Print Friendly and PDF

DECCÂL

 


BUHÂRÎ ŞERHLERİNDE DECCÂL YORUMLARI

Hazırlayan: OSMAN BODUR

A-DECCÂL KAVRAMI

Deccâl kelimesinin masdarı “decl” dir. Halil b. Ahmed “decl “ masdarının “deveyi katranla çokça yağlamak” manasına geldiğini ifâde eder. “Deccâl’i ise “yalancı Mesih”, “büyüsü ve yalanları ile hakkı batıl ile karıştıran”, “ümmetin sonunda çıkacak bir Yahûdî” şeklinde tanımlar.[1] [2] [3] Bu tanım aslında kendinden sonrakiler için bir çıkış noktası olmuş, temelde Deccâl’in en temel özelliği bu manada özetlenmiştir. Bir başka ifâde ile Deccâl kelimesi “yalancı” manasına gelmekte olup yalan söyleyen herkese Deccâl denilebilir. Ayrıca Deccâl ulûhiyet iddia etmesi, insanları küfrü ile kandırması ve kendisine tâbi olanların çok olması sebebiyle yeryüzünü kaplaması gibi sebeplerden dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir.[4] Deccâl kelimesinin “ata katran sürmek, altım yaldızlamak” manasında olduğu ifâde edildiğine göre o takdirde Deccâl tıpkı katranın cismi kuşattığı gibi küfrü ve yalanı ile yeryüzünü kuşatacaktır.[5] Bir nehir ismi olan “Dicle” kelimesi de Deccâl kelimesi ile aynı kalıptan türemiştir. Nasıl ki Dicle nehri suyunun bolluğu ile birçok yere ulaşmıştır, aynı şekilde yalan ve hilesi ile bilinen Deccâl de yeryüzünü kaplayacaktır.[6] Kelime manası itibariyle “decl” masdarının sihir yapmak manasına da geldiği ifâde edilmiştir.[7] Deccâl’e tâbi olacak kimselerin çokluğundan hareketle, şiddetli kalabalığı ifâde etmek için “rufkatün deccâletün” tâbiri kullanılır.[8] Deccâl’in ismi fâil kalıbında isimlendirilmiş olması da onun en temel özeliği olan yalancılığının ne derece şiddetli olacağına bir başka delildir.[9]Ahter-i Kebîr’de ise Deccâl’in, “kılıç kabzası” ve “yalancı” manasında olduğu yazılıdır.[10]

Hak ile batılı karıştırma (mümevvih) Deccâl’e ait çok önemli bir özelliği yansıtmaktadır.[11] Öyleki îbn Faluveyh şöyle demiştir: îbn Amr’dan daha güzel Deccâl’i tarif eden yoktur. Onun tarifine göre Deccâl: Mümevvih (hak ile batılı birbirine karıştıran) ve sözü süsleyip batılı hak gösteren manasına gelmektedir [12]

Deccâl kelimesinin çoğulu “Deccâlûn”[13] ve “Decâcîle”dir.[14] Zebidî, bu kelimenin cemisinin “Deccâlûn” olduğunu “Decâcile” şeklinde cemi yapmanın kıyasa aykırı olduğunu ifâde etmiştir.[15] Müncid yazarı ise “Deccâl” kelimesinin cemisini “Deccâlûn” ve “Decâcile” şeklinde zikretmiştir.[16]

Sarıtoprak’ın tespitlerine göre Süryanice luğatlarda da “Deccâl” kelimesi yer almaktadır. Yeni Ahit’in Süryanice tercümelerinde Deccâl kelimesi “daggal” ve “mesîha daggala” şeklinde kullanılmıştır. Arapça tercümelerinde ise “musehâu Deccâlûn” ve “el- mesîhu’d-Deccâl” şeklinde geçtiğini tespit eden Sarıtoprak Matta’daki ibârenin Latince tercümesinde yalancı mesîh manasında “pseude-christ” tâbirinin kullanıldığını zikretmiştir.[17]

Ayrıca Deccâl kavramı hadîs ilminde, hadis uydurmayı meslek haline getiren yalancı râvileri ifâde etmek için kullanılan birinci dereceden bir cerh lafzıdır. Bu sebeple Deccâl lafzı ile cerh edilen bir kimsenin rivâyet ettiği hadîs hiçbir şekilde kullanılmaz.[18]

Deccâl’i âhir zaman da zuhur edeceği haber verilen Mehdî ile mukayese ederek şu şekilde tanımlayanlarda olmuştur: Mehdî hayrın babası, Deccâl şerrin babasıdır. Mehdî Hz İdrîs’in kılıcı, Deccâl ise şeytanın kılıcıdır. Mehdî âşıkların sevgilisi, Deccâl ise fâsıklarm sevgilisidir.[19] Gazzalî, âhiret âleminden yüz çeviren ve dünyaya meyi eden kimselerin nebiler sıddıklar yoluna değil de Deccâl’in yoluna tâbi olacaklarını ifâde etmiştir.[20] Bu sebeple onun fitnesi, Allah ile kul arasındaki en büyük engellerden birisidir.

Özetle arapça asıllı olduğu anlaşılan Deccâl kelimesinin sözlüklerde birden çok anlamına vurgu yapılsa da bu kelimenin en temel manası yalancı ve hak ile batılı birbirine karıştıran şeklindeki anlamıdır. Âhir zamanda zuhur edecek ve ulûhiyet iddia edecek Deccâl’in bu şekilde isimlendirilmesi de son derece yerindedir.

 DECCÂL KELİMESİ İLE İLGİLİ DİĞER KAVRAMLAR

Mesîh Kavramı

Deccâl’le ilgili hadîslerden anlaşıldığına göre Mesîh kelimesi hem Hz Isa hem de Deccâl için kullanılmaktadır. Bu sebeple kısaca Mesîh kelimesinin etimolojisini incelemek istiyoruz.

Halil b. Ahmed, “Mesîh” kelimesinin yüzünün bir tarafında kaşı ve gözü olmayan kimse için kullanıldığını ve bunun Deccâl’e ait bir sıfat olduğunu zikretmiştir.[21] Şaşı (a’ver) manasına gelen bu kelime sözlük müellifleri tarafından da Deccâl’in ismi olarak yorumlanmıştır.[22] Asmaî; “Mesîh”in gümüşten bir parça, İsa (a.s), yalancı, Deccâl ve ter manalarına geldiğini zikreder ve Mesih kelimesinin iştikak ettiği m-s-h- fiilinin aynı zamanda aşırı cima yapmak ve katletmek manalarına da geldiğini ifâde etmiştir.[23]

Hz. İsa’ya Mesih denilmesi, onun yeryüzünde çok seyahat etmesinden kaynaklanması da muhtemeldir.[24] [25] Hz İsa devrinde meşşâun (yani yürüyenler) şeklinde isimlendirilmiş bir zümrenin olması da bu görüşü destekler. Buradan hareketle bu kelimenin aslının “meşîha” olduğunu[26] ve daha sonra Arapçaya idhal edildiğini söylemek mümkün görülmektedir. Bazı âlimlerin bu kelimenin aslının Süryanice’de kullanılan “meşiha” olduğunu ifâde etmeleride bunu teyit eder.[27]

Ayrıca bu kelimenin Arapça asıllı olup  ” ya da “fiillerinden türediğini ifâde eden âlimlerde vardır. Onlara göre bu kalıptan türeyen Mesih kelimesi diğerine göre seyahat cihetiyle daha genel manadadır. Birisi bütün yeryüzünü dolaşmak manasına gelirken diğeri bütün şehirleri dolaşmak manasındadır. Ancak her ikisinin de ortak anlamı seyahattir. Deccâl’de kısa sürede yeryüzünde birçok yere ulaşacağından dolayı bu şekilde isimlendirilmiştir.[28] Reşit Rıza ise bu kelimenin Arapça ^tJi-mesh- masdanndan türemiş olduğu iddiasını kabul etmemiş, bu kelimenin îbrânicede aslı kralların lakabı olan “meşiha” kelimesinden muarreb olduğunu ifâde etmiştir.[29]

Mutlak manada Mesih denildiği zaman maksud olunan Hz. îsa (a.s)’dır. Hz. İsa’nın Mesih diye isimlendirilmesi, bereketle donatılmış olması, yeryüzünde çok yürümesi, yaralı ve şifaya muhtaç kimselere dokunuşuyla onların sıhhate kavuşmalarında bir vesile olmasmdandir.[30] Besâir 'deki beyana göre ise, Mesih kelimesi saçtan omuza düşen kahkûl ve perçem manasına gelmektedir. Hz İsa âhir zamanda geleceği için bu şekilde isimlendirilmiştir.[31] Ayrıca -mesh- kelimesi “ bir şeyin izini yok etmek” manasına da gelmektedir.[32] [33] Buna göre “Mesih” kelimesi Hz. İsa (a.s) için kullanıldığında kendisinden şer, hırs, kötü ahlak ve cehaletten kaynaklanan kötü alışkanlıklar giderilmiş; Deccâl için kullanıldığında ise güzel ahlak, hihn ve ilimden kaynaklanan her türlü güzel davranışlar kendisinden giderilmiştir manasına gelmektedir.66

İbn Manzur, Mesih kelimesini ezdaddan kabul etmiş, bu kelimenin “mübarek ve güzel bir surette yarattı” manasına geldiği gibi “kötü ve uğursuz bir şekilde yarattı” manalarına da geldiğini söylemiştir.[34] Ayrıca bu kelime (&&Jİ) sıddık manasına geldiği gibi[35] ( JJİJİ) dıllîl manasına da gelmektedir.[36] Bu sebeple bu kelime hem Hz İsa, hem de Deccâl için kullanılabilmektedir.[37] Mesih kelimesini, Hz İsa ve Deccâl için kullanırken, aralarım ayırt etmek için kelimenin sonunu (ha) harfi ile okumanın gereksiz olduğu ifâde edilmiştir.[38] Keşmirî Deccâl ortaya çıktığı zaman yandaşlarının onu Mesîhu’l- mübarek, Hz İsa indiği zaman ise onu Mesîhu’d-delâle kabul edeceklerine dikkat çekmiş ve bundan dolayı bu kelimenin her ikisi için ortak bir kullanım olduğunu ifâde etmiştir.[39]

Hadîslerde “Mesîh b. Meryem” şeklinde Hz İsa için kullanılan[40] “Mesîh” kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de olumlu anlamda, tek başma [41] ve Hz İsa’nın sıfatı olarak kulanılmıştır.[42] Ancak her iki kullanım ile de Hz İsa murad edilmiştir. İbn Hacer, Kastallânî, Şebihî, el- Keşmirî gibi şârihler, hadîslerde bu kelimenin tek başma Deccâl için kullanılmadığını, Mesîh kelimesi, Deccâl için kullanıldığında mutlaka yanma Deccâl’e ait bir durumu ifâde eden bir kayıt düşüldüğünü ifâde etmişlerdir.[43] Bu sebeple Hz İsâ “Mesîhü’l-Hüdâ” Deccâl ise “Mesîhü’d-Deccâl” dir.[44]

Özetle söz konusu bu kelime hem Hz İsa (a.s) için hem de Deccâl için kullanılmaktadır. Ancak Deccâl için kullanıldığı zaman yanma bir kayıt düşülmektedir.

Fitne Kavramı

Deccâl’le alakalı hadîslerde dikkat çeken önemli hususlardan birisi hiç şüphesiz onun fitnesine vurgu yapılmış olmasıdır. Bu sebeple Deccâl’in fitnesini anlayabilmek için “fitne” kelimesini incelemenin yerinde olacağı kanaatini taşımaktayız.

îlk sözlük müeliflerinden olan Halil b. Ahmed fitne kelimesinin azab manasına geldiğini, ayrıca bir kişiye bağlanma manasını ifâde ederken de bu kelimenin kullanıldığını ifâde etmiştir.[45]Fitne kelimesi Allah’m kullarım imtihan etmesi manasına da gelmektedir.[46] İnşam imtihan edip onun günah işlemesine sebep olduğu için şeytana,[47] fitnesi ile kolayca erkeğin gönlünü çalan kadına ve insana hile yapıp ona zarar verdiği için hırsıza da fettan denilir.[48]

Kullanım itibariyle bu kelime “kalitelisini kalitesiz olandan ayırt etmek için altının ateşe sokulması” manasına geldiği gibi, insanın ateşe sokulması da yine bu kelime ile ifâde edilmektedir.[49] Dünya karşısında aşın istekli olan ve onu elde etmeyi çok arzulayan kimseye “meftun” yani büyülenmiş denilmesi de son derece önemlidir.[50] Göğsün fitnesi vesvese, hayatın fitnesi doğru yoldan sapmak, ölümün fitnesi de kabirde sorgu suale çekilmektir.[51]

Besair’de fitne kelimesinin Kur’ân’da on iki değişik manada kullanıldığı ifâde edilmiş ve bu manalar azab, şirk, küfür, günah, bela imtihan, başkalarına azab verme, savaş, ölmek, sıratı müstakimden ah koymak, hayret ve dalalet, özür beyan etme ve gaflete düşme şeklinde özetlenmiştir.[52] Fitne Allah tarafından gelirse buna imtihan denilir. Ancak fitnenin bir de insan tarafından gelmesi mevzu bahistir ki işte bu yukarıda zikredilen bazı sıfatları içermektedir. Fitnenin hak katından gelmesi elbette ki bir hikmete mebnidir. Ancak insanlar tarafından gelen fitne manasım taşıyan fiillerin -Allahın emri hariç- böyle bir manası yoktur.[53]

Hadîs literatüründe kullanım açısından yaygın bir yeri olan bu kelime dini ve siyasi sebeplerle toplumda meydana gelen kargaşa, anarşi vs. gibi ümmetin birliğini tehdit eden her türlü tahrip edici hadiseleri ifâde etmek için kullanılır.[54] Deccâl’le ilgili hadîslerin genel itibari ile Fiten bölümünde (kitap) zikredilmesi de son derece önemlidir. Çünkü âhir zamanda kıyamet öncesi vuku bulacak fitneler içerisinde Deccâl’in fitnesi son derece tehlikeli ve çetin olacaktır.

Melâhim Kavramı

Hadîs kitaplarında Deccâl’le ilgili hadîslerin Fiten ve melahim bölümlerinde geçmesi sebebiyle bu kelimenin de kavramsal yapışım incelemek isabetli olacaktır. Melahim, melhame kelimesinin cemisi olup … fiilinden türemiş bir masdardır. Söz konusu bu kelime Arapça’da fiil olarak bir işi sağlam yapmak, kemikten eti ayırmak,

birisine et yedirmek, bir yerde bekleyip durmak, kırık bir nesneyi yapıştırmak;[55] isim olarak ise et, aralarında yakınlık olan hısımlık,[56] bir nesnenin içi ve özü, dokunulan elbisenin arkası;[57] sıfat olarak ise şişman, etli butlu manalarına gelmektedir.[58] Çok et yediği ve eti çok sevdiği için “doğan” diye bilinen kuş türüne de “lâhım” denilir.[59] [60] Bu fiilin j^-1 şeklinde if al babında kullanılan fiilini ise Halil b. Ahmed “et yığını haline gelinceye kadar insanları öldürdüm.” şeklinde izah ederek kelimenin öldürmek manasına geldiğini de vurgulamıştır/

Melhame kelimesi ise ağır zayiat ve şiddetli bozgunla sonuçlanan savaş,[61] fitne esnasında ortaya çıkan karışıklık, savaşın vuku bulduğu yer ve şiddetli çatışmanın olduğu yer manasında kullanılmıştır.[62]

Melhame kelimesinin türediği fiilin “etli olmak” manasına gelmesi ile söz konusu bu ifâdenin bu kalıptan türemesi arasında da bir ilgi ve yakınlık kurulmuştur. Nasılki insan giydiği elbisesi ile eti sıkışarak iç içe giriyorsa aynen öyle söz konusu melhamede de insanlar bir karışıklığa düşecek ve birbirine gireceklerdir.[63] [64]

Hadîs kitaplarında fitne kelimesi ile beraber müstakil bir bölüme isim olarak kullanılarak dikkatleri çeken melhame kelimesi, İslâm toplumunda dini ve siyasi sebepler neticesinde ortaya çıkan her türlü sosyal kargaşa, ölümle sonuçlanan olay, kıyâmet öncesi zuhur edecek alâmetlerin beklenmesi gibi bir manada kullanılmaktadır.

Hulasa fitne kelimesi ile ortak mana da kullanılan melhame kelimesi Deccâl’in fitnesi ve ortaya çıktığı zaman ki karışılıkları da ifâde etmektedir. Zira yeryüzünde benzeri görülmeyen bir fitne olacağı haber verilen Deccâl’in fitnesi, muhtemel savaşlara ve karışıklıklara sebeb olacaktır.

  TARİHİ GELİŞİMİ

Deccâl mefhumunun ilk olarak nerede ve nasıl ortaya çıktığım tespit etmek oldukça zordur. Ancak hayır ve şer şeklinde temsil edilen iki zıt kutbun tarih boyunca varlığı düşünüldüğünde, ismi konulmamış olsa bile fikir olarak bu mefhumun çok eskilere dayandığı söylenebilir. Zira Sarıtoprak, eski dönemlerde Yahûdî kaynaklarında Deccâl kavramının kullanıldığım tespit etmiştir.[65] Ayrıca bu mefhumun “Yalancı Mesih” manasında “el-Mesîhu’d-Deccâl” şeklinde ilk defa Hıristiyan kaynakları arasında Matta, Markos ve Luka İncillerinde geçtiğini ancak daha önceki dönemlerde mefhum olarak hayır ve şer sembolleri şeklinde ifâde edilmiş olabileceğine dikkat çeker.[66] Bu oldukça önemli bir yaklaşımdır. Zira kâinat yaratıldığından bu yana yeryüzünde iman ve küfür cephesi sürekli savaş halindedir. Deccâl’in ise küfür cephesinin zirvesinde olduğu muhakkaktır. Her bir fitne ise kul için bir imtihandır. Akıldan ve sağlıklı bir metottan yoksun kimseler kendilerini Deccâl fitnesinin içinde bulabilirler.[67] Ayrıca fitne kelimesinin manası üzerinde Arapça sözlüklerin ve hadîs şerhlerinin adeta ağız birliği ettikleri en toplayıcı anlamlardan biri, fitnenin “bir imtihan aracı olduğu” gerçeğidir.[68] Bu sebeple ilk insandan bu yana insanların bir takım şeylerle imtihan oldukları vâkidir. Deccâl’in de bu imtihan unsurlarından birisi olması ihtimal dâiresindedir.

Deccâl anlayışının tarihi temeli üzerine değişik görüşler ifâde edilmiştir. Dinler tarihçisi Herman Gunkel bu inanışın temellerim babillerin kaos mitlerine dayandırmıştır. Ayrıca İran eskatoloj isinde ise dikkati çeken akıl tanrısı Abura Mazda ile muhalifi Angra Mainyu’nun aralarındaki mücadele, Deccâl’in temeli noktasında önemli ipuçları vermektedir.[69] [70] Ayrıca bu anlayışı eski Babil mitolojisindeki sular ve dipsiz kayalıkların hâkimi Tiamat’m yukarıdaki tanrılara isyan edip Tanrı Ea’mn oğlu Marduk tarafından 1 OT mağlup edilmesi mitine bağlayanlarda olmuştur.

Hadis kaynaklarında rivâyet edildiğine göre Allah Resûlü (salla'llâhü aleyhi ve sellem) kendisinden önce her peygamberin, kendi kavmini Deccâl fitnesine karşı uyardığım ifâde etmiştir. Ahir zaman peygamberi olan Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ise Deccâl’in daha önce temas edilmeyen şaşılığım ümmetine haber vermiştir.[71] Buradan hareketle Hz Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Deccâl mefhumunun eskilere dayandığım ifâde etmiş ve ilâve olarak da onun bazı ayırıcı vasıflarım zikretmiştir. Bunu değerlendiren Kurtubî, Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından Deccâl’in bütün vasıflarının zikredildiğini ve bu vasıfların hepsinin zem manası içerdiğini ifâde etmiş ve kim, şakavet yolunu tercih ederse Deccâl’in yolundan gider demiştir.[72]

  İLAHİ DİNLERDE DECCÂL ANLAYIŞI

YAHUDİLİKTE DECCÂL

Deccâl mefhumu sadece İslâm dininde değil, semavî dinlerin hepsinde farklı şekillerde telakki edilip yorumlanan bir anlayıştır. İnsanın dünya hayatını temin etmeyi hedef edinen dinler elbette ki insana zarar verecek ve onu hak yoldan ayıracak durumlara dikkat çekmişlerdir.

İlk olarak Yahûdî dinî anlayışında “Deccâl mefhumu” II. Yüzyıldan itibaren “son günlerde” de Allah’a karşı gelecek güçlü bir varlık şeklinde bahsedilmiştir.[73] Yahûdî kutsal kitabındaki bazı anlatımların Deccâl kavramının gelişimi için zemin hazırladığı ifâde edilmiştir. Söz konusu bu anlayış kimi zaman “küçük boynuz, canavar” tabirleriyle sembolleştirilmiş, insanüstü özelliklerine dikkat çekilen bu örneklendirme ile IV. Antiochuc Epiphanes kasdedilmiştir.[74] Öyleki onlar Deccâl’i kendilerini kurtaracağına inandıkları Mesih’in muhalifi olarak görmüşler, onlara zarar veren Antiochus Epiphanes, Neron, Kaligula Pompey gibi zalim idarecileri de Deccâl telakki etmişlerdir.[75] Deccâl’i kimi zaman anti-messiah şeklinde de ifâde etmişlerdir. Yahûdîlerdeki messiah anlayışının Hıristiyanlardaki kurtarıcı îsa ve Müslümanlardaki Mehdi inancına benzediği söylenebilir.[76]

 HIRİSTÎ YANLIKTA DECCÂL

Hıristiyan dünyasında ise Deccâl çok farklı şekillerde anlaşılmıştır. Mesih’in düşmanı “anti-christ” şeklinde Yuhannanın mektuplarında yer alan bu mefhum, bazı kaynaklarda İslâmî terminolojideki Deccâl teriminin aslı olduğu ileri sürülen “daggala” şeklinde geçmektedir.[77] Hıristiyan dini anlayışında kıyâmet kopmadan önce Deccâl’in hüküm süreceği karışık bir dönem olacağı, bu süreçte Mesih’in gelip şeytanı zincire vurup müminlerle beraber bin yıl yaşayacağına dâir bir inanış vardır.[78] [79] Bu inanış islâmdaki Deccâl tasavvuruna çok benzemektedir. Kimi zaman hâin ve çirkin olarak yorumlanan Deccâl, kaşlarının arası açık, elinde kılıç olacak ve görülünce hemen anlaşılacaktır. Bu olumsuz bakış açılarının aksine Deccâl’i, akıllı ve becerikli bir kimse şeklinde tasavvur 119 edenlerde olmuştur.

Ayrıca Hıristiyanlıktaki Deccâl tasavvurunun kimi zaman bir millet olarak Türklere nispet edildiği de olmuştur.[80] Hayatımn sonlarına doğru Türklerle alakalı görüşlerinde olumsuz manada değişiklikler sezilen Luther, Türkleri Deccâl’e ve şeytana benzetmeye cür’et etmiştir.[81] Hıristiyanlık lüteratürünün Yahûdîlikten fazla etkilendiği haçlı seferlerinde Deccâl fikrinin gelişmesinin hızlandığı ifâde edilmiştir. Bu dönemde Yahûdîler Deccâl’in geleceğini ümit etmişler öyleki yakın zamanda Türk denilen bir Deccâl’in geleceğini ve Hıristiyanlardan intikam alacağım ve onların kiliselerini ahıra çevireceğini beklemişlerdir.[82]

Türkleri Deccâl olarak yorumlamalarının yanında kendi içlerin de bile Deccâl olarak nitelenen kimseler vardır. Mesela Rönesans dönemi yazarlarından İngiliz asıllı John Jevel ( 1522/1571), Deccâl’le alakalı bilgilerin göz boyamak için söylendiğini ifâde etmiş ve papalığın Deccâl olduğunu iddia etmiştir.[83] Yayın vasıtalarının nisbeten çoğaldığı on dördüncü asrın ortalarından sonra Deccâl korkusu Hıristiyanlık dünyasında endişe uyarmaya başlamıştır. Bu süreçte vâizlerin bir süre Deccâl’den bahsetmelerinin yasaklanması da bir hayli ilginçtir.[84] Ayrıca bazı mutaassıp hınstiyanların Allah Resûlü’(salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ne Deccâl diyebilmek için, adım Latin harflerinin sayısal değerine göre Deccâl’in işareti olan 666 rakamına tevafuk ettirebilmek için Moametis şeklinde yazmaları da ilgi çekicidir.

  İSLÂM DİNİNDE DECCÂL

1-İslâm Düşüncesinde Deccâl Fikrinin Gelişimi

İslâm dininde Deccâl anlayışı diğer dinlere göre fazlaca yer tutmuştur. Bunda Deccâl’in kıyâmet alâmetlerinden birisi olması ve son dinin mensuplarının da âhir zaman ümmeti olması etkili olmuştur. Ayrıca Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nün Deccâl’e dair daha önce zikredilmeyen özelliklerini haber vermesi, bu konu hakkında değişik yorumların yapılmasına zemin hazırlamıştır. Bahsi geçen özelliklerin birçoğu itibariyle tevile muhtaç olması da îslâmdaki Deccâl telakkisinin gelişmesine etki eden bir diğer faktördür.

Ecel nasıl ki insanın ölümü, kıyâmette kâinatm ölümüdür. Buradan hareketle Allah (celle celâlühü) kullarına merhametin bir sonucu olarak kıyâmetin kopma vaktini muayyen olarak ifâde buyurmamıştir. Bu sayede beşer, kıyâmetin her an kopabileceği endişesi ile sürekli müteyakkız halde yaşar ve kendini olması muhtemel her hâdiseye karşı hazırlamaya çalışır.[85] [86] Kıyâmet alâmetlerini, olmuş bitmiş hadiseler, ortaya çıkmış ancak neticelenmemiş olaylar ve vuku bulması beklenen olaylar şeklinde bir tasnife tâbi tutmak mümkündür.[87] [88] Henüz vukû bulmamış ancak âhir zamanda ortaya çıkacağı bildirilen Deccâl de hiç şüphesiz insanoğlu için en önemli merak unsuru olmuş ve onun zihnini 191 meşgul edegelmiştir.

İslâm toplumunda Deccâl fikri ilk olarak Asr-ı saadette belirgin bir şekilde hissedilmiştir. Hz Peygamber’in (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Deccâl’i anlattığı hadîsi rivâyet eden sahâbî: “Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Deccâl’i bize o kadar dehşetli anlattırdı ki, biz onu yakındaki hurmalıkta zannederdik.”[89] diyerek Asr-ı saâdetteki psikolojiyi bize aksettirmiştir. Bir başka rivâyette şiddetli esen rüzgarın kıyametin kopması şeklinde anlaşılması da oldukça ilgi çekicidir.[90] Buradan hareketle kıyâmet ve ona müteallik meseleler daha îslâmm ilk dönemlerinde insanların zihnini meşgul etmeye başlamıştır.[91]

Sahâbe döneminde, ilginç tavırları olan, kâhinleri andıran[92] îbn Sayyâd’m Deccâl zannedilmesiyle[93] başlayan süreç her dönem de farklı kişiler üzerinde devam edegelmiştir. Birçok tarihî şahsiyet âhir zamanda beklenilen Deccâl’le bir takım müşterek vasıfları taşımaları sebebiyle bu sıfat ile anılmışlardır.[94] Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminden günümüze kadar Deccâl diye vasfedilen şahısların sayısı 27’yi bulmaktadır.[95] Her ne kadar gerçek Deccâl’in rububiyet iddiasında bulunacağı, diğer Deccâl’lerin ise sadece nübüvvet iddiasında olacakları ifâde edilse de[96] [97] aslında diğer Deccâl’lerin nübüvvet iddia etme gibi bir şartın olmadığına kâil olanlarda olmuştur. Bazı âlimlerin nübüvvet iddia etmeseler bile Rafızîlerden bazı kimseleri Deccâl olarak nitelemeleri de bunu doğrulamaktadır.

Ayrıca hadîsi nebevide kıyâmetin en büyük alâmetlerinden birisi olduğu bildirilen Deccâl’in zuhuru ile kıyâmetin ansızın kopması arasında bir tezatm olması da düşünülemez. Zira Deccâl’in zuhur ettiği dönemde yaşayıp ona muasır olan nesiller tam manada Deccâl’in fitnesini anlayamayacaklar ve kıyâmet bu tip kimselerin üzerine ansızın kopacaktır.[98]

İslâm düşüncesinde Deccâl telakkisinin gelişmesi belirli faktörlere de bağlanmıştır. Ancak hadislerde varlığı haber verilen böylesi bir inanışın belirli faktörlerin tesiriyle geliştiğini iddia edenler, bununla Deccâl’in varlığım inkâr etmemiş, sadece bu faktörlerin, kavramın abartılmasında etkili olduğu görüşünü savunmuşlardır.[99] Hadîs şârihleri içerisinde îbn Hacer Deccâl’le alakalı bazı rivâyetlerin ehl-i kitaptan alınmış olması ihtimaline vurgu yapar ancak bunu genelleştirmez.[100] Reşit Rıza ise İbn Hacer’in bu ifâdesini genelleştirerek Ka’bu’l-ahbâr’ın Deccâl meselesinin gelişiminde etkin olduğunu ifâde ederek konuya oldukça farklı yaklaşmıştır.[101] [102] Ne var ki âhirzamanda vuku bulacak hadiselerle ilgili semâvi dinlerde yer alan bir takım benzerliklerden hareket ederek, Islâm dinindeki Deccâl telakkisinin mutlak manada ehli kitap’tan alındığım ifâde etmek doğru olmasa gerektir.

Deccâl telakkisin gelişiminde folklorun da etkili olduğu ifâde edilmiştir. Şöyle ki halk kültüründe iyi ve kötü tiplerin sürekli işlendiği bilinen bir gerçektir. Hadis literatüründe yalancı râvileri ifâde ederken Deccâl lafzının kullanılması da bunu teyit etmektedir.[103] Halk dilinde Deccâl kötü ve meş’um bir şahıs olarak kabul edilmektedir.[104] Folklor unsurunun tesiriyle hadîslerdeki bazı temsil ve teşbihlerin halkın nazarında gerçek kabul edildiğini ifâde edenlerde olmuştur.[105] Ayrıca Gazzâli’nin kendi yaşadığı dönemdeki süslü püslü kelimelerle edebiyat yaparak konuşan ancak, insanları âhirete hazırlayıcı bir şeyler anlatmayan vâizleri, bir mana da Deccâl’in temsilcisi olarak görmesi de oldukça ilgi çekicidir.[106]

Bir anlayışın gelişiminde inanç etkisinin yanı sıra siyasi atmosferin de etkili olduğu muhakkaktır. Hadislerde Deccâl’e tabi olacak kimselerin Yahûdîlerden olduğu haber verilmiş[107] ve Müslümanlar ile Yahûdîler arasında bir savaştan bahsedilmiştir.[108] Deccâl mefhumunun siyasi yönünü ele alan ve bu konuda kitap yazan Saîd Eyyüp, bu hadîslerden etkilenmiş olsa gerek ki siyonizmi Deccâl’in bir halkası olarak yorumlamış ve inkârcı Yahûdîleri ise Deccâl’in yardımcıları olarak görmüştür.[109] Muhammed Esed’in, Deccâl’i Avrupa medeniyetine benzetmesi de aym siyasi etkinin bir tezahürüdür.[110] Son dönemin önemli müfessirlerinden Hamdi Yazır ise yine aynı etkinin sonucu,Filistin topraklarında Yahûdî hükümeti kurulmasına yardım ve öncülük eden İngiltere’nin adeta bir Mesîhi kâzib rolü oynadığım vurgulamıştır.[111]

İslâm dininde Deccâl fikrinin gelişimi ve buna etki eden faktörleri kısaca ifâde ettikten sonra şimdi de dinin en önemli iki kaynağı olan Kur’an ve Sünnette Deccâl’in nasıl ele alındığım incelemek istiyoruz.

Kur’ân-ı Kerim’de Deccâl

Deccâl mefhumunu Ku’ranla temellendirmek mümkün olmamakla birlikte bazı müfessirler sübjektif olarak bazı âyetlerin Deccâl’e işaret ettiği görüşündedir. Bu sebeple fazla detaya girmeden Kur’an-ı Kerim’de Deccâl’le ilgili görülen âyetleri ve bu konuda bazı müfessirlerin yorumlarım zikretmek istiyoruz.

Âyeti kerime de beyan edildiği üzere[112] Kur’an’m bazı âyetleri muhkem iken diğer bir kısmı ise müteşabihât türündendir. Genel mana da kıyâmet âlametleri özel mana da ise Deccâl meselesi, Allah’ın gerçek mahiyetini kendi zatına has kıldığı ve ancak dilediği kimselere bildirdiği haberler cümlesindendir.[113] Kur’an da bir husus ister açık bir şekilde isterse zımnen haber verilsin bunun anlaşılması ve yorumlanması dirâyetin mahiyetinden dolayı değişkenlik arzedebilir.

Bu mana da hadislerde sarahaten haber verilmiş olsa da oldukça farklı şekillerde algılanmaya müsait olan Deccâl lafzı, bu haliyle Kur’ân-ı Kerim’de geçmemektedir. Kıyâmet alâmetlerinin yaklaştığım haber veren kimi âyetler[114] Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nün birçok beyanı ile netlik kazanmaktadır. Deccâl’in de bu alâmetlerden birisi olduğu noktasında şüphe yoktur. Bu sebeple Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nün hakkında oldukça detaylı bilgiler verdiği Deccâl’in işâri olarak Kur’an’da varlığını ifâde etmek imkân dâhilindedir. “Onlar imana gelmek için ne bekliyorlar? Meleklerin inmesini mi? Rabbinin imha eden azabının veya Rabbinin kıyamet alâmetlerinden birinin gelmesini mi? Rabbinin alâmetlerinden biri geldiği gün, daha önce iman etmeyen yahut imanıyla hayır kazanmayan hiçbir kimseye o günkü imam asla fayda vermez. De ki: “Bekleyin, biz de beklemekteyiz.”[115] Müfessirler bu âyette geçen “rabbinin alâmetleri” ifâdesini izah ederken, bunun kıyâmet alâmetlerinin varlığına işâret ettiğini ve Deccâl’inde bu tip bir alâmet olduğuna dikkat çekmişlerdir.[116] Müfessir Nisâbûrî bu konuda ulemânın icmâsının olduğuna dikkat çekerken[117] Süleyman Ateş bunun sağlam bir delile dayanmadığım, âyetin kıyâmetle ilgili değil, müşriklerin kendi sonlarıyla alakalı olduğunu vurgulamştır.[118] Kur’anda ki müphem hususları mufassal bir şekilde tavsif etme yetkisi Yüce Yaratıcı (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından kendisine verilen Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nden rivâyet edilen şu hadîste müfesssirlerin geride zikredilen yaklaşımlarına zemin hazırlamıştır: “Üç şey vardır ki onlar zuhur ettiği vakit şâyet kişi daha önce iman etmemiş ise ona o esnadaki imam fayda vermez. Bunlar Deccâl, dâbbetü’l-arz ve güneşin batıdan doğmasıdır.”[119] Yine kıyâmet kopmadan evvel zuhur edecek alâmetlerin varlığına işâret edilen fâş âyeti de[120] kıyâmet alâmeti ve Deccâl’e işâret olarak yorumlanmıştır.[121]

Arapça ifâde zenginliği bakımından bütün dillerin önünde gelmektedir. Bu sebeple Deccâl’in Kur’anda varlığım iddia eden âlimlerin en temel dayanakları, arap dilinde

birbirine zıt iki durum ifâde edilirken, bu iki durumdan sadece birisi zikredilmek suretiyle maksadın ifâde edilebilmesidir.[122] Buradan hareketle İbn Kesir Hz. İsa’nın nuzûlüne işaret eden âyetlerin[123] aynı zaman da Deccâl’e de işârette bulunduğu kanaatindedir.[124] Nitekim müfessirler tarafından …(kitap ehlinden her biri ölümünden önce muhakkak ona iman edecektir) âyeti[125] [126] Deccâl’in zuhuruna işâret olarak algılanmıştır.

Hz İsa ile ilgili bir diğer âyet olan jdd âyeti de[127] aynı şekilde Deccâl’in varlığına delil olarak yorumlanmıştır.[128] Söz konusu bu âyetteki ilim kelimesini İbn Abbas, Ebû Hureyre ve Katade’nin işâret manasına gelen (alem) şeklinde okudukları rivâyet edilmiş ise de[129] bunun nuzûlü İsa’ya ve Deccâl’e işâret ettiğini söylemenin isabetli olmadığına dâir görüş dile getirilmiştir.[130] Buna delil olarak âyetin devamında Allah Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ne tâbi olunmasının emredilmiş olması ileri sürülmüştür. Zira burada murad edilen Hz İsa olsaydı Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ne uyulması emredilmezdi.[131]

Hz İsa’nın hayatı ve ölümü ile alakalı birçok yoruma konu olan âyetinde[132] haber verilen Hz İsa’nın ölümü, müfessirler tarafından onun ölümünün Deccâl’i öldürdükten sonra vuku bulacağı şeklinde yorumlanmıştır.[133]

… âyetinde[134] Hz İsa’nın beşikte ve ihtiyarlığında

insanlarla konuşacağı haber verilmiştir. Bu âyetin tefsirinde Suyûtî’nin naklettiği üzere Hz İsa beşikte çevresindeki insanlarla konutuğu gibi, âyette haber verilen ihtiyarlığı   zamanındaki konuşması ise Deccâl’in zuhur ettiği zamana tesadüf edecektir.

Bazı âlimler tarafından âyeti de[135] [136] “Kendisine Allah katından bir delil gelmediği halde Deccâl Allah’ın âyetlerinden bir âyettir.”[137] şeklinde tefsir edilmiş, âyette zikredilen emri de Allah’ın Resûlü’ne Deccâl’in fitnesinden istiâze etmesini emretmesi şeklinde yorumlanmıştır.[138] Maturidî ise buradaki istiâze emrini Deccâl’in fitnesinden ziyade, Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ne tuzak kuran kâfirlerin şerrinden istiâze şeklinde anlamanın daha uygun olduğu kanaatindedir.[139] Yahûdîler âhirzaman da Deccâl’in kendi içlerinden zuhur edeceğini dillendirip, onun işini büyük görmüşler bunun üzerine de bu âyet nâzil olmuştur.[140] Bir başka rivâyete göre ise Yahûdîler Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’ne gidip kendi içlerinden Melik çıkacağım, denizin derinliği dizlerine ulaşamayacağım, başının göklere değeceğini, eliyle kuş tutacağım, emrinde ekmek dağı ve nehirler bulunacağım haber vermeleri karşısında bu âyet nâzil olmuştur.[141] [142] Üzerinde farklı yorumlar yapılan bu âyetin,

  Deccâl’in varlığına işaret eden yegâne âyet olarak kabul edildiği de nakledilmektedir, tbn Hacer bu âyetin devamındaki âyetinde ki [143]..kelimesinden muradın Deccâl olduğunu ifâde etmiş ve küll olan en-nâs kelimesinin zikredildiğini ancak bununla ba’z olan Deccâl’in murad edildiğini söyler ve şâyet bu husus subüt bulursa bu konudaki en güzel cevap olur demiştir.[144] Deccâl bir takım olağanüstü durumlara güç yetirebilecektir. İlâhî kudretin onu böylesi bir duruma muktedir kılması da onun bir imtihan unsuru olmasına bağlanmıştır.[145] Yüce Allah’ın kudretine nisbetle semavâtı ve yeryüzünü yaratmak Deccâl’i yaratmaktan çok daha önemli ve büyük bir iştir. Ancak Yahûdîler bunun farkında olmamışlar, Deccâl ve onun elinde zuhur eden olağanüstü hâdiselere fazlaca ihtimam göstermişlerdir.[146] Mâtûrîdî ise her ne kadar bu âyet Deccâl’in varlığına delil kabul edilse de âyette murad edilen şeyin semavat ve yeryüzünün yaratılışım ve tekrar dirilişi inkâr eden kimselere bir cevap vermek olduğunu ifâde etmiştir.[147] Bu sebeble bu rivâyetler esas alınarak, bu âyetlerin sebebi nuzûlü olarak müşrikler değil, Yahûdîler kabul edilmiştir.[148] Zira Yahûdîler âhir zamanın en büyük fitnesi olan Deccâl’i dost edinirler.[149] Ancak son dönem âlimlerinden Muhammed Avad söz konusu bu âyetin Deccâl’e hamledilmesini iktiza eden ve bu manayı destekleyen bir karinenin olmadığım ifâde ederek bu görüşe karşı çıkmıştır.[150] Ona göre Deccâl’in yaratılması semavât ve yeryüzününün yaratılması ile kıyaslanacak konumda değildir.[151]

“Bile bile hak ile batılı birbirine karıştırmayın” âyetini[152] [153] tefsir eden Hâzin âyette

“hak” kelimesi ile ifâde edilenin Hz Muhammed, “batıl” lafzı ile de Deccâl’in murad edildiğine dikkat çekmiştir.

Ayrıca Fetih süresinin son âyetindeki   ifâdesi de[154] [155] Hz İsa’nın Deccâl’i öldürmesiyle İslâm dininin bütün dinlere galebe çalacağı şeklinde yorumlanmıştır.

Yakın tarihimizin âlimlerinden Saîd Nursi J&ş cuJyı cı ( Hayır! Muhakak ki insan azar) âyetini[156] yorumlarken bu âyetin İslâm Deccâl’ine işarette bulunduğunu ve bunun camilere ve namaza azgın bir şekilde saldıracağına işarette bulunduğunu ifâde etmektedir.[157]

Muhammed Avad Hz Âdem ile iblis’in mücadelesini anlatan[158] [159] [160] ve şeytanın fitnesinin zikredildiği bazı âyetlerin dolaylı olarak Deccâl’i anlattığı görüşündedir. “Biz kitapta îsrailoğullarma şu haberi verdik: Siz arzı mukaddeste iki defa fesat çıkaracak ve muhakkak büyük bir serkeşlik yapıp kabaracaksınız.”[161] âyetindeki söz konusu ikinci fitnenin Deccâl’in fitnesi olduğuna işâret eden[162] Muhammed Avad “O yerde siz oturun. Soma âhiret va’di geldiği zaman onları da sizi de bir araya getireceğiz.” âyetini[163] ise Yahûdîlerin Filistin’de toplanması ve Deccâl’in çıkış hazırlığı olarak yorumlamıştır.[164] [165]

Bir başka açıdan Hz. Musa ile Firavun arasındaki diyalogların mevzu olduğu, Tağut[166] Câlut [167] ve Hz Musa devrinde bir fitne unsuru olan Sâmirî’nin kıssasının anlatıldığı[168] âyetlerin Deccâl’e işaret etmesi ihtimal dışı değildir.[169] Ayrıca Kur’ân’da zikri geçen Câlut’un ölümününde bir peygamber eliyle olması onun bir mefhum olarak Deccâl’i temsil ettiği ihtimalini akla getirmektedir.[170]

Söz konusu bu yorumlan nakletmemizdeki amaç tabiî ki Deccâl’in Kur’ân’da varlığım ispat etmek değildir. Şu kadar var ki fitnesi ve şerri ile tanımlanan Deccâl’in Kur’ân da âlimler tarafından farklı şekilde yorumlanması dirâyetin bir gereğidir. Şöyleki herkes Kur’ân’ı, usulüne bağlı olduğu müddetçe yorumlayıp anlayabilir. Bu yorumların yanlış olduğunu iddia etmek nasıl uygun değilse aynı şekilde âyetlerin manasım sadece bu yorumlara hasr etmekte uygun değildir. İşari olarak bazı âyetlerin bu şekilde yorumlanması ve anlaşılması mümkündür.

Öte yandan şer ve tuğyan ile maruf olan Firavun’un Kur’ân’da zikredilmesine rağmen Deccâl’in zikredilmemesinde bir takım İlahî hikmetlerin olduğu aşikârdır. Firavun da Deccâl’in sahip olduğu vasıflara sahipti. Ancak onun yalanı herkese ayan beyan göründü. Oysaki Deccâl henüz gelmemiştir. İnsanlar için bir imtihan olması cihetiyle “Deccâl” ismi Kur’ân’da sarahaten zikredilmemiştir.[171] Aslında İlahî kelamda Allah’m onu zikretmemesi Deccâl’in aynı zamanda ne kadar değersiz ve hakir bir varlık olduğuna da bir işarettir.[172] İbn Kesir, bir şey açık seçik olduğu zaman onu tekrar zikretmeye gerek olmadığım ifâde etmiştir.[173] Ayrıca o geride de dikkat çekildiği gibi, Hz İsa’nın nuzûlüne işâret eden âyetlerin aynı zaman Deccâl’in de varlığına delil olduğuna kâil olarak, bu hususun arap dilinde yeri olduğunu ve iki zıttan birisini zikretmekle iktifa edilebileceğini ifâde etmiştir.[174] Bu konuda dikkate değer bir yorum ise Kur’ân’m, insanlar imanları ile baş başa kalıp muayyen bir şahıs beklentisine girmesinler diye Deccâl’i zikretmediğine dâir serd edilen görüştür.[175] Bu görüşün en temel dayanak noktası ise iman kuvvetinin her şeyden evvel nesilleri Deccâl’in fitnesinden korumaya yetecek olmasıdır. [176] Her ne kadar İmam Bulkmî, Kur’ânda zikredilen haberlerin geçmişe ait şahısları içerdiğini, müstakbelde gelecek kimselerin zikredilmediği ifâde etse de[177] bu görüş İbn Hacer tarafından kabul edilmemiştir. İbn Hacer’in bu konudaki delili ise Ye’cüc ve Me’cüc kıssasının istikbale dâir olmasma rağmen Kur’ânda zikredilmesidir.[178] [179] Özet olarak Kur’ân’da sarahaten zikredilmemekle birlikte müfessirlerin bazı âyetleri şer kavramı mantukunca değerlendirip

919 Deccâl’e işâret ediyor şeklinde yorumlamaları genel kanaatten öte sahsi bir yorumdur. Bu yorumları temel alarak Deccâl’in Kur’ân da zikredildiğini ifâde etmek oldukça zordur. Çünkü bizatihi nassm kendisinin meseleyi ele alması ile ondan çıkarılan yorum aynı şey değildir.

Hadîslerde Deccâl

Yukarıda ifâde edildiği gibi Kur’an’ı Kerim’de sarahaten zikredilmemesinden dolayı Deccâl konusunun müslümanlarm inanışlarında yer tutması tamamen hadis kaynaklarındaki bilgilere dayanmaktadır. Hadîs kitaplarının birçoğu Deccâl hadîslerine yer vermiştir. Kütüb-ü Sitte genelinde Nesa’î (303/915) hariç tüm müellifler genelde Fiten bölümüne kitaplarında yer vermişler; özelde de Deccâl ve onun fitnesi ile ilgili hadîsleri Fiten bölümü başta olmak üzere makam münasebetiyle muhtelif bölümlerde zikretmişlerdir.[180] Müslim b. Haccâc el-Kuşeyrî (261/865) Sahih’inde Deccâl ile ilgili rivâyetlere genişçe yer vermiş, muhtelif bölümlerde toplam 67 rivâyeti ele almıştır. Ibn Mâce el-Kazvinî (273/886) S,www’inde 36. bölümde Fiten hadîslerini işlemiş bu bölümde 19 rivâyete yer vermiştir. Ebû Davud es-Sicistânî (275/888) ise Sünen’inde özellikle Fiten bölümünde konuyu genişçe ele almış, muhtelif bölümler de dahil olmak üzere konu ile alakalı 32 rivâyete yer vermiştir. Ebû İsâ et-Tirmizî (279/892) Sünen’inde birçoğu Fiten bölümünde olmak üzere toplam 29 rivâyete yer vermiştir.

Kütüb-ü Sitte eserleri dışındaki hadîs kitaplarında da Deccâl meselesi genişçe ele alınmıştır. Müsned türünün en meşhur örneklerinden olan Tayalisî’nin (204/819) Müsned’inde Deccâl ile alakalı rivâyetlere yer verilmiştir. Humeydî’nin (219/834) Müsned’i ise Deccâl ile alakalı, tespitlerimize göre yedi rivâyete yer vermiştir. Müsned türünün en meşhuru olan Ahrned b. Hanbel’in (h.241) Müsned’inde ise Deccâl ile alakalı, tespitlerimize göre muhtelif yerlerde zikredilen 220 rivâyet vardır. Malik b. Enes (179/719) el-Muvatta adlı eserinde Deccâl ile ilgili beş rivâyete yer vermiştir. Darimî (181/797) ise Sünen’inde sadece üç rivâyete yer vermiştir.

Burada tüm hadîs kitaplarındaki hadîslerin sayısını tespit etmek bizim amacımız değildir. Ancak Deccâl’le alakalı hadîsler birbirinden farklı tariklerle birçok hadîs kitabında zikredilmiştir. îleriki bölümlerde detaylı bir şekilde inceleyeceğimiz Deccâl, hadîs kitaplarında şu şekilde anlatılmaktadır: Deccâl, İstanbul’un fethi esnasında[181] doğu tarafında bulunan Horasan’dan,[182] Isbahan’dan[183] [184] [185] [186] ya da Şam ile Irak arasında bir köyden zuhur edecektir. Rivâyetlerde sağ ya da sol gözünün kusurlu olduğu bildirilen Deccâl’in söz konusu bu özelliğine, Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’nden evvel kimsenin temas

etmediği ifâde edilmektedir.[187] [188] [189] [190] [191] [192] [193] Bazı rivâyetlerde Deccâl’in saçma başına vurgu yapılmak suretiyle, saçlarının kıvırcık, dalgalı, gür olduğu ve şekil olarak da yılan başım andırdığı ifâde edilmektedir. Alnı parlak ensesi ise kalındır. Ayrıca Deccâl’in alnında kâfir yazısı olacağı[194] ve cennet- cehennem,[195] su[196] ve ekmek dağları[197] [198] [199] [200] [201]gibi göz boyayıcı nimetlere sahip olacağı da haber verilmiştir. Deccâl’in yeryüzünde kırk gün kalacağı önüne bulutu katan rüzgâr gibi yeryüzünde hızla yayılacağı haber verilmiştir. Buna mukabil Deccâl’in Mekke ve Medine’ye giremeyeceği gibi onun korkusunun bile oraya giremeyeceği ifâde edilmiştir.[202] [203] [204] Deccâl’in bir şahsı öldürüp diriltmeye muktedir olacağı ve bu şahsın da Hızır (a.s) olduğu ifâde edilmektedir.

Önce salah üzere olacak, sonra nübüvvet en sonundada uluhiyet iddia edecek olan Deccâl[205] Hz Isa’yı görünce tuzun suda eridiği gibi erimeye başlayacak[206] ve sonra Hz Isa onu öldürecektir.[207] Büyük Deccâl’den önce yirmi yedi[208] ya da otuz[209] kadar Deccâl’in zuhur edeceği haber verilmiştir. Ayrıca Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) döneminde tuhaf halleri olan İbn Sayyâd’m Deccâl olduğu rivâyet edildiği gibi[210] Cessâse adlı bir yaratığın da Deccâl olduğu zikredilmiştir.[211] Muayyen bir şahıs olarak Deccâl, Huzaâ kabilesinden İbn Katan’a[212] gözleri ise Ensâr’dan bir zatın gözlerine benzetilmiştir ki[213] bu rivâyetler Deccâl’in bir şahıs şeklinde yorumlanmasına zemin hazırlamıştır.

Ayrıca Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birçok nebevi beyânında, hakkında bilgi verdiği Deccâl’den istiazede bulunmuş[214] hatta bu konuda okuyup onun şerrinden Allah’a sığınmaları için ümmetine dua bile öğretmiştir.[215] Buradan hareketle İbn Hazm bu duayı namazda okumanın tıpkı teşehhüt gibi vâcip olduğu kanaatindedir.[216] [217] [218] [219] Ayrıca bu hadislere  dayanarak Deccâl’in cin gibi maddi olmayan ruhâni bir varlık olması da muhtemeldir.

Deccâl’in fitnesinden muhafaza olabilmek için bir rivâyette Kehf sûresinin  okunması tavsiye edilmiş bazı rivâyetlerde bu sûrenin ilk on âyetini ezberleyen diğer bir rivâyete göre ise son âyetlerini okuyan kimsenin[220] Deccâl’in fitnesinden emin ve

güvende olacağı haber verilmiştir. Deccâl fitnesinin beklenilen en şerli fitne olduğu[221] ve yeryüzünde ondan daha büyük bir fitne olmadığı[222] haber verilerek onun fitnesinin ne denli zararlı ve yıkıcı olacağına dikkat çekilmiştir.


SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

“Buhârî Şerhlerinde Deccâl Yorumları” adlı çalışmamız esnâsmda dikkatimizi çeken bazı noktalan ifâde etmek istiyoruz.

Konunun araştırma alanı, her ne kadar Buhârî’nin Sahıh'ı üzerine yapılan şerhlerle sınırlı olsa da, biz İmam Buhârî’nin Deccâl ile ilgili yorumunun olup olmadığım da araştırdık. Ancak muhtelif kitaplarında, onun bu konu ile alakalı her hangi bir yorumunu tespit edemedik.

Buhârî şârihleri Deccâl’i tanımlarken onun müfteri, mümevvih (hak ile batılı karıştıran), yalancı, hileci, sihirbaz, göz boyayıcı özelliklerine dikkat çekerek konuya yaklaşmışlardır. Mesîh kelimesinin hem Deccâl için, hem de Hz. İsa için kullanıldığına dikkat çekilmiş, ancak Deccâl’in ismi olarak kullanıldığında bu durumun kayıtlı bir şekilde ayırt edildiği belirtilmiştir. Deccâlin fitnesinin ne derece şiddetli olacağı ve bu fitne karşısında imam sağlam kişiler ile imam zayıf olanların aralarının tefrik edileceği vurgulanmıştır.

Özellikle vurgulanması gereken bir diğer nokta ise, Deccâl meselesinin İslam literatüründeki varlığının hadis kitaplarına dayanmasıdır. Beşerin dünya-âhiret mutluluğunu hedefleyen İlâhî kelamda Deccâl lafzı bizzat geçmemektedir. Müfessirlerin bazı âyetleri Deccâl’e işaret olarak yorumlamaları ise dirâyete dayanan bir yorumdur. Ancak Deccâl kelimesi lafız olarak zikredilmedi diye, Kur’an’m bu mefhuma yer vermediğini iddia etmenin de doğru olmadığı muhakkaktır.

Büyük Deccâl’den önce çıkacağı bildirilen diğer deccâllerin sayıları farklı olsa da, bu sayısal ifâdeler kesretten kinaye şeklinde yorumlanmış, her dönemde toplumun huzurunu ifsad eden din düşmanlarının olabileceği ifâde edilmiştir. Şârihlerin yaklaşımına göre büyük deccâl ile diğer deccâller arasındaki en temel fark, büyük deccâlin ulûhiyet iddiası, diğer deccâllerin ise nübüvvet iddiasında bulunacak olmalarıdır. Bu bağlamda asr- ı saâdette Deccâl olduğu sanılan İbn Sayyâd’la alakalı şârihlerin genel kanaati ise şu şekildedir: “Her ne kadar İbn Sayyâd gerçek Deccâl değilse de onun, hadîslerde zuhur edeceği haber verilen âhir zaman öncesi çıkacak deccâllerden birisi olduğunda şüphe yoktur.”

Araştırma genelinde tespit edebildiğimize göre, şârihler Deccâl’e ait hadîsleri yorumlarken fazlaca lafza bağlı kalmışlardır. Şârihlerin bu lafza bağlılığım, Deccâl’in gözündeki kusuru ve alnındaki kâfir yazışım izah ederlerken görmek mümkündür. Deccâlin gözünün kusurlu olması, avam halkın da onun fitnesinin farkına varabilmesi içindir. Alnındaki yazı ise genel olarak gerçek manada algılanmış, ancak sadece Allah’ın dilediği kimselerin bunu okuyabileceği vurgulanmıştır. Ayrıca onun elinde vuku bulan olağanüstü hâdiseler istidrac nev’inden telakki edilmiş, bütün bunların insanoğlu için bir fitne unsuru olduğuna dikkat çekilmiştir. Deccâl’in birisini öldürüp diriltmesi de oldukça ilgi çekicidir. Şârihler böylesi bir fitnenin Deccâl’e sürekli değil, bir defaya mahsus olmak üzere verileceğine dikkat çekmişler, Deccâl’in öldüreceği kimsenin de Hızır (a.s) olduğuna kâil olmuşlardır. Deccâl’in cennet ve cehenneminin olması ise, onun sihirbaz olması özelliğine dayandırılmış, onun söz konusu bu özelliği ile eşyayı olduğundan farklı gösterebileceğine temas edilmiştir.

Deccâl’in zuhur edeceği yerle alakalı şârihlerin genel kanaati, mekan ve şehir isimleri farklı olsa da doğu tarafından zuhur edeceğidir. Tarih boyunca birçok şerli kimsenin doğu cihetinden çıkması da, buna kuvvetli bir delil olarak ileri sürülmüştür. Deccâl’in zuhurundan evvel Mehdî’nin ortaya çıkacağı, îstanbul’un fethi ile Deccâl’in zuhurunun birbirine yakın dönemde vuku bulacağı, kıtlık olacağı gibi hadîsler şârihler tarafından yorumlanmıştır.

Deccâl’in yeryüzünde kırk gün kalacağı ve bu süre zarfında Mekke ve Medîne dışında her beldeye gireceği ifâde edilmiştir. Bu meseleyi yorumlayan Buhâri şârihleri genelde lafzî olarak meseleye yaklaşmışlardır. Ancak Sıddık Han, kendi döneminde îngilizlerin icad ettiği tekerlekli arabayı örnek göstererek Deccâl’in bu kadar kısa süre içerisinde yeryüzünü dolaşmasının mümkün olduğunu ifâde etmiştir. Bu bakış açısı bize göstermektedir ki teknolojik gelişmeler Deccâl’e ait bazı özelliklerin anlaşılmasında önemli olmaktadır. Ayrıca Deccâl’in Medine’ye girmek istemesi durumunda meleklerin buna engel olması, bu şehrin faziletine dâir bir delil teşkil ederken, hali hazırda kâfir ve münafık kimselerden soyutlanmış bir şehir olan Medine ehlinden binlerinin ona tâbi olacak olması da, ileride âlemin ne derece büyük bir fitne ile karşı karşıya kalacağım akla getirmektedir.



[1]    el-Ferâhidî, Halil b. Ahmed, Kitâbu'l-Ayn Müretteben alâ Hurûfi'l-Mu'cem, tahkik: Abdu'l-humeyd el- Hindâvî, Beyrut: Darû'l-kütubu'l-ilmiyye, 2003. II, 9; bkz, Ebü'l-Fadl Cemâlüddin Muhammed el-lfrıkî İbn Manzûr, Lisânu'l-Arab, Beyrut: Dâr-u Sâdır, ts. "Deccâl" mad. XI, 236.

[2]   Abdu'l-Müteâl Muhammed el-Cebrî, Garibu KelimâtiSahîhi'l-Buhârî, Newyork, 1412/1992. S. 147.

3SEbû Mansûr Muhammed b. Ahmed b. Ezher el-Herevî, Tehzîbu'l-luga, tahkik: Abdü's-selâm Muhammed Haşan, Kâhire: ed-Dârü'l-Mısriyye li't-Te'lif ve't-Terceme, 1384/1964. X, 653; Cevherî, İsmail b. Hammâd, es- Sıhâh Tâcu'l-luğati ve Sıhâhu'l-Arabîyye, tahkik: Ahmed Abdu'l-Gafûr Attâr, Kâhire: Daru'l-ilmi li'l-Melayîn, 1984. IV, 1695.

[4]    İbn Manzûr, a.g.e., "Deccâl" mad. XI, 236; Zebîdî, Muhibbuddîn Muhammed Murtedâ b. Muhammed el- Hüseynî, Tâcu'l-arûs min Cevâhiri'l-Kâmus, tahkik: Ali eş-Şir'i, Beyrut: Dâru'l-Fikr,1414/1994. XIV, 228; Ali el- Kârî, Ebü’l-Hasen Nureddîn Ali b. Sultân Muhammed, Mirkâtü'l-mefâtîh Şerh'u mişkâti'l-mesâbîh, tahkik: Cemâl Aytânî, Beyrut: Dârü'l-Fikr, Dâru'l-kütübi'l-ilmiye, 1422/2001. X, 43.

[5]     Zebîdî, a.g.e., XIV, 228; Kâdı Ebi'l-fadl lyaz b. Musa b. lyaz el-Yahsûbî el-Mâlikî, Meşâriku'l-envâr alâ Sıhâhi'l-âsâr, Dâru'n-neşr: Mektebetü'l-atîka, Dârü't-türâs, ts. I, 254.

[6]     Ebû Haşan Ahmed b. Fâris b. Zekeriya, Mu'cem Makâyîsu'l- Luğât, tahkik: Abdü's-selâm Muhammed Harun, Beyrut: Daru'l- Cîl, 1991. II, 330; Nevevî, Ebû Zekeriya Muhyiddin Yahyâ b. Şeref b. Muri Nevevî, Tehzîbü'l-esmâ ve'l-luğât, I. Baskı, tahkik: Mektebü'l-buhûs ve'd-dirâse, Beyrut: Dâru'l-fikr, 1996. III, 102- 103.

[7]    Hafız Zeyned-dîn Abdü'r-raûf el-Münâvî, et-Teysîr biŞerhi'l-Câmiis-Sağîr, Riyad: Dâru'n-neşr, Mektebetü'l- İmâmi'ş-Şâfî, 1408-1998.1, 286.

[8]    Zemahşerî, Ebü'l-Kasım Carullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed, Esâsü'l-belâğa, Dârü'n-neşr: Dârü'l- fikr, 1399/1979. s. 183.

[9]    Ebü's-Saâdet Mecduddîn Mübarek b. Muhammed İbnü'l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi'l-hadîs ve'l-eser, tahkik: Tâhir Ahmed Zâvî, Mahmûd Muhammed Tanâhî. Kâhire: Dâru İhyâi'l-Kütübi'l-Arabiyye, 1963. II, 102; Muhammed Abdürraûf el-Münâvî, Feyzü'l-kadîr şerhu'l-Câmiis-sağîr, Beyrut: Dâru Kutübü'l-İlmiye, 1415/ 1994. II, 157.

[10]  Hacı Ahmet Hulûsî ve Mustafa Derviş Şerkâsî, Ahter-i Kebîr, İstanbul: Matbaâ Âmir, 1310. I, 300.

[11]   Kâdı lyaz, a.g.e., I, 254; Zemahşerî, Ebü'l-Kasım Carullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed, el-Fâik fî garîbi'l-hadîs, tahkik: Muhammed Ebü'l-Fazl İbrahim, Ali Muhammed Becâvî, 2. bs. Kâhire: İsa el-Bâbî el- Halebî, 1971. I, 412; Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Mukrî el-Feyyûmî, el-Misbâhu'l-Münîr fî Garîbi Şerhi'l- Kebîr li'r-Râfiî, Beyrut: Dârü'n-neşr, el-Mektebe İlmiye, ts. 1,189.

[12]  Asım Efendi, Ahmed, Kamus Tercümesi, İstanbul, 1305. III, 1291.

[13]  İbn Manzûr, a.g.e., XI, 236; Ezherî, a.g.e., X, 653.

[14]  Cübeyr Mes'ûd, er-Râid Mu'cem LuğavîAsrî, Beyrut: Daru'l-ilm li'l-Melayîn, 1986.1, 660.

[15]  Zebîdî, a.g.e., XIV, 228.

[16]  Maluf Luwis, el- Muncîdfi'l luğât, Tahran: intişârâtü İslâm, 1383. s. 207.

[17]  Zeki Sarıtoprak, İslâm ve Diğer Dinlere Göre Deccâl, İstanbul: Yeni Asya Yayınları, 1992. s.21.

[18]  Âşıkkutlu, Emin "Deccâl ", DİA, IX, 72; Abdullah Aydınlı, Hadîs Istılahları Sözlüğü, İstanbul: Hadisevi, 2006. s.70.

[19]  el-Münâvî, a.g.e., VI, 362.

[20]  Muhammed b. Muhammed el-Gazzalî Ebû Hâmid, İhyâu Ulûmid-dîn, Beyrut: Dâru'l-ma'rife, 1983, III, 391.

[21]  el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 139.

[22]  Ezherî, a.g.e., IV, 348.

[23]  Cevheri, a.g.e., 1,404.

27 Muhammed el-Cebri, a.g.e., s. 397.

ssRâgıp el-İsfahânî, Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'ân, İstanbul: Kahraman Yayınları, 1986. s.710

[26]  Muhammed el-Cebrî, a.g.e., s. 397.

[27] Zebîdî, a.g.e., IV, 206; İbn Manzûr, a.g.e., II, 594.

51 Zebîdî, a.g.e., IV, 206; İbn Manzûr a.g.e., II, 594.

[29]  Muhammed Reşit Rıza, Tefsîrü’l-Kur'âni'l-Hakîm, Tefsîrü'l-Menâr, Beyrut: Dârü'l-Ma'rife, ts. III, 305.

[30]  İbn Manzûr, a.g.e., II, 594; Hacı Ahmet Hulusî ve Mustafa Derviş Serkâsî, a.g.e., II, 296.

[31]   Firûzâbâdî, Mecdü'd-dîn Muhammad. b. Ya'kûb, Besâir'û Zev'it-Temyîz fî Letâifi'l- Kitâbi'l-Azîz, tahkik:

Muhammed Ali Neccâr, Beyrut: el-Mektebe ilmiye, ts. IV, 500; Muhammed el-Cebrî, a.g.e., s. 397.

ss Abdülhamîd Hindâvî, Câmiü'l-Beyân fi Müfredâti'l-Kur'ân, Riyad: Mektebetü'r-Rüşd, 1428/2007. II, 844.

ssAbdülhamîd Hindâvî, a.g.e., II, 844.

57   İbn Manzûr a.g.e., II, 594. Ayrıca bkz: Muhammed el-Cebrî, a.g.e., s. 397.

[35]  ibn Manzûr, a.g.e., II, 594; Ezherî, a.g.e., IV, 348; Muhammed el-Cebrî, a.g.e., s. 397.

[36]  Firûzâbâdî, a.g.e., IV, 502.

[37]  ibn Manzûr, a.g.e., II, 594.

[38]    Ebû Bekr Muhammed b. Abdullah b. Muhammed Meâfirî, İbnü'l-Arabi, Ahkâmü'l-Kur'ân, tahkik: Muhammed Abdülkadir Ata, Beyrut, Dârü'l-Fikr. 1,146.

[39]  Muhammed Enver Şâh b. Muazzam Şah Keşmîrî, Feyzü'l-Bâri alâ Sahîhi'l-Buhârî, haş: Muhammed Bedr, Karaçî, Mektebetü'r-Reşîdiyye, ts. 1,182.

[40]    Ahmed b. Hanbel, Müsnedü Ahmed b. Hanbel, tahkik: Şuayb Arnaût ve diğ. Müessetü'r-risâle, 1420/1999. VIII, 365, IX, 33, 389, X, 264. 469. XXIX, 173.

[41]  en-Nisâ 4/172; el-Mâide 5/17,72-75; et-Tevbe 9/30-31.

[42] Al-i imran 3/45; en-Nisa 4/157,171.

[43]  Ahmed b. Ali b. Hacer, El- Askalânî, Fethu'l- Bârî bi Şerh-i Sahihi'l- Buhârî, tahkik: Şeyh Abdu'l-Aziz b. Abdillah b. Bâz, Beyrut: Dârü'l- Fikr, 1996. II, 584; Şihâbüddîn Ebi'l-Abbâs Ahmed b. Mahmud eş-Şâfi el- Kastallânî, İrşâdü's-Sârî li Şerhi Sahihî'l-Buhârî, tashih: Muhammed Abdü'l-azîz el-Hâlidî, Beyrut: Daru'l- Kütübi'l-İlmiyye, 1996. II, 493; Şebîhî, a.g.e., III, 131; el-Keşmîrî, Feyzü'l-Bâri, 1,182; Muhammed b. Abdi'l- bâki b. Yusuf ez-Zürkânî, Şerh'uz-Zürkânî ale'l-Muvattâ el-İmâm Mâlik, Beyrut: Dârü'n-neşr, Dâru'l-kütübi'l- ilmiye, 1411. II, 54.

[44]  İbn Mulakkın, Sirâcu'd-dîn Ebî Hafs Ömer b. Ali b. Ahmed el-Ensârî eş-Şâfiî, et-Tavdîh li Şerhi'l-Câm'i's- Sahîh, tahkik: Vâil İmam Abdü'l-fettâh ve diğ.. Katar: Daru'l-Felâh bi işrâfî Hâlid Mahmud Rabbat, 1429/2008, XIX, 563; İbnü'l-Arabi, a.g.e., I, 146; İbn Kesîr, Ebû'l-Fidâ İmâd'üd-dîn İsmail b. Ömer, el- Mesîhû'd-Deccâl: Menbaü'l-Küfr ve'd-Dalâl ve Yenbiü'l-Fiten ve'l-Evcâl, tahkik: Ebû Muhammed Eşref b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm, Kahire: Mektebetü's-Sünne, 1996. s.9/145; eş-Şebîhi, a.g.e., III, 131; Ebü'l- Hayr Şemseddin Muhammed b. Abdurrahman Sehâvî, el-Kanâa fî mâ Yahsenü'l-ihatâ min Eşrâti's-sâa, tahkik: Muhammed b. Abdülvehhâb el-Âkil. Riyad, yy. 2002/1422 s. 8; es-Sefârînî, Ebü'l-Avn Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Salim, el-Buhûru'z-Zâhire fi Ulûmi'l-Âhire, tahkik: Muhammed İbrahim Şelebî Şuman, Kuveyt: Garâs li'n-Neşr, 1428/2007. I, 472; Ahmed Ebü'n-Nûr, Senetu Nüzûli'l-Mesîh ve Senetâ Zuhûri'l-Mehdî ve'l-Mesîhü'd-Deccâl ez-Zamânü'l-bâkîMin Ömri Ümmeti'l-İslâm, Kahire: en-Nur li'n-Neşr, ts. s. 107; Muhammed Nâsıru'd-din el-Albânî, Kıssatü'l-mesîhîd-Deccâl ve Nuzûlihi İsa aleyhis salâtü ve's-selâm ve katlihî iyyâhu, Ürdün: Mektebe İslâmiyye, 1421, s. 16; Muhammed b. Ebî Nasr Fettûh b. Abdillâh b. Fettûh b. Humeyd b. Yasıl el-Ezdî el-Humeydî, Tefsîru Garîbu mâ fî's-Sahihayn el-Buhârî ve Müslim, tahkik: Muhammed Saîd Abdi'l-azîz, Kahire: Dâru'n-neşr, 1415-1995. I, 308.

[45]  Ferâhidî, a.g.e., IV, 139.

[46] el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 139; Zebîdî, a.g.e., XVIII, 426-427.

[47]  İbn Fâris. a.g.e., IV, 472; Asım Efendi, a.g.e., IV, 712.

[48] Asım Efendi, a.g.e., IV, 712.

[49]  Râğıb el-İsfahânî, a.g.e., s. 559; İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 317-320.

[50]  İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 318.

S4İbn Manzûr, a.g.e., XIII, 317-320.

[52]  Firüzâbâdî, a.g.e., IV,167-169.

[53]  Firüzâbâdî, a.g.e., IV,167-169.

[54]  Çelebi, İlyas "Fiten ve Melâhim", DİA, XIII, 149.

[55]  ibn Manzûr, a.g.e., XII, 537; Asım Efendi, a.g.e., IV, 478.

[56]  el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 76.

[57]  ibn Manzûr, a.g.e., XII, 538; Asım Efendi, a.g.e., IV, 478-79.

[58]  el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 76; İbn Manzûr, a.g.e., XII, 538; Asım Efendi, a.g.e., IV, 478-79.

[59]  Asım Efendi, a.g.e., IV, 479.

[60]  el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 76.

[61]  el-Ferâhidî, a.g.e., IV, 76.

[62]  İbn Manzûr, a.g.e., XII, 537; Asım Efendi, a.g.e., IV, 478.

[63]  İbn Manzûr, a.g.e., XII, 537.

[64]Çelebi, İlyas, "Fiten ve Melâhim", DİA., XIII, 149.

[65]  Sarıtoprak, a.g.e., s. 27.

[66]   Diğer dinlerdeki Deccâl anlayışı ve Deccâl mefhumunun tarihi arka planı hakkında geniş bilgi için bkz.

Sarıtoprak, a.g.e., s. 25- 49

[67]   Bkz. Saîd Eyyüp, Akîdetü'l Mesîhi'd-Deccâlfi'l Edyân, Beyrut: Dâru'l-Hâdî, 1991, s.19-20.

[68]   Muhittin Uysal, Fiten Hadîslerinde Üslup Ve Dil Özellikleri, Konya: Adal Ofset, 2006. s. 23.

[69]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 27-28

[70]    Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 67.

[71]    Buhârî, Ebû Abdi'llah Muhammed b. İsmail, Sahîhu'l-Buhârî, tahkik; Mustafa Dib el-Buga, Dımaşk: Dâr'u ibn Kesîr; Beyrut: el-Yemâme, 1990/1410. Enbiya, 5; Müslim, Ebû'l-Hüseyin el-Haccâc en-Nisâbûrî, Sahih-i Müslim, tahkik: Şeyh Halîl Me'mûn Şîha, Beyrut: Daru'l- Ma'rife, 2007. Fiten, 95; Ebû Dâvud, Süleyman b. Eş'as es-Sicistânî, Sünen, tahkik; Sıdkı Cemil el-Attâr, Beyrut: Dâru'l-Fikr, 2005. Sünnet, 25; Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, tahkik: Şeyh Halil Me'mun Şîha, Beyrut: Dâru'l- Ma'rife, 2002. Fiten, 5.

[72]    Kurtûbî, Şemsüddin Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekir Ferec el-Ensârî, et-Tezkira fiAhvâli'l- Mevtâ ve'l-âhire, Kâhire: Dâru'r-Reyyân li't-Turas, 1987. s.749.

[73]   Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 67.

[74]   Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 67.

[75]   Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 67.

[76]   Sarıtoprak, a.g.e., 29.

[77]   Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 68.

[78]   Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, İzmir: Işık Yayınları, 1996. s.219.

[79]   Demirci, Kürşat, "Deccâl", DİA, IX, 67.

[80]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 47.

[81]   Yıldırım, a.g.e., s.337.

[82]   Sarıtoprak, a.g.e., s.45.

[83]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 46.

[84]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 46.

[85]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 47.

[86]    es-Sefârînî, Ebü'l-Avn Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Salim, el-Mesîhü’d-Deccâl ve Esrârü's-Sâa, Kahire,1987. s. 9-10.

[87]    el-Münâvî, a.g.e., II, 214; Muhammed b. Abdi'r-resûl b. Abdi's-seyyîd Hasenî Berzencî Şehrezûrî, el-İşa'a fi-eşrâti's-sâ'a; haz: Muhammed Zekeriya el-Kandehlevî, Cidde: Dârü'l-Minhâc, 1417, 1997. Mukaddime, s.10; es-Sefârînî, Ebü'l-Avn Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Sâlim, Ehvâlu Yevmi’l-Kıyâme ve Alâmâtuha'l-kübrâ, Beyrut: Müessesetü'l-Kütübi's-Sekâfiye, 1986. s. 8; Cemmaîli, Ebû Muhammed Takıyyüddîn Abdülganî b. Abdülvâhid el-Makdîsî, Ahbârü'd-Deccâl, tahkik: Muhammed Ahmed b. Osman ez-Zehebî, Tanta: Dârü's-Sahâbe, 1413/ 1993. Mukaddime, s.3-4.

[88]   Ayhan Tekineş, Âhir Zaman Ve Kıyamet Alâmetleri, İzmir: Işık Yayınları, 2008. s. 18.

[89]   Müslim, Fiten, 110.

[90]    Ebû Muhammed b. Mes'ud el-Ferâ el-Beğâvî, Şerhu's-sünne, tahkik ve ta'lik: Şuayb el-Arnaût, 2. bs. Beyrut: el-Mektebetü'l-İslâmiyye, 1983/1403. XV, 41.

[91]Sarıtoprak, a.g.e., s. 51.

[92]   Kurtubî, et-Tezkira, 778.

[93]   Buhârî, Cihad, 72.

[94]

Sarıtoprak, a.g.e., s.28.

[95]   Sarıtoprak, a.g.e., s.71.

[96]    Bedreddin Ebî Muhammed Mahmûd b. Ahmed el-Aynî, Umdetü'l-kârîŞerhiSahîhi'l-Buhârî, Haleb: Şirketü ve Matbaatü Mustafa el-Babî el-Haleb 1392/ 1972. XX, 100; Muhammed b. Abdi'l-hâdî es-Sindî, Hâşiyetü's- Sindîalâ Sahihî'l-Buhârî, Kahire: Dâru'l-Fikr, ts. IV, 111.

[97]   İbn Hacer, a.g.e., XIV, 596-597.

[98]Muhammed Abdurrahman Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, Mesîhu'd-Dalâle ve'l-Fitnetü fi Âhir'iz-Zamân, Dâr'ul-Kütub'i-I-İlmiye li'n-neşri ve't-Tevzi, ts. s. 11.

[99]   Sarıtoprak, a.g.e., s. 124.

[100]  İbn Hacer, a.g.e., W, 269, XIV, 603.

[101]  Reşit Rıza, a.g.e., IX, 458.

[102]  Sarıtoprak, a.g.e., s. 124.

[103] Âşık Kutlu "Deccâl ", DİA, IX,72; Aydınlı, a.g.e., s.70.

[104]

Sarıtoprak, a.g.e., s. 126

[105]  Saîd, Nursî, a.g.e., s. 487-500.

[106]  Gazzalî, a.g.e., III, 327.

[107]  Ahmed b. Hanbel, XXI, 55.

[108]  Ahmed b. Hanbel, XV, 233.

[109]  Saîd Eyyüp, el-Mesîhu'd-Deccâl, s. 50-53/ 93/328-329.

[110]  Bkz, Muhammed Esed, a.g.e., s. 321-351

[111]  Elmalılı Muhammed Hamdı Yazır, Hak dini Kur'ân dili: Türkçe Tefsîr, 1361/1942. İstanbul: Eser Kitabevi, ts, VI, 4172- 4173.

MS Âli imrân, 3/7.

[113]  Beğavî, a.g.e., II, 10; Alaeddin Ali b. Muhammed b. İbrâhim el-Bağdâdî Hâzin, Tefsîrü'l-Hâzin el-müsemmâ Lübâbü't-te'vîl fimeâni't-tenzîl, tahkik ve tashih: Abdüsselâm Muhammed Ali Şahin, Beyrut: Daru'l-Kütübi'l- ilmiyye, 1995/1415. I, 225-226. Ayrıca muhkem ve müteşâbihin daha geniş izâhı için bakz: Hamdi Yazır, a.g.e., II, 1037-1041.

[114] Taha 20/15; el-Ahzâb 33/63; el-Kamer 54/1.

[115]  el-En'am 6/158.

[116]   Muhammed b. Cerîr Yezîd b. Kesîr Galip el-Âmilî Ebû Ca'fer et-Taberî, Câmiu'l-Kur'ân fi Te'vili'l-Kur'ân, tahkik: Ahmed Muhammed Şâkir, Kahire: Müessesetü'r-risâle, 1420/2000. XII, 265; Ebü'l-Fidâ İmadûddîn İsmâil b. Ömer İbn Kesîr, el-Fiten ve'l-melâhim: el-Vâkıa fiÂhiri'z-zamân, tahkik: Yusuf Ali Büdeyvî. Dımaşk: Dâru İbn Kesîr, 1993. S.145-146; en-Nihâye fi'l-Fiten ve'l-Melâhim, II, 166; Alâmâtu Yevmi'l-Kıyâme. tahkik: Abdüllatîf Âşur, Kahire: Mektebetü'l-Kur'ân, 1980. s. 97-98; İbn Hacer, A.g.e., XIV, 602; Mübârekfûrî, el- İmam el-Hâfız Ebî Ali Muhammed b. Abdirrahmân b. Abdirrahîm, Tuhfetü'l-Ahvezî bi Şerhi Sahihî't-Tirmizİ, tahkik: Abdurrahman Muhammed Osman, Daru'l-fikr, ts. VI, 490; Zemahşerî, Ebü'l-Kâsım Cârullah Mahmûd b. Ömer b. Muhammed, Tefsîrü'l-Keşşâf, Kâhire, Dâru'l-Fikr, 1983. II, 62; Râzî, Ebû Abdullah Fahreddîn Muhammed b. Ömer Fahreddîn, Mefâtîhu'l-Gayb Tefsİrü'l-Kebîr, Beyrut: Dâru'l-Kutiibü'l-ilmiye, 1990. XIV, 6-7; İbnu'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, Zâdü'l-Mesîr fî İlmi't-Tefsîr, Beyrut: el- Mektebetü'l-islâmiyye, 1407/1987. III, 157; Hâzin, A.g.e., II, 175-176; Ebü'l-Leys İmamü'l-hüdâ Nasr b. Muhammed b. Ahmed Semerkandî , Tefsîrü’s-Semerkandi, Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1993. I, 526; Ebü'l-Hasen Ali b. Ahmed b. Muhammed en-Nisâbûrî Vahidî, el-Vâsitfi tefsiri'l-Kur'âni'l-mecid, tahkik: Âdil Ahmed Abdü'l-mevcûd ve diğ. Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1994. II, 340; Ahmed Mustafa Merâğî, Tefsiru'l-merâğî, Kâhire: Mustafa el-Bâbî el-Halebî, 1974, VIII, 81-82; Ebu Ca'fer Şeyhü't-tâife Muhammed b. Haşan b. Ali Tûsî , et-Tibyân fi tefsirî'l-Kur'ân., Beyrut: Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, ts. IV, 327-328; Muhammed Ebu'z-Zehrâ, Zehretü't-tefâsîr, Kâhire: Daru'l-fikri'l-arâbî, 1394/ 1974, V, 2752-2753; Ömer Nasûhî Bilmen, Kur'an-ı Kerim'în Türkçe Meali Âlisi Ve Tefsiri, İstanbul: Bilmen Yayınevi, ts, II, 984.

[117]  Nisâbûrî, a.g.e., II, 340.

[118]  Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1991. III, 267.

[119] Tirmîzî, Tefsîru'l-Kur'ân, 6.

[120]  Muhammed, 47/18.

[121]  Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 238; Kurtubî, Tefsir, XVI, 240 ; İbn Kesîr,Tefsir, V, 298.

[122]  İbn Hacer, a.g.e., XIV, 602.

155 en-Nisa 4/159, el-Maide5/110, ez-Zuh ruf 43/61.

[124]  İbn Kesîr, a.g.e., s. 145-146; en-Nihâyefi'l-Fiten ve'l-Melâhim, II, 166-168; Alâmâtu yevmi'l-kıyâme, s. 98.

[125]  en-Nisâ, 3/159; Muhammed Selâme Cebr, Eşrâtü's-sâa ve esrâruhâ, Kahire: Dârü's-Selâm, 1993. s. 68.

[126]  Mukâtil b. Sülayman, a.g.e., I, 270; Taberî, a.g.e., IX, 379; İbn Hacer, a.g.e., XIV, 602;

[127]  ez-Zuhruf, 43/61.

[128]  Mukâtil b. Süleyman, a.g.e.,, III, 195; İbn Kesîr, Tefsîr, V, 222-223; Kurtubî, Tefsîr, XVI,105; Râzi, a.g.e., XXVII, 222; İbn Hacer, a.g.e., XIV, 602; Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî Şevkânî, Fethü'l-kadir: el-Câmi' beyne fenneyi'r-rivâye ve'd-dirâye min ilmi't-tefsîr, tahkik: Abdurrahman Umeyrâ, 2. bs. Mansûre: Dârü'l-Vefâ, 1997/1418. IV,734.

152 Beğavî, a.g.e., VII,219.

[130]  Sarıtoprak, "Deccâl" DİA, IX, 71.

[131] Sarıtoprak, "Deccâl" DİA, IX, 71.

[132]  Âli İmrân 3/ 55.

165 Ebû'l-Hasen Mukâtil b. Süleyman b. Beşîr el-Ezdî, Tefsîru Mukâtil b. Süleyman, tahkik: Ahmed Ferîd, Beyrut, Lübnan: Dâru Kütübi'l-İlmiyye, 1424/2003. I, 172; Taberî, a.g.e., VI, 456; Beğavî, a.g.e., II, 46; Mâturîdî, a.g.e., II, 386.

[134]  Âli imrân, 3/ 46.

[135]   el-İmâm el-Hâfız Ebi'l-Fadl Celâleddîn Abdurrahman es-Suyûtî, ed-Dürrü'l-Mensûr fi’t-Tefsîri'l-Me'sûr, Beyrut: Dârü'l-Fikr, 1983. II, 199.

[136]  el-Mü'min 40/56

[137]Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 153; Hâzin, a.g.e., IV, 76; Semerkandî, a.g.e., III, 171.

[138]   Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 153: Ebû Muhammed b. Mes'ud el-Ferâ el-Beğavî, Meâlimü't-tenzîl, tahkik: Şuayb el-Arnaût, Beyrut: el-Mektebe İslâmiyye, 1983. VII, 153; İbn Kesîr, Ebû'l- Fidâ İmâdüddîn İsmail b. Ömer, Tefsîru Kur'âni'l-azîm, tahkik: Yusuf Ali Budeyvî, Dımaşk: Dâr-u İbnü'l-kesîr, 1993. VII, 152; Hâzin, a.g.e., IV, 76; Muhammed Cemaleddîn Kâsımî, Tefsîru'l-Kâsımî el-Müsemmâ Mehâsinü't-Te'vîl, tashih ve ta'lik: Muhammed Fuâd Abdü'l-bâkî, Kâhire: Dâru ihyâyı kütübi'l-Arabîyye, ts. XIV, 5175; Semerkandî, a.g.e., III, 171; Hamdi Yazır, a.g.e., VI, 4173.

[139]   Ebî Mansûr b. Muhammed b. Muhammed b. Mahmud el-Mâturîdî, Te'vilâtü'l-Kur'ân tefsîri'l-Mâturîdi, tahkik: Mecdî Beslum, Beyrut: Dâru'l-Kütübü'l-ilmiyye, 2005. IX, 43.

[140]  Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed b. İdris İbn Ebû Hatim, Tefsîrü'l-Kur'aniTAzîm: müsneden an Resûlillah s.a.v. ve's-sahâbe ve't-tâbiin, tahkik: Es'ad Muhammed et-Tayyîb, Mekke, Mektebetu Nizâr Mustafa el-Bâz, 1997/1417, V, 1565; Suyûtî, a.g.e., VII, 294.

[141]Suyûtî, a.g.e., VII, 294.

[142]  Kâsımî, a.g.e., XIV, 5175.

[143]  el-Mü'min 40/57.

[144]  İbn Hacer, a.g.e., XIV, 602; Sehâvî, El-Kanâa, s. 9.

[145]  Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 153; Beğâvî, a.g.e., VII, 153; Semerkandî, a.g.e., III, 171; Sehâvî, El-Kanâa, s. 8.

[146]  Mukâtil b. Süleyman, a.g.e., III, 153; Ebü'l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb Mâverdî, en-Nüket ve'l- uyun tefsîri'l-Mâverdî. Racâahû: es-Seyyid b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm, Beyrut: Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, 1992. V, 162;

[147]  Mâtûrîdî, a.g.e., IX, 43.

[148]  Mehmed Vehbi Efendi, Hulâsatü'l-BeyânfîTefsîri'l-Kur'an, İstanbul: Üçdal Neşriyat, 1969. XII, 4994.

18Z Mehmet Vehbi, a.g.e., XII, 4994.

[150]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s. 15.

[151]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s. 15.

[152]  Bakara sûresi, 2/42.

[153]  Hâzin, a.g.e., I, 41.

[154]  el-Fetih 48/28.

[155]Taberî, a.g.e., XXII, 260; Mâtûrîdî, a.g.e., IX, 314.

[156]  el-Alak süresi, 96/6.

[157]  Saîd Nursî, a.g.e., 500.

[158] el-İsrâ, 17/61-65.

[159]  en-Nisâ,4/117-120.

[160]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s.21-22.

[161]  el-İsrâ, 17/7.

[162]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s.53-54.

[163]  el-İsrâ 17/104

[164]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s. 56.

[165]  el-Bakara, 2/256-257.

[166]  el-Bakara, 2/ 256-7; en-Nisâ 4/51, 60,76; en-Nahl, 16/36; ez-Zümer 39/17.

[167]  el-Bakara, 2/249-51.

[168]Taha, 20/87-88, 95-96.

[169]  Sarıtoprak, a.g.e., s.61.

[170]  Sarıtoprak, a.yer.

[171]  İbn Kesîr, a.g.e., 147.

[172]  İbn Kesîr, a.g.e., 147.

[173]  ibn Kesîr, a.g.e., 147; Mübârekfûrî, a.g.e., VI, 490.

[174]  İbn Kesîr, en-Nihâye fi'l-fiten ve'l-melâhim, II, 167-168; Sehâvî, El-Kanâa, s. 9.

[175]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s.15.

[176]  Muhammed Avad, el-Mesîhu'd-Deccâl, s.15.

[177]  İbn Hacer, a.g.e., XIV, 602; Mübârekfûrî, a.g.e., VI, 490; Sehâvî, El-Kanâa, s. 9.

[178]  ibn Hacer, a.g.e., XIV, 602; Mübârekfûrî, a.g.e., VI, 490; Sehâvî, El-Kanâa, s. 9.

[179]  Sarıtoprak, a.g.e., s. 61.

[180]  İmam Buhârî'nin zikrettiği hadisler ileride serd edileceği için burada tekrar onları zikretmedik.

[181]  Ebû Dâvud, Melâhim, 3-4; Tirmîzî, Fiten, 58.

[182]  Tirmîzî, Fiten, 57; İbn Mâce, el-Hâfız Ebî Abdi'llah Muhammed b. Yezîd el-Kazvînî, Sünen-u İbn Mâce, tahkik: Muhammed Fuad Abdülbâkî, Kâhire: Dâr-u İhyâu't-Turâs ve'l-Arabî, 1395/1975. Fiten, 33; Ahrned b. Hanbel, 1,190.

[183]  Ahrned b. Hanbel, XXI, 55.

[184]  Müslim, Fiten, 20; Ahrned b. Hanbel, XXIX, 172, XXXVI, 27.

[185]   Buhârî, Enbiya 49; Müslim, Fiten, 20; Mâlik b. Enes b. Mâlik Ebû Amr, el-Muvattâ, nşr: M. Fuâd Abdülbâki, Kâhire, ts. Sıfatun-nebî, 2.

[186]  Ahrned b. Hanbel, XXXIX, 89.

[187]  Buhârî, Fiten, 24, Enbiyâ, 6; Müslim Fiten, 20; Ebû Dâvud, Melâhim, 14, Sünnet, 25; Tirmîzî, Fiten 56, 62; Ahmed b. Hanbel, X, 327; et-Tayâlisî, Süleyman b. Dâvud, el-Müsned, Dâru'l-Mârifetî, Beyrut, 1321. Hadis nr: 1963, 2326, 2778.

[188]  Buhârî, Enbiyâ 49, Libâs, 66, Ta'bir, 11,33, Fiten, 24; Müslim, 74, 75; Ebû Dâvud, Melâhim 14.

[189]  Ahmed b. Hanbel, V, 477.

[190]  İbn Mâce, Fiten 33; Ahmed b. Hanbel, XXXVIII, 286; 386.

[191]  Ahmed b. Hanbel, XXVI, 191; Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim İbn Kuteybe, Garibü’l-hadis, Beyrut: Dârü’l-Kütübi'l-İlmiyye, 1988 I, 94; İbnu'l-Cevzî, Ebü'l-Ferec Cemâleddîn Abdurrahmân b. Ali, Garîbü'l-hadîs, tahkik: Abdü'l-mu'tî Emîn el-Kal'acî, Beyrut: Dâru'n-neşr, 1405/1985,1, 29; İbn Esir, en-Nihâye, I, 52.

[192]  Ahmed b. Hanbel, XIII, 282.

[193]  Ahmed b.Hanbel, XIII, 282.

[194]  Buhârî Fiten, 24; Müslim Fiten, 20; Tirmîzî, Fiten 62; Ahmed b. Hanbel, XX, 396.

[195]  Müslim, Fiten 20; Ahmed b. Hanbel, XXXVI, 258; Ebû Dâvud, Melâhim, 14.

[196]Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 22.

[197]  Buhârî, Fiten, 24; Müslim, Fiten, 22; Ebû Dâvud, Melâhim, 14

[198]  Müslim, Fiten 20; Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Tirmîzî, Fiten, 59.

[199]  Müslim, Fiten, 20; Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Tirmîzî, Fiten 59; İbn Mâce, Fiten 33.

[200]  Müslim, Fiten, 20; Ebû Dâvud, Melâhim, 14; Tirmîzî, Fiten 59; İbn Mâce, Fiten 33.

[201]  Buhârî, Fedâilü'l-medîne, 9, Fiten 25, Tevhîd 31; Tirmîzî, Fiten, 61.

[202]  Buhârî, Fiten 25; Bed'ül-halk, 7.

[203]Buhârî, Fedâilü'l-medîne, 9, Fiten 25; Müslim, Fiten, 20; Tirmîzî, Fiten, 59; İbn Mâce Fiten 33; Ahmed b. Hanbel, XVII, 420,

[204]  Müslim, Fiten, 21.

[205]  İbn Hacer, A.g.e., XIV, 601; Molla Gürânî, Şemsüddin Ahmed b. İsmail b. Osman el-Gürânî, el-Kevseru'l- Cârîila Riyâdi EhâdîsiTBuhârî, Yazma Nüsha, Süleymaniye Ktp, Ayasofya, nr: 686. s.465a.

[206]  Müslim, Fiten, 9.

[207]  Müslim Fiten, 20; Tirmizi, Fiten 59, 62; İbn Mâce Fiten 33; Ahmed b. Hanbel, XXIV, 209, 211, 212, XXIX, 432, 511, XXXII, 226, XXXIX, 301. XLI, 15.

[208]  Ahmed b. Hanbel, XXXVIII, 380.

[209]  Buhârî, Fiten 25, Menâkıb 22; Müslim, Fiten 18; Ebû Dâvud, Melâhim, 16; Tirmîzî, Fiten 43; İbn Mâce, Fiten 9; Ahmed b. Hanbel, IX, 504; X, 70; XII, 165; XII, 485; XV, 338; XVI, 503, 513.

[210]   Buhârî, Edeb, 97, i'tisam 23; Müslim Fiten 19; Tirmîzî, Fiten 63; Ebû Dâvud, Melâhim, 16; Ahmed b. Hanbel, X, 431, XXXIV, 140,

[211]  Müslim, Fiten 24; Ebû Dâvud, Melâhim 15; Tirmîzî, Fiten 66; İbn Mâce, Fiten 33; Ahmed b. Hanbel, XLV, 61, 338.

[212]  Buhârî, Enbiyâ, 49, Ta'bîr 33; Müslim, İmân 74,75 Ahmed b. Hanbel, VIII, 365, X, 226, 264, 396,469.

[213] Ahmed b. Hanbel, XXXIII, 349; İbn Hacer, A.g.e., XIII, 614.

[214]  Müslim Salât, 25.

[215]  Müslim Salât, 25.

[216]  ibn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Saîd b. Hazm, el-Muhallâ, tahkik: Ahmed Muhammed Şâkir, Darü't-türas, Kâhire, 1180. III, 271.

[217]  Santoprak, a.g.e., s. 68.

[218]  Ebû Davûd, Melâhim, 14

[219]  Ahmed b. Hanbel, XXXVI, 43.

[220]  Ahmed b. Hanbel, XXXXV, 508.

[221] Tirmizi, Zühd, 3

[222]  Taberânî, el-Mu'cemu'l-kebîr, XXII, 184.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar