24 Temmuz 2020 İstanbul'un İkinci Fethi
Not: Arapların hevesi kursağında kalsın. Parayla İstanbulu alacaklardı. İstanbul emlakini satın alma nedenleri buydu. Artık daha almazlar.
İstanbul'u İkinci defa Türkler fethetti.
Daha Önceki yazımız...
Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Said HATİBOĞLU'nun "KUR’ÂN ve SÜNNET
IŞIĞINDA Hz. PEYGAMBER’İN GAYBA MUTTALİ OLMASI" Makalesinde geçen aşağıda
zikredilen hadislerin anlayış karmaşası, İstanbul'da Arapların emlak satın
almalarının arka planını gösteriyor.
Saçma olan bu düşüncenin gayri İslami olan çehresi, İstanbul için felaket
senaryolarını hazırlıyor.
Bahsedilen nedenle yani İstanbul'u satın almaya çalışan Araplar yüzünden,
gelecek yıllarda milletimiz vizeyle dahi şehre giremeyecektir. Acil
olarak İstanbul emlaki için tedbirler alınmalıdır.
…
Bir noktayı
belirtmek istiyorum. “Rasûlüllah adına çıkarılmış olan bu hadislerin ne
zararı var?” diye sorabilirsiniz. O kadar büyük zararları oluyor ki,
Rasûlüllah adına çıkarılmış bu hadisler yüzünden aileler dağılabiliyor;
kavimler birbiriyle harp edebiliyor; bir millet bazen toptan küfürle bile itham
edilebiliyor.
Seneler
öncesi rastladığım bir rivayetle, yaşadığım dehşeti sizlere aktarmak istiyorum.
Biliyorsunuz şimdi İstanbul’dayız. İstanbul’un fethini Rasûlüllah aleyhisselâtü
vesselâm "Kostantiniyye elbet fetholacaktır….” Hadisiyle müjdelemişler.
Gerçekten de Rasûlüllah böyle bir hadis söyleyebilir mi?
Bu âcize
sorarsanız, ben söyleyebilir diyorum.
Niçin?
Çünkü,
Cenâb-ı Rasûl’de, İslâm Dini’nin ahirete kadar bütün insanlığın malı olacağı
inancı var.
هُوَ الَّذِي أَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدَى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ شَهِيدًا
"Bütün
dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen
O'dur. Şahit olarak Allah yeter." (Fetih 28.) âyet-i kerimesi var.
Rasûlüllah’da bu inanç var ve bu inanca sahip olduğu için daha yedinci senede,
yani Mekke’yi fethetmeden önce Hudeybiye anlaşmasının akabinde civar ülkelere,
Mısır’a, Bizans’a, İran’a İslâm’a davet mektubları gönderdi.
Eğer
İslâmiyet yalnız Araplar’a mahsus bir din olsaydı, neden bu civar ülke
halklarını İslâm’a davete ihtiyaç vardı?
Çünkü,
Rasûlüllah, bütün insanlığa rahmet olarak gönderilmiş bir peygamberdir. O
sebeble bütün insanlığın kurtuluşunu tekeffül etmeye hazır bir Peygamberdir.
Dolayısıyla böyle bir hadis söylemesi gayet mümkündür.
Şu
bildiğimiz Ayasofya, Peygamberimizin doğumundan üç yüz sene önce yapılmaya
başlanmış ve doğumuna yakın tamamlanmıştır; ama, Peygamberimizin Ayasofya’dan
haberi belki yoksa da kendisi Bizans ile ticarî ilişkileri olan bir kavmin
mensubu. Bizans’da meydana gelen hadiselerin haberi O’na geliyor;
Konstantiniyye’nin varlığından haberdardırlar. O yüzden böyle bir hadis
söyleyebilirler. Ama, bizim Müslümanlar, asırlar devam eden İstanbul’u fetih
hareketlerinden hiçbir netice alamayınca birinci ve ikinci asrın içinde öyle
bir fikre vardılar ki, İstanbul’un fethi ancak kıyamet zamanında
gerçekleşecek. Bu yüzden ümmet arasında "Fethül
Kostaniyye min alâmeti s-saat" [İstanbulun fethi kiyamet
alametlerindendir.) fikri gelişti.
Bu sözler
hadis halinde kitaplarımızda vardır:
"İstanbul’un
fethinden önce Deccal çıkacak, Müslümanlar silah bile kullanmadan İstanbul’u
fethedecekler" gibi hadisler vardır.
Şimdi işin
enteresan tarafına geliyorum. Eğer İstanbul’un fethini, bu rivayetlere
inanarak, kıyamet zamanında vuku' bulacak bir hadise olarak kabul ederseniz o
zaman şu fethedilmiş İstanbul’umuzun değeri sizin gözünüzde ne olur?
Demek ki, henüz İstanbul fethedilmemiştir, dersiniz.
Ne acaib şeyler söylüyorsun diyeceksiniz ama, bunu söyleyen ben değilim.
Size meşhur
Reşid Rıza’nın hazırladığı Tefsirü’l-Menâr'dan bir pasajı aynen okuyorum.
"Verede
min eşratis-saati fethül Kostantiniyye" diye vârid olmuştur ki, İstanbul’un
fethi kıyamet alâmetlerindendir.
Bu rivayet
sahih hadis kitaplarında vardır, diyor. Bu hadis üzerine, âlimler âlimi
şeyhimiz Mahmud Neşşabe -ki, bu zat 1890’da vefat etmiştir- bu
hadisin mânâsı hakkında demiş ki,
"Arablar bunu eşkıya Türkler’den fethedecekler; o
zaman İstanbul fetholmuş olacak."
Reşid
Rıza “Mahmud Neşşabe, siyaset erbabından değildi. Türklerle Arablar
arasındaki bu düşmanlık onun zamanında yoktu. Türk Hükümeti’nin şu zamanda
yaptıklarını bir tarafa bırak” ilavesinde bulunuyor. Yani bunlar olsa
böyle bir şey söyleyebilir denilebilir. Reşid Rıza’nın vefatı 1935’tir.
Dolayısıyla bu sözleriyle daha evvelki devri kastediyor.
Diyeceksiniz ki, mesele burada kalmış mı?
Hayır
kalmamış. 1994 yılındaki haccım sırasında, İbrahim Çalışkan Hoca ile yatsı
namazım müteakip Kâbe’de tavafımızı yaptıktan sonra kitapçılara gittik ve bir
kitapçıda "Eşrati s-saat" [Kıyamet
alametleri] diye beş yüz sayfaya yakın bir kitap gördüm. Kitabı ilk
açışımda -Cenâb-ı Hakk bazen bana böyle lütuflarda bulunur!- bu hadis karşıma
çıktı. Emin olun dehşete düştüm, nerede ise kitapçının boğazına
sarılacaktım. İbare şu:
Bu ifade, Mekke’deki
Ümmü’l-Kurâ Üniversitesinin Şeriat Fakültesi’nin akide bölümünde yapılmış olan
bir tezdir. Üç defa basılmış, ilk baskısı 1989’da, İkincisi 1990, üçüncüsü
1993. Ben son baskısını aldım.
Burada tez
sahibi allâme (!) sadece kendi safsatalarını anlatmakla kalmıyor. Üstelik bir
de hepimizin muhterem saydığı Ahmed Muhammed Şâkir’den nakillerde bulunuyor.
Dehşete kapılmamak mümkün değildir. Ahmed Muhammed Şâkir bizim tanıdığımız
kadarıyla İmam Şâfiî’nin Risâle 'sini tahkikle ortaya çıkaran ve Mısır’da Ahmed
İbn Hanbel’in Müsned’ini yayınlamaya başlayan fakat ömrü vefa etmeyen büyük bir
âlimdir. Ama gel gör ki, bu müellif, tenkid zihniyetinden bihaber
olduğu için aynı zırvalan kitabında sıralıyor. Bunların hepsi metin
olarak elimde var.
Son olarak
şunu söylemek istiyorum. İslâm Dünyası’nda 1400 yıldan beri kitap yazılıyor.
Tek bir kitap Kur’ân’la başladık daha üçüncü asırda Taberî, tek başına otuz
ciltlik tefsirini yazdı. Altıncı asırda yaşamış olan İbn Akil’in bir rivayete
göre 400, diğer bir rivayete göre 600 ciltlik tefsiri var. Bunların hiçbiri
elimizde yoktur. Bunları kim okuyacak da, bunları kim tahlil edecek de bize
gerçekleri ortaya çıkaracaktır?
Hocalanmızın
vaktiyle başlattıkları bu vakıf çalışmaları eğer genişleyebilir, gerekli
yardımlar sağlanabilirse, İslâm Dünyası’nın kurtuluş ışığı Türkiye’den
çıkacaktır. Benim kanaatim odur. Ümmü’l- Kurâ’da yapılan tez benzerleriyle bir
yere varılabileceğini zannetmiyorum. İş parada değil sadece. Muhteşem
üniversiteleri ve kütüphaneleri varmış, ben görmedim ama kafa değişmedikçe o
kütüphaneleri, o İslâm kültürünü elekten geçirmedikçe Rasûlüllah’a layık ümmet
olmak muhaldir.
Cenâb-ı Hakk
cümlemizi O’na layık olanlardan eylesin.
Sh:29-31
Kaynak: KUR’ÂN ve
TEFSİR ARAŞTIRMALARI-V (İslâm Düşüncesinde Gayb Problemi-I) Tartışmalı İlmî
Toplantı 12-13 Ekim 2002
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar