NASIL darbe YAPILIR? Ömer Özkaya
Amerika’nın Ortadoğu’daki İlk Darbesi:
Çizme Operasyonu
NASIL darbe YAPILIR?
ömer özkaya
2011
Kanaat oluşturma araçlarına sahip olanlar, bir toplumu ve onun yönetim aygıtlarını istedikleri gibi nasıl yönlendirebilirler?
Bu kitapta Amerikan ve İngiliz gizli servisinin 1953 yılında İran’da yaptığı darbenin öyküsünde bu soruya cevap bulacaksınız.
İÇİNDEKİLER
Kitaba Giriş 11
BÖLÜM
ABD BİLİMSEL İSTİHBARAT OFİSİ’NİN KURULUŞU 23
Krize Rağmen Aldatma Devam Etti 30
Amerikan İstihbaratının Uzay Araştırmaları 31
ABD, Gerekirse Neler Yapabilir?
ABD, 11 Eylül’ün Provasını 1962’de Yapmış! 34
Küba’ya ABD Askerî Müdahalesini
Haklı Çıkarmak İçin Bahaneler 39
BÖLÜM
İRAN’DA DARBEYE NASIL GELİNDİ? 45
İstanbul Basınından İbretlik Yazılar 52
İngiliz Mühendislerin Kovulması 62
İngiltere’nin İflasının İlanı 67
İran’da Kargaşa ve Terör Dönemi 70
Türklerin Tahran’a Yürüyüşü 73
BÖLÜM
DARBE ÖNCESİ İRAN’IN SOSYO-EKONOMİK DURUMU
VE DARBEYE HAZIRLIK 93
İran’da İngiltere’nin Pozisyonu Çöktü 94
Musaddık Rejimi’nin İran’da Yaşama Olasılıkları 95
Musaddık’ı Devirme Girişiminin Olasılığı 96
Washington’u Bir Askerî Darbeye İkna İçin Hazırlanan Rapor 101
BÖLÜM
İSTANBUL’DA BİR GİZLİ TOPLANTI 117
Ortadoğu Heyeti Toplantısı: Değerlendirmeler ve Tavsiyeler 118
İnsani Yardım Kılıflı USIE, Aslında Bir Casusluk Programı 128
BÖLÜM
GİZLİ BELGELER 135
ABD’nin İran ve Ortadoğu’daki Gizli Faaliyetleri 135
Amerika’nın Kürt Çıkarlarına Yönelik Çalışmaları 144
CIA’in Irak ve Anti-Komünizm Çalışmaları 157
Arap Dünyasında Amerikan Karşıtlığı 171
BÖLÜM
ÇİZME OPERASYONU 173
Operasyona Karar Verme Süreci 176
İşbirliğine En Uygun İsim: General Zahidi 179
Planın Taslağının Hazırlanması 179
Operasyonel Planın Pekiştirilmesi 183
Kararlar Alındı: Harekat Başlıyor 187
Operasyon Başlangıç Planı 193
Yarı-yasal İktidar Değişim Mekanizması 197
Tudehliler Dövülmeseydi Darbe Başarısız Kalabilirdi 218
ABD ve İngiltere Açısından Operasyondan Alınan Dersler 235
BÖLÜM
DARBENİN CIA TARAFINDAN YAPILMIŞ KRİTİĞİ 239
BÖLÜM
DARBEDEN SONRA İRAN’DA NELER OLDU? 257
Çıkarmamız Gereken Bir Ders: Ortak Akıl Şart 263
ABD’li Rehinenin Bir Hatırası 264
BÖLÜM
FOTOĞRAFLAR VE BELGELER 269
önsöz
Bu kitap, İngilizler tarafından 100 yıllığına ele geçirilmiş İran petrollerinin millileştirilmesi üzerine bir Asya ülkesinin başına gelenleri, bizzat olayları organize edenlerin kendi resmi belgeleriyle gözler önüne sermeye çalışmaktadır.
Bugün, tanklarla demokrasiyi yaygınlaştırmak isteyen Batı, ne ilginçtir ki; 60 yıl önce, İran’da serbest seçimlerle işbaşına gelmiş Muhammed Musaddık Yönetimi’ni, bir askeri darbeyle devirmiştir. Musaddık Hükümeti’ne karşı halkı sokağa dökmek için pompaladıkları gerekçe ise oldukça tanıdıktır: “Komünizm İran’ı ele geçiriyor.”
Oysa Komünizm’in İran’ı ele geçirdiği filan yoktu, Batı’nın kontrolündeki büyük petrol kaynakları, elden çıkıyor ve gerçek sahiplerinin eline geçiyordu. Ama olmadı.
Musaddık Hükümeti, İngiltere ve ABD’nin ortaklaşa organize ettiği, yerel piyonların da destek verdiği askeri bir darbeyle devrildi; Şah, yeniden göreve getirildi. Bu sebebple 19 Mayıs 1953 tarihi, bir milli hükümetin devrilerek yeniden diktatörlük düzeninin İran halkına dayatıldığı gündür.
Yapılan bu darbe aynı zamanda Batı’ya kafa tutması muhtemel diğer ülkelere de bir gözdağıydı.
Bir Asya ülkesi olan İran’ın, Batılı sömürgecilere karşı onurlu duruşunu -çeşitli hile ve entrikalarla- kaybetmiş olması, insanlık tarihi açısından hem acı verici hem de utanç vericidir. Ancak Batı’da “utanma” ve “vicdan” duygusu olmadığı için bu ve benzeri entrikalar, yer, isim ve şekil değiştirerek bundan sonra da devam edecektir. İran’da bu darbeyi tezgaha koyan '“kravatlı gangster-
lef”, birkaç ay arayla önce Latin Amerika ülkelerinde, sonra da başka ülkelerde benzer darbelere imza atmışlardır. Bu darbe aynı zamanda, İngiltere ile Amerika arasındaki nüfuz savaşının bir sonucudur. İki sömürgeci devlet arasındaki bu savaşı, İran halkı, kendisine böyle gösterildiği için, bir Komünist-İslamcı kavgası olarak bilmiş; bu sebeple binlerce İranlı ölmüş, onbinlercesi de yaralanmıştır. Kazanan ABD olmuş; bu darbeden sonra İngiltere, sürekli kaybetmiştir. 1950’li yıllar İran, Irak, Mısır, Tunus gibi ülkelerde, emperyalizme karşı bir “dik duruş” yıllarıyken, ülkemiz açısından tam tersi olmuş; bu yıllarda Türkiye tamamen Amerikan güdümüne girmiş ve ülkemiz ABD’den gelecek birkaç katıra muhtaç hale gelmiştir.
Bu darbe ve benzer operasyonlarla ilgili, belgelere dayalı bir araştırma, ülkemizde 12 Eylül Askerî Darbesi’nden önce yayınlanmış olsaydı, sanırım, insanlarımız, yabancı istihbarat servislerinin oyununa gelmezlerdi.
Yıl 2011 ama 12 Eylül hadiselerinin içinde bizzat bulunmuş 60’lı yaşlardaki kimi tanıdıklarım, hâlâ, kaç okul işgal ettiğini, kaç karşıt görüşlü öğrenciyi kovalayıp yaraladığını iftiharla anlatıyorlar. Oysa, bu dönemde, hangi okulu hangi grubun ele geçirdiğinin, hangi grubun kaç karşıt görüşlü öğrenciyi öldürdüğünün hiçbir önemi yoktu. Onlar sadece, ABD ve “Derin Avrupa” gizli servislerinin ülkemizde yakmış olduğu ateşe odun taşımaktaydılar.
Batı en son 1945 yılında savaştı. Viyana Meydanı’na bu tarihte döşenen taş, hâlâ orada. Oysa Asya yüzyıllardır savaş içinde. Ve bu savaşlar, Asya insanının savaşı değil, sömürgeci ülkelerin savaşı. Ancak onlar, harp meydanı olarak Paris’i, Londra’yı, Washington’u değil, Asya ülkelerini seçtiler. Ezilen, yakılan, bombalanan, ırzına geçilen hep Asya ve Afrika insanı oldu.
Avrupa ile ABD arasındaki savaşın, topraklarımız üzerinde yapılmasına müsaade etmeyip onları Londra ya da Washington Meydanı’nda karşı karşıya getirmedikçe, yahut savaşı, Batı’nın modern silahlarının işe yaramayacağı bir sahaya taşımadıkça, savaşları bizim kazanmamız çok zor olacaktır.
Üzerinde üç yıl çalıştığım bu araştırmanın, yapılmış darbeleri, bundan sonra olacakları ve yabancı istihbarat örgütlerinin oyunlarını daha kolay anlamak açısından faydalı olacağını ümit etmekteyim.
Ömer Özkaya
Nisan 20011, İstanbul
KİTABA GİRİŞ
ABD tarihinde aynı aileden gelen iki ünlü başkan vardır.
Bunlardan birincisi, ABD’nin 26. başkanı olan Cumhuriyetçi Parti’den Theodore Roosevelt’tir (1858-1919). Başkanlık yılları 1901-1909 olmuştur ve saldırgan bir emperyalist dışpolitika, dış pazarları hızla ele geçirme politikası izlemiştir. İkincisi ise ABD’nin 32. başkanı Franklin D. Roosevelt’tir (1882-1945). Başkanlık yılları 1933-1945 olan Demokrat Parti’den Franklin D. Roosevelt’in eşi Anna Eleanor Rososvelt de aynı ailedendir ve Cumhuriyetçi başkan Theodore Roosevelt’in küçük erkek kardeşinin kızıdır. Kocası olan Franklin D. Roosevelt’in ise uzaktan kuzenidir. Kitabın konusu olan ve Musaddık’a yönelik 1953 CIA darbesinde pratikte başrolü oynayan Kermit Kim Roosevelt (1916-2000) ise, anılan ilk Roosevelt’in, 1901-1909 yıllarında ABD başkanlığı yapan Theodore Roosevelt’in torunudur ve aynı zamanda 1933-45 yıllarında ABD’yi yöneten Franklin D. Roosevelt’in uzaktan kuzenidir. Aslında bir Kermit Roosevelt (1889-1943) daha vardır ve o da konumuz olan Kermit “Kim” Roosevelt’in babası ve Cumhuriyetçi başkan Theodore Roosevelt’in ise oğludur. Bu son anılan Kermit Roosevelt 1939-42 yıllarında İngiliz ordusunda, 1942-43 yıllarında ise ABD ordusunda subaylık yapmıştır ve intihar ederek yaşamına son vermiştir.
İran başbakanı Musaddık’a yönelik darbe gerçekleştiği sırada CIA’in Ortadoğu masası şefi olan Kermit Kim Roosevelt, kariyerine, CIA’in öncesi olan ve Franklin D. Roosevelt’in emri ile 1942 yılında kurulan istihbarat ve operasyon örgütü Office of Strategic Services (OSS) içinde başlamıştır. 12 bin kadar ajanı olan OSS, ordu, donanma ve FBI işbirliği ile şekillenmiştir ve 1947’de ye
rini CIA almıştır... Kod adı “Çizme” operasyonu olan Musaddık karşıtı darbenin merkez üssü Kıbrıs adası olmuştur. Entrika ustası Kermit Kim Roosevelt’in bizzat planlayıp yönettiği darbenin en büyük yardımcısı ise, 1991’de Irak’a yönelik “Çöl Fırtınası” adlı saldırı sırasında birleşik güce komuta eden general Norman Schwarzkoph’un babası Norman Schwarzkoph’tan başkası değildir. Kısacası, emperyalist saldırganlık ve entrikacılık sanki bir aile mesleği gibi sürüp gitmektedir. Kermit Kim Roosevelt 1958 yılında CIA’dan ayrılmıştır ve önce altı yıl kadar Gulf Oil için çalışmıştır. Ardından, Ortadoğu’da iş yapan Amerikan şirketleri için aranan bir danışman olmuştur. Aynı zamanda Ortadoğu yönetimlerine de danışmanlık yapmıştır.
Musaddık ile İran Şahı arasındaki iktidar mücadelesi 1950’de başlamıştır. Muhammed Musaddık (1880-1967) ve Milli Cephe Partisi 1951 yılında tamamen demokratik yöntemlerle, halk oyuyla iktidara gelmiştir. İran, zengin petrol yataklarına sahipti ama bunları işleten İngiliz devlet şirketi Anglo-Iranian Oil Company (İngiliz- İran Petrol Kumpanyası, şimdiki özelleştirilmiş BP’nin başlangıç biçimi) olağanüstü büyük kazançlar sağlıyordu ve İran’ın yoksul halkı kendi petrolünden yararlanamıyordu. Halkı tarafından çok sevilen yaşlı ve hastalıklı Başbakan Muhammed Musaddık, kesinlikle komünist değildi ve ABD’nin önceki aşırı sağcı başkanı Truman ile de arası çok iyi idi. Ayrıca ülkesini de seviyordu. Musaddık’ın en önemli özelliği, rüşvet yemeyen ender namuslu politikacılardan biri olmasıydı. Başbakan Musaddık, ülkeyi ve halkını içinde bulunduğu acıklı durumdan kurtarmak düşüncesiyle petrolleri Nisan 1951’de millileştirdi ve güçlü İran Komünist Partisi’nin dışarıdan desteğini aldı. Musaddık’ın bir diğer “günahı” da, İran’da çok güçlü olan büyük toprak sahiplerini tasviyeye kalkışması, feodal beylerin elindeki geniş toprakları köylüye dağıtarak kooperatifler aracılığıyla kollektif tarıma geçmeye çalışması olmuştur.
Petrol şirketinin millileştirilmesi karşısında İngiltere yönetimi çılgına dönmüştü ve İngiliz dış istihbaratı, İran’ı karıştırmak için hemen harekete geçti. Yaptığı bazı girişimlerden sonra bu işi tek başına başaramayacağını anladı ve CIA’yı yardıma çağırdı.
Dönemin CIA direktörü Allen Welsh Dulles, Dışişleri Bakanı olan küçük kardeşi John Foster Dulles ile birlikte, Anglo-Amerikan petrol şirketlerinin kârları için, halkın geniş desteği ile iktidara gelmiş ve petrolleri millileştirmiş olan İran Başbakanı Musaddık’ı 1953’te kanlı bir askerî darbe ile iktidardan indirdi ve Avrupa’ya kaçmış olan Şah Muhammed Rıza Pehlevi’yi Ağustos 1953’te tekrar eski yetkileriyle tahta oturttu. Sokak çatışmalarında binlerce insan ölmüştü. Başarılı darbenin bir bedeli olarak Anglo-Iranian Oil Company’nin petrol tekeli 1955’te kaldırılacak ve petrol gelirlerinin %40’ı Gulf Oil, Standart of New Jersey, Standart of California, Texaco ve Socony-Mobil adlarındaki beş ABD şirketine devredilecekti. Kazancın yüzde 20’si de Royal Dutch Shell’e ve bir Fransız şirketine gidecekti...
Şah, verdiklerine mukabil koltuğunda 1979 yılına dek kalabilecekti. Ülkeye yönelik bazı modernleştirme çabalarının yanında 1962’de sınırlı bir toprak reformu da yapacak olan Şah Pehlevi, 1979’da gerçekleşen ve Mussaddık’a yönelik darbenin bir rövanşı sayılabilecek İran İslam devrimi ile tahtını yitirecekti. İktidarda kaldığı süre içinde ülkesini, CIA’in ve İsrail gizli servisi MOSSAD’ın yardımlarıyla 1953 yılında inşa edilen ve bu servislerle ortak çalışan İran gizli polisi SAVAK’ın kanlı yöntemleriyle elinde tutacaktı.
Çeşitli entrikalarla iktidarı elinden alınan İran Başbakanı Dr. Muhammed Musaddık, Türk kökenlidir. Araştırmacı-Yazar Ahmet Aydınlı’ya göre, Musaddık, darbeden sonra çıkarıldığı mahkemede, hakimin sorularına cevap vermemiş, bunun nedeni sorulduğunda da “Men Farisi (Farsça) bilmirem çünkü men Türk’em” demiş ve tercüman istemiştir.® Milliyet gazetesinin 2 Mayıs 1953 tarihli sayısında yer alan bir haber de Musaddık’ın Türk asıllı olduğu hakkındadır. Buradaki bir yorumda şu cümle geçiyor: “. Tahran’dan bildirildiğine göre, Başvekil Musaddık’ın asıl hedefi oğlu Gulam Hüseyin’i tahta çıkarmaktır. Kendisi Kaçar hanedanına mensup olduğu için Pehlevileri basit bir aile addetmekte, bu fikri yaymağa çalışmaktadır...” (2) Bilindiği üzere Kaçarlar, Türkmendir.
Darbeden yaklaşık 2 ay sonra, İran ile İngiltere arasında kesik olan diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılabilmesi için, İngiliz Dışişleri Bakanlığı, 23 Ekim 1953 günü resmî bir açıklamayla, uğruna darbe yaptığı petrol meselesinden önce, Tahran’dan şu iki hususu çözüme kavuşturmasını rica etmiştir:
1 - İsfahan’da bir İngiliz dinî teşekkülüne ait olan hastahanenin tekrar açılması.
2- İngiliz misyoneri Norman Sharp’in Siraz’a dönerek çalışmalarına devam etmesine müsaade olunması.
Rahip Sharp, Musaddık Hükümeti döneminde Şiraz’ı terket- meye mecbur bırakılmış ve sınırdışı edilmesine karar verilmişti. Fakat bu son karar tatbik edilmemişti. İngiltere’nin darbeden sonra normale giren ilişkilerin hemen başında bu taleplerde bulunması son derece önemlidir.
Musaddık, petrol meselesinde İngiltere ile anlaşmak isteyen İran eski Başbakanı Razmara’nın öldürülmesi üzerine meydana gelen buhran içinde 1951 yılı ilkbaharında iktidara geçmişti. Yaptığı ilk işlerden biri petrol endüstrisini devletleştirmek oldu. Bu hareketi İran milleti tarafından tasvip edildi. Fakat Musaddık’ın İngiltere ile arası açıldı. İngiltere ile giriştiği mücadelede Musaddık her İranlı tarafından destekleniyordu. Çok kuvvetli bulunduğu zamanlar oldu. Bu arada satış ambargosu nedeniyle petrol gelirlerinden mahrum kalan İran’ın malî vaziyeti zora girdi. İran Şahı 1952 yılı Temmuzunda Musaddık’ı görevinden alarak yerine Ahmed Gavam’ı tayin etmeye teşebbüs etti. Şii dinî lider Kaşhani’nin de yardımıyla Musaddık bu teşebbüsü suya düşürdü. Bu hadise Şah’ın otoritesini sarstı.
Bundan sonra Musaddık önüne geçen her mukavemeti yıktı. Meclisten geniş yetkiler istedi. Bu tartışmalar sırasında Kaşhani ile arası açıldı. İstediği yetkileri sağlayınca orduyu kendi nüfuzu altına alan tedbirler aldı. Nihayet Ayanı ve Meclisi kaldırdı. Şah şimdi ikinci planda kalmış, Kâşhani’yi, kırmış, Ayan’ı ve Meclis’i feshetmiş, Musaddık yalnız kalmıştı. İşte bu ortam içinde Amerikan-İngiliz planı devreye sokuldu.
Şimdi kısaca darbe gününe gidelim:
15 Ağustos gecesi saat 10:30 sularıydı. Hükümet üyeleri, Başbakan Musaddık’ın başkanlığında toplanmış, diz çöktürülmek istenen İran’ın sorunlarını görüşüyordu. Kapı açıldı ve Musaddık’ın özel sekreteri içeri girdi, başbakanın yanına sokuldu, kulağına yavaş sesle bir şeyler söyledi. Musaddık’ın kalın kaşları çatıldı, irkilerek kapıdan yana baktı.
Aynı anda kapıdan içeriye başlarında Şah’ın Muhafız Alayı Komutanı CIA işbirlikçisi Albay Nasıri ile birlikte 8-10 kadar subay girdiler ve çıkışı tuttular.
Albay Nasıri, Başbakan Musaddık’a hiçbir şey söylemeden kalın bir zarf uzattı. Musaddık zarfı açtı. İçinden çıkan Şah’ın bir fermanı idi. Musaddık’a görevinden azledildiğini, yerine bir başka CIA işbirlikçisi General Zahidi’nin atandığını bildiriyordu.
Oysa daha iki gün önce, Musaddık halk oyuna başvurmuş ve İran halkının % 99’unun “evet”ini almıştı. Musaddık, Meclis’in fethedilmesini ve yeniden seçimlere gidilmesini istiyordu, halk da bunu kabul etmişti.
Fakat Şah ve onun “güvenilir” ama aslında CIA işbirlikçisi adamı General Zahidi, bunu bir türlü kabul etmiyorlardı.
Şah, “millileştirme”ye de, dışarıdan ses çıkarmasa da, içten içe onaylamıyordu.Yandaşı General Zahidi de kendisiyle beraberdi.
Genelkurmay Başkanı dahil üstdüzey subaylar Musaddık’la beraberdi. Darbe girişimi engellendi.
Şah, fermana mührü bastıktan sonra, darbe girişimiyle ilgisi yokmuş havası vermek için başkent dışına çıkmış, dinlenme yeri Kalardast’a gitmişti. Adamları aracılığıyla darbe girişimini dakika dakika izlemekten de geri kalmıyordu tabii. Girişimin başarısızlıkla sonuçlanıp, Musaddık’ın kontrolü yeniden ele aldığını öğrenince hazır beklemekte olan küçük uçağına eşi ve en yakınlarını doldurdu, büyük uçağın olduğu yere gittiler ve soluğu Roma’da aldılar.
Şah’ın “kaçtığı” haberi halka ulaştı. Çok istemesine rağmen Şah’ın gazabından korkup da meydanlara inemeyen insanlar da soluğu sokakta aldı. Sokaklarda, Şah’ın ve babasının ne kadar heykelleri varsa, hepsini yerle bir ettiler, resimlerini toplayıp ateşe verdiler.
“Kaçış” haberi Musaddık ve taraftarları arasında da sevinçle karşılanmıştı. “Artık bir daha ülkeye dönemez, kurtulduk ondan.” deniyordu. Fakat kısa bir süre sonra ne kadar yanıldıklarını anlayacaklardı.
Hem de çok acı bir biçimde.
Şah kaçmıştı ama İngiliz ve Amerikan ajanları ve piyonlar görev başındaydı.
Bundan sonrası, eski Kraliçe Süreyya’nın “Anılar”ında şöyle anlatılacaktı:
“Biz İran’dan pazar günü ayrılmıştık. Zahidi, Musaddık’ı başbakanlık görevinden azleden fermanı çoğalttırmış ve başkentte halka dağıttırmıştı. İki gün geçmeden İran’da durum tersine dönmeye başladı. O gün ABD Büyükelçisi Henderson, Başbakanlığa gelip Musaddık’ı görmüş ve
“- Komünist Tudeh Partisi yandaşları, önlerine ne çıkarsa yakıp yıkıyorlar. Dükkanlar, mağazalar ve çeşitli işyerleri yağmaya uğradı. Siz, eliniz kolunuz bağlı buna seyirci kalıyorsunuz. Durum böyle giderse, ABD Hükümeti, İran’daki üç bin yurttaşını geri çekmek zoruna kalacak.” dedi.
O günü ertesi gecesinde Musaddık’a karşı darbenin son hazırlıkları bitiriliyordu.
Molla Bebahani, Şah’a bağlı binlerce insanı silahlandırdı. Öte yandan İran’da bulunan ABD’li general Schwarzkoft da harekete geçmişti. Amerikalılara karşı, Ruslar da boş durmamış; komünistleri desteklemek için dünya kadar ruble dökmüşlerdi. Fakat CIA ajanları daha baskın çıkmıştı. General Schwarzkoft, Tahran’ın pazar yerine giderek tüccarlarla konuştu, komünizm tehlikesinden bahsetti ve iki gün içinde 6 milyon dolardan fazla para dağıttı millete.
O gecenin sabahı Tahran sokakları komünistler aleyhine gösteri yapan sayısız insan kalabalıklarıyla dolmuştu. “Yaşasın Şah, kahrolsun komünistler, kahrolsun Musaddık!..” diye bağırıyorlardı. Polis ve asker, halka müdahale etmemiş, bekliyorlardı.
CIA, General Zahidi’ye vaktin geldiğini bildirdi. Zahidi bir tankla Tahran Emniyet Müdürlüğü’ne geldi. Bu sırada olaylar artmış, halkla polis çatışmalara girmişti.
Zahidi, serinkanlılıkla tanktan indi, üzerine çevrili tüfekleri görmezden gelerek kapıya doğru yürümeye başladı. Bir ölüm kalım anı idi. Toplanmış kalabalık, bir küçük hareketle Zahidi’nin üzerine çullanabilir ve onu oracıkta yok edebilirdi pekala.
Ne var ki, subayın biri ortaya atıldı, tabancasını çekip havaya ateş etti ve;
- Yaşasın Şah, yaşasın Zahidi, kahrolsun diktatör Musaddık!” diye bağırdı ve o anda durum Zahidi’nin lehine dönüverdi.”(3) Başbakan Musaddık tutuklandı.
BP’nin Yakın Tarihi
İran’da yapılan bu darbeyi ve hatta daha sonraki birçok darbeyi, örneğin 1993 yılı Haziran ayında Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfeyz Elçibey’in devrilmesini dahi doğru anlayabilmek için İngiliz petrol şirketi BP’nin tarihini yakından bilmek gerekiyor. British Petroleum (BP) şirketi, sıradan bir petrol şirketi değildir. Peki nedir BP? Musaddık’ın devrilmesiyle ilgili “Şah’ın Bütün Adamları” adlı kitabın yazarı ve New York Times gazetesinin Türkiye eski Temsilcisi Stephen Kinzer, bir röportajında bunu şöyle açıklıyor:
“Şu an BP olarak bildiğimiz şirketin son yüzyıl boyunca küresel nitelikli bir ulus ötesi eksende hareket ettiğini belirtmeliyim. Bu şirket, 1910’larda pek riskli diyebileceğimiz bir girişim neticesinde faaliyetlerine başladı. Oldukça girişimci ve risk almayı seven bir kuruluştu. Şöyle ki; 20 yüzyılın ilk yıllarında İran’da birçok jeolojistin zorlu bozkırlarda, çöllerde çalışmaya başlamasıyla petrol sanayisi tarihi için önemli buluşlar yapıldı, başarılar elde edildi. İran’ın petrol okyanusunun içinde olduğunu keşfeden de yine bunlardı. Bu olaydan sonra burayı almaya karar verdiler. Rüşvet yoluyla, zaten çökmeye yüz tutmuş İran’daki monarşi rejiminden birkaç yetkili ile anlaşma yaptılar. Paralar şirket tarafından ödendi. Sonradan Anglo-Iranian Petrol Şirketi’ni doğuracak olan bu imtiyaz ile işler garanti altına alınırken, bütün İran petrolü üzerinde söz söyleme hakkı elde edildi. Böylelikle, İran’da başka hiç kimse petrol arama, çıkarma ve satma hakkına sahip olmayacaktı.
Petrolün varlığının keşfedilmesinin hemen ardından, İngiliz hükümeti şirketi satın almaya karar verdi. Meclis’ten geçirilen kanun ile şirketin % 51’i satın alındı. 1920, 30 ve 40’lı yıllar boyunca, İngiliz insanının günlük petrol ihtiyacı İran’dan sağlandı. İngiltere’deki tüm kamyonlar ve cipler İran petrolünü kullanıyor, Britanya’daki fabrikaların tamamının ve İngiltere’nin tüm dünyada gücünü hissettirmesini sağlayan Kraliyet Donanması’nın yakıtı yine İran’dan temin ediliyordu. Böylelikle şirket İngiliz yaşamının temel yapıtaşı haline geldi.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ulusçuluk ve sömürgecilik karşıtı fikirlerin ortaya çıkmasıyla, İranlılar “petrolümüzü geri almalıyız” düşüncesiyle hareket etmeye başladı. İran’ın 1940’lı ve 50’li yıllardaki demokrasi döneminin en önemli figürü haline gelen Muhammed Musaddık’ı iktidara getiren de bu milliyetçi düşünce idi. Anglo-Iranian adıyla bilinen şirketi kamulaştırma girişimi, demokratik yollarla seçilmiş İran meclisinin oybirliğiyle desteğini alan Musaddık’ın düşüncesiydi. Nitekim sonunda da kamulaştırdılar. İngiltere ve İngiltere’nin ABD içindeki müttefikleri buna şiddetle karşı çıktılar.
Bunu engelleme konusunda başarısız olduklarında da, 1953’te Musaddık’ın devrilmesi sürecini organize ettiler. Darbe, sadece Musaddık yönetimini devirmekle kalmadı, İran için de demokrasinin sonunu getirdi ve takip eden dönemde ülkede meydana gelen olumsuz gelişmelerin tetikçisi oldu. Şah gittikçe şiddetlenen baskıcı bir yaklaşımla 25 yıl ülkeyi yönetti. Yönetim, İslamî rejimi doğuran 70’li yıllardaki [toplumsal] patlamaya vesile oldu. Şimdilerde BP olarak bildiğimiz petrol şirketinin çıkarlarını korumak isteyen CIA ve İngiliz İstihbarat Servisi, İran’daki demokratik hükümeti devirmek amacıyla işbirliğine giriştiler; sonuçta ise bu girişim son yarım asırda İran’da şahit olduğumuz gelişmelerin vuku bulmasına yol açtı.
... Bu arada şunu da unutmayalım, CIA tarafından düşürülen ilk hükümet, İran hükümetidir.
Peki ABD, BP adına neden müdahale etti?
Bunun çeşitli nedenleri var. Öncelikle, trans-Atlantik dayanışma söz konusu. Fakat, ben iki temel nedenin olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Amerikalılar kendilerini, dünyanın neresinde olursa olsun komünizmle savaşmaya adamışlardı. Nitekim Eisenhower ve Dulles da 1953 yılında bu düşünceyle iktidara gelmişti ve komünizmi çevreleme stratejilerine takılıp kalmayacak, geri püskürtme stratejisine başvuracaklardı. Yönetime geldiklerinde ise şu soruyu sordular kendilerine: ‘‘Komünizmi nasıl geri püskürteceğiz? Biz ne Sovyetleri işgal edebiliriz ne de Çin’i bombalayabiliriz.”
Ve bu noktada, olayın başka bir yönü daha ortaya çıkıyor. İngilizler, petrol şirketlerini geri alabilmek için Musaddık’ın devrilmesi konusunda epeyce istekliydiler. İngilizlerin, hazırladıkları planı Dulles ve Eisenhower’a sunması için görevlendirdikleri yetkili, ki bu şahıs daha sonra hatıralarında yer verecekti bu sürece, akıllıca bir girişimde bulundu. Amerikalılara “Lütfen Musaddık’ı devirin, biz de petrol şirketimizi geri alalım.” dediği takdirde planın tutmayacağına kanaat getirdi. Amerikalılar böyle bir girişime destek vermezler, yeterli ilgiyi göstermezlerdi. Hem fakir bir ülkeye gelir sağlayan bir şirketin hükümet tarafından ele geçirilmesi iyi bir algı oluşturmazdı. Yani bu hem John Foster Dulles ve Amerikalılar hem de İngilizler için kötü bir algı oluşturabilirdi. Amerikalıların o dönemde asıl kafalarını meşgul eden şey 1950’lerde artan komünizmdi, bu sebeple ‘Musaddık’ın İran’ı komünizme sürüklediğini söylesem daha iyi olur’ diye düşündü.(4)
Bu kitap, kod adı “Çizme Operasyonu” olan Musaddık’ı devirme operasyonuna ve öncesine ait Amerikan istihbarat servislerinin arşivlerindeki belgelerden ve özellikle operasyonda önemli görevler üstlenen ABD’li ajan Donald Wilber’in darbeye ilişkin notlarından hazırlanmıştır.
19 Ağustos 1953, demokrasinin CIA tarafından katledildiği gün olarak daima hatırlanmalıdır.
Dipnotlar:
Ahmet Aydınlı’yla özel sohbet... Aydınlı, Batı Trakya Faciası’nın İç Yüzü adlı kitabın yazarıdır. Kendisi bir süre Dış Türkler Federasyonu Genel Başkanlığı yapmıştır.
Milliyet gazetesi, 2 Mayıs 1953.
Milliyet gazetesi, 10 Eylül 1980
http://www.democracynow.org/2010/6Z14/steven_kinzer_on_the_his- tory_of
Röportajın Türkçesi: http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=4885
CIA’in İngiliz Gizli Servisi SIS’le işbirliğiyle devirdiği İran Başbakanı
Dr. Muhammed Musaddık.
ı. bölüm
ABD BİLİMSEL İSTİHBARAT OFİSİNİN KURULUŞU
ABD’de, dış politika alanında istihbarat faaliyetleri, İngiltere’ye karşı yürütülen Bağımsızlık Savaşı (1775-1783) zamanında başlamıştır. Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA, 1947 yılında National Security Act (Ulusal Güvenlik Aktı) altında kurulmuştur. Birim ekseriyetle Stratejik Servis Ofisi (OSS - CIA’den önceki Amerikan gizli servisi) örnek alınarak oluşturuldu. OSS, 2. Dünya Savaşı süresince ana istihbarat organizasyonu olarak hizmet verdi ve istihbarat toplamada, analizlerde ve gizli faaliyetlerde etkin rol oynadı. CIA kısa bir süre içinde ayrıca yabancı ülkelerdeki faaliyetlere etkide bulunmak amacıyla propaganda, ekonomik, politik ve askerî nitelikli yollarla gizli faaliyetlerde bulunmaya başladı.
ABD’nin gücü, Bilimsel İstihbarat Ofisi’nin kurulmasıyla, diğer servislerin önüne geçmiştir.
Federal Hükümet için yapılan bilimsel istihbaratın üretimini ve koordinasyonunu yetersiz bulan Amerika, bu noksanlığı gidermek maksadıyla, 1949 yılının Ocak ayında ofis statüsünde küçük bir bilimsel istihbarat birimi kurdu ve bu oluşumu, Bilimsel İstihbarat Ofisi diye adlandırıldı. Bu ofisin personel ve organizasyon ihtiyacı da diğer Amerikan istihbarat birimleri gibi karşılandı.
Bilimsel İstihbarat Ofisi en az riskle en çok bilgi toplamak istiyor ve bunun için özel, yüksek irtifalı uçakların gelişimini talep ediyordu. Binlerce hava fotoğrafı geniş Komünist Sovyet yapılanmasının kritik analizini verecekti. Sovyetlerin yolunu kesmek için operasyonların bir an evvel yapılması gerekiyordu. Amerika, Sovyet savaş düzeni hakkında fazla bilgi ve kurulacak erken uyarı sistemlerinin, ani saldırılara karşı savunma gücünü artıracağını düşünüyordu.
CIA Başkanı’na gönderilen 5 Kasım 1954 tarihli bir yazıda şunlar yazıyordu: “Büyük güçlerden biri büyük ekonomiyi, aske- riyeyi, bir başka büyük gücün iç bölgesindeki politik faaliyetleri önemsemezse, barış her zaman tehlikededir. Bu önemsememe, hem saldırı hem de savunma için bazı operasyonlara sebep olabilir ve bu bir ulusun tansiyonunu artırabilir. Ne yazık ki, daha olgun, daha medeni ve daha sorumlu olması gereken ve Rusya’da ne olup bittiğini bilmesi gereken ABD’dir. Eğer Rusya’nın faaliyetlerini önemsemezsek barışı sürdürme sorumluluğunu yerine getiremeyiz.”
Bilimsel İstihbarat Ofisi’nin projelerinden birisi de AQUATONE Projesi idi. Proje Direktörü’ne Herbert I. Miller imzasıyla gönderilen 17 Temmuz 1956 tarihli 3 sayfalık raporda şunlar yazıyordu: “4 Temmuz 1956 yılında ilk kez şunu söyleyebiliriz ki Rusya’da neler olduğunu anlayabiliyoruz. Neler olup bittiğini anlayışımız da yeteneksiz bir insanın bile foto-yorumlardan çıkarabileceği bilgi ve gözlemden geliyor. Artık bir “kanaate”, “tahmine” bağlı değiliz. Şimdi tüm Sovyetlerdeki insanların yaşam tarzını biliyoruz. Askerî birliklerini, fabrika işleten insanların ev düzenlerini, demiryollarını, trafiklerinin işleyişini, elektronik alandaki başarılarını, Leningrad’daki sivil ve askerî görevlilerin liman faaliyetlerini, Baltık Denizi’ndeki diğer faaliyetlerinin hepsini biliyoruz.
Hatta sayısız radar sinyalleri, görevdeki elektronik sistemler tarafından tespit edilse de, en önemli beş sığınaktaki Rus savaş uçaklarının resmî uçuştaymış gibi gösterildiğini biliyoruz. Sığınaklara yerleştirilmiş orta jet bombalarındaki silahların “hazır” durumda bekletilmesinden ziyade dikey konumda konuşlandırıldığını biliyoruz. -Şaşırtmak maksadıyla- küçük çim biçer makinalarının çalıştırıldığını biliyoruz.
Biz de eğer dünya için barışın hakim olmasını istiyorsak, Sovyetlerin gerçek niyetlerinin ne olduğunu anlamalıyız.”
AQUATONE Projesi'ne ilişkin bir raporun yukarıdaki 2. sayfasında “4 Temmuz
1956 itibariyle... Şimdi tüm Sovyetlerdeki insanların yaşam tarzını biliyoruz.
Askerî birliklerini, insanların ev düzenlerini, trafiklerinin işleyişini, sivil ve askerî
görevlilerin liman faaliyetlerini... hepsini biliyoruz.” deniyor.
Bilimsel istihbarat çalışmalarının önemli başarılarından biri, 1972 Anti Balistik Füze Anlaşmaları esnasında yaşandı. Amerikan İstihbaratı adına çalışan Gene Poteat, kariyerinin büyük kısmını CIA’ya bağlı Bilim ve Teknoloji Başkanlığı’nda geçirdi. O günlerde bilgisayar yoktu. Fizibilite çalışmaları ve mühendislik hesapları, sürgülü hesap cetveli kullanarak alansal trigonometri eşitliklerini, logaritma tablosunu, elle yapılan mekanik hesapları içeriyordu.
Poteat, Mountain View’deki Elektronik Savunma Laboratu-arı’nda görevli Dr. William Perry ve Los Angeles’taki TRW’den Dr. Albert (Bud) Whelan’la beraber MELODY sistemini ortaya çıkardı. Bu sistem daha sonra CIA’in ELINT ve COMINT sitelerine yerleştirildi. ELINT ve COMINT, Kuzey İran’daki Hazar Denizi kıyılarında bulunuyor, Rusların her türlü füze denemelerini takip ediyordu. Anti Balistik Füze Görüşmeleri’nin devam ettiği bir gün, Rus Sary Shagon füze test sitesinden sinyaller alındı. Ruslar, SA-5 füzesini test etmişti. Cenova’da Anti Balistik Füze Müzakereleri esnasında, dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, MELODY alıcılarından elde edilmiş bu istihbaratı kullanarak, Sovyet meslektaşlarının gözüne baktı ve Sovyetlerin Anti Balistik Füze Anlaşması’nı ihlal ettiğini açıkladı. Ruslar şaşkına dönmüştü, aldatma hemen durdu.
Türkiye Aldatıldı
Bilimsel İstihbarat Ofisi, U-2 casus uçaklarını istihbarat toplamada çok sık kullandı. 7 Temmuz 1960 tarihli ve “U-2 Sığınakları” başlıklı bir belgede şunlar yazıyor: “Adana-Türkiye’deki U-2’nin gelecek birkaç ayda en önemli görevi, sadece hava keşif uçuşları olacak. Faaliyetler, Türkiye’ye NASA sivil-meteoroloji programının son bölümü olarak açıklanacak. Türkiye’de şu anda bulunan U-2’lerin beş tanesinden ikisi hemen ABD’ye dönecektir.”
Buradaki ifadeden anlaşıldığına göre, Adana’daki U-2 casus uçaklarının, Türk resmi makamlarına, NASA’nın bir sivil programında görevli oldukları bildirilmişti. Oysa İncirlik’ten havalanan bu uçaklar, Sovyet Rusya’yı ve diğer ülkeleri gözetliyor, bol bol istihbarat resimleri çekiyordu. Daha sonra “Sovyet Rusya’nın Sonunu Getiren Uçak” olarak adlandırılan U-2 casus uçaklarının
Rus uzmanlar, SSCB Lideri Nikita Kruşçev'e, düşürülen Amerikan casus uçağı U-2'nin enkazı üzerinden brifing veriyor.
Adana-încirlik’te yuvalandığını Ruslar o dönemde haber almış olsalardı, Türkiye’ye savaş açabilirlerdi.
Adana-încirlik’te konuşlu U-2 casus uçaklarının, Ankara’ya NASA’nın meteoroloji araştırmalarında görevli olarak bildirilmesi, ABD’nin, menfaatleri için en yakın müttefiğini nasıl da kullanabildiğini açıkça göstermektedir.
Tarihte U-2 Krizi diye bilinen olay, İncirlik merkezlidir.
U-2 Krizi, 1960 yılının Mayıs ayında Sovyet toprakları üzerinde bir U-2 casus uçağının düşürülmesi üzerine çıkan ve Sovyet- Amerikan ilşkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak Soğuk Savaşı şiddetlendiren olaya denir. ABD’nin Türkiye dahil bazı NATO ülkelerinden kalkan uçaklarının faaliyetlerinin yarattığı bir olaydır ve yalnız doğu ve batı blokları açısından değil Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuştur.
Dünya, U-2 olayını 3 Mayıs 1960’ta SSCB lideri Nikita Kruş- çev’in Sovyet hava sahasında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs 1960’ta düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD, bu uçağın casus uçak olmadığını, açık hava sağnaklarını inceleyen bir meteoroloji uçağı olduğunu iddia etti.
Kruşçev, 5 Mayıs 1960’ta verdiği ikinci demeçte, ABD ve SSCB arasında zirve toplantısı yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği’ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin söz konusu zirve toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği’nin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir edileceğini ifade etmiştir. Bu sözler Türkiye’ye doğrudan bir tehdit niteliği taşıyordu.
Bu noktaya kadar SSCB, U-2 uçağının pilotunun sağ olduğunu gizli tutuyordu. Bu durumun açıklanması üzerine ABD, uçağın bir meteoroloji uçağı değil, Sovyetler Birliği hakkında bilgi toplayan bir casus uçak olduğunu kabullenmek zorunda kaldı.
ABD, Rusya üzerinde gizli uçuşlar yapan Adana’daki U-2 casus uçaklarını,
Türk resmi makamlarına, NASA’nın bir sivil programında meteoroloji
araştırmalarında görevli oldukları yönünde yanıltıcı bilgi vermiş.
İlgili belgede “Faaliyetler, Türkiye’ye NASA sivil programının
son bölümü olarak açıklanacak.” deniyor.
Türkiye, ABD’nin kendi toprakları üzerindeki üsleri yine kendisini tehlikeye atacak şekilde kullanabileceğini görmüş; bu konuda ABD ile yapılan temaslar ise sonuçsuz kalmıştır.®
Krize Rağmen Aldatma Devam Etti
SSCB’yle yaşanan U-2 Krizi 1 Mayıs’ta yaşanmış ve bu uçakların meteoroloji uçağı değil, casus uçak olduğu açıklanmış olmasına rağmen, olaydan bir ay sonrasına ait bir belgede, Türkiye’nin yanıltılmaya devam edildiğini gösteriyor. 7 Temmuz 1960 tarihli ve “U-2 Sığınakları” başlıklı bir belgede şunlar yazıyor:
“U-2’nin, Sovyetlerin yakınındaki müttefiklerin topraklarında yer alan sığınaklardan SSCB’ye karşı görülebilir gelecek içerisinde operasyon yapılmasına izin verilmeyeceği tahmin ediliyor. Hatta Türk Hükümeti karşı çıkmasa da ve herhangi bir itiraz ortaya koymasa da, Türkiye gibi müttefikleri, Sovyetlerin karşı harekat risklerine maruz bırakmanın, ABD’nin çıkarlarına uygun olmayacağına dair düşünce var. Ama Sovyet hava alanına nüfuz etmeyen çevresel misyonların ya da Komünist Çin üzerindeki uçuşlarının sınırlandırılması düşünülmüyor. Adana-Türkiye’deki U-2’nin gelecek birkaç ayda, en önemli görevi sadece hava keşif uçuşları olacak. Faaliyetler, Türkiye’ye NASA sivil programının son bölümü olarak açıklanacak. Türkiye ’de şu anda bulunan U-2 ’lerin beş tanesinden ikisi hemen ABD’ye dönecektir. Geri kalan üç tanesi aşağı yukarı 4 ay boyunca şu anki gizlilik altında NASA programını tamamlamak için Adana’da kalacaktır. Bu işlerden sonra onlar da ABD’ye dönecek; iki ya da üç tanesi farklı bir Avrupa ya da Yakındoğu sığınağına yeni gizlilik altında yeniden konuşlandırılacaktır. ”
Bu belge, Amerika’nın Türk topraklarını ve Türk idarecilerini, kendi çıkarları için nasıl kullandığını ortaya koyuyor.
Bundan tam 50 yıl öncesine ait, 12 Ocak 1961 tarihli bir başka belgeye göre; U-2 casus uçakları ve diğer yollarla elde edilen fotoğrafları incelemek üzere kurulan ABD Fotoğraf Analiz Merkezi, 140 CIA yetkilisi, 100 Kara Subayı, 10 Deniz Kuvvetleri Subayı ve 7 ile 15 arası Hava Kuvvetleri subayından oluşan müşterek bir girişimdi. Merkez, CIA idaresi altında müşterek operasyon faaliyeti sürdürüyor ve daha çok U-2 casus uçak fotoğrafçılığıyla uğraşıyordu.
Fotoğraf istihbaratı büyük politik öneme sahipti ve Washington teşkilatlarının ortak ilgisinin bir sonucuydu. Beş yıllık operasyon boyunca, Merkez, hayatları boyunca fotoğraf istihbaratı yapmaya niyetli bir grup uzman yetiştirdi. Merkez beş yıl boyunca tek bir açık vermeden sayısız operasyon yaptı. Bu operasyonlar sonucu elde edilen bilgilerin bir kısmı Dışişleri Bakanlığı için hayatî derecede önemliydi. Belge şöyle devam ediyor: “2. Dünya Savaşı esnasında en iyi keşif uçağından elde ettiğimiz bilgilerden bu yana, dünyadan 200 mil yukarıdan çekilmiş fotoğraflardan en fazla bilgi elde ettiğimiz bir yıldayız.”
Amerika 43 yıl önce, 7 Kasım 1963 tarihinde de CIA Bilim ve Teknoloji İkinci Başkanlığı’nın koordinasyonu altında “Yabancı Füze ve Uzay Analiz Merkezini (EMSAC)” kurdu, başkanlığına da Carl Duckett atandı.
Amerikan İstihbaratının Uzay Araştırmaları
Amerikan istihbaratı en az riskle en çok bilgi toplamak istiyor ve bunun için özel, yüksek irtifalı uçakların gelişimini talep ediyordu. Gizlice çekilmiş binlerce hava fotoğrafı geniş Sovyet yapılanmasının kritik analizini verecekti. Sovyetlerin yolunu kesmek için operasyonların zamanında yapılması gerekiyordu. Projenin amacı, gerekli bilgilere ulaşmak ve yeni keşfedilen Rus hedeflerinin analizini kapsamaktaydı. Amerika, Sovyet savaş düzeni hakkında fazla bilgi ve erken uyarı sistemlerinin, ani saldırılara karşı savunma gücünü artıracağını düşünüyordu. Bu işleri başarmak, teknolojik ve bilimsel alanda en iyisini elde etmek için üniversitelerden, ordu
kuvvetlerinden, devlet kuruluşlarından seçilmiş uzmanları görev gücüne dahil etmek, projenin ayrıntılarında detaylarıyla ele alındı.
CIA Başkanı’na gönderilen 5 Kasım 1954 tarihli konuyla ilgili bir yazıda şunlar belirtiliyordu: “Büyük güçlerden biri büyük ekonomiyi, askeriyeyi, bir başka büyük gücün iç bölgesindeki politik faaliyetleri önemsemezse, barış her zaman tehlikededir. Bu önemsememe, hem saldırı hem de savunma için bazı operasyonlara sebep olabilir ve bu, bir ulusun tansiyonunu artırabilir. Ne yazık ki, daha olgun, daha medeni ve daha sorumlu olması gereken ve Rusya’da ne olup bittiğini bilmesi gereken ABD’dir. Eğer Rusya’nın faaliyetlerini önemsemezsek barışı sürdürme sorumluluğunu yerine getiremeyiz.”
Hava fotoğrafları bilgi elde etmek için en güçlü araç olsa da Rusya üzerinde uçmak çok tehlikeliydi. 1954 yılına kadar olmadı ama Amerikan casus uçakları radarlara yakalanabilir, belki uçaklara saldırı olabilir ve de yok edilebilirlerdi. Dolayısıyla yoğun hava uçuşlarının ortaya çıkaracağı riski ve savaş ihtimalini hiçbir devlet adamı üstüne alamazdı. Uzun bir zamandır Amerikan Hava Kuvvetleri bir keşif programı olarak uçuş programları üzerinde çalışıyor ve bu amaçla dizayn edilmiş uçaklar için çeşitli teklifler düşünülüyordu.
Diğer taraftan, endüstriyel gelişme, stratejik hedefler konusunda belli bilgiler elde edildiğinde, CIA’a bir sivil kuruluş olarak (Hava Kuvvetleri’nin de yardımıyla) seçilmiş uçuş programları yapmaları tavsiye edildi. Lockheed hava şirketi bu tip uçuşlar için jet gücünde planör geliştirdi. Bu aracın dizaynını, binasını, maketini, gizli testlerini, olağanüstü durumlardaki bakımlarını ve CIA’ın önemli faaliyetleri için hazır hale getirme sorumluluğunu Lockheed firması üzerine aldı. Lockheed süper planörü 70.000 feet de uçabilecek kapasiteye sahipti. Bu, Rusya’nın yolunu kesebilir ve yakalanma riskini sıfıra indirirdi. Uçağın kendisi çok hafif, silahsız ve askerî faydadan uzaktı. Eğer Ruslar bir şekilde bunu yakalayıp, kimliğini belirleseler bile bu durum, Rusları aşağılamış olacaktı.
Sinop'ta (1954) ABD Ulusal Güvenlik Ajansı NSA'ya ait Sinyal istihbaratı istasyonu. ABD, bu istasyon üzerinden, Hazar Denizi'nin hemen üzerinde bulunan Rus Kapustin Yar füze test tesislerini dinledi. (Foto: NSA)
Uçağın birinci görevi fotoğraf, ikinci görevi elektronik istihbarat yapmaktı. Rusya üzerinde yapılacak ABD casus uçuşları belirli bir program dahilinde ve bir disiplin içinde yapılmalıydı. Çünkü güvenlik içinde uçuş fırsatı sadece birkaç yıl sürebilirdi. Zira istihbarat kaynaklarından gelen bilgilere göre, Ruslar, 70 bin feet yüksekten uçan bu jet planörü tespit edecek radarları geliştirmek üzereydi.
AQUATONE operasyonları sayesinde, taranması kararlaştırılan 643.600 km2’lik detaylı alanın 24.133 km2’lik kısmı Temmuz 1956’da bitirildi ve daha önce Amerika tarafından bilinmeyen havaalanları, askerî eğitim kampları, şüpheli görünmeyen endüstri kompleksleri açığa çıkarıldı. Faaliyetleri şüpheli önemli tesislerin listesi de yapıldı. Sovyetler Birliği içinde 130 havaalanı keşfedildi ve AQUATONE sayesinde fotoğraflar aracılığıyla 60 kırsal alan incelendi. Proje müdürüne yazılan yazıda yer alan şu cümleler oldukça önemli: “Beş operasyon görevi gösterdi ki önemli konular üzerine bugüne kadar yürüttüğümüz tahminler ciddi manada yanlış olabilir ve bizim ulusal güvenlik politikalarımızın özünü oluşturan tahminler yanlış varsayımların projeksiyonu olabilir. Sonuç olarak ulusal güvenlik politikamız iflas edebilir. Bu açıdan bakınca, AQUATONE planını uygularsak uluslararası ilişkilerimize yöneltilen tehditleri azaltabiliriz.”
Bu ifadeden de anlaşılacağı gibi hava fotoğrafçılığı sayesinde Amerika, Sovyetler hakkında, çok ciddi bilgiler elde etti. CIA’da şu bir kuraldı adeta: “Tahmin etmek, bilmediğinizde ve öğrene- mediğinizde yaptığınız şeydir.”
ABD, Gerekirse Neler Yapabilir?
ABD, 11 Eylül’ün Provasını 1962’de Yapmış!
ABD, Küba’ya yapacağı askerî saldırıyı haklı çıkarmak ve buna kamuoyu desteği almak için 49 yıl önce bir provokasyon planı hazırlamış, ama uygulamaya koyamamış. 11 Eylül olayları ve sonrasındaki gelişmeler, 1962 tarihli ve “Northwoods” kod adlı bu gizli planla birebir örtüşüyor. ABD, kendi kontrolündeki “Guantanamo Üssü içinde ve civarında, gerçekten düşman Küba kuvvetleri tarafından yapıldığı görüntüsü verilmiş, iyi koordine edilmiş aşağıdaki olaylar serisi”ni planlıyor:
İşte Plandan Başlıklar:
(Amerikan kontrolündeki Guantanamo) Üs(sü) dışından üs içerisine top atışı, bazı tesislerin hasar görmesi, liman girişi yakınında gemilerin batırılması...
Guantanamo Körfezi’nde bir ABD gemisini havaya uçurabilir ve Küba’yı suçlayabiliriz.
Amerikan gizli askerî belgeleri, 11 Eylül 2001’de New York ve Washington’a uçaklarla düzenlenen saldırıların, aslında 49 yıl önce ABD’nin Küba’yı provoke ederek savaş çıkartmak için yaptığı ama o dönemde uygulayamadığı bir plandan esinlenilerek kopya edilmiş olması ihtimalini gündeme getirdi. Provokasyon planı ile ilgili yayınlanan makale ve belgeler, bu planda 11 Eylül saldırılarını ve sonrasını andıran birçok provokasyon metodu olduğunu ortaya çıkartıyor.
Konuyla ilgili belgeler, 11 Eylül olaylarıyla beraber, Bush yönetiminin Irak’a saldırıya gerekçe olarak öne sürdüğü ve zaten inandırıcı bulunmayan delillerin ne kadar gerçek oldukları üzerinde bir kez daha kuşkulara neden oluyor. 1960’ların başlarında, ABD’nin üst düzey askerî liderlerinin hazırladıkları, Amerikan şehirlerinde de masum insanların ölümüne sebep olacak terörist eylemler yoluyla kamuoyunda Küba’ya karşı savaşa destek sağlanmasını etkilemeye yönelik “uygulanmamış” ve uzun yıllar sonra ortaya çıkarılmış gizli bir askerî plan olan Northwoods Operasyonu, birçok yönüyle 11 Eylül 2001’de New York ve Washington’a düzenlenen intihar saldırılarına benziyor. CIA ile işbirliği içinde hazırlanmış bu plan, dikkatle incelendiğinde, uzun yıllar sonra genişletilerek adeta 11 Eylül 2001 günü ABD’de uygulamaya koyulduğu izlenimi veriyor.
Kod ad “Northwoods Operasyonu” olan bu gizli planın, özellikle 11 Eylül’ü hatırlatan noktaları şunlar: “Kübalı siyasî sığınmacılara suikastler düzenlenmesi, Kübalı mültecilerin hıncahınç doldurdukları bir geminin, açık denizde batırılması, uçak kaçırma, ABD gemilerinin havaya uçurulması ve özellikle ABD şehirlerinde sürekli bir terör dalgasının estirilmesi.. ”
Bu gizli Northwoods Operasyonu’nda geçen şu ifadeler, iyice düşünüldüğünde 11 Eylül’e rahatlıkla uyarlanabiliyor: “Uzaktan kumanda edilen uçak, kalkıştan sonra gerçek uçak ile Florida’nın güneyinde buluşmak üzere programlanmış olacak. Randevu noktasında yolcuları taşıyan uçak minimum irtifa seviyesine alçalarak doğrudan Eglin Hava Üssü’ndeki destek sahasına inecek ve burada yolcuların tahliyesi yapılacak ve uçak orijinal haline geri döndürülecek. Uzaktan kumanda edilen uçak ise bu arada uçuş planına göre uçmaya devam edecek. Uçak Küba üzerindeyken, uluslararası tehlike frekansında, uçağın Küba MIG uçaklarının saldırısına uğradığını ifade eden bir “MAY DAY” (İmdat) mesajı gönderecek. İmdat çağrısı uçağın imha edilmesiyle birlikte, kesintiye uğrayacak.”
Operasyonda sahnelenebilecek olaylar şöyle devam ediyor: “Küba sularında uzaktan kumanda edilen (insansız) bir gemiyi havaya uçurabiliriz. Benzeri bir olayı Havana yakınlarında veya Santiago’da da düzenleyebilir ve bunu Küba’nın havada, denizde veya her ikisinde birden yaptığı bir saldırı sonucu meydana gelen hayret verici bir olaymış gibi yansıtabiliriz.”
11 Eylül’den sonra ABD ve tüm Batı dünyasında kabaran öfke dalgası, özellikle Müslümanlara ve geneldi İslama karşı yürütülen kampanya, hatta bütün “Asyalılara” karşı ayrımcılığın başlaması, intihar saldırıları ile birlikte, medya aracılığıyla yaratılan “ulusal öfke dalgalanması” adeta Northwoods’tan alınıp uygulamaya konulmuş gibi.
Küba’da askerî devrim yoluyla yeni işbaşına gelmiş Komünist Fidel Castro Hükümeti’ni devirmek, ABD halkını ve uluslararası kamuoyunu Küba’ya askerî bir müdahalenin gerekliliğine inandırmak maksadıyla planlanan bu operasyonun detaylarının yer aldığı “Body of Secrets” kitabının yazarı James Bamford'a göre plan, Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı NSA ile bağlantılı değil. Plan, o sırada ABD Başkanı bulunan John F. Kennedy’nin Savunma Bakanı Robert McNamara ile Ortak Komutanlık (Joint Chiefs of Staff) olarak adlandırılan ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın onayına, Mart 1962’de sunulmuş. Ancak sivil otorite tarafından plan reddedilmiş ve yaklaşık 40 yıl boyunca da, tozlu arşivlerde saklı kalmış.
Ortak Komutanlık belgelerinde, meşhur astronot John Glenn’in, suçu komünist Kübalılara atılmak üzere öldürülmesi planı dahi var. Northwoods Operasyonu, Amerikan üst düzey askerî liderliğinin, ABD kıyılarına sadece 90 mil uzaklıkta bulunan Küba Adası’nda, 1959’da iktidarı ele geçiren Batı Yarımküresi’nin ilk komünist lideri Castro’yu devirme arzusuyla hareket ettiğini ortaya koyuyor.
1961’de gerçekleştirilen CIA destekli meşhur Domuzlar Körfezi Çıkarması, büyük bir bozgunla sonuçlanmıştı. CIA’in eğittiği ve silahlandırdığı sürgündeki Kübalı muhalifler -ABD bugün de Iraklı muhalifleri destekliyor ve onlara Macaristan’da silahlı eğitim veriyor- Küba Adası’na gönderilmiş, ancak daha iktidar deviremeden yakalanmış ve öldürülmüşlerdi. Bamford, bu yüzden, Northwoods Operasyonu’nda Amerikan ve uluslararası kamuoyu desteğinin gerekliliğinin vurgulandığına işaret ediyor.
Northwoods Operasyonu’nda imzası bulunan en üst düzey görevli, o sırada Ortak Komutan (Genelkurmay Başkanı) olan, Eisenhower’ın atadığı General Lyman L. Lemnitzer idi. Lemnitzer, 13 Mart 1962’de, Savunma Bakanı McNamara’ya, Northwoods Operasyonu’nun askerler tarafında idare edilmesini tavsiye eden bir dilekçe ile başvurmuş. McNamara’nın, yapılan toplantıda bu planı reddedip etmediği bilinmiyor. Bamford’un yazdığına göre, toplantıdan üç gün sonra, ABD Başkanı Kennedy, Lemnitzer’e, doğrudan, Küba’yı almak için güç kullanmanın gerçekten mümkün olmadığını söylemiş. Lemnitzer, birkaç ay içinde başkanlıktan feragat etmiş ve görev yeri değiştirilmiş. Bu gizli plan, aynı zamanda askerî liderliğin, sivil otoriteye olan itimatsızlığının da bir göstergesi sayılıyor.
Konuya ilişkin belgelerin tercümesi şöyle:
Belgelerin Tam Tercümesi
Küba’ya ABD Askerî Müdahalesini
Haklı Çıkarmak İçin Bahaneler
(Not: Aşağıdaki eylemin gidişatı, yalnızca planlanan amaçlar için uygun olan başlangıç niteliğindedir. Bunlar, ne kronolojik olarak, ne de yükselen sıra ile dizilebilir. Diğer ajanlıklardan gelen benzer girdilerle birlikte, bunlar; ayrı, bütünleşmiş, zaman-aşamalı bir planın geliştirilmesi için bir hareket noktası elde etme niyetindedirler. Böyle bir plan, gittikçe artan, ABD’nin Küba’ya askerî müdahalesini haklı çıkarma elverişli hedefine dirençli bir şekilde ulaştırmak için tasarlanmış ilişkili eylemler, genel durum içindeki bireysel projelerin geliştirilmesine izin verir).
Küba’ya ABD askerî müdahalesi için örtülü ve hileli, Görev 33 c’ye cevap niteliğinde geliştirilmekte olan, ihtiyaç duyulan başlangıç niteliğindeki eylemleri içeren bir planı temel alan meşru provokasyonları kullanmak arzu edilebilir görüldüğünden, Kübalıların tepkisini provoke etmek için ilk çaba olarak icra edilebilir. Kübalıları yakında olacak işgale inandırmak için usanç artı aldatıcı eylemler. Planın uygulanması ile, Kübalılar karşılık verirse, askerî pozisyonumuz, tatbikattan müdahaleye, hızlı bir değişim gösterecektir.
Guantanamo Üssü içinde ve civarında, gerçekten düşman Küba kuvvetleri tarafından yapıldığı görüntüsü verilmiş, iyi koordine edilmiş olaylar serisi planlanacaktır.
a- İnandırıcı saldırıları kanıtlamak için (planlanacak) olaylar (kronolojik olmayan sıra ile):
Söylentiler çıkarmak (birçok). Gizli radyo ile.
Üniformalı dost Kübalıları karaya çıkartarak, tel örgülerin ötesinden, Guantanamo Üssü’ne bir saldırı sahnelemek.
(Guantanamo) Üs(sü) içinde, (dost) Kübalı sabotajcıların ele geçirilmesi.
(Guantanamo) Üs(sü) ana girişi yakınında, isyanlar çıkartmak (dost Kübalılar).
(Guantanamo) Üs(sü) içerisindeki cephaneliği havaya uçurmak; yangın çıkarmak.
Hava üssündeki uçakların yakılması (sabotaj).
(Guantanamo) Üs(sü) dışından üs içerisine top atışı. Bazı tesislerin hasar görmesi.
Denizden veya Guantanamo City çevresinden sızan suikast timlerinin ele geçirilmesi.
Üsse hücum eden milis gruplarının ele geçirilmesi.
(Guantanamo Üssü) Liman(ın)daki gemileri sabotaj; büyük yangın-yanıcı petrol.
Liman giriş yakınında, gemilerin batırılması. Sahte kurbanlar için cenaze törenleri düzenlemek [(10)uncu maddenin yerine bu olabilir].
b- ABD, sularını ve güç kaynaklarını emniyete almak için savunma operasyonları gerçekleştirerek, üssü tehdit eden havan saldırılarına top ateşi açarak karşılık verir.
c- Büyük ölçekteki ABD askerî operasyonu başlar.
Bir “Maine’i hatırla” olayı birkaç şekilde ayarlanabilir.
a- Gunatanamo Körfezi’nde bir ABD gemisin havaya uçurabilir ve Küba’yı suçlayabiliriz.
b- Küba sularında uzaktan kumanda edilen (insansız) bir gemiyi havaya uçurabiliriz. Benzeri bir olayı Havana yakınlarında veya Santiago’da düzenleyebilir ve bunu Küba’nın havada, denizde veya her ikisinde birden yaptığı bir saldırı sonucu meydana gelen hayret verici bir olaymış gibi yansıtabiliriz. Küba uçakları veya gemilerinin varlığı, sadece geminin orada bulunma amacını soruşturmak ve herhangi bir saldırıya uğrayıp uğramadığına dair büyük ilgi uyandıracak bir iz aramak içindir. Olayın Havana veya Santiago’ya yakınlığı, patlamayı duyan veya yangını gören kişilerin olabileceği konusunda güvenilirlik vermektedir. Birleşik Devletler, bu olayı takiben, Amerikan askerlerinden oluşan bir ekiple, havadan ve denizden kurtarma operasyonu düzenleyip, (gerçekte var) olmayan mürettebattan hayatta kalanları tahliye etmeye çalışabilir. ABD gazetelerindeki zayiat listeleri, ulusal bir öfkenin dalgalanmasına yardımcı olabilir.
Miami, Florida ve hatta Washington’da, bir “komünist Küba terörü” kampanyası geliştirebiliriz.
Bu terör kampanyası, ABD’de kendilerine sığınacak bir yer arayan Kübalı mülteciler (problemine de) dikkat çeker. Bir gemi dolusu Kübalı’yı Floradi açıklarında batırabiliriz (gerçekten veya taklit ederek). ABD’deki Kübalı mültecileri canlı bomba olmaya teşvik eder, hatta yaralanma olaylarını genişçe reklam edebiliriz. Dikkatlice seçilmiş yerlerde birkaç plastik bombayı patlatıp, Kübalı ajanları tutuklar, olayla Küba’nın ilişkisini kanıtlayan hazırlanmış dokümanlar piyasaya sürülür ve böylece bu da sorumsuz (Küba) hükümeti düşüncesi tasarısına yardımcı olur.
“Küba merkezli, Castro destekli” bir başı bozuk (hükümetinden bağımsız olarak komşu ülkeye karşı isyancı askerî hareketlerde bulunan biri), komşu Karaip ülkelerinden birine karşı korsanlık sahneleyebilir (14 Haziran’da Dominik Cumhuriyeti’nin işgaline benzer bir karakterde). Castro’nun gizlice Haiti, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala ve Nikaragua’ya ve muhtemelen diğer ülkelere karşı gizlice, iktidarları devirmeye yönelik çabaların arkasında bulunduğunu biliyoruz.
Bu çabalar büyütülebilir ve bunları ifşa etmek için yenileri eklenebilir. Örneğin, Dominik Cumhuriyeti Hava Kuvvetleri’nin, ulusal hava sahasına izinsiz girişler konusundaki hassasiyetlerini, menfaatimize kullanabiliriz. “Kübalı” B-26 veya C-46 tipi uçaklar gece, şeker kamışı tarlalarında büyük yangınlara sebep olan ânî baskınlar yapabilir. Sovyet Bloğu bu yangınlardan sorumlu tutulabilir. Bu, Dominik Cumhuriyeti’ndeki komünist yeraltı örgütüne “Küba’dan” gönderilen mesajlarla birleştirilebilir ve “Küba” gemilerine yüklenen cephanelikler bulunabilir veya Dominik sahillerinde ele geçirilebilir.
ABD’li pilotlar tarafından kullanılan MIG tipi uçaklar, ek bir provokasyon (imkânı daha) sağlayabilir. Sivil hava sahasının aralıksız tacizi, deniz üzerinde seyreden gemilere yapılan saldırılar ve uzaktan kumanda edilen pilotsuz ABD askerî uçaklarının MIG tipi uçaklar tarafından imhası, eylemleri tamamlamakta yardımcı olur. Gereken şekilde boyanmış bir F-86, uçak yolcularını bir Küba MIG’i gördüklerine dair ikna edebilir, özellikle yolcu uçağının pilotu, bu yönde bir anons yapabilir. Bu öneriye birincil engel olarak, uçağı elde etmekteki veya değişikliğe uğratmaya dair uçağın yapısında bulunan, güvenlik riski gözükmektedir. Bununla birlikte, MIG’in uygun kopyaları ABD tarafından ustalıkla, üç ay içerisinde üretilebilir.
Sivil hava sahasında uçak kaçırma girişimlerinde; yüzey tarama uçağı, Küba Hükümeti tarafından göz yumulan tecavüz ölülerine devam ediyor görünmelidir. Aynı zamanda, uçak, Küba’nın sivil ve askerî hava sahasından çıkmasını teşvik edici olmalıdır.
Bir Küba uçağının, ABD’den Jamaika, Guatemala, Panama veya Venezuela’ya gitmekte olan (charter uçuşlu) sivil bir uçağa saldırıp düşürdüğüne dair, ikna edici gösterilerle bir olay yaratmak mümkündür. Sadece Küba’ya kesişen rotadaki uçuş planı, uçağın gidiş yönü olarak seçilecektir. Yolcular, tarifesiz charter uçuşlarını tercih eden, tatil amaçlı yola çıkan bir grup kolej öğrencisi veya ortak bir ilgileri bulunan bir grup insandan oluşabilir.
a- Eglin Hava Üssü’ndeki bir uçak, Miami bölgesindeki CIA resmî teşkilâtına ait kayıtlı bir sivil uçağın gerçek bir kopyası gibi, boyanıp numaralanabilir. Belirlenen uygun bir zamanda, bu kopya, asıl uçağın yerine geçirilerek, hepsi de dikkatlice hazırlanmış takma adlar bulunan seçilmiş yolcularla doldurulabilir. Gerçek uçak, uzaktan kumanda edilen bir uçağa dönüştürülür.
b- Uzaktan kumanda edilen uçak, kalkıştan sonra gerçek uçak ile Florida’nın güneyinde buluşmak üzere programlanmış olacak. Randevu noktasında yolcuları taşıyan uçak minimum irtifa seviyesine alçalarak doğrudan Eglin Hava Üssü’ndeki destek sahasını inecek ve burada yolcuların tahliyesi yapılacak ve uçak orijinal haline geri döndürülecek. Uzaktan kumanda edilen uçak ise bu arada uçuş planına göre uçmaya devam edecek. Uçak Küba üzerindeyken, uluslararası tehlike frekansında, uçağın Küba MIG uçaklarının saldırısına uğradığını ifade eden bir “MAY DAY” (İmdat) mesajı gönderecek. İmdat çağrısı, uçağın imha edilmesiyle birlikte, kesintiye uğrayacak. Bu da, ABD’nin olayı “inandırıcı kılmayı” denemesi yerine, Batı Yarımküresi’ndeki ICAO’ya ait (Uluslararası Sivil Havacılık Teşkilatı) radyo istasyonlarının ABD’ye, uçağa ne olduğunu bildirmelerini sağlayacak.
Bir olay yaratarak, bunu komünist Küba MIG’lerinin, kışkırtılmamış bir saldırısı olarak, uluslararası sularda uçan bir USAF (ABD Hava Kuvvetleri) uçağını imha etmiş gibi göstermemiz mümkündür.
a- Aşağı yukarı 4 veya 5 F-101 uçağı Florida’daki Homestead Hava Üssü’nden, Küba civarına gönderilecek. Görevleri, zıt yönde olacak ve Güney Florida’daki hava savunma tatbikatı için soyutlanmış bir uçağı taklit (simüle) edecek. Bu uçaklar, bu uçuşların sık aralıklarla tekrarlanmasında yol gösterecektir. Mürettebat, Küba sahillerine en az 12 mil uzakta kalmaları yönünde bilgilendirilir, bununla birlikte, onlar, Küba MIG’lerinin düşmanca hareketleri olduğu takdirde, cephane taşıma işini icra etmeyi talep edebileceklerdir.
b- Böyle bir uçuşta, önceden bilgilendirilmiş bir pilot, Charley’nin (C harfi, telsiz konuşmalarında C harfi için kullanılan kod ismi veya özellikle Vietkong -dolayısıyla Küba askerleri için Amerikan askerî argosunda kullanılan kod-) en son noktasına kadar (diğer) uçaklarla arasındaki mümkün olan fazla mesafeyle uçar. Küba adasının yakınlarındayken pilot, MIG’ler tarafından gafil avlandığını ve düşmekte olduğunu haber verir. Ardından başka hiçbir çağrı yapılmaz. Pilot, bu sırada doğrudan batı yönüne, en düşük irtifada uçar ve güvenilir bir alana, Eglin destek sahasına iniş yapar. Uçak burada uygun kişiler tarafından karşılanır, uçağa gerekli araç gereçler yüklenir ve yeni bir kuyruk numarası verilir. Takma bir ad altında görevini tamamlayan pilot; eski kimliğine ve normal işine geri döner. Pilot ve uçak ardından ortadan kaybolmuş olur.
c- Uçağın tahminen vurulup düşürüldüğü zamanda, bir denizaltı veya küçük bir yüzey tarama uçağı, Küba sahillerinin aşağı yukarı 15-20 mil yakınlarında F-101 parçaları, paraşüt veya benzeri bir şeyler arayacaktır. Homestead Hava Üssü’ne dönen pilotlar ise bildikleri kadarıyla gerçek bir hikaye anlatacaklardır. Arama gemileri ve uçakları gönderilecek ve uçağın parçaları bulunacaktır.”
Uygulamaya konmamış bu plan, 11 Eylül saldırılarının nasıl ve hangi maksatla sahnelenmiş olabileceği hakkında yeterince bilgi vermektedir.
Bu bölümde Amerikan istihbarat birimlerinin yapısını ve çalışma şekillerini, müdahaleye “gerekçe” oluşturmak için neler yapabileceklerini, bilimsel istihbarata verdikleri önemi belgeleriyle izah ederek, aynı yapının İran’da neler yapmış olabileceği hakkında zihinlerde bir resim oluşturmaya çalıştım.
Şimdi Çizme Operasyonu’na geçebiliriz.
Dipnotlar
1- http://tr.wikipedia.org/wiki/U-2_Krizi
2. bölüm
İran’da darbeye nasıl gelİndİ?
İran, 1949 yılını yaşamaya, provakatif bir suikastle başladı.
4 Şubat 1949 günü, İran Şahı, Hukuk Fakültesi’nin kuruluş yıldönümü münasebetiyle yapılan törende hazır bulunmak üzere üniversitenin kapısında otomobilinden indiği sırada Komünist Tudeh Partisi mensubu olduğu iddia edilen “Fahir” adında birinin tabanca ile hücumuna uğradı ve suikastçının iki el ateş etmesiyle çıkan kurşunlardan hafifçe yaralandı. Şehinşah, ilk tedavisi yapıldıktan sonra, derhal Saray’a götürüldü. O gün akşamdan itibaren başkent Tahran’da sıkıyönetim ilan edildi ve sokağa çıkma yasağı konuldu.
Ertesi gün Askerî İdare; Hükümet ve Parlamento’nun da onayı ile Komünist Tudeh Partisi’ni yasadışı ilan etti. Tudeh üyeleri “ihtilalci komünist ideolojisini öğrenciler ve gençlik arasında yaymakla” itham edildiler. Rusya destekli bu partinin ileri gelen üyeleri, polis tarafından tevkif edildi. Tevkif edilmemiş olan Tudeh üyeleri panik halinde kaçtılar. Şah’a ateş ettikten sonra kendisine muhafızlar tarafından fena halde işkence yapılan suikastçi, aldığı yaralardan öldü. Suikat sebebiyle, dinî ihtilalci mahiyet taşıyan hareketin başkanı Molla Kasım Kaşhani de tevkif edildi. Tahran’da 20 gazete kapatıldı, 10 gazeteci hapse atıldı. Suikast, muhalefetin susturulması için iyi bir gerekçe olmuştu.
Şah, suikastin arkasında Rusya’nın bulunduğundan şüpheleniyordu. Şah’ın adamlarından Dr. Hegbal’ın Rusya’yı suçlayan açıklamaları Moskova’yı çıldırttı. Ancak Kremlin’in baskısı üzerine Şah geri adım attı ve İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan resmî bir tebliğde şu ifadeler yer aldı: “Dr. Hegbal tarafından parlamentoda verilen izahat, Sovyet Rusya’nın Tahran Elçisi tarafından yanlış yorumlanmıştır. Dr. Hegbal, bu beyanatta Şah’a yapılan suikast hakkında parlamento üyelerine sadece izahat vermek istemiştir.” Dışişleri’nin açıklamasının devamında, İran’ın Rusya ile iyi ilişkiler kurma arzusunda olduğu da bildiriliyordu.
Rusya, İran’da faaliyet gösteren Amerikalılardan son derece rahatsızdı ve bunların sınırdışı edilmesi için hem Şah’a baskı yapıyor hem de basın yayın yoluyla bu Amerikalıların, Rusya’ya karşı ajanlık yaptığını yayıyordu. Moskova’nın bu çabaları Amerika’nın canını sıkıyordu. Amerikan Dışişleri Bakanı Dean Acheson, “Moskova propagandasının bu konudaki imaları doğru değildir. Amerika, hiç kimseye karşı bir harp planı hazırlamamıştır. Bu memleket harpten nefret etmektedir.” diyordu.
1949 yılının Mart ayı itibariyle, İran’da bulunan, General Evens’in komutasındaki 40-50 kişilik Amerikalı askerî bir heyet, resmî belgelerde ifade edildiğine göre, “muharip kuvvetlerle hiçbir alakası olmayan ve yalnız İran Askerî Levazım İşleri’yle meşgul” olan bir heyetti. Albay Pierce’in idaresinde 12 subaydan oluşan diğer grup ise İran jandarmasının eğitimiyle ilgileniyordu. Amerikalılara göre, bu faaliyetler gayet “masum”du. Ancak Ruslar böyle düşünmüyordu.
Hem Amerikalıların faaliyetleri hem de suikast sonrası Komünist Tudeh Partisi ileri gelenlerinin tutuklanması ve bu partiye ait bazı yayın organlarının kapatılması üzerine, Moskova harekete geçti. Önce birkaç Rus savaş uçağı, İran topraklarına girip Azerbaycan vilayeti istikametinden Irak’ın kuzeydoğu hududu ve Banen adındaki Irak hudud köyü üzerinden geçerek güneybatı istikametine doğru uçup gözden kayboldular. İran ordusu uçak savar bataryaları, Sovyet uçaklarına ateş açtı ama isabet ettiremedi.
Kremlin daha sonra da, İran’daki Büyükelçisi Ivan Sadchikov’u Moskova’ya çağırdı. İran da buna misilleme yaptı, Sovyetler Birliği’ndeki Büyükelçisi Sayah’ı Tahran’a çekti. Kremlin’in kızgın yöneticileri bir türlü sakinleşemiyordu. Büyükelçi’den sonra Kuzey İran’ın petrol eyaleti Güney Azerbaycan’ın başkenti Tebriz’deki Sovyet Başkonsolosluğu da kapatıldı ve memurları Rusya’ya çağrıldı. Bu da yetmedi, Kuzey İran’daki diğer üç Sovyet Konsolosluğu da kapatıldı. Yaklaşık üç yıl önce, Rusya’da yalnız bir tek konsolosluğu olan İran Hükümeti, Sovyet Hükümeti’nden İran’daki 12 konsolosluğunun ekserisini karşılıklı anlaşma gereğince kapatması talebinde bulunmuştu.
Tam da bu günlerde, 1949 yılının 31 Mayıs sabahı saat 4:30’da Sovyet Dışişleri Protokol Müdürü, Moskova’daki Türk Büyükelçi- liği’ne telefon ederek, Moskova’dan Ankara’ya dönmek üzere yolda bulunan Türk diplomatik kurye Kurmay Yüzbaşı Fuad Güzaltan’ın 30 Mayıs günü saat 14:00 ile 14:15 arasında tek başına bulunduğu tren kompartımanında sağ şakağına bir kurşun sıkmak suretiyle intihara teşebbüs ettiğini ve kendisinin ağır yaralı olarak Soçi civarında bir hastahaneye kaldırıldığını söyledi. Yapılan ameliyata rağmen kurye kurtarılamayarak öldü ya da öldürüldü. Böylece Kremlin, Ankara’ya da bir uyarı sinyali göndermişti.
Rus uçaklarının İran hava sahasına bir uçtan girip diğer uçtan çıkmasından iki ay sonra, 19 Haziran 1949 günü, Washington “Düşman uçaklarının gelişini 500 kilometre mesafeden haber verebilecek özel bir radarla teçhiz edilmiş bulunan bir Lockheed- Constellation uçağının tecrübe uçuşu başarı ile neticelenmiştir.” açıklamasını yaptı. Bu günlerden tam iki yıl sonra bile, Türkiye, Amerika’dan gelecek katırları bekliyordu! Amerika’nın Sesi Radyosu, 9 Ağustos 1951 günü şu haberi yayınladı: “Amerika Birleşik Devletleri ordusu, Türk ordusuna yardım olarak gönderilmek üzere 3500 binek atı ile 2300 katır satın almaktadır. Satın alma muamelesine yakında başlanacaktır.”
Kremlin’in baskılarından bunalan İran Şahı’nın imdadına ABD Başkanı Truman yetişti. Şah, Tahran’dan Truman’ın özel uçağına bindi ve Amerika’da yaklaşık 1 ay sürecek bir geziye çıktı. Şah daha önce de Türk toprakları üzerinden İngiltere, Fransa, İsviçre ve İtalya’ya gitmiş ama Türkiye’ye gelmemişti. Bu durum, İstanbul basınında “Sık sık topraklarımızın üzerinden uçarak gezintilere çıkan Şah Hazretlerinin henüz bizi ziyaret etmek akıllarına gelmedi. Bizi tahattur buyursalardı kendilerini seven bir millet olduğumuzu ve tepeden görmeğe alıştıkları komşularının, Avrupa’da Rusya’dan sonra en kuvvetli orduya sahip bir devlet olduğunu görürlerdi.” şeklinde yorumlara sebep oldu.
İran, 1950 yılının 1 Mayıs günü, petrol tesislerini devletleştirdiğini tüm dünyaya ilan etti. Artık hem İngiltere, hem Amerika ve en önemlisi İran için, etkileri 50-60 yıl sonrasına tesir edecek yeni bir dönem başlıyordu.
Daha önce, İran’daki Amerikalı askerî heyetten rahatsız olan Kremlin, 1950 yılının Mayıs ayında, hedefine İran-Amerikan Petrol Şirketi memurlarını koydu. Radyo ile yayınlanan Sovyet notası İran Hükümeti’ne tevdi edildi. İran Kabinesi derhal toplantıya çağrıldı. Sovyet notasının bildirdiğine göre “Sovyet Hükümeti, İran-Amerikan Petrol Kumpanyası’na mensup memurlar tarafından çekilen resimlerin askerî kıymetlerinin büyük mikyası dolayısıyla endişeye düşmekte ve bunu Sovyet hududu için bir tehlike olarak telakki etmektedir.”
Rusya’nın baskıları, Tahran’da arzuladığı etkiyi yapmıştı. 7 Ekim 1950 günü, Ayan Meclisi’nin ikinci oturumunu merasimle açan İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi “Allah bizi harpten korusun!” diyordu. Bu arada 7 haftadan beri Rusya ile devam eden gizli görüşmelerin neticesi olarak İran-Rusya Ticaret Anlaşması imzaya hazırdı. Ayrıca İkinci Dünya Harbi’nden beri Moskova Devlet Bankası’nda bulunan İran altın ve dolarları meselesini ele alacak karma bir komisyon kurulması da kabul edilmişti. Rusya’dan İran’a tren yolu ile gönderilen şekerlerin ilk partisi de gelmiş ve boşaltma işlemine başlanmıştı. Bu sırada Amerika da harekete geçti. Bu gelişmelerden üç gün sonra, 10 Ekim 1950 günü, İran Başbakanı Razmara, parlamentoda verdiği beyanatta Amerikan Import-Export Bankası’nın İran’a yollarını ve tarımını ıslah etmesi için 20 milyon dolar borç vereceğini söyledi. Başbakanın ilave ettiğine göre, Sovyet Hükümeti ile yapılan ticaret görüşmeleri de tatmin edici surette devam etmekteydi.
1951 yılının Ocak ve Şubat aylarını sakin geçiren İran, 7 Mart günü yeni bir suikastle sarsıldı. Bu kez hedef, İran Başbakanı General Razmara’ydı. Tetikçi ise komünist değil bir İslamcıydı. General Razmara, camiye gitmeden önce kendisine suikast tertip edildiğinden haberdar edilmişti ancak konuyla ilgili elde daha fazla bilgi yoktu. 48 yaşında öldürülen General Razmara, İran Genelkurmay Başkanı idi ve 10 ay önce başbakanlığa getirilmişti. General Razmara Fransa’da Saint Cyr. Askerî Akademisi’nde okumuştu. Tetikçi, suikast hadisesinin vuku bulduğu camide hafızlık yapan ve aynı zamanda marangoz olan Abdullah Rastedai isimli bir şahıstı. Razmara ve İran Şahı ülkede “İngilizlerin Köleleri” olarak tarif ediliyorlardı. Tetikçi, General’in üzerine üç mermi boşaltmış, mermilerden ikisi Başbakan’ın başına isabet etmişti. İran’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu anlaşmanın feshedilmesi yolunda bir cereyan belirdi. İran petrollerinin İran’a verilmesini talep edenler çoğaldı. Başbakan General Razmara, Anglo-Iranian tesislerini İran’ın tek başına işletemeyeceğini belirterek, anlaşmanın iptaline karşı çıktı ama bu tavrı, öldürülmesine sebep oldu. Razmara’nın öldürülmesi üzerine Fedâyân-ı İslâm Cemiyeti Başkanı Navaf Safavî, olayla ilgisi olduğu gerekçesiyle tutuklandı. Ayrıca bu suikastin faili olduğu gerekçeyle Halil Tamassibi adlı bir kişi daha tutuklandı.
Şah, Rusya ile Amerika arasında denge kurmaya çalışıyordu. Bir taraftan Ruslarla önemli anlaşmalara imza atarken bir taraftan da General Razmara’nın öldürülmesinden sonra, hükümeti kurma görevini İran’ın eski Washington Büyükelçisi Hüseyin Âlâ’ya vererek, Amerika’ya “selam” yolluyordu. İran, 1951 yılının Mart ayını ekonomik açıdan da sıkıntı içinde geçirdi; Hükümet, askerlerin ve memurların maaşını ödemekte üç hafta gecikti. 21 Mart günü, Nevruz münasebetiyle Mermer Saray’dan, radyo ile memleketine hitap eden İran Şahı “Öyle ümit ediyorum ki, bütün dünyaya yayılmış olan karışıklığa rağmen stratejik bir mevkide bulunan İran milleti bağımsızlığını muhafaza edecektir.” diyordu. İran Şahı’nı bu şekilde bir açıklama yapmaya iten, İran hududu boyunca Sovyet ordularının harekatının tesbit edilmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği, İran’dan kaçan komünist firarileri yetiştirip tekrar İran’a gönderiyordu. Sovyet-İran Ticaret Antlaşması’nın imzalanmasını müteakip Moskova Radyosu, İran’a karşı daha yumuşak bir lisan kullanmaya başlamıştı. Fakat son iki haftadan beri Sovyetlerin İran’a karşı takındığı tavır sertleşmişti. Bunun sebebi, 7 Mart’ta cereyan eden Başbakan Ali Razmara’nın katli hadisesini müteakip İran’ın eski Washington Büyükelçisi Hüseyin Âlâ’nın Şah tarafından Başbakanlığa tayin edilmesiydi.
Dönüm Noktası
1951 yılının Mart ayında, İran Senatosu, Meclis’in, “petrolün devletleştirilmesi” yolundaki kararını oy birliğiyle kabul etti. İran’ın bu tavrı Irak’a da örnek oldu ve 1951 yılının 13 Nisan günü, Irak Hükümeti ilk kez bir beyanname neşrederek hükümete ait hisse miktarının arttırılmasını Irak Petrol Kumpanyası’ndan istedi. İngiltere bu beyannameyle bir de Irak’la krize giriyordu. Bu arada İran’da kararın kabul edilmesinden sonra Hüseyin Âlâ Hükümeti hemen istifa etti ve yeni hükümet Dr. Muhammed Musaddık tarafından kuruldu. İşte şimdi İran’da yeni bir dönem başlıyordu.
İngiliz-İran Petrol Kumpanyası’nın devletleştirilmesi hususunda İran’la çıkan ihtilafı görüşmek üzere, Amerika ile İngiltere arasındaki “açık” resmî ilk görüşme, 1951 yılının 13 Nisan günü yapıldı. Birleşik Amerika’nın Londra Büyükelçisi Walter Gifford, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’na gitti ve “petrolün devletleştirilmesi” üzerine alınan kararla ilgili olarak İngiltere’nin İran’a vereceği nota, birlikte kaleme alındı. Tahran’a tevdi edilen İngiliz notası, nota tevdi edildikten sonra hemen kamuya açıklanmakla, İngiliz diplomasi tarihinde bir “ilk” gerçekleşiyordu. Londra’nın bu şekilde davranmaktaki amacı, bu notanın tüm dünya basınında yayınlanması vasıtasıyla, İran’ın anlaşmadan “kaçan” taraf olduğunu yaymaktı.
İran Senatosunun, Meclis’in, “petrolün devletleştirilmesi” yolundaki kararını oy birliğiyle kabul etmesinden 2 ay sonra, 23 Mayıs 1951 günü, İngiliz-İran gerginliği arttığı zaman hazırol emri alan İngiliz 16’ncı Paraşüt Tugayı askerlerine üç günlük izin verildi. Bu üç günlük izin, genellikle denizaşırı memleketlere göreve gidecek askerlere “vedalaşmaları” için verilmekteydi. Tugay mensupları hâki elbiseler giymişlerdi ve bu renk elbiseler de umumiyetle Ortadoğu’ya giden askerlere verilirdi. Londra, Tahran’a karşı bir kart daha açtı ve büyük İngiliz petrol şirketleri, petrol yatakları aramak üzere Kenya’nın kuzey hududuna uzmanlar gönderdi. Shell şirketine mensup jeologlar ise çoktan Nairobi’ye varmışlardı.
İngiliz Eski Dışişleri Bakanı Eden, “Sovyet Rusya saldırganlığını layıkiyle önlemek için Birleşik Amerika ile olan samimi ve dostane münasebetlerimizi acil surette yeniden ihya etmeliyiz.” dedi. Amerika ve İngiltere, “millileştirme” kararının Kremlin’de alındığını ve Tahran’a uygulatıldığını; karar üzerine İngiliz mühendislerinin petrol tesislerinden çekilmesiyle, İranlıların bu tesisleri işletemeyeceklerini, bunun sonucunda İran devletinin ekonomik zarara uğrayacağı, bunun da ülkeye komünistlerin sahip olmasının yolunu açacağı iddiasını tüm dünyaya kabul ettirmişlerdi. Oysa, “millileştirme” kararı, İran’ın, emperyalizme karşı “onurlu” bir duruşuydu ve “komünizmle” hiçbir ilgisi yoktu. Ancak, günümüzde “terörizmle mücadele” ifadesi, bazı emperyalist ülkelere, uluslararası hukuku hiçe sayma ve gönüllü işbirlikçi bulmada nasıl ki yardımcı oluyorsa, o dönemde de “komünizmle mücadele” ifadesi, bazı ülkelere haksız müdahaleye ve işbirlikçi bulmaya öyle yardımcı oluyordu. Hatta bu yalanı, yani “onurlu duruşu” komünist hareketi olarak gösterme yalanını, sadece İngiliz ve Amerikan gazeteleri değil, mesela İstanbul basını da yutmuştu. Aşağıda bu konuyu bulacak ve “bu yazılar acaba Londra’da ya da Pentagon’da mı yazıldı?” diye şaşıracaksınız!
İstanbul Basınından İbretlik Yazılar
Hikmet Bayur
Mart 1951, Kudret Gazetesi
“İran’ın durumu... İran’ın yavaş yavaş Rus nüfuzu altına girmekte olduğunda şüphe kalmamıştır. Petrol kuyuları ve sanayiinin millileştirilmesi Rus nüfuzunun kesinleşmesine doğru atılmış ilk adım değil, ancak yeni bir adımdır. Bunun, son adım olacağını da kimse temin edemez. Geçen Kasım ayında İran, Rusya ile olan ticaretini geliştirecek bir anlaşma yapmıştı. Bunun Tahran Radyosunun artık Amerika’nın Sesi’ni ve İngiliz programlarını yaymaktan vazgeçmesiyle aynı zamana tesadüf etmesi dikkate değer bir yöndü. Bu hareket Rusya’yı memnun etmek amacı güdüyordu ve sebebi besbelli idi. Petroller İngiliz elinde iken tabiatiyle demirperde dışındaki komünist olmayan ülkelere gotürülüyorlardı. Millileştirmeden sonra nereye satılacaklarını kimse kestiremez. Unutmamalıdır ki var olan anlaşmaya göre İngilizlere ta 1993 yılına kadar kuyuları işletmek hakkı verilmiş iken bu hak, kendi rızaları olmadan ellerinden alınmıştır.”
Sedat Simavi
Ekim 1951, Hürriyet
“İran’ın protestosu. İngiltere’yi tutan bir tavır takındığımız için, sefiri vasıtasiyle İran, bizi protesto etmiş. Burnumuzun dibinde İngilizlerin sermayesiyle vücuda gelen Abadan petrollerini, senelerce istismar ettikten sonra Rusların teşvikiyle İran Hükümeti, İngilizleri kapı dışarı ediyor. Bu hareket, dört aydan beri yalnız İran’ı değil, yalnız Asya’yı değil, yalnız Avrupa’yı da değil, fakat bütün dünyayı harp tehlikesiyle telâşa düşürdükten sonra, nihayet Güvenlik Konseyi ’ne intikal etti. Bolşevikleşme yoluna giren İran’ın en yakın komşusu olmak itibariyle Türkiye bu durumdan son derece müteessirdir. Bu teessürünü gayet tabiî olarak, müttefiki İngiltere’yi desteklemekle izhar etmektedir. İran Hükümeti, Güvenlik Konseyi’nde âza olduğumuzu ve İngiltere ile yalnız müttefik değil, dost bulunduğumuzu da hesaba katmadan bizi protesto etmiştir. Aklın, mantığın ve iz’anın kabul edemiyeceği bir şekilde bir türlü anlaşmaya yanaşmayan komşumuz İran’ın, haline ağlamalı mı, gülmeli mi bilemiyoruz. Bence Demokrat Parti iktidara geleliden beri haricî siyasette bu mesele ile ilk defa aktif bir rol oynanmıştır. Adnan Menderes’in zekâsını ve dış politikadaki uzun görüşünü bu vesileyle belirtmek isterim.”
(Sedat Simavi ’nin bu yazısından, petrol ihtilafı Güvenlik Konseyi’nde görüşülürken, Türkiye’nin İran’ı değil İngiltere’yi desteklediğini anlıyoruz.)
5 Ocak 1952, Milliyet
“Molla Kaşhani Konusu... İran’ın meşhur tiraji-komik şahsiyeti Molla Ebülkasım Kaşhani İslâm memleketlerinin siyasî ricaliyle tanınmış din adamlarına birer davetiye göndererek Tahran’da toplanacak İslâm Kongresi’ne iştiraklerini istemiştir. Molla bugün Hasan Sabbah rolü oynamakta, emrinde sözünü dinleyen, ona inanan katiller kafilesi bulunmaktadır... Molla Kaşhani bugün kendini İran’ın taçsız hükümdarı addedecek kadar megalomaniye tutulmuştur. bu gibi din câzıminin asrımızda yaşaması kadar, belki ondan fazla böyle adamları dinlemek zaafında bulunanların mevcudiyeti hazindir.”
Sedat Simavi
Mart 1952, Hürriyet
“Yazıklar olsun. Bugünkü İran, hemen hemen bir Sovyet müstemlekesi olmuş ve demirperdenin arkasına sinmeğe başlamıştır. İran Başbakanı Dr. Musaddık’ın politikasının günün birinde böyle sarpa saracağını bundan birkaç ay evvel tahmin etmiş ve bu sütunlarda belirtmeğe çalışmıştım. Vukuat beni tekzip etmedi ve bilâkis İran Başbakanı Dr. Musaddık’ın memleketini ve kendini nasıl felâkete sürüklediğini gösterdi. Tarih bir tekerrürden ibarettir ve bize hiç ısınamayan İranlıların ilk fırsatta kalbimize hançerlerini saplamaları bunun bir delilidir. Yazıklar olsun rahmetli Şah Rıza Pehlevi’nin tesis etmeğe çalıştığı dostluğa. Yazıklar olsun bu dostluğa bir an için inananlara...”
(Bu yazı, İran ’daki bir gazetede Türkiye karşıtı bir karikatürün yayınlanması bahanesiyle kaleme alınmış, yazar İran’a ve Musaddık’a kinini kusmuştur.)
Ali Naci Karacan
31 Temmuz 1952, Milliyet
“İran hâdiselerine bir bakış. Komünistler, emellerinin tahakkukuna mâni olan olan kimseleri hiçbir zaman affetmedikleri için İran’da iki mühim şahsiyetin, Şehinşah ile eski Başbakan Gavam’ın amansız düşmanıdırlar. Bugün Fedayanı İslâm ile komünistler, ellerinde âciz bir oyuncak haline gelen, hattâ emirlerine uyarak memleketi Rus istilâsından koruyacak yegâne kuvvet olan Amerikalıları bile İran’dan tarda muvafakat eyliyen Başbakan Musaddık’ı hanedana karşı cephe alması için tazyike başlamışlardır. Çapulcu güruhunun tazyiki altında yaşayamayacaklarını anlayan Ana Kraliçe ile Şahın kardeşi Prens Ali Rıza, Prenses Eşref ve zevci de İran’dan hareket etmek üzere hazırlanmışlardır. Esasen İran hükümetini Amerikalılara karşı cephe almaya mecbur etmeleri, şimdilik Şahı, ilerde tertip edecekleri ihtilal hareketlerinde de bütün memleketi onların (Amerikalıların) yardımından mahrum bırakmak içindir.
Truman’ın özel temsilcisi Averell Harriman, Başbakan Musaddık’la...
Ahmet Emin Yalman
28 Ocak 1952, Vatan
“Niçin döğüşüyorlar... Süveyş civarında İngilizlerle Mısırlılar çarpışma halindedir. Bir taraftan şu kadar, diğer taraftan şu miktar adamın öldüğü veya yaralandığı hakkında her gün haberler geliyor. Gözleri dönen Mısırlı müfritler, mücadeleyi Kahire’nin göbeğine götürmüşler, İngilizlere ve Amerikalılara ait binaları ve eşyaları yakmışlar, canlara kiymışlardır”
(insanın kanını donduran bir yazı daha... Yalman, sömürgecilere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Mısırlılara “Gözleri dönmüş müfritler” diyor.)
Kaldığımız yere dönersek, İngiliz Eski Dışişleri Bakanı Eden’in “Sovyet Rusya saldırganlığını layıkiyle önlemek” şeklindeki ifadesi, Londra’nın İran’ı yola getirmede başarısız olduğu ve bu meselesinin halli için ABD’nin desteğine muhtaç olduğu manasına geliyordu ve bu acziyet, eski de olsa bir İngiliz resmî şahsiyeti tarafından ilk kez dile getiriliyordu.
25 Mayıs 1951 günü, şirket hisse senedlerinin büyük kısmına sahip olan İngiliz Hükümeti ile Anglo-Iranian Petrol Şirketi, La Hay Milletlerarası Adalet Divanı’na müracaat ederek, şirketin büyük kıymetteki emvalinin İran Hükümeti tarafından devletleştirilmesi işinde hakemlik etmesini istediler. Şirket tarafından La Hay’e gönderilen dilekçede 1933 Andlaşması’nın 22. maddesine istinad olunmaktaydı. Bu madde Kumpanya’nın Hükümet’e ve Hükümet’in de Kumpanya’ya karşı her türlü şikayetinin tahkim usulü ile çözümünü kabul etmekteydi.
İngiltere Dışişleri Bakanı M. Momson, Avam Kamarası’nda İran hakkında şu açıklamayı yaptı: “Durum şudur: 25 Nisan’da İran Parlamentosu Petrol Komisyonu bazı tekliflerde bulunmuştur. Bu teklifler Meclis ve Senato tarafından tasdik edildiklerinden muhtemel olarak kanun şekline girecektir. Gayeleri İran Hükümeti’ne, İngiliz-İran Petrol Kumpanyası’nın bütün emlakini kontrol etmek hakkını vermektir. Bu değişiklik tek taraflı olacaktır. Çünkü İmtiyaz Anlaşması gereğince değişikliklerin kanunlarla dahi değil, ancak Kumpanya ile bir andlaşmadan sonra yapılması kararlaştırılmıştır. Avam Kamarası’nın da bildiği gibi, bu teklifler Meclis tarafından kabul edilir edilmez, Hüseyin Âlâ Hükümeti istifa etmiştir. Yeni Hükümet “Millî Cephe” ismiyle tanınan Sağcı Saylav Grubu lideri Dr. Musaddık tarafından kurulmuştur. İran Hükümeti tek taraflı olarak petrolü kendi istihsal etmek kararını aldığı takdirde büyük müşküllerle karşılaşacaktır. İran Hükümeti’nin de farkına varacağı gibi bu memleketin iktisadî hayatı bizimkine bağlıdır.”
Petrollerin devletleştirilmesi işiyle vazifeli Parlamento Petrol Komisyonu Raportörü Hüseyin Mekki’nin şu açıklaması, gelecek yıllarda neler olacağını 2 yıl önceden haber veriyordu: “Belki de tehlikeli anlar yaşayacağız. Fakat 18 milyon İranlının İngilizlere karşı kan dökmeye bir an tereddüt etmeyeceklerine inanıyorum. İngilizler notalarının tesiri hakkında fazla hayale kapılmasınlar, icab ederse mukaddes bir harp açarız. Petrol sanayii bütün safhalarda devletleştirilecektir.”
Bu açıklama son derece önemliydi. İngiliz tehditleri İran’ın daha fazla uzlaşma kabul etmez tavır takınmasına da sebep olmuştu. Ancak bunun da haklı sebepleri vardı. ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson’un 18 Mayıs’ta verdiği beyanatta, “İran’a karşı müşterek bir İngiliz-Amerikan cephesinin mevcut olduğunu” belirtmesi, bu tavrın alınmasında büyük ölçüde etkili olmuştu. Birleşik Amerika’nın takındığı bu tavır, Başbakan Dr. Musaddık’ı o derece tahrik etmişti ki, Başbakan, İran Dışişleri Bakanı’nı, İngiliz notasına cevap vermeden önce, Birleşik Amerika Hükümeti’ne verilecek cevap tasarısını hazırlamakla vazifelendirdiğini söylemişti.
Bu gergin hava içinde Hükümet çevreleri azimli görünmekte, Saray/Şah çevreleri ise endişelerini gizlememekteydiler. Şah, Tahran’daki İngiliz Büyükelçisi ile Başbakan’ı kabul ettikten sonra, her iki tarafın da taleplerinden vazgeçmemeye azimli olduğu kanaatine varmıştı.
Bundan böyle İran’da İngiltere’ye karşı sinir harbi açılmış bulunmaktaydı. İngiliz-İran Petrol Kumpanyası’nın yapacağı ithalat üzerinden Hükümet’in gümrük resmi alma kararından başka, Hükümet, İran’da oturan İngiliz tebeasının ikamet müddetlerini yenilememeye karar vermişti. Artık açıkça görüldüğü üzere, Londra Hükümeti, hadiselerin gösterdiği gibi, tehditkar tavrının İranlıları endişeye düşüreceğini hesaplamakla, yanlış hareket etmişti. Bu arada, İran dinî çevreleri, petrol bölgelerinin bulunduğu Güney’deki Türk asıllı aşiretleri, bu vilayetlerde bulunan İngilizlere karşı uyanık olmaya çağırıyordu.
Amerika Petrol Şirketleri, İngiltere ile İran arasında ortaya çıkan derin anlaşmazlık neticesinde, İran’daki tasfiyehanelerin faaliyetlerini tatil etmeleri halinde Batı Avrupa’nın ihtiyacı olan petrolü temin için planlar hazırlamaktaydılar. Planlar, Hükümet’in tasvibi üzerine Amerikalı 16 petrol şirketi tarafından hazırlanıyor, fakat açığı kapatıp kapatamayacakları hususunda şüphe bulunuyordu. Batı Avrupa’ya verilecek petrol, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Venezüella’dan temin edilecek; fakat Birleşik Amerika’dan hiçbir petrol ihracatı yapılmayacaktı. Bu arada büyük Amerikan Petrol şirketleri yöneticileri, Reuters muhabirine, İran’daki İngiliz şirketi idarecilerinin vazifelerinden zorla uzaklaştırılması halinde, devletleştirilmiş petrol sahalarında faaliyet hususunda İran Hükümeti ile işbirliği içinde olmayacaklarını bildirdiler.
Tahran’daki İngiliz Büyükelçisi, İranlıları, petrol işlerinde elbirliği yapmamak ve İngiliz vatandaşlarının petrol sahalarından ayrılmalarına engel olmakla itham etti. İran gümrük memurları, eşya muayenelerini yavaş almakta, İran bankaları da Anglo-Iranian Petrol Şirketi’nin çeklerini ödememekteydiler. Abadan tasfiyehanelerinde 2.800 İngiliz bulunmakta, İranlı memurlar bunları göz hapsinde tutmaktaydılar. Hürrem şehirdeki İngiliz Başkonsolosu Francis Capper, gazetecilere verdiği bir beyanatta “İran memurlarından bazıları petrol sahalarından defedilmelidir.” dedi. İran Hükümeti, İngiltere’ye müracaat ederek, Abadan petrol sahası bölgesindeki Başkonsolosunu geri çekmesini ve İran memurları hakkında sarfetmiş olduğu ağır sözleri reddetmesini istedi. Bu sorun daha sonra tatlıya bağlandı. İran, ihtilafı ele almak üzere Milletlerarası Adalet Divanı’nın yapacağı toplantıya temsilcisini yollamayacağını açıkladı. Birleşik Amerika Hükümeti, İran’ın bu kararını “esefle” karşıladığını bildirdi. Başbakan Musaddık, Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı Truman’a bir mektup gönderdi ve mektuba, İran’daki “İngiliz mal ve canlarının tehlikede olmadığı ve Hükümet’in duruma hâkim olduğu’nu yazdı.
Darbeden tam iki yıl önce Amerika, İngiliz-İran ihtilafına tam manasıyla müdahil oldu. İngiliz petrol heyeti başkanı Richard Stokes ile Birleşik Amerika Başkanı Truman’ın hususî temsilcisi Averell Harriman, dünyanın en büyük petrol tasfiyehanesinin bulunduğu İran petrol bölgelerini gezdi. Bu esnada başlıca kavşaklarda silahlı polis ve askerî kıtalar nöbet bekledi, hiçbir hadise olmadı. Richard Stokes, Abadan’da bulunduğu sırada oradaki İngiliz mühendislerine, “Esas mesele, İran’ı komünist olmaktan korumaktır.” dedi. Stokes ayrıca “Dr. Musaddık ile iki defa buluştuk. Görüşmelerimiz çok samimî oldu. Onu kolay geçinilecek bir insan buldum.” dedi. Richard Stokes’in başkanlığındaki İngiliz heyeti ayrıca, Kralın yazlık sarayının bahçesinde İran temsilcileri ile ikinci bir toplantı yaptı. Diğer taraftan Truman’ın özel temsilcisi Harriman, Güney Azerbaycan’dan ayrılmadan evvel Meçhul Asker Âbidesi’ne bir çelenk koydu ve radyoda verdiği beyanatta Amerikalıların, “İran’ın inkişafı ve Azerbeycan’ın ziraî kalkınmasıyla” alakadar olduğunu söyledi. Harriman’ın “Zirai Kalkınma” ve “İnsanî Yardım” sözleri, ABD’nin, 1950 yılından 2000 yılına kadar, geri bırakılmış ülkelere sızmak için kullandığı sihirli cümlelerdendi. Düzmece 11 Eylül Olayları’ndan sonra bu sihirli kelimelerin yerini “terörle mücadele” ifadesi alacaktı.
Petrol ihtilafı üzerine yapılan bir gezi sonrası, ihtilafın çözümüne dair sözler yerine Harriman’ın bu sözleri sarfetmesinin bir başka manası daha vardı: Amerika, İngiliz-İran ihtilafının ilk yıllarında olduğu gibi şimdi de gizlice İran’ı destekliyordu. Ancak ABD’nin amacı, ihtilafı İran’ın kazanması değil, İran’a gizlice destek vererek bu ülkenin îngilizlere karşı olan tavrının kemikleşmesini sağlamaktı. İran-İngiliz petrol ihtilafına önce “arabulucu” olarak giren Amerika’nın daha sonra İran petrollerini ve İran’ı nasıl ele geçirdiğini kitabın ilerleyen bölümlerinde okuyacaksınız.
23 Ağustos 1951 günü veda için gece geç saatlerde Başbakan Musaddık’ı ziyaret eden Averell Harriman, Başbakan’la petrol meseleleri üzerinde 1 saat 45 dakika süren bir görüşme yaptı.
Daha sonra görüşmede hazır bulunan İran resmî şahsiyetlerinin açıkladıklarına göre, İngilizlere verilecek tazminat üzerinde görüşen Başbakan Musaddık, tedavüldeki mevcut hisse senedlerine istinaden Anglo-Iranian Petrol Şirketi emvalinin İngilizlerin hesapladığı gibi 3 milyar değil, 200 milyon sterlin olarak tesbit edildiğini Harriman’a bildirdi. Harriman, Londra’yı ziyareti sırasında İngiliz Başbakan Attlee ile müzakere etmek üzere bu hususu not etti. Musaddık, Harriman’a ayrıca İngilizlerin, petrollerin devletleştirilmesinin Senato’dan geçtiği 1951 yılının 20 Mart’ından beri İran’dan 150 milyon sterlin kıymetinde petrol çektiklerini ve bunu İran’a ödemeleri icap ettiğini de söyledi.
Harriman ise, İran Başbakanı’na bir ayaklanma esnasında (İran işgali altındaki Türk bölgesi) Güney Azerbaycan’a yegane geçit vasıtası olan Tahran-Tebriz demiryolunun bitirilmesi için lüzumlu malzemenin satın alınması için Birleşik Amerika hükümetinden 25 milyon dolarlık yardım temin maksadiyle her türlü gayreti sarfedeceğini vaad etti. Amerikan uzmanları raporlarında bu demiryolunun inşası lüzumunu ittifakla belirtmişlerdi.
Averell Harriman, Başbakan Musaddık’la yaptığı görüşmede neleri ele aldıklarını 18 Eylül günü yazılı bir açıklamayla yayınladı. Açıklamaya göre Dr. Musaddık’ın ileri sürdüğü şartlar şunlardır:
Devletleştirilmiş olan Petrol Kumpanyası’nın idarî ve teknik kısmını idare edecek muhtelit bir mütehassıslar idare heyeti kurulması,
Bugünkü değeriyle kıymetlendirilecek İngiliz emlâkine ve Anglo-Iranian Petrol Kumpanyası stoklarına, milletler arasında tanınmış devletleştirme usul ve nizam ve tarafların rızasiyle kabul edilecek diğer usuller dairesinde âdil bir tazminat tahsisi,
İran’ın İngiltere’ye senede 10 milyon ton petrol satmayı tekeffül etmesi,
İngiltere’nin bu 10 milyon ton petrolü dilediği şekilde nakledebileceğini İran’ın kabulü, fakat İngiltere’nin artık başka memleketlere petrol satmaması.
Harriman, açıklamasında Amerika’nın bu taleplerin tümüne karşı çıktığını açıkladı.
Petrol Komisyonu, iki oturumdan sonra vardığı neticeleri 24 Eylül 1951 günü akşamı Başbakan Musaddık’a verdi. Komisyon, Abadan’da kalan İngiliz teknisyenlerine iş verilmesine de itiraz etmekteydi. Yalnız iki mesele vardı:
Amerika kuvvet kullanılmasına razı olacak mı?
Rusya’nın bu harekete karşı mukabelesi ne olacak?
Amerika şimdiye kadar İngiltere tarafından petrol anlaşmazlığında kuvvet kullanılmasına razı olmamıştı. Fakat İngiltere’nin görüşü şuydu ki, Harriman’ın aracılığı da neticesiz kaldıktan sonra Amerika eski görüşünde ısrar etmemelidir. Esasen Abadan’a el- koymak teşebbüsüne geçmekle kuvveti önce İran kullanacağından, İngiltere ancak bu kuvvete kuvvetle mukabele etmiş olacaktı. Fakat Washington’un bu İngiliz görüşünü kabul ettiğine dair henüz ortada bir delil yoktu.
Rusya’nın mukabelesine gelince: Gariptir ki İngiltere buna Amerika’nın itirazından daha az önem vermekteydi. Tabiî ortada, Demokles’in kılıcı gibi asılı duran 1921 Andlaşması vardı ki bu andlaşma, bu gibi hallerde Rusya’ya, asker yollamak ve Kuzey İran’ı işgali altına almak yetkisini vermekteydi. Fakat İngilizler Rusya’nın böyle bir harekete teşebbüs edeceğini şüpheli saymakta ve Moskova harekete geçse ve İran ikiye bölünse bile Abadan’ı terketmektense, bu taksime katlanmayı tercih etmekteydiler. Bu gelişmelerden bir gün sonra, 26 Eylül 1951 günü, ABD Başkanı Truman, İngiliz Başbakan Attlee’ye gönderdiği hususî bir mesajda, İran’a asker gönderilmesine karşı olduğunu bildirdi.
İngiliz Mühendislerin Kovulması
27 Eylül günü, İran, petrol tesislerindeki İngiliz mühendislere, ülke toprakları dışına çıkmaları için bir hafta süre verdi. Bunun üzerine İngiliz Hükümeti petrol ihtilafını Güvenlik Konseyi’ne sunmaya karar verdiğini yayınladığı 500 kelimelik bir tebliğle resmen bildirdi. Tebliğde şöyle denilmekteydi: “İran Hükümeti’nin 27 Eylül 1951 tarihinden itibaren bir haftalık müddet zarfında İngiliz-İran Petrol Şirketindeki İngiliz memurlarının İran’ı terketmeleri yolunda almış olduğu karar neticesi ortaya çıkan vaziyeti İngiliz Hükümeti derhal tetkik etmek zorunda kalmıştır.”
1 Ekim günü Abadan’daki İngiliz teknisyenleri de, Petrol Kumpanyası’nın Londra merkezine sert ifadeli bir telgraf çekerek; “Hareketimizin petrol ihtilafını halle yarayacağına dair ortada bir delil yoksa, siyasî rehine olarak Abadan’da kalmayı istemiyor; İran polisi tarafından huduttan öteye atılmaktansa buradan nazikane çekilmeyi tercih ediyoruz.” dediler. Aynı gün Başbakan Yardımcısı Hüseyin Fatımi, yaptığı bir basın açıklamasında “Son günlerde birçok Alman petrol mütehassısları bize müracaatla iş istemişlerdir. İran bu müracaatları tedkik etmektedir.” dedi.
Abadan’daki petrol tasfiyehanelerinin tahliyesi, hiçbir hadise cereyan etmeden 2 Ekim günü sona erdi. İran makamları büyük bir nezaket ve doğrulukla hareket ettiler. 17 kişiden ibaret olan İngiliz kadınları, 8.50’de kalkan İngiliz hava servisi uçaklarıyla ilk olarak hareket ettiler. İran makamları, formaliteleri asgarî hadde indirmişlerdi ve büyük bir hüsnü niyet misali verdiler. Şirketin 300’ü bulan erkek memurları kısa süren bir gümrük muayenesine tâbi tutulmuşlar ve daha sonra limana hareketle orada kendilerini bekleyen İran Petrol Kumpanyası motörlerine bindiler. Tasfiyehanenin direktörü Kenneth Ross, limana gelerek her memurun ayrı ayrı ellerini sıktı. Sivil ve askerî İran makamları da İngilizleri uğurlamak üzere limana gelmiş bulunuyorlardı.
7 Ekim 1951 günü, İran Başbakanı Dr. Musaddık, New York’ta yanında oğlu ve kızı olduğu halde, gazetecilere üç dakika süren Fransızca beyanatında Amerikan tarih ve halkını övdükten sonra şöyle dedi: “Küçük milletlerin ıstırap ve sefaletlerini arttıracak her tedbire muhalefet edeceğinize emin bulunuyoruz.” Bu açıklamasından da anlaşılacağı gibi Başbakan Musaddık, İngiltere’ye karşı Amerikan desteğini alma peşindeydi.
2. Dünya Savaşı, İngiltere’ye çok pahalıya mal oldu, imparatorluğun sonunu getirdi. Savaş sonrasında İsrail kuruldu ama bu devleti İngiltere’ye kurdurtan dev ekonomik güce sahip siyonistler, tüm varlıklarıyla beraber, Londra’yı terkedip Washington’a yerleşti. Siyonistlerin, İngiltere’yi terkedip ABD’ye yerleşmelerinin birçok sebebebi var ancak önemli sebeplerden biri de, bu ülkeye yani İngiltere’ye karşı tüm dünya çapında gelişen ve biriken nefret ve kindi. Siyonistler, artık Londra üzerinden hiçbir şey yapamayacaklarını görüp, “at” değiştirdiler. İngiltere’nin can havliyle çırpınması, 1947’de başladı. İç sorunların dışında, yurtdışındaki İngiliz karşıtı hareketler, sömürge yapılan topraklarda gün geçtikçe arttı. İran ve Irak’tan sonra Mısır da, İngilizler’e cephe aldı. Takvimler 8 Ekim 1951’i gösterirken, İngiliz Muhafazakar Parti lideri Winston Churchill, seçim nutkunu verdiği sırada İngiliz-Mısır Andlaşması’nın iptali haberini öğrenmek için mikrofondan çekildi ve sonra tarihî şu cümleler döküldü ağzından: “Şimdi öğrendiğim haber, eğer doğru ise, İran Abadan’da bizi vuran darbeden daha vahim ve daha ıstıraplı diğer bir darbenin üzerimize indirilmiş olduğunu göstermektedir.”
İran Başbakanı Musaddık, Güvenlik Konseyi’nde İran’ın haklı davasını izah etmeye çalışırken, binlerce kilometre uzakta bir destekçisini kaybetti. 16 Ekim günü Pakistan Başbakanı Liyakat Ali Han öldürüldü. Şüpheler İngiliz istihbaratı üzerinde toplandı. Çünkü petrol ihtilafı başladığı günden beri Pakistan, kat’î olarak İngilizlere karşı İran’ın tarafını tutmuş, buna karşılık İran Hükümeti Keşmir meselesinde Pakistan’ın görüşünü desteklemişti.
Güvenlik Konseyi, kendi petrol sanayiinin devletleştirilmesini tamamiyle bir iç mesele sayan İran’ı, milletlerarası bir teşkilatın nüfuzuna girmemek kararından vazgeçiremediği için, müzakerelerden de hiçbir sonuç elde edilemedi.
Ekim 1951’de İngiltere’de yapılan seçimleri Winston Churchil kazandı. Başbakan Churchill 28 Kasım günü Avam Kamarası’nda verdiği beyanatta ciddî malî ve iktisadı buhranı önleyecek zecrî tedbirler alınmadığı takdirde, İngiltere’nin iflasa doğru sürükleneceğini bildirdi. İngiltere gün geçtikçe Amerika’nın kontrolüne giriyordu.
Bu sırada Mısır’da İngiliz karşıtı bağımsızlık hareketi gittikçe güçleniyordu. 28 Ocak 1952 günü, Süveyş Kanal bölgesinde demiryolu üzerine yerleştirilmiş mayınlar yüzünden bir İngiliz askerî treni devrildi ve 4 İngiliz askeri öldü. İngiliz aleyhtarı halk kitleleri Kahire sokaklarında adeta çılgına dönmüş bir halde gösterilerde bulunarak İngilizlere ait her rastladıkları şeyi tahrip etti veya yaktılar.
Göstericiler kısmen İngilizlere ait olan Rivoli sinemasına zorla girerek, mobilyalarını parçaladı, burayı ateş verdiler. Diğer bir grup gösterici de Metro Goldwyn Mayer sinemasına dalarak bütün pencerelerini kırdı ve binayı yakmaya kalkıştı. Kahire’nin en meşhur ve ekseriye İngiliz emperyalizminin abidesi diye anılan Shepherd oteli de göstericilerin hücumuna uğradı. Sahibi İngiliz olan Tonny barı da yakıldı, buradan sıçrayan alevler bitişiğindeki İsveç Konsolosluğu’na sirayet ederek, orasını da tutuşturdu. Yine İngilizlere ait Pigaile sineması, Regent lokantası ve İngiliz uçak şirketinin bulunduğu bina da ateşe verildi.
Bu gelişmeler üzerine iki İngiliz paraşüt taburu İsmailiye’nin merkezini işgal etti. Buna sebep Mısırlı direnişçilerin Müslüman mezarlığında meydana gelen bir çarpışmada bir İngiliz paraşütçü subayını öldürmeleriydi. Diğer taraftan 6 bin uçaksavar mermisi bulunan bir depo ile cephane, dinamit ve yerli el bombaları ile dolu kabirler meydana çıkarıldı. Bu, şimdiye kadar meydana çıkarılan İngiliz karşıtı direnişçilere ait en büyük depoydu. İngiliz istihbarat subayları bu bölgede daha birçok silah ve cephane saklı olduğuna inanmaktaydı
Mısır Dışişleri Bakanlığı, Kanal Bölgesi’nde esir edilen Mısırlı direnişçilere karşı İngilizlerin giriştiği “Nazilerinkine benzer gayri insanî ve vahşî hücumları”, İngiliz Büyükelçiliği nezdinde şiddetle protesto eden bir nota verdi. Notada, bazı esir vatandaşların İngiliz kamplarında Hitler’in Nazi rejimini tebarüz ettiren temerküz kamplarındaki işkencelerden daha fecî gayri insanî muamelelere maruz bırakıldıklarından Mısırlı makamların malumat sahibi olduğu belirtilmekte ve 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nin 4’üncü maddesi zikredilerek sözü geçen Mısırlı vatandaşların harp esiri telakki edilmesine işaret ve insanî muameleye tâbi tutulmaları icap ettiği bildirilmekteydi.
İngiliz-Amerikan Basın Birliği’nin verdiği bir yemekte de, Arap Birliği Genel Sekreteri Azzam Paşa, Mısır’daki hareketin zannedildiğinden daha büyük olduğunu söyledi ve şunları ilave etti: “Bütün Ortadoğu’da yayılan bu İngiliz karşıtı umumî harekette Mısır başlıca rolü oynamaktadır. Yabancı kuvvetler Mısır’ı terket- melidirler. Müzakere teklifi bir cevap değildir. Mısır 70 seneden beri müzakere etmektedir ve artık bunu istememektedir, İngilizler Mısır’ı dünya adına koruduklarını söylemektedirler. Harpten evvel ise bizi İtalyanlara karşı koruduklarını iddia etmekteydiler. Neden bir komünist tecavüzünden endişe duyalım? Şimdiki düşmanımız Mısır’daki İngiliz kuvvetleri komutanı General Erskine’dir. Siyasetimiz bir sulh siyasetidir ve komünizme yakınlık duymuyoruz.”
Gazetecilerin Mısırlıların kendilerini geçen harpte Almanlara ve İtalyanlara karşı koruyan İngilizlere borçlu hissedip etmediklerini sormaları üzerine Azzam Paşa “Hiç kimseye bir şükran borcumuz yoktur.” diyerek cevap verdi.
İran’da en mühim hadise Şah ile Başbakan arasındaki ihtilaftı. Bu ihtilaf Şah’ın annesi yüzünden çıkmıştı. Şah’ın annesi, Musaddık’ın gerek iç, gerek dış siyasetini tasvip etmiyor ve bunu her vesile ile gösteriyordu. Anne Kraliçe, son zamanlarda Meclis binasına sığınan, orada yatıp kalkan muhalif mebuslara ve gazetecilere yiyecek paketleri göndermek suretiyle onlara olan temayülünü bir kere daha açığa vurmuştu. Musaddık buna son derece kızmış, Şah’a bir ültimatom vermişti. Ültimatomda Şah ailesi mensuplarından bir kısmını “hıyanetle” itham ederek, eğer Şah, annesini siyasî işlere karışmaktan menetmezse istifa edeceğini ve hanedana karşı şiddetli bir mücadeleye girişeceğini bildirmişti.
Şah, İngiltere ile ihtilafın aldığı şekilden şahsen memnun değildi, bu itibarla annesiyle aynı fikirdeydi. Fakat şu güç devirde Başbakan’a karşı mücadele açmak istememekteydi. Bu itibarla annesi nezdinde teşebbüste bulundu, bir elçisini Musaddık’a göndererek bütün Kral hanedanının Başbakan’ın çalışmalarını takdir ettiğini ve anne Kraliçe’nin, uzun müddet kalmak için Avrupa’ya gideceğini bildirdi.
Bu günlerde Musaddık’ın iş başından uzaklaştırılacağı, başbakanlığa Ahmed Gavam’ın getirileceği söylentisi İran’ı sarmıştı. Ancak bu şayia tahakkuk etmemiş, Gavam da İsviçre’ye hareket etmişti. Bu suretle hanedan ile Musaddık arasında adeta bir mütareke akdedilmişti. Sosyal ve ve iktisadî karışıklıkların artması, malî ve iktisadî güçlükler yüzündendi. Bunun uzun müddet devam edemeyeceği tahmin olunuyordu. Amerika bu vaziyet karşısında daha vahim hadiselere meydan vermemek için İran’a malî yardımda bulunulmasına taraftardı. İngiltere’ye gelince, bu hükümetin kanaati şuydu: “İran’da vaziyete hakim olan ordudur. Ordu ise Şah’a sadıktır. Bu itibarla eninde sonunda Şah’ın görüşü galebe çalacaktır. Bu sebeple hükümete destek manasına gelecek yardımdan çekinmek lazımdır.”
Tam da bu günlerde İngiltere’nin Tahran’daki maslahatgüzarı Middleten, Şah’la uzun süren bir görüşme yaptı ve kendisini Musaddık’a karşı koymaya çağırdı. Bu görüşmeden birkaç gün sonra, 3 Ocak 1952 günü, Saray çevrelerinin açıkladığına göre İran Şahı, Başbakan’ın kendisini ziyaret için talep edilen randevuyu iki defa reddetti. Bir gün sonra Musaddık bir kötü haber daha aldı: Sovyetler Birliği diktatörü Stalin, tehlikeli günler geçiriyordu. Uzun zamandan beri resmî hiçbir toplantıda görülmeyen, sesi Sovyet radyolarında işitilmez olan Stalin, Karadeniz sahillerindeki nekahat odasından ayrılamamaktaydı. Son zamanlarda Berlin’den ve Viyana’dan kalp doktorlarının Soçi şehrine götürüldükleri ve orada kızıl diktatörü muayene ettikleri de öğrenilmişti. Musaddık’ın Stalin’le bir teması yoktu ancak Stalin’in varlığı, İngiltere ve Amerika’ya karşı İran için bir denge unsuruydu.
Musaddık Hükümeti bir karar daha aldı ve İngiltere’ye, İran’daki bütün konsolosluklarını kapatması için bir hafta süre verdi. İran, İngilizleri tamamen ülkesinden kovmak istiyordu. Başbakan Musaddık, İran Şahı’ndan görüşme için randevu alamıyordu ama Tahran’daki İngiliz elçisi randevu almadan da Saray’ın kapısına dayanıyordu. 16 Ocak günü İngiliz elçisi Şah tarafından kabul edildi ve görüşme, konsoloslukların kapatılması meselesi üzerinde cereyan etti.
İngiltere’nin İflasının İlanı
İngiltere Başbakanı Churchill 16 Ocak 1952 günü Amerikan Kongresi huzurunda söz alarak şunları söyledi: “Müşterek dava uğrunda karşılıklı anlayış ve işbirliğine varabilmek için Amerikalılarla aramızda görüşülecek çok şey vardır. Ben buraya sizden para istemek için gelmedim. Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu ahkâmınca harp yıllarında İngiltere’ye verilenleri asla unutacak değiliz. Amerika’nın 1946’da yaptığı ikrazın parasını da kendimiz için değil başkaları için sarfettik.”
Şiddetli alkışlar ve tezahürat içinde sözlerine devam eden Churchill, Amerika’ya, “İngilizlerin rahatı için altın değil, komünistlere karşı bir kudret yaratmak için çelik almaya geldiğini” söyledi. Churchill sözlerine şunları da ilave etti: “İngiltere muazzam bir dava ile karşı karşıya bulunmaktadır. Silahlı Kuvvetlerinin teşkilinde ve silahlanma sahasında güçlük çeken İngiltere bu hususta Amerika’nın yardımına güvenmelidir.”
Churchill’in bu son cümlesi, İngiltere’nin, İran, Irak, Mısır ve diğer alanlarda Londra’nın iflas ettiğinin ve Amerika’nın yardımına muhtaç olduğunun resmî itirafıydı.
İngiliz petrol mühendislerinin İran’dan kovulmalarından sonra, Tahran yönetimi, Dünya Bankası’ndan kendilerine bu konuda yardımcı olunmasını istedi. Dünya Bankası İran’ın bu talebine olumlu yanıt verdi ancak daha sonra olayın seyri değişti. Bu durumu, petrol müzakerelerinde İran heyetine başkanlık eden Kâzım Hasibî, 5 Mart 1952 günü şöyle açıkladı: “Müzakereler, Dünya Bankası’nın, İngiliz teknisyenlerinin petrol sahalarında tekrar istihdamında ısrarı yüzünden kesintiye uğramıştır. İran, İngilizlerin petrol sahalarına tekrar dönmelerine asla razı olmayacaktır. Böyle bir durum geçmişteki bütün mücadelelerimizi tesirsiz bırakacak millî birliğimizi parçalayacaktır. Banka, kalkınmamızı ve tekrar petrol ihracına başlamamızı hakikaten istiyorsa, İran petrol sahalarına Amerikan mühendisler almalıdır. Amerikan tasfiyehanelerindeki petrol mühendislerinin yerlerini bu işe elverişli İngilizler pekala doldurabilirler. İran’ın en çok 700 yabancı mühendise ihtiyacı vardır. Milletlerarası Banka, İngiliz teknisyenlerinin tekrar işe alınmaları meselesini ısrarla öne sürmekte devam ederse, İranlılar Banka ile Anglo-Iranian Kumpanyası arasında bir münasebet bulunmasından şüpheleneceklerdir.”
Banka temsilcisi Prudhomme ise, Kâzım Hasibî’nin, Amerikan teknisyenlerinin kullanılması hususundaki fikirlerinin pratiğinin mümkün olmadığını söyledi.
Musaddık, tüm bu zor şartlar altında bulunmasına rağmen, tarihî ve onurlu bir karar daha verdi: Bugünlerde Tunus da Fransız boyunduruğundan kurtulma çabası içindeydi. Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da bağımsızlık maksatlı şiddetli olaylar meydana geliyordu. 29 Mart 1952 günü, İran Hükümeti, Birleşmiş Milletler Kurulundaki kendi temsilci heyetine talimat vererek, Tunus davasının, Güvenlik Konseyi’nde savunulması için diğer Müslüman heyetlerle sıkı işbirliği yapmasını bildirdi.
Başbakan Musaddık oldukça sıkıntılıydı. Petrolün millileştirilmesi kararı karşısında adeta bir “HAÇLI” kuşatması altındaydı. Amerika, İngiltere ve Almanya gibi ülkeler; her biri şahsî çıkarlarının hesabını yapmakla birlikte, bir İslam ülkesinin Hıristiyan dünyaya karşı “onurlu” bir duruş yapma çabası içinde olduğunu görüyor; bu tavrın diğer İslam ülkelerine örnek olmasından korkuyor ve bunu engellemeye çalışıyor ama İslam ülkeleri bunu bir türlü göremiyordu.
İran Başbakanı Doktor Muhammed Musaddık 11 Nisan 1952 günü evinde toplanan 61 milletvekiline verdiği beyanatta, İran petrollerinin devletleştirilmesini müteakip, İngiltere’nin yarattığı iktisadî “bataklıktan” başarıyla çıkabilmek için İran’ın kemerini sıkması gerektiğini söyledi ve şunları ilave etti: “Anglo-Iranian Petrol Kumpanyası’nın tesislerini aldıktan sonra, İran’ın kolaylıkla petrol satabileceğini sanmak hatasına düştüğümü kabul ve itiraf ederim. Dolar elde etmek için İngiltere’nin İran petrollerine ihtiyacı olacağına güvenmiştim. Fakat Amerika’nın İngiltere’ye yardımda bulunması bu ümidimizi boşa çıkardı. Üstelik İngiltere, yabancı devletlerle yapılan mukavelelerin yürürlüğe girmelerine de mani oldu.” Doktor Musaddık, mebuslardan bütçeyi desteklemek ve lüzumsuz masrafları kısmak yolunda hükümetle işbirliği etmelerini istedi.
Dr. Musaddık’ın bu açıklamasından, kendisinin gelişmelerin tümüne vakıf olduğunu anlayan Amerika, hemen harekete geçti. Çünkü Musaddık, Amerika’yı kendi yanında görmeli ve buna göre davranarak, İngilizlere karşı daha da sertleşmeliydi. Bunun üzerine 25 Nisan günü Amerikan Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yaptı: “24 Nisan’da İran Başbakanı ve Tahran’daki Birleşik Amerika Büyükelçisi arasında teati edilen notalardan sonra, Birleşik Amerika’nın İran’a yaptığı eskerî yardımın temdidine karar verilmiştir. Birleşik Amerika Hükümeti tarafından yapılmakta olan askerî malzeme sevkiyatına mümkün oiduğu kadar süratle yeniden başlanacaktır.”
Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamasında konu edilen ve Başbakan Musaddık tarafından Birleşik Amerika’nın Tahran Büyükelçisi Loy Henderson’a gönderilen mektupta şunlar yazmaktaydı: “İran’daki malî ve iktisadî durumu nazarı dikkate alarak, Birleşik Amerika’nın amelî ve iktisadî sahada yapacağı yardımı kabule hazır olduğunu bildiririm. İran Hükümeti’nin, Birleşmiş Milletler Anayasası prensiplerini destekleyip müdafaa edeceğini, savunma vasıtalarını kuvvetlendirmek için elinden geleni yapacağını, hürriyet ve bağımsızlığını müdafaa edeceğini de ayrıca belirtmek isterim.”
Amerikan Büyükelçisi Henderson, aynı gün içinde Başbakan Musaddık’a gönderdiği mektupta, teşekkürlerini bildirmekte ve mektubu hükümetine sunduğuna işaret etmekteydi.
İran petrol endüstrisinin devletleştirilmesinden beri, yani 1950 yılının Mayıs ayından tam 2 yıl sonra, 3 Mayıs 1952 günü, ilk defa olarak bir yabancı gemi Abadan’a geldi. Bu gemi 40 ton mazot yükleyen “Savico” adlı İtalyan gemisiydi. Daha önce bazı petrol şirketlerine ait gemiler İran limanlarına yanaşıp petrol almak istemiş ancak İngilizler buna engel olmuştu.
İran’da Kargaşa ve Terör Dönemi
Tarih 7 Temmuz 1952... İran Ayan Meclisi bugünkü toplantısında, Doktor Musaddık’a, yeni hükümeti kurmak için şart koştuğu çoğunluk reyini vermedi; 36 üyeden 14’ü lehte, üçü diğer adaylara reylerini kullandılar, 19 üye de çekimser kaldı. 19 kişinin diğer adaylara oy vermeyip çekimser kalması, Musaddık’ı destekledikleri şeklinde yorumlanabilirdi ancak bu durum üzerine Başbakan Muhammed Musaddık görevinden istifa etti. Dr. Musaddık’ın istifası, İngiltere ile İran arasındaki petrol anlaşmazlığının halli hususunda Londra’da ve yerli işbirlikçiler arasında bir ümit belirtisi meydana getirdi. Bu çevrelere göre Musaddık, Tahran Hükümeti’nin başında bulunduğu müddetçe petrol meselesi hakkındaki görüşmelerin muhakkak bir akamete uğraması mukadder idi. Yeni Başbakan Ahmed Gavam, umumiyetle İngiliz dostu sayılmaktaydı.
Yeni İran Başbakanı Ahmed Gavam, neşrettiği bir beyannamede, Musaddık’ın millileştirme davasında, neticeyi, kullandığı usullere feda ettiğini belirtti. Petrol meselesine temas eden yeni Başbakan, yabancı bir şirkete karşı yapılan isteklerden ibaret bulunan bu davanın dejenere bir hale getirilerek iki millet arasında bir düşmanlığa dönüştürülmesine müsaade olunduğundan da şikayet etti. Ahmed Gavam şöyle dedi: “Bu meseleye bir hal çaresi bulmak için bütün gayretimi harcayacak ve muvaffak olamazsam istifa edeceğim. Hasta olmama rağmen, senelerdir sıkıntı çeken İran’ı bu sefer karışıklıklarla tehdit edilmiş görünce, Başbakanlığı kabul ettim. Bütün tahrikçileri ciddi surette cezalandıracak ve hatta bu hususta Parlamento’nun tasvibini de alarak hususî mahkemeler ihdas edeceğim. Bu itibarla lüzum hasıl olduğu takdirde bu kabil tahrikçilerden yüzlercesini mahkeme huzuruna göndertecek ve cezalandıracağım. Politika sahasında olduğu kadar din mevzuunda da demagojiye karşı koyacağım ve bilhassa riyakarlıktan nefret ederim. Kızıllarla mücadele maskesi altında çalışan ve kara mürteci kuvvetleri geliştiren kimseler, hürriyet ve istiklalimizi tehlikeye sokmaktadırlar. Dine ben de hürmet ederim. Fakat din ile devlet işlerini birbirinden ayıracağım.”
Yukarıdaki ifadeler içinde gizli manalara bakıldığında, görülecektir ki; böyle bir açıklamayı ancak İngiltere’nin İran büyükelçisi kaleme alabilirdi.
Ahmed Gavam’ın bu açıklamasından bir gün sonra, Dr. Muhammed Musaddık’ın liderliğindeki Millî Cephe, eski Başbakan Musaddık’ın dolaylı olarak iktidardan uzaklaştırılmasını protesto maksadıyla Tahran’da genel grev ilan etmişti. Tahran’da ve Abadan’da, Başbakanlıktan ayrılmış olan Dr. Musaddık’ın taraftarları ile polis arasında şiddetli çarpışmalar oldu. Göstericiler Tahran’da yayınlanmakta olan ve yeni Başbakan Ahmed Gavam’ı müdafaa eden Ateş gazetesi idarehanesine hücum ettiler ve binayı ateşe vermeye çalıştılar. Polis derhal harekete geçti ve ordu birlikleri de yardıma koştu. Askerler dipçik kullandılar ve polis de göz yaşartıcı bombalar attı; göstericiler dağıtıldı, 7 kişi ağır yaralandı.
Gösterilerin gizli planlamacısı, Musaddık’ın dostu olan dinî lider Molla Kaşhani idi. Kaşhani ile daha bazı göstericiler tutuklandı. Bu arada, yeni Başbakan Ahmed Gavam da ölümle tehdit edildi. Bu ölüm tehdidi, İngiliz işbirlikçisi eski başbakan General Razmara’yi daha önce öldürenlerden gelmekteydi. Tahran’da hükümet gayet şiddetli tedbirler aldı. Ordu birlikleri stratejik noktalarda mitralyözlerle nöbet beklemekte ve tanklar da sokaklarda dolaşmaktaydı. İran başkentinde gece sokağa çıkma yasağı konuldu. Diğer taraftan Başbakan Gavam bütün valilere gönderdiği acele bir emirde, karışıklık çıkaranlara karşı çok sert davranılmasını, göstericilere fırsat verilmemesini istedi.
Eski polis müdürü General Safari, Tahran Belediye Başkanlığı’na tayin edildi. Tutuklananların sayısı 95’e çıktı. Parlamento, çarşı, başlıca gazete idarehaneleri muhafaza altında bulundurulan yerler arasındaydı. Parlamento 18 Temmuz sabahı toplanamadı. Ayetullah Kaşhani orduya bir beyanname yayınlayarak, Ahmed Gavam tarafından memleket aleyhine tertip edildiğini ileri sürdüğü suikaste iştirak etmemesini istedi. Ahmed Gavam’a gelince, yeni Başbakan büyük bir faaliyet göstermekteydi. Eski Başbakan Musaddık tarafından iş başına getirilen bürokrat ve memurlar hızla tasfiye edilmekteydi.
Ülkesini seven Molla Kaşhani taraftarları “Ahmed Gavam’ın iş başına yeniden geçmesi İngilizlerin geri dönmesi demektir.” şeklinde ülke çapında propaganda yapmakta ve bu da son derece etkili olmaktaydı. Şah ve İngiliz destekli Başbakan’ın şiddete başvurmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.
Başbakan Ahmed Gavam’ın davranışlarından, İngilizleri petrol tesislerine geri çağıracağından şüphelenen Millî Cephe’ye mensup milletvekilleri, İngiliz petrol teknisyenlerinin yeniden getirilmelerini yasaklayan bir kanun projesi hazırladılar. Tüm bu kargaşalıklar içinde, meydana gelen olaylara Komünist Partisi Tudeh çok isabetli teşhisler koyuyordu. Rus Gizli Servisi’nden enforme edilen İran komünistleri, resmî gazeteleri Şahbaz’da yayınladıkları uzun bir makalede Musaddık taraftarları ile kendi yandaşlarını, Başbakan Ahmed Gavam’ı iktidardan düşürmeye ve İran’daki Amerikan görevlilerini memleketten kovmaya davet ediyordu. Bu makalenin yayınlandığı Temmuz 1952, Amerikan istihbaratının İran üzerine iyice yoğunlaşmaya başladığı bir dönemdi.
Türklerin Tahran’a Yürüyüşü
Gerek İran Şahı’nın ve gerekse İngilizlerin, Dr. Musaddık’ı başbakan olarak görmek istememelerinin bir diğer sebebi de onun Türk asıllı olmasıydı. Musaddık’ın başbakanlıktan istifaya zorlanması, İran’daki Türkler tarafından büyük bir tepkiyle karşılanmıştı. Abadan askerî komutanı, Musaddık taraftarı Türk aşiretlerinin Abadan’a yaklaşmakta oldukları haberleri üzerine merkezden takviye istedi. Dört adet Sherman tankı ile takviye edilen muhafız kıtaları, Meclis meydanında nöbet beklemekteydi. Askere, mukavemet halinde ateş etmek emri verildi. Demiryolu işçileri greve gitti ve tren seferleri aksadı. Tahran Çarşısı’ndaki olaylarda silahlı polis kıtaları tarafından çarpışmalarda süngülenip ağır surette yaralanan Türk asıllı göstericiler hastahanelere kaldırıldı.
Petrol merkezlerinden Kirmanşah’ta, Musaddık taraftarlarının kefenlere bürünüp “Musaddık için canımızı vereceğiz ama hainleri öldüreceğiz!” diye gösteri yapmalarından sonra, bu şehirde sıkıyönetim ilan edildi. Kazvin’de de vaziyet ciddiydi. Başbakan Ahmed Gavam, karışıklıklar hakkında malumat ve bu bölgede güvenlik tedbirleri almak üzere Abadan askerî komutanını merkeze çağırdı. Ahmed Gavam, eski Londra, halen de Paris Büyükelçisi olan Ali Süheyli’yi Tahran’a davet etti. Ali Süheyli’nin yeni kabinede Dışişleri Bakanı olması muhtemeldi. Musaddık taraftarı bir gazetede yayınlanan yazıda “Musaddık uğruna kanımızı vereceğiz ama kurşunları da Gavam’a hediye edeceğiz. Ona atılacak kurşun yoldadır.” diye yazmaktaydı.
İran din büyüklerinden Molla Ebülkasım Kaşhani evinde yaptığı basın toplantısında, milletin Ahmed Gavam’ı iki gün içinde iktidardan düşüreceğini söyledi ve sözlerinin devamında “Gavam, koltuğunda kalmaya teşebbüs ettiği takdirde, yok edilecektir. Eğer tek bir İngiliz petrol mühendisi, Abadan’a dönecek olursa, millet, Abadan petrol tasfiyehaneleriyle tesisleri havaya uçuracaktır.” dedi. Matem işareti olarak göğsüne siyah bir kurdela iliştirmiş bulunan Kaşhani sözlerine şunları ilave etti: “İngilizler Mısır’da Nahas Paşa aleyhine tatbik ettikleri aynı taktiği kullanarak hileli tertiplerle Gavam’ı getirtmişlerdir. Şah, Ahmed Gavam’ı anayasaya aykırı olarak tayin etmiştir. Musaddık da isteği ile istifasını vermiş değildir. Şah, Gavam canisini iş başına getirmekle hata işlemiştir. Gavam’ın yegane programı İngilizlerin emperyalist gayelerine hizmet etmektir.”
Bütün vilayetlerden akın eden Gavam’ın Başbakanlığını protesto maksadiyle ve kefenlere bürünmüş muhtelif meslekî temsilciler heyetlerinin Tahran’a girmeleri yasaklandı. İran komünistlerinin birlik davetini memnuniyetle karşılayan Molla Kaşhani, “Hepimiz, emperyalizme karşı tek bir bayrak altında birleşeceğiz, hedefimiz birdir. Ve Tudeh’in bizimle işbirliği teklifini bütün kalbimizle kabul ediyoruz.” dedi. Kaşhani, Amerikan Büyükelçisi Loy Henderson’un Ahmed Gavam’ı ziyareti hakkında da şunları söyledi: “Amerikalılar çocukturlar. İngilizler onlara güdecekleri politikayı daima emreder ve onları kulaklarından tutarak yürütürler. Amerikalılar Gavam’ı destekleyecek kadar budalalık edecek olurlarsa, İran milletinin tamamiyle nefretine maruz kalacaklardır.”
Kaşhani, Gavam hakkındaki iddiasında haklıydı. Ahmed Gavam’ın verdiği İngiliz yanlısı beyanatlar, “İran’ın Dış Siyaseti Değişiyor” yorumlarına neden oluyordu. Örneğin bir beyanatı şöyleydi:
“Musaddık millileştirme davasında, neticeyi, kullandığı usullere feda etmiştir. Yabancı bir şirkete karşı yapılan isteklerden ibaret bulunan bu dava, dejenere bir hale getirilerek iki millet arasında bir düşmanlığa inkılap ettirilmesine müsaade olunmuştur.”®
Bu açıklamasından da anlaşılacağı üzere Ahmed Gavam, İngilizlerle ilişkilerin bozulmasından rahatsızdı.
Ahmed Gavam’a aleyhtar bulunan Türk asıllı Kaşkayi aşiretine mensup kimseler, 40 kamyon dolusu silahlı bir kuvvet halinde Tahran’a akın etmekteydiler. Orduya, Kaşkayilerin başkente varmadan evvel durdurulmaları hakkında talimat verilmişti. Bu arada Musaddık’ın istifasının üzerinden 2 hafta geçmiş ama Ahmed Gavam hâlâ kabinesini kuramamıştı.
Tahran’ın en büyük caddesi olan “İstanbul Caddesi” ve Parlamento binası askerî kuvvetler tarafından araç ve insan trafiğine kapatıldı. Tahran’da çıkan kargaşalıklarda 20 ölü vardı. Şah’ın kardeşinin yaralandığı haberi verilmekteydi. Gavam’ın istifa ettiği söylentisi dolaşmaktaydı. Hükümet kuvvetleriyle Millî Cephe’nin taraftarları arasındaki kanlı çarpışmalar yeniden ve müthiş bir şekilde başlamıştı. 19 Temmuz günü itibariyle birkaç gün içinde ölenlerin sayısı 20’ye çıkmıştı. Yaralıların sayısı bilinmemekteydi. Şah’ın kardeşi Ali Rıza, başlıca kargaşalıklara sahne olan Parlamento binası önünde yaralanmıştı. Grev, umumî bir mahiyet almış, bütün mağazalar kapalıydı. Şehirde tanklar, zırhlı otomobiller dolaşmaktaydı. Her tarafta askerler mitralyözlerini kurmuşlardı. Her köşe başında konuşmacılar halka hitabederek Gavammussaltana’yı tel’in etmekteydi. En mühim ve çetin çarpışmalar Parlamento ve merkez telgraf binası önünde cereyan etmişti. En fazla ölü miktarına da buralarda rastlanmıştı. Başbakanın istifasına dair şayialar ortalıkta dolaşmaktaydı. Fakat bu iddia teyid edilememişti. Başbakanın ikametgahı önünde aleyhte gösteriler yapılmış; Başbakan, bunun üzerine Tahran’ın dış mahallelerindeki bir konuta çekilmişti. Musaddık’ı destekleyen Türk aşiretler başşehre doğru inmekteydiler.
Ve İstifa
Tarih 20 Temmuz 1952. İran Başbakanı Ahmed Gavam, ayaklanmalarla başa çıkamadığından bu tarihte istifasını verdi. Musaddık’a taraftar olan milletvekilleri, Musaddık’ı tekrar başbakanlığa kabule iknaya çalışmaktaydı. Hükümet kaynaklarına göre, Ahmed Gavam istifasını vermeden evvel Şah ile görüştü ve kendisine, içinde kuvvetli bir Musaddık taraftarı blokun bulunduğu Meclis’i fesih salahiyetinin verilmesini istedi; ancak Şah, gelişmelerden korkup buna karşı çıktı ve Gavam’ın istifasını kabul etti.
İran Meclisi hususî surette toplandı ve milletvekilleri yeni Başbakan seçimine başladı. Meclis’te Musaddık taraftarlarının çoğunluğu birdenbire arttığından Musaddık’ın tekrar seçilmesinin ihtimali vardı. Millî Cephe’ye mensup milletvekilleri, Tahran Radyosu’nda konuşarak, Ahmed Gavam’ın mağlup edildiğini bildirdi ve Musaddık’ı tekrar işbaşına getirmek için ellerinden geleni yapmak vaadinde bulundular. Musaddık’ın galibiyeti haberi üzerine, bütün gün kapalı kalmış bulunan dükkanlar akşam üzeri derhal açıldı. Bütün umumî binalarda bayraklar dalgalanmaktaydı. Musaddık taraftarları bugün, ellerinde İran bayrakları, “Millet galebe çaldı. Musaddık’ı tekrar Başbakan görmek istiyoruz. Hainlerin de muhakeme edilmelerini istiyoruz.” diye haykırarak şehirde dolaştılar.
Musaddık taraftarları evinin önünde toplanarak, kendisinden başbakanlığı kabul etmesini istedi. Eski Başbakan ağlayarak balkona çıktı ve “Milletimi tebrik ederim. Sizlerin bugün göstermiş olduğunuz fedakarlıklar memleketi kurtardı. Canlarını kaybeden bu kadar masum yerine keşke ben ölseydim.” dedikten sonra bayıldı ve ev halkı tarafından içeriye taşındı.
Tarih 21 Temmuz 1952. Musaddık kabineyi kurmayı kabul etti. Musaddık, İran milletine hitaben yayınladığı mesajda, yeni kabineyi kurmayı kabul ettiğini ve milletten soğukkanlılığını muhafaza etmesini istediğini bildirdi. Hükümet makamları eski başbakan Ahmed Gavam’ın hususî bir müsaade almadan memleket dışına çıkamayacağını kararlaştırdı.
Aynı gün Milletlerarası Adalet Divanı, İran’ın İngilizlere ait petrol sanayiini devletleştirmesi hususunda İngiltere tarafının şikayetini reddetti ve İran’ın, 500 milyon sterlin tutarındaki Anglo- Iranian petrol kumpanyasını devletleştirmekle devletler hukukunu ihlal ettiği iddiası ile İngiltere’nin açmış olduğu davaya bakmaya yetkisi olmadığına beşe karşı dokuz reyle karar verdi.
Tarih 22 Temmuz 1952... Musaddık’ın Başbakan tayin edildiği hakkında Şah’ın emirnamesi bu sabah neşredildi. Dinî lider Molla Kaşhani, Lahey Adalet Divanı’nın verdiği karar münasebetiyle bu gece şenlikler yapılmasını emretti. Bu münasebetle yarın, perşembe günü daireler kapalı olacak ve şenlikler yapılacaktır. İran Hükümeti, Tahran Askerî Valisi ile Polis Müdürü’nü azletti. Tahran Askerî Valiliği’ne General Papur ve Polis Müdürlüğü’ne General Sebani getirildi. Eski başbakan Gavam, yeniden başbakanlığa gelen Musaddık’ın emriyle tutuklandı. Gavam Tahran’ın seksen kilometre güneyinde bulunan Kum şehrinde arkadaşı Hoşsi’nin evinde yakalanarak tevkif edildi.
Tarih 23 Temmuz 1952. Tahran radyosunun dün gece bildirdiğine göre Ayan Meclisi yaptığı gizli toplantıda, doktor Musaddık’ın başbakanlığını 41 mevcudun 33’ü ile kabul etti, 8 üye çekimser kaldı. Bugün komünistler bir Amerikan subayını dövdü ve Amerikan yardım heyetinin bulunduğu binayı taşladı. Bunun üzerine Amerikan Büyükelçisi Loy Anderson, İran’daki bütün Amerikan 4’üncü Madde Yardım Daireleri’nin kapanmasını emretti ve Amerikan vatandaşlarının selametleri bakımından sokağa çıkmamalarını istedi. Komünist ve milliyetçi önderler, gözden düşen müstafi Başbakan Ahmed Gavam’ı desteklediği iddiası ve Milletlerarası Adalet Divanı’nda Amerikan hakiminin reyini İran aleyhinde kullandığı gerekçesiyle Amerika aleyhine gösteriler tertip etti. Halk bir yandan Amerikan subayını kıyasıya döverken bir yandan da “Kahrolsun Amerikalı müşavirler!” diye bağırmışlardı. Tudeh mensubu halk, bütün İran’daki, aslında casusluk merkezi faaliyeti gösteren “iktisadî ve ziraî yardım” kılıflı Amerikan teşkilatlarının yerleşmiş bulunduğu binalar önünde gösteriler düzenledi. 20 Milletvekili, eski Başbakan Ahmed Gavam’ın mallarına el konulmasını isteyen takriri Meclis’e sundu. Musaddık Parlamento’nun 69 mevcudu üzerinden 68 güvenoyu aldı.
Tarih 28 Temmuz 1952... Bundan birkaç hafta evvel, 15 milyon ton ham petrol satın almak için İran hükümetine tekliflerde bulunan Amerikan “Richard Nelson” petrol kumpanyasının teklifini yenilediği öğrenildi.
Tarih 29 Temmuz 1952. Millî Cephe yayın organı Bahter-i Emruz gazetesinin bugün haber verdiğine göre, İran Başbakanı Doktor Musaddık tekrar petrol ihracatına başlamak şartıyla, petrol sanayiinin Dünya Bankası tarafından işletilmesi hususunda İran’ın müzakerelere girişebileceğini ima etti. Gazeteye göre, Doktor Musaddık bu teklifini Birleşik Amerika Büyükelçisi Loy Henderson’la yaptığı görüşme esnasında ileri sürdü. Müstakil Keyhan gazetesi de, Amerika Büyükelçisi’nin, Musaddık’tan son ayaklanmalardan sonra Amerikalıların mal ve canlarının, hassaten Dördüncü Madde İktisadî Teşkilatı memurlarının hayatlarının emniyet altına alınmasını talep ettiğini, Musaddık’ın da bu hususta teminat verdiğini yazmaktadır.
Tarih 30 Temmuz 1952. Şah’ın Kızkardeşi Prenses Eşref ile biraderi Prens Ali Rıza, annelerinin refakatinde cumartesi günü Tahran’dan Avrupa’ya hareket edeceklerdir. İran halkı bunlara Musaddık’ın aleyhindeki siyasî entrikalara karıştıkları nazarı ile bakmaktadır. Bazı gazeteler Saray’da yapılacak temizliğin Saray Nazırı Hüseyin Âlâ’ya kadar gideceğini yazmaktadır.
Bilindiği gibi İran’ın içinde bulunduğu zorluklar petrol işletmelerini devletleştirdikten sonra kendi millî vasıtaları ile ürettiği ham petrolleri satamamaktan ileri geliyordu. İngiltere hükümeti İranlıların çıkardıkları petrolleri İngiliz-İran Petrol Şirketi’nin malı sayarak her vasıta ile bunun satılmasına engel oluyordu. Rose-Mary petrol nakliye gemisi ile İran hükümeti tarafından İsviçre’ye satılan petrollerin Aden’de İngilizler tarafından zapt ve müsadere edilmesi bundan ileri geliyordu. İtalyanlara ait bulunan Rose Mary petrol gemisi Honduras bayrağını taşıyordu. İtalya’ya gitmek için Süveyş Kanalı’na doğru yol almakta olduğu sırada İngilizler tarafından yakalandı ve petrole el kondu. Lahey Mahkemesi’nin kararı bu müsaderenin haksız olduğu manasına yorumlanabilirdi. Bu bakımdan Lahey Mahkemesi’nin kararı ile İran Petrol meselesi yepyeni bir safhaya girmiş oluyordu. İran hükümeti Abadan’da devletleştirilen petrol tasfiyehaneleri üzerinde İngiliz şirketine tazminat vermek için müzakereye hazır olduğunu söylemekteydi. Fakat verilecek tazminat ancak İran’ın istihsal edip satacağı petrol bedelleri üzerinden ödenebilirdi. Bu halde İranlıların olduğu gibi İngiltere’nin de menfaati Abadan petrollerinin işletilmesindeydi.
Son günlerdeki gelişmeleri özetleyecek olursak, Parlamento seçiminden sonra Dr. Musaddık istifasını vermiş ve gerek yeni Meclis ve gerek Ayan tarafından, tekrar Başbakanlığa seçilmişti. İki meclisin bu seçimi, inha mahiyetindeydi. Tayini yapan Şah’tı. İki meclisin inhası üzerine Musaddık’ın tayini beklenirken, Şah, Musaddık yerine Ahmed Gavam’ı tayin etmişti. İşte halk bunun üzerine ayaklanmıştı. Bu ağır şartlar arasında Şah, Başbakanlığı tekrar Musaddık’a vermişti. Olayların bu şekilde gelişmesi bir taraftan Şah, öte taraftan da İngiltere için bir yenilgiydi. Şah’ın Gavam’a itimad ettiği ve onu başbakanlığa getirmek istediği meydandaydı. Fakat halkın ayaklanması karşısında tahtından bile düşürüleceğinden korkmuş ve istemeyerek Musaddık’ı iktidara geri çağırmıştı. Bu şartlar altında iktidara geçen Musaddık ile Şah arasındaki münasebetlerin ne olacağı tahmin edilebilirdi. İngiltere’ye gelince, İngiliz politikası Musaddık’ı düşürmek noktasında toplanmıştı, İngilizlere göre Musaddık ile anlaşmak mümkün değildi, iktisadî baskı ile Musaddık düşürülecek olursa, yerine geçecek başka bir politika adamı ile anlaşmak kolay olacaktı.
Musaddık’ın yerine Gavam geçince bu İngiliz politikası başarı kazanmış gibi görüldü. Fakat bu ümid gerçekleşmedi. Gavam’ın akıbeti, İran’da petrolü devletleştirmek meselesinin Musaddık’a mahsus şahsî bir politika olmadığını İngiltere’ye anlatmalıydı. Çünkü halk Musaddık’ı kara gözleri için değil, petrol meselesinde takip ettiği politika için desteklemekteydi. Görülüyor ki bu meselede ondan başka bir yol takip edecek politika adamının iktidara getirilmesi mümkün değildi. İngiltere, şirketle İran Hükümeti arasında 1933 yılında imza edilmiş olan sözleşmenin bir milletlerarası andlaşma mahiyetini taşıdığını ve Lahey Mahkemesi’nin davayı görmeye yetkili olduğunu iddia etmişti. Bundan başka İngiltere’ye göre İran, İngiliz vatandaşlarına ait malların korunacağı hakkında imzalanmış olan sözleşmeye aykırı hareket etmişti. Ancak Mahkeme beşe karşı dokuz oyla, bu davayı görmeye yetkisi olmadığına karar vermişti. Yani mahkeme İran petrol kaynaklarını devletleştirmekte İran’a hak vermekteydi. Bu muamele “dahilî bir meseledir” demek istiyordu.
İran’da Darbe Yılı: 1953
Şimdi de gün gün, İran bir darbeye nasıl götürüldü, buna bakalım...
Ocak 1953: İran başkenti Tahran’ın 140 kilometre güneyindeki Kum şehrinde, Komünist Tudeh Partisi ile medrese mensupları arasında başlayan ve devam eden çatışmalar yüzünden 3’ü ağır olmak üzere 100 kadar kişi yaralandı. Dükkanların talan ve yağma edildiği ve polis kuvvetlerinin silah kullanmak zorunda kaldığı kanlı hadiseler, Viyana’da toplanan Barış Kongresi’nden Kum şehrine gelen Tudeh Partisi mensuplarından birini karşılamak maksadıyla bu parti taraftarlarının yapmak istedikleri gösterilerden ileri geldi ve bu yüzden medreselilerle çarpışmalar başladı.
Bu arada Rusların elinde bir koz daha bulunmaktaydı. O da harb seneleri içinde Sovyet hükümetinin muhafazasına terkedilen ve İran’a iade edilmeyen 12 ton İran altınıydı. Bu altının tamamının veya bir kısmının İran’a iadesi, bu memleketteki Moskova prestjini fazlasıyla arttırabilir ve Musaddık’ı Batıya karşı kuvvetlendirebilirdi. Amerika, İran’a iktisadî yardım yapmayacağını ilan ettiğinden beri Tahran idarecilerinin gözleri Moskova’daydı. Tahran, Malenkov hükümetinden 12 ton altını istemekteydı. Bu altınlar İran’a aitti ve İkinci Cihan Harbi sonlarında Kuzey İran’ı işgal etmiş olan Rus kuvvetleri tarafından götürülmüştü. Bu tarihlerde İran Hükümeti çalıştırmakta olduğu memurlara da, işçilere de maaş ve yevmiye veremeyecek hale gelmişti ve bu sebeple de grevler birbirini takip etmekte, dış güçlerin faydalanabilecekleri bir durum husule gelmekteydi. (İran bu altınlarım 2011 yılı itibariyle hâlâ alamamıştır.)
16 Ocak 1953: Amerikan Dışişleri Bakanı Dean Acheson, bakanlığına mensup binlerce memura veda etti. Acheson, yaptığı kısa konuşmada, bakanlık memurlarının sadakatleri olmadığına dair herhangi bir ithamdan uzak çalışmaya hakları olduğunu söyledi. Acheson, 25 Ocak’ta yerini Foster Dulles’a bırakacak.
Mart 1953: Hükümete karşı bir suikast tertipledikleri iddiasıyla tevkif edilmiş olan bazı kimseler dün akşam serbest bırakıldı. Bunlar arasında eski Maliye Vekili Gulam Hüseyin Furuha, eski haberalma şubesi Başkanı General Glanşah, General Amir Aslami, General Sari ve diğer bazı yüksek rütbeli emekli subay var.
16 Mart 1953: Miriella petrol gemisi Abadan’a geldiği zaman yüzlerce kişi rıhtıma birikmişti. Abadan’a yirmi kilometre mesafeden İran motörleri gemiye refakat etti. Tasfiyehane müdürü Miriella’nın kaptanına çiçekler hediye etti ve Anglo-Iranian Petrol Kumpanyası’nın ablukasını kırdığı için kendisini tebrik ettikten sonra İran lehindeki kararından dolayı İtalyan adaletinden sitayişle bahsetti. Kaptan “Yaşasın İran! Petrol almağa tekrar geleceğiz!” diye cevap verdi. “AIba” isimli diğer bir İtalyan gemisi de Abadan’dan bu akşam veya yarın ayrılacak.
31 Mart 1953: Venedik: Miriella gemisinin Abadan’dan
getirmiş olduğu 4.600 ton petrole el konması için Anglo-Iranian Kumpanyası tarafından ileri sürülen talebin Venedik mahkemesince reddolunması ilgili çevrelerde hayret uyandırdı. Zira mahkeme bu husustaki kararını on gün sonraya atmakla kumpanya lehinde bir karar vermeyeceğini belli etmiş bulunuyordu. Anglo-Iranian Kumpanyası, Venedik mahkemesinden müspet bir karar almış olsaydı Abadan’dan gelen bu petrolleri iktisap edenler aleyhinde dava açacak ve petrolün çalıntı mal olduğunu iddia edecekti.
Mayıs 1953: Tahran askerî valisi, Tümgeneral Fazullah Zahidi’ye “ifadesi alınmak üzere” 48 saat içinde resmî makamlara müracaat etmesini bildirdi. Muhalefetin güvendiği bir şahıs olan general Zahidi’nin oğlu ile kardeşi, Tahran polis müdürünün katli hakkında yapılan tahkikat sırasında tevkif edilmişlerdi. General’in halen nerede olduğu bilinmemekte.
Mayıs 1953: Tümgeneral Fazullah Zahidi bu sabah Parlamentoya iltica etti. Bilindiği gibi generale iki gün önce resmî makamlara müracaat etmesi lüzumu bildirilmişti. Halen generalin iki yakını polis müdürü Afşar Tus’un katline iştirak etmek suçundan mevkuf bulunmakta. İran’da Parlamento binası, camiler gibi, kutsal bir melce telakki edilmekte.
Mayıs 1953: Tahran polis müdürü General Afşar Tus’a yapılan suikastla ilgili olmakla itham edilen İran Millî Meclisi üyelerinden Dr. M. Baghai bugün yaptığı bir basın toplantısında, meseleye kendisini de dahil etmek üzere komünistlerin bu yalanı ortaya attıklarını söyledi ve İran gizli polis teşkilatı şefi binbaşı Nadiri’nin bir komünist olduğunu iddia etti.
22 Temmuz 1953: Tudeh Partisi bugün Dr. Musaddık’a gönderdiği açık mektupta, Amerika’ya ve Başbakan’ı devirmek için komplo kurmuş olmakla suçladığı İmparatorluk Sarayı’na şiddetli hücumlarda bulunmakta. Mesajda, Amerika, İran’ın zenginlik kaynaklarına göz dikmek ve memleketi harbe doğru sürüklemekle itham olunmakta. Parti, mektubunda Dr. Musaddık’ı Amerikan siyaseti önünde boyun eğerek Sovyetler Birliği’ne stratejik malzeme satmayı reddettiğinden ve askerî yardım teşkilatlarını kabul etmekle memlekete binlerce Amerikan casusunu sokmuş olmakla muaheze etmekte ve Dr. Musaddık’tan referanduma başvurmak suretiyle Saray ve Parlamento’nun kurduğu komployu ortadan kaldırmasını, Amerikan sivil ve askerlerinin memlekete girmelerine yol açan bütün anlaşmaları fesh ederek petrol satışı için Ruslarla müzakereye girmesini, sıkıyönetime son vermesini, mahpus bulunan Tudeh Partisi mensuplarını serbest bırakmasını ve nihayet partilerine kanunilik hakkı tanımasını talep etmekte.
Temmuz 1953: Bugün bildirildiğine göre “kara gözlü” Prenses Eşref, sarayda memur 50 polisin nezaret ve muhafazası altında bulunmakta. Gazeteler, Şah Pehlevi’nin, kız kardeşini tekrar sürgüne göndereceğini yazmakta; Prenses Eşref’in bir sarayda hapsedildiğini, gece gündüz elli muhafızın nezareti altında tutulduğunu, muhafızlardan başka hiç kimse ile temasta bulunmaması için telefon hatlarının kesildiğini ilave etmekte. Bahter-i Emruz gazetesi bu konuda şöyle demektedir: “Prenses İngilizlerin müsamahası ile, entrikalar çevirmek için İran’a dönmüştür. Fakat bu mızrak hedefine varmadan kırılacaktır.”
Temmuz 1953: Saray’dan verilen bir emir üzerine dün âni olarak Tahran’a gelmiş bulunan İran Şahı’nın kız kardeşi Prenses, Roma’ya gitmek üzere İran’dan ayrılacaktır. Prenses Eşref vizesiz geldiği için ancak Başbakan’ın hususî müsaadesiyle hava meydanından ayrılabilmiştir.
30 Temmuz 1953: Dün akşam dinî lider Ayetullah Kaşhani’nin yapacağı bir konuşmayı dinlemek üzere gelen Kaşhani taraftarlarıyla eve zorla girmeye muvaffak olan muhalifler arasında vukua gelen büyük bir kavga sonunda üçü ağır olmak üzere elli kişi yaralanmıştır. Dövüş sopa ve bıçak darbeleri arasında “Yaşasın Musaddık!” ve “Kahrolsun Musaddık!” sesleri arasında cereyan etmiştir. Vaka mahalline getirilen askerî birlik, kavgacıları dağıtmak için havaya ateş etmek zorunda kalmıştır.
3 Ağustos 1953: Bugün bir basın toplantısı tertip eden Ayetullah Kaşhani, Musaddık Hükümeti’nin gayri meşru olduğunu, bu itibarla yabancı memleketlerle yapacağı bütün anlaşmaların ve bunlardan doğacak vecibelerin İran milleti nazarında hiçbir kıymet ifade edemeyeceğini söylemiştir.
Son günlerde evinin önünde cereyan eden hadiseleri yorumlayan siyasî ve dinî lider, hükümeti, kendisini öldürtmek istemekle itham etmiştir. (Oysa Kaşhani ’nin evine karşı yapılan tüm saldırılar CIA organizasyonudur. -Yazar) Kaşhani, evinin asker tarafından sarılması suretiyle taraftarlarını toplamak imkanından mahrum bırakıldığını belirtmiş ve Musaddık’ı bütün hürriyetleri ortadan kaldırmakla suçlamıştır. Kaşhani sözlerine şunları ilave etmiştir: “Referandum bir baskı havası içinde cereyan edecektir. Halkın buna katılmaktan çekinmesi gerekir.”
Ağustos 1953: İran Başbakanı Doktor Musaddık, dün akşam anayasa bayramı münasebetiyle radyo ile yayınlanan bir konuşma yapmıştır.
Musaddık “yabancı menfaatlerin hizmetinde” olmakla itham ettiği son Meclis hakkındaki fikirlerini tekrarladıktan sonra, İran milletinin yakında millet hizmetinde çalışacak hakikî bir Meclis’e kavuşacağını söylemiş ve hürriyete bağlılığını, aynı zamanda İran milletine, istiklalini elde edebilmesi için bir fırsat verdiğinden ötürü duyduğu memnunluğu ifade etmiştir. Başbakan’dan evvel kısa bir hitabede bulunan Şah ise, “Anayasaya daima riayet edileceği” ümidini açıklamıştır.
Ağustos 1953: Newsweek dergisinde çıkan bir yazı Batının mühim meselelerle uğraştığı şu sırada İran’ın yavaş yavaş komünizme doğru gittiğini tasrih etmektedir. Komünist Tudeh Partisi’nin geçen ay yaptığı teşkilat gösterileri nazarı itibara alan makalede Başvekil Musaddık’ın ya komünistlerle işbirliğini kabul edeceği yahut da bir mağlubiyeti kabule mecbur olacağı ileri sürülerek şöyle denilmektedir: “İran Hükümeti’ndeki Adliye, Maliye ye Çalışma Vekilleri gibi yarım düzine kadar vekil, Tudeh Partisi’ne sempatisi olan kimselerdir. Askerî mektepler de dahil olmak üzere yüzlerce Tudeh Partisi mensubu orduda mühim mevkiler işgal etmektedirler. Musaddık, Tudeh Partisi’ne kanunî bir hayat vermemek için ısrarda devam etse bile önüne geçilmez bir kuvvetin gelişmekte olduğu da muhakkaktır.” (CIA ’ye ait ilgili belgelerde, Newsweek dergisinin darbe öncesi yaptığı bazı yayınların, ABD açısından olumlu sonuçlar alınmasına sebep olduğu ifade edilmektedir. Yukarıdaki makale, bu yayınlardan biri olabilir. -Yazar)
11 Ağustos 1953: Londra akşam gazetelerinden “Evening News” gazetesi Bağdat’tan Londra’ya gelen haberlere atfen, İran Şahı’nın, gayrı muayyen bir müddet kalmak üzere meçhul bir semte gitmeye karar vermiş olduğunu bildirmektedir. Gazetenin mütalaasına göre, Şah’ın, memleketten ayrılmasına, komünizm taraftarı halk teşekküllerinin yardımı ile şahsî bir diktatörlük kurmak emelinde bulunan Başvekil Doktor Musaddık’ın faaliyetleri sebep olmuştur.
(Bu haber gazeteye büyük ihtimalle İngiliz gizli servisi tarafından sızdırılmış, Şah ’ın tahtını terkederek bilinmeyen bir yere gitmesinden Musaddık sorumlu tutularak, uluslararası camiada Musaddık Hükümeti baskı altına alınmaya çalışılmıştır. Gerçekten de Şah bu haberin yayınlanmasından bir gün sonra yani 12 Ağustos günü gizlice İran’ın yazlık kenti Ramsar’a gitmiş, CIA ajanlarıyla ilişkilerini de buradan yürütmüştür. Gazetenin haberi doğrudur; ancak gazete, bilerek veya bilmeyerek, bu haberi yayınlamakla, CIA-SIS operasyonuna destek sağlamış, uluslararası bir entrikada kullanılmıştır. -Yazar)
14 Ağustos 1953: Doktor Musaddık Hükümeti tarafından Parlamento’nun feshi için tertiplenen referandum, Musaddık’ın zaferiyle neticelenmiştir. Başvekil Musaddık bugün radyoda bir konuşma yaparak İran halkına, Meclis’in feshi lehinde karar vermesinden ve bu suretle hükümetin durumunu kuvvetlendirmiş olmasından dolayı teşekkür etmiştir. Başvekil, yeni seçilecek Meclis’in halkın iradesine uygun hareket edeceği ve millî hareketin gayesine erişmesine müsaade eyleyeceği ümidini belirtmiştir. Bunu müteakip dünya efkarına hitabeden Başvekil, İran milletinin memleketteki bütün yabancı nüfuzunu ebediyen yoketmek için mücadele ettiğini bazı yabancı unsurların anlamamakta ısrar etmesinden şikayet etmiştir. Başvekil sözlerini bitirirken hür milletlerin hiçbir zaman bu yoldaki propagandalara kapılmayacakları, İran’a manevî müzaherette bulunmaya devam edecekleri ümidini izhar etmiştir.
16 Ağustos 1953: Saray Nazırı Ebülhüseyin Amin’i tevkif edilmiştir. Şah’a sadık olan bazı askerî şahısların dün gece askerî mahiyette bir hükümet darbesine teşebbüs etmiş oldukları bu sabah Tahran’da yayınlanan resmî bir tebliğ ile açıklanmıştır. Tebliğde belirtildiğine göre, gece yarısından az önce Tahran banliyösünde Çemiran’da Saadabat yazlık sarayında bulunan Şah’ın muhafız alayına mensup birlikler, Dışişleri Vekili Hüseyin Fatımi’nin bu civardaki evine gitmişler ve Dışişleri Bakanı’nı ele geçirerek saraya hapsetmişlerdir. Bu askerler Çalışma Vekili Alemi ile Millî Cephe mebuslarından Zirak Zade’yi de yakalamışlardır. Ayaklanmanın elebaşısı Albay Nasırî bunu müteakip asker dolu dört kamyon ve iki zırhlı arabayla Tahran’a inmiş ve Genelkurmay Başkan’ı General Riahi’yi tutuklamaya teşebbüs etmiştir. Fakat Genelkurmay Başkanı bulunamadığından İkinci Başkan yakalanmıştır.
Bu arada Albay Nasırî, Başvekil Musaddık’ın evine de gitmiş ve Başvekil’e verilecek bir mektubu olduğunu iddia ederek içeriye girmeye teşebbüs etmiştir. Fakat Başvekil’in muhafızları durumdan şüphelenerek Nasırî’yi yakalamışlardır. Bu sırada Genelkurmay Başkanlığı’nın işgal edildiğini zanneden âsilerin geri kalan kısmı da sabahın beşinde esir almış oldukları üç şahısla beraber Çemiran’dan Tahran’a gelmişlerdir. Fakat hükümet darbesi teşebbüsü Albay Nasırî’nin tevkifi ile açığa çıkmış olduğundan bu ikinci gruptakiler de tevkif edilmiş ve yakaladıkları şahıslar serbest bırakılmıştır.
Tahran sokaklarında nümayişler başlamış bulunmaktadır. Millî Cephe’ye mensup şahıslar her dakika artan gruplar halinde toplanarak Başvekil Musaddık’ın evine doğru gitmekte ve bu arada Başvekil’in “yeni zaferini” ilan etmektedirler. Gösterilere katılan Tudehçiler ise Şah aleyhinde haykırmaktadırlar.
Büyük sayıda askerî birlikler Başvekil’in evine giden yolları kesmiş bulunmaktadır. Hükümet duruma tamamiyle hâkimdir.
İran Genelkurmay Başkanı General Riahi, Fransız AFP muhabirine verdiği beyanatta hükümetin dün saat 17’den beri âsilerin niyetlerinden haberdar olduğunu bildirmiştir. Başvekil Musaddık dün akşam General’den gelip kendisini görmesini rica etmiştir. General, bu davete icabet ederken yolda kendisini tevkif için Genelkurmay’a gitmekte olan âsilerle karşılaşmıştır. General Riahi, Başvekil’le görüştükten sonra yardımcısı General Kâni’yi Saadabad Sarayı’na göndermiş, fakat bu General oraya varır varmaz tevkif edilmiştir. Bu arada Genelkurmay Başkanı hükümetin en sadık unsurlarından dağ alayı komutanı Albay Mumtaz’ı bütün gerekli tedbirleri almak ve Şah’ın muhafız alayını nezaret altında bulundurmakla vazifelendirmiştir. Bu emir üzerine Başvekil Musaddık’ın evine giden ana caddeye birliklerini yerleştiren Albay, Genelkurmay’ı işgale giden âsilerin bulunduğu dört kamyonu tevkifle içindekileri silahtan tecrit etmiştir. Bu sırada bir jeeple Musaddık’ın evine gelerek Başvekil’i tevkif teşebbüsünde bulunan Albay Nasırî de tevkif edilmiştir. Bunu müteakip bu dağ alayına mensup birlikler Saadabad Sarayı’na giderek oradaki askerî birliğin geri kalan kısmını silahtan tecrit etmiş ve saraya yerleşmiştir. Diğer taraftan çarşıdaki telefon hatlarını kestirmiş olan Albay Azmudeh de tevkif edilmiştir.
Dün gece akim kalan hükümet darbesi teşebbüsü Tahran’da hayret uyandırmamıştır. Filhakika müşahitler Şah’a sadık askerî unsurların iktidarı ele geçirmeye teşebbüs etmelerini birkaç haftadan beri beklemekteydiler. Hatta komünist gazetelerinden “Şaabast” dün akşam bu hükümet darbesinin bütün teferruatını yayınlamış, elebaşının Albay Nasırî olduğunu bildirmiş ve darbenin cumartesi gecesi yapılacağını da haber vermiştir. Yalnız gazete bu darbenin teknik sebeplerle tehir edildiğini ilave etmişti. Siyasî müşahitlerin kanaatince şimdi Şah’ın durumu nazikleşmiş olup Tahran’da daha mühim hadiselerin husule gelmesi beklenebilir.
Henüz teyid edilmeyen haberlere göre; İran Şahı, refakatinde Kraliçe olduğu halde, dört motorlu şahsî uçağı ile İran’dan ayrılmıştır. Bu arada yayınlanan bir tebliğde Parlamento’nun lağvedildiği bildirilmektedir.
Bağdat: İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî ve Kraliçe Süreyya buraya geldiklerinden beri “Beyaz Saray” ismiyle anılan ve Irak Hükümeti’nin daimi misafirlerine tahsis etmekte olduğu Küçük Köşk’te bulunmaktadırlar. Köşkün etrafında bulunan polisler halkın toplanmasına mani olmakta ve köşke girenlerin vesikalarını dikkatle incelemektedirler. Öğleden sonra Irak’taki İran maslahatgüzarı M. Abdülahad Dara köşke gelmiştir. Maslahatgüzar köşkten çıkışında hiçbir beyanatta bulunmamıştır.
Irak’taki İsviçre Maslahatgüzarı, kendisine şimdiye kadar İran Şahı tarafından İsviçre’ye giriş vizesi talebinde bulunulmadığını bildirmiştir. Bununla beraber Ortaelçi böyle bir talep vuku bulduğu takdirde nasıl hareket edilmesi icabettiği hakkında Bern’ den talimat istemiştir.
17 Ağustos 1953: Bağdat: İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî, beraberinde eşi olduğa halde hususî uçağı ile buraya vardıktan birkaç saat sonra, genç Irak Kralı Faysal ile görüşmüştür.
Şah hususî uçağından inince evvela kendisini tanıtmamış, meydanda bulunanlara kendisini iyi bir otele götürmelerini söylemiştir.
Amman’a yaptığı resmî ziyaretten dönmekte olan Kral Faysal karşılamak üzere Irak’ın ileri gelen resmî şahsiyetleri tesadüfen bu esnada hava alanında beklemekte idiler. İçlerinden biri Şah’ı tanımış ve derhal Dışişleri yetkililerine bildirmiştir. Yetkililer derhal Şah’a tazimde bulunmuş ve gereken emri vererek, onu Kraliçe ile birlikte Beyaz Saray’a misafir etmiştir.
Şah’ın üzerinde koyu kurşunî bir elbise vardı. Güneş gözlükleri takmıştı. Yüzü güneşten yanmış ve sıhhatli görünmekteydi.
Kraliçe pembe bir rob giymişti. O da güneş gözlükleri takmıştı. Şah ile Kraliçe misafir edildikleri Beyaz Saray’da akşama kadar dinlendikten sonra, saat 6 sularında otomobille saraya giderek Kral Faysal’ı ziyaret etmiş ve birlikte çay içmişlerdir.
Tahran: İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Fatımi, Bahteremruz gazetesinde yayınladığı bir makalede Şah’a şiddetle hücum etmekte ve Dr. Musaddık’ı, İran’ı Şah’tan kurtarmaya davet eylemektedir. Fatımi makalesinde şöyle demektedir:
“Saray, İran’da hürriyet davasına hizmet edenlere daima karşı koymuştur. Ben Şah’tan ecnebî tazyiki karşısında cesur davranmasını beklemezdim. Fakat onun bu derece korkak ve karakterden mahrum olduğunu da tahmin etmezdim. Şah’ın, milletimizin girişmiş olduğu mücadelenin prensiplerini yıkacağını ve yabancılarla anlaşarak milletin gösterdiği fedakarlıkları ayak altına alacağını zannetmezdim. Babası ve ailesi 30 yıl boyunca İran milletini soyduktan sonra Şah’ın artık ne istediğini anlayamıyorum.”
Fatımi yazısına şöyle devam etmektedir: “İran’ın varını yoğunu çaldınız, yağma ettiniz. 30 yıl boyunca İran’da hiçbir aile masun kalmadı. Özel malları da çaldınız. Yol kesen eşkiyalar gibi hareket ettiniz. Ve sanki tertiplediğiniz darbeden uzak kalmak istiyormuş gibi Hazar Denizi kıyılarına çekildiniz.”
Fatımi bundan sonra Dr. Musaddık’a hitaben şöyle demektedir:
“Bu cinayetlere daha ne zamana kadar göz yumacaksınız? On iki yıllık entrika ve suikastlere bir son vermek lazımdır.”
Tahran: Başkent tanklar tarafından zırhtan bir çember içine alındığı bir sırada dün öğleden sonra binlerce nümayişçi, “Şah’a ölüm! Hanedana son verin!” diye bağırarak sokak ve caddelerde dolaşmışlardır. Başvekil Musaddık’ı tutan gençler, süngü takmış birliklerin tutmuş oldukları caddeler boyunca “Musaddık zaferi kazandı.” nidalarıyla geçmişlerdir. İran Dışişleri Vekili Hüseyin Fatımi, verdiği beyanatta, “Şah memleketine ihanet ettiğini anladı ve onun için kaçtı.” demiştir.
Bağdat: Buradaki İran Büyükelçiliği sözcüsünün dün akşam bildirdiğine göre, İran Büyükelçiliği, Irak Dışişleri Bakanlığı’na şifahî bir nota vererek İran Şahı’nın Bağdat’ta ikameti ile ilgili malumat talep etmiştir. Aynı sözcünün ilave ettiğine göre, Şah’ın Bağdat’a gelişi hiç beklenmemekte idi. Bu geliş bir firar telakki edilebilir. Büyükelçilik personeli Şah ile temasa geçmemişlerdir. Şah da İran Büyükelçisi’ni görmek arzusunu izhar etmemiştir.
Şimdi Irak Hükümeti’nin İran Büyükelçiliği’nin şifahî notasına cevap vermesi beklenmektedir. Bu sabah Irak Bakanlar Kurulu olağanüstü bir toplantı yapmıştır.
Tahran: Şah’ın firarından sonra Tahran’da durum nispeten sakindir. Sokaklarda zırhlı vasıtalar devriye gezmektedir. Dün akşam birçok genç şehrin sinemalarını dolaşarak film başlamadan evvel mutaden çalınmakta olan Kraliyet Marşı’nın katiyen olma- mamasını ve Kral’la Kraliçe’nin resimlerinin indirilmesini sinema sahiplerine tenbih etmişlerdir. Bugün hükümdarların resimlerinin resmî binalardan da indirilmesi beklenmektedir.
Tahran: Parlamento meydanında bu sabah yeni hadiseler vukua gelmiş ve polis, müteveffa Şah Rıza Pehlevî’nin heykelini yerinden söktükten sonra yere atıp parçalamak isteyen nümayişçileri dağıtmak maksadıyla havaya ateş etmek ve taarruza geçmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu arada 10 kişi yaralanmıştır. Ekserisi milliyetçi partilere mensup olan ve sayıları birkaç yüzü aşan bu nümayişçiler yeniden civar sokaklarda toplanmaya başlamışlardır. Şimdiki Şah’ın şehir bahçelerinden birinde bulunan heykeli halk tarafından, indirilerek parçalanmıştır.
Tahran: Tahran radyosu bu sabah General Zahidi’ye hitap ederek 24 saat zarfında askerî makamlara müracaata davet etmiştir. Radyo bundan başka hudut karakollarına General Zahidi’yi, memleketi terke teşebbüs ettiği taktirde, tevkif etmelerini emretmiştir. Diğer taraftan öğrenildiğine göre, General Zahidi, kendisini başbakanlığa getirecek olan hükümet darbesi teşebbüsünün akim kaldığını öğrenince, Irak’a kaçmak maksadıyla, Tahran’ın 40 kilometre uzağında bulunduğu mahalden Vamadan istikametine gitmiştir. General Zahidi bu hudut bölgesini gayet iyi bildiğinden, alınan bütün sıkı tedbirlere rağmen sınırı kolayca aşması mümkündür.
Tahran: Bugün Tahran’da yeni tevkifler icra edilmiştir. Tevkif edilen şahıslar şunlardır:
Eski Genelkurmay Başkanı Yardımcısı General Geriç, Eski Polis Müdürü General Keyhanî, Süvari Komutanı Albay Mansur ve Ramsar’da Şahı nezaret altında bulundurmakla görevli Albay Kasra...
17 Ağustos 1953 - Bağdat: İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî ile Irak Kralı Faysal dün misafir köşkünde bir saatten fazla görüşmüşlerdir. Şah tarafından kabul edilen siyasî ve dinî büyüklerin bildirdiklerine göre, Muhammed Rıza Pehlevî, Başvekil Doktor Musaddık’ı azil ve yerine General Feyzullah Zahidi’yi nasbettikten sonra kendi arzu ve iradesiyle Tahran’dan ayrılmıştır. Bu çevreler Şah’ın fikirlerini şu şekilde izah ettiğini kaydetmişlerdir: “Doktor Musaddık, istifası hususunda benim ve İran halkının arzusunu yerine getirmediği için esef ediyorum. General Zahidi askerî bir hükümet darbesi hazırlamamış, sadece Doktor Musaddık’a kararımı iblağa çalışmıştır. Ben hâlâ Musaddık’ı değil de, General Zahidi’yi İran’ın meşru başvekili addediyorum.”
Aynı çevreler, Şah’ın şu mütalaayı da sözlerine ilave ettiğini bildirmişlerdir. “İranlıların millî menfaatlerini korumak yolundaki salahiyetlerimi kullanmak ve anayasamıza hürmetkar kalmak daima hedef ve gayem olacaktır. Doktor Musaddık’a, memleketi yegane diktatör olarak idareye müsaade edilmeyecektir.”
19 Ağustos 1953 - Roma: Dün gece buraya gelen İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevî’nin bugün bir basın toplantısı yaparak memleketinden âni surette ayrılışının sebeplerini izah edeceği sanılmaktadır. Şah’ın buraya gelmesi münasebetiyle beyanatta bulunan İran Büyükelçiliği sözcülerinden biri, “Şah’ın Roma’ya geleceğinden Büyükelçiliğin haberi yoktu, binaenaleyh bu hususda herhangi bir karşılama hazırlığı yapılmamıştır.” demiştir.
Şahın katibi Ebulfetih Atabey, Şah ile Kraliçe’nin Roma’da iki veya üç gün kalacaklarını söylemiş; fakat Muhammed Rıza Pehlevî’nin, bundan iki ay evvel İran’dan ayrıldığından beri İsviçre’de yaşamakta olan kız kardeşi Eşref’in yanına gitmek üzere İsviçre’ye hareket edip etmeyeceği hususunda herhangi bir malumat vermekten imtina etmiştir. Şah’ın maiyetinde bulunan dördüncü şahıs, hususî pilotu Binbaşı Muhammed Kahatmi’dir.
19 Ağustos 1953: Dr. Musaddık Hükümeti, devrilmiştir.
Dipnot:
1- Milliyet gazetesi, 19 Temmuz 1952.
3. bölüm
DARBE ÖNCESİ İRAN'IN
SOSYO-EKONOMİK DURUMU VE
DARBEYE HAZIRLIK
İran bu günlerde Batı karşıtıydı ama bu sadece İngilizlere karşı şiddetliydi. Çünkü onların İran’daki varlığı diğer Batılıların varlığından çok daha fazla göze çarpıyordu. Örneğin, Anglo-İran Petrol Şirketi, İngiliz bankası ve şirketleri, İran’daki İngiliz çıkarlarının uzun geçmişini yansıtıyordu. İran’daki İngilizler, halkı, “çenesi düşük ve terbiye edilmesi gereken garip kılıklı insanlar” olarak görüyorlar ve onlara çok kaba davranıyorlardı. Musaddık bir yabancı düşmanlığı rüzgarı içinde güçlendi. Kendisi ve önde gelen yardımcıları, Razmara ve Saray karşıtıydılar. Razmara ve İran Şahı, “İngilizlerin Köleleri” olarak tarif ediliyorlardı.
Musaddık Hükümeti “sokaklar”ın mahkumuydu. “Sokaklar” Molla Kaşhani ve Komünist Tudeh Partisi yandaşlarının kontrolün- deydi. Her ikisi de halkın üst orta sınıfının büyük bir bölümünün içten gelen millî duygularını amaçları yönünde kullanmaktaydılar. Dinî Lider Molla Kaşhani yandaşlarının sayısı Tudeh’inkinden daha fazla olmasına rağmen; Kaşhani, Tudeh’in ne organizasyonuna” ne disiplinine ne de devrimci ve komplocu eğitimine ve tecrübesine sahipti. Bu nedenle sokakları kontrol eden iki ana grup içinde en güçlüsü şüphesiz Komünist Tudeh Partisi’ydi. Geleneksel İran politikası, Sovyetler Birliği ile Büyük Britanya arasındaki güç Kara gözlü Prenses Eşref. 1947 tarihli bu fotoğraf, ABD Ulusal Güvenlik Servisi’ne aittir.
dengesini korumaktı. Fakat İran’ın politik eğilimi tehlikeli bir şekilde Sovyetler Birliği’ne doğru kaymaktaydı.
Meclis’teki muhalefet 30 Eylül 1951’de çöktü. Bir zamanlar Molla Kaşhani yandaşları olan ancak daha sonra Musaddık yandaşları tarafından çengellenen bazı İslamcı dinî gruplar şimdi Musaddık’ın Millî Cephesi’ne karşı harekete geçmişlerdi. Mesela, İslam Fedaileri -Fedâyân-ı İslam- Örgütünün lideri Navab Safavi, Eylül 1951 tarihli bir mektupla Molla Kaşhani ile barıştı.
İran Şahı, Musaddık’ın yanında yer almaktaydı. Şah en azından 17 Eylül’den beri Seyyid Ziya Tabatabai’nin lehine muhalefete karşı harekete geçmesi yolundaki İngiliz ikna çalışmalarını dinlemeyi bile reddetmekteydi. Musaddık’in ricasıyla Şah, kız kardeşi Prenses Eşref e ülkeyi terk etmesini emretti. Prenses Eşref, 1951 yılının Eylül ayının sonlarında İran’ı terk etti.
Komünist Tudeh Partisi ve barış cephesi organizasyonları, sadece belirli konularda da olsa, Musaddık’a arka çıkmaktaydılar. Musaddık’ın politikası, İngilizlere karşı uzlaşmaz olduğu sürece, Tudeh, Musaddık’ın arkasında kalacaktı. Tudeh’in, partinin 10.
kuruluş yıldönümünü halka açık bir şekilde kutlamaması yönündeki polis yasağını açıkça kabul etmesi gerçeğiyle kanıtlandığı gibi, Tudeh Partisi artık hükümete yaşamı zor edecek bir hal içinde ortaya çıkmayacaktı.
İran’da İngiltere’nin Pozisyonu Çöktü
İran’daki İngiliz elçiliğinin, Şah ve maiyeti üzerindeki etkisi hemen hemen yok oldu. Çünkü Şah giderek “sokaklar”dan, İngilizlerden korktuğundan daha fazla korkuyordu. Musaddık’tan önce hiçbir başbakan böyle bir destek sağlayamamıştı. Şah aleyhte konuşmaya ya da çizginin dışına çıkmaya cesaret edemiyordu. Şah, Musaddık’ı iktidara getiren politik rüzgarın aslında büyük ölçüde hükümdarlık karşıtı bir hava olduğunun farkına şimdi tam olarak varıyordu.
Millî Cephe’nin bazı kesimlerinin desteklediği ve Molla Kaşhani’nin göz yumduğu -ama Musaddık’ın göz yummadığı- gözdağı verme kampanyası, İngiliz destekli İran muhalefetinin yok oluşuna katkıda bulunmuştu. Komünist Tudeh Partisi’nin halk içinde büyük bir potansiyeli vardı. Aşağıdaki gelişmeler Tudeh’in, dolayısıyla da Sovyetler’in İran’daki gücüne dair ipuçları vermekteydi: 1946 yılının başlarında Tudeh, Abadan şehrinde, işçilere başarılı bir genel grev yaptırdı. 1950 yılının Aralık’ında, Tudeh, hareketin liderlerinden 10’unu Tahran hapishanesinden kaçıracak durumdaydı. 1951 Temmuz’unda Tudeh, 10 bin göstericiyi Tahran sokaklarında bir araya getirmeyi ve onları yarı askerî düzenle yönetmeyi başardı. 1951 Eylül’ünde Başkent Tahran bölgesinde Tudeh ve cephe gruplarının tahmini sayısı azami 35 bin idi. Bu, bir yıl öncesine göre hatırı sayılır bir artışı ortaya çıkarıyordu. İran’da ekonomik durum daha da kötüye gitmekteydi. Fakirlik, Komünist Tudeh Partisi’nin gücünde daha fazla artışa yol açabilirdi.
Musaddık Rejimi’nin İran’da Yaşama Olasılıkları
Ekim 1952’de, Amerikan istihbaratının elindeki raporlara göre durum, hastalık ya da ölüm Musaddık’ı İran politik sahnesinden silmezse, Musaddık Hükümeti’nin, en azından gelecek altı ay daha devam edeceği yönündeydi. İngiltere ile yakın bir zamanda petrol sorununun çözüme bağlanması da mümkün gözükmüyordu. Geçmişte Musaddık’ın cesaretlendirdiği politik güçler, ondan, İngilizlerin kabul edilebilir bulduğundan daha büyük imtiyazlar almasını istemekteydiler. Öte yandan, Musaddık’ın prestiji, İngiliz boykotuna rağmen petrol satışını gerçekleştirmede başarılı olursa, büyük ölçüde artacaktı.
Fiyat artışları, kentteki ticaret aktivitelerinin kesilmesi ve ithalatın düşmesine rağmen mükemmel hasat nedeniyle petrol gelirlerinin kaybı İran ekonomisine ciddi bir zarar vermemişti. Ancak hükümetin finansal pozisyonu, petrol sorunundan oldukça fazla etkilenmişti.
İran’da meydana gelen bazı olaylar, politik gücün geleneksel faktörlerinde çok şeyi etkileyen değişimlere yol açtı. Şah bağımsız hareket yetisini tamamen kaybetmişti ama Musaddık için hâlâ bir araçtı. Eskiden egemen olan toprak sahibi sınıf da politik insiyatifini kaybetmişti. Doğru bir şekilde yönetilirlerse, İran Silahlı Kuvvetleri şimdiden, örgütlenebilecek herhangi bir türde yurtiçi karışıkla baş edebilecek güce sahipti. Ayrıca Musaddık’ın popüler prestiji onu İran’da hâlâ egemen bir politik güç yapıyordu.
Musaddık’ın, heterejon yapıdaki Millî Cephe üzerinde devam eden kontrolüne başlıca tehdit, hırslı Müslüman lider Molla Kaşhani’nin faaliyetlerinden gelmekteydi. Kaşhani’nin petrol meselesi üzerine uç görüşleri ve İran’daki tüm yabancı müdahalelere son verilmesine yönelik sert açıklamaları, Musaddık’ın hareket özgürlüğünü kısıtlamaktaydı. Molla Kaşhani, birçok Millî Cephe üyesini Musaddık’tan başarıyla ayırdı.
Tudeh Partisi son aylarda daha güçlü hale gelmesine karşın, Musaddık Hükümeti’ni güçle deviremezdi. Tudeh Partisi, organizasyona, kayda değer derecede bir kamuoyuna ve Sovyetler Birliği’nin yardımlarına sahip olmasına rağmen, yasal bir duruştan, Meclis’te güçten ve hükümeti anayasal yollarla ele geçirmesi için gerekli olan önemli kabine pozisyonlarının kontrolünden yoksundu. Ancak Tudeh Partisi, “Kaşhani iktidarda olursa partinin ülkeyi ele geçirme fırsatları artar.” inancıyla, Molla Kaşhani’ye desteğini sürdürdü.
Musaddık’ı Devirme Girişiminin Olasılığı
Musaddık’ın 1952 Temmuz’unda iktidara dönüşünden beri, onu devirme planlarından bahsediliyor ve bu plan içinde Şii dinî lider Molla Kaşhani ve bazı ordu subaylarından sözediliyordu. Ancak Kaşhani-Musaddık arasında çok açık anlaşmazlıklar olmadığı ve Kaşhani’nin Musaddık üzerindeki etkisinin güçlü olduğu ve Musaddık sorumluluk almaya istekli olduğu için, Kaşhani’nin Musaddık’ın yerini alma yollarını araması pek kayda değer bulunmuyordu. CIA’e göre; Başbakan Musaddık’ı koltuğundan düşürmek için yapılacak bir girişimde, aşağıdaki araçlar gerekli olacaktı:
Askerî Darbe: 1952 yılı itibariyle Musaddık’a karşı askerî bir darbenin başarılı olması mümkün değildi. Çünkü Musaddık ordu içinde kendisine düşman olan unsurları yok etmek için geniş fırsatlara sahipti ve Musaddık’a karşı gizli planlara katılan hiçbir ordu mensubunun, Silahlı Kuvvetler’den gerekli desteği sağlayacak prestiji ya da etkisi olduğuna inanılmamaktaydı.
Ayaktakımı Şiddeti: Başbakan Musaddık’ı koltuğundan düşürmek için yapılacak bir girişimde, sokaklarda Musaddık’ı ve Kaşhani’yi destekleyen güçler arasındaki mücadele yıkıcı ve çok acı olabilirdi. Musaddık ve Kaşhani arasında derin bir anlaşmazlık olursa, Musaddık’ın Kaşhani’den daha fazla gücü etrafına toplayacağına inanılıyordu. Sıralama muhtemelen aşağıdaki gibi olacaktı:
Musaddık: Çoğunluğu şehirlerde Millî Cephe erlerleri; sokak dövüşçüsü kuvvetleriyle birlikte organize edilmiş Dr. Baghai’nin İran İşçi Partisi; Komünist Tudeh’in Kaşhani’yi desteklemesi şartıyla Somka (Irkçı) Partisi; ve özel direk emirler verilmesi koşuluyla ordu ve polis gücünün bir bölümü.
Kaşhani: Millî Cephe’deki destekçileri; oğlu tarafından organize edilen Pazar mafyaları ve çeteleri; Radikal İslamcı İslam Fedaileri Örgütü, Tudeh ve onun çeşitli yan kuruluşları ve eğer ordu Musaddık’ın tarafını tutarsa aşiretlerden gelecek destek.
Suikast: Musaddık’ın suikaste uğraması gücünün Kaşhani’ye geçmesi ile sonuçlanacaktı. Kaşhani, Musaddık emekli olur ya da eceliyle ölürse, yine iktidara gelirdi. Eğer Molla Kaşhani iktidara gelseydi, sonuçlar, ele geçirme koşullarına ve o zamanda onu destekleyen grup ya da gruplara bağlı olurdu. Kaşhani iktidara şu yollarla gelebilirdi:
Musaddık’ı makamından alacak meclis oylaması,
Musaddık politik sahneden silinirse Millî Cephe rejimi üzerinde kontrolü üstlenmesi,
Tudeh Partisi’ne hükümette temsil verilirse Tudeh’le yapılacak bir anlaşma,
Çeşitli hoşnutsuz ordu lideriyle ve tutucu öğelerle yapılacak bir koalisyon.
Kaşhani iktidara gelseydi, İran’da muhtemel sonuç, Batı çıkarları için o günkünden çok daha kötü olabilirdi. Rejimin petrol sorunuyla baş etmesi o günkünden daha zor olacaktı ve rejim Batılı etkilere karşı daha dirençli olacaktı. Ekonomik durum gibi hükümetin ve güvenlik güçlerinin etkinliği düşecekti.
1953 yılının Ocak ayı itibariyle İran’ın durumu, o kadar fazla istikrarsızlık öğesi taşıyordu ki, bir ay ötesini güvenle tahmin edebilmek imkansızdı. Ancak o andaki gösterilerin ışığında, Millî Cephe hükümetinin, bir kargaşa çıksa bile 1953 yılı boyunca iktidarda kalacağı olası gözükmekteydi. Hükümet sokak çetelerinin yaratacağı şiddeti ve Tudeh’in ajitasyonunu kontrol edecek kapasiteye sahipti. Hükümetin Şah’ın desteğini ve güvenlik güçleri üzerindeki kontrolünü yeniden kazanması olasıydı.
Petrol gelirleri ve yabancı ekonomik yardımların yokluğunda bile, ciddi bir rekolte kaybı ve elverişsiz bir ihracat pazarı olmazsa, İran 1953 yılı boyunca zaruri ithalatları karşılayacak kadar yeterli ihracatı muhtemelen yapacaktı. Hükümet işleyişi için gerekli parayı muhtemelen bulabilecekti. Biraz enflasyon ortaya çıkacak, sermaye büyümesi kesilecekti ve kentsel yaşam standartları düşecekti. Ancak, ekonomik faktörlerin 1953’te Millî Cephe’nin devrilmesine yol açacağına inanılıyordu.
Bu koşullar altında, Komünist Tudeh Partisi’nin anayasal yollarla ya da güç kullanarak Millî Cephe’yi devirecek güce sahip olması bu tarihlerde mümkün değildi. Tudeh’in ciddi bir şekilde Millî Cephe’ye sızması ve bu yollarla iktidara gelmesi de olası değildi. Ancak, ciddi rekolte düşüşü ya da Millî Cephe’de liderler arasındaki rekabetten dolayı ortaya çıkacak bir bölünme gibi beklenmeyen olaylar, Tudeh’in yeteneklerini ciddi bir şekilde artırabilirdi.
İran, 1953 yılı boyunca Sovyet Bloğunda ve Batıda, petrolü diğer alıcılara satmayı deneyecekti. Tanker eksikliği Sovyet Bloğuna satışları belli oranlarda sınırlayacaktı. Küçük bağımsız Batılı petrol şirketleri kayda değer miktarda petrol alamayacaktı. O andaki yasal, ekonomik ve politik engeller var olduğu sürece başlıca Batılı petrol şirketlerinin İran’la bir anlaşma yapmada istekli olmayacakları tahmin ediliyordu.
Musaddık rejimi, ABD desteğini Sovyetler Birliği’ne karşı koz olarak kullanmak istemekte ve ABD’nin ekonomik ve askerî yardımını istiyor gözükmekteydi. SSCB, İran’ın durumunun, hedeflerine elverişli bir şekilde ulaştığına inanır gibi gözükmekteydi.
Petrolün millileştirilmesinden beri olaylar, İran’da politik iklimi değiştirmişti. Musaddık’ı ve Millî Cephe’yi iktidara getiren politik güçler nüfuzlu ve dayanıklıydı. Şah ve eskiden egemen olan toprak sahibi sınıf, politik insiyatifi kaybetmişti. Ancak Musaddık’ın başını çektiği kent milliyetçileri ile dinî fanatiklerin koalisyonu, ülkeyi yabancı etkiden arındırma ve geleneksel yönetim gruplarının yerini alma yaygın isteğiyle birleşmişti ve gelecek için hiçbir ortak programları yoktu.
İran’daki huzursuzluk İngiltere’yle olan petrol sorununun çok ötesine geçen kompleks faktörlerden kaynaklansa da bu sorun, politik hareketlenmenin odak noktası haline gelmişti. Musaddık iktidara petrolün millileştirilmesi meselesi ile gelmişti ve o andaki politik gücü, İngiltere’ye karşı devamlı meydan okumasından kaynaklanmaktaydı.
Millileştirme kendi başına bir sorun olmasına rağmen, İngiliz Anglo-İran Petrol Şirketi’nin, mallarının haczinde tazminat miktarının tarafsız arabuluculukla çözümlenmesi için ısrar etmeye devam edecekti. İngiltere önce İran’ın sağlam taahhütlerini almadan İranlıların iddialarına ödeme yapmaya direnmeyi sürdürecekti.
Gelenekçi İngiliz Hükümeti, Musaddık’ın o günkü önerilerini kabul ederse ülkesinde güçlü bir politik muhalefetle karşı karşıya kalacaktı. Daha önemlisi İngilizler İran’a verilen kapitülasyonların, kendi ve Batılı petrol pozisyonlarını, genel olarak Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde de tehdit edeceğini hissetmekteydiler. Bu arada İngilizler Musaddık’la anlaşma yapmak istemekteydiler. Öte yandan Millî Cephe’deki diğer öğelerle birlikte Musaddık’ın gücü, İran halkını, petrol gelirlerini geri getirmek için elinden geleni yaptığına ama İngilizlerin aç gözlülüğü ve adaletsizliği tarafından bloke edildiğine inandırmasındaki başarısına bağlıydı. Millî Cephe, petrol millileştirmesini millî bağımsızlığın güçlü bir sembolü haline getirmişti ki bu, İran halkına, İngiltere üzerinde açık bir politik zafer olarak gösterilmezse hiçbir anlaşma kabul edilebilir olmayacaktı. Hükümet, İran’ın petrol kaynaklarının bir nimetten daha çok külfet olduğunu ve petrol gelirlerine bağımlılığı önlemek için ekonomisini yeniden düzenlemesi gerektiğini iddia eden Molla Kaşhani gibi görüşlerin büyüyen baskısı altındaydı.
İran’da o günkü trendler 1953 yılının sonuna doğru önü kesilmemiş bir şekilde devam ederse, yükselen iç tansiyonlar ve ekonomi ile hükümetin bütçesel pozisyonundaki devamlı kötüye gidiş, hükümetin otoritesinin çöküşüne yol açacağı ve en azından Tudeh’in iktidarına giden yolu açacağı muhtemeldi. Musaddık rejimi İngiltere’yi petrol sorununda İran’ın taleplerini kabul etmeye ikna etmek için ABD üzerinde baskı kurmaya devam etti. ABD yardımının verilmemesinin, Tudeh iktidarı tehlikesini artırdığı iddiasıyla finansal yardım istemeye devam etti. Musaddık ABD desteğini SSCB’ye karşı koz olarak istemekteydi. SSCB İran’ın hedeflerine elverişli bir şekilde ulaşacağına inanıyor gözükmekteydi. Ancak CIA’e göre aşağıdaki nedenlerden ötürü Tudeh’in İran’da bir devrim yapması yakın bir gelecekte olmayacaktı.
Tudeh’in farkedilebilecek bir şekilde silahlı kuvvetlere etki ettiğine dair bir kanıt yoktu. O âna kadar anahtar bakanlıklara -savunma, telekomininasyon ve iç güvenlik- etkili bir şekilde nüfuz edememişti. Tudeh ve Millî Cephe arasında hâlâ süren güçlü bir rekabet vardır ve bu rekabet bu dönem boyunca sürecekti. CIA ’e göre; Şah, Musaddık’ın devrilmesi için girişilecek bir adımın, onun suikastine ya da tahtına yönelik bir devrime yol açacağı korkusu içindeydi.
Washington’u Bir Askerî Darbeye İkna İçin
Hazırlanan Rapor
20 Kasım 1952 yılında, Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı tarafından, Konsey’e sunulan şu rapor son derece önemliydi. Rapor aynen şöyleydi:
“İran’ın bağımsız ve egemen bir devlet olması, İran’a SSCB tarafından hükmedilmemesi, Amerika için kritik bir önem taşıyor. Stratejik konumu, petrol kaynakları ve Sovyetler’in silahlı saldırılarına ve politik yıkımına açık olması nedeniyle İran, SSCB’nin yayılmacılığının hedefi olmayı sürdürüyor. İran’ı Sovyetler’in müdahalesi veya başka bir şekilde kaybetmek:
a- Pakistan ve Hindistan dahil bütün Ortadoğu’ya büyük tehdit oluşturur.
b- Komünistler, İran petrol kaynaklarına girer ve bu da diğer Ortadoğu petrollerini ciddi anlamda tehdit eder.
c- Sovyetler Birliği ’nin Amerika-İngiltere arasındaki iletişim hatlarını tehdit etme kapasitesi artar.
d- Türkiye ve muhtemelen Pakistan hariç, Amerika’nın bölge ülkelerindeki prestiji azalır, komünist baskıya direnç darbe alır.
e- Askerî, siyasî ve ekonomik gelişmeler dengelenir, bunun sonuçları Amerika’nın güvenlik çıkarlarını tehlikeye atar...
Sözde komünist tehlikesini ileri sürerek Washington’u İran’a müdahaleye ikna
eden raporun 1. sayfası. Raporda İran’da komünistlerin gittikçe güç kazandığı,
bu nedenle Amerika’nın harekete geçmesi gerektiği ifade ediliyor.
Şu anda İran’daki trend, kontrolü komünist olmayan rejimin uzun süre tutunmasına uygun değil. Siyasî inisiyatif, Şah, toprak ağaları ve geleneksel güç odaklarından alınmasıyla, Ulusal Cephe politikacıların elinde. Millî Cephe, komünist Tudeh Partisi hariç bütün alternatiflerini bertaraf etti. Bununla birlikte Millî Cephe’nin kontrolü süresiz elde tutması belirsiz. Milliyetçileri iktidara taşıyan siyasî karışıklık, ekonomik ve sosyal iyileştirme yönünde verilen sözlerin gerçekleştirilmesi yönündeki toplumsal arzuyu ve toplumsal huzursuzluğu artırdı.
Komünist güçlerin İran’da iktidara gelmesi 1953 yılında beklenmiyor. Bununla beraber İran, istikrarsızlığın unsurlarını taşıyor. İran’la ilgili her Amerikan politikası, komünistlerin, milliyetçilerin arasından sızarak iktidarı paylaşması hesaba katılmalı. İngiltere’nin bölgede istikrarı sağlayacak kapasiteye artık sahip olmadığı açık. Mevcut trend bu şekilde sürerse İran, komünistlerin eline düşebilir; bu da Amerika’nın ulusal güvenliğini riske atabilir.
Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı Amerika’nın İran’a yönelik politikası, komünist rejimin gelmesini engellemek olacaktır. Mevcut durum ışığında Amerikan politikası şunlara uygun olmalıdır: Petrol ihtilafını bertaraf edecek her pratik yola destek çıkmayı sürdürmek, İran’ın kendi petrol sanayiini ve pazarını oluşturma konusunda atılacak adımlara hazırlıklı olmak. Böylece İran petrol gelirlerinden yararlanmış olsun. İran’ın kendi petrol sanayii ve pazarını kurması için malî yardımda bulunmaya hazır olmak. Böylece İran’da siyasî ve ekonomik bozulmayı önlemek...
Amerika tüm bunları yaparken; İngiltere ile tam konsültasyon sağlamalı, İngiltere’nin meşru haklarını kurban etmekten veya Amerika-İngiltere ilişkilerini zedelemekten kaçınmalı, izlenen politikaya başarı sağlayacak hamleleri İngiltere’nin veto etmesine izin vermemeli.
Mevcut durum ışığında Amerikan’ın İran politikası ayrıca şunlara uygun olmalıdır: İran’ın milliyetçi duygusunun gücünü tanımak; yapıcı kanallardan bu duyguyu yönetmeye çalışmak. Komünist baskıya dayanabilmesi için İran halkının arzusunu ve kabiliyetini artırmak. İran’ın komünist baskıya direnişine destek olmak için mevcut askerî, ekonomik ve teknik yardımı sürdürmek. İran hükümetini, gerekli finansal, adlî, idarî ve diğer reformları yapması için cesaretlendirmek. Yukarıda değinilen hedefleri gerçekleştirmeye yardımcı olacak özel siyasî tedbirlere devam etmek. Ortadoğu’da geliştirilebilecek yeni bölgesel savunma düzenlemesine İran’ın dahil edilmesi için planlama yapmak...
Komünistlerin İran’da bir veya birden fazla eyalette veya Tahran’da gücü ele geçirmesi ya da buna kalkışması durumunda Amerika komünist olmayan İran Hükümeti’ni desteklemeli. Gerekli ve yararlı olması durumunda bu hükümete askerî destek sağlamalı. Böyle bir durumda hazırlıklar şunları içermeli: İran’ın tamamı ya da bir parçasının komünist hakimiyete geçmesini önlemek için komünist olmayan İran Hükümeti’ne, özel askerî, ekonomik, diplomatik ve psikolojik destek vermek. İngiliz Hükümeti ve uygun olan diğer hükümetlerle, izlenecek yolu belirlemek için politik-askerî görüşmeler yapmak. İran ve geriye kalan Ortadoğu bölgelerinde özel siyasî operasyonlar için ön hazırlık yapmak. Bu tip operasyonlar çerçevesinde İngiltere ile etkili ilişki kurmak. Gerekli olması durumunda konuyu BM’nin ele almasını sağlayacak kusursuz planlar yapmak.
Komünist rejimin İran’ın tamamını hızla ele geçirmesi ve yardım talep edecek komünist olmayan İran Hükümeti’nin bulunmaması durumunda Amerika, özel siyasî operasyonlarla azami çabayı göstererek komünist hükümeti devirmeye çalışmalıdır.
Sovyetler’in İran’a saldırması halinde Amerika, global bir savaşın muhtemelen yakın olduğunu varsaymalı ve şunları yapmalıdır: O günkü şartların ışığında, olayı lokalize etmeye çalışmak veya bunu savaş nedeni saymak. Her ikisinde de gereken önlemler doğrudan diplomatik hamle ve BM’ye başvuruyla şu amaçlarla yapılmalı: Dünyaya Sovyet faaliyetinin saldırgan yüzünü göstermek, Amerika’nın diğer BM üyeleriyle barışçı bir çözümden yana olduğunu göstermek, BM’ye üye ülkeler adına İran’a yardım etmesini sağlamak üzere yetki verilmesi, en yüksek mevkideki Sovyet liderleriyle direk temasa geçmeyi değerlendirmek, küresel savaşın yükselen tehdidi karşısında mümkün olan en iyi pozisyonu almak, koordineli planlar için seçilmiş müttefiklerle iştişare etmek, Amerika’nın güvenliğini korumak için saldırgana karşı gereken hamleyi yapmak, gerekli olması durumunda, sürgünde İran Hükümeti’ni sürdürmeye hazır olmak...”
Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı’nın bu raporundan yaklaşık 4 ay sonrasının tarihini taşıyan, dönemin ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Walter B. Smith’in şu raporu da son derece önemliydi:
ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Walter B. Smith’in “İran’daki mevcut duruma
ilişkin politika” konulu, son derece önemli raporu.
ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
Washington, D. C
20 Mart 1953
MİLLÎ GÜVENLİK KONSEYİ BAŞKANI JAMES S. LAY JR. İÇİN MEMORANDUM
KONU: MGK’nın “İran’daki mevcut duruma ilişkin politika” konulu 136/1 metninin 5a paragrafının ilerleme raporu
MGK 136/1 20 Kasım 1952’de hükümet politikası olarak onaylanmıştı. Bu raporun bilgilerine sunulmak üzere konsey üyelerine dağıtılması tavsiye edildi.
Giriş
MGK 136/1’in 5a paragrafı şöyle der:
“Komünist gücün İran’ın bir ya da birden fazla eyaletini veya Tahran’ı ele geçirmeye kalkışması ya da geçirmesi durumunda Amerika, komünist olmayan İran Hükümeti’ni desteklemeli, gerektiğinde askerî destek vermeli. Bu yöndeki hazırlıklar şunlar olmalı:
Komünist olmayan hükümeti desteklemek, İran’ın tamamının komünist hakimiyete geçmesine önlemek için, özel askerî, ekonomik, diplomatik ve psikolojik tedbirlerin planlanması. Gerekirse bölgeye askerî güç de sevkedilmeli.
Özel tedbirler almak üzere, Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, CIA ve JCS temsilcilerinden oluşan bir Çalışma Grubu oluşturuldu.
Gerekli özel planların hazırlık aşamasında olmasına rağmen, Çalışma Grubu, 11 Mart 1953 tarihli ilerleme raporunu Konsey üyelerinin bilgisine sunuyor.
Çalışma Grubu NSC 136/1’in 5a paragrafında altı çizilen şartlara şöyle bir ilave yapmak ister: Komünist güç, hatırı sayılır bir sürede görünmez şekilde İran’da gücü ele geçirebilir. Bu durumda müttefiklerimize komünist sızmayı engellemek için alınacak önlemleri tanımlamak ve göstermek aşırı zor olacaktır. Bu şartlar altında, tanımlanabilir komünist güç yönünde planların uygulanması arzulanmaktadır.
Bu İlerleme Raporu’ndaki bilgiler hassas olduğu için dağıtımında sıkı önlemler alınması tavsiye edilir.
NSC 136/1’in 5a paragrafını uygulamak için alınmakta olan tedbirler:
ŞART 1
Komünist gücün İran’da iktidarı ele geçirmeye kalkışması durumunda komünist olmayan İran Hükümeti’ni desteklemek üzere alınan önlemler:
Askerî: İran Hükümeti’nin Amerika’dan direk olarak askerî yardım isteme ihtimali ışığında JCS, 3 askerî eylem planı tanımladı:
Kilit noktalarda gövde gösterisi için İran dışındaki üslerden kalkan savaş uçaklarının periyodik uçuş yapması,
Meşru olan İran ordusuna lojistik destek sağlamak,
Ortadoğu’daki uygun ülkelere, sınırlarını etkili komünist sızmaya kapatmaları için ilave silah tedarik etmek.
Ekonomik: Eğer İran ekonomisi, hükümetin istikrarsızlığı ve petrol pazarı üzerindeki yetersizliği sonucu kötüleşmeyi sürdürürse, Millî Cephe Hükümeti’ne doğrudan malî yardım yapmak, Amerika’nın çıkarınadır. Bu amaçla Dışişleri Bakanlığı 45 milyon dolar fon ayrılmasını tavsiye etmiştir. Konu Maliye Bakanlığı’nca değerlendirilmektedir.
Diplomatik: Komünist güç, iktidarı ele geçirme planını muhtemelen İran’ın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasî güçlüklerden faydalanma üzerine kurmuştur. Böyle bir durumda Amerika’nın diplomatik planlaması, Tahran’daki büyükelçimizin Musaddık ve İngiltere arasındaki petrol tartışmasına uzlaşma zemini bulunması yönünde çaba göstermesini ve darbe girişimi durumunda komünist gücün başa gelmesini önleme yönünde güç kullanımı çağrısı yapmasını gerektirir.
Psikolojik: PSB, 15 Ocak 1953’te İran’da geniş çerçeveli psikolojik operasyonları içeren “Ortadoğu için psikolojik strateji programı”nı onayladı. İran’da komünist darbe girişimi durumunda uygulanacak olan bu psikolojik özel tedbirler hazırlandığında hem bu programla hem de “NSC 10/5 altında soğuk savaş operasyonlarına özel referans ile uluslal psikolojik programı için stratejik konsept”in içerdiği onaylanmış PSB politikalarıyla uyumlu olacaktır.
Özel Politik Operasyonlar: Tudeh etkisini azaltmak için İran’da yapılan mevcut özel politik operasyonlar sürecek ve şartlar izin verirse komünist darbe girişimi durumunda yoğunlaştırılacak. Bu operasyonlar aşağıdaki noktalar için yapılacak:
Tudeh tehdidi aleyhine güçlü bir ses yükseltmeleri için özel politik, askerî ve dinî liderleri etkilemek,
Tudeh faaliyetlerini kısıtlaması için (gösteriler, grevler, vs.) belli siyasî ve askerî liderleri idarî ve güvenliğe yönelik önlemler almalarını noktasında ikna etmek,
Anti-Tudeh propagandayı desteklemek,
Tudeh binaları ve gösterilerine fizikî saldırıları kışkırtmak,
Basında, broşürlerde, kitaplarda, posterlerde vb. basılmış anti-Tudeh malzemeleri elde etmek,
Ölümü ve istifası halinde Musaddık’ın halef tercihini etkilemek,
İran’ın güneyinde potansiyel direniş gruplarıyla, özellikle güçlü aşiret unsurlarıyla işbirliği sağlamak.
(Not: a) CIA’in 1953’te İran’da örtülü faaliyetlerinin detaylı planı PSB tarafından 8 Ocak 1953’te onaylanmıştı ve
Aşağıda Şart 2 başlığı altında sıralananlar, şartlar elverirse Şart 1’in altında uygulanabilir.
ŞART 2
İran’ın bir ya da birden fazla eyaletinin veya Tahran’ın komünist gücün eline geçmesini önlemek üzere alınacak tedbirler:
Askerî: İran’da Tudeh’in darbe yapması durumunda, JCS olası üç Amerikan askerî eylemini tanımladı:
Ortadoğu’daki uygun ülkelere, sınırlarını komünist sızmaya karşı korumaları için ilave silahlar temin edilmesi. Genelkurmay Başkanı bu konuyu sürekli gözden geçiriyor.
Uygun Hava Kuvvetleri birimlerini Türkiye’nin güneyine, Ortadoğu hükümetlerini komünist sızmadan korunmalarına yardım amacıyla yerleştirtirmek. Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Kuvvetleri’nden Türkiye’nin güneyine yapılacak konuşlandırma yönünde tavsiye istendi.
Ortadoğu ülkelerini komünist etkiden korunmalarına yardım amacıyla kara birlikleri ve Basra’ya deniz kuvvetleri yerleştirmek. Bu yerleştirme ortalama 60 gün sürecektir. Lojistik desteği ise Kore’ye tahsis edilen malzemelerin aynısıyla sağlanabilir.
Ekonomik: Amerikan Hükümeti, komünist darbenin ardından komünist olmayan hükümeti güçlendirmek için ekonomik destek sağlayabilir.
Diplomatik: 1) Amerikan yönetimi, İran’daki komünist yönetimi tanımayacak, İran’da veya dışındaki demokratik unsurları açıkça destekleyecektir. Bu destek sürgünde İran Hükümeti’ni tanımayı içerebilir. Şah, bu tip hükümete uygun olacağı için acil durumda onun Tahran’dan kaçırılması için gereken düzenlemeler değerlendirilmektedir. Buna ilaveten, bu hükümete arka çıkacak, İran dışında muhtemelen her zaman öne çıkan İranlı isimler olacaktır. (İran’ın Amerikan Büyükelçisi gibi). Siyasî gerekçeler ve güvenlik nedeniyle bu bağlamda Şah dahil İranlı liderlerle ilerisi için daha gelişmiş planlara kalkışılamaz.
Komünist karşıtı İran Hükümeti bu şartlar altında şüphesiz diplomatik ve askerî destek için BM’ye başvuracaktır. Bu başvuru, BM’de Sovyet komünizminin saldırgan yüzünü göstermek için istismar edilmelidir. Bununla birlikte, BM’den askerî destek verilmeden önce büyük politik kararlar almak gereklidir.
Şartlar ve düzenlemeler, onu engellemezse, Amerika’nın gizli operasyonlarını yürütmesi için Suudi Arabistan Hükümeti’nden Dahran’ı bağlantı noktası olarak kullanmak için izin istenecek.
Türkiye, Irak ve Pakistan’ın İran’daki komünist hükümetin tehdidini hissederek İran’daki komünist karşıtı unsurlara sempati duyacağı tahmin ediliyor. İran’daki komünist olmayan hükümete destek bağlamında bu ülkelerle işbirliği için diplomatik planlama yapılacak.
Herhangi bir planda İngiliz Hükümeti’yle aktif işbirliği büyük öneme sahip. Bu işbirliğini korumak için diplomatik anlamda her çaba sarf edilecek ancak İngiltere’nin desteğinin kaybedilmesi halinde Amerika millî hedefleri doğrultusunda yolunda ilerlemeye devam edecek.
Psikolojik: Henüz herhangi bir psikolojik tedbir planlanmadı.
Özel Siyasî Operasyonlar:
CIA halen Trablus, Wheelus Field’da USAF adı/örtüsü altında hafif silah, cephane ve yıkım malzemelerine sahip. Stok, tedarike ihtiyaç duymadan 6 ay boyunca 10 bin kişilik gerilla gücüne yetebilecek seviyede. Diğer stoklar ise (New Jersey, İsmailiye Süveyş Kanal Bölgesi ve Trablus) 4 bin kişilik gerilla gücüne yetecek malzeme var. CIA şimdi mevcut stoğa ilave olarak gıda ve giyim malzemelerini değerlendirmekte. Bu ihtiyaçlar hazırlanma aşamasında.
Bu malzemeler 3 ya da 4 hafta içinde hava ve denizyoluyla, Tudeh komünist darbesine direnecek İran’ın güneyindeki güçlü aşiret unsurlarına (Kaşkayi aşireti) nakledilebilir.
CIA, gerilla operasyonları ve istihbarî operasyonlar için gizli güvenlik koridoru oluşturulması konusunda İran’ın güneyindeki Kaşkayi aşiretiyle anlaşma yaptı. Bu grubun 4 üyesine CIA tarafından telsiz iletişim eğitimi verildi. Bugüne kadar CIA, İran’a dağıtılmak üzere toplam 10 telsiz operartörü yetiştirdi. Diğerlerinin eğitimi sürüyor.
Tahran, Tebriz ve İran’ın güneyinde, personelin ve malzemenin İran’a dağıtılacağı telsiz sinyal alım noktaları kurulmakta. Bir miktar iletişim cihazı, para ve altın İran’ın farklı noktalarına gizlendi, ayrıca kayda değer miktarda para Tahran’da mevcut.
CIA’in planlamaları arasında, İran direniş unsurlarına erzak, eğitim ve operasyonda yardımcı olmak üzere 3’er kişilik 8 ekip oluşturulması var.
CIA ve İngiliz Gizli Servisi, Tudeh darbesi halinde İran’daki ortak faaliyetleri değerlendirmek üzere Şubat ayının sonlarında görüştü. Görüşmenin raporu henüz yayınlanmasa da ana hatları şöyleydi:
Potansiyel direniş grupları
Sunulacak yardımın koşulları
Yardımın alanı ve içeriği
Direniş gruplarına takviye kanalları
İşbirliği ve iletişimin sağlanması
İran’ın dışında ileri malzeme üslerinin kurulması
TOP SECRET
SECURITY INFORMATION
elemente İn Southern Iran (İn particular the Qashqai tribe) who mlght, in the event of a Tudeh coup, be prepared to conduct resistanoe activity agalnst such a Communist governraent. Hovever, for political and securlty reasons, no attecpt has been nade to conduot advanced planning of thlş şort vith Iranlan officlals.
(3) CIA has an agreement vith the Qashqai tribal leadars İn Southern Iran to establish a clandestine safe haven base fren vhlch guerrilla and intelllgence opera- tions could be conducted utilizing the manpover Of these elements (estimated 20,000). Four members of one group have been given radlo Communications training by CIA. Conditlons İn South Iran, attltûde of the Iranlan Army and neighborlng trlbes, status of an Iranlan runp govern- ınent or governraent İn exlle. the political attitudes of the tribe İn question, and aegree of our support in time of Tudeh control have a bearlng. hovever, on the tribal vill and ablllty to conduot resistanoe activity. To date CIA has trained and equipped a total of approxiınately 10 indigenous clandestlne radlo operatöre to be located throughout Iran and who can be callsd upon to malntain Communications wlth CIA vhen desirad. Others are being trained.
(U) Rsception points in the Tehran and Tabriz area and İn South Iran «here supplies and personnel can be olandestlnely introduced into Iran are İn the process of being establisbed. A certain quantity of Communications equipment, cash and gold has been cached vlthin Iran, and a conslderable amount of cash İs available İn Tehran.
(?) CIA planning includes the creation of elght 3-nen teanis to asslst in supply, training and opçration of Iranlan resistanoe elements.
(6) Representatives of CIA and the Britlsh Intelll- gence Service met during the latter part of February to conslder jolnt aotivltles İn Iran İn the event of a Tudeh coup. The report of th|s meeting has not yet been re- ceived, but the discussions included the folloving topicsı
Poteptial resistanoe groups.
Conditlons under vhich assistance will be offered.
Eztent and natura of assistance.
Supply channels to resistanoe groups.
Musaddık’ı devirme planında ABD ve İngiltere’nin ortaklık ettiğinin delili:
6. maddede “CIA ve İngiliz Gizli Servisi, Tudeh darbesi halinde İran’daki ortak
faaliyetleri değerlendirmek üzere Şubat ayının sonlarında görüştü.” deniliyor.
Gelecek İçin Yapılacak Planlamanın Sorumlulukları
NSC 136/1’in 5 a paragrafında belirtilen özel askerî, ekonomik, diplomatik ve psikolojik tedbir planlarının hazırlık aşamasında Çalışma Grubu gelecekteki faaliyetlere ilişkin şu sorumluluklar üzerinde anlaştı:
Devlet: 1) Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran’da doğrudan malî yardım konusunda her seviyeden teklifler,
Acil durumda Şah’ın Tahran’dan kaçırılması,
İran’ın diplomatik ve askerî destek başvurusu halinde BM’nin ipleri eline alması planları,
Amerikan malzemelerinin İran’a gönderilmesinde Dahran’ın transit geçiş noktası olması için Suudi Arabistan hükümetiyle görüşmeler,
Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran Hükümeti’ne yardım konusunda ortak eylem için, uygun zamanda Türkiye, Irak ve Pakistan ile görüşme planları,
Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran Hükümeti’ne yardım konusunda ortak eylem için İngiliz Hükümeti’yle, JCS’nin işbirliğiyle erken politik-askerî görüşme planları.
Savunma (JCS’nin desteğinde): 1) Şart 1 uyarınca, gövde gösterisi için İran’daki kilit merkezlerde, periyodik uçuş planları,
Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran’a silah yardımıyla lojistik destek sağlama planları,
Şartlar 1 ve 2 uyarınca Ortadoğu’daki uygun ülkelere mümkün seviyede ilave silah yardımı teklifleri,
Şart 2 uyarınca, Ortadoğu hükümetlerini komünist etkiden korumak üzere Türkiye’nin güneyine 1-1/2 hava kuvvetleri gücünü konuşlandırma planları,
Ortadoğu ülkelerini komünist etkiden korumak üzere Basra çevresine hava ve deniz kuvvetleri takviyesi yapma planları
Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran Hükümeti’ne yardım konusunda ortak eylem için İngiliz Hükümetiyle, erken askerî görüşme planları.
CIA: 1) İran’daki Tudeh etkisini azaltmaya yönelik olarak halihazırdaki özel politik operasyonlarını yoğunlaştırıp mümkünse genişletmek,
İran’a mümkün olduğunca yakın üslere uygun miktarda paramiliter malzeme kaydırma yönünde adımlar atmak,
Şart 2 uyarınca İran’daki paramiliter operasyonlar kapasitesini artırmaya devam etmek,
Şart 2 uyarınca paramiliter operasyonlar için İran’daki MAAG misyonuyla ortak planlama yapmak,
Amerika’nın İran’daki çıkarları ışığında, Şart 2 uyarınca İngiliz gizli servisleriyle koordineli eylem için ortak plan yapmak,
Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran’a silah ve materyal nakletme planları yapmak.
PSB: Şartlar 1 ve 2 uyarınca İran ve Ortadoğu’da özel psikolojik tedbirlerin planlaması PSB’den talep edilecek.
İmza
Walter B. Smith
(ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı)
4. bölüm
İstanbul’da bîr gİzlİ toplanti
Takvimler 14 Şubat 1951’i gösteriyordu. Amerikan Dışişleri
Bakanlığı’ndan; Yakındoğu-Güney Asya ve Afrika’yla ilişkilerden sorumlu bakan yardımcısı George C. McGhee, Türk-Yunan- İran İlişkileri Daire Başkanı William M. Rountree, Yakındoğu İlişkileri Daire Başkanı Lewis Jones, orduyu temsilen; Hava Kuvvetleri Sekreteri Thomas K. Finletter, Amerikan Doğu Atlantik ve Akdeniz Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Robert B. Carney ve Atina Büyükelçisi John E. Peurifoy, Ankara Büyükelçisi George Wadsworth, Tahran Büyükelçisi Henry F. Grady, Bağdat Büyükelçisi Edward S. Crocker ve diğer bölge ülkelerindeki bazı Amerikan diplomatları, ABD’nin İstanbul Konsolosluğu binasındaydılar.
Burada, bir hafta süren toplantıda onlarca kararlar alındı. Ancak şu karar son derece önemliydi:
“...Yunanistan. Türkiye, İran ve Yakındoğu ülkelerinde halklarına liderlik yapabilecek kapasiteye sahip bireylere özel önem vermeliyiz. ”
Son derece önemli ve ortaya çıkması durumunda yukarıda adı geçen ülkelerde siyasî olaylara neden olacak ve bu ülkelerde ABD’yi sıkıntıya sokacak bu karara ev sahipliği yapan Amerikan konsolosluk binası, o yıllarda Amerikalılar açısından son derece “güvenli” idi. Ancak yaklaşık 50 yıl sonra, Amerika, konsolosluğunun, Türk istihbarat birimleri tarafından rahatça dinlendiğini-izlendiğini anladı. Belki İstanbul-Tepebaşı gibi bir yerde, konsolosluğu gören bir binanın uzun yıllar boş kalması Amerikalıların “dikkatini” çekti, belki de bir hain durumdan haberdar etti onları... Türk güvenlik birimlerinin özverili çalışmaları ve teknik kapasitesi, ABD’yi çok korkutmuş olacak ki, Amerikalılar çareyi İstanbul-İstinye’nin Kaplıcalar Mevkii’ne kaçmakta buldu.
ABD ’nin İstanbul Konsolosluğu binasında alınan kararların diğer önemli maddeleri ise şunlardı: “Amerika, kapsamlı büyük ekonomik yardımda bulunduğu ülkelerde büyük sorumluluk ve siyasî role sahip. Sadece yardımlarımızın akıllıca ve etkili kullanılmasını güvenceye alacak değil, yardım yapılan hükümetlerin genel ekonomi politikalarının kamu yararına olmasını, gerekirse bu politikaları gerçekleştirmek için siyasî ve idarî reformlar yapılmasını sağlayacak açık müdahale teknikleri geliştirmemiz lazım... Halkla ilişkiler avantajının doğrudan kazanılacağı Ortadoğu’ya gazete kağıdı teminini kolaylaştırmaya çalışmalıyız.”
Konsolosluk binasında yapılan toplantıya ilişkin 43 sayfalık tutanağın kitabımızla ilgili kısımlarının çevirisi şöyle:
Ortadoğu Heyeti Toplantısı: Değerlendirmeler ve Tavsiyeler
ÇOK GİZLİ
(İstanbul, 14-21 Şubat 1951)
Konferans Amerika’nın soğuk savaşta Ortadoğu’da askerî- siyasî şu gayeleri olduğu sonucuna vardı:
Komünizmi zaptetmek için gücü harekete geçirmek,
Ortadoğu ülkeleri üzerinde Batı’ya güveni yeniden oluşturmak ve/veya güçlendirmek,
Her ülkede yeterli askerî gücün oluşturulması, böylece bu güç hem iç güvenliği sağlayabilir hem de genel bölge savunmasına katkıda bulunabilir.
Müttefik hava, deniz ve kara üslerinin elverişliliğini temin etmek,
İstanbul’da bir hafta süren geniş katılımlı konferansa ilişkin raporun kapağı.
Bölgenin bir bütün olarak veya bazı kısımlarının savunmasını planlamak için ortak ekip oluşturmak.
Bölgedeki bütün ülkeler Türkiye’nin konumunu ve Ortadoğu savunmasındaki önemini kabul ediyor. Türkiye’ye daha fazla yardım ve desteği onaylayabilirler. Ortadoğu devletlerinin veya en azından Türkiye’ye komşu olanların, Türkiye’ye, çevresinde yakın bölgesel askerî işbirliğinin kurulabileceği “çekim merkezi” rolünün verilmesi ilkesini çabuk kavraması muhtemel.
Yunanistan ve Türkiye hususunda konferans şu sonuçlara vardı:
Türkiye’de şu anki siyasî durum güçlü olduğu kadar teklif edilen anlaşmada maksimum esneklik ve gereken minimum anlaşmalar konusunda Amerika’yı temin etmek üzere güvenlik anlaşması için resmî arzu taşıdığını gösteriyor.
(silinmiş)
Türkiye’nin savaş durumunda derhal katkısını garanti etmek, Türkiye’nin oluşturduğu askerî potansiyelin müşterek güvenlik faaliyetini kullanmak, Amerika’nın savaşa girmesi durumunda Türkiye’deki üslerin Amerika ve müttefiklere hemen açılması için Ankara tarafından taahhüt gerekiyor.
Eğer Türkiye’ye bir güvenlik anlaşması teklif edilirse aynı zamanda Yunanistan’a da edilmeli.
Amerika’nın Yunanistan ve Türkiye ile yaptığı moral anlaşmaların -her ikisi de Amerikan yardım programları ve Birleşmiş Milletler vasıtasıyla- Amerika’ya kazandırdığı avantajlar artıyor. (Her iki ülke de) Yasal anlaşma olsun olmasın saldırı anında Amerika’yı desteklemeyi muhtemelen kabul edecektir. Bu durumda Yunanistan ve Türkiye’nin gözünde itibar kazanmak için harekete geçilmelidir ve (Amerika) Sovyetler Birliği’ne karşı her ikisine de açık destek vermelidir.
Amerika’nın Yunanistan ve Türkiye’yle yaptığı güvenlik anlaşması, deniz ve hava desteğiyle kullanışlı malzeme desteğinden oluşuyor ve kara güçlerini içermiyor.
Yunanistan ve Türkiye’nin NATO’ya girişi Amerika’nın İran’la ilişkilerine zarar verecek etki yapmayacaktır. Mısır’a şu anda NATO’yla birleşme çağrısı yapılmamalı çünkü bu, diğer güneybatı Akdeniz ülkelerinin birleşmesi konusunu gündeme getirebilir. Böylece Türkiye ve Yunanistan’a yapılacak büyük bir anlaşma teklifi ertelenebilir.
5- ... Yapılacak her anlaşmada Amerika’nın Türkiye ve Yunanistan’ın gözündeki liderlik konumunun korunması arzu edilmektedir. İngiltere’yle, Suudi Arabistan’la ilgili yapılacak her anlaşma, Amerika’nın Suudi Arabistan’daki çıkar ve konumunu gözetmelidir.
Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 1937’de imzalanan Sadabat Anlaşması’nın imzacı ülkelere sağladığı çıkar önemsiz.
1- Konferans, Amerika’nın Türkiye, Yunanistan ve Ortadoğu’nun geri kalan bölgelerinde siyasi, ve askerî amaçlarına ulaşması için Türkiye ve Yunanistan’la karşılıklı güvenlik anlaşmalarının mümkün olan en kısa sürede yapılması gerektiği sonucuna vardı. Dışişleri Bakanlığı’na acilen gözden geçirmesi için, böyle bir anlaşmayı sağlayacak aşağıdaki şu alternatif metotları tavsiye etti:
Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya,
Ayrı bölgesel gruplaşmayla veya
Doğrudan kabul edilmesiyle.
Amerika ile Türkiye, Amerika ile Yunanistan arasında ikili anlaşmalarla,
Amerika, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan arasında taraflı anlaşmayla,
Siyasi, askerî ve idarî problemleri hesaba katarak başka bir planla Amerika, Yunanistan ve Türkiye’yle ikili güvenlik teşebbüslerini, her zaman aciliyet faktörünü hafızada tutarak gerçekleştirmelidir.
Dahası, Amerika’nın güvenliği için, Türkiye’nin NATO’ya giriş süreci öncesi askerî bir sözleşme, hayatî öneme sahip olarak değerlendiriliyorsa, Dışişleri ve Savunma bakanlıklarının bu adımları göz önünde tutması tavsiye edildi.
Mısır’ın stratejik önemi kabul edilirken, konferans, Mısır’ın NATO’yla muhtemel birleşmesinden çok, diğer şekillerde genel savunma planına taşınmasını tavsiye etti.
Askerî yardımın Yunanistan, Türkiye ve İran arasında bölünmesiyle ilgili olarak konferans şunları önerdi:
Yunanistan’ın askerî savunma potansiyeline bağlı olarak Amerikan askerî yardımı... Amerika’nın saldırıya karşı tahmin edilen makul savunma planları.
Türkiye’ye en kapsamlı askerî yardım yapılmalı, tahminlere göre Türkiye tarafsız kalmayacaktır, bu yüzden yardımlar şu şekilde tertiplenmeli:
Türkiye’nin doğrudan saldırıya karşı koyacak mevcut kapasitesinin arttırılmasıyla mevcut güçlerin eğitimlerinin güçlendirilmesi ve hız kazandırılması.
Akıncıl güç meydana getirmek.
Şimdilik, İran’a yapılan askerî yardım esasen soğuk savaş önlemi olarak değerlendirilmeli ve eğer İran “haddini aşacak” olursa düşmana maddî çıkar sağlayacak miktarda olmamalı, ama güçlü savunma ordusu kurmak ve etkili şekilde absorbe edilecek malzemeyi hızla sağlamak için adımlar sistematik şekilde atılmaya devam etmeli.
Amerika’nın nakit ve askerî yardımlarına gelince; bunların Amerika ve müttefiklerin çıkarları ve karşılıklı çıkarların daima gözetilerek yapılması tavsiye edildi. İltiması önlemek için bundan böyle silah yardımı İsrail ve Suudi Arabistan dahil olmak üzere Arap ülkelerine aynı şartlarla genişletilmelidir. Suudi programının yardım temeline dönüştürülmesi, Amerika’nın Suudi Arabistan-Dahran’da uzun dönem hava üssü elde etmesini kolaylaştırabilir. Arap ülkeleri ve İsrail’e silah verilmesi de yardım esasına dayanmalı. Nakit yardımı ise askerî yardıma yararlı ilave olarak değerlendirilmeli.
Amerika, Ortadoğu’da uzun vadeli ekonomik ve sosyal hedeflerine ulaşmak için Birleşmiş Milletler denetimindeki çalışmaları desteklemeli. Bununla birlikte, Amerika’nın büyük malî taahhütlerde bulunduğu programlarla ilgili olarak, bu tip programların icrasında Amerika’ya büyük elastikiyet sağlamak için tercih, ikili anlaşmaların konseptine göre yapılmalı.
Türkiye ve İran arasındaki işbirliği daha çok ekonomik alanda görülüyor. Özellikle İran Türkiye’nin taşımacılık imkanlarını kullanıyor. Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasındaki bölgesel siyasî anlaşma olan Sadabat Paktı görmezden gelinecek derecede bir öneme sahip.
Olumsuz siyasî hedeflere tamamen yoğunlaşması nedeniyle Arap Birliği 10 yıllık hüsran dolu geçmişe sahip. Yapıcı ekonomik ve sosyal konularda samimi olunmadı ve bu yönde ilerleme için çok az umut var. Arap Birliği’nin tecrübesizliği ve zayıflığı göz önünde bulundurularak yapıcı sosyal ve ekonomik çalışmalar yapması için Arap Birliği cesaretlendirilmeli ve ona yardım edilmelidir. Amerika, karşı çıkmamakla birlikte Arap Birliği önerilerine meydan vermemelidir ve bu sorunun her değerlendirilmesinde dikkatli olmalıdır. Pakistan’ın Ortadoğu’da oynadığı rolün içeriği hâlâ belirsiz bir aşamada olsa da, ekonomik, sosyal ve politik açıdan olduğu kadar, cesaretlendirilmesi gereken bölgesel güvenlik açısından olanaklar sunuyor.
Ortadoğu ve Güney Asya ülkeleri arasındaki işbirliği Pakistan hükümetinin girişiminden doğuyor. Pakistan, Türkiye, Arap ülkeleri ve Afganistan’ı kapsayan bölgesel bir düzenleme oluşturmayla ilgileniyor. Ancak Hindistan ile olan sorunları ve Mısır’ın potansiyel kıskançlığı ona mani oluyor. Büyük oranda Pakistan maliye bakanının kişisel çabalarıyla oluşturulmuş Uluslararası İslam Ekonomi Örgütü, ekonomi ve sosyal reform alanında Ortadoğu-Güney Asya işbirliği için sınırlı da olsa bir kanal açtı. Pakistan, İran’la yakın kültürel bağlar geliştirmeye çalışırken bir yandan da Pan-İslam kültür konferansları konusunda fırsatları kaçırmıyor. Bununla birlikte Pakistan’ın yüzü esasen Batıya dönük.
Yunanistan, Türkiye ve İran’la ekonomik ilişkilerinde Amerika bu ülkelerle grup halinde değil ayrı ayrı ilgilenmelidir. Ortadoğu’da herhangi bir yeni Birleşmiş Milletler bölgesel işbirliği örgütü kurulmasına Amerika karşı çıkmalıdır.
Yunan-Türk-İran ve Yakındoğu bölgelerinde İngiltere’nin gücü zayıfladı. Ortadoğu’da İngiltere’nin pozisyonun korunması ve güçlendirilmesi çıkarımızadır. Bilhassa bu, Mısır için geçerli. Amerika’nın çıkarlarına en etkili şekilde hizmet edecek şekilde Amerika, Ortadoğu’da İngiltere’nin konumuna destek vermeye çabalamalıdır. Ortadoğu’da Amerika ve İngiltere arasındaki politik ve ekonomik alanlardaki işbirliği, Anglo-İran Petrol Şirketiyle ilgili sorunlar hariç memnuniyet vericidir.
Yunanistan ve Türkiye’ye yapılan Amerikan yardımı, bu ülkelerin komünist etkisiyle mücadeleye girişmesinde tesirli oldu.
Amerika, kapsamlı büyük ekonomik yardımda bulunduğu ülkelerde büyük sorumluluk ve siyasî role sahip. Sadece yardımlarımızın akıllıca ve etkili kullanılmasını güvenceye alacak değil, yardım yapılan hükümetlerin genel ekonomi politikalarının kamu yararına olmasını, gerekirse bu politikaları gerçekleştirmek için siyasî ve idarî reformlar yapılmasını sağlayacak açık müdahale teknikleri geliştirmemiz lazım.
Konferans bu gibi müdahalenin büyük tehlikelerine dikkat çekti:
a) Programlarımız millî onuru incitebilir.
Amerikan müdahalesinin kızgınlık doğuracağı açık, çünkü çıkarlara saldırıp, alıcı hükümetin otoritesini ihlal ediyor.
Yardım programlarımızı uygularken orta bir yol izlememiz gerekiyor, mükemmeliyetçilikte ısrar etmemeliyiz, isteklerimizi empoze etmeye çalışmamalıyız. Eğer halka, işleri demokratik yoldan halledebilecekleri kapasitesini işleyeceksek sadece kalıcı değerlerin başarıları yönünde tavsiyede bulunabiliriz. Ek olarak, yaklaşımımız sadece uygun tutuma değil personelin dikkatli seçimi, ustaca ve sabırlı adaptasyona dayanır.
En büyük mal varlığımız moral gücümüz olduğu için mümkün olan maksimum çapta tesirimizi arttırmalıyız. Eyyamcı olamayız. Moral gücümüzle ikna etmeli veya caydırmaya çalışmalıyız. Yardım programlarımızda, alıcı ülkelerin vatandaşlarıyla yan yana çalışan Amerikalılar vasıtasıyla mümkün olduğu kadar ruhumuzu yerel halka telkin etme fırsatı vardır.
Özel Amerikan vatandaşları, kendi topraklarına dönen yabancı asıllılar dahil, eğer uygun şekilde yönlendirilirse, Amerika’nın lehine fikirlerin gelişiminde etkili olabilir. Bazı ülkelerde, nüfusu Amerikalılardan oluşan gayrı resmî komiteler kurmak, programın bu yönüne rehberlik etme açısından avantajlı olabilir.
Amerikanın nüfuzunun kaynaklarının organize edilmesi yönündeki bilinçli çabaların yerel halklar ve hükümetler tarafından bilinmesi program üzerinde ters etki yapabilir.
10 (Silinmiş)
11. Yapılan deniz-gemi ziyaretlerinin özellikle Yunanistan ve Türkiye’de büyük ‘halk’ değeri var ve bu daha büyük kapsamda kullanılabilir.
13. Bir ülkede işe yarayan metotlar bir başka ülkede uygulanamayacağı için, ‘halk’ programlarını her ülkede egemen olan durum ışığında gelişmesini özel millî hassasiyetler gerekli kılıyor.
“Chiefs of mission” üyelerini ve kilit personeli belirlerken, maksadını empoze ettiğini belli etmeyen, Yunanistan, Türkiye, İran ve Yakındoğu ülkelerinde, halklarına liderlik yapabilecek kapasiteye sahip bireylere özel önem verilmeli. Zamanlama faktörü, etki-yaptırım gücümüzü nasıl ve ne zaman kullanacağımızı belirlemede büyük öneme sahip.
Irak’ta da durum memnuniyet vermeyici olarak değerlendiriliyor. Geçmişte Irak petrol şirketi tarafından ödenen telif o kadar düşük ki Irak Hükümeti dev petrol kaynaklarına karşılık -ki bu kaynaklar İran ve Suudi Arabistan’ın üretimini katlayabilecek nitelikte- yıllık 10 milyon dolardan fazla telif hiç almamış. Ülke, bu kadar petrole karşılık az kazanması nedeniyle kızgın.
Ortadoğu’daki USIE yeterli personelle yapılmaktadır, örgütün kadroları doludur.
Başarı dereceleri ülkeden ülkeye değişse de, USIE programları genel olarak Amerika’nın konferans bölgesindeki dış politikalarını destekliyor. İran bu anlamda, nüfuzun duruşu, İran Hükümeti’nin çıkardığı zorluklar ve İran’ın kuzeyinde Sovyetlerin propaganda tekeli nedeniyle özel bir sorun sunuyor. Mısır’da USIE programının başarısızlığı büyük ölçüde personel yetersizliği yüzünden.
Medyanın etki gücü ülkeden ülkeye değişiyor. Kırsal bölgeler ile okuma-yazma oranının oldukça düşük olduğu ülkelerde mobil birimler en etkili projelerden biri. Okumaya ilginin yoğun olduğu ve okuma-yazma oranının yüksek olduğu Yunanistan, Lübnan, Pakistan hariç yazılı medyanın etkisi az. Kişi değiş tokuş programlarının büyük önemi var. Yakındoğu’da Amerika’nın Sesi Radyosu, tecrübesizlik, isabetsiz veya kötü programlar, yüksek baskı taktikleri ve orta dalga yayın araçlarının bulunmayışı yüzünden tatmin edici başarıya henüz ulaşmadı. Amerika’nın Sesi yerel radyo istasyonlarında daha fazla yayın süresi almaya çabalamalıdır. Okuma-yazma oranının yüksek olduğu bölgelerde çok etkili olan posterlerden daha fazla yararlanma imkanı araştırılmalıdır.
Konferansta, ilgili raporun 2. maddesinde görüldüğü üzere “Yunanistan,
Türkiye, İran ve Yakındoğu ülkelerinde, halklarına liderlik yapabilecek
kapasiteye sahip bireylere özel önem verilmeli” kararı alındı.
7. Halkla ilişkiler avantajının doğrudan kazanılacağı Ortadoğu’ya gazete kağıdı teminini kolaylaştırmaya çalışmalıyız.
İnsanî Yardım Kılıflı USIE, Aslında Bir Casusluk Programı
Yıl: Nisan 1950
Amerika’nın İran’da uygulamaya koyduğu USIE programının öncelikli hedefleri, İran’da ekonomik ve siyasî istikrara önayak olacak her katkıyı mümkün olduğunca sağlamaktı. Çünkü, ABD açısından, ideolojik trafiğin artması, herhangi bir saldırgan ülke karşısında İran’ı kolay av haline getirebilirdi.
USIE programının diğer hedefi; endüstriyel ve askerî gücün gösterilmesi vasıtasıyla İran’da Amerika’nın prestijini arttırmaktı. Bunun uzun vadeli önemi, Doğuda herhangi bir yerde, büyük saygı ve prestijin güçle sağlanması faktörü üzerine kuruluydu. USIE programının bir diğer hedefi ise; medya vasıtasıyla komünist sistemin zayıflık ve yanlışlarını göstermekti. Şah’ın Amerika ziyaretiyle oluşan Amerika’ya yönelik ilgi ve coşku dalgası azalmaya başlamıştı. Amerika’nın, İran’ın geleceğiyle ciddi olarak ilgilenmediği görüşünün giderek yaygınlaşması bunu yansıtıyordu. Amerika’nın İran’ı bozulmuş ve yetersiz bulduğu, bu yüzden yardım yapmaya değmeyeceğini düşündüğü sanılıyordu. Bu fikirlere, toplumun her sınıfında büyüyen bozgunculuk eşlik ediyordu. USIE, İran’ın ilgi gösterildiği yönde Amerika’dan yapılan açıklamaları ve Amerika’nın himayesinde İran’da yapılan çalışmaları (Smith- Munddh, Halk Sağlığı Topluluğu, Yakındoğu Derneği, Rockefeller Derneği, Fulbrigth Komisyonu faaliyetleri vb) yayınlayarak ve bütün imkanlarıyla durumu telafi etmeye çalışıyordu. Bütün bunlar İran halkını Amerika’ya yöneltip Sovyetler Birliği’nden uzaklaştırma gayretiyle “hatta kalın” amacına dayanıyordu.
Amerika’nın Sesi Radyosu (Voice of America), İran’da Amerikan propagandasının yayılması açısından en önemli kitle iletişim aracıydı. Yaklaşık 75 bin kişilik büyük ve ilgili dinleyiciye ulaşıyordu. Bu dinleyiciler toplumun her kesimini kucaklıyor ve dolayısıyla CIA tarafından belirlenmiş tüm hedef gruplarını içeriyordu.
USIE, İran basınında en büyük ve tek dış haber kaynağı olmayı sürdürüyordu. İran basınında çıkan haberlerin %45’i USIE imzalıydı. Amerikan istihbarat birimlerinin özenle hazırldığı bültenin Farsça, Rusça ve İngilizce olanlarının günlük dağıtımı şu miktarlara ulaşmıştı: Farsça 2100, Rusça 1090, İngilizce 1100...
Film dairesi faaliyetleri büyük ölçüde Tahran’la sınırlanmış durumdaydı. Meşhed’de konsolosluk bir projektör temin etmiş ve film gösterimi yapmaktaydı. Tebriz’deki konsolosluk daha küçük çapta çalışmaktaydı. Karedj, Parehin ve Goryon’un köylerinde USIE filmlerinin gösterimi yapılıyordu. Günlük olağan program akışına ek olarak, Film Dairesi; Yedi Yıllık Planlama Örgütü, İran bakanlıkları, Dünya Sağlık Örgütü, UNESCO, Yakındoğu Derneği, Rockefeller Derneği, İran-Amerika İlişkileri Derneği vb. ile işbirliği içindeydi. Bir seyyar film birimi de Azerbaycan’da ve İran’ın diğer bölgelerinde faaliyet gösteriyordu.
Amerikan kütüphanesi, İran’da ödünç kitap veren tek kütüphaneydi. Bedava ve kibar hizmet ilkesinde işleyen demokratik müessesenin pratik göstergesi işlevini üstleniyordu. Sadece 1 yıllık olmasına rağmen kütüphaneye aylık giriş yapanların sayısı ortalama 4.500’dü. Kütüphaneye kayıtlı 3 bin kişi, entellektüeller, profesyoneller, işadamları, gençler, askerler, dinadamları ve orta sınıf insanlardan oluşuyordu. Esasen kütüphane üyeliğine sadece İngilizce bilenler kabul ediliyordu ancak tıbbî ve teknik kitaplardan faydalanmak üzere profesyonellerden gelen yoğun talep nedeniyle, tercümanları olanlara imkan tanındı. Amerikan kütüphanesi, güncel, tıbbî ve teknik kitaplar için İran’ın tek kaynağıydı.
Amerikan kütüphanesinin, Amerikan Hükümeti’nin siyasî olmayan tek kuruluşu olarak görüldüğü kanısına zaman zaman şahit olunuyordu. Bundan dolayı, daha fazla askerî yetkili ve molla, kütüphaneden yararlanmaya geliyordu. İngilizce bilmeyenler, tasavvur ettiklerinin ötesinde bir hayal dünyası canlandıran dergi reklamlarına bakmaktan hoşlanıyordu. Alborz Vakfı Anglo-Farsî Enstitüsü dil sınıfları öğrencileri ile özel enstitülerden çoğunun öğrencileri bu nedenle kütüphanenin gençler için oluşturulan bölümünden yararlanıyordu. Günlük referans servisi, son derece popüler olan Basın Bölümü yazıları için İran gazete ve radyolarına materyal sağlıyordu.
Takvimler, Aralık 1950 ’yi gösteriyordu. Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği, Tahran sinemalarında, Sovyet yapımı film Fall of Berlin (Berlin’in Düşüşü)’in gösteriminin yapıldığı konusunda Dışişleri Bakanlığı’nı uyardı. Bu film, İran Hükümeti’nin isteği üzerine gösterimden kaldırıldı ve yerine Rus yanlılığına meyilli Amerikan yapımı film NORTH STAR gündeme geldi. Sadece 1 hafta oynamasına rağmen, Büyükelçilik filmin tekrarını engellemeye çalıştı.
Normalde uzun metrajlı filmler, gösterimi yapanlar tarafından 3 yıllığına kiralanıyordu. Oldukça eski bir film olan North Star’ın süresi de büyük ihtimalle dolmuştu. Yasal olmadığı halde süresi dolan filmlerin gösterimi İran’da alışılmış bir durumdu. Bariz nedenler yüzünden Büyükelçilik North Star hakkında soruşturma başlatmadı.
Büyükelçilik, Dışişleri Bakanlığı’na, filmin Amerika’daki dağıtıcısıyla temasa geçerek, kopyalarının piyasadan çekilmesini talep etmesini istedi. Sovyetler Birliği’ni öven Amerikan yapımı bir filmin kamuya gösterimi Amerika’ya epey zarar verebilirdi.
Bu nedenle, resmî yazışmalarda “Büyükelçilik Halkla İlişkiler Yetkilisi”; gerçekte ise bir CIA ajanı olan C. Edward Wells, Dışişleri Bakanlığı’na şunları yazdı:
“Two Cities (İki Şehir) filmi alındı ve konsolosluk sorumluları tarafından gösterimi yapıldı. Two Cities’in konuyu işleyiş biçimi beceriksizce ve propagandanın içeriği oldukça belli. Film İngilizce versiyonuyla elbette ki az değere sahip olacaktır. Eğer film İran’da kullanılacaksa bir şekilde Farsça’ya çevrilmiş kopyasının sağlanması gerekli olabilecektir. Buradan yola çıkarak, Büyükelçilik, Dışişleri’nin filmin İngilizce metnini yollamasını takdirle karşılayacaktır.
Dışişleri, daha açık propaganda yapan filmler üretmeyi düşünüyorsa eğer, Büyükelçilik adını vermeden, komünizmle dalga geçen, kısa -muhtemelen 10 dakikalık- olmasını öneriyor ki bu tür film İranlı seyircilerin beğenisini kazanacaktır. Dahası, eğer film Disney’in Mickey Mouse, Donald Duck, Pluto vb. teknikleri kullanılarak yapılırsa, memnuniyet daha da artacaktır. Soğuk savaşın temposunun yükselmesi ışığında Büyükelçilik, komünist sistem çığırtkanlığının yapıldığı yerlerde demokrasiyi savunmak için böyle bir filmi hazırlamaya vatanseverlik görevi gereği Bay Disney’in ilgi gösterip göstermeyeceğini Büyükelçilik merak ediyor. İran halkı ustaca hicivleri sever, Disney’in stili burada biliniyor ve beğeniliyor. Öyleyse bu ikisinin kombinasyonu, mesajımızı iletmek için bize çok güçlü bir destek sağlayacaktır. Komünist sistemi, adını anmadan yerme tekniği, Two Cities’deki beceriksiz teknikten daha iyi algılanacaktır.
Büyükelçilik, anti-komünist sinema filmi materyaliyle bağlantılı olarak başka öneride bulunmak istiyor. Sovyetler’in demokratik olmayan faaliyetlerini gösteren ve Sovyet sisteminin moral bozucu yönlerini ifade eden, yaklaşık 35 mm.’lik haber kliplerinden çok iyi fayda sağlanabilir. Haber klipleri yorumsuz ve tamamen gerçek haberlerden oluşacaktır. Örneğin uydu ülkelerinden Almanya’nın batı kesimlerine giren mültecilerin görüntüleri, BM’den Sovyet delegasyonunun çıkış görüntüsü, Amerika’ya koşan Rus pilotların Amerikan tarzını neden tercih ettiğini anlatması görüntüsü, Baltık’ta düşen uçağın enkaz görüntüleri, Almanya’nın Sovyet sınırında kamyonculara ablukası....”
İran sinemalarında oynayan filmlerin dışında, en küçük İran gazeteleri dahi Amerikan istihbaratının takibi altındaydı. İşte bir örnek:
“Büyükelçilik, Tahran’da yayınlanan Ferman gazetesinin 12 Ocak 1952 tarihli sayısında yer alan bir habere dikkat çekmek ister. Haberde mealen şöyle deniyor: “Başbakanın Amerika dönüşünden bu yana, Basın ve Propaganda Bakanlığı tarafından Amerikan Büyükelçiliği denetiminde 13:15’te yapılan (radyo) programlarının metinleri bile Büyükelçilik personeli tarafından hazırlanıp okunuyor. Radyo Tahran’da yayınlanan bütün dış haberler Amerikan elçiliğince seçiliyor...”
İran basınından alınıp Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na, 14 Ocak 1950 tarihli bir yazı ile gönderilen bir başka küpür ise şöyle: “Büyükelçilik USIE’nin Radyo Tahran’a sağladığı radyo metinleriyle ilgili Tahran basınının yaptığı yorumlara bir başka örnek sunuyor. Aşağıdaki kupür henüz bir aylık olan sol eğilimli gazete Kiam Derakşan’a ait. Makalenin ilk bölümünde şöyle deniyor:
“Bugünlerde kendi tepkimizin sözcülüğünü yapan örneğin Radyo Tahran’ı dinlemek çok ilginç. Radyo Tahran en ağzı bozuk haberlerle en utanç verici yorumların yayınını yapıyor. Bu haber ve yorumlar, halka sundukları pislik karşılığında maaş alan sözde millî yazarlarca hazırlanıyor. Buna ilaveten, VOA’in bir şubesi haline gelen Radyo Tahran, USIE’de hazırlanan program ve haberleri yayınlıyor. Amerika’nın Büyükelçiliği bu yazıları, makaleleri ve haberleri yayımlanan gazetelere genellikle cömert ödemeler yapıyor. Ama şaşırtıcı olan nokta şu ki Radyo Tahran yaptığı iş karşılığı bir cent bile almıyor. Radyo Tahran Yankee dünyasına hizmet ediyor, USIE kaynaklı saçmaları yayınlıyor ve yoksul hazinemizin fonlarında büyük harcamalar yapılıyor.”
İran sinemalarında gösterilen filmler ClA’in yakın takibi altındaydı.
5. bölüm
GİZLİ belgeler
ABD’nin İran ve Orta Doğu’daki Gizli Faaliyetleri
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI BİLDİRİSİ
Bildiri No: 1139 28 Nisan 1952
Havayoluyla
KİMDEN: Amerika Büyükelçiliği, Tahran
KİME: Dışişleri Bakanlığı, Washington
REF: Bakanlık Talimat No: 61, 4 Şubat 1952
KONU: Ülke planı
İlişikte ülke planının düzeltilmiş bir kopyası yer almaktadır. Değişiklikler, Halkla İlişkiler Yetkilisi, Büyükelçi, Büyükelçilik danışmanı ve siyasî birim başkanı arasında geçen yoğun tartışmalardan çıkan sonuç üzerine kuruludur. Cevaplamadaki ertelemeden üzüntü duymaktayız. Gecikme, önerilen bazı değişikliklerin tartışmalı olması ve nihai sonuca ulaşana dek yapılan tartışmalardan kaynaklandı.
1’den 9. bölüme kadar sadece küçük değişiklikler önerildi.
Bölüm 10’da -öncelikli hedef grupları- teklif edilen revizyon aşağıdaki esaslara dayalıdır:
Hedef Grup 1- Şah, Kraliyet mahkemesi ve varlıklı toprak sahipleri, İran’ın bütünlüğünün korunmasına önem veren muhafazakar grubu temsil ediyor ki, bunlar daha fazla faaliyete yönlendirilirse bütün anti-komünist unsurların en güçlü toplanma noktası olabilirler.
İran Ülke Planı raporunun birinci sayfası.
Konumlarından aldıkları güçle ülkeyi bizim istediğimiz noktaya yönlendirebilmelidirler. Bununla birlikte Büyükelçiyle beraber çalışılırsa büyük bir iş başarılabilir.
Hedef Grup 2- Üniversite profesörleri ve öğrencileri, ortaokul öğretmenleri ve öğrencileri, kamu işçileri dahil profesyoneller... Kamuoyunun nabzını oluşturan bu önemli grup İran’da cereyan eden birçok harekete öncülük ediyor. Bu grup arasındaki Sovyet ajanları diğer ülkelerde bulunanlardan daha fazla. Bereket versin ki bu gruba kolayca ulaşılabilir ve USIE projesine hizmet edebilir.
Hedef Grup 3- Okur yazar olmayan kitleler, mollalar, köy ağaları, aşiret reisleri vs. Bu grubun önemi şurada yatıyor: Halen kırsal nüfus hareketsiz olsa da, Point IV faaliyetlerinin ülke geneline yayılmasıyla, kırsal kesimde hoşnutsuzluk ve huzursuzluğun oluşmasında Tudeh güçlerinin giderek aktif olacağı yönünde belirtiler var. Kırsal kesimde kamuoyunun bir noktaya yoğunlaştırılmasıyla bu sızmanın telafi edilmesinde çok şey başarabilir. Bu grup, Grup 2’den daha az ulaşılabilir konumda. Bununla birlikte onlara seyyar birim operasyonları ve Point IV vasıtasıyla proje aracının dağıtımı aracılığıyla ulaşılmakta.
Not: Proje aracının Point IV dağıtımı, Amerikan tekniğini gösteren ve prestijini geliştiren şekle mahsus olacaktır. Ortalıkta olan propaganda malzemesinin Point IV’ün kırsal kesim faaliyetlerine ters tepki yapabileceği değerlendirilmektedir.
Hedef Grup 4- İşçiler ve ordu mensupları. Bu grupta Sovyet ajanları ara sıra ancak yavaş ama hissedilir tempoda çalışmakta. Kötü çalışma şartlarıyla orduda haksızlıklar ve düşük ücret nedeniyle burası onlar için verimli bir alan. Bu alandaki varlığımızı kamuoyunun nabzını oluşturan liderlerle sınırlı bırakmamız tasarlanıyor.
Büyükelçi adına
İmza
C. EDWARD WELLS Halkla İlişkiler Yetkilisi
ABD DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
KİMDEN: Tahran - 6 Eylül 1952
KİME: Dışişleri Bakanı
NO: 1016, Eylül 6, 10pm
REF: Bakanlığın 25 Ağustos tarihli 210 no’lu bildirisi
İran’da enformasyonel hedefler:
Millî birlik bilincini geliştirerek komünizm ve Kremlin’in sızmalarına karşı direnişi teşvik etmek,
Batı ile yakın ilişkiler kurmasının İran için en kârlı olacağı konusunda ikna yöntemi geliştirmek,
İranlı sıradan vatandaşın daha yüksek yaşam standartlarına ulaşmasına Amerika’nın ilgi gösterdiği yönünde propaganda yaymak,
İran’ın güvenlik ve bağımsızlığına Amerika’nın destek verdiği güvenini aşılamak,
Özgür dünyada İran’ın geleceğini oluşturma noktasında güven geliştirmek.
Amerika’nın enformasyon araçları bu amaçlar doğrultusunda biraz başarı sağladı. Haber bülteni ve gazetelere haber dağıtımı, bir değiş tokuş programı, eğitim bakanlığıyla işbirliği içinde eğitim alanında faaliyetler, kırsal kesimde film program etkisi Amerika’nın hedefleriyle bağlantılı olarak USIE amaçlarına büyük katkılar sağladı.
Program oldukça dengeli görünüyor, bununla birlikte son siyasî gelişmeler ışığında bütün program dikkatli bir inceleme altında. Bu incelemenin belirli tavsiyelerde bulunabilecek süre olan 10 gün ila 2 hafta içinde tamamlanması umuluyor.
Personel işleyiş çapında bir bütün olarak çok iyi.
USIS ve diğer Amerikan misyon personeli arasında iyi ilişki ve işbirliği var.
İran’da enformasyonel hedefleri belirten 1952 tarihli ABD Dışişleri Belgesi.
Sovyet programı ekseriyetle radyo ve basılmış eserlerle uygulanıyor. Birçok frekanstan çıkış yapması, sinyallerin iyi olması, program çeşitleri güzel olduğu için îranlı dinleyiciler üzerinde radyo programı oldukça etkili. 6 Sovyet istasyonu haftada 38.5 saat haber, yorum ve müzik yayını yapıyor.
Sovyet basılmış eserler programı ise büyük miktarda Sovyet yanlısı kitaplar ve çeşitli popüler magazin dergilerinden oluşuyor. Tudeh Partisi gazetesinin tirajı giderek artıyor. Özellikle son dönemde kırsal kesimdeki dağıtımını genişleten önde gelen Tudeh gazetesi Besuy-Ayandeh. Bunun yanı sıra Tudeh Partisi çeşitli broşürler, posterler, resimler basıp dağıtmakta.
îran Hükümeti himayesinde olan USIS film programı, İran’da benzerlerinin en büyüğü.
Petrol anlaşmazlığını müteakiben İngiliz enformasyonal faaliyetleri haber bültenlerinin dağıtımı kısıtlandı ve Tahran’da îngiliz konsey çalışmaları sınırlandırıldı.
HENDERSON (Büyükelçi)
İran Komünist Partisi Tudeh’e ait bir afiş. İran, ABD zincirlerinden kurtarılmaya çalışılıyor.
. l Ü3
Kral İbn Suud'un ABD'den doktor talebine ilişkin belge.
BAŞKANA BİLDİRGE
9 Ağustos 1951
KONU: General Graham’ın hizmetleri için Kral İbn Suud’un sizden acil talebi.
Suudi Arabistan Büyükelçi yardımcısı dün (ABD Dışişleri) Bakanlığa acil telefon açtı ve Kral İbn Suud’un şiddetli karın ağrıları çektiği haberini verdi. Bundan dolayı Kral, kendisini incelemek üzere General Graham öncülüğündeki Amerikalı uzmanları Suudi Arabistan’a göndermenizi büyük takdirle karşılayacaktır. Büyükelçi yardımcısı, Kral’ın güvendiği tek kişi olan General Graham denetimindeki tıbbî bakımın aciliyetine vurgu yaptı. Büyükelçi yardımcısı ayrıca Yakındoğudaki siyasî durum çerçevesinde Kral’ın sağlığı konusunda gizliliğin arzu edildiğini belirtti. İbn Suud, Ortadoğu’da Amerika’nın en iyi dostu. Size sık sık “kardeşim” diye hitap eder ve önceki sefer General Graham’ı görevlendirmeniz sadece kişisel jest olarak derin taktir kazanmadı, Dahran hava sahasının kullanımı için Amerika-Suudi Arabistan arasında yapılan antlaşmanın yolunu açtı.
General Graham’a bu gezi için izin vermenizi kuvvetle tavsiye ediyorum. General’in uzun süre kalması gerekmiyor ancak Kral’ı incelemek üzere onun çabucak gönderilmesi Suudi Arabistan’la ilişkilerimize önemli katkı sağlayacaktır.
İmza
Dean ACHESON
NOT: Yukarıdaki belgede bahsedilen doktor talebine ABD’nin olumlu cevap vermesi üzerine, Suudi Kralı bir jest yapmış ve Arabistan’ın Dahran kentindeki havaalanını Amerikalıların kullanımına açmıştır. 2 yıl sonra İran’da yapılacak darbede, Amerikalılar, bu havaalanını lojistik merkezi olarak kullanmıştır.
Amerika’nın Kürt Çıkarlarına Yönelik Çalışmaları
GİZLİ / HAVAYOLUYLA
KİMDEN: BAĞDAT 381 / 10 Nisan 1950
KONU: KÜRTÇE HABER BÜLTENİYLE İLGİLİ SON GELİŞMELER
Bağdat’ta USIS tarafından haftalık olarak hazırlanan Kürtçe bültenle ilgili gelişmeleri bildirmekten onur duyuyorum.
Halen 820 kopya basılan bülten şu yerlere gönderiliyor:
Bağdat-115
İran-116
Kuzey Irak-476
Suriye-102
Diğer-11
Bültenin Tahran’a zamanında ulaştırılması, Bağdat’tan Tahran’a haftalık Büyükelçilik postasında yaşanan zaman değişiklikleri nedeniyle sıkıntılı oluyor. Her Pazartesi ayrı postayla Tahran’a bülten gönderilmesi sorunu çözecektir.
Halkla İlişkiler Yetkilisi Şubat’ta Tahran ve Tebriz’i ziyaret etti. Her iki yerde de Kürt bültenini ilgili kişilerle ele alma fırsatını buldu. Tebriz’de, (ABD) konsolosluğun bağlantılı olduğu Habib Ameri ve Amir Han Şikak’la görüştü. Bay Ameri, Şikak (Shikkak) liderinin Kürtçe bültene ilgisinin devam ettiği yönünde teminat verdi. Konsolosluk, Tahran’da İran Propaganda ve Yayın Direktörü Behram Şahroh’la bir görüşme ayarladı. Şahroh, bültene duyduğu büyük ilgiden bahsetti ve Irak sınırındaki aşiret liderlerine dağıtılmak üzere kendisine her hafta 100 kopya gönderilmesini istedi. Bay Şahroh, Tahran, Tebriz ve diğer noktalardaki Kürt dinleyicilere ulaşabilecek radyo yayınları ayarlamış durumda, ayrıca İran’ın Kürt lehçelerinde hazırlanacak haftalık Kürtçe gazetenin plan-
ABD'nin, Türkiye'de endişelere sebep olan Kürtçe Bülten çalışmalarına ilişkin belge. larını da tamamladı. Gazete, çıkmak için kendine ayrılacak fonu bekliyor. Halkla İlişkiler Yetkilisi ziyareti sırasında, Bağdat’taki Kürtçe tercümanlar için Kürtçe yayınlardan örnekler aldı. Böylece tercümanlara, Süleymaniye’nin Babani Kürtçesiyle İran sınırında kullanılan Kürtçe’yi karşılaştırma imkanı sağladı.
Irak hükümet yetkilisinin bültene karşı tutumu dostça ve yapıcı. Halkla İlişkiler Yetkilisi, Irak Propaganda ve Yayın Direktörü Hüseyin Rahhal’la bülten hakkında yakın zamanda görüşme fırsatı bulmuştu. Görüşmede Rahhal, bültenin her açıdan tatmin edici olduğunu söyledi. Aslında görüşmede, Kürtçe konusuyla bağlantılı olarak USIS-Irak Hükümeti işbirliğine yönelik düzenlemeler yapıldı. Bağdat Devlet Radyosu Direktörü Raşit Necib’in davetinde, Enformasyon yetkilisi, devlet radyosunda Babani Kürtçesiyle yapılan sağlık ve eğitim söyleşisini ve Kürtçe müzik ile şarkıların kaydını yaptı. Bu teyp kaydı, Kürdistan’da Mobile Films Unit tarafından yapılacak film gösterimi öncesinde çalınacak. Unit genişletilmiş tur kapsamında 7 Nisan’da Kuzey’e hareket edecek. Tur sırasında, radyo direktörü, köylerdeki ünlü Kürt müzisyen ve şarkıcıların, Unit ’in teyplerine kendi müziklerini kaydetmeleri için düzenlemeler yapmakta. Bağdat’a dönüşte teyp kayıtları yayın stüdyolarında çalınacak. Radyonun Kürtçe müzik koleksiyonunun bir parçasını oluşturacak olan kayıt, Kuzey Irak’taki Kürtçe dinleyiciler için yeniden çalınacak.
Kürtçe bültene yönelik ilk eleştiri 14 Mart 1950’de geldi. Al-Alem Al-Arabi gazetesine gönderilen ve gazetede yayınlanan bir mektubun yazarı, Amerika’nın çabalarını “Büyük Kürdistan” projesini canlandırma olarak tanımlıyor:
“Politik emellerini gerçekleştirmek ve modern emperyalizmin bastığı yeri sağlamlaştırmak için, yakın zamanda bir grup düzenbaz ve serserinin çıkarlarına sponsor olup Arabia’nın kalbinde onlara bir ülke kuran Amerikan Hükümeti’nin Kürt çıkarlarını desteklemesi sürpriz değil. Amerika’nın Kürt halkının çıkarları için derin endişe duyması sürpriz değil çünkü onun emperyalist politikası, bu tip devletlerin kurulmasını gerekli kılıyor, özellikle stratejik bölgelerde... Amerikalı politikacıların Kürtçeyi kendi bültenlerine, BM bültenlerine vs. sokma çabaları bu temayülü açıkça ortaya koyuyor. Ancak biz, bu politikanın anlamını gayet iyi bilenler olarak şunu söylüyoruz: Bu ezgiler bütün Irak’ı eğlendirmediği sürece, ne kadar melodik olursa olsunlar bizi keyiflendirmeyecektir.”
Bu makalenin Al-Arabi gazetesinde yayınlanmasından rahatsızlık duymaya gerek yok gibi görünüyor. Bu, küçük tirajlı, yalancılığı ve eyyamcılığıyla nam salmış aptal editöre sahip bir gazete.
Kürtçe bültenle ilgili rahatsızlık yakın zamanda bir başka kaynaktan da geldi. Türkiye’nin Irak Büyükelçisi Rahmi Apak, USIS’in Kürtçe bülten basmasından duyduğu endişeyi bir kokteyl partisinde halkla ilişkiler yetkilisine iletti. Apak şunları söyledi: ”Daha önce Kürtlerden ağzımız yandı. Aynı şeyi yaşamak istemiyoruz.” Apak’a, bültenin esas olarak Irak Kürtlerine yönelik olduğu, ayrıca Kürtlere yönelik Sovyet propagandasıyla mücadelede oluşan demokratik bilgi faaliyeti boşluğunu doldurmayı amaçladığı anlatıldı. USIS’in bu küçük gayretinde bile Bağdat önemli çünkü böylece Kürtçeden başka bir şey bilmeyen çok sayıda Kürte ulaşıyor. Türk elçinin talebi üzerine her bültenden bir kopya da ona gönderilmekte. Bültende yer alan materyali görünce Apak’ın korkularının yatışması umuluyor, özellikle Türk-Amerikan dostluğuna ne kadar değinildiğini görünce.
Bağdat’taki İngiliz Büyükelçiliği yeniden Kürtçe bir şeyler basmayı uzun zamandır değerlendirmekte. İkinci Dünya Savaşı öncesi ve hemen sonrası, İngiliz istihbarat birimi tarafından Kürtçe dergi basıldığı hafızalarda. İngilizler, Amerikan Büyükelçiliği ve özellikle USIS’le istişarelerde bulundu. Sonunda, Musul’da hazırlanıp basılacak aylık kültürel dergi yayınlanmaya karar verildi. İngilizler, Kürtçe yayınlar hazırlamada İngiliz ve Amerikan hükümetleri arasında rekabet olmadığını üzerine basarak söylüyor. İngiliz baskısı çıkar çıkmaz kopyaları (Amerikan) Dışişleri’ne gönderilecek.
Çıktığı günden bu yana aradan geçen 8 ayda Kürtçe bültenle ilgili dobra dobra bir değerlendirme yapmak gerekirse, verilen zahmete ve harcanan zamana değdi. Bültene sahip olmak isteyen okurların talepleri düzenli olarak gelmeye devam ediyor; dahası Irak ve İran hükümetleri söz ve hareketleriyle bültene yeşil ışık yakıyor; hem basımı, hem dolaşımı hem de içeriğine... Bültende yapı ve dil açısından birçok değişiklik yapılabilir. Mimeograf yerine basım yapılsa daha çekici hale gelebilir. Bülteni hazırlayan iki tercümanın akıcı İngilizcesi yok; bu yüzden birçok materyal Arapça bültenden tercüme ediliyor. Böylece materyal, berraklık ve ilginçlik sıkıntısı yaşıyor.
Birinci sınıf Kürtçe tercüman arayışlarımızı sürdürüyoruz. Bu kişiyi bulana kadar, mevcut tercümanlar çalışmaya devam etmeli. Dışişleri, bülteni sonuna dek desteklediğini belirtti ve alanının genişletilmesini istedi ancak bülten için özel fonlar ayırmadı. USIS Bağdat Kürtçe çalışmasının yayılımı, hazırlanışı ve gelişimine Dışişleri’nin malî destek sağlama konusunda Bağdat’ı bilgilendirmesi tavsiye ediliyor. Halen Kürtçe bülten yayınlıyoruz ve ayrıca “Amerika’da Sağlık” çizgi filmleri için Babani Kürtçesinde ses kayıtları hazırladık. Bunun yanı sıra küçük teyp Kürtçe müzik koleksiyonuna başlıyoruz. Bültenin görünümü ve içeriğini geliştirmek, müzik koleksiyonumuzu büyütmek (VOA’nın -Amerika’nın Sesi radyosunun- olası Kürtçe yayını için) ve Bağdat’ta Kürtçe sağlık afişleri hazırlamak istiyoruz. Son kısımda belirttiğimizin maliyeti 40 bin Irak dinarı (yaklaşık 112 dolar). 3 renkli posterden 500 adet hazırlanacak. Buna posterde yer alacak sanatçının ücreti ve bütün baskı masrafları dahil.
İmza
EDWARD S. CROCKER
Dr. Musaddık’ın, ABD Başkanı Truman ile iyi ilişkileri vardı. Ancak Truman,
darbeden yaklaşık 7 ay önce (20 Ocak 1953) seçimleri kaybedince Musaddık
önemli bir dostunu kaybetti. Truman’ın yerine geçen Eisenhower, CIA’in
Musaddık’ı devirme planına onay verdi.
TELGRAF BİRİMİ
Kimden: Ankara
KONTROL: 1233
Kime: Dışişleri Bakanı
Kayıt Tarihi: 5 Eylül 1951
NO: 212, 4 Eylül, 5p. m
3:14 a. m.
RE: 27 Temmuz tarihli Bakanlık telgrafı
FONNOFF’un Kürtçe yayınlarla ilgili Büyükelçiliği bilgilendirdiği notlar:
Türkiye de “Kürt sorunu” artık yok, Kürtler diğer Türk vatandaşları ile eşit şekilde yaşıyor.
“Kürt sorunu” yaratmak için gösterilen bütün çabalar dış kaynaklıdır.
Sovyet propagandası Türk Kürtleri arasında zararlı kabul edilmekte ve Sovyet propagandasıyla mücadelenin gerekliliği Türkiye’de anlaşılmış durumda.
Amerikan propagandasının kimseye rahatsızlık vermeden yürütüleceği konusunda Türkiye’nin şüphesi yok.
Bu yayınların faydası ile zamanlaması konusunda Dışişleri Bakanlığı’nın görüşlerini paylaşamam.
İran ve Irak’ın Kürtçe yayınlara karşı olmamasından dolayı VOA yayınlarının bu hükümetler tarafından, gerekirse Amerikan işbir- liğiyle kontrol edilen istasyonlar vasıtasıyla yapılmasını tavsiye ederiz. Büyükelçilik, VOA ve diğer konularda Archibald Roosvelt’in uzmanlık bilgisi avantajına sahip. Roosvelt Türk FONOFF’un VOA Kürtçe yayınlarının tesis edilmemesi yönünde yukarıdaki tutumun sergilenmesi, Irak ve mümkünse İran yayın hizmetleri vasıtasıyla fikirlerimizin yayılması çabaları noktasında Büyükelçiliğin görüşlerine katılıyor.
İmza
VOA'nın Kürtçe yayınlara başlaması tavsiyesine ilişkin belge.
AMERİKAN DIŞ TEMSİLCİLİĞİ MESAJI
TELGRAF BİRİMİ
KİMDEN: TAHRAN / GİZLİ / KONTROL: 2640
KİME: DIŞİŞLERİ BAKANI
KAYIT TARİHİ: 08/06/1951
NO: 509 6 Ağustos, 10 a. m. 6:26 a. m
Dışlanmış insanlara ulaşmak ve Kürtçe gizli istasyonlardan yapılan Sovyet yayınlarıyla mücadele için Amerika’nın Sesi Radyosunun Kürtçe yayınlara başlamasının faydalı olacağını düşünüyoruz. Biz deneme yayınlarını planlarken, Dışişleri Bakanlığı bunun ne kadar yerinde bir faaliyet olduğunu aklından çıkarmamalı. Şu sebeplerden dolayı:
Yayınların anti-Sovyet karakterini açıkça belirtmemekle birlikte komünizmin yanlışlarını ve kusurlarını ortaya koymak.
Kürt siyasî milliyetçiliğinin cesaretlenmesinin önüne geçmek.
Merkezî İran Hükümeti’ne destek vermeyi cesaretlendirmek. İran’daki USIE faaliyetlerinde devam eden işbirliği hayatî olduğu için merkezî İran Hükümeti’ni gücendirmemek amacıyla yukarıdaki noktalar tavsiye ediliyor.
NOT: Ankara ve Moskova’ya iletildi, 6 Ağustos 1951-7A. m.
VOA'nın Kürtçe yayınlarına ilişkin bir diğer bakanlık bildirgesi.
BAKANLIK BİLDİRGESİ-AMERİKAN HÜKÜMETİ
KİME: MR. Jones
Tarih: 14 EYLÜL 1951
KİMDEN: MR. Berry
KONU: Kürtçe VOA yayınları
Uzun süredir bekleyen Kürtçe VOA yayınlarına değiniyorum. Hatırlayacağınız üzere, yakın zamanda, konuyla ilgisi olanların fikirlerini talep ettik ve dikkatlice planlanırsa programın avantajlı olacağı konusunda genel bir sonuca vardık. Bununla birlikte Ankara’dan gelen (telgraf no 212, 4 Eylül) ters tepki, Türk Hükümeti’nin Amerikan sponsorluğundaki Kürt programına kesinlikle karşı çıkacağını gösteriyor.
Elbette bu meseleyle bağlantılı olarak yabancı hükümetlere doğrudan yaklaşım beklenmiyor. Bununla beraber, Ankara’daki Büyükelçilik, konuyu Türk Dışişleri’yle birlikte görüştü; böyle bir programa Türkiye’nin itiraz etmesi şüphesiz olduğu için, herhangi bir zamanda böyle bir programı başlatmak, yakın gelecekte Türkiye ile ilişkilerimize zarar verebilir. Türkiye’nin bu konuya verdiği ciddi önemi; hükümetinden aldığı talimatlar doğrultusunda, Türk Dışişleri Bakanlığı’nın ilgili telgrafında ortaya koyduğu görüşleri, Türk Büyükelçiliği danışmanının bana telefon açarak aktarması gösteriyor.
Yukarıdaki görüş doğrultusunda, Irak ve İran yayın servislerinin kullanılarak bu ülkedeki Kürtlere ulaşma metotlarının değerlendirilebilirliğine rağmen NEA’nın Kürtçe yayınlarına izin veremeyeceği noktasında IBD’yi bilgilendirmek isteyebileceğiniz tavsiye ediliyor.
Anti-Kominist faaliyetler için kullanılan tüm malzemeler ve bunların masrafları CIA tarafından karşılanıyordu.
CIA’in Irak ve Anti-Komünizm Çalışmaları
AMERİKAN DIŞ TEMSİLCİLİĞİ MESAJI
GİZLİ
KİMDEN: BAĞDAT 933 - 10 MART 1951
KİME: DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI
KONU: ANTİ-KOMÜNİST POSTER MALZEMELERİ BAĞDAT USIS TARAFINDAN HAZIRLANDI
Büyükelçilik, anti-komünist enformasyon çalışması çerçevesinde, Amerikan Enformasyon Merkezi’nce hazırlanan her posterden 4 kopya halindeki fotoğrafları ilişikte gönderiyor. Bu posterleri büronun önündeki sergi penceresinde kullanmaktayız, anti-komünist ve anti-Sovyet propagandasını daha fazla açığa çıkarmaya çabalamaktayız. Sergiyi izleyenlere bakıldığında kamuoyunun sergiye ilgili olduğu anlaşılıyor. Sadece iki gazete, sergilerle ilgili olumsuz yorumlarda bulundu, her ikisinde de yaklaşım şuydu:
“Neden Amerikalılar komünizmle ilgili bize bir şeyler anlatsın? Zaten biz komünizmin fenalıklarını biliyoruz ve Filistin konusunda bize ihanet eden Amerikalılardan bunları duymayı önemsemiyoruz.” yorumunda bulunan iki gazete de önemsiz.
Penceredeki ilk sergide esas olarak Amerika ile “komünist devlet” arasında din yaşantısı karşılaştırılması yapıldı. Amerika da tam din özgürlüğü ile komünist devletlerde dinin baskı altında olduğu, dinî liderlerin hapse atıldığı ve işkence gördüğü, dinî vazifelere ve hatta dinî kıyafetlere izin verilmediği karşılaştırmasına işaret edildi. Sergideki A1 posterde, komünist devlet, din yazarı adama kötü davranırken resmedilmiştir. Aynı zamanda A2 posterinde Kremlin elinde megafonla “beyaz siyahtır, siyah beyazdır, gündüz gecedir” derken görülüyordu. Şans eseri ve IMP sayesinde Massachusetts bulvarındaki yeni Washington Camisinin inşaatının fotoğraflarını göstererek, Amerika’da dinle ilgili iddialarımıza somut destek verebildik.
Sonraki sergi, Irak Times’ta yer alan habere dayanan büyük bir posterdi. Haberde, Radyo Bükreş’in, Romanyalı petrol işçilerinin “işe devamsızlık, sabotaj, disiplinsizlik vb.” nedenlerden ötürü 1950’de üretim kotalarını karşılamakta yetersiz kalmasından şikayet ettiği anlatılıyordu. Poster, komünist kabadayıyı, küçük işçiyi hırpalarken gösteriyordu ve posterin alt bölümünde açıklayıcı notlar vardı.
Üçüncü sergi ise halen pencerede büyük kalabalıklara gösterilmekte. Bu posterde kızıl domuzun kötü sonla biten hikayesi anlatılıyor. Domuzun pazu bandında kızıl yıldız var, ayrıca kıvrık kuyruk yerine orak çekiç şeklinde kuyruğu bulunması izleyenlerin gözünden kaçmıyor. Eğer sıradan bir Araba, Sovyet komünist devletini gülünç ve ürkütücü gösterilebilirsek, o zaman onu muhalefete teşvik ederiz.
C-1, 2, 3, 4 ve 5 poster serisi hikayeyi anlatıyor. İzleyenlerin yorumları, simgeleri çok iyi anladıklarını ortaya koyuyor. Birisi şöyle dedi: “Stalin çok nefis bir iri domuz, umarım onu kesip etini her yana dağıtırlar.” Diğerleri ise domuzun Müslümanlar için itici olmasından dolayı komünisti domuza benzetmenin uygunluğuna vurgu yaptı.
Eğer “Kızıl Domuz” yeteri derecede başarı sağlarsa, ülkenin tamamına dağıtılmak üzere, altında Arapça ve Kürtçe açıklama olan çift renkli postere onu koymayı planlıyoruz. Bakanlığın yapacağı her türlü teklif memnunlukla karşılanacaktır. Posterlerdeki çizimler Iraklı bir ressam tarafından yapılmakta. Yazılar ve fikirlerse halkla ilişkiler görevlisine ait. Posterlerin bütün serilerinin ana temasının, “Kızıl Domuz” kullanılarak geliştirebileceğini düşünüyoruz.
İmza
Edward S. Crocker
Kahire, Beyrut, Şam, Cidde, Basra, Tahran, Büyük Gagarin (Major Gagarine) ve Amman’a birer kopya gönderilecek. İlişikte 32 resim var.
159
İran halkına çıkan olaylara sebep olarak Musaddık yönetimi hedef gösterildi ve "Komünizm, İran'ı ele geçiriyor!" dendi.
Oysa gerçek sebep, İran petrollerini emperyalizmin elinden alan bu yönetimin alaşağı edilmesiydi.
Irak’a ilişkin Dışişleri’ne bilgilendirme mesajını gösteren belge.
AMERİKAN DIŞ TEMSİLCİLİĞİ MESAJI
Havayoluyla / Gizli
KİME: Dışişleri Bakanlığı
KİMDEN: Bağdat 999, 26 Mart 1951
REF: Bakanlığın 12 Mart 1951 tarihli airgram’ı
Büyükelçilik, bakanlığın, Amerika’yla yakın ilişkiler içindeki liderlerden ziyade, geniş siyasî düşünce yelpazesine sahip liderlere -ki bu liderler Batıyla potansiyel işbirliğinin gerisinde- ulaşmaya çalışmak noktasında hemfikir. Bununla birlikte, böyle bir harekete giden yolda ciddi anlamda pratik zorluklar bulunuyor ve bu zorlukların nedenleri belirli örnekler verilerek ortaya konabilir. Lider yardımından bize en fazla çıkar sağlayacak İraklılar şunlar:
Al-Shaab gazetesinin liberal editörü Yahya Kasım, eski adalet bakanı Zeki Hüseyin Cemil, solcu ekonomist gazeteci Muhammed Hadid. Geçmişteki komünist derneklerle ilgili Irak polisindeki dosyaları, Irak’ın Sovyet işgaline uğraması halinde, yeni gelenlerle anlaşma yapabilecekleri ihtimali nedeniyle güvenlik açısından güvenli sayılmaz. Bu nedenle geçmişte veya şimdi ılımlı sosyalist bile olsalar solcuları davet etmek için niyet az. Çünkü, muhtemelen Amerika’dan vize alma yeterliliğine sahip değiller.
Değinmenin faydalı olabileceği diğer bir başka grup nasyonalistler... Büyükelçiliğin 24 Mart 1951 tarihli ve 558 no’lu telgrafında belirttiği gibi, aralarında lider yardımına en uygun isim parlamentonun gazeteci milletvekili Faik Al-Samerrai. Bununla birlikte Samerrai böyle bir yardım başvurusu için asla ikna edilemez. Büyükelçiliğe ona yardımı teklif etmesi için yetki verilse bile onun uygulamalarını eleştirdiği ve sözlü sataşmada bulunduğu bir hükümetten yardım kabul etmesi aşırı şüpheli. İşte bu nedenle TWA’nın planladığı gibi özel olarak desteklenen bir gezi çok uygun olur. Nasyonalist Parti’de Samerrai’nin meslektaşlarından birinin İngiliz Hükümeti tarafından Iraklı gazeteciler için düzenlendiği ve masraflarını karşılayacağı, İngiliz festivalinin Adalar turunu kapsayan geziye katılmayı kabul etmesi not etmeye değer.
İmza,
Edward S. Croker
Arapça Anti-Kominist broşürler hazırlanıp
dağıtılması için talep edilen fona dair belge.
Bakanlığı, Washington
REF: Büyükelçiliğin 9 Eylül 1952 tarihli 199 no’lu bildirisi, Bakanlığın 19 Eylül 1952 tarihli sirküler mesajı
KONU: Arapça anti-komünist broşür programı
Yukarıda değinilen bildiride Büyükelçilik aylık Arapça anti- komünist broşür yayınlama programına yoğunlaşmayı planladığını belirtmişti. Bildirinin amacı bu programın ilk altı ayının detaylarını anlatmak, yerel tercüme ve baskı için fon talep etme ve bölgesel baskı merkezlerinden farklı haberleşmeyle sipariş edilecek broşür¬leri göstermektedir. Kürtçe broşürler programı, ayrı bir bildirinin konusu olacak.
AMERİKAN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI BİLDİRİSİ
Bildiri No: 269, 7 EKİM 1952
KİMDEN: Amerikan Büyükelçiliği, Bağdat
KİME: Dışişleri
AMAÇ:
Bu programın amacı Irak’taki komünist emperyalizmin mahiyetine dikkatleri yoğunlaştırmaktır. Sınırlı ve sempatik olmayan basın, radyolara ulaşımda yetersizlik, kitap basım sektöründe geri kalmışlık ve oldukça az sayıdaki anti-komünist filmler nedeniyle USIS’e uygun en etkili aracın, broşür olduğuna karar verildi.
HEDEF GRUPLAR:
Broşürler esas olarak eğitimli ve yarı eğitimli, şehirli orta sınıfa ait siyasetle ilgili gruplara hitap edecek şekilde hazırlanacak. Bu gruplar, hükümet yetkili ve çalışanlarını, öğretmenleri, avukatları, ordu mensuplarını, dinî liderleri, diğer profesyonelleri ve kentteki işadamlarını kapsıyor.
DAĞITIM:
Broşürler üç yoldan dağıtılacak:
On sekiz bin ismi bulması beklenen mektup listesiyle (Büyükelçiliğin 26 Eylül 1952 tarihli özel listesine bakın),
Gezici film üniteleriyle,
Önde gelen anti-komünist dinî liderlerle.
Irak hükümetinin anti-komünist materyalin dağıtımına itirazı olmadığı konusunda Büyükelçilik, özel ve yarı resmî olarak bilgilendirme yaptı.
ATFETME:
Broşürlerde hiç kimseye atıfta bulunulmayacak ancak USIS tarafından basıldıklarını gizleme noktasında da çaba sarfedilmeyecek.
KOMÜNİZME KARŞI MEVCUT DURUŞLAR:
Olumlu- Arapça basılacak olan broşürler Irak’ta komünizme karşı mevcut duruş esas alınarak seçildi. Batılı gözüyle bu duruşun olumlu taraflarından bazıları şunlar:
Tepedeki sınırlı sayıdaki lider, komünist emperyalizm tehdidini kabul ediyor ancak konuyu açıkça takip etmeyi siyaseten akıllıca bulmuyor.
Halkın büyük bölümü komünizmi iç tehdit olarak kabul ediyor ancak bundan daha geniş uluslararası komplo faaliyeti bağlantısını kuramıyor.
Dinî liderler, din karşıtı temelinden dolayı komünizmi kınıyor fakat bu, siyasî düşünceye sahip entellektüeller arasında etkili değil.
Olumsuz- Batılı gözüyle bu duruşun olumsuz taraflarından bazıları şunlar:
Komünizm toplum için tehlikeli ve zayıf bir sistem olabilir ancak bozuk yönetim ile İngiliz, Fransız emperyalizminin devam eden etkisi altında inleyen Irak ve Arap dünyasından daha kötü olamaz.
Komünist emperyalizm, Irak’ın bağımsızlığına tehdit olabilir fakat giderek genişleyen İsrail veya İngiliz ve Fransız etkisi kadar yakın tehdit olamaz.
“Soğuk Savaş” sadece iki aç gözlü güç arasındaki kontrol mücadelesidir, Irak tarafsız kalabilir ve “üçüncü gücün” bir parçası olabilir.
Sovyetler Birliği, Batıya kadar ilerlemiş değilken gelişmemiş milletlere, daha yüksek yaşam standartlarına ulaşabilmeleri için daha makul yolları işaret ediyor.
Komünizmden korkmamıza gerek yok çünkü Batıya sırtımızı dönersek pozisyonumuzu koruyacak bir komünist rejimle her zaman anlaşma yapabiliriz.
TEMALAR:
Bu olumsuz duruşları bertaraf etmek üzere Büyükelçilik, eğer uygun şekilde sunulur ve tekrarlanırsa, aşağıdaki temaların etkili olabileceğine inanıyor:
Komünizm, Sovyetler Birliği ile komünist partiler ve örgütlerce her ülkede o ülkeyi Rus imparatorluğunun bir parçası yapmak üzere çalışan uluslararası bir komplodur.
Sovyet topraklarında şartlar o kadar kötü ki yüz binlerce insan savaş esiri olmayı veya mülteci kamplarında kalmayı Sovyet topraklarında yaşamaya tercih ediyor.
Sovyetler Birliği’nde devlete karşı çıkanların hayatı kölelik kabusuna dönüşüyor. (Bu temayı işlerken, düşük derecede bile olsa polis devletinin var olduğu unutulmamalıdır. Irak’ta, özellikle aydınlar arasındaki politik faaliyetlerin cesareti sık sık polis mücadelesiyle kırılmakta. Bu tema, Sovyetler Birliği’ndeki durumun ne kadar daha kötü olduğunu vurgulamalıdır.)
Ülkelerini komünistlere satanlar, komünistler gerçek kontrolü ele geçirdikten sonra temizlenecek ilk kişilerdir.
Komünist yayılmacılık, bireysel özgürlük, millî emeller ve yerli ekonomilere baskıyı temsil etmektedir. Komünist bir rejimden kurtuluş, Batılı bir gücün hakimiyetinden kurtulmaktan çok farklı bir meseledir.
Komünist yayılmacılık, Irak dahil Sovyet sınırları ve yakınlarında yer alan özgür uluslara doğrudan tehdidi temsil etmektedir.
BROŞÜRLER:
Büyükelçilik bu temalar çerçevesinde şu broşür programını planlamaktadır:
USIS personeli düzenli olarak ayda bir broşür hazırlayabilir. İlave broşürler Büyükelçiliğe ait baskı makinesi faaliyete geçer geçmez basılacaktır -levhalar ve mürekkep henüz ulaşmadı. Broşürler aşağıda verilen aylarda yayınlanacak:
Ekim- Halen hazırlanma aşamasında olan Büyükelçiliğin seçim broşürü (11 Ağustos 1952 tarihli, 134 nolu bildiri) seçimler arifesinde Amerikalı seçmenin başlıca endişesinin Sovyet yayılmacılığı olduğunu vurguluyor.
Kasım- Büyükelçilik, Kore’deki savaş esirlerinin komünist topraklara dönme konusundaki isteksizliklerini içeren, “Neden Eve Dönmeyecekler?” başlıklı 16 sayfalık broşür hazırlamayı planlıyor. Bu, henüz tam anlamıyla kullanılmayan etkili bir tema. Büyükelçilik, her biri 5 cente mal olacak broşürlerden 15 bin adet hazırlamak için 750 dolar talep ediyor.
Aralık- Büyükelçilik, birkaç ay önce Kahire’deki Büyükelçilik tarafından hazırlanmış olan “Komünistler geldiğinde” başlıklı broşürün yeniden basılmasını planlıyor. Her bir broşürün 7 cente mal olacağı tahmin ediliyor. Dolayısıyla Büyükelçilik bu broşürden 15 bin kopya basımı için 1050 dolar talep ediyor.
Ocak- Büyükelçilik yakın zamanda bölgesel basım merkezinden “Onlar Şimdi Nerede?” başlıklı broşürden Arapça 20 bin kopya sipariş edecek. Bu, Irak’a ayrılan gelirden tahsil edilebilir.
Şubat- Büyükelçilik bu ay dağıtılmak üzere bölgesel basım merkezinden “Özgürlüğe Yolculuk”un Arapça tercümesinden 20 bin kopya isteyecek.
Mart- Büyükelçilik bu ay basılmak üzere bölgesel basım merkezinden daha önce yayınlanmış “Sovyetler Birliği’nde Zorunlu Emek” adlı İngilizce raporun Arapça uyarlamasından 20 bin kopya talep edecek. Broşürün ebadından dolayı tercüme, dış kontratla yapılmak zorunda olacak.
ÖZET:
Büyükelçilik gelecek birkaç hafta içerisinde şunları talep edecek:
“Neden Eve Dönmeyecekler?” başlıklı broşüre özel önem verilmesi
Ocak’ta Bağdat’a gönderilmek üzere “Onlar Şimdi Nerede?” başlıklı broşürden Arapça 20 bin kopyanın bölgesel basım merkezi tarafından hazırlanması,
Şubat’ta gönderilmek üzere “Özgürlüğe Yolculuk”un Arapça versiyonundan bölgesel basım merkezi tarafından 20 bin kopya hazırlanması,
Mart’ta gönderilmek üzere “Sovyetler Birliği’nde Zorunlu Emek”in Arapçasından 20 bin kopyanın bölgesel basım merkezince hazırlanması.
Büyükelçilik ayrıca iki broşürün basımı ve “Sovyetler Birliği’nde Zorunlu Emek”in tercüme kontratı için 1900 dolar ayrılmasını istiyor.
Büyükelçilik, Londra’daki Bölgesel Basım Merkezi’nde Arapça baskı imkanının bulunmadığını biliyor, dolayısıyla bu imkanın sağlanması gerekiyor. Netice itibari ile bu düzenleme içinde tahsisat yapılması istenecek.
Büyükelçi Adına İmza, Harry L. Smith Büyükelçilik Birinci Sekreteri
İran’ın çeşitli şehirlerinde propaganda amaçlı film gösterimlerine ilişkin belge.
FİLM PROPAGANDASI
Mart 1945
A - M: Mr. Mcleish
NEA: Mr. Murray
Albay Harold B. Hoskins’ten mektup
Başkanla 3 Mart’ta yaptığı görüşmenin taslağını çıkarıp mektup olarak bize gönderen Albay Harold B. Hopkins’in mektubundan yapılan alıntının ilginizi çekeceğine inanıyorum. Alıntının Amerikan film propagandasına atıfta bulunduğu dikkatinizi çekecektir ve buna uluslararası enformasyon birimi özel ilgi gösterecektir. (Division of International Information)
YURTDIŞINDA AMERİKAN PROPAGANDASI
Başkan, Amerikan filmlerinin Yakındoğu’da tedarik edilip edilemeyeceğini sordu ve çeşitli kentlerde Amerikan filmlerinin gösterilebileceği en az bir sinema salonu devralınmasını önerdi. Kendisine, beyaz perdede ilk yayınlandığı tarihten bir ya da iki yıl sonra olağan olarak gösterimi yapılan Hollywood filmlerinin dışında Ortadoğu’da çok sayıda film görmediğimi söyledim. Ona, Bağdat’ta İngilizlerin bir binanın duvarına yansıtarak toplu gösterimini yaptığı belgesel ve eğitici filmler gördüğümü söyledim ve belki bizim de aynı şeyi yapabileceğimizi düşündüğümü söyledim. Böylece sinema salonu alınmasından vazgeçti ve bu yöntemin daha iyi olduğunu, kadınların da erkekler gibi film seyredebileceğini belirtti. Bayan Roosvelt ise gösterimi yapılacak yerlere özel filmler yapılmasını teklif etti. Ben de bunun Archie McLeish’in Dışişleri Bakanlığı’ndaki yeni görevinin sorumluluğunda olduğunu düşündüğümü belirttim. Başkan ise bu teklifin bakanlığın ilgili bölümünde değerlendirilip değerlendirilmediğini takip etmemi istedi. Ben bunu yapamayacağıma göre, bu fikrin sinema biriminde bulunanlara ulaşıp ulaşmadığına bakar mısınız?
İmza,
Wallace Murray
Amerikan konsolosluklarına gönderilen yukardaki belgede “ABD karşıtlığı
dalgasını durdurmak için gayretimizi bu noktaya yönlendirmeliyiz” deniyordu.
ARAP DÜNYASINDA AMERİKAN KARŞITLIĞI
DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI / GİZLİ
1 Mayıs 1950
3:05 PM
BAZI AMERİKAN DİPLOMATİK VE KONSOLOSLUK BÜROLARINA GENELGE
Aşağıda, iki haftada bir yayınlanan ve NEA bölgesinde USIE memurlarına dağıtılan NEA News Guidance’ın 28 Nisan tarihli (Cilt 1, No 11) sayısında yer alan “Arap Dünyasındaki Amerikan Karşıtlığı” başlıklı yazıdan yapılan alıntı bilginize sunulmuştur.
3-a) Arap Dünyasında Amerikan Karşıtlığı: Amerikan karşıtlığı Arap dünyasında yeniden kabarmakta. Beyrut ve Şam’daki elçilik binalarımızın bombalanması, Suriye’de Dawalibi, Irak’ta Suwaidi ve diğer yüksek makamdaki kişilerin zehir zemberek açıklamaları, Suriye, Irak ve Mısır basınının çıkardığı hayalî söylentiler, bütün bunlar Amerika’ya karşı Arap düşmanlığına şahitlik ediyor. İster komünistler veya aşırı Müslümanlar tarafından teşvik edilsin, ister sorumsuz gazeteciler ve kendi kifayetsizliklerini örtmek için dikkati başka yöne çekmek isteyen zayıf hükümet yetkilileri tarafından cesaretlendirilsin ve ister Filistin’deki gelişmelerde Amerika’nın aldığı role karşı çıkış olarak değerlendirilsin, mevcut hassasiyet, ne Amerikan ne de Arapların kendi çıkarları için hayra alamet görünmüyor.
Amerikan karşıtlığı dalgasını durdurmak için bütün gayretimizi bu noktaya yönlendirmeliyiz. Bu kampanyada, bizim halkla ilişkiler medyamız yardımcı olabilir. Haber çıkışlarımızın şu hatlarda yoğunlaşması öneriliyor:
Suriye gazetesinde yer alan ve Suriye’deki 20 milyon dolarlık USIE programını anlatan makaleler gibi fantastik hikayelerin yazarlarına direk ve derhal düzeltilmiş versiyonları gönderilmeli.
Düzeltilmiş bu hikayeler tashis edilip dağıtılmalı ki böylece yazar, iddialarındaki hata konusunda ikna edilebilir ve yaptığı yanlışları düzeltmek için işbirliğine gidebilir.
Ne kadar güç olursa olsun, Filistin anlaşmazlığı konusundaki tarafsızlık politikamızı her fırsatta dile getirmeliyiz; bütün bunların üzerinde, Filistin sorununa rağmen Amerika’nın Arap dünyasıyla sıkı dostluk kurmaya ve istenilen süreç ile gelişmeye katkı sağlamaya yakın ilgi gösterdiğini sürekli belirtmeliyiz.
Ne kadar güç olursa olsun, Arap halklarının dikkatini kendi iç sorunlarına yöneltmeli ve ülkelerinde uzun yıllardır ihmal edilen sosyal ve ekonomik gelişmeleri sağlamak için enerjilerini sarf etmeye cesaretlendirmeliyiz.
Son olarak, Arap ülkelerinin kafalarına şu unsuru yerleştirmeliyiz: Enerjinizi Amerika veya İsrail’e karşı fanatikliğe harcarsanız kendi problemlerinize yönelik dikkatiniz azalır ve bu, şartları daha da kötüleştirir ki bu durum sadece düşmanlarınızın çıkarına olacaktır.
“Yukarıda önerilenler agresif tutum, öfke ve kızgınlık ruhuyla değil candan ve dostça uygulanmalıdır. Örneğin Amerika karşıtı eleştirinin yazarı, bir halkla ilişkiler yetkilimizce özel olarak ziyaret edilebilir, gazetelerin yaklaşımı ele alınabilir ve görev başkanımızın gözetiminde hazırlanan doğru makalenin yayınlanması için girişim yapılabilir. Daha iyi diğer karşı-eylemler kendini belli edecektir. Bu programın ülke içinde faydalı sonuçları ortaya çıkmaya başlamıştır. Çalışma alanında etkinliğini kanıtlayabilir.”
İmza
AL HESON
Beyrut, Şam, Amman’daki Amerikan elçilikleri, Bağdat, Tel Aviv, Kahire’deki Amerikan büyükelçilikleri ve Kudüs’teki Amerikan konsolosluğuna gönderilecek.
6. bölüm
ÇİZME OPERASYONU
İngiliz istihbaratının seçilmiş birkaç ajanı, 1952 yılının Kasım ve
Aralık ayları içinde, İran’da, ABD ile “ortak operasyon” yapma planlarını tartışmak üzere Amerikalı meslektaşlarıyla Washington’da buluştu. Londra’dan gelen misafirler arasında İngiliz istihbaratının Tahran Masası Şefi Christopher Montague Woodhouse ile bir İngiliz istihbarat örgütü olan SIS’in Washington temsilcisi John Bruce Lockhart da bulunmaktaydı. Amerika’dan ise Yakındoğu Operasyon Şefi Kermit Roosevelt, İran Masası Şefi John H. Leavitt, Operasyon Şefi Yardımcısı John W. Pendleton ve Yakındoğu Paramiliter Birimler Şefi James A. Darling bulunmaktaydı.
İngiliz istihbarat temsilcileri, İran Başbakanı Musaddık’ın koltuktan devrilmesine yönelik ortak bir politik hareketi öneri olarak masaya sundular. Ancak Amerikan Yakındoğu Operasyon Bölümü böyle bir öneriye hazırlıklı değildi. Bunun üzerine Yakındoğu Operasyon Bölümünün, İngiliz istihabaratçıları tarafından ortaya atılan “İran’da ortak politik hareket” önerisi üzerinde detaylarıyla çalışmaları gerektiği kararına varıldı.
Bu toplantılardan yaklaşık 4 ay sonra, 1953 yılının Mart ayında, İngiliz istihbaratının Tahran biriminden bir telgraf geldi. Telgrafta, İranlı General Zahidi’nin Amerikalı yardımcı askerî ataşeyle irtibata geçtiği ve Amerikan Hükümeti’nin, İran Başbakanı Musaddık’ı devirmeye yönelik İran kaynaklı askerî çabaları gizlice destekleyip desteklemediği konusunda Tahran’daki Büyükelçisi Henderson’un açıklamalarını talep ettiği yazmaktaydı.
İran’da, ABD ile “ortak operasyon” yapma planlarını tartışmak üzere Amerikalı
meslektaşlarıyla Washington’da buluşan İngiliz ajanlar.
Amerika’nın Tahran Büyükelçiliği’nde, merkez personellerinin, bölge ve yerel birim personellerinin katıldığı çok gizli bir toplantı yapıldı. Oldukça uzun bir cevap, merkez bürolara ve General Zahidi’ye iletildi. Tüm bunlar dikkatle yapılıyordu. Verilen cevapta Amerika’yla ilgili hiçbir ifade yoktu; ancak yine de İngilizler açısından olumlu yönde, projeye yönelik Amerikan ilgisi anlaşılıyordu. Bu durum Londra’da sevinçle karşılandı.
Tam bu günlerde ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Walter B. Smith “Amerikan Hükümeti’nin Musaddık Hükümeti’ni artık daha fazla destekleyemeyeceğini ve bunun yerine, içinde hiçbir “Millî Cepheci”nin bulunmayacağı ikinci bir hükümetin kurulmasını tercih ettiğini” basına açıkladı.
Amerika’nın bugüne kadar izlediği İran politikasında değişim başlamıştı ve bu değişiklik, Dışişleri Bakanlığı tarafından CIA’ye bildirildi. Yakındoğu Operasyon Bölümü’ne, Musaddık Hükümeti’nin düşüşünde etkili olacak operasyonları yönetme yetkisi verildi. Dışişleri Bakanlığı ve CIA, işbirliği içinde çalışacaktı. İzlenecek yeni politika ve operasyon yetkisi Amerika’nın Tahran’daki Büyükelçisi Henderson’a ve CIA Tahran Şefi Roger Goiran’a iletildi.
Goiran’ın İran’da, komünist Rusya’nın İran’daki imajını bozmaya kilitlenmiş, 100’den fazla ajanı ve yıllık 1 milyon dolar bütçesi olan, BEDAMN kod adlı bir istihbarat teşkilatı vardı. Ancak Goiran, İran’da bir darbe yapılmasına karşıydı.
“Herhangi bir şekildde Musaddık Hükümeti’nin devrilmesine yardımcı olacak her şey için” kullanılmak üzere, CIA’in Tahran İstasyonu’na 1 milyon dolarlık bütçe verildi. Bütçeye ilişkin karar 4 Nisan 1953’te CIA Başkanı Allen Dulles tarafından imzalandı. Tahran’aki Büyükelçi Henderson’a ve CIA Tahran Merkez Şefi Goiran’a operayonu yönetmek üzere tam yetki verildi. Yetkinin dahilinde bu bir milyon dolarlık bütçenin -Elçi ve CIA Tahran merkezi hemfikir olduğu müddetçe- başka yetkiye gerek duymaksızın kullanılması da yer alıyordu.
Amerika’nın İran ve çevre ülkelerdeki ajanlarından gelen raporların da analizlerinden sonra, 26 Nisan 1953’te “Musaddık’ın koltuktan indirilmesi planında kullanılacak faktörler” başlıklı kapsamlı bir rapor hazırlandı. Adı geçen rapor, CIA destekli Şah-General Zahidi ortaklığının Musaddık Hükümeti’ni devirmede şansının yüksek olabileceğini gösteriyordu. Özellikle de sokaklardaki halkın büyük çoğunluğunun desteği alınabilirse, ya da Tahran Garnizonluğu, Başbakan Musaddık’ın emirlerini yerine getirmeyi reddederse...
Operasyona Karar Verme Süreci
1952 yılı sonuna gelindiğine, Musaddık Hükümeti’nin, İngiltere ile bir petrol anlaşmasına varamayacağı artık anlaşılmış durumdaydı. CIA’in bu günlere dair analizi şöyleydi: “Bu hükümet, bütçe açığını tehlikeli ve ileri düzeyde bir illegal açık ile finanse etme yoluna gitmiş; Musaddık’ın görev süresini uzatmak için İran anayasasını göz ardı etmiş; temel olarak, Musaddık’ın kişisel gücünü artırma arzusu ile hareket eder hale gelmiş; duygusallığa dayalı sorumsuz politikalarla yönetilir olmuş; İran Şahı’nın ve ordusunun gücünü tehlikeli bir biçimde zayıflatmış; ve İran’ın (Komünist) Tudeh Partisi ile işbirliği yapma yoluna gitmişti. Bu faktörler göz önüne alınmış ve İran’ın Demirperde gerisine düşme konusunda gerçek bir tehlike içerisinde olduğu, bunun gerçekleşmesi halinde Sovyetler’in Soğuk Savaş’ta bir zafer kazanacağı, Batının büyük bir yenilgiye uğrayacağı öngörülmüştü. Aşağıda koşulları verilen gizli bir operasyondan başka halihazırdaki problemleri çözmenin hiçbir yolu yoktu.
Çizme Operasyonu projesinin amacı Musaddık Hükümeti’ni devirmek; Şah’ın otoritesini ve saygınlığını yeniden kurmak; ve Musaddık Hükümeti’ni İran’ı daha olumlu bir biçimde yönetecek başka bir hükümetle değiştirmek idi. Amaç, bilhassa, adilane bir petrol anlaşmasını yürürlüğe koyabilecek; İran’ın ekonomik olarak makul ve malî olarak borçlarını ödeyebilir bir ülke olmasını sağlayacak; ve tehlikeli bir biçimde büyümekte olan Komünist Parti’yi takibe alacak bir hükümeti iktidara getirmekti.”
Musaddık’ın iktidarda kalmasının Amerika’nın çıkarına olmadığı kesin olarak belirlenip Dışişleri Bakanlığı’nı CIA bu şekilde yönlendirince, teşkilat, üst yönetimlerce kabul gören amaçlara gizli operasyon ile ulaşılabilecek bir plan taslağı hazırlamaya başladı. “Musaddık ’ın Devrilmesi ile İlgili Faktörler” başlıklı bir öngörü raporu 1953 Nisan’ında hazırlanmış bulunuyordu. Burada belirlendiğine göre, Musaddık’ın gizli bir operasyon ile devrilmesi mümkün gözüküyordu. Nisan ayında CIA’nin ve İngiliz Gizli İstihbarat Servisi’nin (SIS) planlanan operasyonu birlikte yürütmelerine karar verilmişti. Operasyonun adını İngilizler koydu: ÇİZME OPERASYONU.
Nisan sonlarında SIS ile birlikte CIA, Kıbrıs’ta bir plan hazırlayıp CIA’in ve SIS’in merkezlerine ve son onay için Dışişleri bakanlıklarına sunacaklardı. 1953 yılının 3 Haziran’ında ABD Büyükelçisi Loy Wesley Henderson hedef ve amaçlarla ve CIA’in bu amaç ve hedeflere nasıl ulaşılacağı konusundaki planları ile ilgili kapsamlı bir fikrî hazırlıkta bulunmak üzere ABD’ye geldi.
1953 Haziran’ında plan hazırlanmıştı. Bu sırada Yakındoğu ve Afrika Bölümü Şefi Mr. Kermit Roosevelt, CIA İran İstasyon Şefi Mr. Roger Goiran ve iki CIA planlama görevlisi planı gözden geçirmek üzere Beyrut’ta bir araya geldiler. 14 Haziran 1953’te operasyon planı ufak değişiklerle Londra’ya-SIS’e gönderildi.
19 Haziran 1953’te operasyon planının son şekli, onay için, Mr. Roosevelt ve Londra’daki İngiliz İstihbaratı tarafından, Washington’da Dışişleri Bakanlığı’na, CIA Direktörü Mr. Allen W. Dulles’a ve Büyükelçi Henderson’a, Londra’da ise Dışişleri Bakanlığı’na sunulmuştu. ABD Dışişleri Bakanlığı planı onaylamadan önce iki konuda güvence istedi:
1. ABD Hükümeti’nin bir petrol anlaşması imzalanana dek işbaşına getirilecek olan yeni hükümete yeterli miktarda hibe yardımında bulunacağı;
2. İngiliz Hükümeti’nin, yeni İran Hükümeti’yle imzalanacak olan petrol anlaşması ile ilgili niyetini, iyi niyet ve hakkaniyet ölçüleri içerisinde, ABD Dışişleri Bakanlığı’nı tatmin edecek bir biçimde ve yazılı olarak bildirmesi.
Dışişleri Bakanlığı her iki konuda da tatmin olmuştu.
1953 Temmuz ayı ortalarında ABD ve İngiltere Dışişleri bakanlıkları, Çizme Operasyonunun uygulanması için gerekli yetkiyi verdiler ve CIA Direktörü, ABD Başkanı’nın operasyon için onayını aldı. SIS, CIA ve Büyükelçi Henderson ile anlaşarak, operasyonun son aşamasında Tahran saha komutasının Mr. Roosevelt’e verilmesini önerdi. Yani Goiran, yavaş yavaş operasyon dışına itilecekti. Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçi Henderson’un istişare için bulunduğu Washington’dan Tahran’a dönüşünü operasyonun bitimine kadar ertelemesinin uygun olduğu yönünde bir karar aldı. Hazırlıklar SIS ile birlikte yapıldı. SIS ile bağlantı, bir CIA görevlisinin geçici olarak yerleştiği Kıbrıs üzerinden sağlanacaktı. Destek bağlantısı ise Washington üzerinden sağlanacaktı. CIA’in elindeki olanaklarla Tahran-Kıbrıs-Washington arasında bir hızlı iletişim üçgeni kuruldu. Wilber ve Darbyshire, Washington ve Tahran’daki arkadaşları ile, Kıbrıs’ta kurulu bir radyo üzerinden haberleşeceklerdi. Operasyon için belirlenen zaman, Ağustos ayı ortasıydı.
İran’da, CIA’in ve SIS’ın propaganda birimleri basın, el ilanları ve Tahran’da bulunan bazı din adamları aracılığıyla gittikçe yoğunlaşan bir propaganda faaliyeti içerisine girdiler. Kampanyanın amacı Musaddık Hükümeti’ni mümkün olan herhangi bir yoldan nasıl olursa olsun zayıflatmaktı. ABD’de ise üst düzey Amerikan yetkililer, Musaddık’ın Amerika’dan beklediği ekonomik yardım umutlarını yok edecek türden açıklamalar yapacaklar ve İran ka- muoyundaki Musaddık rejiminin ABD tarafından desteklendiği yönündeki mevcut yanlış inancı düzelteceklerdi.
İşbirliğine En Uygun İsim: General Zahidi
Mevcut Başbakan için en uygun halef olarak Musaddık kabinesinin eski üyelerinden General Fazlullah Zahidi düşünülmüştü. Çünkü Zahidi, Musaddık’ın inatçı bir muhalifi ve önemli taraftar kitlesine sahip olduğu düşünülen bir kişi olarak, bu iş için gerekli prestije sahip tek isimdi. CIA tarafından Zahidi’ye ulaşılacak ve kendisine yapılacak operasyon ve bu operasyonun onu başbakanlığa getirmeyi amaçladığı ile ilgili bilgi verilecekti. Zahidi bir askerî kadro belirleyecek ve CIA bu kadro ile detaylı bir operasyon planına şon şeklini verecekti.
CIA işbirlikçisi General Zahidi
General Zahidi, bir zamanlar Musaddık kabinesinin bir üyesi olan ve ona karşı açıkça muhalefette bulunan tek önemli isim olarak ortaya çıkmaktaydı. Bu nedenle, etrafına hatırı sayılır bir taraftar kitlesi toplamıştı. 1953 Mayıs’ında Amerikan istihbaratının Tahran Merkezi, Komutan Eric Pollard vasıtasıyla General Zahidi ile gizli bir irtibat kurdu. Zahidi ile kurulan gizli irtibatı daha etkin ve güvenilir hale getirebilmek için -ayrıca güvenlik kaygılarından dolayı- Zahidi’nin oğlu Ardeşir Zahidi, 1953 Haziranı’nda, General Zahidi ile irtibat kurmada bir araç olarak seçildi. 21 Temmuz 1953’ten sonra da General Zahidi’yle doğrudan irtibat kuruldu.
Planın Taslağının Hazırlanması
Amerikan Yakındoğu Operasyon Bölümü, 1953 yılının Nisan ayınının sonlarına doğru, bir İngiliz istihbarat örgütü olan SIS ile ortak işbirliğine girerek Musaddık’ın devrilmesine yönelik planlar yapmak üzere Dr. Donald N. Wilber’i görevlendirildi. Ajanların buluşma yeri Kıbrıs’tı. Bu yıllarda CIA’in Kıbrıs Temsilciliği’ni Bayan Helen E. Morgan yapmaktaydı. Bayan Morgan, Musaddık Hükümeti’nin devrilmesi operasyonunda görev alan CIA ajanlarına, operasyon boyunca çok güçlü destek verdi.
Kıbrıs’taki görüşmeler 13 Mayıs 1953’te CIA’den Donald N. Wilber ile İngiliz SIS ajanı Norman Matthew Darbyshire arasında başladı. Kıbrıs’taki İngiliz SIS biriminin başkanı H. John Collins da görüşmelere zaman zaman katıldı. SIS’in İran Bölümü’nden sorumlu Norman Matthew Darbyshire, İran’da uzun yıllar yaşamıştı; bu nedenle konuşulan dili, Farsça’yı bir İranlı kadar akıcılıkla kullanabiliyordu. CIA’in adamı olan Donald N. Wilber ise, bazı Ortadoğu ülkelerinde sözde mimar ve arkeolog olarak çalıştı, 2. Dünya Savaşı yıllarında da Amerikan istihbarat örgütlerinden OSS’e İran’dan önemli raporlar yazdı. CIA’in psikolojik operasyon uzmanı olan Wilber, 1952 yılında, CIA’in Tahran İstasyonuna bağlı “politik eylem” masasını yönetti.
Amerikan ve İngiliz istihbaratının bu iki usta ajanı, görüşmelerinde, İran siyasî hayatındaki tüm önemli isimleri tek tek yeniden ele aldılar. Bu toplantılarda en çok tartışılan konu, Musaddık’a muhalif olan en önemli politikacı General Zahidi’nin gerçekten desteklenmesi gereken bir isim olup olmadığı; eğer desteklenmesi gerekiyorsa, ona yardımcı olacak şahısların ve unsurların neler olduğunun belirlenmesi oldu.
Görüşmelerin sona erdiği Mayıs ayının sonlarına doğru, Amerikan istihbaratı ile İngiliz istihbaratının, takipteki İranlı şahıslar ve İran siyasî sahnesinde yer alan faktörler hakkında aşağı yukarı aynı düşüncelere sahip oldukları netlik kazandı. Tartışma ve görüşmeler boyunca, sürtüşmeler ya da ciddî fikir ayrılıkları meydana gelmedi. Bunun dışında, İngiliz istihbaratının, CIA’in kendisini nereye yönlendirirse, onu memnuniyetle izlediği gözleniyordu.
CIA ajanı Donald W. Wilber’ın Washington’a geçtiği bir mesajda yaptığı yoruma göre; “İngilizler, CIA’yle aktif bir işbirliği içine girmekten epey memnun olmuşlar; Amerikan katılımını tehlikeye
CIA ajanı Donald Wilber
atabilecek hiçbir şey yapmamaları konusunda sanki karara varmışlar”dı. Ancak, “aynı zamanda CIA’in, SIS’ten, ödenek, personel ve hizmetler yönüyle üstün olduğuna dair belli belirsiz bir kıskançlık tonu okunabiliyor”du.
Kıbrıs’taki görüşmelerde her iki taraf, kendilerine özel, ellerindeki gizli bilgileri de masaya getirdi. İngiliz istihbaratı, Musaddık Hükümeti’nin devrilmesinde, İranlı Raşidiyan Kardeşler’in, İran Silahlı Kuvvetleri’nin, Meclis’in, bazı dinî liderlerin, örtülü ödenekten istifade ettirilen bazı İran basın organlarının, sokak çetelerinin ve bazı siyasetçilerin kullanılmasını öngörüyordu.
Donald W. Wilber bu bilgileri, Washington’a geçti ve analizinin yapılmasını istedi. Gelen cevap İngilizleri kızdırdı. CIA’in Tahran Birimi, bu bilgilerin “abartılı” ve “yalnızca onların fikri” olduğu yorumunda bulundu. Bunun üzerine İngilizler, cevap olarak, SlS’ın Raşidiyan Kardeşler’in zayıflıklarını bildiğini söylediler. İngilizler buna ek olarak, Raşidiyan Kardeşler’in ellerindeki tüm imkanları ve hayatlarını Musaddık’a karşı olası bir teşebbüste seve seve riske atabileceklerini bildirdiler. Gerçekten de 1953 Ağustos’unun kritik günlerinde, Raşidiyan Kardeşler ve taraftarları bu işteki gönüllülüklerini gösterdiler.
Kıbrıs’taki görüşmelerde, operasyon planlarının detaylarının şu temel varsayımlar çevçevesinde oluşturulmasına karar verildi: General Zahidi, potansiyel adayların desteği olmaksızın kendisine destek toplamasını sağlayacak cesarete ve güce sahipti. İran Şahı hakkındaki düşünce ise, “operasyona iştirak etmekte büyük isteksizlikle hareket edeceği, ancak, zorlandığı ya da mecbur bırakıldığında istenilen şekilde hareket edeceği” yönündeydi.
CIA’den Donald W Wilber ve İngiliz SIS’ten Norman Matthew Darbyshire, yukarıdaki iki ana başlığı şu şekilde detaylandırdılar: “İran Silahlı Kuvvetleri’nin Başbakan Musaddık yerine Şah’ın sözünü dinleyecekleri; operasyonun doğrudan bir darbe yerine yasal ya da en azından yasal görünümlü olması gerektiği; devirme operasyonunun hemen öncesinde kamuoyunun Musaddık’a karşı bilinçlendirilmesi ve halkta yönetime karşı bir öfke uyandırılması gerektiği, işin askerî yönünün, birimin planının, ancak Zahidi’nin seçtiği İranlılarla birlikte gözden geçirilmesi durumunda başarıya ulaşabileceği; Tudeh Partisi’nce sergilenecek şiddetli muhalefet ve tepkileri karşılamak üzere yeni hükümet tarafından acil önlemler alınması gerektiği.. ”
Darbyshire ve Wilber’in Musaddık’ı devirmek ve yerine General Zahidi’ye getirmek için ortaklaşa yaptıkları planın diğer detayları şöyleydi: Başbakan Musaddık, CIA tarafından karşılanan 150 bin dolar bütçeyle, rüşvetçi, gizli komünizm yandaşı, din (İslam) düşmanı ve İran Ordusu’nun yasal yetkilerini elinden almak isteyen bir kimse olarak tanıtılacaktı. CIA Tahran İstasyon Şefi Roger Goiran’ın kurduğu teşkilata bağlı yaklaşık 100 İranlı ajan, bu yalanı ortalığa yayacak, etkileri altındaki bazı gazetelerde de bunu haber yaptıracaklardı. Goiran’dan maaş alan îranlı ajanlar ayrıca, Musaddık taraftarı görüntüsü altında, îranlı dinî liderlere saldırı düzenleyeceklerdi.
Tahran Birimi’nden ve merkezî bürolardan gelen tepkiler, planları yapanların görüşleriyle her zaman uyum içinde olmadı. Birim, Şah’ın, Musaddık’a karşı ciddî, kesin bir tavır almayacağını belirtirken, merkezî bürolar diğer isimleri destekleyip desteklememe ya da, İranlıların Musaddık’ı devirme planında öncülük edip etmeme konusunda tereddüt içine girdiler. Ancak CIA’in Tahran Birimi, “gri” propaganda yoluyla Musaddık Hükümeti’ne bir an önce saldırılmasına karar verdi. Birim bu kararını kendi ajanları vasıtasıyla İngiliz SIS’in Raşidiyan Kardeşleri’ne bildirdi. Tahran
Birimi, CIA’in Sanat Bölümü’nden Musaddık karşıtı resimler-ka- rikatürler hazırlamasını istedi.
Raşidiyan Kardeşler’den biri İran’dan çıkış yapma izni elde edip SIS görevlisi Norman Darbyshire ile buluştuğu ve önemli bilgiler aktardığı Cenova’ya gittiğinde toplantılara birkaç günlüğüne ara verildi. Kıbrıs’taki İngiliz SIS Merkezi, Tahran’daki Raşidiyan Kardeşler’le sık sık telsiz irtibatı kuruyor, bunu yaparken en iyi eğitimli telsiz operatörlerinden faydalanıyordu.
Operasyonel Planın Pekiştirilmesi
Operasyonun Amerikalı yöneticileri, 9 Haziran günü öğleden sonrasında Beyrut’a ulaştılar. Yakındoğu Operasyon Şefi ve operasyon boyunca proje şefi olan Kermit Roosevelt Londra’dan uçakla Lübnan’a geldi. Tahran’daki CIA İstasyon Şefi Roger Goiran, Şam’dan arabasıyla geldi. Son olarak ajan Donald Wilber, Kahire’den hava yoluyla geldi. 10 Haziran sabahında, görüşmeler başladı ve dört gün boyunca devam etti. Program, sabah erken başlayıp, saat 2’ye doğru görüşmelere ara vermek; ve ikindiye doğru yeniden toplanmaktı. Programın her sabahki ilk kısmı, CIA Tahran İstasyon Şefi Goiran’ın aldığı yeni ve kapsamlı bilgiler ışığında İran’daki politik sahne- lngilizler hesabına çalışan
Asadullah Raşidiyan rnn faktörlerini ve unsurlarını yeniden incelemek ve gözden geçirmekti.
CIA Tahran İstasyon Şefi, Musaddık’ın devrilmesine yol açacak ikinci alternatif bir planın geliştirilmesi önerisinde bulundu. Bu, Çizme Operasyonu Planı’nın başarılı bir şekilde tamamlanmasına kadar birimin elinde bulundurduğu bir alternatif program haline geldi.
Operasyonun Amerikalı yöneticileri, Cumartesi öğleden sonra son toplantısını yaptı. Ertesi gün sabahı, 14 Haziranda, hava yoluyla muhtelif yerlere dağıldılar. Roosevelt ile Wilber 15 Haziran’da Londra’ya vardılar.
Londra toplantıları 54 Broadway’deki konferans odalarında yapıldı. Orada göze çarpan şey, geniş kırmızı harflerle yazılmış olan “Misafirlerinizin girmelerini engelleyiniz” yazısıydı. Toplantılara SIS’i temsilen Komutan Maurice M. Firth ile Cenova (Asadullah Raşidiyan’ı, İran’a geçmeden önce ikinci defa gördüğü yer) yoluyla Kıbrıs’tan gelmiş olan Norman Darbyshire da katıldı. Görüşmelerin başlamasından kısa bir süre sonra, İngilizlerin, İran’daki son durum hakkında pek fazla bilgiye sahip olmadığı ortaya çıktı. Ayrıca, görüşmeler üzerindeki yakın alakaları haricinde, İngilizlerin, operasyonun Beyrut versiyonu hakkında söyleyebilecekleri pek bir şey de yoktu.
İnsiyatif ve operasyonun liderliği, Amerikalılara doğru kaymaktaydı. Kıbrıs’ta ortaya çıktığı gibi, Amerikalıların teskin edilmesi ve olayları istedikleri gibi yönlendirmelerine izin verilmesi gerekiyordu. İngilizler bu toplantıda, yıllardır besleyip büyüttükleri İranlı Raşidiyan Kardeşler’e “CIA’in Tahran Birimi’nin emirlerine harfiyen uymaları”nın emredileceğini açıkladılar. Bu, Londra’nın, Washington’un liderliğini kabul etmesi anlamına geliyordu. İngiliz istihbaratı, Raşidiyan Kardeşler’e gönderdiği notta, bundan böyle CIA ile çalışacaklarını bildirdi.
Son toplantıda, katılımcılar olayların gelecekteki muhtemel gelişimini gözden geçirdiler. İngiliz SIS görevlileri, planın onaylanması ya da onaylanmaması konusunda hükümetlerinden kesin kararın çıkmasının zaman alacağını düşündüklerini bildirdiler. Roosevelt ile Wilber Londra’dan 17 Haziran’da ayrıldılar.
Yukarıdaki ayrıntıları kısmen açıklanan plan, Doğuluların uygulamasına sunulan Batı-Tipi bir planı temsil etmekteydi ama ülke ve halkı ile ilgili olarak yoğun bir bilgi birikimine sahip olan, tüm detayları İranlı bir bakış açısı ile ele alıp değerlendirmeye çalışan uzmanlar tarafından kaleme alınmıştı. İranlıların tümüyle İngiliz istihbaratı, bugüne kadar kendilerine bağlı çalışan Raşidiyan Kardeşler’e gönderdiği notta, bundan böyle CIA ile çalışacaklarını bildirdi. Bu, Londra’nın, Washington’un liderliğini kabul etmesi anlamına geliyordu. mantıklı bir plan yapma ya da bir harekete girişmeleri konusundaki yetersizliklerinin bilindiği gerçeğini göz önünde bulundurulacak olursa, böyle bir planın Batılı personel planlarında olduğu gibi incelenerek yerel atmosfer içerisinde yeniden yürürlüğe konabileceği kesinlikle beklenmiyordu.
Fakat, algılandığı kadarıyla plan, yüzde yüz olmasa da kabul edilebilir bir başarı şansı yaratmak için yeteri kadar geniş ve kapsamlıydı. Tüm yerel unsurların müdahil olduğu bir ortamda güvenliğin sağlanması, Farslı karakterde doğal olarak bulunan ciddî bir zaaftı. Güvenliği ihlal eden hareketlerin Musaddık’ın baskıcı önlemler almasıyla sonuçlanabilir olduğu gerçeği akılda tutulmalıydı.
Yapılan bu operasyonun İran’ın son yıllarında gerçekleşmiş bir öncülü yoktu. Rıza Şah darbesi tümüyle farklı bir karakterde gerçekleşmişti. Yakındoğu ülkelerinde o zamanlarda gerçekleştirilen darbeler çok daha kolay olmuştu. Çünkü, bu darbeler geniş çaplı komünist yanlısı bir muhalefet ile karmaşık bir hale gelmiş ya da güçlü halk desteğine sahip olan hükümet bir başkanı tarafından engellenmiş değillerdi.
Darbenin başarısızlığa uğraması aşağıdaki sonuçları doğuracaktı:
1. ABD’ye karşı hükümet merkezli güçlü bir husumet dalgası oluşacak ve ABD’nin İran’dan kovulması söz konusu olabilecekti.
1. İngiltere’nin tek kaybı temel olarak Musaddık’ı devirmeyi amaçlayan grup tarafından temsil edilen operasyonel mekanizma olacaktı.
Varsayalım ki darbeye teşebbüs edildi ve başarısız olundu ama ABD, İran’dan çıkarılmadı ve ardından Musaddık sonraki bir tarihte hükümetten düştü. Bu durumda ne İngiltere ne de ABD ortaya çıkan fırsatın avantajını kullanabilecekti. Çünkü İngiliz grubu ve belirli orandaki ABD varlığı darbe sırasında yok edilmiş olacaktı.
Darbe yapılamayacak olursa, ABD yine de İran’dan koyulabilir durumda olacaktı. Çünkü, mevcut Musaddık Hükümeti zamanında ortaya çıkacak olan bir ekonomik çöküş, dahilî kaosla sonuçlanabilir; ardından SSCB kontrolündeki Tudeh, yönetime el koyabilirdi.
Eğer darbe planı o anda reddedilecek olursa, ekonomik çöküş ve dahilî kaos sırasında devreye konulmak üzere başka bir plan hazırlanmalıydı.
Sonuç: Şah’ın desteğini almak zorunda olan bu planın temel özelliklerinin Zahidi tarafından kabul edilmesi, onun yapacağı değişikliklerin CTA ve SIS tarafından onaylanması ve belirlenen zaman çizelgesine uygun hareket edileceğinin kesinleşmesi halinde, bu planın yazarları, söz konusu darbenin başarılı olacağına inanmaktaydılar.
Kararlar Alındı: Harekat Başlıyor
Beyrut ve Londra’daki toplantıların kısa sürmesi nedeniyle, merkez bürolarının Roosevelt’in ayrılışından dönüşüne kadar geçen arada yapabilecekleri pek bir şey yoktu. Dışişleri Bakanlığı’yla özel ve yakın bağlantıya geçme anlamında ilerlemeler kaydedildi. Operasyonel planların yapılıyor olduğunu Dışişleri Bakanlığı’ndaki çok az kişi biliyor, konu son derece gizli tutuluyordu. Güvenlik ve gizlilik, operasyonun gerçekleştirilme anına kadar en üst safhada tutuldu.
Dışişleri Bakanlığı’nın Yunanistan-Türkiye-İran (Greece-Turkey- Iran-GTI) Ofisi, düşüncelerini iki rapor halinde CIA başkanlığına sundu: İlki, 6 Haziran 1953 tarihli, “İran’da hükümet değişikliği yapma teklifi” başlıklı olan çok gizli bir belge; diğeri ise tarihi belirtilmemiş, “çok gizli” bir başka belge olup, konu hakkındaki GTI Ofisi raporudur. Bu raporun başlığı: “Musaddık sonrası başa geçecek olan hükümete destek olarak Amerika Birleşik Devletleri ’nin alabileceği önlemler” idi.
CIA görevlileri ile 3 Haziran’da “danışma amaçlı” olarak Washington’a gelmiş olan Tahran Büyükelçisi Henderson arasındaki görüşmeler 8 Haziran’da başladı. Büyükelçi, önceki fikirlerine geri dönerek, Şah’ın işbirliği yapacağı fikrinin temelsiz olduğunu ve Meclis tarafından güvenoyu almadığı sürece, Zahidi adına ferman çıkarmayacağını söyledi. CIA ve Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçi’den Avrupa’da uzun bir süre kalarak Tahran’a dönüşünü geciktirmesini istedi, o da kabul etti. Çünkü operasyonun başlamak üzere olduğu bir zamanda Büyükelçi’nin Tahran’da bulunması tehlikeli olabilirdi.
İran Başbakanı’nı devirme operasyonunun planını; İngiliz SIS Başkanı, ABD Dışişleri Bakanı ve Devlet Bakanlığı 1 Temmuz 1953’te, CIA Başkanı ve ABD Başkanı ise 11 Temmuz’da onayladı. CIA’in Tahran İstasyonu, izin alınmış aktiviteleri, hedefin gerçekleştirilmesine doğru ilerletmekteydi. Nisan’da elde edilen, Zahidi’ye gizli destek sağlama yolunda 1 milyon dolar harcama yetkisini sağlayan genel iznin yanı sıra; 20 Mayıs’ta da, Tahran İstasyonu’na, İran Meclisi üyelerinin desteğini satın almak amacıyla haftada bir milyon riyal harcama izni verildi.
CIA’in Tahran İstasyonu, 1953 yılının Temmuz ayının sonlarına doğru, yıllarca İngilizler tarafından desteklenip kullanılan İranlı Raşidiyan Kardeşler’le doğrudan irtibat kurdu. Onlara rolleri ve operasyonun gelişimindeki irtibatlarının nasıl olacağı hakkında eğitim verildi.
Temmuz’da, merkezî bürolarda, Tahran İstasyonunun operasyon hazırlıklarına destek maksadıyla, Yakındoğu/4 Şubesi’nde iki grup oluşturuldu. Haziran ortalarında Kıbrıs’tan dönen Carroll başkanlığındaki bir grubun görevi, Musaddık’ı devirme operasyonunun askerî niteliklerinin kapsamlı bir araştırma ve çalışmasını yürütmekti. Buradaki amaç, Zahidi tarafından seçilmiş ve CIA
CIA Tahran İstasyonu’na, İran Meclisi üyelerini satın almak amacıyla haftada bir milyon riyal harcama izni verildi. onaylı yardımcılarına, rolleri hakkında ayrıntılı eğitim vermekti. CIA’in konuya ilişkin bir raporunda ifade edildiğine göre “Geveze ve oldukça da mantıksız olan İranlıların her birinin ne yapması gerektiğini bileceği bir pozisyona getirilmesi için her türlü çabanın gösterilmesi gerektiği hissediliyordu.”
Bu hissin doğruluğunu İranlıların güvenliği sağlama konusunda başarısızlığa uğramaları göstermişti. Wilber’in başkanlığını yaptığı diğer grup, planın psikolojik savaş safhalarına yönelik sorumluluğunu üstlendi. Bu grupların ve İstasyon Şefliği ile olan ilişkilerin idaresi, Yakındoğu/4 Şubesi’nin Başkanı ve aynı zamanda CIA’in İran Masası Şefi olan John Henry Waller’ın sorumluluğundaydı.
CIA Sanat Grubu’nda, Musaddık’la alay eden, onu küçük gören karikatürler ve broşürler hazırlanıyor ve bir taraftan da Musaddık karşıtı makaleler yazılıyordu. Yazılı ve görsel malzemeler hızla bir araya getirildi, 19 Temmuz’da bir kurye bunların tümünü Tahran’a götürdü. Bu malzemelere ne olduğunu ilerideki sayfalarda bulacaksınız.
Operasyona müdahil bulunan tüm birimlerden “harekete geçin” komutu geldiğinde, Yakındoğu Özel Operasyonlar Bölümü, operasyonda görev alacak nitelikli isimlere görevlerini çoktan bildirmişti. Bay Roosevelt’in Tahran’da Alan Komutanı olmasına; John H. Leavitt’in Kıbrıs’a gitmesi ve SIS birimiyle irtibat ve işbirliği içinde olması ve daha önce kurulmuş olan gizli 3 yönlü (three-way) telsiz irtibatını sürdürmesi; Yarbay Stephen Jaohnson Meade’in Şah’ın enerji dolu ikiz kardeşi Prenses Eşref ile Paris’te yapılacak olan görüşmelerde CIA’yı temsil etmesi; Bay Joseph C. Goodwin’in -Tahran’daki Birim Şefi- çalışanlara şef olarak Çizme Operasyonu içinde hareket etmesi; Bay George Carroll’a -Tahran FBI Şefi- önce Washington’da, sonra da Tahran’da askerî planlama sorumluluğunun verilmesi kararlaştırıldı. Dr. Donald Wilber’a ise, operasyon süresince planın propaganda yönünün sorumluluğu verildi. Wilber ayrıca, propaganda malzemelerinin hazırlanmasında CIA Sanat Grubu’yla birlikte çalıştı. Çizme Operasyonunun son
tamamlanma sürecinde İran’da bulunmayan Bay Roger Goiran -Tahran Birimi’nin önceki şefi- Tahran’daki operasyonun ilk safhalarını ve öncelikli adımlarını yönetti.
Şah’a Baskı Yapılması
Mevcut Başbakan için en uygun halef olarak Musaddık kabinesinin eski üyelerinden General Fazlullah Zahidi düşünülmüştü. Çünkü Zahidi, Musaddık’ın inatçı bir muhalifi ve önemli taraftar kitlesine sahip olduğu düşünülen bir kişi olarak, bu iş için gerekli prestije sahip tek isimdi. CIA tarafından Zahidi’ye ulaşılacak ve kendisine yapılacak operasyon ve bu operasyonun onu başbakanlığa getirmeyi amaçladığı ile ilgili bilgi verilecekti. Zahidi bir askerî kadro belirleyecek ve CIA bu kadro ile detaylı bir operasyon planına son şeklini verecekti.
CIA, Musaddık’ın yerine başbakan seçiminde, General Zahidi’nin kişisel dosyasındaki şu bilgilere dikkatle baktı: O daha önce de benzeri az görülen bir cesaret sergilemişti. 25 yaşında bir asker olarak Bolşeviklere karşı mücadelede gösterdiği liderlikten dolayı tuğgeneralliğe terfi etmişti.
Onun hayatı, kaburga kemiklerinden Dönemin İran Şahı dördünü alan bir Amerikan doktor tarafından kurtarılmıştı. Amerikan yanlısı olarak biliniyordu ve oğlu Ardeşir’in altı yıllığına ABD’de okumasına izin vermişti. Kıdemli bir tümgeneraldi ve kıdemli-kıdemsiz pek çok subay tarafından sevilip sayılmaktaydı.
Aşağıdakiler ise onun olumsuz nitelikleriydi: Yıllarca ordudan uzak kalmıştı ve kıdemsiz genç subayların çoğunu tanımıyordu. Kimi çevreler tarafından rüşvet yiyen bir kişi olarak tanınıyordu. Bir darbe yönetebilme kapasitesinin olup olmadığı bilinmiyordu;
her zaman için, askerî planlama yardımcısı olarak değil, bir komutan olarak sivrilmişti. Dostlarının çoğunluğu sivil çevrelerden seçilmişti. Çok az asker kökenli dostu vardı.
Başlangıçta, Şah ile işbirliği, planın ana bölümlerinden biri olarak düşünülmüştü. Şah ile yapılacak olan işbirliği, Tahran askerî garnizonları için gerekli aksiyonu güvence altına almak ve yeni başbakanın iktidara getirilmesini yasallaştırmak için gerekliydi. Şah’ın kararsız bir kişiliğe sahip olduğu bilindiğinden, işbirliğine yanaşması için ona uygulanacak baskı aşağıdaki şekillerde olacaktı:
Şah’ın dinamik ve güçlü ikiz kız kardeşi, İran’dan sınırdışı edilmiş Prenses Eşref Pehlevî, Şah’ın Musaddık’ı görevden alması için baskı yapması amacıyla Avrupa’dan İran’a getirilecekti. Prenses, Şah’a, kendisinin Musaddık’ı görevden almasını rica eden ABD’li ve İngiltereli yetkililerle görüştüğünü söyleyecekti. Şah’ın saygı gösterdiği ve sevdiği İran’da görev yapmış eski General H. Norman Schwarzkopf un Şah’ı ziyaret etmesi için gerekli hazırlıklar yapılmıştı. Schwarzkopf hazırlanan planı Şah’a anlatacak ve ona Musaddık’ı görevden aldığına, yerine Zahidi’yi atadığına dair ve orduyu hükümdarlığa karşı sadakate davet eden fermanlar çıkart- tıracaktı. Şah’ın güvenini kazanmış olan yerli İngiliz ajanı şefi, Schwarzkopf’un mesajını teyit edecek ve bunun bir ABD-İngiltere ortak operasyonu olduğu konusunda ona güvence verecekti.
Yukarıdaki girişimlerin sonuçsuz kalması halinde, Mr. Roosevelt, ABD Başkanı adına İran’a gelip Şah’ı söz konusu fermanları imzalamaya zorlayacaktı. Fermanlar alınınca, CIA tarafından operasyona dahil edilmesine karar verildiği gün, fermanlar General Zahidi’ye ulaştırılacaktı.
Fermanları eline almış olan Zahidi, Şah’ın tavrını değiştirmesini engellemek ve hayatına yönelik herhangi bir tehlikeyi önlemek amacıyla, onun Tahran dışında olduğu bir sırada iktidarı ele geçirecekti. CIA, Tahran ordusundaki ajanlar aracılığıyla, Şah’ın tayin ettiği hükümeti desteklemek üzere, ordunun, mümkün olan en üst düzeyde işbirliği yapmasını sağlayacaktı.
Aşağıda yer alan gelişmeler, İran ve Musaddık üzerinde büyük bir etki yaratmış ve Musaddık’ın düşürülmesine yardımcı olmuştu. Bu gelişmeler şunlardı:
29 Haziran 1953’te, ABD Başkanı Eisenhower’ın Başbakan Musaddık’a gönderdiği ve artırılmış ABD yardımının İran’a gönderilmeyeceğini açıkça ortaya koyan mektubun bilinçli olarak basına sızıdırılması...
ABD Dışişleri Bakanı’nın 28 Temmuz 1953’te yaptığı basın toplantısında “İran’daki yasadışı Komünist Parti’nin faaliyetlerini artırması ve İran Hükümeti’nin bu faaliyetlere tolerans göstermesi hükümetimiz için ciddi bir endişe kaynağıdır. Bu gelişmeler İran’a yardım yapmamızı daha da zor bir hale getirmektedir” biçiminde açıklama yapması ve
ABD Başkanı’nın Seattle’da yapılan Valiler Kongresi’nde yaptığı, Asya ülkelerinin Demir Perde gerisine düşmesi durumunda ABD’nin oturup bu duruma seyirci kalamayacağı yönünde yaptığı açıklamalar.
CIA’in, Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği halinde, Amerikan gazete ve dergilerinde yayınlattığı özenle kaleme alınmış çeşitli makaleler de, İran’da yeniden yayınlandığında istenilen psikolojik etkiyi yaratmış ve Musaddık’a karşı yürütülen sinir savaşına büyük bir katkı yapmıştı.
Operasyon Başlangıç Planı
1 Haziran 1953’te Lefkoşe’den Merkez’e gönderilen telgraf SIS ve CIA Temsicileri Tarafından Kıbrıs-Lefkoşe’de Hazırlanan Operasyon Giriş Planı’nın Özeti
Hazırlık Hareketi
Muhalefetin Geçici Finansmanı
CIA Zahidi’ye 25.000 dolar sağlayacak.
SIS Zahidi’ye 25.000 dolar sağlayacak.
SIS’in İran’da bulunan kanalları, yukarıdaki paraları Zahidi’ye ulaştırmak için kullanılacak.
Eğer gerekiyorsa CIA kilit konumda bulunan askerî liderleri parayla satın alma girişiminde bulunacak.
Şah’ın İşbirliğinin Kazanılması
Aşama 1: İngiltere’nin ve ABD’nin ortak bir amacı olduğu konusunda Şah’ın ikna edilmesi ve İngiltere’nin entrika düzenleyeceğine dair Şah’taki mevcut patolojik korkusunun giderilmesi...
Büyükelçi Henderson’ın, ABD-İngiliz ortak yardımı konusunda ve İngiltere’nin Musaddık’ı değil Şah’ı desteklediğine dair güvence vermek üzere Şah’a gönderilmesi.
Henderson’ın Şah’a ABD-İngiltere ortak planını sunmak üzere yeni temsilcinin kendisi ile tanıştırılacağını söylemesi.
-Aşama 2: ABD özel temsilcisi Şah’a çıkıp aşağıdakileri sunacak:
-Şah’a sunum:
Her iki hükümet petrolü ikincil bir mesele olarak görüyor.
Temel amaç, İran’ın bağımsızlığını korumak ve onu komünist Sovyet etkisinden uzak tutmak. Bunun gerçekleştirilebilmesi için Musaddık uzaklaştırılmalı.
Mevcut hanedan İran millî hakimiyeti için en güvenilir dayanak.
Musaddık iktidarda olduğu sürece yardım yok.
Musaddık gitmeli.
İngiltere-ABD ortak yardımı [Musaddık Hükümeti’ne] halef olan hükümete verilecek.
Şah’tan Talep Edilecek Olanlar:
Musaddık’ın alaşağı edilmesi için liderliği üstlenmelisiniz.
Eğer bunu yapmayacak olursanız, ülkenin çöküşü ile ilgili sorumluluk size ait olacaktır.
Eğer bunu yapmayacak olursanız, Şah hanedanı çöker ve arkanızdaki İngiltere-ABD desteği yok olur.
Müzakere değil uyarı yaklaşımı.
Zahidi ile operasyon planı sizinle müzakere edilecek.
Zahidi ile Hazırlık/Anlaşma:
Şah ile yukarıdaki minval üzere anlaşma yapıldıktan sonra, General Zahidi’ye kendisinin bundan sonraki İngiltere-ABD destekli hükümetin başı olarak seçildiğine dair bilgi verilmesi.
Operasyon ve operasyonun zaman planlaması için özel bir plan üzerinde çalışma yapılması. Zahidi’yi göreve getirmenin iki yolu var:
Yarı-yasal: Bir Şah’lık fermanı ile Şah’ın Zahidi’yi Başbakan olarak ataması.
Askerî darbe: Öncelikle yarı-yasal yol denenmelidir. (.) Eğer başarısız olursa birkaç saat içerisinde askerî darbe devreye sokulacak.
Meclis ile İlişkiler: Yarı-yasal girişim için önemli. Böyle bir girişime hazırlık için milletvekilleri satın alınmalı.
Temel amaç, Musaddık aleyhine 41 oyun garanti altına alınması ve yarı-yasal girişim için yeter sayıya ulaşılabilmesi için 53 milletvekiline ulaşılabilmesidir. (SIS şu an için kontrol dışında olan yirmi milletvekilinin satın alınması gerektiğini düşünmektedir. )
Milletvekillerine erişim SlS’ın yerli ajanlar grubu aracılığı ile sağlanacaktır. CIA, milletvekillerinin caymasını engellemek için onları baskı altında tutacak ve [gerekli] rüşvet paralarının bir kısmını karşılayacaktır.
Dinî Liderlerle Olan İlişkiler
Dinî liderler: Musaddık’ı onaylamadıklarını herkese duyur- malıdırlar.
Gerekirse, din kisvesi altında gösteriler düzenlemelidirler.
Şah’a verdikleri desteği güçlendirmelidirler.
Radyo aracılığı ile ve camilerde (kurulacak) yeni hükümetin İslamî ilkelere bağlı olduğunu duyurmalıdırlar.
Din adamlarının bu yaptıklarına bir karşılık olmak üzere önde gelen din adamlarından Burujerdi’ye önemsiz bir bakanlık teklif edilmeli ya da yasamanın dine uygunluğunun beş molladan oluşan bir heyet tarafından denetlenmesine dair göz ardı edilmekte olan anayasa maddesinin uygulamaya geçirilmesi.
(Din adamlarının) Musaddık yanlısı milletvekillerini tehdit etmek üzere cesaretlendirilmeleri...
Esnaf ile İlişkiler
Esnaf bağlantıları hükümet aleyhine ortaya atılan dedikoduların yayılması için kullanılmalı, eğer mümkünse işyerleri hükümet aleyhine bir protesto olarak kapatılmalıdır.
Tudeh
Zahidi (Komünist Parti) Tudeh’ten şiddetli bir tepkinin gelebileceğini bilmeli ve daha ağır düzeyde bir şiddetle karşılık vermek üzere hazırlıklı olmalıdır.
Parti’den ve Cephe Grubu liderlerinden en az yüz kişi tutuklanacak.
Güney Tahran, Tudehli göstericilerin girişine kapanmalı ve burada gösteri yapmaları engellenmeli.
Tudeh üyelerine gönderilen broşürlerle onların herhangi bir gösteriye katılmamaları sağlanmalıdır.
Basın ve Propaganda Programı
Darbeden önce Musaddık aleyhine propaganda yoğunlaştırılacak.
Zahidi aşağıdakilerin yerine getirilmesi amacıyla derhal bir hükümet basın ve propaganda şefi atamalıdır: “Bütün yabancı basını tarayıp özetlemek, ABD ve İngiltere tarafından yapılan resmî açıklamaları duyurmak, Tahran radyosunu maksimum düzeyde kullanmak...”
- Aşiretlerle İlişkiler
Darbe; Bakhtiyarî, Lurlar, Kürtler, Belûcîler, Zülfikârîler, Mamassaniler, Boer Ahmedî ve Khamseh gibi aşiret gruplarından gelecek herhangi bir hareketi proveke etmemelidir.
Temel mesele (Türkmen) Kaşkayi aşiret liderlerinin nötralize edilmesidir.
Yarı-yasal İktidar Değişim Mekanizması
Bu noktada, en favori olanı “.. plan” adlı seçenektir. Dinî liderlere ulaşabilen unsurlar pazar esnafı tarafından sağlananlara katılmalıdır. 4.000’e yakını SIS kontrolünde olan grup tarafından, ilave unsurlar ise CIA tarafından sağlanacaktır.
Halka, bu bahane, hareketin Musaddık Hükümeti’ne karşı aşağıda belirtilen iki popüler memnuniyetsizlik zemini üzerinde yükseldiği ilan edilecektir:
Birinci bahane; Musaddık Hükümeti’nin temelde din karşıtı olmasıdır. Musaddık ile Tudeh arasındaki ve Musaddık ile SSCB arasındaki bağlantılar bunu açıkça ortaya koymaktadır. Hareketin hemen öncesinde CIA Musaddık ile Tudeh arasındaki gizli anlaşmayı kanıtlamak için uydurulan sahte bütün belgeleri olabildiğince geniş bir biçimde yayacak.
İkinci bahane ise Musaddık’ın, halden anlamaz diktatörlüğü ile, ülkeyi tümüyle bir ekonomik çöküşe doğru götürmekte olmasıdır. Hareketin hemen öncesinde, CIA illegal olarak basılıp piyasaya sürülen kağıt parayı olabildiğince geniş çevrelere duyurmalıdır. CIA, bu mesaj ile haddinden fazla basılacak olan sahte parayı çok miktarda ve mükemmel biçimde basma kabiliyetine sahip olmalıdır.
General Schwarzkopf
Dinî refüj darbe günü şafak vakti gerçekleştirilecektir. Hemen ardından Meclis’in hükümeti eleştiren bir tezkere geçirmesi için faaliyete geçilecektir. Ardından Musaddık görevden indirilip yerine Zahidi getirilecektir. Darbe o gün öğleyin erken saatlerde tamamlanmış olursa operasyon başarılı demektir. Başarısızlık halinde, aynı günün akşamı askerî darbe organize edilecektir.
Ta en başından beri İran Şahı’nın, Musaddık’ın devrilmesine bilfiil destek olmaya isteksiz olsa bile, özel bir rol oynamaya zorlanmasının gerektiği CIA tarafından biliniyordu. Temmuz’un 23’ünde, Şah’a gönderilmek üzere tüm mesajlar, yazılı dokümanları kapsayan bir çizelge merkez bürolarda hazırlandı. Tüm bu adımların gerçekleştirilmesi planlandığı gibi gitti.
İlk görev, o anda Paris’te olduğu düşünülen Prenses Eşref’e bilgi vermekti. Onunla 10 Temmuz’da Paris’te görüşülmesi ve 20 Temmuz’da Şah’la görüşmesi için Tahran’a götürülmesi planlanmıştı. O günlerde Cenova’da bulunan Esedullah Raşidiyan’ın öncelikle onu çağırması, SIS ve CIA ajanlarının ortak ziyaretleri için hazırlaması bekleniyordu. Ajan Meade 10 Temmuz’da hava yoluyla Londra’ya ulaştı ve Darbyshire ile önce Paris’e geçti. Ancak, beklenmedik bir gecikme meydana geldi. Prenses Eşref, Paris’te değildi; Riviera’ya yerleştirilmiş ve Esedullah Raşidiyan tarafından ziyaret edilmişti. Kendisine önerilen rolü konusunda hiç de isteklilik göstermediğini bildirdi, Raşidiyan. Yine de ertesi gün “resmî” görevliler Prenses’le birlikte iki toplantı yaptılar. Bu toplantıda yapılan görüşmelerden sonra Prenses, kendisinden yapması istenen her şeyi yapmayı kabul etti. İran’a geri dönüşünün Musaddık yanlısı basında güçlü bir tepki oluşturacağını söyleyerek, “Karşı tepkinizi koyacağınızı umuyorum.” dedi.
Prenses Eşref, Tahran’a ticarî bir uçakla bir yolcu olarak gitti. Beklendiği gibi, onun İran’a izinsiz geri dönüşü gerçek manada bir fırtınaya yol açtı. Ne Şah’ın kendisinden ne de Musaddık Hükümeti’nden geri dönüş için izin talebinde bulunulmamıştı. Hem Şah ve hem de Musaddık çok öfkelenmişti. Şah, Prenses Eşref’le görüşmeyi reddetti ancak X’ın aracılığıyla kendisine getirilen bir mektubu kabul etti. Bu X şahıs, saray ailesinden biri olmuş, etkili bir şekilde fedakâr bir tavır takınmıştı. Bu mektubun içinde, Prenses Eşref’inkine benzer bir amaçla Amerikan Generali Schwarzkopf’un Şah’ı görmeye geliyor olduğu haberi yazıyordu. Şah, bu haberi memnuniyetle karşıladı ve 29 Temmuz günü akşamı da kız kardeşi Eşref’i kabul etti. Aralarındaki görüşme fırtınalı bir şekilde başladı ama barışma notuyla bitti. Ertesi gün, Prenses Eşref Avrupa’ya dönmek için uçakla Tahran’dan ayrıldı. Prenses’in İran’a izinsiz dönüşüne çok sert tepki veren Musaddık yanlısı basın rahatlamıştı. Oysa her şey önceden planlandığı gibi yürüyordu.
İngiliz istihbaratından her ay 10 bin pound maaş alan Esadullah Raşidiyan’ın yanına ikinci bir özel görevli daha geldi. Bu kimse çok önemli bir İngiliz SIS ajanıydı. Plana göre, Esadullah’ın temel görevi Şah’ı, kendisinin Musaddık’ın devrilmesi operasyonunda İngiltere Hükümeti’nin resmî sözcüsü olduğuna inandırmaktı. İleriki plan, yani Şah’ın BBC’de (British Broadcasting Company) belirli tarihlerde İran Dili’nde programlarında yayımlanmak üzere bir kilit ifade seçmesini sağlama planı izlendi. Londra’da bu kilit cümleyi BBC’ye göndermek için gerekli hazırlıklar Darbyshire tarafından yapıldı. Temmuz’un 30’unda ve tekrar 31’inde Şah, Esadullah Raşidiyan’la görüştü. Şah, yayınlanmasını istediği ifadeyi BBC radyosunun gece haberleri programında işitmişti; ancak, durumu değerlendirebilmesi için ek vakit talebinde bulundu. Ayrıca Esadullah, Şah’ı Amerikan özel görevlisi General Schwarzkopf’un ziyaretine hazırladı.
General Schwarzkoph, operasyon planının baş mimarı CIA tarafından seçilmişti. Schwarzkoph’u tercihin nedeni ise 1942’den 1948’e kadar olan yıllar içinde resmî görevli bir asker olarak İran’da bulunmuş ve bu dönemde Şah’ın dostluğunu, saygısını ve güvenini kazanmış olmasıydı. Kendisine 29 Haziran 1953 günü, Yakındoğu Operasyon/4 Şefi John Waller tarafından ulaşıldı. Yapılan görüşmelerden sonra, Schwarzkopf görevini severek üstlendi. Kendisi, Şah’a başkalarının gizlediği gerçekleri söylediğini ifade etti ve ayrıca Şah’la gereken işbirliğinin yapılabileceğini belirtti. Schwazkopf’a; içinde Lübnan, Pakistan ve Mısır’a gidiş planının olduğu gizli bir görev verildi. Böylece Tahran’a yapacağı ziyaret esas gideceği yer doğrultusunda uğradığı uğrak yeri olarak görünecek, esas amaç anlaşılmayacaktı. Schwarzkopf hava yoluyla 21 Temmuz’da Beyrut’a gitmek için ayrıldı.
Schwarzkopf’un gizli görevi, operasyon planında uzun uzun anlatılan üç belgeyi Şah’tan elde etmekti. Bunlar; Zahidi’yi Başbakan olarak atayan bir ferman, Zahidi’nin Şah adına ordu görevlileri toplamada kullanabileceği, Şah’ın Zahidi’ye olan güvenini belirten bir mektup ve Ordu’nun tüm komutanlarını ve alt birimlerini, yasal başbakan Zahidi’ye destek vermeye çağıracak bir ferman... Amerika tarafında hakim olan genel düşünce, Şah’a Musaddık’ı doğrudan safdışı bırakacak bir ferman yayınlatmaktan ziyade böyle ifadelerin yer alacağı bir fermanı imzalatmanın daha kolay olacağı yönündeydi. Ayrıca, Musaddık’ın yerini doldurma hareketinin Meclis yoluyla sağlanabileceği inancı hakimdi.
Merkez bürolarının hazırladıkları propaganda malzemeleri birim tarafından Esadullah Raşidiyan’a üzerinde düşünmesi için gönderildi. Aynı günlerde Şah yanlısı, Musaddık karşıtı, özel planlanmış kampanyalar Azerbaycan’da da devam etmekteydi. CIA’in Tahran İstasyon’u, Zahidi’yle doğrudan temasa geçti. Birçok görüşme ve toplantıdan sonra, Birim Şefi Goiran ile Goodwin, Zahidi’nin motivasyon, enerji ve somut planlar yönünden eksik olduğunu gördüler. Onlara göre, Zahidi’ye yol gösterilmesi ve onun için özel planların hazırlanması gerekiyordu. 26 Temmuz günü bir dizi kilit ajan, çeşitli yerlerde önemli görevlerin başındaydılar. Roosevelt ile Schwarzkopf Tahran’daydı, Leavitt ise birkaç gündür Kıbrıs’ta bulunuyordu. Ayrıca, Büyükelçi Henderson da dinlenmeye Sarzburg’a gelmişti. Orada gelecek ik hafta boyunca endişeli ama
Darbenin baş ajanı Kermit Roosevelt'in çocukluğu.
yakın takipçi bir şekilde kalması gerekiyordu. Kıbrıs’taki Leavitt, kendilerine yeterince bilginin ulaşmadığından yakınan İngiliz SIS ajanlarını oyalamakla meşgul oldu. Bu SIS memurları, İran ana telefon santralinin çalışma düzenini bozma planı üzerinde çalışıyorlardı.
19 Temmuz’da Roosevelt’in Tahran’a dönüşüyle mevcut durum tekrar gözden geçirildi. Musaddık’a karşı psikolojik savaşın bir parçası olarak, yüksek rütbeli Amerikan görevlileri ile Musaddık Hükümeti görevlilerinin arasındaki yakın irtibatları azaltmanın gerekliliği üzerinde duruldu. İran’daki Teknik Kooperasyon (TCI) Yöneticisi William E. Warne’den hükümetle olan olağan irtibatlarını azaltması; bunun yanında, Iran’daki Amerikan Askerî Misyonu Şefi General Fran McClure’den Musaddık’a tam destek veren sivil memurlar ve subaylara karşı daha mesafeli davranması istendi.
Bu günlerde Şah tarafından imzalanacak olan belgelerin içeriğinin ve sayılarının değiştirilmesi gerektiği kararına varıldı. Bu belgelerin yalnızca, Zahidi’yi Başbakan olarak atayan bir ferman ile Meclis’in feshi konusunun hükümet tabanlı olarak referanduma sunumunun yasal bir işlem olmadığını öne süren bir mektubu içermesi gerekiyordu.
Temmuz ayı sona ererken, propaganda kampanyasında görevli istasyon ajanları, Musaddık yanlısı bazı siyasetçilerin şimdilerde Musaddık karşıtı etkili faaliyetlerini rapor etti. CIA tarafından ustalıkla hazırlanmış Musaddık karşıtı haberler, İran’daki muhalif basına ve Amerikan basınına dağıtıldı.
1 Ağustos’ta, Prenses Eşrefin İran’dan ayrılmasından ve Esedullah Raşidiyan’ın kendisinin İngiltere Hükümeti’nin bir sözcüsü olduğuna inandırmaya yönelik BBC mesajını Şah’ın işitmesinden iki gün sonra, Schwarzkopf Şah’la kapsamlı bir toplantı yaptı. Şah, gizli dinlenme endişesiyle, generali büyük bir balo salonuna götürdü, odanın tam ortasına küçük bir masa çektiler, ikisi de masaya oturdu. Şah önce kendisinden imzalaması istenen belgeleri
CIA işbirlikçisi Albay Nasıri
imzalamayı reddetti. Bunu yaparken ordunun kendisine sadakatinden tam emin olmadığını, girişimin olası başarı ya da başarısızlığına dair kendi tahminleri ve kararlarını almak için zamana ihtiyacı olduğunu söyledi. Diğer bir taraftan eğer Musaddık referandumu gerçekleştirir, Meclis’i dağıtırsa, o zaman kendisinin Musaddık’ı tahtından devirmek ve yine kendisinin seçeceği başbakanı atamak için, anayasaya dayanarak, eline tam güç geçeceğini söyledi. Roosevelt ile Şah arasında yapılan toplantıların yanısıra, Raşidiyan ile Şah arasında yapılan toplantılarda, Şah’ın tereddütlü ve kararsızlık tutumlarının üstesinden gelmek için inanılmaz çaba ve baskılar uygulandı.
2 Ağustos’ta uzun zamandan beri CIA’in tecrübeli ve değerli İran Şefi Roger Goiran Tahran’dan ayrılıp merkez bürolarındaki görevine döndü. Bilgisi, Çizme Operasyonunun ilk hazırlık basamaklarında paha biçilmez bir değer taşıyorken, bu seferki ayrılışı, Musaddık’a karşı psikolojik savaşta ve muhalefeti harekete geçirme çabalarında önemli bir etken olacaktı. Bu dönem içinde, Musaddık her zaman olduğu gibi dikkatle inisiyatifini sürdürmeye ve gittikçe büyüyen muhalif sesleri bastırmaya çalışıyordu. Muhaliflerin daha da zorlayıcı olan ilgisi Meclis’e yönelmişti. Musaddık, hükümeti destekleyen milletvekillerinin istifa etmelerini istedi. Birçok tarafsız, ya da gizlice Musaddık karşıtı olan milletvekilleri süregiden 28 istifa olayının hemen ardından onlar da istifa ettiler. CIA, Musaddık karşıtı milletvekillerini, görevlerine devam etmeleri ve Meclis’teki yerlerini almaları konusunda uyardı. CIA’in amacı, Meclis’ten istifa etmemiş olanlarla yasal bir parlementer grup kurmaktı. Ağustos’un başlarında ülke çapında düzenlenen referandumda, iki milyon kişinin meclisin dağıtılmasına; geri kalan birkaç yüz kişinin de, dağıtılmamasına oy verdiği açıklandı. Musaddık’ın umduğu ve tahmin ettiği gibi tatminkâr olmamıştı referandum. Bu durum, CIA/SIS’in parasal olarak desteklediği muhalefet basınınca Musaddık’ın üzerine sürekli gidebileceği, saldırabileceği bir ortamı da yaratmıştı. Bunun haricinde, bu faaliyet halkın daha güvenilir ve köklü unsurlarının da alarma geçmelerine neden oldu.
Tahran’da Şah’la yapılan toplantılar devam etmekteydi. Esedullah Raşidiyan, operasyonun izleyeceği biçimle ilgili özel detayları 2 Ağustos günü Şah’a sundu. Ayrıca, Şah’ın Musaddık’ı görevinden alıp, yerine Zahidi’yi hem başbakan hem de başkomutan yardımcısı olrak ataması gerektiğini bildirdi. Şah, bunun yanısıra, General Vosuq’u Genelkurmay Başkanı olarak atamayı kabul etti. 3 Ağustos’ta, Roosevelt Şah’la uzun ve sonuçsuz görüşmelerde bulundu. Şah, kendisinin bir maceracı olmadığını, bu nedenle riske girmek istemediğini belirtti. Roosevelt ise, hükümetin değiştirilebileceği başka bir yolun olmadığını ve sınavın Musaddık ve gücü ile Şah ve halen kendisini destekleyen -ancak yakında kendisinden kopacak olan- İran ordusu arasında olduğunu belirtti. Roosevelt, son olarak, olumlu bir karar beklentisi içinde kendisinin birkaç gün daha oralarda bulunacağını ve sonrasında ülkeyi terk edeceğini; ikincisinin (ülkeden ayrılma durumunda) Şah’ın faaliyete geçmeme durumunun yalnızca komünist İran ya da ikinci bir Kore ortaya çıkaracağını fark etmesi gerektiğini söyledi. Roosevelt, konuşmasını, Amerikan hükümetinin bu olasılıkları kabul etmeye hazır olmadığını; ancak başka bir planın yürütülebileceğini söyleyerek tamamladı.
Şah’la yapılan sonraki bir görüşmede Şah, Musaddık’ı devirmede kendisinin inisiyatif sahibi olmasını gerektirecek teminatları Bay Roosevelt’in Başbakan Eisenhower’dan rica etmesini istedi. Bay Roosevelt ise, bu ricayı Başbakan’a ileteceğini; fakat Başabakan’ın Şah’ın kendisine Amerika’dan isteklerini açıkça belirtmesini isteyeceğinden emin olduğunu söyledi. Tamamen mükemmel bir tesadüf ve şans eseri olarak ABD Başkanı, 4 Ağustos günü Seattle’da
CIA ajanı Roosevelt ve işbirlikçi Raşidiyan, Şah’ın elinden iki ferman alınmasına karar verdiler. Bunlardan biri Musaddık’ı tahtından edecek; diğeri ise Zahidi’yi Başbakan olarak atayacak olan kararları içermeliydi. konuşurken, elindeki notlara bağlı kalmadan, Amerika’nın boş boş oturup, İran’ın Demirperde arkasına düşmesini izlemeyeceğini imayla belirtti. Roosevelt Başbakan’ın ifadelerini iyi bir şekilde yorumladı ve Şah’a Başkan Eisenhower’in Musaddık’a karşı bazı teminatların gereksiz olduğu kanısında olduğunu belirtti. Son olarak, Şah bu meseleyi Raşidiyan’la birlikte yeniden görüşeceğini söyledi. Bu görüşmeyi bildiren bir telgrafta Roosevelt, Şah olmaksızın ilerlemeye çalışmanın faydasız olacağını ve önlerindeki iki-üç gün içinde nihaî baskının uygulanıp uygulanmamasına ya da sonunda Şah’ın ikna edileceği on günlük bir gecikmeyi kabul edip etmemeye karar verilmesi gerektiğini belirtti.
Ağustos günü Raşidiyan, 10 ya da 11 Ağustos gecesinde harekete geçilmesini kabul eden Şah’la yeniden görüştü. 8 Ağustos’ta Roosevelt Şah’la yeniden görüştü ve inatçı bir kararsızlıkla mücadele etti. Bu kararsızlık öyle bir hale geldi ki, Şah operasyonda yer alacak olan ordu subaylarına yalnızca sözlü olarak cesaret vermeyi kabul etti. Sonrasında, Ramsar’a gideceğini ve ordunun kendisine resmî olarak bildirilmeden hareket etmesine izin vereceğini; bunun yanı sıra eğer operasyon başarılı olursa, Zahidi’yi Başbakan olarak atayacağını bildirdi. 9 Ağustos’ta Raşidiyan görüşmeyi üstlendi ve Şah’ın ayın 12’sinde İran’ın yazlık kenti Ramsar’a gitmek için yola çıkacağını; bununla beraber, ayrılışından önce Zahidi ve kilit subaylarla görüşeceğini; yeni hükümetin başkanının Zahidi olacağını sözlü olarak ilan edeceğini CIA’ya rapor etti.
10 Ağustos’ta Albay Nasıri, Şah’la görüştü ve Şah’tan gelecek emirler doğrultusunda harekete geçmeye hazır olan ordu subaylarının isimlerini Şah’a sundu. Şah, harekete geçme planını onaylarken, yine de hiçbir kağıdı imzalamayacağını dile getirdi. Albay Nasıri, bu kararı protesto etti. Bununla birlikte Şah tüm bu önemli noktaları tartışmak için Raşidiyan’ı çağırdı. Raşidiyan görüşme esnasında, Roosevelt’ten gelen bir mesajı iletti Şah’a. Mesajda, Şah’ın birkaç gün içinde harekete geçmemesi halinde Roosevelt’in bezginlik, bıkkınlık içinde ayrılacağından behsediliyordu. Görüşmenin sonunda,
CIA işbirlikçisi Albay Nasıri, İran Şahı’na imzalattıkları;
Muhammed Musaddık’ı görevden alıp yerine
General Zahidi’yi atadığına dair fermanla.
Şah kağıtları imzalayacağını, Zahidiyle görüşeceğini sonrasında da Ramsar’a gideceğini bildirdi. Şah, ertesi gün Zahidi’yle görüştü, Ramsar’a gitmek için Tahran’dan ayrıldı; ancak Raşidiyanların verdikleri sözün aksine kağıtlar imzalanması için henüz hazır değildi. Bu nedenle Şah kağıtları Ramsar’a gönderdikleri takdirde imzalayacağına dair söz verdi.
Roosevelt ile Raşidiyan arasındaki görüşmeden sonra, Çizme Operasyonunun orjinal Londra taslağına daha yakın olan bir karara geri dönüldü. İki kafadar, Şah’ın elinden iki ferman alınmasına karar verdiler. Bunlardan biri Musaddık’ı tahtından edecek; diğeri ise Zahidi’yi Başbakan olarak atayacak olan kararları içermeliydi. Raşidiyan ile son derece önemli bir İngiliz ajanı, belgeleri birlikte hazırladılar ve 12 Ağustos akşamında onları özel bir uçakla Şah’ın bulunduğu Ramsar kentine götürdüler.
Bunlar olurken, Musaddık’a karşı yürütülen psikolojik savaş en doruk seviyesine ulaşmıştı. CIA tarafından kontrol altına alınmış bazı İran gazeteleri, Musaddık’ı hedef almıştı. CIA ajanları, Komünist Tudeh Partisi görevlisi görüntüsü altında kara propaganda yürüterek Tahran’daki dinî liderleri alarma geçirmeye çalışıyorlardı. Bu liderleri, Musaddık’a karşı çıktıkları takdirde şiddetli bir şekilde cezalandırmakla tehdit ediyorlardı. Ayrıca onlara tehdit telefonları da açıldı, yine Tudeh Partisi mensubu görüntüsü altında bazı dinî liderlerin evleri bombalandı.
Şah’ın Musaddık’ı devirme darbesine destek verdiği iddiası, CIA ajanları vasıtasıyla hızla İran’a yayıldı. Zahidi, CIA Tahran İstasyonunun en önemli ajanı Albay Nasıri ile bir görüşme yaptı ve onu Amerikalılarla kendi aralarında bir irtibat subayı olarak belirledi. 13 Ağustos akşamında Albay Nasıri, Şah’ın imzalamış ve Zahidi’ye göndermiş olduğu fermanlarla Tahran’a döndü. Anlattıklarına göre -ki, hiçbir zaman onaylanmamıştır- Şah’ı fermanları imzalamaya ikna eden kişi eşi Kraliçe Süreyya idi. Bu doğruysa eğer, açıkça anlaşılıyor ki, hiç umulmadık bir taraftan bir yardımcı çıkmıştı.
Ağustos’ta İstasyon, -ülkenin boş hâzinesini göz önünde bulundurarak- operasyonun tamamlanması halinde General Zahidi yönetiminin acil ödeneklere ihtiyacı olacağını telgrafla Washington’a bildirdi. Toplam 5 milyon dolar istendi. 14 Ağustos günü Tahran’a başka haber ulaşmadı; artık operasyonun başlamasını beklemekten başka ne merkez bürolarının ne de birimin yapacağı pek bir şey kalmamıştı.
İlk Deneme
Ağustos 1953 gecesi İran’da meydana gelen olayların kesin sırası detaylarıyla henüz öğrenilemedi. Operasyonda görev almış ajanların aktardıkları bilgiler, karanlık bir gecede gerçeğin izinin sürülmesini imkansız kılacak kadar farklılık gösteriyor. Ne var ki, iki temel gerçekle bağlantılı olduğundan, ilk başarısız denemenin taslağı belli. Bu gerçekler: İran ordusundan operasyona destek veren subaylardan birinin düşüncesiz hareketleriyle plana ihanet etmesi CIA’in planını bozdu. Bu ilk denemenin başarısız olmasının bir başka sebebi ise, CIA’ye ait ilgili bir belgede ifade edildiği üzere “Çok kilit bir noktada katılımcıların karar vermedeki beceriksizlikleri ve eksiklikleri olmasaydı plan başarılı olabilirdi.”
O günkü durumun ayrıntıları şöyleydi: Nihayet Şah 15 Ağustos 1953’te, Prenses Eşref’ten ve Schwarzkopf’tan gelen kayda değer baskının ve Mr. Roosevelt ile yaptığı birkaç görüşmenin ardından gerekli fermanları imzaladı. Operasyon 16 Ağustos’ta başlatıldı. Ne var ki, İran ordusunda bulunan güvenlik kaçağı (security leak) nedeniyle, Musaddık’ı tutuklamakla görevli olan ve iki kamyon dolusu Şah yanlısı asker tarafından desteklenen Şah’ın muhafız alay komutanı, kendisinden daha güçlü olan ve hâlâ Musaddık’a olan sadakatini sürdürmekte olan ordu güçlerine yenildi. Bu nedenle, askerî planın dengesi o gün için hüsrana uğradı. Planın amacına ulaşamadığını duyan Şah, Bağdat’a kaçtı. Bu bir ihtiyat hareketiydi ve en azından kısmen planın dahilinde öngörülen bir durumdu.
İşbirlikçi General Zahidi, CIA’in gizli evinde saklanmaya devam etti. Kendisine bağlı anahtar görevliler sayesinde, Musaddık’ın, ana muhalif unsurları yakalamaya çalışan güvenlik güçlerini atlatmayı başardı.
17 Ağustos öğleden sonra ilk saatlerde Büyükelçi Henderson, Tahran’a döndü. Zahidi, CIA tarafından hazırlanan gizli bir basın toplantısı ile ve yine CIA’in gizli matbaa olanaklarıyla kendisinin yasal başbakan olduğunu, Musaddık’ın kendisine karşı darbe düzenlediğini duyurdu. CIA ajanları, Musaddık’ın görevden alınıp yerine Zahidi’nin getirildiği ile ilgili fermanlardan çekilen fotoğrafları bol miktarda çoğaltıp her tarafa dağıttılar. Bu, Musaddık’ın hareketiyle Şah’ın İran’ı terk etmek zorunda kaldığını fark etmekten dolayı galeyana gelmiş olan Tahran halkı üzerinde büyük bir etki yarattı. Irak’ın başkenti Bağdat’taki ABD Büyükelçisi Burton Y. Berry, Şah ile bağlantı kurup ona, o anki kötü duruma rağmen Şah’ın İran’a geri döneceğinden emin olduğunu söyledi.
Şah Bağdat’tan Roma’ya uçtuktan sonra da bağlantı sürdürüldü. Mr. Roosevelt ve CIA Tahran İstasyonu, sürekli olarak Musaddık’ın başarısının yanıltıcı olduğunu, aslında ordunun Şah’a bağlılığının sürdüğü yönünde somut kanıtların bulunduğunu, durumun istenilen yönde değişmesinin mümkün olduğunu rapor ediyorlardı. İstasyon, ABD ve İngiltere’nin Dışişleri bakanlıklarını, ordunun ve halkının Zahidi’nin başbakanlığını destekleyip Musaddık’ı reddetmelerini sağlamak için Şah’ı basın açıklamaları yapmaya zorlamak amacıyla daha fazla gayret sarf edilmesi yönünde ikna etmeye çalışıyordu.
İlk Denemenin Ayrıntıları
14 Ağustos akşamı CIA’in Tahran’daki Özel Karargah personeline operasyonun bir dahaki geceye kadar iptal edildiği haberi geldi. Karargahın baş istihbaratcısı olan albayın operasyonla bağı kopmuş ve genelkurmay başkanı olarak atanmış generale gerekli yönlendirmeler yapılamıyordu.
Komünist protestocu kılığındaki CIA ajanları.
Musaddık’ın Genelkurmay Başkanı olan Taghi Riyahi’nin beyanatına göre kendisi, 15 Ağustos öğleden sonra saat 5’te bütün planla ilgili tüm ayrıntılardan haberdar edilmişti. Fakat işin garibi yine kendi açıklamasına göre Millî Cepheci Zirakzadeh ve Hakşinaz’ın kaldığı Shimran’daki evinden saat 20.00’da ayrılıp Tahran’daki personel karargahına gitmişti. Riahi buna karşın 1. Zırhlı Tugay komutanına birliği saat 23.00’e kadar hazır hale getirmesini emretti. Saat 23.00’te Riahi vekili General Kiani’yi Tahran’ın batısında Şah’ın muhafızlarınında konuşlandığı Bag-i- Şah’a gönderdi. Kiani kendisinden önce destekçi subaylarıyla oraya gelen albay tarafından tutuklandı.
Aynı zamanda kamyonlar dolusu Şah yandaşı askerler önceden belirli adreslerde tutuklamalarda bulunuyorlardı. Bu grup 23.30 sıralarında Shimran’daki Riyahi’nin evinde onu yakalayarak Zirakzadeh ve Hakşinaz’ı tutukladılar. Ayrıca aynı sıralarda birkaç subay ve hatırı sayılır sayıda asker, Musaddık’ın Dışişleri Bakanı Hüseyin Fatımi’nin evine baskın yapıp ayakkabılarını bile giymesine fırsat vermeden onu götürdüler. Tutuklanan kişiler Şimran’daki imparatorluk sarayının (Sadabad) muhafızlar evine hapsedildiler.
Riyahi’nin uyarıldığının farkına varan subaylar hiçbir şey yapmazken diğerleri görevlerine devam ettiler. Gece 23.30’dan biraz evvel telefon santralına planlı bir saldırı düzenlendi. Dışişleri Bakanı Hüseyin Fatımi’nin evine ve diğer tutuklanacakların evine giden kablolar ile Genel Kurmay Karargahı ile Bag-i-Şah arasındaki kablolar kesildi. İşbirlikçi Albay Nasıri de küçük bir silahlı kuvvetle Tahran pazarındaki santrali işgal etti.
Riyahi, Bag-i Şah’a giden General Kiani’den haber alamayınca 2. Dağ Tugayı’ndan Albay Mümtaz ve 1. Zırhlı Tugay’dan Albay Şahroh’u arayarak birliklerini Bag-i Şah’a yöneltmelerini söyledi. Aynı zamanda 1. Dağ Tugayı’ndan Albay Parsa, askerî vali ve 3. Dağ Tugay Komutanı Albay Aşrefi, 2. Zırhlı Tugay’dan Albay Novzari dahil olmak üzere diğer subayları da alarm durumuna geçirdi. Buna rağmen operasyona dahil olan Zahidi’nin adamlarına göre Mümtaz ve Şahroh, Bag-i-Şah’ta tutuklanıp Kiani’yle beraber bir süre orada tutuldu.
Hükümet kaynaklarının açıklamaları, operasyonda CIA ve SIS’in en önemli ikinci işbirlikçisi Şah’ın Muhafız Birliği’nin komutanı Albay Nimetullah Nasıri’nin, Musaddık’a kendisini görevden alan Şah’ın fermanını ilettiği sırada neler olduğu konusunda ayrışıyor. Musaddık Hükümeti’nin resmî açıklamasına göre Albay Nasıri 16 Ağustos gecesi, saat 01.00’dan önce 4 kamyon asker, 2 jip ve bir zırhlı araba ile Musaddık’ın evinin önünde ortaya çıktı. Başbakan Musaddık’a ileteceği bir mektup olduğunu söyledi ama başbakanlık muhafızlarınca derhal tutuklandı. Farzanegan’ın ise, albayın Musaddık’ın konutunda 23.50’de tutuklandığını iddia ediyor. Bir başka iddiaya göre ise, Musaddık’ın evine kamyonlarca askerin 2 dakika gecikmeyle ulaşması planın suya düşmesine, Albay Nasıri’nin tutuklanmasına neden oldu.
Riyahi, müfrezelerce askeri, geceyarısından önce saldırıya açık stratejik noktalara konuşlandırmıştı. Riyahi ve diğer Musadık yanlılarının Zahidi yandaşlarını nasıl durdurdukları ve bunların sebepleri
CIA ve SIS’in baskısı üzerine İran Şahı’nın Musaddık’ın yerine General Zahidi’yi atama fermanı. Bu ferman, CIA tarafından Washington’dan Tahran’a getirilen üç buzdolabı büyüklüğündeki fotokopi makinasıyla çoğaltılarak, ülke çapındaki idarecilere ve halka dağıtılmıştır. tam olarak hâlâ bilinmiyor. Bilinen tek şey ise Zahidi’nin cesareti kırılmış, korkmuş, sonra da ortalıktan kaybolmuştu. En hassas bir anda operasyonun en önemli ikinci adamı Albay Nasıri’nin tutuklanması morallerin bozulmasına neden olmuştu. Bir başka bilgiye göre ise; Albay Nasıri, Genelkurmay Ofisi’ne ayın 16’sında saat 01.00’de gitti ve General, Kurmay Karargahı’na orayı ele geçirme niyetiyle yaklaşmıştı. Fakat tankları ve birlikleri ateşe hazır halde görünce korkuya kapıldı. Daha sonra Zahidi’ye gitti ve ona kaçmasını söyledi. Bu sırada Zahidi ona gülüyordu. Tutsaklarla dolu kamyonlar Saadabad’dan getirtilmişti fakat son durum karşısında onlar da zorda kaldılar ve gün ağarırken tutsakları serbest bıraktılar.
Tahran’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde yuvalanmış CIA istasyon personeli ve yerli işbirlikçileri, sinir bozucu saatler geçirmekteydi. Telsiz ekipmanlı askerî jip, araziye ulaşma planının başarısız olduğunu bildirdi ve şehirde neler olduğuna dair hiçbir haber alınamıyordu.
Görünen Başarısızlık
Ağustos 1953 sabahı saat 05.45’de Tahran Radyosu başarısız darbe girişiminin gece sona erdiğini belirten hükümet bildirisini yayıyordu İran semalarına. Saat 06.00’da Musaddık, kabinesini toplayarak durumla ilgili istihbarat raporlarını ele aldı. Hükümet binalarındaki ve diğer önemli noktalardaki güvenliği arttırmak için neler yapılacağı kararlaştırıldı ve 07.30’da bildiri tekrar yayınlandı.
CIA Özel Harekat personeli tedirgin ve uykusuz bir gece geçirdi. Askerî plan dahilindeki başarısızlıklar ortaya çıkmaya başlayıp telsizli jip geri dönmeyince, üstüne üstlük telefon hatları faaliyete devam edince bir şeylerin veya her şeyin yanlış gittiği ortaya çıktı. 05.00’te sokağa çıkma yasağı kaldırılır kaldırılmaz Carrol şehirde turladı ve Musaddık’ın konutu önünde birçok tank ve birliğin olduğunu rapor etti. Daha sonra albay ofisi arayarak herşeyin kötü gittiğini, sığınmak için büyükelçiliğe gideceğini söyledi. Albay, saat 06.00’da hükümet bildirisine benzer bir durum özeti verdi ve daha sonra kayıplara karıştı. Harekat birden toptan başarısızlıkla karşı karşıyaydı ve uzun vadeli etkisi olacak kararlar hemen alındı.
İlk yapılması gereken General Zahidi’nin oğlu Ardeşir Zahidi’yle bağlantı kurabilmekti. Roosevelt, saat 08.00’de harekat merkezine haber gönderdi, Ardeşir ve babasına hâlâ umudun olduğunu gösterebilmek için Tahran’ın kuzeyindeki yazlık mekanı Şimran’a gitti. O anda İran halkının Zahidi’nin hükümetin yasal lideri olduğu ve Musaddık’ın darbeyle başa geçmiş bir zorba olduğu konusunda derhal ikna edilmesi gerektiği kararlaştırıldı. Bu faaliyetler karargah merkezinden Amerikan Associated Press haber ajansına (AP) şu mesajın geçilmesiyle başladı:
“Mevcut resmî olmayan bilgilere göre operasyon liderleri, biri Musaddık ’ı devirmek, diğeri onun yerine General Zahidi ’yi geçirmek olan Şah ’ın iki fermanına sahipler. ”
Sınırlı sayıda dağıtılmak üzere resmî bir bildiri alabilmek için, istasyon merkezi, Amerikan Askerî Misyonunun başı General Mc Clure’yi Şah’a yollayıp, fermanların geçerliliğini soruşturmak istedi. Fakat gün ilerledikçe Şah’ın firar ettiği ortaya çıktı.
09.30’da şehir sakin, dükkanlar açılmakta ve insanlar normal işlerine gitmekteydiler. Fakat tanklar, ekstra askerler ve polis, kraliyet sarayları dahil olmak üzere önemli noktaların giriş ve çıkışlarını kontrol ediyordu. İran istihbarat ajanları, başarısız darbeye katılanları topluyordu. Dedikodular yayılmaya başladı. İlk olarak sözde darbenin Musaddık’ın Şah üzerine gitmesini sağlayacak bir bahane olarak hükümet tarafından yaptırıldığı sonucuna varılmıştı. Bu sırada Roosevelt, Amerikan elçiliğindeki askerî ateşe General Robert McClure’dan Musaddık’ın Genelkurmay Başkanı Riyahi’yle görüşerek ona Amerikan Ordu Birlikleri’nin resmî olarak Musaddık’ı mı yoksa başka birilerini mi tanıyacağını, ayrıca Zahidi’nin bir imparatorluk fermanıyla başbakan olarak atanıp atanmadığını sormasını istedi.
Riyahi bu fermanın gerçek olmadığını belirterek “İran ve halkı, Şah veya ya da herhangi bir yönetimden daha önemli olduğunu” söyledi ve ordunun bu halkın malı olup onu destekleyeceğini söyledi. Bu görüşmeden birkaç saat sonra yapılan toplantıda McClure, Roosevelt’e, Riyahi’yle iyi geçinilmesi gerektiğini çünkü gelecekte onun Musaddık’ı devirebilme ihtimali olduğunu söyledi.
Sabah olmuş ve gazeteler çıkmaya başlamıştı. Komünist Tudeh gazetesi Shojat’ın yerine çıkmaya başlayan Besuye Ayandeh, 13 Ağustos’tan beri bir darbe yapılabileceğini tahmin ediyordu. Gazeteye göre “Artık açıktı ki iddia edilen darbe 9 Ağustos’ta Şah ve ABD’li General Schwarzkopf arasında yapılan bir görüşme ile planlanmış; fakat Musaddık 14 Ağustos’ta bundan haberdar edilmişti.” Bu da gösteriyordu ki Tudeh Partisi, en az hükümet kadar darbeye hazırlıklıydı.
Harekat merkezindeki ajanlar binbir titizlikle, sözde darbenin Şah’ı devirme niyetiyle yaptırıldığını içeren özel bildiriler hazırlamışlardı. Mellat-i-Ma gazetesi, bu hikayeyi aynen yazdı. Aynı zamanda yüksek tiraja sahip Keyhan gazetesi de Zahidi’ye ithaf edilen fermanı iç sayfalarında yayınladı.
Saat 10.00’da daha öncekine birkaç ekleme yapılan başka bir bildiri yayınlandı. Bu sıralarda şehrin birçok bölgesinde Tudeh Partisi’ne üye küçük gruplar mitingler yapmakta ve Musaddık taraftarları milliyetçiler de sokaklardaydı. Halk arasında darbe planının olduğu ancak başarısız olacağı anlaşıldığından Musaddık’ın sahte bir darbe senaryosu çizdiğine dair dedikodular dolaşmaktaydı.
11.00’de Associated Press ajansı ve New York Times gazetesinin iki muhabiri, Şimran’a, Harekat Merkezi tarafından Zahidi’yi görmeleri için götürüldü. Ancak onun yerine oğlu Ardeşir’i gördüler. Ardeşir onlara Zahidi’yi başbakan yapan fermanın orijinalini göstererek, kopyalarını verdi. Bu kopyalar planın İranlı işbirlikçileri tarafından çıkartılmıştı. Bunu izleyen süreçte Harekat Merkezi fermanın orjinalinin güvenliğinin sorumluluğunu alarak onu kendi bünyelerinde son zaferlerine kadar kilit altında sakladılar. Öğlen vakti Tahran Radyosu, Dr. Muhammed Musaddık tarafından imzalanan bir beyanat (başbakanlık ünvanı kullanılmadan) yayınladı. Buna göre halkın referandum isteği üzerine 17. Meclis dağıtıldı ve 18. dönem seçimleri yapılacaktı. Bu beyanatın yanısıra Dışişleri Bakanı Fatımi’nin Şah karşıtı şiddetli açıklamaları ayrıca Tudeh Partisi’nin açıkça yaptığı cumhuriyet propagandaları halka göstermişti ki, Musaddık monarşiyi elimine etmenin eşiğindeydi.
14.00’te Dışişleri Bakanı Fatımi bir basın açıklaması yaptı. Fatimi’ye göre “uzun zamandır Musaddık Hükümeti, Şah muhafızları tarafından yapılacak bir darbe bekliyordu ve buna karşı önlemler alınmıştı.” Fatımi, bir soru üzerine Saraylardan Sorumlu Bakan Abul Kasım Amini’nin komplonun bir parçası olması sebebiyle tutuklandığını söyledi. Fatımi, sözlerine kendi görüşlerinin Bakhtar Emruz’daki başmakalede görülebileceğini ekledi. Bu makale saat 17.30’da Tahran Radyosu’nda okunduğunda Şahlık ve Şah Rıza’ya karşı uzun ve şiddetli bir saldırı içerdiği anlaşıldı. Şah hâlâ toplumun büyük bir kesiminden saygı ve itibar gören bir kişiydi. İşte böyle hassas bir dönemde yayınlanan bu yazının Musaddık Hükümeti’ne karşı büyük bir dargınlık yarattığı söylenebilir.
Öğleden sonra, Harekat Merkezi, General Zahidi’nin oğlu Ardeşir Zahidi, Raşidiyan Kardeşler ve Albay Nasıri tarafından bizzat hazırlanmış halk açıklaması üzerinde çalışıyorlardı. Açıklama hazır olduğunda yapılan müzakerede ajanlar, hükümet tarafından izlenmeyen bir yayıncı bulamadılar. Bu sebeple Raşidiyan Kardeşler’den biri, açıklamanın daktiloda 10 adet kopya hazırladı. Daha sonra bunlar General Zahidi’nin imzasıyla yabancı muhabirlere, yerel yayıncılara ve 2 kilit ordu subayına verildi.
Harekat Merkezi gün boyunca kilit isimleri korumakta ve onları güvenli bölgelere göndermekteydi. Bazıları Harekat Merkez katibinin büyükelçilik içerisindeki evinde, bazıları da Amerikan personelinin evlerinde saklandılar. Bu sebeple Ardeşir Zahidi, Ağustos’un 16’sının sabahından, General Zahidi 17’sinin sabahından, Yan Kardeşler 18’i hariç 16’sının sabahından, Albay ve General ise 16’sının sabahında itibaren Harekat Merkezi’nde gizlendiler. Kilit isimler, buralarda gizlenmekle tutuklanmamanın yanısıra Amerikalılar tarafından kolayca ulaşılabilir olmuşlardı.
O akşam 19.30 civarlarında kalabalıklar Meclis meydanında miting ve Tahran Radyosundan yapılan açıklamalar için toplandı. Konuşmacılar Musaddık yanlısı eski milletvekilleri Musavi, Dr. Seyyid Ali Shayegan, mühendis Zirakzadeh, Razavi ve Dışişleri Bakanı Fatımi’ydi. Tüm konuşmacılar Şah’a saldırdı ve tahttan inmesini istedi. Bu konuşmalar sırasında halk, ilk defa Şah’ın Bağdat’a kaçtığını öğrendi. CIA İstasyon Merkezi ise bunu birkaç saat öncesinden biliyordu. Saat 16.00 suları. 2 önemli Amerikan Büyükelçilik görevlisi umudunu kesmiş, bu sırada Roosevelt ise “Şah, Bağdat radyosunu kullanır, Zahidi de daha agresif bir tavır takınırsa başarının kaçınılmaz olduğunu” düşünüyordu.
Tudehliler Dövülmeseydi Darbe Başarısız Kalabilirdi
Karargah, 7 saat farkı da gözeterek Ağustos’un 16’sının 01.30’unda Harekat Merkezi’nden darbenin başarısızlığına dair ilk mesajı aldı ve bundan birkaç saat sonra Şah’ın Bağdat’tan yayın yapabilmesi konusunda çalışmaya başladı. İş günü bittiğinde Harekat Merkezi’ne Dışişleri Bakanlığı’nın Şah’la bağlantı kurulmasına kesin olarak karşı olduğunu ve İngilizlere de bu yolda telkinler yapıldığını içeren bir rapor sunuldu. İngiliz Gizli Servisi SIS, Londra’dan, Leavitt ve Darbyshire’in Rafjet uçaklarıyla Şah’a baskı yapmak için Bağdat’a uçmaları için izin istedi. Ancak Londra bunu reddetti.
2. uykusuz geçen geceden sonra istasyon personeli, önceki gece Tudehli grupların askerler tarafından dövüldüğünü ve ‘Çok yaşa Şah!’ demeye zorlandıklarını duyunca yeniden umutlandılar.
General Zahidi, Raşidiyan Kardeşler ve Albay Nasıri harekete geçmeye kararlıydılar ve darbe personeli, planın tam olarak ölmediğine inanmaya başladı.
Ağustos sabahı sokaklarda yine bildiriler dağıtıldı. Niruye Sevum’un bildirdiğine göre “Schwarzkopf, planı Şah’la beraber hazırladı ve onu bir koz olarak kullanıyor”du. Keyhan gazetesi, Londra Radyosu’ndan alıntı yaparak Zahidi’nin Şah tarafından imzalanmış bir ferman aldığını ve Şah’ın can güvenliği olmadığı için ülkeyi terk ettiğini yayınladı. Sabah boyunca İranlılar dış ülke radyolarından Şah’ın Bağdat’ta yaptığı açıklamaları dinleme imkanı buldular. İran’da olanların gerçek bir darbe olmadığını söyleyen Şah, anayasanın kendisine verdiği yetkilerle, Musaddık’ın görevinden alınmasını ve yerine general Zahidi’nin atanmasını emrettiğini açıkladı. Bağdat’tan konuşan Şah, ayrıca tahtı bırakmadığını ve İran halkının hâlâ kendisine sadık olduğu konusunda güveninin tam olduğunu söyledi. Özel Harekat Merkezi ve Bağdat gazeteleri, İran’da çok daha acı verici ve kanlı olayların olabileceğini düşünüyorlardı. Merkez, Bağdat’taki dinî lider Agha Khan, Şah’a moral destek vermesi için görevlendirmeyi önerdi. Bu sırada karargah hâlâ Dışişleri Bakanlığı’nın talimatlarına uyarak Şah ile direkt bağlantıya girmiyordu ve Amerika’nın Irak Büyükelçisi Burton Berry 16’sında Şah ile bir görüşme yaptı.
17 Ağustos sabah saat 10.00 sıralarında hükümet İran’da her şeyin kontrol altında olduğunu düşündüğünden, şehirdeki tüm askerlerini kışlalarına geri çekti. Saat 10.30’da Tahran Radyosu, General Zahidi’ye çağrı yaparak teslim olmasını istedi ve daha sonra darbeye katılan tüm kişilerin listesini yayınladı.
Dedikodulara göre teslim olmayıp tutuklanan subaylar asılacaktı. Tahran garnizonu, polis, jandarma ve subaylar konuyu görüşmek üzere toplandılar. Bazıları arkadaşlarını kurtarmak için girişimlerde bulundu.
İstasyon, gün içinde fermanın kopyalarını özellikle ordu içerisinde yayabilmek ve basının konuya daha fazla yer vermesini sağlamak için büyük çaba harcadı. Bir yandan da daha fazla ferman basımı için uğraşıyorlardı. Artık açıktı ki halkın içinde fermanın etkisi yeni yeni görülmeye başlanmıştı. Herkes, Şah’ın ferman verdiği haberinin doğruluğunu birbirine soruyor ve Musaddık’ın halkı kandırdığı ihtimali üzerine konuşuyordu.
Saat 13:25’te Fatımi, Şah’ın Irak’a kaçmasıyla ilgili bir basın açıklaması yaptı ve Saraylardan Sorumlu Bakan Amini’nin af dileyen mektubunu okuyup 14 subayın da tutuklandığını bildirdi. Bakhtar Emruz’da Hüseyin Fatımi imzasıyla yayınlanan yazıda şu ifadeler geçmekteydi: “Hain Şah, utanmaz insan, sen ki, Pehlevî hükümranlığının kanlı tarihini tamamladın. Halk seni tahtından darağacına sürüklemek istiyor.”
Öğleden sonra Büyükelçi Henderson, Beyrut’tan Tahran’a geldi. Onu karşılamaya gelen elçilik çalışanları Rıza Şah Meydanı’ndaki bronz heykelinin önünden geçtiler. Heykelin sadece çizmeleri duruyordu. Bir kamyon, Sepah Meydanı’nda duran bir benzeri heykelle beraber ikisini de götürüyordu. Bu olaya katılıp destek veren kalabalıkta Tudeh üyeleri başı çekiyordu.
Henderson hükümet adına Başbakanın oğlu Dr. Gholam Hüseyin Musaddık ve Çalışma Bakanı Dr. Alemi tarafından karşılandı. 16.30’da İstasyon Merkezi, Musaddık’ın ilerleyen haftalarda durumunu daha da kuvvetlendirme olasılığının yüksek olduğunu, bu nedenle ona karşı muhalefetin devam ettirileceğini içeren bir telgraf yolladı. Hükümet akşama doğru Tahran Radyosu’ndan dinî lider Sadr Balaghi’nin sesiyle Şah’a yapılan karşı bir konuşma yayınlandı.
Akşam ise merkez için en hareketli zamandı. Baş ajanlara ulaşılmış ve talimatlar veriliyordu. Elçilikte ise Roosevelt ve Carrol ekibiyle beraber uzun süreli bir görüşme yaptı. General Zahidi, Ardeşir Zahidi, General X, Raşidiyan Kardeşler ve Albay Nasıri gerek duyulduğunda kapalı araçlarla gizlice elçiliğe getiriliyorlardı. Darbe konseyi toplantısı 4 saat sürdü ve sonunda ayın 19’unda, yani Çarşamba günü harekete geçilmesine karar verildi. Hazırlık olarak belli başlı birkaç faaliyet gerçekleştirilmeliydi. Siyasî alanda Tahran Vaizi’nin Şiilerce önemli Kum şehrine giderek Ayetullah Burujerdi’yi ikna etmesi ve komunizme karşı bir fetva vermesi planlandı. Ayrıca paralelinde Çarşamba günü ordu subaylarının, askerlerin ve halkın katılacağı İslama ve Şahlık Tahtı’na destek amaçlı bir gösterinin tertiplenmesi programlandı. Askerî olarak ise “Tahran dışından destek”, “olmazsa olmaz”lardan biriydi. Albay merkez ajanlarından Gerald Towne, Şah adına açıklama yapıp garnizonun kumandan albayını ikna etmeye gönderildi.
Zahidi de Carrol ile beraber aynı görevle Tugay komutanı generali ikna için sevkedildi. Merkezin imkanları sayesinde, ajanlar için “diplomatik kimlik” ve “dolaşım belgeleri” hazırlanarak arama yapılması engellenmiş oldu. Ayrıca hepsine sokağa çıkma yasağı kapsamının dışında olduklarını belirten kağıtlar verildi.
17 Ağustos günü öğleden sonra İstasyon’a yollanan bir telgrafta Roosevelt’in güvenlik sebebiyle orayı hemen terketmesi isteniyordu. Aynı saatlerde Bağdat Büyükelçisi Berry’e, Şah’la görüşme yapmaları konusunda bir emir-mesaj yollandı. Usta CIA ajanları tarafından hazırlanmış, General Zahidi’nin İran’ın tek meşru hükümeti olduğuna dair propaganda yazıları Pakistan-Karaçi, Hindistan-Yeni Delhi, Mısır-Kahire, Suriye-Şam, Türkiye-İstanbul ve Lübnan-Beyrut’a yollandı. Geceyarısından sonra Paris’teki bir istasyon memuruna Güney Fransa’da bulunan Ağa Han’la irtibat kurması için bir mesaj çekildi. Aynı zamanda Şah’a da moral desteği açısından bir ikinci mesaj yollandı. Daha sonra karargah Ağa Han’la bağlantının kurulduğunu fakat istenilen sonucun alınamadığını öğrendi. Ağa Han “ülkesini ve tahtını terkeden bir hükümdarın asla geri dönemeyeceğini” söyledi ve bu açıklamadan sonra çabalar sona erdi. Tabi daha sonraları Şah’ın tahtını geri almasından o da memnun oldu.
Lefkoşe’de ise İngiliz Gizli Servisi SIS umudunu kaybetmedi ve Londra’daki ofisleriyle Dışişleri Bakanlığı’na karşı geldiler.
Darbyshir, Bağdat’a gidebilmek için izin alma çabalarına devam etti. SIS istasyonundaki bu inat ve gözle görülür inanç Londra’nın takdirine şayandı. Ayrıca bir başarızlık karşısında da kaybedecek birşeyleri kalmamıştı.
Ağustos’un 18’i projeden haberdar tüm ülkelerdeki her görevli için en zor gündü. Saat 07.30’da Şah, BOAC ticarî uçağıyla Bağdat’tan Roma’ya uçtu. Birkaç saat içinde bu haber Tahran’a ulaştığı saatlerde sokaklarda gruplar gösteri yapmaya başlamıştı. Tudehliler Meclis Meydanı yakınındaki Pan-îranist Parti genel merkezini yağmalamış ve daha sonra onlarla 3. Kuvvet (bir Marksist, Tudeh muhalifi grup) arasında küçük çatışmalar çıkmıştı.
Sabah gazeteleri her zamanki gibi çıkmış; buna karşın muhalif olanlar, gizli polisin baskısıyla piyasada olağandan çok daha azdı. Musaddık’ı destekleyen gazeteler, Pehlevî Hanedanlığı’nın sonunun geldiğini duyuruyorlardı. Shahed gazetesi, fermanın kopyasını ve Keyhan Gazetesi, Zahidi’nin kısa açıklamalarını yayınladı. Tudeh’in yayın organı Shojat, parti genel merkezi adına bir bildiri yayınladı. Bildiride son olayların bir Anglo-Amerikan entrikası olduğu ve artık monarşinin son bulup cumhuriyetin gelmesi gerektiği coşkulu sözlerle ifade edildi. Sabah boyunca Amerikan AP muhabiri tüm dünyaya, General Zahidi ’nin İran subaylarına monarşinin ve kafir komünistlere karşı kutsal İslam dinininin savunulması gerektiği yolunda yaptığı açıklamaları geçti. CIA uydurması bu açıklama şöyleydi: İran Krallığı’nın özgürlüğünün devamı ve sadakatsiz komünistlerce tehdit edilen Kutsal İslam Dini için fedakarlığa ve hayatlarınızı kaybetme riskine karşı hazır olun. ”
Bu açıklamayı yabancı radyolardan duyan İran halkınının kafası karışmıştı.
Tahran Radyosu’ndan yayınlanan bildirilerde, Hükümet tarafından her şeyin kontrol altında olduğuna dair açıklamalar yapıldı. General Zahidi’nin yerini bildirenlere 100,000 riyal ödül verileceği; ayrıca tüm gösterilerin hükümetçe yasaklandığı duyuruldu. Saat
ABD işbirlikçisi General Zahidi’nin ağzından yazılmış CIA uydurması bir açıklama şöyleydi: “İran Krallığı’nın özgürlüğünün devamı ve sadakatsiz komünistlerce tehdit edilen Kutsal İslam Dini için fedakarlığa ve hayatlarınızı kaybetme riskine karşı hazır olun.”
10.30’da General Riyahi askerî okulun konferans salonunda yüksek rütbeli subaylarla toplantı yaptı ve onlara muhalif grubun hükümete karşı saygılı olmasının gerekliliğini anlattı.
Tahran İstasyon Merkezi’ndeki personel, ayın 16’sında verilen kararları yerine getirmeye çalışırken ayrıca ilerisi için de planlar yapmaktaydı. 15 kişiye kadar olabilecek bir eleman azaltımı bile gündemdeydi. Lefkoşe başlangıçtaki başarısızlığın acısını paylaşırken, Londra’yı ikna için gayret sarf ettiğini ve istasyonun arkasında olduğunu vurguluyordu. Bu mesajı takiben Bağdat’tan Şah’ın bir açıklaması geldi.
Öğleden sonra gelen haberler, faaliyetlerden çok değişik kaynaklardan yapılan açıklamaları kapsıyordu. Dışişleri Bakanı Hüseyin Fatımi Bağdat’ta ciddi Şah karşıtı ayaklanmalar olduğunu iddia etse de bunlar tamamiyle yalandı. Saat 15.00’te Şah, Roma’ya vardı ve basına destekçilerinin umutlarını kırmayan fakat aynı zamanda onları hareketlendirmeyen açıklamalar yaptı. Ayrıca öğleden sonra Moskova Radyosu, Tudeh Partisi’nin sabah gazetesi Shojat’ta yayınlanan bildirisini yayınladı.
Akşam, Tahran sokaklarında şiddet patlak verdi. İnsanları harekete geçiren şeyin ne olduğunu söylemek imkansızdı ama rahatsızlığın arkasındaki sebepleri belirlemek mümkündü. Birincisi; Şah’ın dramatik kaçışı, Musaddık gidene kadar insanları öfkeli bir Şah yanlısı yaptı. İkincisi ise; Tudeh Partisi kendi mevcut gücünü olduğundan daha büyük tahmin etti. Bu yanılgı Sovyet bağlantılarından, Tudeh liderlerinden ve önemli mevkideki üyelerinden kaynaklanabilir. Parti monarşi heykellerini yıktığı gün belli noktalara kendi bayraklarını dikti. Parti üyeleri ayrıca Pehlevî hanedanlığının sembollerini tahrip edip, Şah Rıza saltanatında olan olayların ismini popülerleriyle değiştirdiler. Parti ayrıca halka demokrasi getirmek için tüm gücünü vermeye hazır gözükürken Musaddık’ın kendileriyle mücadeleye girişmeyeceğini ve onunla sokaklarda savaşabileceğine inanıyordu.
Üçüncüsü; Musaddık Hükümeti en sonunda ilk defa olarak Tudeh’le yaptığı ittifaktan endişe duymaya başlamıştı. Pan-İranistler kızgındılar ve 3. Kuvvet’ler de durumdan memnun değillerdi. Dördüncü olarak ise; iddia edilen Tudeh terörizminin doruk noktası artık yaklaşmaktaydı.
Akşama doğru tüm bu faktörler biraraya geldi. Güvenlik güçlerine sokakların temizlenmesi emredildi ve ciddî çatışmalar çıktı. CIA İşbirlikçisi Albay Nasıri’nin polis teşkilatındaki yönetici dostları, Tudehlileri çok sert bir şekilde dövdürüyor ve onları “Çok Yaşa Şah!” demeye zorluyorlardı.
Tudeh gizli bir oyunun sahnelendiğini idrak etmiş görünüyordu ve üyeleri polisle çatışacak kadar güçlü değildi.
CIA Karargahı sıkıntı ve umutsuzluğun hakim olduğu bir gün geçirmişti. Projenin hızı, âni bir şekilde şube ve birimler tarafından en üst seviyeye çıkarıldı. Sabahın sonuna doğru bir elin parmakları kadar insan, operasyonun sonlandırılmasına dair hazırlanan taslak bir mesaj üzerinde çalışıyorlardı. Mesaj, Dışişleri Bakanlığı’nın isteği üzerine Washington’a yollandı ve başarısızlık kabul edildi. İngilizler de mücadelenin daha fazla sürdürülemeyeceğini belirterek, Roosevelt ve Henderson’un aksine Musaddık’a karşı girişilen operasyonun daha fazla sürdürülemeyeceğini bildirdi.
Muzaffer Şah
Ayın 18’inde Zahidi adına yayınlanan fermandan sonra, ertesi gün şehir uyandığında Setareh İslam, Asim Javanan, Aram, Mard-i Asya, Mellat-i-Ma ve Tahran gazetelerinde fermanın kopyalarını görebildiler. Bunların ilk dördüne ek olarak Shahed ve Dad gazetelerinde Zahidi’yle yapıldığı iddia edilen ve hükümetinin o sıradaki tek legal güç olduğunu vurgulayan bir görüşmeye yer verildi. Bu görüşme gerçek dışıydı. Nasıl olduğu anlaşılmayan bir şekilde bundan bir süre sonra fermanın kopyalarıyla Zahidi’nin konuşma metinleri sokaklarda görülmeye başlandı. Gazeteler izin verilen sınırlı sayıda basıldığı halde, haberler ağızdan ağıza bütün şehre sabah saat 09.00’da pazar alanındaki Şah yandaşlarının toplanmasından evvel yayıldı. Öfkeli kalabalıklar, Musaddık ve Şah arasındaki seçimlerini yapmalarının dışında, geçen gün Tudeh üyelerinin yaptıklarına çok öfkelenmiş ve kavgaya hazırdılar. Tek ihtiyaçları, liderlik yapacak bir isimdi.
Daha gün ağarmadan dinî lider Ayetullah Burujerdi tarafından yapılmış Şah yanlısı bir beyanat gelmesi bekleniyordu ve CIA bundan nasıl istifade edeceğinin hazırlıkları içindeydi. îki faal ajan ise jip ve kamyonlarla Kazvin’e doğru yola çıkmak için hazır bulunmaktaydılar. Planları Tahran’ın 85 mil batısındaki bu şehirde bildiriler yayınlayarak Musaddık Hükümeti’nin basın üzerinde uyguladığı kontrolden kurtulmaktı.
Şah yandaşlarının birleştiği anlaşılınca onlara bir lider bulunması gerektiği anlaşıldı. Ateşli bir grup gösterici, Meclis’e doğru ilerlerken Bakhtar-i Emruz’un ofislerini ateşe vermeleri için ajanlar tarafından kışkırtıldı. Bu gazete, Dışişleri Bakanı Hüseyin Fatımi’ye ait olan yarı resmî bir gazeteydi. Bu sıralarda başka bir grup Tudeh gazeteleri olan Şahbaz, Bezuye Ayendah ve Javanan-i-Demokrat’a doğru yürüdüler ve buralar da yağmalandı.
Endişe verici olaylar tüm şehirde büyük bir hızla yayıldı. Olaylardan bi-haber olan Musaddık o sırada kabine üyeleriyle toplantıdaydı. Saat 9.00’da bu haberler alınırken, saat 10.00’da Bakhtar-i-Emruz ve îran Parti Genel Merkezi’nin yağmalandığı haberi geldi. Bu sıralarda mutluluktan uçan Raşidiyan Kardeşler’le irtibat sağlandı. CIA’in şimdiki talimatı, güvenlik güçlerini göstericilerin yanına kaydırarak Tahran Radyosu’nu ele geçirmelerine rehberlik yapmaktı.
Albay Nasıri, 2. Zırhlı Tugayı’nın 2. Taburundan bir yarbay arkadaşı vasıtasıyla edindiği tankla, sabah saatlerinde Meclis’in önünde göründü. Bu sırada daha önceden dağıtılan Şah muhafızları kamyonları ele geçirmiş sokaklarda geziniyorlardı. Saat 10.15’de tüm meydanlar Şah yandaşlarının kamyonlarıyla doluydu.
09.30’da, Tahran dışından gelen küçük gruplar şehre kuzeyden girerken büyük gruplar güneyden taş ve sopalarla ilerlediler. Sepah Meydanı’nda buluşuldu. Burada ordu birlikleri silahlarını kalabalığa doğrultmuş bir şekilde bekliyorlardı fakat açıktı ki hiçbiri ateş etmek istemiyordu. Sonuç olarak kalabalık tüm anahtar noktaları ele geçirdi. Lalezar üzerindeki ana çarşı ve Tudeh Partisi tarafından desteklenen Saadi Tiyatrosu kundaklandı. Kalabalıklar “Muzaffer Şah-Shah piruz ast!” diye çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden bağırıyorlardı. Üzerlerinde dış baskı olmadan kendi istekleri doğrultusunda hareket ediyor görünümündeydiler. Kalabalık daha öncekilerde olduğu gibi serserilerden değil çoğu iyi giyimli olmak üzere her sınıftan insandan oluşuyordu. Kamyonlar ve otobüsler dolusu coşkulu insan toplanmıştı ve öğlene doğru onlara 5 tank ile 20 kamyon dolusu asker katılınca, hareket değişik bir görünüm aldı. Tabiatıyla haberler bir şimşek gibi tüm şehre yayıldı ve Şah resimleri sokaklarda gözükmeye başladı. Göstericiler, Şah’a olan sadakatlarını somut olarak belirtmek için araçlarının farlarını yakıyorlardı.
Saat 10:30 gibi General Riyahi, Musaddık’a orduyu artık kontrol altında tutamadığını söyledi ve kaçmak için izin istedi. Musaddık ise onun konutunu ziyaret etti ve sakin olmasını ve duruşunu korumasını söyledi. Albay Mümtaz, Musaddık’ın konutunu korumak için sadece 1 tabur asker toplayabilmişti.
Öğle vaktine doğru kalabalığı oluşturan farklı gruplar ordu ve polisin doğrudan önderliğinde hareket etmeye başladılar. CIA-SIS tarafından askerî operasyonlar için daha önceden haberdar edilen subaylar da artık kendi başlarına faaliyet içerisindeydiler. Saat 13:00’te Sepah Meydanı’daki telgraf binası Şah taraftarlarının eline geçti. Amerikan AP Ajansı görevlisi o sırada çatışmalar hakkında haber geçiyordu Washington’a. Daha sonra çatışmalar biraz ilerideki polis merkezine ve Dışişleri Bakanlığı binasının önüne kaydı. Polis merkezini savunanlar saat 16.00’ya kadar dayanabildiler.
Baş ajan Roosevelt öğlen vakti General Zahidi’nin saklandığı eve gitti. Zahidi olaylardan haberdardı ve talimatları beklemesi istenmişti. Öğleden sonraya kadar şehrin merkezindeki basın ve propaganda ofisleri gibi birçok önemli yer, Şah yandaşlarının eline geçti. Önemli tesislerin ele geçmesiyle diğer eyaletlerde de Şah’a olan desteği arttırabilmek mümkün olmuştu. Ağustos’un ortasında Tahran’da insan beyninin fokurdadığı günün en sıcak anlarında bile faaliyetlerde herhangi bir yavaşlama olmamıştı. Sokaklardan sorumlu ajan hâlâ işinin başında-ortalıkta ve Firdevsi Meydanı’ndaki kalabalıkları askerî polis merkezine yöneltip darbe yanlısı bir albay ve generalin serbest bırakılmasına uğraşıyordu. Her şey istedikleri gibi oldu ve hiçbir direnişle karşılaşılmadı. Bu sırada bir işbirlikçi general şehri turluyor ve daha sonra Musaddık’ın evine yapılan saldırıda görev alacak olan Şah muhafızlarını toparlıyordu. Öğleden sonra kalabalıklar Musaddık’ın evi önünde toplanmıştı ama o, orayı çoktan terketmişti.
Tahran Radyosunun ele geçirilmesi sadece başkentteki başarı için değil ayrıca diğer eyaletleri de yeni hükümetin arkasına almak için çok önemliydi. Olaylar sırasında radyo, pamuk fiyatları hakkında sönük tartışmalar yayınlıyordu. Sonra da müzik yayınına geçti. Zaten 10:30’da normal yayınında kesinti olmuştu. Öğleden sonra kalabalık bir grup, güvenliği sağlayan 3 kişinin öldüğü bir çatışma sonucunda radyoyu saat 14:12’de ele geçirdiler. 8 dakika sonra radyo Şah yanlılarının başarısını duyurdu ve General Zahidi’yi başbakan olarak atayan ferman okundu. Birçok değişik kişi mikrofona koştu. Bazıları operasyonda bizzat görev alanlardı, bazıları ise bilinmeyen kimselerdi. Albay Ali Pehlivan ve Vali Husand Mirzadian’ın konuşanlar arasında olması CIA-SIS planı olmadan ordunun Şah adı altında birleşebilmesinin imkansızlığının bir göstergesiydi.
Büyükelçilikteki harekat personeli Tahran Radyosu’nun yayınlarını takip ediyor ve Şah yandaşlarının eline aniden geçmesine
İran başbakanı Dr. Muhammed Musaddık, Time dergisi tarafından Ocak 1951’de “Yılın Adamı” seçilmişti. Petrolü millileştirip Batıya kafa tutunca “diktatör” oldu! çok seviniyorlardı. Baş ajan Roosevelt 16.00’da bir kez daha değerli arkadaşlarının saklanma yerlerine doğru yola çıktı. Roosevelt, CIA’in gizli evine vardığında General Fazlullah Zahidi, bodrumda iç çamaşırlarıyla oturuyordu. Roosevelt, o ve arkadaşlarının artık aktif olarak görev almalarının vaktinin geldiğini söyledi ve hemen giyindiler. Planlandığı üzere general Zahidi, CIA’in evlerinden birinde saklanan General Gulenşah ile 16.30’da bir tankla belirlenen yerde buluşacaktı ve Tahran Radyosu’na gidip halka hitaben bir konuşma yapacaktı.
General Gulenşah, bir işbirlikçi binbaşı tarafından bir jiple saklandığı CIA evinden alındı ve bundan sonra her şey planlandığı gibi gitti. Saat 17:25’de Zahidi Tahran Radyosunda konuştu
Tahran’da ise son düzenli direnişler de bastırılmıştı. Öğleden sonra İran Genelkurmay Başkanlığı direnişe son verdi ve 19.00’dan önce Musaddık’ın evi ele geçirilerek savaş alanına çevrildi. Eşyaları sokaklarda sürüklendi ve yoldan geçenlere satıldı. Eyaletlerden gelen tepkiler de heyecan vericiydi. Saat 14.50’de CIA’in Sanandaj bölgesel istasyonuyla irtibat aniden kesildi. 15:55’te Tebriz Radyosu, istasyonun Şah’a bağlı güçler tarafından ele geçirildiğini ve tüm Azerbaycan’ın ordunun hakimiyetine geçtiğini bildirdi. Yayın devam ettikçe Tebriz’deki olaylarda istasyonun ajanlarından birinin çok önemli rol oynadığı anlaşıldı. 18.00’de İsfahan İstasyonuna Şah ve Zahidi adına el konuldu. 20.00’de Kerman Radyosu yeni hükümete sadakatlerini bildirdi. Meşhed Radyosu fazla dinlenemese de dindar olan bu şehir Tahran Radyosu’ndan haberleri alınca hemen Şah’a bağlılığını ilan etti. Bilinen Tudehlilerin peşine düşüldü ve sempatizanların dükkanları yağmalandı.
Albay Nasıri, General Zahidi ve Carrol’ın talimatlarına uyarak operasyonu tamamladı. Operasyonun destekçisi askerler, Tahran garnizonunun komuta birimlerine yerleştirilerek önemli askerî hedefleri ele geçirdiler. Tutuklanması gerekenlerin infazına başlandı.
Akşam olduğunda Tahran Radyosu’nun yayını oturmuştu. 18.00’den itibaren kısa kısa hükümet atamaları duyuruldu. 18.45’te Associated Press ve New York Times temsilcileri olayla ilgili kısa açıklamaları duyurdular dünyaya. Sokağa çıkma yasağı duyurusu yapıldı ve gösterilere karşı halk uyarıldı. 22.00’de radyo programı sona erdi. Hareketli gün sona ermiş ve artık sokağa çıkma yasağı yürürlükteydi. Güvenlik güçleri her şeyi kontrol altına almışlar ve karşı bir saldırıya hazırlıklıydılar.
Ya olayların diğer aktörleri bu heyecanlı gün hakkında neler düşünüyorlardı? Birisi çok acı duyuyor olmalıydı. Bu SSCB ve İran’daki adamlarıydı. Moskova Radyosu diğer ülkelere nazaran haberi vermede gecikmişti ve 23.00’e kadar olaylarla ilgili bir özet haber bile geçmedi. Gün içerisinde “İran’daki Amerikan Macerasının Başarısızlığı” başlığı altında Rus Pravda gazetesinde bir makale yayınlanmıştı. Bu makale, dinleyenlerce artık geçerli olmadığı bilindiği halde, akşam İngilizce, Arapça, Bulgarca, Almanca, Flemenkçe, İtalyanca, Portekizce ve Türkçeye çevrilerek yayınlandı.
Diğer aktörler ise çok mutlu ve rahatlamışlardı. Şah da Roma’da halkının monarşiye bağlılığından duyduğu mutluluğu belirterek komünizme karşı verilen savaşı kazandıklarını açıkladı. Şah şunları söyledi: “Kraliyetime olan sadakatlerini gösterenler benim insan- larımdır. Ayrıca iki buçuk yıllık yalan propaganda yeterli olmadı ve tekrar ülkem komünistleri istemedi.”
Evet, CIA-SIS, son kozunu iyi kullanmıştı ve Şah galipti, Musaddık mağlup olmuştu.
Londra’ya Rapor
Baş ajan Roosevelt 25 Ağustos günü öğleden sonra sessizce Londra’ya ulaştı. Tahran’dan Deniz Ataşesi Eric Pollard’ın uçağıyla çıkartıldı ve Bahreyn’den Amerikan Askerî Hava Nakliye Servisi tarafından alındı. Uçağın pilotu kimi taşıdığını bilmiyordu. Roosevelt Londra’da Firth tarafından karşılandı ve General J. Alexander Sinclair ile ve diğer SIS personeliyle görüştürülmeye götürüldü. SIS yöneticileri, şükranlarını sunarak, bu operasyonun SIS’in ününü pekiştirdiği ve müttefikleriyle bundan sonra da işbirliğini sürdürmek istediklerini vurguladılar. Buna karşılık olarak o da destekleri için teşekkür etti ve Tahran’dan yetersiz bilgi temini nedeniyle Londra ve Washington’ın haklı olarak umutsuzluğa düştüğünü söyledi. Roosevelt daha sonra yetersiz bilgi aktarımının sebeplerini anlattı. Londra ve Washington’a yapılanları iletselerdi onların çıldırdığı düşünülecek ve operasyon engellenecekti. Eğer neden böyle hareket ettiklerini bildirselerdi operasyon için zaman kalmayacaktı ve bu sebepten 3. yolu seçtiler; doğrudan harekete geçip pratikte hiçbir şey bildirmemek... Mantık şuydu; kaybedecek bir şeyleri kalmamıştı ama başarılı olurlarsa her şey onlarındı. Saatler geçtikçe başarı umutları arttı ancak hâlâ kanıt sunmak ve hazırlamak için zamanları, enerjiler yoktu. Sinclair ve personeli onu “çok iyi anladıklarını ve bu kararı almalarından memnun olduklarını” söylediler. Ancak şunu biliyoruz ki aksi bir başarızlıkta çok farklı bir tavır takındırdı. Sinclair ayrıca ondan bu konuşmayı Dışişleri Bakanlığı’ndaki basın açıklamasında da yapmasını rica etti. İlerleyen günlerde Roosevelt istenileni yaptı ve Churchill’den Lord Salisbury’ye tüm kabine Tahran’da alınan kararı desteklediler.
26 Ağustos’ta Roosevelt, SIS’in Dışişleri Bakanlığı’ndaki temsilcilerinin hepsiyle görüştü. İlk olarak Sir James Bowker ve 2 personeliyle görüşüp İran’daki durum hakkında fazla operasyonel detay vermeden anlattı. SIS’in Dışişleri’ne karşı büyük bir avantaj kazandığı izlenimini edindi. Daha sonra sabah saatlerinde Dışişleri Bakan vekili Lord Salisbury ile görüştü. Sinclair’ın ricası üzerine Salisbury’e tüm olanları anlattı ve o da oldukça şaşırdı. Bowker’dan çok daha rahat ve ilerici gözüküyordu. Yeni İran hükümetine yardım konusunda istekliydi ve İngiltere’nin bu hükümete karşı tutumundaki sorunlardan haberdardı. Kısa vadeli ekonomik yardımın gerekli olduğunu ancak uzun vadeli yardımın petrol çıkarımı ile olabileceğini belirtti.
İran Şahı ve eşi Süreyya, darbeden bir gün önce
Ağustos günü Roma Havaalanı'nda
İran Şahı darbeden sonra ClA'nın çağrısı üzerine İran'a geri döndü.
Roosevelt, Salisbury’e Bowker’a yaptığı gibi Şah ve Zahidi adına garanti verdi. Salisbury’de İngiltere’nin İran hükümetiyle derhal bir petrol anlaşması yapılması gerektiğinin farkında olduğunu vurguladı.
Saat 14.00’te Roosevelt, Downing Street’te Başbakan tarafından kabul edildi. Başbakan fiziksel olarak iyi görünmüyordu.
İşitmede, konuşmada ve sol tarafını görmede zorluk çekiyordu. Buna karşın operasyon hakkında daha nazik ve coşkulu olamazdı. Roosevelt’in rolünü çok kıskandığını ve onun komutasında çalışabilmek için biraz daha genç olmayı ne çok istediğini söyledi. Sinclair’e yaptığı açıklamayı tekrarlayarak, eğer operasyonun başarısı kalıcı olursa, bu, savaşın sona ermesinden beri gerçekleşmiş en iyi operasyon olacaktı. Başbakan, yeni hükümete ellerinden gelen tüm yardımla-rın yapılacağını vurguladı. İran’a ekonomik yardım, yapılacak bir petrol anlaşmasını beklememeliydi. Ayrıca daha da ileri giderek gerekirse diplomatik ilişki kurulmadan önce bile ekonomik yardım yapılabilirdi. Anglo-İran Petrol Şirketi’nin daha önceden başarısız olduğunu ve bundan sonra buna izin vermeyecekleri konusunda kararlı olduklarını söyledi. “Operasyonumuz bize Ortadoğu’daki görünümü değiştirmek için mükemmel ve beklenmeyen bir fırsat vermiştir.” dedi. Konuşması sona ererken Roosevelt’e kendisini daha iyi hissettiğini ve başkana dayanabildiği kadar dayanacağını söylemesini rica etti. Ayrıca bağlantıyı koparmamalarını da istedi.
Başbakan tüm samimiyetiyle SIS’ten
kendi servisi olarak bahsetti. Belki de mevcut fiziksel durumu sebebiyle MI-5 ve MI-6 arasındaki ayırıma karşı net değildi. Ayrıca Sinclair ve Amerikan operasyonuna karşı da öyleydi. Başlangıçta CIA onun için bir hiçti fakat şundan emindi ki Roosevelt bir şekilde eski arkadaşı Bedell Smith’le ilişkiye girmeliydi.
Başlangıçta Sinclair, Roosevelt diğer HMG üyelerine rapor verirken o veya başka servis üyeleri orada bulunmazsa, bu iyi bir izlenim yaratabilirdi. Buna rağmen Roosevelt’in Başbakan ve Dışişleri Bakanıyla görüşeceğini bildiği halde bu prosedüre bir istisna getirmeyi önerdi. Roosevelt’e Dışişleri Bakanı Sir William Strang’le görüşmesi sırasında kendisininde orada bulunmasında bir sakınca görüp görmeyeceğini sordu. Strang’in kendisinin politik rehberi olduğunu, bunun Dışişleri tarafından istendiğini ve bu brifingin bazı bölümlerinin Strang üzerindeki etkilerinden endişeli olduğunu söyledi. Konuşma sırasında iyice anlaşıldı ki Sinclair’in korktuğu bölüm 15-19 Ağustos arası Tahran’da olanların neden rapor edilmediğiydi. Roosevelt bunun sebebini Strang’e anlatırken Sinclair kıpkırmızı kesilmişti. Strang’in ofisinden çıktıklarında, Sinclair’in kırmızı kurdeleli ve balmumu mühürlü bir dosya taşıyan elemanı neşeyle ona doğru yöneldi. Sinclair Roosevelt’e bunun daha önceden reddedilen bir projenin İran’da başarı kazanmasının geri dönüşünü temsil ettiğini söyledi.
ABD ve İngiltere Açısından Operasyondan Alınan Dersler
CIA ve SIS, operasyondan şu dersleri çıkardı: “Operasyonu yönlendiren iki unsur, görevin hızla ve başarıyla tamamlanması gereksinimini yeterince karşılayamadı. Bunlar, iletişim ve psikolojik savaştı. Merkez büroların, Kıbrıs ve Tahran’daki birçok iletişim görevlisi, geceli gündüzlü çalıştılar. 14 Mayıs’la 1 Eylül tarihleri arasında toplam olarak 990 Çizme Operasyonu mesajı merkez bürolara girip çıktı. Yavaş giden şeyler de oldu, örneğin Tahran tarafı bir mesaj gönderdiğinde, bu mesajın merkez bürolar tarafından deşifre edilmesi; ve bunun şube masasına ulaştırılması üç ila dört saate mal oluyordu.
Temmuzda, CIA’in Psikolojik Savaş Birimi’nden destek istendi. İran gazete ve degilerinde yayımlanacak olan haber ve yorumlar burada hazırlandı. Bu konudaki en güzel tarihî örnek, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İran Masası’nın, Newsweek’e bir CIA çalışmasını yayınlatması oldu.
Operasyon süresi boyunca, CIA elemanları, SIS’in Washington, Kıbrıs, Londra ve Kahire’deki üyeleriyle bağlantı halindeydi. SIS işbirliğiyle birlikte CIA tarafından hazırlanan operasyon planı bir dizi temel varsayımlardan büyüyüp gelişti. Kısaca gözden geçirmek gerekirse, bu temel varsayımlar şöyleydi:
Eğer tüm gerekli baskılar uygulanabilirse, Şah arzu edilen harekete geçirilebilir. Zahidi’ye verilecek olan, Şah’ın desteğinin kendisiyle olacağı teminatı, onun harekete geçmesini ve kilit noktadaki birçok subayın desteğini kazanmasına neden olabilirdi.
Şah’ın ya da Musaddık’ın emirlerine boyun eğmek arasında seçim yapmak zorunda kalacak olan ordudaki rütbeli subaylar, Şah’a uyacaklardı.
Bu varsayımlar -böyle bir operasyonel planda sunulmuş olsa da, ya da halihazırdaki durumun araştırılmasında tartışılmış olsa da- bir şekilde zorluklarla karşılaştı. Amerika Büyükelçisi ve Dışişleri İran Masa Şefi gibi devletin GTI ofisi şefi de bir numaralı varsayımı geçersiz olduğu kanısında ısrar etti. Büyükelçi Henderson Şah’ın işbirliği halinde ortak hareket edeceği öncülünün tamamen safsata, yanlış olduğunu belirtti. Yalnızca temel varsayımlar etkili olmadı; ayrıca, CIA tarafından yapılan, İranlıların detaylı psikolojik analizleri de planın başarıya ulaşmasında etkili rol oynadı.
Temmuz ve Ağustos’un başlarında, CIA ve SIS’in birlikte çalıştığı, işbirliği yaptığı basının her bir parçası Musaddık’a kazan kaldırmıştı. 16 Ağustos’u takip eden günlerde, halkın tepkisinin şiddetinin ortaya çıkardığı üzere, bu kampanyanın büyük bir izleyici kitlesine ulaşmış ve onların düşünce tarzlarını olumlu yönde etkilemiş olduğuna dair herhangi bir şüpheye yer kalmadı.
Operasyon, Amerikalı önemli ajanlar ve göz ardı edilemez çaba göstermiş olan istasyon ajanları için bir sınav süreci oldu. Tüm bu ajanlar ülkeleri adına muhteşem bir iş çıkardılar. Onların böyle güzel bir iş çıkarmalarının nedenini; yalnızca emirleri almak değil; bunun yanında, bu işe gönüllerini koymalarıdır diyebiliriz kolaylıkla. Evet, bu doğru ancak gerçeği de yadsımamak gerekir. Gerçek şu ki; CIA İstasyonu bu bireyleri bu operasyona belirli bir zaman süresi içinde alırken, ideolojileri İran ve Rusya’ya yönelik Amerika’nın güttüğü politikayla aynı olan insanları seçti.
Ajanların yüksek kalibresinin performanslarına yansımış olduğu da unutulmamalıdır. En kritik süreçlerin bazılarında önemli birim ajanları Washingtonla bağlantılı değillerdi; ancak kendi insiyatifleri, birimin kendilerinden istediği, onları görevlendirdiği şekilde eyleme geçtiler. Operasyondan sonra CIA İstasyonunun geliştirilmesini talep ettiği diğer uzun vadeli planların arasında, bağımsız basım ve kopyalama olanaklarıydı. İstasyona göre kurumlar elçiliğin bünyesinde olmalıydı.
Operasyonel planın yürütülmesindeki esas görevi Amerikan ajanları üstlendi. Yine de bu, operasyonun İngiltere’nin ve aktiflerinin esaslı işbirliği ve desteği olmadan başarıyla yürütülebileceği anlamına gelmemektedir. İlk olarak, Şah eğer arkasında kendisini destekleyen Amerika ve İngiltere’nin olduğuna inandırılmasaydı, kendisinden istenen hareketi yapmayacaktı. İkinci olarak, İngiltere’nin aktifleri operasyonda yetersiz kalsaydı, öğrendikleri herhangi bir şeyi hükümete bildirmekten geri durmayacaklardı; ya da operasyonun başarısız olduğunu görmek için beklemeye duracaklardı. İşte burada, alınması gereken ders açıktı: Daha geniş dünya açıyla, Amerikan-İngiliz çıkarlarının ve faaliyetlerinin işbirliği içinde olması gerektiği ortadaydı. Her iki taraf da amaçlarının hedeflerinin benzer olduğunu fark ettikten sonra, büyük kazançlar her ikisinin de faaliyetlerinin özel alanlarında doğrudan koordinasyon içinde kazanılacaktı.
Operasyon üzerindeki Amerikan-İngiliz ortaklığı yalnızca sınırlı sayıdaki kimselere bildirilmişti. Yine de, gelecekte de benzer büyüklük ve hassasiyete sahip bir operasyon gerçekleştirilmesi durumunda, programın daha başlangıcında özel bir güvenlik memurunun göreve getirilmesi ve proje hakkında bilgisi olanları takibe alma sorumluluğunun ona verilmesi kararı alındı.”
Bu darbe, Amerika ’nın yurtdışındaki ilk büyük operasyonuydu. Bu aynı zamanda ABD’nin dünya siyaset sahnesine fiilen çıkışıydı. Bu operasyonu, Latin Amerika ülkelerinde peşpeşe yapılan CIA organizasyonu darbeler izledi. Bu tarihten itibaren İngiltere sürekli kaybetmeye başladı. Bu darbe aynı zamanda, İngilizlerin, ABD’yi “kabul” etmelerinin de bir sonucuydu.
7. bölüm
DARBENİN CIA TARAFINDAN YAPILMIŞ KRİTİĞİ ÇİZME OPERASYONU’NUN ASKERÎ KRİTİĞİ
Çizme Operasyonundan Öğrenilen Dersler
İlgi: Darbenin Askerî Planlama Yönleri
Personel Değerlendirme Problemi
Eğer CIA, askerî güçleri kullanarak bir hükümeti devirmek isterse, bu durumda CIA dost güçleri belirlemeli, onlarla bağlantı kurmalı ve onları başarılı bir biçimde kullanmalıdır.
Askerî darbeye teşebbüs etmeden önce, öncelikle potansiyel olarak kullanıma elverişli olan güçlerin varlığı belirlenmeli, ardından darbe kararı verilmelidir. ‘Şikayetçiler’ ile ‘hareketçiler’ arasında durum tahmini yaparken ayrımın iyi yapılmasına dikkat edilmelidir. Potansiyel varlığı tahmin etmeye teşebbüs edildiğinde, deneyimler göstermiştir ki, problemi sırtlanması ihtimali olan askerî personel ile ilgili olarak mümkün olduğu kadar çok detaylı biyografik bilgi toplanmalıdır. Bu noktada dostlar kadar muhtemel düşmanlar da önemlidir.
Biyografik bilginin kısa bir zaman dilimi içerisinde toplanılması imkansızdır. Bu tür bilgi, süreklilik temeli üzerine rapor edilmelidir ve ne kadar önemsiz olursa olsun, her bir görevli ile ilgili tüm bilgiler toplanılmalıdır. Askerî ateşeler bu tür bilgilerin toplanması için normal kanallardır. Fakat, Askerî İstişare Yardım Grupları, nerede bulunuyorlarsa, bu tür bilginin en iyi kaynağıdırlar. Çünkü bunlar yabancı subaylarla birlikte çalışırlar ve eğlencelere katılırlar. Deneyimlerimiz göstermektedir ki, bu gereklilik üzerine yeterli vurgu yapılmamaktadır. Subay dosyalarının hemen tümü yalnızca tayin, terfi, madalya gibi konularda kısa referanslar içermekte ama bir subayın gerçekten nasıl bir kişi olduğuna, onun bu göreve gelmesini sağlayanların kim olduğuna ve arkadaşlarının kim olduğuna vb. dair bilgiler atlanmaktadır.
Silahlı Kuvvetler içinde de bulunan CIA ajanları üzerindeki biyografik dosyalar daha eksiksizdir ama bu ajanlar genelde, birlik komutanları arasında değil, G-2 seksiyonlarında ve diğer personel arasında bulunurlar.
Askerî personelin biyografisi ve motivasyonları ile ilgili olarak elimizde yeterli düzeyde enformasyon bulunduğunu varsaydığımızda, bundan sonra yapılacak olan iş, inceleme altına alınan her askerî personelin karakterinin belirlenmesidir. Subayların niteliği belirlenirken yerli servisin gelenekleri akılda tutulmalıdır. Bir İranlı subay genellikle kararsızdır ve aşağılık kompleksini beylik laflarla ve göğsünü döverek kapatmaya çalışır. Dolayısıyla, başa geçmeye ve ölmeye gönüllü olan liderlerin tesbit edilmesi tehlikeli bir iştir. Belki de Şah tipik bir İranlı subayın en iyi örneklerinden biridir; onun zaafı kendisine bağlı olan subaylar topluluğunca yansıtılmaktadır.
Öte yandan, orduda bulunan gerçek bir liderin değeri, ağırlığınca altın demektir. Çünkü böyle bir lider, yiğitliğin bir gelenek olduğu İran’da diğer ülkelerden daha muteberdir.
F Subaylarla ilgili kişisel değerlendirmeler tamamlandıktan sonra, CIA tüm hiziplerde ya da gruplarda bulunan iyi ya da kötü subayları bulmuş olacaktır. Bu noktada siyasî motivasyonlar kadar vatanseverlik motivasyonu da olabildiğince iyi değerlendirilmelidir. Siyasî ortam, subayların değerlendirilmesi konusunda yardımcı olacaktır. Askerî olmayan
Darbenin kritğinin yapıldığı rapor, önemli tespitlerle dolu. Bir tespit ise şöyle: “Biyografik bilginin kısa bir zaman dilimi içerisinde toplanılması imkansızdır. Bu tür bilgi, süreklilik temeli üzerine rapor edilmelidir ve ne kadar önemsiz olursa olsun, her bir görevli ile ilgili tüm bilgiler toplanılmalıdır.” operasyonlar (KUGOVN), motivasyonları yoğunlaştıran ya da zayıflatan koşullar yaratmak üzere baskın gelebilir ve değerlendirme anında ortada bulunmayan yeni potansiyel varlık yaratabilir.
“Özgür dünya”, “beyaz kolonicilik”, “Birleşik Devletler” vb. kavramlar çerçevesinde oluşan dostluklar bütün ülkelerde bulunacaktır. CIA’in İran’daki bulgularına göre, subaylar genellikle “Şah-yanlısı”, “Musaddık-yanlısı” ya da “mavi boncuk gösterenler” biçiminde gruplanmışlardır. Kişisel siyasî motivasyonların yoğunluğu, her olayda farklıdır ve hırs, kıskançlık, genç subayların yaşlı subaylara gücenmesi, ya da tersi gibi kişisel motivasyonlardan daha önemsizdir. Askerî devrim geleneği yoktur ama, Rıza Şah askerî pozisyonu atlama tahtası olarak kullanarak hükümet kontrolünü ele geçirmiştir. Dolayısıyla, subayların siyasî motivasyonu ile siyasî ortamdaki kişisel motivasyonları, askerî personelin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulması gereken faktörlerdendir.
İran’da ise, aynı zamanda başkomutan ve devlet başkanı olan Şah’ın durumunun değerlendirilmesi eşit düzeyde önemlidir. Askerî açıdan bakıldığında, Şah hakkındaki değerlendirmeler onun etki derinliği, komuta yeteneği, ateş altında cesareti de dahil olmak üzere bir başkomutan olarak ele alınmasını gerektirmektedir. Onun hangi askerî personeli ya da grubu odak noktası yahut bağlantı noktası olarak kullandığı da ayrıca değerlendirilmelidir.
Gerekçelerini açıklamaksızın belirtecek olursak, onun şu alanlarda kullanışlılığı konusundaki görüşümüz olumludur:
Devlet Başkanı olarak hasım hükümeti görevden alması.
Moral sembolü olarak başkomutan.
Şu alanlarda ise bizim değerlendirmemiz olumsuzdur:
Dönemin CIA Başkanı Allen Dulles
1. Planlamacı ve askerî harekat katılımcısı olarak başkomutan,
Şah ile ilgili değerlendirmemizi bir tarafa bırakacak olursak, bize göre, bir sembol olarak Şah, önemli askerî personel hesabına hareket başlatma amacıyla kullanılabilir.
(silinmiş)
K. Tahran garnizonunda görev yapan hudut komutanlarının (line comman- ders) özel değerlendirmeleri, istihbarat yönergeleri alan istasyonunun eline geçene dek Washington’a iletilememişti. Örneğin, Merkez Büro Tahran’da bulunan Tugay komutanlarının isimlerini bilmediği gibi, hepimizde şaşkınlık uyandıracak biçimde, G-2 Seksiyonu, Pentagon dahi bilmiyordu. İran cephesindeki durumla ilgili olarak ne Merkez Büro’nun ne de G-2 Seksiyonu, Pentagon’un herhangi bir fikri vardı. Dolayısıyla, hudut komutanları özel bir değerlendirme yapmadan önce, Tahran İstasyonu askerî ateşeler tarafından gün be gün toplanan bilgileri Merkez Büro’ya rapor etmek zorundaydılar.
Subayların kişisel olarak değerlendirilmeleri Merkez Büro tarafından yapılırken, Musaddık’ı devirmek için gerekli olan bütün aktüel kararlar, Dışişleri Bakanlığı tarafından alınıyordu. Bu kararların yürürlüğe konulması, bizi İran’daki askerî durumun pek de açık olmayan bir resmi ile karşı karşıya bıraktı. Elimizde subayları ve görevlerini belirten bir liste olmadığı gibi, komuta pozisyonundaki subaylar arasında bulunan operasyonel varlık ile ilgili bir bilgi de yoktu. Dolayısıyla, şu nokta iyi anlaşılmalıdır: Girişeceğimiz bir askerî hareketin tüm aşamalarında daha çabuk davranmamız gerekmektedir. Öyle ki, yapılan değerlendirmeler ve alınan kararlar normal süreçtekilerden daha az güvenlikli bir zemine oturtulmak zorunda kalınabilir.
M. Musaddık’ın Genelkurmay Başkanı Tuğgeneral Taghi Riyahi ile ilgili değerlendirmemiz titizlikle yapılmıştır. Biz onu; birlikte yaşadığı kişilerin, görevden uzaklaştırdığı kişilerin, göreve getirdiği, genelkurmayda topladığı ve siyasî olarak bağlantı kurduğu kişilerin incelenmesi gibi, kişisel çevresiyle ilgili tüm bilgiler ışığında inceledik. Siyasî açıdan bakıldığında, Musaddık son derece iyi bir genelkurmay başkanı seçimi yapmıştı. Algıladığımız kadarıyla, Riyahi herhangi bir tartışmada Şah’ı değil Musaddık’ı izleyecekti. Askerî açıdan bakıldığında ise, Tuğgeneral Riyahi’nin birtakım zaafları bulunuyordu. Çok da emin değiliz, ama bir akerî güç testine girmesi halinde Riyahi’nin komuta ve mücadele deneyiminin olmamasının önemli olduğunu düşünmemiz için haklı nedenlerimiz vardı. Onun kişisel cesaretini ve bütünlüğünü sorgulamadık. Biz onun, Musaddık yanlısı İran Partisi’nin önde gelen üç ismi ile düşüp kalktığını ve ordu içerisindeki Musaddık yanlısı hizbi yönlendirdiğini öğrendik. O ve maiyetinin büyük çoğunluğu Fransız eğitimi almış, takım çalışması konusunda mükemmel, alanda ise son derece toy olan kişilerden oluşuyordu.
N. Alan [istasyonu]; Tahran’da ve İran’ın diğer bölgelerinde bulunan tugay komutanları, tugay komutan yardımcıları, alay ve tabur komutanları ile ilgili kişisel bilgiler göndermeye başlayınca, daha açık bir durum değerlendirmesi yapmaya muktedir hale geldik. Tugay komutanlarının çoğunun tutuklanması ya da görevden uzaklaştırılması gerektiği açıkça görülüyordu. Daha sonra bu değerlendirmenin doğruluğu kanıtlanmıştır ve bu değerlendirme bize daha fazla zaman
ABD’nin İran Büyükelçisi Henderson
kazandırmış; daha çok zarara uğramaktan bizi korumuştur. Geniş çaplı ve çok sıkı güvenlik önlemleri alma zorunluluğu nedeniyle, işin başında yalnızca kendileri başarıya ulaşma şansımız çok yüksek olan kişilere ulaşmanın ve bu yönde genişlemenin zorunlu olduğunu gördük.
O. Yukarıda verilen tüm bilgiler
den açıkça görülmektedir ki, geniş ölçekli askerî personel kullanımı gerektiren bir operasyonun başarılı olabilmesi için, geniş kapsamlı bir biyografik enformasyon son derece önemlidir. Bir subay hakkındaki yanlış değerlendirme sonucu başarısızlığa uğranılması kaçınılmazdır. Zafer de bu değerlendirmenin iyi yapılmasına bağlıdır.
A. Hasım Hükümetleri Devirme Amaçlı Harekete Temel
Oluşturmak Üzere Askerî İstihbarat
Bir savaş haritası, devrimci hareketin gerçekleştirilmesi gereken her istasyonda paramiliter görevlilerce tutulmalıdır. Haritalar muhtemel kullanımın her ölçeği için ayrı ayrı düzenlenmelidir. Mücadele düzeni bütünüyle, güncel bir enformasyon üzerine oturtulmalıdır. Mühimmat, benzin, petrol, giysi ve ekipman gibi şeylerin sağlanma durumu dikkatle takip edilmelidir. Kişi başına altışar atışlık cephane düşen bir tugayı hasım hükümete karşı harekete geçirmenin hiçbir faydası olmayabilir.
Hasım hükümetler tarafından alınan savunma önlemleri dikkatlice izlenmelidir. Musaddık Hükümeti motorlu taşımacılığı tek motor havuzunda toplamış; tankları yalnızca bir saat çalıştıracak kadar petrole izin vermiş; cephane sevkıyatını en düşük düzeye indirmiş idi. Cephane atıkları titizlikle geri alınıyordu. İran Ordusu’nun sinyal kodu, Musaddık’ın devrilmesinden yalnızca üç hafta önce değiştirilmişti. Genelkurmay Başkanı General Rihayi kritik zamanlarda tüm subayları Tahran Garnizonu’nda topluyor, onlara vatanseverlikle ilgili ateşli konuşmalar yapıyor ve bu konuşmalarda vatanseverliği Musaddık Hükümeti’ni desteklemekle eşit tutuyordu. Taşıtlar üzerindeki ruhsat plakalarının bir listesi Riyahi tarafından toplatılmıştı ve kimi durumlarda subaylar izleniyordu. Ayrıca, geceyi evinden başka bir yerde geçiren subayların öğrenilebilmesi için rastgele telefon kontrolleri yapılıyordu.
B. Ele geçirilmesi ya da korunması gereken tesislerin inceleme altına alınması da zorunludur. Bu amaçla, önemli merkezlerin, önemli iletişim birimlerinin vb. detaylı krokilerinin çizilmesi zorunludur. Çizme Operasyonu’nun başlangıcında bu konuda, birkaç sivil tesisle ilgili sabotaj çalışması dışında, herhangi bir bilgi sahibi değildik.
Bu tür operasyonların gerçekleştirilmesi sırasında sivil personelin ve sivil tesislerin de ele geçirilmesine özen gösterilmelidir. Siyasî isimlerin değerlendirilmesi ile pek çok enformasyon kaynağı gözden geçirilmelidir. Kesnlikle dikkat edilmelidir ki, telefon santrallerinin, radyo istasyonlarının, hava alanlarının vb. fizikî özellikleri ile ilgili enformasyon yalnızca, ne aradığını anlayan ve bilen paramiliter görevlilerce toplanılırsa bir işe yarar.
Hava koşulları da başarıya ulaşılabilmesi için hayatî önem taşımaktadır ve süreç içerisinde dikkatlice izlenmelidir. Örneğin, bir sis durumunda personel planlamasındaki zaman ve mesafe faktörleri tümüyle kafa karıştırıcı bir
General Zahidi’nin oğlu Ardeşir Zahidi
hale gelebilir. Yağmur ve fırtına da aynı etkiyi gösterebilir. Operasyona gündüz mü, yoksa gece mi başlanılacağı konusunda karar vermek hayatî önem arz etmektedir ve bu konuda verilecek bir karar haklı gerekçelere dayandırılmalıdır. Sokağa çıkma yasağı uygulanan yerlerdeki koşullar bu yasaktan dolayı hızla değişebilir. Bazı bölgelerde, halkların alışkanlıkları askerî açıdan hayatî önem arz edebilir. Örneğin, öğle uykusu alışkanlığı sırasında bütün dükkanların ve işyerlerinin kapatılması askerî planları altüst edebilir. Yine hafta içerisinde dinî olarak nitelenen günlerin ve bayramların da kullanılabilirlik bakımından incelenmesi gerekir. Muhalefeti nötralize eden ya da nötralize etme eğilimi taşıyan günler de dikkatlice incelenmelidir. Örneğin, askerî eğitimin belirli zaman aralıklarıyla yapıldığı bazı bölgelere, hareketin yapılması ihtimali olan günde hasım birlikler gönderilebilir.
F G-1 seksiyonunun ilgi alanına giren enformasyon çok faydalı olabilir. Bazı durumlarda bizim açımızdan yanlış bir pozisyonda olan subayların değiştirilmesi için girişimlerde bulunulması gerekebilir. Doğru adamın doğru zamanda doğru noktaya yerleştirilmesi tabi ki tüm askerî operasyonlar için önemli bir faktördür ve bu tür operasyonlarda zaten göz ardı edilmemesi gerekir.
Size karşı gerçekleştirilen bir hareket dikkatli olarak takip edilmeli ve karşı taraf etkin olmadan önce gerekli tedbirler alınmalıdır. G-2 seksiyonlarının da farklı şekillerde kullanılabileceği iyice anlaşılacaktır. Askerî komplo gruplarının bulunduğu, önünde sizin tarafınızdan beslenen ve dikkatleri başka tarafa çeken enformasyon söz konusu olduğunda G-2 seksiyonları hasım kamplarda panik yaratma amacıyla başarılı bir biçimde kullanılabilir. İran’da, birçok subayın darbe yapmasından kuşkulanılıyor olması, bize ciddî biçimde yardımcı olmuştur. Gerilim yükseldikçe, bu tür raporlar da artmıştır. Her ne kadar bunlar hasım hükümetin alarma geçmesine neden olmuşsa da, yine bunlar bizim hareketimizin ve dostlarımızın faaliyetlerinin duman altı olmasına da yardımcı olmuştur. Bu sorun bütünüyle yerel koşulların incelenmesi sorunudur ama yaşadığımız deneyimler aynı koşulların ortaya çıktığı diğer yerlerde bize yardımcı olacaktır.
Diğer askerî grupların da hasım hükümete karşı çatışmak üzere hazırlanıyor olmaları tamamen mümkündür. Bu durumda, bizim bunların kim olduklarını ve ne yapmayı amaçladıklarını bilmemiz zorunludur. Bu grupları dağıtmamız ya da bizim yapacağımız hareket içinde eritmemiz gerekebilir. Her iki durumda da, bizim hareketimiz çok iyi toplanılmış bir enformasyon üzerine şekillenmelidir. Provakasyon [fırsatları] dikkatlice takip edilmeli, düzeltici adımlar planlanmalı ve dostlarımızdan biri oltadaki yemi kemirirken (nibble at the bait) harekete geçilmelidir.
Kendi dostlarımızla ilgili enformasyon belki de en önemli [bilgi] toplama alanıdır. Kendi güvenlik durumuzun sürekli bir zemin üzerinde değerlendiriliyor olması, güncel karar alma sırasında üzerinde durulması gereken en önemli noktadır. Biz İran’da pek çok genç albayı, çok hızlı bir değerlendirmeden sonra, aldığımız riskin tümüyle farkında olarak, olgunlaştırıp (we developed) göreve getirdik. Ama aynı zamanda yeni tayin ettiğimiz bu kişilerin durumunu anlamak üzere sondaj ve araştırma girişimlerinde de bulunduk.
Eğer dostlarımızın hareketlerini takip edebilecek elemanları gizlice yetiştirmemiz mümkünse, bu tür elemanlara
Şah yanlısı bir provakatör, rolünü oynuyor.
sahip olmak bizim için çok faydalı olacaktır. Çünkü askerî durumların son derece akışkan olduğu durumlarla karşılaşılabilir. Dostlarımız arasında yaralanan, tutuklanan, tuzağa düşürülen vb. kimselerin durumunun bilinmesi hayatî öneme sahiptir. Güvenlik ihlali karşısında erken uyarı sistemine sahip olunmalı, diğer elemanlara ulaşılıp onların da uyarılmaları sağlanmalıdır. Özellikle hareket aşamasında bu çok önemlidir.
Güvenlik kontrolleri günden güne değişebileceğinden böy- lesi durumlarda biz tüm alanla ilgili bilgi sahibi olmalıyız. Örneğin, son derece hareketli olan askerî bir ortamda, bizim görevlilerimizden ya da baş ajanlarımızdan birinin sokağa çıkma yasağı uygulaması başladıktan sonra, başkente sekiz-on saat uzaklıkta bulunan bölgelere acil yolculuklar yapması gerekmiştir. Onların misyonlarını başarıyla yerine getirebilmeleri için zorunluluğu kesin olan birtakım sahte belgeleri hazırlayabilmiştik.
Erişilebilen telsiz/radyo ve telgraf şebekesi ile ilgili enformasyon hayatî öneme sahiptir. İran’da Hava Kuvvetleri’nin, jandarmanın, Ordu’nun, tren yollarının birer telsiz şebekesi ve petrol şirketinin telgraf şebekesi bulunmaktadır. Herhangi bir ülkede bulunan telefon şebekelerinin sayısı ve yayıldıkları alan şaşırtıcı olabilir ve dolayısıyla, açıkça bilinen nedenlerden dolayı, dikkatlice incelenmelidirler. Çizme Operasyonu’nun bir aşamasında biz, operasyonel anlam (over-writing) için birtakım basit deyimler kullanarak, hükümete ait ve gizli olmayan telgraf sistemini kullandık. Telefon sistemleri hem hasım güçler hem de dost güçler için kolay iletişim aracıdırlar. Merkezî kaçak dinleme servisleri bulunabildiği ölçüde [bunlar aracılığıyla] gerekli enformasyon toplanılmalı ve, eğer mümkünse, gizli dinlemeye alınacak olan hedefler belirlenmelidir. İran’da Tudeh’in hükümete ait olan iletişim sistemine nüfuz ettiği biliniyordu. Buna rağmen biz yine de bu sisteme dayanmak zorunda kaldık. Çünkü bir noktada bütün diğer iletişim araçları devre dışı kalmıştı. Bu uygulamanın güvenli olmadığının farkına varılmıştı ama günün koşulları altında bunu kabul etmekten başka çare yoktu. Genelkurmay Merkezi’ndeki sinyal ofisinde, ya da Genelkurmay Başkanı tarafından kullanılan sinyal merkezinde en önemli iletişim üssü, düşman muhaliflerin elindeydi. Bu merkeze nüfuz edilemese de, nötralize edilmeli ve dost güçlerce kullanılabilecek alternatif iletim araçları devreye konulmalıydı. Enformasyon toplama işi, “hareket için bahane” uydurma zorunluluğu yaratan kimi durumlarda işe yarayabilir. Hasım hükümetin içine iyi bir biçimde sızılması, hasım hükümetin o âna dek kamuoyuna mal olmamış bulunan hareketlerini su yüzüne çıkarabilir. Sizin hesabınıza çalışacak olan personeli yerleştirme girişiminde bulunurken, her zaman için onları harekete provoke etmek zorunludur. Çünkü, onların motivasyonları kendi enerjileri çerçevesinde onları harekete geçirmek için yeterli olmayabilir.
III. Askerî Darbeye Temel Oluşturan Bir Unsur Olarak Askerî Planlama
Askerî Planlama bilimi çok derindir ve bu bilimin bu çalışma içerisinde anlatılamayacak kadar geniş kapsamlı olduğu iyi bilinen bir durumdur. Söylemeye gerek yok, askerî planlamadan sorumlu görevliler, bu işe tayin edilmeden önce silahlı kuvvetler içerisinde nitelikli deneyime sahip olan kişiler arasından seçilmelidir.
Askerî planlama konusunda bir arka plana sahip olmanın yanında, görevliler gizli operasyonlar konusunda da deneyimli olmalıdırlar. Askerî darbenin temeli, bizim operasyonel olarak şaşkınlık yaratacak bir uygulamayı gerçekleştirmemize izin veren güvenlik ortamıdır. Güvenliğin temeli ise, yalnızca deneyim yoluyla elde edilebilen birtakım becerilerdir.
Yerli memurlardan/subaylardan oluşan bir askerî büronun, ister hedef ülke içinden olsun ister dışarıdan olsun, spesifik bir yerel planlama için elverişli olduğu varsayılabilir. Bu askerî büro yalnızca güncel ve eksiksiz bir istihbarata sahip olduğunda işlerlik kazanabilir.
Askerî büro dost hükümetin lideri tarafından dizayn edilebileceği gibi, liderden bağımsız kişiler tarafından da oluşturulabilir. Her iki durumda da, gizli operasyon yapma yeteneği hayatî bir zorunluluktur.
Bir CIA görevlisinin bu büro tarafından tanınması ya da tanınmaması gerektiği yerel koşullara bağlıdır. Biz İran’da CIA planlamacısının operasyona yerli planlamacılarla eşit koşullarda bizzat katılmasını zorunlu gördük. Açıktır ki, bu uygulama ilave bir güvenlik riski demektir ve bu tür uygulamalardan mümkün oldukça uzak durulmalıdır.
F Siyasî tutuklular listesi CIA görevlisi [tarafından] hazır- lanmalıdır. Bu listenin gereğini yerine getirecek olanların belirlenmesi işini yapacak olan da CIA görevlisidir. Dost güçler tarafından nötralize edilmesi ya da ele geçirilmesi gereken askerî ve sivil hedefler de, CIA yetkilisi ve askerî büro tarafından belirlenmelidir.
Eğer mümkünse, darbe için CIA alan görevlimiz ile askerî büroyu birbirine bağlayan ve CIA’ye ait bir telsiz şebekesi kurulmalıdır. Bu şebeke, merkez ve dost güçlerin komuta birimi ile de bağlantılı olmalıdır. Bu uygulamanın uygun olamdığı yerde ise, diğer iletişim araçlarına öncelik verilmelidir. Ama her halükarda, bu araçlardan biri öncelikli olarak belirlenmeli, diğerleri ise alternatif olarak hazır bulundurulmalıdır.
Musaddık Hükümeti Dışişleri Bakanı Dr. Hüseyin Fatımi, tutuklandıktan sonra...
Dost güçler arasında bulunan kimi güçler yakayı ele verecektir. Bizim ilkemiz, bu durumda bile operasyon yeteneğimizin çöküntüye uğramaması olmalıdır. Dolayısıyla, kimin ya da hangi birimin hasım hükümete yakayı ele verdiğine bağlı olarak bir aşamadan diğerine otomatik olarak geçiş yapmamızı sağlayacak tehlike sinyali algılaması sağlanmalıdır. İran’a gelince, hükümet değişikliğinden önce gelen tehlike sinyallerinin, dışarıdan bakan bir kimse için çöküntüye uğraması kaçınılmaz gözüken operasyonun başarıya ulaşmasını sağlayan araç olduğuna inanmamız için haklı nedenlerimiz vardır.
Sivil savaş ihtimali de askerî planlamacılarımız tarafından göz önünde bulundurulmalı ve bu olasılığa karşı önlemler alınmalıdır. Böyle bir olasılık muhtemelen, dost hükümet için bir güvenlik üssü oluşturma zorunluluğunu da içerecektir. Sivil savaştan kaynaklanan olabilirlikler ve olasılıklar yalnızca, yerel koşulların tek tek incelenmesinden sonra görülebilir. Ama bunların tahmin edilmesi zor değildir. Dolayısıyla, planlamada bunlar da göz önünde bulundurulmalıdır.
Operasyonel bağlantılar için güvenli ev üsleri (safehouse bases) yaratılması için planlama yapılmalı ve bu plan dost güçlerin faaliyetlerinin ilerleyen aşamalarında başarıyla uygulanmalıdır. Güvenli evlerimizin birkaçının ortaya çıkması halinde dost unsurlar ile olan bağlantının sürdürülebilmesi için birden fazla güvenlik evi ya da güvenlik üssü bulunmalıdır. Tüm CIA görevlilerinin bir elçilik binasına yerleştiği durumlarda, operasyonel koşullar güvenlik evi ve güvenlik üssü kurulmasını gerektirir. İdeal olarak, bu güvenlik evlerinde yerel koşullara bağlı olarak telsiz, bağımsız telefon veya diğer iletişim araçları bulunmalıdır. Para, mühimmat, silah, giysi, gıda ve belge saklamayı zorunlu kılan durumlarda güvenlik evlerinde bu araç gereci güvenli bir biçimde koruyabilecek kişiler bulunmalıdır.
Otomobil, taksi ve diğerlerinden oluşan destek araçları tedarik edilmeli ve operasyon süreci içerisinde steril tutulmalıdır.
Dost güçleri oluşturan personel mümkün olduğu kadar bölümlere ayrılmalıdır. Operasyonumuzun bir bölümünün ortaya çıkması halinde yapılacak bir sorgulama tüm varlığımızı ortaya çıkarmamalıdır.
Askerî büro üyeleri ne olursa olsun operasyona aktif olarak katılmamalıdırlar. Çünkü bunlar soruşturma anında haddinden fazla açık verecek bir pozisyonda bulunmaktadırlar.
Askerî komite hem personel/kurmay görevlilerini (staff officiers) hem de hudut görevlilerini (line officiers) ve yerel koşulların gerekli kıldığı ölçüde çok sayıda işlevsel uzmanı içermelidir. İletişimi sağlayan bir personel görevlisi çok faydalı olacaktır.
Bu tür operasyonlara katılan CIA elemanları her zaman için Amerika’ya karşı bir geri tepme (blowback) ihtimalini akılla-
Ayetullah Kaşhani (ortada) Başbakan Musaddık’la. (sağda)
rında bulundurmalıdırlar. Böyle bir patlama noktasına yakın olan çok az operasyon vardır. Bu gerçek, bu tür operasyonlar için en eğitimli ve en deneyimli görevlilerin atanmasının hayatî önem taşıdığını ortaya koymaktadır.
P Askerî planlamada tamamen başarısız olunabileceğini, dolayısıyla, CIA elemanlarının ve açığa çıkan yerli personelin kurtarılması planını da de hesaba katmalıdır. Amerikan askerî ateşelerinin uçakları, kurtulma ve kaçma şebekeleri ve diğer operasyonel varlıkların tümünün kullanılması gerekebilir. Eğer bu varlıkların hiçbiri bulunmuyorsa, bu durumda operasyon süresince tamamen steril kalacak saklanma yerleri yaratılmalıdır.
Q. Dost kişilere verilen sözler, onları memnun edecek biçimde yerine getirilmelidir. Biz İran’da rüşvete dayanmadık, çünkü rüşvet alan kişilerin aşırı zorluk karşısında, örneğin işkence vb, operasyona ihanet etmesinden emin olamadık. Biz İran’da subayların/memurların satın alınması için bir tek cent ödemedik
R. Dostumuz olan görevlilerin eşlerinin ve ailelerinin kollanıp korunması işi önceden düşünülmelidir.
S. Amerikan silahlarının yerli kullanımda olmadığı bölgelerde yabancı yapımı silahların kullanılma olasılığı akılda tutulmalıdır.
Söylemeye gerek yok, herhangi bir karışıklığa neden olmamak için, yeni orduya tayin edilen subayların tümünü kapsayan bir liste, süreç içerisinde çıkarılmalıdır.
Y. Mümkün olan yerlerde, yerli ordu destek sisteminin kullanılması yeni bir gizli ordu yaratmaktan daha iyidir. Aynı şekilde, herhangi bir operasyonu ülke içerisinde başlatmak, sınır ötesi operasyonlara girişmekten çok daha iyidir. Yine, CIA görevlilerinin ülkede bulunduğu bir sırada operasyon yürütmek, onlar dışarıda iken yürütmekten çok daha kolaydır. Geri tepmelerin önlenmesi için mümkün oldukça derin gizlilik içerisinde olan görevliler kullanılmalıdır. “
Bu kitabın belki de en değerli kısmı, yukarıdaki bu bölümdür. Çünkü bu bölümde, büyük gizli servislerin çalışma usulleri, peşinde oldukları hedefler ve bu hedeflere ulaşmada kullandıkları metotlara ilişkin resmî ağızdan (CIA) ilk elden ifadeler bulunmaktadır.
8. bölüm
DARBEDEN SONRA İRAN’DA NELER OLDU?
Rusya İran’daki ihtilali kendi menfaatleri için tehlikeli olarak yorumladığı takdirde 1921 Sovyet -İran Antlaşması gereğince askerî birliklerini Tahran’a doğru harekete geçebilecekti. Adı geçen andlaşma Rusya’ya aşağıdaki şartların tahakkuku halinde “Müdafaası için askerî harekata başvurmak maksadıyla birliklerini İran’a sevketmek” yetkisini vermekteydi:
1- Bir üçüncü taraf, İran’da silahlı bir müdahaleyle tahtı ele geçirmek istiyorsa, herhangi bir devlet, İran topraklarında Sovyetlere karşı bir üs tesis etmek istiyorsa,
2- Yabancı bir devlet Rusya’nın müttefiklerinin hudutlarını tehdit ediyorsa...
Fakat bu antlaşmaya rağmen İran’da yapılan darebeye karşı Moskova bir tepki göstermedi ve sadece Pravda gazetesi Şah’ın memleketinden kaçmasını “Amerika’nın İran’da atıldığı maceranın ve Şah’ın entrikalarının sonu” olarak tavsif etti. Fakat şimdi durum tamamiyle aksine dönmüştü. Ancak Rusya’dan hiçbir hareket gelmedi. Darbeden hemen sonra Amerika’nın Tahran Büyükelçisi Loy Henderson’a Washington’dan, General Zahidi Hükümeti ile temasa geçmesi ve İran’ın başlıca iktisadî meselesi hakkında bu alınan durumu tetkik etmesi yolunda talimat verildi.
Dönemin çeşitli basın yayın organlarından derlediğimiz diğer gelişmeler gün gün şöyle:
4 Ekim 1953 - Tahran: Eski Başbakan Musaddık hakkında hazırlanıp dün askerî mahkemeye verilen ve bugün açıklanan iddianame, Dr. Musaddık, 16 Ağustos günü malum şartlar dahilinde kendisine tebliğ edilmiş olan 13 Ağustos tarihli fermana itaat etmemek ve bu sebepten iktidarı gayrı kanunî olarak elinde bulundurmakla suçlanmaktadır. İddiaya göre, Musaddık’ın gayesi, Tudeh Partisi’nin yardımı ile kraliyeti yıkarak, kendi menfaati için cumhuriyet ilan etmekti. İddianamede Musaddık “hiçbir tenkide tahammül edemeyen bir müstebit” olarak tarif edilmektedir. Bunu müteakip Musaddık’ın dört sorgusunun hülasası yapılmaktadır. İddiaya göre Musaddık hüviyeti hakkında kendisine sorulan suallere, “Başbakan” sıfatıyla cevap vermiştir. Bu cevap, Şah’ın fermanına aykırı hareketinin yeni bir delili olarak zapta geçirilmiştir.
İkinci sorgusunda eski Başvekil, fermanın kendisine tebliği şartlarını anlatmıştır. Buna göre Musaddık fermanın hakikiliği hususunda şüpheye düştüğünü söylemiş ve 13 Ağustos tarihini taşıyan bu vesikanın 16 Ağustos’ta tebliğ edildiğini ve bunun tetkikinden kağıdın önce Şah tarafından imzalanıp sonradan doldurulmuş olduğunun anlaşıldığını söylemiştir. Bunu müteakip anayasaya temas eden Musaddık, her ne kadar Şah anayasa gereğince vekilleri tayin ve azletmek, harp ilan etmek, barış imzalamak yetkilerini haiz ise de bunun protokol icabı yetkiler olduğunu ve önceden parlamentonun tasdiki şartına bağlı olduğunu iddia etmiştir.
Eski Başvekil üçüncü sorgusunda, evine gelerek Şah’ın tahttan indirilmesini tavsiye edenlerin, ileri sürdüğü fikre muhalif olduğunu beyan etmiştir. Bu iddiada sanık aleyhinde bir delil olarak zapta geçirilmiştir. Çünkü eski başvekilin böyle bir teklifte bulunanları derhal ihbar etmesi gerekirdi. Bundan başka iddianamede, Musaddık’ın, Şah’ın Avrupa’ya hareketinden sonra, İran’a dönüşü veya tahttan feragati için kendisine mühlet tayin eden bir “ültimatom” göndermeye karar verdiğini kabul ettiği beyan edilmektedir. Bu mühlet sonunda Musaddık, nizam ve asayişin bozulmasını önlemek için gereken tedbirlerin alındığını söylemiştir. Dördüncü sorgu eski ve yeni Şah’ın heykellerinin sökülmesi hakkındadır. Eski Başvekil çoğunluk partilerinden, bu heykellerin sökülmesini istediğini kabul etmekle beraber, bu işin tatbik mevkiine konduğu zaman kendisine haber verilmediğini söylemiş ve bunu yapanların müfrit solcu parmasını önlemek için gereken tedbirlerin alındığını söylemiştir.
Tudeh Partisi’nin sokaklarda gösteriler tertiplemesine müsaade etmek yolundaki suçlamayı cevaplandıran Musaddık şöyle demiştir: “Eğer halkın sokaklarda gösteriler yapmasına göz yumulursa, bir kısmına verilen müsaade diğerlerinden esirgenemez.”
Nihayet, 19 Ağustos akşam üstü hangi şartlar dahilinde evinden kaçtığını anlatan eski Başvekil, birçok kimse tarafından kaçarken görüldüğünü, bununla beraber ihbar edilmediğini ve bunun da kendisinin halk arasında topladığı büyük sevgiyi muhafaza ettiğinin bir delili olduğunu belirtmiştir.
İddianame nihayet şu neticeye varmaktadır: “Kendisini cumhurbaşkanı seçtirmek veya kral ilan ettirmek için kraliyeti devirmek istediği kanaatine varılan Musaddık hakkında, ceza kanununun 317. maddesi gereğince, idama hükmedilmelidir”
7 Kasım 1953 - Tahran: Eski Başbakan Muhammed Musaddık hakkında açılan davaya bugün de devam edildi. Sanık, çok bitkin bir halde yerine oturdu ve birkaç dakika kendisine gelemedi. Hakimler heyeti, Dr. Musaddık’a alaycı şekilde bakmakta idiler, Musaddık notlarını karıştırmakla meşguldü. Maznun, avukatı ile şakalaştı ve evraklarını karıştırmış olmakla eğlendi. Sonra konuşmaya başladı. “Hakkımda vereceğiniz karardan korkmuyorum ve eğer Şah beni affetmeye kalkarsa bunu kabul etmeyeceğim. Zira hükümdarın affı ancak vatan hainleri içindir, halbuki ben yabancı müdahalesinin kurbanıyım.”
11 Kasım 1953 - Tahran: Dr. Musaddık’ın muhakemesinin dünkü celsesi oldukça dramatik bir şekilde cereyan etti. Sabık Başvekil mahkeme salonuna her zamankinden fazla sendeleyerek girdi.
Mahkeme Başkanı sözü Musaddık’ın müdafii Albay Bozorgmer’e verince, Dr. Musaddık pürhiddet yerinden fırladı ve “müdafaamı kendim yapmak isterim, avukatım bir şey bilmiyor, esasen onu ben seçmedim, onu bana zorla siz kabul ettirdiniz.” diye gürlemiştir. Bu defa müdafiine dönen eski başvekil; çok ağır hakaretler savurarak “Seni tanımıyoorum, benim avukatım değilsin!” dedi.
Daha sonra “Böyle bir mahkeme dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir!” diyerek sandalyesinin üstüne çöken eski devlet adamı, başını ellerinin arasında almış ve daha sonraki sözleri, anlaşılamayan bir inilti halini almıştır. Musaddık ikinci celsede, İngiltere’nin İran işlerine 50 yıldır müdahalede bulunduğunu, Rıza Şah’ı tahta geçirenlerin de İngilizler olduğunu ifade etmiştir.
Kasım 1953: Tahran’da Musaddık lehinde aylardır devam edegelen gösterilerde bugün iki kişi öldü ve 40 kişi yaralandı. Askerî birlikler göstericiler üzerine ateş ederek bunlara dağılmalarını ihtar etti fakat Musaddık taraftarları dinlemedi. Komünistler ve Musaddık taraftarlarının muhtemel bir ayaklanmalarını önlemek için bugün polis devriye kuvvetleri ve muhafızları arttırıldı. Tahran Kız Lisesi’nde Musaddık lehinde tezahürat yapan 20 kadar kız talebe, polisin müdahalesiyle susturuldu.
Kasım 1953 - Tahran: İran askerî mahkemesi, eski Başvekil Dr. Muhammed Musaddık’ı vatana ihanet suçundan muhakemeye selahiyetli olduğuna bugün karar vermiştir.
16 Kasım 1953 - Tahran: Musaddık’ın muhakemesinde iddia makamı, eski Başvekilin idam edilmesini talep etti. Müddeiumumi Hüseyin Azimüddin, askerî mahkemede “Mahkemenin ölüm cezası vermesi hususunda ısrar ediyorum.” dedi. Müddeiumumi, Musaddık’ın askerî işlerini yürüten General Riyahi’nin de idamını istedi ve Şah memleketten ayrıldıktan sonra Tahran’daki bütün heykellerinin alaşağı edilmesi için General Riyahi’nin emir verdiğini söyledi. Bunun üzerine Musaddık, mahkeme heyetine şöyle bağırdı: “General Riyahi, benim emrimde bulunuyordu. Binaenaleyh mesul değildir. Bu emirleri kendisine ben verdim.”
6 Aralık 1953 - Londra: İngiltere ile İran arasında siyasî münasebetlerin yeniden başlaması üzerine iki hükümetin müştereken yayınladıkları tebliğde şöyle denilmektedir: “İngiliz Kraliyet Hükümeti ve İran Hükümeti aralarında diplomatik münasebetlerin yeniden başlayacağını ve çok yakında karşılıklı büyükelçilerin teati olunacağını ilan etmişlerdir.”
İngiltere ile İran arasında siyasî münasebetlerin tekrar tesisine karar verilmesi üzerine bu konuyu yorumlayan Amerikan Dışişleri Bakanlığı sözcüsü söyle demiştir: “Dışişleri Bakanlığımız, İngiltere ile İran arasında varılan bu anlaşmayı memnuniyetle karşılar. Bu hadise bütün hür dünyayı ilgilendirir mahiyettedir. Zira bilindiği gibi Amerikan siyasetinin başlıca prensiplerinden biri de bütün hür dünya memleketleri arasında dostane münasebetlerin tesis ve idamesidir.”
İngiltere ile siyasî münasebetlerin kurulmasını protesto maksadı ile bugün Tahran meydanında yapılan gösteriyi bastırmak üzere askerî birlikler gönderilmiştir. Matem işareti olarak kollarına siyah kurdeleler bağlamış olan dinî lider Kaşhani’nin yandaşlarından on kişi, “İngiltere ile birlikte kahrolun!” diye bağırırken, askerî hükümet tarafından gönderilen inzibatlar tarafından yakalanmıştır. İngiltere Büyükelçiliği’ni muhafaza için polis birlikleri gönderilmiş ve şehirde gösterileri önlemek üzere tertibat alınmıştır. Diğer taraftan, İran eski Başvekil yardımcısı ve İran millî petrol sanayii başkanı Hüseyin Mekki, Başvekil Zahidi’ye yazdığı bir mektupta, İngiltere ile münasebet tesis etmek için meclisin karar almadığını, bu nedenle millete hesap vermek zorunda kalacağını bildirmiştir.
3 Aralık 1953 - Tahran: Birleşik Amerika Cumhurbaşkanı yardımcısı Richard Nixon, üç gün sürecek bir ziyarette bulunmak üzere bugün İran’a geldi. Nixon ile eşini hava meydanında Başvekil Fazlullah Zahidi, Dışişleri Vekili Nasrullah İntizam ve diğer İranlı ve Amerikalı resmî şahsiyetler karşıladılar. Hava meydanındaki kısa konuşmasında Nixon şunları söyledi: “Şurasını beyan etmek isterim ki, İran’a yapılan bütün Amerikan yardımı, memleketin tamamıyla bağımsız olabilmesi içindir. Bu yardımlarda herhangi bir maksat, şart yoktur.”
19 Aralık 1953 - Londra: Önde gelen dünya petrol şirketleri, İngiliz-İran ihtilâfı halledilip petrol üretimine yeniden başlanması hususunda yol açılınca İran petrolünün piyasaya arzı işinde muvakkat bir anlaşmaya varmışlardır. Bu hafta başında burada toplanan İngiliz, Amerikan, Hollanda ve Fransız dünya petrol şirketleri temsilcileri dün müzakerelerini bitirmişlerdir. Temsilciler, İran petrol sanayiinin işletilmesi ve mutabık kalınan müşterek gayretler esası dahilinde İran petrolünü dünya piyasalarına sürmek için gereken yol ve imkanları araştırmışlardır. Bu planların teferruatı hakkında azami gizlilik kararı vardır. Anglo-Iranian Petrol Şirketi’nin, Eşel Petrol Kumpanyası, Newjersey Standard Oil, California Standard Oil, Socony, Gulf Oil, Texas ve Compagnie Francaise Petrol Kumpanyaları’nın da dahil bulunacakları sanılan bu teşkilatta epeyce hissesi olacaktır.
19 Aralık 1953 - Tahran: Eski Başvekil Muhammed Musaddık bugünkü mahkemede gözyaşları arasında müdafaasını bitirerek hakkında verilecek karar hakkında “Bir hapishane köşesinde ölüp gideceğim.” kehanetinde bulunmuştur. Musaddık hıçkırarak şöyle demiştir: “Sevgili milletim uğrundaki bu enerji ve gayretimi boğacaklar.”
21 Aralık 1953 - Tahran: İran Şahı, Dr. Musaddık’ı ve General Riyahi’yi yargılamakta olan mahkeme başkanlığına gönderdiği mektupta, iktidara geçtiği zaman zarfında memleketi namına gayet iyi çalışmış olan sabık Başvekile karşı hiçbir kininin bulunmadığını beyan etmiştir. Buna karşılık sabık Başvekil ayağa kalkarak kendisinin de Şah’a karşı düşmanlık beslemediğini, fakat hiçbir lütuf kabul etmek istemediğini ifade ederek mahkemeden kanun muvacehesinde kendisine düşen vazifeyi yapmasını talep etmiştir. Bunun üzerine mahkeme müzakereye çekilmiştir. Musaddık’ı yargılayan askerî mahkeme eski Başvekili üç sene hapse mahkûm etmiştir. Genelkurmay Başkanı General Riyahi de iki sene hapse hüküm giymiştir. Başbakan Musaddık’ın cezası daha sonra ev hapsine çevrildi.
Çıkarmamız Gereken Bir Ders: Ortak Akıl Şart
Musaddık’ın petrolleri millileştirmesi üzerine ülkenin karşılaştığı sıkıntılar ve sonunda gelen darbe, toplumu derinden etkileyecek “yeni politikalar” için toplumsal ortak aklın şart olduğunu, KAMU’nun kararının yanısıra kamuoyunun da bu yeni politikalara hazır hale getirilmesi gerektiğini çok açıkça ortaya koyuyor.
“Millileştirme” kararı İran’da giderek derinleşen bir siyasî ve ekonomik bunalıma yol açmıştı. İngilizlerin talebi ve ABD’nin de desteğiyle uygulanan ambargo nedeniyle İran petrolü için yeni pazarlar bulmada karşılaşılan güçlükler ekonomik sorunları daha da derinleştirmişti. Çünkü İran devleti, petrol gelirlerine bağımlıydı. Petrolün çıkarılmasının ve satışının durdurulması, İran’ın gelir kaynaklarının kurutulması demekti. Zaten amaç da buydu: İran’ı diz çöktürmek...
Karşılaşılan bu sıkıntılar, muhalefet ve dış güçler tarafından Musaddık’a karşı kullanılıyordu. Oysa kısa vadede sıkıntılarla karşılaşılmasına rağmen, uzun vadede, kurtuluş bu yoldaydı. Ancak kamuoyunda bu konuda ortak bir akıl yoktu. Bunun üzerine Musaddık şu açıklamayı yapmıştı: “İran için tanzim ettiğim siyaset, İran milletini maddî sıkıntılara sokmuş olsa da, gelecekte çekilen ızdıraplar bitecek ve İran milleti refaha kavuşacaktır.”®
Musaddık’ın kararı, bütün dünyanın peşinde olduğu, dönemin en stratejik maddesi petrolü emperyalizmin elinden alma, İran’ı daha güçlü yapma amaçlıydı, ancak hem yerel hem de küresel kamuoyunu yönlendiren araçlar aksini yayıyordu. Musaddık petrolü kurtarabilmişti ama beyinler işgal altındaydı.
ABD’li Rehine’nin Bir Hatırası
Musaddık Yönetimi’ne karşı yapılan bu darbeyi en iyi bilen isimlerden Kinzer’e son kez bir söz daha verelim. Kinzer’in analizi, darbeden alınması gereken derslerle dolu:
“... size ilginç bir hikaye anlatacağım. ... Washington’daki Ulusal Katedral’de bir panele katıldım. Diğer panelistlerden biri -İran hakkında konuşuyorduk- İran’daki en önemli Amerikan diplomatlarından ve büyükelçilikte 444 gün bekletilen rehineler arasındaki en önemli kişilik olan Bruce Laingen’di... onunla konuşmak istedim. Ve toplantıdan sonra birbirimize birkaç mail attık.
Laingen bana şaşırtıcı bir hikaye anlattı: “Yaklaşık bir yıl boyunca bir rehine olarak tecrit edilmiş hücremde oturuyordum ve beni rehine alanlardan biri, gardiyanlarımdan biri kapımda bekliyordu. Bu hücrede bir yılı aşkın bir süre oturarak biriktirdiğim kızgınlığım ve hiddetim taştı ve ona bağırmaya başladım ve ona ‘Bunu yapmaya hakkınız yok! Bu insafsızlıktır, bu insan dışılık- tır! Bu insanlar hiçbir şey yapmadı! Bu yaptığınız hem Allah’ın kurallarını hem de insanlığın kurallarını çiğnemektir! Masum insaları rehineler olarak tutamazsınız!’ diye bağırmaya başladım. Böyle birkaç dakika devam ettim. Sonunda nefesim tükendiğinde rehineci bir süre sustu ve sonra hücreme uzanarak çok güzel bir İngilizce ile ‘sizin şikayet etmeye hakkınız yok çünkü 1953’te bütün ülkemizi rehin aldınız.’ dedi.”
.. biz Şah’ı tavuskuşu tahtına yeniden tevdi ettik. Şah 25 yıl boyunca giderek artan bir baskıyla hükmetti. Onun yaptığı baskı İslamî Devrim olarak adlandırdığımız şey olarak 1970’lerin sonundaki patlamayı fitilledi. Devrim, mollaların fanatik bir şekilde Amerikan karşıtı olan bir grubunu iktidara getirdi. Devrim aynı zamanda, Taliban’ın iktidara gelerek hepimizin bildiği sonuçlara neden olan el-Kaide’ye bir sığınak veren kapı komşu Afganistan gibi diğer ülkelere de ilham oluşturdu. Devrim sadece îran ve Irak arasında sekiz yıl süren bir savaş başlatmadı; aynı zamanda ABD’nin ölümcül bir şekilde Saddam’ı kucaklamasını da beraberinde getirdi. Biz îran-Irak Savaşı’nda Saddam’ın askerî müttefiğiydik ve Saddam’ı askerî istihbaratla ve îranlıların mevzilerine kimyasal gaz serpmede kulladığı Bell helikopterleriyle destekledik. Başkan Reagan, Saddam’a kendisine nasıl yardım edebileceğimizi öğrenmesi için Bağdat’a iki kez özel elçi gönderdi. Tabi ki bu elçi Ronald Rumsfeld’di. Devrim tarafından başlatılan bu istikrarsızlık aynı zamanda Birleşik Devletler’in, bizi şu an bulunduğumuz noktaya getiren Irak’taki sarmala dâhil olmasına neden oldu.
îran’daki bu devrim aynı zamanda Sovyetleri de ürküttü. Sovyet yöneticileri güney bölgeleri boyunca taklit köktenci devrimlerin olacağından korktular. Ve bunu engellemek için Afganistan’ı işgal ettiler. Bu işgal Birleşik Devletler’i, Usame Bin Ladin’i götürdüğümüz, sonradan Taliban’a dönüşen binlerce cihatçıyı, kafirleri nasıl öldüreceklerini öğrenmeleri için eğittiğimiz Afganistan’daki pozisyonuna soktu. Bizler, sonradan, eğittiklerimizin öldürmek istedikleri kafirlere dönüştük.
1953’te en bilge analizciler ve çok fazla önseziye sahip uzmanlar asla bu sonuçları tahmin edemedi. Şah devrilecek, mollalar iktidara gelecek, Sovyetler Afganistan’ı işgal edecek ve diğer bütün şeyler olacak. Bu, şiddetle bir diğer ülkenin iç işlerine müdahale ettiğinizde bir tepenin başında bir tekerleği aşağı bırakan kişiye benzediğinizi gösteriyor. Onu bırakıyorsunuz, nasıl gideceği ve nerede duracağı ile ilgili hiçbir düşünceniz yok.”(2)
Obama’dan tarihi itiraf: “Darbeye karıştık!”
ABD Başkanı Barack Obama, İran’da Başbakan Muhammed Musaddık’a karşı 1953 yılında girişilen darbeye ABD’nin karıştığını itiraf ederek, İran’a jest yaptı.
İslam alemine hitaben 4 Haziran 2009 günü Kahire’de konuşan Obama, “Soğuk savaş döneminde ABD, demokratik yolla iktidara gelmiş bir İran hükümetinin devrilmesinde rol oynamıştı.” dedi. Bu beyanatla bir Amerikan başkanı, ülkesinin Musaddık rejimini deviren darbede parmağı olduğunu ilk kez itiraf etmiş oluyor.®
Şah’ın Sonu
İran’da baskıcı yönetim biçiminden, hükümetteki yolsuzluklardan, petrol ihracından sağlanan gelirlerin dengesiz dağılımı ve gizli polis örgütü SAVAK’ın uygulamalarından dolayı, doğrudan Muhammed Rıza Pehlevi’yi hedef alan bir muhalefet de gelişti. 1978’de İran’ın büyük kentlerinde başlayan muhalefet hareketleri ayaklanma ve karışıklıklara dönüştü. Art arda 4 hükümetin düşmesinden sonra 16 Ocak 1979’da Şah, ülkeyi terk etti.
1979 Devrimi’nde sora bir süre Mısır, Fas, Bahamalar ve Meksika’da kalan Şah, yakalandığı pankreas kanserinin tedavisi için 22 Ekim 1979’da ABD’ye gitti. İki hafta sonra İran’da hükümetten destek alan bazı gruplar ABD Büyükelçiliği’ni basarak 50’den fazla Amerikalıyı rehin aldılar ve rehinelere karşılık Muhammed Rıza Pehlevi’nin İran’a iade edilmesini istediler. Bu isteğin kabul edilmemesine karşın, ABD’den ayrılarak Panama’ya giden Şah, Enver Sedat’ın çağrısı üzerine Kahire’ye geçti ve orada öldü (1980). (4)
Büyük gizli servisler, bir ülkede yapacağı operasyondan önce, “doğal olarak yanlarında bulunacak olanlar ve karşılarında olacak olanlar” diye tasnif yapar, ve hangi kesimin desteğinin nasıl, hangi yollarla alınacağının, bunun için “üretilmiş gerekçe” neler yapılabileceğinin çalışmasını yaparlar.
Türkiye’mizi hızla “Derin Avrupa” ile ABD’nin mücadele sahası olmaktan kurtarmamız gerekiyor.
Üzerinde yaklaşık 4 yıl çalıştığım bu araştırmanın, yapılmış darbeleri ve bundan sonra olacakları ve yabancı istihbarat örgütlerinin ülkemizdeki ve dünyadaki oyunlarını daha kolay anlamak açısından faydalı olacağı ümidiyle...
Dipnotlar:
Milliyet gazetesi - 6 Temmuz 1952.
php?aType=haberArchiveHYPERLINK “http://www.dunyabul- teni.net/index.php?aType=haberArchive&ArticleID=36590”&H YPERLINK “http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=ha berArchive&ArticleID=36590”ArticleID=36590
http://www.cnnturk.com/2009/dunya/06/04/obamadan.tarihi. itiraf.darbeye .karistik/529582.0/index.html
9. bölüm
fotoğraflar ve belgeler
1901 tarihli Anglo-Iranian Petrol Şirketi Sözleşmesinin belgeleri...
İran Petrol Şirketi'nin ortaklarından Ermeni asıllı Gulbenkyan.
Yıl 1950... Anglo-Iranian Petrol Şirketi’nin bir reklamı.
Yıl Aralık 1954... Anglo-Iranian Petrol Şirketi, darbeden sonra BP adını alıyor.
BRITANNIC HOLSE
THE british PETROLEUM COMPANY LIMITED
17 Ağustos 1953, Şah’ın heykelleri indiriliyor.
Ve darbe günü... Tarih 19 Ağustos 1953: Şah taraftarı askerler,
Başbakan Musaddık’ın evinin etrafını kuşatmış durumda.
İran halkı, CIA ve SIS ajanları tarafından yönlendirildiklerini ve kullanıldıklarını
bilmiyorlardı. Onlar, ülkelerini kurtardıklarına inandırılmışlardı.
İran'da halkın kanaatlerini oluşturan ve belirleyen araçlar, millî değildi. Psikolojik operasyonlarla,
halkın kafası karışmıştı. Bu sebeple de dengeler sık sık değişiyordu.
İngiliz Dış İstihbaratı, teknolojiyi çok eskiden beri en iyi kullanan servistir.
Fotoğrafta iki İngiliz ajanı, yüzeye çıkmış iki kişilik cep denizaltıda görülüyor.
İngiliz Gizli Servisi’nin amblemi... Luziferin Gözü’nü andırıyor.
Musaddık taraftarı Fedâyân-ı İslam Örgütü lideri Navab Safavi’nin tutuklanması.
Komünist Tudeh Partisi lideri Dr. Yazdi’nin Darbe sonrası tutuklanması.
Darbeciler, Başbakan Musaddık’ın evini yağmaladı ve evrak kasasını parçaladı.
Devrik Başbakan Musaddık, ev hapsinde...
işbirlikçiğe verilen ödül: İran Şahı, Mısır kralı Faruk'un kız kardeşi Fevziye ile evlenip 1948'de boşanmıştı ve bu evlilikten Şehnaz adında bir kızları olmuştu. Darbeden sonra Prenses Şehnaz, CIA işbirlikçisi General Zahidi’nin oğlu Ardeşir Zahidi'yle evlendirildi. Ardeşir Zahîdi (ayakta, mikrofon önünde), darbeden sonra İran'ın ABD Büyükelçisi yapıldı. Şubat 1960 tarihli bu fotoğrafta Prenses Şehnaz, ABD Başkanı Eisenhower'la tokalaşırken görülüyor.
1953’ün rövanşı: Demokratik bir hükümeti çeşitli dalaverelerle deviren Amerikalılar, 1979 Devrimi’ne hazırlıksız yakalanmışlardı.
1979 Devrimi sonrası: CIA ve MOSAD tarafından eğitilen
Şah’ın gizli servisi SAVAK ajanları tutuklanıyor.
İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi, Kahire’de öldü.
İyi bitmeyen bir son: İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi’nin en küçük oğlu
Ali Rıza Pehlevi (solda), 4 Ocak 2011 günü Boston'da intihar etti.
Pehlevi’nin kızı Leyla da (sağda) 2001’de
Londra’da bir otel odasında ölü bulunmuştu.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar