Cinlerin Halleri
MEVLÂNÂ
ABDÜLGAFÛR (Kuddise sırruh): Lakabı Radıyyuddin’dir. Lâr şehrinde
dünyaya geldiler. O diyârın ileri gelenlerindendir. İşittiğimize göre, Eshâb-ı
kirâmdan (aleyhimurrıdvân) Sa‘d bin Ubâde’nin (radıyallahü teâlâ anh)
evlâdından imişler. Mezkûr Sa‘d hazretleri Ensârın büyüklerinden olup Hazrec
kabîlesinin reisidir.
Mevlânâ
hazretleri, Mevlânâ Câmî hazretlerinin talebe ve eshabının en ileri
gelenlerindendir. Çeşitli aklî ve naklî ilimlerde zamanın teki ve âlemin büyük
âlimi idiler. Mevlânâ hazretlerinin eserlerinin çoğunu kendilerinden
görmüşlerdir. Mevlânâ hazretleri, Fusûs-ül Hikem’e yazdıkları şerhi,
mukabeleden sonra Mevlevî hazretlerinin nüshasının sonuna şu kıymetli sözleri
yazmışlardır: Bu kitabın mukabelesi [karşılıklı okunması] benimle arkadaşım,
fazîletler sâhibi, kâmil, doğru görüşlü, parlak düşünceli, millet ve dinin
kendisinden râzı olduğu kardeşim Abdülgafûr’la aramızda 896 senesi Cemâzilevvel
ayının ortalarında tamam oldu. Fakîr Abdurrahman Câmî.
Reşahât sâhibi der ki: Bir gün
cinlerin hâllerinden konuşuluyordu. Mevlevî hazretleri buyurdular ki, Şeyh
Muhyiddin İbni Arabî (kuddise sırruh) kendi risâlelerinin bazısında
buyurmuştur: Ebûl-Cin, İblis midir, değil midir [Cinlerin babası İblis midir]?
Bunda ihtilaf vardır. Hakikat
şudur ki, Ebûl-Cin [Cinnin babası] İblis’ten başkadır. İblis cin tâifesinden
biridir. Ebûl- Cin hünsâdır [Hem erkek hem dişidir]. İki oyluğunun birinde
zekeri, diğerinde ferci vardır. Oyluklarını birbirine sürmekle çocuk doğar.
Cin, ateş ve havadan mürekkeb olduğundan, dört unsurun iki hafifinden meydana
gelmiştir. Bu cinste akıl azlığı ve hafîflik vardır. Bir de üzerlerine
ruh eklenmiştir. Bunlar çok ve çabuk hareketlidirler. Kısa zamanda uzun
mesafeleri kat‘ ederler. Çok hafîf, nahif ve dayanıksızlardır. İnsanlar bunlara
azıcık bir dokunsa, vucûdları telef olup helâk olurlar. Bu yüzden ömürleri
kısadır. İnsan şekline girip bir kimseye görünseler, hemen kaçıp onun gözünden
kaybolurlar.
Hazreti Şeyh (kuddise sırruh)
buyurmuşlardır ki, Bunlar görününce, bunların kaybolmamalarının yolu gözünü
bunlara dikip, hiç ayırmamaktır. Böyle yapılırsa, görünen cin kaybolmaz,
tutuklu gibi olduğu yerde kalır. Bunun için dâima hareket ederler. Türlü türlü
şekil alırlar ki, onlara bakan gözleri başka tarafa çevirsin de, onlarda
istedikleri gibi hareket etsinler. Cinlerin, insan gözünü onlardan çevirmedikçe,
kaybolmamaları, bize Allah tarafından bildirildi.
Yine Muhyiddin İbni Arabî
hazretleri buyurdular: Cin tâifesinde ilim azdır, ma‘neviyâtı anlamakta pek
zâifdirler. Bilhassa marifetullahda bunların ekserisi ahmak ve anlayışsızdır.
Onun için cinlerle bir araya gelmede pek fâide olmaz. Hatta sohbetleri zararlıdır,
denebilir. Onlarla beraber bulunmaktan insana kibir sıfatı hâsıl olur. Çünkü
bunlar ateş ile havadan meydana gelmişlerdir. Terkîblerinde [oluşumlarında]
ateş kısmı ağır basmaktadır. Kibir ve serkeşlik [asîlik] ise ateşin
husûsiyetindendir.
Buyurmuşlar ki, çöllerde
meydana gelen kasırgaların bazıları onların muharebelerinin eseridir. Tekebbür
ve tecebbür cinlerin zâtî sıfatları olduğundan, dâima aralarında karışıklık,
fitne, mücâdele ve muharebe eksik olmaz. Bunlardan biri vefât edip, berzah âlemine
intikal ettikten sonra artık bir daha dünyaya gelemez. Onun yeri dâima berzah
olup, kıyâmete kadar o âlemde kalır. Bunların Cehennemde azab görmeğe müstehak
olanlarına, ateşten o kadar etkilenmediklerinden dolayı, zemherirde, ya‘nî
soğuk cehennemde azab edilir. Şunu da söyleyelim ki: Cehennem ateşi dünya
ateşinden nice kat derece yakıcı olduğundan, mümkündür ki, dünya ateşinden
yaradılmış olan mahlûklar, Cehennem ateşi ile azab olunurlar.
REŞHA-108: Şeytânî
ve nefsânî havâtır hususunda buyurdular: Hazreti Şeyh (kuddise sırruh)
Futûhât’ta buyurmuşlardır: Şeytan ikidir: Biri sûrî, diğeri ma‘nevî şeytandır.
Sûrî şeytan İblis’tir. Bu bazen hâtıra hakkanî [doğru] bir şey getirir ve
bununla ma‘nevî şeytan olan nefse tesir etmek ve bu doğru olan şeyi bozuk ve batıl
etmeğe çalışır. Meselâ sûrî şeytan adamın hâtırına sünnet-i hasene ilka eyler
[getirir]. Bu ise, haddi zâtında olan şeylerdendir. Zirâ hadîs-i şerîfde
gelmiştir ki: “Kim bir sünnet-i hasene ortaya çıkarırsa ona, kıyâmete kadar
o sünnetle amel edenlerin sevabı kadar sevab verilir”. İşte ma‘nevî şeytan
bunda tasarruf edip, onun hâtırına iyi bir şeyde, Peygamber efendimiz
(sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem) nâmına, yalandan bir hadis uydurmasını
getirir ve o işin ismini sünnet-i hasene koyar. Tâ ki, insanlar onunla amel
etsinler de, ona da sevab yazılsın. Lâkin Peygamberimize (sallallahü teâlâ
aleyhi ve sellem) yalan bir şey isnad edenlerin yeri Cehennem ateşidir
diye vârid olan hadîs-i şerîfden gafil olur.
REŞHA-109: Bir
başka misâl: Yine Hazreti Şeyh buyurmuşlardır: Sûrî şeytan, meselâ yüksek sesle
Kur’ân okumağı hâtıra getirir. Bu hakkanî [doğru] bir iştir. Ma‘nevî şeytan,
insanlar dinleyip ona Kur’ân tilâvet eden [güzel Kur’ân okuyan] desinler
ma‘nâsını [düşüncesini] hâtırına getirir ve o iyi olabilecek işi riyâ ve sum‘a
[iyi desinler] ile bâtıl eyler. Böyle işler çoktur.
REŞHA-110:
Hakk-ul Yakîn kitabının sâhibi, ıztırarî ve ihtiyârî ibâdet hakkında yazar:
Ma‘rifet denen idrâkın kendisi, ne kadar ıztırarî ibâdeti mûcib ve umûmî rahmet
ise, idrâkin idraki olan ilim de, ihtiyârî ibâdeti müstelzim ve husûsî rahmet
olan seyir ve sulûku gerektirir. Reşahât sâhibi (rahmetullahi aleyh) der ki,
Hazreti Mevlevî bu sözü açıklarken buyurdular: İdrâke ma’rifet demesi bir
ıstılaha binâendir ki, bundan murad idrâk-i basîttir. Zirâ Hak sübhânehü ve
teâlâ müdrikeyi öyle bir hâlde yaratmıştır ki, yaradılış itibariyle Hakkın
varlığını bulucudur. Ama inceliklerini bilmez. Ve bu vicdân [bulmak] ona
yaradılıştan verilmiştir. Meselâ karşısına konulan şeyi kabûlde [göstermede] ayna
gibidir. Zirâ mevcûd olanlardan, müdrikenin idrâk ettiği her şeyin önce
vucudunu [varlığını] idrâk eder, ondan sonra o şeyi idrâk eder. Demek ki, vucûd
nûr [ışık] mesâbesindedir ki, evvelâ gözün idrâki ile nûr müdrik olup, sonra
onun vâsıtasıyla duygulara âid olan şeyler idrâk olunur. Müdrike yaradılıştan
Hakkın vucûdunu bulucu olduğundan, ıztırarî olarak vucûdun eserleri ve levazımı
[etkileri ve gerekleri] ile müteessirdir [etkilenir]. Ve bu etkilenme, Hak
sübhânehü ve teâlanın vucûduna nisbetle, kulda vâkı‘ ve sâbit olan bir inkıyad
[boyun eğme, kabullenme] ve tezellüldür. İster dilesin, ister dilemesin,
müteessir olmuştur ve hâricî vucûdu ve onun gereklerini kabûl eylemiştir. İşte
ibâdetin hakîkati, hâl olarak kendinde hâsıl olan bu inkiyad ve tezellüldür. O
hâlde hâl olarak kulda bu ibâdet keyfiyeti ıztırarîdir ve umûmi rahmetin zuhuru
ve feyz-i vucûdinin mûcibi olan bu idrâk-i basît, müdrikeye ve sâir mevcûdata
münbasittir [yayılmıştır]. Rahmanın nefesi lakabını alan da budur.
İdrâkin idrâkine ilim demesi
de, ıstılahla alâkalıdır. Ya‘nî müdrikesinin Hak teâlânın vucûdunu bulucu ve
hâli icabı ona inkıyad ve teslim üzere olduğunu idrâk edince, ister ki kendinin
irâde sıfatı hâlin gereğine uygun olsun. Böylece Hak sübhânehu ve teâlâya
ibâdeti, onun emir ve yasaklarının kabûlünü zâhiren ihtiyâr eyler, tâ ki onun
zâhiri bâtınına uygun olsun ve irâde hâli vâkı olan hâle mutabık bulunsun. Bu
idrâk yüksek mertebelere ve seyr ve sülûk urucuna [yükselmesine] götüren bir
binek olup husûsî rahmettir. Rahmet-i Rahîm’dir. Ve kulun: “Ben cinleri ve
insanları yalnız beni tanımaları ve bana ibâdet etmeleri için yarattım”
âyet-i kerîmesinin ma‘nâsına uygunluğu, bu mertebede iyice anlaşılır. Zirâ
ıztırarî ve ihtiyârî olan bütün ibâdetleri içine almıştır. Ve ulular demişlerdir
ki, ibâdetin sırrı ve hikmeti, ihtiyarî' ibâdetin ıztırarî ibâdete mutabık
[uygun] olmasıdır.
[Reşahât,
tercüme: Süleyman Kuku
Kitabın
müellifi Alî bin Hüseyin’dir. Hüseyin Vâiz-i Kâşifî hazretlerinin oğludur.
Fahreddin ve Sâfî isimleri ile meşhûrdur. 867 (m.1462) senesinde dünyaya
gelmiş, 939 (m.1533) de Herat’ta vefât etmiştir. Kendi ifadesi ile, iki defa
Hâce Ubeydullah Ahrâr hazretlerinin sohbeti ile şereflenmiş, toplam bir sene
onların Cennet misâli sohbetlerinde bulunarak, kesb-i kemâlât ve fuyuzât
eylemiştir. Bu kitabı hicrî 909 (m.1503) senesinde yazmış ve 909 rakamına ebced
hesabı ile eş düşen ‘Reşahât’ ismini vermiştir.]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar