Yûsuf b. İsmâil NEBHÂNÎ
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Kādî Ebü’l-Mehâsin Yûsuf b. İsmâîl b. Yûsuf eş-Şâfiî en-Nebhânî (1849-1932)
Filistinli din âlimi.

1265 (1849) yılında Filistin’in Nablus bölgesindeki Hayfa şehri yakınlarında bulunan İczim köyünde doğdu. Benî Nebhân kabilesinden geldiği için Nebhânî nisbesiyle anıldı. İlk öğrenimini babasının yanında yaptı. On yedi yaşında iken Kahire’ye gitti ve Ezher Üniversitesi’nde okumaya başladı. Orada sonraları şiddetle muhalefet edeceği Cemâleddîn-i Efgānî ve Muhammed Abduh gibi meşhur âlimleri tanıdı. Bu arada özel ders gördüğü hocası Şeyh İbrâhim es-Sekkā’dan icâzet aldı. Ezher’den mezun olduktan sonra (1873) memleketine dönüp Akkâ’daki Cezzâr Ahmed Paşa Camii’nde ders vermeye başladı, ayrıca Şam’a geçerek Seyyid Şerîf Mahmud Efendi’nin ilim halkasına katıldı ve ondan da icâzet aldı. 1876’da İstanbul’a gidip el-Cevâʾib gazetesinde editörlük ve Arapça kitapların tashihi görevinde bulundu. Ardından Kuzey Irak’taki Köysancak kasabasında bir yıl kadar kadılık yaptı. Bağdat ve Şam’a gerçekleştirdiği kısa ziyaretlerden sonra 1880’de İstanbul’a döndü ve ilk eseri olan eş-Şerefü’l-müʾebbed li-Âli Muḥammed’i telif etti. Sultan II. Abdülhamid’in yakın çevresinde yer aldı ve önce Lazkiye, ardından Kudüs ceza mahkemelerinin başına getirildi. Kudüs’te iken kendisini Kādiriyye tarikatına yönlendiren Hasan b. Halâve el-Gazzî ile tanıştı. 1888’de yeni kurulan Beyrut Yüksek Hukuk Mahkemesi başkanı oldu. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Sultan Abdülhamid’le münasebeti dolayısıyla bu görevinden uzaklaştırıldı (1909). Bunun üzerine Medine’ye göç ederek bütün vaktini eser telifine ayırdı. Birçok talebe yetiştiren Nebhânî’den Muhammed b. Ahmed el-Hâşimî, Muhammed Sultan el-Hucendî, Ebü’l-Fazl İbnü’s-Sıddîk ve Muhammed b. Ca‘fer el-Kettânî gibi şahsiyetler yararlandı. 1916’da Şerîf Hüseyin hareketinin başlaması üzerine Medine’den ayrılıp kendi köyüne döndü. 1932 yılında Beyrut’ta vefat etti.
İslâm dünyasının Batı’dan gelen tesir ve değişimlere mâruz kaldığı bir dönemde yaşayan Nebhânî, derleme türü çalışmalarıyla klasik ilim geleneğine hizmet etmeye gayret göstermiştir. Batı’nın kültür ve düşünce yoluyla müslümanlar üzerinde nüfuz kurmasına karşı çıkan ve bu sebeple yenilikçi hareketlere oldukça mesafeli duran Nebhânî ictihadın tekrar canlandırılması, medreselerin ıslahı gibi çabalara destek vermemiş, Cemâleddîn-i Efgānî, Muhammed Abduh, Mahmud Şükrî el-Âlûsî ve M. Reşîd Rızâ gibi şahsiyetlere sert eleştiriler yöneltmiştir. Ayrıca Batılılar’ın açtığı okullara gitmenin zararları üzerinde durmuş, misyonerlere ait bu kurumlarda Hıristiyanlık kültürünün öğretildiğini söylemiştir. Tasavvufu dışlayan Selefîliğe de karşı çıkmış, ulemânın eserleriyle gelen kültür mirasını sahiplenip kitlelere yaymayı hedef edinmiştir. Nebhânî, Osmanlılar’ın İslâm’a yönelik hizmetlerinden övgüyle söz etmiş ve II. Abdülhamid’in politikasını savunarak bütün müslümanları onun etrafında birleşmeye çağırmıştır.
Eserleri. A) Akaid. 1. Ḥüccetullāh ʿale’l-ʿâlemîn. Hz. Peygamber’in nübüvvetini müjdeleyen haberlere ve mûcizelerine dair rivayetleri içeren hacimli bir eserdir (Beyrut 1316).
2. Ḫulâṣatü’l-kelâm fî tercîḥi dîni’l-İslâm (Kahire 1318). Saʿâdetü’l-enâm fi’t-tibâʿi dîni’l-İslâm da (Beyrut 1326) aynı konuyu ele alan bir risâlesidir.
3. el-İstiġās̱etü’l-kübrâ bi-esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (Beyrut 1319).
4. Şevâhidü’l-ḥaḳ fi’l-istiġās̱e bi-seyyidi’l-ḫalḳ (Kahire 1322, 1393/1973, Beyrut 1393/1973; 1410/1990). Resûl-i Ekrem’in kabrini ziyaret edip mâneviyatından yardım istemenin cevazına dairdir. Eserde başta Takıyyüddin İbn Teymiyye olmak üzere istigāse görüşünü reddeden çeşitli âlimler eleştirilmekte, bu arada naklî delillere ve tarihî rivayetlere yer verilmektedir. Mahmûd Şükrî el-Âlûsî esere Ġāyetü’l-emânî fi’r-red ʿale’n-Nebhânî adıyla bir reddiye yazmıştır (Kahire 1327; Riyad 1422/2001).
5. Nücûmü’l-mühtedîn ve rücûmü’l-muʿtedîn fî delâʾili’n-nübüvve (Kahire 1322).
6. el-Burhânü’l-müsedded fî is̱bâti nübüvveti seyyidinâ Muḥammed (Beyrut 1324; Limasol 1408/1987).
7. el-Esâlîbü’l-bedîʿa fî fażli’ṣ-ṣaḥâbe ve iḳnâʿi’ş-Şîʿa (Kahire 1323; Beyrut 1394/1973; Tunus 1989).
8. ʿAlâmâtü ḳıyâmi’s-sâʿati’ṣ-ṣuġrâ ve’l-kübrâ (Limasol 1408/1987).
B) Siyer ve Şemâil. 1. Vesâʾilü’l-vüṣûl ilâ şemâʾili’r-Resûl (Beyrut 1309, 1422/2002). Başta Tirmizî’nin Şemâʾilü’n-nebeviyye’si olmak üzere çeşitli hadis kaynaklarına dayanılarak yazılmıştır. Abdullah b. Saîd Muhammed el-Lahcî eseri Müntehe’s-sûl ʿalâ Vesâʾili’l-vüṣûl adıyla şerhetmiştir (Beyrut 1419/1998).
2. eş-Şerefü’l-müʾebbed li-Âli Muḥammed (Beyrut 1309, 1380/1961).
3. el-Envârü’l-Muḥammediyye mine’l-Mevâhibi’l-ledünniyye (Beyrut 1310, 1312; Kahire 1320; İstanbul 1394/1974). Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî’ye ait eserin özetidir.
4. en-Naẓmü’l-bedîʿ fî mevlidi’ş-şefîʿ (Beyrut 1312).
5. el-Mecmûʿatü’n-Nebhâniyye fî medâʾiḥi’n-nebeviyye (Beyrut 1320, 1394/1974). Müellifin Resûl-i Ekrem’e dair manzum ve mensur risâlelerini ihtiva eder. el-ʿUḳūdü’l-lüʾlüʾiyye fî medâʾiḥi’l-Muḥammediyye de (Dîvânü’l-medâʾiḥi’n-nebeviyye, Beyrut 1329) benzer bir derlemedir.
6. el-Esmâʾ fîmâ li-Seyyidinâ Muḥammed mine’l-esmâʾ (Beyrut 1323). Müellif bu eserin Aḥsenü’l-vesâʾil fî naẓmi esmâʾi’n-nebiyyi’l-kâmil başlıklı manzum bir versiyonunu da kaleme almıştır (Beyrut 1323).
7. Cevâhirü’l-biḥâr fî feżâʾili’n-nebiyyi’l-muḫtâr (Beyrut 1327, 1417/1997; Kahire 1379/1960). Çok sayıda kitaptan alıntıların yer aldığı, Resûl-i Ekrem’in hususiyetlerine dair sıkça tekrarlanan sözlerin toplandığı bir eserdir.
8. Ġazavâtü’r-Resûl (Sûse 1989).
9. el-Feżâʾilü’l-Muḥammediyye. Hacimli bir çalışma olup konuyla ilgili 782 eserin listesi verilerek âyetler, hadisler ve diğer rivayetler sıralanmıştır (nşr. Mahmûd Fâhûrî, Halep 1414/1994).
C) Hadis. 1. el-Erbaʿîne erbaʿîn min eḥâdîs̱i seyyidi’l-mürselîn. Birincisi kutsî, diğerleri nebevî hadisler olmak üzere kırk adet kırk hadis çalışmasının derlendiği bir eserdir (muhtevası ve kaynakları için bk. KIRK HADİS). Otuz beşi kendi derlemesi, beşi diğer âlimlere ait olan bu kırk hadisler Mecmûʿu’l-Erbaʿîn adıyla da bilinir (Kahire 1372/1952, 2. bs.). Nebhânî’nin müstakil olarak basılan kırk hadisleri arasında el-Eḥâdîs̱ü’l-erbaʿîn fî feżâʾili seyyidi’l-mürselîn (Beyrut 1315), el-Eḥâdîs̱ü’l-erbaʿîn min ems̱âli efṣaḥi’l-ʿâlemîn (Küveyt 1408/1988), el-Eḥâdîs̱ü’l-erbaʿîn fî vücûbi tâʿati emîri’l-müʾminîn (Beyrut 1312) ve el-Eḥâdîs̱ü’l-erbaʿîn fî fażli’l-cihâd ve’l-mücâhidîn (Beyrut 1404/1984) zikredilebilir.
2. Münteḫabü’ṣ-ṣaḥîḥayn min kelâmi seyyidi’l-kevneyn (Kahire 1329).
3. el-Fetḥu’l-kebîr fî żammi’z-Ziyâdeti ile’l-Câmiʿi’ṣ-ṣaġīr. Celâleddin es-Süyûtî’nin kısa hadisleri derleyen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr’i ile yine kendisinin buna ilâve ettiği 4440 hadisten oluşan Ziyâdetü’l-Câmiʿ adlı zeylindeki hadislerin alfabetik şekilde sıralanmasından meydana gelmiştir (Beyrut, ts., [Dârü’l-erkam]; Kahire 1351). Eser, Tertîbü eḥâdîs̱i’ṣ-ṣaḥîḥ li-Câmiʿi’ṣ-ṣaġīr ve Ziyâdetih adıyla da basılmıştır (Riyad 1406).
4. İtḥâfü’l-müslim bimâ (verede) fi’t-terġīb ve’t-terhîb min eḥâdîs̱i’l-Buḫârî ve Müslim (Kahire 1951). Me’mûn es-Sâgarcî tarafından yeni bir neşri gerçekleştirilmiş olup Münzirî’nin aynı adlı eseriyle birlikte basılmıştır (Beyrut 1411/1991).
5. Tehẕîbü’n-nüfûs fî tertîbi’d-dürûs (Kahire 1329). Nevevî’nin Riyâżü’ṣ-ṣâliḥîn adlı eserinin muhtasarıdır.
D) Dua ve Ezkâr. 1. Efḍalü’ṣ-ṣalavât ʿalâ seyyidi’s-sâdât (Beyrut 1309, 1317, 1996). Nebhânî’nin bundan başka Saʿâdetü’d-dâreyn fi’ṣ-ṣalâti ʿalâ seyyidi’l-kevneyn (Beyrut 1316, 1318) ve Ṣalavâtü’s̱-s̱enâʾ ʿalâ seyyidi’l-enbiyâʾ (Beyrut 1317) adlı risâleleri vardır.
2. Riyâżü’l-cenne fî eẕkâri’l-Kitâb ve’s-Sünne (Beyrut 1319).
3. el-Virdü’ş-şâfî mine’l-mevridi’ṣ-ṣâfî (Beyrut 1319).
4. Müferricü’l-kürûb ve müferriḥu’l-ḳulûb (Beyrut 1323, 1424/2003). Hz. Peygamber ile diğer nebîlerden ve sâlih kişilerden rivayet edilen dua ve zikirleri içerir.
5. ed-Delâlâtü’l-vâḍıḥât ʿalâ Delâʾili’l-ḫayrât. Muhammed b. Süleyman el-Cezûlî’nin salavat mecmuası üzerine yazılmış bir şerhtir (Kahire 1955).
6. Câmiʿu’s̱-s̱enâ ʿalellāh. Eserde hadislerde geçen veya sahâbe ile âlimlere ait olan övgü ve yakarışları bir araya getirilmiştir (Halep 1408/1988; Beyrut 1417/1996).
E) Diğer Eserleri. 1. Ḫulâṣatü’l-beyân fî baʿżı meʾâs̱iri’s-Sulṭân ʿAbdilḥamîd Ḫân (Beyrut 1312).
2. Saʿâdetü’l-meʿâd fî muvâzeneti Bânet Süʿâd (Beyrut 1315). Kâ‘b b. Züheyr’in meşhur kasidesi hakkındadır.
3. Hâdi’l-mürîd ilâ ṭuruḳi’l-esânîd (Beyrut 1317). Nebhânî, hocalarının adını ve onlardan okuduğu kitapları kaydettiği bu eserin sonunda kısa otobiyografisine de yer vermiştir.
4. İrşâdü’l-ḫayârâ fî taḥẕîri’l-müslimîn min medârisi’n-Naṣârâ (Kahire 1322).
5. el-Beşâʾirü’l-îmâniyye fi’l-mübeşşirâti’l-menâmiyye (Beyrut 1329).
6. Ḳurretü’l-ʿayn mine’l-Beyżâvî ve’l-Celâleyn (Kahire 1338/1919, 1360). Kādî Beyzâvî ile Celâleyn tefsirlerinden yapılmış seçmelerden oluşmuştur.
7. Câmiʿu kerâmâti’l-evliyâʾ. Binden fazla mutasavvıfın hayat hikâyesini ihtiva eden eseri (Kahire 1394/1974) Abdülhalik Duran Sahabeden Günümüze Veliler ve Kerametleri adıyla Türkçe’ye çevirmiştir (I-IV, İstanbul, ts., [Hikmet Neşriyat]).
8. Sebîlü’n-necât fi’l-ḥubbi fillâh ve’l-buġżi fillâh (İstanbul 1985; Limasol 1412/1992).
9. Delîlü’l-muḫtâr ilâ aḫlâḳı’l-aḫyâr. Alışveriş ve ticaret ahlâkı ile malî ibadetler hakkındaki rivayetleri içerir (Limasol 1408/1987).
BİBLİYOGRAFYA
Nebhânî, Kerâmâtü’l-evliyâʾ, II, 386-409.
a.mlf., Hâdi’l-mürîd ilâ ṭuruḳi’l-esânîd, Beyrut 1317, s. 56-64.
Serkîs, Muʿcem, II, 1838-1842.
Brockelmann, GAL Suppl., II, 764.
Ziriklî, el-Aʿlâm (Fethullah), VIII, 218.
D. D. Commins, Islamic Reform: Politics and Social Change in Late Ottoman Syria, New York 1990, s. 116-118.
Muhammed Ali Hüdüv, “Yûsuf en-Nebhânî”, Mevsûʿatü Beyti’l-ḥikme li-aʿlâmi’l-ʿArab, Bağdad 1420/2000, I, 619-620.
Samir Seikaly, “Shaykh Yusuf al-Nabhani and the West”, Les européens vus par les libanais à l’époque ottomane (ed. Bernard Heyberger – Carsten-Michael Walbiner), Beirut 2002, s. 175-181.
Seyyid Alevî b. Abbas el-Hasenî, Fihristü’ş-şüyûḫ ve’l-esânîd, [baskı yeri yok] 1423/2003, s. 304-306.
Amal Ghazal, “Sufism, Ijtihad and Modernity, Yusuf al-Nabhani in the Age of ‘Abd al-Hamid II”, Ar.Ott., XIX (2001), s. 239-272.
https://sebasebin.blogspot.com/2025/06/el-istigasetul-kubra-bi-esmaillahil.html
Yûsuf Nebhânî
Son asır İslâm âlimlerinin büyüklerinden ve evliyâdan. İsmi Yûsuf bin İsmâil’dir. Nebhânî nisbesiyle meşhûrdur. 1849 (H.1265) senesinde Hayfa’da Eczim köyünde doğdu. 1932 (H.1350) senesinde Beyrut’ta vefât etti.
Küçük yaşından îtibâren ilim tahsîline başlayan Yûsuf Nebhânî, 1866-1872 seneleri arasında Kâhire’deki meşhûr Câmiü’l-Ezher Üniversitesinde yüksek din ilimlerini tahsîl etti. Ayrıca zamânın büyük âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı. Câmiü’l-Ezher’i bitirdikten sonra 1874 senesinde kâdı tâyin edildi. Şam’da kâdılık, Beyrut’ta Hukuk Mahkemesi Reisliği yaptı. Beyrut’ta yerleşerek uzun yıllar kâdılık vazîfesinin yanında çok kıymetli eserler yazdı. Musul, Haleb, Diyarbakır, Şehrezûr, Bağdât, Samarra, Kudüs veİstanbul gibi beldeleri gezdi. Gittiği yerlerdeki âlim ve velîlerle sohbetlerde bulundu.
Zamânın büyük velîsi Seyyid Fehim Arvâsî hazretlerinin hac yolculuğu sırasında, onu ziyâret edip elini öptü. Bereketli sohbetinde bulunup istifâde etti. 1892 senesinde Hicaz’a giderek hac vazîfesini yerine getirdi. Mübârek ve mukaddes makamları ziyâret etti. Senelerce Medîne-i münevverede kalıp incelemelerde bulundu. Orada bulunduğu sırada Vehhâbîlerin Eshâb-ı kirâmın, âlim ve velîlerin kabirlerine ve onların yaşayışlarına karşı olan tutumlarını inceleme fırsatı buldu. Yazdığı Şevâhidü’l-Hak kitabında İbn-i Teymiyye’nin ve Vehhâbîlerin bozuk fikir ve inanışlarını reddetti. Bu eserinde ayrıca Eshâb-ı kirâmın üstünlüklerini, hazret-i Muâviye ile Amr bin Âs hazretlerinin yüksekliklerini ve İslâmiyete olan hizmetlerini anlattı. Câmiü’l-Ezher Üniversitesi profesörlerinden Allâme Şeyh Ali Muhammed Beblâvî Mâlikî, Allâme Şeyh Abdurrahmân Şerbînî, Şeyh Ahmed Hüseyin Şâfiî, Şeyh Ahmed Besyânî Hanbelî, Ârif Allâme Süleymân Şübrâvî, Şeyh Abdülkâdir Râfiî, Mısır Başmüftüsü Allâme Bekrî Muhammed Sadefî, Müderris Muhammed Abdülhay Kettânî İdrîsî Fâsî, Allâme Seyyid Ahmed Bey Şafiî, Allâme Şeyh Saîd-i Mûcî, Allâme Şeyh Muhammed Halebî ve daha pekçok Ehl-i sünnet âlimleri, Yûsuf Nebhânî’nin yazdığı Şevâhidü’l-Hak kitabını beğenmişler, uzun yazıları ile övmüşlerdir.
Yûsuf Nebhânî hazretleri Şevâhidü’l-Hak kitabında, Vehhâbîlerin; “Mutlak ictihad her zaman vardır.” demelerinin yanlış olduğunu, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem ve bütün evliyânın mezarlarını ziyâret için uzak yerlere gitmenin uygun olduğunu, Resûlullah efendimizi ve evliyâyı vesîle ederek Allahü teâlâya duâ etmenin meşrû ve câiz olduğunu, dört hak mezhebdeki âlimlerin, İbn-i Teymiyye’nin çıkardığı bid’atlere karşı olan yazılarını bildirmektedir.
Yûsuf Nebhânî hazretleri ilmiyle amel eden fazîlet sâhibi derin âlim ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gayret eden velî bir zâttı. Her sözü ve hareketi Allahü teâlânın emirlerine ve sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uygundu. Allahü teâlânın velî kullarını çok sever, onların yüksek hallerini ve menkîbelerini anlatırdı. Bu sebeple evliyânın kerâmetlerinin hak olduğunu ve onların pekçok kerâmetlerini ve kısa hal tercümelerini anlatan iki cildlik Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ adlı eserini yazdı. İçinde binlerce velînin kerâmetleri bulunan bu kitabı 1911 yılında Mısır’da basıldı.
Yûsuf Nebhânî hazretleri o zaman Osmanlı Devletine bağlı ve önemli ilim merkezlerinden olan Beyrut’ta, Arapça neşriyat yapan ve zamânının en iyi kitaplarını en iyi şekilde basan, önce hıristiyanlığın Mârûnî koluna mensûb iken, daha sonra İslâmiyeti kabûl etmekle şereflenen Ahmed Fâris Şedyak’ın, Cevâib adlı matbaa ve yayınevinin bir çok kitaplarını tashih etti. O devirde bütün İslâm dünyâsını maddî ve mânevî yönden tehdid eden hıristiyanlık kültürüne karşı İslâmiyeti müdâfaa eden eserler yazarak âlem-i İslâmı uyandırmaya çalıştı. İslâmiyeti temelinden yıkmak isteyen misyonerler tarafından açılan kolejlere müslümanların çocuklarını göndermemeleri için gayret etti. Bu hususta İrşâdü’l-Hıyârâ min Tahzîri Medâris-in-Nasâra (Hıristiyan Kolejlerine Çocuk Yollamaktan Sakındırmak İçin Aklı Erenlere Yol) adlı kıymetli bir eser yazdı.
Yûsuf Nebhânî hazretleri, Kudüs tarafında yaşayan velîlerden Abdülhamîd bin Necîb Nûbânî ile görüşüp sohbet etti. Bir gün Abdülhamîd bin Necîb Nûbânî ona; “Zamânın evliyâsı seni seviyor ve işlerine de yardımcı oluyorlar. Bu velîlerden ikisi ile büyük câmide görüştüm. Hani Lazkiye’de bir iş için yardım istemiştin de sana yardım etmişlerdi.” dedi. Bu sözleri işiten Yûsuf Nebhânî hazretleri hayretler içinde kaldı. Çünkü seneler önce meydana gelen bu hâdiseyi kimseye anlatmamıştı. Hâdise şuydu:
Lazkiye’de Cezâ Mahkemesi Reisi iken bir hıristiyan öldürülmüştü. Onun akrabâsı ve diğer hıristiyanlar, kâtil olarak köyün ileri gelen müslümanlarından birini gösteriyorlar, hapsedilmesi veya îdâm edilmesini istiyorlardı. Halbuki o müslüman suçsuzdu. Ona iftirâ ediyorlardı. Vilâyetin vâlisi ile bu hususta telgrafla haberleştiler. Birçok yalancı şâhit buldular. Mahkemede, müslüman şahsı, öldürülen hıristiyana kurşun sıkarken gördüklerini söylediler. Nihâyet müslüman şahıs hapse atıldı ve üzerinden aylar geçti. Halk arasında bu işin iftirâ olduğu konuşuluyordu. Müslümanlardan pekçok kimse Yûsuf Nebhânî’ye gelerek hâdisenin iftirâdan başka bir şey olmadığını, gerekirse aleyhte bâzı deliller bulabileceklerini söylediler. Yûsuf Nebhânî hazretleri onlara; “İnşâallah hak ortaya çıkıncaya kadar bu meseleyi tetkik edip inceleyeceğim.” dedi. Ancak hâdisenin ortaya çıkışından îtibâren gelen haberlerden bunun kesin olarak yalan ve iftirâ olduğunu iyi anladı. Fakat hıristiyan yalancı şâhitler çok olduğu için, o müslümanı kurtarmak çok zordu. Kânun, şâhitlik husûsunda müslüman ile kâfir arasında fark görmüyordu. Bu sebeple Yûsuf Nebhânî hazretleri müslümanı kurtaramama endişesi içindeydi. Çünkü mahkeme heyetinde onunla beraber karar veren dört kişi daha vardı. Üçü müslüman kimsenin aleyhine hükmetseler ekseriyete göre karar verilir, müslüman zâtın suçlu olduğu sâbit olurdu. Böyle bir durumda onun hakkında verilecek hüküm îdâmdı. Yûsuf Nebhânî hazretleri kendisinin bulunduğu mahkemede suçsuzluğunu bildiği bir müslümanın zarar görmesine çok üzülüyordu. Mahkeme günü geldi. Evinden üzgün ve zihni karışık bir halde çıktı. Yolda giderken bu işin kolay olması için Ehl-i nevbet denilen zamânın evliyâsından yardım istedi. Çünkü onlar Allahü teâlânın izniyle gizli tasarruf sâhibi olup, yardım ederlerdi. Yûsuf Nebhânî hazretleri; “Ey Allahü teâlânın sevgili kulları! Ey Ehl-i nevbet! Bu zor dâvâyı bir nazar buyurun da, eziyet ve meşakkat olmadan, bu müslüman, Allahü teâlânın izniyle kurtulsun.” diye yalvardı.
Mahkeme salonuna girdiği zaman herkesin iknâ olacağı bir usûl hâtırına geldi. Müslüman kimsenin suçsuzluğunun ortaya çıkması için şâhitlere işlenen suçun ne zaman ve nasıl meydana geldiğini, cinâyetin nasıl bir âletle işlendiğini, orada kimlerin hâzır bulunduğunu ve daha başka hususları sordu. Şâhitlerin bunların hepsini bilmesi mümkün olmadığı gibi, hepsinin aynı ifâde üzerinde birleşmeleri de mümkün değildi. Şâhitlerin hepsi de yalnız cinâyetin nasıl işlendiği ile ilgili hususta aynı cevâbı verdiler. Diğer sorulara çok farklı cevaplar verdiler. Şâhitlerin ifâdeleri tek tek alınıyor ve diğerlerinin de ifâdeleri alınıncaya kadar bırakılmıyordu. Nihâyet şâhitlerin hiçbirinin ifâdesi diğerini tutmadığı için yalancı oldukları ortaya çıktı. Müslüman ve hıristiyanlardan meydana gelen mahkeme heyetinin hepsi müslüman kişinin suçsuz olduğunu anlayıp, berâatine, serbest bırakılmasına ve mazlum olduğuna söz birliğiyle karar verdiler. Hıristiyanlar çok üzerinde durdukları ve ehemmiyet verdikleri halde, Allahü teâlânın izniyle bu zor mesele kolaylıkla halledildi.
Yûsuf Nebhânî hazretleri sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine titizlikle uyardı. Bu sebeple Peygamber efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem zamânında ve daha sonra meydana gelen mûcizelerini anlatmak için Huccetullahi alel-Âlemîn fî Mûcizâti Seyyidi’l-Mürselîn adlı eserini ve Peygamber efendimizin hayâtını anlatan El-Envârü’l-Muhammediyye mine’l-Mevâhibi’l-Ledünniyye adlı kıymetli eserini yazdı.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han zamânında Beyrut’ta vazîfeli olduğu sırada, Beyrut vâlisi bir takım gerekçeler ileri sürerek Yûsuf Nebhânî’nin vazîfeden alınması veya başka bir yere tâyin edilmesi için pâdişâha teklifte bulundu. Sultan Abdülhamîd Han, Yûsuf Nebhânî hazretlerini Beyrut’a yakın bir yere tâyin ederek, vazîfelendirmeyle ilgili kararnâmeyi imzâladı. O gece Peygamber efendimiz, Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın rüyâsına girerek; “Beyrut’ta bizi en çok seven Yûsuf Nebhânî idi. Bizim bu âşıkımızın Beyrut’taki aslî vazîfesinde kalması uygundur.” buyurdu. Pâdişâh bu rüyâ üzerine hazırlattığı kararnâmeyi iptal ettirdi ve Beyrut’ta kalması için emir çıkarttı.
Yûsuf Nebhânî hazretleri ilim ve fazîlette yüksek bir zât olduğu gibi, bütün gücüyle Ehl-i sünnet dışı zararlı ve reformcu cereyanlarla mücâdele etti. Hakîkî kurtuluş yolu olan Ehl-i sünnet vel-cemâati müdâfaa etti. Bu sebeple Vehhâbîler ve kendilerinin selefi olduğunu iddiâ eden reformcu çevreler, bu büyük zâtı sevmezler, isminden ve eserlerinden bahsetmezler.
Osmanlı Devletinin son zamanlarında yaşayan Yûsuf Nebhânî hazretleri, devletin parçalandığını ve yıkıldığını görmüş, İslâm düşmanlarının bilhassa İngilizlerin türlü hîleleriyle Türklerle Arapların birbirlerine düşman edildiklerine ve düşmanların maskarası durumuna düştüklerine şâhid olmuştu. Osmanlıların İslâmiyete yaptıkları hizmetleri takdir eden, ileri görüşlü bir zât olan Yûsuf Nebhânî hazretleri, 1932 (H.1350) senesi Ramazan ayında Beyrut’ta vefât etti.
Yûsuf Nebhânî hazretlerinin çeşitli konularla ilgili pekçok eserleri vardır. Brockelmann elli iki eserinden bahsetmiştir. Bunların bâzıları şunlardır:
1) El-Fethu’l-Kebîr: Bu eserinde on dört bin dört yüz elli hadîs-i şerîfi harf sırasına göre toplamıştır. Üç cild hâlinde basılmıştır. 2) Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ: İki cild olup içinde binlerce evliyânın kerâmetleri anlatılmıştır. 3) Tayyibâtü’l-Garrâ fî Medhi’l-Enbiyâ, 4) El-Mecmûat-ün-Nebhâniyye fil-Medâihi’n-Nebeviyye ve Haşiyyetühâ, 5) Müntehabü’s-Sahihayn min Kelâmî Seyyidi’l-Kevneyn, 6) El-Ehâdisü’l-Erba’în fî Vücûbi Tâati Emîri’l-Müminîn, 7) Hizbü’l-İstigasât bi-Seyyidi’s-Sâdât, 8) İrşâdü’l-Hayârâ fî Tahzîri’l-Müslimîn min Medârisi’n-Nasârâ, 9) El-Burhân-ül-Musaddak fî İsbâtü Nübüvvet-i Seyyidinâ Muhammed, 10) Câmiu’s-Salevât, 11) Riyâzü’l-Cenne fî Ezkâri’l-Kitâb ve’s-Sünne, 12) Saâdetü’d-Dâreyn, 13) Hulâsâtü’l-Kelâm fî Tercihi Dîni’l-İslâm, 14) Es-Sihâmü’s-Sâibe)
RESÛLULLAH’I GÖRDÜ
Yûsuf Nebhânî hazretleri Peygamber efendimizi sık sık rüyâda görür; “Beni rüyâsında gören sağlığımdayken görmüş gibidir.” hadîs-i şerîfinde müjdelenen yüksekliklere kavuşurdu. Bir defâsında Lazkiye’de vazîfeli bulunduğu sırada bir gece Peygamber efendimize çokça salevât-ı şerîfe okuduktan sonra yatağına uzandı. Uyuduğu zaman rüyâsında ayı on dördüncü gününde parlak olarak gördü. Yeryüzünü çok yakından aydınlatan ay ile Yûsuf Nebhânî hazretleri arasında çok kısa bir mesâfe vardı. Aya biraz dikkatli baktıktan sonra ayın üzerinde cemâl ve güzelliği gâyet çok bir çehre belirdi. O çehrenin sâhibi Yûsuf Nebhânî hazretlerine bakıyordu. Yûsuf Nebhânî de o çehreye bakıyordu. Dikkatlice baktığında o çehrenin sevgili Peygamberimize âid olduğunu anladı. Onu görmesinin çok kısa olacağını düşünerek, bu kısa zaman içinde en önemli bir husûsu istemeye niyet etti. Kendi kendine; “En önemli şey, son nefeste îmânla gitmektir.” diye düşündü. Peygamber efendimize dönüp; “Yâ Resûlallah, ölüm ânında îmân ile gitmeyi istiyorum.” diye tekrar tekrar yalvardı. Peygamber efendimiz memnun ve tebessüm eder bir vaziyette bakıyordu. Biraz sonra ayın ışığı fazlalaştı. Peygamber efendimizin mübârek çehreleri kayboldu. Ay aynı şeklinde ışığını saçmaya devâm etti.
Bir defâsında da Peygamber efendimizi Medîne-i münevveredeki bir yerde rüyâda gördü. Peygamber efendimiz yüzü açık bir halde uyuyordu. Yûsuf Nebhânî yakınına varıp oturdu ve uyanmasını beklemeye başladı. Orada başkaları da vardı. Biraz sonra Peygamber efendimiz uykudan kalkıp bir kürsünün üzerine çıktı. Yûsuf Nebhânî hazretleri herkesten önce Peygamber efendimizin huzûruna vardı, önce elini sonra da mübârek ayaklarını öptü. Peygamber efendimiz ona; “Cennet’e girersin.” buyurarak müjdede bulundu.
Kaynaklar
1. Seâdetü’d-Dâreyn; s.478
2. Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) s.1164
3. İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c.3, s.2077
4. Câmiu Kerâmâti’l-Evliyâ; c.2, s.52
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder