Print Friendly and PDF

TÜRKLERDE PEYGAMBER Sallallâhü Aleyhi Ve Sellem SEVGİSİ

Bunlarada Bakarsınız



“Türk” demek “Müslüman” demektir. Bu mana batının ciğerindeki çıbanda gizlidir. Kimin ki dilinde Türklüğü silmek davası vardır. Onun hedefi İslâm’ı yıkmak istiyorum, üzerinedir.
Unutulmamalıdır ki, İslâm’ı koruyan ve koruyacağına söz veren Allah Teâlâ olduğuna göre Türk’e düşmanlık besleyenler Allah Teâlâya karşı gelen şeytanla iş tutanlardandır. Fakat herzaman galip olan Allah Teâlâ dır.

Mekke ve Medine İslam’ın iki kutsal kenti zaman zaman çeşitli toplumlar tarafından ele geçirilmiş ve yönetilmiştir. Osmanlılar mısır seferi sonunda Sultan Yavuz döneminde (1516-1517 ) tarihinde bu kutsal beldelere sahip olmuştur.
Osmanlı sultanı Yavuz Selim han kutsal şehirlere olan saygısından dolayı bu şehirleri kılıç çekmeden, savaşmadan aldığından ve tevazunun bir gereği olarak “Hakimül Haremeyn “ mübarek yerlerin hakimi denmesini istemeyip,  “ Hadimül Haremeyn “ Mübarek yerlerin hizmetçisi denilmesini istemiştir.
Yavuz döneminden başlayarak, Sultan Abdülaziz dönemine kadar Osmanlı tam üç yüz yıl Mekke ve Medine’ye olan saygılarından dolayı Osmanlı sancağını buralara asmamışlardır.  
*******************
Osmanlı saltanatının bahtsız padişahlarındandır Sultan Abdulaziz Döneminde birçok gaileler yaşanmıştır.  Sultan hastadır.  Yatağından kalkamayacak şekilde hastadır.  Yarı baygın haldedir.  Devlet adamları Medine'ye karşı hassasiyetini bilmektedir.  Bu nedenle Medine'den yazılan dilekçeyi arz etmemiş olamazlar.  Dilekçe padişaha arz edilmek üzere getirilir. . .  Padişah yaveri dilekçeyi okuyup cevabını isteyecektir.  
Sultan Abdulaziz dilekçenin Medine'den geldiğini duyunca mani olur.
Yanındakilere "Beni ayağa kaldırınız.  Beni ayağa kaldırınız. " der?
"Kutlu belde Medine'den gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem. " Koltuklarına girilir ve ayağa kaldırılır.  Dilekçeyi hasta ve bitkinliğine rağmen titreyerek hazırolda dinler.  Emreder: "Gereği yapıla!"
Sultan Abdulaziz'in âdetidir.  Medine'den gelen her postayı eline almadan önce abdest tazelemiştir.  
"Bunlarda Peygamber şehrinin tozu var" deyip? öpüp anlına koyduktan sonra koklayarak açmıştır.
İşte Allah Resulü sallallâhü aleyhi ve selleme saygının zirvesi.  
***********************
Osmanlı Devleti’nde Hırka-i Saadet’in önemli bir yeri vardı. Burasının bakımı, onarımı ve korunması için özel bir kanun çıkarılmıştı. Mukaddes emanetlerin bulunduğu daireye “ İç oğlanlar’dan 40 kişilik muhafız hizmet ederdi. Bunlar ENDERUN denilen SARAY ÜNİVERSİTESİNDEN mezun olan subaylardı. Bu subaylar kırklar adıyla anılırdı. Hırka-i Saadet ağaları paşalardan daha fazla itibar görürlerdi.
Ramazanın ikinci haftası Mukaddes (Mübarek) emanetler revan köşküne taşınırdı.  Hırka-i Saadet Dairesi temizliğine Padişah, Şeyhülislam ve Sadrazam bizzat katılırdı. Temizlik günü Has Odalar, gül suyuna batırılmış süngerlerle temizlenirdi. Yanık sesli hafızlar Kuran-ı kerim tilavetine başlarlar ve hep berber makamı ile salavat getirirlerdi. Temizlik yapılan bu süngerleri alanlar
Hayatları boyunca saklarlardı. .
Dipten,  köşeden süpürülen Hırka-i Saadet Dairesi’nin tozları ulu orta atılmazdı; bu iş için hazırlanmış olan derince bir kuyuya atılırdı. Mermer dibekte güzel kokulu bitkiler.  ( misk, öd ağacı, amber ) dövülür, ortalık çiçek kokusuna bürünürdü. Tozlar bu koku ile birlikte çukura atılırdı.
Hırka-i Saadet, muhafazasıyla getirilirdi. Ramazanın 15 günü padişahında katıldığı büyük bir tören yapılırdı. Padişah sandığı bizzat kendi açardı. Hırka-i Şerif’i öperdi. Yüzüne gözüne sürerdi. Tülbent ağaları ağaları Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin hırkasına değen mendilleri misafirlere dağıtırdı.
Hırkanın ağıza değen köşeleri zemzem ile yıkanırdı. Yıkama esnasında leğende biriken zemzem mühürlü şişelerde saklanırdı.  
KAYNAK: OSMANLILARDA PEYGAMBER SEVGİSİ,  ZİYA DEMİREL
Osmanlının Peygamber sallallâhü aleyhi ve sellem şehirlerine hizmeti Yavuz Sultan Selim’in Hicaz topraklarını almasıyla başlar. Ancak ondan öncede bu kutlu şehirlerin ve hacıların ihtiyaçları Osmanlılar tarafından hep düşünülmüştür.  Öyle ki Sultan Fatih,  Memluk Hükümdarı Kayıtbay’a bir ültümaton göndererek “ Ya Hicaz su yollarını tamir et, su getir ya da müsade et ben yapayım “ demiştir.
Memluk hükümdarı bu teklifi kabul etmeyince Osmanlı ve Memluklüler arasında gerginlik yaşanmış savaş için burun buruna gelinmiştir.
Medine’nin Osmanlı topraklarına katılmasıyla beraber artık “ En Sevgili’nin makamını aydınlatan kandillerde asla normal kandil yağı kullanılmamıştır. Yakılan hep ” Gül yağı” olmuştur.
İmparatorluğun son zamanları, en sıkıntılı dönemlerdir. 1853-1856 Osmanlı –Rus harbi yani Kırım savaşının masrafları bile İngiliz ve Fransızlardan borç alınarak karşılanmıştır. Ne var ki Allah Rasulü’nün türbeside tamir edilecektir. Tamir sırasında inşaat harcı su ile karıştırılmaz; Harç gül suyu ile karıştırılır.

KAYNAK: OSMANLILARDA PEYGAMBER SEVGİSİ
Prof. Dr. Sâdi ÇÖĞENCİ ve Yrd. Doç. Dr. Selâmî BAKIRCI
Osmanlı padişahların yirmi yedincisi olan Sultan I.  Abdülhamid,  20 Mart 1725 (Hicrî 1137) yılında dünyaya geldi.  Babası Sultan III.  Ahmed,  annesi ise Şermî Sultan'dır.  Küçük yaştan itibaren zamanın ileri gelen alimlerinden ilim tahsili yaptı.  Akıllı,  zeki,  ileri görüşlü,  kültürlü ve gayretli bir şehzade olan Abdülhamid,  ağabeyi Sultan üçüncü Mustafa'nın 21 Ocak 1774'de vefatı üzerine 49 yaşında tahta oturmuştur.
Osmanlı Devleti'nin en sıkıntılı devresinde tahta çıkan Birinci Abdülhamid,  Rusların Kırım halkına yaptığı zulümler nedeniyle oldukça zorlu zamanlar geçirmiştir.  Dönemindeki en önemli olaylardan biri de Kırım'daki Özi ve Hotin kalelerinin Rusların eline geçmesidir.  1784'de Rusya'nın bu ülkelerde yaptığı mezalimle ilgili raporu dinlerken üzüntüsünden felç geçirmiş ve bu hastalık nedeniyle vefat etmiştir (7 Nisan 1789).  Naşı Eminönü Bahçekapı'daki türbesindedir.  (Ahmet Cevdet,  Târîh-i Cevdet,  I-XII,  1303 İstanbul,  IV,  196-197; Kamil Paşa,  Târîh-i Siyâsiye-i Devlet-i 'Aliyye-i Osmâniye,  I-III,  1327,  İstanbul,  II,  248; Uzunçarşılı,  İsmail Hakkı,  Osmanlı Tarihi,  I-VI,  Ankara,  1988 (Türk Tarih Kurumu Yayını),  IV,  546; Danişmend,  İsmail Hami,  İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi,  I-VI,  Ankara,  1972,  IV,  67; Aktepe,  Münir,  "Abdülhamid",  TDV İA,  I,  İstanbul,  1988,  213-216)
Sultan Birinci Abdülhamid,  gerek tebaasının gerekse diğer memleketlerdeki Müslümanların huzur ve refahı için olağan üstü gayret gösteren ve elinden gelen her türlü çabayı sarf eden biri olarak tanınır.  
Rusların Kırım halkına yaptığı zulüm,  Hotin ve Özi'nin düşmesi münasebetiyle bizzat kaleme aldığı hatt-ı hümâyûnda dile getirdiği şu sözleri bunu en güzel bir şekilde göstermektedir: "Özi'nin düştüğü takriri alimallah beni yeniden kederlendirdi; bu kadar Müslüman erkek,  kadın,  küçük ve büyüğün kâfir elinde kalması beni mahzun eyledi.  Yâ Rab! Senden niyaz-ı âcizânem,  adı geçen kaleyi,  düşman elinden kurtarıp tekrar Müslümanların eline geçtiğini bana göstermendir".  (Uzunçarşılı,  Osmanlı Tarihi,  IV,  543)
Dini vecibelerini yerine getirmekte oldukça hassas olduğu bilinen Sultan Birinci Abdülhamid,  Peygamber Efendimiz ve Ehl-i Beyt'ini çok severdi.  Bunun için Mekke ve Medine'ye hizmette özel bir itinâ göstermiştir.  
Pek çok imar faaliyetlerinde bulunan Sultan,  annesi Rabia Sultan adına Beylerbeyi'nde bir cami,  muvakkithane (vakit tayinine yarayan aletlerin bulunduğu yerler hakkında kullanılan bir tabirdir),  hamam ve sıbyan mektebi,  Medine-i Münevvere'de medrese,  Emirgân'da cami,  Eminönün'de büyük bir imaret,  çeşme,  sebil,  medrese,  türbe ve bir kütüphane yaptırmıştır.  (Ahmed Cevdet,  Târîh-i Cevdet,  IV,  196-197)
Osmanlı Sultanları,  "Hâdimu'l-Haremeyni'ş-Şerîfeyn" unvanını kullanmaya başladıktan sonra gerek Ka'be'ye gerekse Ravza-i Mutahhara'ya her bakımdan önem vererek ilgi göstermiş ve buralara olan teveccühlerini değişik şekillerde yansıtmaya çalışmışlardır.  (Mustafa Nâima,  Nâima Târîhi,  I-VI,  1283,  Matba'a-i âmire,  İstanbul,  II,  82) Kâ'be'nin imarı ve örtüsü,  sürre,  vakıf vs. şeklinde olan bu hediyeler yanında bu yerleri şiirlerde övme ve buralara olan özlemi dile getirme de onlara karşı olan ilginin önemli bir sonucudur.  Bu çerçevede Osmanlı Sultanlarından,  Sultan Birinci Abdülhamid Ravza-i Mutahhara için Arapça bir kaside yazmıştır.
Kaynakların verdiği bilgilerden,  I. Sultan Abdülhamid ilim tahsili yaptığı gibi aynı zamanda edebiyatla da yakından ilgilendiği anlaşılmaktadır.  Bu itibarla H.  1191'de kaleme aldığı Arapça kasideyi Ravza-i Mutahhara'nın,  Hz. Peygamber’in nurlandırdığı odanın (Hücrenin) duvarlarına yazılmasını sağlamıştır.  Bundan dolayı bu kaside "el-Kasîdetu'l-Hucriyye - Hücre Kasidesi" olarak anılmıştır.  Uzun Süre Mekke ve Medine'de kalmış ve "Mir'âtu'l-Haremeyn" adıyla Mekke ve Medine'nin o zamanki tarihini konu alan bir eser yazmış olan Eyüp Sabrî'nin verdiği bilgilere göre,  bu kaside Hücre-i Saadet'in kıble duvarına sağ taraftan başlayarak nakşedilmiştir.  (Eyüp Sabri Paşa,  Mir'ât-ı Medine,  c.  I.  s.  585) Aynı kasidenin bir yazma nüshası da Süleymaniye Kütüphanesi,  Hacı Mahmud No: 3989'da bulunmaktadır.  "Efendim! Ey Allah'ın Elçisi! Tutuver elimden" diyerek başlayan bu kaside,  çevirisinde de görüleceği üzere Hz.  Peygamber sallallâhü aleyhi ve selleme olan aşkı,  O'na olan sevgi ve özlemi içermektedir.  
Arap aruz ölçülerinden Basît Bahri ile inşad edilen kasidenin,  edebi bakımdan insicamlı,  akıcı ve kolay anlaşılır olması Sultan Birinci Abdülhamid'in Arapça'da ne kadar güçlü ve aruz ölçülerine uygun bir şekilde Arapça şiir söyleyecek kadar yetenekli olduğunu göstermektedir.  Şiirin içeriği kadar bu yönü de önem arzetmektedir.
Bu kaside Mescid-i Nebevî'nin duvarlarında hala mevcuttur.  Ancak,  yaptırdığımız araştırma sonucu edindiğimiz bilgilere göre kasidenin bazı kısımları levhaların arkasında kaldığından görülmemekte,  bazı yerleri de sıvama,  kırılma vs. değişik şekillerde tahribata uğramıştır.  Bu da bize,  gerek nazmedeni ve gerekse içeriği bakımından bir şaheser olan bu kasidenin zaman içerisinde tamamen yok olacağı endişesini uyandırmaktadır.  
(I. ABDÜLHAMÎD HAN HAZRETLERİ)
Yâ Râsûlallâh!
Efendim! Tutar mısın elimden
Senden başka kimsem yok,  meyledemem başkasına
Bütün kâinâtta hidâyet nûru Sensin
Ey güvenilenlerin en hayırlısı,  cömertliğin sırrısın
Hakikattir,  bütün varlıkların imdâdı Sensin
Allah için insânların yol gösterici ve (hatalara) set çekicisin
Ey hamd makâmında (makâm-ı mahmûdda) bulunmaya lâyık olan Efendim,
Tek,  eşsiz,  doğrulmamış ve doğmamış olan Rabbimin huzûrunda
Ey iki parmağından fışkırarak nehirler akan
Ordulara yardım ederek susuzluğunu gideren
Beni korkuya düşüren bir zarâra uğradığımda
“Ey Efendiler Efendisi,  ey dayanağım!” diye seslenirim sana
Hatâlarımdan dolayı benim için Rahmân’a şefâatçi olmanı
Hayâl bile edemeyeceğim bir şekilde bana ihsânda bulunmanı
Dâimâ ve ebediyyen memnûniyet nazârıyla bakmanı
Her zamân lütûfta bulunarak kusurlarımı gizlemeni niyaz ediyorum

Beni de içine alan o bağışlayıcılığınla şefkat eylemeni istiyorum
Çünkü benim Zâtından başka bir Efendim yok
Öyle bir seçilmiş zâta tevessül ediyorum ki
O Vâhid ve Ehâd’in sırrı,  semâlara yükselenlerin en üstünüdür
O Güzel’in yaratıcısı,  güzelliğin Rabbi olan Allah Teâlâ’dır
Varlıklar içinde O güzel gibi bir güzel bulamadım
O’dur mahlûkâtın en hayırlısı,  peygamberlerin zirvesi
Halk içindeki en değerli hazîne ve onları doğru yola iletendir
Onunla (Rabbime) sığınıyorum,  umulur ki Allahım beni bağışlar
İşte benim düşüncem ve inancım budur
Ömrüm sürdükçe Onu medhetmeye şevkim hiç bitmeyecek
Arşın Rabbi katında benim dayanağım O’nun muhabbetidir
En güzel salât ona olsun ve bu ebediyyen devâm etsin
Selâm ile birlikte,  hem de sınırsız ve sayısızca
Selam olsun Şeref sahibi Âline ve ashâbına da
Ki onlar müsâmaha denizi,  cömertlik ve yardım ehlidirler

KASİDENİN DİĞER BİR ÇEVİRİSİ

1.  Efendim!
Ey Allahın Rasûlü! Senden başka hiçbir şeyim yok.  Hiçbir kimseye de sığınamam. Tutuverir misin elimden!
2.  Efendim!  Ey en hayırlı güvencem! Bütün kâinatta hidayetin nurusun.  Cömertliğin sırrısın.  
3.  Gerçekten,  bütün yaratıkların yardımcısısın.  İnsanların hidayet nedeni Allah'a ulaştıran Sen'sin.
4.  Bir ve Tek, Doğurulmamış ve doğurmamış,  (Allah)'ın Makam-ı mahmûdunda tek başına durabilen Ey Zât!
5.  Ey iki parmağından nehirler fışkıran ve imdada koşarak orduyu suya kandıran Zâtsın!
6.  Bana,  korkutan bir sıkıntı isabet ettiğinde derim ki: "Ey Efendilerin Efendisi,  ey güvencem,
7.  Günahlarımdan dolayı Rahmân (olan Allah)'a benim için şefaatçi olur musun! Hayal bile edemediğim şeylerle bile bana ihsanda bulunur musun!".
8.  (Allahım!) bana daima hoşnutluk nazarıyla bakmanı! Sonsuza dek kusurlarımı lütfunla örtmeni.
9.  Beni büreyen affınla bana ihsanda bulunmanı niyâz ediyorum! Çünkü Ey Mevlâm,  Sen'den başkasını rab bilmedim.  
10.  Göklere miracıyla Vahid u Ehad'in sırrına erenlerin en şereflisi,  en seçkini ile Sana yöneldim.  
11.  Ne yücedir O'nu yaratan cemal sahibi Allah! Bütün yaratılmışlar içerisinde O'nun gibisini bulamadım.
12.  O,  mahlukatın en hayırlısıdır; Peygamberlerin en yücesi,  insanların en iyisi ve onlara hidayet yolunu gösterendir.  
13.  Sadece O'nu vesile yaparak Rabbime sığındım umulur ki Allah’ım beni bağışlar.  Benim inancım,  benim itikadım budur.  
14.  O'nu övmek ömür boyu benim işim olsun.  O'nu sevmek Arş'ın sahibi katında benim güvencemdir.
15.  En güzel salât u selâmlar ebediyen O'na olsun,  sınırsız ve sayısız selamlarla birlikte,
16.  Ve şeref sahibi,  cömertlik denizi,  sehavet erbabı bütün âl ve ashâbına olsun.
Sekiz yıllık saltanatını seksen yıla sığdıran koca Yavuz’un Mısır seferine niyetlendiği günlerdir.
Son Abbasi Halifesi Mütevekkilallah Mısır’da bulunmaktadır. Halifenin etkinliği kalmamasına rağmen, Yavuz kendisini incitmekten çekinmektedir. Nede olsa Hilafet makamındadır. Zembilli Ali Efendi ve İbn-i Kemal Paşa sultanı iknaya çalışırlar. Yavuz huzursuzdur. Seferin gerekliliğine İnanmakla birlikte düşünce dünyasında gel gitler yaşamaktadır. Bu duygular içinde yavuz Kendisini ibadete verir ve sabahlara kadar ibadetle meşgul olur. Yavuz manevi bir işaret
Beklemektedir. En yakın dostu sır arkadaşı Hasan Can’ı arayıp sorar.
-Nerelerdeydin göremedim seni ?
-Birazcık dalmıştım efendim.
-Öyleyse rüyanı anlat
-Şaşıran Hasan Can dikkate değer bir rüya gördüğümü hatırlamıyorum efendim der.
- Olacak işmi! Hasan, insan uyurda rüya görmez mi? Görmen lazım
Hasan Can üzerindeki şaşkınlığı atmadan , Yavuzun yanından kendi kendine konuşmaya Başlar. ” Tuhaf der sultan bir işaret bekliyor ama acep ne ola ki der . “
Tam bu esnada bir başka hasan Kapıcı başı Hasan Efendi Hasan Can’a yaklaşır. ” Ben der garip bir rüya gördüm, fakat bunu şimdi sultana nasıl anlatmalı?
Hasan can bir taraftan şaşırır, bir taratanda aradığı inciyi bulmuş gibidir.  Tuttuğu gibi Hasan Efendiyi çıkarır yavuzun karşısına:
- Hünkarım akşam çadırınızın önünde nöbet tutmakta idim. Bir ara dalmışım ya da öyle sanıyorum zira mekan aynı mekan ve ben ayakta idim. . Yakaza gibi bir haldi baktım dört atlı çadırınıza doğru yaklaşıyordu. Hemen davrandım karşılarına çıktım. Güya kendilerine kimsiniz
Necisiniz diye soracaktım. Ancak betim benzim soldu. Dona kaldım. Bir farklılık vardı atlar çok asildi ve yere bastıklarını görmüyordum. Atlar hem heybetli hem de sevimli idi. Bırakın parola sormayı, eteklerine kapanıp ellerini öpmek istedim. Ziyaretçiler Hünkârımızı sordular. Çadırdan dışarı ışık sızıyordu kendileri meşgul olmalılar dedim. Öndeki atlı iyi dedi rahatsız etme sabahleyin geldiğimi iletirsin. Biz Kainatın Efendisinin Ashabındanız. Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahü eleyhi ve sellem Selim hana selam söyledi ve buyurdular ki;
” Haremeyn’in hizmeti kendisine verildi. ” Asil atlarla gelen nurani şahsiyetler geldikleri gibi hızla uzaklaştılar. Bir anda gözden kayboldular. Arkalarında helezon bir çizgi bıraktılar. . Tam “ bunlar kim acaba “ diye düşünüyordum ki bir ses “Nasıl tanımazsın “ dedi Öndeki Hz Ebubekir, Yanındakiler Ömer , Osman ve Ali ( radyallühü anhüm ) dediğini duydum
Yavuz heyecanlanmıştır. Gözyaşları içinde rüyayı dikkatlice dinler ve hasan cana dönerek tarihe altın harflerle yazılacak şu sözü söyler. ” Bilmezmisinki Hasan Can biz emir olunmadıkça hiçbir Yere kıpırdamayız. İşte şimdi tamam mısır yolu gözüktü der.
“Senin aşk ve feyzinden gelmeyen her vecd
bir heva ve hevesten başka bir şey değildir.  
Senin ilim menbaından gelmeyen bir bilgi boş ve manasızdır.  
Senin şeriatinden başka bir yolda yürümek ne dalalettir.  
Sana mensup olup da günah işlemek ne rezalettir.  
Selimî senin ululuğuna şehinşahlığına güverenerek,  
Senin visaline nail olmak suretiyle didar şerefini kazanmayı umuyor. ”

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar