Ashab'ı Kehf İsimlerini Yeniden Güncelleme
Genelde Ashabı Kehfin isimlerini *Ş* harfi ile okuruz. Bu yazma eserde *S* harfi ile bitiş yapılmış. Ş harfi ile bitiş İbranice'ye yakın kullanım. ancak Aramice ve Süryaniceye yakın olarak kullanmak daha uygun olmalı
Pagandan
Hıristiyanlık ve Müslümanlığa Bir İnanç Merkezi: Ashab-ı Kehf ve Günümüzde
Tarsus Ashab-ı Kehf'te Hıdrellez Şenlikleri
Yrd. Doç. Dr. Refiye ŞENESEN
Çukurova Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Bölümü
Bir kentin yaşamını etkileyen en önemli koşullardan
biri, o kentin kurulduğu yer ve çevresidir. Anadolu’ da, geçmişi tarihin ilk
çağlarının başlangıcına kadar ulaşan bir çok kent vardır. Ancak bunlardan çok
azı günümüzde hâlâ yaşamını sürdürmektedir. Tarsus, hem adıyla hem de kurulduğu
ve geliştiği yerle, yaşamında hiçbir kesinti olmadan günümüze ulaşan kentlerin
başında gelir. Onun bu zengin geçmişinin ve kültürel birikiminin asıl kaynağı
da kurulduğu yer ve çevresidir ( Zoroğlu, 1995: 9 ).
Tarsus, hem Paulus’ un yaşadığı yıllar ve sonrasındaki
önemiyle hem de Paulus’ tan önceki 5 bin yılı aşan geçmişiyle doğu ile batının
buluştuğu, her iki kültürün kaynaştığı ve etkileri günümüze kadar ulaşan ilginç
bir sentezin yeşerdiği, Güney Anadolu’ nun Akdeniz kıyısındaki en büyük
metropollerinden biriydi.
Arkeolojik kazılar, kentin kuruluşunu neolitik çağa
kadar götürmektedir. Geçmişi bu kadar eskiye giden bir kentin kuruluşu ile
ilgili çok sayıda efsanenin, mitin bulunması doğaldır. Bu efsane ve mitlerin
içerikleri incelendiğinde, kentin kuruluşunun bir tanrıya ya da tanrısal bir
kavrama borçlu olduğu özellikle vurgulanmak istenir. Tarsus’un o kadar çok
kuruluş efsanesi vardır ki; bunların her biri onun zengin geçmişinin önemli
belgelerini oluşturur. Bu kuruluş öyküleri her ne kadar Hellenistik ve Roma
çağlarında toplanmış ve bunlarda Hellen mitoslarının motifleri var gibi
görülüyorsa da; Tarsus’ un kuruluş öykülerinde yerli Anadolu ve diğer doğulu
unsurların daha ağır bastığı gözden kaçmaz. Ayrıca bunların içerikleri yalın
birer öykü gibi değil, aynı zamanda tarihsel olguların anlatımları olarak da
algılanmalıdır ( Zoroğlu, 1995 : 13-14 ).
1.1 Ashâb-ı Kehf’ in Bir İnanç Merkezi Olması
Ashâb-ı Kehf Mağarası, Mersin’ in Tarsus ilçesinde yer
alan bir inanç merkezidir. Bin yıllar boyunca çeşitli uygarlıklara beşiklik
eden bölge, Hıristiyan dünyasının ve Avrupa ülkelerinin değişik ölçülerde etkilendikleri
Bizans ve Roma kültürüne ev sahipliği yapmıştır.
Bu bildiride Ashâb-ı Kehf ‘in pagan kültürden ilk
Hıristiyanların sığınak yeri olmasına, daha sonra da Kur’ân-ı Kerim’ de geçen
bir kıssayla Müslümanlarca da kutsal kabul edilen bir yer olmasına değin geçen
süre incelenecek, bir inanç merkezi olarak çevresinde oluşan kültür değerleri
irdelenip, son olarak mevsimlik törenin bir inanç merkezi çevresinde nasıl
şenliğe dönüştüğü konusu, inanç merkezinin kültür ve sanat mirasına katkıları
bağlamında değerlendirilecektir.
Eshâb-ı Kehf, Eshâbülkehf, Ashâb al Kahf, “mağara
yaranı”, “ Ephesus’ un yedi uyuyanı” denilen gençler için Kuran’da kullanılan
addır. Ashâb- ı Kehf’ in nerede ne zaman yaşadığı, kaç kişi oldukları,
isimleri, kaç yıl uyudukları konusunda değişik yorumlar vardır. Üzerinde en çok
tartışılan konu mağara ehlinin nerede yaşadığıdır.
Anadolu’da, Afşin ve Tarsus’ta Eshâb-ı Kehf,
Ephesus’ta ise Yedi Uyurlar adıyla anılan ve ziyaret edilen mağaralar vardır
(Ana Britannica, 1988: 291). Bunun dışında Eskişehir’in Han ilçesi
(midas26.sistemy.net.com), Diyarbakır’ın Lice ilçesi (www.diyarbakir.com) ve
Sivas’ın Divriği ilçesi de (www.divriği.net) Ashâb-ı Kehf’e sahip çıkmaktadır.
İspanya, Cezayir, Mısır, Ürdün, Suriye, Afganistan ve Doğu Türkistan’da Eshab-ı
Kehf’e ait olduğu ileri sürülen mağaralar vardır. Muhammed Teysir Zabyan,
“Ehlül Kehf” adlı kitabında Ashâb-ı Kehf’in Ürdün’de Amman yakınlarındaki bir
mağarada bulunduğunun burada yapılan kazılarda kesinlik kazandığını ve bir çok
ilim adamının da aynı kanaatte olduğunu çeşitli belgelerde ispata çalışmaktadır
(Ersöz, 1999: 467) .
Batı kaynaklarında şehrin ismi hep Ephesus olarak
geçer. 1926’ da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede yapılan
kazılardan sonra Panayırdağı’ nın doğu yamacında bulunan kalıntıların V.
yüzyılın ortalarında (II. Theodosius dönemi) onlar adına yapılan bazilikaya ait
olduğu ileri sürülmüştür. Ancak Hıristiyanlık’ta yedi uyurlara nisbet edilen
başka yerler de vardır (Ersöz, 1999: 465) .
Doğu kaynaklarının bir kısmında ise şehrin ismi Efsus
olarak geçer. Araplar bu isim altında iki yer bilirler. Biri Ephesus’tur diğeri
de Kapadokya’daki eski Arabissus’tur. Buna Absus (bu günkü Yarpuz) da denir
(Wensinck, 1988:372). Kurân’da mağaranın yeri bildirilmemekte ancak konumunun
kuzey-güney istikametinde olduğu belirtilmektedir
(Ersöz, 1999: 466) .
Kur’ân-ı Kerim’ de Ashâb-ı Kehf ile birlikte anılan
“rakîm” hakkında kaynaklarda birbirinden farklı görüşler yer almaktadır. Bunun
Ashâb-ı Kehf’in içinde bulunduğu vadinin veya dağın yahut memleketin, hatta
köpeklerinin adı olduğunu iddia edenlerin yanında, onların adlarının veya
maceralarının yazıldığı bir kitabe, bakır veya kurşun bir levha olduğunu
söyleyenler de vardır. Buharî de rakîmin kitabe olduğunu söyler. Bazı tarihçilere
ve el-Müsned’deki bir rivayete göre Ashâbü’r-rakîm, Ashâb-ı Kehf’ten başka
kimselerdir. Nakledildiğine göre bunlar yağmurlu bir günde bir mağaraya
sığınmak zorunda kalan üç kişiydiler. Dağdan yuvarlanan bir kaya mağaranın
ağzını kapayınca, hayatları boyunca yaptıkları en değerli birer iyiliği anarak
bu sıkıntıdan kurtulmaları için Allah’a dua ettiler. Allah da dualarını kabul
ederek onları kurtardı. Arap coğrafyacılarına göre ise rakîm bir yer adıdır
(Ersöz, 1999: 467) . İbn Hurdazbeh cesetlerin bulunduğu mağaraya al-Rakîm der
ve maceranın Ephesus’ta geçtiğini kaydeder. Buna karşılık al- Mukaddisi,
mağarada bulunan 13 kişinin ashâb al-kehf olduğunu ve Ürdün’ün doğusunda, Amman
civarında al-Rakim adında bir yer bulunduğunu söyler. Bu mahallin, kahramanı 3
kişi olan olağanüstü bir olayın gerçekleştiği yer olduğunu söylenir (Wensinck,
1988: 372) .
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı şehir ve sığındığı mağara
konusunda çeşitli kaynaklarda değişik bilgilere rastlamaktayız. Bunun en büyük
sebebi halkın bu denli cesur ve yiğit insanların kendi yaşadıkları ortamda
olmalarını istemeleri ve bu bölgedeki mağaraların birbirine çok benzemesidir.
Örneğin bu yerlerin hemen hepsinde mağaraların üzerine yapıldığı belirtilen
birer mabet vardır.
Bilindiği gibi Efes Hıristiyanlarca kutsal kabul
edilir. Çünkü Efes’te şimdi kiliseye dönüştürülmüş olan ve Hz. Meryem’e ait
olduğu söylenen bir ev vardır. Ashâb-ı Kehf’in Hıristiyanlarca kutsal kabul
edilen bir yerde yaşamış olması de onlara göre büyük ihtimaldir. Hatta bazı
Hıristiyan kaynakları yer konusunda kesinlik bildirirler. Konuyla ilgili en
eski kaynak Suriye’li rahip Saruclu James’e aittir (doğumu, MS 452) . Ünlü
tarihçi Gibbon, “Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü” adlı kitabında James’ten bir
çok alıntı yapmıştır. Gibbon’a göre bu yer, Anadolu’nun batı sahilinde Roma’nın
en büyük limanlarından ve en büyük şehirlerinden birisi olan Ephesos’tur. Bugün
bu kalıtı ve mezarların üzerinde bir çok dini yapı inşa edildiği biliniyor.
1926’ da Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından bölgede yapılan kazılardan
sonra, Panayır (Pion) Dağı’nın doğu yamacında bulunan kalıntıların, V. yüzyılın
ortalarında (II. Theodosius dönemi ) Ashâb-ı Kehf adına yapılmış olan yapıya
ait olduğu bilinmektedir L. Massignon, C.3: 104-108).
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer olarak gösterilen ikinci
yer Tarsus’tur. Gerçekten de Tarsus’un kuzeybatısında Encilüs veya Bencilüs
adıyla bilinen dağda Kuran’daki tariflere uygun bir mağara vardır . Tarsus
fikri bir çok İslam aliminin de ortak görüşüdür. Kur’ân tefsircilerinden en
ünlülerinden biri olan Taberî , Tarih-ül Ümem isimli kitabında, Ashâb-ı Kehf’in
mağarasının bulunduğu dağın adını Bencilüs olarak belirtmiş, bu dağın da
Tarsus’ta olduğunu söylemiştir. Bir diğer tanınmış Kur’an âlimi olan Fahreddin
Razî de eserinde “Bu yere Efsus denilse de buradan kasıt Tarsus’tur, zira Efsus
Tarsus’un başka bir adıdır” diyor. Yine tanınmış tefsircilerden olan Muhammed
Emin, dağın isminin “Pencilüs” olduğunu ve Tarsus’ta bulunduğunu belirtmiştir.
Pencilüs olarak telaffuz edilen isim Bencilüs olarak da söylenmektedir.
Bunlardan başka Kadı Bayzavî’nin ve Nesefî’nin
tefsirlerinde, Celâleyn ve Tıbyân tefsirlerinde , Elmalılı’nın, Ö. Nasuhi
Bilmen’in ve diğer bir çok âlimin tefsirlerinde bu yerin ismi olarak “Tarsus”
verilmiştir. Ayrıca tüm müfessirler 17. ayetteki “ Güneş doğduğunda onların
mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser geçerdi”
cümlesini, bu dağdaki mağaranın ağzının kuzeye bakıyor olmasıyla açıklar.
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer, Osmanlı İmparatorluğu
zamanında da merak edilmiş ve bununla ilgili bazı araştırmalar yapılmıştır.
Başbakanlık Osmanlı arşivlerinde konuyla ilgili bir dizi yazışma ve bilgi
mevcuttur. Örneğin Tarsus mahalli idaresinin Osmanlı Devleti Hazine Amirine
gönderdiği bir mektupta, Tarsus’ta bulunan Bencilüs Dağındaki Ashâb-ı Kehf
mağarasının koruma ve temizliğiyle ilgilenenlere maaş bağlanması konusundaki
talebini bildiren bir dilekçe ve mektup yer alır. Bu mektuba cevap olarak
istenen maaşların devlet hazinesine ödenebilmesi için, burasının gerçekten
Ashâb-ı Kehf’in yaşadığı yer olup olmadığı konusunun araştırılması gerektiği
bildirilmiştir. Bunun için yapılan araştırmalar da Ashâb-ı Kehf’in mağarasının
yerinin tespitinde yararlı olmuştur.
Meclis tarafından yaptırılan bir araştırmada
hazırlanan raporda şöyle denmiştir: “Adana eyaletine bağlı bulunan Tarsus’un
kuzeyinde ve Tarsus’a iki saat uzaklıktaki dağda bir mağara bulunmaktadır ve bu
mağaranın ağzı Kur’ân’da bildirildiği gibi kuzeye bakar (Akgündüz, 1993:37)
Hem Hıristiyan hem de İslam kaynaklarında övülen
Ashâb-ı Kehf’in genel kabule göre Roma İmparatoru Decius zamanında yaşadıkları
düşünülmektedir. Decius (Decianus), Neron’la birlikte Hıristiyanlara en çok
zulmeden Roma imparatoru olarak bilinir. İktidarda bulunduğu kısa dönemde,
hakimiyeti altında yaşayan herkesin Roma tanrılarına kurban adamalarını zorunlu
kılan bir kanun çıkarmıştır. Herkes bu putlara kurban adamakla, dahası bunu
yaptıklarını gösteren bir onay belgesi almak ve devlet görevlilerine
göstermekle yükümlü tutulmuştu. Karara uymayanlar için de idam cezası
uygulanmıştı. Hıristiyan kaynakları, bu dönemde Hıristiyanların önemli bir
bölümünün “şehirden şehire” kaçarak ya da gizli sığınaklara giderek bu
putperest ibadetinden kaçındıklarını yazarlar. Ashâb-ı Kehf, büyük olasılıkla
bu İsevilerin içinden bir gruptur.
Kuzeybatı Anadolu’da bulunan Roma Valisi Piliniyus’ un
(MS. 69-113) İmparator Trayanus’a yazdığı mektupta “İmparatorun heykeline
tapınmadıkları için cezalandırılan “Mesihçiler” den (Hıristiyanlardan)
bahsedilir. Bu mektup, o dönemde İsevilere yapılan baskıları anlatan önemli
belgelerden birisidir.
İmparator Decius’un adı antik eserlerimiz hakkındaki
kitaplarda ve seyahatnamelerde sık sık geçmektedir. Ünlü gezginimiz Evliya
Çelebi eski yapıların bir çoğunu “Takyanus eseridir” diye ona maletmektedir.
Ortada Takyanus diye bir Roma İmparatoru bulunmadığına göre bu ad Ebulfareç’in
temas ettiği Decius’ten gelmektedir. Gerçi Araplar Roma İmparatoru
Diokletianus’a (283-306) Takyanus ismini vermişlerdir. Fakat bu durum gerçeğe
ne kadar uygundur kesin olarak belli değildir (Çıplak, 1968:80-81) .
Ünlü tarihçi Gibbon da yedi Hıristiyan gence işkence
yaparak mağaraya sığınmaya zorlayan kişinin İmparator Decius olduğunu söyler.
Gençlerin uzun uykularından uyandıkları dönemin imparatorunun adı ise Müslüman
araştırmacılara göre Tezusius, Gibbon’a göreyse II. Theodosius’tur. Bu
imparator, Roma İmparatorluğu Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra MS. 408-450
yıllarında tahtta bulunuyordu.
Kur’ân-ı Kerim’de olayın ne zaman olduğu hakkında
bilgi verilmemektedir. Ashâb-ı Kehf’in Hz. İsa’dan önce mi yoksa sonra mı
yaşadığı, dolayısıyla hangi dine mensup olduğu konusunda bir açıklık yoktur.
Kehf Suresinin iniş sebebiyle ilgili rivayete göre, Medine yahudileri, Kureyş
müşrikleri tarafından akıl danışmak üzere kendilerine gönderilen Nadr b. Haris
ile Ukbe b. Muayt’a üç şeyi peygambere sormalarını tavsiye ederler. Eğer
bilirse gerçek peygamber olduğunu, aksi halde peygamber olmadığını söylerler.
Medine yahudilerinin peygambere sorulmasını
istedikleri ilk soru Ashâb-ı Kehf’le ilgilidir. Bu sebeple onların Hz. İsa’dan
önce yaşadıkları ileri sürülmüştür. Nitekim Ebü’l- Hasan el-Maverdi bu
gençlerin Hz. İsa’dan önce yaşadıklarını söylemektedir. Diğer taraftan rakîm
kelimesinin etimolojisinin de gösterdiği üzere genel olarak bu kelime “yazılı
belgeler” anlamına geldiğine göre Kur’ân’daki “Ashâbü’l-Kehf ve’ r-rakîm ”i ,
yazdıklarını mağarada muhafaza eden Esseniler veya onların öncüleri olarak
anlamak da mümkündür. Çünkü Kur’ân ‘da (el-Kehf 18/21), onların bulundukları
yere bir mescit yapıldığı ifade edilmekte, Esseniler de kendi mabedlerine
“mescit” demektedirler. Kur’ân-ı Kerim ise Hıristiyan kiliselerini ve Yahudi
sinagoglarını ifade etmek için mescit kelimesini kullanmamakta, onları
“savami”, “biya” ve “salevat” olarak anmaktadır. Ayrıca Ashâb-ı Kehf kıssasında
yiyeceklerle ilgili olarak kullanılan “ezka” kelimesi (el-Kehf 18/19)
müfessirlere göre “helal” anlamındadır. Essenilerin helal ve haram konusunda
çok titiz oldukları, Tevrat’ın yiyeceklerle ilgili hükümlerine sıkı sıkıya
bağlı bulundukları kaynaklarda belirtilmektedir. Halbuki Hıristiyanlığa göre ,
“Ağızdan giren değil, ağızdan çıkan pistir ”. St.Paul’e göre ise çarşıda
satılan her şey yenebilir. Bütün bunlar, Kur’an-ı Kerim’de kıssaları anlatılan
“Ashâb-ı Kehf ve’r-rakîm” in Hıristiyanlık öncesi dönemde yaşadıklarını da
düşündürmektedir (Ersöz, 1999:466-467) .
Ashâb-ı Kehf’in hikayesi değişik kaynaklarda değişik
şekillerde anlatılır. Hıristiyanlıkta VI. yüzyılın başından itibaren yüceltilen
ve Kuzey Afrikalı Hacı Theodose tarafından 530’lara doğru kabirleri ziyaret
edilen “Efes’in Yedi Uyurları” ile ilgili kıssa şöyledir:
İmparator Decius (Dakyanus) Efes’e gelerek putlara
tapınmayı ve Hıristiyanların onlara kurban kesmelerini emreder. Gizlice
Hıristiyan olmakla suçlanan ve imparatorluk sarayında yaşayan yedi genç,
imparatorun (başka bir rivayette ise Efes valisinin) huzuruna getirilir.
Baskıya rağmen putlara kurban kesmeyi reddeden gençlere düşünmeleri için mühlet
verilir. İmparatorun şehirden ayrılması üzerine gençler kaçarak Anchilus dağı
yakınlarındaki bir mağarada gizlenirler. Bu arada gençlerden biri (Diomedes
veye Lamblichus) hem olup biteni öğrenmek hem de yiyecek almak üzere tebdili
kıyafet ederek şehre iner. Kısa bir süre sonra Efes’e dönen Decius, gençlerin
huzuruna getirilmesini ister. Bunu duyan Diomedes, arkadaşlarına kralın emrini
haber verir ve onlar ilahi lütuf sonucunda derin bir uykuya dalarlar. Gençleri
bulamayan Decius babalarını çağırtır ve onların Anchilus dağındaki mağaraya
saklandıklarını öğrenir. Bunun üzerine diri diri gömülmeleri için mağaranın
girişinin büyük kayalarla kapatılmasını emreder. Theodore ve Rufinus adlı iki
Hıristiyan, genç şehitlerin hikayesini madeni bir levhaya yazıp mağarayı
kapatan kayaların altına koyar (Başka bir rivayete göre mağara kapanmadan önce
bir Hıristiyan, olayın mahiyetini yazdığı bakır bir levhayı içeriye atar) .
307 yıl sonra (158, 197, 353 yıl rivayetleri de
vardır.) İmparator II. Theodosius zamanında (401-450), papaz Theodore
öncülüğünde ölümden sonra dirilişi inkar eden bir akım baş gösterir.
Hıristiyanlığı kabul eden imparator bundan son derece rahatsız olur. Bu sırada
Tanrı, mağaranın bulunduğu bölgenin sahibi Adolius’un hatırına, sürüleri için
bir ahır yapma fikrini getirir. Bu maksatla mağarayı kapatan taşlar kullanılır
ve mağara yeniden açılır. Tanrı gençleri uyandırır. Onlar sadece bir gece
uyuduklarını zannetmekte ve Decius tarafından öldürüleceklerini
düşünmektedirler. Önceden olduğu gibi Diomedes tekrar şehre gider. Şehrin
kapıları üzerinde haç görünce çok şaşırır ve yoldan geçen birine bu yerin
gerçekten Efes olup olmadığını sorar. Gördüklerini arkadaşlarına bildirmek için
sabırsızlanır, fakat daha önce, yanında bulunan ve Decius dönemine ait olan
parayla yiyecek almak ister. Satıcı ve esnaf eski parayı görünce gencin hazine
bulduğunu zannederler ve bu hazineyi paylaşmayı düşünürler. Bu haber yayılınca
pek çok insan toplanır. Diomedes ise tanıdık var mı diye şaşkınlık içinde
topluluğa bakar. Şehrin papazı ve vali onu sorguya çekerler.O da başlarından
geçeni anlatır ve arkadaşlarını görmeleri için onları mağaraya davet eder.
Efesliler tepeye tırmanırlar ve gençlerin hikayesini anlatan iki kurşun levha
bulurlar. Daha sonra mağaraya giren halk, gencin arkadaşlarını sağ ve sakin bir
vaziyette görür. Theodosius’ a haber verilir. O da mağaraya gelir. Gençlerden
biri (Maximilian veya Achilides), yeniden dirilmenin gerçek olduğunu göstermek
için Tanrı’nın kendilerini derin bir uykuya yatırdığını ve kıyametten önce
dirilttiğini söyler. Daha sonra gençlerin hepsi ölüm uykusuna yatar ve oraya
bir bazilika yapılır (Ersöz, 1999:465 ; Ana Britannica, 1988:290 ; Çıplak,
1968:80) .
Ashâb-ı Kehf kıssasının anlatıldığı Kur’ân-ı Kerim’in
18. suresine bu kıssanın önemi dolayısıyla “Kehf” adı verilmiştir. Surenin 9-26.
ayetlerinde bildirildiğine göre putperest bir kavmin içinde Allah’ın varlığı ve
birliğine inanan birkaç genç, bu inançlarını açıkça dile getirip putperestliğe
karşı çıkmış, taşlanarak öldürülmekten veya zorla din değiştirmekten kurtulmak
için mağaraya sığınmışlardır. Yanlarındaki köpekleriyle birlikte orada derin
bir uykuya dalan gençler, muhtemelen 309 yıl sonra uyanmışlardır. Bu süre
Kur’ân- Kerim’de “Onlar mağaralarında 300 yıl kaldılar, dokuz da ilave ettiler”
şeklinde belirtilmektedir. 300 yıla 9 ilavesi, şemsi takvimle belirtilen
sürenin kameri takvime göre ifadesi olmalıdır. Müfessirlerden bazıları, bu
ayetteki ifadenin, meseleyi aralarında tartışan grupların sözü olduğu görüşünü
benimsemekte, gerçek süreyi sadece Allah’ın bilebileceğini bildiren ayetin de
bunu gösterdiğini söylemektedir.
Mağarada bir gün kadar uyuduklarını sanan gençler,
içlerinden birini gümüş bir para vererek yiyecek almak üzere şehre gönderirler.
Böylece onların durumunu görenler Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyametin
mutlaka geleceğini anlarlar, mağaranın bulunduğu yere bir mescit yapmaya karar
verirler (Ersöz, 1999:466 ; Wensinck, 1988:371) .
Kur’ân’da kıssayla ilgili bundan başka ayrıntı yoktur.
Hadis kaynaklarında yer almayan Ashâb- Kehf kıssası tarih ve tefsir kitaplarında
çeşitli rivayetler şeklinde geniş olarak nakledilmekte olup bu rivayetler ana
hatlarıyla Hıristiyan kaynaklarındaki tasvirlere uymaktadır. Ashâb-ı Kehf’in
isimleri ise dokuz kişi olarak, fakat Hıristiyan kaynaklarında olduğu gibi
farklı şekillerde nakledilmekte, köpeklerine de “Kıtmir” adı verilmektedir
(Ersöz, 1999:466 ; Wensinck, 1988:371-372).
Kur’ân-ı Kerim Ashâb-ı Kehf’in sayısı hakkında ihtilaf
olduğunu bildirmekte, köpekleriyle beraber dört veya altı olduklarına dair
tahminleri “karanlığa taş atma” diye nitelendirmektedir (el-Kehf 18/22). “Yedi
kişiydiler, sekizincisi köpekleri idi” (Ersöz, 1999: 466) .
Efes’in yedi uyurlarının sayısı Grek-Batı
geleneğinde de yedi olarak kabul edilmektedir. Jacques Sarug’a dayandırılan ve
Süryanice yazılan vaazda ise bu sayı sekiz olup, isimleri Hıristiyan
kaynaklarında farklı olarak alınmıştır (Ersöz, 1999:465)
Kur’ân’da
gençlerin adları hakkında bilgi verilmemektedir. Batıda yaygın olan anlatıda
Ashâb-ı Kehf Maksimianos, Malkhos, Markianos, Ioannes, Denis, Serapion ve
Konstantinos’tur. Doğudaki anlatılarda ise bu adlar Makselina, Yemeliha,
Mernuş, Saznuş, Derbernuş, Meslina ve Kefeştatayuş olarak geçer. Ayrıca Kıtmir
adında bir köpekleri olduğu anlatılır (Ana Britannica, 1988:291) .
Yedi uyurlar kıssasının gerçek olup olmadığı Batı’da
tartışılmıştır. Olayın tarihiliğine ilk karşı çıkan Baronius’tur. Tillernant ve
Honigmann ise Efes’te yedi bozulmamış cesedin bulunmasını tarihi bir gerçek
olarak kabul etmemektedir (Ersöz, 1999:466). Bu kıssa doğuda ilk defa olarak V.
yüzyılda Süryanice bir kitapta geçmiş ve Tel Mahra’lı Denys tarafından
anlatılmıştır. Batıda ise Theodosius’un “Arz-ı Mukaddes’e Dair” eserinde ilk
defa kıssaya rastlanır. Bu nakillerde gençlerin adları Yunancadır. Denys’in
kaydettiği naklin Yunanca’dan bir tercüme mi olduğu yoksa doğrudan doğruya
Süryani dilinde mi yazıldığı sorunu üzerine görüş birliği bulunmamaktadır
(Wensinck, 1988:372). Hıristiyan apolojetiği içinde yer alan kıssanın Yunanca
ve Süryanice dışında Kopt ve Gürcü dillerinde yazılmış biçimleri de günümüze
ulaşmıştır (Ana Britannica, 1988:291) .
Ashâb-ı Kehf kıssasının özünü oluşturan ve ölümden
sonra dirilişin bir örneği olan uzun süre mağarada uyuyup yeniden uyanma olayı,
İslam’ın dışındaki diğer bazı dinlerde ve çeşitli efsanelerde de yer
almaktadır. Hindistan’da bir tek kişinin uzun süre uykuda kalması olayına
rastlandığı gibi (Bhagavat Gita, Ramayana...), Hint kutsal kitaplarından
Mahabharata’da yedi kişinin, peşlerinde bir köpek olduğu halde rizayet için
krallığa ve dünyaya yüz çevirdikleri nakledilmektedir. Yahudilikte ise
Talmud’da Hani ha-Me’aggel adlı şahsın yetmiş yıl, Abimelek’in de altmış yıl
uykudan sonra uyandıkları hikaye edilmektedir (Ersöz, 1999:465) .
Ashâb-ı Kehf halk ağzında dilden dile aktarılırken
efsaneleşmiş (Önder, 1995:288), bunun yanında edebiyat eserlerimize de konu
olmuştur. Ünlü halk aşığı Karacaoğlan’ın efsaneleşen hayatında Ashâb-ı Kehf
mağarasının bir yeri vardır. Han Mahmut adlı halk hikayesinde ve diğer bazı
anlatımlarda Karacaoğlan’ın Tarsus’ta Karacakız adındaki bir Yörük beyinin
kızına aşık olduğu, kızı vermedikleri için Karacakız’ın, arkasından da
Karacaoğlan’ın Kırklar Mağarasına, bazı kaynaklara göre de Ashâb-ı Kehf
Mağarasına çekilerek orada öldüğü rivayet edilir.
Karacaoğlan ile Elif Gelin adıyla tasnif edilen başka
bir hikayede ise, Karacaoğlan’ın karısı Elif’i emanet ettiği beyin oğlunun
Elif’e musallat olması, gördüğü manzarayı yanlış anlayan Karacaoğlan’ın
üzüntüsünden Tarsus’taki Ashâb-ı Kehf mağarasına girip sır olması, erenlere
karışması anlatılır. (Günay, 1993:196 ; Kaya, 1998:171-178)
1.2 Ashâb-ı Kehf’in Çevresinde Oluşan Kültür Değerleri
ve Hıdrellez Şenlikleri
İçel’in Tarsus İlçesi’ndeki Ashâb-ı Kehf, günümüzde
Müslümanların Ramazan ve Kurban Bayramlarıyla diğer özel günlerde ziyaret
ettikleri, dilekler dileyip, adaklar adayıp, kurbanlar kestikleri bir
merkezdir. Bunların yanında günümüzde Tarsus’taki Hıdrellez Şenliklerinin
merkezi de Ashâb -ı Kehf olmuştur.
Hızır ya da Hızır ve İlyas kavramları etrafında İslami
bir içeriğe bürünmüş olan bu yaz bayramının kökü, İslamiyet ve Hıristiyanlık
öncesi İlkçağ Anadolu, Mezopotamya ve Orta Asya kültürlerindeki tabiatın
yeniden dirilmesini kutlama törenlerine kadar götürülür. Hıdrellez törenleri,
bolluk ve bereketi simgeleyen su ve yeşillik kavramlarının ön plana çıktığı,
ağacın bol bulunduğu, bazen içinde türbe de yer alan mesire yerlerinde kutlanan
eğlencelerdir.
Eskiden Rûz-ı Hızır (Hızır Günü) de denilen Hıdrellez,
halk arasındaki yaygın inançlara göre Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği günün
hatırasına kutlanmakta, Hızır-İlyas birleşik kelimelerinin halk telaffuzunda
aldığı biçimi yansıtmaktadır. Hıdrellez günü, bu gün kullandığımız Gregoryen
takvime göre 6 Mayıs’a denk gelmektedir. Bu tarih, ülkemizde halk arasında yaz
mevsiminin başlangıcı kabul edilmekteydi. İşte Hıdrellez gerçekte, Hızır ve
İlyas’ın bir araya geldiği gün olduğu inancıyla birlikte, kışın sona erip yaz
mevsiminin başlamasının günü olarak da kutlanmaktadır (Ocak, 1990:141) .
Hızır ve İlyas hakkında bir hayli zengin ve renkli
İslami literatür bulunduğu halde, bu literatürde Hıdrellez günü törenlerine
dair hiç bir şeyin olmaması, Hıdrellez’ in ve etrafında oluşan inanç, adet ve
geleneklerin İslami olmayan kaynaklardan geldiğini gösterir. Bu sebeple
araştırmacılar Hıdrellez’in ve törenlerinin kökünü, İslam öncesi devir ve
kültürlerde aramışlardır. Orta Doğu ve Anadolu eski kültürleri ile uğraşan bazı
araştırıcı, etnograf ve halk bilimciler , Hızır ve Hıdrellez’ in kökenini eski
Mezopotamya ile Anadolu kültür ve dinlerine bağlarlar. Bu eğilime karşılık
kısmen bu kaynakların etkisini kabul etmekle birlikte asıl İslam öncesi Orta
Asya Türk kültür ve inançlarına ağırlık verenler vardır. Ancak Hıdrellez’ in
kökeni ve içeriği konusunda tek bir köken veya kaynağın değil, zaman ve mekan
içerisinde pek çok köken ve kaynakların, kültürlerin katkısını kabul etmek daha
gerçekçi olacaktır (Ocak, 1990:142) .
Hıdrellez kutlamalarının yapıldığı yerler genellikle
günün anlamına uygun olarak sulak, yeşillik bölgelerdir. Geleneğe uygun olarak
Anadolu’nun bir çok bölgesinde “Hıdırlık” denilen mesire yerleri vardır. Bu
bölgelerde mezarlık, yatır vb. gibi çevre halkınca kutsal kabul edilen, adak
adanan veya bez, çaput bağlamak gibi bazı geleneklerin sergilendiği yerler de
görülmektedir (Çay, 1997:24).
Hıdrellez’ in bu gibi yerlerde kutlanması bahar ve yaz
mevsimiyle ilgili olduğu kadar, Hızır’ın su ve yeşillik unsuruyla bağlantısını
da sergilemektedir. Bu yüzden Hıdrellez günü Hızır’ın bu gibi yerlerde
dolaştığına inanılmaktadır. O gün herkesin içinde, buralarda Hızır’a rastlamak,
onun İlyas’la buluştuğunu görmek inancı ve ümidi vardır. Diğer yandan
Hıdrellez’ in kutlanması için bu yerlerin seçilmesinde belirtilen sebeplerin
olduğu kadar, Türkler arasında eskiden var olan tabiat kültlerinin, özellikle
ağaç ve su kültünün rolünü de hatırlamak gereklidir. İslam öncesi devirlerde
çeşitli Türk zümreleri arasında çok önemli bir yeri olan ağaç ve su kültünün
eski kökenin unutulmasına rağmen halen Anadolu’da güçlü bir şekilde yaşadığını,
Hıdrellez gibi vesilelerle İslamileştirilmiş bir şekilde devam ettiğini
gösteren deliller mevcuttur (Ocak, 1990:152).
Hıdrellez geleneğinin özünde ilkbaharın gelişini
kutlama, doğayla barışık olma dileği vardır. Her ritüel kökenli kutlamada
olduğu gibi hıdrellez şenliklerinde de bir takvim vardır. Önceleri köylü kendi
yaşantısının daha verimli olması için zorunlu ve bilinçli olarak törenlere
katılırdı (Karadağ, 1978 : 9). Bu gün eğlence ön plana çıkmış gibi görülüyorsa
da pek çok inanmanın günümüzde de sürmesi ritüel özelliğin korunduğunu
göstermektedir. Hıdrellezde şenlik, büyü, bolluk-bereket motifleri iç içedir.
Hıdrellez geleneğinin bolluk-kıtlık, yaz-kış çatışması, doğanın düzenli
değişmesiyle yaratılan mitlerin kutlandığı bir tören, şenlik ve bayram olduğu
söylenebilir (Artun, 1998:46-47).
Tarsus hıdrellez şenliklerinin bir süredir Ashâb-ı
Kehf’de kutlanıyor olması, dikkatleri her ikisinin de sahip olduğu ortak motife
çekmektedir. Gerek Ashâb-ı Kehf’de gerekse hıdrellezin kökeninde ölme-dirilme
motifi yer almaktadır. Ashâb-ı Kehf, ölümden sonra yeniden dirilme (bâs ü
bâde’l mevt) inancına ilişkin bir kıssanın mekanıdır. Hıdrellez ise kışın ölen
doğanın yeniden canlanışının kutlandığı bir gündür. Hıdrellez kavramı içindeki
Hızır da suyu, canlanışı, tazeliği simgelemektedir. Bu açıdan bakıldığında
hıdrellez şenliklerinin Ashâb-ı Kehf’e taşınması biraz daha anlam
kazanmaktadır.
Yöredeki hıdrellez günüyle ilgili adet ve uygulamalar
Türkiye’nin diğer bölgelerindeki uygulamalardan pek farklı görünmez. Bu adet ve
inanmaları şöyle sıralayabiliriz:
*Evlerde mantı, pirinç ve dövme pilavı gibi yemekler
yapılır (K.1, K.5, K.6).
*Evler temizlenir, abdest alınır (K.1, K.2, K.10,
K.11).
Genç kız ve erkekler akşam yatmadan önce tuzlu
yiyecekler yer ve su içmezler. İnanışa göre o gece rüyalarında görecekleri
erkek ya da kızla evlenirler (K.7, K.8).
*Hıdrellez gecesi bir gül ağacının dibine gidilir.
Niyete göre taşlardan ev, araba, çocuk resimleri çizilir. Ya da bir kağıda
çizilen şekiller ağacın dibine gömülür. Yüzük konulduğu da olur. Sabah güneş
doğmadan gül ağacının dibinden yüzük ya da kağıt alınır. Ne dilenirse kabul
olunacağına inanılır. Bunun için özel olarak gül ekenler bile bulunmaktadır
(K.1, K.4, K.5, K.6, K.9, K.10).
*Hıdrellez sabahı tuzlu çörek yapılıp açıkta bir yere
konulur. Çöreği alıp giden kuş takip edilir. Nereye giderse evin kızının oraya
gelin gideceğine inanılır (K.11).
*Bir kabın içerisine 41 çeşit ot atılır. Çevredeki
genç kızların yüzükleri de bu kaba atılarak hıdrellez gecesi gül ağacının
dibine konulur. Sabah kap oradan alınır. Kızlar bir yerde toplanırlar.
İçlerinden, evin en son çocuğu olan kız seçilir ve bir çarşafın altına
oturtulur. Eline verilen aynaya bakarak yüzükleri çeker. Çevrede toplanan
kızlar da mani söylerler. En son yüzük de çekildikten sonra kabın içindeki su,
yağmurlar bol olsun diye kızın üzerine dökülür (K.2, K.3, K.4, K.5, K.9, K.11).
*Hıdrellez gecesi iki tane ekmek mayalanır. Birine
varlık hamuru birine yokluk hamuru denir. Sabah hamurdan hangisi kabarmışsa o
yılın öyle geçeceğine inanılır (K.7, K.9 ).
*Hıdrellez günü, yılın bereketli geçmesi için ve
sağlıklı olmak için çimenlerin üzerinde yuvarlanılır (K.3, K.5).
*Bahtı açmak için bir bez parçası üç kere bağlanır,
çözülür (K.4, K.8, K.10).
*Sadece hıdrellez günü değil her gün Hızır’la karşılaşılabileceğine
inanılır. Hızır her an her yerde olabilir (K.7, K.8, K.11).
*Hızır bazen rüyaya girer. Rüyada Ashâb-ı Kehf ve
Hızır görüldüğünde Ashâb-ı Kehf’i ziyaret etmek gerekir (K.1, K.4, K.5, K.7).
*Hıdrellez günü bir ağaca salıncak kurulur ve sallanılır.
Bu şekilde günahlardan kurtulunacağına inanılır (K.2, K.3, K.8, K.10).
*Hıdrellez günü oğlak, keçi gibi hayvanlar kesilir.
Mangalda ya da kazanda pişirilen etler hep beraber yenir (K.1, K.7, K.8).
*Hıdrellez günü fakirlere yemek yedirilir. Bunun evin
bereketini, kazancını artıracağına inanılır (K.7, K.9, K.10).
Ashâb-ı Kehf’deki hıdrellez şenlikleri sırasında
dikkati çeken en önemli şeylerden birisi de Ashâb-ı Kehf’in kutsallığının halk
üzerinde yarattığı derin etkinin, hıdrellez adet ve uygulamalarını geri plânda
bırakmasıydı. Ashâb-ı Kehf yöre insanında kutsallığıyla çok farklı bir yere
sahiptir. Halk arasında Ramazan ve Kurban Bayramları ile kandiller ve Kadir
Gecesi gibi özel günlerde ayrıca ziyaret edilir. Böyle zamanlarda Ashâb-ı Kehf’e
topluca yapılan ziyaretlerde mevlit ve Kur’an okutulur. Sabahlara kadar süren
ibadetlerde namaz kılınır. Ashâb-ı Kehf ziyaretinden sonra Tarsus’taki
Demirkapı, Daniel, Mencik Baba, Muğdat Baba, Lokman Hekim türbeleri ziyaret
edilir. Buralarda Kur’ân okunur, adak yapılır. Halk arasında Ashâb-ı Kehf’e
yedi kere gelinince hacı olunduğuna inanılır. Yine Ashâb-ı Kehf’te 11 ihlas
suresi ve 1 fatiha suresi okuyup orada yatanların ruhuna bağışlanırsa bütün
dileklerin kabul olacağına inanılır.
Ashâb-ı Kehf’in içinde, mağara duvarının bir yüzeyi
dilek taşı olarak kullanılır. Buraya gelen ziyaretçiler yerdeki taşları
mağaranın nemli olan bu yüzeyine bastırarak tutarlar ve bu sırada dilek
dilerler. Eğer taş mağara duvarına yapışırsa dileğin kabul olunduğuna, yere düşerse
kabul olunmadığına inanılır.
Ashâb-ı Kehf hacı adaylarının da uzun yıllar boyunca
hac ziyaretleri sırasındaki uğrak yeri olmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
hac mevsiminde hacı adaylarına “sünnet” olarak önerdiği Ashâb-ı Kehf
ziyaretleri, Tarsus ve Afşinliler arasında “Ashâb-ı Kehf bizim ilçemizde” diye
uzun yıllar önce başlayan tartışmalar nedeniyle bir süredir
yapılamamaktadırlar. Ancak Tarsus’lular “Ashâb-ı Kehf Mührü adını verdikleri
taşın bulunmasından sonra bu tartışmaların son bulması gerektiğini
düşünüyorlar. Ashâb-ı Kehf’e çok yakın olan Dedeler Köyü’nde bulunan siyah
renkli bir kaya parçası olan bu taşın üzerinde sarı kabartma şeklinde Arapça
“Allah” yazısı ve V rakamı yer almaktadır. Yöre halkı bu taşın Ashâb-ı Kehf’in
doğal mühürü olduğuna ve V rakamının yedi uyurları simgelediğine inanmaktadır.
Halk arasında böylesine kutsallaştırılan, büyük bir
saygı ve inançla ziyaret edilen bir merkez olan Ashâb-ı Kehf son sekiz yıldır
Hıdrellez şenliklerinin de buraya taşınmasıyla yepyeni bir canlılık
kazanmıştır. Daha önceden halkın değişik mekanlarda karşıladığı bu özel gün,
Tarsus Belediyesi tarafından 8 yıldır “Geleneksel Ashâb-ı Kehf Hıdrellez
Şenlikleri” adıyla Ashâb-ı Kehf’e taşınmıştır. Belediye tarafından düzenlenen
etkinlikler hafta içinden başlamaktadır. Şehir merkezinde yapılan yarışmalarda
baklava, şalgam, humus ve cezerye gibi yöreye özgü yiyecek ve içecek dallarında
adaylar ürünlerini sergilemektedirler. Açık hava gösteri merkezindeki karakucak
güreşleri ise hafta boyunca devam etmektedir.
Tarsus dışından çevre illerden gelenlerle sayısı
binleri bulan katılımcılar Hıdrellez sabahı özel araçları ve belediye
tarafından tahsis edilen otobüslerle tören alanına toplanmaktadırlar. Sabah
erken saatlerde şehir merkezinde yapılan halk koşusu ve mehter takımının
gösterileri sona erdikten sonra Ashâb-ı Kehf’e gidilmekte, orada da mehter
takımı gösterisini tekrarlamaktadır. Askeri ve mülki yöneticilerin yaptıkları
konuşmalardan sonra, hafta boyunca devam edilen atletizm, güreş, baklava,
şalgam, humus, cezerye, yarışmalarında dereceye girenlere ödülleri
verilmektedir. Yörenin ünlü âşıklarının verdikleri konserin ardından mevlit
okunmakta ve Halil İbrahim Sofrasında kazanlarla pişirilen etli pilavın halka
dağıtılmasıyla tören sona ermektedir.
Alanda kurulan Yörük çadırlarında sıkma, börek,
gözleme gibi yiyecekler pişirilmekte, bunun yanı sıra kavurma et, lahmacun,
bici bici, dondurma, aşlama, şalgam satıcıları da seyyar tablalarda satış
yapmaktadırlar. İsteğe göre evden getirilen yiyeceklerle ya da orada pişirilen
etlerle halk gün boyunca pikniğini yapmakta ve akşam üzerine kadar vaktini bu
geniş kır alanında geçirmektedir.
Sonuç
Tarih boyunca farklı kültür ve dinleri benimseyip
taşıyıcılığını yapan , pek çok kavimlerin gelip geçtiği Anadolu toprakları
üzerinde , İslamlaşma süreci öncesinde yaygınlaşmış ve kökleşmiş inançlar ve
ritüeller tamamen yok olmamış , yeni hakim din olarak İslam içerisine nüfuz
ederek ona kendi renklerini katmışlardır . Özellikle İslam öncesi Anadolu‘da
yaygınlaşmış popüler Hıristiyan inanç motiflerinin İslam ile karşılaşmasının
oldukça özgün senkretizm örneklerini doğurduğu görülmektedir.
Hala bir çekim merkezi olmayı sürdüren ziyaret yerleri
, toplumsal dayanışma ve süreklilik işlevi çerçevesinde veya günlük yaşamda
karşılaşılan sorun ve sıkıntıları giderme amaçlı psikolojik işlevlerle
yüklüdürler. Bu ziyaret yerleri , bayramlarda , tören niteliği taşıyan özel
günlerde insanların toplu olarak ziyaret edip birlikte dua ettikleri yerlerdir.
Bu özellikleriyle de toplumsal birlik , dayanışma ve güven duygusunun yeniden
üretimini sağlayacak olan ritüellerin de odak noktasıdırlar.
Ashâb-ı Kehf, pagandan Hıristiyanlığa, oradan da
Müslümanlığa uzanan bir süreçte farklı kültürlerin etkileşimine bir araç olmuş
ve çevresinde bir kült oluşturmuştur. Ashâb-ı Kehf bu gün Anadolu’da ve
dünyanın değişik ülkelerinde kendisine atfedilen makamlarıyla farklı dinlerden
insanların inandığı, bir araya geldiği bir yer olmasıyla, önemli bir inanç
merkezidir .
Kutsallığın insana bağlı olduğunun en güzel
göstergesi, kutsal insanların kendilerine atfedilen kutsallığı kabirlerine
taşımış olmalarıdır. Ashâb-ı Kehf, Hızır (St. George), İlyas (Eliyahu) gibi
hayat hikayeleri zaman ve mekanı zorlamış olan kutsal kişiler, insanoğlunun
kutsala olan ihtiyacıyla her zaman sahiplenilmiş, birden fazla kabire sahip
olmuşlardır. Kabrin içindekinin kutsallığının insanlar arasında paylaşılamadığı
durumlarda insanoğlunun kutsala olan ihtiyacı devreye girmiş ve kabrin kabul
edilegelmiş kutsallığı korunarak içine farklı kutsal bedenler atfedilmeye
çalışılmıştır. Bu şekilde “eskilerin veya ötekilerin” kutsadığı kabirler
benimsenir ve doğal olarak kutsal kabir sayısı her zaman kutsal insan sayısını
aşacağından, bir beden birden fazla kabire girmek zorunda bırakılır. İslam kültüründe
“makam” diye bilinen kutsal kabirlerle bu durum aşılmıştır. Havra-kilise-cami
gibi kutsallığın fonksiyondan kaynaklandığı mekanlar da el değiştirdiklerinde
kutsallık fonksiyonlarını korumaya devam etmişlerdir.
Ashâb-ı Kehf’in kimler olduğu, ne zaman yaşadıkları ve
nerede yaşadıkları gibi konular her zaman ilgili insanları araştırmaya
yöneltmiş, bu konuyla ilgili bir çok yorum yapılmıştır. Ancak bu yorumlardan
hiçbirisi kesinlik içermemektedir. Dolayısıyla mağaraya sığınan bu inançlı
gençlerin hangi tarihlerde yaşadıkları, âyetlerde anılan mağaranın nerede
olduğu sorularına kesin yanıtlar verilememektedir. Ancak Yahudilikte ve
Hıristiyanlıkta da var olan ve Kur’ân-ı Kerim’de özlü olarak tekrarlanan
Ashâb-ı Kehf kıssasında, inananlara verilmek istenen mesaj, mağaradakilerin kaç
kişi oldukları, nerede ne zaman yaşadıkları ve kaç yıl uykuda kaldıkları gibi
bilgilerden daha önemlidir. Kıssada ana hatlarıyla, inançlı-inançsız
mücadelesinin öteden beri hep var olduğu, samimiyetle iman edip inançlarının
gereğini yaşayanları Allah’ın mutlaka başarıya ulaştırdığı ve her şeyi yoktan
var eden Allah’ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğu motifleri
işlenmektedir .
Son yıllarda Tarsus Hıdrellez şenliklerinin de Ashâb-ı
Kehf’e taşınmasıyla birlikte olayın yeni bir boyut kazandığını görüyoruz.
Kökeni İslamiyet ve Hıristiyanlık öncesi ilkçağ Anadolu , Mezopotamya ve Orta
Asya kültürlerindeki tabiatın yeniden dirilmesini kutlama törenlerine kadar
götürülebilen Hıdrellez şenliklerinin günümüzdeki merkezi Ashâb-ı Kehf
olmuştur. Tarsus’ta Hıdellez uygulamalarının eski önemini ve canlılığını
yitirdiğini görmekteyiz . İnanç boyutu geri plânda kalan Hıdrellez
uygulamalarında şenlik ve eğlence boyutu daha ön plâna yerleşmiştir .
Sonuç olarak Ashâb-ı Kehf , bir inanç merkezinin pagan
kültürden ilk Hıristiyanların sığınak yeri olmasına , Kur’ân-ı Kerim’de geçen
bir sureyle Müslümanlarca da kutsal bir yer olarak kabul edilmesine değin
geçirdiği süreçle ve son olarak mevsimlik bir törenin bir inanç merkezi
çevresinde nasıl şenliğe dönüştüğü konusundaki görünümüyle kültür hayatımızda
önemli bir yere sahiptir .
KAYNAKÇA
AKGÜNDÜZ , Ahmet , Arşiv Belgeleri Işığında Tarsus
Tarihi ve Ashâb-ı Kehf , İstanbul , 1993
Ana Britannica , Eshâb-ı Kehf Maddesi, C. 8 , Ana
Yayıncılık , İstanbul , 1988
ARTUN , Erman , Tekirdağ Halk Kültürü Araştırmaları ,
Tekirdağ Genç Yöneticiler ve İş Adamları Derneği Yayınları , Tekirdağ , 1998
ATAY , Tayfun , Gelenek ve Modernlik İlişkisi
Ekseninde Türkiye’de Halk Dini Ögeleri ve Senkretik Motifler , Uluslar arası
Anadolu İnançları Kongresi Bildirileri , Ervak Yayınları , Ankara , 2001
BAYRAK , Orhan , Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu ,
İnkılap Kitabevi ,İstanbul , 1994
ÇAY , Abdulhalûk M. , Hıdrellez “ Kültür-Bahar Bayramı
“ , KB Yayınları , Ankara , 1997
ÇIPLAK , M. Necati , İçel Tarihi , Ankara , 1968
Evliya Çelebi Seyahatnamesi , 3. Kitap , Yapı Kredi
Yayınları , ( Haz. Zekeriya Kurşun- Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı ) , İstanbul
, 1999
GÜNAY , Umay , “ 17. Yüzyıl Şairi Karacaoğlan “ ,
Türkiye’de Aşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi , Ankara , 1993
KARADAĞ , Nurhan , Köy Seyirlik Oyunları , Ankara ,
1978
KAYA , Doğan , “ Karacaoğlan’ın Efsanevi Kişiliği “ ,
Türk Kültürü , Mart 1998
MASSİGNON , L. ,Opera Minora , C. 3
OCAK , A. Yaşar , İslam- Türk İnançlarında Hızır Yahut
Hızır- İlyas Kültü , Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları , Ankara ,
1990
ÖNDER , Mehmet , Şehirden Şehire Anadolu , T. İş
Bankası Yayınları , Ankara , 1995
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi , Ashâb-ı
Kehf Maddesi, C . 3 , Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları , İstanbul , 1999
WENSINCK , A. J. , Eshâbülkehf Maddesi, İslam
Ansiklopedisi , C. 4 , MEB Basımevi , İstanbul , 1988
ZOROĞLU , Levent , Tarsus Tarihi ve Tarihsel Anıtları
, Kemal Matbaası , Adana , 1995
KAYNAK KİŞİLER
K.1 : Nuran Altuntaş , 63 , okur – yazar , ev hanımı
K.2 : Emine Abay , 56 , ilkokul , ev hanımı
K.3 : Süheyla Kirik , 58 , okur – yazar , ev hanımı
K.4 : Cevahir Çevik , 51 , ilkokul , ev hanımı
K.5 : Müjgan Akdöner , 48 , ilkokul , ev hanımı
K.6 : Pakize Yuğucuer , 62 , okur – yazar değil , ev
hanımı
K.7 : Gülseren Güleçler , 61 , ilkokul , ev hanımı
K.8 : Süheyla Toplar , 45 , lise , ev hanımı
K.9 : Esin Arife Zöhre , 48 , yüksek okul , öğretmen
K.10 : Tülay Seyhan , 64 , ilkokul , ev hanımı
K.11 : Fatma Baş , 65 , ilkokul , ev hanım
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder