ÜÇ İSA...Aytunç Altındal
ÜÇ İSA
Three Faces of Jesus
Aytunç Altındal
İngilizce Aslından Çeviren Sibel Özbudun
1-5. Basım : 2002 (Yeni Avrasya)
7.
Basım : Aralık 2004
İÇİNDEKİLER
Üçüncü Baskıya Önsöz............................................. ix
Türkçe Baskı İçin Önsöz......................................... xiii
Giriş............................................................................ 1
Birinci Bölüm
İSA: SEKÜLER MUSEVİ
1.1.
İnsancıl Olan
Biziz, Çünkü Biz Romalıyız............ 11
1.2.
Seçkin ve Kutsal
Olan Biziz, Çünkü Biz Museviyiz 15
1.3.
'Ve Onun Adını
Immanuel Koyacaklar' ................ 26
1.4.
Benzerlik Yasası
Gereğince................................... 31
İkinci Bölüm
İSA: "TANRI BİZİMLE" Mİ?
2.1.
İsa'nın Öne
Sürdüğü Dışsal, Seküler İddialar........ 43
2.2.
Günahın Organik
Siyasası.................................... 48
2.3.
Siraç'ın Oğlu
İsa'dan Nasıralı İsa'ya ...................... 58
2.4.
Yasa İnsanlar
İçindir ............................................ 62
Üçüncü Bölüm
İSA: "BEN NE OLACAKSAM O'YUM"
3.1.
'Günaha Giren Ruh,
Ölecek Olan Ruhtur'.............. 71
3.2.
İman Siyaseti ......................................................... 84
3.3.
İsa'ya Ne Oldu? ...................................... 92
3.4.
Bireyin Kimliğini Olumlayan, Onun Farklılığıdır 107
Sonsöz.................................................................... 119
Notlar .................................................................... 125
Dizin ...................................................................... 137
Kitabın İngilizce
orijinalindeki/Deuterokanonik* Kitaplar/Apokrifa dışında Kutsal Kitap'tan
yapılan bütün aktarmalar, Holy Bible, New International Version, (On
ikinci basım, Eylül 1988, Hodder and Stoughton, Londra)'dan alınmıştır. Apokrifa,
Sriach (ecclesiasticus), 1. Makabeler, 2. Makabeler'den yapılan aktarmalar
ise, Good News Bible, (The Bible Society/Collins, Katolik baskı, B.
Britanya, 1979)'dan yapılmıştır. Ayrıca Nouve-, au Commentaire Biblique,
publie sous la direction de D. Guthrie, J.A. Motyer, A.M. Stibbs, D.J. Wiseman;
Editions Emmaüs (Sa- int-Legier, 1987)'le karşılaştırılmıştır.
Türkçe
çevirideki Kutsal Kitap aktarmaları, Kitab-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahid
(Tevrat ve İncil), (Kitab-ı Mukaddes Şirketi, İstanbul, 1958)'den yapılmıştır.
Deuterokanonik: Kilisece sonradan veya ikinci dereceden muteber
sayılan mukaddes kitaplara ait.
Hıristiyan
ilahiyatını kavrayabilmek çok güç bir eğitimdir. Hele başka bir dinin
verileriyle yetiştirilmiş kişiler için bu zorluk daha da fazladır. Örneğin
Türkiye'de ilahiyat diye tanımlanan eğitimin Batı'daki karşılığı gerçekle
'Divinity'dir. Batı'da 'Theology' diye tanımlanan disiplin ise, kanımca
'Tanrı-Bilim' olarak Türkçeleştirilmelidir. Batı'nm klasik eğitiminde Theology
ve Divinity arasında önemli farklılıklar vardır, bunlar birbirlerine tam olarak
tekabül etmezler. Üç İsa işte 'Tann-Bilim' eğitimi ve perspektifiyle
hazırlanmış bir tezin anahatlarım içermektedir. Tezimin tamamını ortaya koyabilmek
için hazırladığım diğer iki kitap önümüzdeki yıllarda yayınlanacaklardır.
Üç
Isa yayınlandığı zaman benim de tahmin etmediğim bir ilgi
gördü. 1993'te Makedonca'ya da çevrildi ve yayınlandı. Ortodoks İlahiyat
Fakültesi öğrencileri için yardımcı ders kitabı oldu. Exeter Üniversitesi'nden
Sandy Martin, Doktora Tezi'nde (Phd) bu kitapta açıklanan bakış açısını
değerlendirdi. Amerikalı ünlü sosyal bilimci Prof. Bernard Morris beni çok
yüreklendiren bir mektup yazarak kitabın teziyle ilgili olumlu görüşler taşıdığını
belirtti. Benzer şekilde Amerika'nın en ünlü şair ve düşünürü Prof. Robert
Pinsky de çok cesaretlendirici bir mektup yazdı. Bunları kitabın EK bölümünde
bulacaksınız. Başkaları gibi 'kendini pazarlamaktan' hoşlanmadığım için kısa
kesiyorum. Kitabın Tezi (İsa'nın Seküler Yaşamının Diyalektiği) Boston
Üniversitesi Theology Bölümü'nde Teoloji öğrencileri için kodekslenmiştir.
Kitap Ingiltere'de yayınlanmış olmasına rağmen halen sadece Amerika'da Daniel
Liebert ve Alibris yayınevlerinin aracılığıyla ve üst fiyatından çok daha
fazla bir fiyatla temin edilebilmektedir.
Böylelikle ilk kez bir Müslüman araştırmacı tarafından
Hıristiyanlık üzerine yazılmış fakat Islami bakış açısını değil doğrudan
doğruya Hıristiyan Teolojisi'ni içinden irdeleyen bir kitap literatüre girmiş
oldu. Bu zor İLKİ başarmış olmak benim için bir mutluluktur ve evlatlarıma ve
yurduma bırakabilecek tek mirastır.
* *
*
Üç İsa'nın Türkçe çevirisini okurken çok zorlanacaksınız. Pes
etmeyin. Konu zaten alışılmadık tarzda 'YENİ'dir. Her yeni gibi kabulü zor,
reddi kolaydır. Bu kitapta yeni fikirler var. Yeni bir İsa değerlendirmesi var.
Katolik Kilisesi'nin değil, Kutsal Metinler'in (Scriptures) betimlediği bir
İsa'nın 'Misyonuna' Dışsal/Seküler/Dünyevi bir bakış var. Söz konusu Kutsal Metinler'deki
Teolojik İsa ile Katolik Kilise'nin Teleolojik (Mekân ve Zaman'a uyarlamak)
İsa'sı hiçbir surette bağdaşmaz - bazı temel olguların dışında. Bugünkü Kato-
lisizm'de yer alan başta Easter (Yortu) olmak üzere, Noel (Christmas), Pazar
Tatili, Ali Souls Day, Epiphany, Babtism of Our Lord Fest, Mother of God,
Octave of Christmas, So- lemnity of Mary, Mark Evangelist Fest, Day of
Immaculate Conception vd. birçok 'Kutsal Gün' bu kutsal metinlerde yer
almamıştır ve yoktur. Bunların tamamı Teolojik değil Teleolojik bakış açısıyla
sonradan uydurulmuşlardır. İsa'nın bunların hiçbirinden haberi ve bilgisi
yoktu. Hatta Katolik Kilisesi'nin başlattığı PAZAR TATİLİ'ni duysaydı belki de,
"Ben böyle bir Tanrı-Buyruğundan söz etmemiştim, bu sahtekârlığı kim yaptı?"
diye sorardı. Çünkü İsa, kendisinin Oğlu olduğunu öne sürdüğü Tanrı-Babası'nm
Kutsal Metinler- 'de tatil olarak haftanın 1. Gününü (Pazar) değil 7. Gününü
(Cumartesi) tatil yaptığını biliyordu. Pazar SUN-DAY, Paganların Güneş'e
Tapınma günüydü. Bunun Tek-Tanrıcılıkla hiçbir ilgisi ve kutsiyet itibariyle de
bağlantısı yoktu. Benzer şekilde İsa, Kutsal Metinler'e göre Babası Tanrı
tarafından kendisine verilmiş olan Takvim'in de 360 günden oluştuğunu
biliyordu. Baba-Tanrı'nın bu Takvimi'ni değiştirerek onu kendi isteğine göre
365 güne çıkartan Katolik Kilisesi olmuştu. Diğer bir anlatımla Katolik
Kilisesi Baba Tanrı'nm buyruklarını ve Tanrı'dan geldiğine İMAN edilen
metinleri, kendi egemenliğini pekiştirebilmek ve sürdürebilmek uğruna dilediği
gibi değiştirmiştir.
* *
*
Uç Isa'nın bu üçüncü
baskısını bu bakış açısıyla okursanız bu zor okuma parçasını daha bir
kolaylarsınız sanıyorum. Kitabı bu yeni baskısına hazırlayan Yeni Avrasya Yayınları'nın
yöneticisine teşekkür ediyorum. "Tele-Yozlaşma"nın doruk noktasında
olduğu şu günlerde Türkiye'de “Kirletilen Kültüre" değil, bilimsel
çalışmalara destek oldukları için de kendilerini ayrıca kutluyorum.
Aytunç Altindal
İspilandit
/10 Haziran 2001
TÜRKÇE
BASKI İÇİN ÖNSÖZ
Önsöz'de şu hususları
vurgulamak istiyorum: Üç Isa y1 okurken özel bir çaba
gösterilmesi gerekiyor; araştırıcı ve sorgulayıcı olmak gerekiyor.
Bunun gerekçelerini
açıklayayım.
Birincisi bu kitabın
teziyle ilgilidir. Tezi itibariyle Üç Isa, Seküler değerler sistematiğini
yansıtıyor. Bu-Dünyalılığı, yeryüzüne ait oluşu, cismaniliği işliyor. Türkçe'ye
eksik ve yetersiz olarak Laiklik ya da Çağdaşlaşma diye çevrilen Sekülerleşme
olgusunu anlatıyor. Seküler anlayışın, Ateizm'den, Laiklik'ten ve Çağdaşlaşmacılık'tan
farklı olan boyutlarını gösteriyor. Üç İsa'da ele alınan İsa, Musevi
olmasına rağmen bu kapalı-devre işleyen ve bir din olmaktan çok, bir
"Varoluş-Tarzı" sayılabilecek olan yapıya getirdiği Seküler
yeniliklerle tanımlanıyor. Bu nedenledir ki, belirli Musevi ve Hıristiyan
çevrelerinde bu kitabın tezi özgün bir bakış açısı olarak değerlendirilmiştir.
Kitapta, kendi cemaatinin dogmatikleşmiş değerlerinin dışına çıkarak
Sekülerleşmiş bir Musevi olan İsa anlatılıyor. Musevi Şeriatı'nın öngördüğü kul
değil, Tanrı'nm isteğine uygun birey olabilmek hakkını kendinde toplamış ve bu
uğurda canını vermekten kaçınmamış bir İsa bu kitabın öznesidir.
İkincisi bu kitapta
kullanılan Dil'le ilgilidir.
Hıristiyanlığı kendi
diliyle anlatmak gerekiyor. Ve ne yazık ki bu Dil'i tam Türkçe karşılıklarıyla
verebilmek olası değildir. Hatta bazı durumlarda Türkçe karşılıklar
kullanılsalar bile anlam kaymaları oluyor. Bir örneğini kitabın hemen başında
bulacaksınız. İnsancıl Olan Biziz, Çünkü Biz Romalıyız denilen bölümde Romalı
olmak, kültürel bağlamda, Roma kentinde oturuyor olmak değil, doğrudan doğruya
Helen olmamak anlamına geliyor. Kısacası biz Helen uygarlığından değil, Roma
İmparatorluğu'nun uygarlığındanız denmek isteniyor. İnsancıl-olmak deyimi de
öyle. Sadece İnsan-sever ya da beşeri olmalığı değil, İnsan'ı ve onunla ilgili
tüm olayları duyuş, düşünüş ve davranış alanlarının kaynağı, odak noktası
olarak görmek ve algılamak demektir. Diğer bir deyişle hayata İnsan'ın
prizmasından bakmak demektir. Hayata doğrudan doğruya "Kent"in
penceresinden bakan ve Önce Kent Sonra İnsan diyen Helen'den ayrı olarak Önce
İnsan diyen Romalı olabilmektir.
iki örnek daha yazayım:
Hıristiyanlığın temel kavramlarından olan Ekümenik kavramının Arapça karşılığı
Darü'l İslam olmuştur. Doğaldır ki, Hıristiyanların yaşadıkları topraklarda
onları ilgilendiren hizmetler, işler anlamına gelen Ekümenik kavramıyla,
Müslümanların yaşadıkları topraklar anlamına gelen Darü'l İslam birbirlerinin
inkârı durumunda olan kavramlar olmalarına rağmen toplumsal, cemaatsel
fonksiyonları itibariyle anlamdaştırlar. Eklesiastik ile Türkçe Diyanet de
böyledir. Biri Kilise'yi ilgilendiren işler vb. anlamına gelirken, diğeri
Cami'yi ilgilendiren işler vb. anlamına gelir. Kavramlar-arası bir correlation
vardır.
Üçüncüsü bizzat Din
olgusuyla ilgilidir.
Eleştirel
ilahiyat açısından değerlendirildiğinde Hıristiyanlık -başta da Katoliklik-
tanımsal olarak bir DİN değil bir KÜLT'tür. Üç İsa'da işte bu yapısal farklılık
çıkış noktası olarak benimsenmiştir.
Musevilik,
Hıristiyanlık ve İslamiyet'i karşılaştırmalı İlahiyat açısından incelersek,
sadece Hıristiyanlık'ta var olan bir olgu bu sistematiğin diğer ikisinden özde
ayrıldığını kanıtlar. Bu temel ayrılık noktası şudur: Hıristiyanlık'ta birey,
Tanrı karşısında kendi yetkisini kullanarak KARAR VERMEK zorunda
bırakılmıştır. Çünkü bu sistematikte, İsa'nın Tanrı'nm Oğlu mu, değil mi
sorusuna muhatap olan birey'dir. Neye inanacağına KARAR VERMESİ gereken de
odur. Diğer bir deyişle, Birey, İsa'nın Tanrı olduğuna İNANMAK isterse İsa'yı
Tanrı yapar ve böylece aldığı KARAR gereğince kabul eder. İstemese de durum
değişmez. Bu kez de İsa'nın İnsan olduğuna KARAR verir. Karar'm niteliği değişse
de, KARART alan değişmez. Çünkü İsa'yı Tanrı ya da O'nun Oğlu ya da İnsan yapıp
yapmamak Birey'in alacağı KARAR'la gerçekleşir -ve tabiidir ki- sadece neye
inanmak ihtiyacını duyuyorsa ona inanmaya KARAR vermiş olan Birey için bir
Gerçeklik taşır bu KARAR, o kadar. Hıristiyanlık'ta İMAN etmeye karar vermek
de, İMAN'dan KUŞKU (şüphe) duymak da İNSAN'a ait bir haktır.
Bu
ne demektir?
En
kısa deyişle eğer Birey, İsa'nın İnsan olduğuna, Tanrı olmadığına KARAR
vermişse, belki de gerçekten Tanrı olan İsa'yı insanlaştırmış olmaktadır. Yani
Birey, Tanrı'yı İnsanlaştırma hakkını ve yetkisini kendisinde toplayabilmiş demektir.
Hayır, eğer Birey İsa'yı Tanrı olarak kabul etmeye KARAR vermişse, bu kez de
belki de gerçekten İnsan olan İsa'yı Tanrılaştırmış olmaktadır. Yani İnsan'ı
Tanrısallaştırmak hakkını ve yetkisini kendisinde toplayabilmiş demektir.
Kısacası, Hıristiyanlık'ta İsa'nın, Tanrı mı, İnsan mı,Tanrı'nın Oğlu mu ya da
tümü mü değil mi olduğu konusunda KARARI VEREN DE KUŞKU DUYAN DA BİZZAT BİREYDİR/İNSANDIR.
Musevilik'te ve İslamiyet'te İnsan'ı Tanrı yapmak, ya da Tanrı'yı İnsan yapmak
diye bir olgudan ve kuşkudan söz edilmez. Bu iki sistematikte insanın böylesi
bir KARARI alabilmeye ya da kuşku duyabilmeye yetkisi yoktur. Çünkü bu iki
sistematikte insanoğlu kendisini ve tüm evreni Yoktan Var Ettiğine inandığı
Yaratıcısını, yani Tanrı'sını bizzat kendi kararıyla kendisi Yaratamaz. En kısa
söyleyişle Hıristiyanlığı benimsemek isteyen Birey, kendisi için önce bir
Tanrı (İsa) yaratmak zorundadır. Bu tür yaratım faaliyeti sadece Kültler için
geçerlidir. Ancak bir Kült'te Birey kendisi için bir İnanç ve onu temsilen bir
Tanrı yaratabilir. Musevilik'te ve İslamiyet'te birey'e böyle bir otorite
verilmemiştir. Bu Otorite-tipi, Tek-Tanrıhlığa İsa ile girmiştir.
İsa ve Hıristiyanlık
alanında yabancı bir dilde ve yabancı bir terminolojiyi kullanarak inceleme
yazan ilk Türk olmanın bütün güçlüklerini yaşadım. Bunların üstesinden
gelebilmek için çok çalıştım. Amacıma nereye kadar ulaşabildim, henüz
bilemiyorum, zaman gösterecektir. Batı'yı Batı yapan değerlerin başında gelen
Hıristiyanlık olgusunu "içinden" tanıtabilmek istedim. Özellikle de,
Islami çevreler bu dünyada birlikte yaşamak ve var olmak zorunda oldukları
Hıristiyanlığı tanımak mecburiyetindedirler. Günümüze kadar gelmiş olan
basmakalıp eleştirilerle yetinmemelidirler kanısındayım. Çünkü üstün Batı
teknolojisini ortaya çıkaran Dinsel-Kültürel Öğeler vardır. Üç İsa, kendi
alanında bir Türk yazarı tarafından yazılmış ilk kitaptır. Umarım başkaları da
konuyla ilgilenirler.
Terzi kendi söküğünü
dikemezmiş derler, doğru. Ben de kendi yazdığım kitabı Türkçe'ye çeviremedim!
Bu zor ve zahmetli görevi Sibel Özbudun yüklendi. Kendisine ne kadar teşekkür
etsem azdır.
Sonsöz:
Bu kitabın İngilizce orijinali "Medeni Cesaret" kavramına ithaf
edilmiştir. Türkçe baskısı için hazırladığım bu önsözü kaleme alırken o meşum
haber ulaştı. Dost Uğur Mumcu kalleşçe planlanmış bir suikastta, adını ve
düşüncelerini değil, ama fiziksel varlığını yitirmişti... Benim tanıdığım
Uğur Mumcu dürüst ve haksever bir insandı. Türkiye'de yıllarca sadece
kalemiyle bir "Medeni Cesaret" timsali olarak doğru bildiği görüşleri
savundu. Bu nedenle Uç İsa'nın Türkçe baskısını O onurlu, O yürekli, O güler
yüzlü Kuvay-ı Milliyeci'ye adamaktan onur duyuyorum.
Aytunç Altındal
Zürih
/ 24 Ocak 1993
Dünyevi,
dünyevilik ve dünyevileştirme (secular, secularism, secularization) birbirine
bağlı terimler olmasına karşın, her birinin anlamında kuşkular vardır. Onyıllar
boyunca sosyoloji ve ilgili bilim dallarının değişik ekol ve eğilimlerine ait
çeşitli yazarlar, dünyeviliğin değişik tanımlarını yapmışlardır. Medhurst ve
Moyser'in çalışmalarında işaret ettikleri gibi "dünyevileştirme"
yoğun tartışma yaratmıştır ve terimin anlamı hakkında kuşkular bulunmaktadır.1
Dünyevileştirme:
Çok Boyutlu Kavram'da Karel Dobbelaere, dünyevileştirme ve/veya laikleştirme2
ile ilgili çeşitli tanım ve teorileri incelemiştir. David Martin, Genel
Dünyevileştirme Teorisi'nde, Avrupa'daki endüstri ülkelerinde dünyevileşmenin
gelişimini irdelemiştir.3
G. J. Holyoake,
İngiltere'de ilk radikal dünyevi eğitim programını önerdi; E. Renan ve E.
Durkheim, Fransa'daki dünyevileştirme sürecine önemli katkılarda bulundular.
Weber, Parson ve Bellah, Tonnies, Troetsch, Pflautz, Berger, Yinger, Shiner,
Luckman ve diğerleri gibi seçkin akademisyenler ve sosyologlar, teorileri
farklı olmasına karşın, dünyevi amaçtan yana olmuşlardır. Öte yandan kilise ve
bazı teologlar ise, Dünyevi'yi anlama ve yorumlamalarını bir oranda düzelterek
geliştirmişlerdir.
Böylece iki ayrı eğilim
ortaya çıktı. Bunlardan bir tanesi Nijk/Dobbelaere tarafından özetlenen,
dünyeviyi dinsel olandan ayıran bilimsel-rt kademik yaklaşımdır. 'Dünyevilik'
düşüncesi yüzyıllardan beri yalnızca dünyeviyi kutsal olandan ayırmak için
değil, fakat özellikle ilkinin İkincisine göre daha geride, ona bağımlı
olduğunu göstermek için kullanılmıştır. "'Dünyevilik' kipinin 'kutsal'a
zıt olarak kullanıldığı ve türevlerinin inanca az çok açık fakat genellikle
kapalı olduğu kilise ve dinsel kültürel özgürleşmeyi akla getirdiği
açıktır."4 İkinci eğilim böyle bir çelişki görmeyen teologların
görüşlerini içerir: "...(bu) dünyevileştirme öncelikle 'Hıristiyan' bir
fenomendir. Bazı teologlar Hıristiyanlık ve dünyevilik arasındaki belirli uyum
üzerinde durarak, dünyevileştirmeyi dinin bir gereği olarak açıklamakta
kullanmışlardır. Buna yönelik bir şeyler yapılmış ancak hepsi
açıklanmamıştır."5 Martin E. Marty'ye göre, "
'dünyevileşme' 'inancı kapalı' anlamına gelir ve 'inanca açık' olan
'dünyevilik'ten ayırt edilir, ancak 'kazanmalara bakıncaya dek' sonuçları
kendine saklayan bir dikkatle özeleştirel (bütünsel olmayan) tarafsızlığı
destekler."6
William A. Christian'ın
Vatikan İkinci Konseyi'nin (1962-1965) belgelerini inceledikten sonra
gösterdiği gibi, "... dünyevi gerçekler kilisenin öğretileriyle
çelişmez."7 Ve ekler: "Gerçekte, teorik ve pratik dünyevi
araştırmalarla ilgilenmek yalnız doğru değil, zorunludur da. Dünyevi bilim
dallarındaki rekabet, Hıristiyanlığın gerçek ve Tanrı'nın krallığının yayılmasına,
şimdiki düzenin yenilenmesine (773) ve yaratma eyleminin mükemmelleştirilmesine
katkıda bulunur (961). O halde, böylesi iyi sonuçlara ulaşmak için bulunabilir
araçlar kullanmak gerekiyorsa, dünyevi araştırmalara girmek zorunlu
görünmektedir."8 Kilise Hakkında Dogmatik Anayasa'da Vatikan
II, insanların dünyevi bilim dallarında yer almalarını teşvik etmeyi önüne
koyuyor. "O halde, dünyevi bilim dallarındaki rekabetleri ve
çalışmalarıyla, iyiliğin içlerinden yükselmesiyle, içtenlikle çalışarak insan
emeğiyle iyilikler yaratmalarına izin verin; teknik ustalık ve bireysel
kültür, yaratıcının planına göre ve onun sözünün ışığında, tüm insanların
yararına hizmet edebilir (Par. 36, s. 393)."’ Papalık Krallığı
adlı kitabında Paolo Prodi, Papalık sisteminin doğasına yeni bir ışık tutar.
Prodi'ye göre, Papalık 'ikili bağlılığı' dile getirir. Papalar kutsal
pederlerdir ve aynı zamanda Papalığa ait devletlerin dünyevi krallarıdır.
Prodi'ye göre, Reformasyon sırasında ve sonrasında, "Papalık daha fazla
dünyevileşti, devlet daha dinselleşti ve yalnızca güç ve ideolojiyi değil,
önceden kiliseye ait olan birçok işlevi de kendi bünyesine aldı."10
Ve Peter L. Berger'in belirttiğine göre; Yahudi-Hıristiyan geleneğinde,
"Burada din ile dünyevileştirme arasındaki ilişkide büyük bir tarihsel ironinin
bulunduğunu öne sürebiliriz. Bu ironi en açık olarak şöyle söylenerek ortaya
konabilir; tarihsel olarak Hıristiyanlık kendi kendisinin mezar
kazıcısıdır."”
Harvey
Cox, "Dünyevi Kentteki Din" adlı araştırmasında, geleneksel dinin
yeniden ortaya çıkışını incelemiş ve postmodern bir teoloji öne sürmüştür.’2
David L. Miller, Tek - Tanrıcılık yerine, yeni Çok - Tanrıcılığı öne sürmüştür
(tanrıların ve tanrıçaların yeniden doğuşu).13 Ateizm ve inanç
sahibi olmak, Alasdair Macintyre ve Paul Ricoeur tarafından Ateizmin Dinsel
Anlamı'4 adlı kitapta inandırıcı bir şekilde tartışılmıştır.
Kısacası, her yıl dünyevilikle ilgili daha fazla çalışma yapılmaktadır ve
kataloglara girmektedir.
Dünyeviliğin bugün
çoğunlukla kilise ve devlet arasındaki ayrımı gösterdiği kabul edilir. Eğer
dünyevilik kilise ile devletin ayrılmasıysa, o halde laiklik de bence, dinin
politikadan farklılaştırılması (ayrılması zorunlu olmasa da) sürecidir.
Bununla birlikte, bu
kitapta 'dünyevi', sözgelişi 'bu dünyaya ait' ve 'ne din tarafından açıklanan
kutsallık (Holy), ne de dini işlerden ayrı olandır (Profane). 'Dünyevi'
burada, kutsal karşıtını değil15 fakat daha ziyade toplumsal ve
kültürel olanı anlatmaktadır. Öte yandan 'kutsal' ise, bana, kendisini
doğrulayan her kanıttan ve gösteren her düşünceden daha geniş ve büyük olan,
idealize edilmiş kurallara bağlı bir kavram gibi görünmektedir.16
Dünyevi, bu dünyaya ait
olarak anlaşıldığında, dünyevi değişimlerden ve kıtaların hareketinden veya
piyasa fiyatlarından veya esas olarak teknolojiyi ve endüstriyle ilgili
dünyevi bilimsel çalışmalardan veya dünyevi şiirden vb. söz edebilmemiz mümkün
olur. 'Dünyevi hümanizm' ve katı bütünsel 'devlet destekli dünyevilik' denilen
biçimler de keza modern dünyeviliğin çağdaş şekilleridir. Ancak, bu kitabın
kapsamı nedeniyle yazar, Aziz Paul sonrası ortaya çıkan bu gelişmeleri dikkate
almamıştır.
Dünyeviliğin tarihsel ve
sosyal-ahlaki kökleri, 13. yüzyılda Gerçekçilerle Adcılar (Nominalist)
arasındaki tartışmalarda yatar. Kilise tarafından bugün 'Adcı Hıristiyanlık'
olarak adlandırılan, aslında Dünyevi Hıristiyanlık'tır. 1920'lerden başlayarak
dünyevilik, politik-ideolojik hesaplaşmaların kurbanı olmuş ve bazen Ateizm'le
birleştirilmiştir. Dünyevilik ana kilisenin en büyük düşmanlarından birisi
olarak görülmüş, sosyalistler ve diğer sözde 'yıkıcı' grupların açık bir fesat
planı olarak gösterilmiştir. Kilise liderleri suçlamalarında ve güç
politikalarında, kilisedeki 'dünyevilik' izlerinden söz etmekten dikkatlice kaçınmışlardır.17
Onlar örneğin 'Hıristiyan sosyalizmi' olarak görülen dünyeviliğin İngiliz
Kilisesi'ne ait biçimini18 ve 20. yüzyılın başlarında Avrupa'daki
politik ortamı sürükleyen ve Latin Amerika'daki 'kurtuluş teolojisi'nde halen
etkili olan Katolik Sosyalizmi'ni tamamen görmezden gelmişlerdir.
Yves
Congar'ın 1976'da yayınlanan Kilisede Krzz'inde19 olan,
geçmişte Kilise'ye ait bunalımlar, Mgr. Duchesne'nin Toplu Yapıtla/ında20
zaman sırasıyla izlenebilir. Bu gibi 'krizleri' sırasında Kilise, dünyeviliğin,
gerçek dışından gerçeğin ayrılmasını gözleyen boşluk olduğunu söylemekten
geri durmamıştır. Kilise'de ne zaman kriz olursa, önderler inananların
dikkatini derhal dünyevilik tarafından yaratılmış zararlar diye adlandırdıklarına
çekerler. Eğer dünyevi sistem Kilise hiyerarşisi tarafından kararlaştırılmış
standartlara göre çalışıyorsa onu takdir ederler, yoksa dünyeviliği
lanetlerler.
Dünyeviliğin
yaygın olan biçimlerine karşı Kilise, 1980'lerde 'Hıristiyanlık yönetimi'ni21
yeniden kurdu ve Birleşik Avrupa'ya tek seçenek olarak önerdi. Nostalji ve
ütopya nicedir federatif bir birlik anlayışındaki Avrupa uluslarının gündemine
yeniden girdi. 1990'larda Sürgün Kiliseleri22 olarak
adlandırılanlar, Roma'daki Papa 2. Jean Paul tarafından gündeme getirilen
Katoliklik amacını kuvvetle desteklediler. Vatikan tarafından yönetilen Incil'i
yeniden öğrenme programı, dünyevi Birleşik Avrupa'ya karşı ilerlemektedir.
Birleşik Avrupa'yı yeniden Hıristiyanlaştırmakta (yeniden Katolikleştirme
olmazsa), kilise yönetimi, amaçlarına ulaşmak için, kendisi de dünyevi bir
belge olan İnsan Hakları Deklarasyonu'nu sıkça kullanmaktadır.23 Bu
köktenci radikalizmin Katoliklikle sınırlı olmadığını ve Musevilikle, dikkate
değer oranda İslam'da da bulunduğunu belirtelim.
20. yüzyılın son on
yılında 'ruhani âlem'de gerçekleşen bu köktenci değişimler, gerçekte saçmalık
ve sıkıcı konuşmaların ötesine geçmekte ve bireyin dünyevi özel yaşamı için
tehlike işaretleri vermektedir. 19. yüzyıl softacılığınm modern 'maskesi' olan
bu yeni dini tutuculuk, Kilise-devlet ayrılığının temel destekleyicisi olan
muhafazakâr politikanın yerini almaya adaydır.
Bu tehlikeli durum, bu
kitabın yazılmasının ardındaki itici güçtür. Temel fikrini, "Tarih, insan
denetimindeki güçlerle, olmayanların çatıştığı ve işbirliği yaptığı bir sahnedir,"24
diyen R. H. Tavvney'den almıştır.
Hıristiyan değilim ve
hiç olmadım. Yetişmem ve öğrenimimi tamamlamam dünyevi bir sistemde olmasına
karşın, köklerim İslami gelenektedir. Birçok kez misyoner 'cihat'çılar
tarafından, Avrupa'da veya başka yerde yaşamakta olan Hıristiyan olmayan
entelektüellere yöneltilen soruyla karşılaştım: "İsa size neyi ifade
ediyor?" Bu kitabın üçlü adı, benim İsa'yı gözümde canlandırmamın ve
öğretisi karşısında edindiğim izlenimlerin tanığıdır. Alıntı yapılan yazarlar
ve onların kullanılan değerli malzemesi, belirtmek bile gerekmez ki, kişisel
yorumlarımın sorumlusu değildir.
Bu kitapta sözü edilen
veya alıntı yapılan çalışmalar, hiçbir şekilde bu kitabın içeriğine paralel bir
düşünceyi göstermez, ima etmez veya içermezler. Eğer çalışmam kuraldışı
bulunursa, bu, bilginin sınırlılığından dolayıdır,
ama
Isa'yı, Hıristiyanların Tanrı'smı anlayabilmek hususundaki çabamın
yetersizliğinden değildir.
Aytunç Altındal
Zürih,
1992
Açılmayacak örtü ve bilinmeyecek gizli şey yoktur.
İsa, Matta 10:26
1.1. İnsancıl[*] Olan Biziz, Çünkü Biz
Romalıyız[†]
Roma İmparatorluğu'nun
egemenliği altındaki topraklarda kırsal ve kentsel hayatı yönlendirenler Onlar'dı.
Toprak sahipleri, köle-sahipleri, idareci, asker, subay ve buyurucu olan, Onlar'dı.
Kararları Onlar verirler; Seküler/dünyevi ilahileri Onlar
bestelerdi; spor yarışmaları düzenler, şampiyonlar yaratırlardı. Kentlerini
tiyatrolarla, geniş meydanlarla, yüksek sütunlarla ve bahçelerle güzelleştirmiş
olanlar Onlar'dı. Üzerleri kemerli yollar ve geçitler yapmayı,
kentlerde kişiye özel ya da kamuya açık hamamlar inşa etmeyi ilk kez
tasarlamış ve gerçekleştirmiş olanlar Onlar'dı. Roma İmparatorluğu'nda
yaşayan civilian (barbar olmayan) ve Yerleşik Düzen'i benimsemiş yurttaşlar
Onlar’dı.
Gündelik
hayatlarında, gerekli gördükçe, bağlılık duydukları inanç sistemlerine özgü
vecibeleri, Roma İmpara-
Üf İsa
torluğu'nun koyduğu ve özenle gözetim ve güvence altında tuttuğu religio*
diye tanımlanmış olan bir usule uygun olarak yerine getirirlerdi. Bu nedenledir
ki, Roma İmparatorluğu'nun yurttaşları gerçekte 'kült vecibelerine’
bağlıydılar; günümüzde kullanılan sözcük anlamıyla tam 'dindar' değillerdi.
Dileyen dilediği kadar külte bağlı olabiliyor ve onların öngördüğü vecibeleri
uyguluyordu. Dolayısıyladır ki, aralarında Panteistler, Polyteistler,
Henoteistler ve Kathenoteistler** çoğunluktaydı. Buna rağmen uçsal (marjinal)
kabul edilen bazı cemaatlerde Tek-Tanrıcılığa yakın syncretism'e*** dayalı
inanç-vecibeleri de uygulanmaktaydı.
Gündelik
hayatı yapan yazılı ve sözlü iletişimde inanç sapkını, Heretik kavramını
karşılayan bir deyim yoktu; çünkü, dümdüz ve yekpare (teksesli) olmayan manevi
değerleri arasında ortodoks (tek gerçeklilik) varsayımlara ancak
asgari düzeyde yer verilmişti. Ne oldukları bilinmeyen olaylar karşısında
duyulan ilkel korku anlamına gelen supertitio kavramı, toplumun alt
tabakalarında etkili bir rol oynasa da gerçekte, İmparatorluğun religio'su
toplumsal katmanlar ve sınıflar arasında daha güçlü bir düzenleyici ve
birleştiriciydi.
Yurttaşların
benimsemiş oldukları düzinelerle tanrı, tanrıça ve onlara ilişkin kültler
vardı. Tanrıları hizmet görmek için onlara hizmet veriyorlardı. Yine de günün
birinde bir tanrıyı yetersiz bularak kaidesinden alaşağı edivermek ya da
bereketsiz bir tanrıçayı daha etkili olacağı
varsayılan
bir başkasıyla değiştirmek, rastlanılmayacak olaylardan değildi. Seküler ve
Manevi/Ruhban taraflar arasındaki Roma modus vivendi’si[‡] olası çatışkı
ve gerilimler! önlemek üzere kurulmuştu ve 'Tek-Tanrı-merkeziyetçiliği’nden
kaynaklanan hoşgörüsüzlüğü dışlamaktaydı. İnsanlar düzenlenen festivallerde,
sirklerde ve eğlencelerde kehanetler dinlemeye ve yorumlar yapmaya çok düşkündüler
ama bugünkü anlamıyla bağlılık-yeminleri (Credo) ve yakarış duaları Onlar’a
uygun değildi. Genel anlamda tanrılarını, tanrıçalarını ve tapmaklarını
seviyor, onlarla yaşamaktan mutluluk duyuyor, hatta belki de onlara tapınıyorlardı,
ama hiçbir Romalı kendi yazgısını sonsuza dek Tek-Tanrı'ya bağlamayı
düşünmüyordu. İnsan'm mı tanrıları yoksa Tanrı(lar)'ın mı İnsan'ı yarattığı şeklindeki
soru, küçük bir azınlığı oluşturan bazı dediğim-dedikçi aydınların
meselesiydi: İmparatorluğu oluşturan tüm res publica’nm (kamu) böyle bir
sorunsalı yoktu. Böylesi spekülatif konular Onlar'm ünlü düsturunu da
değiştirmiyordu: însancd Olan Biziz; Çünkü Biz Romalıyız.
Felsefede Gnostiklerin,
Skeptiklerin (kuşkuculuk), Epikürcülerin (doyumculuk) ve Platocuların
izleyicileriydiler. Görüşlerini açıklarken doktriner ya da dediğim-dedikçi
olmamaya özen gösterirler, daima akli olan çözüme ulaşmayı yeğlerlerdi.
Kurtuluş/Selamet (Salvation) kavramının muhtemeldi ki, bireysel ve maddi bir
anlamı vardı ama kesinlikle dinsel değildi. Bir Kurtarıcı’ya gereksinimleri
yoktu; zaten varsayımsal Kurtarıcı(lar) olarak kabul edilenler Onlar1
dı.
Siyaset alanında
sınıfsal bilince ulaşmış insanlardı. Uçsuz-bucaksız, yaygın ve güçlü bir
imparatorluğun önde gelenleri ve soyları-tescilli mirasçılarıydılar. Kendileri
ve egemenlikleri altındaki halklar için yasa-yapıcılık görevini üstlenmiş
olanlar Onlar'dı. Hayattan ne istediklerini bilen, yurttaşlık bilincine
ulaşabilmiş insanlardı. İster Seküler olsun ister manevi, tüm konularda
yönetimi ellerinde tutanlar ve son sözü söyleyenler Onlar'dı. Sonraki
yüzyıllarda Onlar’a Pagani (paganlar)' denildi ve günümüze dek
kendilerine takılmış olan bu adla tanındılar. Çağdaş Avrupa uygarlığının
temellerini atanlar, Onlar’dı.
Paganlar birçok ülkeyi
ve ulusu yönetiyorlardı. Sömürgeleştirdikleri ülke ve uluslara kendi yaşam
tarzlarını ve standartlarını dayatıyorlardı. Bir yandan yeni alışkanlıkları,
görenek ve uygulamaları, diğer yandan da yeni düzenlemeleri, yasaları ve
yasakları yerleştiriyorlardı. Paganlara özgü yaşama ve yönetme tarzının tüm
ulusları ve cemaatleri hoşnut ettiği söylenemezdi. Nitekim, hoşnut olmayan
topluluklar arasında Kudüs'ün ve Filistin'in Musevileri başı çekiyorlardı.
Romalıların
Kudüs'ü işgallerinden sonra Filistin, Roma tarafından atanmış krallarca
yönetilir olmuştu. Filistin'in ‘Büyük Kralı’ diye tanınan Herod, işte bu
‘atanmış’ krallardan biriydi. Doğuş-hakkı itibariyle Semit (Ebonit) ve
W.H.C. Frend'in tanımıyla2 Nominal olarak Musevi olmasına rağmen,
Museviler İsrail'in Tanrısı'nm Yasası'na (Musevi Şeriatı) uygun olarak 'Onaylanmış'
bir kral değil de, işbirlikçi bir kral olduğu için, Filistin'in gerçek yöneticileri
olan Romalı Paganlardan çok Herod'dan nefret ediyorlardı. Museviler için
Herod, 'peygamberce yöneticilik' (uhrevi) geleneğine tümüyle yabancı,
Musevilik-dışı Seküler (cismani) bir gücün Musevilerin başına yerleştirdiği
bir kraldı. Bir diğer deyişle Herod, Museviler için ’Tanrı-
tarafından-gönderilmiş' değil, 'insan tarafından-yaratılmış' kral'ı
simgeliyordu. Buna rağmen, Romalılarla işbirliği yaptığı için Herod'a düşmanlık
gösterseler de onun gündelik siyasete getirdiği yöntemlere ve pragmatizmine
hayranlık duymadan da edemiyorlardı!
1.2.
Seçkin ve Kutsal Olan
Biziz, Çünkü Biz
Museviyiz
İsrail Tanrısı, Kadir-i
Mutlak; her zaman ve her yerde var olan, tüm-güçlerin-sahibi, eril Tanrı'ydı.
Yaratan ve ulaşılamaz olan Tanrı'ydı. Gökleri ve yeryüzünü ve mekân içinde yer
tutan her şeyi Kutsal Kitap Incil'in Eski Ahit bölümünde anlamını bulan 'Altı
İncil Günü' içinde yaratmıştı. (Halk inancasında bir İncil günü 144.000 dünya
yılma denktir, ama hiç kuşkusuz, ölümlü olan insanoğlu, Kutsal Kitap İncil'in
bir gününün gerçekte ne kadar olduğunu, tam süresini kesin olarak
hesaplayamaz.) Tabiidir ki, Tanrı'nm Kendisi kendi yarattığı 'Başlangıç'ta
yer almamıştı. Yarattığı her şey gibi Sonlu (Ölümlü) değildi. Tanrı
yaratılmamıştı, dolayısıyla da kendine özgü Zaman'ı ve Mekân'ı vardı.
Kutsal Kitap'm yedinci
tekvin (doğuş) gününde Tanrı, planı uyarınca Kendisini Yaratılış'tan ayrıştırdı
ve görkemli yaratıcı faaliyetini noktaladı. Yedinci günü (Sebt) kutsayıp
dinlenmeye çekildi. Tanrı'nm suretinden yaratılan İnsan (Adem) ilk mübarek
kılman ve Sebt de ilk takdis edilen idi.
Ancak
kendi tasarımına göre Tanrı'nm yeryüzündeki görevi devam ediyordu. Çünkü O'nun
yarattığı her şey iyiydi, ama mükemmel değildi.3 Yaratılış ve
insanlığın mükemmelliğe ulaşma çabası O'nun 'eserleri' arasındaydı, ama
misyonerlik hizmetleri ve Tanrı'nm 'uluslar'a ait olan görevleri çoğunlukla
O'nun Ruh'u ve melekleri tara-
fından
yürütülmekteydi. Tanrı'nm tasarımına göre insanlığın kötü işleri -ki
insanların tasavvurları gençliklerinden başlayarak kötülüğe eğilimliydi
(Tekvin, 8:21)- O'nun Ruh'u ve melekleri tarafından arındırılacaktı. Sonradan
Şeytan'a dönüşen Lüsifer bile, başlangıçta Tanrı'nm bir meleğiydi. Lüsifer
Tanrı'ya başkaldırısından dolayı O'nun İnayeti'nden uzaklaşmıştı.
İsrail'in
Rab'binin kararlı ve buyurgan bir doğası vardı. Yahudiler için Tanrı, (İbranice
El) Kendini Elohim/Elaah, el Shaddai, Yahve/Sabaoth (Yehova/RAB), Adonoi ve
Kabbalistik anlamında da Şekina gibi kimi adlarla ortaya koyuyordu. Ad'ını
oluşturan dört İbranice harf'in (ya da ses) Tetragrammaton'u[§], dile getirilmez,
telaffuz edilemezdi. Bu harfler tümüyle gizli bir adın işaretleriydiler.
Yasa-Yapıcı Musa Tanrı'ya Ad'ını sormaya cesaret ettiğinde şu yanıtı almıştı:
"BEN BEN OLANIM. İsrailoğulları'na böyle diyeceksin: Beni size BEN'im
gönderdi. Ebediyen adım bu ve devirden devire anılmam budur." (Çıkış
3:12-15) Gerçekten de böylesi mütevazı ama o denli de açıklanamaz bir ad ve
bağlamsal işlevleri olan Bir ve Tek Tanrı O'ydu! Bir Olan, Tek BEN'im olan ve
Bir ve Tek BEN OLACAĞIM olan. Hepsi bu! İbranilere On Emri'nde Tanrı Adı'nın
kötülenmesini (Levililer, 19:12 ve 22:31) ve boş yere ağza alınmasını (Çıkış,
20:7) kesinlikle yasaklamıştı. İsrailoğullarının sadece O'nun Adı'nı okuyup
sonra da isteyerek unutmalarına izin vardı. (Tanrı'nm Adı'nı cemaat önünde
anan Musevi kendini kâfir konumuna düşürüp doğuştan gelme haklarını yitirir ve
sonunda da kendini Tanrı'nm Tekvin'inden ve Museviler'in Çıkış'mdan[**]
dıştalar.
Bu nedenle gizli adı güvenlikte tutulmalıdır.) Musa'nın söylediği gibi
Israiloğulları kendilerini bildiği günden beri Tanrı'ya karşı asi olmalarına
rağmen (Tesniye, 9:24), Israiloğulları arasında bir tek Başrahip'in Tanrı'nın
onaylanmış sözcüsü olarak, telaffuz edilemez ve 'Esrarengiz' Ad'ının 'Batıni
anlamını' öğrenmeye hakkı vardı. Diğer Yahudilere 'pek çok harikayı ve gizi'4
barındıran bu adı hecelemesi dahi öğretilemezdi.
İsrail'in Tanrısı tüm
kulları İsrailoğullarına (Levililer, 25:42) ve özel kulları Peygamberleri'ne
bildirdiği gibi, son derece kıskanç (Tekvin, 34:14) ve dehşet veren (Levililer,
26:16) bir Tanrı'dır. Bertrand Russell'm tanımıyla, "Tanrı kavrayışının
tümü kadim Doğu despotluğundan türetilmiş bir kavrayıştır."5
İsrail'in Tanrısı başka ilahlara (Çıkış, 20:23) ve kendininkilerden başka
gelenek ve âdetlere tahammül edemiyordu. Birçok kez 'bütün uluslar'ın Bir ve
Tek Tanrısı olduğunu açıkça belirtmişti. Pagan tanrılarını ve tanrıçalarını,
sunaklarını ve tapınaklarını aşağılıyor ve görmezden geliyordu. Komşu ülkelerde
soykırımlar yapılmasını isteyip İsrailoğullarmı bu kirli işi görmeye zorlardı.
Pagan ilahlarını 'Tanrı-Olmayan Tanrılar' olarak niteliyordu. Bu da İsrail
Tanrısı'na göre bu tanrıların sadece ilahlar olarak var olduğuna işaret
etmekteydi.6 Ve onların lanetlenmesi gerekiyordu: Putları ve
simgeleri 'sapkın yolların' nişanlarıydı. İlahi olana değil, 'Kötülükler ülkesi'ne
aittiler.
İsrailoğulları, kendi
tanrıları tarafından seçilmişlerdi. Tanrı'nm Kendisi kutsal olduğu için onlar
da kutsaldılar (Levililer, 20:7-8); Tanrı, İbranileri birçok kavim arasından
seçmişti (Levililer, 20:26); kutsal bir kavim olmak için çok küçük ve güçsüz
olmalarına karşın (Çıkış, 19:16)... İsrail'in Tanrısı .tümüyle ayrıştırıcı
-başlangıçta ışığı karanlıktan, suyu karadan ve gündüzü geceden ayırmıştı- ve
farklılaş-
tırıcı
bir Tanrı'dır. Ve Mircea Eliade'm da belirttiği gibi, Yahve, diğer tanrılardan
farklı olarak kendini kozmik zaman çevrimi içinde değil, mutlak bir başlangıcı
ve sonu olan tarihsel zaman süreci içinde ifade etmiştir.7
Bu
nedenle Yahudi'nin gündelik yaşamı Tanrı tarafından kesin olarak iki alana
ayrılmıştır: İlahi alan ve haram alan. İsrail'in Tanrısı, Musevi yaşamının,
tarihinin ve siyasetinin tek yapımcısı ve tasarımcısıydı. Bunlara ilişkin her
türlü insan-yapısı karar ve hüküm, Tanrı'nm Yasası'yla çelişmese dahi, bazen
kaçınılmaz olarak O'na ters düşebilirdi. Bunlar dışsal ve Seküler görüşler
sayılırlardı. Bu Seküler görüşler Kültür,8 Uygarlık, Felsefe ve
Sanat gibi toplumsal-tarihsel kategorileri içeriyorlardı. Örneğin Kültür
Musevi'ye Bilgi Ağacı'nı anımsatmaktaydı. İsaiah Peygamber'in de söylediği
gibi. "Ve ondan artakalanı bir ilah, kendine oyma bir put yapar; ve önünde
yere kapanır ve tapınır" (İsaiah, 44:17). Musevi zorunlu olarak Tanrısı'na
Tapmma'ya değil, O'na sadık kalmaya alışkındı. Öte yandan Kültür, doğası
itibariyle insanı 'güzel'e Tapmma'ya çağırıyordu. İsrail Evi'nin çatısı altında
teolojik ve pratik anlamıyla Kültür'e ve başka ilişkin kavramlara yer yoktu.
İsrailoğulları kendi Ahit(ler)ince kutsanmışlardı, Seküler, insan yapısı fikir
ve idealleştirmelere gereksinimleri yoktu. Çünkü Musevilerin Yasası'na göre,
"Var olan eskidendir; ve olacak olan eskiden olmuştur; ve Allah geçmiş
olanı yine arıyor" (Vaiz, 3:15) denmekteydi. Geleceği araştırmaya ve
şimdiki zamana boyun eğmeye ya da geçmişe hayıflanmaya gerek yoktu. Her şey
gibi, bunlar da anlamsızdı! Çünkü Tanrı'nm yaptıklarına herhangi bir şey eklenemez
ve ondan bir şey eksiltilemezdi (Vaiz, 3.T4). Musevilere göre insanın
yeryüzündeki görevi Kudüslü Kral Davud'un oğlu Vaiz'in sözlerinde özetlenmişti.
"İşin sonu şudur; her şey işitildi: Allah'tan kork ve O'nun emirlerini
tut;
çünkü insanın bütün vazifesi budur" (Vaiz, 12:13). İsrailoğulları'ndan
sadece "her şeyi yapan Allah'ın işini bilmeleri" (Vaiz, 12:13)
isteniyordu, O'nun işlerini yorumlamaları değil. Tanrı'nm işlerini yorumlamak,
"Tabir Allah'a mahsus olduğundan" (Tekvin, 40:8) fesat sayılmaktaydı.
Ve böylesi fesatlar Musevilerle Tanrı arasına nifak sokardı (Isaiah, 59:2).
Çünkü Tanrı, Peygamber Mika'ya "Yatakları üzerinde fesat düzenlerin (...)
vay başına!" (Mika, 2:1) demişti. Yorumcu denenlerden çoğu Musevilerce
sahte peygamber ya da kâhin sayılıyorlardı, çünkü yorumları mecazi olarak
gerçekleşiyor ve Tanrı'nm İnayeti'ni içermiyordu.9 Geleneğe göre,
her 'yeni' Tanrı'nm bir sunusu olmalıydı, insanlığın kültürünün ya da putların
değil. Çünkü 'her şeyin bir zamanı vardı' ve bizzat Tanrı, "Sana şimdiden
yeni şeyler, bilmediğin, gizli şeyler işittirdim," (İsaiah, 48:6)
diyordu.
Oysa
Pagan yaşam tarzı aşikârdır ki, sınırları kesin olarak belirlenmiş
bölümlemeler, sonsuza dek bağlayıcı kehanetler, buyrultular ve sözde göksel
düzenlemelerin boyunduruğu altında sürdürülmüyordu. Örneğin Anadolu'daki
Helenistik geleneğe göre, ilahilik insanlara değil, özel yerlere ve hakkaniyet
sembolü bir ilaha10 yakıştırılan bir özellikti. Greko-Romenlerin Theios
emer, Kutsal İnsan11 kavramı, fikir, ideal ve düşüncelerinde
'karizmatik olgunluğa' erişmiş insana özgüydü. Böylesi bir kişi Evrensel/Tümel
İnsan, Bütün(sel), (Kâmil)-İnsan olarak tanımlanıyordu. Ama böylesi bir kişi
bir Kadir-i Mutlak Tanrı tarafından kutsanmış değildi; kendi aşılmaz
nitelikleri, erdemleri ve zekâsıyla kendi karizmasını 'insanlar arasında ve
insanlarla birlikte' yaratıyordu. Onların gözlerinde yaşayan bir ilah olarak
kültürel statüsüne kendi erişmişti. Theios uner Tanrı-yapısı ya da
Tann-tarafından-gönderilmiş-irtibat-insanı değil, içgörü ve vargıları, resmen
tanın-
mış
filozoflarınkinden daha derin olan bilgileriyle kendini yetiştirmiş bir bilge
kişiydi. Theios aner bir bakıma Empedocles ya da "Ruhun ölümsüzlüğünün
ölümsüzlere benzerliğinden kaynaklandığını ve bu benzerliğin güneş, ay,
yıldızlar ve tüm gök-kubbe hiçbir zaman devinimsiz olarak algılanmadığı için,
tanrılarla ortak olarak sergilendiği kesintisiz hareketten oluştuğunu"12
öğreten Crotonlu Alkmeon gibiydi. Ancak popüler kültür onlara kehanetler ve
mucizeli eylemler yakıştırıyordu. Olasılıkla 'kehanetleri' gerçekte 'verili
vahiylere' değil, bilgi ve bilgeliğe dayalı teşhis ve öngörülerdi. Greko-Romen
gelenekte Theios aner Gizemler'e tabi değildi; aksine Gizem denilen
olgular, Theios aner'e tabiydi ve ancak Noolojik[††] birimler olarak geçerliydi.
Paganların
düşünce tarzına göre her yurttaşın yaşamı Musevilikte olduğu gibi göze
görülmeyen ve adı anılmayan bir Deus Absconditus (gizli Tanrı)
tarafından yönlendirilmiş değildi. Pagan, tanrıların tam ortasında, onlarla iç
içe yaşıyordu, oysa Musevi sadece kendi tek Tanrısı'yla birlikte yaşamak üzere
seçilmişti. Devlet tarafından seçilmiş ayrıcalıklı bir kişiliği olan Paganın
tersine, Musevi kendi topraklarında sıradan bir insan olmaya mahkûmdu.
Yurttaşların manevi istemlerine hizmet eden Pagan tanrıların tersine,
İsrail'in Tek Tanrısı dilediği an Musevilerin yaşamının en mahrem alanlarına
bile, hükmedebiliyor ve nüfuz edebiliyordu.
Pagan
tanrıları insan-yapısı imge ve idoller, Musevilerin taktığı adla, 'kötülük
simgeleri'ydiler. İsrailliler için Tanrı, insan yapısı değil, kendini yaratmış
Yaşayan Hükümran Tanrı'ydı. Musevi kendini (kişisel) yaşayan Tan- rı'yla
bağlantılandırırken, Pagan kendini sahip olduğu Se-
küler
güçle özdeşleştirmekteydi. Pagan, her şeyin üzerinde, Roma İmparatorluğu'nun
sivil yurttaşıydı. Kült inancıyla değil, Devletine ve İmparatorluğa olan
bağlılığıyla tanımlanmaktaydı. Pagan, yalnızca İmparator'a tabiydi. Musevi ise
adını ve cemaat kimliğini Tanrı'yla bağlaşıklığı içinde edinebilmekteydi.
Kimliği -yani atavistik ve doğuş alanına göre biçimlendirilmiş tapmak-
Devlet-ulusal- cılığı-İmparator'u Pontifex Maximus olarak hiyerarşinin doruğuna
yerleştirmiş olan insan-yapısı Seküler mekanizma tarafından değil, Tanrı
tarafından verilmişti.
Musevi
her nasılsa Tanrı RAB tarafından kıskıvrak yakalanmıştı. Bu nedenle
kendisinden O'na inanç ya da iman değil, Ad'ına bağlılık ve Yasası'na sadakat
beklenmekteydi. Pagan, tanrılarla ilişkilerinde kendini özgür ve serbest
hissederdi; bir Tanrı tarafından bağlanmış ya da tutsak kılınmış değildi.
Musevi RAB'binin hizmetkârıydı; Pagan ise dünyanın efendisi olmak üzere
doğmuştu. Paganlar uluslarını uygarlık dünyasına iletmekle yükümlüydüler;
göklerin ötesinde bir yerlerde tahtında oturan görünmez bir Tanrı'nm dizlerinin
hizasına değil.
Paganlar,
büyük-toprak-sahipleriydi. Oysa toprak, İsrail'in Yasası'na göre RAB'be aitti
(Levililer, 25:23). Atalarının kabul ettiği Ahit nedeniyle Musevi,
'Vaadedilmış' Topraklar'da Rab bin sözleşmeli işçisi gibiydi. İsrail Tan-
rısı'nm Yasası'na göre Eski Ahit'in on iki kabilesi bizzat Rab tarafından bir
araya getirilmişti. 'Birlikte ama yalnız' ilkesiyle bir araya getirilmiş
olmalarına karşın, bu birliktelik, paganların birliğinden farklıydı. Pagan
birliğinin temelleri Tanrı-tarafmdan-yapılmış yeryüzündeki değil, iktisadi,
siyasal, tarihsel ve toplumsal bağıntılarla kurulmuştu. Paganlar yeryüzündeki
servetleri ve buna denk düşen seküler iktidarlarıyla birleşmişlerdi. Bu nedenle
de önyargısızdılar ve tüm zenginlik ve kudret sahiplerine,
inanç
ve geleneklerine bakmaksızın kucak açıyorlardı (I. Mac. 8:1-32).
Paganlar
yabancı ülkeleri, ulusları ve tanrılarını bazen savaşarak, bazen de diplomatik
tavizler yoluyla egemenlikleri altına alıp sömürgeleştirirken, Museviler
Tanrılarından bir parça toprak edinebilmek için 'Doğru Yol'a, yani Teşuva'ya
dönüp O'nunla daha ağır hükümler içeren yeni akitler yapmak zorundaydılar. Ve
Tanrı toprağı elinden çıkarttığında, bu her zaman için daha ağır yaptırımları
öngörür -örneğin Tanrı bakire İsrail'in kocası olarak tanınmayı şart koşmuştu-
ve baskı altında gerçekle- şirdi.
İsrail'in
Tanrısı'nm Yasası'nda Musevi'nin religio ile değil, Tanrı'yla bağlantılı
olması istenirdi. Musevi'nin Ruh'a ya da genelde herhangi bir şeye inanması
gerekmiyordu, çünkü o, ‘kendisi inançtı'.13 Musevi'nin RAB'la bağlaşıklığı
hiçbir zaman tapınmaya göre düzenlenmiş bir özdeşleşme sorunu sayılmıyordu.14
Musevi'nin kendini RAB'biyle özdeşleştirmesine izin yoktu. Bu da ona tüm
yeteneklerini ve zekâsını kendini RAB Tanrı'ya karşı savunmada harekete
geçirme olanağını veriyordu. Gerçekte sıradan Musevi'yle RAB arasındaki ilişki,
keskin bir nişancıyla hareket halindeki hedefi arasındaki ilişkiyi andırmaktaydı.
Musevi bir anadan doğmuş olmakla Musevi, çok kolay öfkelenen ve anında yıkıcı
olabilen RAB'bin huzurunda ve tapmağında tüm insanlığın keskin zekâlı avukatı
rolünü oynamakla onurlandırılmıştı. Dolayısıyla sadık Musevi, salt insan aklı
ve standartlarının tasavvur edemeyeceği kadar yüce bir güçle mücadele ettiği
için, -Yakub gibi- Paganların Hercules'inden daha güçlü bir kahraman olmak
zorundaydı. Görevi her insanınkinden daha seçkin ve derinlikliydi. RAB'be karşı
önce direnecek ve bunda başarılı olmadığı takdirde, derhal uzlaşıp
O'nunla
pazarlığa oturabilecek konumda olan, yalnızca oydu. Çünkü bu dünyada barışı
sağlamak uğruna bu sonsuz tartışmayı sürdürebilsin diye olağanüstü kurnazlık
ve bilgelik ile donatılmış olan tek varlık oydu! Zaten İbrani- ce Israel adı,
'Tanrı'yla mücadele eden' anlamına gelmekteydi. (Bu lakap, Kadir-i Mutlak
Tanrı'yla gece boyunca tartışan Yakub Peygamber'e bizzat Tanrı tarafından verilmişti.)
Musevi, ruhani
önderlerince itaatiyle (teslimiyetiyle değil) ve Hikmet'iyle, yani Logos'la
RAB'bini hoşnut edip O'ndan bağışlanma elde etmeye ikna edilmişti. İsrail'in
Yasası'na göre ancak Tanrı 'haksızlık, ihlal ve günahları' bağışlayabilirdi
(Çıkış, 34:7/Yerema, 31:34/ Daniel 9:9). İnsan bunu yapamazdı. Bu nedenle
RAB'bin kudret yetisini ve potansiyel yüceliğini kavrayabilmesi için Musevi'nin
yüreğinin korkuyla dolu olması gerekiyordu. Onu Tanrı'nm huzuruna yaklaştıracak
olan bir tek BU KORKU ve BU KAVRAYIŞ'tı. Musevi kitabını ibadet etmek için
değil, kavrayabilmek ve inceleyebilmek için okuyordu. Oysa Paganlar için Zeitgeist’ı,
yani zamanın ruhunu ve zekâsını kavrayabilmek, özel bir önem taşımaktaydı. Ne
ki, İsrailoğulları için RAB, her-yerde-mevcut'tu, her şey O'na aitti ve
kendileri yalnızca Hikmet anlamında Logos'la donatılmışlardı. Dolayısıyla
Musevi'nin kültürel, felsefi, sanatsal ya da kültik bilgiye gereksinimi yoktu.
Çünkü Tan- rı'nm kudreti/gücü, insanlığın Sophia'sının (Bilgi) çok ötesinde,
onun ulaşabilirliğinin çok uzağmdaydı.
Ne ki, İsrail'in Tanrısı
aynı zamanda iyicildi ve seçtiği cemaatiyle ilgilenirdi de. Musevi anlayışına
göre, tüm ulusların atası sayılan İbrahim Peygamber'den bu yana, İnsanoğlu'yla
Tanrı RAB arasında bir diyalog sürmekteydi. İbrahim zaman zaman RAB'bi kendi
görüşlerine ikna edebilmişti. Musa bundan da fazlasını yapmış ve Tanrı'ya
Ü(
İsa rakiplerinin kendisi hakkında söylediklerini 'kabul
etmemesini' telkine cesaret edebilmişti (Sayılar, 16:15). Paganlar için
böylesi bir diyalog anlaşılmaz bir bağdı. Tanrılara talimat vermek, ya da Tek
Tanrı tarafından dayatılmış bir 'Ahit işareti' (Sünnet) temelinde sürekli bir
diyalogu sürdürmek, kendi hayat tarzları içinde onlar için bildik bir konu
değildi.
Musevi, yeryüzünde
hayatta kalabilmek için Modus Operandi’sinin (çalışma tarzı) denetimini
Tanrı'ya sunuyor ve karşılığında O'ndan bir anlaşmanın kazançlarını, bir toprak
ve korunma vaadini alıyordu. O andan itibaren Musevi'nin hayat tarzı, Yüce
Efendi'ye ait bir hanenin bir hizmetkârı ya da mensubu gibi Tanrı'ya ait
olmaktaydı. Çünkü İsrail Evi'ndeki tarzlar Devlet ya da büyük mey- danlı, her
yurttaşın fikrini söyleyebildiği site ya da polis'le- rin Seküler
kültürlerince değil, Tanrı/RAB'bin 'başlangıçta' yarattığı 'aile
ilişkileri'yle biçimlenmekteydi.
Pagan yaşam tarzı ve
onlara bağlı Musevi yaşam tarzının ortak paydaları yoktu. Musevi'nin pagan
yönetiminin Zeitgeist'ı karşısındaki direnişi genelde Musevi tarikatları
ve özelde radikal reformcu Zealotlarla, pasifik-kaçkmcı Esseneler[‡‡] gibi kesimler
arasında geleneksel (ancak mutlaka Kabbalistik olması gerekmeyen) Peygamber
Yöneticiliğini canlandırmanın gerekliliğini bir kez daha vurgulamaktaydı.
Essenelere göre, Zeitgeist gerçekte Zeit-Ohne- Geist, yani
Adalet/Hakkaniyet Ruhu'ndan Yoksun Za- manlar'dan başka bir şeyi
simgelemiyordu. Essenelerin eleştirel hükümleri yalnızca Paganları mahkûm
etmekle kalmıyor, aynı zamanda Ferisiler, Kâtipler ve Saddukiler gibi yerleşik
Musevi tarikatları arasında egemen olan son
derece
yozlaşmış uygulamalara da yöneliyordu. Essene- lerin Dini Bütünlük'e ve
Hakkaniyet'e yönelişi Musevi tarikatları arasında iç çatışmaları kışkırtarak
siyasal radikal Yahudilik'in (Judaism) Peygamberce Yönetimcilik'i (Hükümet
Etme) üzerinde belirli bir ağırlık kazandığı bir felaketle sonuçlandı.
Yenilen, Peygamberlere bağlı yöneticilik oldu, bunun yerine Rabbilere
(Öğretmen) bağlı yöneticilik ortaya çıktı.
Pagan
ve Musevi tartışmalarında, genelde karşıtlıklar iki farklı kimliğin kesin
düsturları arasında saflaşmıştı: İnsancıl Olan Biziz; Çünkü Biz Romalıyız ve
Seçkin ve Kutsal Olan Biziz; Çünkü Biz Musevi'yiz. Bu çatışkı, düşmanlık ve
kıskançlıklar sır olmamakla birlikte, her iki tarafça da diplomatça bir
anlayışla görmezden gelinip gizleniyordu. Ne ki, her iki 'ulus' da yeni
taraftarlar kazanmak için var güçleriyle uğraşmaktaydılar. Ve Ortadoğu'da Paganlar
ve Gentileler* ile Museviler arasındaki bu diplomatlıkla gizlenmiş düşmanlık
ve şiddet süregiderken, sonradan Bakire Doğumu olarak adlandırılacak olay
gerçekleşti. Bu, Büyük Kral Herod'un otuz üç yıllık yönetiminin 'sondan ikinci'
yılında oldu. Isaac Newton'un da gözlemlediği gibi, matematikçiler, gelenekte
hiçbir temele dayanmaksızın 'Bakire Doğumu'nu İ.Ö. 6 ya da 4 yılının 25
Aralık'ına15 ta- rihlendirdiler. Ve tarihçilerle Kilise Babaları
sonradan bu olayı Noel olarak belirlediler. A. Povvell Davies'in belirttiği
gibi, "... Hıristiyanlık Pagan dünyaya Kurtarıcı Tanrı olarak İsa'nın
çıkageldiği fikrini yaydığında, bu fikir daha önceden var olanlara, özellikle
de Mithra Dini'ne dayanmaktaydı. Pagan Hıristiyanlar, İsa'nın doğum günü olarak
Mithra'nm doğum günü olan 25 Aralık'ı (kış gündö- nümü) devralmışlardı."16
Oluşundan onlarca yıl sonra çeşitli kaynaklardan derlenerek
anılaştırılan bu olay, gelecek kuşaklara şöyle aktarılacaktı:
1.3.
'Ve Onun Adını Immanuel
Koyacaklar'
Yoahim
ve Hanna'nın17 kızı Meryem, Nasıra Kasaba- sı'nda18 bir
marangoz olan Yakub'un oğlu Yusuf'la” nişanlıydı. Ancak birleşmelerinden önce
'gebe olduğu anlaşıldı' (Matta, 1:18). Yusuf "salih bir adam olup onu
âleme rüsva etmek istemeyerek, gizlice boşanmak niyetinde idi" (Matta,
1:19). RAB müdahale ederek meleklerinden birine düşünde Yusuf'a görünmesini
buyurdu. Melek dedi ki: "Sen Davud oğlu Yusuf, Meryem'i kendine karı
olarak almaktan korkma; çünkü kendisine doğmuş olan Ruhülku- düs'dendir. Ve
bir oğul doğuracaktır; ve onun adını İsa koyacaksın; çünkü kavmini
günahlarından kurtaracak olan odur" (Matta, 1:20-21). Yusuf itaatkâr bir
adamdı, kendine söyleneni yaptı: Meryem'i karı olarak evine aldı ama bir oğul
doğurana dek onunla cinsel ilişkiden sakındı. 'Ve çocuğun adını İsa koydu'
(Matta, 1:25). Böylelikle Isaiah Peygamber'in kehaneti yerine gelmiş oluyordu
(Matta, 1:23). Ve Meryem'in oğlu gelecek yüzyıllarda da bu adla tanınacaktı.
Ancak, kehanetin yalnızca yarısının gerçekleştiği anlaşılmaktadır,
çünkü Isaiah Peygamber'in Tanrısı, bakireden doğacak çocuğa başka bir ad vaat
etmişti. Bu ad, Im- manuel'di. Okuyalım: "Bunun için Rab kendisi size bir
alamet verecek; işte kız gebe kalacak ve bir oğul doğuracak, ve onun adını
Immanuel koyacak" (İsaiah, 7:14). Tan- rı'nın başlangıçtaki tasarımını
neden değiştirip bebeğe yeni bir adı, İsa'yı20 vaat ettiği Yeni
Ahit'te yazılı değildir. Garip görülebilir ya da görülmeyebilir, ancak sonuçta
Meryem'den
doğan çocuğun adı 'Tanrı-Bizimle' (yani, Immanuel) değil, 'YHVH Selamettir'
(yani, İsa) oldu.
Sekizinci
gün, Anne Meryem'le üvey baba Yusuf, Şeri- at'a göre bebeği sünnet ettirmek
için Tapmağa götürdüler. İsa Tapınak'ta sünnet edildi. Böylelikle Tanrı'nm
Babil Talmudu'na göre ilk muhtedi olan İbrahim'le yaptığı 'ahdin işaretini'
(Tekvin, 17:11) edinmiş oldu.21 Sekiz günlük bebek İsa, böylelikle
adanmış da oluyordu: "Ve Rab Musa'ya söyleyip dedi: Bütün ilk doğanları,
İsrailoğulları arasında, insanda ve hayvanda bütün rahmi açanları benim için
takdis et, o benimdir" (Çıkış, 13:1). Böylelikle Meryem'in oğlu,
İsrailoğulları'nın RAB'bine ait olmuştu.
Meryem'in
kız kardeşi ya da kız kardeşlerinin ve dolayısıyla da altı ya da yedi
yeğeninin olup olmadığı Yeni Ahit'te yazılı değildir. (Klopas'm karısı
Meryem'in -Yuhanna 19:25- Meryem'in gerçek kardeşi olup olmadığı belirlenememiştir.)
Yusuf'un daha önceki evliliğinden en az altı ya da yedi evlat sahibi olmuş
yaşlı bir adam olup olmadığı da kayıtlı değildir. Bu iki olasılık Yeni Ahit'te
belirtilmez, ama İsa'nın dört erkek kardeşinin adı verilir. İsa'nın ayrıca en
az iki ya da üç de kız kardeşi bulunmaktaydı. İncil-derleyicisi Markos'dan
okuyalım: "Meryem'in oğlu ve Yakub'un, Yosef'in, Yahuda'nm ve Simun'un kardeşi,
dülger, bu değil mi? Kız kardeşleri burada bizimle değil mi?" (Markos,
6:3) Dört İncil yazarından İkincisi, Markos'a göre bunlar, İsa'nın gerçek erkek
ve kız kardeşleriydi, dördüncüsü Yuhanna'ya göreyse İsa'nın kuzenleriydiler
(Yuhanna, 19:25). Eğer Yuhanna'nm öne sürdüğü gibi İsa'nın kuzenleriyseler, o
zaman Meryem yaşamının sonuna dek bakire ve Tanrı'nm bakire gelini olarak
kalmış demektir.
Muhtemeldir
ki, Meryem'in kız ya da erkek kardeşi yoktu, ama Elisabeth adında bir kuzeni
olduğu kesiııdıı
Meryem'in
özellikle gebelik döneminde onunla çok yakın olduğu bize bildirilmektedir.
Elisabeth'in bakire Meryem'in gebeliğini kendi ailesinden ilk öğrenen kişi
olduğu da yazılıdır.
Elisabeth kırk
yaşlarında olmalıydı ve Zekeriya adlı bir kâhinle evliydi (Luka, 1:5).
Elisabeth 'kısır idi' (Luka, 1:7). Sara, Raşel, Rebeka ve Hanna'dan sonra
Kutsal Kitap'ta adı geçen beşinci, Yeni Ahit'teki ilk kısır kadın Elisa-
beth'dir. Daha önceki bütün kısır kadınlar ve kocaları gibi Elisabeth ve kocası
da 'Allah indinde salih' idiler (Luka, 1:6). Bu nedenle, Zekeriya bir gün
Rab'bin tapma ğmday- ken Melek Cebrail ona göründü ve dedi ki: "Korkma Zekeriya;
çünkü duan işitildi, karın Elisabeth sana bir oğul doğuracak, onun adını Yahya
koyacaksın. (...) Çünkü Rabbin gözünde büyük olacak, şarap ve içki içmeyecek ve
daha anasının karnından Ruhülkudüs'le dolu olacak. İsra- iloğullarından
birçoğunu onların Allah'ı Rabbe döndürecek. Babaların yüreklerini oğullara,
asileri salihlerin hikmetine çevirmek ve Rabbe amade bir kavim hazırlamak
üzere İlya'nın ruhu ve kudretiyle onun önünde yürüyecektir (Luka,
1:13-17)."
İsrail'in Tanrısı daima
Meleği Cebrail aracılığıyla konuşurdu. Tanrı her zaman önce kocalara
'korkmamalarını' söyler, ardından onlara her birinin ayrıcalıklı anlamı olan
bir 'ad' ve bir 'oğul' müjdelerdi. Buradaki tek ilginç husus, Melek Cebrail'in
Zekeriya'ya, düşünde değil, tapınağın loş ışıkları arasında tütsü yaktığı
sırada konuşmuş olmasıdır. Yeni Ahit'te anlatılanlara göre altı ay sonra
Meryem'i de ziyaret eden işte yine bu Melek Cebrail'di. Bu Cebrail'in bir
bakireye yaptığı varsayılan kayıtlara geçmiş ilk ve son ziyaretidir. İnsanlara
Tanrı'nm sözünü iletmek Melek Cebrail için olağan bir olaydı. Ama Cebrail, tabii
RAB'bin talimatları üzerine, önce sıkıntılı kocalara gö-
rünmeye
alışkındı. Ne ki, bakireye görünüp 'müjdeyi vermek', Melek Cebrail için
alışılmadık bir durumdu. Belki Melek Cebrail bu nedenle 'müjdeyi' vermeden önce
'Bakire Meryem'e korkmamasını söylemiştir!
Elisabeth'e
dönelim! Zekeriya'ya bildirilen tarihte, oğlu doğdu. Ona Zekeriya'nın
akrabaları arasında bu adı taşıyan kimse olmamasına karşın (Luka, 1:61) Yahya
adını verdiler, çünkü Zekeriya Abiya ruhban soyunun mensubuydu ve Elisabeth de,
Meryem'in tersine, Harun'un so- yundandı (Luka, 1:5). Yahya büyüdü, ruhça
kuvvetlendi; ve İsrail'e görüneceği güne kadar çöllerde kaldı (Luka, 1:80).
Doğru, Markos'a göre Yahya kehanet uyarınca hiç mayalı içki içmedi. Yalnızca
bitki ve yaban balı yedi. Hiç tıraş olmadı ve devetüyünden bir harmani giyip
beline bir deri kuşak taktı (Markos, 1:6). Yahya atalarının geleneği nedeniyle
Peygamber ya da Mesih (Christ) olmaya layık değildi, ama aynı gelenek uyarınca
bir Rahip-Yönetici olabilirdi... Yahya bunları denemedi; onların yerine yaşamını
bir başka seçeneğe adadı.
Gerçekte
kendisinden altı ay küçük kuzeni olan ve daha sonra Tanrı'nm Oğlu diye anılan
İsa'nın gelişini bildiren ilk Vaftizci oldu. Yeni bir İstiğfar ahdinin yeni
işareti olarak suyla Vaftiz'i başlattı. Kendinden sonra Kehanet'e göre,
insanları selametleri için suyla değil, Ruhülkudüs ve ateşle vaftiz edecek olan
İsa'nın gerçek vaftizci olacağını bildirdi. Kilise, sonraları 24 Haziran gününü
Vaftizci Yahya Günü ilan etti. Vaftizci Yahya Günü'nün arifesinde tüm dünya
Hıristiyanlarının kentlerden çıkıp evlerindeki kötü ruhları kovalayacak şifalı
sarı kantaron otunu (St. John's wort) toplamaları istendi. (Anlamlı bir Pagan
uygulamasıdır bu.)
Böyl&likle,
Yeni Ahit'in başlarında, bizlere iki oğul sunulmuştur. Biri Yahya (İbranice
biçimiyle Johanna 'JAH-
VEH
esirgeyicidir' anlamına gelir), diğeri de İsa, 'JAH- VEH selamet'dir. Jahveh
Esirgeyicidir, Jahveh Selamet- tir'in yolunu açmıştır. Her iki oğul da ilk
doğan Yahudi bebeklerdir ve dolayısıyla, Yasa'ya göre her ikisi de ebeveynlerinin
Tanrısı'na adanmışlardır.
Isa'nın annesi Meryem,
imana göre ya bakiredir, ya da bir parthenos, yani yine bakire, ancak 'tertip
edilmiş bir evliliğe rıza göstermeyip kendi eşini seçen kadın'dır. (Bakire)
kötü ya da hafifmeşrep bir kadın olduğundan değil, 'kendi hakkının bilincinde
bir kişi' olduğu için 'evlenmeden anne olmuştur'.22 İsa'nın
Platoncu Celsus'un İ.S. 170'te ileri sürdüğü gibi,23 büyüsünü
Mısır'da öğrenmiş küstah bir şarlatan olup olmadığı çok önemli değildir. Diğer
bir anlatımla Meryem'in Bakire olup olmadığı, ya da İsa'nın göz boyayıcı olup
olmadığı konumuz itibariyle bu incelemede üzerinde durulmayacak hususlardır.
Çünkü; en kestirme deyişle 'Bakire Annelik' yakıştırması Hıristiyanlık'tan çok
önce, tüm Hindistan, Mezopotamya ve Ortadoğu'da bilinen bir olguydu. Örneğin;
Buda, Sokrates, Eflatun ve Büyük İskender de halk söylencesine göre 'Bakire
Anne'den doğmuşlardı!
Benzer şekilde, tarihsel
İsa denilen de fazla önemli değildir. Tarihsel İsa ilahiyatçı ve tarihçiler
için bir çeşit 'incelenecek vak'a' iken mitolojik İsa, kendine inananlar için
nihai gerçeklik olarak kalmıştır. Nesnel bir inceleme için, tanımlarımıza
perspektif kazandırabilecek tek İsa portresi, Yeni Ahit'teki Mesih'tir. Bu
portrenin tarihi gerçekliğinin olup olmaması bizi ilgilendirmemektedir. Çünkü,
Hıristiyan dünyası sadece ve sadece Yeni Ahit'te okuduğu Mesih'e bağlılık
duymaktadır. Tarihsel Mesih'e değil.
Geleceğin Mesih ve
Tanrısı'nın yeryüzündeki yaşamı işte böyle başladı. Ve diğer iki İncil
yazarının, İncillerinde
bu
büyüleyici 'bakire doğumu'24 olayına neden değinme gereksinimi
duymadıkları da daima bir sır olarak kaldı.
1.4.
Benzerlik Yasası
Gereğince
Matta,
kendi Incil'inde, İsa'nın soy kütüğünü İbrahim Peygamberde başlatıp 'Mesih
denilen' İsa'yla bitirir (Matta, 1:16). Matta İbrahim'den İsa'ya kırk iki
kuşak saymaktadır. Onun soyağacmda üvey baba Yusuf 'Meryem'in kocası' olarak
verilip İsa babasının soy hattıyla değil, anasının adıyla kaydedilmiştir. Bu,
geleneksel İbrani soyağacı kurgusunu bozduğu için alışılmadık bir işlemdir. Her
iki ebeveynin, Meryem ve Yusuf'un Matta yorumunda birer kuşak işgal etmeleri de
alışılagelmiş bir uygulama değildir. Matta bu kırk iki kuşağı, her biri on
dörder kuşak içeren üç başlık halinde toplamıştır. Matta, Meryem ve Yusuf'u
dahil etmekle on dördüncü kuşağı İsa'ya yakıştırmıştı. Öte yandan, Luka
İsa'nın soyağacım Adem'e ve O'ndan da tabii Tanrı'ya iletmişti. Luka İncili'nde
Tanrı'dan İsa'ya yetmiş yedi kuşak sayılmıştı (gerçekte bu birkaç bin yıldan
fazla tutmamaktadır).
Matta İbrahim Peygamber'den Davut Peygamber'e on dört kuşak
saymıştı. Ve Luka, Tanrı'dan İsa'ya yetmiş yedi kuşak saymaktaydı. Cemaatin
başındaki yöneticilere iletilen mesaj, Davut Peygamber'in adının sayısal değerinin
İsa'nın kuşak değeriyle özdeşleştirilmesiydi. Matta ve Luka, İsa'yı on dördüncü
kuşağa yerleştirmekle, bilgelere ve söz sahibi diğer cemaat yöneticilerine
sıradan bilginin ötesinde malzeme sağlamaktaydılar. Yetmiş yedi, yedi artı
yediye bölündüğünde, on dörde eşitlenir ve kırk iki kuşak üç kez on dört
başlık altında (3x14) toplandığında Davut Peygamber'in adının sayısal değerine
gönderme yap-
Üç
İsa maktadır, böylelikle Mesih denen İsa'yı gizlice onun
soyuna bağlar. Bu soyağacı aktarımı, geleceğin tanrısını aynı zamanda Yahudi
Peygamberi İsaiah'nm kehanetine de bağlamaktaydı. Her iki İncil yazarının
attığı ilk adımlar, bu kehanetin gerçekleştirilmesi bağlamında zorunluydu. Üvey
baba Yusuf'un Luka yorumunda bağımsız bir kuşak sayılmayıp dıştalanması da
kayda değer. Matta yorumunda bu kuşak boşluğunu, inanca göre İsa üzerinde
hiçbir 'emeği' olmayan Yusuf'u ayrı bir kuşak olarak saptarken, elinde yeterli
sayıda kuşak bulunan Luka'mn ona hiç gereksinimi olmamıştı.
Sayısal değerlere
ilişkin konular, sonraki yüzyıllarda Gnostik tarikatlar, gizli ya da Rafızi
denen dernekler, Okültistler ve Ezoteristlerce Operasyonel ve Spekülatif olarak
kullanılagelecektir. Bu değerler karmaşık cin kovma dualarının çeşitli
biçimlerini ifadelendirmenin yanı sıra, simgeciliğin tılsım gizemlerine ve
karmaşıklığına içkin bir sayısal nitelik kazandırmada da temel kabul edilecekti.
Şu ünlü 'kutsal' on dört sayısı için bu kadar yeter sanırım!
İsa Mesih'in çocukluğuna
dair ayrıntılı bilgi yoktur. Ancak ilginç bir olay aktarılmıştır (Luka,
2:41-51):
İsa on iki yaşındayken,
ailesiyle birlikte her yıl Yeruşa- lim'de (Kudüs) kutlanan Fısıh bayramından
eve dönüşte üç gün kaybolmuştu. Yusuf'la Meryem onu her yerde aramışlar, ama
bulamamışlardı. Üç gün sonra, Tapmağın avlusunda, yaşlılarla konuşurken
gördüler onu. Luka bu yaşlı Yahudi muallimlerin (Hahamlar) on iki yaşındaki
çocuk Isa'nın sorduğu sorular ve verdiği yanıtlardan çok etkilendiklerini
belirtmektedir. Bu muallimlerin gerçekten etkilendikleri mi, yoksa tedirgin mi
oldukları, İsa ile annesi Meryem arasındaki şu konuşmadan izlenebilir. Luka
şöyle yazıyor: "Onu gördükleri zaman, şaştılar ve anası ona dedi: Ey oğul,
neden bize böyle ettin? İşte babanla ben yüreğimiz çok sıkılarak seni aradık.
Onlara dedi: Neden beni aradınız? Bilmiyor mu idiniz ki, benim için Babamın
evinde bulunmak gerekti? Onlar ise kendilerine söylediği sözü
anlamadılar." (Luka, 2:48-50)
Eğer,
İsa bu öğretmenlerle annesiyle konuştuğu tarzda konuştuysa, bu anlatım tarzı
hazır bulunanları etkilemekten çok tedirgin etmiştir. Çünkü Tanrı'nm tekil
olarak 'Babam' biçiminde nitelendirilmesi Museviler arasında alışılmadık bir
uygulama idi; Baba figürü olarak tanrı geleneksel olarak 'Babam' biçiminde
değil, 'Babamız' olarak tanımlanırdı. Yine geleneksel olarak Tapınak RAB'bin
ikamet ettiği yerdi. RAB, 'Babamın evinde' oturmuyordu. Eğer bu olay Luka'nm
uydurduğu bir ekleme değilse, o zaman taşıdığı anlam, önemlidir. Böylesi bir
niteleme daha on iki yaşındayken "Hepimizin babası bir değil mi? Bizi
bir Allah yaratmadı mı?" (Mal. 2:10) diyen gelenekten açıkça kopmuş bir
İsa'ya işaret etmektedir. Daha sonraları, bilindiği gibi, İsa otuz yaşlarına
geldiğinde de, Yahudilerin 'Tanrımız' nitelemesi geleneğini yadsıyarak
Tanrı'yı 'Tanrım' olarak adlandıracaktır. Kimi durumlarda bazı peygamberlerin
Habakkuk'ta yapıldığı üzere (3:18-19) Tanrı'yı 'Kurtarıcım' ya da 'Yehova, Rab,
benim kuvve- timdir' şeklinde nitelemelerine cevaz olsa da, 'Tanrımız'm
'Tanrım' biçiminde tekilleştirilmesi, Tanrı'nm İnsan-Ben- liği'nde
özelleştirilmesi sayılmaktaydı ve kesin olarak yasaklanmıştı. Çünkü Musevi
peygamberi Mika'nm da belirttiği gibi, "Çünkü bütün kavimler, her biri
kendi ilahının ismiyle yürüyor; biz de daima ve ebediyen Allahımız RABBIN
ismiyle yürürüz" (Mika, 4:5) denmişti. Tanrılar ve Ruhlar arasında yaşayan
ve bazen onlar tarafından yardıma ç'ağrılan Paganın tersine, Yargıç Tanrı RAB,
Musevilerin arasında yaşayan İlahi Güçtü. ("Çünkü ben Allahım ve insan
değilim; senin ortanda olan Kuddüsüm") (Hoşea, 11:9). Yaşayan
Yargıç-Tanrı, İsrail'in RAB'bi bütün Musevilerin arasındaydı, hiçbir
Musevi'nin özel mülkiyeti altında ya da evinde değildi.
Tanrı, Yeni Ahit
boyunca, Eski Ahit'in tersine yalnızca bir kez konuşur. Bu da İsa'nın kuzeni
Yahya tarafından vaftiz edilişi sırasında gerçekleşir. İncil yazarı Yuhan-
na'nın söylediği gibi Vaftizci Yahya'nın mı onu herkes gibi vaftiz olmaya
çağırdığı, yoksa Matta, Luka ve Mar- kos'ta gösterdiği üzere İsa'nın mı kendini
Yahya tarafından vaftiz edilmeye davet ettiği açık değildir. Matta, İsa'nın
vaftizini şöyle betimler: "Ve İsa vaftiz olup hemen sudan çıktı; ve işte,
gökler açıldı, ve Allahın ruhunun güvercin gibi inip üzerine geldiğini gördü;
ve işte, göklerden bir ses dedi: Sevgili Oğlum budur, ondan razıyım" (Matta,
3:16-17). Tanrı bundan sonra İsa dahil kimseyle konuşmadı ve İsa ve havarileri
ibadet etmek üzere dağa çıktıklarında bir buluttan gelen 'ses'in aynı mesajı
tekrar etmesi dışında hiç emir ya da talimat vermedi. İsa bu nedenle
"Allah Ruhtur ve ona tapmanlarm ruhta ve hakikatte tapınmaları
gerekir" demiştir (Yuhanna, 4:24).
Anlaşıldığı kadarıyla
İsa sıradan bir Musevi gibi gelip vaftiz olmuştur. Yahya: "Ben onu
bilmezdim" der (Yuhanna, 1:31). Ve İsa, vaftiz edildiği sahilden,
sonradan Yahya'nın doğrulayacağı üzere mecazi anlamda tüm insanlar ve özelde
tüm Museviler için kullanılan bir unvan olan Tanrı'nm Oğlu olmak sıfatını
alarak ayrılmıştır (Yuhanna, 1:34). Tekvin'de şöyle denilir: "Ve vaki
oldu ki, toprağın yüzü üzerinde adamlar çoğalmaya başladı ve onların kızları
doğduğu zaman Allah'ın oğulları insanın kızlarının güzel olduklarını gördüler
ve seçtiklerinden kendilerine karılar aldılar" (Tekvin, 6:1-3).
Dolayısıyla bir Musevi erkeği olarak İsa da bir Tanrı Oğlu'ydu ama bu onu Mesih
yapmaya yetmiyordu. Bu nedenledir ki sonradan, başı kesilmek üzere Herod
tarafından kapatıldığı hapishaneden Yahya kendini beklenen Mesih olarak görüp
görmediğini anlamak üzere ona haberciler gönderecektir. İsa bu hayati soruyu
son derece belirsizce yanıtlar. Gerçekte İsa, Musevi cemaatini yöneten ve
yönlendiren söz sahibi kişiler tarafından çağrılmış ve onaylanmış değildi
(hatta-ç.) onlar tarafından yetersiz bulunmuştu!
İsa'nın nasıl doğduğu ya
da Tanrı'nm beklenen Mesih'i olarak nasıl onaylandığının üzerinde çok fazla
durmaya değmez. Kuşkusuz Nasırah İsa, Musevilerin beklediği bir ve tek Mesih
değildi. Çünkü Mesih ideali İsa'dan onlarca yıl önce Essene Kümran tarikatının
biçimlendirdiği esrarengiz bir Hak Belleticisi'ne (imgesi-ç.) daha fazla uymaktadır.25
İsa'nın yaptığı söylenen
mucizeler de fazla önemli değildir. Yeni Ahit derleyicilerinin kendisine
yakıştırdığı tüm o mucize ve işaretleri gerçekten yarattığı konusunda
kesinleşmiş hiçbir kanıt yoktur. Doğru olduklarına inanıl- salar bile, bu
olaylar Eklesiastikus kitabında insana kalan tek önemli şeyin 'Bütünsel Görev'i
olduğunu açıkça belirten ruhani önderin terminolojisiyle söylersek, önemsiz ve
'anlamsız'dır. İsa'nın 'Bütünsel Görev' karşısındaki tefsiri konumu İsa'nın
misyonunun somut doğasını belirlemektedir. İsa, cemaate açıkça ilan ettiği
içindir ki, 'Bütünsel Görevi'nin ne olduğu bilinmektedir. İsa görevi itibariyle
Yasa ve peygamberleri ilga etmek için değil, tamamlamak için geldiğini
söylemiştir (Matta, 5:17). Ama İsa'nın konumu nedir? İsa'nın tefsiri konumu
parametrik olarak İncil yazarlarının nihai gerçeklik kabul edip sonraki
kuşaklara aktardıklarından değil, tersine Musevilerin düşmanca sayıp ret ve
inkâr ettiklerinden çıkarsanabilir.
Bu yaklaşım İsa'nın
çabalarmdaki entelektüel konumunu aydınlatmaktadır. Başvurduğu yöntem, yetke
ve öğretisi entelektüel konumunu saptamanın ilk üç parametresini verirken
kuşağının tutumundan da dördüncüyü saptamak, olasıdır.
Kuşkusuz ki Musevi
yaşlıları meclisi Sanhedrin, yönetimini ve yetkesini reddetmiş ve sınama
sonucunda öğretisini zararlı bulmuştur. Ve kendi kuşağının yaptığı çağrı
karşısındaki tutumu da olumsuzdur. Dolayısıyla, dört temel değişmez üzerinde
kendi halkı tarafından hemen tümüyle reddedilen bir İsa/Mesih, kendisini
reddedenlerin Yasası'nı icaplarını yerine getirmek iddiasıyla ortaya çıkmaktaydı.
Ve İncil yazarlarının sözünü ettiği sözümona binlerce izleyici, son anlarında
yanında değillerdi. Ve mahkûmiyetinin arifesinde yalnızca Yahuda değil, kendisinin
Mesih olduğunu ilk söyleyen Şimun Petrus da onu inkâr etmiştir. İsa'nın başına
gelen, "Peygamberler ne kadar onları çağırdılarsa onlardan o kadar uzağa
gittiler" (Hoşea, 11:2) diyen Tanrı'nm da başına gelendir.
Isa'nın iddialarının ne olduğu da iyi bilinmektedir:
b)
Isa Tanrı'nm bir ve tek Oğludur ve bununla bağlantılı olarak da,
Tanrı'dır.
Bu alışılmadık iddialar
bir araya getirildiklerinde, aynı anda Mesih İsa, Tanrı ve Ruh'u vermektedir.
Bu durumdan kaynaklanan sorun yalnızca onun gerçekten Tanrı olup olmadığı
değildir; sorun İsa'nın insanın suretinde yaratılmış olmasıdır (Pavlus'un
Filipinlere Mektubu, 2:2- 11.) Bu, Tanrı'nm Kendi'ni insanın suretinde
yarattığı anlamına gelir. Oysa Yasa'ya göre 'İnsan Tanrı'nm suretinde
yaratılmıştır'. İsa'nın sürekli-kılınmış konumu bu ikilemde yatar. İnsan
olarak İsa 'Tanrı'nm suretinde yaratılmıştır' (soyağacı hatırlanmalıdır); ama
Tanrı ve Ruh olarak İsa Mesih 'İnsanın suretinde yaratılmıştır'. Her iki durumda
da İsa'nın yaratılışı Benzerlik Yasası'na tabi kılınmıştır. Bu, bir gizden çok,
mantıksal yanılgıdır.
Ölümlü
ve Musevilere göre sıradan bir insanın Yaratı- cı'yla böylesine
bağlantılandırılması, Pagan-Helenistik 'İnsan-benzerliğinde yaratılmış Ruh'
idealizasyonunu tam bir biçimde yansıtmaktadır. Bu paradigma Pagan re-
ligio'suna ve tanrıların Modus Operandi'sine (işleyiş tarzı) gayet iyi uymakla
birlikte, Musevi Şeriatı'na yabancı, seküler bir iddiadır. Konumu, İsa'yı doğal
olarak Paganlar ve Gentileler için (Koloselilere Mektup, 2:9'da betimlendiği
üzere) çok kabul edilebilir bir 'insan bedeninde yaşayan İlah', yapmıştır.
Ancak, konumsal iddiaları onu Musevilerin gözünde bir Sebt-bozguncusu[§§] ve bir kâfir haline
getirmiştir.
'Tanrı
suretinde yaratılmış' İnsan olarak İsa, (kendi dahil) birey olarak Musevi'yi
İsrail Hanesi'nden farklılaştırmakla, konumunu Sekülerleştirmiştir. Ve 'İnsan
suretinde yaratılmış' Tanrı olarak İsa, yetkeyi (otoriteyi) Yasa'dan ayırarak
Bütünsel Görev'ini (Misyon) kutsal kılmıştır.
İsa'nın
tefsiri konumu Bütünsel Görevi'ni belirlemektedir. İncil'de anlatılan konumu
(Position) Benzerlik Yasası uyarınca onu Sekülerleşmiş bir Musevi haline
getirmiştir. Bir Musevi olarak İsa, İncil'e göre ilahi ve kutsanmıştır.
İlahiliği sonradaîtgamanı değiştirilerek görevine (misyon) eklemlenmiş ve
'İnsan suretinde yaratılmış' Ruhülkudüs olarak onu idealize ettirmiştir.
İsa'nın
görevi karşısındaki konumu, Tanrı'nm kendi görevi yaratıcılık karşısındaki
konumuna fazlasıyla benzer. Zaten insanlar Yaratıcılık (görevi) sayesinde
Tanrı'nm
farkına
varmışlardır. Ve Tanrı dahi, insan tarafından reddedilmiştir. Adem'in Tanrı'nm
ilk buyruğuna boyun eğmeyi reddettiği ve kendisini kutsamasına karşın ona şükran
sunmadığı anımsanmalıdır. İsrail'in Tanrısı da, seçtiği halk tarafından birkaç
kez reddedilmiştir.
İsa 'Bab/Kapı' olduğunu
söylemişti. Evet, bir 'birim' olarak tekilleşmiş-Tanrı birimindeki çağdaş
(Seküler) Pagan ideoloji kavramı dine bu Kapı'dan girmiştir. Ve Musevi 'Tek
Tanrı altında Tek sınıflı toplum' ütopyası da aynı kapıdan dışarı çıkmış ve
öbür çok-smıflı devlet toplum- larının tarihine karışarak, felsefi
Hıristiyanlık Tanrısı kavramının yapılanışında işte bu 'yeni gelen'le
(ideoloji) bağ- lantılanmıştır.26 Museviliğe böylece giren bu
ideolojik unsur, sonradan Hahamların yöneticiliğini yaptığı Musevilik olarak
adlandırılacaktır.27 İdeolojinin sınıflandırma temelinde ve
Devletçe temsil edilerek içselleştirilmesi, yabancı bir unsur olmakla birlikte
peygamberlerin egemenliğini köktenci bir biçimde sona erdirmiş ve politik
şahsiyetlere ve Hahamlara yolu açmıştır. Adlarıyla belgelenen ilk hahamların
Yahudilerin gündelik hayatına girişlerinin İsa'nın çarmıha gerilişini izleyen
onyıllara denk düşmesi, bir rastlantı değildir.28
Isa ne yazık ki Yahveh
tarafından ölümsüzleştirilmiş değildir; ama sonraki kuşakların belleğinde
'İnsan benzerinde yaratılmış Ruh' olarak kendi kendini ölümsüzleştir- miştir.
Özsaygısı ve özelleştiriciliği olan dürüst ve titiz bir genç adam olan İsa,
kuşkusuz takdire değer bir bireycilik öncüsü ve bir medeni cesaret simgesidir.
Bir Musevi Soc- ratesi'nden çok daha fazladır. Bütünsel Görevi'ni (misyon)
yerine getirmek için çarmıha gerilişi ve unutulmaz ıstırapları insanları fazlasıyla
etkilemiştir ve onu her zaman var olan kurumsallaşmış Zeitgeist'm örnek
bir simgesi mertebesine yükseltmiştir. Daha sonra, Tanrı'dan kor-
kan
Pagan ve Gentileler kendilerini bu paradigmatik 'İnsan benzerinde yaratılmış
Ruh'ta yeniden yaratabilmişler- dir. Zamanla İsa'nın adı Acı-Çeken İnsan'la
anlamdaş hale gelmiş ve giderek sınıfsal ve ulusal ayrım ve engelleri aşarak
nihai bağışlanma ve bireysel selametle özdeşleşme zeminini oluşturmuştur.
Musevilik gibi, son
derece kendine-yeterli ve kendine- işleyen, içe-kapanık bir ulusa çağdaş ve
evrensel unsurları, standartları ve değerleri kabul ettirme yolundaki art niyetsiz,
adanmış çabalan günübirlik yaşayan İnsan'a karşı İdeal İnsan tipi olarak ortaya
çıkarmış ve bu simgeyi Zamanın Ruhu olarak tescil ettirerek anısını o günden
bugüne taşımıştır.
İsa yaratıcı düşünebilen
bir insandı, güncel siyasayı ve ona ilişkin fikirleri biliyordu. 'Entelektüel
yanıyla Seküler- leşmiş' Musevi olarak Tek-Tanrıcılıkta liberal bakışın öncüsü
olmuştu. Ve görevi sırasında ve sağlığında şakirtleri tarafından kutsal kabul
edilen ilk Musevi'ydi. Seküler kutsallık çağının onunla başlamasına şaşmamak
gerek. Haham Ignaz Maybaum'un işaret ettiği gibi: "Antikite seküler bir
yaşamı tanıma'zdı. Onu yaratan Hıristiyan inancı oldu."29
Evet, Seküler yaşam Hıristiyanlık'la değil, bizzat İsa'yla birlikte
başlamıştır. İsa ilk Sekülerleşmiş Musevi'dir. Spinoza'dan önce, İsa vardır.
Batı uygarlığını sekü- lere açan kapının anahtarı budur. HollandalI ilahiyatçı
Arend T. Van Leeuwen, seküler hayatı 'tebdil-kıyafet Hıristiyanlık'30
olarak nitelendirmişti. Simgesel söylemde, eğer İsa'nın sağ elinde 'Kutsal' var
idiyse, 'Seküler' de sol elindeydi, denilebilir.
Roland
ve Pury, Kierkegaard, Kari Barth, Emil Brunner vd.31 ünlü
ilahiyatçılarca eleştirilen Sekülerleştirme sürecinin kökleri, on sekizinci
yüzyılın Devlet-destekli ve Kilise- onaylı sekülerizminde yatmaktadır. Yine de,
tuhaftır ki, Hıristiyanlık alanındaki, dinsel ya da Kilise kutsallık
yaratıcılarının çoğu, gerçekte seküler dindarlardı. Bu uzun liste Havariler,
Kilise Babaları ve öğretmenlerle başlayarak "Les rares points lumineux du
Moyen Age emanant de laics* (Pierre Waldo, François d'Assisi.. .)"32
ile Or- taçağ'a ulaşır. Calvin, Farel, Th. De Beze, Zinzendorf, Ge- orge Fox,
William Booth, George Williams, C. Finney, D.L. Moody, Hudson Taylor, William
Carey, A. Judson, Sad- hou Sundar Sigh, Dr. P. De Benöit, Rees HavelP3
ve Opus Dei gibi 'Seküler/Laik' örgütler bir yana, yüzlerce papaz, papa
ve azizle son bulur. Aziz Ignatius Loyola'nın (ö. 1556) bir İspanyol askeri
olduğunu ve Cizvit tarikatını kurduğunu belirtelim. Laik-seküler 'kutsayıcılar'
ve Evan- jelistler hep vardır ve halen de vardırlar. Seküler unsurların
kutsal'a (alanına-ç.) katkıları olmasaydı, Hıristiyanlığın Ekümenik**
perspektifleri ve misyonları çökerdi.34 Günümüzde Katolik
Kilisesi'nin çift yönlü Bütünsel Göre- vi'nin (Misyon) Hıristiyan olmayan
halkların İncil'e kazanılması ile bir zamanlar Hıristiyanlaştırılmış ama günümüzde
yeniden Paganlaşmış olan Avrupa'nın bu, 'soysuzlaşmadan' kurtarılması için
yeniden İncil'e döndürülmesi faaliyetleriyle özdeşleştirilmiş olması rastlantı
değildir.
’ Ortaçağ'ın laiklerden
kaynaklanan ender aydınlık noktaları (ç n.).
” Ekiiıııeııik:
Evrensel anlama gelen Katolik kavramından farklı olarak, Hıristiyanların
Evrenselliği demektir. Hıristiyanların yaşadıkları her yer anlamına da gelir
(y.n.).
İkinci
Bölüm
İSA:
"TANRI - BİZİMLE" Mİ?
"Sana söyleyen ben,
oyum".
İsa-Yuhanna, 4:26
2.1.
İsa'nın Öne Sürdüğü
Dışsal, Seküler İddialar
İyi ama, dışsal, Seküler
iddia ne demektir? William A. Christian, Doctrines ofReligious
Communities'de (A Philosop- hical Study) 'Seküler iddianın, başarının
herhangi bir dinsel cemaatin ayırt edici standartlarına göre ölçümlenmedi- ği
bir soruşturma sırasında gündeme gelen bir iddia1 olduğunu
gözlemlemiştir. Dışsal iddia konusundaysa, 'herhangi bir dinsel cemaatin ayırt
edici öğretilerine dayanmayan, yabancı bir iddia, bu durumda Seküler, dışsal
bir iddia sayılır'2 demekteydi.
Bunun sonucu olarak,
burada ve bu kitap boyunca 'seküler iddia' deyimini şöyle yorumluyorum: Seküler
bir iddia, doğası itibariyle dışsal olup, herhangi bir verili dine göre
kendini örgütlemiş bir Cemaatin 'Ruhani Yönetiminin dogmatikleşmiş veçhelerini
ortadan kaldırmak amacıyla konulmuş bireysel şerh(-ler)dir.
Bu
tanıma uygun olarak, İsa'nın sıra dışı tarzda seçilip yeniden düzenlenmiş (4x6)
başlık halinde gruplandırılan yabancı Seküler iddiaları aşağıda sıralanmıştır.
Bu örnekler bir önceki kesimde (1.4) betimlendiği şekliyle İsa'yı
kavramsallaştıran göstergeler olarak sunulmaktadırlar. Sayıları çok daha fazla
olmakla birlikte, bu seçme iddialar
Yahudi
Cemaati'nin ayırt edici standartlarına göre kabul edilmesi mümkün olmayan
'dışsal şerh' ve 'yollar'dan bazılarıdır.
I.
İsa'nın kullandığı yöntem'e dair
a)
İsa dedi: Yol ve hakikat ve hayat benim; ben vasıta olmadıkça
Baha'ya kimse gelmez. (Yuhanna, 14:6)
b)
Isa dedi: Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim, (Yuhanna, 15:16)
c)
Filipus dedi: Ya Rab, Baba'yı bize göster ve bize o yeter. İsa ona
dedi: Bu kadar zaman sizin ile beraberim de beni tanımadın mı ey Filipus? Beni
görmüş olan Baba'yı görmüş olur; sen nasıl Baba'yı bize göster diyorsun? İman
etmiyor musun ki, ben Baha'dayım, Baba da bendedir? (Yuhanna, 14:8-10)
d)
Isa cevap verip ona dedi: Kim beni severse sözümü tutar. (Yuhanna,
14:23)
e)
Isa dedi: Çünkü dünyaya hükmetmeye gelmedim, ama dünyayı
kurtarmaya geldim. (Yuhanna, 12:47)
f)
İsa dedi: Allah'tan olan, Allah'ın sözlerini dinler; onun için siz
dinlemiyorsunuz, çünkü Allah'tan değilsiniz.
Yahudiler cevap verip
ona dediler: Sen Samiriyelisin ve sende cin var, dediğimiz doğru değil mi?
İsa cevap verdi: Bende
cin yoktur; fakat Baha'ma hürmet ederim ve siz beni tahkir ediyorsunuz. Fakat
ben kendi izzetimi aramıyorum; arayan ve hükmeden biri vardır. Doğrusu ve
doğrusu size derim: Eğer bir kimse benim sözümü tutarsa ebediyen ölüm
görmeyecektir.
Yahudiler
ona dediler: Şimdi bildik ki sende cin vardır; İbrahim öldü, peygamberler de ve
sen: Eğer bir kimse be-
nim
sözümü tutarsa, ebediyen ölümü tatmayacaktır, diyorsun. Yoksa sen babamız
İbrahim'den büyük müsün? O öldü; peygamberler de öldüler; sen kendini kim
sayıyorsun?
İsa
cevap verdi: Eğer ben kendimi taziz edersem, benim izzetim hiçtir; beni taziz
eden Babam'dır; siz O Allah'imizdir dersiniz ve onu bilmezsiniz; fakat ben
onu. bilirim ve sözünü tutarım. Babanız İbrahim benim günümü göreceği için
mesrur oldu; gördü ve sevindi.
Bunun
için Yahudiler ona dediler: Henüz elli yaşında değilsin, İbrahim'i de gördün
mü?
İsa
onlara dedi: Doğrusu ve doğrusu size derim; İbrahim olmadan önce ben varım.
O zaman üzerine atmak için taşlar kaldırdılar, fakat İsa gizlendi
ve mabetten çıktı. (Yuhanna, 8:47-59)
a)
İsa bu şeyleri söyledi ve gözlerini göğe kaldırıp dedi: Ey Baba,
saat geldi; Oğlunu taziz eyle ki, Oğul seni taziz etsin; nitekim ona bütün
beşer üzerine hâkimiyet verdin, ta ki, ona verdiğin kimselerin hepsine ebedi
hayat versin. Ebedi hayat da şu ki, seni, yalnız gerçek Allah'ı ve gönderdiğin
İsa Mesih'i bilsinler. Yapmak üzere bana verdiğin işi başarıp seni yer üzerinde
taziz ettim. Ve ey Baba, dünya olmadan önce senin nezdinde bende olan izzetle
beni nezdin- de taziz eyle (Yuhanna, 17:1-5).
b)
İsa dedi: Ey adil Baba, dünya seni bilmedi, ben ise seni bildim;
bunlar da beni sen gönderdiğini bildi ler. Bana olan sevgin onlarda olsun, ben
de onlardan olayım diye senin ismini onlara bildirdim ve bildi re ceğim
(Yuhanna, 17:25-26).
c)
Isa ona dedi: Kıymet ve hayat benim; bana iman eden ölmüş olsa da,
yaşar; ve kim yaşar ve bana iman ederse, ebediyen ölmez (Yuhanna, 11:25-26).
d)
İsa dedi: Bunun için Baba beni sever; çünkü ben canımı veririm,
ta ki, onu tekrar alayım. Onu benden kimse almaz; fakat onu kendiliğimden
veririm. Onu vermeye kudretim var; ve onu yine almaya kudretim vardır
(Yuhanna, 10:17-18).
e)
Fakat İsa onlara cevap verdi: Babam şimdiye kadar işlemektedir;
ben de işliyorum, imdi bundan dolayı Yahudiler onu öldürmeye daha ziyade
çalışıyorlardı, çünkü yalnız Sebt gününü bozmakla kalmadı, fakat Allah kendi
Babası idiğini söyleyerek kendisini Allah'a müsavi kıldı (Yuhanna, 5:17-18).
f)
Onların imanını görerek İsa: Ey adam, günahların sana bağışlandı,
dedi. Yazıcılar ve Ferisiler: Küfür söyleyen bu adam kimdir? Allah'tan başka
kim günahları bağışlayabilir, diye düşünmeye başladılar (İsa Ferisilere:)
Fakat İnsanoğlu'nun yeryüzünde günahları bağışlamaya yetkili olduğunu bilesiniz
(Luka, 5:20-24).
a)
Isa dedi: Ve size diyorum: Kim beni insanların önünde ikrar
ederse, İnsanoğlu da onu Allah'ın melekleri önünde ikrar edecektir (Luka,
12:8).
b)
İsa dedi: Dünyaya selamet getirmeye mi geldim sanıyorsunuz? Size
derim ki: Hayır! Fakat daha doğrusu ayrılık getirmeye geldim; çünkü bundan sonra
bir evde beş kişi olacak, üçü ikiye, ikisi üçe karşı ayrılacaklar. Baba oğula
karşı, oğul babaya karşı; ana kıza karşı, kız anasına karşı; kaynana geline
karşı, gelin kaynanasına karşı olacaklar (Luka, 12:51-53).
c)
Kıyamet yoktur diyen Sadukiler o gün İsa'ya gelip bir soru
sordular. Fakat İsa cevap verip onlara dedi: Siz kitapları ve Allah'ın
kudretini bilmediğinizden saptırıyorsunuz; zira kıyamette onlar ne evlenirler
ne de kocaya verilirler, ancak gökte olan melekler gibidirler. Fakat ölülerden
kıyam hakkında Allah tarafından size: 'Ben İbrahim'in Allah'ı, İs- hak'm
Allah'ı ve Yakub'un Allah'ıyım' diye söylenen sözü okumadınız mı? Allah
ölülerin Allah'ı değil, ancak yaşayanların Allah'ıdır. Ve halk bunu işitince,
onun öğretişine çok şaştılar (Matta, 22:23-33).
d)
İsa onlara dedi: Doğrusu size derim; Vergi mültezimleri ve
fahişeler Allah'ın melekûtuna sizden önce giriyorlar (Matta, 21:31).
e)
İsa dedi: Bundan dolayı size derim, Allah'ın mele- kûtu sizden
alınacak ve onun meyvelerini yetiştirecek bir millete verilecektir (Matta,
21:43).
f)
O zaman İsa halka ve şakirtlerine söyleyip dedi: Yazıcılar ve
Ferisiler Musa'nın kürsüsünde otururlar; bundan dolayı size söyledikleri bütün
şeyleri yapın ve tutun; fakat onların işlerine göre yapmayın; çünkü söylerler
ve yapmazlar... Bunun için işte, size peygamberler, hikmetli adamlar ve
yazıcılar gönderiyorum (Matta 23:1-3, 34).
a)
İsa dedi ki: Ki salih olan Habil'in kanından, mabetle mezbah
arasında öldürdüğünüz Barahiya oğlu Ze- keriya'nm kanma kadar, yeryüzünde
dökülen her salih kan, üzerinize gelsin. Doğrusu size derim: Bü-
tün bu şeyler bu neslin üzerine gelecektir (Matta, 23:35-36).
b)
O vakit İsa onlara: Öyle ise Kayser'in şeylerini Kay- ser'e ve
Allah'ın şeylerini Allah'a ödeyin, dedi. Ve bunu işittikleri zaman, şaştılar ve
İsa'yı bırakıp gittiler (Matta, 22:21).
c)
İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından ötürü karılarınızı
boşamanıza Musa müsaade etti; fakat başlangıçta böyle olmamıştır. Ve ben size
derim: Kimi zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve başkası ile evlenirse zina
eder (Matta, 19:8-9).
d)
İsa dedi: Doğrusu size derim; bütün bu şeyler yerine gelinceye
kadar, bu nesil geçmeyecektir. Gök ve yer geçecek; fakat benim sözlerim
geçmeyecektir (Luka, 21:32-33).
e)
Ve onlara dedi: İnsan Sebt günü için değil, Sebt günü insan için
oldu. Böylece İnsanoğlu Sebt gününün de rabbidir (Markos, 2:27-28).
f)
Ve onlara dedi: Bütün dünyaya gidin Incil'i* bütün hilkate
vazedin. İman edip vaftiz olunan kurtulacaktır; fakat iman etmeyen mahkûm
olacaktır... Zira bize karşı olmayan bizim tarafımızdandır (Markos, 16:15,
9:40).
Tabii
Seküler iddialarda bulunmak kişiyi bir anda Seküler ya da Sekülerist yapmaz3.
Tıpkı bazı insan gruplarınca mutlak ve tek öğreti ya da kutsal sayılan
yazılardan çıkarsanan İman'ı savunmanın kişiyi bir anda 'ilahi' ya da kutlu
kılamayacağı gibi. Bunun yetkin bir örneği, Aziz
'Incil', iyi haber, müjde anlamına gelmektedir (ç.n.).
Ambrose'dur.
Latin Hıristiyanlığının en önemli dört Din Doktorundan biriydi, Ambrose.
Hıristiyanlığı saran ve Heretik sayılan Arianizm'in zorlu günlerinde Ambrose
Hıristiyan değil, Pagan bir vali olmasına karşın alelacele piskopos yapılmıştı.
Kendi iradesine karşın göreve çağrılmıştı ve vaftiz olması için de kendisine
yalvarmışlardı. Ambrose, Kilise'de piskoposluğa atanan Sekülerlerin ne ilki ne
de sonuncusudur. Bir başka temsilci, çağdaş kano- nistleri tarafından
geleneksel olarak İbrahim Peygamber'e eşdeğerde bulunan ve Militan Kilise'nin
Tanrısı sayılan Avignonlu Papa VI. Clement'dır. Bu papa da ilahiyatçı ve
tarihçilerce 'savurgan bir Seküler prens gibi yaşayan'4 tüm
papaların en hümanisti addedilirdi. VI. Clement, Kilise- 'deki yaptırımlarını
doğrudan Tanrı'yla dengelemiş ve 'in media' (araya) İsa'yı
yerleştirmiştir. Kiliseye ilişkin konularda Tanrı kadar güçlü sayılmasına
karşın adı Azizler Kitabı' na alınmamıştır. Musevilerin kovuşturulması
sırasında işlenen suçlara ilişkin olarak kayırmacılığı ve çifte standartlılığıyla
tanınmıştır. Museviler 1348/49'da Strasburg ve başka yerlerde tüm Hıristiyan
dünyasını yok etmek amacıyla Kara Veba salgını başlatmak ve Müslüman Sultanlara
casusluk yapmakla suçlanmışlardı.5
Seküler
iddialarda bulunmak kişinin fikir ve düşüncelerini bir anda
Sekülerleştirebilir ya da Sekülerleştirmeye- bilir, ne ki, gerçekleşme
sürecinde böylesi iddiaları ileri sürenlere Seküler konum kazandırmada yardımcı
olduğu, açıktır.
Isa
konumu itibariyle Seküler (dünyevi) idi; yani hiçbir mezhep, tarikat ya da
kültün üyesi değildi. Eğitim görmüş bir insandı, ama 'yarı-gizli' bir Musevi
Tarikatı'na mensup değildi. Musevilik'in içsel, gizli öğretisi kendisine öğretilmiş
değildi. Bu nedenle de Dışsal'dı. Karanlık bir Es- sene Cemaati'ne üye olduğu
yolundaki iddiaların ise kanıtı yoktur. (Bu cemaatin mensubu olsa dahi,
Esseneler toplumdışı sayıldığından, bu onun konumunda bir değişiklik yaratmayacaktı.)
İsa bu dünyada (saeculum) yaşamıştı (ya da İnanca göre yaşamak için
gönderilmişti). Tanrı -ya da Tanrı'nm oğlu- olarak İsa'nın yeryüzündeki imge
ve konumu tümüyle Seküler (dünyevi) idi.
Seküler
konumunda İsa dörtlü bir değişim başlatmıştı. İlkin 'Tek Ulusun Tek Tanrısı'nın
yetkesini (otoritesini) adem-i merkezileştirmiş ve ulusu, ırkı, statüsü
ya da kökeni ne olursa olsun, her bireye ölümden sonra dirilme vaat ederek, bu
Yüce Güç'e katılma olanağı sağlamıştı. İkinci olarak, vaadin doğasını
değişikliğe uğratmıştı. İbrahim Peygamber'e Özgür kadın Sara'dan bir oğul vaat
edilmişti. Kutsal olan, akit(-ler) değil, bu vaadin kendisiy- di. Gerçekte,
Yahudiler bu vaatten dolayı Tanrıları tarafından seçilip kutsanmışlardı.
Havari Pavlus'un haklı olarak belirttiği gibi, Yahudiler köle kadın Hacer'in
oğlu İsmail'in değil, özgür kadının oğlu olan İshak'm soyundan gelmekteydiler.
(Haceriler muhtemelen İslam'ın öncüleri olarak 7. yüzyılda bir kez daha su
yüzüne çıkmışlardır.)6 Dolayısıyla, Benzerlik Yasası'na göre
İsrail'in Tanrısı gibi İsa da misyonu sırasında kutsal bir vaatte bulunmuştu.
Bir ulusa bir Yurt yerine, İsa 'çağrılan'(-lar)a 'bireysel diri- liş/kıyam'
vaat etmekteydi.
İsa'nın
gündeme getirdiği üçüncü değişiklik, İsrail Tanrısı'nın Ruh olarak
tümelleştirilmesiydi. Böylelikle Tanrı'nm Ruhu bizzat Tanrı'yla
özdeşleştirilmiş oluyordu. Ve bu özdeşliği (Identification) mantıksal sonucuna
kadar götürecek dördüncü değişikliği oluşturmuş ve bu Ruh'daki (Tanrı) selameti
bireyde tekilleştirmişti.
Sekülerlerle
din görevlileri/papazlar (regulars: Nizamiler) arasındaki din-içi ilişkiler
Kilise tarihi boyunca sürekli bir çelişki ve gerilim kaynağı olagelmiştir.
Hıristi-
yanlık'ta
göreli yeni unsurlar sayılan nizamiler tarihsel olarak Çöl Babalarından ve
özellikle de Karanisli Aziz Antony'den (Mısır) esinlenmişlerdi. Sekülerler ise
Tarikat mensubiyetine daha az ilgi göstermekle, Kilise'deki Ko- numcular
(Positionist) sayılabilirler. Onlar için genelde Kilise ve onun sürekliliğinin
önceliği vardır. Nizamiler Misyon kavramını (Bütünsel Görev) savunmaya daha yatkındılar.
Nizamiler arasında en bağlayıcı olan Cizvitlerdi ve halen de öyledir; en
ünlenmiş sekülerlerse Apellant- lar'dı (17. yüzyıl İngiltere'si).7
1990'larda
Opus Dei, Roma Katolik Kilisesi'nde seküler konumu temsil etmektedir.
Sekülerler geleneksel olarak piskoposları (papaları) eleştirmede daha gönüllü
davranırken, Nizamiler sıkı Papacı ve her zaman mutlaka şahıs olarak Papa'nm
olmasa bile, Papalığın ateşli savunucularıdır.
Fleuryli
Aziz Abbo'ya göre, 'Sekülerin konumu iyi, pa- pazınki daha iyi, ama keşişinki
en iyisidir'.8 Ama Domini- ken keşişi Hugo von Flavingny'ye (ö.
1153) göre, liste biraz daha uzundur: 'Petrus, Pavlus, Havariler, Münzeviler,
Keşişler, Piskoposlar, Sekülerler ve Kadınlar'9. Aziz Abbo (d. 945)
Dominiken Tarikatı'nm reformcusu ve Cluny pratiği diye tanınan yeni bir
uygulamayı gündeme getiren kişiydi. Keşişlerin savunucusu olmasına karşın
Kilise'de birlikte reform yapmaya çalıştığı keşişler tarafından vahşice
öldürülmüştü (1004). Aziz Abbo döneminin en büyük alimlerinden biriydi ve
Seküler konularda Fransa Kr.ı h'yla Papa arasında aracılık yapardı. Genel
anlamda Sr külerler, Kilise içinde kurumsallaşmalarından bu y.ııı.ı, inatçı
doktrinerler olan Nizamilerden çok daha liberal ve hoşgörülüydüler. Seküler
için esas olan Katolik Kilise si'nin manevi bağımsızlığıydı; Papalığın dünyevi
ege menliği ikincil, kimi zaman da üçüncül önem taşıyordu
Paganlar için ise
merkezdeki fikir, kahramanlaşmaya göre biçimlendirilmiş İnsanlık idi. Paganlar
kahraman- merkezcilik anlamında hümanist idiler. İsrail Tanrısı'nın da
belirttiği gibi Pagan tanrıları kadim kahramanlar, yani insanlardı. Gentileler
(Helenist kökenliler) için merkezdeki fikir, Ruhlarının koruduğu Kent'ti.
Kent/Polis yaşamı Ruhlarca yönlendirilmekteydi. Museviler içinse merkezdeki
tema, toprak vaadinde bulunan Tanrı'ydı; İnsan ve Polis'i daha az önemliydi.
İsa'nın kehanetine göre her köşesi ruhlarla dolu olan kentin Nominal insanı
Tek Tanrı'nm Krallığı'na ulaşabilmek için ölümden kurtarılacak yeni doğmuş
birey haline gelmişti. Vaat fikri Musevi- lerden çıkarsanmıştı, otoritenin
adem-i merkezileştirilmesi fikri pagan kökenliydi ve Ruh'un Tanrı'yla
özdeşleştirilmesi fikri de dışsal biçimiyle Helenistik, içsel/Batıni olarak da
Zerdüşt'çeydi.
Siyaset
hiç kuşkusuz Seküler bir olgudur ve sivil kültür alanına dahildir. Siyaset
hiçbir zaman per se (tıpatıp) din değildir, olamaz da. Ancak Durham
Piskoposu David Jen- kins'in haklı olarak belirttiği gibi 'Siyaset dinden,
Hıristiyanlık'tan ayrılamaz'.10 Gerçekten de bu seküler unsuru
dinden soyutlamak mümkün değildir. Siyaset örgütlü dinin kurucularından biri
ve sine qua non'udur.* Musa bir Ulus-ve-Yasa-Yapıcı sayılan siyasal bir
kişilikti, yalnızca Tanrı'yla birlikte yürüyen bir İbrani değildi.
Hıristiyanlık dışındaki her öğretiyi ve dini Tanrı'nm İnayeti'nden dışta- layan
öğreti İsa'nın 'Tanrı-bizimle' olduğunu vazeder. Bu önermenin kendisi siyasetin
bir görünümüdür; doktriner 'Tanrı-bizimle' önermesi Hıristiyan geleneğine
değil, Yahudi kehanetler veresesine, özellikle de İsaiah Peygam- ber'e aittir.
Kendisi de bu anlayışa karşı mücadele eden
(Lat.)
Olmazsa olmaz (ç n.). bir Yahudi
olmasına rağmen İsa hiçbir zaman 'Tanrı-bi- zimle' dememiştir. Kuşkusuz İsa,
kendi çerçevesinde bireyciydi. Bireyci seçeneği savunuyordu. İsa'nın öğretisinin
erim ve kapsamı ‘Tanrı nın Selametine Bana İman Aracılığıyla Ulaşacaksınız'dı.
'Bize ve biz' adılları İsa'nın sıkça kullandığı nitelikler değildiler.
'Tanrı-bizimle' demek ve 'biz'i 'ben'de tekilleştirmek birbirine taban tabana
zıt iddialardır. Toparlayacak olursak, Musevice kullanımıyla 'Tanrı-bizimle'
(İbranice İmmanuel, bakireden doğacak çocuğa verilecek ad)
'İçimdeki/Bendeki Tanrı' özdeşleştirmesini dıştalar. Museviler için
'Tanrı-bizimle' önermesi kuşkusuz 'Aramızdaki Tanrı' anlamına gelmektedir. 'Tek
İnsandaki Tanrı' değil. 'İçimdeki/Bendeki (İnsan) Ruh' İsrail'in kıskanç
Tanrısı tarafından kabul edilebilir bir duyguydu ve kentlerde, 'ruhların
arasında' yaşayan Gentilelerin de bildikleri bir deyişti. Bir ideoloji olarak
Katoliklik 'Tanrı-bizimle' kavramını Eski Ahit'ten devraldı ve onu İsevi
İncillerle karıştırarak kendi amaçlarına uygun bir dogma haline getirdi.
Böylesi bir eylem, gerçekte bir şaşırtma ve siyasal-kültiirel aşınmadır ve
ulvi amaçlara yönelik kutsiyetle hiçbir ilişkisi yoktur.
David Jenkins bir de
şunları yazmıştır: 'İlkin Hıristiyanlık bu-dünyayla ilgili bir din değildir.
Öte-dünyayla ilgili dinler arasında en bu-dünyaya-değgin olanıdır,11 İsa'nın
öğretileri daha yakından incelendiğinde, en bu- dünyayla ilgililiğin
karakteristik gerçekliği gerçekten de ortaya çıkar. Alan W. VVatts'ın bir
yazısında belirttiği gibi, Resmi Hıristiyan öğretisi şiddetle kınadığı
Sekülerlik olgusunun ve içi boş rölativizmin bizatihi nedenidir.12
Gerçekten de birer 'izm'
olarak siyasal partilerin siyasal kaldıracı sayılan Sekülerizm, Roma
Kilisesi'nin örgütlediği rpsmi Hıristiyanlık'tan kaynaklanır. Ancak hem Seküler,
yani dünyevi olma hali, hem de Sekülerlik, yani dine açık olma hali, resmi
Devlet-destekli Sekülerizmi önceler. Resmi biçimlenişi içindeki Sekülerizm
sivil değil, kon- vansiyonel siyasal örgütlenmenin radikalleşmesinin bir
unsurudur, o kadar.
Isa, Cemaatine
yabancılaşmış bir Yahudi, bir aydın ve bir önderdi. Siyaset alanında bilinçli
ve kararlı bir özerklik- çiydi (otonomist). Bu tabii onu hiçbir biçimde
devrimci yapmaz fakat bir radikal reformcu olarak ortaya koyar. İsa o
yıllardaki mevcut siyasal örgütlerden hiçbirine mensup değildi. Pragmatik ya da
demokratik bir siyasete bağlılığı olmayan kendi geliştirdiği bir çeşit organik
siyaseti savunmaktaydı. Ve kesin olarak ideolojik siyasanın uzağındaydı.
'Günah
ve Sonsuz Hayat' gibi asli kavramlar İsa'nın organik siyasasında önemli bir
rol oynamaktaydılar. İsa'nın öğretisinde bu dünyadaki günahın kökeni, ikna
edici bir biçimde sadece kötü davranışlara bağlanmıştı. İsa'nın esas olarak
eleştirdiği yaygın ve günaha neden olan cema- at-içi sorunlardı. Hiçbir
şekilde, rejimin Seküler kimliğini değiştirmek niyetinde değildi. Tersine,
sistemi birçok alanda destekliyordu. Haram olanla Seküler olanı birbirinden
ayırıyordu (örneğin bkz. Matta 5-6-7). İsa'nın yorumunda Sekülerlik, kendisine
imanın başlıca rolü oynadığı ve Yasa-kurbanı Musevi'nin kurtuluşa ulaşabileceği
ilahi bir sığınak olarak bir üçüncü olan haline gelmişti. İsa insanlığın bu
'dünyalılığı'nı değil, 'ten'in günahlarını suçlamaktaydı (Matta, 6:32). Yoksa,
kendisi gereksizleşecek, bir uon sequitor* haline gelecekti. İsa'nın düşünce
sisteminde, insanlığın bu-dünyahlığı kendisi aracılığıyla Tanrı'nm Sevgi ve
İnayeti'ne erişebilmenin zorunlu bir evresiydi. Şöyle ki, eğer bu-dünyalılığı
suretiyle insan mevcut olmasa, günah da olmayacaktı; dolayısıyla Tanrı'nm
onları se-
ııou
sequitor: Dışta kalması gereken,
gerekliliği kabul edilmeyen. lamete eriştirmek için bir ve tek Oğlu'nu onların arasına
göndermesine gerek de kalmayacaktı.
İsa
seküler düzenin bu-dünyalılığım anlatmak hususunda hiçbir fırsatı
harcamamıştı. Tek örnek yeterli olur sanırım. İsa'nın öne sürdüğü tipik bir
bu-dünya iddiası İsa'nın şakirtlerini öğretisini yaymak üzere kentlere göndermeden
önce verdiği, Luka 22:36'da aktarılan şu öğütte ifadesini bulmaktadır:
"Fakat şimdi kesesi olan onu alsın ve torbası olan da alsın; ve olmayan
esvabını satsın, ve kılıç satın alsın."
Bence
organik siyaset parça ile bütün arasındaki cema- at-içi ilişkilerle biçimlenen
siyasetin tarzıdır. Organik siyaset parti siyaseti değil, genelde kutsal
otorite (bütün) ile onun altındaki bireysel Ruh'un (parça) işlevsel ve örgütsel
özerkliğini öngören özerk ve entelektüel hareketlerin tamamıdır. Bu
entelektüel akımın içinde organik siyaset öyle görünse bile 'yıkıcı' değil,
'hoşgörülü'dür.
Konvansiyonel
(mevcut, yerleşik) siyasal örgütlenmenin aksine, organik siyaset rasyonel
açıklamalara gereksinim duymaz. Dinamikleri pragmatik olmaktan çok, duygusaldı.
Çağdaş sorunların keskin çelişkilerini gözler önüne serecek fikirler
sunmayabilir. Organik siyaset mevcut toplumsal ve bireysel sorunları ülküselleştirebilir
ya da bunlara duygusal çözümler önerebilir. Aşağıda aktarılan önermeleriyle İsa
organik siyasetinin insanlığın dünyevi işleriyle çalıştığını açıkça ortaya
koymuştur.
İsa
demişti ki: "Eğer elin sürçmene sebep oluyorsa onu kes; senin için hayata
çolak olarak girmek iki elin olarak cehenneme, sönmez ateşe atılmaktan
iyidir... Eğer gözün sürçmene sebep oluyorsa onu çıkar." (Markos 9:43-47)
İsa
kendisine 'İyi Muallim' diyen genç zenginle şöyle konuşmuştu: "Niçin bana
iyi diyorsun? Birden başka kimse iyi değildir, o da Allah'tır... Bir şeyin
eksik; git nen varsa satıp fakirlere ver, gökte hâzinen olacaktır; ve gel benim
ardımca yürü." (Markos, 10:17-23) (Tabii bu zengin genç adam kendisine
söyleneni yapamadı. Markos onun sahip olduğu her şeyi satamayacak kadar zengin
olduğunu söyler.)
"Adama
karısını boşamak caiz mi?" sorusuyla kendini sınamaya gelen Ferisilere şu
yanıtı vermişti:
"Musa
size ne emretti? Onlar da dediler: Musa boş bir kâğıdı yazmaya ve kadını
boşamaya müsaade etmiştir. Fakat İsa onlara dedi: Yüreklerinizin katılığından
dolayı size bu emri yazdı. Fakat hilkatin başlangıcından Allah onları erkek ve
dişi yarattı... Şöyle ki onlar artık iki değil, fakat bir bedendirler. İmdi,
Allah'ın birleştirdiğini insan ayırmasın." (Markos, 10:2-9)
İsa'nın
havarilerini ataması da organik siyasanın bir örneğidir, çünkü Yahudiler
arasında daha önce böylesi bir 'görev' yoktu ve gerekli de değildi. Kendi
cemaatini örgütleyip kendi öğretisini yaygınlaştırabilmek için böylesi bir
kurumu öngörmüş değillerdi. Dolayısıyla Museviler açısından Havarilik
insan-yapısı bir kurumdu ve bu nedenle de geçiciydi. Havarilik Tanrı-yapışı
değildi, çünkü Tanrı Museviler arasından Harun soyunu rahipler, Levili- leri de
hizmetkârlar olarak tescil etmişti. Bunu uzun zaman önce gerçekleştirmişti.
Havariliğin kendisi, İsa'nın öğretilerinin Seküler siyasal yönünü temsil eder.
İsa zorunlu olarak doğası itibariyle dışsal olan bir şerh ve bir yorum
yaratmış ve bunu Musevi cemaatindeki alışılagelmiş peygamberce yöneticiliğin
dogmatize olmuş kalıplarını kırmak üzere öne sürmüştü.
İsa'nın
havari yaptığı on iki şakirdi şunlardı: '(Petrus adını verdiği) Simun ve
kardeşi Andreas, Yakub ve Yuhanna, Filipus ve Bartolomeus, Matta ve Tomas,
Alfe- us'un oğlu Yakub ve Gayur denilen Simun, Yakub'un oğlu Yahuda ve hain
olan Yahuda İskaryot' (Luka, 6:14-16). Bunların çoğu eğitimsiz ve yoksul, bu
dünyadan insanlar idi. İsa Havarilerini kutsadıktan sonra onlara dedi ki:
"Ne mutlu size, fakirler; çünkü Allah'ın melekûtu sizindir... Fakat vay
size, ey zenginler! Çünkü siz tesellinizi almışsınız." (Luka, 7:20-24)
İsa'nın düşünceleri, kutsamaları ve vaatleri çoğu zaman insanlığı bu dünyadaki
koşulları dikkate alınarak başlayıp öte-dünyadaki (Tanrı'nm Melekûtu/Krallığı)
ödüle doğru uzanmaktaydı.
İsa'nın Pagan yüzbaşıyla
konuşması da organik siyasetinin bir başka yönünü vermektedir. İsa'ya göre
yüzbaşı, Seküler otorite altında Yahudi-olmayan bir yönetici olmasına karşın,
İsrailoğullarmdan daha imanlıydı. Çünkü İsa kendisini izleyen kalabalığa yüzbaşıyı
göstererek şöyle demişti: "Size diyorum; İsrail'den bile bu kadar büyük
iman bulmadım." (Luka, 7:9)
İsa'nın Ferisi
NikodimusTa karşılaşması da 'bildiği konuda konuşan' bir entelektüelin
konumuna işaret etmektedir. İsa, Nikodimus'a demişti ki: "Doğrusu ve
doğrusu sana derim: Bildiğimizi söylüyoruz, gördüğümüze şahadet ediyoruz; ve
bizim şahadetimizi kabul etmiyorsunuz. Eğer size dünya işleri söylediğim zaman
iman etmezseniz, gök işleri söylersem nasıl iman edeceksiniz?" (Yuhanna,
3:10-12) Kuşkusuz İsa'nın yola çıktığı ve konakladığı durak insanlığın en 'bu
dünyadan' işleriydi. Samarityalı kadınla da öyle olmuştu. İsa demişti ki:
"Siz bilmediğinize tapmıyorsunuz, biz bildiğimize tapmıyoruz; zira
kurtuluş Yahudilerdendir..." (Yuhanna, 4:21-22)
Ten'e ilişkin
'günahkârlık' sorunu İsa'nın kuşağı için yeni bir olgu değildi. Bunlar Musa'nın
On Emri'nden bu yana vardılar. Toplumsal yozlaşma da Öyle. Eski Ahit kitapları
"ve Apokrifa'nın (İncil-Dışı Kutsal sayılmayan kitaplar) merkezi temasını
'yozlaşmış İsrailoğulları', onların
Üç İsa
başlarına gelen kötülükler ve onların dünyada neden oldukları kötülükler
oluşturur. İsa tüm bunları biliyordu. Ancak muallimler (hahamlar) gibi bunları
tekrar etmekle yetinmedi, daha ileri giderek bu kötü alışkanlıkları değiştirmeye
çalıştı. Yasa ve Peygamberler'in (buyruklarını) yerine getirecek yerde
değiştirmeye kalkıştığı için, ister istemez (Şeriat'ta) Yasa'da bir boşluk
yarattı. İsa ne inançsız (cansız) ne de ilahi (seçilmiş) olan yeni bir boyutu,
ancak organik siyasetin terim ve kavramları çerçevesinde tanımlanabilecek bir
yaşam alanını vazediyordu. Bu nedenledir ki İsa'yla birlikte ilk kez İnsan
Hakları Din alanına dahil oldu. Onunla birlikte Bireyselleşmiş insanın hakları,
Ya- sa'nın (şeriat) öngördüğü haklarla değil ama Tanrı'nm haklarıyla
dengelendi.
İsa kendi yarattığı boşluğu, eklektik biçimde kendi elinde
topladığı öz-otoriteyle yine kendi doldurdu. İsa bu girişimiyle İnsan olarak
Musevi'nin 'hakları'nı güvenceye ve selamete çağırıyordu. İsa'yla birlikte Musevi
yaşamına ilk kez Seküler, bu-dünyayla ilgili siyaset dahil oldu. Seküler
iktisat, Seküler siyaset ve Seküler kültür İsa'nın organik siyaseti
aracılığıyla kanallar bularak ve onun aracılığıyla tek tanrıcılığa sızdılar.
Nasıralı İsa'yla birlikte Musevi Tek-Tanrıcılığı, Seküler cismaniyet üzerine
temellenen ve manevi olanla taçlandırılan yeni bir dine dönüşmeye başladı.
Siyaset böylelikle dinin ayrılmaz bir sabiti (de- ğer-ç.) haline geldi. Bir
başka deyişle, İsa'yla birlikte bu dünyadaki organik günahın siyasası,
'öte-dünya'daki selamet 'yolu'nu belirleyen, onu oluşturan öğe haline geldi.
2.3.
Siraç'ın Oğlu İsa'dan
Nasıralı İsa'ya
Isa
(Jahveh Selamettir) Museviler için bir bakıma Sama- rityahlara benziyordu, ama
Gentile ya da Pagan gibi değildi. Öğretisinin kimi ilkeleri analitik felsefe
ya da Roma religio'sunun standartlarına göre Paganca ya da Helenis- tik-Stoacı
olsalar dahi, onlarla bir tutulmamıştı. Örneğin Sebt gününe uymamak bir Gentile
uygulamasıydı ve 137 yılında (İÖ 175) Pagan (vali) Antiochus tarafından konulmuştu.
Ve Tanrı'nmkilerin yanı sıra Sezar'm 'haklarını' kabul etmek de kesinlikle
Seküler ve özde Pagan bir iddiaydı ve Roma'daki Yasal ve Nizami kavrayışa
uygundu.
İsrael'in
eski kitaplarından I. ve II. Makabe'de Yahudilerin kimi zaman kendi istekleri,
kimi zaman da zorla akit- lerinden ayrılıp Pagan ve Gentilelerin 'yollarına'
döndükleri anlatılır, I. Makabe'de şöyle yazar: "O zamanlar (İÖ 175)
İsrail ülkesinde Yasa'ya hiç kulak asmayan ve kavmi- mizin bir bölümünü kötü biçimde
etkileyen bir grup hain Yahudi ortaya çıktı. 'Gentilelerle uzlaşalım' dediler,
'şimdiye kadarki uzlaşmazlıklarımız bize dertten başka şey getirmedi.' Bu
teklif pek çok kişiye çekici geldi, ve hatta bazıları o kadar heyecanlandılar
ki işi kralın huzuruna çıkıp ondan Gentile âdetlerini benimseme izni almaya kadar
vardırdılar. Yeruşalim'de Grek sitelerindeki gibi bir stadyum inşa ettiler.
Sünnetlerini gizlemek için ameliyat oldular, kutsal ahitten ayrıldılar,
Gentilelerle iş yapmaya başladılar ve daha birçok kötü iş yaptılar." (Mak.
1:11-15) Bunlar 'ülkeye yabancı âdetlerdi' (I. Mak. 1:44), ama bazı Yahudiler
bunları uygulamaya başlamışlardı bile. Dahası, II. Makabe'de Yahudilerin nasıl
'Grek yaşam tarzını benimsemeye' zorlandıkları anlatılır (II. Mak. 6).
Yahudiler için bunlar, Tanrı'nm kendilerini cezalandırmasıydı. "Bunun
RAB'bin halkını imha etmek değil, cezalandırmak için yaptığını düşün."
(II. Mak. 6:12) Gerçekte bu tip döneklikler Tanrı'nm Yahudilere bir uyarısı ve
lütfuydu. (II. Mak. 6:13) Musevi bunlara bakıp asıl yolundan sapmaya- caktı.
İsa'nın Gentile ya da
Pagan damgasını yemeyişinin nedeni muhtemeldir ki etik ve ahlaki şerhleriyle
kendisinden önceki İsa'nın bilgeliği arasında oluşturduğu koşutluktur.
Siraç'm oğlu ve Ecclesiasticus kitabının yazarı önceki İsa, selamet ve
Tanrı'nm düşlenemez kudreti (Sir. 39:18); ikiyüzlülüğün kötü sonuçları (Sir.
28:22); tövbe (Sir. 40 ve 40:18) ve Yahudi yaşamında anlamı ve yeri olan hemen
her şey hakkında fazlasıyla yazmıştı. Sonraki İsa'nın öncekinin bilgeliğini
kendi retoriğine başlarıyla uydurduğu anlaşılmaktadır. İki İsa'nın bilgelikleri
arasındaki benzerlikler ilk bakışta son derece senkronik gözükmektedir. Ne
ki, İsa Mesih'in benzerliklerden kendine özgü yeni bir sentaks (bileşke)
kurduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Yahudiliğin üç kutsal direği (Vaat,
Peygamber, Kehanet), İsa'nın 'Yol'unda Musevi Yasası'nın kurumsallaşmış
yorumundan radikal olarak farklı çağdaş bir yorum edinmiştir. Jahveh'nin
tersine İsa yeryüzünde toprak vaat etmeyip Tanrı'nm gökyüzündeki Krallığı'nda
sonsuz yaşam ya da ölümden sonra yaşam vaat etmiştir. İsa, içine doğduğu
kehaneti tekrarlamamış ama, kendini kehanetle özdeşleştirmiştir. (Bir bakımdan
insan bilimleri ve ilişkin toplumbilimleri alanında belgelenmiş ilk kurban, ilk
insan demektir İsa.) İsa, peygamberleri izlememiş, ama onları, kendini
izleyecekleri düzeylere indirmiştir.
Ecclesiasticus
Kitabı'nın yazarı İsa'nın, ibadet anlayışı (mantic) esas olarak
Helenistik diyalektiğin Eristik[***] biçimleriyle
temellenmekteydi. Ve . .Her insan, tıpkı Adem gibi topraktan yapılmıştır.
Ancak Rab bilgeliği içinde onları birbirinden farklı kılıp her birine farklı
görevler yükledi... İyi kötünün zıddı, hayat ölümün zıddı ve günah Rab'be
adanmışlığm zıddıdır. Şunu düşün: Ey Yüce her şeyi çift olarak yarattı, her şey
ötekinin tersidir" (Sir. 33:10-11 ve 14-15) gibi önermeler İsa Mesih
tarafından da kullanılmışlardır. Yeminler ve karar verme konusunda iyi bilinen
savında İsa; "Ancak sözümüz: Evet, Evet; Hayır, Hayır olsun; bundan ziyadesi
şerirdendir", (Matta 5:37) diyordu. Aristocu kıyas-'kategorileştirme'
erken Musevi-Hıristiyan yaşam tarzına böylelikle dahil olmuştur. 'Evet' ve
'Hayır' İsa için zıtlardı, ancak Baba'nm Lütuf ve İnayeti'yle birleşmişlerdi.
Siraç'da yazıldığı ve mesel ve vaazlarında İsa tarafından da ortaya konulduğu
gibi, "Kimse şeylerin neden öyle olduklarını merak etmemeli, yaratılan
her şeyin bir amacı vardır." (Sir. 39:21) İsa da Siraç'm oğlu İsa gibi bu
düsturla hareket etmişti.
Şeriat'ta (Yasa) bu
anlayışla yapılan metodolojik yaklaşım Museviler için yeni değildi. Mısır
Museviliği Helenistik ibadet anlayışını Yahudi Tevrat'ıyla (yol,
öğreti, yön; Yasa olarak da çevrilir) kaynaştırmak için bu yönde kimi adımlar
atmıştı. İsa için Tekvin'deki temel amaç, imandı. Ve bunu kazanmanın tek ölçütü
de vazettiği imana kesin bir evet ya da hayır'la yanıt verebilmekti. Çünkü Evet
ya da Hayır diyen dil, Baba'nm yarattığı aynı kişiye aitti.
Ancak İsa'nın
entelektüel konumuyla I. Makabeler'de sözü edilen 'hain Yahudiler'inki arasında
esas benzerlik, İsa'nın Kilisesi'ni Kaya* üzerine inşa etmeye karar vermesiyle
başlar. İsa'nın inşa etmeyi tasarladığı kilise, öncelikle konumu nedeniyle
Yahudi Tapmağı'nın inkârıydı. İlk Hıristiyanların ev-kiliseleri kuşkusuz
İsrail'in Tanrısı'nm ikametten hoşlanabileceği kutsal yerler değildiler. Öte
yandan Musevi inanç sisteminde Tapmağın yaratıcısı bizzat Tanrı'ydı.
Kilise'nin işareti (Kaya) Tanrı'nm-gönderdi- ği-Mesih ve
'insan-suretinde-yaratılmış' Tanrı'nm bir ve tek Oğlu olan İsa'ya imandı. İlk
Hıristiyanların kurdukları bu ev-kiliseler Yahudilerin gözünde Gentile
stadyumları ya da pagan gymnasiumları'ndan daha değerli değillerdi.
İsa sonunda hunhar bir
biçimde öldürüldü. Ancak Musevi Haggadah'sında (folklor) RAB Tanrı bile
kendini bir kez çok güçlü bir rakip karşısında güçsüz hissetmişti. Musevi
kadın Peygamber Deborah'm şarkısında dediği gibi: "RABBİN meleği dedi:
Meroz'a lanet edin, Onun halkına ağır lanetle lanet edin, çünkü RABBİN
yardımına, yiğitlere karşı RABBİN yardımına gelmediler" (Hâkimler, 5:23).
İnanca göre Tanrı (Rab)
kabul edilen İsa da güçlü Yaşlılar Meclisi Sanhedrin karşısında kendini bir
kez güçsüz hissetti. Ve İsa'nın yardımına da kimse gelmedi ama Seküler
Hane'nin en güçlü temsilcisi Pilatus onun yanında saf tuttu!
Incil
yazarı Yuhanna'nın Musevilerin ağzına yerleştirdiği sözlerden anlaşıldığı
kadarıyla o güne dek hiç kimse Isa kadar cesaretle ve duyulmadık sözlerle
konuşmamıştı (Yuhanna, 7:46).
İsa kuşkusuz bireye Yasa
ve kurumlardan daha fazla üstünlük ve öncelik tanıyordu. Musevilerin öne
sürdüğü ve suçladığı üzere bir Sebt-bozucusu değildi. İsrail Tanrı- sı'nın
kutsal günü Sebt'i ilga etmiş değildi, yalnızca onu bireyselleşmiş insana tabi
kılmıştı. Onun yaptığı, son tahlilde John Devvey'in Reconstructions in
Philosophy'de açıkladığı sisteme benzemektedir. "Toplumsal
düzenlemelerin, yasa ve kuramların insan için olduğu doğrudur, insan bunlar
için değildir; bunlar insanların refah ve ilerlemesinin araç ve
gereçleridirler. Ancak bireyler için bir şeyler -hatta mutluluk- elde etmenin
araçları değildirler. Bunlar bireyleri yaratmanın araçlarıdırlar."
Ve bireysellik "inisiyatif, yaratıcılık, çeşitlilik, inanç ve davranış
tarzını seçmede sorumluluk alabilme" anlamına gelmektedir. "Bunlar yetenek
değil, başarıdır. Ve birer başarı olarak mutlak değil, kullanımlarına
bağımlıdırlar. Ve bu kullanım, çevreyle birlikte değişkenlik gösterir.13
Oysa Museviler 'ahit
için' yaratıldıklarına inanıyorlardı; çünkü Yeremya'nm söylediği gibi Rab
Yasası'm onların yüreklerine yazmıştı (Yeremya, 31:33-34), dolayısıyla ahdin
kendileri için yapıldığını kabul etmiyorlardı. Çünkü Tanrı ilkin Kendisi'yle
Nuh arasında bir ahit yapmıştı. Ardından Kendisi'yle İbrahim Peygamber arasında
bir ahit oluşturmuştu. Tanrı demişti ki: "Ve sana ve senden sonra
zürriyetine Allah olmak için seninle ve senden sonra zürriyetin benim aramda
ahdimi, nesillerince ebedi ahit olarak sabit kılacağım." (Tekvin, 17:7-10)
Besbelli ki ahdin
yaratıcısı Tanrı'ydı, ama ahit İbrahim tarafından tutulmak üzere yapılmıştı.
Tanrı İbrahim'e 'tutacağınız' ahit bu, demişti. İbrahim ahit için 'yaratılmış'
değildi. Öyle olsaydı, Tanrı'nm bir ahit oluşturmasına gerek kalmazdı. Yoksa
Tanrı neden sadece kendi tutacağı bir ahit yapsın ki? Ahit Tanrı ile İbrahim
arasında bir tanıktan ibaretti (ya da Tekvin 31:44'te betimlendiği üzere Laban
ve Yakub arasındaki tanık gibi). İbrahim'in ahde gereksinimi vardı, ancak
Tanrı'nm tanığa gereksinimi yoktu. Tanrı Ahdi'yle insan için bir tanık
oluşturmuştu -o ve gelecek kuşaklar için Bir ve Tek Tanrı olduğuna dair tanıklık
bu ahitle mebde bağlanmıştı. Çünkü 'başlangıçta' ahit yoktu, yalnızca Tanrı'nm
Planı[†††] ve Tanrı'nm emirleri
var- di. İnsan Tanrı'nm planı uyarınca yaratılmıştı, tanık olarak ahdin
maddeleri uyarınca değil.
Dolayısıyla ahit
kuruluşu itibariyle açıklayıcıydı ve kapsayacağı anlamının alanı değişime
açıktı. Girişimini geliştirebilmek için İsa'nın bu kapsayıcı alanı değiştirmesi
gerekiyordu. Bunu Yahudilerin gündelik yaşamına yeni bir terminoloji sokarak
gerçekleşirdi. Eski Ahit'te peygamber ve muallimlerin yaptığı gibi onlara
çoğul olarak seslenecek yerde, bunu tekilleşmiş, bireyselleşmiş 'sen' adıyla
gerçekleştirdi. Alfred Kuen, Je batirai mon Eglise'de bu sesleniş
tarzının İncillerde 200, Yeni Ahit'in geri kalan bölümlerindeyse 500 kez olmak
üzere toplam 700 kez kullanıldığını saptamıştır.14 Bireyselleşmiş,
tekil 'sen', 'O'ki, ya da 'Ben...im' biçimleri pek çok ilahiyatçının doğru olarak
gözlemlediği gibi, Yeni Ahit'in Eski Ahit'ten farklı düşünüş tarzını
sergileyen en belirgin kelimelerdir.
'Yasa insan içindir' ile
'insan yasa içindir' önermeleri karşısında takınılacak tutum İsa Mesih'e
inanacaklar arasında temel bir tercih sorunuydu. Çünkü İsa, kişinin kendini
zorlayarak 'Yasa'ya göre hakkaniyetli' davranması gerektiği fikrini açıkça
reddediyordu. İsa'ya göre bu fikir, Yahudiler arasında bir yozlaşma ve sapma
kaynağıydı. Birey'in bu tür bir Doğruluğa zorlanması, İsa için Ferisi ya-
salcılığmdan başka bir şey değildi ve düpedüz ikiyüzlülüktü.
İsa bir çift yeni 'alan'
vazetmişti: Kutsal ve cismani arasındaki geleneksel (klasik değil) Yahudi
ayrımı İsa'nın yorumunda beklenmedik bir yansıma bulmuştu. Bireye öncelik
vermekle İsa, Yahudi'yi Seçilmiş-İnsan-Olmak özelliğinden kopartmış ve onu
İsrail Hanesi'nden ayırmıştır. Yahudi bu şekilde Nominalleşerek İsa'nın
öğretisinde yeni bir Varlık Alanı edinmiştir. Ve Tanrı Baba'ya birey karşısında
üstünlük tanıyarak -İsa Baha'nın Oğul'dan üstün olduğunu söylüyordu- 'İman
Alam'nı kurmuş ve özelliklerinden soyutlanmış Yahudi'yi yeni bir kimlik
kazanmak üzere buraya çağırmıştır. Dolayısıyla İsa kutsal ve cisma- ni alanlara
o güne dek bilinmeyen iki mekânsal boyut daha eklemişti: Nominal bireyin
yaşadığı Varlık Alanı ve Baha'nın hüküm sürdüğü İman Alanı. Ve tüm varlıklar
için iki alan arasında bir kapı olarak kendisini koymuştur. Sonsuza dek
bağlayıcı olan bir Şeriat'ın boyunduruğu (böylelikle-ç.) nihayet bireyin
omuzlarından kaldırılmıştır. Birey geleneksel olarak belirlenmiş, tanımlanmış
ve sınırlandırılmış olan konumundan kurtulmuş ve iki alan arasında seçimini
yapmakta özgür kılınmıştır. Varlık Alanı 'hayatın Sekülerliğini' temsil
ederken, İman Alanı 'hayatın manevi yanma' tekabül etmektedir. İki alan da
insanın seçimlerine tabi kılınmıştır. Ama İsa tercihinin İkincisi yönünde
yapılmasının yararlı olduğunu vurgulamıştır. Sonuç olarak İsa için Yasa insan,
insansa Tanrı Baba için yaratılmıştır denilebilir.
Museviler bir Cemaatin
eşit haklara sahip mensuplarıydılar. Eşitlik fikri, atalarının Tanrı'yla
yaptıkları ahde eşit katılımları üzerinde temellenmekteydi. Bir başka deyişle,
Patriyarkların İsrail Tanrısı'yla yaptıkları ahde göre eşitlenmişlerdi. İsa'nın
öğretisinde ise, herkes Tanrı'nm Krallığı'na girişte eşitlenmişti. Havari
Pavlus ise birey(- ler)i ilk günahta eşitlemişti. Pavlus'a göre insanlar ilk günahtan
doğma eşitlerdi. Pavlus'a göre insanlar hep o aynı günahı işleyerek dünyaya
geliyorlardı. İsa'ya göre, özelliklerinden soyutlanmış Yahudi kurulu bir ahdin
eşit bir üyesi ya da katılımcısı değil, Tanrı'nm Krallığı'na aday eşit bir
mümindir.
Gentileler, özellikle de
Atinahlar için teori (bilme) ve praksis (yapma) toplumsal rol paylaşımında
kesin olarak farklılaşmış alanlardı. Tıpkı insan ve görevinin ayrıldığı
gibi.
Eylemler (yapma) mülksüz sınıf ve grupların edimleriyken 'bilme' efendilere
ait sayılmaktaydı. Paganlar için bu ikisi bir aradaydılar ve respublica
(kamu) ile Devlet'in refahının hizmetindeydiler. İsa bu iki temel eğilimi tek
süreçte toplamıştır. İsa için Teori (öğreti) tüm insanlar içindi ve insanın
faaliyetlerinin (praksis) tümü de Tanrı için olacaktı.
İsa
Musevi seçkinciliğinden kaçınmış -ya da ondan muhtemeldir ki vazgeçmiş- ama
Bireyselliğe sarılmıştır. Museviler için seçkinlik (ilahilik, seçilmişlik vd.)
genel durumlardan her zaman üstün değilseler de, öncelikliydiler. İsa için
birey/tekil özel karşısında öncelikliydi. Ve tümel (evrensel) koşulsuz olarak
Birey'in imanının içindeydi. Tekil insan imanı aracılığıyla Sevgi'ye ve
Tanrı'nm İnayeti'ne ulaşabilirdi. İsa tüm insanlığın günahları için acı çekmiş
ve gerçek İman'ın 'bedensel biçimi'ydi. Museviler için tüm insanların günahları
için bir kez acı çeken tek insan, Tevrat'ın özünün tümden inkârı anlamına
gelmektedir.
Helenleşmiş
Musevi ve bir zamanların koyu Ferisi softası, Hıristiyanların Celladı Pavlus[‡‡‡] 'eğitim görmemiş, sıradan insanlar'
olan Mesih - yapıcı Simun Petrus ve Havari Yuhanna'nın (Resullerin İşleri
4:13) tersine ayrıcalıklı bir Yahudi ailesinin eğitim görmüş bir üyesiydi;
Pavlus (Saul) doğumu itibariyle Yahudi, yasal yurttaşlık statüsü itibariyle de
Roma yurttaşıydı.
Pavlus,
İsa'nın tebliğ ettiği mesajdaki özgün yanı kavramıştı. Apokaliptik[§§§] eğilimleri15 ile, bu
mesajı yalnızca Yahudilere bir çağrı olarak değil, her şeyi kapsayan Yaratılış
(Tekvin) olgusunun bir katalizörü olarak görüyordu.
Çünkü
Yuhanna'mn dediği gibi, İsa, Tanrı'ya imam tam temsil etmekteydi. Bu nedenle 'in principio' ilkesel olarak İsa, Logos olarak tam imandı (Yuhanna, 1:1).
Pavlus kısa bir tereddütten sonra kendi 'yol'unu kendini 'İsa'da' çarmıha
gererek kurmaya karar verdi. Mademki İbrahim Peygamber Tanrı'yla yola çıkmıştı,
Tanrı'nm arkadaşı olmuştu, mademki İsa Mesih kendisini Baba Tanrı'nm 'içinde'
bulmuş ve Onun Oğlu olmuştu, öyleyse Pavlus da İsa'yla birlikte yola çıkacaktı.
Pavlus kehanetin Benzerliği Yasası'nı izleyerek, hiç görmemiş,
şakirtlik etmemiş, çarmıha gerilişine tanık olmamış olmasına rağmen kendini
İsa'nın 'içine' sokmakta tereddüt etmedi.
Pavlus, Kudüs'teki
Musevilerin Tanrı tarafından dayatılmış 'alanları'ndan hoşnut olduklarını
gayet iyi biliyordu: Onların başka bir alana kesinlikle gereksinimleri yoktu.
Ancak Tanrı'dan-korkan Paganlarla muhtedi Gentile-' ler kendi bağlamlarında
özelliklerinden soyutlanmış bireylerdi. 'İman Alanı'nm İncil'ine yeryüzündeki
bütün cemaatlerden daha fazla gereksinim duyacaklardı - ya da Pavlus böyle
düşünüyordu. Bu düşünceyle yola çıkan Havari Pavlus kendini 'İman Alanı'nm en
yüksek yetkili elçisi olarak donatıp yeni yaşamında yeni bir dava edindi ve
tüm Genetile günahkârlarım Kurtuluş'a çağırmak amacıyla onların yaşadıkları Polis'e
doğru yola çıktı.
Pavlus, Tek - Tanrıcı
bir dinin ilk otantik siyaseti olan Pavlus Hıristiyanlığını Kudüs'ün kırsal
kökenli köylerinde değil sivil kentli Gentilelerin kozmopolit vicdanlarında
oluşturmaya koyuldu.
W.H.C. Frend'in anıtsal
yapıtı The Rise
ofChristianity'de yazdığı gibi, Pavlus
"enerjik, doğrudan, kendine güvenli, kimi zaman da kibirli ve ben merkezci
bir adamdı. Tarihte 'dinsel dâhi' nitelemesini hak eden birkaç bireyden biriydi.
Yine de güvenilir bir insan değildi. Apansız ihtidası
başlangıçta
pek anlaşılamadı; sonraları Gentileleri kazanabilmek için Musevi mirasından
fazlasıyla taviz verdiğinden kuşkulanıldı."16 Ve Frend'in
belirttiği gibi Pavlus'un ellerinde "Rab Mesih, imanla tanınacak
Tanrı-in- san, şakirtlerinin tanıdığı ve anımsadığı Nasırah Peygam- ber'in
yerini aldı."17
Pavlus gerçekten de
İsa'nın mesajını kendi istediği tarzda anlayıp yorumlamıştır. Pavlus'un Teori
ve Prati- ği'nde iman, günah, acı, kıyam, çarmıh ve selamet anahtar terimler
haline gelmişlerdir. 'Bilme' (Teori) İsa'yla anlamdaşlık kazanan İman Alanı'm
bilme anlamına gelmektedir. 'Yapma' (Pratik) ise İsa'nın Bedeni'ni
'günahkârları' kendilerini bekleyen Kıyamet'ten kurtaracak olan Kilise
biçiminde yeniden yaratmak olarak yorumlamıştı.18 Pavlus amaçlarına
erişebilmek için Ahit işareti Yahudi sünnetini, Hezekiel Peygamber'in
'Kanınızda yaşayın' buyruğunu terk etmekte ya da Yasa'yı eskimiş ve yararsızlaşmış
olarak reddedip yeni Tekvin için yeni bir ahit öne sürmekte de tereddüt
göstermemiştir. İncilci Yahya gibi Pavlus da Çarmıh'taki Isa'yı Tanrı'nm
Logos'üna yerleştirmiş ve19 sonradan O'nu her şeyin yaratılışındaki
bir ve tek Aracı ilan etmiştir.
Pavlus'un 'günah'
kavramından ne anladığı açıklana- bilirse onun kendi kavrayışı çerçevesinde
oluşturduğu bir siyaseti aracı yaparak 'yeni' bir dünya dini kurma yolunda
sergilediği sonsuz hırsı daha iyi anlaşılabilir sanıyorum.
Üçüncü
Bölüm
İSA:
"BEN NE OLACAKSAM
O'YUM"
Çünkü ben resullerin en küçüğüyüm, Ben ki resul
çağrılmaya layık değilim, çünkü Allah'ın kilisesine eza ettim.
(Pavlus'tan
Korintoslulara 1,15:9)
3.1. 'Günaha Giren Ruh, Ölecek Olan Ruhtur'
İsa dünyayı kurtarmaya
geldiğini söylüyordu. Yuhan- na, "Babanın oğlunu Dünya'nın Kurtarıcısı
olarak gönderdiğine" tanıklık ediyordu (Yuhanna 1:29). Matta diyordu ki:
"Ve onun adını İsa koyacaksın; çünkü kavmini günahlarından kurtaracak
olan odur" (Matta, 1:21). Luka ise: "Çünkü İnsanoğlu kaybolmuş olanı
aramaya ve kurtarmaya geldi" demekteydi (Luka, 19:10). Pavlus, I. Timote-
os'ta "Mesih İsa günahkârları kurtarmak için dünyaya geldi, sözü sadıktır
ve her veçhile kabule layıktır" (I. Ti- moteos 1:15) diyordu.
İsa Yuhanna'nm tanıklık
ettiği gibi dünyayı kurtaracak bir Kurtarıcı olarak mı gelmişti, Matta'nm
yazdığı gibi kavmini günahlardan kurtarmaya mı, Luka'nm öne sürdüğü gibi
kaybolanları arayıp kurtarmaya mı, yoksa Pavlus'un inandığı gibi 'tüm'
günahkârları kurtarmaya mı? Bu sorular Pavlus'un özelliklerinden soyutlanmış
(mutlaka yabancılaşmış sayılmasa da) Yahudice düşünüş tavrının nasıl
işlediğini anlamaya yardımcı olabilir.
Kuşkusuz 'başlangıçta'
günah yoktu. Tanrı'nm yaratıcılığının. bir parçası olarak günah altı Kutsal
Kitap gününde ortaya çıkmamıştı. İlahiyat açısından bakıldığında Tanrı o
günlerde günahı yaratmamıştı, çünkü ilkin Tanrı günah işleyemezdi; ikinci
olarak Tanrı dini yaratmamıştı. Dolayısıyla Tanrı yaratmamış olduğu bir işlevi
devir edemezdi. Adem (Zeker) ve Havva (Negebhah) 'iyi ile kötü'yü bilip,
bilgelik kazanarak 'Tanrı gibi olmak' (Tekvin, 3:4-8) amacıyla meyveyi
yediler. Tanrı hiçbir zaman onlara günah işlediklerini söylemedi ya da onları
günahkâr olarak nitelendirmedi. Aksine RAB dedi ki: "İşte adam iyiyi ve
kötüyü bilmekle bizden biri gibi oldu" (Tekvin, 3:22). Dolayısıyla
Tanrı'nm ilk buyruğuna itaat etmemek Adem'i günahkâr değil, 'iyi ile kötü'nün
bilicisi' yapmıştır.
Kurumsallaşmış ve kabul
edilmiş tefsirlerin tersine, Eleştirel Ilahiyatçılık açısından Adem ve Havva
Tanrı'nm huzurundan işledikleri bir günah nedeniyle değil, üremeyi
öğrendikleri için kovulmuşlardır. Mecazi olarak yılan, hayvanlar âlemini, meyve
ise sevgiyi değil, üremeyi temsil eder. Yaptıkları Tanrı sevgisi olmaksızın
üremedir. Çünkü Tanrı onları yarattıktan sonra kutsamış, ama hiçbir zaman
birbirlerini sevmelerini emretmemiştir. Eski Ahit'te tüm âlemlerin kurulduğu o
ilk altı günde Tanrı insanlara birbirlerini sevmek zorunda olduklarını söylememiştir.
Şurası kesindir ki Havva fiziksel/cinsel içgüdüsel olarak tüm yaratıklar gibi
bir çocuk doğurmaya yönelmiştir. Kutsal Kitap'ta yer aldığı şekliyle Tanrı'nm
planı bu değildi. Kuşkusuz Adem ve Havva çocuk sahibi olacaklardı, ama
hayvanlar gibi içgüdüsel dürtülerle değil. Çünkü Tanrı onlara verimli
olmalarını söylemişti. Belli ki, Tan- rı'nın planına göre Adem ile Havva'nın
üremesinin doğal yolu (Tanrı'nm Oğlu İsa'da tezahür ettiği gibi), bakire doğumuydu.
Fiziksel birleşme yoluyla değil, Havva'nın Ruhsal-bakire gebeliği aracılığıyla
üreme. Dolayısıyla
Adem
ve Havva Kutsal Kitap'a göre Tanrı'nm planında olmayan bir iş yapmışlardı.
Havva dinsel klişe ya da dogma yapıldığı şekliyle günahkâr değil, bir
kişilik-verici ve kimlik alıcısıydı. (Havva, Adem gibi topraktan değil,
Adem'den -insan- yaratılmıştır. Adem'in oluşmuş kimliğinden yaratılmıştır.
Şahsiyet -Persona- İnsan'ın oynayacağı rolü simgeleyen maske demektir.)
Tekvin'de
günahın temelde bir kimlik sorunu olarak değil, bir kişilik (persona) sorunu
olarak biçimlendiği vurgulanmalıdır.
Tanrı'nm
planına göre İnsan 'cinslerine göre canlı mahlûklar' (Tekvin, 1:24) gibi
yaratılmış değildi. İnsan 'tekil' olarak ve "denizin balıklarına, ve
göklerin kuşlarına, ve sığırlarına, bütün yeryüzüne, ve yerde sürünen her şeye
hâkim olsun" (Tekvin, 1:26) diye yaratılmıştı. Ve Tanrı ona
"Semereli olun ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın"
(Tekvin, 1:28) demişti. Ve yedinci gün, Tanrı'nm "yaptığı işi
bitirdiği" (Tekvin, 2:2) Sebt günü gelmişti. Ve "toprağı işlemek için
adam yoktu" (Tekvin, 2:6), "Ve RAB Allah yerin toprağından adamı
yaptı, ve onun burnuna hayat nefesi üfledi; ve adam yaşayan can oldu"
(Tekvin, 2:7). Adem kimliğini, yani bireyselliğini 'seçim' yaptığı an
edinmişti. Yaptığı seçim ona bireyselliğini kazandırmıştı. Adem yalnızdı ve
Tanrı "kendisine uygun bir yardımcı yapacağım" dedi. RAB Tanrı tıpkı
Adam gibi hayvanları da topraktan yarattı ve her birine ad vermesi için onları
adama getirdi ve "ve adam her birinin adını ne koydu ise canlı mahlûkun
adı o oldu". Ve adam bütün sığırlara ve göklerin kuşlarına ve her kır hayvanına
ad koydu". "Eski Ahit'ten anlaşıldığı kadarıyla Havva ve Bilgi
Meyvesi'nin ortaya çıkışından önce Adam (Adem) dilediği, gibi ad verebiliyordu.
Adlar vererek Adam kendi tekil -yapayalnızdı- kimliğini yaratmıştı.
Adem'in
kimliği kendisiyle hayvanlar arasındaki farklılık üzerine temelleniyordu. Çünkü
onların arasında 'kendisine uygun bir yardımcı' da yoktu. Ama Adam'm bireysel
kimliğini kendine hayvanlardan (şahsiyeti) farklılaştırarak oluşturmuştu. Bu
fark onun kimliğiydi. RAB Tanrı bundan sonra Adam'ı derin bir uykuya daldırıp
ondan kadını yarattı ve 'onu adama getirdi'.
Havva
(Negebhah) ile birlikte Adem kişiliği (şahsiyeti) olarak 'rol eylemi'ni
edindi. Adam'm kişiliği ve oynamaya yazılı olduğu rol, hayatta kalabilmek için
Havva'yla giriştiği birbirini tamamlayıcı birliğe uygun olarak biçimlenmişti.
Dolayısıyla, adamın/insanın kişiliği kimliğin 'fark'ı üzerine değil,
'ayrışma/çelişki' üzerine temellenmişti. Çünkü Havva, Adam'm kendini
farklılaştırdığı hayvanlar gibi topraktan değil, ama Adam'dan yaratılmıştı.
Adam Kadm'ı gördüğünde dedi ki: "Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, etimden
ettir." Bu nedenledir ki "Adam anasını ve babasını bırakacak ve
karısına yapışacaktır ve bir beden olacaktır." Bu asli 'çelişki' Adam'ı
bir alandan ayırıp sonra onu bir başkasıyla birleştirmektedir. Kimlik Adam'ı
hayvanlardan farklılaştırmış ve Adem şahsiyetini kendi karşıtı olan Kadın'da
bulmuştur. Diğer bir anlatımla, Eski Ahit yorumlanınca Er- kek'in Kimliği'nin
(Identity) Tanrı'dan aldığı ve/fakat şahsiyetini (Personality) Kadın sayesinde
edindiği anlaşılmaktadır.
Kişilik
varoluşun içerik ve biçimi arasındaki çelişkiyle şekillenirken, kimlik, özü
(toprak) görünüşten (Tanrı Benzeri olarak yaratılmış İnsan) ayrıştıran farkın
tezahürüdür. İnsanın kimliği onun 'yoldan çıkmasına' izin verir, yani kimliği
sonsal fark olarak 'seçim'e gerçeklik kazandırır. İnsan yoldan çıkabilir, onun
Tanrı indinde hatalı addedilme hakkı vardır.1 Ama insan günahı
kişiliğinde işler. İnsan 'bir beden' olduğunda, 'bilme'ye başlar. (Yahudi
geleneğinde de 'bilme'nin cinsel ilişki ve rollerle ilintili oluşu rastlantı
değildir.) Kimlik algılar ve duyumsar, ama kişilik akıl yürütür ve algılananı
bilir. İnsan günah işlediğinde, ne yaptığını bilmektedir. Kutsal Kitap'ta- ki
İnsanlık tarihi, Yahudi alimlerce haklı olarak gözlemlendiği gibi, İnsan'ın
utancı bilmesiyle başlar.2 Adam ve karısı başlangıçta bir utanç
hissetmezken, iyiyle kötüyü öğrendikten sonra onu 'bildiler'. İnsan bilmeden
günah işleyemez, yalnızca yoldan çıkar. Yolunu şaşıran İnsan her zaman Doğru
Yol'a ve daha önceki günahsız durumuna yeniden dönebilir. (Buna İbranice'de
Teshuva denir. Doğru olana geri dönüş, rucû demektir.) Ama günahtan kurtulma
Tanrı'nm bağışlamasını gerektirmektedir. Adem günah işlememiş, yalnızca yoldan
çıkmıştır; oysa Kabil günah işlemiştir. Öfkesi kimliğine değil, kişiliğine
ilişkindir, çünkü her iki kardeş de Havva'nın söylediği gibi, 'RAB'bin
yardımıyla' doğmuşlardır (Tekvin, 4:1). Kabil Tanrı'nm kardeşinin sunusunu
seçtiğini gördüğünde suratını asmıştır. RAB Kabil'e sormuştu: "Niçin öfkelendin?
Ve niçin çehreni astın? Eğer iyi davranırsan o yükseltilmeyecek mi? Ve eğer iyi
davranmazsan, günah kapıda pusuya yatmıştır; ve onun istediği sensin; fakat sen
ona üstün ol" (Tekvin, 4:6-7).
Kabil günaha üstün
olamadı. Kardeşi Habil'i öldürdü. Sinsi planını kurdu, kardeşini kandırdı ve
onu soğukkanlıca katletti. Bu, yoldan çıkma değil, günahtı. Bu yoldan çıkma
hakkını kullanma değildi. Çünkü İnsan yoldan çıkma durum ya da sürecinde ilkel
masumiyetini yitirmeyebilir. Günah bilinçli olarak gerçekleştirilen bir
eylemdir. Masumiyetle bir ilgisi yoktur. Kişi Tanrı'nm Yasası önünde aynı anda
hem masum hem günahkâr olamaz!
Adem
kendi-bilincindeliği, kimliğinin parçası olan se-
çimden
aldı; Havva'yla birleşmesinden sonra iyi ile kötüyü bildi, dolayısıyla
kişiliğini kavrayarak bu noktadan itibaren kendini gerçekleştirebildi. Kimlik
bir kendi-bilin- cinde olma sürecidir, kişilikse kendini-gerçekleştirme sürecinde
gelişir. Kabil'in günahından sonra "Adem karısını tekrar bildi; ve bir
oğul doğurdu ve onun ismini Şit koydu." Kabil sonsal günahkârı temsil
ediyordu. Çünkü "Şit'in de bir oğlu doğdu ve onun adını Enoş koydu. RAB-
BİN ismini o zaman çağırmaya başladılar" (Tekvin, 4:25- 26). İnsan aynı
zamanda hem Tanrı'nın adını çağırıp hem de günah işleyemez. Yoksa bu "Ya
RAB'bim, bana sana karşı günah işlememde yardımcı ol!" demeye denktir.
Şit-Enoş'un
ardından iyi ve iyilik ilahi ve kutsal olanın kaynağı ve onlara giden yol
olurken kötü ve kötülük, mutlaka dinsizin değil ama, günahın kaynağı haline
geldi. Yahudilik'te İnançsızlık ya da Haram kavrayışı Tapınağın Kapısı önünde
yatan,3 'Ruhsuz ve Cansız'ı temsil eder. İnançsızlık mutlaka
günahkârlık ya da kötülük değildir. Günah insan-yapısıyken inançsızlık insanda
bağımsız, RAB tarafından henüz kutsanmamış olandır.
İnsan
hatası Musevilerin gündelik yaşamında genel olarak inanılandan daha önemsiz bir
rol oynamış ve daha az etkili olmuştur. Amittay'm oğlu Yunus'un öyküsü bunu
sergiler. Yunus RAB'bin "Kalk Nineve'ye, o büyük şehre git, ve ona karşı
çağır; çünkü onların kötülüğü benim önüme kadar çıktı" (Yunus, 1:1-2)
sözlerini işittiğinde RAB'dan kaçmaya yeltenmiş ve Tarşiş'e yönelmiştir (Yunus,
1:4). RAB emre itaat etmeyen Yunus'u 'günahkâr' olarak nitelememiştir. Eyüp'le
de aynı durum söz konusudur. Bu 'en büyük adam' (Eyüp, 1:3) Tanrı'yı hata işlemekle
suçlamıştı, ama Kutsal Kitap'ta yazıldığı gibi, "bu işin hepsinde Eyüp suç
işlemedi ve Allah'a uygunsuzluk yüklemedi" (Eyüp, 1:22).
Musevi
Yasası ve Haggadah'da günah özel bir olgudur. Daima günah işleyen özel bir
ülke (Hezekiel, 14:12- 13), günahkâr bir krallık (Amos, 9:8), Sodom ve Gomore
gibi özel kentler (Tekvin, 18:20), İsrail'de olduğu gibi günahkâr bir ulus
(Amos, 3:2) ya da 'günaha giren' özel bir ruh (Hezekiel, 18:3) vardır. Çünkü
İsrail Tanrısı'nın emirleri özde İbraniler için olan özel düzenlemelerdir. RAB
insan ruhu için düzenlemeler getirmemiştir. Dolayısıyla günah Yahudiler için
özel, yapısal ve yasal bir konudur, manevi değil. Polis'te yaşayan
Yahudi Hıristiyan gibi bir birey değil, özel konumu, ahit ve bir anayasayla
(On Emir) kesin olarak belirlenmiş özel bir insan tipidir. Ahde göre Musevi'nin
hatasını doğrudan RABTe tartışma hakkı vardır. Tanrı'ya ulaşmak için aracıya
ya da papaza gereksinimi yoktur. Ve kimse kendi yaşamını başkalarının günahının
bedeli olarak teklif edemez. İbrahim Peygamber Tan- rı'nın dostuydu (Tekvin,
18:22-23). Dolayısıyla Tanrı tarafından görüşlerini ifadelendirmesine izin
verilmişti, bu durum, İbrani için de geçerlidir. Adem'e seçme özgürlüğü
tanınmıştı; Musevi bunu kullanır. Kutsal Kitap'taki Tek- vin'in tarihin başı
olarak kurulmasından bu yana, Yahudi Tanrı önünde haklarını -ve olası
hatalarını- bilmektedir. Musevi tarihsel olarak 'hatalarının bilincinde',
'günahının bilincinde' olmaya koşullanmıştır. Çünkü yukarıda da belirtildiği
gibi, Tanrı bu Yasa'yı onun yüreğine yazmıştır ve "herkes(-in) kendi
komşusuna ve herkes(-in) kendi kardeşine RABBİ bilin diye öğretmesine"
(Yeremya, 31:34) artık gerek kalmamıştır. Musevi'nin gündelik hayatında günahtan
çok Korku ve Anlayış rol oynar. Günah Musevi'nin bireyselliğine ve kimliğine
eklemlenmiş değildir. Musevi'nin özel statüsü kendi Tanrısı tarafından seçilmiş
olmasındadır, kimliğiyle aynı Tanrı tarafından ilahi kılınmıştır.
Pavlus
Hıristiyanlığı'nda durum böyle değildir. Tü- mel/evrensel Kurtuluş her
Hıristiyan'ın kendisinde Bireyselleştirilmiştir. Günahın tümelliği de
bireyselleştirilmiştir. Bireyin günahı olmaksızın bireyin selameti de olamaz.
Günahın tekil doğası ve anlamları Hıristiyanlık'ta (Yahudi günlük yaşamında
olduğu üzere) daha az cemaate ve din adamlarına ilişkin, ama daha kentsel ve
sivildir. Yahudi geleneğinde günah işleyen ruh, kendi cezasını kendi çeker, tüm
insanlığın adına ceza çekemez. Hıristiyan Dogması'na göre İsa kendi
Bireyselliğinde, günahsızdır. Tanrı olarak İsa günahı yaratamazdı; tüm
insanların işlediği günahları toplayarak bu günahlar için acı çekmişti ve
bedelini yaşamıyla ödemişti. İsa için günah bir kimlik değil, bir kişilik
konusuydu. Ancak Pavlus bu noktayı gözden kaçırarak günahı kimliğin bir
alamet-i farikası ilan etti. Pavlus'a göre insanlar başlangıçta Adem ile
Havva'nın işledikleri varsayılan günahtan ötürü, doğuştan günahkâr oldukları
için eşit ve özdeştiler. Bu ilk günah, ister Yahudi, ister Gentile, ister Pagan
olsun, fark etmiyordu. Dolayısıyla Pavlus, tüm Gentileleri günahkâr ilan
etmekte duraksamamıştı. Pavlus günahı insanlığın benliğinde, hatta doğmamış
kuşaklarda başlatıyordu. Ancak orada kalmıyordu. Pavlus'a göre İsa Meryem'in
rahminde bedenselleşmiş olmakla kalmamıştı, aynı zamanda Golgotha'daki çarmıhta
günahlaştırılmıştı.4 Pavlus Korintoslulara şöyle yazıyordu:
"Günahı bilmeyeni bizim için günah yaptı, ta ki biz kendinde Allah'ın
salâhı olalım" (II. Korintoslulara, 5:21).
İsa'nın
misyonu sırasında Gentile vicdan yasası kentlerdeki egemen ahlak yasasıydı.
Nedir ki bu yasa Yahudi- ler arasında geçerli değildi. Kentsel-sivil değerlerce
prag- matik olarak şekillenmiş olan Gentile vicdan yasası kimseyi günahkâr
olarak damgalamamaktaydı. Hıristiyanlık PavlusTa başlayarak tümel günahın
Bireye indirgenmiş
şeklini
sivil/kentli Gentile'in vicdanına yerleştirdi. Dolayısıyla günah insanın tüm
eylem, duygulanım ve düşüncesini belirleyen ortak 'birim' haline geldi.
Gentile Pavlus'un belirlediği standartlar uyarınca kendini 'doğuştan günahkâr'
görmeye başladı. Vicdanın temizliği Pavlus için yeterli değildi: 'Bu insanı
masum kılmıyordu' (I. Kor, 4:4). Pavlus diyordu ki: "Niçin benim
hürriyetime başka vicdanla hükmolunuyor?" (I. Kor, 10:29) Dolayısıyla Pagan
ve Gentilelerin selamete ulaşmak için günaha ihtiyaçları vardı. Bu nedenledir
ki Pavlus'un öğretisinde Genti- le'den yeni bir hayata vaftiz olması ve
Çarmıh'taki İsa gibi acı çekmesi isteniyordu.
Musevi için günahın
yalnızca iki sonucu vardı. Ya RAB tarafından cezalandırılıyor ya da
bağışlanıyordu. Üçüncü bir yol yoktu. Pavlus, Musevi geleneğinin dışında,
üçüncü bir seçeneği açıklayıp sistemleştirdi: Istırap çekmek. Musevi, yaşam ve
geleneğinde hayatta kalma isteği ile varlığını sürdürebilme güdüsü, ıstırabı
ve kişinin başkalarının günahlarından ötürü suçlu olmasını dıştalamaktaydı. Başkalarının
günahları için acı çekme Museviler için bir lükstü ve halen de öyledir.
Hezekiel bunu açıkça ortaya koymaktadır: "Suç işleyen can, ölecek olan
odur; babanın fesadını oğul taşımaz ve oğlun fesadını baba taşımaz." (Hezekiel,
18:20) Günahkâr bir babanın oğlu, babasının günahları yüzünden acı çekmez.
Tabiidir ki öldürülemez de.
Musevilikteki günah ve
kutsanmışlığın yapısı, Gentile Hıristiyanlığı'nın yayılışıyla birlikte dramatik
bir değişime uğradı. Pavlus'un İbranilere Mektubu'nda belirtildiği gibi:
"Çünkü kehanet değişince, şeriatın da değişilmesi icap eder"
(İbranilere, 7:12). Artık Melkisedek[****] tarikatının
yeni
Yüce Rabbi Isa Mesih idi ve bu yüzden, "Çünkü zayıflığı ve faidesizliği
sebebi ile evvelce olan bu emrin iptali (çünkü şeriat hiçbir şeyi kemale
erdirmedi), ve onun yerine vasıtası ile Allah'a yaklaştığımız daha iyi bir
ümidin ithali oluyor"du (İbranilere, 7-18,19). Ve İsa'nın "her gün
başkâhinler gibi önce kendi günahları için ve ondan sonra kavminin günahları
için kurbanlar takdim etmeye mecburiyeti yoktur; çünkü kendi kendini takdim
ettiği zaman bunu bir kerede yaptı" deniliyordu (İbranilere, 7:27). Dolayısıyla
İsa, Musa'dan daha büyüktü (İbranilere, 3) ve "insan tarafından değil, Rab
tarafından kurulan hakiki çadırın[††††] hizmetçisi (İbranilere, 8:2) idi.
"Ve bu sebepten yeni ahdin yayancısıdır, ta ki, birinci ahdin altında
olan suçların fidyesi için ölüm vuku bulmuş olarak, davet edilenler ebedi
miras vaadini alsınlar" (İbranilere, 9:15). İsa "İkinciyi sabit
kılmak için birinciyi kaldırıyor. İsa Mesih'in bedeninin bir kerede takdim
olunması ile o irade de takdis" (İbranilere, 10:9-10) olunuyordu.
İsa, besbelli ki,
Matta'nın haklı olarak gösterdiği gibi, 'kavmini günahlarından kurtarmak için'
yeryüzüne gelmişti. İsa'nın yaşam-boyu yoldaşı ve kan kardeşi Yakub şöyle
yazıyordu: "Eğer günahlar işlemişse, kendisine bağışlanacaktır"
(Yakub'un Mektubu, 5:15). İsa ancak birinci ahitle bağlı olup 'günah'
işleyenleri kurtaracaktı, Pavlus'un belirttiği gibi tüm kaybolmuş olanları ya
da bütün 'günahkârları' değil. Çünkü günah işleyebilmek için, önce Ahit'e taraf
olmak gerekiyordu. Gentileler Ahit'e bağlı olmadığı için vaat edilen mirası
alabilmek için günaha girmeye hakları yoktu. Çünkü Yakub'un dediği gibi günah
'Eğer' işlenmişse bağışlanacaktı.
Yani
Ahit'te günah 'Yasa'yı çiğnemek' (Yuhanna), 'oto- riyete başkaldırmak' (Yahuda)
ve 'otoriteyi küçümsemek' (Peter) olarak betimlenmiştir. Pagan ve Gentilelerin
yasayı ve otoriteyi belirleyen kendi ahlaki ve manevi yönetmelikleri vardı.
'Ahit işaretini' taşımıyorlardı ve yürekleri sünnet[‡‡‡‡] edilmemişti. 'Bu-dünyah' bir vicdan
yasasıyla yönetiliyorlardı.
Bu
sorun Pavlus'un aklını fazlasıyla meşgul etmiştir. Bunu Muhtedilerle ve
dostlarıyla birçok kez tartışmıştır. Kullandığı tartışma yöntemi hiçbir şekilde
Musevi geleneğine uygun değildi, ama Helen diyalektiğe uygundu. Sonunda
Siraç'm kitabında olduğu gibi 'günah'ı Havva'ya dek taşıyıp tümelleştirmeye
karar vermiştir. Burada da bir çıkış yolu bulmuştur. Ancak küçük bir sorun
çıkmıştı karşısına: İyi de, Tanrı kimlerin Tanrısı olacaktı? Pavlus O'nun
yalnızca Yahudilerin değil, Gentilelerin de Tanrısı olduğuna hükmetti. Kaba bir
senkretizmle sorunu çözümleyiverdi. Kimse tam doğrucu değildi ve insanın bu
ilk günah karşısında mazur görülebilir bir yanı yoktu. Bu günah geçmişte ve
gelecekte tüm insanlığın tek ortak paydası haline geliyordu. Günah'ı
tümelleştirdikten (Pavlus'un Galatyalılara Mektubu, 3:22) sonraki adım bunu her
Gen- tilenin vicdanının derinliklerine yerleştirebilmekti. Pavlus çapında biri
için bunun sorun olmaması gerekiyordu ama sorun haline geldi.
Paganlar
gibi Gentile de sınıf-bilinci olan insanlardı. Zenginlerin yoksul ve sıradan
insanlarla aynı ilk günahı paylaşmaları, Yazgı (Fortuna) kavramına ters düştüğü
için rahatsızlık yaratıyordu. Aristoteles bile kimilerinin köle, kimilerinin de
efendi olarak doğduklarına inanıyordu. Gentileler ve Paganlar için tanrılar
değil, mitolojik bo-
yutları
içindeki Yaratılış Efsanesi büyük önem taşıyordu. Ve supertitio (Batıl)
gibi iman da bilginin alt bir derecesi sayılıp eğitimsiz sınıflara terk
edilmişti. Gentileler arasında geçerli inanca göre tanrılar dahi Yazgı'ya
tabiydiler. Tüm varlıkların ortak paydası günah değil, Yazgı'ydı.
Pavlus Yazgı'nm gücünü
kırabilmek ya da zayıflatabilmek için, geçmişte edindiği bilgilerine döndü.
Tartışmalarında araç olarak hileli mantık oyunlarını kullanmaya başladı.
İsa'nın Ferisilerin sahtekârlığını nasıl eleştirdiğinin Pavlus için hiçbir
önemi yoktu. Tıpkı İsa'nın nasıl doğduğunun ya da nasıl vaftiz edildiğinin de
bir önemi olmadığı gibi. (Pavlus "bu iki mucizevi olaydan hiç söz etmemiştir.
Onları görmezden gelmiştir yalnızca.) Pavlus hileli mantık yardımıyla
Tek-Tanrıcılık tarihindeki ilk kayıtlı çifte standartçılığın yaratıcısı oldu.
Örneğin Pavlus için
insanın masum sayılabilmesi için vicdanen temiz olması yeterli değildi, ama
gerektiğinde, masumiyetini gösterebilmek için kendini vicdanen gerçekten temiz
dindar bir adam olarak göstermekten utanç duymuyordu. Peter, Barabbas ya da
Silas'ı suçlarken, kendini hileli konuşmalardan tenzih etmekte de duraksamıyordu.
Korintoslulara Mektubu onun çifte standartlarını etkili bir biçimde sergiler.
Pavlus şöyle yazıyordu: "Ve Ya- hudileri kazanayım diye Yahudilere Yahudi
gibi davrandım; kendim şeriat altında olmadığım halde, şeriat altında olanları
kazanayım diye şeriat altında olanlara şeriat altında gibi davrandım. Allah'a
karşı şeriatı olmayanlardan değil, ancak Mesih'in şeriatı altında olarak şeriat
altında olmayanları kazanayım diye şeriat altında olanlara şeriat altında gibi
davrandım... her suretle bazılarını kurtarayım diye herkese her şey
oldum" (I. Korintoslulara, 9:20- 22). Anakronik bir çağrışımla Pavlus
günümüzün bukale- mıınvari ilkesiz politikacılarına benzetilebilir. Makya-
vel'den
önce Pavlus vardı! Tek ve Mutlak gerçeklik saydığı görüşlerini kabul
ettirebilmek için bir Gentile'nin kendi yoluna ihtida etmesini
kolaylaştırabilecek her sözcük, her davranış ve her eylemi gayet dikkatlice
kullanmıştı. Üst sınıfın hanımları ve hizmetçileri arasında, Yazgı'ya inanan Gentile
erkeklerinden daha fazla başarı kazanmış olmasına şaşmamalı!
Pavlus kendi kuşağı
karşısında muhtemeldir ki İsa'dan daha yaratıcı ve daha hoşgörülüydü. Pavlus
şunları yazmıştı: "Şöyle ki biz bundan böyle bedene göre kimseyi tanımayız;
ve Mesih'i bedene göre tanıdıksa da, artık şimdi öylece tanımıyoruz. Şöyle ki
eğer bir kimse Mesih'te ise, yeni hilkattir; eski şeyler geçtiler; işte, yeni
oldular" (II. Korintoslulara, 5:16-17). Pavlus inanmak istediğine niçin
inandığını da şöyle açıklamıştı: "Yazılıdır ki: İman ettim, bunun için
söyleyeceğim" (Mezmurlar, 116:10). Ve ekliyordu: "Çünkü göze görünen
geçici, ama göze görünmeyen ebedidir." Dolayısıyla gözleri görülenler
üzerinde sabitleşmiş değildi. Pavlus gizli ve utanç verici yollardan
vazgeçtiğini bildiriyordu. Şöyle diyordu: "Fakat kurnazlık ile
yürümeyerek, Allah'ın kelamını tağşiş etmeyerek, ancak hakikatin izharı ile
kendimizi Allah'ın huzurunda her insanın vicdanına tavsiye ederek, utancın
gizli şeylerini reddettik" (II. Korintoslulara, 4:2).
Pavlus için İsa'nın,
sözünü ettiği Patriarkların Tanrısı gibi sadece canlıların Tanrısı olması
yeterli değildi; önceden değişimsiz olan Tanrı kelamını çarpıtmamakla birlikte,
gözden geçirmiş ve İsa'yı hem 'Dirilerin hem de tüm Ölülerin Tanrısı' (Romalılara
Mektup, 14:7-9) yapıvermişti. Ve Timoteos'un kitabında da Pavlus İsa'yı Tanrı
ile İnsan arasındaki 'Bir ve Tek aracı' ilan etmekteydi (Timote- os, 1:2-5).
İsa'nın sözlerinin
tersine 'insan-benzerinde yaratılmış'
Tanrı
Oğlu imgesi, Pavlus'un ellerinde bir 'Aracı-Tanrı' ve kozmopolit bir 'İnsan
benzerinde yaratılmış Ruh'a dönüşmüştü'.
Pavlus, misyonunda
pragmatik ve gerçekçiydi. Hiçbir şeyi rastlantıya bırakmamaya çalışıyordu. Usta
bir örgütçüydü. Tüm Roma yurttaşları gibi o da kendisine intikal etmiş olan
Seküler kudretin gayet iyi bilincindeydi. Tehlikeye düştüğünde, kendini
koruyabilmek için miras aldığı Seküler unvan ve standartları öne sürüyor ve
esas ilgi ve inançlarını dikkatlice gizliyordu. Yaşamındaki böylesi kritik
anlarda karşımdakileri Ruhsal beyin-yıkamalarla huzursuz etmemeye özen
gösteriyordu.
Pavlus'un kendisini
tutuklamaya gelen komutanın, Roma yurttaşı olup olmadığını sorması üzerine,
"Evet. Ben Romalı doğdum" (Resullerin İşleri, 22:22-29) deyişi, ya da
yolunu kesen askerlere "Ben Kilikya'dan Tarsuslu bir Yahudi, ehemmiyetsiz
olmayan bir şehrin ahalisinde- nim" (Resullerin İşleri, 21:37-39)
deyişiyle olduğu gibi. 'Ehemmiyetsiz olmayan bir şehrin ahalisinden olmak'
Pavlus için çoğu zaman İsa'nın havarisi olmaktan daha önemliydi.
Pavlus'un
misyonunu anlamak, onun siyasete bakışını anlamaktır. Diğer havarilerle
karşılaştırıldığında Pavlus bir havariden çok bir ideolog olarak ortaya
çıkmaktadır. Teleolojisi ve kendini gerçekleştirmesi (kendi-pratiği) genellikle
imanını aşıyordu. Pavlus bir Fideist, bir görev ve işlevlerin adamıydı.
Kuşkusuz kimi yazarların öne sürdükleri gibi, bir Roma ajanı ya da muhbir
değildi.5
*
Sen kendi yolunda git, âlem ne derse desin (ç.n.).
Siyasal
kariyerindeki iki ilginç manevra, Pavlus'u rahatlıkla döneminin en ünlü
taktikçi ve stratejistlerinin sıralandıkları sütunların üzerine
yerleştirmektedir.
İlk olarak Rab'bi Mesih
İsa'nın peşi sıra, Pavlus da otoriteyi Musa Yasası'ndakinden
farklılaştırmıştır. Ancak İsa'nın tersine, Pavlus bunu yapmasına rağmen canını
uzunca bir süre korumayı başarabilmiştir.
Pavlus'un Musevilerle
arasındaki tartışma Seküler değil, dinsel bir konuydu. Bir Yahudi ve bir
Ferisiler Ferisi'si olarak Sanhedrinlerin Yasa'ya uygun çözüm kararında ısrarlı
olması gerekirdi. Oysa, bunun kendisi için yaratacağı sonuçları bildiğinden,
bunu reddetmiştir. Roma yurttaşlığı kisvesine bürünerek ve tüm suçlayıcılarını
şaşırtarak adil bir karar için Seküler merciye, bizzat Sezar'a başvurmuştur
(Resullerin İşleri, 25:8). Ve Seküler otorite tarafından masumiyetinin
onaylanmış olması, şaşırtıcı değildir. Seküler merci, kökeninde tam anlamıyla
Yahudice olan dinsel bir konu için Pavlus'u ölüme mahkûm etmeyi gerekli
bulmamıştır.
İkinci olarak,
otoriteyi, ilginçtir ki, yoldaşı havarilerin savundukları Musevi Yasası'yla
değil, Kilise'yle özdeşleştirmiştir. Ve onları ikna etmeyi, ve dahası
Gentilelere ilişkin tüm konularda ipleri ele geçirmeyi başarmıştır.
Pavlus,
Musevi-Hıristiyanlarla* arasında sünnet ve he- lal/murdar meselesiyle ilgili
çatışma patlak verdiğinde, İsa'nın kan kardeşi ve Kudüs Kilisesi'nin saygıdeğer
başı Yakub'a başvurup onu kendi safına çekmeyi başarmıştı. Pavlus Gentilelerin
sünnet olmasının zorunlu olmadığını ve bu nedenle de Musa Yasası'nın kimi
maddelerine uymaları gerekmediğini öne sürüyordu. Kilise tam zıddı te-
Musevi Hıristiyanlar: 1.
yüzyılda başlayan ve İsa'nın beklenen Musevi Me- sih'i'olduğuna iman eden
Museviler. Bunlar hâlâ Musevi geleneğine bağlı ancak Hıristiyanlaşmış
Yahudilerdir. zi savunmasına
rağmen kendi başına yetkin bir gövde gösterisi düzenleyen Pavlus, Yakub'un
onayını alıvermişti. Başlangıçta yanında hiç kimse yokken, sonunda kazanan
tek kişi o olmuştur.
Artık eline geçirdiği
yetkiyle günah ve acı kavramlarını tasarlayıp Gentile adına karar verecek olan
bir başına oydu. Isa'nın kendi canı pahasına yarattığı orijinal girişimi
Pavlus'un ellerinde önemli bir siyasal araca dönüşmüştü. Pavlus zorda kalınca,
konumunu derhal Seküler- leştiriyor, ancak 'bütünsel görevi'ni
kutsallaştırıyordu. Örneğin, Saddukiler kıyama, meleklere ve ruhlara inanmamaktaydılar
(Resullerin İşleri, 23). Saddukiler, Museviler arasında 'bu-dünyahlık'
ilkesine bağlı bir kesimdi. Pavlus Saddukilerin 'bu dünyalılığı'na karşı çıkan
Ferisi görüşü savunarak iki grup arasında, Seküler mahkemenin huzurunda son
bulacak şiddetli bir tartışmaya yol açtı. Pavlus'un provokasyonu Musevileri
gafil avladı ve sonunda kendilerini, kendi yasa ve geleneklerine ilişkin bir
sorun hakkında çok nefret ettikleri seküler mercilere başvurmuş olarak
buldular!
Pavlus
mevcut Gentile siyasasına göre; oluşturduğu hem Seküler hem de ruhani
bileşenleri olan bir dinin kurucusu ve temellendiricisi olmuştur denilebilir.
Pavlus'un misyonu şöylece özetlenebilir: "Bu dünyaya ait siyasi konularda
Seküler, öte-dünyaya ait iş ve çabalarınızda ruhani olun." Pavlus için
bu dünyaya ait konularda son otorite, ayrıntılarıyla açıklandığı üzere, Seküler
iktidardı, Musa Yasası ya da onun yorumları değil. Gerçekte Pavlus bu yasa ve
bağlayıcı yükümlülüklerini Musevileri Tanrı'ya yaklaşmaktan alıkoyan engeller
olarak görmekteydi. David
t
’ Pavlus ilk Kiliseleri, Musevi Sinagogları'nda başlatmış, sonra
onları evlere taşıtmıştı (y.n.).
’*
lif İsa, 1989-1990'da
yazılmıştır (ç.n.).
Christie
Murray'in belirttiği gibi, "İsa'nın içine doğduğu Yahudilik'te tüm yorum
ayrıntılarıyla Yasa, mümin Yahudi'yi tıpkı örümcek ağına yakalanmış sinek gibi
hareketsiz kılmaktaydı. Pavlus'un tanıdığı haliyle Hıristiyan Ruh'un Özgürlüğü
öğretisi, bunun antiteziydi."6 Pavlus'un bu tutumu özde
Helenistik idi ve Kralcı yönetim tarzlarını çağrıştıran özellikleriyle bir
bakıma Herod'un konumuna yakındı. Yine de Pavlus'un bu tutumuna dindarlık,
seçkinci- lik ve Tanrı buyruklarının yabancı, seküler iktidar üzerinde
üstünlüğünü inatla savunan kendi cemaati, varlığı itibariyle gerçekte
'Dünyevi' olan Ferisiler grubu itiraz etmiştir en çok.
Pavlus
Romalılara mektubunda nasıl bir Devlet anlayışı taşıdığını çok açık bir
biçimde ortaya koymuştur. "Herkes üzerinde olan hükümetlere tabi olsun;
çünkü Allah tarafından olmayan hükümet yoktur. Bunun için yalnız gazaptan
ötürü değil, fakat vicdandan ötürü de tabi olmak lazımdır. Çünkü hükümetler
Allah'ın hizmetçisidirler. Vergi hakkı olana vergiyi, gümrük hakkı olana
gümrüğü, korku hakkı olana korkuyu, hürmet hakkı olana hürmeti, cümleye
haklarını eda edin." (Romalılara, 13) (Ayrıca bkz. Petrus'un I. Mektubu,
13-17)
Pavlus'un
siyaset alanında uyguladığı manevralar sonradan, özellikle ilk 200 yıl içinde
kilise yöneticileri tarafından taklit edilmiştir. Kilise yöneticileri Seküler
iktidarla çelişiyor olmalarına karşın dinsel anlaşmazlıklarını Seküler
yöneticilerin mahkemelerine götürmekten kaçınmamışlardır. Hıristiyan adının
ilk kullanıldığı kent olan Antakya Piskoposu, bunlardan biridir. Muhtemelen o
sıralar (IS 272) İtalya ve Roma'daki egemen Sekülerist akımların etkisi altında
olan Piskopos Pavlus, İsa'nın Tanrı değil, İn san olduğunu ilan etti.
Muarızları onu derhal aforoz etti ler, ancak boyun eğmedi. Ardından da adil bir
hüküm için imparator Aurelius'a başvurdu. Fox'un belirttiği gibi, Seküler
imparator için "bu talep kendisine ulaşan birçok talepten sadece
biriydi."7 Bu din-içi sorunu Antakya Piskoposu Pavlus lehine
çözümleyen, Seküler iktidarın son kararı oldu.
Havari Pavlus, Mesih ve
Rab olarak İsa'ya imanını kendine sermaye yaparak onu bir Tanrı olarak
Gentilelere sundu. Frend'in söylediği gibi, "Davut Mesihçiliği ve Tanrı
Kelamı ya da Bilgeliği'nde (Hikmet) kişiselleşen ilahi yaratıcı kudret, bir
yüzyılı aşkın bir süredir Musevilerde koşut bir akım izlemişti. Musevi
Tek-Tanrıcılığım ihlal etmeden bir araya gelmeleri mümkün değildi, gelememişlerdir
de. Pavlus'un 'Tanrı'nm Oğlu' kavrayışı Musevi Mesihçiliği'nin sınırlarını
aşar... Anlaşmazlığın tohumları atılmıştı. Sonraki kuşaklarda Hıristiyanlar
Mesih'e 'bir Tanrı' olarak tapınacaklardı."8
Sıradan insanlar olan
diğer havari ve şakirtlerin elinde Isa'nın öğretileri tutarlı, kendine yeterli
bir siyasetten yoksundu. Pavlus dâhiyane bir biçimde bunu keşfedip yeni dinin
kirişlerini çattı. Bunu sadece bu hırslı politicon ve Helenistik polemik
sanatı ustası gerçekleştirebilirdi ve yeni dinin siyasal gövdesini
(Eklesiyoloji) ifadelendirme yolundaki bitmez tükenmez çabalarıyla, bunu
başardı. Ga- latyalılara seslenen ünlü mahkûm-edici mektubu, Pavlus'un kendi
İncil yorumunu ve Kilise-kurma siyasasını tekelleştirme yolundaki kararlılığını
açıkça sergilemektedir. İbranilerin Yasa-Yapıcısı Musa gibi, Pavlus, polis'in
toplumsal-tarihsel, iktisadi ve kültür standartları uyarınca Yahudilik'in
Yasa-Bozucusu ve Gentilelerin İman-Yapıcı- sı oldu.
Pavlus
Yazgı'ya ilişkin mevcut fikirleri de değiştirdi.
* Henüz 3. yüzyılda yaklaşık 4600 elyazması İncil vardı. Bunlardan
hiçbiri kelimesi kelimesine diğerinin aynı değildi (y.n.).
Pagan-Helenistik
Yazgı kavrayışının yerine mutlak arınma anlamında İsa'ya imanı yerleştirmeye
çalıştı. Tan- rı'dan korkan, Muhtedi kimi cemaatlerin dışında, Gentile- ler
arasında Yazgı'nm kudret ve hükmü öylesine kaçınılmazdı ki, verili anlayışa
göre tanrılar dahi Yazgı'nm gücüne tabiydiler. Gentilelerin Yazgısı'nm mutlak
iman ve Rab olarak İsa adlı yeni bir Tanrı'yı gösteren Pavlus tarafından
kurtarılmak olması, belki de tarihin garip bir cilvesidir!
Pavlus religiocrat,
yani din bürokratları diye adlandırabileceğimiz sacerdotalistler'in,
Gentile Kilisesindeki bu taviz vermeyen bürokratik koruyucuların ve
bekçilerinin kurucusuydu. Pavlus'un geleceğin kilisesi ve sacerdota- lism
(Kilise Bürokrasisi) konusunda formülasyonu, tek gövde/çoğul parçalar ilkesi
üzerinde temellenmekteydi. Bu, öncelikle ve özellikle İsa'nın organik
siyasetinden Pavlus'un cemaat için siyasal iktidar tezine geçişi belirler.
Pavlus demişti ki: "İmdi, siz Mesih'in bedeni, ve ayrı ayrı azasısınız. Ve
Allah kilisede bazıları, önce resuller; ikinci peygamberler; üçüncü muallimler,
sonra kudretli işler, sonra şifa mevhibeleri, yardımlar, idareler, dillerin
cinslerini koydu" (I. Korintoslulara, 12:27-28).
İsa için Kilise kendine
inananlar topluluğuydu. Diyordu ki: "İki veya üç kişi nerede benim
ismimle toplanmış olurlarsa, ben orada, onların ortasındayım" (Matta,
18:20). Dolayısıyla iki ya da üç kişinin olduğu yerde, Kilise de vardı.
Pavlus'un yorumunda Kilise, mezhep ve otorite bölüşümü gereğince
Hıristiyanların yaşam koşullarını yönlendiren ve giderek taahhüt eden nihai
otorite merciine dönüştü.
Yeni Ahit'te Mesih'ten
sonra Pavlus, baş oyuncudur. Yeni Ahit'te herkesten fazla yer tutar. Fikirleri ve
işleri İn cilcilerinkinden daha fazla sayfa kapsamaktadır. Pavlus hizmetlerini
ve 'kentlerde kurduğu kiliseleri'ni anlatırken ne denli gayret sarf ettiğini
övünerek anlatmıştır: "Onların hepsinden ziyade çalıştım" (I.
Korintoslulara, 15:10).
Pavlus'un ektiği tohum,
Normatif değerlere sahip bir siyaset ve günahta ve ıstırapta tasarruf
kuramıdır. Kendi yazdığı gibi Pavlus altı-yedi kişiden fazlasını vaftiz etmiş
değildir. Yine de, Gentile cemaatlerde yeni dinin kural ve düzenlemelerini
kendi toplumsal-siyasal anlayış ve standartları uyarınca kurmuştur.
Dolayısıyla Gentile Hıristi- yanlarından Pavluslaştırılmış Hıristiyanlar olarak
söz etmek, yanıltıcı olmayacaktır.
Kurucu babaları
Pavlus'tan aldıkları derslerin yönlendiriciliğinde religocrat'lar,
tarih boyunca uzun, ince, ihtiyatlı bir yolda yürüyerek Musevilerin Muallim
dedikleri İsa'yı Gentile-tarzı kurulmuş Kilise'de Tanrı yaparak tekellerine
almışlardır. Öğretmen İsa'yı kendi tekeline alan Pavlus Kilisesi, bundan sonra
onu inanılmaz tanımlar labirentine sokarak sonsuza dek sürecek bir sürgüne göndermişlerdir.
Religiocrat’larm eline düşen İsa, iman ve günahtan kurtuluşun Bir
ve Tek kaynağı ve güvencesi İsa olmaktan çıktı. Bu misyonu Kilise yüklendi.
'Yahveh Selamettir' başarılı bir biçimde, 'Kilise Selamettir'e dönüştürüldü.
'Gerçek Isa, zamanla yerini Din Bürokratlarının istediği İsa'ya bıraktı.
Şurası
kesindir ki, Pavlus da bu kadarını herhalde beklememiştir. Ama oldu! Pavlus'un
tartışmalarında izlediği siyasal strateji, İsa'nın 'bize karşı olmayan,
bizimledir' gibi Seküler iddialarının arrivistçe* ve bu nedenle de esnekçe
uygulamaları üzerine zekice oturtulmuştu. Bu durumda dahi, izleyicileri Kilise
tarihi boyunca zaman zaman İsa'nın bir başka deyişini istismar hakkını
kendilerinde
Arrivızm:
İkbal avcılığı, fırsatçılık, (y.n.) buldular: "Benimle beraber olmayan, bana karşıdır, ve benimle
beraber devşirmeyen, dağıtır. Bunun için size diyorum: Her günah ve küfür
insanlara bağışlanacaktır; fakat Ruh'a karşı küfür bağışlanmayacaktır"
(Matta, 12:30-31).
Fox,
K.T. VVare'e dayanarak şunları yazmaktan kendini alamamıştı: "Zulüm
Hıristiyan tarihinin kalıcı bir gerçeği olagelmiştir; 1918-1948 arasındaki otuz
yılda,'İsa'nın Çarmıha Gerilişi'nden sonraki ilk 300 yıldakinden fazla Hıristiyan'ın
ölmüş olması, rastlantı değildir. Hıristiyanh'ğın ilk dönemlerinde, Konstantin
devrinde de (zulmün) sonu gelmedi: Hıristiyanlar hemen kendi dindaşlarını zulme
uğratmaya koyuldular."’ Ve Bertrand Russell'ın dikkati çektiği gibi:
"İspanyollar Meksika ve Peru'daki bebekleri önce vaftiz edip, hemen
ardından beyinlerini dağıtıyorlardı: Böylelikle bu bebeklerin Cennet'e
gitmesini güvenceye almış oluyorlardı... Konstantin çağından 17. yüzyıl sonuna
kadar Hıristiyanlar her zaman Hıristiyanları Roma imparatorlarından daha
şiddetli bir zulme uğrattılar. Hıristiyanlığın doğuşundan önce, bu mezalim,
Yahudiler dışındaki kadim dünya tarafından bilinmemekteydi."10
Pav- lusçu religiocrat'ların yükselişiyle, Gentile iyimserliği giderek
daha yoğun saldırılara uğradı. Yerine Kültürel- Dinsel Karamsarlık Çağı
yerleşti.
Kendine
inananların varsayılan Tanrısı, imana göre Tanrı'nm dünyayı ve 'kavmini'
günahlarından kurtarmak üzere yeryüzüne gönderilmiş oğlu İsa Mesih, Pavlus'un
izleyicilerinin elinde Çarmıh üzerinde vahşice öldürülmüş yakışıklı bir genç
adama indirgenmişti. Bundan sonraysa mucizeli bir şekilde diriltilip geride
tazmin edilmemiş acılar bırakarak Babası'nın yanında yaşamak üzere göklere
çekilmişti.
Günahkârların
selamete erdirilmesinin sorumluluğunu, bundan böyle iman bekçileri
devralıyordu. Bu, bir keresinde İsa'ya da olmuştu; on iki yıldır kanama çeken
bir kadın kendisine yanaşıp iznini almadan harmanisine dokunmuştu. Markos'un
aktardığına göre kanama o an kesilmiş, ancak İsa 'nefsinde olan kuvvetin
kendisinden çıktığını bilmişti' (Markos, 5:25-30). Belki de rastlantı eseri,
bu kadın geleceğin bir religiocrat'mm, geleceğin Kilise- si'nin
kudret-tacirleri arasında ünlenmeyi ümit eden Pav- lus'un müstakbel bir
şakirdinin anasıydı.
Şu sözler kime aitse,
ortaçağda religiocrat'larm İsa adına nasıl bir güç gösterisinde
bulunduklarının daha iyi anlaşılmasına katkısı olur sanırım.
'Timeo non Petrum, sed
secretarium cius.'
(Petrus'tan
korkmuyorum, beni korkutan, sekreteri.)11 Diğer bir deyişle,
"Havari'den korkmuyorum, beni korkutan onun vekili olan Papa'dır."
Musevi görevliler
tarafından tutuklandıktan sonra (Yu- hanna, 18:21), kısa bir sorgulamanın
ardından İsa, Musevi cemaatinin otokrat ihtiyarlarından oluşan bir kurul, San-
hedrin tarafından ölüme mahkûm edilip, ertesi gün Vali Pilatus'a teslim edildi
(Matta, 27:2). İsa, Tanrı'nm adını lekelemekle Küfr'e Delalet'le suçlanıyordu.
Böylesi temel ve din-içi bir konuda, Sanhedrin'in İsa'yı Yasa'ya göre Seküler
otoriteye teslim etmesi gerekmiyordu: Sonradan İste- pan'a yaptıkları gibi
taşlayarak yaşamına son verebilirlerdi. Bir Musevi'nin cezalandırılması için
Seküler otoriteye başvurma girişimi, dinselden çok siyasal nedenlere dayanıyordu.
Kendisinin de belirttiği gibi İsa, Devlet'e ya da Sezar'a karşı bir
başkaldırının önderi değildi. Frend'in de belirttiği gibi, mevcut toplumsal
düzeni ve dünyayı (sa- eculum) yıkıp değerlerini baştan aşağı değiştirmeyi
açıkça hedefleyen ilk Hıristiyan grup, İS 340'ta aşırı bir Donatist fraksiyonu
olan Circumcellionlardı. Ve Circumcellionlar, İsa'dan değil, İS 66'daki Gayur
ayaklanmasından esinlenmişlerdi.12 Ancak Barrabas bir ayaklanmaya
katılan ünlü bir asiydi (Markos, 15:7). Sanhedrin, Vali Pilatus'un tutuklattığı
Barrabas'm hayatını kurtarmaya kararlıydı. San- hedrin'in Barrabas'ı İsa'ya
tercih edişi muhtemeldir ki, siyasal kaygılar nedeniyle onun kendileri için,
yanlış anlamlar temelinde kopuk bir diyalog sürdürebildikleri yabancılaşmış
Musevi İsa'dan daha fazla önem taşıması nedeniyledir. (Öz. Bkz. Yuhanna, 7 ve
8:12-47) Zaten Barrabas 'Babalarının Oğlu'ydu. (Barrabas: Aramice Bar-abba
[Baha'nın oğlu] demektir.)
Sanhedrin
tarafından Küfr'e Delalet'le suçlanmasına karşın -özü itibariyle büyük bir
dinsel suçtu- İsa, Vali Pilatus'un huzuruna bir cani gibi çıkartıldı:
"Eğer bu adam kötülük eden olmasaydı, onu sana vermezdik" (Yuhanna,
18:303). Ancak Pilatus kestirme bir tepkiden sakınarak Ya- hudilere İsa'yı
kendi yasalarına göre yargılamalarını söyledi: "Onu siz alın ve
şeriatınıza göre ona hükmedin." Ya- hudiler Pilatus'a dediler: "Bize
kimseyi öldürmek caiz değildir" (Yuhanna, 18:31). Pilatus kendi görüşünü
açıkladı: "Onu siz alıp haça gerin" (Yuhanna, 19:6). Böylelikle Mu-
sevilere İsa'yı çarmıha çektirme izni verilmiş ya da böyle buyrulmuştu, ama
Museviler infazı gerçekleştirmeyi reddettiler. Çünkü bunu yapacak olurlarsa
Barrabas'm yaşamını Pilatus'un elinden kurtaramayacaklardı. Bunun yerine,
dinsel bir sorunu siyasal bir gövde gösterisine dönüştürdüler. Böylelikle
Pilatus kararını geri almak zorunda kaldı. Pilatus ve Museviler arasında
söyleşi, bu siyasal mi şiflemenin doğasını açıkça ortaya koymaktadır:
"Yahudiler
ona cevap verdiler: Bizim bir şeriatımız vardır, o şeriata göre onun ölmesi
gerektir; çünkü kendisini Allah'ın oğlu ilan etti. İmdi, Pilatus bu sözü
işittiği zaman, daha çok korktu; ve yine hükümet konağına girip Isa'ya dedi:
Sen neredensin? Fakat İsa ona cevap vermedi. Pilatus da ona dedi: Bana söylemez
misin? Biliyor musun ki seni salıvermeye kudretim var, ve seni haça germeye de
kudretim vardır? İsa ona cevap verdi: Eğer sana yukarıdan verilmemiş olsaydı,
benim üzerime senin hiç kudretin olmazdı. Bunun için beni eline verenin günahı
daha büyüktür. Bunun için Pilatus onu salıvermeye çalışıyordu, fakat- Yahudiler
bağırıp dediler: Eğer bunu salıverirsen Kayser'in dostu değilsin; kim kendini
kral ederse, Kay- ser'e karşı kor... Ve (Pilatus) Yahudilere dedi: İşte Kralınız!
Fakat onlar: Kaldır, kaldır, onu haça ger; diye bağırdılar. Pilatus onlara
dedi: Kralınızı haça gereyim mi? Başkâ- hinler cevap verdiler: Kayser'den başka
kralımız yoktur" (Yuhanna, 19:7-15).
Isa'nın
Seküler yetki organı tarafından masum bulunmasında şaşılacak bir şey yoktu.
Pilatus 'başkâhinlerin kıskançlıktan dolayı (İsa'yı) ele vermiş olduklarını'
(Mar- kos, 15:10) biliyordu. Gerek Pilatus, gerekse karısı, İsa'nın hayatını
kurtarmak için ellerinden geleni yaptılar.
Pilatus'un
Musevilere yönelttiği ısrarlı sorular, ikilemini ve vicdani hesaplaşmalarını
göstermektedir: "Pilatus onlara: Öyleyse Mesih denilen İsa'yı ne yapayım,
dedi. Onların hepsi: Haça gerilsin, dediler. Ve Pilatus: Ya ne kötülük yaptı,
dedi. Fakat onlar: Haça gerilsin, diye çok bağırdılar" (Matta, 27:22-23)
Bu
sıra dışı ve alışılmadık davanın tuhaf doğası, sonradan-tarihe son derece
önemli bir katkı yapacaktır.
Seküler
iktidarın temsilcisi Pilatus kuşkusuz İsa'nın Tanrı'nm Oğlu, hatta ilahi
olduğuna dahi inanmıyordu. Yine de misyonunun (bütünsel görev) kutsal olduğunu
onayladığı ve kabul ettiği, belliydi. Sonunda İsa'yı, aralarında bir tartışma
geçmiş olan Atanmış-Kral Herod'a teslim etti. Herod, İsa'dan hoşnuttu. O da
İsa'yı suçlamak için bir neden görmüyordu; kendinden menkul kralı alaya almak
için renkli bir tunik giydirip Pilatus'a geri gönderdi.' Dolayısıyla İsa ilkin
Seküler otorite, ardından da Yahudilerin atanmış kralı tarafından suçsuz
bulunmuş oluyordu. Tutuklama ve ölüme mahkûmiyet, Paganların Seküler
iktidarının ya da Musevilerin kararıydı. Pilatus çaresizlik içinde son
sözlerini söyleyip bir çanak suyla kalabalığın önünde ellerini yıkadı:
"Ben bu salih adamın kanından biriyim, bunu siz düşünün." Bütün
kavim cevap verdi: "Onun kanı bizim üzerimize ve çocuklarımızın üzerine
olsun!" (Matta, 27:24-25)
Ama sarsıcı sondan önce
Pilatus beklenmedik bir hamleyle Musevilere bir oldubitti yaptı. Museviler
dinsel suçlamayı siyasal bir sorun halinde çarpılmışlardı. Sivil ve dünyevi
fikirleri olan Pagan Vali Pilatus onu geriye, ait olduğu alana gönderdi.
İsa'nın Musevilerin kralı olma iddiasını sözcüğün gerçek anlamıyla onaylayarak
askerlerine bir duyuru yazıp çarmıhın üzerine asmalarını söyledi. 'MUSEVİLERİN
KRALI, NASIRALI İSA' denmekteydi duyuruda. İsa'nın Çarmıha gerildiği yer kentin
yakınlarında olduğundan ve duyuru Aramice, Latince ve Grekçe olarak yazıldığı
için pek çok Musevi bunu okudu. Musevilerin önde gelen rahipleri Pilatus'a
karşı çıktılar: "Yahudilerin Kralı değil, fakat bu adam: Ben Yahudilerin
Kralıyım dedi, diye yaz. Pilatus cevap verdi: Ne yazdımsa yazdım"
(Yuhanna, 19.T9-22).
Pilatus'un bu dava boyunca
sergilediği siyasal deha sonradan Musevilerin karşısına çok yönlü sorunlar
çıkaı dı. İlkin, Musevilerin hükmü uyarınca çarmıha gerilen Nasıralı İsa, Pagan
yöneticisi tarafından Musevilerin Kra lı ilan edilmekteydi. Pilatus'un
oldubittisi, İsa'ya iman edenler için prima facie* bir delil oluşturuyor
ve Sanhedrin üyelerini ilk elden Şeriat'ın (Musa'nın Yasası) ihlalcileri
durumuna düşürüyordu. Çünkü kâfirlere uygulanacak ceza, Musa Yasası'nda açıkça
belirtilmişti: "Ona uymayacaksın, ve onu dinlemeyeceksin; ve gözün ona
acımayacak, ve esirgemeyeceksin, ve onu gizlemeyeceksin; fakat onu mutlaka
öldüreceksin; onu öldürmek için önce senin elin, ve sonra bütün kavmin eli onun
üzerine olacak. Ve ölsün diye onu taşla taşlayacaksın, çünkü seni Mısır diyarından,
kölelik evinden çıkaran Allah'ın RAB'den seni çekmeye çalışmıştır. Ve bütün
İsrail işitip korkacaklar, ve bir daha aranızda bunun gibi kötü bir şey
yapmayacaklardır" (Tensiye, 13:8-11). İsa'yı Yasa uyarınca taşlayarak öldürme
yerine, Museviler Yasa'dan ayrılarak onu bir cani gibi Çarmıh'a gerdiler. Eğer
sanık İsa, yasaları çiğneyen biriyse, o zaman -Pilatus'a göre- Museviler ve
Sanhedrin de öyle olmalıydı.
Pilatus
İsa'nın Misyonu'nu meşrulaştırmıştı. Herod'un yapacağı hamleyi gözledikten
sonra, İsa'nın itirafını dikkate alarak onu tanımsal olarak Musevilerin Kralı
ve Mesih ilan etti. Böylelikle halka Seküler iktidarın İsa'nın ilahi misyonuna
(görev) karşı bir itirazı olmadığını göstermeyi hedefliyordu. Musevi-olmayan
nüfusun gözünde, böylelikle Seküler iktidarın suçsuz, ya da kutsal ya da hoş
gördüğü bir davranış tarzı (Misyonerlik) seçkin Museviler ve Sanhedrin
tarafından canice, dehri ve kabul edilmez bulunmaktaydı. Eğer bir
ruhban-olmayan (layman) olarak İsa Sekülerleşmiş Musevilerin ilkiyse, o zaman
besbelli ki Pilatus bu kutsanmış görev modelinin kırsal (Musevi) ve kentsel
(Gentile) gündelik yaşamına yön veren dine-daya-
Prinııı
Facie (Laf.): Karşıtı
kanıtlanana dek geçerli olan delil ve iddia (ç.n.). lı-siyaset sisteminde yarı-yasal bir
uygulama haline gelmesini sağlayan ilk Pagandır.
Belli ki İsa, bölgede
belli başlı siyasal fraksiyonlar arasındaki siyasal güç gösterilerinin kurbanı
olmuştur. Kendisini ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir komploya kurban
gitmediği açıktır. Zaten tüm olaylar İsa'nın kendisini özdeşleştirdiği
kehanete uygun olarak gerçekleşmiştir: "Ve günahkârlarla sayıldı"
(İsaiah, 53:12). İsa Çar- mıh'ta şöyle seslenmişti: "Eloi, Eloi lama
sabachthani?" (Allahım, Allahım niçin beni bıraktın?) (Markos, 15:34)
Çarmıha gerilen İsa, kendi sözleriyle, bir zamanlar Peygamber Yeşu
aracılığıyla İsrailoğulları'na şu vaatte bulunan Tanrı tarafından terk
edilmişti: "Nasıl Musa ile beraber ol- dumsa, seninle de öyle beraber
olacağım; seni boşa çıkarmam ve seni bırakmam. Kuvvetli ol ve yürekli ol.
Kulum Musa'nın sana emrettiği bütün şeriata göre yapmaya dikkat etmek için
kuvvetli ol, ve çok yürekli ol; yürüyeceğin her yerde muvaffak olasın diye,
ondan sağa yahut sola sapma" (Yeşu, 1:5-7).
Eğer Tanrı'nm kelamına
inanmak gerekiyorsa, İsa neden terk edilmiştir? Düz ve Doğru 'Yol'dan sapıp
Sağa ve Sola döndüğü için mi? İsa'ya göre tüm İsrail'den daha imanlı olan
(soldaki) yüzbaşıyla (centurion) sağdaki Sa- marityahlarla görüştüğü akılda
tutulmalıdır.[§§§§]
Musevi Krah Gideon bir
keresinde Rab'be bir sunak inşa etmiş ve adına 'Yehova-Şalom' (Yehova
Barıştır) demişti (Hâkimler, 6:24). Oysa İsa barış değil ayrılık ve çatışma
getirmek için geldiğini söylüyordu. İsa gerçekten de kendi getirdiği ayrılığın
kurbanı olmuştu, bir Musevi komplosunun değil. Çünkü komplo kuramı Hıristiyan
yorumcuların 'kendini-gerçekleştiren kehanet' diye tor müle ettikleri tezlerine
de ters düşmekte ve onları çarpıtmaktadır.
Yeni
Ahi t'teki kurguya göre İsa her şeyi biliyordu ve kendi sonunu öngörmüştü.
Komplo kuramı dokuya eklemlenmiş başka bir yabancı Seküler-kültürel unsurdur,
çünkü komplo kuramları üzerine temellenmiş kehanetlerde bulunmak, büyük Musevi
peygamberlerinin âdeti değildi. Sanhedrin başından beri İsa'yı dinliyor ve
gözlüyordu. Yahüda sadece bir muhbirdi, o kadar. Musevilere İsa'nın bulunduğu
yeri ihbar etmişti. Öte yandan Başrahip Kiyafas'ın Musevilerin bir kurban
vermesi gerektiği şeklindeki öğüdü, 'bir kişinin ölümü'ne ilişkin olup özel
olarak İsa'yı işaret etmemekteydi.
İsa
ne yaptığını biliyordu. Sonuçlarını da. Kehanetlerinin gerçekleşmesi için
komploya gereksinimi yoktu. Kendi kaçınılmaz Sonu kehanete içkindi. Sonuç
olarak İsa kendi kendisinin karar-merciiydi. Gaipten haber veren şahısların
öngörüleri bir komployu önceden bildirebilir, ama Büyük Musevi*
peygamberlerinin kutsal kehanetleri komplo üzerine kurulmazlar. Yeni Ahit
derleyicileri İsa'nın ne denli masum olduğunu göstermek için komplo kuramını
eklemişlerdir. Her durumda, Tanrı'nm Bir ve Tek Oğlu'na, dolayısıyla da bizzat
Tanrı'nm kendisine karşı insan-yapısı bir komplo hazırlaması düşünülemeyeceği
için, bu kuram kendilerinin İsa'yı kavrayış tarzlarıyla da çelişmektedir.
Bunun
tersi daha da olanaksızdır: Tanrı'nm Bir ve Tek Oğlu'na karşı Tanrı-yapısı bir
komplo düzenlemesi, Pe- ter'in ikinci mektubunda belirttiği üzere, "Önce
bunu bilmelisiniz ki, kitabın hiçbir peygamberliği hususi tefsirden değildir.
Çünkü peygamberlik asla insanın iradesiyle gelmemiştir, fakat insanlar
Ruhülkudüs tarafından sevk olu narak Allah'tan söylediler" (I. Petrus,
1:20-21). Kendine ya da bizzat kendi oğluna karşı bir komploya ilişkin bir kehaneti
açıklayan Tanrı kelamını bir tez olarak kurgusallaştırmak şizofrenik değilse
eğer, kesinlikle Sciolastik* bir yakıştırmadır.
Eğer İsa Musevilerin dedikleri gibi beklenen Mesih değil de,
sıradan bir İnsan'sa, o zaman 'sıradan bir insan' misyonunda bölgenin en yüksek
Pagan Seküler iktidarı tarafından onaylanmış kral ve Musevilerin Mesih'i olarak
tanınmış ve kabul edilmiş oluyordu; ama eğer İncil yazarlarının inandığı
üzere, Tanrı'ysa, o zaman, insan yapısı bir 'Komploya' kurban olması olası
değildi. Ortada bir Musevi komplosunun bulunamayacağı açıktır. Çünkü, İsa görevine
başladığı andan itibaren insanlara ne vazettiğini açıkça söylemiştir. En iyi
bildiği şeyi vazetmek İsa'nın hakkıysa, öğretilerini reddetmek de Musevilerin
yasal hakkıydı. Musevilerin İsa'yı söylemediği sözlerle iftiraya kurban etmeye
gereksinimleri yoktu. İsa kendisine hiçbir yetki verilmediği halde tam yetkili
olduğunu, beklenen Mesih olduğunu söylemişti, olanaksız olmasına karşın
Tanrı'nın Bir ve Tek Oğlu olduğunu iddia etmişti, yapmaması gerekirken
İsrail'in Tanrısı'nı özelleştirmişti... Muse- viler açısından, sıradan bir
Musevi olarak İsa tıpkı tüm İs- railoğulları gibi Tanrı tarafından kutsanmıştı,
ama 'bütünsel görevi' (Misyonu) kâfirce ve dehrice bulunmuştu. Seküler
açıdansa, İsa kutsal değildi, ama 'bütünsel görevi' kutsal bulunmuştu. ’
Tanımsal
anlamıyla, İsa yaşamındaki 'benzerlikler'in kurbanı olmuştu denilebilir.
Kehanet'te sözü edilen ben zerliğe uygun olarak doğduğu söylenmişti. İsrail
Yasa tan on ikisi, yaklaşık yirmi bin Hıristiyan'la birlikte şehit
edilmişlerdi.
Azizler Kitabı'nda on binden fazla ad vardır. Adları anılanlar birkaç
yüz aziz, şehit edilmiştir. Ve Azizler Kita- bı'nda anılan azizlerin büyük
bölümü, aristokratik ya da varlıklı ailelerden gelmektedir. Pek çok kral,
birkaç kraliçe ve akrabaları putperestlere, kâfirlere, sapkınlara ve
Ateistlere karşı Katolik İmanı'nı savundukları gerekçesiyle aziz(e) ilan
edilmişlerdir. Constantin'in sözde ihtida&a dan sonra -gerçekten ihtida
ettiği tartışmalıdır- Ateizm bu kez papalar ve sacerdotalistler
tarafından kendilerinden olmayanlara karşı kullanılır olmuştur. Ve bu
azizlerden bazıları, gerçekte kimi cinayetlerin sorumlusudur. Bunun canlı bir
örneği, İspanya Kraliçesi Isabel'dir. 1991'de Papa II. Jean Paul, Kraliçe'yi
müstakbel azize ilan etmiştir. (1992'ye göre sırada yaklaşık iki bin azizlik
adayı vardır.) Katolik iman ve dogmasını savunmadaki adanmışlığı nedeniyle
azizeliğe layık görülmüştür bu kraliçe. Oysa 15. yüzyılda ülkesindeki sayısız
cinayet ve işkenceden ve nihayet on binlerce Yahudi'nin sürgün edilmesinden
kişisel olarak sorumlu olan oydu. Kendi Mutlak Tanrı fikrini dayatma uğruna
kullanılan balta, tarih boyunca hiç körelme- miştir; geçen her yüzyıl, yeni bir
dramın tanığı olmuştur.
Isa'nın Misyonu
döneminde tam olarak örgütlenmiş, Sinagog'dan tam ayrılmış bir Kilise mevcut
değildi. Pav- lus'un günlerindeyse gevşek biçimde örgütlenmiş* yedi kilise
bulunuyordu. Galup Kamuoyu Araştırması'na (AI- PO) göre 1980 yılında -yalnızca
ABD'de- %55'i Protestan, %30'u Katolik olmak üzere 225 milyon Hıristiyan yaşamaktaydı.
Lamant'a göre, Protestan mezheplerinin en genişi, Güney Baptist Konferansı
14.6 milyon kişiyi, 36 bin kiliseyi, 3 bin misyonu ve 11 bin Bağımsız Baptist
Cemaati temsil ediyordu.18
21. yüzyıla yaklaşırken[*****] 810.464.000
Katolik, dünya nüfusunun %18.4'ünü oluşturmaktadır. Bu insanlar 359 bin kilise
mıntıkası ve 2.456 diyaseste toplanmışlardır ve yaklaşık bir milyon rahibe ile
154.148 papazları vardır.19 Christian Buckley, yeryüzündeki Ateist
sayısını iki yüz milyon olarak hesaplamıştır.20 Yeryüzünde
Tek-Tanrıcılığı kabul etmeyen üç milyar insan vardır. Ve ellerindekinden son
derece hoşnut görünmektedirler. Muhtemeldir ki Tek-Tanrı'ya gereksinimleri
yoktur. Örneğin Hint Klasik kültürünün mistik boyutunda her yerde milyonlarca
-geleneksel olarak 330 milyon- tanrı vardır.21
Peter Hebblethwaite, bir
uzman, gazeteci ve sırdaş bir gözlemci olarak Vatikan hakkında şunları
yazmaktadır: "Kilise Kıyamet'i bekleyerek şurada yatan eski kemikler
üzerinde yükselmektedir. Sonradan bu temel üzerinde devasa bir kuram ve
ilahiyat ve kurgu ve iman ve boş inan ve devlet siyasası üstyapısı
yükseltilmiştir."22
İsa vaat ettiği üzere bu
dünyaya dönecek olsa, bu günlerde bir kez daha çileden çıkacak ve olasılıkla
yeni 'benzerlik' suçlamalarına muhatap olacaktır. El çabukluğuyla çağımızın
delilerine ya da sapkınlarına benzerliği öne çıkarılacak ve religiocratlar
kilisesi ya da TV Dindarları tarafından aşağılanacak, belki de aforoz
edilecektir. Günümüzde kurumsallaşmış dinsel doğmayı yönlendirenlerin artık
kişi olarak İsa'ya gereksinimleri kalmamıştır.
Evet, doğumundan iki bin
yıl sonra, İsa'ya ne oldu? Bugün her mümin, bu soruya kendi imanını canlı
tutabi lecek bir yanıtı taşımaktadır. İnancı-bütün Hıristiyanl.ır dan bazıları
İsa'nın (Tanrı) Kilise'den sürüldüğünü, kimi
Ü(
İsa teriyse günahkârlar tarafından suiistimal edildiğini
söylemektedirler. Durum ne olursa olsun, şurası açıktır: İsa kendi adına
dikilmiş kiliselerden hiçbirine kişi olarak girmiş değildir. Kimi kilise,
tarikat, mezhep ve kültler onun sadece adını ve yeryüzündeki yaşamını devralıp
tekelleş- tirmişlerdir. İsa'nın yeryüzündeki adı ve imgesi gerçek imanın
kaleleri olduğunu öne süren partiler için değerli bir sermaye olmuştur. Onlar
da bu addan kendi amaçları için yararlanmazlık etmemişlerdir. Kiliseler gibi
siyasal partiler de hamlelerini 'Tanrı adına' gerçekleştirip23 tıpkı
bir zamanlar İsrail'in Tanrısı'na yapıldığı gibi, İsa'yı sömürüp kendilerini
İsa'ya ilişkin kendinden-menkul hakikatlerle yeniden vaftiz ederek suçlarını
ve banka cüzdanlarını şişirmişlerdir.
Gerçekte İsa'nın
aleyhinde olduğu varsayılan 'komplo' halkın içinde yaşadığı dönemlerde değil,
sonradan, kendi adına hareket edenlerce tasarlanmıştır, denilebilir. Din
bürokratları, İsa'yı, eğer evinde (Kilise) gözaltına almadılarsa, mutlaka
sonsuz bir suskunluğa mahkûm etmişlerdir. Çileci Abelard gibi, gerçek İsa da
terk edilmiş ve sadece adıyla ve Kilise'nin kendisine yaptığı gündelik
atıflarla anımsanmaya yazgılı kılınmıştır.
Kendisine iman edilen
İsa eğer McDowell ve Larson'un önerdiği üzere, geçmişte ve günümüzde İsrail'in
yaşayan Tanrısı Yahveh ise,24 o zaman, halkının arasında yaşamasına
izin verilmeyen bir Tanrı olduğu kesindir!
Isa bundan iki bin yıl
önce doğdu. Dünya üzerindeki misyonuna başlamasının üzerinden yaklaşık 1970 yıl
geçti. Kaçınılmaz soru, hâlâ ortadadır: "İsa'ya ve öğretisine ne
oldu?" Herhangi bir mümin, sui generis İsa'yı şu yüz bin Kilise'de
ya da sayısız sahte kilisede, sahte İnciklerde[†††††] veya papalık tebliğlerinde vd.'den
hangisinde bulabilecektir?
İsa
örneğin:
Kendisini
Mesih ilan edip öğretileri üzerinde tek yetkili olmak iddiasında bulunan
Havarisi Petrus'u;
Kendisini
siyasete tabi kılan Havari Pavlus'u;
"Kadınların
kiliseye girerken başlarını örtmelerini"25 buyuran ikinci Papa
Linus'u;
'Dinsel
görevlere ayrılan nesnelere ancak din görevlilerinin dokunabileceğini' buyuran
sekizinci Papa Xystus'u;26
İmparator
Constantine'i İsa adına vaftiz ettikten sonra 'din adamı olmayanların, din
görevlilerini herhangi bir suçlu suçlayamayacağını'27 ilan eden otuz
dördüncü Papa Silvester'i;
'Geleneğe
aykırı olarak Roma Kilisesi'nin arcarius'u olup hâzinenin işleriyle bizzat
ilgilenen, nomenclator'dan kendi adıyla makbuz kesen'28
seksen birinci Papa Agat- ho'yu;
Sadaka
vermeyi bir çeşit ticari işlem, 'bu güvenliksiz dünyadan öbürünün güvenliğine
sermaye aktarımı'29 olarak gören ve 'hoşgörü kenti'ni, 'Şeytan'm
kenti' olarak mahkûm eden Aziz Augustine'i (ö. 430);
Siyasal
düşmanını (Malatesta) iman düşmanı ilan edip ondan kurtulmak için elindeki tüm
olanakları seferber eden,30 ve dinsel görevleri İsa adına satışa
çıkartan geçmiş papaların en seküleri II. Pius'u;
1302
tarihli bull'u (Ferman) unam sanctum'da 'Seküler kılıcın Petrus'un
ihdasında olduğunu inkâr edenler, Rab'bin kelamını anlamayanlardır,'31
diye ilan eden Papa VIII. Boniface'yi;
1614'te
kendisinin Tanrı Kelamı'nın bedenleşmiş hiçi mi, Yüce Prens Mikael olduğunu öne
süren Ezekiel Meth'i;32
Papaları, yapılan
sahtekârlıkları ortaya çıkartanlara ve diğer sözümona yıkıcı unsurlara karşı
koruyan Papaların Yanılmazlığı (1870) dogmasını;
Isa'nın vazettiği
Kurtuluş'a erişebilmek için eski Musevi Yasası'nı kesinlikle izlemek
gerektiğini öne süren Yedinci Gün Kilisesi'ni, ya da iman adına serbest aşkı
uygulayan Oneida Cemaati'ni ya da Yehova Şehitleri'ni veya Ahir Zaman
Azizleri'ni ya da Moony Cemiyeti'ni; onaylayabilir miydi?
Sezar'a ait olanın
Sezar'a, Tanrı'ya ait olanınsa Tanrı'ya verilmesini vazeden İsa,
piskoposlarının Pontifex Maximus unvanıyla praeceptum imperetoris
(İmparatorluk Yönetimi) üzerinde mandatum dei (Tanrı Yasası)
uyguladıklarını görseydi kuşkusuz yine çileden çıkardı. Yine papalık elçisi
(nuncio), dinsel mahkeme (rota), propaganda, araf, Curia (Din Bürokratları'nm
toplandıkları meclis) gibi hiç duymadığı ya da düşünemeyeceği sözcükler, aklını
karıştırırdı. Kendi saf Misyonu'nun çağlar boyunca birileri tarafından
Teokrasi ve Caesaro-papism gibi, ideolojik biçimlere büründürüldüğünü görse,
kuşkusuz yine şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklenirdi.
Kendine sevebileceği bir
baba arayan Nasırah, düş kırıklıklarıyla yoğrulmuş bu hüzünlü genç adam, Vatikan'daki
yeryüzü tahtına dönecek olsa, şunları söyleyeceğini görür gibiyim: "Çünkü
ben, RAB, ben değişmem... Bana dönün, ben de size dönerim... Ve siz: Ne ile
dönelim, diyorsunuz. İnsan Allah'ı soyar mı? Siz beni soymaktasınız. Ve: Neden
seni soyduk, diyorsunuz." (Malaki, 3:6-7)
Eğer İsrail Tanrısı'nm
adı gerçekten de BEN BEN OLANIM ise, Nasırah İsa için de benzeri bir ad
düşlüyorum: "BEN NE OLACAKSAM O'YUM."
Nasırah İsa bu dünyada,
varlığına inandığı Öteki Dün- ya'da olmak istediğini olabilmek için yaşadı ve
ıstırap çekti.
3.4.
Bireyin
Kimliğini Olumlayan Onun
Farklılığıdır
Deutzlu Rupert'e göre
(12. yüzyıl, geleneksel manastır zühdünün temsilcisi), Tanrı Baha'nın özel
görevi 'nesnelerin doğasını' kurmaktı.33 Tanrı bunu altı Kutsal
Kitap Gü- nü'nde gerçekleştirip özel görevini tamamlamıştı. Dolayısıyla Tanrı
Yaratımı'yla (Tekvin) her şeyin Başlangıcı'nı belirleyen doğaüstü unsur (Kişi)
olarak görülmektedir. İnanca göre bundan sonra Kutsal Ruh'un özel görevi başlamıştır.
Kutsal Ruh'un özel görevi, doğayı Tanrı'nm öngördüğü mükemmelliğe ulaştırmaktır.
Hıristiyanlığın Ki- liseleri'nin bağlı olduğu doğmaya göre, Kutsal Ruh'un özel
görevi bitmemiştir ve hâlâ işlemektedir. Eğer Tanrı Baha'nın Özel Görev'i, var
olan her nesne için, kendi doğasına uygun olan bir başlangıç oluşturmaksa, o
zaman Kutsal Ruh'un özel görevi de her nesne için, kendi doğasına uygun olan
Uygun bir Son oluşturmak idi ve halen de öyledir. Çünkü Başlangıcı olan hçr
nesnenin kaçınılmaz olarak bir de sonu vardır. Tanrı ile Kutsal Ruh arasında
Aracı olarak İsa bulunmaktadır. Yalnızca İnsan ya da İnsanlık değil, 'bütün
yaradılış' Başlangıç'tan Son'a, zorunlu olarak onunla birlikte yaşar.
Dolayısıyla İsa Göksel anlamıyla Başlangıç'ı ya da Son'u değil, gökyüzünün
altındaki Hayat'ı başlangıçtan sona doğru yönlendiren ara- cı/aradaki YENİ'yi
(Vahiy, 21:5-6) temsil etmektedir. İsa dünyanın Alfa ve Omega'sıydı. İsa'nın
kendisinin Ezeli ve Ebedi oluşunun nedeni budur: Logos olarak Baha'yla birlikte
Yaratıhş'm bizatihi içinde değil, Tanrı'ya ait olan Mutlak Mekân'da yer
almaktadır. Dolayısıyla da, 'Bütün sel Görev'i Tanrı'ya imanı sağlamak ve Uygun
Son'a gö türen uygun yolu öğretmektir.
Başlangıç ile Son arasında yer alan zaman süresi, Tarih
Ü(
İsa sel zaman olan saeculum (çağ) değil, dinamik,
her an mevcut Yeni'nin sürecidir. Dolayısıyla İsa'nın temsil ettiği yeryüzü
Hayat'ı kavrayışında mutlak, saptanmış bir geçmiş ya da mutlak, tespit edilmiş
bir şimdiki zaman yoktur. Bu nedenledir ki İsa'yı alegorik olarak değil,
sözcüğün gerçek anlamıyla 'BEN NE OLACAKSAM O'YUM' diye tanımladım.
Başlangıç'tan Son'a dek yaratılmış olan her nesne belirli bir ‘OLACAK'bk
sürecindedir. Hiçbir nesne 'OLACAK' halinden kurtulamaz. Hiçbir nesne bu 'OLA-
CAK'lık halinin dışında değildir. OLACAK'lık hali temsili olarak dünyevi yaşamın
rastlantılarını yönlendiren sürekliliği ve değişimin her yerde mevcudiyetini
belirlemektedir. Tanrı -ya da Tanrı'nm oğlu- olarak İsa aşkın (trans-
cendental) değil, Yaradılış'tan ve Son'dan kaçınabilen tri- ad quid'<hr[‡‡‡‡‡]
İsa,
Iman'a göre, Tanrı'nm Logos'u ve mutlak zaman içinde Yaradılış'ın
aktif-başlangıcıdır. 'Ölümlü Olan Her Musevi'nin Kendi İçinde Ezeli ve Ebedi
Olduğu'nu doğrulayan substance premiere[§§§§§] olmak
üzere gönderilmiştir. (Vahiy, 22:12 "İşte tez geliyorum; ve herkese kendi
işinin olduğuna göre mükâfatım elimdedir.")
Hıristiyanlık
inancına göre İsa, Tanrı'nm uygun gördüğü Son'a açılan Bir ve Tek Doğru, Adil,
Yasal, Tanrı tarafından görevlendirilmiş Geçit, Yapı'dır (Çıkış). Birey bu
kapıdan yalnız başına geçer. Birey bu uygun kapıyı seçmesi halinde uygun Son'a
ulaşır. Kutsal Ruh'un temsil ettiği bu uygun son bireyi Tanrı'ya ulaştırır;
çünkü Kutsal Ruh bireyin selamete erişmesi için vardır. Kutsal Ruh, bireyi
yakıp tüketen Hades değildir. Aksine, Tanrı'nm ödülünü, Sonsuz Hayat'ı elde
eder. Ve böylelikle birey (İnsan) Eski Ahit'te izi bulunamadan ortadan kaybolup
Tanrı ta-
rafından
yanma alınan Enoş gibi geldiği yere dönmüş olur.
Tanrı'nm
Hıristiyan Gnosis'indeki teslis işlevselliği temelde Helenistik diyalektiğin
bir yansımasıdır. Mutlak tekil olan Tanrı ve Tümel olan Kutsal Ruh vardır.
İkisinin arasında ikili doğasıyla İsa yer alır. İsa hem özeli hem de geneli
simgeler. İçerik ve Biçim'dir (genel). Mekân ve Zaman içinde Başlangıç ve
Son'un özel İçeriği'yle genel Bi- çim'in temsil eder; Kutsal Ruh ise Tekil
Tanrı'nm tümel te- zahürü'dür (görünüşü). Hıristiyanlığın TekTanrıcı ilahiyatında
Tanrı tekil, onun tezahürü olan Kutsal Ruh ise tümeldir.
İsa
Tanrı'nm 'insan benzerinde yaratılmış' Bir ve Tek Oğlu olarak kavranıldığı
takdirde özel içeriği, 'Tanrı benzerinde yaratılmış' İnsan olarak ise genel
biçimi vermektedir. Hıristiyan dogmasında mekân ve zaman birliği alegorik
olarak ikili doğasıyla İsa tarafından temsil edilir. Mekânın (içerik) ve
zamanın (biçim) kişileştirilmesi olarak kavranıldığında İsa çelişkiyi bir
anlamsızlık ya da düşünülmez (bir olgu -ç.) olarak dıştalar. Hem Tanrı hem İnsan
olma çelişkisi İsa mekân ve zaman içinde Tekil Tanrı'nm içerik ve biçimi,
'BEN' ve 'İM' (olmak) olarak algılandığında, silinmektedir. (İnsanın
Tanrısallaştırılması veya Tanrı'nm İnsanlaştırılması Antik Mısır'da, Greklerde
ve Roma'da bilinen bir uygulamaydı.)
Mekân
ve Zaman kişileştirilmesinde İsa, Tanrı tarafından diğer bütün insanlar gibi
yaratılmış değildir. Tanrı kendini Kendi Benzerinde -yani İnsan (İsa) olarak-
yaratmıştır. Dolayısıyla, Tanrı tarafından Kader'i çizilmiş değil ama,
Logos'un kendisi olan İsa, İnsan'm 'içinde' olmak üzere gönderilmiştir. Çünkü
İsa 'Tanrı' içindeki Tanrı'dır. Ve Tek bir insan kavminin değil, tüm saeculum'a
göre yaşayan herkesin içinde olmak üzere gönderilmiştir.
Kutsal Kitap
metinlerindeki kairos (genellikle Zaman olarak anlaşılan Grekçe sözcük)
kavramı, kutsal yazılardaki khronos'dan (genelde zaman için kullanılan
Grekçe sözcük) ayırt edilmelidir.34 John Austin Baker, kairos'n 'Doğru
Zaman' olarak okumaktadır. Bence kairos’n Tanrı planına göre 'Olacak
Zaman'mda olduğu şekliyle, yani 'gerçekleşmesi umulan zaman' olarak anlamak
daha doğru olacaktır. Vahiy, l:17-19'daki "Korkma, birinci ve son, ve
Diri olan benim; ve ölü idim, ve işte, ebetler ebedince diriyim, ve ölümün ve
ölüler diyarının anahtarları bendedir. İmdi gördüğüm şeyleri, ve olan şeyleri
ve bundan sonra vaki olacak şeyleri... yaz," bölümü, önerime güçlü bir örnek
sağlamaktadır. Kairos 'şimdi olan'ı gösterirken, kendi içinde 'sonra
olacak olan'ı da taşır. Kairos salt Doğru Zaman'a değil, belirsiz bir
sürece işaret etmektedir. Va- hiy'in üç buçuk günü Danyal'in anlattığı 'zaman,
zamanlar ve yarı-zamam'dır (7:25). Ve ilk Musevi-Hıristiyan belgelerinden
biri olan Tibertine Sibyl'inde de sözü edilmektedir.35 'Zaman,
zamanlar ve yarı-zaman' Olacak-Za- man'dır ve ölçülebilir Zaman (vakit) khronos'dan
ayırt edilmelidir. Ölüm ve Hades'in anahtarını elinde tutan, Olacak-Zaman'la
(birlikte) oradadır ve Olacak-Zaman'ı temsil eden bu şahıs tüm Yaradılış'm
ortak sorumlusudur. 'Diğer Kral' 'zaman ve yasaların kuruluşunu değiştirmeye
kalkışacak olan' tek kişidir. 'Zamanın ve yasaların kuruluşu' Tanrı aleyhine
söz söyleyen ve azizlerine acı çektiren Kral'ın elinde değişime tabi
olacaktır. Değiştirilebilecek olan, 'zaman kuruluşu' ölçülebilir
zaman/vakit'tir (khronos), ama 'Diğer Kral' kairos'n tezahür ettiren
Tan- rı'nın katalizörü ya da aracı olarak bulunmaktadır. Tan- rı'nın planı
uyarınca Kral'da kişileşmiş kairos (Olacak Zaman), khronos'da
var olan 'zaman ve yasaların kuruluşunu' değiştirir. İngilizce Church (Kilise)
ve Almanca eşanlamlısı Kirche sözcüklerinin khronos'un türevleri olması
rastlantı değildir. Church/Kirche, değişime tabi dünyevi kurum olan khronos’u
'zaman ve yasaların kuruluşu'nu temsil eder. Fransızca Eglise sözcüğü ise Ecclesia'den36
gelmektedir ve Papa VI. Clement'a göre Kilise, (Ecclesia) iman konusunda
değiştirilmez ve yanılmazdı.37
Öte yandan saeculum
hem kairos hem de khronos’u barındırmaktadır. Yani eğer kairos
Alfa ise, o zaman khronos Omega'dır - ama her ikisi de saeculum'a
göre tanımlanmış olmak kaydıyla. Kairos açıkça, 'Benzerliğe' koşuttur. İN-
SAN'a değil. Khronos Yaradılış'tâki İNSAN'dan yola çıkar, İnsan'ın
Tanrısal benzerliğinden değil. İNSAN'm Tanrısal Benzerliği değil bizzat kendisi
ölümlülüğe, bir başka deyişle ölüm ve Hades'e tabi kılınmıştır. 'Doğru Zaman'
olarak kavranan kairos'dan kaynaklanan fikir pırıltıları kanımca
geçersizdir; kairos insanlar için belirli değil, belirsiz bir datum'dur.
İlahiyat açısından kendi kairos'unu yalnızca Tanrı bilir. İnsanlar
tarihleri ancak khronos'un alanında tespit edebilirler, kairos'un
alanında değil. Bunun sonucu olarak da, hiçbir ölümlü kairos'un tarih ya
da doğasını doğru olarak öne süremez. Tanımsal anlamıyla, khronos'un
bilgisi Bilgi Ağacı alanına aittir, ama kairos'un bilgisi, Tanrı'nm kairos'un
bulunduğu Hayat Ağacı'nm önüne sapladığı kılıçla korunmaktadır.
Kanımca Kutsal Kitap
bağlamında kairos zamanın içeriğine, khronos ise biçimine denk
düşmektedir. İsa, Tanrı-ya- pısı-İnsan'm khronos'a göre biçimlendirilmiş
kairos'unu yansıtmaktadır.
Ezeli-Ebedi Hayat'ın
temsilcisi olarak İsa, Tanrı'nm Bi- çim'ine (Zaman), ezeli-ebedi hayatın bir ve
tek Çıkış'ı (Bab) olarak kavranılan İsa ise İçerik'ine (Mekân) tekabül eder.
Ancak ezeli-ebedi hayata sahip insan fikri, Yahudilik arasında yabancı ve
dışsal bir iddiadır. Oysa Greko-
Romen
kuram anlayışı açısından bu, tümüyle olasıdır. Bu Greko-Romen kuram, daha sonra
Hıristiyanlık'ta dogma halini almıştır.
Bağlamsal olarak İsa,
'Değişim daimidir'38 ilkesine tabi olan saeculum’u temsil
eder. İsa'nın Musevi gündelik yaşamına getirdiği yenilik budur. Ferisiler,
Musevi fraksiyonları arasında yasacı olanlardı. Yasalara göre eksiksiz ve lekesiz
olduklarını öne sürmekteydiler. Oysa kendi içinde her bakımdan yasal ve
eksiksiz olan sadece Tekil Tanrı Baha'ydı. İsa'nın Ferisilerle tartışmaları bu
karmaşık sorun çevresinde dönmektedir. İsa için tek doğru, eksiksiz, bütün
olan yasa, Tanrı Yasası'ydı; Ferisilerin dokunulmaz olduğunu öne sürdükleri
kendi anlayışlarına göre biçimlenmiş olan yasa değil. Dolayısıyla Ferisilerin
meşruiyetçi iddia ve düzenlemelerine göre yeryüzünde Nizamilik iddiasında
bulunmak, olası değildi. Bu yasa, insan-yapısıy- dı. Musa tarafından
vazedilmişti ve tıpkı Büyük Tapı- nak'm insanlar tarafından yapıldığı gibi,
Tanrı Yasası uyarınca değişime tabiydi. İsa gözü pekçe bu büyük Tapmağı bozup
birkaç gün içinde yeniden inşa edebileceğini söylemişti.
İsa düzenleyici değil,
kurucuydu. Ebedi hayatı yapan esaslardan söz ediyordu. Bu dünyada her şeyin
geçici olduğunu, ama kendi sözlerinin sonsuza dek yaşayacağını söylemişti. Saeculum’un
esas ilkesi de her şeyin değişimin her yerde mevcudiyetine tabi olduğudur -
yaratılmış şeyler kendi içlerinde eksiksiz değildirler. Bu dünyada (saeculum)
hiçbir şey düzenli (tam) olamaz. İsa Tanrı'dan başka, kendisi dahil hiç kimsenin
iyi olmadığını söylüyordu.
Dogmaya göre İsa bu
nedenle yeryüzüne gönderilmişti. Bireylere Doğru Yol'u göstermek için. Onlara
eksikliklerini gidererek, Tanrı indinde uygun kılma olanağını vermek için. Bu
nasıl olacaktı? Eğer her şey saeculum'da deği-
şimin
kalıcılığı ve sürekliliği ilkesine tabiyse, o zaman bireyler 'yeniden
doğmuşluk'a kavuşabilmek için vaftiz olmak durumundaydılar. İsa gözü pekçe
çağdaş dinsel otoritenin kurduğu düzenleri, standartlaştırmaları (Musa Yasası)
Sekülerleştirdi. (Özellikle temiz/murdar yiyecekler ve el yıkama konularında;
İsa tüm yiyecekleri helal ilan etti.) Gündelik yaşama, seküler yaşamda
olagelen toplumsal ve siyasal değişimlere uygun değişimler dahil etti.
İsa kendini
aşkmlaştırmış değildir, onu aşkmlaştıran kehanetti. Saeculum’da
Eskatolojik bir konumu yok, ama etten, kemikten bir varoluşu (mekân) vardı.
Vazettiği selamet, Musevi kralın boyunduruğundan kurtuluşa sınırlandıran
selamete benzemiyordu. İsa'ya göre selamet, Tanrı indinde nizami, tam ve
eksiksiz olabilmek için saeculum'un yozlaştırıcı bağlarından
kurtuluştu. Musevi saecu- lum'undan kurtulmayı değil, saeculum’da
Tanrı tarafından ayrıcalıklı kılınıp korunmayı istiyordu. Musevi
gerçekçiliği ve varlığını sürdürebilme mücadelesi saeculum’dan kurtulma
fikrini dışlamaktaydı. Böylesi bir fikir Musevi'ye verilmiş olan bilgelikle
çelişmekteydi. Musevi yeryüzünde yaşamaya yazgılı olduğunun bilincinde olmak
zorundaydı. Onun esas kaygısı, saeculum'un dışında değil, tam tersine
yeryüzünün neresinde ve nasıl yaşayacağıdır. Musevi'nin bu dünyada 'öbür
dünyadaki' gibi yaşamak diye bir kaygısı ve boş hayali yoktur.
İsa Babası tarafından saeculum'un
nihai ve ideal temsilcisi olmak üzere ete kemiğe bürünmüş olarak gönderildiği
için saeculum’dan selameti vazetmekteydi. Dolayısıyla Nihai ve Doğru
Çıkış 'Yol'unu bir tek o biliyordu. Değişimin her yerde mevcudiyetine tabi
yaratıklara, Uygun'a 'Çıkış' yolunu bir tek o gösterebilirdi.
Kutsal Ruh'un temsil
ettiği Uygun Son, ruhun ölüp dağılması değil, Diriliş'tir (Kıyam). Doğru
Kapı'dan (İsa) iç-
tenlikle
ve içinde hiçbir ukde olmaksızın geçen birey, öldüğü an, bir çocuk
masumiyetiyle yeniden doğacaktır. Isa olmaksızın Diriliş olamaz, ve diriliş
olmaksızın ezeli ebedi yaşam olmaz. Diriliş Tanrı tarafından belirlenmiş Ka-
pı'dan (İsa) geçenler İçin, konulmuştur. Bu nedenledir ki, Hıristiyan dogmasına
göre bireyin seçme özgürlüğü İsa'yla sınırlandırılmıştır. Dogma açısından
Ölüm, mutlak son değildir; önünde Diriliş uzanmaktadır. Ve İsa'ya iman eden
herkes için'dir (geçerli -ç.). Zaten, Tanrı kendini yalnızca İbrahim'e
bildirmiştir, ama köle-kadın (cariye) Ha- cer, onu gören ilk insan olmuştur:
"Ve Hacer kendisine söyleyen RABBİN ismini, Sen, ya Allah, beni görüyorsun
diye çağırdı; çünkü dedi: Burada da mı beni göreni gördün?" (Tekvin,
16:13) Ve Tanrıları Yakub tarafından çalınan İbrani-olmayan Laban (Tekvin,
31:30), ibadet aracılığıyla eğitilen ilk şahıstır (Tekvin, 31:29).
Isa'nın Tanrısı (Elohim)
tüm insanların sevecen ve merhametli Babası'ydı. Tümelliği içinde BIR'dir. Ama
İsrail'in Tanrısı (Yahveh) 'Bizim Tanrımız'dı. Tikelliği (özel) içinde BİR'di.
"Dinle, ey İsrail: Allahımız olan RAB bir olan RAB- DİR." (Tesniye,
6:4) İsa kuşkusuz Tanrı olarak Elohim'i (Theos) kastediyordu; İsrail'in
kıskanç yönetici ve yargıcı Yahveh'i (kyrios) değil.39
Hakkaniyet kavramı da, İsa'nın Tanrısı'yla Musevilerin RAB'bi arasındaki kavramsallaştırma
farklılıklarını anlamada önemli bir rol oynar. RAB'bin başka ulusların
topraklarına el koyup Yahudile- re vermesinin nedeni İsrail'in hakkaniyeti
değildir. Dolayısıyla RAB toprakları İsrail'deki hakkaniyetten ötürü bir ödül
olarak vermemiştir. RAB İsrailoğullarma toprağı İbrahim, Ishak ve Yakub'a
verdiği sözü yerine getirmek amacıyla vermiştir. Ve RAB karşılığında kuşkusuz
İsrail'den hakkaniyet beklemiyordu. İsrail'in RAB'bi seçtiği halkını gayet iyi
tanımaktaydı. Çünkü yazılıdır ki: "Adam
kendini
yaratandan daha tahir olur mu?" (Eyüp, 4:17)
Oysa hakkaniyet İsa için
anahtar kavramdı. Gerçekte mevcut yasalar uyarınca Tanrı'nın ödülüne mazhar
olmak için bir zorunluluk olarak hakkaniyete bağlı kalmaları istenmemiş olan
Musevileri İsa, selamete ulaşabilmeleri için hakkaniyetli olmaya çağırmıştı.
Muhtemeldir ki çağrısına olumlu yanıt vermek istemediklerinden değil, ama
gelenekleri çiğnenemeyecek kadar güçlü olduğu için olumlu yanıt
verememişlerdir. Çünkü İsa'nın vaat ettiği selamete erişmek için hakkaniyetli
olmanın onlar için bir anlamı yoktu. İsa'nın vazettiği selamet onların
tasarımlarına uyan ya da beklentileri olan selamet değildi, ikinci olarak ise,
selamete erişmek için mutlaka İsa'nın öngördüğü hakkaniyete dayalı bir yasaya
tabi değillerdi.40 Musevi- ler zaten kendi Tanrıları tarafından
özgürleştirilmişlerdi. Museviler Romalıların özgür tebasıydı, köle değillerdi.
Musevilerin hakkaniyet sorunu karşısındaki tutumları iki farklı selamet
kavrayışının varlığını doğrulamaktadır. Maddileşmiş selamet, kurtuluş kavrayışı
ve idealleştirilmiş selamet kavrayışı. Museviler yalnızca Tanrıları tarafından
seçilip ilahileştirilmiş değillerdi, ayrıca O'nun tarafından kurtarılıp
özgürleştirilmişlerdi de. Museviler için selamet dünyevi koşullara ilişkin
maddi bir konuydu. İsa içinse selamet idealize bir formdu ve gökseldi ve
gelecekte bekliyordu. İsa hayatını bu selamet tanımı için bir bedel olarak
ödedi. Titus'un kitabında belirtildiği gibi, "Hepimizi tüm kötülüklerden
kurtarmak ve kendisi için kendisinin olan, iyiyi yapmaya istekli bir halkı
arındırmak için kendini verdi" (Titus, 2:14).
Bu nedenledir ki,
Museviler ve İsa için selamet kavramı iki zıt anlama işaret etmektedir.
Museviler selametten özgürlüğü -herhangi yabancı bir gücün kölesi olmamayı-,
İsa ise kendisinin olacak bir halkı günahlarından arın-
Üç
İsa dırmayı anlıyordu. Kutsal Kitap'ta yazıldığı gibi
RAB'bin yaptığını İsa da yapmıştı. RAB bir ulusu seçmiş, onu arındırıp
yalnızca kendisi için kutsamıştı. İsa ise, bir halkı kurtarıp selamete
erdirmek, 'kendisinin kılmak' için kendi hayatını ortaya koymuştu. Böylesi bir
iddia kuşkusuz Musa'nın Şeriatı'na ve Musevi anlayış tarzına Seküler, dışsal
bir iddiaydı. Gerçekte iddianın da ötesinde, RAB'bin Kudret ve Hâkimiyet'ine
doğrudan bir meydan okumaydı.
Musevilerin
gözünde sıradan bir insan olan İsa, Tan- rı'nın kudretinden korkmuyor ve O'na
özenerek, O'na, RAB'be meydan okuyordu. İsa, Musevi yaşam tarzına 'Fark'ı
getirmişti. Ve yarattığı bu 'Fark' onun Kimliği'nin olumlanması oldu.
SONSÖZ,
NOTLAR,
DİZİN
İsa
kendisini yeryüzüne gönderen (Yuhanna, 17:18) ve adını açıkladığı (Yuhanna,
17:6) Tanrı'nın selamete eriştiren tek yol olduğunu kanıtlamak için öldü.
Mesih İsa'ya olanlar dinsel yorumlara konulmuş 'Öbür Dünya'da değil, bu maddi
dünyada, İsrail'in hâlâ sorunlu topraklarında gerçekleşti.
Seküler
iddialarıyla İsa, kendisini reddedenlerce kıskançlıkla korunan Yasa'ya ters
düşmüştü. Ancak Cemaat Yöneticileri'nin bildiklerini altüst ettiği ve Tanrı
gibi, dünyadaki budalaca şeylerle bilgileri mahcup ettiği, güçlüle- rin
karşısına zayıfları koyduğu (I. Kor. 1:19-27) kesindir. Alime, bilgeye ya da
filozofa aptalca ya da kabul edilmez gelen şeyler, Pavlus'a göre müminle
mümin-olmayanı ayırt etmeyi sağlayan, Uhrevi Akhn tezahürleriydi.
Günümüzde,
yirmi birinci yüzyılın eşiğinde, İsa Sekü- , ler Zeitgeist'm vazgeçilmez
bir temsilcisi olarak bizimle birlikte varlığını sürdürmektedir.
Kilise-dışı(lay) mümin hâlâ Kutsal Yazılar'daki talimatlara inanmaktadır. Ve mümini
olmayan hâlâ Kutsal Kitap'ta peri masalı ya da kıssa olarak gördüğüyle
eğlenmektedir. Ancak doğa-üstü varoluşunu inkâr etmek için İsa'ya (Tanrı) en
fazla gereksinim duyan, Ateisttir. Ateistlerin İsa'yı inkâr etmek için İsa'yı
inkârı, merkezin nerede olduğunu bilmeyen ama merkezci olduğunu savlayanlara
benzetilebilir. İsa elinden alındığında Ateist, çözülür. Tıpkı Şeytan'm
Kilise'nin elinden alındığında dogmanın buharlaşıp yok olacağı gibi. Ate-
ist'in Tanrı'mn varlığını reddedebileceğini kendine kanıtlamak için İsa'ya
gereksinimi vardır. Ve Kilise de dogmasını sürdürebilmek için Şeytan'a diğer
tüm toplumsal ku- rumlardan daha fazla gereksinim duymaktadır. Günümüzde
Kilise'nin deccal, Şeytan rolünü oynamak üzere Ateiste her zamankinden fazla
ihtiyacı vardır; Ateist de inkârını koruyabilmek üzere Kilise'nin varlığına
gereksinim duyar.
Kilise
ile Ateistin arasında gerçekte ne Tanrı ne de Şeytan’a değil sadece
'Belgelere ve Kayıtlara' gereksinim duyan bilim adamları yer almaktadır. Bilim
adamı günümüzde neredeyse bir metinler jandarması rolünü üstlenmiştir ve
kutsal yazmalar ve rulolar konusundaki otoritesini sürdürebilmek için
parşömenler dolusu kanıtı gereksinir. İncelemelerinde İsa, Tanrı olarak ya da
İnsan olarak ya da her ikisi olarak bilim adamının dışında kimsenin
erişemeyeceği, zor seçilebilir bir Kara Delik'e dönüşmüştür. Bu nedenledir ki
Göklere çıkartılan bol satışlı kitaplarında Aziz Pavlus'un Roma istihbarat
servislerinin Kim Philby'si ve ilk Hıristiyan cemaatlerinin de bir çeşit LSD
Çılgınları Çetesi oluşturmak üzere bir araya gelmiş kendi kendisinin gözünü
boyayan uyuşturucu satıcıları olarak sunulmalarına şaşılmamahdır.
Günümüz Seküleristi,
Ateist ya da şöhret kazanmak için her an rezalet ve sansasyon peşinde koşan
başarısız bilgiçlerden değildir. Bilinçli Sekülerist, kuşkusuz religi-
oacrat'ların icat ettikleri sahte dini verileri sacerdotalismi ve
bağnazlığı sürekli sorgular ve insan yaşamını etkileyen seküler değişimleri
dogmatize etmeye, doktrinleştirmeye, yasakçılığa ya da standartlaştırmaya
kalkışanların önünde bir engel oluşturur. Sekülarist Değişim'in her yerde-
mevcut, 'Fark'mı her nesne üzerinde etkin olduğunu gayet iyi bilmektedir.
Dolayısıyla değişimin her yerde var olan mevcudiyetinden kaçabilecek herhangi
bir dogma, farklılıkların her nesneye içkinliğini dıştalayabilecek bir öğreti
yoktur. Seküleristin 'bütünsel görevi'ni yönlendiren, korku değil, bilinçtir.
Ve çağımız Seküleristini bireyin seçim özgürlüğü hakkının uzlaşmaz savunucusu
kılan da bu anlayıştır.
Nasırah İsa kuşkusuz
İsrail Tanrısı'nm Onaylanmış elçisi değildi. İsa Havari ve Şakirtleri
tarafından onaylanmış olan Mesih'ti. Bu, geleceğin Tanrısı için daha farklı bir
kavramsallaştırma gerektirdiğinden, ilginçtir. Yani: A priori İsa,
kurulu bir TekTanrıh dinin Tanrısı (ya da peygamberi) değil, saeculum’un
görevlendirilmiş/atanmış (insan- yapısı) Mesih'iydi. İsa'nın öğretisinde 'yeni'
olan 'Otorite- Yetki'ydi. Musevi geleneğinde Tanrı Mutlak Egemenliğin sahibiydi
ve dünyevi otorite Tanrı tarafından Musevilere verilmişti. Ve İsa'nın zamanında
Sanhedrin tarafından temsil edilmekteydi. Tanrı'nın Egemenliği mutlak, ama
Sanhedrin'in yetkisi göreliydi. Yetki, kolektif bir sorumluluk ve edinimdir,
ve İsrail'in Yargıç Tanrısı'nm koyduğu kural ve standartlar uyarınca
kullanılmaktaydı. İsa tüm İbrani-Musevi tarih içinde kendi yaşamı ve
faaliyetleri üzerinde bireysel otorite iddiasında bulunmuş ilk insandır.
İsa'yla birlikte birey yaşamına ilişkin konularda -tıp- kı Isa gibi- kendi
otoritesini ele geçirmiştir. Birey, Musevi geleneğinde ilk kez kendini
yönetebileceği yasal bir temel bulmuştur. Bu anlamda 'Birey', 'yeni doğmuş'
kuşaktır. Bu dünyevi bir Diriliş, kendini-yöneten bir otoriteyi elinde
tutabilen bireyin uyanışıdır.
Isa aradaki Sanhedrin'in
temsil ettiği örgütlenmiş otoriteyi ustaca devre dışı bırakarak Tanrı'nm
Egemenliği'yle uyumlu İnsan'ın kişisel otoritesini gündeme getirmiştir. Bu
İnsanTa kişisel Tanrısı arasında yapılmış 'yeni' bir Ahit'ti. İnsana verilen
otorite, Tanrı'nın Egemenliği'nin üzerinde olamazdı, ama Yaşlılar Heyeti'nin
temsil ettiği, kimi zaman da saptırdığı Yerleşik Şeriat uyarınca düzenlenmiş
de değildi.
Tabii insanın (sivil)
özgürlükler(in)den yoksun bir otorite tam bir otorite sayılmazdı. İsa, bunu
bildiğinden, beşeri özgürlüklerin önünü açabilmek için haram/helal yiyecekler
ve vergilendirme sorunlarına ilişkin yerleşik yasal kural ve düzenlemeleri
geçersiz saymakta duraksama- mıştır. İsa'nın halkı için va'zettiği Kurtuluş'a,
Ferisi, Sad- duki ve Kâtibi fraksiyonlarının dayattığı tüm dünyevi sınır,
kurumsallaştırılmış âdet, alışkanlık ve kuralların boyunduruğundan da selameti
içeriyordu. Bu yeni selamet kavramı, tekil insanın, hemcinsleriyle birlikte ya
da yalnız başına, bulunduğu yerde özgür ve özerk olabilmesinin rasyonellerinin
temellerini atmış oluyordu.
Bunun sonucunda, organik
siyaseti uyarınca İsa bir yenileştiriciydi. Tek-Tanrıcılığa üç yeni kavram
getirmişti: Birey özgürdü, kendi iman ve inancına ilişkin konularda kendi
otoritesini kullanma hakkına sahipti; birey kendi toplumunda özerkti; ve
bireyin kendi seçimini yapma hakkı vardı.
Bu 'yeni' unsurlar (ve
özellikle birey lehine hoşgörü sorunu) İsa'nın öğretileri arasında görünüşte
en zayıf, ve kuşkusuz en kabul edilmez önerilerdi. Kilise Babaları'nın,
özellikle de Aziz Augustinus'un kurumsallaştırdığı Katolik Doktrini zamanla bu
zayıf hususları silerek İsa'nın öğretilerini Evrensel Kilise'nin iradesine
uydurdu. Kilise'nin Otoritesini kurumsallaştırabilmek için Aziz Augustinus'un
ifadesi kullanılmıştı: "Deus homo factus es, et homo deus fieret"
(Tanrı insanı ilahileştirmek için kendini in- san(i)leştirdi). Geleceğin relıgıocrat'lan
ordusu ellerindeki bu yorumla ilahi konularda En Yüce Otorite makamı kisvesine
bürünerek ve yeryüzünde Kendini-Kutsamış Kent'te (ya da Kentler) Egemen
Tanrı'nın Bir ve Tek Kutsal (yarı-tanrı) Vekilleri olarak hareket etmemek için
bir neden görmemişlerdi. İsa'nın oluşturmaya çalıştığı hoşgö- rüye-mazhar
bireyinin Kilise içinde yeni özgürlükleriyle çok kısa bir ömrü oldu; ve kısa
zamanda unutuluverdi. Bunun yerine, religiocraf lar İsa'yı esas alan
bilim üzerine değil, kendi tasarladıkları Mesih'i esas alan bilim üzerine
temellenen, efsane ve sırlarla dolu yeni bir İsa imgesi oluşturdular.
Sekülerleşmiş Musevi, hoşgörüye-mazhar bireyin Seküler ve doğal haklarını
arayıp savunan Nasıralı İnsan İsa'yı gözlerden saklayan, Kilise-Yapısı-İsa'nın
bu hayalet imgesi oldu...
Eski Ahit'te Tanrı,
insanlar arasında kayırmacılığı yasaklamaktaydı. Korumacılığı ve Kayırmacılığı
sadece kendisine saklamıştı. Örneğin Nuh (ve ondan sonra başkaları)
dürüstlüklerinden ötürü Tanrı tarafından kayrılmalardı. Eski Ahit'in Tanrı
tarafından gözetilen Musevi'si, özde İsa'nın hoşgörüye mazhar bireyini önceler.
Yine de çağdaş Hıristiyanlaşmış sınıflı ulus-devletleri ve toplumlarına yön
veren Sekülerleşmiş yurttaşın öncüsü, İsa'nın hoşgörüye-mazhar bireyi
olmuştur. Burada önerildiği üzere, eğer İsa kendi zamanında özgürleşmiş bireyin
haklarının peşinde idiyse o zaman günümüzdeki mümin Hıristiyan
da
İsa'nın hoşgörüye-mazharşahi yönetici kültün kurum- sallaştırdığı yasa ve
düzenlemelerin boyunduruğundan ve köleliğinden özgürleşmiş özerk 'BEN'İM'dir.
Kilise-Yapısı-Tanrı
yorumuyla Nasıralı İsa, kurumsallaştırılmış bir Tanrı'dır ve gerçek anlamıyla,
bir zamanların güçlü Kent-Devleti, Papalık Devleti'nin Tanrısı olarak Bir ve
Tek 'Sözel İmge'yi temsil eder. Ve yirminci yüzyılın başından beri bu 'sözel
imge' on dokuzuncu yüzyıl pa- paz-aleyhtarlığmm şu Tanrı-karşıtı vaazını
izleyen çağdaş kiniklerin* ve Ateistlerin şu meş'um reddiyesiyle karşı karşıya
kalmıştır: Homo homini deus est (İnsan insanın Tanrısı'dır).
İşte bu bakış açısıyla Ateistlerin eleştirdikleri İsa gerçekte religiocrat'ların
denetimindeki Kilise'nin onların önüne koyduğu, Kilise'nin kendi çıkarlarına
uygun olarak kurgusal planda yeniden inşa ettiği, bir gölge-oyununun baş aktörü
yapılmış olan İsa'dan başkası değildir.
Cynics: Tüm değerlerin önemsiz ve geçersiz olduğunu, bunları
umursamamak gerektiğini öne süren doktrin, (y.n.)
1)
Kenneth N. Medhurst ve George H. Moyse,
Church
and Politics in a Secular Age
(Oxford:
Clarendon Pres, 1988), s. 18.
Secularization:
A Multi-Dimensional Concepi,
Current
Sociology, Cilt 29, Sayı: 2, Yaz 81.
Sage Yay. 'Kavram (Sekülerleşme/dünyevileşme) ilk olarak 1648'de
Westphalia Barışı'na yol açan görüşmeler sırasında Fransız Longueville
tarafından kullanılmıştır, (s. 8)
A
General Theory of Secularization,
Explorations in interpretative Sociology, (Oxford: Basil
Blackwell, 1978).
4)
Alıntılar Dobbelaere'den, a.g.y., s.
9,
Marty'nin,
Varıeties of Unbellef inden,
(New
York, Holt Rinehart, 1964), s. 145
6)
Dobbelaere, aynı cilt, s. 9.
Doctrines
of Religious Communities
(A
Philosophical Study,
New
Haven: Yale University Press, 1987), s. 211.
8)
Christian Sr., a.g.y., s.
212.
9)
Christian Sr., a.g.y., s. 210.
The
Papal Prince,
(Cambridge:
Cambridge University Pres, 1987
Çeviren:
Susan Haskins), s. 162.
11)
Dobbelaere, a.g.y., s. 25.
Religion
in the Secular City
(New York: Simon and Schuster, 1984).
The New Polytheisnı
(dal
aş, Texas: Spring Publications, 1981).
Ayrıca
bkz. Henry Cörbin’in önsöz mektubu ve James Hill- man'ın eki.
14)
Alasdair Mac: Ntyre ve Paul Ricoeur,
The
Religious Significance of Atheism,
(Colombia
University Pres, 1969)
Religion/A.
Secular Theory,
(New
York: Free Pres, 1982)
Greeley
Seküler'i Kutsal'ın değil, Dinsel'in karşısına koymaktadır. "Teorim,
'Seküler' bir teoridir. Bundan bir 'Sekülerleştirme' kuramını - dinin geçmişte
genellikle belirsiz bırakılan bir zamanda olduğundan daha önemsiz olduğunu öne
süren bir ku- ramı-kast etmiyorum. Teorim, ayrıca ilahi ve dünyevi birbirinden
kesin hatlarla ayrılmış iki alanmış gibi, 'Seküler'i 'Kutsal'ın karşısına da
koymamaktadır. Tersine, Seküler ile Kutsal'ın bir biçimde ayrı olmakla
birlikte, ikisi arasındaki sınırın belirsiz ve geçirgen olduğu kanısındayım.
Seküler her gün Kutsal'a müdahale ederken, Kutsal da Seküler'e müdahale eder.
Ben, Seküler'i Eklesiyastik'in karşısına koymayı yeğliyorum" (s. 1).
16)
Bkz. Eugen Biser’in Argumente Für
Gott'daki Tanrı tanımı. (Almanya, Herderbücherel, 1987): 'Gott İst nicht nur
grosser als je- der Begriff von ihm, er ist auch grosser als jeder Beweis'.
(Tanrı yalnızca onunla ilgili her düşünceden değil, her kanıttan da daha
büyüktür.)
(G.
Kraus'un makalesi, s. 71).
17)
Bunu göstermek için iki örnek yetecektir. Papa XII.
Pius, 'Provida Mater
Ecclesia'yı 2 Şubat 1947 tarihinde
yayınladı. Kilise ka- nonisti Bernhard Puschmann'a göre bu Anayasa Seküler bir
belgeydi. Almanya 1948'de kendi 'erstes deutsches Sekülarinsti- tut'u, Marien
Kardeşler Birliği/Enstitüsü'nü kurdu. Aynı yıl, 20 Mayıs günü Trier Piskoposu
kanonik Marienschwestern kuru- mundan resmen Seküler Enstitü olarak söz etti.
Bkz. Hubert Mohr'un Das
Katholische Apostolat/Zur Strategle und Taktik des po- litischen Katholizismus,
(Berlin:
Rutten und Loening, 1962), s. 138-139.
18)
İngiltere'deki 'Hıristiyan Sosyalizmi' için bkz. Fabian
Bildirileri, özellikle no. 42. Christian
Socialism, Rev. Stewart D.
Headlam'in bir konuşması, bir Fabian Derneği yayını (Londra, 1894).
Rev. Headlam'a göre Mesih. 'O sektiler, sosyalist görevleri küçük ölçekte Filistin'de
gerçekleştirmiştir"
(s. 6-7).
ABD'de The
Christian Socialist,
Chicago'da ayda iki kez yayınlanan sekiz sayfalık gazete.
Özellikle
bkz. The Socialism of Jesus,
Rufus W. Weeks, grubun yayınladığı bir kitapçık. Almanya için
özellikle bkz. Der rote Pfarrer Georg Fritze (1874-1939), Hans Prolingheuer (Köln:
Pahl-Rugenstein 1989), 'Religiöser Sozialis- mus und Katholizismus' konusunda
ilginç belgeler sunmaktadır (s. 204-210). İsviçre için örneğin bkz. Rev.
Hermann Kut- ter'in kitabı They
must or God and Social Democracy,
Chicago 1908. Kilise'nin İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD'deki anti-sosyalist
faaliyetleri için Bkz. Paul Blanshard'ın American Freedom and Catholic Power (Boston: The Beacon Pres, 1949).
19)
Yves Congar, La
Crise dans l'Egltse et Mgr Levebvre
(Paris: Oerf; 1976).
20)
Çekişme, buhran ve gerilimden ari bir Kilise,
Pavlus'suz bir Yeni Ahit'e benzer! Roma ve Bizans Kiliseleri içindeki ve
bunlar arasındaki çekişmeler halen sürmektedir. Özellikle bkz. L. Duc- hesne'in
L'Eglise au
VI eme Siecle (Paris: Ancienne Librairie Fontemoing, 1925) ve Les Premiers temps de TEtat Pontifical (Paris: Fontemoing, 1911).
21)
Judith Herrion, The Formation of Christendom'da
(Londra:
Fontana Pres, 1989),
'Hıristiyanlık âlemi' terimini inceler. Herrion'un işaret ettiği
gibi, bu terim ilkin Anglo-Sakson İngiltere'de kayıtlara geçmiştir ve önceleri
Hıristiyan bağlılığını belirlemede kullanılan Latince Grekçe Christianitas ya
da oikumene sözcükleriyle arasında tam bir koşutluk yoktur (s. 8).
22)
'Sürgün kiliseleri' eski-sosyalist ülkelerde bir
zamanlar yasaklı olan kiliseleri tanımlamak için kullanılır. Hildesheim
Piskoposu Josef Homeyer'e göre pek çok kilise, kendi topraklarında tutsak durumdaydı.
Bkz. 24-27 Ekim 1991 tarihlerinde HannoverTie toplanan 'Avrupa'yı
Düşlemek-Birleşik Avrupa'da Hıristiyanlığın Geleceği' başlıklı Uluslararası
Konferans'ın yayınlanmamış zabıtları. Özellikle bkz: Janusz Nagorny'nin
(Lyubliyana) konuşması. (Bu metinler Forschunginstitut für Philosophie, Han-
nover'den sağlanabilir.) Tüm Avrupa'dan 137 Katolik rahip, Avrupa'nın Yeniden
Incil'e Dönmesi çağrısını yinelemek için Roma'da toplandı (25 Kasım - 14 Aralık
1991). Bir İsviçre gazetesinin bildirdiğine göre, Avrupa'nın yeniden İncil'e
Döndürülmesi yalnızca eski-komünist ülkelerle sınırlı olmayıp, '(sondern auch)
Sakularisierte Westeuropa'yı (özellikle) dünyevi/Seküler Batı Avrupa'yı da
kapsıyordu.
(Tages Anzeiger/Michael Meier, 18.12.1991), s. 8.
23)
Kilise'nin İnsan Hakları'na ilişkin tutumu için bkz. Die Kirche und die Menshenrechte (Dokumente 5, herausgegeben von der Papstlichen
Kommission (Justitia e Pax, 1976) Papa XXIII. Jean Paul'un konuya ilişkin, Pacem in terris, s. 7'deki yorumu.
Religion and the Rise of Capitalism, (Pelican Book, 1975), s. 274.
Birinci Bölüm
Pagans
and Christians,
(Penguin
Books, 1988), s. 30.
'Adlarını
ilkin Hıristiyanlar vermiştir, Pagani.'
Sapkınlık,
Ortodoksluk ve homodoxy için bkz. s. 31.
Religio ve supertitio için, bkz. s. 32.
The
Rise of Christianity,
(Darton,
Longman and Todd, 1984), s. 21.
3)
Benzeri bir önerme için bkz. Thomas Merton,
No Man is an Island,
(New York: Dell Pub. Co., 1957), s. 39.
'Her
şey aynı anda hem iyi hem de kusurludur.'
The Essential Talmud,
(Bantam Books, 1977, ss. 214-215; İbranice'den çeviren: Chaya
Galai).
Why I am not a Christian,
(Londra: Unwin Human Ltd., 1989), s. 26.
Israels Glaube in der Geschichte,
(Die Juden, Güter Stemberger Hrsg.)
(Münih: Verlag C. H. Beck, 1990), s. 28.
Das Heilige und das Profane,
(Suhrkamp, 1990), s. 97.
(Bu sonraki bir gelişmedir. Nominal olarak Hint ve Grek mistik
felsefe unsurlarının Musevi öğretisine dahil olmasıyla başlamıştır.)
Trialogue Between Jew, Christian and Müslim, (Londra: Routledge and Kegan Paul, 1973), s. 143.
"Kutsal Kitap İbranice'sinde böyle bir sözcük (kültür)
yoktur. İsrail ibranice'sinde kültür'ü karşılayan sözcük ise elektrik'i karşılayan
sözcük kadar yenidir."
9)
Peygamberlerin mecazi dili ve bunların yorumu Sir Isaac
New- ton'un Observations Upon the
Prophecies of Daniel, and Apocalypse of St. John'unda tartışılmıştır. (Londra: J. Darby and T. Browne, 1733.
Tıpkı basım, Zürih, A. Altındal & Co., 'Modus Vivendi', 1985). Peygamber
(-si) dil (-i) için bkz. ikinci Bölüm.
Sir Isaac Newton, a.g.y., s. 145 (diğer tartışmalar için bkz. bölümün bütünü).
'Anadolu'da halk Kutsal ve Adil bir İlah'a şeref
sunardı...' Kutsal ateş için bkz. Lewis Mumford, The City in History,
(Penguin, 1979), ss. 150,182; Kutsal Yollar için bkz.
s. 161.
11)
Theios aner kavramının farklı bir yorumu için bkz.
Morton Smith'in makalesi: On
the History of the 'Divine Man',
(Paganisme, Judaisme, Christianisme/Influences et Affrontements dans le Monde
Antique/Melanges offerts a Marces Simon.
Paris: Editions E. De Boccard, 1978), ss. 335-345.
The Greek Thinkers,
(Londra: John Murray, 8. basım, 1969).
Cilt I, s. 150.
The Star of Redemption,
Aktaran Maybaum, a.g.y., s.
59.
'Musevi herhangi bir şeye inanmaz, o, inancın kendisidir.' (s.
342)
"Tanrı'yla birlikte, ama 'din'siz yürüyoruz."
Aktaran Maybaum, a.g.y.,
ss. 81 ve 168.
15)
Sir Isaac Newton, a.g.y., s.
145.
(Diğer tartışmalar için bkz. Bölümün bütünü).
The Meaning of the Dead Sea Scrolls, (Signet Key Book, 1956), s. 90
17)
Onları Yoahim ve Hannah olarak tanımlayan İnciller
değil, 'ge- lenek'tir (Hannah lütuf anlamına gelir). Aziz Hannah cultus'u 14.
yüzyılda kabul edilmiştir. Bkz. Book
of Saints.
18)
Böylesi bir kentin var olup olmadığı çağdaş tarihçiler
ve ilahi- yatçılarca tartışılmaktadır. Alan VVatts'a göre, 'Nasıra' dal anlamına
gelirken Aziz Bernard bunu 'çiçek' olarak yorumlamaktadır. Alan Watts.
Myth and Ritual in Christianity,
(Londra: Thames and Hudson, 1983), s. 116.
19)
Papa IX. Pius Yusuf'u resmen evrensel kilisenin
koruyucu azizi ilan etmiştir. Ayrıca çalışanların koruyucu azizi sayılır ve 1
Mayıs günü ona hasredilmiştir. Bkz. Book
of Saints, a.g.y., s. 320. Matta'ya göre
Yusuf Yakub'un oğlu, (Matta, 1:16) Luka'ya göreyse (Luka 3:23).
20)
"Bu, İbranice Jehoshuah, Joshus ya da Jeshua'nın
Grekçe biçimidir. Orijinal Grekçe IHCOYC olarak yazılır ve Hıristiyan simgeciliğinde
IC.IHC. ya da IHS olarak kısaltılır."
Der
Babylonische Talmud,
(Münih: Wilhelm Goldmann Verlag. Ausgewahit, übersetzt und erklart
von reinhold Mayer, 1965), s. 101.
Nature,
Man and Woman,
(New York: Vintage Books, 1970), s. 168.
24)
'Bakire Doğumu' genellikle Meryem'in El Değmemiş
Gebeli- ği'yle karıştırılır. Bu İkincisi, 19. yüzyılda bir İman İlkesi haline
getirilmişti. Bu fikir, Katolik dogmanın savunucularından Aziz Jerome'a (yakl.
341-420) dayanmaktadır. Aziz Jerome'a göre, Meryem'in annesi Hannah kısırdı ve
kocasıyla gebe kalmadan yirmi yıl yaşamıştı.
25)
Esseneler ve Hakkaniyet Belleticisi iç in bkz.
İskenderiyeli Philo.
Quod
Omnis Probus Liber,
Yaşlı
Plinius,
Historica
Naturalis,
V.
Kitap, Bölüm 17 ve
Josephus,
Wars of the Jews
Kitap
XVIII, i. 5 ve Kitap XV, x, 5. çeviriler Davies'den, a.g.y.,
Ek.
26)
"Hıristiyan felsefi tarihi bir Hıristiyan'la
değil, ama bir Musevi'yle, İskenderiyeli Philo'yla başlamaktadır",
'Philo', s. 137, H. Chadwick'den aktaran Frend, a.g.y., s.
50.
27)
Haham Maybaum'un da belirttiği gibi, 'Kutsal Kitap
peygamberlerine her zaman yakın olan Museviliğin kuramsallaşmış bir din haline
gelmesine gerek yoktu... Musevilik kurumsallaşmış bir dinden çok, peygambersi
bir harekettir.' a.g.y., s. 168.
28)
Bkz. Steinsaltz, a.g.y.,
ss. 24-25-26.
]e
Batirai Mon Eglise,
(Vevey:
Editions Emmaüs, 1967), ss. 296-297.
34)
Çeşitli yazarlar Hıristiyan Maneviyatçılığı'ndaki
huzursuzluk ve belirsizlikleri irdeleyip belgelendirmişlerdir. Bunlardan üçünü
anacağım:
Hubertus
Mynarek,
Religiös
ohne Gott,
(Goldman
Verlag, 1987);
Les
Sects et l'Eglise Catholique,
Le Document Romain/Introduction de Jean Vernette delegue de
l'Episcopat/Presentation de 200 groupes religieux (Paris, Cerf, 1986);
Max
Bouderlique,
Sectes
Les
manipulations mentales,
(Lyon:
Chronique, 1990).
İkinci Bölüm
1)
VVilliam A. Christian Sr., a.g.y., s.
73.
2)
Christian Sr., a.g.y., s.
80.
3)
Sekiilerist
deyimi George Jacob Holyoake tarafından icat edilmiştir. Holyoake kendini
ateist denen kişilerden ayırt edebilmek için, 1892'de Avam Kamarası'na kabul
edildiğinde Kutsal Kitap üzerine yemin etmiştir. Holyoake İngiltere'de Ateizm
ve küfür suçlamasıyla hapse mahkûm edilen son kişiydi. Bkz. Mic- hael J.
Buckley.
At
the Origins öf Modern Atheism,
(Yale
University Pres, 1987), ss. 10-11.
Clement Vl/Pontificate and Ideas of an Avignon Pope, (Cambridge: Cambridge University Press, 1989), s. 1 ve
204.
5)
Christoph Güntert, Ludwig Schmugge, Aytunç Altindal
(Hrsg) Strassburg und die
Judenverfolgung 1348/49,
(Zürih: A. Altindal & Co., 'Modus Vivendi', 1991). İlk kez bu
kitabın yazarı tarafından Avrupa'nın gündemine getirilen bu "Unutturulmuş" katliam, ABD'li Yahudi eğitimci Sonia Levitin
tarafından romanlaştırılmıştır. Bkz: The Cure, NY. 1999.
6)
Patricia Crone-Michael Cook,
Hagarism/The Making of the Islamic World, (Cambridge: Cambridge University Press, 1977).
7)
'Appelantlar' 1600 yılında Roma'da ortaya çıkan bir
grup sekü- ler din görevlisidir. Bkz. Edward Norman,
Roman Catholicism in Englandfrom the Elizabethan Settlement to the
Second Vatican Council,
(Oxford:
Oxford University Press, 1985), s. 43 ve s. 55.
Katholische Kirche und seholastisehes Naturrecht, (Neuwied: Luchterhand, 1968), s. 34.
10)
David E. Jenkins, Durham Piskoposu,
God,
Politics and Future,
(Londra:
SCM Pres Ltd., 1988), XII-XIII.
Nature, Man and Woman a.g.y., ss. 161-162.
Reconstruction in Philosophy,
(New York: Mentor, 1950), ss. 152-153.
18)
Lewis Mumford The City in History'de
şöyle yazar:
"Ne ki hayat bir kez, tanrıların benzeri olarak, böylesine
kutsalca kavranıldığmda, kadim kentin kendisi bir cennet-benzeri haline gelip
Roma dönemine dek böyle kaldı.", a.g.y., s.
86.
Pavlus olasılıkla bu benzerlikten (simulacrum) kendi Gentile
Kilisesi'ni biçimlendirmede yararlanmıştır.
19)
Kadim Grek Logos kavramı, gerçekte dışsal, Seküler bir
'Kelime' ve/veya 'Ilke'ydi ve Musevi 'Yol' ve diline kesin bir ihtiyat
kaydıyla, sonraları dahledilmişti. Olasılıkla Philo'nun Logos'u kavrayış tarzı
nedeniyle ilkin (Aracı olarak) İsa'da kişileştiril- miş, sonra Kutsal Ruh'la
özdeşleştirilmiş ve en sonunda Tes- lis'in ikinci kişisi kılınmıştı. Ve usul
uyarınca, Logos sonunda (İsa olarak) Kilise'ye hasredilmişti. Gizemli ve/veya
sapkın (Heretical) biçimlerinde Logos 'var olan' (insanların gözlemleyebileceği)
ile 'var olan-üstü' (Tanrı) arasında nihai düzenleyici kuvvetin nişanesine
indirgenebilir. Logos-İsa-Kilise ve 'var o- lan-üstü' için bkz. Rudolf Steiner,
Le Christianisme et les Mysteres Antiques,
(Cenevre: Editions
Anthroposophiques Romandes, 1985), ss. 149-151 ve 154.
Üçüncü Bölüm
The Will to Meaning,
aktaran, Moshe Kohn, 'Man: Partner in Cre- tion' başlıklı makalesinde.
2)
Bkz. Moshe Kohn'un makalesi
'Shame proves us human, keeps us humble', (The Jerusalem Post, 14 Eylül 1991).
Basic Christianity,
(İngiltere: Inter-Varsity Pres, 1983), s. 92.
5)
Michael Baigent, Richard Leigh,
Verschluss-Sache /esus,
(Münih:
Droemer Knaur, 1991),
Paulus,
römescher Agent öder Informant?,
ss.
275-279. Ölü Deniz Yazmaları'na ilişkin daha eski bir tartışma için bkz.
Philip E. Ross'un makalesi.
OverView:
Dead Sea Scrolls,
(Scientific
American, Kasım 1990).
Polemikler
için bkz.
Edmun
Wilson'un
The
Dead Sea Scrools 1947-1969,
(New
York: Oxford University Press, 1989), ss. 16.
A
Hıstory of Heresy, (Oxford: Oxford
University Press, 1989), s. 16.
10)
Russell, a.g.y., ss. 34-35. Luther dahi, 'Kimse dünyanın kansız
yönetilebileceğini sanmasın. Sivil kılıç kızıl ve kanlı olmalıdır,' demekten
kendini alamamıştı.
Bkz.
Tawney, a.g.y., s. 110.
In
the Vatican,
(Londra:
Sidgwick and Jackson, 1986), s. 53.
12)
Frend, a.g.y., ss. 573-574.
13)
Buckley, a.g.y., ss. 38-39.
16)
Buckley, a.g.y., aynı yerde.
(Liber
Pontificalis) Çeviren ve önsöz: Raymond Davis (Transla- ted Texts for
Historian/Latin Series V. Liverpool University Press, 1989), ss. 1-3.
Church
and State/Uneasy Alliances,
(Londra:
The Bodley Head, 1989), s. 71.
19)
Osservatore Romano, İngilizce, 29 Ekim 1984, aktarın Hebbletth- waite, a.g.y., s.
54
The World Religions,
(Cambridge: University Press, 1989), s. 47.
22)
Hebblethwaite, a.g.y., s.
10.
23)
Bkz. Özellikle David Yallop'un,
Jn God's Name/An Investigation into the murder of Pope
John Paul I, (Corgi Books, 1989).
24)
Joseph McDowell-Bart Larson,
Jesus, A Biblical Defense of his Delty,
(California: Campus Crusade for Christ, 1983), ss.
21-24.
25)
Liber Pontificalis, a.g.y., s.
2
26)
Liber Pontificalis, a.g.y., s.
4.
27)
Liber Pontificalis, a.g.y., s.
14.
28)
Liber Pontificalis, a.g.y., s.
74.
The Papal Prince, a.g.y., s. 121.
Tnsanity and Culture/Understanding Popular Culture,
Steven L. Kaplan (Yay.)
(Mouton Publishers, 1984), s. 138.
Renewal and Reform in Religious Life.
Renaissance and Renewal in the Twelfth Century'de,
Benson L. Robert-Constable Giles (Yay.), (Oxford;
Clarendon Press, 1985), s. 47.
Deutzlu
Rupert için ayrıca bkz. Jean Leclercq'in The Renewal of
Theology
başlıklı makalesi, a.g.y., ss. 69, 77.
34)
Bkz. John Austin Baker'in makalesi
The Right Time, Feminine in the Church'de,
Yayınlayan: Monica Furlong,
(Londra: SPCK; 1984), ss. 163-177.
An Early Jewish-Christian Document in the Tiburtine
Sybil,
Paganisme, Judaisme, Christianisme'de, a.g.y.,
ss. 153-183 ve ayrıca
Flusser'in Jesus’u (Hamburg, Rowohlt, 1968).
39)
Yahveh (Kyrios) ve Elohim (Theos) için bkz. Frend, a.g.y., s.
214.
40)
"İbraniler arasında her yeni tarihsel felaket,
seçilmiş halkın kendini kaptırıp koyverdiği günah âlemlerinden öfkeye kapılan
Yahveh'in bir cezası olarak görülürdü... Onların gözlerini hakiki 'Tanrı'ya
çevirerek doğru yola döndüren tek etken, tarihsel felaketlerdi." Bkz. M.
Eliade'nin The Myth of Eternal
Return'ü, (Büyük Britanya: ARKANA,
1989), ss. 102-103.
Ayrıca
bkz.,
I.
Samuel 12:10,15.
Adcılar, 4
Apellantlar, 51 arcarius, 105
Birleşik
Avrupa, 5
Bütünsel Görev, 35, 37, 38, 40, 51
Cebrail,
28
Circumcellionlar,
93
Cizvitler, 51
çifte standartçılık, 49, 82
Deus-Absconditus,
20, dışsal iddia, 43
Doğu despotluğu, 17
eklesioloji,
88
El,
16
esirgeyici, 30
federatif birlik, 5 fideist, 84
gerçekçiler, 4
Haggadah,
62, 77
Hıristiyanlık, 2, 5, 25,
30, 32, 40, 50, 52, 53, 78,108,112, 127
ideal
insan tipi, 39 in principo, 67 insan hakları, 6, 58
iyimserlik, 91
kairos,
110-111 karşıtlık, 25 kategorileştirme, 61 Kathenoteistler, 12 kayırmacılık,
49,123
kehanet, 13, 19-20, 26, 29, 32, 52, 60, 79, 97-100,113
khronos, 110, 111 köktencilik, 6, 38 kyrios, 114
laikleştirme,
1
Liber Pontificalis, 111
mandatum
dei, 106
militan kilise, 49
nomenclator,
105
non sequitor, 54
otorite (adem-i merkezi), 52
Papalık
Devleti, 124
papaz
aleyhtarlığı, 124
Praeceptum imperetoris, 106
religiocrat, 89-92, 103, 123-124
sacerdotalist,
89, 102
seküler
iddia, 43, 48-49, 90, 119
soyağacı,
31-32, 37
soyutlanma,
65, 67, 71
sözel
imge, 124
substa
nce premiere, 108
sürgün kiliseleri, 5
Tann'nın
inayeti, 19
tapınma,
18, 22, 34, 101
tefsir-i
konum, 35, 37
Tek-Tanrıcılık, 13
teleoloji, 84 teşuva, 22 Tevrat, 61 theios aner, 120
theos, 114 triad quid, 108 |
Y Yahudi-Hıristiyan geleneği, 3 yazgı, 82 yeniden Katolikleştirme, 6 z |
u |
Zeitgeist, 23-24 |
unam sanctum, 105 |
zeit-onhe-geistk, 24 |
CHESTNUT HILL, MASSACHUSETTS 02167-3006
DEPARTMENT OF THEOLOGY
(617)552-3880
October 9,1992
Dr. Aytunç Altmdal
Modus Vivendi
Limmatquai 80
CH-8001 Zürich
Switzerland
Dear Aytun,
Thanks so much for the book, which I have found quite stimulating.
I have enclosed a copy of the MLA style sheet for you, but your paper is
already in that form. If you want expand your paper at ali or make any other
changes, please have everything to me by November 15, 1992. The paper can be 10
pages, including footnotes, double-spaced.
Looking forward to meeting you again, perhaps in Graz.
Sincerely,
Donald J. Dietrich
Chair, Department of Theology
USA
September
24,1992
Dear Aytun,
Thank you immensely for your book, which delights me,
as well as instructing me, as I know it will go on doing. You have a great gift
for clarity, for presenting without reducing, and in this are give me many
formulations to ponder, in a strange way, your conception of Jesus as secular
Jew reminds me of John Michael Cuddihy's writing about nineteenth century
Europe, in his chapter on Freud (The Ordeal of Civility).
Yours is a book I will be pleased to read över and
över.
(I'm going to enclose, as further evidence of my
devotion to certain kinds of cultural mixing, a poem called "Ginza
Samba", which comes partly out of my experiences as a saxophone player.)
I
am very pleased to know you, and hope we can meet again.
Best wishes,
Robert Pinsky
March
4,1993
O. Aytun Altindal
MODUS VIVENDI
8000, Zürich, Limmatquai 80
Dear Aytun Altindal,
This is to convey my belated thanks for your THREE
FACES OF JESUS which I read while recuperating from a hernia operation. I am
pleased to report that I have survived both without ili effect. Seriously, I
was intrigued by the thesis and often found myself smiling at some of the jabs.
Scholarly, but not the conventional style.
With best wishes, sincerely,
Bernard S. Morris
**
Romalı: Buradaki kullanımı
itibariyle 'Roman'. Sadece Roma şehirlerinde yaşayan anlamında değil;
Roma İmparatorluğu'nun özgür yurttaşı olabilmek onuruna ulaşılmışhğı ve Helen-olmamayı
simgeler. Dünyanın neresinde olursa olsun Romalıhğı ve ona özgü davranış, duyuş
ve düşünüş bütünlüğünü ifade eder (y.n.).
•
Esseneler. Çölde yaşayan, aralarına
kadın almayan çok bağnaz bir Yahudi tarikatı (ç.n.J.
[*] İnsancıl: Buradaki
kullanımı itibariyle 'Humane'. Beşeri olmak; insani olmak;
İnsanlığı esas kabul etmek; İnsan'ı hayatın merkezinde
görmek anlamındadır. Daha sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan 'Hümanizm'
akımı Roma'daki bu düşünceden kaynaklanmıştır (y.n.)
Religio: Roma
İmparatorluğu'nda religio kavramı, bireylerle tanrılar arasında var olan ve
resmen kabul edilmiş, yerleşik düşünce sistematiği çerçevesinde rasyonel (akli
temelleri) olan ‘Bağlar/İlişkiler’ manzumesi (bütünü) demektir.
Panteist:
Canlılık-merkezli Tanrıcılık; Politeist: Çok-Tanncıhk; Heteroteist: Bir
grup Tanrı'ya bağlılık, Katenoteist: Bir donem için belirli bir
Tanrı'ya, başka dönemde başka Tanrı'ya bağlılık, (y.n.)
Syncretisın: Eş zamanlı bağlılık, eş-uyum bağlılığı, (y.n.)
[‡] Modiis Vivendi: Yaşam
tarzı. Diplomaside yaşam tarzına müdahale edilmeyeceğini gösteren belge,
(y.n.)
[§] Tetragranıınaton:
Dört harften oluşan sözcük; özellikle İbranice'dekl. telaffuz edilemez sayılan
ve Tanrı'nm Adı'nın gizemli simgesi addedilen YHWH ya da JHVII harfleri.
Türkçe'ye "Çıkış" diye
çevrilen "Exodus” Yahudiler'in Mısır'dan çıkarak Kenan iline
gelişleri demektir, (y.n.)
[††] Noolojik:
Sadece akıl yoluyla bulunmuş, akılda var olan bilgi, (y.n.)
[§§] Sebt:
Yahudiler için kutsal gün. Yahudi Şeriatı'nın en önemli yasaklar günü.
(y.n.)
[***] Eristik: Yüzeysel,
görüntüyü gerçekten ayırmadan yapılan tartışma tarzı (y.n.).
‘ Kaya-,
Rock. Hıristiyanlıkta iman demektir. Pier/Petro/Petrus/Peter, Kaya= iman
demektir (y.n ).
[†††] Tanrı'nm Planı:
Hıristiyan ilahiyatında 'plan' Tanrı'nm tasarımları demektir (y.n.).
[‡‡‡] Havari Pavlus: Gerçekte Anadolulu (Tarsuslu) bir Musevi'ydi.
Asıl adı Saul idi. Grekçe biliyordu ve Helenist kültür içinde yetişmişti.
Havari olmadan önce ilk Hıristiyanlara işkence etmişti (y.n.).
[****] Melkışedek: Eski
Ahit'te söz edilen kral. İbrahim Peygamber'in yardımcı ol duğu kral.
Melkisedek, İbrahim Peygamber'i 1 utsamıştır. Eski Ahit'te kim olduğu
anlaşılamayan esrarengiz bir kraldır bu (y.n.).
[††††] Tabanıakl: Çadır.
Musevilik'te Tanrı'nm kurduğu ve bulunmaktan hoşlandığı yer (y.n.).
[‡‡‡‡] Yüreğin Sünnet Edilmesi, Musevilik'ten geçme bir deyiştir. Birey'in T.ını i nin Mutlak
Tebliği'ne kesin inanç duyması keyfiyetidir (y.n.).
[§§§§]
Musevilerin kendilerinden olmayanlarla dini konulan görüşmeleri, koıne.ı malan,
yemek yemeleri vb. yasaktı.
Büyük Musevi
Peygamberler ayrımı Musevilik'te önemli rol oynar. İsa'nın Kendi'ni
özdeşleştirdiği kehanet Büyük Peygamber Kehaneti'dir (y.n.).
Sciolastic:
Kelime ve kavramları kendi istemleri yönünde kullannıacılık l’avlus ilk
Kiliseleri, Musevi Sinagoglarında başlatmış, sonra onları evlere taşıtmıştı
(y.n.).
[*****] Uç İsa, 1989-1990'cla
yazılmıştır (ç.n.).
[†††††] Henüz
3. yüzyılda yaklaşık 4600 elyazması İncil vardı. Bunlardan hiçbiri kelimesi kelimesine
diğerinin aynı değildi (y.n.).
[‡‡‡‡‡] Triad quid-. Bir
mebde bağlı kalmak zorunluluğu olmayan üçüncü terim.
[§§§§§] Substance premiere
(Fr.): İlk töz (ç.n.).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder