İran ve İsrail Savaşının Gerçek Yüzü
Avangelistlerle, Hüccetiye birleşip
İsraili ayartıp Hz. İsa ve Mehdi aleyhisselâmı getirme planlarını işleme
koydular.
Yıllardır Pers İmparatorluğunun
kalıntıları İslam âlemine yapmadığı kalmadı en büyük kazıkları da Mehdi’nin
geleceği üzerinde bir itikadı yaymak oldu.
Bu etkiyle Şia İslam dünyasında ayrı bir
baş çeker. Ehli beyt sevgileri vardır ama, diğer sahabe ile aralarına perde
koyarlar.
Mehdi gelecek, Hz. İsa inecek, Deccal
fitnesi derken, bütün bunlar ile İslam devletlerinde isyan kültürü
geliştirildi. Yahut gücüne güç katmak isteyen fraksiyon ve kişiler bunu
istismar amaçlı kullandılar.
Böyleyken, Kur’ân-ı Kerim, Hz. Rasûlüllah
salla'llâhü aleyhi ve sellem in varlığı söylediği sözleri varken, bu kurtarıcı
kişiler neyi getirecekler. Eğer din yaşanmıyorsa gelecek kişiler sayesinde mi
yaşanır olacak. İslâm kamilen ortada ve din tamamlanmıştır.
Öyle ise, nerede bir Mehdi, kurtarıcı
rolüne bürünmüş kişi görüyorsanız kaçın uzaklaşın. Onların geneli İslâm
dünyasına sokulmaya çalışan Yahudi zihniyetinin bekledikleri kurtarıcılarının
İslâmi versiyonlarıdır. Bu arada finansör olarak İngiltereyi de
unutmamak gerekir.
Kur’ân-ı Kerim sapasağlam duruyor.
Efendimiz Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi
ve sellem başımızda, bizlerin başka kurtarıcılara ihtiyacımız yoktur.
EY İSRAİLOĞULLARI OYUNA GELMEYİN…BU İŞİN SONUNDA EN ÇOK ZARAR GÖREN SİZ OLACAKSINIZ. DÜNYA DÜZENİ ŞU AN İTİBARIYLA YAHUDİLERİN KONTROLÜNDE OLDUĞUNU HERKES BİLİYOR. SAVAŞIN AKİBETİ İNSANLIK İÇİN FELAKET OLACAKTIR.
DÜNYAYI KARIŞTIRMAK İÇİN IRAK YETMEDİ, SURİYE YETMEDİ, GAZZE YETMEDİ, İŞİN İÇİNE İRAN KARIŞTI….
BU SAVAŞIN HİÇBİR GETİRİSİ YOK...
NOT: Aşağıdaki Yazı 25.06.2006 Tarihinde
yazılmış
Ahmedinecad,Hüccetiye üyesi mi? Humeyni ve Hatemiyi
korkutan örgütün hikâyesi ve inançları neler?
İran
Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, dünyada zulüm ve savaşı yayarak Kayıp İmam'ın
geri dönmesini sağlamaya çalışan Hüccetiye üyesi mi?
Humeyni ve
Hatemi"yi korkutan örgütün hikâyesi ve inançları neler?
İsrail sorgu subayı Avraham Sela* karşısında duran
adama acımayla karışık bir nefretle baktı. Bu adam
Aksa Camii'ni havaya uçurma girişimiyle iki bin yıl sonra gerçekleşmiş İsrail
rüyasını bozmaya kalkışmıştı. Herkes, ama herkes biliyordu ki Aksa havaya uçurulursa bir
milyarlık Müslüman dünyası İsrail'in başına üşüşecekti. İsrail'in elinde
nükleer silahları olabilirdi. Ama bu silahların kullanılması bile topyekûn yok
oluş anlamına geliyordu zaten.
-"Bunu
anlamıyor musun?" diye hırpaladı adamı Sela "İsrail'in başına
üşüşeceklerini, elimizde olan tek vatanı kaybedeceğimizi anlamıyor musun?"
-"Tam da
bunu sağlamaya çalışıyordum." dedi adam, tartıştığı
birini köşeye sıkıştırmış olmanın heyecanıyla.
"Tam da
bunu! Dünya ülkelerinin hepsi İsrail'e savaş açmalılar. Yedi bin kişi kalana
kadar bütün Yahudiler öldürülmeli. Biz, kalan yedi bin kişi Mabet Tepesi'nin
yıkıntıları arasında Rabbimize dua edip, yakarmalıyız. İşte o zaman, o zaman
gelecek Mesih. Zeytindağı'na inip bizi kurtaracak. Şehina bizi terk ettiği
yerden geri dönecek. İşte o zaman Kudüs'ün sokaklarında aslanla koyun bir arada
oynayacak. Bin yıllık barış dönemi başlayacak. Peki, sen bunu anlamıyor musun?
Bunlar yaşanmadığı müddetçe Mesih'in gelemeyeceğini anlamıyor musun?"
Avraham
Sela omuzlarının düştüğünü hissetti. Ömrü boyunca hiçbir dinden haz almamıştı.
Ama bir gün kendi dininden bir adamdan, bir Yahudi'den bu kadar
tiksinebileceğine ihtimal vermemişti.
*Bu bölüm
yazarın Prof. Avraham Sela'dan dinlediği bir hatırasından kurgulanmıştır.
Daha sonra
Kudüs İbrani Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Avraham Sela'nın katıldığı
sorgulama 1970'lerin ikinci yarısından 1983'e kadar devam eden bir terör kampanyasına
yönelikti. Faşist "Kah" (İşte Öyle!) Partisi Mescid-i Aksa'nın
yıkılması için harekete geçmişti. 11 Mayıs 1980 tarihinde Aksa Camii'nin 50
metre yakınına yerleştirilmiş bombalar patlamadan birkaç dakika önce fark
edildi. Kah Partisi 1988'de yasaklandı. Ancak taraftarları farklı örgütlerin
çatısı altında Aksa'ya yönelik emellerini devam ettirdi.
ANTİ-MİSYONERLİKTEN BİNYILÖNCÜLÜĞÜNE
Karanlıktan medet umanlar, kaostan düzenin
çıkacağına, dünyayı kurtaracak kişi veya düzenin gelmesi için yeterince kan
akmadığına inananlar sadece Kah takipçileri değil. Sosyologların
'binyılöncülüğü' (pre-millenarianism) adını verdiği bu sapkınlık, bilinen
dinlerin hemen tamamında kendini gösteriyor.
Binyılöncülüğü, geleneksel Mesihçi yaklaşımın aktif-bekleyişçi kolunun radikal
kanadını oluşturuyor aslında. Bu cümlenin kolay anlaşılamayacağı ortada. Daha
anlaşılmaz olan binyılöncülerinin İslam dini içinde de bulunması. Hem de modern
İran'da.
1953 yılı, Meşhed'li vaiz Şeyh Mahmud Halebî'nin
hayatında önemli bir dönüm noktası olacaktı. Bir Şii
havzasında (medrese) ders veriyordu. Kum'a sık sık gider, hayran olduğu
Ayetullah M. Hüseyin Tabatabai'nin derslerini dinlerdi. O yıl havzaya bir Bahai
misyoneri dadanmıştı. Bahailerin sayılarının hızla arttığı söyleniyordu ama
işin doğrusu Mahmud Halebî çok da ihtimal vermiyordu buna. Ta ki havzadaki
molla arkadaşlarından birinin Bahailiğe geçtiğini öğrenene kadar.
Halebî'yi
oldukça sarsan bu olay Bahai misyonerlerinin faaliyetleri üzerine araştırma
yapmaya itti onu. Araştırmaları sırasında Bahailerin sundukları inancın değil,
sunuş şekillerinin cazibesinden dolayı başarılı olduklarının farkına vardı.
Bahailer çok iyi hatipler yetiştiriyor, gizlilik içinde devlet kadrolarına
sızıyor, Şii metinlerinden çok daha ikna edici ve kaliteli kitaplar, broşürler
bastırıyorlardı. Halebî, Bahai misyonerlerle aktif mücadeleye girişmenin
gerektiğine karar verdi. Bahai teolojisi çalışan havzalar açılmalı, Bahailerin
tezlerini çürütebilecek hatipler yetiştirilmeli, dahası Bahailerin gizli
örgütlerine sızılmalıydı.
Halebî bu
amaçla Encümen-i Zıdd-ı Bahaiyât adlı derneği kurdu. Meşhed'in büyük âlimler
çıkarmış Felsefî ailesinden Şeyh Muhammed Tâkî Felsefî de kendisine destek
verince Encümen'in Meşhed kanadını ona bırakarak Tahran'a taşındı. 1963'e kadar
dernek Tahran'daki üniversite ve havzaların çevresinde ev sohbetleri
düzenleyerek halkı Bahai tehlikesi hakkında bilinçlendirmeye çalıştı. Halebî'yi
daha ziyade tüccarlar dinliyordu. Bunlardan topladığı maddî destekle
üniversitelere talebe yerleştirmeye başladı. Öğrencilerini Şii ve Bahai
teolojisi okumaya teşvik eden Halebî özellikle zeki, hitabeti güçlü, bilimsel
bir dil kullanabilen talebelerin peşindeydi.
DEVRİME KADRO
YETİŞTİRDİ
Halebî'nin
farkında olmadığı şey Bahai düşmanlığı üzerinden yetiştirdiği gençliğin
devrimci ve Şah karşıtı bir söylemi benimsedikleriydi. 1963'te Ayetullah
Humeyni, Şah'ın reformlarına karşı ayaklanınca Halebî'nin yetiştirdiği
öğrenciler de sokaklara döküldü. Humeyni sürgüne gönderildi, Halebî ve Felsefî
de hapishaneye. Şah rejimi Bahailerle mücadele edecek bir örgütten rahatsız
olacak değildi. Kaldı ki Halebî ve Felsefî Meşhed ve Necef'te hâkim olan Mirza
Mehdi İsfahani ve Ayetullah Seyyid Abulkasım Hûyî'nin apolitik ekolüne
mensuptu. Doğal olarak serbest bırakıldılar.
Humeyni
ayaklanması ve takip eden Şah baskısı Halebî'ye önemli dersler vermişti.
1970'lerde bu dersleri hayata geçirerek örgütün iç yapılanmasını tamamladı.
Örgütün gizli tutulan bir kolu Bahailerin içine sızmıştı. Bu işte o kadar
başarılı oldular ki bazıları Bahai hiyerarşisinin içinde üst kademelere kadar
tırmandı.
İronik bir
şekilde Bahailerle uğraşma düşüncesi örgütün bir dizi Bahai metodunu
benimsemesine sebep oldu. Bunların içinde gizlilik, hiyerarşik yapı ve modern
iletişim araçlarının dava için kullanılması beraberinde başarı ve hızlı bir
büyüme getirdi. Büyüme örgütün varlık sebebini revize etmesini de dayatıyordu.
Bahai tehlikesinin hiç olmadığı yerlerde dahi sohbet halkaları kurulmuştu.
Örgütün yeni bir varlık sebebi arayışını Halebî'nin Kum'dan tanıdığı ve zamanla
örgüt içinde önemli bir yere gelen Ayetullah Muhammed Tâkî Misbah Yezdî çözdü:
Kayıp İmam Mehdi'nin geri gelişini hızlandıracak adımlar atmak. Bu arada Bahai
karşıtı söylem de yerini Marksizm karşıtlığına bırakmıştı.
Örgütün
varlık sebebini şekillendiren bu yıllarda Halebî'nin iletişim içinde olduğu
dört kişi vardı: Ayetullah Misbah Yezdî, Şeyh Muhammed Tâkî Felsefî, onun
ağabeyi Ayetullah Mirza Ali Felsefî ve Mirza Ali'nin ders arkadaşı ve Meşhedli
bir âlim olup Necef'te yaşayan Ayetullah Ali Sistani. İlginç olan, bu kişilerin
aynı hocalardan ders almış olmalarıydı: Allame Tabatabai, Ayetullah Seyyid
Ebulkasım Hûyî ve Ayetullah Mirza Mehdi İsfahani. Bu isimler modern Şiiliğin
içinde 'sessiz bekleyişçiler' adını verebileceğimiz, dinle devlet işlerinin
birbirinden ayrılması gerektiği fikrini savunan, din adamlarının siyasete
karışmasını hoş görmeyen çizgidendi. Ayetullah Misbah Yezdî bu büyük âlimlerin
siyasete katılmama çizgisini oldukça farklı yorumlamıştı. Ona göre din
adamlarının siyasete katılmamasının sebebi idare makamının İmam Mehdi'ye ait
olmasıydı. İmam Mehdi'nin gelişi öncesinde bu makamda bir din adamının oturması
hem İmam Mehdi'ye saygısızlık, hem de Mehdi'nin gelişini geciktirecek büyük bir
günahtı. Siyaset fazlaca dindar olmayan insanlara bırakılmalıydı. Onların böyle
bir saygısızlık işlemeleri affedilebilirdi.
Misbah
Yezdî'nin bu görüşleri zaman içinde örgütün alt kademelerinde binyılöncülüğü
çizgisine kaydı. Şii kaynakları Mehdi'nin büyük bir kargaşa, zulüm ve
adaletsizlik döneminde geleceğini ifade ediyordu. Demek ki Mehdi'nin gelmesini
gerektirecek kadar zulüm ve kargaşa henüz yaşanmamıştı yeryüzünde. Bunun da
sebebi iyilerin kötülüğe karşı mücadelesiydi. Kötülükle mücadeleye bir müddet
ara verilir, nehy-i ani'l-münker (kötülükten alıkoyma) vazifesi Mehdi gelene
kadar askıya alınır, hatta dinen sakıncalı olmayan bazı taktiklerle yeryüzünde
kargaşanın ve zulmün gayr-i Şiiler eliyle artırılması sağlanırsa vaat edilen
Mehdi'nin gelişi hızlandırılabilirdi.
INFORM YENİ DİNLERİ VE KÜLTLERİ FİŞLİYOR
London
School of Economics'den Prof. Eileen Barker, 1988 yılında azınlıkların
dinlerini inceleyen ve bu konuda gerek devlet kurumlarına, gerekse özel
kişilere bilgi sağlayan INFORM adında bir merkez kurdu. Bugün INFORM
kataloglarında 3 bin civarında irili ufaklı dinî hareket hakkında bilgi
bulunuyor. Bunca geniş bir ilgi alanında Barker ve ekibi tabii ki pek çok
binyılöncüsü dinî hareketi de tanıma imkânı bulmuş. Barker'a göre dünyanın
bütün binyılcı hareketleri, bunlar ister binyılöncüsü olsun, ister bu binyılı
pasif olarak bekleyen veya binyıl başladıktan sonra kendilerine misyon biçenler
olsun, bir şekilde Hıristiyanlıktan etkilenmiş.
Hıristiyan
binyılcılığı ilham kaynağını Eski Ahit'in Danyal ve Hezekyel, Yeni Ahit'in de
Esinlemeler Kitabı'ndan alıyor. Bu metinlerde Ahirzaman'da yaşanacak büyük bir
kargaşa ve zulüm ortamını takiben Hazreti Mesih'in ikinci gelişi ve bunu takip
eden bin yıllık 'Cennetin Krallığı'ndan bahsediliyor. Prof. Barker, mevcut
binyılcı akımların çoğunun ya pasif bir bekleyişten yana ya da hali hazırda o
binyılın oluşum süreci içinde olduğumuz inancına sahip olduklarını söylüyor.
Yine de tarih boyunca olduğu gibi bugün de kendilerini 'Mesih'in gelişini'
sağlayacak tarihî olayları şekillendirmekle sorumlu gören binyılöncüleri
bulunuyor.
Mesih'i
getirecek insan faaliyetlerinin şiddet içereceğine inanan binyılöncüleri de
var. Binli yıllarda Avrupa'da şiddet ve terörü yaymak suretiyle dünyayı İsa
Mesih'in geleceği 'türbülasyon' ortamına sokmaya çalışan binyılöncülerinin türediği
biliniyor. Asrımızda da kargaşadan Mesih uman hareketler var. Prof. Barker
özellikle 2000 yılı öncesinde Y2K (Year 2000) felaket senaryolarını yazan
Evanjelik Hıristiyanların bekledikleri gibi bilgisayarların çökmemesi üzerine
küçük çaplı da olsa şiddete başvurduklarını hatırlatıyor.
MODERN YAHUDİ BİNYILÖNCÜLERİ
Aslen
seküler bir hareket olan Siyonizm dindar Yahudilerin arasında da kendine
müttefikler bulduğunda binyılöncüsü bir çizgiye kaydı. 19. yüzyıl sonunda Haham
Abraham Yitzhak Kook ve oğlu, asırlardır Yahudilerin Mesih'in gelişini pasif
olarak beklediklerini, ama işte beklenenin gelmediğini, artık Yahudilerin ayağa
kalkıp Mesih'i getirtecek süreci başlatmaları gerektiğini söylüyordu. Fakat
bunu başaracak insan faaliyetinin ne olduğunu kimse bilmiyordu. O güne kadar
Yahudiler Mesih'in kendi hayatları içinde gelmesi için dua ederlerdi. Haham
Kook, Mesih'i getirtecek eylem planının Ahirzaman kehanetleri içinde sıralanmış
olduğunu düşünüyordu. Önce Yahudilerin İsrail'e toplanmasından mı bahsediliyordu?
O zaman bu yapılacaktı. Sonra İsrail'in Kutsal Yahudi Krallığı olarak
tesisinden mi bahsediliyordu? O zaman ikinci adım buydu.
Kook'un
görüşleri zaman içinde çeşitli yorumlara uğradı. Gush Emunim adlı bir hareket,
Yahudilerin toprağı işlemesini ve yerleşimler kurmayı Mesih'in gelişinin ön
şartı olarak görüyordu. Bunlar yerleşim birimlerini kurdular. Meir Kahane
İsrail topraklarının gayr-i Musevilerden arındırılması gerektiğine inanıyordu.
Bunun için önce gönüllü, sonra zoraki tehcir politikası öngörüyordu. Kahane'nin
takipçileri Üçüncü Mabet'in inşasının tamamlanması için Mesih'in gelmesi
gerekmekle birlikte temellerinin atılmasının pekala bu gelişi
hızlandırabileceği ümidiyle Aksa Camii'ni havaya uçurmaya kalkıştılar.
Kahane'yle ilişkili Mabet Tepesi İnanlıları örgütü her yıl Üçüncü Mabet'in
temel taşını Aksa Kompleksi'nin bir köşesine yerleştirmeye çalışır.
İRAN DEVRİMİ
HESAPLARI BOZUYOR
Halebî'nin örgütü, Bahai düşmanlığını ideolojisinin
kenarına iterek fikrî dönüşümünü yaşarken 1979 İran Devrimi yaşandı. Devrimin üzerinden daha bir yıl geçmemişti ki Halebî
ile Humeyni karşı karşıya geldiler. Humeyni o güne kadar resmî hiçbir kaydı
olmayan örgütün bir hayır kurumu olarak resmiyet kazanmasını istedi. Encümen-i Hayriye-yi
Hüccetiye-yi Mehdeviyye adı o zaman ortaya çıktı. Hüccetiye'nin rejimle
ikinci sıkıntısı Ayetullah Humeyni'nin Velayet-i Fakih doktrinini
halkoylamasına sunması oldu. Hüccetiye, din âlimlerinin yönetime karışmasını
Mehdi'nin gelişini geciktirecek bir ihanet olarak görüyordu. Sonunda
halkoylamasında Velayet-i Fakih'e destek kararı aldı ama bunun bir takiyye
olduğunu ve temelde komünistlerin rejimi ele geçirebilecekleri endişesiyle
kendilerine daha yakın buldukları devrimcilere destek verdiklerini bilmeyen
yoktu.
Örgütün
gizli yapısı devrim kadroları arasında rahatsızlıklara sebep oluyordu.
Komünistlerin Tudeh Partisi, Halebî'nin aşırı anti-Marksist söylemi yüzünden
Hüccetiye'yle uğraşıp duruyordu. Bu uğraşı zaman zaman Hüccetiye hakkında
mitler oluşturmaya kadar varıyordu. Humeyni, 12 Temmuz 1983'te kafa karıştıran
bir açıklama yaptı. Açıklamanın birilerine mesaj içerdiği barizdi. İran'ın
manevi lideri tam tamına şunları söylemişti:
"Onikinci
İmam yeniden ortaya çıkıncaya kadar günahların artmasına müsaade etmemiz
gerektiğini söyleyenler konumlarını düzeltmeli ve elden geçirmeliler. Eğer
ülkenize inancınız varsa bu hizipçiliği terk eder ve ülkemizi ileri götüren
dalgaya katılırsınız. Yoksa bu dalga sizi boğar."
Aynı gün
Hüccetiye Derneği varlığını sona erdirdiğini ilân etmeseydi çoğu İranlı için bu
sözler muamma olarak kalacaktı. Halebî rejimle ve sokaklara hâkim olan İslami
Cumhuriyetçi Parti'yle mücadeleye girişmek yerine o heyecanla bekledikleri
Kayıp İmam gibi 'gaybubet'e çekilmeyi tercih etti. Ancak ne komünist Tudeh
Partisi ne de rejimin Ayetullah kadroları Hüccetiye'nin gerçekten siyasetin
dışına çıktığına inandı. Humeyni'nin 1989'da vefatından sonra Halebî gerek
Velayet-i Fakih müessesesini, gerekse Hamaney'in yeterliliğini sorguladığı için
ev hapsine alındı. 1990'lar örgütün sessiz geçirdiği yıllardı. Bu yıllarda
örgütün siyaset içindeki faaliyetleri Ahmet Tevekkülî'nin başarısız başkanlık
adaylıklarından ibaret kaldı. 1998 yılında Hüccetülislam Muhammed Tâkî Felsefî,
1999'da da Mahmud Halebî vefat etti. Örgütün Ayetullah Muhammad Tâkî Misbah
Yezdî'nin manevi önderliğinde yeniden yapılanması ve adından söz edilir hale
gelmesi için 2002 yılını beklemesi gerekecekti.
ÖRGÜT SÖYLEM TAZELİYOR
Hüccetiye'nin
yeniden faaliyete geçtiği yönünde ilk uyarılar, 2002 yılında duyuldu. Kum şehrinde
bir grup insan Hüccetiye sempatizanı oldukları ve dinî çatışmayı teşvik
ettikleri gerekçesiyle tutuklandı. Bu hadise Tudeh'in de devrim
Ayetullahlarının da anti-Hüccetiye söylemlerini kamçıladı. Milletvekili Davud
Hasanzadegan-Rudsari, örgütü 'gerici ve cahilliğe övgü düzen' bir örgüt olarak
tanımladı. Örgütün eski Bahai karşıtı çizgisini terk edip bir taraftan
Şii-Sünni çatışmasını ateşlediği, diğer taraftan da İslam Devrimi'ni yıkmaya
yönelik faaliyetlere giriştiği iddia edildi.
Örgütün adı
2003'te de sıklıkla duyuldu. Yönetimin her kademesine sızdıkları iddia
ediliyordu. Hüccetiye'nin kendisini siyasal bir parti olarak kaydettirmesini
isteyenler bile vardı. 2004 yılında İran'da baş gösteren mezhep çatışmalarının
arkasında da çoğu isim Hüccetiye'yi görüyordu. Milli Güven Partisi'nin ileri
gelen isimlerinden Resul Müntecebniye, 4 Mayıs 2004'te Nesim-i Saba gazetesinde
yayımlanan makalesinde Hüccetiye'nin artık Bahailerle uğraşmayı bırakıp
Şii-Sünni çatışmasını ateşlemekle meşgul olduğunu iddia etti. Müntecebniye'nin
iddiası Farsça yayın yapan ve iyi bağlantıları olduğu bilinen Baztab adlı web
sitesi tarafından da destekleniyordu. Siteye göre Hüccetiye bağlantılı
yayınevleri Sünnileri eleştiren Arapça kitaplar yayınlıyor, bunlar Kum'da
dağıtılıyor ve üzerlerinde 'Beyrut'ta Yayınlanmıştır' notu bulunuyordu.
2004'ün
Kasım ayında Radio Free Europe'un Farsça versiyonu olan Radyo Farda,
Hüccetiye'yi uluslararası gündeme taşıyacak bir iddiada bulundu: Radyonun
haberine göre Hüccetiye'nin gerçek lideri Iraklı Şii din adamı Ayetullah Ali
Sistani idi. Radyo Tahran Belediye Başkanı Mahmud Ahmedinecad'ın da Hüccetiye
ile gönül bağının olduğunu iddia ediyordu. Radyo Farda'nın haberi bulmacanın
parçalarını bir araya getirir mahiyetteydi. Ali Sistani gerçekten de Misbah
Yezdî'nin, Halebî'nin ve Felsefî'nin ders aldığı kişiler tarafından
yetiştirilmiş, Halebî ve Felsefî gibi Meşhed'li bir âlimdi. Velayet-i Fakih
doktrinine çekinceler koyduğu, din adamlarının siyasetten uzak durmasını arzu
ettiği biliniyordu. Ancak temelde bir barış adamı görünümü veren Ali
Sistani'nin Şii-Sünni çatışmasını körükleyeceğine veya sırf Mehdi gelsin diye
dünyada günahların ve zulmün artmasını isteyeceğine ihtimal verilmiyordu. Kaldı
ki Radyo Farda, Sistani'nin yanına Tahran'ın sevilen halk adamı belediye
başkanı Mahmud Ahmedinecad'ı da koymuştu.
AHMEDİNECAD VE MEHDİ'YE HAZIRLIK
24 Haziran
2005'te yapılan İran Başkanlık seçimlerini daha önce Tahran Belediye Başkanı
olan Mahmud Ahmedinecad kazandı. Seçimlerden sonra bir konuşma yapan eski Başkan
Muhammed Hatemi, kafa karıştırıcı ifadeler kullandı: "İmam Humeyni
döneminde devrimi bir sapkınlık olarak görenler, şimdi terör ve baskı
mekanizmalarını kullanıyorlar. Bu sığ düşünceli gelenekçiler taş devrinden
kalma geri kafalılıklarının arkasında şimdi güçlü bir örgüt de buldular."
Hatemi'nin Ahmedinecad'la arasının hoş olmadığı bilinen bir gerçekti. Fakat
Hatemi bir de örgütten bahsediyordu. Humeyni döneminin Genelkurmay Başkanı olan
Ahmet Tevessulî, Hatemi'nin Hüccetiye'ye atıfta bulunduğunu iddia etti.
Ne var ki
Ahmedinecad'ın Hüccetiye ile irtibatı hakkındaki iddiaların hiçbiri belgeye
dayanmıyor. Batılı gözlemciler Ahmedinecad'ın Kayıp İmam'ın Mehdi olarak geri
döneceği yönünde hemen her konuşmasında yaptığı vurgunun ve Ayetullah Mesbah
Yezdî'yi kendi 'merce-i taklid'i olarak ilân etmiş olmasının Hüccetiye
bağlantısını gösterdiği kanaatindeler. Ancak 12. İmam'ın Mehdi olduğu ve
Ahirzaman'da geri geleceği inancı İmamiye Mezhebi'nin temel inançlarından biri
durumunda. Ahmedinecad'ın Mehdi beklentisi sıradan bir Şii için hiç de
'sıradışı' değil. Buna karşılık Ahmedinecad'ın konuşmalarında 'İran Devrimi'nin
temel gayesinin 12. İmam Mehdi'nin geri dönüşünün yolunu açmak' olduğunu
vurguladığı biliniyor. İran Başkanı'na göre Mehdi'nin yolunu açacak İran'ın
daha güçlü, gelişmiş ve model bir İslamî sistem oluşturması gerekiyor.
Ahmedinecad'ın ülkenin imamlarına hitap ettiği bir konuşmasında, "Bütün
politikalarımızı İmam Mehdi'nin dönüşü endeksli yapmalıyız. Batı'nın
politikalarını ve sistemlerini taklit etmeyi terk etmeliyiz." dediği
biliniyor. Ahmedinecad 2005 Eylülünde Birleşmiş Milletler Genel Meclisi'nde
yaptığı konuşmasında da Mehdi'nin gelişinin hızlandırılması için Allah'a dua
etmişti. Yine de Ahmedinecad'ın Mehdi'nin geri döneceği yönündeki bu sağlam inancı
onun Hüccetiye çizgisinde olduğunu ispat etmiyor.
TANRI KALİ'Yİ KANLA BESLEYEN SAGLAR
Binyılöncüleri
içinde Hindu Saglar'ın ayrı bir yeri var. Bu örgütün tamamını iple boğarak
öldürdüğü insan sayısının bir milyonu aştığı tahmin ediliyor. 19. yüzyılda
İngilizlerin Hindistan'a hükmettikleri dönemde yok edilen Saglar savaşın,
yaratmanın ve öldürmenin tanrıçası Kali'ye kurban ediyorlardı öldürdükleri
kişileri. Bu kurban zamanın ve yaratmanın devam etmesi için şarttı. Her Sag en
az üç insan öldürmek durumundaydı ki kâinattaki düzen devam edebilsin. Saglar
tam olarak bilemediğimiz bir dinî sebeple sadece yolcuları öldürüyordu.
Kali'nin kurbandan aldığı kan ve hazzın maksimum olması için öldürme yavaş
yavaş yapılıyordu. Kali kadınların, cüzamlıların, körlerin ve bazı sanat
erbabının kanını istemediğinden bunlara dokunulmuyordu. Avrupalıların kanı da
makbul değildi.
Sag
teolojisi 1564'te İspanyollara karşı meşhur Taki Onkoy ayaklanmasını başlatan
Perulu yerlilerin teolojisini andırır. Taki Onkoy liderleri İspanyolların kendi
ülkelerini işgal edebilmiş olmasının tek açıklamasının kendi tanrılarının
Hıristiyanların tanrıları karşısında zayıf düşmeleri olduğuna inanmışlardı.
Bunun çözümü de kendi tanrılarını güçlendirecek bir girişim başlatmaktı. Bunu
başarırlarsa güçlenen tanrıları geri kalan işi üstlenecek ve İspanyolları
ülkelerinden atacaklardı. Bu sebeple İspanyol kolonilerini yakmaya, önlerine
gelen İspanyolları öldürmeye başladılar. Ayaklanma liderleri hiçbir planlamaya
gerek duymamışlardı. Çünkü hedefleri İspanyolları yenmek değildi. Tek hedefleri
kendi tanrılarının ihtiyaç duyduğu gücü sağlamaktı. Taki Onkoy liderlerinin
ayaklanmanın sonucunu nasıl yorumladıkları bilinmiyor. Çünkü halklarıyla
birlikte yok edildiler.
Doç. Dr.
John von Heyking binyılöncülüğünün sadece dinî inanışların içinde görülmediği
uyarısında bulunuyor. Von Heyking'e göre proletaryanın kapitalizm karşısında
eninde sonunda ayaklanacağı yönündeki Marksist beklenti de bir tür Mesihçilik.
Bazı militan Marksistlerin proleter ayaklanmanın gecikmesi üzerine
'proleterleri ayaklanmaya zorlayacak bir perişanlığa sürüklenmeleri gerektiği'
tezini savundukları biliniyor. Hitler de 'Doğa'nın tanrısal güçlerine inanıyor
ve doğayı kirleten ırklar ortadan kaldırılırsa insanlığı kurtaracak müdahalesini
yapacağını zannediyordu.
Filozof
Eric Voegel'in 'metastatik inanç' adını verdiği bu tür bir inanç, işgale karşı
halkı ayaklanmaya sürüklemek için işgalciyi kışkırtarak hayatın çekilmez hale
getirilmesi gerektiğini söyleyen Maoist gerilla taktiklerinde, askerî
müdahalelerle rejimlerin 'yola geldiğine' inanan karanlık güçlerin ortalığı
karıştırarak orduları müdahaleye zorladığı üçüncü dünya ülkelerinde veya kaosun
eninde sonunda bir düzen ortaya çıkaracağı gibi dinlerarası felsefeler
oluşturmuş Aum Şinrikyo gibi seküler örgütlerde görülebilmektedir.
ÜYELİK İDDİASI UYDURMA OLABİLİR Mİ?
Ahmedinecad'ın Hüccetiye üyesi olduğu yönündeki
bilgiler dünya basınına Bahai kurumları ve Tudeh Partisi gibi hem Hüccetiye'nin
hem de İran rejiminin muhalifi ekiplerce sızdırıldığından bu iddialara temkinle
yaklaşmak gerekiyor. Bu iddiaları dillendirenlerden
Amerika'daki Hoover Enstitüsü'ne yakın bir isim olan Abbas William (Bill)
Samî'nin bu tür iddiaları süper güçlerin diplomatik amaçlarına hizmet amaçlı
olarak gündeme getirdiği de söyleniyor.
Ahmedinecad'ın
kutsal şehir Kum yakınlarında bulunan ve her hafta binlerce Şii hacının Kayıp
İmam'a ulaşması ümidiyle mektuplar bıraktıkları Camkaran Kuyusu'na atılmak
üzere Bakanlar Kurulu tarafından ortak bir mektup yazdırdığı dahi iddia
ediliyor. Yine BM Genel Meclisi'nde yaptığı konuşma sırasında Meclis'e ilahi
bir sükûnetin hâkim olduğu ve dünya liderlerinin adeta bir el tarafından
sandalyelerine bağlanıp gözlerini dahi kırpıştırmadan Ahmedinecad'ı
dinledikleri yönünde Ahmedinecad'ın kendi iddiaları olduğu söyleniyor.
Çoğu
Ahmedinecad'ı küçük düşürmeye yönelik olan bu iddiaların doğruluk değeri
bilinmiyor. Bilinen gerçek Ahmedinecad'ın Hüccetiye'nin kuruluşunda etkin
olduğu Hakkani İlahiyat Okulu'na ve bu okulun başında bulunan ve Hakkani
Halkası'nın kurucusu Ayetullah Muhammed Tâkî Mesbah Yezdî'ye olan yakınlığı.
İran devlet başkanının İlm-ü Sanat Üniversitesi'nde okurken İslamî Derneğe üye
olduğu ve bu derneğin Hüccetiye ile işbirliği içinde olduğu da biliniyor.
Ahmedinecad'ın
bakanlarının ve önemli atamalarının çoğunun Hakkani Halkası'ndan olduğu da bir
gerçek. Fakat bu okulun sadece Hüccetiye sempatizanı yetiştirdiğini söylemek
doğru değil. Fakat halen Kum'daki en prestijli okullardan biri olan Hakkani
Okulu mezunlarının ilginç bir şekilde İstihbarat ve İçişleri Bakanlığı
kadrolarında yoğunlaşmış olmaları, bu okul mezunlarının en azından bir kısmının
planlı olarak Hüccetiye için kritik olan istihbarat ve polis kadrolarına
sızdığı imajını veriyor. Bugün istihbarat şefi olan Hüccetülislam Gulam Hüseyin
Muhsini Eceheyi'nin, İçişleri Bakanı Mustafa Pürmuhammedi'nin ve İstihbarat ve
Milli Güvenlik Bakanlığı'nın üst düzey yetkililerinden Ali Fellahiyan, Ali
Yûnesi, Muhammed Rey-Şahri gibi isimlerin Hüccetiye bağlantılı oldukları iddia
ediliyor.
VEKİL Mİ KAZIK MI?
Ahmedinecad'ın
Hüccetiye üyesi olduğunu ısrarla vurgulayan isimlerden biri Kanada'nın
Lethbridge Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. John von Heyking. Von Heyking
Hüccetiye'nin Kayıp İmam'ın geri dönüşüyle ilgili inançlarının tam bir
binyılöncülüğü inancı olduğu görüşünde. Von Heyking, Şiiliğin İmam Mehdi'nin
bir kaos döneminde insanlığı kurtarmak üzere geleceği, fakat bu gelişi sağlamak
veya hızlandırmak için insanların yapabileceği hiçbir şeyin olmadığı yönündeki
geleneksel inancının Hüccetiye tarafından metomorfoza uğratıldığını söylüyor.
Ona göre Hüccetiye'nin Mehdi inancı Hıristiyanlığın Mesih inancına fazlasıyla
benziyor. Şiilere göre Mehdi'nin bir vekili olacak veya bu vekil Mehdi'den önce
gelerek onun yolunu açacak. Hıristiyan öğretisine göre de Hz. Yahya Hz. İsa'nın
yolunu açan ve onu haber veren peygamberdir. Benzer bir ikili ilişki Bahailikte
Bab ile Bahaullah arasında bulunur. Bab, Bahaullah'dan önce gelerek onun
gelişini müjdelemiş ve halkı ona hazırlamıştır. Heyking, Ahmedinecad'ın
kendisini 12. İmam'ın bir tür 'önce gelen vekili' olarak görüyor olabileceğini
düşünüyor. Bu durumda 'vekil', İran'ın nükleer kapasitesini artırarak dünyada
kaosu artıracak, diğer taraftan ülke içinde İran Devrimi'nin kurduğu rejime
karşı bir tür 'sivil ihtilal' gerçekleştirerek ülkede bir anayasal kriz
başlatacak. 12. İmam'ın gelmesi için öncelikli olarak ortadan kalkması gereken
İran İslam Cumhuriyeti de böylelikle bertaraf edilmiş olacak. Von Heyking'in
spekülasyonları fantastik görülebilir. Ama Haşim-i Rafsancani'nin Ahmedinecad'ı
'İslam Devrimi'ni yok etmekle' suçladığı bilgisiyle birlikte bu spekülasyon
'acaba' dedirtiyor.
Von
Heyking'in 'vekil' teorisini destekleyecek hiçbir bilgi yok. Ama
taraftarlarının Ahmedinecad'ı 'evtâd'dan biri gördükleri ve Ahmedinecad'ın bunu
yalanlamadığı biliniyor. Şii inançlarına göre Kayıp İmam ölü olmayıp halen
dünyanın idaresiyle meşgul. Her kuşaktan 36 adam seçen İmam, bunları Nebe
Sûresi'nin yedinci ayetindeki 'Dağların dünyayı ayakta tutan kazıklar kılındığı'
ifadesinde geçen 'kazıklar' kelimesine atfen 'evtâd' tayin ediyor. Bu kişiler
sayesinde dünyanın düzeni ayakta duruyor. İşte taraftarları Ahmedinecad'ın
dünyayı ayakta tutan bu 'kazıklar'dan biri olduğuna inanıyor.
İranlı
Filozof Prof. Abdülkerim Suruş, Misbah Yezdî ve Ahmedinecad'ın Hüccetiye
bağlantılı olduğunu kabul etmiyor. Hüccetiye'nin binyılöncüsü söyleminin abartı
olduğunu düşünen Suruş, Misbah Yezdî ve Ahmedinecad'ın çok daha tehlikeli bir
kafa yapısına sahip oldukları kanaatinde. Suruş, bu ikilinin arka planında
Mahmud Halebî'yi değil, Tahran Üniversitesi eski felsefe profesörü Ahmet
Ferdid'i görüyor: "Bu adam devrim öncesinde dindar bir adam değildi.
Devrimden sonra mollalardan daha molla kesildi. Aşırı şiddet düşkünü, Yahudi
düşmanı, kafasını Masonlarla bozmuş bir adamdı. Almanca bilmediği halde
Almanya'ya gitmiş ve Heidegger'den ders almıştı. Ondan Nazi ve faşist görüşleri
devralmış." Suruş'a göre Ahmedinecad ve Misbah Yezdî'nin çizgisi Ahmet
Ferdid'in çizgisidir. Abdülkerim Suruş, Misbah Yezdî'nin zaman içinde İran'ın
manevi liderine dönüşebileceğini ve bunun İran'ın Taliban Afganistan'ından çok
daha kötü bir duruma düşmesi anlamına geldiğini düşünüyor.
UFUK TURU:
FİKRET ERTAN
İRAN'DA
HÜCCETİYE GÖLGESİ
Mahmud
Ahmedinecad'ın İran Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana çeşitli basın-yayın
organlarında İran'da yeniden canlandığı söylenen bir yarı-gizli teşekkül ya da
cemiyetten söz ediliyor.
Bu cemiyeti
ele alan bazı yazılarda cemiyetin yönetim kademelerinde etkili olmaya
başladığı, üyelerinin önemli mevkilere geldiği, hatta bugünkü hükümette bazı
bakanların cemiyet üyesi oldukları iddia edilirken eski Cumhurbaşkanı Muhammed
Hatemi'nin bir süre önce Meşhed'de bir vaaz sırasında 'Taş devri geriliğine
sahip sığ görüşlü gelenekçilerin şimdi arkalarında güçlü bir cemiyet var.'
şeklinde sözler sarf ederek söz konusu cemiyete işaret ettiği ifade ediliyor.
Birkaç defa
bizim basında da bazılarının yanlış ad (Hocatiye gibi) ile temas ettikleri bu
cemiyet esasen oldukça eski bir dinî cemiyet. Tam adı Encümen-i Hayriye-yi
Hüccetiye-yi Mehdeviyye. Kısaca Hüccetiye (Hüccet delil demek; Hüccetiye de
delilciler) olarak bilinen bu cemiyet 1953 yılında yapılan darbe sonrasında
İmam Humeyni'nin yakın arkadaşlarından Şeyh Mahmud Halebi tarafından kuruldu.
Amacı, 'İslam dini ve Caferiye mezhebinin tebliği ve bunların ilmî yollardan
savunulmasıydı. Dönemin sert siyasi yönetimi tarafından medreseler dışında
faaliyetlerine izin verilen sayılı dinî merkezler ve cemiyetlerden biri olan
Hüccetiye bu dönemde çok canlı tartışmalara, çalışmalara sahne oldu. Horasan
şehri cemiyetin en güçlü bölgesel merkeziydi. Hüccetiye'nin 1979 İslam Devrimi
öncesi baş hedefi Bahailik'ti. Cemiyet, Bahailiği İslam'ın baş düşmanı olarak
görüyor, bu zararlı akımla mücadeleyi faaliyetlerinin en önemli hedeflerinden
biri olarak değerlendiriyordu.
1979 İslam
Devrimi'nden sonra Bahailik Devrim yönetiminin de baş hedeflerinden biri olarak
kabul edildiği için Hüccetiye bu defa Marksizm'i İslam'ın en büyük düşmanı
olarak görmeye başladı ve Marksizmin kökünden tasfiyesi için mücadeleye
koyuldu.
Cemiyet,
Mehdi doktrinine gönülden bağlı olduğu ve bunu savunduğu için 1979 Devrimi'ni
takiben Devrim lideri İmam Humeyni ve onun geliştirdiği Velayet-i Fakih
doktrini ile ters düşmeye başladı; zira Hüccetiye doktrininin esasında
siyasetin ve yönetimin dinî makamlara devri söz konusu değildi. Siyaset ve
yönetim Mehdi'nin uhdesinde olan alanlardı; dinî makamlar bu alanları
devralamaz, üstlenemezlerdi.
Ne var ki,
bu doktrin farklılığına rağmen Hüccetiye İslam Devrimi'ni destekledi, İmam
Humeyni'nin siyasi liderliğini kabul ederken dinî liderliğini kabul etmekten de
ısrarla kaçındı.
Hüccetiye
liderleri Devrim ile birlikte kendi cemiyetleri içinde de ortaya çıkan genç
devrimci üyelerinin bu doktrinden vazgeçilmesi, cemiyetin kuruluş senedinin
gözden geçirilmesi yolundaki taleplerine karşı çıktılar. Bu karşı çıkış
cemiyetin üye ve sempatizan sayısının hızla düşmesine, ayrılanların çoğalmasına
yol açarken, ayrılanlar da Hizb-i Cumhur-i İslami Partisi saflarına katılmayı,
böylelikle Devrim'e hizmet etmeyi tercih ettiler.
Cemiyet
İslam Devrimi liderliğini organizasyon gücü ve disiplini ile etkilerken bu
husus kendisini en çok 1981 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde
gösterdi. Muhammed Recavi'nin cumhurbaşkanı seçildiği bu seçimlerde Hüccetiye
üyelerinin oylarını liderlerinin talimatı üzerine 12. İmam'a, yani İmam
Mehdi'ye verdikleri, verilen bu oyların 400 bin civarında olduğu, bunun da
geçerli oyların yaklaşık yüzde 2,5'ine tekabül ettiği o zamanlar söylendi.
Seçimlerden
sonra da en başta Hizb-i İslami Cumhuri'nin sola yakın kesimi olmak üzere
Devrim kadroları yavaş yavaş Hüccetiye'yi hedef alırlarken cemiyet ile Devrim
kadroları arasındaki hesaplaşmanın ilk işaretleri de ortaya çıkmaya ve sonra da
güçlenmeye, nihai hesaplaşma saati de yaklaşmaya başladı.
Nihai
hesaplaşmanın saati de 1983 yılı Temmuz ayında çaldı. Hizb-i İslami Cumhuri'nin
Hattı-İmam (İmam'ın çizgisi) mensupları Hüccetiye'ye karşı tam saldırıya işte
bu tarihte geçtiler ve zaten Hüccetiye'ye hem Velayet-i Fakih doktrinini kabul
etmediği ve hem de Mehdi'nin geri dönüşünün çabuklaştırılması için dünyanın
karışmasını savunduğu için karşı olan İmam Humeyni'nin Hüccetiye'nin
pozisyonunu örtülü ifadelerle de olsa sapkın ve sahtekâr olarak ilan etmesini
sağlamayı başardılar. Bunun üzerine Cemiyet akıllı bir hareketle İmam Humeyni
ve taraftarlarıyla herhangi bir tartışma ya da karşı karşıya gelmeden kaçınarak
faaliyetlerini İslam Devrimi'nin liderine hürmeten belirsiz bir tarihe kadar
askıya alma kararı verdi. Bu arada hükümette bulunan Hüccetî ticaret ve çalışma
bakanları da görevlerinden istifa ettiler.
Hizb-i
Cumhur-i İslami mensupları Hüccetiye'yi en çok tebliğ faaliyetlerini kültürel
alanla, fikirler dünyasıyla sınırladığı, Hüccetiye'nin dinamik değil durağan
bir İslami görüşü temsil ettiği gerekçesiyle suçluyor, eleştiriyordu. Bu
eleştirinin tabii sonucu da Hüccetiye'nin İslam Devrimi ve liderliğinin dinamik
ideolojisine ters düştüğü yolundaydı. Devrim kadroları tarafından Hüccetiye'ye
yönelik bir başka önemli eleştiri de Velayet-i Fakih doktrini konusundaydı ve
bu kadrolar Hüccetiye'nin bu doktrini benimsememesinden dolayı saf dışı
bırakılması gerektiğini savunuyorlardı.
Sonuçta,
Hüccetiye görünürde saf dışı kalmış oldu; ama yine de Devrim kadroları ile ters
düşmesine rağmen varlığını kararlı bir şekilde bugünlere kadar devam ettirdi;
üstelik Mahmud Ahmedinecad dönemi ile birlikte kendisinden daha çok söz ettirir
hale gelirken bazı kaynaklara göre yönetimdeki nüfuz ve ağırlığını oldukça
artırmayı da başardı.
Bu
kaynaklar, 21 bakandan meydana gelen bugünkü hükümette üç bakanın Hüccetiye
arkaplanına sahip olduğuna işaret ediyor. Mesela Hüccetiye kökenli Hakkani
Medresesi mezunu olan İstihbarat Bakanı Hüccetülislam Gulam Hüseyin Muhsini'nin
bu bakanlardan birisi olduğunu iddia ediyorlar. Mahmud Ahmedinecad'ın 'merci-i
taklidi' olduğu söylenen ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Besiç güçlerine
Ahmedinecad'a oy vermeleri yolunda fetva verdiği belirtilen Ayetullah Muhammed
Tâkî Misbah Yezdî'nin de aynı medresenin mezunu olduğu bu meyandaki iddialardan
birisi ayrıca.
Cumhurbaşkanı
Ahmedinecad'a gelince; onun Hüccetiye mensubu olduğunu söyleyenler de var; üye
olmayıp sadece sempatizan olduğunu; mezun olduğu İlm-i Sanat Üniversitesi'nde
okurken üye olduğu dinî cemiyetin Hüccetiye ile bağlantılı bir cemiyet olduğunu
söyleyenler deHatta Ahmedinecad'ın dünyaya meydan okuyan tavrının Hüccetiye'nin
Mehdi doktrininden kaynaklandığını iddia edenler de
Şüphesiz
bütün bunlar 'Hüccet'i Katı'aya' (kesin delil) dayanmayan söylenti ve iddialar;
ama Hüccetiye de tarihî ve güncel bir gerçek. Ve bu gerçeğin gölgesi bugün İran
ve yönetimi üzerinde kendisini şu veya bu şekilde hissettiriyor bana göre
KAYIP İMAM
Şiiliğin
12. İmam"ı Muhammed bin Hasan el-Askerî Sahib"üz-Zaman, Kâim, Hâtim
ve Hüccet isimleriyle de bilinir. Şii inancına göre Hicrî üçüncü asırda doğmuş,
fakat zamanın sonundaki görevini yerine getirmek üzere 941 yılında gaybubete
çekilmiştir. Ahirzaman"da dünyanın cevir ve zulümle dolduğu bir zamanda
zuhûr edecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Bazı Şii âlimleri kendisi
gibi adının da gaybubete çekilmiş olduğunu kaydeder ve gelip misyonunu eda
edene kadar adının anılmasının caiz olmadığını söylerler. Onikinci İmam dünyaya
birinci gelişlerinde de çok az insana gösterilmiştir. Şii inancına göre bu
birinci gelişi Birinci Gizleniş olarak bilinir. Babası 11. İmam Hasan Askerî
onun beklenen Hüccet olduğunu söylemiştir. Hasan Askerî öldükten sonra da 12.
İmam sadece dört kişiyle görüşmüş, bu kişilere "sefir" adı verilmiştir.
73 yıl süren Birinci Gizleniş"in sonunda İmam Mehdi ikinci ve asıl
Gaybubet"ine çekilmiştir. İmam Mehdi gaybubette olmakla birlikte dünyayı
yönetmeye devam etmektedir. Şiilerdeki "Gaib İmam" inancı Breslavlı
Haham Nahman"ın talebelerinde de görünür. 19. yüzyılda yaşamış ve beklenen
Mesih olduğuna inanılan Nahman"ın aslında ölmediği, zamanın sonunda
görevini eda etmek üzere yeniden geleceği söylenir. Hazreti İsa"nın ikinci
gelişiyle ilgili Hıristiyan ve Müslüman inanışı ve Buda"nın zamanın
sonunda Maitreya adıyla yeniden doğacağı şeklindeki Budist inanışı benzer
motifler içerir.
NEDEN HÜCCETİYE?
Şiiler"in
asıl isminin telaffuz edilmesinden hoşlanmadıkları Kayıp İmam"a taktıkları
isimlerden biri de Hz. Hüccet. Halebî örgütünü bu sebeple Hüccetiye şeklinde
isimlendirmiş.
https://www.internethaber.com/sii-kiyamet-cemiyeti-28601h.htm
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder