[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK İKİNCİ KISMI
FASILLAR-VASILLAR
Yolcunun Namazı,
Namazları Birleştirmek
ve Kısaltmak
Bütün
bilginlere göre yolculuk, namazı kısaltır.
Yolculuk nedeniyle namazları birleştirmede (cem’) ise, görüş ayrılığı vardır.
Bu bağlamda kısaltmaya gelirsek, şeriat bilginleri, yolcunun namazı
kısaltabileceğinde görüş birliğine varmıştır. Hz. Aişe, bu konuda farklı
düşünmüş ve şöyle demiştir: ‘Namazı sadece (canından) korkan kişi kısaltabilir.
Çünkü Allah Teâlâ ‘kafirlerin size zarar vermesinden
korkarsanız”2 demiştir.’
Bilginler, şöyle der: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem sadece korktuğu
vakit namazı kısaltırdı.’ Bilginler, beş yerde bu hususta görüş ayrılığına
düşmüştür ki, Allah Teâlâ izin verirse onları belirteceğim.
VASIL
Batınî Yorum
Bu bölümde şunu belirtmiştik: Yolculuk, ilahi hakikatlere
göre, Allah Teâlâ’dan başka herkesin, daha doğru bir ifadeyle varlıkla
nitelenen her şeyin ayrılmaz özelliğidir. Söz konusu olan, ‘Göklerde
ve yerdeki herkes O’ndan ister, O her gün bir iştedir’M
ayetinin (gereğiyle) ahlaklanarak, Allah Teâlâ adamlarının büyüklerinin
yolculuğudur. Onların dildcate aldığı baş-
ka bir rivayet, Allah Teâlâ’nın
gecenin son üçte birlik bölümünde ‘yakın sema’ya indiğini belirten bir
hadistir. Bu ise, Araplara göre ‘gece yolculuğu’ demektir.
Büyüklerin yolculuğu bilgi,
özdeşleşme (tahakkuk) ve ahlaklanmak yoluyla ilahi isimlerde gerçekleşen
yolculuktur. Ahlaklanma, birinci halden (özdeşleşme) daha aşağıdadır. Üçüncü
bir yolculuk türü ise, ‘yorumlamak (zahir anlamdan batına geçmek, itibar)’
için var olanlarda yolculuktur. Bu da, ilk iki halden (özdeşleşme ve
ahlaklanma) daha aşağıdadır. Dördüncüsü, bütün hallerinde bu yolculukları
içeren yolculuktur. Alemin en büyük yolculuğu bu iken yolculukların en büyüğü
ve yücesi ise, ilkidir.
Allah Teâlâ yolcuyu namaza
çağırdığında, bir fark koyarak onun namazını yerleşiğinkinden kısa tutmuştur.
Yolcu yerleşikten veya yerleşildik yolculuktan ayrıştığı gibi yerleşiğin
namazının hükmü de yolcunun namazından farklılaşmıştır. Bu noktada Hz. Aişe’nin
korku hakkındaki ayeüe ilgili ifadesine gelebiliriz: Kul, her nefeste Hakkın
bilhassa o nefeste kendisi için belirlediği hükmü gözetmek ve dikkate almak
zorundadır. Herkes Hakk karşısında böyle bir gözetme makamında bulunmayı
başaramaz. Bu nedenle kul, sürekli korku içinde bulunur. Arif bir nefeste
bulunup (hangi nefese hangi konuşmanın tahsis edildiğiyle ilgili olarak)
nefeslerde Hakk ile konuşmayı karıştırmaktan korkarsa, içinde bulunduğu nefese
özgü konuşmayla sınırlı kalır (konuşmayı kısaltır). Böylece korku, kısaltmanın
sebebi olur. Hz. Aişe’nin görüşünde esas aldığı ayetin aiılamı budur. Burada
değindiğimiz konuyu daha sonra ele alacağız.
‘Bilginler bu konuda beş yerde görüş
ayrılığına düşmüştür’ dediğimize göre, bu beş yeri tek tek belirtmemiz bir
yükümlülük oldu. Nitekim bu kitapta bütün ibadetler hakkında böyle yaptık.
FASIL İÇİNDE VASIL
Birinci Yer: Kısaltmanın Hükmü
Şeriat bilginleri, namazı kısaltmanın hükmü hususunda dört görüş
ileri sürmüştür: Bazı bilginler kısaltmanın yolcu için kesin bir farz olduğunu
belirtmiştir ki, ben de bü görüşteyim. Bazı bilginler ise, kısaltma veya
tamamlamanın -tıpkı kefaret farzı gibiserbest olduğunu ileri sürmüştür. Bazı
bilginler kısaltmanın sünnet olduğunu ileri sürmüştür. Bazı bilginler ise,
kısaltmanın izin (ruhsat), tamamlamanın ise daha faziletli olduğunu iddia
etmiştir. .
VASIL
Batınî Yorum
‘Telvinde temkin (değişmede sebat ya da sürekli
değişme)’ halinin yerleşiklik olduğunu kabul edenler, namazı tam kılmayı üstün
sayar. Farkında olsa da olmasa da, her nefes değişimi dikkate alan ise, namazı
kısaltmanın belirlendiğini kabul eder. Değişmeyi ve temkini dikkate alan ise,
vaktin sahibi ve hükümranı (olan isme) göre, eksiltmeyi ve tamamlamayı serbest
sayar. Vaktin sahibi, ‘halde değişim ve bilgiyle temkin ise, namazı eksik
kılar. Vaktin sahibi, halle temkin bilgiyle değişim olursa, namazı tamamlar. Ne
değişimi ne temkini dikkate almayıp saliki (sülük edeni) değil, yürünülen yolu
dikkate alan ise, kısaltmanın sünnet olduğunu kabul eder.
FASIL İÇİNDE VASIL
Namazı Eksiltmenin Caiz Olduğu
Mesafe
Bilginler, bu konuda görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı
bilginler, kırk sekiz mil, bazı bilginler, üç günlük mesafe, bazı bilginler ise
uzak ya da yalan her yolculuk olduğunu kabul etmiştir ki, ben de bu görüşteyim.
Çünkü bana göre bu hususta geçerli olan, dilde ‘yolculuk’ denilen şeydir.
' . 1 ‘
Batınî Yorum
(Burûd’un tekili) Berid, on iki mil demektir. Mesafe özü gereği bir ölçüyü
gerektirir. Sayı ise ölçülürlerin bulunmasını gerektirir. Sayılar on iki
mertebedir ki bu sayı artmaz ve eksilmez. Bunlar bir, iki, üç, dört, beş, altı,
yedi, sekiz, dokuz, on, yüz ve bindir. Bu sayılar basit sayılardır. Bunlara
eklenenler ise, onlardan oluşur. Allah Teâlâ yolundayken insan (bedensel)
varlığının oluştuğu dört unsurda (rükün) -bunlar onun
karışımlarıdıryürüdüğünde, her unsur bu on iki mertebeyi kat eder. Büyükler
ise, o mertebeleri dört ilahi isim içinde aşar. Bu isimler, bütün isimlerin
analarıdır ve âlemin varlığı onlara dayanır. Bunlar el-Hayy, elAlim, el-Mürîd
ve el-Kâdir’dir. Bu isimler sayesinde Allah Teâlâ’nın ilah olması
gerçekleşir. Kul kendisine ait dört unsurla birlikte bu isimlere baktığında,
sekiz olurlar. Ardından nefsine ve aklına bakar, böylece on meydana gelir.
Hakkın zatının birliğiyle ilahlığının birliğine baktığında ise on iki meydana
gelir. Burada (mesafede öngörülen) berîd (on iki
mil) ortaya çıkar. Bu kul, Hakka ve yaratıklara ait olması yönünden dört isim
mertebesi hakkında düşünür: Dört isim ‘el-Evvel, el-Ahir, ez-Zahir ve elBatın’dır’
ve bütün durumlarda bu hallerden on iki şeyi ortaya çıkarır. Böylece dört berid
(on iki mil) meydana gelir ve bundan dolayı namazını kısaltır.
(Mesafe hakkında geçen) Uç gün ise,
bir gün demektir. Ebu Yezid’e züht sorulduğunda şöyle demiş: ‘Kolay iş! Ben üç
gün zahit oldum. Birinci gün dünyaya, ikinci gün ahirete, üçüncü gün ise Allah
Teâlâ’dan başka her şeye karşı zahit oldum. Hali böyle olan kimse, namazını
kısaltır. Çünkü böyle bir insan, hiç kuşkusuz, en yetkin yolculuğu yapmıştır.
Dilde yolculuk denilen ve uzaklık
veya yakınlığın dikkate alınmadığı bir mesafede namazı kısaltmaya gelirsek,
böyle bir kişi sorumluluk âlemini dikkate alan kişidir. Bunlardan birisi
yolculuk yaparsa, namazını kısaltır. İnsan ibret almak için gözüyle yolculuk
ederse, namazını kısaltır. İbret almak için kulağıyla yolculuk ederse,
namazını kısaltır. Düşüncesiyle akledilirlerde yolculuk ederse, namazını
kısaltır. Namazını kısaltma miktarı, halinin gereğine göre bakışının kısalığı
gibidir. Hali ona
‘bütünü’ verirse, ona göre hareket
eder; parçayı verirse, ona göre kısaltır. Çoğunluğun görüşü budur, siz de buna
itimat ediniz!
FASIL İÇİNDE VASIL
Bilginlerin Görüş Ayrılığına
Düştüğü Üçüncü Yer Namazın Kısaltılacağı Yolculuk Türü
Bazı
bilginler, namazı kısaltmanın sâdece itaatler
ve Allah Teâlâ’ya yaklaştıran fiillerle ilgili bir yolculukla sınırlı olduğunu
düşünmüştür. Bazı bilginler ise, namazın kısaltılacağı yolculuk türünün bu
türle birlikte mübah her yolculuk olduğunu ileri sürmüştür. Bazı bilginler ise,
Allah Teâlâ’ya yaklaştıran ya mübah ya da günah amaçlı ‘yolculuk’ adım alan bütün
yolculuklar olduğunu kabul etmiştir. Benim görüşüm de budur.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘O'na döndürüleceksiniz.’34 Bu durum, dış varlıklarla
ilgilidir. Dış varlıklar ve haller hakkında ise ‘bütün
iş O'na döner’35 buyrulur.
Başka bir ayette ise ‘Dikkat edin! İşler Allah Teâlâ’ya
döner’36 buyrulur.
Başka bir ayette ise ‘Hiçbir canlı yoktur ki, Allah Teâlâ
onu perçeminden tutmuş olmasın’37 denilir. Bütün bu ayetler, insanın Allah
Teâlâ’ya yolculuk ettiğini gösterir ve bu nedenle namaz kısaltılır: Çünkü her
yolcunun gayesi Allah Teâlâ’dır. Yolculuğun Allah Teâlâ’dan veya insanın
nefsinden ya da herhangi bir varlıktan ya da Allah Teâlâ’ta ya da Rabbinin
isimlerinde olması durumu değiştirmez. Yollar bunu amaçlasa da amaçlamasa da, Allah
Teâlâ yolların sonudur. Salikin yönelişinin ve kastının sonu nedir ki? Salik
(yolcu, seyr ü sülük eden), amacını belirler ve bu zorunludur. Allah Teâlâ ise,
mutlaklıktan başka bir şeyle sınırlanmaz. Çünkü mutlaklık da bir sınırlamadır.
Bu nedenle, ister (Allah Teâlâ’ya) yaklaştırıcı ister mübah ya da günah olsun,
yolculuk denilen her şeyde (namazı) kısaltmamız emredildi. ‘Hayır!
Onlar o gün Rablerinden perdelidir’38 ve ‘Bu
benim dosdoğru yolumdur, ona uyun, başka bir yola uymayın™ gibi
ayetleri dikkate alan ve müşahede eden ise, kısaltmanın ancak itaat ve mübah
yolculuklarda geçerli olabileceğini kabul eder. Çünkü namaz, muduluk sağlayacak
şekilde, Allah Teâlâ’ya yaklaşmaktır.
Birinci görüş, daha yerindedir. Çünkü
kendisine gidilen bir şeyin günah olması, giden kişinin veya belirli bir
mezhepteki kişinin onun günah olduğuna iman etmesi şartına bağlıdır. Böyle bir
insan günaha giderken (günah olduğuna inandığı için) ‘iyi bir ameli günah bir amelle
katıştıran’ kimse sayılır. Bu kişi, yolcudur. Günahı dikkate alarak Allah
Teâlâ’nın razı olmadığı bir şeye yolculuk yapması nedeniyle namazı kısaltmayacağını
hangi nedenle söyleyebiliriz ki? Bu görüş sahibi, yolcunun o fiilin günah
olduğuna inanmasıyla inancın bu günahtaki hükmünden habersizdir. Başka bir
ifadeyle yolcu (iman ettiği yönden) itaatkârdır. Çünkü böyle bir kul,
(kendisine yöneldiği o günah) fiilin.‘günah’ olduğuna inanmasıyla Allah Teâlâ’yı
razı etmiştir. İman ise, günah denilen belirli bir fiilden daha güçlüdür.
Öyleyse, günah olduğuna inanması nedeniyle (Allah Teâlâ’ya) itaat içinde
bulunan bir yolcunun namazı kısaltmasının caiz olmadığı hangi gerekçeyle
söylenebilir ki? İyilik (güç bakımından) on ise günah birdir. ‘Sizden
yirmi sabırlı kişi iki yüz kişiye galip gelir:40 Günah yirmi, onlar (iyilik) iki yüz
kişiyse, sonuç ne olabilir?
Yolun ve delilin belirlenmesinde:
delil olan ayetler, mümin olmayanla ilgilidir. Mümin olmayan ise, namazı tam
ya da eksik kılmakla sorumlu değildir. Böyle birine namaz, imandan sonra farz
olabilir. Bununla beraber bütünden sorumludur. Öyleyse bizim mezhebimiz bu
konudaki en uygun görüştür.
FASIL İÇİNDE VASIL
Dördüncü Yer: Yolculuğun Hangi
Noktasından İtibaren Kısaltma Başlar
Bazı
bilginlere göre yolcu mahallenin sınırından
çıkmadan, namazını kısaltmayacağı gibi mahallenin ilk evinin yanına gelmeden
de namazını tamamlamaz. Bazı bilginlere göre ise, büyük bir yerleşim yeri
olduğunda, üç mil uzaklaşmadan namazını kısaltamaz.
VASIL
Batınî Yorum
İnsan beden ve ruhtan ibarettir. Ruh bedende ve duyu
âleminde yerleşik olduğu sürece, doğasının hükmüyle hareket eder. Bu durumda o,
yolcu değil yerleşiktir, dolayısıyla namazını tam kılar. Ruh bedenden ayrılıp
‘fena (yok olma)’ haliyle onu geride bırakırsa, hiç kuşkusuz, ilk ayağını
atışta ondan uzaklaşır. Ondan uzaklaştığında ise, alışkanlığı (sünnet), namazı
kısaltmak olur. Kısaltmak, bedeni yöneten olması yönünden değil, ruh olması
bakımından kendisine özgü namazın hükmüdür. Çünkü bu durumda ruh, (kendisinden
fani olduğu) bedeninden habersizdir, Dolayısıyla ruh üzerinde namazdan kalan
hüküm, kendisine ait kısımdır.
Bazı akılcılar, insanın bedeninin üç
kısım olduğunu dikkate almıştır. Bunlar uzunluk, genişlik ve derinliktir. Bu
özellik, cisim denilen her şeyde bulunur. Kelamcılar ise böyle düşünniez.
Onlara göre cisim, genişlik olmaksızın uzunluktur. Kastedilen, cismin en
azıdır. Başkalarının görüşüne göre ise, sekiz cevher cisimlerin en azıdır.
Çünkü cisim iki cevher olması yönünden uzunluğu ve dört cevher olması yönünden
genişliği içerir. Bu da, yüzey ve derinliktir. Kendi cisminin bu ruhta bulunması
ya da ondan uzak bir şekilde kendisini yönettiği bedeninden görülür doğal başka
bir bedene geçmesi birdir. Bu durumda, o beden hükmündedir. Dolayısıyla ondan
bütünüyle uzaklaşıp cisimliği görmekten soyutlanıncaya ve ruh olarak kalıncaya
kadar (namazı) kısaltmaz. Bu durumda kendisine özgü namazına başlar ki, o da
kısaltmadır. Üç gün sahibinin yorumu da budur.
‘Büyük (toplayıcı) yerleşim yeri’,
kendisinin cismini olduğu gibi başkasının cismini de içeren cisimliktir. Bir
arkadaşımız şöyle derdi: ‘Dıştaki duyusal bir suretten duyusal başka bir surete
geçen kimse (kendinden geçmiş ve fani olmuş anlamında) ‘gaip’ diye
isimlendirilemez. Bu suretin ruhsal ya da isimlerle ilgili ya da manevi ya da
cisimsel bir suret olması birdir. Ruh bedene cisimsel suretlerde gözüktüğü sürece,
cisminde yerleşik sayılır.’ Bu nedenle, kısaltma ve tamamlamanın söz konusu
olduğu namazı -ki kast edilen dört rekâtlı namazlardırtamamlamak onun bir
yükümlülüğüdür. İki rekâtlık namazlarda ise -Ki bu sabah namazıdırkısaltma
yoktur. Çünkü birinci rekât Hakkın birliğine, ikinci rekât kulun birliğine
aittir. Dolayısıyla namaz kılan ve ken. disi için namaz kılınan bulunmalıdır.
Bu nedenle sabah namazı kısaltılmaz. Üç rekâdı namazlarda ise -ki o akşam
namazıdır-, okumanın açık yapıldığı ilk iki rekât kulun çift oluşuna işaret
eder. Bu iki rekâtta okumanın açık olmasının nedeni, onların Hakka delil
olması yönünden konulmasıdır. Delil ise, ancak aleni, görülen ve bilinen
olmalıdır. Medlulü (delillendirilen, delilli) olmayan delil ise, geçerli
değildir. Üçüncü rekât medlulün varlığına aittir ki, ö da Haktır. Hakk gizli
olduğu için, bu üçüncü rekâtta Kur'an-ı Kerîm de gizli olur. Dolayısıyla akşam
namazında kısaltmaya imkân yoktur. Çünkü o kula ve kulun çiftliğine delil
olduğu gibi aynı zamanda Hakka ve Hakkın mutlak birliğine delildir.
Öyleyse,
kısaltma sadece iki çifti içeren dört rekâdı namazlarda olabilir. Bunlar,
Hakkın ve kulun mertebesindeki birliğin hükmü nedeniyle sabaha eklenmiştir. ,
Bu durum şu mısraya benzer:
Her şeyde O’na (ya da ona)
ait bir ayet var
O’nun
(onun) bir olduğunu gösteren ,
Burada her şeyde ya da iki şeyde
demedi. Bunun yerine şey ve Hakkın birliğine ayet olması yönünden her şeyin
birliğini dikkate aldı. Öyle ki, bir ancak bir ile bilinebilir. Bu nedenle
Hüseyin b. Hâni -Ki devrinin şairiydişöyle derdi: ‘Bütün şiirlerim karşılığında
bu mısranın bana ait olmasını isterdim.’ Sonra anlamı üzerinde çalışmış, onun
benzerini yazamadığı gibi bu mısranın vermiş olduğu anlam derinliğini de
ortaya koyamamıştı. Hüseyin’in neyi yazdığını tam hatırlamıyorum. Hatırlasaydım
bu mısranın kıymetinin bilinmesi ve onun susturucu bir söz olduğunun
anlaşılması için zikrederdim. Öyle zannediyorum ki bu mısra, Ebu’l-Atahiyye
tarafından tesadüfen söylenmiştir.
Kırk İkinci Kısım 55
FASIL İÇİNDE VASIL
Beşinci Görüş Ayrılığı Yolcunun
Bir Şehirde Bulunup Namazı Kısaltabileceği Zaman
Hakkındaki Görüş Ayrılıkları
Ebu Amr b.
Abdilber bu konuda şimdi hatırlayamadığım on bir görüş
aktarmıştır ki onları öğrenmek isteyen kişi onun kitaplarına bakabilir. Biz
zikredebileceğimiz kadarını zikredelim. Bazı bilginlere göre yolcu dört gün
konakladığında namazını tam kılar (yolculuktan çıkar). Bazı bilginlere göre bu
süre on beş gün, bazı bilginlere göre yirmi gündür. Bazı bilginlere göre ise,
yolcu bir yerde dört günden daha fazla kaldığında namazını tamamlar. Bana göre
en doğrusu bu konuda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in Medine’ye
dönünceye kadar Mekke’de kaldığı süreye bakmaktır. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem o sürede namazını kısaltmıştı.
VASIL
Batını Yorum
Salik yerleşmek niyetiyle bir makama yerleşirse, iki
nefesten yirmi nefese kadar ‘tamamlar.’ Çünkü kemale ermiş arifin günü, onun
(tek) nefesidir. Her nefeste yükselmek istese bile, Allah Teâlâ onu orada
tutar. Dolayısıyla sayesinde nefeslerinde yürüdüğü şeyin (hal) hikmetini ona
vermez ve o da bunu fark etmez. Şu var ki, onun niyeti her nefes yolculuktur.
Bu durumda bütün ömrü boyunca namazı kısaltır. Böyle bir arif, fetih (marifetin
açılması) için hareket eden fakat buna eremeyip ölünceye kadar namı hesabına
‘birleştirilen ve toplanan’ kimseye benzer. Öldüğünde ise, kendisi için
saklanan göz aydınlığı şeyleri görür. Bu esnada farkında olmadığı halde yolcu
olduğunu bilir. Çünkü bu durum dünya hayatında kendisine açılmamış ve Allah
Teâlâ’ya yolculuk yapanların gördüklerini görmemiştir.
İki Namazı Birleştirmek
Bütün bilginler,
Arefe günü Arafat’ta öğle ve ikindi namazını öğlenin ilk vaktinde birleştirmek
(cem-i takdim); Müzdelife’de ise akşamı erteleyerek akşam ve yatsı namazlarını
birleştirmek (cem-i tehir’in gerekliliği) hususunda görüş birliğine varmıştır.
Bu iki mekanın dışındaki yerlerde ise, görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
İnsanların çoğunluğu, birleştirmenin olabileceği yer ve durumlarda namazları
birleştirmeyi kabul etmiş, bazı bilginler ise görüş birliğine varılan yerlerin
dışında bunu kesin olarak reddetmiştir.
Benim vardığım görüş, vakitlerin
herhangi bir görüş ayrılığı olmaksızın saptandığıdır. Dolayısıyla yoruma
kapalı kesin bir nas olmaksızın bir namazı kendi vaktinin dışına çıkaramayız.
Çünkü sabit bir ilkeden yoruma açık bir durum nedeniyle çıkmak ve ayrılmak
uygun değildir. Bilgi kokusu koklamış hiç kimse bunun aksini söyleyemez. Bu .
konuda aktarılan bütün hadisler yoruma açıktır ya da yoruma açık olmakla
birlikte hakkında konuşulmuş ya da güvenilir olmakla birlikte kesin bir nas
değildir.
Kişi öğle namazını ‘ortak vakte’
erteleyip böyle birleştirirse -aynı şeyi akşam ve yatsı namazlarında yaparsahiç
kuşkusuz her namazı kendi vaktinde kılmış demektir. İtimat edilebilecek doğru
görüş budur. Çünkü nas hükmündeki güvenilir bir hadiste Enes (b. Malik) şöyle
aktarır: Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, güneş batıya dönmeden
yolculuğa çıktığında ikindiyle beraber kılmak üzere öğle namazını ertelerdi.
Bu, daha önce söylediğimiz gibi yoruma açık bir hadistir. Güneş tepe
noktasından sapmışken yolculuğa çıktığında ise sadece öğleni kılar, sonra yola
koyulur, ikindiyi öğlenin vaktine almazdı (cem-i takdim). Çünkü bu vakit,bütün
bilginlerin görüş birliğiyle ikindinin vakti değildir.
Bununla Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellemin öğle namazını (ertelemeyip sadece) son vaktinde kılıp namazın bir
bölümünün ortak vakte denk geldiği yorumu güçlenir. Ortak vakit, kendisi
genişlemeden iki namazın beraberce kılınabileceği vakittir. Böylece öğle
namazından üç ya da daha az rekâtı,
ikindiden ise ortak vakitten kalan
süreye sığan rekâdarı kılardı. Uygun ve ihtiyatlı
görüş budur.
VASIL
Batınî Yorum
! Bilgide birleştirmek, herhangi bir görüş ayrılığı
olmaksızın, Allah Teâlâ’nın ilahlığındaki birliğiyle (tevhit) ilgilidir. Bu
ise, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah olmadığı’nı söylemektir. Bu ise, ancak meluh
(ilahlı, ilahı olan) bilindikten sonra, bilinebilecek bilgidir. Öyleyse burada
‘birleştirme (cem')’, görüş birliğiyle, iki bilgiyi birleştirmek demektir.
Arafat’ta namazların birleştirilmesi (cem') bu anlama gelir. Müzdelife’deki
birleştirme (cem') ise, yakınlık yeridir ve orası, birleştirme (cem' ve toplanma)
yeridir. Böylece yerin adı, kendisinde yerleşen hakkmda ‘toplanmak’ şeklinde
hüküm verdi. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur:
‘Birisinin evinde ancak sahibinin izniyle ve ağırlamasıyla oturabilir.’ Böylece
hüküm ve imamlığı, ev sahibinin hakkı yapmıştır.
Bu menzil, toplanma (cem1)
diye isimlendirildiği gibi imamlık ve hüküm de ona aittir. Böylece, o yerin
özelliğinin gereğine göre, görüş birliğiyle iki namaz orada birleştirilir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem, bu kıyas sayesinde eşyanın mertebelerini
yetkinleştirelim diye, Müzdelife’de bu ikisini, yani öne almayı ve ertelemeyi
-ki onların arasında bir vasıta yokturbirleştirmiştir. Çünkü Allah Teâlâ,
kullarının Peygamberden sonra kıyası Kitap ya da Sünnet ya da İcma’dan nas
bulunmayan konularda bir bilgi kaynağı olarak kullanacaklarını biliyordu. Bu
nedenle o günde (ve o yerde) ikindi namazını öne almak ve akşam namazını
ertelemek şeklinde cem yapmayı Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e
öğretmiştir. Bunun amacı kıyasçıların gecikmeyi bu gecikmeye, öne almayı ise bu
öne almaya kıyaslamalarını sağlamaktır.
Kuşkusuz ki Şari, müçtehidin hükmünü
meşru (geçerli) bir hüküm olarak onaylamıştır. Müçtehidin kendi delili, görüşü
ve içtihadının verisiyle kıyası şeriatta bir kaynak yapması şerî bir hükümdür.
Mezhebinde kıyas bulunmayıp kıyası kabul etmeyen kimsenin kıyası reddetmesi uygun
değildir. Çünkü Şari, içtihadının sonucu olarak kendisini kabul eden hakkında
kıyası (meşru) bir hüküm olarak onaylamıştır. Dolayısıyla kıyasa bu yönüyle
karşı çıkan kişi, Şari’nin onayladığı bir hükme karşı çıkmış demektir. Kıyası
kabul eden kişi de, içtihadıyla benimsediği bir konuda zahire bağlanan
‘zahirî’nin hükmünü reddederse hiç kuşkusuz ki, şeriatın verdiği bir hükmü
reddetmiş demektir. Öyleyse bir müçtehit, kendi içtihadının sonucuna bağlanıp
farklı düşüneni suçlamaya yeltenmemelidir. Çünkü başka bir müçtehidi suçlamak,
Şari’ye karşı yapılmış bir saygısızlıktır. Şeriat bilginlerine ise, onayladığı
bir konuda Şeriat karşısında saygısızlık yapmak yaraşmaz.
FASIL İÇİNDE VASIL
Namazlar Nasıl Birleştirilir
Bilginler, yolculukta namazların nasıl birleştirileceğinde görüş ayrılığına
düşmüştür. Bazı bilginler, birinci namazın ertelenip İkinciyle beraber
kılınabileceğini kabul etmiştir, bazı bilginler ise kişinin serbest olduğu
görüşündedir, kişi dilerse sonraki namazı öncekinin vaktine alır (cem-i
takdim), dilerse ilk namazı İkincinin vaktine erteler.
VASIL
Batınî Yorum
İlk namazın erteleneceğini (cem-i tehir) dikkate alan
görüşün batındaki anlamı, Allah Teâlâ’yı bilmektir. Çünkü ‘Allah Teâlâ var idi
ve O’nunla beraber başka bir şey yoktu.’ Âlem ise, varille bakımından Hakkın
varlığından sonradır. Çünkü âlemin varlığı Hakkın varlığından kazanılmıştır.
Öyleyse âlemin ilahı olması yönünden Allah Teâlâ’yı bilmek istediğimizde, bilgide
O’nu kendimizi bilme vaktine erteledik. Kendimizi bildiğimizde ise, Rabbimizi
bilmiş oluruz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Kendisini
bilen rabbini bilir.’ Böylece ilk namazı (Tanrı’nın bilinmesi), İkincinin
vaktinde kılmış olduk.
Varlığın yorumunu dikkate alan ise,
sonrakini ilke önceler ve kulun varlığını Hakkın varlığı sayar. Böylece âlemi Allah
Teâlâ’ya ekler. Bu durumda âlemi Allah Teâlâ’dan, Allah Teâlâ’yı ise Allah
Teâlâ vasıtasıyla bilir.
Batınî anlamında her iki durumu
dikkate alan ise, dilerse erteler, dilerse öne alır. Her yolun bir grubu
vardır. Kamil kişi, her yolu ve o . yoldaki her grubu onların dışında kalarak
bilir. Kamiller, Allah Teâlâ adamlarının büyükleridir.
FASIL
(Namazları Birleştirmeyi Mübah Kılan
Yolculuk)
Namazları
birleştirmeyi kabul eden bilginler arasında, birleştirmeyi mübah
kılan şeylerin başında yolculuğun geldiği hususunda görüş birliği vardır.
Bununla beraber, yolculuk dışında namazları birleştirmede olduğu kadar
birleştirmeyi mübah kılan yolculuğun koşullarında görüş ayrılığına
düşmüşlerdir. Bazı bilginler, hangi yolculuk ve hangi nitelikte olursa olsun,
yolculuğun kendisinin birleştirmeyi mübah kıldığı görüşündedir. Bazı bilginler
ise, yolculukta belirli bir yürümeyi ve belirli bir yolculuk türünü şart
koşmuştur. Mesela hadiste ‘yürürken acele eden kişi’ denilir. Bu hadiste acele
gitmek, namazları birleştirme sebebi yapılmıştır. Yolculuğun türüne gelince,
daha önce (Allah Teâlâ’ya) yaklaşma yolculuğu, mübah (eylemlere) ve günaha
yolculuk zikredilmişti.
VASIL
Batınî Yorum
Daha önce Arafat ve (namazları) birleştirme hakkında
belirttiklerimizin dışında, iki namazı birleştirmek caiz değildir. Gerçekte
yolculuğa gelirsek -ki bu nefeslerin yolculuğudurbu yolculukta birleştirmek
(cem1) geçerli değildir. Çünkü birleştirme, iki namazdan birini
kendi vaktinden çıkarmak demektir. Zevki (tecrübesi) olmayandan başka yolumuzdaki
hiç kimse, batınî anlamda onu geçerli saymamıştır. (Batınî yorumuyla)
Birleştirmeyi geçerli gören böyle bir insan aklını bakmak, duymak ve
organlarından ortaya çıkan hareketlerine verseydi, hiç kuşkusuz onların her
zaman başkalaştığını görürdü. Hâlbuki kendinden habersiz olduğu için, onun bir
bilgisi yoktur. Bu nedenle Allah Teâlâ bize, ‘Nefislerinizde
de vardır, görmez misiniz!’*1 demiştir.
FASIL İÇİNDE VASIL
Bir Mazeret Olmaksızın Yerleşik
İken Namazları Birleştirmek
İbn Abbas, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in mazeretsiz iki namazı
birleştirmesiyle ilgili şöyle demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem ümmetine sılan tı vermek istememiştir.’ Bu durum ‘Allah
Teâlâ size dinde bir güçlük çıkarmaz542 ayetine uygundur.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de ‘Allah Teâlâ’nın dini kolaydır’
buyurur. Zahir ehlinden bir grup da bunu kabul etmiştir. Bazı bilginler ise
şöyle demiştir: Namazı birleştirmeyi mübah yapan bir mazeret olmaksızın
birleştirmek caiz değildir.
VASIL
Batınî Yorum
‘Birleştirmek’ yükümlülük konusunda perdelilere bir
şefkat olduğu gibi sıkıntılarını gidermek için de onlar adına caizdir. Çünkü
ibadette güçlük, yükümlülüğü zayıflatır. Çünkü amel zaten külfettir. Başka bir
meşakkat kendisine eklendiğinde ise, güçlük üzerine güçlük olur. Mü-
şahede ehlinde ise birleştirme
yoktur. Onlardaki birleştirme sadece Arafat’taki (ve Müzdelife’deki)
birleştirmedir.
FASIL ÎÇİNDE VASIL
Yerleşikken Yağmur Mazeretinden
Dolayı Namazları Birleştirmek
Bazı
bilginler, gündüz ya da geceleyin bunu caiz
görmüş, bazı bilginler ise gündüzün caiz görmemiş, geceleyin ise caiz
görmüştür. Bazı bilginler ise, geceleyin yağmur değil, çamur yağdığında
birleştirmeyi t caiz
görmüştür. Benim kanaatim şudur: Namaz kılanın inancı, cemaade kılındığında
namazın geçerli olabileceğiyse ve mescidin dışında cemaat yoksa, cemaatleyken iki
namazı birleştirebilir. Cemaat bulunsa bile, tek başına namaz kılmayı caiz
görüyorsa, böyle bir insanın namazı birleştirmesi uygun değildir. Ancak
mescitteyse ve hangi mezhepte olursa olsun imam namazı birleştirdiğinde,
namazları birleştirebilir. Söz konusu imam, taklitçi değil, müçtehit olmalıdır.
Gerçi günümüzde (yaygm olan), her durumda müçtehidi taklit etmektir. Nitekim
devrimizdeki bütün fakihler böyle yapmaktadır.
VASIL
Batınî Yorum
Yerleşik için birleştirmek caizdir. Çünkü o, (nefsinin)
yolculuğunu görmekten perdelenmiştir. Hâlbuki hallerinin, düşüncelerinin, iç
konuşmasınm ve zahiri-batınî hareketlerinin başkalaşmasına göre, her nefeste
farkında olmaksızın yolculuk etmektedir. Buna bir de, yağmur -ki yağmur
indirilen bilgi, o da birleştirmeyi dile getiren şeriatın zahirinin
bilgisidirmazereti eklendiğinde bu meşru ilmin gösterdiği şey nedeniyle
birleştirebilir. Bu nedenle, ondan yüz çevirmemesi gerekir. Güç-
62 Fütûhât-ı Mekkiyye 4
lüğü
dikkate alıp çamuru da ona ekleyen ise, birleştirmeyi gece namazında caiz
görür. Bunu dildcate almayan ise, gece ve gündüz onu caiz görür, çamurda caiz
görmez. . -
FASIL İÇİNDE VASIL
Hastanın Yolculuk
Dışında Namazları Birleştirmesi
Bazı
bilginler, bu durumda hastanın namazları
birleştirmesini mübah saymış, bazı bilginler ise bunu caiz görmemiştir. İbni
Abbas’ın aktardığı güvenilir hadis nedeniyle, ben ille görüşü destekliyorum. O
hadisi daha önce zikretmiştik.
VASIL
Batınî Yorum
Tembellik, nefsin bir hastalığıdır. Dolayısıyla
hastalığı tembellik ya da bu anlamdaki, bir şey olan kişinin namazları
birleştirmesi caiz değildir. Hastalığı, hallerinin etkisine girip -hastanın
bayılmaktan korkması gibihalin kendisine baskın olmasından korkan kişi ise,
namazları birleştirebilir. Bu bağlamda hal hastalık, makam ise sağlık
demektir.
Halin mahiyetini bilmeyen sûfıler,
halin bilgiden üstün olduğunu söyler. Hâlbuki Allah Teâlâ adamlarının
büyükleri, bu dünyada hallerden sakınır. Haller, en büyük perdelerdir. Bu
nedenle sûfıler halleri ‘vergi (mevhibe)’, makamları kazanılan şeyler
saymışlardır. Büyüklere göre ise, dünya her zaman çalışma yeridir, yoksa (vergi
olan) hal yeri değildir. Çünkü çalışmak, senin dereceni yükseltirken, hal
sahibinin vaktini boşa harcar ve bu nedenle yülcselemez. Hatta hal, salikin
(kazanım yoluyla elde ettiği) makamının dünyadaki erken-peşin
sonuçlarındandır.
Bu nedenle haller vergiler olmuştur.
Kazanılan şeyler olsaydı, hiç kuşkusuz, onlar sayesinde yükselme
gerçekleşirdi.
Hal dünyada değil, ahirette üstün
olacaktır. Bilgi ve makam ise, hem dünyada ve hem de ahirette üstündür. Allah
Teâlâ peygamberine bilgisinin artırılmasını istemeyi emredip şöyle demiştir: ‘Rabbim
bilgimi artır!™ Hâlbuki halindeki bir artışı istemeyi emretmedi. Halin
üstün olduğunu kabul eden kimse bilginin üstünlüğünü bilip bilgiden de
güvenilir bir zevki olsaydı, hiç kuşkusuz, kendisini bilenleri şereflendirdiği
konuda Allah Teâlâ’ya uymuş, olurdu. Söz konusu kişi Allah Teâlâ’nın kendisini
ve seçkin melek ve kullarını nitelediği bu özellikten mahrum kalıp bu dereceye
ulaşamamış olduğu için, halin bilgiden üstün olduğunu iddia ederek kendini
savunmaya kalkışmıştır. Böyle bir insan -Allah Teâlâ’ya hamd olsunhem bilgiden
ve hem de halden eksiktir.
Doğru hal sahipleri, bilginin Hakk
göre üstünlüğünü bilenlerdir. Onlar, bilginin peşindedir. Çünkü hal onlarla
yaratılış gayeleri arasında bir engeldir. Bu nedenle, halden (hal peşinde
koşmaktan) uzak dururlar. Halin engel olduğunun kanıtlarından birisi şudur:
Hal sahibi haliyle mutlu olsa bile, ölümü anında ondan yüz çevirip ondan uzaklaştığını
ve hal sahibi olmamayı dilediğini görürsün. Çünkü hal, Allah Teâlâ’ya yaklaştıran
bir şey değildir. Dünya ise, (Allah Teâlâ’ya) yaklaştıran sebeplerin bulunduğu
bir yerdir. Ahiret ise, yakınlık yeridir. Gerçek bilgin, her niteliği kendi
yerinde hüküm sahibi yapar. Halin hükmü ise ahirettedir. Bilgi ise, hem dünyada
hem ahirette, kısaca her yerde hüküm sahibidir. Çünkü onun üstünlüğü
eksiksizdir,
FASIL İÇİNDE VASIL
Korku Namazı
İnsanlar, korku
namazının caiz olduğu konusunda görüş birliğine varmış,
buna karşın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin korku namazını nasıl
kıldığını belirten rivayetlerin farklılığı nedeniyle bu namazın tarzı hakkında
görüş ayrılığına düşmüşlerdir. İmam Ebu Yusuf ise, korku namazı halekında
farklı düşünmüş, çoğunluktan ayrılmış ve şöyle demiştir: Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellemin tek bir imamla kıldığı tarzda korku namazı sadece Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem için caiz olabilir. Çünkü bu durum ona özgüydü.
Korku namazı iki imamla kılınır. Her imam bir gruba iki rekât kıldırır. Bu esnada
diğer grup ise, düşmanı gözeder.
Benim görüşüm şudur: imam, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’den aktarılan tarzlarda namazı kıldırıp
kıldırmamak hususunda serbesttir. Hangi tarzda namazı kıldırırsa, kendi namazı
gibi cemaatin namazı da geçerlidir. Şu var ki, selamı beklemenin zikredildiği
rivayet bunun dışındadır. Çünkü bana göre, bu rivayet tartışmaya açıktır. Çünkü
bu durumda imam uyan haline gelmektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ, imamı uyan değil,
uyulan yapmıştır. Bu konuda kesin bir yargı vermeksizin çekinceli kalmamın
sebebi, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in imama hasta ve cemaatin en
zayıfını dikkate alarak namaz kıldırmayı emretmesi bakımından anlamla ilgili
bir durumdur.
Hz. Ebu Bekir’in Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin namazına uymasının yorumlanabileceği tevili
Tahavî şöyle zikreder: ‘Ebu Bekir, insanlara imamlık ediyordu. Onların içinde Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de vardı.’ Ravi şöyle der: ‘İnsanlar Hz. Ebu
Bekir’e, Ebu Bekir ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin namazına uyuyordu.’
Tahavî şöyle der: ‘Burada uymanın anlamı, Ebu Bekir’in Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’in hastalığı nedeniyle namazı hafifletmesidir.’ Bu yorum, uzak
bir ihtimal değildir. Bazen imam bu durumda ‘uyulan imam’ olabilir. Olayı
aktaran sahabe’den rivayet imamlık sözüyle gelmiştir. Bu nedenle, bana göre
beklemeyle ilgili rivayette kesin bir yoruma ulaşılamaz. Korku namazının
tarzları hakkındaki görüş ayrılığı ise, bilinir ve hadis kitaplarında
yazılıdır.
VASIL
Batınî Yorum
Hakk kulun haline göre kuluyla beraberdir: ‘Ben kulumun
zannına göreyim. Öyleyse kulum benim hakkımda iyi zanda bulunsun.’ Kul hangi
haldeyse, Hakk o Hakk göre kuluyla beraberdir ve ona göre kendisine muamele
eder. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim.’44 Kul Rabbini içinden zikrederse, Allah
Teâlâ da onu içinden zikreder. Kul rabbini bir toplulukta zikrederse, Allah
Teâlâ da kulunu bir topluluk içinde zikreder.’ Kul burada imamın (uyulan)
yerini almaktadır. Diğer hal ise, kulun Allah Teâlâ karşısındaki halinin Hakkın
kulun karşısındaki halinin tarzında olmasıdır. Bu duruma örnek olarak ‘Onları sever, onlar da Allah Teâlâ’yı sever’45 ayetini verebiliriz.
Allah Teâlâ yolunun ehli, bu meselede
hakikatlerin gerektirdiği şekilde hareket eder. Allah Teâlâ daha önce kulunu
sevmemişse, onu kendisini (Allah Teâlâ’yı) sevmeyle rızıklandırmaz, bu sevgiye
onu ulaştırmaz ve bu sevgide onu kullanmaz (kul kendiliğinden Allah Teâlâ’yı
sevemez). Kulun Allah Teâlâ’yı yaklaştıran bütün durumlardaki durumu böyledir.
Bu makam, Allah Teâlâ ehlinin gaflete düşmekten çekindikleri bir makamdır. Bu
nedenle onu korku namazına benzettik.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bazı
insanlar, bu durumda namazın
kılınmayacağı görüşündedir, bazı insanlar ise, insanın gözleriyle ima
ederek namaz kılabileceğini söylemiştir. Benim görüşüme göre, savaş vaktinde
kişinin kılabildiği ölçüde namazını kılmak zorunda olduğudur. Çünkü karşılıklı
olarak kılıç çekmenin dışındaki her hal, cihat ye savaşma değil, sadece cihada
ve savaşa hazırlanmadır. Kılıçların çekilmesi ise, cihadın ve savaşmanın ta
kendisidir. Allah Teâlâ, kullarına savaşta sebat gösterip sabır ve namazla yardım
dilemelerini emrederek Öyle buyurmuştur: ‘Ey iman edenler! Kafirlerle karşılaştığınızda, onlara
arkanızı dönmeyin.’46 Sonra kararlılık göstermeyenleri
tehdit ederek şöyle demiştir: ‘O gün savaşmak için yer değiştiren ya da başka bir gruba
katılanın dışında, onlara sırtını dönen bir kişi hiç kuşkusuz Allah Teâlâ’nın
öfkesini satın almıştır ve cehennemliktir. Orası ne kötü bir yerdir’47 buyurur.
Allah Teâlâ savaş halindeyken şöyle
der: ‘Sabırla ve namazla yardım dileyin.'*8 Bu bağlamda ‘sabır’, nefsi savaş
halinden kaçmaktan engellemek ve alıkoymak demektir. Böylece Allah Teâlâ,
savaşta namaz kılmayı emredip onun düşmanın başarısızlığa uğramasını sağlayan
nedenlerden olduğunu belirterek namazı savaşın ve cihadın fiillerinden biri
saymıştır. Böylece (savaş esnasında) namaz farz olmuştur. Savaş esnasında
kaçmak ise, büyük günahlardan birisidir. O anda Allah Teâlâ direnmek
anlamındaki sabrı ve namazı emretmiş, böylece savaşta sabretmek farz olduğu
gibi namaz da farz olmuştur. Bu nedenle kişi imkânı ölçüsünde namaz kılar. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Gücünüz yettiği ölçüde Allah Teâlâ’dan korkun.’49 Başka bir ayette ise ‘Allah Teâlâ kişiyi yapamayacağı şeyle sorumlu tutmaz'50 buyurur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem bir tehlike bulunmadığında bile bineği üzerindeyken imayla
(gözleriyle hareketleri yerine getirerek) tek rekât namaz kılardı. Öyleyse
gerek korku gerekse güven esnasında farzın yerine getirilmesi gerekir. Bunun
yanı sıra namazın Allah Teâlâ’nın yardım sebeplerinden birisi olması da bir
müjdedir.
Korkan kişi, ne savaştan geri kalacak
ne de gevşeklik göstermeyecek şekilde savaş esnasında namazını kılar. Bu
durum, vaktin belirleyeceği (bir şeydir). Çünkü yükümlü, vaktinin hükmüne göre
hareket eder. Abdesdi olup olmaması birdir. Buna karşı çıkan kişi, Allah Teâlâ’nın
emrini iyice incelememiş ve onun neyi kastettiğini araştırmamıştır. Allah
Teâlâ, dininde yükümlüden güçlüğü kaldırır. Nitekim bir ayette şöyle buyu^ rur:
‘Size dinde bir güçlük yaratmamıştır.’51
Bunu belirttikten sonra şöyle derim:
Yükümlü insan, savaş halindeyken ya (kendi içtihadıyla amel eden bir) müçtehit
ya da (başkasına uyan bir) mukallittir, içtihat yapan birisiyse, ona denecek
bir söz yoktur, çünkü böyle bir insan, delilinin gereğiyle amel eder ve
deliline karşı çıkılamaz. Mukallit ise, bizce yapması en uygun iş, kılıçların
çekilmesi halinde de namazın abdestsiz olarak kılınabileceğini benimseyen müçtehidin
görüşüne uymasıdır. Çünkü Kur'an-ı Kerîm bunu desteklemektedir. Talditçi
insanın (bu ortamda abdestsiz olarak) namaz kılınabileceğini kabul eden
müçtehidin görüşünden yüz çevirmesini sağlayacak hiçbir kesin kanıtı yoktur.
Çünkü müçtehide uymak, talditçinin yükümlülüğünü kaldırır ve hakkında en
uygunu odur. Böylece, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Aişe’den gelen
güvenilir bir hadiste belirtildiği üzere Allah Teâlâ’nın peygamberine uyarak
her anında Allah Teâlâ’yı zikredenlerden olur. Hz. Aişe şöyle der: ‘Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem her anında Allah Teâlâ’yı zikrederdi.’ Bunun için
belirli bir hali zikreunemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Savaşta kılıçların çekilmesi, (batım anlamında)
kendisine vesvese veren şeytanın ve nefsinin karşısındaki durumudur. Allah
Teâlâ bu haldeyken insana şah damarından daha yakındır. Bu yakınlığa rağmen
insan büyük bir savaş içindedir. Kul bu haldeyken Allah Teâlâ’nın yakınlığına
bakar. Bütün namazı (şeytan veya nefsiyle) savaş esnasında tamamlasa bile, hiç
kuşkusuz böyle bir durumdaki insanın namaz kılması zorunludur, çünkü böyle
yaparsa şeytanla Allah Teâlâ vasıtasıyla savaşmış demektir. Çünkü .0, namazında
Allah Teâlâ karşısında bulunduğunun bilinci ölçüsünde, kendisine emredildiği
şekilde namazın görünür şartlarını yerine getirmiştir. Savaşçı da, kılıçların
çekildiği esnada namazı kendisine emredildiği üzere batınıyla kılar. Emredilen
şey, gücü ölçüsünde gözleriyle ima ederek namazı kılarken düşmanıyla savaşırken
de diliyle tekbir getirmesidir. Bu esnada şeytanın vesvesesi, Allah Teâlâ’nın
yükümlü tuttuğu farzları yerine getirmekten kulu uzaklaştırmaz. Vesvese
vaktinde temizlenmesi, tıpkı abdesti uzuvlarına ulaştırması gibi, savaşmasının
ta kendisidir.
Şeytan kulun Allah Teâlâ yolunda
cihadındaki azmini gördüğünde, desinler diye savaşmayı aklına getirebilir.
Bunun nedeni, şeytanın kişinin amelini geçersiz yapma ve boşa çıkarma hırsıdır.
Hâlbuki kul, savaşmaya başladığında niyetini Allah Teâlâ’nın dinini korumak ve
‘Allah Teâlâ’nın kelimesinin yüksek, kafirlerin kelimesinin alçak olması’ için
halis bir şekilde belirlemişti. Burada ‘kafir’, özel bir yönden müşrik
demektir. Böyle söylememizin sebebi, Allah Teâlâ ehlinin bu sözle işaret
ettiğimiz şeyi anlamış olmalarıdır. Başa dönersek, şeytan kendisine bunu
hatırlattığında, insan bu düşünceye kıymet vermez. Çünkü bu kulun dayandığı
esas ve dayanak doğru ve güçlüdür ki bu da başlangıçtaki niyettir. Şeytan doğru
bir niyetle başladığı amelini artık bırakması, hususunda kula saldırıp
niyetine katışan gösteriş duygusuyla amelinin bozulduğu vesvesesini verirse,
kul şeytanın bu davranışını ‘amelleriniz batıl olmaz’52 diyerek reddeder. Böylece, (böyle
bir niyet karışıklığı nedeniyle) şeytanın ameli terk etmeyle ilgili verdiği
vesveseyi bu ayetle kendinden uzaklaştırırsın.
FASIL
İÇİNDE VASIL
\
Hastanın Namazı
Bilginler,
hastanın. yükümlülüğü bilecek durumda olduğu sürece
namazı kılmakla sorumlu olduğu; namazda ayağa kalkmak, rükuya varmak ve secdeye
gitmek gibi yapamayacağı şeylerin ise hastadan düştüğü konusunda görüş
birliğine varmıştır. Oturarak namaz kılabilen hastanın durumu haldcında olduğu
gibi oturmanın tarzı haldcında da görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Başka bir
görüş ayrılığı konusu ise, ne oturmaya ne ayağa kalkmaya güç yetiremeyen
hastanın nasıl namaz kılacağıdır.
Oturarak namaz kılana gelirsek, bazı
bilginler onun hiçbir şekilde ayağa lcallcamayan kişi olduğunu söylemiştir.
Başka bir gruba göre ise, hastalığından dolayı ayağa kalkmaya güçlük çeken
kişidir. Oturmanın tarzına gelirsek, bir grup bağdaş kurarak oturur demiştir.
Böyle oturuş, ayakta durmanın yerini alır. İbn Mesud ise, bağdaş kurarak
oturmayı mekruh saymıştır.
Ne oturabilen ne de ayakta durabilene
gelirsek, bir grup böyle bir hastanın yatarak namaz kılacağını söylemiş, bir
grup kolayına geldiği gibi namaz kılacağını söylemiş, bir grup ayaldarı kıbleye
dönmüş olarak namaz kılacağını söylemiş, bir grup ise oturamayan kişinin yanı
üzerinde kılacağını söylemiştir. Bir yanı üzerinde namaz kılamazsa, ayaldarı
kıbleye dönmüş halde uzanarak namaz kılar.
Benim görüşüm ve kanaatim şudur: Allah
Teâlâ sorumlu müslümandan dindarlıkta güçlüğü kaldırıp gücü ölçüsünde
kendisinden korkmayı ona emretmiştir. Hasta, kılabildiği ve kolayına gelecek
şekilde namaz lalar. Hastalığının artmasına yol açacak (dini konulardaki)
güçlüklerle yükümlü değildir. Namazı geçerli kılan bütün unsurları ve şartları
yerine getiremeyecek bir halde bile olsa, namazı hiçbir zaman terk etmemelidir.
Çünkü Şari’nin hitabı kişiyi yapabileceği bir halde sorumlu tutar. Allah Teâlâ
herkesi ancak gücü yettiği ve yerine getirebildiği şeylerle sorumlu tutar, daha
fazlasını ona yüklemez. Çünkü Allah Teâlâ ‘Allah Teâlâ hiç kimseyi yerine getiremeyeceği şeyle sorumlu
tutmaz553 ayetine bitişik olarak ‘Allah Teâlâ güçlükten sonra kolaylık yaratır’54 demiştir. Adeta şöyle der: Allah
Teâlâ’nın nefse bir görev verip nefsin onu güçlükle yapması, yükümlü hakkında
bir güçlüktür. Kolaylık ise ‘Allah Teâlâ size dinde bir güçlük çıkarmadı’55 ayetinde belirtileri durumdur. Allah
Teâlâ kullarına ne kadar da şefkatlidir!
VASIL
Batınî Yorum
Hastalıklar
üç türdür: Bedene, nefse ve
alda ait hastalıklar. Bunların bir -dördüncüsü yoktur. Bedene ait hastalıklar
burada inceledilderimizdir ki şeküci bilginler onları bilir. Nefse ait
hastalıklar, Allah Teâlâ’nın emrettiği yükümlülüğü yerine getirmekten alıkoyan
arzular ve niyetlerdir. Akla ait hastalıklar ise, (dini meseleleri kanıtlayan)
kanıdara ve imana zarar veren saptırıcı kuşkulardır. Bu kuşkular akıllı kişiyle
imanın geçerliliği arasına girer. Nefse ait hastalıklar ise, imanla beraber
bulunur. Böyle bir nefs karşısında müminin imanı, bedeni hasta bir insan için
akıl gibidir. Böylece hasta, Rabbiyle konuşma ve O’nu müşahede halinde
namazını kılar. Nitekim Ömer b. el-Hattab orduyu namazdayken hazırlardı. Çünkü
doğru sözlü mümin Rabbinden başka kimseyle konuşmaz; Allah Teâlâ’nın
kullarından herhangi biriyle kendisine yaraşır tarzda Rabbiyle konuştuğunu
görmeden konuşmaz. .
Nefsi hasta olan mümin ise, (Allah
Teâlâ’dan alıkoyan) niyederinin içinde imanı bakımından Rabbiyle konuşur.
Böylece meşguliyeti, O’ndan, O’nda ve O’nunla gerçekleşir. Dolayısıyla bir
yandan (alıkoyucu) niyetleri, öte yandan Allah Teâlâ’ya inanma halinde olmayı
kalmayı sürdürür. Ona şöyle der: ‘Himmetin Allah Teâlâ'tır. O'ndaki bakışın da Allah
Teâlâ vasıtasıyladır.’ Çünkü Allah Teâlâ Varlık ve Mevcuttur. O, her şeyde ve
tapılan her şeyde ibadet edilendir. O, her şeyin varlığıdır. O, her şeyin
maksadıdır. Her şey, O’nu ifade eder. Zuhur eden her şeyde gerçekte zuhur eden
O’dur. Her şeyin yolduğunda batın olan (gizlenen, görünmeyen) O’dur. O, her
şeyden öncedir, her şeyden sonradır. Böylece mümin, her yönde ve her durumda Allah
Teâlâ’ya ibadetten mahrum kalmaz. Çünkü nefse ait hastalıklar, imanı
zedelemez.
Akla ait
hastalıklar ise, imana zarar verir. İman iki şeyle ilgilidir: Hakk’ın varlığı
ve'Hakkın birliği. Zatı bakımından Hakk’ın mutlak birliğine inanmak,
akılcılara göre teorik aklın algılayabileceği şeylerdendir. Bize göre ise bu
birlik, fikir gücümüzle algıladığımız bir şeydir. Zikir ve keşif yönünden ise
algılanamaz. Aynı şekilde, Hakkın birliği de iman ve akılla algılanır. Ana
hadarıyla zikredilse bile, şeriat zatın mutlak birliğini hakkında hüküm koyarak
ifade etmemiştir. Bu nedenle iman alanına girmez. .
Akıl hastalığı (batınî yorumda)
kişiyle Hakk’ın varlığına geçerli bir şekilde inanmak arasına girdiğinde, hiç
kuşkusuz, seninle zorunlu bilgi arasına girmiş demektir. Çünkü fiili
(yaratması, sanatı) bakana göründüğünde, Yaratanın varlığını bilmek
zorunludur, insan Yaratanın hakikatini ve mahiyetini, hangi durumda
olamayacağını, hangi durumda olup olamayacağını ya da hangi durumun O’nun
hakkında imkânsız olduğunu fikri bir inceleme ve Allah Teâlâ’nın peygamberi
vasıtasıyla bildirimiyle öğrenmezse, içinde bulunduğu durum dermansız bir
hastalıktır.
Zorunlu bilgiden mahrum kalan insan,
hastalığın etkisizleştirdiği bir hastaya benzer. Böyle bir insan ne hasta
olduğunu ne de içinde bulunduğu durumu bilebilir. Böylece şeriatın hitabı da
ondan düşer, çünkü artık aklı yoktur. Yaratan Hakk’ın varlığına dair zorunlu
bir bilgisi veya imanı olsa, Hakkı birlemeyi reddeden hastalık ortadan kalkar.
Hastalığın kalkması ise, (birini) taldit ederek mümin olmasıyla veya araştırıp
akıl yürütmeyle bilgin haline gelmesiyle gerçekleşir. Araştırma ve akıl
yürütmeyle Hakk’ın varlığına inandığında ise, bu kez hastalığı, akıl ve şeriat
bakımından ilahın birliğine inanmakla beraber Şari’den gelen ve zatın mutlak
birliğine zarar veren Hakk’ın niteliklerini kabul etmemektir. Böyle bir
hastalığa sahip olduğunda namaz kılabüir ve hastalığına rağmen ibadetini
yerine getirir, çünkü ibadet ona yararlıdır. Çünkü hastayken sahip olduğu akıl,
Allah Teâlâ’nın birliği hakkında zikrettiğimiz bu kadar bilgiye imkân verir.
Doğru bir iman sahibi mümin, Şari’nin
nitelemiş olduğu Allah Teâlâ’ya iman eden kimsedir. İmanı hasta mümin ise,
sadece aidinin gösterdiği Allah Teâlâ’ya ibadet eden kimsedir. (Allah Teâlâ
hakkındaki bilgisinde) Mazeret sahibi herkesin mazeretini içeren bir duruma
dikkatini çektik. Tevhit -ki o bütün varlıklardan istenilen şeydirgeçerli olup
için ve dışın hareketlerdeki meşru ibadetleri yerine getirmek buna
eklendiğinde ne hoş olur!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Namazı Bozup Yenilemeyi
Gerektiren Sebepler
Bilginler,
namazın geçerlilik şartlarından herhangi birini kaşıdı ya da
unutarak ihlal eden herkesin namazı yenilemesinin vacip olduğunda görüş
birliğine varmıştır. Bu şardara örnek olarak, kıbleye dönmek ve abdest almayı
verebiliriz. Ben de bu görüşteyim, fakat ‘kaşıdı’ ifadesine ‘mazeretsiz’ diye
eklerim.
VASIL
Batınî Yorum
Muduluğun şartı tevhittir. ‘Muduluk’ derken cehennemde
kalmamayı kastediyorum. Ahiretteki yok edici her yerden (cehennemin her
durağından) kurtuluş şartı, her şeyi kapsayan rahmete bakmaksızın kendisi
olmaksızın kurtuluşun gerçekleşmediği her şeydir! Çünkü Allah Teâlâ’nın
rahmetinden meydana gelse bile, arifin kalbi Allah Teâlâ’nın rahmetinden daha
geniştir. Çünkü Allah Teâlâ ‘rahmet edilen’ diye nitelenemeyeceği için Allah
Teâlâ’nın rahmeti Allah Teâlâ’yı sığdıramaz. Allah Teâlâ’yı bilenin kalbi ise Allah
Teâlâ’yı sığdırır. Nitekim Allah Teâlâ ‘beni mümin kulumun kalbi sığdırdı’ der.
Öyleyse Allah Teâlâ’nın rahmeti her şeyi sığdırır. Arifin kalbi ise, Hakkı ve
her şeyi sığdıran rahmeti sığdırır. Başka bir ifadeyle kalp her şeyi sığdırır.
Binaenaleyh kalp, kayıtsız anlamda geniş olandır. Bunun nedeni, varlığın,
Hakkın varlığı olmasıdır. Ey gafil
kişi! Bu akıllının ifade ettiği şeye dikkat et!
FASIL
İÇİNDE VASIL
Bir İnsan (Pislik Anlamındaki)
Hades Nedeniyle Namazını Bölerse, Daha Sonra Namazını
Tekrarlar mı, yoksa Kıldığı Rekâtlara İlave mi Yapar?1
Çoğunluğun görüşü, ne böyle bir pislik ne de
namazı kesen başka bir durum nedeniyle namazını yeniden kılmayacağıdır.
Yellenme ise bunun dışındadır. Bazı bilginler, bunu da istisna saymamıştır.
Bazı bilginler ise, bütün fiillerde namazın yeniden kılınacağını ileri
sürmüştür Benim görüşüm şudur: Namazı kesen her pislik, ya abdesti bozan pisliklerdendir
ya da namazı kestiği halde abdesti bozmayan bir pisliktir. Abdesti etkileyen
bir pislik ise, namazı devam ettiremez. Abdesti etkilemezse namazını sürdürür.
Fakat namazı kesen bu sebebi giderirken yapması gerekene başka bir fiil
eldememelidir. Başka bir ilavede bulunursa, namazı tamamlamaz, yeniler. '
1
VASIL
Batınî Yorum
Yersiz hıçkırık tutması örneğindeki gibi, karşılıklı
konuşmayı bölen ve kişiyle (Hakkı) müşahede arasına giren şeyler, ahirette
Hakkı görmeye etki eder mi, etmez mi? Yoksa etki etmez ve görmek ile müşahede
birleşir mi? Kesen şey bir ‘pislik’ olabilir ki bu, (bâtında) imanı etkileyen
şey demektir. Böyle bir şey ise, bu pisliğin ortaya çıkmasından önce yapılan
meşru konuşmanın (namazdaki konuşma) bir ürünü olamaz. Böyle bir insanın
(zahirdeki karşılığı), namazı yeniden kılmayan kimsedir. Bozan (kesen) şey
sebebi görmek ve ona dayanmak ise, kul, söz konusu şey ortaya çıkmazdan önce
yapılmış konuşmanın meyvesini devşirir. Bu da, hiç kuşkusuz, namazını yeniden
kılana benzer.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Önündeki Bir Sütreye Doğru
Namaz Kılmak ya da Sütresiz Namaz Kılmak. Namaz Kılanın
Önünden Geçildiğinde Namaz Bozulur mu, Bozulmaz mı?
Bazı
bilginler hiçbir şeyin namazı bozmayacağını,
bazı bilginler ise önünden veya sütre ile önünden geçtiğinde kadın, köpek ye
eşeğin namazı bozacağını ileri sürmüştür. Benim görüşüm şudur: Namaz kılanın
önünden geçen kişi günahkâr olduğu gibi namaz kılanın da önünden birisinin
geçmesini gücü ölçüsünde engellemesi gerekir. Bunu yapmaz ve onu
uzaklaştırmazsa, namaz kılan da günahkâr olur. Ancak namaz her bakımdan
geçerlidir. Kişinin önüne geçeni engellemek zorunda olduğu sınır ve ölçü,
secdede alnını koyacağı sınırdır. Bir şey kişiyle secde yeri arasından
geçtiğinde, insan onu uzaklaştırmak ve onunla mücadele etmek zorundadır. Bundan
fazla bir sınırda ise, onu uzaklaşamaz ya da onu öldürmez. Bu durumda Arapların
‘önünde’ derken kastettikleri ölçüye göre, vebal namaz lcılanın önünden
geçenin üzerinedir. Çünkü Şari bu konuda herhangi bir şey belirlememiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Hakk, kulun kıblesidir; Allah Teâlâ ile kulu arasından
nefsiyle ya da Rabbiyle geçenin vebali kendisine döner. Hakk ile konuşan namaz
kılanın ise, önünden geçeni uyarıp bu konuda nefsini görmekten kendisini
uzaklaştırması gerekir. Çünkü insan, ‘Allah Teâlâ için, peygamberi için, bütün
müslümanlar için’ hayırhah olmalıdır. Bunun yanı sıra kendi önderlerine ve
bütün insanlara karşı samimi ve hayırhah olmalıdır. Nasihat etmesi gereken yer
gelir de kişi nasihatini yapmazsa günahkâr olur. (Namazda Hakk ile) Karşılıklı
konuşanın konuşması ise, (önünden geçene engel olmadığı için) günahkâr olsa
bile bulunduğu her durumda geçerlidir.
Namaz kılanın ‘önünden geçen’ namazda
kendisiyle Rabbi arasına giren bir düşünce olabilir. İnsan kalbiyle geçerli bir
namaz kılıyorsa, okuduğu ayete veya (yaptığı) zikre göre bulunduğu durumun
aksine bir şeyin aklına gelmesi imkânsızdır. Başka bir durumdaki düşüncenin
insana geleceği bir gedik yoktur. Namaz kılan, kendini unutmuşken düşünceler
araya girmiş olabilir. Bu durumda, yeniden bilincini kazandığında aklına gelen
şey, ona zarar vermez ve namazı geçerlidir. Çünkü o, Rabbiyle konuştuğunun
farkındadır.
Namaz kılan, Ömer b. el-Hattab gibi
namazında her şeyde Rabbiyle konuşan ya da Ebu Bekir gibi Rabbiyle konuşurken
her şeyin Haktan meydana çıktığını görenlerden ise, onun içinden kıldığı namazı
da geçerlidir. Bu esnada çıkan şey iradeyle ya da isteği olmaksızın meydana
çıkmıştır. Kişinin isteğiyle meydana gelmemişse, hiçbir sorumluluğu yoktur;
isteğiyle meydana çıkmışsa, bu durumda ya mecburdur ya da isteyerek bunu
yapmıştır. İsteyerek yapan günahkârdır. Mecbur kalan ise, günahkâr değildir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Namazda Üfleme
Bazı bilginler
bunu mekruh saymış, bazı bilginler ise bundan dolayı
namazı yenilemeyi vacip kabul etmiştir. Bazı bilginler ise, duyulup
duyulmamasım ayırt etmiştir. Bu konunun üflemenin bir söz olup olmayışına
dayandığını bilmelisin. Namazda üflemenin iyi bir davranış olmadığında ise
görüş ayrılığı yoktur.
Batınî Yorıım
Hz. İsa her durumda Rabbiyle beraber olduğunun bilincindeydi (huzur). Kuş'a ruh
üflemesi Rabbiyle olduğu bilincini kesmediği gibi üflemesi de Rabbinin izniyle
gerçekleşmişti. Allah Teâlâ ona Rabbiyle olduğu bilincini perdeleyecek bir
konuda izin verebilir mi? Hakkın gözlerinin önünde ve sırlarında sürekli
bulunduğunu bilmek, bütün yaratıklardan istenilen şeydir. İki taraftaki
murakabe budur.
Üflemeyi ‘ol (kün)’ sözünün bedeli
sayan kişi, onu bir söz sayar. Üflemeyi ‘ol’ anlamında değil de, bir sebep
sayan ise onu söz saymaz. ‘Benim iznimle (kuş olur, İsa’yla ilgili ayete
atıfla)’ ifadesini de ‘ona üfler’ ifadesinin değil, ‘kuş olur’ ifadesinin
sonucu sayar. .
FASIL
İÇİNDE VASIL
Namazda Gülmek
Fakihler
gülmenin namazı bozacağında görüş birliğine
varmış, tebessüm hakkında ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Bazı bilginler,
tebessümün de gülme gibi olduğunu ve namazı bozacağını söylemiş, bazı
bilginler ise gülmeye dahil edilemeyeceğini ve namazı bozmayacağını iddia
etmiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Karşısında konuşulan zatın karşısında gülmek, saygı
ve edebi zedeler. Saygılı olmayan ise, , (namazda Hakk ile karşılıklı)
konuşamaz. Te-
bessüm ederse, ya bulunduğu mertebede
Rabbi güldüğü için tebessüm etmiştir ya da doğrudan tebessümü gerektiren bir
mertebede bulunmuş ve tebessüm etmiştir. Birinci duruma örnek olarak, Musa’nm
ihtiyarıyla Hannad’ın hikayesini verebiliriz. Kulun bu gibi durumlarda Hakkın
gülmesi nedeniyle tebessüm etmesi, saygının bir gereğidir. İkinci durum ise
saygısızlıktır ve huzur haline yaraşmaz. Bu durumda tebessüm huzuru engeller,
dolayısıyla tekrar tövbe edip amele başlamak gerekir. Böyle bir durumdaki
insan, (zahiri hükümde) tebessüm namazı bozar diyene benzer.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Hıçkıranın Namazı
Bazı bilginler,
hıçkıranın namazının bozulacağını ve namazı yenilemesi
gerektiğini, bazı bilginler ise yaptığı işin mekruh olduğunu söylemiştir.
Benim görüşüm ise, yasaklamanın (nehy) bozulmaya delil olmadığıdır. Yasaklama,
sadece yapanın günahkâr olduğuna delildir. Bu durumda hıçkıranın namazı,
hıçkıran günahkâr olsa bile, geçerlidir. Bu durum, çalıntı bir evde namaz
kılanın haline benzer. .
VASIL
Batinı Yorum
Namazın kılındığı necis seccade (bâtını yorumda)
mümin olduğu halde yapacağı bir kötülüğü ya da namazını bitirdiğinde birisine
yapacağı suçu düşünen kimsenin halidir. Böyle bir insanın kıldığı namaz geçerlidir,
bu kişi ise, içinden kötülük geçiren kimsedir. Bu kötülüğü yapmadığı ya da
planlamadığı sürece, böyle bir insanın günahı affedilmiştir.
Namazclaki Kişi Verilen Selamı Alır Mı?
Bazı
bilginler, bunun caiz olduğunu kabul etmiştir ki ben de bu görüşteyim.
Çünkü selamı almak, Allah Teâlâ’yı zikretmektir. Selam yermek, namazda
otururken yapılmak üzere belirlenmiş zikirlerden biridir. Dolayısıyla
dayandığı bir aslı vardır. Namazda dua caizdir. İnsanları zikretmek de ona
girer. Buna örnek olarak, namaz kılan kişinin ‘beni ve ebeveynimi bağışla’
demesini verebiliriz. Bazı bilginler ise, selamı sözle almayı caiz görmemiş,
işarede almayı caiz görmüştür. Bazı bilginler ise, her durumda selam almayı
caiz görmemiştir. Bazı bilginler, insanın içinden selam almasını caiz görmüş,
bazı bilginler ise namazı bitirdiğinde selamı alabileceğini söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Size selam
verildiğinde daha güzeliyle selamı alın:56 Burada (bir fiilin başka bir fiilin
ardından hemen yapılmasını bildiren) ‘fe’ bağlacı gelmiştir. Dolayısıyla
selamı almayı ertelemek caiz olmadığı gibi üstelik burada namaz ya da herhangi
bir şey ayırt edilmemiştir. Öyleyse dua ya da başka bir şekilde meşru her
zikir, zorunlu olmamakla birlikte namazda ve namazın dışında söylenebilir.
Örnek olarak, hapşırana dua etmek ya da selamı almayı verebiliriz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar