allah Teâlâ'nın "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının.." buyurduğunu görmedin mi?" Kadın, "evet" dedi. İbnü Mes'ud da, "İşte Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) onlardan nehyetti" cevabını verdi."94

İslam’da her tür otoritenin kaynağı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in insanlığa getirdiği Allah'ın yasasıdır. "Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi

93 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/74; Zemahşerî, Keşşâf, VI/78; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, V/286; İmam Ebu’l Ferec Cemâleddin Abdurrahman bin Ali bin Muhammed el-Cevzî el-Bağdadî. (ö.597). Zâdü’l Mesîr Fî İlmi’t-Tefsîr. c.VIII, El-Mektebü’l İslâmî, Beyrut, 1984, s.211; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XIX/248; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VIII/68; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XIX/ 433; Şeyhulislam Ebussuud Efendi. (ö.982). İrşâd-u Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l Kitâbi’l Kerîm. c.XII, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 2007, Ali AKIN (Çev.), s.5529;. Aynur Uraler, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, Işık Yayınları, İzmir, 2004, s.45.

94 Buhârî, Tefsîru’l Kur’an, 4886.

 

yasakladıysa ondan sakının" ilkesi, İslam anayasa düzenini de ortaya koyan bir ilkedir.95

Sonuç olarak bu âyet de müminlere, söz ve fiil olarak Rasulullah’tan sadır olan her şeye tabi olmayı emretmektedir.96

1.3.7.           Ona İtaat Edenlerin Müjdelenmesi

Ƹő ŎǂŎƘƢő ō ū ůŎ  Ũōƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧǃō  ƻō  DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧǃō  Ɔŏ  Ʋō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ  ơō   ƻō  DŽő ōǂƾő ōljǃō  Ƨŏ   ǃŎƆƢő ƺō Ƶő Ũŏū ƻō  ǃŎƆƹŎ őŠōlj ƖŌ                                                                                       Ƣő ūō  ňŨōNJŏƵ ǃōş  ƻō  DŽŎűŢő Ŏljǃō  ōŭōǒ řƔƵŧ ƻō DŽƺŎ NJŏƮŎljǃō

ōǚŐ   ƻō  DŽŎƢNJƛŏ  Ŏljǃō  ōŭŨƱō ƈř  Ƶŧ  Ƹŋ NJƲŏ Žō   ƈŋ  ljƈŏ  ơō   ōǚŐ   ƻŏř  ţ ŎǚŐ   ƸŎŎ ǂƺŽōŎ        Ɔő ōNJƋō   ưŏō  ŦʼnōƵ ǃŎş ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō

‘Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin velileri, yardımcılarıdır. Onlar iyilikleri teşvik edip kötülükleri menederler. Namazı hakkıyla yerine getirir, zekâtı verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte onları Allah geniş rahmetine mazhar edecektir. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.’97

Namaz, zekat ve itaat sıralamasının aynen geçtiği benzer bir âyette Peygamberimizin tek başına zikredildiğini ve önceki âyette geçen merhamete mazhar olma müjdesinini aynen geçerli olduğunu görüyoruz:

ƻō DŽƺŎ Žō Ɔő Ŏű Ƹő ƲŎ řƶƢō ōƵ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŧDŽŎƢNJƙŏ ōşǃō ōŭŨƱƈřō Ƶŧ ŧDŽŎűŝǃō ōŭǒō Ɣř Ƶŧ ŧDŽƺŎ NJŏƭōş

‘Öyleyse ey müminler, siz namazı hakkıyla îfâ edin, zekâtı verin, Peygambere itaat edin ki merhamete mazhar olasınız.’98

Başka bir âyette ‘büyük bir kazanç’ müjdesi verilmiştir: Ƃő ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř Ơő ƛŏ Ŏlj Ƽƹō ǃō ŨƺŊ NJƞŏ ơō ŧƇŊ DŽő ōƩ Ƈō ŨōƩ ‘Kim Allah’a ve elçisine itaat ederse, gerçekte o büyük bir kazanç elde etmiştir.’99 Âyetlere paralel olarak Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de kendisine itaat edenin

Cennete gireceği müjdesini vermiştir:

: Ƴō Ũōƭ ņŇdžōūőŠōlj Ƽő ƹō ǃō ņŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō Ũōlj : ŧDŽŎƵŨōƭ ņdžōūōş Ƽő ƹō Ǒř ŏţ ōŮřƾźō Ƶő ŧ ƻō DŽŎƶſŎ Ƃő ōlj LjŏŲƹř Ŏş ƴŚ ƱŎ : Ƴō Ũōƭ ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō ƻř ōş ņ ōŭƆō ljő Ɔō Ŏǁ Ljŏūōş Ƽő ơō

džōūōş Ƃő ōƮōƩ LjŏƽŨƔō ơō Ƽő ƹō ǃō ņōŮřƾźō őƵŧ ƴō ſō Ɓō LjŏƾōơŨƙō ōş Ƽő ƹō Ebu Hüreyre’den rivayetle Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem): “İstemeyenler dışında, ümmetimin tamamı cennete girer” buyurdu. Bunun üzerine: Ey Allah’ın elçisi, cennete girmeyi kim istemez ki? Denildi. Peygamberimiz: Bana itaat edenler cennete girer, bana karşı gelenler cenneti istememiş demektir” buyurdu.100

95 Seyyid Kutup, Fi Zılâli’l Kur’ân, IX/593.

96 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXVIII/87.

97 9. Tevbe Sûresi, Âyet 71.

98 24. Nur Sûresi, Âyet 56.

99 33. Ahzab Sûresi, Âyet 71.

100 Buhârî, İ’tisâmu’s-Sünne, 7280.

Ensardan sahabinin biri, bir gün çok mahzun bir halde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e gelmişti. Peygamberimiz ona neden bu halde olduğunu sordu. Ensar ‘Ya Resulallah şimdi sana geliyoruz ve rahatlıyoruz. Senin yüzüne bakıyor ve seninle sohbet ediyoruz. Yarın peygamberlerle beraber sen de Cennette yüksek makamlara ereceksin ve seni göremeyeceğiz’ dedi. Peygamberimiz bir müddet cevap vermedi,

Sonrasında

 ňŧƂō ōǂƐŚ Ƶŧǃō Ƽō NJŏƮljƂś Ɣś Ƶŧǃō Ƽō NJśNJŬřŏ ƾƵŧ Ƽō ƹś Ƹǂŏ NJōő ƶơō              ŎǚŐ  Ƹō Ƣō ƽōő ş Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ Ơō ƹō ưŏō ŦōƵ őǃŎ ŠōƩ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧǃō ōǚŐ                     ŏƠƛljŎŏ                                              Ƽƹō ǃō

ŨŊƮNJŏƩƅō ưō ŏŦōƵǃŎş Ƽō ŎƌŽō ǃō Ƽō NJžŏ ŏƵŨřƔƵŧǃō

‘Kim Allah’a ve Resulüne itaat ederse işte onlar, Allah’ın nimetlerine mazhar ettiği nebîler, sıddîkler, şehidler, salih kişilerle beraber olacaklardır’101 âyeti nâzil oldu.102

Râzî ve Zemahşeri ise sebeb-i nüzul olarak, ya aynı şahıs veya benzer olay olarak şu olayı naklederler. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in kölesi (mevlâsı) olan Sevban, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i çok seviyor ve ondan ayrılmaya hiç dayanamıyordu. Bir gün, yüzü değişmiş, bedeni incelmiş, zayıflamış ve yüzünü hüzün bürümüş olduğu halde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanına geldi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ona halini sorunca, o : ‘Ey Allah'ın Resulü, benim şundan başka hiçbir derdim yok. Seni görmediğim zaman özlüyor, seninle karşılaşıncaya kadar büyük bir yalnızlık duyuyorum... Derken âhireti hatırlıyor, bu sefer de seni orada görememekten korkuyorum... Çünkü ben, cennete girsem bile, sen peygamberlerin derece ve makamlarında olacaksın, bense kulların derece ve makamlarında; binaenaleyh, seni göremiyeceğim. Eğer cennete giremezsem, o zaman da seni asla göremiyeceğim.’ Dedi, bunun üzerine, yukarıdaki âyet-i kerime nazil oldu.103

Görüldüğü gibi Allah ile beraber Peygambere itaat edenler, Allah’ın merhametine nâil olma, büyük bir kazanç elde etme, Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraber cennete girme gibi nîmetlerle müjdelenmişlerdir. Bu müjdelere kulaklarını kapatıp cehenneme düşen kâfirlerin ise, ‘keşke itaat etseydik’ diye hayıflandıkları pişmanlık ifadelerinde, Peygambere itaati ayrıca zikretmeleri ne kadar manidardır:

ƅŏ ŨřƾƵŧ LjŏƩ Ƹő ŎǂŎǁDŽŹǃŎ Ūř ƶōƮŎű ō ƷDŽő ōlj ŊŧƆNJƔŏ ōƽ Ǒō ǃō ŊŨŐNJŏƵǃō ƻō ǃƂŎ źŏ ōlj Ǒř ŊŧƂōūōş ŨōǂNJŏƩ Ƽō ljƂŏ ŏƵŨ ōſ Ŋ ŧƆNJƢŏ Ƌō ƸŎő ǂōƵ řƂơōō şǃō Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō őƵŧ Ƽō Ƣōō Ƶ ōǚř ƻř ŏţ

 

 

101 4. Nisâ Sûresi, Âyet 69.

102 Taberî, Câmiu’l Beyân, VII/213, Tûsî, et-Tibyan, III/250.

103 Zemahşerî, Keşşâf, II/104; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, X/136.

 Ǒō DŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōƾƢő ōƙōşǃō ōǚř ŨōƾƢő ōƙōş ŨōƾŲō őNJōƵ Ũōlj ƻō DŽŎƵDŽŎƮōlj

 

‘Allah kâfirlere lânet etmiş ve onlara harlı bir ateş hazırlamıştır. Onlar onun içinde devamlı kalacak ve kendilerini koruyan veya yardımcı olan kimse bulamayacaklardır. Yüzleri ateşte gâh bu yana, gâh öbür yana çevirileceği gün:“Ah!” derler, “ah ne olurdu! Keşke Allah’a itaat etseydik, keşke Peygambere itaat etseydik!”104

Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat ile alakalı bütün bu âyetleri birlikte incelediğimizde ortaya şu sonuç çıkmaktadır. Allah Teâla kendisine itaatle Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaati bir tutmuştur. Bunun sebebi de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Allah’ın elçisidir. Allah’ın emirlerini en iyi anlayan, onları en güzel şekilde yaşayarak gösteren kişidir ve ona itaat etmeden Allah’a itaat edilemez. İster vahiyle bildirilmiş olsun, isterse kendi isteği olsun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bir şey istediği zaman ve bir şey emrettiği zaman, bir hüküm verdiğinde ona karşı çıkmak haramdır.105 Dünya ve ahiret işlerinde Peygambere ittiba etmek vaciptir ve onun hiçbir sözüne itiraz edilemez.106 Nitekim ōǚř džƔō ơō Ƃő ōƮōƩ džŏƽŨƔō ơō Ƽő ƹō ǃō ōǚř Ɵō Ũōƙōş Ƃő ōƮōƩ džŏƾōơŨƙō ōş Ƽő ƹō

‘Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana isyan eden de Allah’a isyan etmiş olur...’107

hadisi de bu hususu teyid eder.

1.4.  ONA İSYANIN ALLAH’A İSYAN SAYILMASI

Bazı âyetler de var ki, Peygambere itaatin Allah’a itaat sayılmasından başka, konu zıt yönden ele alınarak, Hz.Peygambere isyan ile Allah’a isyan birlikte zikredilmiştir. Peygambere itaat konusunda daha önce geçen şu âyeti, burada makam itibariyle tekrar ele almak istiyoruz.

Ƃő ōƮōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō  ōǚř   ƒŏ      Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō  Ƹő ǁŏ  Ɔŏ  ƹő ōş Ƽő ƹŏ  ŎŭƆō  ōNJƀŏ  őƵŧ ƸŎ ŎǂōƵ ƻō  DŽƲŎ ōlj ƻōş ŊŧƆƹő ōş ŎǀŎƵDŽŎƋƅō  ǃō  Ŏǚř   džƘō   ōƭ ŧƃō ŏţ ŮŌ ōƾƹŏ Ţő ƹŎ  Ǒō ǃō  ƼŌ  ƹŏ Ţő ƺŎ ŏƵ ƻō  ŨƱō  Ũƹō ǃō

ŊŨƾNJŏŬƹŚ ŊǑǒō Ɨō        ƴř Ɨō

‘Allah ve Resulü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma hakları yoktur. Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur.’108

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in halasının kızı Hz. Zeyneb’i, evlat edindiği ve çok sevdiği Zeyd’e istediğini, Hz. Zeyneb’in önce bu evliliğe razı olmadığını bu âyetin

 

107 Buhârî, Cihad ve Siyer, 2957.

108 33. Ahzab Sûresi, Âyet 36.

nâzil olması üzerine, ‘Allah’ın Resulüne isyan etmem’ diyerek razı olduğunu109 yukarda zikretmiştik. Şimdi burada Peygamberimizin Hz. Zeynep’ten, Zeyd’le evlenmesini istemesi, Allah’ın peygamberi aracılığıyla kullarına emrettiği ‘namaz kılın, Allah yolunda malınızı harcayın’ gibi vahye dayalı dini bir emir değildir. Ama buna rağmen Allah, Peygamberimizin bir arzusuna ne kadar değer vermektedir ki, âyet indiriyor, Peygamberinin bu arzusunun kendi emri gibi kabulünü istiyor, emre karşı gelmenin Allah’a isyan olacağını vurguluyor, hatta karşı geleni açıkça dalâlete düşmüş olmakla tehdit ediyor. Burdan anlaşılıyor ki, bir mümin için Allah’ın Kur’an’da bizzat emrettiği bir hükme isyan etmekle, Peygamberin bir emrine isyan etme arasında pratikte bir fark yoktur. Çünkü âyet Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, vahiyle kendisine emredilmemiş bile olsa, bir isteğine karşı çıkmayı Allah’a isyan ve sapıklık olarak dile getirmiştir.

İbni Kesîr’de (ö.774) geçen diğer bir rivâyet de şudur:

Peygamberimiz, azadlı eski bir köle olan Cüleybib için, Ensar'dan bir kadını, babasından istemişti. Adam, ‘anasına danışayım' dedi. Karısına varıp olayı anlatınca kadın ‘Hayır, olmaz. Peygamber bula bula Culeybib'i mi buldu? Oysa biz kızımızı falancaya, filancaya bile vermeye razı olmamıştık’ dedi. O sırada kızları perde arkasından ana babasının bu konuşmasını dinliyordu. Babası durumu Peygamberimize bildirmeye gidince, kız annesine, ‘Peygamberimizin emrine karşı gelmek mi istiyorsunuz? Eğer o bize o adamı uygun gördü ise bu evliliğe razı olun’ dedi. Kızın bu

sözü ana babasına dokundu. Bunun üzerine ‘Biz bu evliliğe razıyız’ dediler.’110

Bu rivayetlere baktığımızda yukarıda, peygambere itaat konusunda geçtiği gibi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat nasıl Allah’a itaat ise, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e isyan etmek de Allah’a isyan etmek demektir.

 ŧ ŊƅŨōƽ Ŏǀƶő ſŏ Ƃő Ŏlj ŎƿōƁǃƂŎ ŎŽ Ƃř Ƣō ōŲōljǃō ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ƒŏ  Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō

Ƽŋ NJǂŏ ƹŚ ũŋ ŧƄō ơō ŎǀōƵǃō ŨōǂNJŏƩ ŧƂŊ ŏƵŨ ōſ ‘Kim de Allah’a ve Resulüne isyan eder ve Allah’ın sınırlarını aşarsa, Allah onu da ebedî kalmak üzere ateşe koyar. Hem onu zelil ve perişan eden

bir azab vardır’111 âyeti peygambere isyan edeni tehdit etmektedir. Yine isyan

edenlere Allah’ın azâbının hatırlatıldığı bir ayette de,

 Ƭŏ ŏƭŨƐō Ŏlj Ƽƹō ǃō ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ŧő DŽŚƭŞōƏ Ƹő ŎǂřƽōŠŏū ưō ŏƵƃō

ũŏ ŨōƮƢŏ Ƶő ŧ ƂŎ ljƂŏ Əō ōǚŐ ƻř ŏŤōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ‘Evet böyle! Çünkü onlar Allah’a ve Resulüne karşı çıktılar. Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa bilmeli ki Allah’ın cezası çetindir’112

buyurulmuştur.

109 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/112.

110 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, XI/168.

111 4. Nisâ Sûresi, Âyet 14.

112 8. Enfal Sûresi, Âyet 13.

Taberî bu âyetteki ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ  ŧő DŽƭŚ ŞōƏ ifadesini, ‘Allah’ın emri ile peygamberin

emrini ayırdılar, ikisine de isyan ettiler’ şeklinde; ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ  Ƭŏŏ ƭŨōƐljŎ Ƽƹō ǃō ifadesini ise,

‘kim Allah ve Resulünün emrine muhalefet ederse, ikisine itaat arasında fark gözetirse’ şeklinde tefsir etmiştir.113 Bu yorumdan açıkça anlaşılıyor ki, Allah’ın emri ile Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emri arasında pratikte müminler için bir fark yoktur. Aralarında ayrım gözetmeksizin ikisine de itaat ile mükelleftirler. ‘Allah’ın emrine uyarım ama peygambere itaat etmek zorunda değilim’ gibi bir anlayış Kur’anî bir anlayış değildir.

ƸNJŎƞƢŏō Ƶő ŧ ŎLJƈő ŏƀő Ƶŧ ưō ŏƵōƃ ŨōǂNJŏƩ ŊŧƂŏƵŨſō Ƹō řƾōǂŹō ƅō Ũōƽ ŎǀōƵ ƻř ōŠōƩ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō Ŏlj Ƽƹō Ŏǀřƽōş ŧő DŽƺŎ ōƶ őƢōlj Ƹő ōƵōş

‘Hâlâ şunu anlayıp öğrenmediler mi ki, kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp düşmanlık ederse, ona muhakkak cehennem ateşi var, hem de devamlı olarak orada kalacaktır. İşte en büyük zillet, en feci rezalet!’114 Bu âyette de aynı şekilde, Allah’a karşı çıkanlarla beraber, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e karşı çıkanlar tehditlerin en

büyüğü olan ebedi cehennemle tehdit edilmişlerdir.

Bir de Tevbe Sûresi’nde geçen ‘Allah ve Resulü ile harp etme’ kavramı

vardır.  ƴŎ  Ŭōő ƭ Ƽƹŏ  ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō  ōǚŐ ũƅōō                                                               ŨŽō   Ƽő ƺśō Ƶ ŧƁŊ ŨƓō   ƅő ŏţǃō  Ƽō  NJŏƾƹŏ ŢƺŎő   Ƶő ŧ ƼNJōőō   ū ŨŊƮljƆŏ  őƪōűǃō   ŧƆŊ  őƪƱŎ ǃō  ŧ ŊƅŧƆō Ɨŏ                                       ŧƂŊ źƌőŏ ƹō  ŧő ǃƄŎ ƀō  řűŧ Ƽō ljƄřŏ Ƶŧǃō

ƻō DŽŎūƃŏ ŨƲō ōƵ Ƹő Ŏǂřƽŏţ ŎƂōǂƐő ōlj ǚŎ Ő ǃō džōƾƌő žő Ƶŧ ř Ǒŏ ţ ŨōƽƁő ƅō ō ş ƻő ŏţ Ƽř őƪƶžő ōNJōƵǃō ‘Bir de müslümanlara zarar vermek, kâfirlik

etmek ve müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescid yapanlar var. "İyilikten başka bir maksadımız yoktu" diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir.’115

Âyetin sebeb-i nüzulünü Elmalılı (ö.1942) şöyle kaydeder:

Beni Amr b. Avf, Resulullah'a bir temsilci gönderip Kuba’da bir mescid yaptıklarını arzeylemişler ve gelip kendilerine namaz kıldırmasını rica etmişlerdi. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de gelmiş ve arzularını yerine getirmişti. Bunların amca çocukları demek olan Benî Ganem b. Avf, bunları kıskanmışlar, "Biz de bir mescid yaparız ve Resulullah'ı davet ederiz, burada namaz kılar. Rahip Ebu Amir de Şam'dan geldiği vakit o da burada kalır ve ibadet eder." demişlerdi. O rahip Ebu Amir ki, Resulullah kendisine "el-Fasık" adını vermişti. Uhud Savaşı'nda şehid düşen ve melekler tarafından yıkanan Hanzale (r.a.)'nin babası olan bu Ebu Amir, cahiliyye devrinde Hıristiyanlığa geçmiş ve rahip olmuştu. Resulullah'ın peygamberliği üzerine itibarı sarsıldığından, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e düşman kesilmişti. Mekke müşriklerini tahrik ve teşvik ederek

113 Taberî, Câmi’ul Beyân, XI/73.

114 9. Tevbe Sûresi, Âyet 63.

115 9. Tevbe Sûresi, Âyet 107.

 

Uhud Savaşı'na düşmanlar safında katılmıştı. Resulullah'a seslenerek: "Seninle savaşa tutuşan hangi kavmi bulursam, onlarla birlik olup sana karşı savaşacağım." demiş ve Huneyn Savaşı'na kadar hep böyle yapmıştı. İşte âyette anlatılan ‘Allah ve Resulü'ne karşı savaş açan’ kişi bu Ebu Amir’dir. Huneyn'de Havazin kabileleri hezimete uğradığı gün Şam'a kaçmış ve kaçarken münafıklara "Gücünüz yettiği kadar kuvvet ve silah hazırlayınız, ben Kayser'e gideceğim ve asker getirip Muhammed'i ve ashabını Medine'den çıkaracağım." diye haber göndermişti. Bundan dolayı onlar da Kuba Mescidi'nin biraz ötesinde başka bir mescid yapmışlar ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e gelerek, "Sakatlar ve ihtiyaç sahipleri için kışın yağmurlu havalarda hizmet vermek üzere bir mescid bina ettik. Burada bize namaz kıldırıp bereketle dua etmenizi arzu ediyoruz." demişlerdi. Resulullah da şimdi sefere çıkmak üzereyim, meşgulüm, inşallah dönüp geldiğimizde kılarız." buyurmuştu. Tebük'ten dönüşte tekrar müracaat edip mescide gelmesini istediler. Bunun üzerine işte bu âyetler nazil oldu. Sonra Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Malik b. Duhşum, Ma'n b. Adiyy, Amir b. Seken ile Vahşî'yi çağırdı, "Gidiniz şu ahalisi zalim mescidi yıkıp yakınız!" buyurdu. Onlar da gidip emri yerine getirdiler ve dırar mescidini yıktılar.116

Ebu Amir’in bir rahip olduğu için, Allah’ı inkâr eden birisi değil. Yani kendince Allah’a karşı bir düşmanlık beslemiyor. Medine’deki otoritesi Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in gelmesiyle sarsıldığı için O’na düşmanlık besliyor. Peygamberimize söylediği, ‘seninle savaşa tutuşan hangi kavmi bulursam, onlarla birlik olup sana karşı savaşacağım’ gibi sözlerinden, kininin seviyesini anlıyoruz.

Allah Teâlâ ise böyleleri için, âyette ‘peygambere savaş açan kimse’ demekle yetinebilirdi ama, ‘Allah’a ve Resulü’ne savaş açan kimse’ demiş. Böylece, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e savaç açan kimsenin, doğrudan doğruya Allah’a savaş açmış olduğu vurgulanmış oluyor.

Âyetlerde geçen ifadelere topluca bakacak olursak,

‘Kim Allah’a ve elçisine isyan ederse…’                                          ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř ƒŏ  Ƣő ōlj Ƽƹō ǃō

‘Kim Allah’ın ve Resulünün karşısına çıkarsa…                             ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŐ Ƭŏŏ ƭŨōƐljŎ Ƽƹō ǃō

‘Kim Allah’a ve elçisine karşı çıkıp düşmanlık ederse…’

 ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ Ɓŏ Ɓŏ Ũžō Ŏlj Ƽƹō

‘Allah ve Resulü'ne karşı savaş açmış olanı…’                                ǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚŐ ũō ƅō ŨŽō Ƽő ƺō Ƶś Bu ifadelerden çıkan sonuç, ister Peygamberimizin şahsına düşmanlık yapılsın, isterse Allah’tan getirdiği davaya karşı çıkılsın, bu iki çeşit düşmanlık da Allah

 

116 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, V/142; Ayrıca bkz. Taberî, Câmi’ul Beyân, XI/673, Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, X/370; İbn-i Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, VII/280.

katında bir tutulmakta ve Peygamberimize isyan eden herkes, Allah’a isyan etmiş sayılmaktadır.

1.5.  İSMİ YERİNE PEYGAMBERLİK ÜNVANIYLA HİTAP EDİLMESİ

Toplum içinde bir insana ne kadar değer verildiğini ve insanların onu ne kadar saydığını, ona nasıl hitap edildiğinden anlayabiliriz. Bir doktora, adıyla değil de ‘doktor bey’ diye, herhangi bir derneğin, kulübün başkanına bile adıyla değil de ‘sayın başkan’ diye hitap edilmesi bu cümledendir.

Yüce Allah Kur’an’da bütün peygamberlere isimleriyle hitap etmiştir.

Ůřƾźō Ƶő ŧ ưō ŎŹǃƇōő ǃō           Űō ƽşō Ƽő ƲƋőŎ         ŧ ƷŎ Ɓō ŝ Ũōlj ŨōƾƶŎő ƭǃō          Ve dedik ki: “Ey Âdem! Eşinle birlikte cennete

yerleşin.117 ůŌ ŨƱō Ɔōūǃō Ũřƾƹś ƷŌ ōǒƌŏō ū ƚŬǁőŏő                  ŧ ŎŻDŽŎƽ Ũōlj ƴō NJŏƭ           “Ey Nuh!” denildi, “sana ve beraberinde

bulunan mümin topluluklara, bizim tarafımızdan bir selâmet ve çok bereketlerle gemiden in!118

Ũōljšő ƆŚ Ƶŧ Űō ƭő Ƃř Ɠō          Ƃő ōƭ ƸŎ NJǁŏ ŧƆō ūţŏő Ũōlj ƻōő ş ŎƿŨōƾljő Ɓō Ũƽō ǃō Biz de ona: ‘Ey İbrâhim! Rüyanın gereğini yerine

getirdin’  diye  seslendik.119    Ljƹōŏ ǒƲūŏō  ǃō   LjŏűōǑŨƋō  Ɔŏŏ  ū  ƉŨŏ  řƾƵŧ  džōƶơō           ưŎō  ŲőNJōƪōƛ őƓŧ  Ljśƽţŏ                                                                            džƋō DŽƹŎ   Ũōlj  Ƴō  Ũōƭ  Allah

buyurdu ki: “Mûsâ! Ben seni risaletlerim, mesajlarımla ve hitabıma mazhar etmemle

öbür insanlar arasından seçip mümtaz kıldım.120      Ljř ōƵŏţ ưō ŎƢƩŏ ŧƅō ǃō ưō NJśƩDŽōō ŲƹŎ Ljśƽţŏ džƌō NJơŏ Ũōlj ŎǚŐ                                                                           Ƴō Ũōƭ ƃŏő ţ

ŧő ǃŎƆōƪƱō Ƽō ljƄŏ řƵŧ Ƽō ƹŏ Ưō ŎƆśǂƛō Ŏƹǃō           ‘O zaman Allah şöyle buyurmuştu: “Îsâ! Seni öldürecek olan

onlar değil, benim. Seni kendi nezdime yükseltecek, seni inkârcıların içinden kurtarıp

temize  çıkaracağım.’121ŨŐNJ Ŋ ƓŏŬ ō   ƸƲō Ŏ ő žƵő ŧ  ŎƿŨōƾNJōő űŝǃō   ŭDŽŎřŌ   Ʈūŏ   ũō  ŨōŲƲƵőŏ  ŧ  Ƅŏ ſŎ   džōNJ őžōlj  Ũōlj  ‘Yahya!  Kitaba  var

kuvvetinle   sarıl’,   dedik   ve   henüz   çocuk   iken   ona   hikmet   verdik,122                                  gibi peygamberlere isimleriyle hitap edildiğini görüyoruz.

Peygamberimize hiçbir âyette Ƃŋ ƺř žō ƹŚ Ũōlj şeklinde ismiyle hitap edilmemiştir. İki

yerde123ō ƼƄljƵŏŧř ō ưƽƈŎ žő ōlj ōǑ ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂljşōŚ Ũōlj ve ưśō ūƅř Ƽƹŏ ưNJōőō Ƶţŏ Ƴō ƈŏ ƽşŎ Ũƹō Ƥƶśő ōū ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂljşōŚ Ũōlj âyetlerinde ‘ey

Resul’ diye, on üç yerde ise124Ś LjŏŬřƾƵŧ ŨōǂŚ şljō Ũōlj ‘ey Nebi’ şeklinde, nübüvvet makamının en mümtaz temsilcisi olarak, ona ünvanıyla hitap edildiğini görüyoruz.

117 2. Bakara Sûresi, Âyet 35.

118 11. Hud Sûresi, Âyet 48.

119 37. Saffat Sûresi, Âyet 104-105.

120 7. A’raf Sûresi, Âyet 144.

121 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 55.

122 19. Meryem Sûresi, Âyet 12.

123 Bkz. 5. Maide Sûresi, Âyet 41,67.

124 8. Enfal Sûresi, Âyet 64, 65,70; 9.Tevbe Sûresi, Âyet 73; 33. Ahzab Sûresi, Âyet 1,28,45,50,59;

60. Mümtehine Sûresi, Âyet 12; 65.Talak Sûresi, Âyet 1; 66. Tahrim Sûresi, Âyet 1,9.

 

‘Mutlak zikir kemaline masruftur’ kaidesine göre ünvanı zikretme, o ünvana sahip olanların en üstününe delalet eder. Allah’ın diğer peygamberlere isimleriyle hitap edip, Peygamberimize ünvanıyla hitap etmesi, O’nun kendi katındaki şerefini, büyüklüğünü ve değerini göstermek içindir.125

1.6.  ONU SEVMENİN VE ONA SAYGI GÖSTERMENIN EMREDİLMESİ

1.6.1.           Onu Sevmenin ve Ona Saygı Göstermenin Emredilmesi

Hz. Muhammed’in peygamberliğini kalpten benimsemek, onu her şeyden

daha çok sevmek gerçek anlamda iman etmenin bir gereğidir. Çünkü Ƽō NJƾŏ ŏƹŢő ŎƺƵő Ũūŏ džōƵ őǃōş LjŚ ŏŬřƾƵŧ

Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽő ōş Ƽő ƹŏ ‘Peygamber mü'minlere kendi canlarından daha yakın, daha yeğdir,’126 âyeti daha önce geçtiği gibi bunu emreder.

Enes b. Mâlik’in naklettiğine göre Peygamberimiz bir hadislerinde bu hususa şöyle dikkat çeker: ‘Herhangi biriniz beni babasından, evlâdından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş olmaz.’127

Ƹŋ NJŽŏ ƅř ƅŋ DŽŎƪōƥ ǚŎ Ő ǃō Ƹő ƲŎ ūō DŽŎƽƃŎ Ƹő ƲŎ ōƵ Ɔő ŏƪƦő ōljǃō ŎǚŐ ƸŎ ƲŎ őŬŏŬžő Ŏlj LjŏƽDŽŎƢŏŬřűŨōƩ ōǚŐ ƻō DŽŚŬžŏ Ŏű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ ƴő Ŏƭ

‘Ey Resulüm, de ki: “Ey insanlar, eğer Allah’ı seviyorsanız, gelin bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafurdur, Rahimdir (çok affedicidir, engin merhamet ve ihsan sahibidir)’128 âyetinde Allah’ı sevebilmenin şartı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat etmeye bağlanmıştır.

Yine daha önce geçtiği gibi, Zübeyr bin Avvam ile bir ensarînin arasında arazi sulama yüzünden tartışma geçmesi ve ensarînin Efendimizin verdiği hükme

itiraz etmesi üzerine inen, Ƹő ǂƌŎŏŏ                                   ƪƽōş LjŏƩ ŧő ǃƂŎ źŏ ōlj ōǑ ƸŎř ŵ ƸŎő ǂōƾőNJōū Ɔźōō                                                 Əō   Ũƺō NJŏƩ Ưō  DŽƺƲśŎ  žŎō  lj džō  řŲŽō  ƻō  DŽŎƾƹŢljŎőŏ                      ōǑ ưśō ūƅō ǃō ōǒōƩ

ŨƺŊ NJŏƶƌő ōű ŧő DŽƺŎ śƶƌō Ŏljǃō Űō NJő Ƙō ōƭ Ũƺř ƹś Ũ ŹƆō Žō ‘Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar’129 âyetiyle, yukardaki Âl-i İmran Sûresi 31. Âyeti peşpeşe düşündüğümüzde şöyle bir mânâ ortaya çıkmaktadır. Müminin birinci gayesi Allah’ın rızasını ve sevgisi kazanmaksa, ilk âyette Allah’ı sevebilmenin yolunun Hz.

125 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, VI/198.

126 33. Ahzab Sûresi, Âyet 6.

127 Buhârî, Îman, 14; Müslim bin Haccac en-Nisâburi (ö.261), Sahîh-i Müslim, Îman, 70 (44). tek cilt, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Riyad, 1998.

128 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 31.

129 4. Nisâ Sûresi, Âyet 65.

 

Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e itaat etmekten geçtiği, ikincisinde ise bu itaatin gönülden ve severek olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bir insan, sevmediği birine gönlünde hiçbir burukluk duymadan itaat edemeyeceğine göre bu âyetler Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevmeyi emretmektedirler.

Aşağıda gelecek âyetlerden Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevmenin saygı derinlikli olması gerektiğini anlıyoruz.

ŧDŽŎƢōƩƆő ōű Ǒō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj . ƸNJŋ ơŏƶ ō ŋ ƠƺNJƋō ŏ ōǚř ƻř ŏţ ōǚř ŧDŽŎƮřűŧǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō ǚŏ ř LJŏ Ƃō ōlj Ƽō NJő ōū ŧDŽƹŎ Ƃś ōƮŎű Ǒō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj

.ƻǃŎƆŎƢőō  ű Ǒō  Ƹő ŎŲƽōşǃō  Ƹő ƲŎ ŎƵŨƺō ơő  ōş ōƚōŬžő  ōű ƻōş ƖŌ                                                       Ƣő ōŬŏƵ Ƹő ƲŎ Ƙŏ   Ƣő ōū Ɔŏ  őǂźō  Ʊō  Ƴŏ  Ɛő  ō Ƶő Ũŏū ŎǀōƵ ŧǃŎƆōǂźő ōű Ǒō ǃō  Ljś  ŏŬřƾƵŧ ůŏ   DŽő Ɠō                                 ƫō  DŽő ōƩ Ƹő ƲŎ ōűŧDŽō Ɠő   ōş

ŋ DŽŏ ōƮ     Źōşǃō ŋŭƆō ŏƪƦő ƹř ƸŎǂōƵ DžDŽőƮŲƶřō                                                                ŏƵ ƸŎő ǂōūDŽŎƶŎƭ Ŏǚř   Ƽō žō  ōŲƹŧő  Ƽō  ljƄřŏ Ƶŧ ưŏō  ŦƵō őǃşŎ  ŏǚř   Ƴŏ  DŽŎƋƅō  Ƃō ƾơŏ  ƸŎő ǂōűŧDŽƓōőō                                           ş ƻō DŽƘŚ ƦōŎ lj Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƻţŏř

ƸNJƞơō   Ɔŋ  ő

‘Ey iman edenler! Söz ve hareketlerinizde ileri gidip de Allah’ın ve Resulünün önüne geçmeyin. Allaha karşı gelmekten sakının. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve bilir. Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın. Yoksa siz farkında olmadan bütün emekleriniz hiçe iniverir. Peygamberin huzurunda seslerini ayarlayanlar var ya, işte Allah, içindeki takvâyı ortaya çıkarmak için onların kalplerini sınamış ve onlar bu imtihanı başarmışlardır. Onlara bir mağfiret ve büyük bir mükâfat vardır.’130

Bu âyetler, Peygamberimizin Allah katındaki şerefli makamını ve izzetini bildiren,131  ve ona hürmet etmenin vacip olduğunu vurgulayan,132  Peygamberle

muamelelerinde müminlere saygı, hürmet ve edep öğreten133 âyetlerdendir.

Bikâî, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in büyüklüğünün çok açık olduğunu, Allah’ın ona değer vermek için, onun adını kendi adıyla beraber zikrettiğini ve tazim için nebi yerine Resul dediğini, o halde, hazır olsun, gâib olsun, diri olsun, ölü olsun Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygı gösterilmesinin gerektiğini söyler.134

İnsanın kendi akranları ve küçükleri yanındaki konuşma şekliyle, yaşça ve makamca kendinden büyüklerin yanındaki konuşma şekli, hem ses tonu olarak, hem

de hitap şekli olarak elbette aynı olmaz. Kur’an, bir müminin ana babasına karşı tavrının nasıl olması gerektiğini anlatırken, ‘Rabbin şöyle buyurdu: Allah’tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve babaya güzel muamele edin. Şâyet onlardan her

130 49. Hucurat Sûresi, Âyet 1-3.

131 Zemahşerî, Keşşâf, V/558.

132 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/96.

133 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VII/365.

134 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/352,359.

ikisi veya birisi yaşlanmış olarak senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, “öff!” bile deme, onları azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle, şefkatle, tevazu ile onlara kol kanat ger…’135 Âyetiyle, ebeveyne karşı mütevazi ve saygılı olunmasını emreder. Kaba ve saygısız konuşma, bağırıp çağırma, azarlama gibi tüm saygısız tavırları da yasaklar. Peygamber ise, bir mümin için, ana babasından, amirinden, müdüründen, patronundan ve yaşça büyük herhangi bir insandan daha fazla saygıya ve hürmete layıktır.

Peygamberimizin yanında yüksek sesle konuşmanın yasaklanması elbette ona hürmet içindir. Saygı gösterilme yönüyle hiç kimse peygamberle kıyaslanamaz. Allah, kendi nefislerinden ve Allah’ın yarattığı her şeyden üstün tutarak Hz.

Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hürmet etmelerini müminlere emretmiştir.136

‘Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla yükseltmeyin’ âyetinde hitabın müminlere yapılmasından, burada yasaklanan sesi yükseltmenin, peygambere hakaret etmek veya onu hafife almak için yapılan bağırıp çağırma şeklinde olmadığını anlıyoruz. Çünki bir mümin zaten bunları yapmaz. O halde yasaklanan ses yüksekliği, farkında olmadan insanların birbirleriyle konuşurken yaptıkları gibi bazen konuşmanın seyrine göre kasıtsız olarak sesi yükseltmektir. Allahu Teâlâ ise nebisine karşı bunun bile yapılmasını kabul etmiyor. Peygamberle yapılan konuşmanın, her hangi bir insanla yapılan konuşma gibi olmadığını, onunla konuşmada, başından sonuna kadar edep, saygı ve nezaketten bir an bile gafil olunmaması gerektiğini, buna riâyet edilmeyip rahat tavırlarla sesini ayarlayamayanların saygısızlık kastı olmasa bile, amellerinin boşa gidebileceğini hatırlatarak, Peygamberimize karşı edebin nasıl olması gerektiğini öğretiyor. Yoksa

bile bile Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygısızlık yapmayı, onu hafife almayı Ebussuud ve Şevkânî (ö.1250) gibi pek çok ulemâ küfür saymışlardır.137

Bu âyete göre bazı âlimler Peygamberimizin kabri başında bile sesi yükseltmeyi kerih görmüşlerdir. Zira Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e vefatından sonra hürmet etmek, sağlığında hürmet etmek gibidir.138

Allah’ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanında sesi yükseltmeyi, bütün salih amelleri yok edecek kadar ağır bir cürüm sayması neyi gösterir? ‘Namaz kıldınız,

135 17. İsra Sûresi, Âyet 23-24

136 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.

137 Ebussuud, İrşad-u Akli’s-Selim, XI/5326; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, V/79.

138 Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.467.

senelerce oruç tuttunuz, canınızı ortaya koyarak cihad ettiniz. Ama benim peygamberime saygısızlık sayılabilecek şekilde, onun yanında ulu orta birbiriniz ile konuştuğunuz gibi konuşursanız, hiçbir ibadetinize bakmam hepsini silerim,’ manasına gelebilecek bir tehdit ne kadar ağırdır ve Peygamberimizin Allah katındaki değerini göstermesi bakımından ne kadar mânidardır.

Âyetin nüzul sebebi olarak zikredilen hadise, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer’in bir meseleden dolayı Peygamberimizin huzurunda tartışmaları ve seslerini yükseltmeleridir. Bunun üzerine ‘Seslerinizi Peygamberin sesinden fazla

yükseltmeyin’ âyeti indi. Âyetin ikazından sonra Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer artık Peygamberimizin huzurunda o kadar kısık sesle konuşuyorlardı ki, Peygamberimiz neredeyse onları duyamıyordu.139

Diğer bir rivâyet de şudur: Buhârî ve Müslim, Enes bin Malik’ten rivâyet etmişlerdir ki, en gür sesli sahabilerden biri olan Sabit bin Kays, ‘Resullah’ın yanında seslerinizi yükseltmeyin’ âyeti nazil olunca, bu âyetin kendisi hakkında inmesinden korkmuş ve ‘ben cehennem ehlindenim’ diyerek, ağlayıp evine kapanmıştı. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Sa'd b. Muaz'a ‘Ey Ebâ Âmir, Sabit ne halde, rahatsız mı?’ diye sordu, Sa'd da ‘o benim komşumdur; rahatsızlığını bilmiyorum dedi’ve gitti sordu.

Sabit, dedi ki: ‘Bu âyet indirildi, halbuki bilirsiniz ben sizin en yüksek seslinizim, demek ki ben cehennnemliklerdenim’ dedi. Sa'd bunu Peygamberimize haber verince, Resulullah, ‘hayır o cennetliklerdendir’ buyurdu. Diğer bir rivayette de, Resulullah haber gönderip getirtti, sordu. Ya Resulullah, dedi; ‘Allah Teâlâ sana bu âyeti indirdi, benim ise sesim kuvvetli, korkarım ki amelim yok olur.’ Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) buyurdu ki: ‘Hayır sen hayır ile yaşayacak, hayır ile öleceksin.’ Taberânî ve Hakim'in rivayetlerine göre Resulullah ona, ‘razı olmaz mısın, Allah'a hamd ederek yaşayasın, şehit olarak öldürülesin ve Cennet'e giresin’ buyurdu. O da, ‘razıyım ve artık sesimi peygamberin sesinin üstüne kaldırmayacağım’ dedi.140

Konuya bir de sahabe hassasiyeti açısından bakmakta fayda vardır. Hz. Ebu Bekr’in, Hz. Ömer’in ve Sabit bin Kays’ın, ‘nasıl olsa bizim kalbimizde peygambere karşı bir saygısızlık olmadığını Allah biliyor, dolayısıyla sesin yükseltilmesiyle salih amellerin yok olması tehdidinin bizimle ilgisi yok, âyet münafıklardan bahsediyor,’

139

 

Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.

140 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/35.

 

gibi bir düşünceye kapılmadıklarını, tam sahabeye yakışır bir hassasiyetle, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e saygısızlık yapmaktan ve böylece Allah’ın gazabına maruz kalmaktan tir tir titrediklerini görüyoruz. Kur’an’ın inişine şahit olan, dini bizzat kaynağından öğrenen sahabe de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e karşı saygı bu şekilde ise, günümüz müslümanlarının da Peygamberimize hürmet konusunda nasıl davranmaları gerektiği ortaya çıkmaktadır.

Peygamberimize saygı gösterilmesini emreden âyetlerden biri de,

 ŏŜř Ũŏū ŧDŽŎƾƹŏ Ţő ŎŲŏƵ ŎƿǃŎƆś ƭDŽō Ŏűǃō ŎƿǃŎƅƈś Ƣō Ŏűǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō

‘Allah’a ve Resulüne iman edesiniz, Resulüne yardım edesiniz

ve ona saygı gösteresiniz…’141 âyetidir. Görüldüğü gibi Allah Hz.Peygamber’e hürmet etmeyi kendisine imandan sonra ikinci sırada zikretmiştir. Üç mertebede Peygambere vurgu yapıldığını görüyoruz. Ona iman etmeyi emrediyor, peşinden davasında onu desteklemeyi de emrediyor. Bunu da yeterli bulmuyor, desteklerken aynı zamanda ona saygı gösterilmesini de emrediyor.

Âyetin manası açıktır. Müslümanlara düşen görev, elle, dille ve kılıçla ona yardım edip destek olmak ve onu kendi nefislerine tercih ederek ona saygı göstermektir.142

Kur’an Peygambere saygıyı emretmekle de bırakmamış, bu saygının nasıl olması gerektiğine dair çerçeve çizmiş, ‘Onun yanında sesi yükseltmeme gibi, Onu ismiyle çağırmama’ gibi îkazlardan başka, Kur’an’ın uyardığı konulardan biri de ondan izin almadan huzurundan kalkıp gitmemektir.

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلٰٓى اَمْرٍ جَامِعٍ لَمْ يَذْهَبُوا حَتّٰى يَسْتَأْذِنُوهُۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ۚ فَاِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَنْ لِمَنْ شِئْتَ مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 ‘Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki, Allah’a ve Resulüne bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah Ğafurdur, Rahîmdir. Resulullahın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın. Allah elbette sizden,

 

141 48. Fetih Sûresi, Âyet 9.

142 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/293.

birbirini siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir. Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gâyet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.143

Âyetin sebebi nüzulü olarak farklı rivayetler vardır. Genel olarak, Peygamberimiz hutbe verirken bazı münafıkların görünmemeye çalışarak kalkıp gitmeleri ve Hendek Savaşı öncesi hendeğin kazılması esnâsında, bazı münafıkların gizlice kaçıp gitmeleri zikredilmiştir. Hendek kazımı esnasında sahabilerden işi olan Peygamberimizden izin alır, işini halledip gelir, tekrar hendek kazmaya devam ederdi.144

Âyetin ‘senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir’ kısmıyla alaklı olarak Tebük seferindeyken Hz. Ömer Medine’ye dönmek için Peygamberimizden izin istemesi zikredilir. Peygamberimiz ona: ‘Sana izin verdim sen münafık değilsin’ buyurmuştu. Münafıklar bunu duyunca: ‘Muhammed ashabı izin isteyince veriyor, biz isteyince vermiyor. Bunda adalet yok’ diyerek dedikodu yaptılar. Âyette öğretilen edebi çok iyi kavrayan Hz. Ömer Peygamberimizden izinsiz hareket etmezdi. Hatta bir keresinde umreye gitmek için bile gelip Peygamberimizden izin istemiş, O da izin vermiş, üstelik ‘duanda bizi de unutma diyerek’ Hz.Ömer’e iltifat etmiştir.145

Ayrılmak için Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den izin alınması gereken ‘ ƠŌ ƹŏ ŨŹō ƆŌ ƹő ōş‘ ifadesi, savaş anı, hutbe ve istişare meclisi gibi bütün önemli işleri kapsar.146

Bu âyette geçen, peygamberden izinsiz gitmeme, başka âyetlerde geçen, yanlarında Allah zikredilince kalplerin ürpermesi, kendilerine âyetler okununca imanların artması147 gibi durumlar, elbette imanın şartı değildir. Eğer şart olsaydı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanından izinsiz kalkıp giden kişi, Allah anıldığında kalbi ürpermeyen kişi ve kendisine Allah’ın âyetleri okunduğunda imanı artmayan kişi, imanını kaybetmiş olurdu. Ancak bunlar imanda kemalin göstergesi, müminlerin en üstünlerinin ve seçkinlerinin şiârı olan Allah’ın övdüğü hasletlerdir.148 Âyetteki ‘Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir’

143 24. Nur Sûresi, Âyet 62-63.

144 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/358.

145 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/359.

146 Taberî, Câmiu’l Beyân, XVII/387; Zemahşerî, Keşşâf, IV/327.

147 Bkz. 8. Enfal Sûresi, Âyet 2.

148 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, III/485.

ifadesinden de bu açıkça anlaşılmaktadır. Çünkü gerçek müminler için Hz.Peygamber’den izin almadan yanından kalkıp gitmek büyük bir hatadır, yani çok büyük saygısızlıktır. ‘Onlardan dilediğin kimselere izin ver’ denerek, izin verme yetkisinin Peygamberimize bırakılması da, Peygamberimize ayrıca bir ikram ve i’zazdır.

İslâm toplumunu ilgilendiren önemli meselelerin görüşüldüğü yere gitmek ve oradaki yetkilinin izni olmadıkça ayrılmamak müminler için bir vecibedir. Hayatî bir mâzeret olmadıkça izin taleb etmek caiz görülmediği gibi mâzereti kabul edip etmemek de Hz. Paygamber ile İslâm toplumunun yöneticilerinin takdirindedir.149

Artık bu âyetlerden sonra Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e iman eden, onun Allah’ın Resulü olduğunu bilen, dünya ve ahirette kurtuluşlarının, izzet ve şereflerinin ona hürmet ve saygıyla olacağını, ona saygısızlık ettikleri zaman bütün amellerinin silinebileceğini bilen müminlerin, başka bir tavır sergilemelerine, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e hürmetsizlik edebileceklerine nasıl ihtimal verilebilir?150

1.6.2.           Sıradan Bir İnsan Olmadığının Vurgulanması

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) beşeriyet yönüyle, Allah’a kul olması yönüyle, engin

tevâzusuyla kendisini diğer insanlardan ayırmamış, Allah’ın talimiyle sadece peygamberlik yönünü ön plana çıkarmıştır. Ƃŋ Žŏ ŧǃō ŋǀōƵŏţ Ƹő ƲŎ ŎǂōƵŏţ Ũƺō řƽōş Ljř ōƵŏţ džŽō DŽŎlj Ƹő ƲŎ ŎƶőŶƹś Ɔŋ Ɛō ōū Ũōƽōş Ũƺō řƽŏţ ƴő Ŏƭ ‘De ki: “Ben sadece sizin gibi bir insanım. Ancak şu farkla ki bana “sizin ilahınız tek

İlahtır” diye vahyediliyor’ âyetinde bunu görüyoruz. Evet, o yemeye içmeye ihtiyaç duymasıyla, bir anne babadan dünyaya gelmesiyle, insanüstü özellikleri olmayan bir insandır. Ancak ona, beşerî özelliklerinin ötesinde ‘o da bizim gibi sıradan bir insandır’ diyebilir miyiz? Bu konuya Kur’an nasıl bakıyor, ilgili âyetleri inceleyelim.

ŨƺŊ NJŏƶơō ňŌ Ljő Əō ƴś ƲŎ ŏū Ŏǚř ƻō ŨƱō ǃō Ƽō NJśNJŏŬřƾƵŧ Ƹō ōűŨ ſǃō ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō Ƽő Ʋŏ ōƵǃō Ƹő ƲŎ ŏƵŨŹō ƅŏ Ƽő ƹŏ ƂŌ Žō ōş Ũōūōş Ƃŋ ƺř žō ƹŎ ƻō ŨƱō Ũƹō

‘Muhammed içinizden hiçbir erkeğin babası değildir, lâkin Allah’ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilir’151 âyetiyle herhangi bir erkeğin babası olmadığı ve Allah’ın en son elçisi olduğu vurgulanıyor.

Ƹō ōűŨ ōſ ‘hâtem’ kelimesi, Asım ve Hasan kıraati dışında kalan imamlar tarafından ‘hâtim’ şeklinde okunmuşsada her iki okuyuşta da mânâ aynı yere

149 Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.358.

150 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/541.

151 33. Ahzab Sûresi, Âyet 40.

çıkmaktadır. ‘Hâtimennebiyyîn’ şeklinde esreli okunursa, ‘peygamberleri sona erdiren’, ‘hâtemennebiyyîn’ şeklinde fethalı okunursa, ‘peygamberlerin sonuncusu, peygamberleri sona erdiren mühür’ manalarına gelmektedir. Yani her iki okuyuşta da Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ‘in son peygamber olduğu vurgulanmaktadır.152

Taberî’ye göre bu âyet Zeyd bin Harise hakkında inmiştir. Çünkü Zeyd, Zeyd bin Muhammed şeklinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e nispet edilerek çağırılıyordu.

‘Allah şöyle diyor: Ey insanlar, Hz. Muhammed Zeyd’in babası değildir. İçinizden herhangi bir erkeğin de babası değildir. O’nun vefatından sonra hanımlarıyla evlenilmesi de haram kılınmıştır. Fakat O, Allah’ın Resûlü, ve nebilerin sonuncusudur. Allah nübüvveti Onunla mühürlemiştir ve kıyamet saatine kadar kimse için açılmayacaktır.’153

Zemahşeri’ye göre Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in erkek çocukları yaşasaydı ve büluğ çağına erselerdi peygamber olacaklardı.154 Zeyd ise O’nun gerçekte oğlu değildir, evlatlığıdır. Çünkü müşrikler ‘Muhammed evlatlığının hanımıyla evlendi’ diyerek dedikodu yapıyorlardı. O halde âyet, ‘Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sizin erkeklerinizden hiç birisinin babası değildir’ derken, erkek çocukları zaten küçükken vefaat ettikleri için ‘Zeyd’in babası değildir’ demiş oluyor ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i o dedikodudan koruyor. Peşinden de hemen O’nun Allah’ın Resulü olduğunu hatırlatıyor.

Bilindiği gibi cahiliye dönemi âdetlerine göre bir adam, bir çocuğu evlat edindiği zaman, çocuk onun gerçek evladı sayılırdı.155 Dolayısıyla onun hanımıyla evlenmek, geliniyle evlenmek gibi çirkin bir şey kabul edilirdi. Peygamberimize isnad edilen bu çirkin durumdan onu kurtarmak için Yüce Allah âyette sadece, ‘Hz.Muhammed Zeyd’in gerçek babası değildir. Onun için Zeyd’in boşadığı hanımıyla evlenmesinde bir mahsur yoktur’ diyebilirdi. Ama ‘içinizden hiçbir erkeğin babası değildir’ dedikten sonra, son peygamber olduğu acaba neden hatırlatılmıştır? Burada şöyle bir mânâ akla geliyor; ‘Ey insanlar, Hz. Muhammed içinizden her hangi bir insan değil. O benim peygamberimdir. Mahsurlu olacak bir evliliği yapacağını nasıl düşünebilirsiniz. O kendiliğinden hareket eden bir insan değil ki, O benim elçim. Ve O’ndan sonra elçi gelmeyecek. O halde yanlış bir yol

152 Salih Sabri Yavuz, İslam düşüncesinde Nübüvvet, İnsan Yayınları, İstanbul, Ts. s.26.

153 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/121.

154 Zemahşerî, Keşşâf, V/75.

155 Ali Osman Ateş, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İtanbul, 1996, s.386

 

açması, yanlış bir adet başlatması düşünülemez. O’nun yanlış yaptığını düşünmeniz, dedikodu yapmanız başta elçiyi gönderen Allah’a saygısızlıktır’. Çünkü bir elçiye yapılan hakaret ve saygısızlık, elçiyi gönderene yapılmış sayılır. Evet, O herhangi bir insan değildir. Nitekim Allah, onun hanımları bile sıradan kadınlar değildir derken, onun kendisi nasıl sıradan bir insan olabilir? Ahzab Sûresi’ndeki şu âyet, o seçkin

peygamberin hanımlarının da seçkin hanımlar olduğunu şöyle ifade etmektedir: ňō Ũƌō ŏƽ Ũōlj

ňŨƌō śƾƵŧ Ƽō ƹŏ  ƂŌ Žōō ŠƱō Ƽř ŎŲőƌōƵ Ljŏś ŬřƾƵŧ ‘Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi

değilsiniz…’156

Başka kadınlarla kıyaslandıkları zaman, fazilette onlara denk hiçbir kadın yoktur.157 Onların Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanındaki değerleri, kıymetleri bakımından hiç bir kadın onlara benzemez.158

Peygamberimizin ailesine Allah’ın nasıl değer verdiğini müstakil bir başlıkta ele alacağımız için şimdi burada ayrıntıya girmiyoruz.

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sıradan bir insan olmadığı konusu, başka bir

âyette ise şöyle ele alınır:

لَا تَجْعَلُوا دُعَٓاءَ الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَٓاءِ بَعْضِكُمْ بَعْضًاۜ قَدْ يَعْلَمُ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنْكُمْ لِوَاذًاۚ فَلْيَحْذَرِ الَّذ۪ينَ يُخَالِفُونَ عَنْ اَمْرِه۪ٓ اَنْ تُص۪يبَهُمْ فِتْنَةٌ اَوْ يُص۪يبَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

‘Resulullahın  sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın. Allah elbette sizden, birbirini siper edinerek sıvışıp gidenleri bilir. Öyleyse Peygamberin emrine aykırı hareket edenler başlarına dünyada bir bela gelmesinden yahut âhirette gâyet acı bir azap gelmesinden korkup çekinsinler.’159

Âyette geçen    Ƴŏ DŽŎƋƆř Ƶŧ ňŨōơƁŎ ‘Resulün duası’ ifadesi için, tefsirlerde değişik

yorumlar yer almıştır. Bunlardan biri, normal dua etmek manasındadır. O zaman âyetin manası, ‘Peygamberin duasını birbirinize yaptığınız dua gibi zannetmeyin. Onun aleyhinizdeki duasından sakının, çünkü onun duasına icabet edilir’160 şeklinde olur. Başka bir yorumda ise duaya, çağırma manası verilmiştir. O zaman da mana, ‘Onu, “ya Muhammed” veya “ey Ebu’l Kasım” diye kabaca çağırmayın. Onu tevazu

ve yumuşaklıkla “ya Resulallah” diye çağırın’161 şeklinde olur.

156 33. Ahzab Sûresi, Âyet 32.

157 Zemahşerî, Keşşâf, V/66.

158 Tusi, et-Tibyan fi Tefsir’il Kur’an, c.VIII, Beyrut, Ts. Ahmed Habib El-Amili (Thk.), s.338.

159 24.Nur Sûresi, Âyet 63.

160 Taberî, Câmiu’l Beyân, XVII/388.

161 A.g.e. XVII/389.

 

Önceki ümmetler peygamberlerini, ‘ey Mûsâ!, ey Meryem oğlu İsa!’ şeklinde adlarıyla çağırıyorlardı.162 Sahabiler de önceleri Peygamberimizi ‘ey Muhammed!, ey Ebu’l Kasım!’, diye isimiyle veya künyesiyle çağırabiliyorlardı. Bu âyetle sahabiler îkaz edilince, Peygamberimize, ‘ya Resulallah!, ya Nebiyyallah!’ diye hitap etmeye başladılar.163

Âyette ayrıca, hendeğin kazılması esnasında, cuma namazlarında veya cihadda Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den izin almadan sıvışıp gidenler kınanmış ve onun emrine muhalefet edenler azâbı elimle tehdit edilmişlerdir.164

Kurtubî’ye (ö.671) göre fakihler, bu âyeti Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in emrinin vücup ifade ettiğine delil saymışlardır.165 Ayrıca ‘Resulullahın sizi çağırmasını, sizin birbirinizi dâvet etmenizle bir tutmayın’ ifadesine benzer şekilde, daha önce geçen Hucûrât Sûresindeki, ‘birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öylece konuşmayın’166 âyetinde de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sıradan bir insan olmadığı açıkça vurgulanmış ve müminler îkaz edilmişlerdir.

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), bütün müminler için örnek alınacak bir numune insan ve bir rehber olması hasebiyle de sıradan bir insan olması düşünülemez zaten.

ŧ ŊƆNJŏŶƱō ō ǚř Ɔō Ʊō ƃō ǃō Ɔō ſŏ Njő ŧ Ʒō DŽő ōNJƵő ŧǃō ōǚř DŽŎŹƆő ōlj ƻō ŨƱō Ƽƺō śƵ ŋŮōƾƌō Žō ŋŭDŽō Ƌő Ŏş ŏǚř Ƴŏ DŽŎƋƅō LjŏƩ Ƹő ƲŎ ōƵ ƻō ŨƱō Ƃő ōƮōƵ ‘Hakikaten, Allah’ın Resulünde sizler için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır’167 âyetiyle Allah, başkasını değil, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i örnek olarak seçmiştir. Bunun için sahabiler sünnete bağlılık noktasında çok itinalı davranmış, ölümleri pahasına sünnete sımsıkı sarılmış ve bütün davranışlarında Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i örnek almaya çalışmışlardır.168 Evet, teşrî maksadıyla gönderildiğinden, çoğu halleri teşrî ile ilgili olan169 ve söylediği her söz, yaptığı her davranış kıyâmete kadar Müslümanlar için örneklik teşkil edecek olan bir zâta sıradan bir insan nasıl denebilir ki?

162 7. Araf Sûresi, Âyet 138; 5. Maide Sûresi, Âyet 22,24.

163 Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.414; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/40.

164 Taberî, Câmiu’l Beyân, XVII/389; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXIV/39; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,

XV/360.

165 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XV/361.

166 49. Hucurat Sûresi, Âyet 2.

167 33. Ahzab Sûresi, Âyet 21.

168 Muhammed Accâc el-Hatîb, Sünnetin Tespiti, Yeni Akademi Yayınları, Mehmet Aydemir (Çev.)

İzmir, 2005, s.92.

169 Bkz. Muhammed Tahir Bin Âşûr, İslam Hukuk Felsefesi, Rağbet Yayınları,. Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz (Çev.), İstanbul, 2006, s.48.

 

1.6.3.           Müminler İçin Herşeyden Daha Sevgili Olması

İnsanların hayatlarında değer verdikleri şeyler farklı farklıdır. Pekçoğu için dünyadaki en değerli şey kendi canıdır. Sonra ailesi, evi, malı, parası, arabası, vatanı, tuttuğu takımı, partisi, hayranı olduğu şarkıcı, futbolcu gibi kişiden kişiye göre değişecek unsurlar gelir. Bazı insanlar için ise inançları gereği kutsal değerler, sıralamada öne geçer. Dünyada değer verilen bu şeylerde sıralama, her insanın inanç

derinliğine, yetişme tarzına, aldığı eğitime, ahlakına, karakterine göre değişiklik gösterir. Müslümanların ise, neye ne kadar değer vermeleri gerektiğini, bütün hayatlarını ona kullukla örgülemeleri gereken yüce Allah belirlemelidir. Çünkü Müslümanlar için en değerli varlık, şüphesiz ki Allah’tır. Peygamberimiz bile Allah’tan dolayı sevilir.

Allah Müslümanlar için değerler sıralamasında bir ölçü getirmiş ve hayatımızda Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i nereye oturtmamız gerektiğini bize şu âyetle bildirmiştir. Ƹő ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş ŎǀŎŹŧōǃƇő ō şǃō őƸǂŏ ŏ ƌŎ ƪő ƽō ş Ƽő ŏ ƹ Ƽō NJŏƾŏƹŢő ŎƺƵő Ũūŏ džōƵ őǃşō LjŚ ŏŬřƾƵŧ ‘Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendileri hakkında haiz oldukları haktan daha fazladır.  (O,  bir  baba  konumunda  olduğundan)  onun  eşleri  de  müminlerin

anneleridir.’170

Müfessirlerin çoğuna göre, âyet mutlaktır. Dünyevi uhrevi tüm işlerde, müminler için Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in isteğini ve hükmünü, kendi nefislerine rağmen tercih etmek, nefislerinden daha çok onu sevmek vaciptir. Hz.Peygamber bir şey istediği zaman ona itiraz etmek haramdır.171

Âlûsî (ö.1270) âyetin, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Tebük Seferine çıkmayı insanlara emrettiği zaman bazı insanların, ‘ana babalarımızdan izin alalım’ demeleri üzerine indiğini söyler.172

Bir gün Hz.Ömer Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e, “Ey Allah’ın Resulü sen bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin” demişti. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ise ona, “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah’a yemin olsun ki; sen, beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçekten iman etmiş olamazsın.” buyurdu. O zaman

170 33. Ahzab Sûresi, Âyet 6.

171 Zemahşerî, Keşşâf, III/62; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXV/169; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/62;

Şevkânî, Fethu’l Kadîr, IV/344.

172 Ebu’l Fadl Şihabuddin Seyyid Mahmud el-Bağdadi Âlûsî (ö.1270). Ruhu’l Meani fi Tefsiri’l Kur’ani’l Azim ve’s-Seb’ul Mesani. c.XXI, Mahmud

Hüseyin el-Arab (Thk), Beyrut,1997, s.229.

Hz.Ömer, “Vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin ya Resulallah” demiş ve Hz. Peygamber de ona, “İşte şimdi oldu ey Ömer” diye cevap vermişti.173

Hz. Ömer, efendisinden bu dersi aldıktan sonra, artık onu herşeyin önünde tutuyor, hatta onun sevdiklerine bile kendi sevdiklerinden daha fazla değer

veriyordu. Halifeliği zamanında, hazineden insanlara bir şeyler verdiği dönemde, Hz. Üsame’ye oğlu Abdullah bin Ömer’den daha fazla vermişti. Hz. Abdullah babasına, ‘Üsame’de benim görmediğim ne gördün ki, onu benden üstün tuttun’ diye sordu. Hz. Ömer de ‘Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Üsame’yi senden, onun babasını da senin babandan daha çok severdi’ diye cevap verdi.174

Bu âyeti tefsir eden başka bir hadiste Peygamberimiz: ‘Hiçbiriniz, ben kendisine babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmazsınız’175 buyurmuştur.

Bu anlatılan manaları destekleyen başka bir âyet de şudur:

Ƹő ƱšŎŎ Şōƾūōő şǃō Ƹő ƱšŎŎ Ũōūŝ ƻō ŨƱō ƻŏţ ƴŎő ƭ

ŏǚŐ Ƽō ƹś ƸƲŎ őNJōƵŏţ Ūř Žō ōş ŨōǂōƽDŽő Ɨō Ɔő ōű ƼŎ Ʊŏ Ũƌō ƹō ǃō ŨōǁƁō Ũƌō Ʊō ƻō DŽő Ɛō ƀő ōű ŋŭƅō Ũźō ŏűǃō ŨōǁDŽƺŎ ŎŲƩő Ɔō ōŲőƭŧ Ƴŋ ŧDŽō ƹő ōşǃō Ƹő ƲŎ ŎűƆō NJƐŏ ơō ǃō Ƹő ƲŎ ŎŹŧǃō Ƈő ō şǃō őƸŎƲŎ ƽŧDŽō ſő ŏ ţǃō

Ƽō NJŏƮƋŏ ŨōƪƵő ŧ Ʒō DŽő ōƮƵő ŧ LJƂŏ ǂő ōlj ōǑ ŎǚŐ ǃō ƿŏ Ɔŏ ƹŠŏōő ū ŎǚŐ         Ljō ŏűőŠōlj džřŲŽō        ŧő DŽŎƔřūƆō ōŲōƩ ǀŏ ŏƶNJŬƋōŏ           LjŏƩ ƁŌ ŨōǂŹŏ ǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō

‘De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım ve akrabanız, ter dökerek kazandığınız mallar, kesada uğramasından endişe ettiğiniz ticaret, hoşunuza giden konaklar, size Allah’tan ve Resulünden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ve önemli ise, o halde Allah emrini gönderinceye kadar bekleyin! Allah öyle fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, umduklarına eriştirmez.’ Görüldüğü gibi bir müminin hayatında, en sevdiği şey babası, evladı, malı ve aşîreti değil, Allah, Resulü

ve Allah yolunda mücahede olmalıdır. Burada Allah ve O’nun yolunda mücahede zikredilirken Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ayrıca zikredilmesi, yukarıda anlatılan konuyu desteklemektedir.

1.6.4.           Salât Okumanın Emredilmesi

Sevilip saygı duyulması gereken ve müminler için herşeyden evlâ olan Peygamberimize Yüce Allah, bir de salât etmeyi emretmiştir.

اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّؕ يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلٖيماً

‘Muhakkak ki Allah ve melekleri Peygambere

 

173 Buhârî, Eymân ve’n-Nüzûr, 6632.

174 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/225.

175 Buhârî, Îman, 15; Müslim, Îman, 70 (44).

hep salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin.’176

Müfessirler ‘salât’ kelimesinin manası üzerinde çokça durmuşlardır. Salâtı yapan kişiye göre mânâ değişmektedir. Allah’tan olursa rahmet ve rıza, meleklerden olursa dua ve istiğfar, ümmetten yani insanlardan olursa dua ve hürmet anlamına gelir.177

Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e salat ve selamda bulunmaları müminlere bakan yönüyle bir ibadet, Peygamberimize bakan yanıyla ise Allah’ın rahmetine mazhariyeti için ümmetinin bir duasıdır.178

Said Nursi de salavat getirirken hissettiği duyguları şöyle açıklar:

‘Bir adam yeni bir menzile girdiği zaman menzildeki zatlara selam ettiği gibi, “binler selam sana ya Resulallah!” demeye bir arzuyu içimde coşar buldum. Güya bütün ins ve cinnin adedince selam diyorum. Yani sana tecdidi biat edip, memuriyetini kabul ve getirdiğin kanunlarına itaat ve evâmirine teslim ve taarruzumuzdan selamet bulacağını selamla ifade edip, benim dünyamın eczaları ve zîşuur mahlukları olan umum cin ve insi konuşturup, her birerlerinin nâmına bir selamı, mezkur manalarla takdim ettim.’179

O zaman bu tefsirlere göre âyetin manası: ‘Şüphesiz ki Allah Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den râzı olmuş ve onu rahmetiyle kucaklamıştır. Allah’ın melekleri de onun için dua ve istiğfar etmektedirler. O halde ey iman edenler sizler de onun için dua ediniz ve ona çok hürmet ediniz’ şeklinde olmaktadır.

Âlimler arasında Peygamberimize salâtu selam getirmenin vacip mi, yoksa müstahap mı olduğu tartışılmıştır. İsminin her anılışında vacip olduğunu söyleyenler olduğu gibi, her mecliste bir defa ya da ömürde bir defa söylemenin vacip olduğunu söyleyenler de vardır.180

ƸŊ NJŏƶƌő ōű ŧDŽƺŎ śƶƋō ǃō ǀŏ NJő ōƶơō ŧDŽŚƶƓō ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj Ey iman edenler! Siz de ona salât edin ve tam bir içtenlikle selam verin’181 âyeti inince, sahâbeden Kâ'b b. Ucre Peygamberimize şöyle sormuştur: Yâ Resulallah! Allah bize, sana nasıl selâm getireceğimizi bildirdi. Sen

176 33. Ahzab Sûresi, Âyet 56.

177 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/214.

178 Mehmet Y. Şeker, Rahmet Hazinesinin Anahtarı Efendiler Efendisine Salat ve Selam, Işık Yayınları, İstanbul, 2011, s.49.

179 Bediüzzaman Said Nursî (ö.1960). Lem’alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1995, s.294.

180 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/215.

181 33. Ahzab Sûresi, Âyet 56.

de bize sana nasıl salavat getireceğimizi öğret.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) salli bârik duâlarını öğretmiştir.182

Namazda teşehhüdde salavat okumak cumhura göre müstehaptır. İmam Şâfî ise, namazda okumanın farz olduğunu, bilerek okunmazsa namazı iâde etmenin gerekeceğini söyleyecek kadar salavâta önem vermiştir.183

Kurtubî salavat getirmeyi şöyle yorumlar:

‘Allah hiçbir peygambere yapmadığı şekilde, Peygamberimizin değerini göstermek için, ona salât u selam getirmeyi emretmiştir. Ömürde bir defa salât u selam getirmenin farz olduğunda şüphe yoktur. Sehl bin Abdullah demiştir ki:

“Salavat getirmek ibadetlerin en faziletlisidir. Çünkü Allah onu kendi yapmış, meleklere yaptırmış ve kullarına da emretmiştir.” Diğer ibadetler böyle değildir.’184

İbni Kesîr’in yorumu ise şöyledir:

‘Bu Âyetten maksat şudur. Yüce Allah kulu ve peygamberi Hz. Muhammed’in kendi katındaki değerini mele-i âlâ sakinlerine haber vermiştir. Mukarreb melekler yanında onu övmüştür. Melekler de ona salât etmişler. Sonra Allah, ulvî alemin övgüsüyle, dünya ehlinin övgüsünün birleşmesi için, ona salât u selam getirmelerini dünya ehline emretmiştir.185

Âlûsî ise daha farklı bir nükteye dikkat çekerek şöyle demiştir:

‘Sadece ‘melekler’ değil de ‘Allah’ın melekleri’ diyerek Allah’a nispet edilmeleri meleklerin büyüklüğünü, Allah katındaki derecelerini gösterir. Bu da Peygamberimizin büyüklüğünü istilzam eder. Bu çok kalabalık kitlenin asırlar boyu her an Peygamberimize salavat getirmelerinin çokluğunu Yaratıcı’dan başka kimse ihata edemez. Bu ise Peygamberimizi en beliğ, en mükemmel ve en kapsamlı tazimdir.’186

Seyyid Kutub ise, Allah’ın salâtının, Peygamberimiz için en büyük nimet olduğunu vurgulayarak şöyle tefsir etmiştir:

‘Aman Allahım bu ne erişilmez bir derece! Yüce Allah’ın Peygamberimize yönelik övgüsünü bütün evren tekrarlıyor. Peygamberimiz için bundan büyük nimet düşünülemez. Allah’ın ve meleklerin salâtının yanında müminlerin salâtı ne ifade eder ki? Fakat yüce Allah müminlerin salâtü selamlarını kendi salâtü selamı ile yan yana getirerek müminleri şereflendirmek istemiştir.’187

182 Buhârî, Ehâdîsü’l Enbiyâ, 3370; Müslim, Salât, 66 (406).

183 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/ 99; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/460.

184 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/215.

185 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/457.

186 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XXII/109.

187 Seyyid Kutup, Fi Zılâli’l Kur’ân,VIII/348.

 

Seyyid Kutub’un bu yorumundan şu sonuç çıkar: Bir insana Allah salât ettikten, yani onu rahmetiyle kucakladıktan sonra, diğer insanlar ona salât etse veya etmese ne ifade eder ki? Allah övdükten sonra, insanların onu övmesi, onun değerine bir değer katmaz ki. Evet, bizim salavat getirmemize Peygamberimizin ihtiyacı yoktur. Bizim duamız onun şerefine şeref katmaz. O halde ona salavat getirmeye bizim ihtiyacımız vardır. Onun Allah katındaki yeri o kadar büyüktür ki, Allah bu âyetle adeta: ‘Ben O’na değer veriyorum, meleklerim de ona değer veriyorlar, onu övüyorlar. Ey inananlar! Siz benim nazarımda değer kazanmak, şeref kazanmak istiyorsanız siz de ona saygı göstermeli, siz de onun için dua etmelisiniz’ demiş oluyor.

Konuya bir de şu açıdan bakabiliriz. Yabancı bir ülkeden bir resmî yetkili geldiği zaman, onu kimin karşıladığına bakarak ona verilen değeri anlayabiliriz. Bir müsteşar karşılıyorsa verilen değer o kadar, bakan karşılıyorsa o kadardır. Ama misâfiri, karşılama ekibine başbakanı ve bütün bakanları alarak, cumhurbaşkanı bizzat kendisi devlet töreniyle karşılıyorsa, o yabancı ülke yetkilisine en üst düzeyde değer verildiğini anlarız. İşte aynen öyle de Yüce Allah kendi vahdaniyetine önce bizzat kendisi şahitlik ettiği, sonra meleklerine, sonra ilim sahiplerine şahitlik ettirdiği gibi188, aynı sıralamayı bu âyette de görüyoruz. Peygamberimizi bizzat kendisi övüyor, keyfiyetini tam bilemediğimiz ve sınırlarını kavrayamadığız şekilde iltifat ediyor, en kerim kulları olan meleklere övdürüyor, sonra kendisine iman eden herkesi onu övmeye ve ona saygı duymaya çağırıyor. Kainatta iman eden tüm şuurlu varlıkları, insanları ve cinleri adeta alarma geçiriyor. Peygamberimize salât u selam getirmeyi emrediyor. İbni Âşur’un da dediği gibi Nebinin makamının büyüklüğü, salâtın da en büyüğünü gerektirir.189 Bu durum Peygamberimizin Rabbi katındaki erişilemez konumunu göstermeye ne güzel örnektir.

Allah’ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e salavat getirilmesini emretmesi iltifâtı üzerine, hadiste geçtiği üzere, bir salât edene on salatla karşılık vereceği müjdesi,

Peygamberimize yapılan bu iltifâtı daha da taçlandırmıştır:

                                                                                                       ņ ōŮžō  ƶő ƙō            Ljŏūōş Ƽŏ  ūő  ŏǚř                                                                                             Ƃŏ őŬơō   Ƽő ơō

Ŏǀřƽŏţ " : Ƴō ŨōƮōƩ ņưō ǂŏ Źő ǃō LjŏƩ DžƆō Ɛő ŎŬƵő ŧ DžƆō ōƾōƵ Ũřƽŏţ : ŨōƾőƶŎƮōƩ ņǀŏ ǂŏ Źő ǃō LjŏƩ DžƆō Ɛő ŎŬőƵŧǃō ƷŌ DŽő ōlj ůō ŧƃō ňō ŨŹō ŏǚř                                                                                                               Ƴō DŽŎƋƅō ƻř ōş ņ ǀŏ NJŏūōş Ƽő ơō

 

188 Bkz. ƸŎ NJƲŏ žō Ƶő ŧ ƈŎ ljƈŏ Ƣō Ƶő ŧ DŽō Ŏǁ řǑţŏ ōǀōƵŏţ ōǑ ƚŏ ƌő ŏƮőƵŨŏū ŊŨƺō ŏťŞōƭ Ƹŏ ƶő Ƣŏ őƵŧ ŧő DŽŎƵǃő Ŏşǃō ŎŮƲō ŏťōǒƺō Ƶŧő ǃō DŽŎō ǁ řǑţŏ ōǀƵō ŏţ ōǑ Ŏǀƽōř ş ŎǚŐ Ƃō ǂŏ Əō                                                                                                                                      ‘Allah’tan başka tanrı

bulunmadığına şahid bizzat Allah’tır.Bütün melekler, hak ve adaletten ayrılmayan ilim adamları da bu gerçeğe, aziz ve hakîm (mutlak galip, tam hüküm ve hikmet sahibi) Allah’tan başka tanrı olmadığına şahittirler.’ 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 18.

189 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/97.

Ǒō ǃō ņŧ ŊƆőƐơō ǀŏ NJő ōƶơō ŰŎ NJő řƶƓō Ǒř ŏţ Ƃŋ Žō şō ưō NJő ōƶơō Ljƶś Ɣō Ŏlj Ǒō Ŏǀřƽōş ưō NJƗŏ Ɔő Ŏlj Ũƹō ōş : ŎƳDŽŎƮōlj ņ ōưřūƅō ƻř ŏţ ņ ƂŎ ƺř žō ƹŎ Ũōlj : Ƴō ŨōƮōƩ ņŎưōƶōƺƵő ŧ LjŏƽŨōűōş

" ŧ ŊƆőƐơō ǀŏ NJő ōƶơō ŰŎ ƺő řƶƋō Ǒř ŏţ Ƃŋ Žō ōş ưō NJő ōƶōơ ƸŎ ś ƶƌō Ŏlj ‘Abdullah bin Ebi Talha, babasından naklediyor: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) günün birinde, yüzünde müjde alâmetleri olduğu hâlde çıkageldi ve şöyle buyurdu: ‘Cebrâil bana gelerek dedi ki: Ey Muhammed! Sen râzı değil misin ki, ümmetinden herhangi bir kişi bir defacık sana salât ederse ben ona on defa salâvat edeyim? Sen râzı değil misin, ümmetinden herhangi bir kimse sana bir defa selâm ederse, ben ona on defa selâm edeyim?’190

Salavat getirmenin önemi ve fazîleti ile ilgili çok hadis vardır. Bunlardan biri de,

 ŧDŽŚƶƓō Ƹř Ŏŵ ņ ŎƳDŽŎƮōlj Ũƹō ƴō Ŷő ƹŏ ŧDŽŎƵDŽŎƮōƩ ņƻō ƃś Ţō ƺŎ Ƶő ŧ ƸŎ ŎŲƢő ƺŏ Ƌō ŧƃō ţŏ : ŎƳDŽŎƮōlj Ljř Ŭŏ řƾƵŧ Ơō ƺŏ Ƌō Ŏǀřƽōş " : Ƒŏ  ŨƢō Ƶő ŧ Ƽŏ őū ǃƆŏ ƺő ơō Ƽŏ ūő ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽő ơ Ǒō ņŮŏ řƾźō Ƶő ŧ LjŏƩ ŋŮōƵƈŏ ƾő ƹō ŨōǂřƽŏŤōƩ ņōŮōƶNJƋŏ DŽō Ƶő ŧ LjŏƵ ōǚř ŧDŽŎƶƋō Ƹř Ŏŵ ņŧ ŊƆőƐơō Ũōǂŏū ǀŏ NJő ōƶơō Ŏǚř džřƶƓō ņŊŭǒō Ɠō Ljř ōƶơō džřƶƓō Ƽő ƹō ŎǀřƽŏŤōƩ ņLjř ōƶōơ " ŎŮơō ŨōƪƐř Ƶŧ ŎǀōƵ Űő řƶŽō ņōŮōƶNJƋŏ DŽō Ƶő ŧ LjŏƵ Ƴō ōŠƋō Ƽő ƺō ōƩ ņDŽō Ŏǁ Ũōƽōş ƻō DŽƱŎ ōş ƻő ōş DŽŎŹƅő ōşǃō ņŏǚř Ɓŏ ŨōŬơŏ Ƽő ƹŏ ƂŌ Ŭő Ƣō ŏƵ Ǒř ŏţ LjƦŏ ōŬƾő ōű

‘Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: Ezanı işittiğiniz zaman müezzinin söylediklerinin aynısını siz de söyleyin. Sonra bana salâvat getirin. Çünkü bir kimse bana bir defa salâvat getirirse, Allah buna karşılık ona on defa salât eder. Daha sonra benim için Allah’tan vesîleyi isteyin. Çünkü vesîle, cennette Allah’ın kullarından bir tek kuluna lâyık olan bir makamdır. O kulun ben olacağımı

umuyorum. Benim için vesîleyi isteyen kimseye şefaatim vâcip olur’191 hadisidir.

1.7.  MÜMİNLER İÇİN NİMET, ÂLEMLER İÇİN RAHMET OLMASI

İnsan, başıboş ve ne yapacağını bilemez bir haldeyken, ona yol gösteren ve rehberlik yapan birine, elbette minnet duyar ve onu elbette sever. Umûmî olarak peygamberler de insanlığın rehberleridirler ve onlar sevgiye, saygıya en layık insanlardır.

Abduh, cemiyet hayatında insanların, beşer üstü bir irade tarafından yönetilen ‘iyi örneklere’ ihtiyaç duyduklarını, bu ‘örneklerin’ öğretilerini esas almak suretiyle yaşamalarının adeta kaçınılmaz olduğunu yani nübüvvetin zorunlu olduğunu söyler.192

190 Bkz. Müslim, Salât, 11 (384); Tirmîzî, Vitr, 485; Abdurrahman bin Ahmed bin Ali en- Nesâî (ö.303), Sünen-i Nesâî, Sehv, 1283, Mektebetü’l Mearif, Riyad, Ts.

191 Müslim, Salât, 11 (384); Ebû Dâvud, Salât, 523; Tirmizî, Menâkıb, 3614; Nesâî, Ezân 678.

192 Mehmet Zeki İşcan, Muhammed Abduh’un Nübüvvet Görüşü Ve Çağdaş İslam Düşüncesine Etkileri, Atatürk             Üniversitesi                    İlahiyat      Fakültesi       Dergisi,                    26               (2006):27-55.

Yüce  Allah  Peygamberimize  Ƽō  NJƺōŏ ƵŨƢō ƶśő Ƶ  ŊŮƺŽőō     ƅō       Ǒţŏř       Ưō  ŨōƾőƶƋƅōőō            ş  Ũƹō ǃō                                                                    ‘Biz  seni  ancak

âlemlere  rahmet  olarak  gönderdik’193   diyerek  iltifat  ettikten  sonra,  Hz.  Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in müminler için nasıl bir nîmet olduğunu ayrıca hatırlatmıştır.

   dž ōƶōơ ǚŎ Ő   Ƽř  ƹō   Ƃő ōƮōƵ

ƴŎ Ŭő ōƭ Ƽƹŏ ŧő DŽŎƽŨƱō ƻŏţǃō ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ǀŏ ŏűŨōljŝ Ƹő ǂŏ őNJōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő ǂŏ ƌŏ Ŏƪƽōş Ƽő ƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵō Ƣō ōū ƃő ŏţ Ƽō NJŏƾƹŏ ŢƺŎ őƵŧ

ƼŌ NJŏŬƹŚ ƳŌ ǒƗō LjŏƪōƵ

‘Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması,

onları her türlü kötülüklerden arındırması, kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbu ki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.’194

Sapıklık içinde bocalayan insanlara Allah’ın en büyük nimeti onlara peygamber göndermesidir.195 Bu âyet Hz.Peygamberin zâtî değerine ve onun gönderilmesiyle Allah’ın nimetinin büyüklüğüne işaret eder.196 Peygamber gönderilmesi bir nîmet ise, peygamberlerin en büyüğünün gönderilmesi nîmet içinde ikinci bir nîmettir.

Yahudiler ve Hristiyanlar, Hz.Mûsâ ile, Hz. İsa ile, Tevratla ve İncil ile Araplara karşı iftihar ediyorlardı. Arapların ise onlara karşı övünebilecekleri bir şeyleri yoktu. Allah Peygamberimizi ve Kur’ân’ı gönderdiği zaman, Arapların şerefi ve dolayısiyle ona îman eden herkesin şerefi, bütün toplumların şerefinden üstün olmuştur.197

Evet bizim için Allahın en büyük lütfu, Hz. Muhammed (salla'llâhu aleyhi ve sellem)’i bize peygamber olarak göndermesidir. Kur’an’ı bize o getirmiştir ama, o gelmeseydi ve rehberlik etmeseydi, Kur’an’ı bile anlayamazdık. Kur’an’nın bize emrettiği sırât-ı müstakîmi o bize göstermeseydi anlayamazdık. O Kur’an’ı yaşamış ve önümüze bir yol olarak çizmiştir. Nitekim Taberî ve İbni Atiyye (ö.546) gibi müfessirler âyette geçen hikmet kelimesini, Allah’ın Hz.Peygamberin lisanı üzere müminler için çizdiği yol ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in beyanı olarak tefsir etmişlerdir.198

Seyyid Kutub bu hakikati,

193 21. Enbiya Sûresi, Âyet 107.

194 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 164.

195 Ebu Ali Fadl bin Hasan et-Tabersî. (ö.548) , Mecmaul Beyan fi Tefsir’il Kur’an. c. I. Şeriket’ül Maarifi’l İslamiyye Seyyid Fadlullah Tabatabai, s.532; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, V/400.

196 Seyyid Kutup, Fi Zılali’l Kur’an, II/234.

197 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/65.

198 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/212; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/537.

 

‘Yaratıklarının hiçbirinden karşılık beklemeden sınırsız keremine gark eden yüce Allah'ın onlara Âyetlerini ve sözlerini anlatan bir peygamber göndermekle kendilerini saran lütfu olmasaydı, şu insanlar ve şu yaratıklar ne yapabilirlerdi?’199

diye sorarak dile getirir.

Aynı zamanda bu âyet, Bakara Sûresi’nin 151. Âyeti200, Cuma Sûresi’nin 2. Âyetiyle201 beraber Hz. İbrahim (as)’ın duasının kabul olduğunu ve Hz. Îsa’nın müjdesinin gerçekleştiğini gösterir. Hz. İbrahim şöyle dua etmiş ve devamındaki

âyette Hz. Îsa Peygamberimizi şöyle müjdelemişti.

 Ƹő ǂNJōőŏ ƶōơ DŽŎƶŲōő lj ƸŎő ǂƾő ƹŏ ǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵő Ƣō ūő ŧǃō Ũōƾūř ƅō

ƸŎ NJƲŏ žō Ƶő ŧ ƈŎ ljƈŏ Ƣō Ƶő ŧ Űō ƽő ōş ưō řƽŏţ Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō Ŏljǃō ưō ŏűŨōljŝ

‘Ey Rabbimiz! Onların içinden öyle bir resul gönder ki; kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin! (Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin!)’202

ŏǚř ŎƳDŽŎƋ ō ƅ Ljśƽŏţ ƴō NJŏťŧƆō Ƌő ŏţ Ljŏƾōū Ũōlj Ƹō ōljƆő ƹō ƼŎ őūŧ džƌō NJơŏ Ƴō Ũōƭ ƃő ŏţǃō

ƂŎ ƺō Žő ōş ŎǀƺŎ Ƌő ŧ LJƂŏ Ƣő ōū Ƽƹŏ LjŏűőŠōlj ƳŌ DŽŎƋƆō ŏū ŧ ƆƐś ōŬŎƹǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ Ƽō ƹŏ LJř Ƃō ōlj Ƽō NJő ōū Ũƺō śƵ ŨŊƭƂś Ɣō ƹŚ ƸƲŎ őNJōƵŏţ

‘Vaktâ ki, Meryem oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü müjdelemek üzere gönderildim” demişti.’203

Bütün müfessirler Hz. İbrahim’in bu duasıyla ve Hz. Îsa’nın müjdesiyle gönderilen elçinin Peygamberimiz olduğu husunda ittifak etmişler ve ‘ben İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesiyim’ hadisini zikretmişlerdir.204 Peygamberlerin son nebi olan Peygamberimizi müjdelemelerine daha sonra ayrıca değineceğiz.

Evet, O (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Kur’an’nın fermanıyla, müminler için en büyük nimet ve âlemler için bir rahmettir.

199 Seyyid Kutup, Fi Zılâli’l Kur’ân, II/234.

200 Bkz. ƻō DŽƺŎ ōƶƢő ōű őŧDŽŎƽDŽƲŎ ōű Ƹő ōƵ Ũƹř ƸƲŎ ƺŎ śƶƢō Ŏljǃō ōŮƺō Ʋő žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ƲŎ ƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ƲŎ NJƱś ƈō Ŏlj ōǃ Ũōƾűŏ Ũōljŝ Ƹő ƲŎ NJő ōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő ƲŎ ƾƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ƲŎ NJŏƩ Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş ŨōƺƱō ‘Nitekim size âyetlerimizi okuması, sizi tertemiz hale getirmesi, size kitap ve hikmeti ve bilmediğiniz nice şeyleri öğretmesi için sizden birini elçi gönderdik.’

201 Bkz. ƼŌ NJŏŬƹŚ ƳŌ ǒō Ɨō              LjŏƪōƵ ƴŎ őŬōƭ Ƽƹŏ ŧDŽŎƽŨōƱ ƻŏţǃō ōŮōƺƲő žŏ őƵŧǃō ũō ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ ƸŎ ŎǂƺŎ śƶƢō Ŏljǃō Ƹő ǂŏ NJƱś ƈō Ŏljǃō ǀŏ ŏűŨōljŝ Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō DŽŎƶŲő ōlj Ƹő Ŏǂƾő ƹś ǑŊ DŽƋŎ ƅō Ƽō NJNJś ƹś ŎǍő ŧ LjŏƩ Ŵō Ƣō ōū LJƄŏ řƵŧ DŽō Ŏǁ

‘O, ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın âyetlerini okur,

onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbu ki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.’

202 2. Bakara Sûresi, Âyet 129.

203 61. Saf Sûresi, Âyet 6.

204 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/573-574, XXII/613; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I/151; Zemahşerî, Keşşâf, I/323; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/72, XXIX/314; Ayrıca bkz. Ebu’l Kâsım Süleyman bin Ahmed Et-Taberânî. (ö.360). Mu’cemu’l Kebîr, XVIII/631, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Hamdi Abdulmecid Selefî (Thk.), Kahire, Ts, s.253

 

1.8.  ÖMRÜNE YEMİN EDİLMESİ

Tefsîr Usûlünde, Kur’an ilimlerinden biri de ‘Aksâmu’l Kur’an’ denilen yeminlerdir. Kur’ân-ı Kerim’de Allah pek çok şeye yemin etmiştir. Bunların bazısında Allah Teâlâ, bazen kendi yüce zâtına yemin etmiş, bazısında kıyâmet gibi önemli olaylara, bazen de semâ, şems, kamer, necm, leyl, asr gibi tabiatta bulunan önemli varlıklara yemin etmiştir. Bu yeminler her zaman bir şeyi te’yid etmek için

değil; bazen de kendisi için yemin edilen şeyin kıymet ve önemine işaret etmek ve kadrini yüceltmek için ve dinleyenlerin o şeye karşı dikkatlerini çekmek için kullanılmıştır.205

İşte bir şeyin kıymet ve önemine işaret etmek için yapılan yemine belki de en güzel örnek, Allah’ın Peygamberimizin ömrüne yemin ettiği âyettir. Lut kavminin anlatıldığı bir yerde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: ƻō DŽŎǂƺō Ƣő ōlj Ƹő ǂŏ ŏűƆō Ʋő Ƌō LjŏƪōƵ Ƹő Ŏǂřƽŏţ Ưō ŎƆƺő Ƣō ōƵ

‘(Resulüm!) Hayatın hakkı için onlar, kendilerini öylesine kaybetmişlerdi ki sarhoşlukları içinde sürünüp gitmekte idiler.’206

Âyette Peygamberimizin hayatına yemin edenin melekler olabileceğini söyleyenler olsa da, Allah Teâlâ olduğu konusunda müffesirler ittifak etmişlerdir.207

Abdullah ibn Abbas (ra) bu âyetle alâkalı olarak: ‘Allah Hz. Muhammed’den daha değerli, daha keremli birini yaratmamıştır. Çünkü ben Allah’ın onun hayatı dışında birisi için yemin ettiğini duymadım’ demiştir.208

Evet Peygamberimiz, yaratılmışların en kerimidir. Yüce Allah, yarattığı kulları ve varlıkları içinde kendisine ondan daha sevgili birini yaratmamıştır ve onun hayatından başka birinin hayatı üzerine yemin etmemiştir.’209

1.9.                    TESELLÎ EDİLMESİ

En yüce ahlaka sahip olan Peygamberimizin,210 tebliğ vazifesini yaparken, göreceği mukâvemet karşısındaki üzüntüsünü, cennet’e davet ettiği insanların cehennem’e doğru sürüklenmeleri karşısındaki inkisarlarını ve rakik kalbinin nasıl daraldığını en iyi bilen, tabii ki ona herkesten daha yakın olan Yüce Allah’tı. Ve

205 Mennâu’l Kattân. Mebâhis Fî Ulûmi’l Kur’ân. Mektebetün Vehbetün, Ts., s.286.

206 15. Hicr Sûresi, Âyet 72.

207 Kadı İyaz. (ö.544). Şifa-i Şerîf, Suat Cebeci (Çev.), Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s.34.

208 Taberî, Camiul Beyan, XIV/91; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XIX/161.

209 Şevkânî, Fethu’l Kadîr, III/190; Suyûtî, Hasâisü’l Kübrâ, s.411.

210 Bkz. ƸŌ NJƞŏ ơō ƬŌ ŎƶſŎ džƶƢō ōƵ ưō řƽŏţ ōǃ ‘Ve elbette sen üstün bir ahlak üzeresin’. 68. Kalem Sûresi, Âyet 4.

 

onun üzülmesini hiç istemiyordu. Bunu için nebîsini tesellî mahiyetinde pek çok âyet indirmiştir.

Bu kategorideki âyetleri üç grupta inceleyeceğiz. Birinci grupta, duyduğu

derin üzüntüyü hafifletmek için genellikle

 ƻő ƈō žő ōű Ǒǃōō                                                                          , ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑǃō  , ưƌōō ƪřő ƽ Ơŋ ſŏ Ũōū gibi

kelimelerle,  üzülmemesini  tavsiye  eden  âyetler;  ikinci  grupta,  ƯDŽŎūƄśō    ƲljŎō   ƻŏţ  gibi

kelimelerle, önceki peygamberlerin de yalanlandığını hatırlatarak teselli eden âyetler ve üçüncü grupta ise, şirkte ısrar edenlerle alakalı Peygamberimizin sorumluluğunun olmadığını hatırlatarak onu rahatlatan âyetler olacak.

1.9.1               Üzülmemesini Tavsiye Eden Âyetler

Peygamberimiz büyük bir sorumluluk şuuruyla, insanların iman etmelerini büyük bir hırsla istiyor ve yaptığı tebliğlere olumlu cevap vermeyen müşrikler karşısında son derece üzülüyordu.

ŊŨƪƋō ōş Ŵŏ ljƂŏ žō Ƶő ŧ ŧƄō ōǂŏū ŧDŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj Ƹő řƵ ƻŏţ Ƹő ǁŏ ƅŏ Ũōŵŝ džōƶơō ưō ƌō ƪő řƽ ŋƠſŏ Ũōū ưō řƶƢō ōƶōƩ

‘Şimdi, bu söze inanmazlarsa, demek sen onların ardına düşüp nerdeyse kendi kendini yiyip tüketeceksin!’211 âyeti ile, Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƹŎ ŧDŽŎƽDŽƲŎ ōlj Ǒř ōş ưō ƌō ƪő řƽ ŋƠſŏ Ũōū ưō řƶƢō ōƵ ‘Onlar iman

etmiyor diye üzüntüden nerdeyse kendini yiyip tüketeceksin’212 âyetlerinde üzüntüsünün derinliğini anlayabiliyoruz.

Bu âyetlerde Peygamberimize iltifat yüklü teselli vardır. Allah, Peygamberimizin ümmetine olan kemali şefkatini, iman etmeleri için hırslanmasını213 ve inkar etmeleri karşısındaki derin üzüntüsünü vurgulayıp onu teselli etmektedir.214

‘Ya Rabbi kavmim bu Kur’an’ı büsbütün terk ettiler’215 âyetindeki mazmun gibi, getirdiği mesajı inkâr etmeleri karşısında, Peygamberimizin üzüntüsünün şiddetini, adeta kendisini yiyip bitirdiğini anlıyoruz. Allah da üzüntüsünü izale etmek, onun kavmini inzar konusunda bir kusuru olmadığını bildirmek ve onu teselli etmek için bu âyetleri indirmiştir.216

ũŧŋƄō ơō Ƹő ŎǂōƵǃō ŭŏ Ɔō ſŏ Njŧ LjŏƩ ŊŨŐƞŽō Ƹő ŎǂōƵ ƴō Ƣō źő ōlj řǑōş ŎǚŐ ƂŎ ljƆŏ Ŏlj ŊŨŦőNJƏō ōǚŐ őŧǃƆŚ ŎƘōlj ƼōƵ Ƹő Ŏǂřƽŏţ ŏƆőƪŎƲőƵŧ LjŏƩ ƻō DŽơŎ ƅŏ Ũƌō Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑǃō

Ƹŋ NJƞŏ ơō

211 18. Kehf Sûresi, Âyet 6.

212 26. Şuara Sûresi, Âyet 3.

213 Bkz. Ƹŋ NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšŎ ƅō Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏū ƸŎƲNJő ōƶơō ŋƒljŏƆŽō ‘Size karşı çok hırslıdır ve müminlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.’ 9. Tevbe Sûresi, Âyet 128.

214 Taberî, Camiul Beyan, XXI/67; Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XIX/88; Ebussuud, İrşâd-u Akli’s-Selîm,

X/424; Şevkânî, Fethu’l Kadîr, IV/125.

215 Bkz. ŧƅŊ DŽźŎ ǂő ƹō ƻō ŝƆő ŎƮƵŧ ŧƄō ǁō ŧǃƄŎ ƀō řűŧ Ljƹŏ DŽő ōƭ ƻř ŏţ ũś ƅō Ũōlj ƳŎ DŽƋŎ Ɔř Ƶŧ Ƴō Ũōƭǃō 25. Furkan Sûresi, Âyet 30.

216 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XIV/6.

 

‘İnkâra koşuşanlar seni üzmesin. Onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler. Allah onlara âhirette nasip vermemeyi diliyor. Onlara büyük bir azap vardır.’217

Allah, Peygamberimizi hem teselli ediyor, hem de düşmanlarına karşı ona yardım edeceğini müjdeliyor.218

Peygamberimizin duyduğu üzüntü iki şekilde yorumlanmıştır. Birincisinde o, muhataplarının küfürde ısrar etmeleri ve hidayete yanaşmamaları karşısında, neredeyse kendine zarar verecek derecede aşırı üzülüyordu. Allah ‘küfürde yarışanlar seni üzmesin’ diyerek bu kadar üzülmekten onu men ediyor. İkincisi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) kâfirlerin kendisine ve dolayısiyle İslam dinine zarar vermelerinden korkuyordu. Allah, ‘İnkâra koşuşanlar sana kaygı vermesin, onlar Allah’ın dînine asla zarar veremezler’ demek sûretiyle Peygamberimizi tesellî ve teskin etmiştir.219

Kurtubî, sebebi nüzul olarak Müslüman olan bir topluluğun, müşriklerin korkusuyla irtidat etmesi karşısında Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in çok üzülmesi üzerine bu âyetin indiğini söyler.220

Bu âyetteki aynı lafızlarla gelen başka bir iki teselli âyeti de şöyledir:

Ƹő ŎǂŎūDŽŎƶŎƭ Ƽƹŏ Ţő Ŏű Ƹő ōƵǃō Ƹő ǂŏ ǁŏ ŧDŽō őƩōŠŏū Ũřƾƹō ŝ őŧDŽŎƵŨōƭ ƼljōƄřƵŧŏ Ƽō ƹŏ Ɔŏ ƪő ƲŎ Ƶő ŧ LjŏƩ ƻō DŽơŎ ƅŏ Ũƌō Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ƽƈŎ žő ōlj ōǑ ƳŎ DŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂŚljōş Ũōlj

‘Ey Peygamber! Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla “iman ettik”

diyenlerden küfürde yarışanlar seni üzmesin.’221 Ŏƿ ŎƆőƪƱŎ ưō ƽƈŎ žő ōlj ǒƩōō     Ɔō ōƪƱō Ƽƹō ǃō ‘Her kim de dini inkâr ederse, onun küfrü seni üzmesin.’222

Yüce Allah, burada da elçisini teselli etmiş223, teselliye en fazla muhtaç olduğu böyle bir anda, ona ‘ey Nebi’ yerine, ‘ey Resul’ diye hitap ederek onu tazim etmiştir.224 Risâlet vazifesini yaparken de, küfürde ısrar edenler karşısında derin üzüntüye kapılan Peygamberimizi, kendisini üzmemesi noktasında tesellî etmiştir.225

ƻǃŎƆōƲŎ ƺő ōlj Ũƺř ƹś ƬŌ NJő Ɨō LjŏƩ ưŎ ōű ōǑǃō Ƹő ǂŏ NJő ōƶơō ƻő ƈō žő ōű ōǑǃō ŏŜŐ Ũŏū řǑŏţ Ưō ŎƆŬő ōƓ Ũōƹǃō Ɔŏő Ŭ őƓŧǃō

217 3. Âl-i İmran Sûresi, Âyet 176.

218 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/334.

219 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/106.

220 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, V/429.

221 5. Maide Sûresi, Âyet 41.

222 31. Lokman Sûresi, Âyet 23.

223 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VII/482.

224 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XI/183.

225 İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, VI/325; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXI/178.

 

‘Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’ın yardımı iledir. Kâfirlerin yüz çevirmelerinden mahzun olma, yaptıkları hilelerden dolayı da telaş edip darlanma.’226

ƻǃŎƆƲŎ ƺő ōlj Ũƺř ƹś ƬŌ NJő Ɨō                                     LjŏƩ ƼƲŎ ōű Ǒō ǃō Ƹő ǂŏ őNJōƶōơ ƻő ƈō žő ōű Ǒō ǃō  ‘Sen onlardan ötürü sakın üzülme ve

onların kuracakları tuzaklardan dolayı asla tasalanma!’227 ve Ũƺō ŏū Ưō ŎƅƂő Ɠō  ƬŎ NJƘŏ ōlj ưō řƽōş ƸŎ ōƶƢő ōƽ Ƃő ōƮōƵǃō

ƻō DŽŎƵDŽŎƮōlj ‘Biz onların söyledikleri şeylerden dolayı göğsünün daraldığını çok iyi biliyoruz’228 âyetlerinde Yüce Allah, ‘Ey en büyük Resul! Seni inkar etmelerine, sana düşmanlık yapmalarına karşı üzülme, tevekkül et, Allah sana kâfîdir. Sana yardım edecek, sana arka çıkacak ve seni onlara karşı muzaffer edecek olan Allah’tır’229 diyerek tesellî ederken; ƻō DŽŎƾŏƶƢő Ŏlj Ũƹō ǃō ƻō ǃƆŚ ƌŏ Ŏlj Ũƹō ƸŎ ōƶƢő ōƽ Ũřƽŏţ Ƹő ŎǂŎ Ƶ őDŽōƭ ưō ƽƈŎ žő ōlj ǒō ōƩ ‘O halde ey Resulüm, üzülme sen onların laflarına, onların gizlediklerini de iyi biliriz, açıkladıklarını da, sen hiç tasalanma!’230 âyeti ile, ‘şair demelerine, sihirbaz demelerine üzülme, aldırış etme’ diyerek Peygamberimizi teselli etmiştir.231

ƻǃƂŎ žō źő ōlj ŏǚŐ ůŏ ŨōljŞŏū Ƽō NJƺŏ ŏƵŨřƞƵŧ Ƽř Ʋŏ ōƵǃō ưō ōƽDŽūŎś ƲƄljōŎ ōǑ ƸŎő ǂřƽŤŏ ōƩ ƻō DŽŎƵDŽƮōŎ lj LJƄřŏ Ƶŧ ưŎō ƽƈŎ žő ōNJōƵ Ŏǀřƽţŏ ƸŎ ōƶƢōő ƽ Ƃōő ƭ

‘Onların söylediklerinin seni üzeceğini elbette pekiyi biliyoruz. Doğrusu onlar seni yalancı saymıyorlar; fakat o zalimler, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar’232 âyetinde ise, ưōƽDŽŎūƄś Ʋō Ŏlj ōǑ ‘Seni yalanlamıyorlar’ ifadesinde daha farklı bir ayrıntı vardır. Bundan maksat, o müşrikler Peygamberimizi yalancılıkla suçlamıyorlardı. Onun doğruluğu, ona ‘el-emin’ lakabını vermeleriyle Mekke’de müsellemdi. Dolayısiyle ‘Allah’tan getirdim’ dediği âyetlerde yalan söylemediği beliydi.233 Ama müşrikler bu âyetlerde emredilen hakikatleri inkâr ediyor, onları kabul etmiyorlardı. O zaman mânâ, ‘Ey Resûlum! Onların yalanladıkları sen değilsin. Onlar benim âyetlerimi yalanlıyorlar. Sen üzülme, onların düşmanlığı sana değil banadır’ şeklinde olmaktadır. Yani Allah, vazifesini hakkıyla yapan elçisine yapılan hakaretleri, düşmanlıkları, onu korumak ve tesellî etmek için kendi üzerine almaktadır.

226 16. Nahl Sûresi, Âyet 127.

227 27. Neml Sûresi, Âyet 70.

228 15. Hicr Sûresi, Âyet 97.

229 İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, V/494; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/285, IV/615; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XI/283; Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XIV/382.

230 36. Yâsin Sûresi, Âyet 76.

231 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/485; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/488.

232 6. Enam Sûresi, Âyet 33.

233 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, VII/199.

 

1.9.2.           Önceki Peygamberlerin de Yalanlandığını Hatırlatan Âyetler

İnsanın bir musibetle mücadele ederken hissettiği acı ile, pek çok kişinin aynı musibetle mâlul olduğunu bildiği zamanki hali aynı değildir. Mesela herkesle beraber açlık çeken bir insanın hissettiği acı, karnı tok ve keyfi yerinde insanların arasında, tek başına açlık çeken bir insanın hissettiği acıya göre elbette daha hafif olur. Halk arasında ‘elle gelen düğün bayram’ diye bir söz vardır. Bir depremde bütün evler

yıkıldığında evi yıkılan bir insanın üzüntüsü elbette büyük olur ama herkesin evi sapasağlam dururken, sadece kendi evi yıkılan bir insanın üzüntüsü daha da katlanacaktır. Yani bir mûsibetin umumi gelmesi, tek kendisine gelmesine kıyasla insanı psikolojik olarak rahatlatır. İşte bir beşer olan Peygamberimiz, ele alacağımız bu âyetlerde, diğer peygamberlerin çektikleri kendisine hatırlatılarak bu yönden teselli edilmiştir.

ƻDŽŎƢō Ɣōlj Ũƺō ŏū Ƹŋ NJŏƶōƾ ő ō ř ƻŏţ ůŌ ŧƆƌōō                 Žō Ƹő ǂNJōőŏ ƶơō ō ưǚƪƽřōőƌŎō                                      Ūōő ǁƄő ōű ơō ǒōƩưƶŏō Ŭōő ƭ Ƽƹś ƴŋ ŎƋ Ŏƅ Űōő ūƄś ƱŎ Ƃōő ƮōƩ ƯDŽŎūƄśō                                      ƲljŎō ƻŏţ

‘Eğer seni yalancı sayarlarsa buna üzülme. Senden önceki peygamberler de yalanlandı… O halde insanlardan ötürü üzülüp kendini mahvetme! Çünkü Allah onların bütün yaptıklarını bilir.’234

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ

‘Eğer seni yalanlıyorlarsa, üzülme. (Bu  yeni bir şey değil) Onlardan öncekiler de gerçeği yalan saymışlardı. Resulleri onlara parlak deliller, kitaplar ve özellikle aydınlatıcı bir kitapla gelmişlerdi.’235

وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ

‘Eğer onlar senin nübüvvetini yalan saydılarsa, üzülme! Zaten senden önce açık deliller, mûcizeler, sahîfeler ve nurlu kitaplar getiren nice Resullere de yalancı denilmişti.’236

ƸŌ NJŏƵōş ũŌ ŨōƮơŏ ǃƃŎ ǃō ŭŌ Ɔō ŏƪƦő ƹō ǃƄŎ ōƵ ưō řūƅō ƻř ŏţ ưō ŏƶőŬōƭ Ƽƹŏ ƴŏ ŎƋƆŚ ƶŏƵ ƴō NJŏƭ Ƃő ōƭ Ũƹō Ǒř ŏţ ưō ōƵ ŎƳŨōƮŎlj Ũōƹ

‘Sana söylenenler, senden önceki peygamberlere söylenen sözlerden başka bir şey değildir. Senin Rabbin hem mağfiret, hem de gayet acı bir azap sahibidir.’237

Bu âyetlerden maksat, peygamberler arasında yalanlananın tek kendisi olmadığını bildirerek müşriklerden ve Yahudilerden gördüğü eziyetler karşısında

234 35. Fatır Sûresi, Âyet 4,8

235 35. Fatır Sûresi, Âyet 25.

236 3. Al-i İmran Sûresi, Âyet 184.

237 41. Fussilet Sûresi, Âyet 43.

 

Allah’ın nebisini tesellî etmesidir.238 Tarih boyunca bütün kâfirlerin âdeti, peygamberleri yalanlamak ve onları ta’n etmek olmuştur. Bu iş bütün milletlerde, peygamberlerin ve onların yolunda giden tebliğcilerin başlarına gelmesi kaçınılmaz bir imtihan olmuştur. Bu âyetlerle yüce Allah nebisine: ‘Ey kavminin inkâr etmesi karşısında canı sıkılan, içi daralan ve onların iman etmelerini çok arzulayan Peygamberim! Senden önceki Peygamberler de yalanlandılar ama sabrettiler ve

müşriklerin ezalarına tahammül ettiler. Sen bu hususta yalnız değilsin. Buna şaşırma ve üzülme. Sen de onların yolundan git ve sabret’239, dilediğini dalâlette bırakacağı, dilediğini de doğru yola ileteceği hususunda Allah’a teslim ol’240demiş olmaktadır.

1.9.3.           Tebliğden Başka Bir Sorumluluğunun Olmadığını Hatırlatan Âyetler

İnsan sevdiği, değer verdiği insanları tesellî etme ihtiyacı hisseder. Çok umursamadığımız birini üzgün görsek bile, pek ilgilenmeyebiliriz. Ama bir arkadaşımızı üzgün gördüğümüzde hemen yanına gider, derdini sorar ve onu teselli etmeye çalışırız. Mesela bir öğretmen arkadaşımız çok uğraştığı halde sınavda zayıf alan öğrencilerine üzülüyor kendini yiyip bitiriyorsa, ‘hocam sen elinden geleni yaptıysan, çalışmayan dersi dinlemeyen öğrencilere bu kadar üzülme, kendini

mahvetme’ diyerek onu teselli ederiz. Aynen bunun gibi, müşriklerin kapılarına defalarca gidip, kendilerine Allah’ın âyetlerini tebliğ etmek için her fırsatı değerlendiren Allah Resulü, müşriklerin dünya imtihanında zayıf alıp Cehennem’e doğru sürüklendiklerini gördükçe o kadar çok üzülüyordu ki, pekçok âyette Allah, onların bu durumlarında Peygamberimiz için bir sorumluluk olmadığını hatırlatmıştır.

Ƹŏ NJžŏ źō Ƶő ŧ ũŏ Ũžō Ɠő ōş Ƽő ơō ŎƳō Šƌő Ŏű ōǑǃō ŧƆŊ ljƄŏ ōƽǃō ŧ ŊƆNJƐŏ ūō Ƭś žō Ƶő Ũŏū Ưō ŨōƾőƶƋō ƅő ōş Ũřƽŏţ

‘Biz seni sırf Kur’ân’la müjdelemen ve uyarman için gerçeğin ta kendisi olarak gönderdik. Yoksa sen cehennemliklerden ötürü sorguya çekilecek değilsin.’241

gibi âyetlerde de ifade edildiği gibi, Hak’tan kendilerine getirip tebliğ ettiğin şeyler hususunda inkar edenler için artık sana bir mesuliyet yoktur. Sen onların inançları

 

238 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/286.

239 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/171; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IX/127; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, IV/186.

240 İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, IV/430.

241 2. Bakara Sûresi, Âyet 119.

hakkında hesaba çekilmeyeceksin.242 Çünkü sen Ɔƛŏ NJő Ɣō ƺŎ ŏū Ƹǂŏ NJő ōƶōơ Űō ƌő řƵ ‘Onlar üzerinde

zorlayıcı değilsin.’243 Onları zorla iman ettirecek değilsin.     Ƹő ǂőNJōŏ  ƶơō   Ưō  Ũōƾƶő Ƌō  ƅōő ş ŨƺƩōō                                                                                                džřƵDŽō ōű Ƽƹō ǃō

ŨŊƞNJŏƪŽō    ‘Kim    itaatten    yüz    çevirirse    aldırma,    zaten    seni    üzerlerine            bekçi

göndermedik.’244ǚŏ Ő      džōƵŏţ Ƹő Ŏǁ ŎƆƹő ōş Ũƺō řƽŏţ ňŌ Ljő  Əō   LjŏƩ Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ   Űō  ƌő  řƵ ‘Senin onlarla hiç bir alakan yoktur.

Onların işi Allah’a aittir245     Onların cezayı haketmeleriyle senin bir alakan yoktur.

Onlar senin vazifeni yapamamandan dolayı değil kendi amelleri yüzünden cezayı hakettiler.246

Görüldüğü gibi elçilik görevini en güzel şekilde yerine getiren Peygamberimizi, Yüce Allah, hayatı boyunca karşılaştığı zorluklar karşısında, değişik uslup ve ifadelerle onlarca âyetle teselli etmiştir.

1.10.               HER ZAMAN ALLAH TARAFINDAN DESTEKLENMESİ

Allahu Teâlâ Peygamberimizi hayatı boyunca hiç yalnız bırakmamış, her zaman inâyetiyle yanında olmuş, ona cephe alan kim olursa olsun, herkese karşı nebisini daima desteklemiştir. Müşriklerin ve Yahudilerin öldürme teşebbüsleri, münafıkların inciten dedikoduları ve hanımlarının Hz.Peygamberi üzebilecek tavırları karşısında Allah bu desteğini her zaman hissettirmiştir.

Kur’ân’ın nâzil olmaya başladığı ilk zamanlarda vahiy bir müddet kesilmişti. Bu kesintinin kaç gün sürdüğü ile ilgili 12, 15, 25 ve 40 gün gibi, farklı rivâyetler vardır.247

İbni Âşur bu farklı rivâyetleri telif etmiştir. Ona göre vahiy iki defa kesintiye uğramıştır. İlki 40 gün sürmüş, çok erken dönem olduğu için, vahiy olayı henüz Mekke’de çok yayılmadığı için bunu müşrikler farketmemiş, ondan sonra Müddessir ve Müzzemmil Sûreleri nâzil olmuştur. İkinci kesinti ise 12 gün sürmüştü ve işte bu arada müşrikler Peygamberimizle alay etmeye başlamışlar, hatta Ümmü Cemil gibi, ‘Şeytanı onu terketti’ diyecek kadar ileri gidenler olmuş248 ve

242 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/480; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/199; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/33.

243 88. Ğâşiye Sûresi, Âyet 22.

244 4. Nisâ Sûresi, Âyet 80.

245 6. En’am Sûresi, Âyet 159.

246 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, VIII/192.

247 Bkz. Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/453; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXI,210; Kurtubî, Câmiu’l- Ahkâm, XXII/337.

248 Buhârî, Teheccüd, 1125; Müslim, Cihad ve Siyer, 114 (1797).

Peygamberimiz bu duruma çok üzülmüştü. Bunun üzerine Yüce Allah peygamberine sahip çıktığını göstermiş,

džōƶōƭ Ũƹō ǃō ưō Śūƅō ưō ơō Ɓř ǃō Ũƹ džźō Ƌō ŧƃō ŏţ ƴŏ NJő řƶƵŧǃō džžō ƘŚ Ƶŧǃō ‘Güneşin yükselip en parlak halini aldığı kuşluk vaktine, sükûnete erdiği zaman geceye yemin olsun ki, Ey Resulüm! Rabbin seni terk etmedi, sana darılmadı da’ âyetlerini indirmiştir.249

İşte Peygamberimizin, ‘acaba Rabbimi darıltacak bir şey mi yaptım da vahiy kesildi’ diye için için düşündüğü, ‘Şeytanı onu terketti’ diye dedikoduların yapıldığı, bir peygamber için en zor durum sayılabilecek böyle bir durumda, Yüce Allah, kalbine inşirah salacak ifadelerle, te’kid ve yeminlerle Rabbisinin ona darılmadığını, onu terk etmediğini ilan eden âyetler indirmiştir. Böylece nebisinin hüznünü gidermiş, kırık kalbini tamir etmiş, destekçisinin her zaman Allah olduğunu ona hissettirmiştir.

Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō ƹŏ ưō Ƣō ōŬřűŧ Ƽŏ ƹō ǃō ŎǚŐ ưō ŎŬƌő Žō LjŚ ŏŬřƾƵŧ ŨōǂljŚ ōş Ũōlj ‘Ey Peygamber! Allah sana ve seninle beraber olan müminlere kâfidir.’250 Âyet ‘yardımcı olarak Allah yeter’ manasındadır ve Mekke döneminde, Hz. Ömer kırkıncı kişi olarak Müslüman olduğu zaman inmiştir. İkinci bir rivayette ise Bedir Savaşı öncesinde, nazil olmuştur.251

Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő Ũŏūǃō ƿŏ Ɔŏ Ɣő ōƾūŏ ƯƂōō              řljşō LJō Ƅřŏ Ƶŧ DŽŎō ǁ ŎǚŐ ưōō ŬőƌŽō ƻŏř ŤōƩ Ưō DŽơŎ Ƃō ƀő ōlj ƻōş ŧő ǃƂŎ ljƆŎŏ lj ƻŏţǃō ‘Eğer birtakım

hilelerle seni aldatmak isterlerse, hiç endişe etme! Allah sana yeter. Seni yardımıyla ve bir de müminlerle destekleyen

ŎǚO’ŎƿdƆō uƔō r.’ōƽ 25Ƃő2ōƮŐ ōƩ ŎƿǃŎƆ ŎƔƾōű řǑŏţ ‘Eğer Siz Peygambere yardımcı olmazsanız, Allah vaktiyle ona yardım ettiği gibi yine yardım eder.’253 Bu üç âyette de Allah hain insanların şerlerinden onu koruyacağını garanti etmiş,254 ‘ey Resulüm, her durumda

ben senin yanındayım, ben sana yeterim’ diyerek Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in kalbine güven vemiştir. Bir insanı destekleyen Allah olursa ona kim zarar verebilir ki?

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i incitenleri, Allah laneti ve azabı ile tehdit etmiştir:

ŨŊƾNJǂŏ ƹŚ ŨŊūŧƄō ơō                                          Ƹő ŎǂōƵ Ƃř ơō ōşǃō ŭƆōŏ ſŏ Njŧő ǃō ŨōNJőƽƂŚ Ƶŧ LjŏƩ Ŏǚř     ƸŎŎ ǂōƾƢōō Ƶ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř          ƻō ǃƃŎ ŢljŎő                                Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƻŏř ţ ‘Allah ve Resulünü

249 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXX/396.

250 8. Enfal Sûresi, Âyet 64.

251 Zemahşerî, Keşşâf, II/597; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, X/67.

252 8.Enfal Sûresi, Âyet 62.

253 9. Tevbe Sûresi, Âyet 40.

254 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/61.

 

(çirkin iddia ve davranışlarıyla) incitenlere Allah dünyada da, âhirette de lânet etmiş ve onları zelil eden bir azap hazırlamıştır.’255

Âyet Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, Hz. Safiyye binti Huyey ile evlenmesini dillerine dolayan, ‘bir Yahudi kızıyla evlendi’ diyerek ayıplayanlar hakkında inmiştir. Başka bir rivayete göre, Peygamberimiz Hz. Üsame’yi, babası Zeyd bin Harise’nin şehit olduğu topraklara cihada gidecek bir ordunun başına komutan tayin ettiği zaman, insanların bazıları bu konuda Peygamberimizi ayıplamışlardı. Çünkü Hz.Üsame, hem mevâlidendi, hem de on sekiz yaşında genç bir delikanlıydı. İnsanların bu tavırları Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i üzmüş, bunun üzerine de bu âyet nazil olmuştu. 256

Âyette ‘Allah’a ezâ ile Resulüne ezâ’ nın beraber zikredilmesi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e eziyet etmenin Allah’ı gazaplandıracağına işarettir. Çünkü Peygambere eziyet etmek Allah’a eziyet etmek gibidir.257 Peygamberimiz de bu konuyu bir hadisinde şöyle buyurmuştur: ‘Ashabım hakkında Allah'tan korkun, benden sonra onları hedef edinmeyiniz. Çünkü onları seven bana sevgisi dolayısıyla sevmiştir. Onlara buğzeden de bana olan buğzu dolayısıyla buğzetmiş demektir. Onlara eziyet eden bana eziyet etmiş olur, bana eziyet eden de Allah'a eziyet etmiş demektir. Allah'a eziyet eden kimseyi de çok geçmeden Allah yakalar.’258

İnsanların Allah’ı incitmeleri düşünülebilir mi? Aslında âciz insanlar zaten Allah’ı incitemez ve O’na eziyet edemezler. Böyle bir işe ne güçleri yeter ne de elleri yetişir. Fakat bu ifade Allah’ın Peygamberimizin incitilmesinden kaynaklanan duyarlılığını ifade etmek içindir.259

Konu aynı lafızlarla başka bir âyette de şöyle geçer:

وَمِنْهُمُ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ اُذُنٌۜ قُلْ اُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِن۪ينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۜ وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ

 ‘Onlardan bazıları Peygamberi incitmek için “O herkese kulak veren safın biridir” derler. De ki: “Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren

 

255 33. Ahzab Sûresi, Âyet 57.

256 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/179,

257 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/104.

258 Tirmizî, Menâkib, 3862.

259 Seyyid Kutup, Fi Zılâli’l Kur’ân, VIII/349.

biridir, Allah’a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O!”

İşte böylesi bir Peygamberi incitenler yok mu? Onlar için acı bir azap vardır.260 Peygamberimize bu saygısızlığı yapanlar, münafıkların ileri gelenlerinden

Nebtel bin Haris ve Cülas b. Süveydî gibi kimselerdi. Peygamberimiz Nebtel için, ‘kim şeytanı görmeyi isterse, Nebtel bin Haris’e baksın’ buyururdu. Nebtel ile Cülas farklı meclislerde aralarında konuşurlarken, Peygamberimiz hakkında ileri geri konuşmuşlar, içlerinden bazıları "Onun hakkında böyle dedikodu yapmayınız, korkarız ki, kulağına gider, o zaman da bizim için iyi olmaz." demişlerdi. Cülas b. Süveydî ve Nebtel bin Haris nifakta bir olduklarından birbirine benzer şekilde, "Biz dilediğimizi söyleriz, sonra da onun yanında söylediğimizi inkâr ederiz, üstüne bir de yemin ederiz, o da hemen bizim doğru söylediğimize inanır, Muhammed duyduğuna inanan bir kulaktır." demişlerdi. Bunun üzerine âyet nazil oldu.261

Bir rivâyet de şöyledir: Cülas b. Süveydî ve Vedia bin Sabit gibi münafıklar oturmuş Peygamberimizin dedikodusunu yapıyorlardı. ‘Eğer Muhammed hak üzere ise biz eşekten daha kötü olalım’ diyerek hakaret ettiler. Ensardan Âmir bin Kays isminde bir delikanlı bunları duydu. Sinirlenerek ‘evet Hz.Muhammed hak üzeredir ve sizler eşekten daha kötüsünüz’ diye bağırdı, gelip Peygamberimize haber verdi. Peygamberimiz onları çağırıp konuştuklarını sorunca ‘Amir yalan söylüyor’ diye yemin ederek söylediklerini inkar ettiler. Amir de onların yalan söylediğine yemin etti ve ‘ ey Allahım aramızı ayır, ta ki doğru söyleyenin doğruluğu ve yalancının yalanı ortaya çıksın’ diye dua etti. Ardından bu âyet nazil oldu.262

Hamdi Yazır âyeti şöyle yorumlamıştır:

‘Araplar casusa "ayn", yani "göz" dedikleri gibi, her söylenene kanan, her işittiğine inanan saf kimseye de "üzün" yani "kulak" derlerdi. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de münafıkların kabahatlerini yüzlerine vurmaz, merhamet ve kerem gösterirdi. Özellikle yemine çok saygı gösterirdi. Onlar da onun bu tutumunu, onun saflığına verirlerdi. Ondan dolayı böyle söylemişlerdi. Evet Muhammed bir kulaktır, fakat sandığınız gibi değil, bilseniz sizin hayrınıza olan ne güzel bir kulaktır. Çünkü o başka birşey dinlemez hayır ve hak dinler ve sizi dinlerken de sizin hayrınıza dinler, Allah'a iman eder, ve müminlere de inanır. Yani Allah'a iman ettiği için yemini dinler ve müminlerin sözlerine inanır, onları tasdik eder. Ve iman edenlere, (yani sizden imanını açıkça ortaya koyanlara) bir rahmettir. Açıkça ifade ettikleri imanı reddeylemez, kabul eyler, fakat

260 9. Tevbe Sûresi, Âyet 61.

261 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/535, Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VIII/282.

262 İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, III/460; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XVI/118.

 

hakikatte işin içyüzünü anlamadığından dolayı değil, sırf müminlere olan merhametinden, yumuşaklığından, sabır ve tahammülünden dolayı sırlarını açığa vurmamak, ayıplarını yüzlerine vurmayıp, örtbas etmek suretiyle kabul eyler. Halbuki; "Allah'ın Resulü'nü üzenlere, evet onlara acıklı bir azap vardır.’263

Allah münafıkların Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i incitecek çirkin bir söz söylemeleri karşısında hemen âyet indirerek nebisini savunmuş, her zaman peygamberinin yanında olduğunu ve destekçisinin her zaman Allah olduğunu göstermiştir. Ayrıca inananlar için bir nimet ve bir rahmet olduğunu vurgulayarak Onu övmüştür. Evet, O küfürden imana, helaktan kurtuluşa ulaştırdığı için ve ahiret günü şefaat edeceği için müminlere bir rahmettir.264

Peygamberimizin âyetin sonunda, Allah’a nispet edilerek ‘Resulullah’ vasfıyla zikredilmesini İbni Âşur, Peygambere eziyet edenlerin acıklı bir azabı hak ettiklerine işaret olarak yorumlamıştır.265

Eziyet ve hakaretlerden başka daha da ileri gidip Hz.Peygamber’i öldürmek isteyecek kişilere karşı ise şu âyet, Allah’ın her zaman onu koruyacağını haber vermektedir. Ɖŏ ŨřƾƵŧ Ƽō ƹŏ ưō ƺŎ Ɣŏ Ƣő ōlj ŎǚŐ ǃō ŎǀōŲōƵŨƋō ƅŏ Űō Ʀő řƶōū Ũƺō ōƩ ƴő Ƣō ƪő ōű Ƹő řƵ ƻŏţǃō ưō śūƅř Ƽƹŏ ưō NJő ōƵŏţ Ƴō ƈŏ ƽŎş Ũƹō Ƥő śƶōū ŎƳDŽŎƋƆř Ƶŧ ŨōǂljŚ ōş Ũōlj

Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ Ʒō DŽő ōƮƵő ŧ LJƂŏ ǂő ōlj ōǑ ōǚŐ ƻř ŏţ

‘Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyrukları tebliğ

et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun. Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kâfirleri hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.’266

Âyetin sebebi nüzulü hakkında farklı rivayetler vardır. 625 senesinde Zatürrikâ’ Gazvesinde Gavres ismindeki bir müşrik, bir ağacın altında istirahat etmekte olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e gizlice yaklaşmış ve O’nu öldürmek istemişti. Allah Peygamberimizi korumuş, Gavres bir şey yapamamış ve eli boş dönmüştü. Âyet bu olay üzerine nazil olmuştur.267

Hz. Aişe’nin naklediyor: Bir gece Allah Resulü uyuyamıyordu. ‘Sıkıntınız nedir, Ya Resulallah?’ dedim. ‘Salih bir mümin bu gece nöbet tutsa da uyuyabilsem’ dedi. ‘Sonra bir aralık kapının önünde silah şakırtısı duyduk. ‘Kimdir o?’ diye seslendi. Dışardakiler: ‘Biz Huzeyfe ve Sad bin Ebi Vakkas, kapınızda nöbet tutmaya

263 Elmalılı Hamdi Yazır, (ö.1942). Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, Azim Dağıtm. c.IV,

İstanbul, 1992, İsmail Karaçam, (Sad.), s.376.

264 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, II/423.

265 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/244.

266 5. Maide Sûresi, Âyet 67.

267 İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, II/218.

 

geldik’ dediler. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) rahatça istirahat etti. Başka zamanlarda da sahabiler Peygamberimizin evinin önünde nöbet tutar onu korurlardı. Sonra bu âyet nazil olunca nöbet tutan sahabilere ‘artık evlerinize gidebilirsiniz, Rabbim beni koruyacak’ demiştir.268

Görüldüğü gibi Yüce Allah, elçisini, gönderdiği dini tebliğ ederken müşriklerden, münafıklardan, Yahudilerden yani tüm düşmanlarından koruyacağını bildirmiş ve destekçisinin Allah olduğunu bildirmiştir. Bunu anlayabiliriz. Çünkü bu çok normaldir. Ne var ki Peygamberimiz Allah katında o kadar değerlidir ki, hanımlarıyla arasında geçen küçük bir meselede, az incinmesi karşısında bile hemen âyet indirmiş ve nebisini desteklemiştir. Bu çok latiftir!

وَاِذْ اَسَرَّ النَّبِيُّ اِلٰى بَعْضِ اَزْوَاجِه۪ حَد۪يثاًۚ فَلَمَّا نَبَّاَتْ بِه۪ وَاَظْهَرَهُ اللّٰهُ عَلَيْهِ عَرَّفَ بَعْضَهُ وَاَعْرَضَ عَنْ بَعْضٍۚ فَلَمَّا نَبَّاَهَا بِه۪ قَالَتْ مَنْ اَنْبَاَكَ هٰذَاۜ قَالَ نَبَّاَنِيَ الْعَل۪يمُ الْخَب۪يرُ٣اِنْ تَتُوبَٓا اِلَى اللّٰهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَاۚ وَاِنْ تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَاِنَّ اللّٰهَ هُوَ مَوْلٰيهُ وَجِبْر۪يلُ وَصَالِـحُ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ بَعْدَ ذٰلِكَ ظَه۪يرٌ٤عَسٰى رَبُّهُٓ اِنْ طَلَّقَكُنَّ اَنْ يُبْدِلَهُٓ اَزْوَاجاً خَيْراً مِنْكُنَّ مُسْلِمَاتٍ مُؤْمِنَاتٍ قَانِتَاتٍ تَٓائِبَاتٍ عَابِدَاتٍ سَٓائِحَاتٍ ثَيِّبَاتٍ وَاَبْكَاراً

‘Hani bir ara Peygamber, eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Fakat o bunu kumalarından birine haber verince, Allah da bu durumu elçisine bildirdi. O da eşine söylediğinin bir kısmını bildirip, bir kısmından ise vazgeçmişti. Peygamber, o eşine bu sûretle anlatınca o hayret ederek: “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber de: “Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah, bana haber verdi” diye cevap verdi. Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer kalplerinizin kayması sebebiyle Allah’a tövbe ederseniz ne âla! Yok eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır.

Cebrail de, salih müminler ve melekler de ayrıca onun yardımcılarıdır. Eğer o sizi boşayacak olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren, mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, kendisini ibadete vermiş, oruca düşkün dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib eder.’269

Tefsirlerde farklı rivayetlerle genişçe ele alınan âyette bahsi geçen konuyu

şöyle özetleyebiliriz.

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) eşlerinden birine sır olarak bir söz söylemişti. Bu sözün ne olduğu hakkında; Peygamberin bal şerbeti içmemeye yemin etmesi, hanımı Hz. Mariye’ye yaklaşmayacağına dair yemin etmesi ve hilafetin Hz. Ebû Bekir,

268 Taberî, Câmiu’l Beyân, VIII/569; İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, II/67; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,

VIII/92.

269 66. Tahrim Sûresi, Âyet 3-5.

sonra da Hz. Ömer’e geçeceğini haber vermesi şeklinde üç rivâyet vardır. Fakat asıl nüzül sebebi, Peygamberimizin, îla yaparak hanımlarından bir ay süreyle ayrılıp uzlete çekilmesidir. Kendisine sır verdiği hanımı sırrı koruyamamış, yine Resûlullah'ın eşleri içinden en çok samimi olduğu birine çıtlatmıştı. Bundan haberdar olan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşısında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazarındaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yoklamak üzere mûtat aile hayatını terketti, dargın bir halde onların odalarında bulunmak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi. Ezvâc-ı tâhirâtın hepsi Resûlullah'ı gücendirmiş olmak endişesiyle çok üzüldüler ve odalarında ağlaşmaya başladılar. Böylece ‘Peygamber bütün eşlerini boşamş’ diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kiramı bir telaş sardı. Hz. Ömer anlatıyor: ‘Kalktım Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)in yanına gittim ve onu teselli etmek için şöyle dedim: “Ya Resulallah, hanımların hakkında canını sıkma. şâyet onları boşarsan, Allah senin yanındadır, melekler, Cebrâil ve Mîkail senin yanındadır. Ben, Ebu Bekir ve müminler yanındayız.” Ben bu sözleri söyledikten sonra çok geçmedi, “Şimdi ikiniz de ey Peygamber eşleri, eğer hislerinize mağlub olup Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah da onun yardımcısıdır. Cebrail de, salih müminler ve melekler de ayrıca onun yardımcılarıdır. Eğer o sizi boşayacak olursa belki de Rabbi ona sizden daha hayırlı, Allah’a teslimiyet gösteren, mümin, gönülden itaat eden, tövbe eden, kendisini ibadete vermiş, oruca düşkün dul veya bâkireler olarak başka eşler nasib eder” âyetleri nazil oldu.’270

Hamdi Yazır’a göre, Peygamber'e karşı öyle birbirlerine arka çıkacak olanlar, kendilerini büyük bir tehlikeye atmış olmaktadırlar.

Bundan sakınmalarının gereği anlatılmak üzere âyet şöyle demektedir: “Hiç şüphesiz haberiniz olsun ki, Allah O Peygamber'in mevlâsı, yardımcısıdır. Yani hak onundur ve her şeyden önce onun sahibi ve yardımcısı Allah Teâlâ'dır. Hem de Cibrîl Ruhu'l-Emin olan ve Peygamber'e vahiy getiren o manevî ve rûhânî kuvvet de

 

270 Taberî, Câmiu’l Beyân, XXIII/96; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/168; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,

XXI/87; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, VIII/156-159.

 

onun yardımcısıdır. Ve müminlerin salihi. O iki hanımın babaları Ebu Bekr ve Ömer'den her biri ve genelde müminlerin iyi olan her ferdi onun yardımcısıdır.’271

Şimdi, Yüce Allah’ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i sevdiklerinden zerre kadar şüphe etmeyeceğimiz, müminlerin anneleri olan iki tane hanıma karşı, Peygamberin yanında, Cebrail’i, bütün melekleri ve bütün salih müminleri teker teker zikrederek bu kadar destekçi sayması, elbette o hanımlarla savaşacak bir ordu hazırlamak için değildir. Bundan maksat, Allah’ın Peygamberimizi ne kadar sevdiğini, ona ne kadar

değer verdiğini ve onun incinmesine asla razı olmayacığını herkese ilan etmek olsa gerektir.

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in incinmesi, rahatsız edilmesi karşısında, Allah’ın insanları ikaz ettiği diğer bir âyet de şudur:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَدْخُلُوا بُيُوتَ النَّبِيِّ اِلَّٓا اَنْ يُؤْذَنَ لَكُمْ اِلٰى طَعَامٍ غَيْرَ نَاظِر۪ينَ اِنٰيهُۙ وَلٰكِنْ اِذَا دُع۪يتُمْ فَادْخُلُوا فَاِذَا طَعِمْتُمْ فَانْتَشِرُوا وَلَا مُسْتَأْنِس۪ينَ لِحَد۪يثٍۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ يُؤْذِي النَّبِيَّ فَيَسْتَحْـي۪ مِنْكُمْۘ وَاللّٰهُ لَا يَسْتَحْـي۪ مِنَ الْحَقِّۜ وَاِذَا سَاَلْتُمُوهُنَّ مَتَاعاً فَسْـَٔلُوهُنَّ مِنْ وَرَٓاءِ حِجَابٍۜ ذٰلِكُمْ اَطْهَرُ لِقُلُوبِكُمْ وَقُلُوبِهِنَّۜ وَمَا كَانَ لَكُمْ اَنْ تُؤْذُوا رَسُولَ اللّٰهِ وَلَٓا اَنْ تَنْكِحُٓوا اَزْوَاجَهُ مِنْ بَعْدِه۪ٓ اَبَداًۜ اِنَّ ذٰلِكُمْ كَانَ عِنْـدَ اللّٰهِ عَظ۪يـماً

‘Ey iman edenler! Yemeğe izin verilmeksizin, vaktine de bakmaksızın, Peygamberin evine girmeyiniz. Fakat dâvet edildiğinizde girin. Yemeği yiyince hemen dağılın, yemekten sonra sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamberi rahatsız ediyor, lâkin utandığından, size karşı bir şey söylemiyordu. Oysa Allah, gerçeği açıklamaktan çekinmez. Eğer müminlerin annelerinden bir şey soracak veya isteyecek olursanız, onu perde arkasından isteyiniz. Böyle yapmanız, hem sizin hem de onların kalpleri yönünden

daha nezihtir. Sizin Allah’ın Resulünü rahatsız etmeniz ve kendisinin vefatından sonra onun eşlerini nikâhlamanız asla helâl değildir. Çünkü bu, Allah katında büyük bir günahtır.’272

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Zeyneb binti Cahş ile evlendiğinde sahabeye velîme vermişti. Peygamberin evinde yemek yendikten sonra sahabe kalkıp gittiler. Bazıları ise gitmeyip evde sohbete daldılar. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bundan rahatsız oldu ama hayâsından, nezâketinden ve edebinden dolayı onlara bir şey diyemedi. Kendisi kalkıp gitti. Bir müddet sonra gitmişlerdir zannıyla geri geldiğinde onların hâlâ evde oturduklarını gördü. Peygamberimizin canı sıkılınca âyetin ‘yemek yiyince dağılın sohbete dalmayın’ bölümü bu olay üzerine nazil olmuştur.273

271 A.g.e. VIII/159.

272  33. Ahzab Sûresi, Âyet 53.

273 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/170.

Âyetin, Peygamber hanımlarının hicab arkasına alınmasıyla ilgili kısmıyla alakalı sebeb-i nüzul olarak şu rivâyetler vardır. Hz.Ömer’in ihtiyaç için dışarı çıkan Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hanımlarından Sevde binti Zem’a’yı tanıması, ayrıca Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e ‘ya Resulallah hanımların örtünsünler, onların yanına her türlü insan girebiliyor’ diye ısrar etmesi, Peygamberimizin evinde yenen bir yemekte, yabancı bir erkeğin elinin Hz. Aişe’nin eline değmesi ve Peygamberimizin bunu kerih görmesi gibi rivayetler zikredilmiştir. Âyetin, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra hanımlarıyla evlenilmesini yasaklayan kısmı ise, bir adamın, Peygamberimiz’in vefatından sonra hanımlarından biriyle evleneceğini söylemesi üzerine inmiştir.274

Mâturidî’ye (ö.333) göre Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hanımlarıyla kimse evlenemez, çünkü O, vefatından sonra da diri gibidir.275 Zaten âyette bunun Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e eziyet vereceği söyleniyor. Zemahşeri’ye göre Allah, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vefatından sonra hanımlarıyla evlenmeyi çok büyük bir günah olarak görmüş, bu âyetle nebisini tazim etmiş ve hayatında da, vefatından sonra da ona hürmet etmenin vacip olduğunu bildirmiştir.276

Bu konudaki âyetleri incelediğimiz zaman, Allahu Teâlânın Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i üzecek, onun canını sıkacak, ona eziyet verecek her durumda âyet indirerek müdahele ettiğini, onu desteklediğini, onun üzülmesine asla razı olmadığını ve insanlara karşı nebisini kolladığını görüyoruz.

1.11.                 MAKÂMI MAHMUDLA MÜJDELENMESİ

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerini gösteren ve ona özel olarak verilen nîmetlerden biri de Makâmı Mahmûd’dur. Bu ifâde Kur’an’da İsra

Sûresinde geçer.    ŊŧƁDŽƺžőŎ                  ƹř ŊŨƹŨōƮƹō ưō ūƅōŚ     ưōō ŶƢō Ŭōő lj ƻōş džƌơōō         ‘Umulur ki Rabbin Seni övülen bir

makama eriştirir.’277

Müfessirlerin çoğunluğu, džƌō ơō , ‘umulur ki’ kelimesinin, Allah için kullanıldığında kesinlik ifade edeceğini ve Makâmı Mahmudun, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e  verilecek  şefaat  makamı  olduğunu  veya  şefaat  yetkisinin  Makâmı

274 A.g.e. XIX/170; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, XI/202.

275 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/131.

276 Zemahşerî, Keşşâf, V/91.

277 17. İsra Sûresi, Âyet 79.

 

Mahmudun bir bölümü olduğunu söylemişlerdir.278 Yorumlar bütün müfessirlerin zikrettiği Ebu Hüreyre’den gelen şu rivayete dayanmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bu âyeti: ‘Bu makam ümmetime şefaat edeceğim makamdır’ diyerek kendisi tefsir

etmiştir.279 džƌō ơō , ‘umulur ki’ kelimesi, Allah için kullanıldığında kesinlik ifade ettiğine göre bu durumda âyetin manası, ‘Rabbin Sana, umûmi bir şefaat yetkisi olan Makâmı Mahmûd’u kesinlikle verecektir’ şeklinde olur.

Halk arasında ‘ezan duası’ olarak bilinen duânın geçtiği hadis bu âyeti desteklemektedir.

Ůŏ ƹř ŨřŲƵŧ ŭŏ DŽō ơő Ƃř Ƶŧ ƿŏ Ƅŏ ōǁ ũř ƅō Ƹř ŎǂřƶƵŧ ņ ňō ŧƂō śƾƵŧ ŎƠƺō ƌő ōlj Ƽō NJŽŏ Ƴō Ũōƭ Ƽő ƹō " : Ƴō Ũōƭ ŏǚř Ƴō DŽŎƋƅō ƻŐ ōş ņ ŏǚř Ƃŏ Ŭő ơō Ƽŏ ūő Ɔŏ ŏūŨŹō Ƽő ơō

" Ůŏ ƹō ŨōNJŏƮƵő ŧ Ʒō DŽő ōlj LjŏŲơō  ŨōƪōƏ ŎǀōƵ Űő  řƶŽō   ņŎǀōűƂő ơō  ǃō  LJƄŏ řƵŧ ŧƁŊ DŽƺŎ žő  ƹō  ŨƹŊ ŨōƮƹō  ŎǀŶƢőōő   ūŧǃō  ōŮōƶNJƘŏ   ōƪőƵŧǃō  ōŮōƶNJƋŏ  DŽō őƵŧ ŧƂŊ ƺžōř                                                                                               ƹŎ  ůŏ   ŝ Ůƺŏōŏ   ťŨōƮƵő ŧ ŭǒōŏƔř   Ƶŧǃō

Cabir bin Abdullah’ın rivâyet ettiği hadiste Peygamberimiz, ‘Kim ezanı işittiği zaman: “Ey şu eksiksiz davetin ve kılınacak namazın Rabbi Allahım! Muhammed'e vesîleyi ve fazîleti ver. Onu, kendisine vaadettiğin Makâm-ı Mahmûda ulaştır,” diye dua ederse, kıyamet gününde o kimseye şefâatim hak olur,’ buyurmuştur.280

Duhâ Sûresindeki bir âyet ise, Makâmı Mahmuddan daha genel olarak Peygamberimize ahirette verilecek bütün nimetleri ifade eder. Bu âyet:

džƗō Ɔő ōŲōƩ ưō Śūƅō ưō NJƛŏ Ƣő Ŏlj Ƨō DŽő ƌō ōƵǃō ‘Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek ki, sen

de ondan râzı olacaksın.’281 Âyetten, Allah’ın Peygamberimize gelecekte ‘artık razı oldum ya Rabbi’ diyeceği ana kadar nimetler vereceği anlaşılmaktadır. Peki, Peygamberimizi râzı edecek bu nimet nedir?

Hz. Ali ve İbni Abbas’tan gelen rivâyetlere göre, Peygamberimize yapılan bu va’d, ona ümmeti için şefaat yetkisi verilmesi vaadidir. Yine İbni Abbas’tan gelen diğer bir rivâyete göre Peygamberimiz, bu âyet nâzil olunca, ‘öyleyse ben ümmetimden  hiç  kimsenin  Cehennem’e  girmesine  razı  olmam  ya  Rabbi’

278 Taberî, Câmiu’l Beyân, XV/42; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, V/117; İbn-i Atiyye, Muharrerü’l Veciz III/463; İbnü’l Cevzî, Zâdü’l Mesîr, V/76; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXI/32; Kurtubî, Ahkâmu’l Kur’ân XIII/151. Ayrıca bkz. Mesut Erdal, 40 Soruda Kur’an ve Sünnet’e Göre Şefaat İnancı, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s.26.

279 Taberî, Câmiu’l Beyân, XV/48; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, V/117; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXI/32. Ayrıca bkz. Buharî, Tefsir, 4718;

280 Buhârî, Ezan, 614; Müslim, Salât, 11 (384).

281 93. Duha Sûresi, Âyet 5.

buyurmuştur. Bu âyet, Allah’ın, Peygamberimizin razı olacağı her şeyi yapacağına ve razı olacağı her şeyi vereceğine delâlet etmektedir.282

Muhammed bin Ali bin Hanefiyye’nin Iraklılara şöyle dediği rivâyet edilir: ‘Ey Iraklılar! Siz Allah’ın kitabında en ümit verici âyetin, Zümer Sûresi’ndeki ‘Ey kendi nefislerine karşı haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin,’283 âyeti olduğunu iddia edersiniz. Biz ehli beyte göre ise, en ümit verici âyet, ‘Elbette Rabbin sana ileride öyle ihsan edecek ki, sen de ondan râzı olacaksın.’ âyettir. Bundan maksat ise, Hz.Peygamber’in “Ya Rabbi artık razı oldum” diyeceği ana kadar, “La ilahe illallah” diyenler hakkındaki şefaatidir.’284

‘Sen râzı oluncaya kadar sana vereceğiz’ âyetini destekleyen şu hadiste, Allah’ın Peygamberimizi üzmeyeceği ve râzı edeceği müjdesi vardır. Abdulah bin Amr bin As rivâyet ediyor: ‘Bir gece Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Ƽƹǃ Ljƾƹ ǀƽŤƩ LjƾƢŬű ƼƺƩ ƸNJŽƅ ƅDŽƪƥ ưƽŤƩ LjƽŨƔơ ‘Kim bana tabi olursa o bendendir, kim de bana isyan ederse şüphesiz sen çok bağışlayıcı ve çok merhamet edensin’285 ve ƯƁŨŬơ ƸǂƽŤƩ ƸǂūƄƢű ƻţ ‘şâyet azab edersen onlar Senin kullarındır…’286 Âyetlerini okumuş ve ellerini kaldırıp: “Allahım ümmetim ümmetim” diyerek ağlamıştı. Allah Cebrail’e şöyle dedi, “Muhammed’e git ve sor: Rabbin bildiği halde soruyor, onu ağlatan nedir?” Cebrail geldi ve Peygamberimize haber verdi. Sonra da Allah Cebrail’e, “Muhammed’e git ve: Ümmeti hakkında onu razı edeceğiz ve onu üzmeyeceğiz” de buyurdu.’287

Âlûsî Beyhaki’den iktibasla, ümmetine karşı çok hırslı ve onlara çok düşkün olan Allah Resulünün azim şefkatiyle, ümmetinden hiçkimsenin Cehennem’e girmesine râzı olmayacağını ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in rızasının, ümmetinin tamamının Cennet’e girmesiye olacağını söyler.288

Ele aldığımız âyetin tefsiri sayılabilecek hadislerden biri de meşhur şefaat hadisidir:

Ebu Hureyre'nin naklettiği rivâyet şöyledir:

" Resûlullah ile beraberdik. Ona sofrada hayvanın ön budundan bir parça ikram edildi. But hoşuna giderdi. Ondan bir parça ısırdı ve:"Ben Kıyamet günü âdemoğlunun

282 Bkz. Taberî, XXIV/488; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXXI/193; İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, V/494; İbn-i Kesîr, XIV/384

283 39. Zümer Sûresi, 3Âyet 53.

284 Tabersî, Mecmau’l Beyan X/505; İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, V/494.

285 14. İbrahim Sûresi, Âyet 36.

286 5. Maide Sûresi, Âyet 118.

287  Müslim, Îman, 346 (202).

288 Âlûsî, Rûh’ul-Meânî, XXX/288.

 

efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve tâkat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:"İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sizlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?" demeye başlarlar.

Birbirlerine:"Babanız Âdem var!" derler ve ona gelerek: "Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Allah katında itibarın, makamın var.) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Âdem aleyhisselâm da:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler:

"Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen Resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek:

"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:

"Ey İbrahim! Sen Allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegâne Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler. İbrahim aleyhisselam onlara:

"Rabbim bugün çok öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. (Şefaat etmeye kendimde yüz de bulamıyorum. Çünkü ben) üç kere yalan söyledim!" deyip, bu yalanlarını birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek:

"Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Mûsâ aleyhisselam'a gidin!"

İnsanlar, Hz. Mûsâ aleyhisselam'a gelecekler ve:

"Ey Mûsâ! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, risaletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler.

Hz. Mûsâ da:"Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin!"           diyecek.           İnsanlar           Hz.            İsa'ya            gelecekler    ve:

 

"Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?" diyecekler!

Hz. İsa aleyhisselam da:"Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!" diyecek. Hz. İsa şahsıyla ilgili bir günah zikretmeksizin, nefsim! nefsim! nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhissalâtu vesselam'a gidin!" diyecek. İnsanlar Muhammed aleyhissalâtu vesselâm'a gelecekler ve: "Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?" diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'ın altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak. Sonra: "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: "Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!" diyeceğim. Bunun üzerine:

"Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!" denilecek." Resûlullah sonra şöyle buyurdular:

"Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından iki kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır."289

Hadiste geçen, Allah’ın Peygamberimize, "Ey Muhammed başını kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!" şeklinde söylediği ifadeler, sanki Duhâ Sûresi’nde geçen, ‘Rabbin Sana ilerde verecek ve Sen de razı olacaksın’ âyetinin tefsiri gibidir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Allah katında nasıl bir makama sahiptir ki, Allah ona âdeta, ‘Ya Muhammed, sen üzülme. Ben seni razı

edinceye kadar, nimetlerimle, ihsanlarımla kuşatacağım. Sen iste, istediğini vereceğim. Dua et, duanı kabul edeceğim’ diyerek adetâ sınırsız bir yetki vermektedir. Teşbihte hata olmazsa bu durum, imkanları geniş bir babanın çok sevdiği evladına, ‘dile benden ne dilersen’ diyerek istediği her şeyi ona alacağını vaad etmesi gibidir. Tabi ki burada Allah’ın Peygamberimize sınırsız isteme imkânı vermesini yanlış anlamamak gerekir. Mesela Peygamberimiz müşriklerin affedilmesini ve Cehennem’den çıkarılmasını isterse Allah bunu kabul eder mi? Böyle sorular akla gelebilir.

289 Buhârî, Tefsîru’l Kur’an, 4712; Müslim, Îman, 326 (192).

 

Öncelikle Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), mârifetullah noktasında Allah’ı en iyi bilen ve O’na saygı, edep konusunda diğer insanlarla kıyaslanamayacak kadar ilerde olan bir peygamberdir. İman ve küfür konularında Kur’an’ın çizdiği çerçeveyi,

Allah’ın va’d ve vaidini en iyi bilen insandır. Kendisine, سَوَٓاءٌ عَلَيْهِمْ اَسْتَغْفَرْتَ لَهُمْ اَمْ لَمْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ لَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ ‘Onlar için mağfiret dilesen de, mağfiret dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla affetmeyecektir. Çünkü Allah, fâsıklığı tabiat haline getirenleri hidâyet etmez’290 ve

وَاَنْذِرْهُمْ يَوْمَ الْاٰزِفَةِ اِذِ الْقُلُوبُ لَدَى الْحَنَاجِرِ كَاظِم۪ينَۜ مَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ حَم۪يمٍ وَلَا شَف۪يعٍ يُطَاعُۜ

 ‘Onları, yaklaşan müthiş güne karşı uyar! Yürekler ağıza gelir, yutkunur da yutkunurlar. O zalim kâfirlerin ne dostları, ne de sözüne itibar edilir şefaatçileri olabilir.’291 âyetleri indirilmiş bir Peygamber, elbette

kâfirler ve münafıklar hakkında şefaat etmeyecektir. Yani Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şefaat yetkisi bile kâfirleri de içine alacak kadar sınırsız değildir.292 Ayrıca Allah, Peygamberimizin, kendisine verilen bu kabul olacak dua imkânını nasıl kullanacağını, ebedi Cehennem’i haketmiş olanların affolması gibi bir istekte bulunmayacağını zaten bilmektedir. O halde Allah’ın, ‘iste istediğin verilecek’ demesi sonucunda, onun istediklerini vermesi Peygamberimize ayrı bir iltifatı; Ona bu fırsatı verirken, onun edebine ve ahlakına güvenmesi ayrı bir iltifatıdır.

Sonuç olarak bu âyet ve hadislerden anlaşılan şudur: Yüce Allah âhiret günü Peygamberimize, onu hoşnut edecek, dünyada çektiği bütün sıkıntıları unutturacak ve başka hiç kimseye nasip olmayacak çok yüce bir makam verecektir.

1.12.               KEVSERİN VERİLMESİ

Bir                 önceki başlıkta Peygamberimize       verileceği   müjdelenen                       Makâmı Mahmud gibi, Allah’ın Peygamberimize vereceğini müjdelediği özel nîmetlerden biri

de Kevser müjdesidir. Yüce Allah, doğrudan Peygamberimize hitaben,       Ưō ŨōƾőNJōƛơōő ş Ũřƽţŏ

Ɔō ōŵDŽő Ʋō Ƶő ŧ ‘Şüphesiz biz sana Kevseri verdik’293 buyuruyor. Peki, acaba Kevser ne demektir ve nasıl bir nimettir?

Hz. Enes şöyle rivâyet etmiştir: ‘Rasûlullah’ın aramızda bulunduğu bir gün,

birden hafîf bir dalışla daldı, sonra mütebessim olarak başını kaldırdı. Biz, “ey Allah'ın Rasûlü, seni güldüren nedir?” dedik. Buyurdu ki: “Az önce bana bir sûre

290 63. Münafikun Sûresi, Âyet 6.

291 40. Mümin Sûresi, Âyet 18.

292 Bkz. Yener Öztürk, İslam İnancı Etrafında Yerli Yorumlar, Işık Akademi Yayınları, İstanbul, 2008, s.65.

293 108. Kevser Sûresi, Âyet 1.

indirildi ve Kevser Sûresi’ni okudu. Sonra “Kevser nedir biliyor musunuz?” dedi. Biz, “Allah ve Rasûlü en iyi bilendir” dedik. Buyurdu ki: “O, bir nehirdir. Azîz ve Celîl olan Rabbim onu bana vaadetmiştir. Onun üzerinde pekçok hayır vardır. O bir havuzdur ki kıyamet günü ümmetim ona gelir. Yıldızların sayısınca kabı vardır. Onlardan bir kul kovulur. Ben derim ki: Rabbim, o, benim ümmetimdendir. Allah Teâlâ buyurur ki; senden sonra ne ihdas ettiklerini bilmiyorsun.”294

Kevser, en çok bilinen anlamıyla, bu hadiste de geçtiği gibi, Cennet’in ortasından akan, iki yakası altından, yatağı inci ve yakuttan, suyu kardan beyaz, tadı baldan tatlı ve toprağı miskten daha güzel kokan bir ırmaktır.295

Mâturidî’ye göre Kevser, sadece Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bilebileceği ve başka kimsenin bilemeyeceği ona özel bir nimettir.296

Beğavî (ö.516), Kevser’in, ondan içenin bir daha susuzluk çekmeyeceği, içinde çok hayırlar olan bir ırmak olduğunu veya hayırdan bir ırmak olduğunu söyler.297

Zemahşerî, ırmak oluşuyla alakalı rivâyetleri zikrettikten sonra Said bin Cübeyr’in şu sözünü nakleder: ‘İnsanlar Kevser’in bir ırmak olduğunu zannederler. Halbu ki o çok hayır manasında bir nimettir.’298

Kevser hakkında en kapsamlı açıklamayı Râzî yapmıştır. Onun açıklamalarını özetlemekle yetinelim:

‘Kevser kelimesi, Arapça'da “fev'al” vezninde bir kelime olup, “kesret” (çokluk) kökündendir, “alabildiğine çok” demektir.

1.        Kevser, “Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in çocukları ve soyudur.” Bu görüşte olanlar derler ki: Çünkü bu sûre, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i, “ebter” diye ayıplayanlara bir cevab olarak inmiştir. Buna göre mana, “Allah o peygambere, zamanlar geçtikçe sürüp giden nesiller vermiştir” şeklinde olur.

2.        Kevser, Hz. Muhammed ümmetinin âlimleridir. Ömrüme yemin ederim ki, en büyük ve en çok hayır, yani kevser budur. Çünkü bu ümmetin âlimleri, İsrâiloğullarının peygamberi gibidirler.

3.        Kevser, İslâm'dır. Ömrüme yemin olsun ki İslâm, en büyük hayırdır. Çünkü dünya ve ahiret iyilikleri, ancak İslâm sayesinde elde edilir. Yine bu iyilikler, onun elden çıkması ile elden çıkar. Çünkü İslâm, marifetullahtan, yahut da bilinmesi gereken şeylerden

294 Müslim, Salât, 53 (400). Ebû Dâvûd, Süleyman bin Eş’as es-Sicistânî. (ö.275). Sünen-i Ebî Dâvûd.

Salât, 784. Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Riyad, Ts.

295 Taberî, XXIV/679.

296 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, VI/526.

297 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/557.

298 Zemahşerî, Keşşâf, VI/446.

 

ibarettir. Binâenaleyh İslam, en büyük ve en çok hayır olunca, ona "kevser" denebilir.

4.        Kevser, taraftarı ve adamları çok olan demektir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in, sayısını ancak Allah'ın bilebileceği kadar taraftarı olduğunda ise şüphe yoktur.

5.        Kevser, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'de bulunan çokça faziletlerdir.

6.        Kevser, "Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in, şanının yüksekliğidir. Bu husus, İnşırah Sûresinde anlatılmıştı.

7.        Kevser, ilim demektir.

8.        Kevser, "güzel huy" demektir. Bu görüşte olanlar şöyle demektedirler güzel huyun faydası, daha genel ve şümullü olmuş olur.

9.        Kevser, şefaat demek olan, Makâm-ı Mahmûd'dur. 299

Bu görüşleri düşündüğümüzde Cenâb-ı Hakk'ın ‘Sana Kevseri verdik’ ifadesi, "hiç şüphesiz biz sana, gerek dünya, gerekse din hususunda çok hayırlar verdik" anlamındadır.

Râzî, âyetle alakalı tespit ettiği nüktelere şu îzahlarla devam eder:

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), müşrikleri küfre nisbet edip, dinlerini çürütüp, kendilerini de imânâ davet edince, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in yanında toplandılar ve “Eğer sen bunu mal elde etmek için yapıyorsan, sana, insanların en zengini olacağın kadar mal verelim... Yok, eğer gayen evlenmek ise, seni kadınlarımızın en güzeli ile evlendirelim.. Yok eğer, derdin reis olmak ise, biz seni, kendimize başkan yapalım” dediler de, bunun üzerine Cenâb-ı Hak, “Hakikat biz sana kevseri verdik” buyurmuştur ki bu, “Göklerin ve yerin yaratıcısı sana, dünya ve ahiretin en hayırlılarını verdiğine göre, sen onların sana verecekleri mallarla ve seni görüp gözeteceklerini söylemelerine aldanma...” demektir.

Âyetin (biz sana verdik) ifadesi Allah Teâlâ'nın, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ile vasıtasız, doğrudan doğruya konuşmuş olduğunu ifade eder ki, bu, “Allah Mûsâ ile de konuştu...”(Nisa, 164) ayetinin yerine geçen bir ifadedir. Hattâ, bu daha ileri ve kıymetli bir ifadedir.

“Sana vereceğiz” dememiştir. Çünkü, “sana verdik” ifadesi, “biz seni, sırf lütfumuz ve bizden sana olan ihsanımız sebebiyle, bir gerekçe olmaksızın tercih ettik..” demek istemiştir.

“Sana verdik” buyurmuş, “Resule”, “Nebîye” yahut “itaat edene verdik...” dememiştir. Çünki, Cenâb-ı Hak eğer böyle demiş olsaydı bu, bağışın işte bu vasıflara bağlı olarak meydana geldiğini ifade ederdi. Ama, Cenâb-ı Hak, “Biz sana verdik” buyurunca, bu bağışın herhangi bir gerekçeye bağlı olmaksızın; tam aksine, Cenâb-ı Hakk'ın sırf irade ve ihtiyarı ile yapıldığı anlaşılmış oldu.

“Biz” ifadesinin tazim manasına alınmasına gelince, bunda, o bağışın büyüklüğüne dikkat çekme vardır. Çünki, bu bağışı yapan, göklerin ve yerin Cebbâr'ı

299 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/123.

 

olan Allah, kendisine bağış yapılan, "Hakikaten, biz sana kevseri verdik" hitabının muhatabı olan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i, hibe ise, Kevser adını alan şeydir. Ki, Kevser; "alabildiğine çok olan" demektir. Bu lafız, bağışlayanın, kendisine bağış yapılanın ve bağışın büyüklüğünü ihsas ettirince, bu ne büyük bir nimet! Bu ne ne yüce lütuf! Bu, ne görülmemiş bir şereftir!’300

Yukarıdaki yorumlardan, özellikle Râzî’nin yaptığı yorumlardan çıkan sonuca göre, Yüce Allah ezelde Peygamberimizi seçmiştir, dünyada türlü nimetlerle onu kuşatmıştır, ahirette de hiç kimseye nasip olmayacak nimetlerle onu donatacak ve onu, hiç kimseye nasip olmayacak makamlara çıkaracaktır.

1.13.                 GEÇMİŞ VE GELECEĞİNİN BAĞIŞLANMASI

Peygamberimizin, ‘bana bir âyet indirildi ki benim için dünyadaki herşeyden daha sevimlidir’ buyurduğu Fetih Sûresi, çoğunluk görüşe göre Hudeybiye anlaşması dönüşü nâzil olmuştur.301 Sûrenin başında, Peygamberimize apaçık bir fethin verilmesi, geçmiş ve geleceğinin bağışlanması ve nimetin tamamlanması, sırat-ı müstakim üzere sabit kılınması ve kuvvetli bir yardımla yardım edilmesi gibi çok önemli müjdelerden bahsedilmektedir.

اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ

لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ

‘Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması, sana yaptığı ihsan ve in’amı tamamlaması, seni dosdoğru yola hidâyet etmesi ve sana şanlı bir zafer vermesi için biz sana aşikâr bir fetih ihsan ettik…’302.

Kurtubî farklı bir nüzul sebebi olarak şöyle bir rivayet naklederler:

ŰŎ ƾƱŎ Ũƹō ƴŎő ƭ

Ƽŋ NJŏŬƹŚ Ɔŋ ljƄŏ ōƽ Ǒř ţŏ Ũōƽşō Ũƹō ǃō Ljř ōƵŏţ džŽō DŽŎlj Ũƹō Ǒř ţŏ ŎƠŬŏ řűşō ƻŏő ţ Ƹő ƲūŏŎ              Ǒō ǃō Ljŏū ŎƴƢƪljŎőō       Ũƹō LJƅŏ Ɓōő ş Ũƹō ǃō ƴŏ ŎƋƆŚ Ƶŧ Ƽő ƹś ŨŊơƂŏő ū ‘De ki:

Peygamber olarak gelen ilk insan ben değilim ki! Dünya hayatında benim ve sizin başınıza neler geleceğini bilemem. Ben sadece bana ne vahyediliyorsa ona uyarım. Çünkü ben açıkça uyaran bir elçiden başka bir şey değilim’303 âyeti nazil olduğu zaman Yahudiler, ‘kendisine ne olacağını bilemeyen bir adama nasıl tâbi olalım’ diyerek alay etmeye başladılar. Bu da Peygamberimize çok ağır geldi. Onun üzerine Fetih Sûresinin ilk ayetleri nâzil oldu.304

 

300 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/120.

301 Taberî, XXI/238,241; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/295.

302 48. Fetih Sûresi, Âyet 1-2.

303 46. Ahkaf Sûresi, Âyet 9.

304 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XIX/295.

 

Âyette geçen fetihten kasıt, bazı müfessirlere göre Hudeybiye Antlaşmasıdır. İbni Abbas, ‘İslam’da Hudeybiye Anlaşmasından daha büyük bir fetih yoktur’ demiştir. ŎǀōŲƺō Ƣő ŏƽ Ƹř ŏŲŎljǃō ‘nimetini tamamlaması’ ifadesiyle ise Mekke’nin ve Hayber’in fethine işaret edilmiştir.305

Günahın affedilmesi meselesine gelince, Peygamberimiz için günahtan bahsetmek câiz değildir. Denilecekse eğer, ancak zelle denilebilir. Bu zelleyi de, Peygamberimiz ve diğer peygamberler için bahsedilen günah kavramını da, bizim günahlarımız gibi düşünmemek gerekir. Zelleyi, peygamberlere yasaklanan mübah fiiller olarak düşünmek gerekir.306 Bazı müfessirler de risalet öncesine ait günahların affolması olarak tefsir etmişlerdir.307

Ʒō Ƃř ōƮōű Ũƹō ‘geçmiş’ ifadesi, peygamberlik öncesi içindir. Ɔō ſř ōŠōű Ũƹō ǃō ‘gelecek’ ifadesi ise gelecek günahlara işaret için değil, Peygamberimizin şerefini, Allah katındaki değerini ilan içindir.308

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) için ‘günahların affolmasından maksat, ümmetinin günahlarının affedilmesi, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in faziletli olanı tercih edip efdal olanı terketme hatasının affedilmesi, zelle manasındaki küçük günahların affedilmesi veya Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in masum olması manasını verenler olmuştur.309 Zaten Ehl-i Sünnet ulemasına göre nebiler kasıt yoluyla günah işlemekten masumdurlar.310

Özetle bu bölümde, Yüce Allah’ın, doğrudan doğruya Peygamberimizin ahlakını nasıl övdüğünü, şânını nasıl yücelttiğini, ona itaati nasıl emrettiğini, ona isyan etmeyi nasıl kendisine isyan saydığını, onu sevmeyi ve ona saygı göstermeyi nasıl emrettiğini, müminler için nasıl büyük bir nimet olduğunu, her zaman Allah tarafından nasıl desteklendiğini, üzüldüğü durumlarda nasıl teselli edildiğini, Makamı Mahmut ve Kevser gibi nimetlerin verilmesiyle, geçmiş ve geleceğinin affedilmesi müjdesiyle nasıl müjdelendiğini gördük. İkinci Bölümde ise Peygamberimizin değerine dolaylı olarak işaret eden âyetleri incelemeye çalışacağız.

305 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/517; Zemahşerî, Keşşâf, VI/535; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm,

XIX/300.

306 Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/517.

307 Taberî, XXI/238,241; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VII/295.

308 İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, V/126.

309 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XXXII/78.

310 Sadru’l İslam İmam Ebu’l Yüsr Muhammed el-Pezdevî. (ö.482). Ehl-i Sünnet Akaidi, Kayıhan Yayınları, Şerafeddin Gölcük (Çev.) İstanbul, 2013, s.255; Nûreddin Es-Sâbûnî. (ö.580). Mâturidiyye Akâidi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Bekir Topaloğlu (Çev.), Ankara, 2005, s.302; Ali bin Sultan Muhammed El- Kârî. (ö.1014). Şerhu’l Fıkh’il Ekber Li Ebi Hanîfe, Dâru’n-Nefâis, Mervan Muhammed Şe’aar (Thk.), Beyrut, 2009, s.126.

2.     PEYGAMBERİMİZİN DEĞERİNE DOLAYLI OLARAK İŞARET EDİLMESİ

2.1.  BÂZI PEYGAMBERLERİN EFDALİYYETİNİN VURGULANMASI

Biz, Kur’an’da ismi geçen ve geçmeyen, ismini bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün peygamberlere iman ederiz. Çünkü İslam Dininde mümin olmanın şartlarından

biri de peygamberlere iman etmektir.

 ŏŜŐ Ũŏū Ƽō ƹō ŝ ƴŗ ƱŎ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧǃō ǀŏ śūƅř Ƽƹŏ ǀŏ NJő ōƵŏţ Ƴō ƈŏ ƽŎş Ũƺō ŏū ŎƳDŽŎƋ řƆƵŧ Ƽō ƹō ŝ

ǀŏ ŏƶŎƋ Śƅ Ƽƹś ƂŌ Žō ōş Ƽō NJő ōū ƫŎ Ɔś ōƪŎƽ ōǑ ǀŏ ŏƶŎƋ Ŏƅǃō ǀŏ ŏŬŎŲƱŎ ǃō ǀŏ ŏŲƲō ťŏ njƹō ǃō

‘Peygamber, Rabbi tarafından kendisine ne indirildi ise ona iman etti, müminler de! Onlardan her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti. "O’nun resullerinden hiç birini diğerinden ayırt etmeyiz" dediler’311 âyeti gereği iman etme cihetiyle hiçbir peygamberi ayırmayız.

Buradaki  ǀŏ ŏƶŎƋ Śƅ  Ƽƹś  ƂŌ Žōō  ş  Ƽō  NJōő ū  ƫƆśŎōƪŎƽ  ōǑ  ‘peygamberler  arasında  ayırım  yapmayız’

ifadesine göre müminler, peygamberlerden bazısına iman edip, bazısını inkâr etmezler. Hepsini tasdik ederler. Allah’tan getirdikleri her şeyi ikrar ederler. Onlar Peygamberlerden bazısına iman edip bazısını inkâr eden Yahudi ve Hristiyanlar gibi değildirler.312

Mesela Yahudiler Hz. Mûsâ’ya inanıyor, Hristiyanlar Hz. İsa’ya inanıyor ama Hz. Muhammed’i kabul etmiyorlar. Müslümanlar ise Hz. Mûsâ’ya da, Hz.İsa’ya da iman ederler.

‘Biz peygamberler arasında ayırım yapmayız’ ayetinden maksat, onlardan bazısının bazısından üstün olduğunu söylemenin caiz olmadığı değildir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlere iman esaslarına işarettir.313

İman etmede hepsini eşit görmekle beraber, peygamberler arasında derece farkının olduğunu da bizzat Kur’an haber vermektedir. Yoksa peygamberleri yarıştırmak, birinin diğerinden üstün olduğunu söylemek insanların karar vereceği bir mesele değildir. Bu konuda iki tane âyet vardır.

Ƹō ōljƆő ƹō  Ƽō  ūő ŧ džƌō  NJơŏ   ŨōƾNJő ōűŝǃō  ůŌ   ŨŹō  ƅō  Ɓō  Ƹő ŎǂƘō   Ƣő ōū Ơō  ōƩƅō  ǃō  ǚŎ Ő   Ƹō řƶƱō   Ƽƹř  ƸŎǂƾő ƹś  ƖŌ                                                                                 Ƣő ūō  džōƶơō   Ƹő ŎǂƘō   Ƣő ōū Ũōƾƶő Ƙř   ōƩ ŎƴŎƋƆŚ Ƶŧ ưō  őƶű

Ɖŏ ƂŎ ŎƮƵő ŧ Żŏ ǃ ŎƆŏū ŎƿŨōƽƂő řljōşǃō ůŨōƾNJōś ŬƵő ŧ ‘İşte şimdiye kadar zikrettiğimiz resullerden kimini kimine

üstün kıldık. Allah onlardan bazısına hitap buyurdu, bazısını birçok derecelerle yükseltti. Meryem’in oğlu Îsâ’ya da o açık belgeleri, mûcizeleri verdik ve onu

311 2. Bakara Sûresi, Âyet 285.

312 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/150; İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/392.

313 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VII/145.

Rûhul-Kudüs ile destekledik’314 âyetinde Allah, bazı peygamberleri diğerlerinden üstün kıldığını hem de örnek vererek açıklamaktadır. İçlerinden, Allah’ın kendisiyle özel olarak konuştuğu peygamberden, bazısının açıkça derecelerle yükseltildiğinden, Hz. İsa’nın Rûhul Kudüs ile desteklendiğinden bahsedilmektedir.

Diğer âyet olan,   ƖŌ                       Ƣő ōū džōƶơō   Ƽō  NJśNJŏŬřƾƵŧ Ɩō          Ƣő ōū Ũōƾƶő Ƙř   ōƩ Ƃő ōƮōƵǃō  ƕŏ                             ƅő ōǍŧǃō  ůŏ   ŧǃō Ũƺō ƌř  Ƶŧ LjŏƩ Ƽƺō ŏū ƸŎ ōƶơő  ōş ưō  Śūƅō  ǃō

ŧ ŊƅDŽŎūƇō Ɓō ǃǃŎ ŧƁō ŨōƾőNJōűŝǃō ‘Hem senin Rabbin, göklerde ve yerde olan kim varsa hepsini pekiyi bilir. Biz nebîlerden bazısını bazısına üstün kıldık, nitekim Davud’a da Zebûr’u verdik’315 ayetinde de yine bazı peygamberlerin diğerlerinden üstün kılındığı söylenip Hz. Davud örnek verilmektedir.

ƴŏ ŎƋƆŚ Ƶŧ Ƽō ƹŏ Ʒŏ ƈő Ƣō Ƶő ŧ ŧDŽŎƵ ǃŎş Ɔō ōŬƓō      Ũƺō Ʊō Ɔő ŏŬ őƓŨōƩ ‘O halde ey Resulüm! O üstün azim sahipleri

olan peygamberler nasıl sabrettilerse, sen de öyle sabret’316 âyetinde ise, azim sahibi peygamberlerden bahsedilmektedir. Ulu’l azm tabirinden kasıt, bütün resuller olabileceği gibi, müfessirlerin bazılarına göre bunlar, Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz.

Mûsa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed aleyhimüsselamdır.317

ůŌ ŨŹō ƅō Ɓō Ƹő ŎǂƘō Ƣő ōū Ơō ōƩƅō ǃō ‘Bazısını birçok derecelerle yükseltti’, âyetinde kastedilen kişi Peygamberimizdir. Çünkü o bütün peygamberlerden üstündür. Ona, diğer peygamberlere verilmeyen binden fazla mûcize verilmiştir. Hatta bu mûcizelerden hiç biri verilmeseydi bile, ona verilen Kur’an-ı Kerim tek başına, sâir peygamberlerin mucizelerinin hepsinden büyüktür. O bütün insanlığa gönderilmiştir. Allah Peygamberlik müessesesini onunla mühürlemiştir. O, Peygamberlik zincirinin son halkasıdır. İsminin açıkça zikredilmeyip müphem bırakılması ise, şânının yüksekliğine ve faziletinin üstünlüğüne daha beliğ bir şekilde işâret etmek içindir.318

Peygamberlerin bazısının bazısından üstün olduğu ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hepsinden üstün olduğu konusunda icmâ vardır.319 Bu konuyla alakalı Râzî’nin ileri sürdüğü delillerden bazıları şunlardır:

 

314 2.Bakara Sûresi, Âyet 253.

315 17. İsra Sûresi, Âyet 55.

316 46. Ahkaf Sûresi, Âyet 35.

317 Taberî, Câmiu’l Beyân, XXI/177; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XIX/233; İbni Kesîr, Tefsiru’l Kur’ani’l Azîm, XIII/56.

318 Zemahşerî, Keşşâf, I/477, İbni Atiyye, Muharrerü’l Veciz, I/338; İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, I/301.

319 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VI/210; Sayın Dalkıran, Ahmet Feyzi Çorûmî’nin El-Feyzü’r-Rabbânî Işığında Osmanlı Devleti’nde Ehl-i Sünnet’in Şi’î akidesine Tenkidleri, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 2000, s.73; Şerafeddin Gölcük ve Süleyman Toprak, KelamTarih-Ekoller-Problemler, Tekin Dağıtım, Konya, 2001, s.332; Bekir Topaloğlu vd. İslam’da İnanç Esasları, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2013, s.171; Ahmet Saim Klavuz, Anahatlarıyla İslam Akaidi ve Kelama Giriş, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2004, s.249, Ömer Nasuhi Bilmen, İslam Akaidi, Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, s.94.

 

1.  Allah ona ‘Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik’320 buyurmuştur. Bütün âlemlere rahmet olanın, bütün âlemlerden üstün olması gerekir.

2.     Allah ona ‘Ve senin zikrini yücelttik’321 buyurmuştur. Bu tavsif sadece Peygamberimiz hakkında söylenmiştir, çünkü Allah'u Teâlâ onun zikrini, kelime-i şehâdette, ezanda ve teşehhüdde kendi adıyla beraber zikretmiştir. Diğer peygamberlerin zikri ise böyle değildir.

3.   Allah'u Teâlâ, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e yapılan itaatin kendisine yapılan itaat gibi olduğunu belirterek, ‘Kim Resule itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur’322, O'na yapılan biatın kendisine yapılmış olacağını beyan ederek, ‘Sana biat edenler (bilsinler ki), Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların eli üzerindedir’323, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in şerefinin, kendi şerefi olduğunu söyleyerek, ‘Halbu ki şeref ve kuvvet Allah'ın ve peygamberinindir’324, Peygamberin rızasının, kendi rızası demek olduğunu ilân ederek, ‘Allah'ı ve Resulünü razı etmeleri daha doğrudur’325 ve O'na uymanın, kendisine uyma olduğunu bildirerek de, ‘Ey imân edenler, Allah'a ve Resulüne uyun’326 buyurmuştur.

4.   Allah Teâlâ, Kur'an'ın herhangi bir sûresi ile meydan okumasını emrederek, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e ‘O' nun sûreleri gibi bir sûre getirin’327 buyurmuştur. Sûrelerin en kısası, üç âyet olan Kevser Sûresidir. Allah Teâlâ, Kur'an'ın her üç âyeti ile, onu inkâr edenlere meydan okumuştur. Kur'an'ın tamamı altı bin küsur âyet olunca, Kur'an mucizesi, tek bir mucize değil, aksine iki binden daha fazla mucize olması gerekir. Bu böyle olunca, Hz. Mûsâ'nın dokuz mucize ile şereflendirilmesine karşılık, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in bunca sayısız mucize ile şereflendirmiş olması elbette pek münasiptir.

5.   Hz.Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in mucizesi, diğer bütün peygamberlerin mucizelerinden daha üstündür. Bu sebeble onun diğer peygamberlerden daha üstün olması gerekir. O'nun mucizesinin daha üstün oluşunun izahı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in, ‘Sözler içinde Kuranın yeri, bütün mevcudat içinde Hz. Âdem'in yeri gibidir’ hadis-i şerifinin ifâde ettiği manadır.

6.  Allah Teâlâ, peygamberlerin hallerini anlattıktan sonra, ‘Onlar Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. O halde sen de onların gittiği hidâyet yoluna uy’328 buyurarak, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e, geçmiş peygamberlere uymasını emretmiştir. Buna göre Allah Teâlâ sanki şöyle buyurmuştur: ‘Biz seni o peygamberlerin hallerine ve gidişatlarına muttali kıldık. Binaenaleyh sen o hallerin en güzel ve en hoş olanlarını seç, ve bütün o

320 21. Enbiya Sûresi, Âyet 107.

321 94. İnşırah Sûresi, Âyet 4.

322 4. Nisâ Sûresi, Âyet 80.

323 48. Fetih Sûresi, Âyet 10.

324 63. Münafikun Sûresi, Âyet 8.

325 9. Tevbe Sûresi, Âyet 62.

326 8. Enfal Sûresi, Âyet 24.

327 2. Bakara Sûresi, Âyet 23.

328 6. Enam Sûresi, Âyet 90.

 

hallerde, o peygamberlere uy.’ Bu ifâde, diğer peygamberlerde tek tek bulunan bütün güzel hasletlerin, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'de toplanmasını ve onun, peygamberlerin hepsinden üstün olmasını gerektirir.

7.   Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bütün insanlara peygamber olarak yollanmıştır. Bu da, onun katlandığı eziyetlerin daha çok olmasını gerektirir. Bu sebeble de onun daha üstün olması gerekir. ‘Biz seni, ancak insanların tamamı için peygamber olarak gönderdik’329 âyeti, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiş olduğuna delâlet eder.

8.   Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in dini, dinlerin en üstünüdür. Binaenaleyh Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in de, peygamberlerin en efdali olması gerekir.

9.  Hz.Muhammed’in ümmeti, ‘Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz’330 âyetine göre ümmetlerin en üstünüdür. Bundan dolayı, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) 'in de, peygamberlerin en üstünü olması gerekir.

10.    Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) son peygamberdir. Binaenaleyh onun daha efdal olması gerekir. Çünkü daha iyi olanın, derecesi daha aşağı olan ile neshedilmesi aklen hoş karşılanmaz.

11.     Peygamberlerin bazısının bazısından üstün olması birtakım sebeblere dayanır. Bu sebeplerden bir tanesi, onların doğruluklarına delalet eden ve daha şerefli olmalarını gerektiren mucizelerin çokluğudur. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in mucizeleri ise üçbinden fazladır. Hadis kitapları bunlarla doludur.

12.    Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in, ‘Hz. Adem ve diğer peygamberler kıyamet günü benim sancağım altında olurlar’ hadisidir. Bu da, onun Hz. Âdem ve bütün âdemoğullarından daha üstün olduğunu gösterir.Yine Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), ‘Ben, âdemoğullanın efendisiyim fakat bunda övünülecek birşey yok’ ve ‘Ben girmedikçe cennete hiçbir peygamber giremez ve benim ümmetim girmeden de hiçbir ümmet giremeyecektir’ buyurmuştur. Enes (r.a), Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini rivâyet etmiştir: “İnsanlar diriltildiği zaman, kabirden ilk çıkacak benim. İnsanlar mahşerde toplandıklarında, onların hatibi benim. Ümitsizliğe düştüklerinde, ben onların müjdecisi olacağım. Liva'ül hamd benim elimdedir. Ben Rabbimin yanında âdemoğullarının en kıymetlisiyim. Ama övünmüyorum.”331 İbn Abbas'dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Sahabeden bir grup oturmuş, karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de onları duyuyordu. Birisi, "Ne güzel, Allah, Hz. İbrahim'i dostu saymış" dedi. Bir başkası, "Bu, Cenâb-ı Allah'ın Hz. Mûsâ ile bizzat konuşmasından daha şaşırtıcı birşey değil" dedi. Bir diğeri, "Hz. İsâ, Allah'ın kelimesi ve ruhudur"; bir diğeri de, "Allah, Hz. Adem'i seçmiştir" dedi. O sırada, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yanlarına çıkarak: "Sözlerinizi ve delillerinizi duydum. Hz. İbrahim Allah'ın halilidir, doğru. Hz. Mûsâ, Allah'ın

329 34. Sebe Sûresi, Âyet 28.

330 3. Âli İmran Sûresi, Âyet 110.

331 Tirmizî, De’avât, 3610. Hâfız Ebû Muhammed bin Abdullah bin Abdurrahman bin Fadl bin Behram ed- Dârimî. (ö.255). Sünen-i Dârimî. 48, Dârul Muğnî Li’n-Neşr ve’t-Tevzi’, Riyad, 2000, Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî (Thk.), s.195.

 

konuştuğu kimsedir doğru. İsâ (a.s), rûhullahdır doğrudur. Allah, Hz. Adem (a.s)’ı seçmiştir, doğrudur. Ben de Allah’ın sevgilisi kulum, (Habibullahım) fakat övünmüyorum. Ben kıyamette livâu'l-hamdin taşıyıcısıyım, fakat övünmüyorum. Ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım, fakat övünmüyorum. Cennet kapısını ilk ben çalacağım, o bana açılacak ve fakir müminler yanımda olarak oraya gireceğim, fakat övünmüyorum. Ben gelmiş geçmiş insanların en şereflisiyim, fakat övünmüyorum"332 buyurmuştur.

13.  ‘Bana, benden önce hiçkimseye verilmemiş olan beş şey verildi: Bunda övünülecek bir durum yok: Ben, hem beyaza (kırmızı derili), hem de siyah derili insanlara peygamber olarak gönderildim; halbuki benden önceki peygamberler, sadece kendi kavimlerine gönderilmişlerdi. Yeryüzü benim için bir mescid ve tertemiz kılınmıştır. Bir aylık mesafeden, önümdeki düşmanlara korku salmamla yardım olundum. Benden önce hiç kimseye olmadığı halde, ganimetler bana helâl kılınmıştır. Bana şefaat etme izni verildi, ben de bu hakkımı ümmetim için kıyamet gününe erteledim. Binaenaleyh bu şefaâtım, inşaallah, Allah'a hiçbir surette şirk koşmamış olan kimselere ulaşacaktır’333 Bu hadis, Cenâb-ı Hakk'ın, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'i, burada sayılan faziletlerle başka peygamberlere üstün kıldığı hususunda açık bir delildir.

14.   Muhammed İbn İsa el-Hakîm et-Tirmizi bunu şu şekilde izah etmiştir: Her emirin yapacağı yardım, kendisine tâbi olanların miktarına göredir. Bir beldeye emîr olan kimsenin yapacağı yardım, o belde halkının miktarına göredir. Doğunun ve batının hükümdarı olan bir kimse, bir beldeye emîr olan kimsenin malından daha fazla mal ve tahıla ihtiyaç duyar. İşte tıpkı bunun gibi, bir kavme peygamber olarak gönderilen her peygambere, risalet hususunda yüklendiği vazifeye göre, tevhid hazinelerinden ve marifet cevherlerinden verilir. Binaenaleyh, yeryüzünün muayyen bir bölgesinde belli bir kavme peygamber olarak gönderilen zâta o yerin durumuna göre manevi, ruhanî hazineler verilir.Yeryüzünün doğusuna, batısına, insanlarına, cinlerine peygamber olarak gönderilen zâta da, mutlaka doğu ve batı halklarının ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir miktarda ilahî bilginin verilmesi gerekir. Durum böyle olunca, hiç şüphesiz Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e kendinden önce hiçbir kimseye verilmemiş olan hikmet ve ilim hazineleri verilmiş olur. Durum böyle olunca, Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'in peygamberliğinin diğer peygamberlere nisbeti, bütün doğu ve batının hükümranlığının belli bir beldenin hükümranlığına olan nisbeti gibidir.334

Bir ordudaki askerlerin yetenekleri, başarıları aynı değildir. Hepsi farklıdır. Bir sınıftaki öğrencilerin çalışkanlıkları, seviyeleri de aynı değildir. Sahabelerin Peygamberimize bağlılıkları, fazilet dereceleri de aynı değildir. Hatta Kur’an’da

332 A.g.e, 823; Ebû Abdillah bin Muhammed bin Yezid İbni Mâce el-Kazvînî.(ö.273). Sünen-i İbni Mâce, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Muhammed Bin Salih Râcihî (Thk.), Riyad, Ts. s.464.

333 Buhârî, Teyemmüm, 335; Müsli, Îman, 334 (198).

334 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VI/211.

 

meyvelerin bile yeme ve lezzet bakımından bazısının bazısına üstün kılındığından bahsedilir.335 Bu örneklerde görüldüğü gibi, herşeyde emsalleri arasında üstünlük farkları olduğu gibi, peygamberler arasında da derece farklarının olması ve Allah’ın kendilerine verdiği lütuflarla bazısının bazısından üstün olması gâyet tabîdir.

Allah her peygambere ayrı ayrı lütuflarda bulunmuştur. Mesela Hz. İbrahim’i dost edinmiş, Hz. Mûsa ile konuşmuş, Hz. Dâvud’a demiri yumuşatmış, Hz. Süleyman’a şeytanları ve ruzgarı mûsâhhar etmiş, Hz. İsa için ölüleri diriltmiştir. Ebu Nuaym ‘Delâil’ün-Nübüvve’ adlı kitabında geçen bir hadise göre Peygamberimiz: ‘Bana ne takdir ettin ya Rabbi?’ diye dua etmiş, Yüce Allah ise: ‘Sana verdiğim onların hepsinden daha üstün değil midir? Ben ne zaman anılırsam, sen de benimle anılırsın. Ve sana Arş’ın hazinelerinden bir hazine olan “La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyi’l azîm” duasını verdim’ buyurmuştur.336

Kadı İyaz (ö.544), Hz. Âdem (a.s.)’ın Cennet’ten çıkarıldığı zaman, ‘Ya Rabbi beni Muhammed hürmetine affet’ diye dua ettiğini nakleder. Allah’ın, ‘sen Muhammed’i nereden biliyorsun?’ sorusuna ise, ‘Cennet’in kapısında “Lâ ilâhe illallah, Muhammedun Resulullah” yazılı olduğunu olduğun gördüm’ diye cevap vermiştir.337

Kur’an-ı Kerim diğer kitaplardan nasıl üstünse, Peygamberimiz de peygamberlerin en üstünüdür. O büyüktür, çünkü büyük olarak yaratılmıştır.338 Çünkü Kur’an’ı taşıyabilecek en yüce kalbe sahip olan kişidir o.

džōƶơō ƻō ŝƆő ŎƮƵő ŧ ŧƄō ōǁ ŨōƾőƵƈō ƽōş DŽő ōƵ

ŏǚř Ůŏ ōNJƐő ſō Ƽő ƹś ŨơŊ Ƃś Ɣō ōŲƹŚ ŨƢŊ Əŏ Ũſō ŎǀōŲőljōşƆō řƵ ƴŌ ōŬŹō

‘Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağın tepesine indirseydik

onun, Allah’a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün’339 ve

 ưō NJő ōƶōơ LjŏƮƶő ŎƾƋō Ũřƽŏţ

ǒŊ NJƮŏ ōŵ ǑŊ DŽő ōƭ ‘Biz sana pek ağır bir söz vahyedeceğiz’ âyetlerinden, Kur’an’ın nasıl ağır bir söz olduğunu anlayabiliriz. Bu ǒŊ NJƮŏ ōŵ ǑŊ DŽő ōƭ ‘ağır söz’ tabirini Hüseyin ibn Fazl, ‘Ancak

335 Bkz. ‘Dünyada birbirine komşu parçalar, üzüm bağları, ekinler, dallı veya dalsız hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanmaktadır. Bununla beraber yemede biz onların bazısını bazısından daha üstün, daha kaliteli kılarız. Elbette bunlarda aklını kullanan kimseler için alacak nice dersler, nice ibretler vardır.’ 13. Ra’d Sûresi, Âyet 4.

336 Celâleddin es-Suyûtî.(ö.911). el-Hasâisü’l Kübrâ. Uysal Kitabevi, Konya,1994, Ömer Temizel (Çev). s.417; İbn-i Kesir, Tefsirü’l Kur’ani’l Azim, VIII/430.

337 Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, s.112. Ayrıca bkz. Hâkim, Ebû Abdillah En-Nisabûrî. (ö.405). Müstedrek Ale’s-Sahîhayn. c.II, Tevârîhu’l Mütegaddimîn mine’l Enbiyâi ve’l Mürselîn, 4287, Dâru’l Harameyn, Kahire, 1997, s.722. (hadis için sahih demiştir).

338 Abbas Mahmud El-Akkad. (ö.1964). Hz. Muhammed (a.s.)’ın Eşsiz Dehâ ve Şahsiyeti, Hayra Hizmet Vakfı NeşRiyad, M.Said Şimşek (Çev.), Konya, 1979, s.16.

339 59. Haşr Sûresi, Âyet 21.

Allah’ın tevfikiyle desteklenmiş bir kalbin ve tevhidle donatılmış bir nefsin taşıyabileceği bir ağırlık’ olarak yorumlar.340

Ali Ünal bu meseleyi şöyle îzah etmiştir:

‘Vahiy, Cenab-ı Allah’ın Kelâmî tecellisidir. O’nun İsim ve Sıfatları için derece farkı söz konusu değildir. Dolayısıyla, Kudret tecellisi ne ise, Kelâm tecellisi de odur. O’nun doğrudan, yani sebepler ötesi bir lem’acık Kudret tecellisi nasıl Hz. Mûsâ’nın (a.s.) yıldırım çarpmışçasına cansız gibi bayılıp düşmesine ve yanıbaşındaki dağın toz olmasına yol açmışsa (Bakara, 2/143), Kelâm’ı da aynı tecelli gücüne sahiptir. Ne var ki O, Kelâm tecellisinde her bir peygamberin o tecelliyi alabileceği derecede tenezzülde bulunur; yani bu tenezzül, peygamber olan zâtın kapasitesine göredir. Evet, Hz. Mûsâ (a.s.) peygamberler içinde en büyük beş büyük peygamberden biri olmasına rağmen, bir dağı toz haline getiren Kudret tecellisine dayanamamıştır. Fakat, Cenab-ı Allah’ın Kur’an’ı teşkil eden Kelâm tecellisi, bu Kudret tecellisinden daha az şiddette değildi. Değildi ki, eğer o tecelli herhangi bir dağa olmuş olsaydı, Haşr Suresindeki âyet-i kerimede buyrulduğu üzere, o dağ parça parça olurdu. Kur’an’daki bu tecellinin şiddetine işaret eden bir başka âyette de şöyle denmektedir: O Kur’an ki, eğer İlâhî bir kitapla dağlar yürütülecek veya yeryüzü parça parça edilecek ya da ölüler konuşturulacak olsaydı, bunlar ancak bu Kur’an’la olurdu (Ra’d, 13/31). Demek ki, Kur’an’ı teşkil eden İlâhî tecellinin şiddeti, dağları yürütecek, bunun da ötesinde yeryüzünü parça parça edecek ve ölüleri diriltecek derecededir. İşte bu tecelliye dayanabilecek tek kalb, peygamberliğin sertâcı olan Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa’nın (salla’llâhu aleyhi ve sellem.) kalbiydi ki, Allah Kur’an’ı O’na gönderdi. Buradan o Zât’ın sahip olduğu manevî ruhî gücün derecesini az da olsa anlayabiliriz.’341

Peygamberler arasında Peygamberimiz Hz. Muhammed’in efdâliyetini anlatırken, diğer peygamberlere karşı saygısızlık yapmaktan Allah’a sığınırız. Biz bu meseleye, hâşâ onlar değersiz Peygamberimiz daha değerli, onlar çirkin Peygamberimiz daha güzel mantığıyla bakmıyoruz. Meseleye hasen, ahsen (güzel, daha güzel) mantığıyla bakıyoruz. Bütün peygamberler, Allah’ın kendilerini seçtiği en üstün insanlardır. Bu üstün insanlar arasında, Allah’ın kendisini tafdil etmesiyle en üstün olan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değerini ortaya koymaya çalışıyoruz. Böyle bir şey de ancak emsaliyle kıyaslanarak yapılabilir. Yüce Allah’ın Peygamberimize ne kadar değer verdiğini anlayabilmek için de bazen diğer peygamberlerle kıyaslamamız gerekmektedir.

340 Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XXI/324.

341 Ali Ünal, Peygamberlik Ve Efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Peygamberler Arasındaki Yeri

Yeni Ümit Dînî İlimler ve Kültür Dergisi, 71 (18).

 

Şimdi bunların bazılarını maddeler halinde sıralayalım:

1.                   Hz. Mûsâ (a.s.) Firavun’a gitme emrini aldığında Cenab-ı Allah’a yaptığı duasında ilk olarak LJƅŏ Ƃő Ɠō LjŏƵ Żő Ɔō Əő ŧ ũś ƅō diyerek göğsünün genişletilmesini diledi.342 Hz. Mûsâ’nın dua ile istediği bu husus, yani inşirâh, Allah Resûlü’ne risaletinin başında Allah tarafından verilmiştir. Ưō ƅō Ƃő Ɠō ưō ōƵ Żő Ɔō Ɛő ōƽ Ƹő ōƵşō ‘Biz, senin göğsünü açıp genişletmedik mi?’343

2.                                                                                             Hz. Mûsâ duasının devamında,                                                          LjŏƽŨƌō śƵ Ƽƹś  ŊŭƂō ƮơŎő ƴŎő ƶ őŽŧōǃ   diyerek dilindeki

düğümün çözülmesini dilemişti. Peygamberimize ise bu husus, ƸŎő ǂƶř Ƣōō Ƶ ưŏō ƽŨƌō ŏƶūŏ ŎƿŨōƽ őƆřƌōlj Ũƺřō ƽŤŏ ōƩ

ƻō ǃŎƆƱř Ƅō ōŲōlj ‘Düşünüp öğüt alsınlar diye onu (Kur’an’ı) senin dilinle kolaylaştırdık’344 âyetinde geçtiği üzere zaten verilmiştir.345

3.              ŏǚŐ Ʒŏ ŨřljōŠŏū Ƹő ŎǁƆő Ʊś ƃō ǃō ƅŏ DŽŚƾƵŧ džōƵŏţ ůŏ Ũƺō ŎƶƞŚ Ƶŧ Ƽō ƹŏ ưō ƹō DŽő ōƭ ŷő Ɔŏ ſő ōş ƻő ōş ŨōƾŏűŨōljŞŏū džƋō DŽƹŎ Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ƃő ōƮōƵǃō ‘Mûsâ’yı da

“halkını karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın önemli günlerini hatırlat” diye âyetlerimizle gönderdik’346 âyetinde, Hz. Musa’dan ilahî mesajı sadece kendi halkına iletmesi istenirken, Peygamberimizin ise, ŧ ƆŊ ljƄŏ ōƽǃō ŧŊƆNJƐŏ ōū Ɖŏ ŨřƾƶśƵ ŊŮřƩŨƱō Ǒř ŏţ Ưō Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ũƹō ǃō ‘ey

Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azabımızın uyarıcısı

olarak gönderdik’347 ve Ƽō NJƺŏ ōƵŨƢō ƶő śƵ ŊŮƺō Žő ƅō Ǒř ŏţ Ưō Ũōƾƶő Ƌō ƅő ōş Ũƹō ǃō ‘ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesilesi olman için gönderdik’348 âyetlerinde risaletinin bir kavimle sınırlı olmadığını, evrensel olduğunu anlıyoruz.349

4.              Hz. İbrahim ƻDŽŶƢŬlj ƷDŽlj Ljƽƈƀű Ǒǃ ‘İnsanların diriltilip bir araya toplandığı

mahşer günü beni utandırma ya Rabbî’350 diye dua ederken, Allah Peygamberimize LjŬƾƵŧ ǚ LJƈƀlj Ǒ ƷDŽlj ‘O gün Allah, Peygamberini utandırmaz’351 âyetiyle bu garantiyi vermiştir.352

5.              Hz. İbrahim  ƼljƆſNjŧ LjƩ ƫƂƓ ƻŨƌƵ LjƵ ƴƢŹŧ ‘Gelecek nesiller içinde iyi nam

bırakmayı, hayırla anılmayı nasib eyle bana’353 diye dua etmişti. Peygamberimize ise

342 20. Tâhâ Sûresi, Âyet 25.

343 94. İnşırah Sûresi, Âyet 1.

344 44. Duhan Sûresi, Âyet 58.

345 Ebu Abdurrahman Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)

346 14. İbrahim Sûresi, Âyet 5.

347 34. Sebe Sûresi, Âyet 28.

348 21. Enbiya Sûresi, Âyet 107.

349 Ebu Abdurrahman Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm (02.04.2015)

350 26. Şuarâ Sûresi, Âyet 87.

351 66. Tahrim Sûresi, Âyet 8.

352 Ebu Abdurrahman Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm (02.04.2015)

353 26. Şuarâ Sûresi, Âyet 84.

 

Yüce Allah, ƯƆƱƃ ưƵ ŨƾƢƩƅǃ 354 âyetiyle, şânını yücelttiğini, Allah’la beraber ilelebet

kendisinin de anılacağı müjdesini vermiştir.355

6.                                                                                         Hz. İbrahim (a.s.) Ƽŏ ljƂś Ƶŧ Ʒō DŽő ōlj LjŏŲōŦNJƛŏ ſō                                                        LjŏƵ Ɔō ŏƪƦő ōlj ƻōş ŎƠƺőō ƙşō LJƄřŏ Ƶŧǃō ‘Büyük hesap günü

günahlarımı bağışlayacağını umduğum ulu Rabbim de yine O’dur’356  âyetiyle

bağışlanmayı umarken, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ise, Ɔō ſōř Šōű Ũƹō ǃō ưŬƽƃōŏō                                                                                                 Ƽƹŏ Ʒō Ƃōř Ʈűō Ũƹō Ŏǚř ưōō Ƶ Ɔō ŏƪƦő ōNJŏƵ

‘Bu da Allah’ın, senin geçmiş ve gelecek kusurlarını bağışlaması (içindir)357 âyetiyle

bağışlanacağını yakinen bilmektedir.358

7.                                                                                                                              Hz. İbrahim (a.s.), ailesi hakkında Ʒō ŨōƾƓő ōǍŧ ƂŎŬƢřőō                                              ƽ ƻōş Ljř ŏƾūō ǃō   LjŏƾőŬŎƾ őŹŧōǃ ‘Beni de

evlatlarımı da putlara tapmaktan uzak tut’ diye dua ederken, Yüce Allah Peygamberimizin ailesi hakkında ise, ŧƆŊ NJǂŏ ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂƛō Ŏljǃō Űŏ NJő ōŬőƵŧ ƴō őǁōş Ɗō Źő Ɔś Ƶŧ ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūō ǁŏ Ƅő ŎNJŏƵ ǚŎ ř ƂŎ ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽŏţ ‘Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip

sizi tertemiz yapmak istiyor’359 buyurmuştur.360

8.               Allah Lût (a.s.)’a Ũƹō ŨōǂŎŬNJƔŏ ƹŎ Ŏǀřƽŏţ ưō ōűōşƆō ƹő ŧ řǑŏţ Ƃŋ Žō ōş Ƹő ƲŎ ƾƹŏ Űő ŏƪōŲƶő ōlj ōǑǃō ƴŏ őNJřƶƵŧ Ƽō ƹś ƠŌ ƛő ŏƮŏū ưō ŏƶǁő ōŠŏū Ɔŏ Ƌő ōŠōƩ Ƹő ŎǂōūŨƓō ōş ‘(Ey Lût) Haydi öyleyse, gecenin bir vaktinde ailenle yola çık, yürü.

Beraberindekilerin hiç biri geri dönüp bakmasın, yalnız eşin bunun dışındadır. Zira ötekilere ulaşan hangi rüsvaylık varsa, ona da gelecektir’361 buyurarak kavminin helak edileceğini haber vermiştir. Mekke müşrikleri ise , ‘Hani bir zaman da onlar: “Ya Rabbî, eğer bu Kur’ân senin tarafından gelmiş hak bir kitap ise hemen üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap ver!” demişlerdi’362 âyetine göre azabı hak

ettikleri halde, Yüce Allah Peygamberimizi tekrim için, ƻō ŨƱō Ũƹō ǃō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Űō ƽōşǃō ƸŎő ǂōūƄś ƢNJŎō ŏƵ ŎǚŐ ƻō ŨƱō Ũƹō ǃō

ƻō ǃŎƆŏƪƦő ōŲőƌōlj Ƹő Ŏǁǃō Ƹő Ŏǂūō Ƅś Ƣō ƹŎ ŎǚŐ ‘Halbu ki sen onların aralarında bulunduğun müddetçe Allah onları azaba uğratmaz ve onlar istiğfar etmeye devam ettikleri müddetçe de Allah onlara azab etmez,’363 buyurarak kavminin helak edilmeyeceği haber vermiştir.364

9.              Bazı peygamberlerin hanımları, kocalarının hidâyet çağrısından istifade

edememiş ve cehennemliklerden olmuşlardır. ƙDŽƵŎŌ ōŭşƆōō ƹŏő ŧǃō ŻŌ DŽŎƽ ōŭşō Ɔō ƹŏő ŧ ŧǃŎƆōƪƱō Ƽō ljƄřŏ ƶśƵ ǒōŊ Ŷƹō Ŏǚř ũƆƗōōō

354 94. İnşırah Sûresi, Âyet 4.

355 Ebu Abdurrahman Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)

356 6. Şuara Sûresi, Âyet 82.

357 48. Fetih Sûresi, Âyet 2.

358 Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, s.141.

359 33. Ahzab Sûresi, Âyet 33.

360 Kadı İyaz, Şifâ-i Şerîf, s.141.

361 11. Hud Sûresi, Âyet 81.

362 8. Enfal Sûresi, Âyet 32.

363 8. Enfal Sûresi, Âyet 33.

364 İyhab Salih, Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www. ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)

Ƽō NJŏƶſŏ ŧƂř Ƶŧ Ơō ƹō ƅō ŨřƾƵŧ ǒō ſŎ Ɓő ŧ ƴō NJŏƭǃō ŨŊŦNJő Əō ŏǚř Ƽō ƹŏ Ũƺō Ŏǂƾő ơō ŨōNJŏƾƦő Ŏlj Ƹő ōƶōƩ Ũƺō ŎǁŨōŲōƽŨƀō ōƩ Ƽŏ NJő žō ŏƵŨƓō ŨōƽƁŏ ŨōŬơŏ Ƽő ƹŏ Ƽŏ ljő Ƃō Ŭő ơō Űō žő ōű ŨōŲōƽŨƱō ‘Allah, kâfirlere Nûh’un karısı ile Lût’un karısını misal getirir. Her ikisi de iki iyi kulumuzun mahremi idiler. Ama inkâr tarafına giderek eşleri olan peygamberlere hıyanet ettiler, kocaları da Allah’tan gelen cezadan eşlerini asla kurtaramadılar. Onlara (ölürken veya kıyamet günü): “Haydi, cehenneme girenlerle beraber siz de

girin!” denilir’365 âyetinde buna örnek vardır.

 ŨōƾƢō ƹř ŪƱō ƅő ŧ Ljř ōƾŎū Ũōlj ƳŌ ƈŏ Ƣő ƹō LjŏƩ ƻō ŨƱō ǃō Ŏǀōƾőūŧ Żŋ DŽŎƽ DžōƁŨōƽǃō Ƴō ŨŽō ǃō Ƹō Žŏ ƅř Ƽƹō řǑŏţ ŏǚŐ Ɔŏ ƹő ōş Ƽő ƹŏ Ʒō DŽő ōNJƵő ŧ Ƹō Ɠŏ Ũơō ōǑ Ƴō Ũōƭ ňŨƺō Ƶő ŧ Ƽō ƹŏ LjŏƾƺŎ Ɣŏ Ƣő ōlj ƴŌ ōŬŹō džōƵŏţ LJǃŏ ŞƋō Ƴō Ũōƭ Ƽō ljƆŏ ŏƩŨƲō Ƶő ŧ Ơō ƹř ƼƲŎ ōű ōǑǃō

Ƽō NJŏƭƆō Ʀő ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō ƹŏ ƻō ŨƲō ōƩ ŎŷDŽő ƺō Ƶő ŧ Ũƺō Ŏǂƾō őNJōū ‘Nuh biraz ötede olan oğluna: “Evladım, gel sen de bizimle gemiye bin de kâfirlerle beraber kalma!” Diye seslendi. O: “Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım” dedi. Nuh ise: “Bugün Allah’ın helâk emrinden koruyacak hiçbir kuvvet yoktur. Ancak O’nun merhamet ettiği kurtulur” derdemez, birden aralarına dalga girdi ve oğlu boğulanlardan oldu’366 âyetinde ise bir peygamber evlâdının kâfir

olarak öldüğünü görüyoruz. Yani bazı peygamberler, eşlerinin ve çocuklarının kâfir olarak  ölmelerini  görerek,  bu  acıyı  yaşayarak  imtihan  edilmişlerdir.

Peygamberimizin hanımları ve çocuklarından oluşan ev halkı ise, ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūō ǁŏ Ƅő ŎNJŏƵ Ŏǚř ƂŎ ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽإ ŧƆŊ NJǂŏ ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂƛō Ŏljǃō Űŏ NJő ōŬőƵŧ ƴō ǁő ōş Ɗō Źő Ɔś Ƶŧ ‘Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah

sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor’367 ve

 Ƹő ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş Ŏǀ ŎŹŧōǃƇő ō şōǃ ‘onun

(Hz. Muhammed’in) eşleri de müminlerin anneleridir’368 âyetleriyle Yüce Allah’ın iltifatına mazhar olmuşlardır. Allah Peygamberimize, birinci dereceden akrabalarından oluşan ev halkından hiç kimsenin kâfir olması üzüntüsünü yaşatmamış, aksine onları yüce mertebelere çıkarmıştır.369

10.                Hz. Nuh kavmi tarafından sapıklıkla itham edilmişti. Yüce Allah Kur’an’da Hz. Nuh’un Ƽō NJƺŏ ōƵŨƢō Ƶő ŧ ũś ƅř Ƽƹś Ƴŋ DŽŎƋƅō Ljō śƾƲŏ ōƵǃ ŋŮōƵōǒƗō Ljŏū Ɗō NJő ōƵ ƷDŽő ōƭ ŏ Ũōlj Ƴō Ũōƭ ‘(Nuh) “Ey halkım!” dedi, “bende hiçbir dalâlet yok, fakat ben Rabbülâlemin tarafından size bir elçiyim’370 diyerek onlara cevap verdiğini haber veriyor. Mekke müşrikleri tarafından aynı

ithama maruz kalan Peygamberimiz için ise âyet, ‘Muhammed onlara “ey halkım ben de delilik yok” dedi’ gibi, yukardaki aynı uslupla gelmemiş, ƻŌ DŽŎƾźő ƺō ŏū ưō śūƅō Ůŏ ƺō Ƣő ŏƾŏū Űō ƽōş Ũƹō

‘Rabbinin lütfuyla, deli değilsin’371, ƻŌ DŽŎƾźő ƹō Ǒō ǃō ƼŌ ǁŏ ŨƲō ŏū ưō śūƅō Űŏ ƺō Ƣő ŏƾŏū Űō ƽōş Ũƺō ōƩ Ɔő Ʊś Ƅō ōƩ Ey resulüm,

365 66. Tahrim Sûresi, Âyet 10.

366 11. Hud Sûresi, Âyet 42-43.

367 33. Ahzab Sûresi, Âyet 33.

368 33. Ahzab Sûresi, Âyet 6.

369 İyhab Salih, Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www. ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)

370 7. A’raf Sûresi, Âyet 61.

371 68. Kalem Sûresi, Âyet 2.

 

sen irşad ve nasihatına devam et. Sen Rabbinin ihsanı sayesinde kâfirlerin iddia

ettikleri gibi kâhin de değilsin, deli de değilsin’372 ve ƻŌ DŽŎƾ őźō ƺŏ ū ƸƲŎ ŎŬŽŏ ŨƓō   Ũƹō ǃō                                                                                                               ‘arkadaşınız

(Hz.    Muhammed)   deli   değildir’373     âyetleriyle   Peygamberimizi   bizzat           Allah savunmuştur.

11.           Yüce Allah, kendi güzel isimlerinden iki tanesini birden, Peygamberimiz

dışında hiçbir peygamber için kullanmamıştır. Ƹŋ NJŽŏ ƅř Ƨŋ ǃšƆōŎ ōƵ ŏƉŨřƾƵŨŏū ōǚř         ƻŏř ţ ‘Çünkü Allah

insanlara karşı raûf ve rahîmdir’374 âyetinde geçen iki ismini Ƹŋ NJŽƅřŏ  Ƨŋ ǃšƅōŎ Ƽō NJŏƾƹŏ ŢƺŎő Ƶő Ũŏū ‘(O

peygamber) müminlere karşı raûf ve rahîmdir’375 âyetiyle Peygamberimiz için kullanmıştır.376

12.                    Diğer peygamberlere isimleriyle hitap ederken, Peygamberimize ise peygamberlik ünvanıyla hitap etmesine daha önce değinmiştik.

Peygamberimizin, diğer bütün insanlardan ve bütün peygamberlerden üstün olduğunu gösteren bu delillere rağmen, bu manaya zıt gibi görünen, ‘beni Mûsâ’ya üstün tutmayınız’, ‘peygamberler arasında ayırım yapmayınız’, ‘hiç kimse Yunus b. Metta’dan hayırlıyım demesin’377 gibi hadislere de rastlarız. Bunların yanında bir de mânâ olarak tamamen zıt gibi görünen şöyle hadisler de vardır:

‘İnsanlar diriltildiği zaman, kabirden ilk çıkacak benim. İnsanlar mahşerde toplandıklarında, onların hatibi benim. Ümitsizliğe düştüklerinde, ben onların müjdecisi olacağım. Liva'ül hamd benim elimdedir. Ben Rabbimin yanında âdemoğullarının en kıymetlisiyim. Ama övünmüyorum.’378

İbn Abbas'dan gelen bir rivâyette: ‘Sahabeden bir grup oturmuş, karşılıklı konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i de onları duyuyordu. Birisi, "Ne güzel, Allah, Hz. İbrahim'i dostu saymış" dedi. Bir başkası, "Bu, Cenâb-ı Allah'ın Hz. Mûsâ ile bizzat konuşmasından daha şaşırtıcı birşey değil" dedi. Bir diğeri, "Hz. İsâ, Allah'ın kelimesi ve ruhudur"; bir diğeri de, "Allah, Hz. Adem'i seçmiştir" dedi. O sırada, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yanlarına çıkarak: "Sözlerinizi ve delillerinizi duydum. Hz. İbrâhim Allah'ın halilidir doğru. Hz. Mûsâ, Allah'ın konuştuğu

372 52. Tur Sûresi, Âyet 29.

373 81. Tekvir Sûresi, Âyet 22.

374 22. Hac Sûresi, Âyet 65.

375 9. Tevbe Sûresi, Âyet 128.

376 Ebu Abdurrahman Eş-Şâmî, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)

377 Buhârî, Enbiyâ, 3412; Müslim, Fedâil, 166 (2376).

378 Tirmizî, De’avât, 3610; Dârimî, Sünen, 48.

kimsedir doğru. İsâ (a.s), rûhullahdır, doğrudur. Allah, Hz. Âdem’i seçmiştir, doğrudur. Ben de Allah’ın sevgilisi kulum, (Habibullahım) fakat, övünmüyorum.Ben kıyamette livâu'l-hamdin taşıyıcısıyım, fakat övünmüyorum. Ben kıyamet günü ilk şefaat edecek ve şefaati ilk kabul edilecek olanım, fakat övünmüyorum. Cennet kapısını ilk ben çalacağım, o bana açılacak ve fakir müminler yanımda olarak oraya gireceğim, fakat övünmüyorum. Ben gelmiş geçmiş insanların en şereflisiyim, fakat övünmüyorum" buyurdu’379 ve ‘Allah Hz. Muhammed’i bütün peygamberlerden ve gök ehlinden üstün kılmıştır.’380

Medine’de bir gün, bir sahabi ile yahudilerden biri arasında münakaşa olmuştu. Sahabi yahudiye: ‘Resulullah’ı âlemler üzerine seçkin kılan Zat-ı Zülcelal`e kasem olsun!’ diye yemin etti. Yahudi de: ‘Mûsâ aleyhisselamı âlemler üzerine seçkin kılan Zât-ı Zülcelal’e kasem olsun!’ diye yemin etti. Derken, o böyle der demez, sahabi elini kaldırıp yahudiye bir tokat vurdu. Yahudi de doğruca Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e gidip hadiseyi haber verip şikâyet etti. Peygamberimiz: ‘Beni Hz. Mûsâ’dan üstün kılmayın! Çünkü insanlar hep bayılacaklar. İlk kalkan ben olacağım. Ben ayılınca Hz. Mûsâ’yı Arşın bir ucundan tutmuş göreceğim. Bilemiyorum, o, bayılıp hemen ayılanlardan mıdır, yoksa Allah’ın istisna ettiklerinden midir?’ buyurarak Hz. Mûsâ’yı övmüştür.381

Peki, ‘beni diğer peygamberlerden üstün tutmayınız’ manasına gelen hadislerle, ‘ben insanların en üstünüyüm, peygamberlerin imamıyım’ manalarına gelen hadisler arasındaki tenâkuz gibi görünen bu durumu nasıl îzah edeceğiz? Sâlih Sabri Yavuz, Kelâm’da Efdaliyyet Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu Muhammed” Risalesi’nde bu konuda yapılan izahları özetlemiştir:

1.                  Bu hadisleri Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), kendisine, “öncekilerin ve sonrakilerin hayırlısı olduğu” bildirilmeden önce ve “peygamberlerden bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık” (Bakara 2/253) ayetinin vahyedilişinden önce söylemiştir. Bir anlamda ilk hadislerde geçen hükümler kaldırılmıştır.

2.                   Bunlar tevazu ve edep sadedinde söylenmiş hususlardır. Hz. İbrahim’i kendine tercih etmesiyle ilgili olarak ifade edilen “insanların en hayırlısı” ifadesi, onun dostluğuna saygı göstermek için söylenmiş olabilir veya fazilet bakımından

379 A.g.e. De’avât, 3616; Dârimî, Sünen, 48.

380 A.g.e. Sünen, 47.

381 Buhârî, Husûmât, 2411; Müslim, Fedâil, 160 (2373).

 

daha aşağı derecede bulunan kimseye bir eksiklik ve saygısızlık yapılmamasına yönelik olabilir.

3.                 Peygamberler arasında yapılacak böyle bir mukayese düşmanlığa ve fitneye sebep olabilirdi. Bunu engellemeye yönelik olabilir.

4.                  Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şahsına ve özelliklerine yönelik olarak yapılması muhtemel aşırılıkların önlenmesi ve peygamberler vesile kılınmak suretiyle olası düşmanlıkların önüne geçmek için olduğu şeklinde anlaşılmalıdır.’382

Buradan şunu anlıyoruz. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), en üstün ahlakıyla hiçbir zaman kendisini insanlardan üstün görmemiş, kibire ve gurura asla girmemiştir. İnsanlara güzel ahlak nişanelerinden biri olan tevâzuyu emrederken, her güzel haslette olduğu gibi, kendisi tevâzuyu da en üst seviyede yaşamıştır. ‘Kim Allah için mütevâzî olursa Allah onu yüceltir’383 fehvasınca, diğer peygamberlere karşı gösterdiği bu tevâzu bile yine onun büyüklüğüne bir delildir. O tevâzu gösterdikçe Allah onu yüceltmiş ve şerefini artırmıştır.

Mesela ŏůDŽžƵő ŧ Ūŏ Žŏ ŨƔō Ʊō ƼƲŎ ōű Ǒō ǃō ‘Balık sahibi (Yunus bin Mettâ) gibi olma’384 âyeti nazil olduktan sonra ihtimal sahabilerden bazılarının akıllarına gelmiş olabilir ki; Yunus b. Mettâ acaba ne yaptı ki, Peygamberimize ‘Sakın onun gibi olma!’ buyuruluyor. Onun için Peygamberimiz hemen ‘beni Yunus b. Metta'ya tercih etmeyin’ ve hiç kimseye “ben Yunus b. Metta’dan hayırlıyım” demesi yakışmaz’385 buyurarak, hem tevâzu göstermiş, hem de Allah’ın kendisine destek çıktığı gibi, o da peygamber olan bir kardeşine hemen arka çıkarak onu savunmuş ve böylece ayrı bir büyüklük göstermiştir. Yoksa balığın karnına atılma gibi ilâhi bir te’dibe maruz

kalan bir nebinin (a.s.), yukarıda zikri geçen sayılamayacak kadar nimetle Allah’ın tafdil ettiği ve övdüğü Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den daha büyük olması aklen de mümkün görülmemektedir.386

382 Sâlih Sabri Yavuz .(2005). Kelâm’da Efdaliyyet Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu Muhammed” Risalesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 5 (1): 12; Ayrıca bkz. Kurtubî, IV/254; İbni Kesîr, II/428; Şevkânî, I/460; İbni Âşur, III/8.

383 Müslim, Birr ve’s-Sıla ve’l Âdâb, 69 (2588); İbni Mâce, s.451.

384 68. Kalem Sûresi, Âyet 48.

385 Buhârî, Enbiyâ, 3412; Müslim, Fedâil, 166 (2376).

386 Bkz. İbn Ebi’l İzz el-Hanefî. (ö.792). El- Akîdetü’t-Tahâviyye ve Şerhi, Guraba Yayıncılık, M.Beşir Eryarsoy (Çev.), İstanbul, 2011, s.163.

 

2.2.  PEYGAMBERLER TARAFINDAN MÜJDELENMESİ

Önceki peygamberler arasında Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i, öncelikle Hz. İbrahim (a.s.)’ın dilinde bir dua olarak görürüz.

 Ƹő Ŏǂƾő ƹś ŊǑDŽŎƋƅō Ƹő ǂŏ NJŏƩ Ŵő Ƣō ūő ŧǃō Ũōƾřūƅō

ƸŎ NJƲŏ žō Ƶŧ ƈŎ ljƈŏ ƢƵō ŧ Űō ƽşō ưřō ƽţŏ Ƹő ǂŏ NJƱƈŎōś ljǃō ōŮƺƲőō žŏ Ƶő ŧǃō ũō ŨōŲƲŏ őƵŧ ƸŎŎ ǂƺƶśŎ ƢljŎō ǃō ưŏō űŨōljŝ Ƹő ǂNJōőŏ ƶōơ DŽŎƶŲōő lj

‘Ey bizim Rabbimiz!

Onların içinden öyle bir resul gönder ki; Kendilerine Senin âyetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti öğretsin Ve onları tertemiz kılsın. Muhakkak ki azîz sensin, hakîm sensin! (Üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibisin!)’387

Allah’ın Hz. İbrahim (a.s.)’ın bu duasını kabul ettiğinin ve duada zikredilen peygamberin Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem), olduğuna en büyük delil şu âyettir:

 

هُوَ الَّذ۪ي بَعَثَ فِي الْاُمِّيّ۪نَ رَسُولاً مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۗ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍۙ

 

‘O, ümmîler arasından, kendilerinden olan bir elçi gönderdi. Bu elçi onlara Allah’ın âyetlerini okur, onları inançlarına ve davranışlarına bulaşmış kirlerden arındırır, onlara kitabı ve hikmeti öğretir. Halbu ki daha önce belli ve kesin bir sapıklık içinde idiler.’388 Duada gönderilmesi istenen peygamberin, insanlara âyetleri okuma, kitabı ve hikmeti öğretme ve onları tezkiye etme şeklinde sayılan üç özelliğinin, Cuma Sûresindeki âyette gönderilen peygamberde yani Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’de, aynı lafızlarla zikredilmesi çok dikkat çekicidir. Ayrıca müfessirler bu duada geçen resulün Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) olduğunda ittifak etmişler ve ‘ben İbrahim’in duası, İsa’nın müjdesiyim’ hadisini zikretmişlerdir.389

Yüce Allah gönderdiği her peygambere, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in vasıflarını bildirmiş ve ona ulaştığı takdirde destek verme sözü almıştır. Ayrıca onlardan kendi ümmetlerine bu gerçeği bildirmelerini istemiştir.390

Ŏ وَاِذْ اَخَذَ اللّٰهُ م۪يثَاقَ النَّبِيّ۪نَ لَمَٓا اٰتَيْتُكُمْ مِنْ كِتَابٍ وَحِكْمَةٍ ثُمَّ جَٓاءَكُمْ رَسُولٌ مُصَدِّقٌ لِمَا مَعَكُمْ لَتُؤْمِنُنَّ بِه۪ وَلَتَنْصُرُنَّهُۜ قَالَ ءَاَقْرَرْتُمْ وَاَخَذْتُمْ عَلٰى ذٰلِكُمْ اِصْر۪يۜ قَالُٓوا اَقْرَرْنَاۜ قَالَ فَاشْهَدُوا وَاَنَا۬ مَعَكُمْ مِنَ الشَّاهِد۪ينَ

‘Hem  Allah, vaktiyle peygamberlerden “size kitap ve hikmet vermemden sonra, Sizin yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber geldiğinde, mutlaka ona inanıp yardımcı olacaksınız” diye söz almıştır. Allah: “Bunu kabul ettiniz, bu ağır yükümü sırtınıza

387 2. Bakara Sûresi, Âyet 129.

388 62. Cumâ Sûresi, Âyet, 2.

389 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/573-574, XXII/613; Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I/151; Zemahşerî,

Keşşâf, I/323; Râzî, Mefatih’ul Gayb, IV/72, XXIX/314.

390 Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, s.59; Mürsel Ata, Kur’an’ı Kerim’de Allah Resûlü (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Akçağ Yayınları, Ankara, 2014, s.173.

 

aldınız mı?” Dediğinde onlar: “Kabul ettik” diye kesin söz verince, Allah Teâla: “Siz de şahit olun, zaten Ben de sizinle beraber şahitlik edeceğim” buyurdu.’391

Ƴŋ DŽŎƋƅō  Ƹő ƱňŨŎŹō  ƸŎř ŵ ‘Sizin  yanınızda bulunan kitabı tasdik edici bir peygamber

geldiğinde’ ibaresinde kastedilen resul, Tevrat’ta zikri gecen Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir.392 Hz. Ali ve İbni Abbas (r.anhüm)’a göre, Yüce Allah Hz. Âdem’den itibaren gönderdiği her peygamberden, kendisini idrak ettikleri takdirde Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e iman edip yardım etmeleri konusunda söz almıştır.393

Bu âyetten asıl maksat, önceki peygamberlerin kendi kavimlerinden Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e iman edeceklerine dair söz almalarıdır. Çünkü Peygamberimiz geldiğinde peygamberlerin kendileri çoktan vefât etmiş olacaklardır. Aynı zamanda eğer hayatta olsalardı tüm peygamberlerin Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e tabi olmaları gerektiğine de delildir.394

Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem) kıyamet günü şefaatin ve Makamı Mahmud’un sahibi olduğu için ve hâtemü’l enbiyâ olduğu için, onun döneminde bulunsalardı, bütün peygamberlerin kendisine tabi olmaları gerekirdi. Nitekim İsrâ gecesi Beytü’l Makdis’te bütün peygamberlere imam olmuştur. ‘Hz. Mûsâ aranızda olsaydı, onun da bana tabi olmaktan başka yapacağı bir şey yoktu’ hadisi de bu görüşleri desteklemektedir.395

Ulu’l azm peygamberlerin sayıldığı âyette de aynı konu işlenmektedir.

ŨƞŊ NJŏƶƥō ŨŊƭŨōŶNJƹś ō ƸŎǂƾő ƹŏ ŨōƽƄő ſō ōşǃ Ƹō ōljƆő ƹō Ƽŏ ūő ŧ džƌō NJơŏ ǃ džƋō DŽƹŎ ǃ Ƹō NJō ǁŏ ŧƆō ūő ŏţǃ ŻŌ ō DŽŚƽ Ƽƹŏ ǃ ō ưō ƾƹŏ ǃō Ƹő ŎǂōƭŨō ōŶNJƹŏ Ƽō NJśNJŏŬřƾƵŧ Ƽō ƹŏ ŨōƽƄő ſō ōş ƃő ŏţǃō

‘Bir vakit, Biz peygamberlerden, kuvvetli bir söz almıştık: Senden, Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu Îsa’dan. Evet onlardan pek sağlam söz almıştık.’396

Âyette geçen, peygamberlerden alınan söz (misak), birbirlerini müjdeleme ve tasdik etme, özellikle de Hz. Muhammed’in geleceğini ilan etme ve müjdeleme sözüdür.397

391 3. Âl-i İmran Sûresi, Âyet 81.

392 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/539; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/286; İbni Atiyye, Muharreru’l Veciz, I/465; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532; Celâleddin Muhammed bin Ahmeb bin Muhammed el-Mahallî (ö.864) ve Celâleddin Abdurrahman bin Ebu Bekr es-Suyûtî (ö.911), Tefsîru’l İmâmeyn el- Celâleyn, Dâru İbni Kesîr, y.y. Ts. s. 60.

393 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, II/62; İbnü’l Cevzî, Zâdü’l Mesîr, I/416; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532; İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/101.

394 Râzî, Mefatih’ul Gayb, VIII/126; Ebu Hayyan, Bahru’l Muhît, II/532.

395 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, III/101.

396 33. Ahzab Sûresi, Âyet 7.

 

Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yaratılışta ve söz alınmada (mîsak) birinci, risâlet olarak ise sonuncudur. Onun zamirle ifade edilmesi ve sıralamada en başta zikredilmesi, hepsinden üstün olduğuna işarettir.398 Yoksa Allah, ‘Nuh’tan, İbrâhim’den, Mûsâ’dan ve Meryem’in oğlu Îsa’dan ve Muhammed’den söz aldık’ diyebilirdi.

Peygamberlerden alınan Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i müjdeleme sözünü, Hz.

İsâ (a.s.) ‘ın yerine getirdiğine yine Kur’an şahitlik etmektedir. Ũ ōlj Ƹō ōljƆő ƹō ƼŎ ūő ŧ džƌō NJơŏ Ƴō Ũōƭ ƃő ŏţǃō

ƂŎ ƺō Žő ōş ŎǀƺŎ Ƌő ŧ LJƂŏ Ƣő ūō Ƽƹŏ LjŏűŠő ōlj ƳŌ DŽŎƋƆō ŏū ŧ ƆƐś ōŬŎƹǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ Ƽō ƹŏ LJř Ƃō ōlj Ƽō NJő ōū Ũƺō śƵ ŨŊƭƂś Ɣō ƹŚ ƸƲŎ őNJōƵŏţ ŏǚř                                                                                                          ŎƳDŽŎƋƅō Ljśƽţŏ ƴō NJŏťŧƆƋŏőō                                                                                                          ţ Ljŏƾōū

‘Meryem’in oğlu Îsâ da: “Ey İsrail oğulları! Dedi, “Ben size Allah’ın elçisiyim. Benden önceki Tevrat’ı tasdik etmek, benden sonra gelip ismi “Ahmed” olacak bir resulü müjdelemek üzere gönderildim.’399

Bu  müjdeyi  alan  ehli  kitab  âlimleri  artık  Peygamberimizi  çok  iyi

tanıyorlardı.

ƻō DŽŎƾƹŏ ŢljŎő ōǑ ƸŎő ǂōƩ ƸŎő ǂƌŎō ƪƽōş ŧő ǃŎƆƌŏ ſō Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ƸŎ ŎǁňŨōƾūōő ş ƻō DŽŎƩƆŏ Ƣōő lj Ũƺō Ʊō ŎǀōƽDŽŎƩƆŏ Ƣōő lj ũō ŨōŲƲőƵŏ ŧ ƸŎ ŎǁŨōƾőNJōűŝ Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ

‘Kendilerine kitap verdiğimiz ümmetlerin bilginleri o Peygamberi, kendi öz evlatlarını tanıdıkları gibi tanırlar. Ama kendilerine acımayıp kendi kendilerini en büyük hüsrana uğratanlardır ki iman etmezler.’400 Hristiyan ve Yahudi bilginlerinin Peygamberimizin şemâilini tarif edecek kadar, hatta kendi çocuklarından daha iyi nasıl tanıyabildiklerini başka bir âyet tasrih etmektedir.

 LJƄŏ řƵŧ Ljř ƹś ŎǍŧ Ljř Ŭŏ řƾƵŧ Ƴō DŽŎƋƆř Ƶŧ ƻō DŽŎƢŏŬřŲōlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ

ƴŏ NJźŏ ƽő Ǐŏ ŧǃō ŭŏ ŧƅō DŽő řŲƵŧ LjŏƩ Ƹő ŎǁōƂƾơŏ ŨŊūDŽŎŲƲő ƹō ŎǀōƽǃƂŎ źŏ ōlj

‘Onlar ki yanlarındaki Tevrat ve İncil’de vasıfları

yazılı o ümmî Peygambere tâbi olurlar.’401

Hz. Ömer bu âyet inince Yahudilere, ‘gerçekten Hz. Peygamber’i çocuklarınızdan daha iyi tanıyor muydunuz?’ diye sorunca Yahudi bilginlerinden Abdullah bin Selam bunu ikrar etmiştir.402

Demek ki bütün peygamberler, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sıfatlarını, ne zaman gönderileceğini, nerede doğacağını, nereye hicret edeceğini kavimlerine haber

 

397 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/23; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, IV/102; Kurtubî, Câmiu’l- Ahkâm, XVII/68.

398 Mukâtil bin Süleyman. (ö.150). Tefsîr-i Mukâtil, c.III, Müessesetü Tarihu’l Arabî, Beyrut, 2002, Abdullah Mahmud (Thk), s.475; Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/23; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, XVII/68; İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXI/273.

399 61. Saf Sûresi, Âyet 6.

400 6. En’am Sûresi, Âyet 20.

401  7. A’raf Sûresi, Âyet 157.

402 Râzî, Mefatih’ul Gayb, XII/189.

 

vermişler,403 bunları okuyan Hristiyan ve Yahudi bilginleri onu kendi çocuklarından daha iyi tanır hale gelmiş404 ve onun gelişini beklemeye durmuşlardı.

2.3.  ZÂTININ ÖNE ÇIKARILMASI

Allah’ın anıldığı her yerde, bir ikram-ı ilahi olarak Peygamberimizin de isminin geçmesini, insanların her yerde onun adını zikrettiklerini, ‘Zikrinin Yüceltilmesi’ başlığında anlatmıştık. Burada ise Yüce Allah’ın Peygamberimizi (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i nazara verdiği bazı âyetlere örnekler vermek istiyoruz.

ŨŊƽŨƺō ljţŏ Ǒř ŏţ Ƹő ŎǁƁō ŧƇō Ũƹō ǃō ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř                      ƫō Ƃō Ɠō ǃō ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ŏǚř     ŨōƽƂō ơō ǃō Ũƹō ŧƄō ōǁ ŧDŽŎƵŨōƭ ũō ŧƈō Žő ōǍő ŧ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ Džōşƅō Ũƺř ōƵǃō

ŨƺŊ NJŏƶőƌōűǃō ‘Müminler saldıran o birleşik kuvvetleri karşılarında görünce: “İşte bu, Allah

ve Resulünün bize vaad ettiğidir. Allah da, elçisi de elbette doğru söylemişlerdir.” dediler. Düşman birliklerini görmeleri müminlerin sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.’405

ƻō DŽƱŎ Ɔŏ Ɛő ƺŎ Ƶő ŧ ōƿƆŏ Ʊō  DŽōő Ƶǃō ǀśŏ ƶƱŎ           Ƽŏ ljƂś Ƶŧ džōƶơō ŎƿƆō ǂƞNJŎőŏ   ŏƵ Ƭžōś              Ƶő ŧ Ƽŏ ljƁŏ ǃō            DžōƂǂőŎ ƵŨūŏ ŎǀōƵDŽŎƋƅō          ƴō Ƌƅōőō     ş LJƄřŏ Ƶŧ DŽŎō ǁ  O,

Resulünü, diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidâyet ve hak dini ile göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar.’406 Allah burada isteseydi, ‘diğer dinlere üstün kılmak için İslam dinini gönderdi’ diyebilirdi. Ama onun yerine ‘Resulünü gönderdi’ demesiyle Peygamberimizi nazara vermiş oluyor. Hem de ‘bir elçi gönderdi’ demeyip ‘elçisini’ diyerek iyelik zamiriyle gelmesi Peygamberimiz için

ayrıca bir tebcildir.

ƻō DŽƺŎ ōƶƢő ōű Ƹő ŎŲƾƱŎ ƻŏţ Ƹő ƲŎ řƵ Ɔŋ NJő ſō Ƹő ƲŎ ŏƵƃō Ƹő ƲŎ ƌŏ Ŏƪƽōşǃō Ƹő ƲŎ ŏƵŧDŽō ƹő ōŠŏū ŏǚř ƴŏ NJŏŬƋō LjŏƩ ƻō ǃƂŎ ǁŏ Ũźō Ŏűǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō Ŝŏ ř Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏű

‘Allah’a ve elçisine inanır, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla mücahede edersiniz. Eğer bilirseniz bunu yapmak sizin için çok hayırlıdır.’407

Ɔŏ  ōŬƱő ōǍŧ Ÿś  žō  Ƶő ŧ Ʒō DŽő ōlj Ɖŏ   ŨřƾƵŧ džōƵŏţ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō  ǃō   ǚŏ Ő   Ƽō  ƹś  ƻŋ  ŧƃō ōşDŽō ōƾNJƱŏ Ɔŏ  Ɛő  ƺŎ Ƶő ŧ Ƽō  ƹś  ƸŚűƂōǁŨơō   Ƽō  ljƄŏ řƵŧ džōƵŏţ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō  ǃō   ǚŏ Ő                                                                                 Ƽō  ƹś  ŋŭňŧƆō  ōū

ŎǀŎƵDŽŎƋƅō ǃō Ƽō NJƱƆŏŏ  ƐƺŎő     Ƶő ŧ Ƽƹśō      ňŋ LJƆŏ ōū ōǚŐ   ƻōř ş ‘Allah ve Resulünden, kendileriyle anlaşma yaptığınız

müşriklere son ihtar!.. Haccın en büyük günü, Allah ve Resulünden insanlara bir ilandır ki, Allah da, Resulü de müşriklerden berîdir’408

403 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, VI/18.

404 Taberî, Câmiu’l Beyân, IX/187; Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları, İstanbul, 2013, s.383.

405 33. Ahzab Sûresi, Âyet 22.

406 61. Saf Sûresi, Âyet 9.

407 61. Saf Sûresi, Âyet 11.

408 9.Tevbe Sûresi, Âyet 1,3.

Hicretin 9.yılında Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Müslümanları hacca göndermiş, başlarına da Hz. Ebu Bekr (r.a.)’ı hac emîri tayin etmişti. Bu âyetler inince Hz. Ali (r.a.)’ı arkadan gönderip Arafatta insanlara, müşriklere 4 ay süre verildiğini, bundan sonra müşriklerin artık haccedemeyeceklerini ilan etmesini emretti.409

Bu âyetlerde Allah ve Resulü hep beraber zikrediliyor. Eğer Allah dileseydi Hz. Peygamber’i zikretmez, ‘bu Allah’ın vaad ettiğidir’, ‘Allah’tan, müşriklere son ihtar’, ‘Allah’ın insanlara ilanıdır’ gibi buyurur ve tek kendi adını zikretmekle yetinebilirdi. Ama şeriatını ve hükümlerini Hz. Peygamber’in lisanıyla insanlara duyurduğu için,410 onu nazara vermiş ve pek çok yerde, Resulünü de zikrederek onu tebcil etmiştir.

Mesela  ŏǀŏƵDŽŎƋƅō  ǃō                              ŜŐŏ  Ũūŏ   ŧő ǃŎƆōƪƱō   ƸŎő ǂřƽōŠūŏ   ưŏō  Ƶƃō  ‘Bu  onların  Allah’ı  ve  Resulünü  inkar

etmeleri sebebiyledir’411 âyetini ele alalım. Bir insan, Allah’ı inkar ederse zaten kâfir olur. Peygambere iman etmesi veya etmemesi birşey ifade etmez. O halde Peygamberimizin de zikredilmesi onu tebcil içindir. Ayrıca daha önce geçen, Hz. Peygamber’e itaatin Allah’a itaat, ona isyanın Allah’a isyan sayılması başlıklarında ele aldığımız âyetlerin çoğu, bu konumuza da örnek gösterilebilecek âyetlerdir.

2.4.  ONA BİATIN ALLAH’A BİAT SAYILMASI

Hz. Peygamber’e itaatin Allah’a itaat sayılması, ona isyanın Allah’a isyan sayılması gibi benzer ifadelerden biri de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e biatın Allah’a biat sayılmasıdır.

Hicretin 6. Yılında Hz. Peygamber yaklaşık bin dörtyüz veya bin beşyüz sahabiyle beraber Kâbe’yi ziyaret etmek üzere Medine’den yola çıktılar. Hudeybiye’de konakladılar. Peygamberimiz niyetlerinin savaş olmadığını sadece umre yapmak olduğunu Kureyş’e bildirmesi için Hz. Osman’ı elçi olarak gönderdi. Kureyş ise Hz. Osman’ı alıkoydular. Bu haber ise Müslümanlara Hz. Osman’ın öldürüldüğü şeklinde geldi. Bunun üzerine Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sahabeden ölünceye kadar savaşacaklarına dair ağacın altında biat aldı. Bunun üzerine şu âyet nazil omuştur.412

409 Taberî, Câmiu’l Beyân, XI/309; Râzî, Mefatih’ul Gayb, XV/227.

410 Bkz. İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, X/108.

411 9.Tevbe Sûresi, Âyet 80.

412 Bkz. İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, XIII/94.

Ƃō ōǁŨơō Ũƺō ŏū džōƩǃő ōş Ƽő ƹō ǃō ǀŏ ƌŏ ƪő ōƽ džōƶơō ŴŎ ƲŎ ƾōlj Ũƺō řƽŏŤōƩ Ŵō Ʋō řƽ Ƽƺō ōƩ Ƹő ǂŏ ljƂŏ ljő ōş ƫō DŽő ōƩ ǚŏ ř ƂŎ ōlj ōǚř ƻō DŽŎƢŏljŨōŬŎlj Ũƺō řƽŏţ ưō ōƽDŽŎƢŏljŨōŬŎlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻř ŏţ

ŨƺŊ NJƞŏ ơō                        ŧ ƆŹōő ş ǀŏ NJŏűŢNJŎő ƌō ōƩ ōǚř ŎǀőNJōƶōơ ‘Sana biat edenler, gerçekte Allah’a biat etmektedirler.

Allah’ın eli, hepsinin ellerinin üstündedir. Kim sözünden dönerse, kendi aleyhine olarak döneklik eder. Ama kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir.’413

Söz ve fiil olarak Peygamberimizin her ameli Allah’ın emriyle olduğu için ona biat Allah’a biat sayılmıştır.414 Çünkü Hz. Peygamber’e söz vermek, Allah’a söz vermek gibidir. Aralarında fark yoktur.415 Âyetin sonunda, ‘Kim Allah’a verdiği sözünde durursa, Allah ona pek büyük mükâfat verir’ cümlesinden de, Hz. Peygamber’e biat edip, kaçmayacaklarına dair söz veren sahabilerin, aslında Allah’a söz vermiş oldukları anlaşılmaktadır.

2.5.  ŞEÂİRE HÜRMETİN EMREDİLMESİ

Allah’ın değer verdiği, kutsal saydığı, İslam Dini’ne ait alametler ve semboller vardır. Bunlara şeâir denir. Bu kelime Kur’an’da dört yerde geçmektedir. ŏǚŐ Ɔŏ ŏťŞƢō Əō Ƽƹŏ ōŭǃō Ɔő ƺō Ƶő ŧǃō ŨōƪřƔƵŧ ƻř ŏţ ‘Safa ile Merve Allah’ın belirlediği nişanelerdendir…’416,

ǚř Ɔŏ  ŏťŨƢō Əō          Ƽƹś   ƸƲŎ ōƵ  ŨōǁŨōƾőƶƢō Źō   ƻō  Ƃő ŎŬőƵŧǃō   ‘Biz  kurbanlık  büyükbaş  hayvanları  da  sizin  hakkınızda

Allah’ın dininin şeâirinden kıldık’417 ve ōǑǃō Ʒō ŧƆō žō Ƶő ŧ Ɔō őǂƐř Ƶŧ ōǑǃō ŏǚŐ Ɔō ŏťŞƢƏōō         ŧő DŽŚƶžŏ Ŏű ōǑ ŧő DŽŎƾƹŝō Ƽō ljƄřŏ Ƶŧ ŨōǂljşōŚ Ũōlj

ŨŊƽŧDŽō Ɨő   ƅŏ  ǃō   Ƹő ǂśŏ  ūřƅ  Ƽƹś   ŊǒƘő   ōƩ  ƻō DŽƦōŎ ŲőŬōlj  Ʒō ŧƆō  žō  Ƶő ŧ  ŰNJōőō   ŬƵő ŧ  Ƽō  NJƹŝś         Ǒǃō   Ƃō ŏťnjōƮƵő ŧ  ōǑǃō   LJō  Ƃő ōǂőƵŧ  ‘Ey  iman  edenler!  Ne

Allah’ın şeâirine, ne haram aya, ne Kâbe’ye hediye olarak gönderilen kurbanlık hayvanlara, hele hele gerdanlık takılı kurbanlıklara, ne de Rabbinin lütfunu, ihsan edeceği kazancı ve O’nun rızasını arzulayarak Beyt-i Haram’a yönelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin!’418 Gibi âyetlerde şeâire dair örnekler verilmekte ve onlara saygısızlık yasaklanmaktadır.

Hudeybiye’de müşriklerin Müslümanları umre için Mekke’ye sokmamaları, Müslümanlara çok ağır gelmişti. Önlerinde kurbanlıklarıyla umreye giden başka bir müşrik gurubuna rastlayan sahabiler, ‘ey Allah'ın Resulü bunlar müşrik, biz de bunları bırakmayalım baskın edelim’ demeleri üzerine bu âyet nazil olmuştur.419

413 48. Fetih Sûresi, Âyet 10.

414 Bikâî, Nazmu’d-Dürer, XVIII/295.

415 Muhammed Cemâleddin el-Kâsımî, Tefsîru’l Kâsımî Mehâsinü’t-Te’vîl, c.XVII, y.y. 1957, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk.), s.48.

416 2. Bakara Sûresi, Âyet 158.

417 22. Hac Sûresi, Âyet 36.

418 5. Maide Sûresi, Âyet 2.

419 İbni Kesîr, Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm, V/18.

 

Dördüncü âyette ise,

 ũŏ   DŽŎƶŎƮƵő ŧ  DžDŽō Ʈő ōű  Ƽƹŏ   ŨōǂřƽŏŤōƩ  ǚŏ ř

 Ɔō  ŏťŨƢō Əō           Ƹő śƞƢō Ŏlj  Ƽƹō ǃō   ưō  ŏƵƃō   ‘Bu  böyledir,

artık kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır’420 denilerek, şeâire hürmet etmek, doğrudan doğruya takva ile ilişkilendirilmiş, yani şeâire saygı göstermenin, Allah’a saygının gereği olduğu vurgulanmıştır.

Peki, İslam Dininde neler şeâir kapsamına girmektedir? Taberî’ye göre

şeâir, cemerat, Safa, Merve, Meş’ari Haram ve Müzdelife gibi hac menâsikinin

yanında,421 Allah’ın hak ile batıl arasında emare, alamet kıldığı sembollerdir.422 İbni Atiyye’ye göre, Allah’ın bütün emir ve nehiyleri şeâir kapsamına girer.423 Râzî’ye göre Allah’a itaatin göstergesi olan her şey şeâirdendir.424 Şah Veliyyullah Dihlevî de (ö.1176) şeâirin Allah’a saygıdan dolayı kendilerine saygı gösterilmesi gereken ve kendileriyle Allah’a ibadet edilen şeyler olduğunu söylemiştir. Ona göre şeâirin en

büyükleri dört tanedir, bunlar Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Kâbe ve namazdır.425

Mevdûdî (ö.1979) ise şeâiri şöyle açıklar:

Şeâir, şiârın çoğuludur. Bir yol, bir akide, bir düşünce biçimi bir eylem veya bir sistemi sembolize eden bir nesne veya onun temsilcisine, bir amblem görevi gördüğünden dolayı şiâr denilir. Resmî bayraklar polis veya asker üniformaları, paralar, pullar vs. yönetimi altındakilerden ve belli ölçülerde başkalarından kendilerine gerekli saygı isteyen hükümetlerin şeâiridir. Eğer bir kimse, bir sistemin sembollerinden birine saygısızlık gösterirse, bu o sisteme karşı bir düşmanlık göstergesidir ve eğer saygısızlık gösteren kişi aynı sisteme aitse bu durumda bu hareket bir isyan demektir.’426

Yukarıdaki izahlardan anladığımız kadarıyla şeâir, hususi manasıyla hac menasiki olmakla beraber, umumi manasıyla, İslam Dini’ne ait olan, Allah’ı hatırlatan herşeydir. Bir futbol maçında taraftarların tuttukları takımın formasını giymelerinin, takımın renklerinde şapka takmalarının ve ellerinde takımın bayrağını sallamalarının, taraftarlarda kitle psikolojisi oluşturması gibi, o takıma olan âidiyet duygusunu beslemesi gibi, şeâire hürmet de, müslümanlarda, müslüman olma his ve

420 22. Hac Sûresi, Âyet 32.

421 Taberî, Cami’ul Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an, XVI/541.

422 A.g.e, VIII/24.

423 Kadı Ebû Muhammed Abdulhak bin Galib bin Atiyye el-Endülüsî. (ö.546). El-Muharreu’l Veciz fi

Tefsiri’l Kitabi’l Aziz, c.II, Darul Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 2001, Abdusselam Abuşşafi Muhammed (Thk.), s.146.

424 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IV/174.

425 Şah Veliyyullah bin Abdurrahim ed-Dihlevî. (ö.1176). Hüccetullâhi’l Bâliğa. c.I. Dâru’l Kütübi’l

İlmiyye, Beyrut, 1995, s.134.

426 Ebu’l A’lâ Mevdûdî. (ö.1979). Tefhîmu'l-Kur'ân. c.VI. İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, Muhammed Han Kayanî (Çevr.), s. 449.

şuurunu, İslam cemaati, İslam ümmeti olma duygusunu beslemektedir. Maide 2. Âyette geçtiği gibi, Allah, Kâbe’ye adanmış kurbanlık hayvanlara hatta onların boyunlarındaki gerdanlıklara bile saygısızlık etmeyin diyorsa, hem de sahipleri müşrik olduğu halde onlara değer veriyorsa, bir tepeyi şeâirden sayıyorsa, Şeytan taşlanan mekânı, saygı gösterilmesi gereken şeâirden sayıyorsa, İbni Atiyye, Râzî ve Dihlevî gibi, şeâirin tanımını genelleştiren âlimlerden de destek alarak diyebiliriz ki, şeâirin en büyüğü, en değerlisi, en çok saygıya layık olanı, bu dinin peygamberi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’dir. ‘Kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır’427 âyetinden anlaşıldığı kadarıyla şeâire hürmet etmek, şeâiri ululamak ve şeâiri yüceltmek takvanın gereği olduğuna göre, Peygamberimize hürmet etmek de, Peygamberimizi yüceltmek de, takvanın yani Allah’a saygının gereğidir.428

Günümüzde bazı insanlardan duyduğumuz, ‘peygamberi aşırı yüceltmeye gerek yoktur’ düşüncesini anlamakta zorlanıyoruz. Peygambere bağlılık ve onun ahlakıyla ahlaklanma açısından İslam toplumuna baktığımızda, acaba nasıl bir manzara görürüz? Müslüman toplumlar bugün Hz. Peygamber’in ahlaklıyla ahlaklanmış, Kur’ân’ın emrettiği gibi onu üsve-i hasene kabul edip onun sünnetine sımsıkı sarılmış, bunun sonucu olarak da ona aşırı bağlanmışve onu aşırı yüceltmekte midirler ki, neredeyse şirk sınırına yaklaştıklarından dolayı Müslümanlara ‘Hz. Peygamber’i aşırı yüceltmeyin’ diyelim? Tam aksine bize göre Müslümanların bugün, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i yüceltmeye, onu örnek almaya ve onun ahlakıyla ahlaklanmaya ihtiyaçları vardır. Kur’an takvâ sahipleri için hidayet rehberiyse,429 yani takvâ her Müslümanda olması gereken bir haslet ise, ‘kim Allah’ın şeâirini tazim ederse, şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır’ âyetine göre, Hz. Peygamber’i yüceltmek takvânın gereğidir. Buna göre de biz şirke girmedikten sonra bir Müslümanın, Peygamberimizi yüceltmesinde bir mahsur olmadığı, aksine onu yüceltmesi gerektiği kanaatini taşıyoruz.

 

427 22. Hac Sûresi, Âyet 32.

428 Bkz. Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXVIII/99.

429 Bkz. ‘İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!’ 2. Bakara Sûresi, Âyet 2.

 

2.6.  AİLESİNE DEĞER VERİLMESİ

Ƹő ŎǂŎűŨōǂƹř Ŏş ŎǀŎŹŧōǃƇő ō şǃō őƸǂŏ ŏƌŎ ƪő ƽō ş Ƽő ƹŏ Ƽō NJŏƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŨŏū džōƵ ǃōş LjŚ ŏŬřƾƵŧ

‘Peygamberin müminler üzerinde haiz olduğu hak, onların bizzat kendi nefisleri üzerindeki haktan daha fazladır. (O, bir baba konumunda olduğundan) onun eşleri de müminlerin anneleridir.’430

Hemen hemen bütün tefsirlere göre Allah, bu âyette, onlarla evlenilmesini haram kılmakla ve onlara tazim ve hürmeti vacip kılmakla Peygamberimizin hanımlarına değer vermiştir.431

Bir insanın annesine hürmet etmesi nasıl farz ise, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hanımlarını kendi annesi gibi görmesi ve aynen öyle hürmet etmesi de farzdır. Bu ise doğrudan doğruya Hz.Peygamber’in şerefi ve değeridir.

ŊŨƩǃŎƆƢő řƹ Ŋ ǑDŽő ōƭ Ƽō őƶŎƭǃō ƕŋ    Ɔō ƹō ǀŏ ŏŬƶő ōƭ LjŏƩ LJƄŏ řƵŧ Ơō ƺō ƛő ōNJōƩ Ƴŏ DŽő ōƮƵő Ũŏū Ƽō Ƣő Ƙō ƀő ōű ǒō ōƩ Ƽř ŎŲNJő ōƮřűŧ ƻŏ ŏţ ňŨƌō śƾƵŧ Ƽō ƹś ƂŌ Žō ōŠƱō Ƽř ŎŲőƌōƵ Ljś ŏŬřƾƵŧ ňŨƌō ŏƽ Ũōlj

Ŏǚř ƂŎ ljƆŏ Ŏlj Ũƺō řƽŏţ ŎǀōƵDŽŎƋƅō ǃō ōǚř Ƽō Ƣő ƙŏ ōşǃō ōŭŨƱƈřō Ƶŧ Ƽō NJŏűŝǃō ōŭǒō Ɣř Ƶŧ Ƽƺŏō ƭşōő ǃō džōƵǃŎǍŧő Ůŏ řNJŏƶǁŏ Ũźō Ƶő ŧ ŷƆōŚō                Ŭōű Ƽō Źő Ɔř ōŬűō Ǒō ǃō Ƽř ƲŏŎ űDŽŎNJŎū LjŏƩ ƻƆőō                                                                  ōƭǃō

ŊŧƆNJǂŏ ƛő ōű Ƹő ƱŎ Ɔō śǂōƛljŎ ǃō ŰNJōőŏ        ŬƵő ŧ ƴō őǁşō ƊŹőō  Ɔś Ƶŧ ƸŎ ƲŎ ƾơō Ūǁŏō    ƄŎő NJŏƵ

‘Ey Peygamber hanımları! Siz herhangi bir kadın gibi değilsiniz. Takvâ sizin sıfatınız olduğuna göre, nâmahrem erkeklere hitap ederken tatlı ve cilveli bir eda ile konuşmayın ki kalbinde hastalık bulunan bir şahıs, şeytanî bir ümide kapılmasın. Ciddi, ölçülü konuşun. (Ey Peygamber hanımları!) Hem vakarla evinizde durun da, daha önceki Cahiliye döneminde olduğu gibi süslenip dışarı çıkmayın, namazı hakkıyla ifa edin, zekâtınızı verin, hülasa Allah’a ve Resulüne itaat edin. Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.’432

Nasıl Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sıradan bir insan değilse, onun hanımları da sıradan kadınlar değildirler. Onlar bu ümmetin kadınlarının en üstünleri, en hayırlılarıdırlar. Ve bu üstünlük Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e olan yakınlıklarından gelir. Çünkü onlar diğer kadınların muttali olamayacakları derecede Peygamberimizin hususi hallerine de şahit oldular. Onun ahlakını yakından gördüler. Onun ahlakıyla ahlaklandılar.433

 

430 33. Ahzab Sûresi, Âyet 6.

431 Taberî, Câmiu’l Beyân, VI/16; Cessâs, Ahkâmu’l Kur’an, V/223; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, XXV/196; Kurtubî, Câmiu’l-Ahkâm, VI/62.

432 33. Ahzab Sûresi, Âyet 32-33.

433 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/7.

İbni Âşur İbni Abbas’ın görüşünü benimseyerek âyeti şöyle tefsir etmiştir: ‘Ey Peygamber hanımları, Allah sizi kemalât ile muttasıf kılmak ve noksanlıklardan arındırmak istediği için bu emir ve nehiylerini size bildiriyor. Çünkü siz Peygamber hanımısınız. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in makamının yüceliğinden dolayı, ‘temiz kadınlar temiz erkekleredir’434 âyetine göre hanımlarının da kemalât olarak ona yakın olmaları gerekir.435

Ehli beytin kimler olduğu konusunda tefsirlerde çeşitli izahlar getirilmiştir. Hz. Aişe, Ümm-ü Seleme ve Enes bin Malik’ten gelen rivayete göre ehli beytten kasıt, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. Allah Rasulü namaza kalktığı zaman Hz. Fatıma’nın kapısına gelir, ‘ey ehl-i beyt namaz’ diye seslenir ve âyetin, ‘ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü kiri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor’ kısmını okurdu. Bir gün de Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i abasının altına almış ve ‘Allah’ım bunlar benim ehl-i beytimdir. Onlardan her türlü kiri gider ve onları tertemiz kıl’ diye dua etmişti. İbni Abbas’tan gelen bir rivayete göre ise ehl-i beyt Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hanımlarıdır. Üçüncü bir görüşe göre de Hanımları ve çocuklarıyla beraber Peygamberimizin tüm ev halkıdır.436

İbni Âşur meseleyi şöyle te’lif etmiştir: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), haram belde olma hükmünde Medine’yi Mekke’ye ilhak ettiği gibi (Hz. İbrahim Mekke’yi haram belde ilan etmişti), ehl-i beyt olma hususunda da ‘âl-i abayı’ âyetin hükmüne ilhak etmiştir. Yani Peygamber’in hanımlarının ehl-i beyt olması âyet iledir, ‘âl-i aba’nın ehli beyt olması ise Allah Resulü’nün duasıyladır.437

Nasıl ki Kâbe şerefinden dolayı ‘beytullah’ adını almıştır. Aynen öyle de Allah Teâlâ Resulullah’ın ev halkını tazim için, tekrim için onları ‘ehl-i beyt’ olarak isimlendirmiştir.438

Seyyid Kutub ehl-i beytin tathirini şöyle tefsir eder:

‘Yüce Allah şöyle diyor: "Ey ehl-i beyt! Şüphesiz Allah sizden pisliği giderip sizi tertemiz yapmak ister." İfadede, Peygamberimizin ehl-i beytine yönelik bir iltifat vardır. Bu iltifat, onlara şu mesajı veriyor: Yüce Allah bizzat onlarla ilgileniyor, onları temizlemek, kirleri gidermek istiyor. Bu, doğrudan doğruya o evin halkına yönelik yüce

434 24. Nur Sûresi, Âyet 26

435 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/14.

436 Taberî, Câmiu’l Beyân, XIX/101-106; İbnül Cevzî, Zâdü’l Mesîr, VI/381.

437A.g.e, XXI/15.

438 Seyyid Kutup, Fi Zılâli’l Kur’an, V/2862.

 

bir gözetimdir. Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz zaman... Şu evrenin Rabbi... Her şeyden büyük olan Allaö... Bu sözleri söyleyenin kim olduğunu düşündüğümüz zaman, ehl-i beyte yönelik bu büyük lütfun boyutunu kavrarız.’439

Görüldüğü gibi Allah Teâlâ Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şanından dolayı ailesine de değer vermiş böylece Peygamberine iltifat etmiştir. İbni Âşur da, peygamber hanımlarının Kur’an’da sena edilmesinin, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Allah katındaki değerinin büyüklüğünden kaynaklandığını söyler.440

2.7.  ÜMMETİNİN EN HAYIRLI ÜMMET OLMASI

Yüce Allah, kitaplar içinde en yücesi olan Kur’an’ı Peygamberimize verdiği gibi, ümmetler içinden de en hayırlı ümmeti ona vermiş veya diğer bir tabirle, onun ümmetini ümmetlerin en hayırlısı kılmıştır.

ƻō ŨƲō ōƵ ũŏ ŨōŲƲŏ Ƶő ŧ Ŏƴǁő ōş Ƽō ƹō ŝ DŽő ōƵǃō ŏŜŐ Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏűǃō Ɔŏ Ʋō ƾƺŎ őƵŧ Ƽŏ ơō ƻō DŽő ōǂƾő ōűǃō Ƨŏ ǃŎƆƢő ƺō Ƶő Ũŏū ƻō ǃŎƆƹŎ őŠōű Ɖŏ ŨřƾƶŏƵ Űő Źō Ɔŏ ſő Ŏş ŮŌ ƹř Ŏş Ɔō őNJſō Ƹő ŎŲƾƱŎ

ƻō DŽŎƮƋŏ ŨōƪƵő ŧ ƸŎ ŎǁŎƆōŶƱő ōşǃō ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ őƵŧ ƸŎ Ŏǂőƾƹś ƸŎǂřƵ ŧ ƆNJő ſō ‘Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için

meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz, çünkü Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da bu imânâ gelseydi, elbette kendileri için iyi olurdu. İçlerinden iman edenler varsa da ekserisi dinden çıkmış fâsıklardır.’441

Âyet, tüm ümmet-i Muhammed’e şâmil olmakla beraber, özellikle kastedilen Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ashabıdır. Ve mânâ, ‘emr-i bil maruf nehy-i anil münker yapmak şartıyla siz insanların en hayırlılarısınız’ şeklindedir.442

Âyette ‘ƻŨƱ ’ fiiliyle ifade edilmesi, yani ‘ƸŲƽş ’ yerine ‘ƸŲƾƱ ’ denmesinin

sebebi, ŊŨƺNJŽƅ ŊŧƅDŽƪƥ ǚ ƻŨƱǃ, ŊŨƺNJƲŽ ŊŨƺNJƶơ ǚ ƻŨƱǃ 443 âyetlerindeki gibi hakikatte işin öyle

olduğunu, onların en hayırlı ümmet olduğunu te’kid içindir. 444

Âyet, Malik bin Sayf ve Vehb bin Yehud isminde Yahudilerden iki kişinin, sahabilerden Abdullah bin Mesud, Übey bin Ka’b, Muaz bin Cebel, Ebu Huzeyfenin mevlası Salim’in içlerinde olduğu toplulukla tartışıp ‘biz sizden üstünüz, dinimiz de bizi davet ettiğiniz dinden üstündür’ demeleri üzerine nazil olmuştur.445

439 A.g.e. V/2862.

440 İbni Âşur, Et-Tahrir ve’t-Tenvir, XXII/97.

441 3. Âl-i İmran Sûresi, Âyet 110.

442 Taberî, Câmiu’l Beyân, V/673.

443 4. Nisâ Sûresi, Âyet 96, 17.

444 Cessâs, Ahkâmu’l Kur’an, II/322.

445 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, VIII/89.

 

Râzîye göre mana, ‘siz Levh-i Mahfuzda ümmetlerin en hayırlısı ve en üstünüsünüz. Hakkınızdaki bu fazileti, bu övülen hasleti sakın iptal etmeyin’ şeklindedir. Bu üstünlüğün ise Peygamberimizden geldiğini belirtir: ‘Sahabe hiç şüphesiz ki bütün âlemde insanların en hayırlısıdır. Çünkü onların peygamberi peygamberlerin en efdalidir. Bu efdaliyet ise içlerindeki peygamber itibarıyladır.’446

‘En hayırlı ümmet’ mefhumunu Bakara Sûresi’ndeki şu âyet desteklemektedir, ŧƂŊ NJǂŏ Əō Ƹő ƲŎ NJő ōƶơō ŎƳDŽŎƋ řƆƵŧƻō DŽƲŎ ōljǃō Ɖŏ ŨřƾƵŧ džōƶơō ňŧƂō ōǂƏŎ ŧő DŽŎƽDŽƲŎ ōŲśƵ ŨŊƛƋō ǃō ŊŮƹř Ŏş Ƹő ƱŎ Ũōƾƶő Ƣō Źō ưō ŏƵƄō Ʊō ǃō

‘Ve işte böylece biz sizi örnek bir ümmet kıldık ki insanlar nezdinde Hakk’ın şahitleri olasınız ve Peygamber de sizin hakkınızda şahit olsun.’447

Allah Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in ümmetine, Hz. İbrahim (a.s.)’ın kıblesine dönmeyi nasip ettiği gibi, onları başka ümmetlerden de üstün kılmıştır. Onları hayırlı ve âdil bir ümmet yapmıştır. Allah önceki Peygamberlerin, tebliğ vazifelerini yaptıklarına dair, onların ümmetlerine karşı kıyamet gününde şahit olmaları ve Hz. Muhammed’in de onlara şahit olması için, Ümmet-i Muhammedi, hayırlı ve âdil bir ümmet kılmıştır. 448 Nitekim hadis-i şeriflerde, mahşer günü Hz. Nuh’un ümmetine

tebliğ vazifesini yaptığına dair, Hz. Muhammed’i ve ümmetini şahit göstereceği

anlatılmaktadır.449

Müfessirler, ‘ ŊŨƛƋō ǃō ’ kelimesini ‘ ŊŧƅŨNJſ’ en hayırlı ve ǑƂơ âdil, mutedil olarak tefsir etmişlerdir.450 Görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Peygamberimizin ailesine değer veriyor, onları tertemiz yapmak istiyor, ümmetine en hayırlı ümmet diyor. Teşbihte hata olmasın, ‘bir göz hatırına çok gözler sevilir’ fehvâsınca, Yüce Allah, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hatırına, ailesine ve ümmetine ne büyük payeler ihsan etmiştir.

2.8.  RÂZI OLACAĞI KIBLEYE ÇEVRİLMESİ

Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Medine’de Mescid-i Aksa’ya doğru namaz kılarken Yahudiler: ‘Muhammed dinimize muhalefet ediyor ama kıblemize yöneliyor’ diyorlardı. Peygamberimiz de buna üzülüyodu. Hz. Cebrail kıblenin değişeceği

446 Râzî, Mefâtih’ul Gayb, VIII/193.

447 2. Bakara Sûresi, Âyet 143.

448 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/626.

449 Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 3339; Tirmizî, Tefsîru’l Kur’an, 2961.

450 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/626; Mâturidî, Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne, I/101; Zemahşerî, Keşşâf, I/337;

Tefsirü’l Kur’ani’l Azim, II/111-112.

 

müjdesini verdi. Artık Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) çok şiddetli bir arzuyla kıblenin, Hz. İbrahim’in kıblesi olan Kâbe olmasını istiyordu.451 On altı veya on yedi ay Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kıldıktan452 sonra ŨōǁŨƗō Ɔő ōű ŊŮōƶőŬŏƭ ưō řƾōNJśƵDŽō ŎƾōƶōƩ ňŨƺō ƌř Ƶŧ LjŏƩ ưō ǂŏ Źő ǃō Ūō ŚƶōƮōű DžƆō ōƽ Ƃő ƭō

Ʒŏ ŧƆō žō Ƶő ŧ Ƃŏ źŏ ƌő ƺō Ƶő ŧ Ɔō ƛő Əō ưō ōǂ Źǃō Ƴś DŽō ōƩ ‘Elbette ilahî buyruğu bekleyerek yüzünün semada aranıp

durduğunu görüyoruz. Artık müsterih ol, işte memnun olacağın kıbleye seni yöneltiyoruz. Hadi yüzünü Mescid-i Harâm’a doğru çevir’453 âyeti nazil oldu ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in isteği ve duası kabul olmuş oldu. Âyette ‘Seni mutlaka arzu ettiğin, razı olacağın kıbleye çevireceğiz’ ifade tarzında, ‘Sen madem Kâbe’yi arzuluyorsun, merak etme bu konuda seni üzmeyeceğiz’ gibi manalarla Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’i şefkatle kucaklama vardır.

Yüce Allah, nebisini daha fazla mahzun bırakmamış, büyük bir arzuyla beklediği isteğini yerine getirmiş ve onu istediği kıble olan Kâbe’ye çevirmiştir.

2.9.  TÖVBE İÇİN ARACILIĞININ KABUL EDİLMESİ

Bizim inancımızda tövbe sadece Allah’a yapılır. Kur’an-ı Kerim’de pekçok âyette günah işleyen insanların samimi bir tövbeyle Allah’tan af dilemeleri, Allah’ın kullarına çok yakın olduğu ve günahları bağışlayacağı vurgulanır.454 Ancak bazı âyetler de vardır ki, onlarda insanların Allah’tan af dilemeleri yanında, Peygamberimizden de adeta bu konuda aracılık yapması istenmektedir.

وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا لِيُطَاعَ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ جَٓاؤُ۫كَ فَاسْتَغْفَرُوا اللّٰهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللّٰهَ تَـوَّاباً رَح۪يماً

‘Eğer onlar kendilerine zulmettikleri vakit sana gelip de Allah’tan af dileseler, sen de resul olarak onların affedilmelerini isteseydin, elbette Allah’ı tövbeleri çokça kabul eden ve çok merhametli bulacaklardı.’455 Bu âyetin sibakında münafıklardan bahsedildiğini görüyoruz. Hz. Peygamber’in hükmüne karşı çıkmak suretiyle kendilerine yazık eden münafıkların affolabilmeleri için, tövbe ederek Peygamberimize gelmeleri, Allah’a istiğfar etmeleri ve Hz. Peygamberin de onların affolması için şefaat etmesi

istenmektedir.

451 Taberî, Câmiu’l Beyân, II/656; Râzî, Mefâtih’ul Gayb, IV/120.

452 Beğavî, Meâlimu’t-Tenzîl, I/162.

453 2. Bakara Sûresi, Âyet 144.

454 Bkz. ŋŪNJźŏ ƹŚ ŋŪljŏƆōƭ Ljśūƅō ƻř ŏţ ǀŏ NJő ōƵŏţ ŧő DŽŎūDŽŎű Ƹř Ŏŵ ŎƿǃƆŎ ŏƪƦő ōŲőƋŨōƩ ‘O halde O’ndan mağfiret dileyin, yine O’na dönün, tövbe edin. Çünkü Rabbim kullarına çok yakın ve onların tövbe ve dualarını kabul edendir’11.Hud Sûresi,

Âyet 61; Ɓŋ ǃƁǃōŎ   Ƹŋ NJŽŏ ƅō Ljśūƅō ƻŏř ţ ǀNJōőŏ Ƶţŏ ŧő DŽŎūDŽŎű ƸŎř ŵ Ƹő ƲŎ řū ōƅ ő ŧǃƆŎ ŏƪőƦō ŲőƋŧ ōǃ ‘Rabbinizden af ve mağfiret dileyin, sonra

günahlarınızdan tövbe edip O’na sığının. O sizi affeder ve korur. Çünkü Rabbim pek merhametlidir ve kullarını çok sevendir.’ 11.Hud Sûresi, Âyet 90.

455 4. Nisâ Sûresi, Âyet 64.

 

Âyette, ‘sana gelselerdi’ dedikten sonra, ‘sen onlar için istiğfar etseydin’ denmeyip ‘Resul onlar için istiğfar etseydi’ demek suretiyle muhatab sîgasından üçüncü tekil şahıs (gâib) sîgasına geçilmesi yani tefsir ilminde ‘iltifat’ yapılması, Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şânının yüceliğine, istiğfarının büyüklüğüne ve şefaatının Allah katındaki değerine işaret içindir.456

Bunun gibi iki âyette daha Hz. Peygamber’den insanlar için istiğfar etmesi istenmiştir.

LjŏƩ Ƹő Ŏǁƅő ǃŏ ŨƏō ǃō Ƹő ŎǂōƵ Ɔő ŏƪƦő ōŲƋő ŧǃō Ƹő Ŏǂőƾơō ƨŎ ơő ŨōƩ ưō ŏƵDŽő Žō Ƽő ƹŏ ŧő DŽƘŚ ōƪƽōǑ Ūŏ ƶő ōƮƵő ŧ Ɲō NJŏƶƥō ŨŊŐƞōƩ Űō ƾƱŎ DŽő ōƵǃō Ƹő ŎǂōƵ Űō ƾŏƵ ŏǚŐ Ƽō ƹś ŮŌ ƺō Žő ƅō Ũƺō ŏŬōƩ

Ɔŏ ƹő ōǍŧ

‘İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et.’457

Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻř ŏţ ŎƿDŽŎƽƃŏ őŠōŲőƌōlj džřŲŽō ŧDŽŎŬōǁƄő ōlj Ƹő ōƵ ƠŌ ƹŏ ŨŹō ƆŌ ƹő ōş džōƶơō ŎǀƢō ƹō ŧDŽŎƽŨƱō ŧƃō ŏţǃō ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō Ŝŏ ř Ũŏū ŧDŽŎƾƹō ŝ Ƽō ljƄŏ řƵŧ ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő ƺŎ Ƶő ŧ Ũƺō řƽŏţ ōǚř  ƸŎ ŎǂōƵ Ɔő ŏƪƦő ōŲƋő ŧǃō Ƹő Ŏǂƾő ƹŏ Űō Ŧő Əŏ Ƽƺō śƵ ƻƃō őŠōƩ Ƹő ǂŏ ŏƽőŠōƏ ŏƖƢő ōŬŏƵ Ưō DŽŎƽƃō őŠōŲƋő ŧ ŧƃō ŏŤōƩ ǀŏ ŏƵDŽŎƋƅō ǃō Ŝŏ ř Ũŏū ƻō DŽŎƾƹŏ Ţő Ŏlj Ƽō ljƄŏ řƵŧ ưō ŏŦōƵ ǃŎş ōưōƽDŽŎƽƃŏ ő ŠōŲőƌōlj

Ƹŋ NJŽŏ ƅř             ƅŋ DŽƪŎ ōƥ ōǚř   ƻŏř ţ ‘Gerçek müminler ancak öyle kimselerdir ki Allah’a ve Resulüne

bütün kalpleriyle iman etmiş olup, bütün toplumu ilgilendiren meseleleri görüşmek üzere onun yanında bulundukları vakit ondan izin almadıkça ayrılıp gitmezler. Senden izin isteyenler hakikaten Allah’a ve Resulüne gerçekten iman edenlerdir. Öyle ise bazı işler için senden izin istedikleri zaman, sen de onlardan dilediğin kimselere izin ver ve onlar için Allah’tan af dile. Muhakkak ki Allah gafurdur, rahîmdir.’458

Görüldüğü gibi âyetlerde bizzat Yüce Allah bazı insanların affedilmeleri için Hz. Peygamber’den aracılık yapmasını, onlar için istiğfar etmesini istemektedir. O halde Hz. Peygamber’in şefaat ettiği, affolması için dua ettiği her Müslümanı Allah affedecektir. Çünkü Allahu Teâlâ’nın kabul etmeyeceği bir duayı yapmasını Peygamberinden istemesi aklen muhaldir.

456 Zemahşerî, Keşşâf, II/100; Ebû Hayyan, Bahru’l Muhît, III/296.

457 3. Âli İmran Sûresi, Âyet 159.

458 24. Nur Sûresi, Âyet 62.

 

SONUÇ

Yüce dinimiz İslam’ın inanç esaslarından biri de peygamberlere imandır. Müslümanlar sadece kendi peygamberlerine değil, Allah’ın gönderdiği tüm peygamberlere iman ederler.

Allah peygamberleri fazîlet olarak insanların en üstünlerinden seçmiştir. Kur’an’da tüm peygamberlerden övgüyle söz edilir. Bununla beraber yine Kur’an’da peygamberlerin bazısının bazısından üstün kılındığı ifade edilir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in insanların ve peygamberlerin en üstünü olduğu konusunda İslam âlimleri ittifak etmişlerdir. Ulemâyı bu sonuca götüren, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e Kur’an’da verilen değerdir.

Kur’an Peygamberimizi en yüce ahlak sahibi olarak tanıtmıştır. Ona ‘senin şânını yücelttik’ buyurmuştur. Ezanda, teşehhüdde adının Allah’la beraber anılması ona nasip olmuştur. Ona itaat, Allah’a itaat, ona biat Allah’a biat ve ona isyan Allah’a isyan sayılmıştır. Bütün peygamberlere isimleriyle hitap edilirken ona, ‘Ey Nebî, ey Resûl’ diye peygamberlik ünvanıyla hitap edilmiştir. Müminlere, onu kendi nefislerinden bile aziz tutmaları gerektiği hatırlatılmış, saygıdan dolayı onun yanında seslerini yükseltmeleri bile yasaklanmış ve ona salavat getirmeleri emredilmiştir. O, müminler için bir nîmet ve tüm âlemler için bir rahmet kılınmıştır. Canlılar arasında sadece onun ömrüne yemin edilmiştir. Üzüldüğü zaman tesellî edilmiş, destekçisinin her zaman Allah olduğu vurgulanmıştır. Geçmiş ve geleceğinin bağışlanmasıyla, Kevser ve Makamı Mahmud nîmetleriyle müjdelenmiştir. Bazı peygamberlerin hanımları müşrik olarak ölürken, onun hanımlarına müminlerin anneleri olma pâyesi verilmiştir. Kendisi nebîlerin sonuncusu, ümmeti de ümmetlerin en hayırlısı kılınmış ve son ilâhî kitap Kur’an ona verilmiştir.

Allah’ın kendisini seçmesiyle Hz. Muhammed Mustafâ (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Said Nursî’nin (ö.1960) dediği gibi, yeryüzü mescidinde, Mekke mihrabından ve Medine

minberinden bütün insanlığa seslenmiş, bütün ehl-i imana imam, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün enbiya ve evliyadan oluşan bir zikir halkasının serzâkiri olmuştur.

Allah’ın salât ve selamı Hz. Muhammed’in ve bütün peygamberlerin üzerine

olsun.

 

KAYNAKLAR

Ağırman, Cemal. (1996). Hz. Peygamber’e İtaatin Sınırı, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sivas, (1):66.

Akdemir, Furat. (2013) Kelam Araştırmaları 11(1): 425-442.

Akkad, Abbas Mahmud. (ö.1964). Hz. Muhammed (a.s.)’ın Eşsiz Dehâ ve Şahsiyeti, Hayra Hizmet Vakfı NeşRiyad, M.Said Şimşek (Çev), Konya, 1979, s.16.

Aktepe, İshak Emin. (2012). Ebu Hanife ve Ehl-i Hadisin Sünnet

Anlayışlarındaki Temel Farklar, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, (19):115- 130.

Alper, Hülya. (2005). İbn Sinâ ve Bakillânî Örneğinde İslam Filozofları ile Kelamcıların Nübüvvet Anlayışının Kur’anî Perspektifle Değerlendirilmesi, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi (28):53-73.

Âlûsî, Allâme Ebu’l-Fadl Şihabu’d-Din Seyyid Mahmud el-Bağdadî. (ö.1270).

Rûh’ul-Meânî Fî Tefsîr’il Kur’an’il Azîm ve’s-Seb’il Mesânî. c.X. İdaretü’t- Tıbâatü’l Münîriyye Türâsü’l Arabî, Beyrut, Ts. s.144.

Âlûsî, Ebu’l Fadl Şihabuddin Seyyid Mahmud el-Bağdadi. (ö.1270). Ruhu’l Meani fi Tefsiri’l Kur’ani’l Azim ve’s-Seb’ul Mesani. c.XXI, Mahmud Hüseyin el-Arab (Thk), Beyrut,1997, s.229.

Ata, Mürsel, Kur’an’ı Kerim’de Allah Resûlü (salla’llâhu aleyhi ve sellem), Akçağ Yayınları, Ankara, 2014, s.173.

Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliyye ve Ehl-i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yayınları, İstanbul, 1996, s.386.

Beğavî, İmam Muhyi’s-Sünne Ebû Muhammed Hüseyin bin Mesud. (ö.516).

Tefsîru’l Beğavî Meâlimu’t-Tenzîl. c.VI. Dâru’t-Taybe, Muhammed Abdullah Nemir (Thk.), Riyad, ö.1411, s.353.

Beyazizâde, Ahmed Efendi. (ö.1098). İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin İtikadi Görüşleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İlyas Çelebi (Çev) İstanbul, 2000, s.118.

Bikâî, Burhaneddin Ebu’l Hasan İbrahim bin Ömer (ö.885), Nazmu’d-Dürer fi Tenasubi’l Âyâti ve’s-Süver, c.XX, Daru’l kitabi’l İslamiyye, Kahire, Ts. s.292.

Bilmen, Ömer Nasuhi, İslam Akaidi, Semerkand Yayınları, İstanbul, 2013, s.94. Buhârî, Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail. (ö.256). El-Câmiü’s-Sahih el-Müsned

Min Hadîs-i Rasulillah Sünenihî ve Eyyâmihî, c.IV, Mektebetü’s-Selefiyye, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk), Kahire, ö.1400, s.280.

Cessâs, Hüccetü’l İslam İmam Ebû Bekr Ahmed bin Ali Er-Râzî. (ö.370). Ahkâmu’l Kur’an.c.V. Müessesetü’t-Tarîhu’l Arabî, Beyrut, 1996, Muhammed Sâdık Kamhâvî (Thk.), s.230.

Çelik, Muhammed.(2001). Kur’an-ı Kerim’in Hz. Muhammed’in Nübüvvetini Müdafaası, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1:2.

Dârimî, Hâfız Ebû Muhammed bin Abdullah bin Abdurrahman bin Fadl bin Behram. (ö.255). Sünen-i Dârimî. c.I, Dârul Muğnî Li’n-Neşr ve’t-Tevzi’, Hüseyin Selim Esed ed-Dârânî (Thk.), Riyad, 2000, s.193.

Dihlevî, Şah Veliyyullah bin Abdurrahim. (ö.1176). Hüccetullâhi’l Bâliğa. c.I. Dâru’l Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 1995.

Ebû Dâvûd, Süleyman bin Eş’as es-Sicistânî. (ö.275). Sünen-i Ebî Dâvûd. Beytü’l- Efkaru’d-Devliyye, Riyad, Ts.

Ebussuud Efendi. (ö.982). İrşâd-u Akli’s-Selîm ilâ Mezâya’l Kitâbi’l Kerîm. c.XII, Boğaziçi Yayınları, Ali Akın (Çev), İstanbul, 2007, s.5529.

El-Bûtî, Ramazan. (ö.2013). Fıkhu’s Siyre, Bilge Adam Yayınları, Atik Aydın (Çev),

İstanbul, 2012, s.142.

El-Hanefî, İbn Ebi’l İzz. (ö.792). El- Akîdetü’t-Tahâviyye ve Şerhi, Guraba Yayıncılık, M.Beşir Eryarsoy (Çev), İstanbul, 2011, s.163.

El-Hatîb, Muhammed Accâc, Sünnetin Tespiti, Yeni Akademi Yayınları, Mehmet Aydemir (Çev) İzmir, 2005, s.92.

Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazir. (ö.1942), Hak Dini Kur’an Dili, c.VII Feza Gazetecilik, İstanbul, İsmail Karaçam (Sad.) 1992, s.498.

Erdal, Mesut, 40 Soruda Kur’an ve Sünnet’e Göre Şefaat İnancı, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s.26.

Eş-Şâfî, Muhammed bin İdris. (ö.204). Er-Risâle, TDV Yayınları,

Abdulkadir Şener ve Prof. Dr. İbrahim Çalışkan (Çev), Ankara, 2012, s.51.

Eş-Şâmî, Ebu Abdurrahman, Azametü’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem,

www.saaid.net/mohamed/326.htm. (02.04.2015)

Fazlur Rahman (ö.1988). İslam, Ankara Okulu Yayınları, Mehmet Dağ ve Mehmet Aydın (Çev) Ankara, 2004, s.101.

Gölcük, Şerafeddin ve Süleyman Toprak, KelamTarih-Ekoller-Problemler, Tekin Dağıtım, Konya, 2001, s.332.

Gölcük, Şerafeddin, Kelam Tarihi, Kitap Dünyası Yayınları, Konya, 2012, s.103. Güngör, Mevlüt. (2003). Kur'an'da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)'e Sevgi Ve Saygı. Diyanet

İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammed (Sav) Özel Sayısı.

Güngör, Mevlüt. (2003). Kur’an’ın Hz. Peygamber’in Sünnetine Verdiği Değer-1, Yeni Ümit Dinî İlimler ve Kültür Dergisi, (21).

Hâkim, Ebû Abdillah En-Nisabûrî. (ö.405). Müstedrek Ale’s-Sahîhayn. c.II, Dâru’l Harameyn, Kahire, 1997, s.722.

İbn-i Âşur, Muhammed Tahir. (ö.1393). Et-Tahrir ve’t-Tenvir. c.XXIX, Dâru’t- Tunusiyye. Tunus, 1984, s.64.

İbn-i Âşur, Muhammed Tahir, İslam Hukuk Felsefesi, Rağbet Yayınları, Mehmet Erdoğan ve Vecdi Akyüz (Çev), İstanbul, 2006, s.48.

İbni Atiyye, Kadı Ebû Muhammed Abdulhak bin Galib Endülüsî .(ö.546), el- Muharreu’l Veciz fi Tefsiri’l Kitabi’l Aziz, Darul Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, 2001. Abdusselam Abuşşafi Muhammed (Thk.), s.146.

İbnül Cevzî, İmam Ebu’l Ferec Cemâleddin Abdurrahman bin Ali bin Muhammed el-Bağdadî. (ö.597). Zâdü’l Mesîr Fî İlmi’t-Tefsîr. c.VIII, El-Mektebü’l İslâmî, Beyrut, 1984, s.211.

İbn-i Kesîr, İmam Celi Hafız İmadü’-Dîn Ebu’l Fidâ İsmail ed-Dımeşkî. (ö.774). Tefsiru’l Kur’ani’l Azim, c.V, Mektebetü Evladi’ş-Şeyh Li’t-Turas, Mustafa Seyyid Muhammed (Thk.), Kahire, 2000, s.18.

İbn-i Mâce, Ebû Abdillah bin Muhammed bin Yezid el-Kazvînî.(ö.273). Sünen-i İbni Mâce, Beytü’l-Efkaru’d-Devliyye, Muhammed Bin Salih Râcihî (Thk.), Riyad, Ts. s.464.

İslamoğlu, Mustafa, Üç Muhammed, Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2012, s.12.

İşcan, Mehmet Zeki İşcan. (2006). Muhammed Abduh’un Nübüvvet

Görüşü Ve Çağdaş İslam Düşüncesine Etkileri, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (26)

İyaz, Kadı. (ö.544). Şifa-i Şerîf, Suat Cebeci (Çev), Akçağ Yayınları, Ankara, 2010, s.34.

İyhab, Salih, Tekrîmu’n-Nebî Sallallahu Aleyhi Ve Sellem, www. ahleljannaö.net/vb/showthread.php?t=7599. (17.01.2015)

Kâsımî, Muhammed Cemâleddin. (ö.1914). Tefsîru’l Kâsımî Mehâsinü’t-Te’vîl, c.XVII, y.y. 1957, Muhammed Fuad Abdulbaki (Thk.), s.48.

 

Köksal, İsmail. Fıkıh Usûlü, Akademi Yayınları, İzmir, 2008, s.61.

Kurtubî, Ebû Abdillah Muhamed bin Ahmed bin Ebî Bekr. (ö.671). El-Câmiu’l- Ahkâmi’l Kur’ân ve’l Mübeyyinü Limâ Tedammenehû Mine’s-Sünneti ve Âyi’l Furkân. c.XXII, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2006, s.357.

Mahallî, Celâleddin Muhammed bin Ahmeb bin Muhammed (ö.864) ve Celâleddin Abdurrahman bin Ebu Bekr es-Suyûtî (ö.911), Tefsîru’l İmâmeyn el-Celâleyn, Dâru İbni Kesîr, y.y. Ts. s.60.

Mâturidî, Ebû Mansur Muhammed bin Muhamed bin Mahmud es-Semerkandî el- Hanefî. (ö.333). Tefsîru’l Kur’âni’l Azîm El-Müsemmâ Te’vîlâtü Ehli’s-Sünne. c.I, Müessesetü’r-Risâle Nâşirûn, Fatıma Yusuf (Thk), Beyrut, 2004, s.442.

Mennâu’l Kattân. Mebâhis Fî Ulûmi’l Kur’ân. Mektebetün Vehbetün, Ts., s.286. Mevdûdî, Ebu’l A’lâ (ö.1979). Tefhîmu'l-Kur'ân. c.6. İnsan Yayınları, Muhammed

Han Kayanî (Çev), İstanbul, 1986, s.449.

Müslim bin Haccac en-Nisaburi (ö.261), Sahîh-i Müslim, Beytü’l-Efkaru’d- Devliyye, Riyad, 1998, s.50.

Mukâtil bin Süleyman. (ö.150). Tefsîr-i Mukâtil, c.III, Müessesetü Tarihu’l Arabî, Abdullah Mahmud (Thk), Beyrut, 2002, s.475.

Nesâî, Abdurrahman bin Ahmed bin Ali, (ö.303), Sünen-i Nesâî,

Mektebetü’l Mearif, Riyad, Ts. s.208.

Nursî, Bediüzzaman Said (ö.1960). Lem’alar, Sözler Yayınevi, İstanbul, 1995, s.294.

Öztürk, Yener, İslam İnancı Etrafında Yerli Yorumlar, Işık Akademi Yayınları, İstanbul, 2008, s.65.

Pezdevî, Sadru’l İslam İmam Ebu’l Yüsr Muhammed. (ö.482). Ehl-i Sünnet Akaidi, Kayıhan Yayınları, Şerafeddin Gölcük (Çev) İstanbul, 2013, s.255.

Râzî, Muhammed Fahruddün bin Allame Diyauddin Ömer Hatibu’r-Rey

(ö.604), Tefsiru’l Kebir ve Mefatih’ul Gayb, IV/174, Daru’l Fikr, Beyrut, 1981, s.174.

Sebt, Halid bin Osman, Kavâidu’t-Tefsîr Cem’an ve Dirâseten, c.I, Dâr İbn-i Affan,

y.y. Ts. s.434.

Severcan, Şerafettin, Peygamberlik Anlayışları ve Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem),

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Bilimname I, 2003/1, 229-250.

Seyyid Kutub. (ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’an. c.X, Beyrut. 1980. Salih Uçan (Çev) Dünya Yayıncılık, İstanbul, s.122.

 

Seyyid Kutub. (ö.1966). Fi Zılâli’l Kur’an. Dâru’ş-Şurûg. Kahire. 2003. Suyûtî, Celâleddin. (ö.911). el-Hasâisü’l Kübra. Uysal Kitabevi, Ömer

Temizel (Çev), Konya, 1994, s.417.

Suyûtî, Celâleddin. (ö.911). Ed-Dürrü’l Mensûr Fi’t-Tefsîri’l Me’sûr. c.VII, Merkez’il Buhûs ve’d-Dirasâti’l Arabiyye ve’l İslâmiyye, Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk.), Kâhire, 2003, s.602.

Şâban, Zekiyyüddîn, İslam Hukuk İlminin Esasları, TDV Yayınları, İbrahim Kâfi Dönmez (Çev) Ankara, 2000, s.99.

Şeker, Mehmet Y., Rahmet Hazinesinin Anahtarı Efendiler Efendisine Salat ve Selam, Işık Yayınları, İstanbul, 2011, s.49.

Şevkânî, Muhammed bin Ali bin Muhammed. (ö.1250). Fethu’l Kadir el-Câmiu Feniyyi’r-Rivâyeti ve’d-Dirâseti min İlmi’t-Tefîr. c.I, Dâru’l Vefâ, Doktor Abdurrahman Umeyra (Thk.), Ts, s.780.

Taberânî, Ebu’l Kâsım Süleyman bin Ahmed. (ö.360). Mu’cemu’l Kebîr, c.XVIII, Mektebetü İbn-i Teymiyye, Hamdi Abdulmecid Selefî (Thk.), Kahire, Ts, s.253.

Taberî, Ebû Cafer Muhammed bin Cerir. (ö.310). Cami’ul Beyan an Te’vil-i Âyi’l Kur’an. c.XVI, Merkez’il Buhus ve’d-Dirasati’l Arabiyye ve’l İslamiyye, Doktor Abdullah bin Abdulmuhsin et-Türki (Thk), Kahire, 2001, s.541.

Tabersî, Ebu Ali Fadl bin Hasan . (ö.548), Mecmaul Beyan fi Tefsir’il Kur’an. c.I

Şeriket’ül Maarifi’l İslamiyye Seyyid Fadlullah Tabatabaî, Ts, s.532.

Tirmizî, Muhammed bin İsa. (ö.279). Sünen-i’t-Tirmizî, Mektebetü’l- Meârif, Ebu Ubeyde bin Hasan es-Selman (Thk.), Riyad, Ts, s.627.

Tûsî, Ebû Ca’fer Muhammed b. el-Hasan b. Ali b. el-Hasan. (ö.460). Et-Tıbyân el- Câmi li UIûmi’l-Kur’ân. c. III. Beyrut, Ahmed Habib El-Amili (Thk.), Ts, s.268.

Uraler, Dr. Aynur, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, Işık Yayınları, İzmir, 2004, s.45.

Ünal, Ali, Kur’an’da Temel Kavramlar, Işık Yayınları, İzmir, 2008, s.441. Yaman, Ahmet ve Halit Çalış, İslam Hukukuna Giriş, M.Ü.

İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 2012, s.46.

Yanıkkaya, S. (2010). Kur’ân Çerçevesinde Peygamberlik Ve Hz. Peygamber.

Yüksek LisanTezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.

Esen, Y. (2013). İzzet Derveze'nin Sîretu'r-Resul'üne göre Kur'an'da Hz.

Muhammed. Yüksek LisanTezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri.

Yavuz, Sâlih Sabri. (2005). Kelâm’da Efdaliyyet Meselesi Ve İbn Kemal’in “Efdaliyyetu Muhammed” Risalesi, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 5 (1):12.

Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İnsan Yayınları, İstanbul, Ts. s.26.

Yıldırım, Suat, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Feza Yayıncılık, İstanbul, 1998, s.358.

Zemahşerî Allâme Cârullah Ebu’l Kasım Muhammed bin Ömer. (ö.538). El-Keşşâf An Ğavâmizi’t-Tenzil ve Uyûni’l Egâvîl Fî Vucûhi’t-Te’vîl. c.V, Mektebetü’l Abîkân, Riyad, 1998, s.538.

Zuhaylî, Vehbe, El-Vecîz Fî Usûli’l Fıkh, Dâru’l Fikr, Beyrut, 1995, s.39. Zuhaylî, Vehbe, Tefsîru’l Münîr. c.III, Risâle Yayınları, Hamdi Arslan vd. (Çev),

İstanbul, 2005, s.109.

 

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar