VÂRİS-İ MUHAMMEDÎ EVLİYÂ-İ KİRÂM’A MAHSUS OLAN DOKUZ KERÂMET
BİRİNCİ
KERÂMET :
Cenâb-ı Hakk, kendisine müridân ve itbâını (tâbi
olanları)
gösterip ve Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm dahi kendisine icap eden vezâifini (görevlerini) gösterdiği lâhzadan itibaren, en sonundaki vazifeye kadar bütün
avâlimde (dünyalarda)
kendisinden ahd ve inâbe almış olan itbâların ve müridânın hakkında bir lâhza
gafil olmayarak ve hiç bir kimseye ait emanetten velevki cüz’î bir miktar
olsun, noksan bırakmayıp ikmâle muvaffak olmaktır. Âlem-i Ceberût’tan (Allah’a
varmanın üçüncü basamağından) itibaren mürid kaç âleme intikâl etti ise, o âlemde onun hakkında
ne gibi irşâd ve hidâyet vazifesini ikmâl edilmesi lâzım ise, bir lâhzanın hak
ve hukukunu zâyi etmeden ikmâle (kaybetmeden tamamlamağa) muvaffak, olmaktır. Husûsiyle âlem-i dünyaya gelirken, vucûdüne
ruhu nefh olunmazdan evvel, yine vucûde yapılması lâzım olan hizmet vardır.
Velhâsıl, bu suretle bütün âlemde, bir âlemden diğer âleme intikal ederken
ifâsı lâzım gelen hizmet ve muâvenet ve irşâd vazifesinden, bir zerre miktarı
olsun eksik olmadan ikmâline muvaffak olmaktır. İtbâ ve müridânın hukukunu muhafaza
ettiği gibi, Ceriâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri’nin kendisine ait olan ve yani, o
mürşidin şahsına ait olan bilcümle vezâif-i ubûdiyyet (kulluk
görevini)
dahi tamamen ifâ ve ikmâle muvaffak olmaktır.
İKİNCİ
KERÂMET :
Cenâb-ı Hakk (tarafından), evliyâ
ve mürşidîn-i kirâm hazerâtma ihsân buyrulan yedi kuvvet vardır. Kuvvet, meleke
ve gücü yetmek demektir. Bu yedi kuvveti Cenâb-ı Hakk, evliyâların kalplerine
türlü türlü makâmatta tevdî buyurmuştur. Bu kuvveti yerleşmiş olan bir makâmın
içine, eğer Arşurrahmân-ül- A’zam konulursa, Arşurrahmân o makâmın içinde,
dünyanın içinde bir hardal tanesi gibi olur. Evliyâ-i kirâm hazerâtından
vâris-i Resûlullah olan zevât-ı kirâmın o yedi kuvveti, daima Cenâb-ı Hakk
Teâlâ Hazretlerinin tecelli-ü zâtü’l- bahtı altında olması lâzımdır. Bir lâhza
olsun o makâmâta mâşivâuilah (Allah’tan gayri şeyler) girmez. Eğer bir hâtır olursa ve o hâtırda mâsivâullah olursa,
huzûr-u ilâhiyye’ye durmak onlara haram olur. Ve o hâtırdan dolayı gusul
abdesti alıp, yeniden tövbe etmedikleri takdirde, Huzürullaha durmayı
kendilerine haram kılarlar. Derhal gusul abdesti alıp tövbe-i istiğfara koşar
ve bu muâmeleyi kendilerine karşı farz hükmüne getirirler
ÜÇÜNCÜ
KERÂMET :
Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri’nin yarattığı her mahlûkun bir
kemâli (olgunluk hali) ve o kemâle vâsıl oluncaya kadar üzerine gelecek
ârızalar vardır. Meselâ, bir meyve çiçek açtığı zamandan itibaren türlü türlü
ârızalar olur. Bazısı çiçek halinde iken mahvolur, diğeri meyve olduktan sonra (mahvolur), bazısı da kurtlanıp mahvolur. Velhâsıl meyve kemâle gelinceye
kadar bin türlü belâ başından geçer. İnsan da aynen meyva gibidir. Bir kere ana
rahminde nutfe haline geldiği zamandan itibaren, her türlü ârıza ve hâle mâruz kalır.
Hatta ana rahmine düşmeden dahi mahv-u helâk olanlar olur.
Meselâ, bir kişi baliğ olmadan bir kazaya kurban olup intikal
ederse tabii ol kimseden meydana gelecek olan nesil ve zürriyet de mahvolur.
Bazısı ana rahminden dünyaya gelme esnasında da ölür gider. Velhâsıl insan
kemâle erinceye kadar bir ârıza dolayısıyla mahvolabilir. Bu suretle yok olan
benî beşer hemen kemâle erenlerden adetçe pek noksan kalmaz. Bu suretle kâmil
oluncaya kadar aslâb-ı ebâ’da ve batûn-u ümmühât’ta (babasının ve
annnesinin sulbünde) mahva mahkûm ve ademe (yokluğa) karışmış olan müridânın ve itbâın kâffesini, Yevmû’l- ahd
ve’l-misâk'da Cenâb-ı Hakk kendilerine ne gibi fazilet ve kemâlât bahşetmiş
ise, hiç eksiksiz olarak hayât-ı dünyeviyyenin zevk ve fazilet ve a'mâl-i
sâlihâ’nın dahi faziletine eriştirmek için tam manasıyla selâhiyettâr olmaktır.
Dünyaya gelip ve akıl baliğ olup hayrı şerri seçer bir hale gelmiş, lâkin bir
mâzeret dolayısıyla mürşid-i kâmiline kavuşmak nasip olmamış, veya mürşid-i
kâmile kavuşmuş, intisap etmiş, lâkin bir sebepten dolayı cihâd-ı ekber’e
muvaffak olamamış kimseleri de Yevm-ül ahd vel misâk’da Cenâb-ı- Hakk’ın
kendilerine ihsân etmiş olduğu kemâle eriştirmek, mürşid-i kâmilin vezâif-i
mukaddeselerindendir. Demek ki mürşid-i kâmil ne suretle olursa olsun,
bir kere kendisinin yed-i emânetine düşmüş olan kimselerden bir fert olsun zâyi
etmez. Eğer kendilerine teslim olunan itbâ ve müridânından bir fert
ziyâ'a uğrarsa ve yani Yevm-ül ahd vel misâk’daki fazilet ve kemâlâtından
mahrum kalırsa, indallah ve indi Resûlullah mes'uliyet-i azîme’ye duçar olurlar
(Allah’ın ve Resulullahın huzurunda büyük sorumluluk yüklenirler). Ana rahmine düşmeden, başka âlemde mahvolan müridânının esas
fazilet ve kemâlâtına Babaların sulbünde eriştirmek selâhiyeti, bu asrımızda
bulunan ekâbir ricâlullah’a ve mürşidîn-i kirâm’a mahsustur.
DÖRDÜNCÜ
KERÂMET :
Gerek risâlet ve bi’setinden mukaddem (peygamberliğinden
önce)
ve gerekse sonra, kendi zât-ı risâlet penâhı için olsun ve yahut ümmet-i
merhume hakkında olsun, ne kadar duâ ve münâcaât, Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm
Hazretleri’nin fem-i saâdetlerinden (dudaklarından) südûr etmiş (çıkmış)
ise kâffesini bir hâfız-ı kelâmullah, nasıl ki İhlâs-ı Şerifi ezberler bilir,
öyle ezberlemek ve bilmektir. Ve bütün hadîs-i şeriflerden bilcümle efrâd-ı
ümmetin her şahsa ait hisselerini tefrik ve tahdit etmeğe (ayırmağa)
muktedir
ve selâhiyettar olmaktır.
BEŞİNCİ
KERÂMET :
Kendi şahsına ait hak ve hukuk dolayısıyla, ümmet-i Muhammed’ten
bir ferdi dârü’l-gazap ve’l-intikâm’a göndermemek (öfkelenip
intikam almamak)
ve yani bir şahsın mesüliyet ve intikâm-ı ilâhiyyeye mazhar olmasını kabul
etmemektir. Vezâif-i ilâhiyye (ilâhî görev)
ve hukuk-u ibâd (kulun hukuku)
için mes’ûl olmak Cenâb-ı Hakk’ın adaletine ve icraatına mahsus bir meseledir.
ALTINCI
KERÂMET :
(Lâ ilâhe İllallah ) Bu kelime-i tevhide Muhammedün Resûlüllah kelimesi
ne zaman ilhâk ve ta’lik edilmiş (eklenmiş)
ise, o zamandan itibaren tevhid-i İlahî (Allah’ın birliğine) ve tasdik-i nebeviye (peygamberi tasdike) muvaffak olmaktır. Âlem-i ezel, Âlemü’l-Ceberût, Âlemü’l-Lâhût,
Âlem-i Melekût ve benzeri ne kadar âlem var ise, bütün âlemlerde bu kelime-i
tevhid ile kelime-i tasdik birlikte idi. Bütün âlemde olan zuhûriyetten tevhid
ve “tasdikun an ricâlullah” vardır. Ve bu velâyet-i kübrâ ve velâyet-i
ulyâ makamı sahiplerine mahsustur.
YEDİNCİ
KERÂMET :
Yevm-ül ahd vel misâk'da kendisine emânet edilen ve kendisi ile
muâhede eden bilcümle müridân ve itbâının, amel cihetinden ve itikat cihetinden
en zayıf olanını bile, dârü'l- kerâmete sevk ve ithâle muvaffak olmak,
kendisine emânet edilen ümmet-i Muhammed’den bir fert olsun dârü’l- kerâmetten
mahrum bırakmamaktır.
SEKİZİNCİ
KERÂMET :
Halk ve insanların kendisine karşı olan inkârına sabretmektir. Bu hususta
insanlara olsun, Cenâb-ı Hakk’a olsun asla şikâyet etmemektir. Bütün yeryüzünde
bulunan insanların kendisi hakkında, “evliyâlardandır ve ekâbir
ricâlullahtandır” demesiyle, “fâsıktır ve zındıktır” demesi müsâvi
olmaktır.
DOKUZUNCU
KERÂMET :
Dört yüz bin milyara baliğ olan bu
ümmet-i Muhammed'in isimlerini kendi efrâd-ı âilesinin isimlerini nasıl bilirse
öyle bilmektir.
Ve kâffesini zikredip duâ ve münâcaata muvaffak olmaktır. Bu muvaffakiyet,
Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm’a karşı hakikî kurbiyet (yakınlık) olan ve Resûl-ü Ekrem Aleyhisselâm’a vâris olmak şerefine hâiz
olanlara mahsustur. Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretlerine şükrediniz ki ey ihvanlarım,
bu dokuz kerâmete mazhâr olan zevât-ı kirâm bizim asrımızda mevcuttur. Ve bu
ekâbir ricâlullah, sizi evlatlığa kabul buyurdular ve kendilerinin cemâat ve
müridânı zümresine ithal ettiler. Yevm-ül Mahşerde Cenâb-ı Hakk bilcümle
insanları davet ederken estaûzübillah;
“Yevme ned’û külle ünâsin bi-imâmihim ilh..[1] sadakallâhü’l -azîm” âyet-i kerîmesinin muktezâsı ile (gereği
icabı)
herkesi, dâr-ı dünyada kime itbâ ettiyse (uyduysa), kimi imam tuttuysa onun ismi ile yâd ve hitap ederek davet eder.
Bir gün Cenâb-ı Rabbü’l -Âlemin, sizi bu zikredilen dokuz kerâmete nâil olan
mürşidîn-i kirâm hazerâtının nâm ve adları ile davet edecektir. Bu ricâlullah’a
karşı olan merbûtiyyeti ve muhabbeti, Cenâb-ı Hakk, günden güne ziyâde
buyursun, âmin bi-hörmeti Seyyidi’l- Mürselîn.
(BURKAY Hasan Menâkıb-ı Şerefiyye [Kitap]. - Ankara (Beş Cilt) :
Çınar Yayınları, 1995-2010, c. I, s. 44-49)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder