Print Friendly and PDF

FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN YİRMİ SEKİZİNCİ KISMI

Bunlarada Bakarsınız


Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

ALTMIŞ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

yameti, Menzillerini ve Dirilişin Niteliğini Bilmek.

‘MVrac günü’, elli bin senedir Gaflet ve uyku sahiplerinden uyku gider

Yeryüzü dehşet içinde uyanıktır

îlâh’ın hükmü karşısında bir dalgınlık onu tutmaz.

Garip ol, sakın boyun eğme ve temayül etme.

Dilci olan zâhir ehlinden bir gruba.

Bozgunculuğa koşan birisini görürsen

Onun elinden tut, karşılığında iyilikle ödüllendirilirsin

Fitnesi, sana bir günü bir yıl gösteren adamdan sakın Ve Kehfe (ashab-ı kehf) sarıl ve sığın.

Onun adımı itaatten başka yollara gitmiştir Başıboş ve gafil bir halde, arzusunun peşine.

(Kıyamet Gününün Anlamı)

Bilmelisin ki: Bu günün kıyamet diye isimlendirilmesinin nedeni, insanların ahirette âlemlerin Rabbinin karşısında kabirlerinden kalkarak ayakta dikilmeleridir. Ahiret yaratılışını, bu bölümden önce berzah’tan söz ederken zikretmiştik. Bunun yanı sıra, Hakk hüküm vermek ve ayırmak için geldiğinde insanlar ayağa kalkar. ‘Melekler saf saftır" Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘İnsanlar âlemlerin rabbinin karşısında ayağa kalkar. Başka bir ifadeyle, kendilerine geldiğinde âlemlerin rabbinden dolayı ayağa kalkarlar. Burada er-Rab ismi geçmiştir. Rab, ‘sahip’ demektir. Dolayısıyla ezmek özelliği O’na ait olduğu gibi merhamet etmek özelli­ği de kendisine aittir. Burada er-Rahman ismi gelmemiştir. Çünkü o günde gazap ve hesaba çekilmenin varlığı, cehennemin ve terazilerin getirilmesi kaçınılmazdır.

Bu mesele, bu bölüm içinde daha sonra zikredilecektir. Bütün bun­lar ise, er-Rahman isminin gerektirdiği mutlak rahmet niteliklerinden değildir. Şu var ki Allah Teâlâ rahmetin kendisinde en baskın olduğu ilahi bir ismini zikretmiştir Ki o da er-Rab ismidir. Çünkü bu isim, terbiye ve ıs­lah etmek anlamından gelir. Binaenaleyh sahip ve efendide bulunan rahmet ihsanı, kendisindeki güç ve ezme özelliği ölçüsünde güçlenir. Böylece ‘rahmeti gazabını geçer’ ve insanların çoğunluğunun günahla­rını affetmek artar.

Bu konuda söyleyeceğim ve açıklayacağım ille husus, kıyamet gü­nünde Rabbin dile getirdiği yeryüzünün uzatılması, göğün dürülmesi, onun yeryüzünün üstüne düşmesi, meleklerin getirilmesi, o günde Rabbin gelmesi, yeryüzü uzatılırken ve biçimi değiştirilirken yaratıkla­rın nerede bulunacağı, cehennemin getirilmesi, onun durumun ne ola­cağı gibi konulardır. Sonra, ‘elli bin sene içinde’ kıyametin duraklarını bildiren hadis ile şefaat hadisini zikredeceğim.

Kardeşim, bilmelisin Ki: insanlar kabirlerinden kalktığında, Allah Teâlâ’nın izniyle, daha sonra zikredeceğimiz gibi olurlar. Allah Teâlâ yeryüzünü başka bir yeryüzüyle değiştirir ve yeryüzü Allah Teâlâ’nın izniyle uzar. Karan­lığın üzerine köprü uzatılır. Böylelikle yaratıklar, Allah Teâlâ yeryüzünü dile­diği gibi değiştirdiğinde o köprünün üzerinde bulunurlar. Allah Teâlâ, yeryü­zünü dilerse suretiyle dilerse başka bir yeryüzüyle değiştirir. Bu yeryü­zü, ‘uyanıldık’ diye isimlendirilen ve üzerinde uykunun bulunmadığı bir yeryüzüdür. Böylelikle Allah Teâlâ onu derinin uzatılması gibi uzatır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Yeryüzü uzatıldığında,’S57 Allah Teâlâ yeryüzünün genişliğini dilediği kat genişletir. Bu miktar, yirmi bir parçadan doksan dokuz par­çaya kadar olabilir. Böylece yeryüzünde ne bir eğrilik ne de bükülme kalır.

Allah Teâlâ göğü kendisine doğru çeker ve onu sağ eliyle ‘yazılı kağıdarın dürülmesi gibi’ dürer.Sonra kırılgan bir haldeyken onu (daha önce), uzatmış olduğu yeryüzünün üstüne atar. Bu durum, ‘gök parçalanır, o gün gök kırılgandır55 58 ayetinde belirtilir. Yaratıklar, Allah Teâlâ’nın kendisini uzattığı yeryüzüne gönderilir. Böylelikle Allah Teâlâ’nın onlara yapacağı şeyleri beldemeye koyulurlar. Gök kırılgan olunca, melekler onun çeşitli nokta­larına inerler. Yeryüzündekiler, kendilerinden kat be kat fazla yüce yara­tıklar (topluluğu) görürler. Böylelikle, daha önce hiç tanık olmadıkları meleklerin büyüklüğünü gördüklerinde, Allah Teâlâ’nın onlarm içinde kendile­rine indiğini zannederler ve şöyle derler: ‘Rabbimiz de aranızda mıdır?’ Melekler ‘Rabbimizi tenzih ederiz! Aramızda değildir, gelecek!’ Ardın­dan melekler, insan ve cinler âlemini kuşatacak şekilde yeryüzünün yön­lerinin etrafında dairesel olarak saf tutarlar. Söz konusu melekler, yakın göğün sakinleridir.

Sonra, ikinci göğün melekleri de iner. Onlar, Allah Teâlâ ikinci göğü dü­rüp katip diye isimlendirilen yıldızı ateşe attıktan sonra iner. İkinci gök melekleri ilk göktekilerden sayıca çoktur. Bunun üzerine yaratıklar şöy­le der: ‘Rabbimiz aranızda mıdır?’ Melekler onlarm bu sözlerinden kor­kuya kapılır ve ‘Rabbimizi tenzih ederiz! O aramızda değildir, gelecek­tir!’ derler. Böylece onlar da ille meleklerin yaptıklarını yaparlar: Onla­rm ardında ikinci bir daire oluştururlar.

Sonra üçüncü göğün melekleri iner. Üçüncü göğün Zühre denilen yıldızı ateşe atılır, Allah Teâlâ onu sağ eliyle dürer. Yaratıklar kendilerini gö­rünce şöyle derler: ‘Rabbimiz aranızda mıdır?’ Melekler ‘Rabbimizi tenzih ederiz! O aramızda değildir, gelecektir’ diye karşılık verirler. Her gökten sonra iş böyle devam eder. En sonunda yedinci göğün melekleri iner. Yaratıklar, inenlerin daha öncekilerin hepsinden kalabalık olduğu­nu görünce sorarlar: ‘Rabbimiz aranızda mıdır?’ Melekler ‘Rabbimizi ten­zih ederiz! Kuşkusuz Rabbimiz gelmiştir!'’ ve ‘Rabbimizin vaadi hiç kuşkusuz gerçekleşir’559 diye karşılık verirler.

Allah Teâlâ, karanlık bulutlar içinde gelir. Bu esnada melekler kendisine eşlik eder. Sol tarafında cehennem bulunur. Hakkın gelişi bir hüküm­darın gelişi gibidir. Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Din gününün sahibi.’ Kaste­dilen, bu gündür ve orada ‘Melik’ (Hükümdar) diye isimlendirilir. Me­lekler ise, yaratıkları kuşatacak şekilde yedi saf olurlar. İnsanlar cehen­nemi gördüklerinde ise, cehennem zorbalara ve büyüklük taslayanlara karşı ‘kabarır ve öfkesinden solur.’ Bütün yaratıklar, gördükleri şeyin azametinden korkarak ve çekinerek cehennemden kaçışır. Bu korku, büyüle korkunun kendilerini mahzun etmeyeceği kimselerden başkaları için, ‘en büyük korku’dur. Söz konusu insanları ise, ‘melekler karşılar. ‘Bu size, taahhüt edilmiş gününüzdür (derler)*60 Onlar, peygamberlerle beraber güvende olan kimselerdir. Ancak peygamberler, ümmederi haldcında endişe duyarlar. Bunun nedeni, peygamberlerin yaratıklara karşı şefkat duygusu özelliğiyle yaratılmış olmalarıdır. Bunun üzerine o gün şöyle derler: ‘Esenlik ver, esenlik ver!’

Allah Teâlâ, ‘yaratıkları içinden bu korkudan güven içindeki kimseler için nurdan minberler konulmasını emreder.’ Minberler, o insanların top­lanma yerindeki menzillerine göre, derece derece yüksekliktedir. Onlar, korkudan güven içinde ve müjdelenmiş olarak bu minberlerin üzerleri­ne oturur. Bu ise, Rabbin gelmesinden öncedir. İnsanlar cehennemden korkarak ve o günde gördükleri korkunun büyüklüğünden ürkerek kaçmaya ve ayrılmaya başlayınca, meleklerin saf saf olduğunu görürler. Onların saflarını aşamazlar. Böylece melekler ve Gerçek Hükümdar’ın engeli, onları toplanma yerine doğru sevk eder. Peygamberleri de ken­dilerine ‘dönünüz, dönünüz’ diye bağırırken onlar da birbirlerine bağrı­şır. Bu durum, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in söyleyeceği sözle ilgili olarak, şu ayet­te belirtilen durumdur: ‘Sizin hakkınızda feryat etme gününden endişe ederim. O gün gerisin geriye döner kaçarsınız, sizi ise Allah Teâlâ’dan koruyacak kimse yoktur.’56' Peygamberler şöyle der: ‘Allah Teâlâ’m! Esenlik ver, esenlik!’ Onlar, ümmetleri adına en derin korkuyu duyarken ümmetler kendi haklarında (kendileri adına) korkarlar. Kalpleri, saptırıcı kuşkularla kir­lenmediği gibi dışları da dini ibadedere ayları davranışlarla kirlenmeyen korunmuş-temiz insanlar ise orada güven içindedir. Peygamberler onla­rın içinde bulunduğu güven haline gıpta eder. Çünkü peygamberler, (kendileri haldcında olmasa bile) ümmederi hakkında korku içindedir.

(Hakkın Kıyamet Günü Üç nidası)

Allah Teâlâ tarafından bir nidacı bağırır ve mahşer yerindeki herkes onu duyar. Onlar -veya benbu nidanın bizzat Hakkın nidası mıdır, yoksa Hakkın emrinden olan bir nida mıdır bilmez? Bu nidada şöyle seslenilmektedir: ‘Ey vakfe (durma) yerinde bulunanlar! Cömerdik sahibi­nin kim olduğunu bugün öğreneceksiniz.’ Çünkü Allah Teâlâ bize şöyle de­miştir: ‘Ey insan! Seni cömert Rabbine karşı kışkırtan nedir?’562 Bu sorunun amacı, insana öğretmek ve onun dikkatini çekmektir. İnsan şöyle der: ‘(Beni kışkırtan) Senin cömertliğindir.’ Şeyhimiz eş-Şenahattete’nin bir gün ağlayarak şöyle dediğini duymuştum: ‘Ey toplum! O’nun cömert­liğine göre davranmayınız! Hiçbir şey değilken bizi varlığa çıkardı. Bilmiyor iken bize bilmediğimiz şeyleri öğretti, (herhangi bir çabamız olmaksızın) kendisine, meleklerine, peygamberlerine, kitaplarına inan­mayı kendiliğinden bize öğretti. Biz bilmiyorken bunları yapmışken, öğrendikten ve kendisine iman ettikten sonra bize azap eder mi? O’nun cömerdiği böyle bir şey yapmaktan münezzehtir.’

Şeyh, bu sözleriyle beni mutluluktan ağlattığı gibi orada bulunan­lar da ağlamıştı.

Sonra konumuza dönüp deriz ki, Allah Teâlâ bu nidada şöyle der: ‘Yan­ları yataklardan uzaklaşan kimseler (gecelerini uykusuz geçirenler) nerede­dir? Onlar korkarak ve arzulayarak Rablerine dua eder ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederlerdi.’563 Böylece onlar cennete gö­türülür.

Sonra, Hakk tarafından ikinci bir nida daha duyarlar. Bu nidanın bizzat Haktan mı, yoksa emrinden mi olduğunu da bilmiyorum. Nida­da şöyle der: ‘Alış veriş ve ticaretin kendilerini Allah Teâlâ’yı zikretmekten ve na­mazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı kimseler nerededir? Onlar, kalplerin ve gözlerin yerlerinden çıkacağı bir günden korkar. Allah Teâlâ onlara yaptıklarının karşılığını en iyi bir şekilde verir ve onlara olan ihsanını artı­rır.’564 Bu fazlalık, daha önce belirttiğimiz gibi, ihtisas cennederindendir. Böylece onların cennete götürülmeleri emredilir.

Üçüncü bir nida daha duyarlar. Bu nidanın da Haktan mı yoksa O’nun emrinden mi olduğunu bilmiyorum. Ey vakfede bulunanlar! Bu gün cömertlik sahibinin kim olduğunu öğreneceksiniz. ‘Allah Teâlâ’nın, kendi­lerine taahhüt ettiği şeylerin doğru olduğunu565 görenler nerededir? Allah Teâlâ doğru sözlülere doğruluklarının karşılığım verir.’166 Onlara cennete girme­leri emredilir.

(Ateşten Uzayan Boyunlar ve Vakfe Günü Üçüncü Nida)

Bu nidadan sonra ise, ‘ateşten bir boyun çıkar.' İki gözü ve anlaşılır bir lisanı olduğu halde yaratıklara ulaştığında şöyle der: ‘Ey vakfedekiler! Ben sizden üç kimseyi (almakla) görevlendirildim.’ Birinci nida da mutlular içinden üç grup için üç kez tekrarlanmıştı. Bütün bunlar, he­saptan öncedir, insanlar ise, kala kalmış ve ter boğazlarına kadar yük­selmiştir. Korkuları artmış, gördükleri şey karşısında kalpler parçalan­mıştır. İşte bu esnada ‘ateşten yükselen boyun’ onlara şöyle der:

‘Ben inatçı-zorbaları cezalandırmakla görevlendirildim.’ Böylece, tıpkı bir kuşun susam tanelerini yuttuğu gibi safların arasından zorbala­rı yutar. O insanlardan vakfede kimse kalmayınca, ikinci kez nida eder: ‘Ey vakfedekiler! Ben Allah Teâlâ’ya ve peygamberine eziyet edenleri cezalan­dırmakla görevliyim.’ Bir kuşun susam tanelerini yuttuğu gibi yaratıkla­rın içinden onları yutar. Onlardan kimse geride kalmayınca, üçüncü kez bağırır: ‘Ey vakfe ehli! Ben Allah Teâlâ’nın yarattığı gibi yaratmaya kalkışanları cezalandırmakla görevliyim.’ Böylece suret yapan insanları yutar. Söz konusu insanlar, tapım için kiliselerde suretler yapan ve putları yontan insanlardır. Bu durum şu ayette bildirilmiştir: ‘Yonttuklarınıza mı tapı­yorsunuz567 Onlar, Allah Teâlâ’ya tapmak yerine onlara tapılsın diye, insanlar için ahşap ve taşlardan heykeller yontuyordu. İşte bu insanlar suret ya­panlardır. Ardından uzayan bu boyun, bir kuşun susam tanelerini yut­tuğu gibi, safların arasından o insanları yutar. Allah Teâlâ onları diğer insan­ların arasından aldığında, içlerinde suret yapan kimseler bulunduğu halde kalırlar. Söz konusu insanlar, yaptıkları suretleri -diğerleri gibionlara tapılsın diye yapmayan kimselerdir. Bu nedenle yaptıkları şeyle­rin canlanmalarını sağlayacak ruhları üflemeleri istenilmez. Onlar da üf­lemezler. Nitekim suret yapanlarla ilgili bir hadiste bu durum belirtil­miştir. Böylelikle Allah Teâlâ’nın dilediği kadar dururlar ve Allah Teâlâ’nın onlara ya­pacağı şeyi belderler. Ter onları boğmuştur.

(Kıyamet Duraklan)                                                  .

Şeyhimiz el-Kassâr (hicrî) beş yüz doksan dokuz senesinde, Mek­ke’de, Yüce Kabe’nin Rükn-i Yemanî tarafında bize şöyle bir hadis ak­tarmıştı. Tam adı, Yunus b. Yahya b. el-Hüseyin b. Ebi’l-Berekât elHaşimi el-Abbasi idi. Hadisi kendi lafzıyla aktarıyor ve ben de dinli­yordum. Şöyle dedi: ‘Bize Ebu’l-Fadl, Muhammed b. Ömer b. Yusuf el-Urmevi dedi Ki: Ebû Bekir Muhammed b. Ali b. Muhammed b. Mu­sa b. Cafer -ki İbn Hayyât el-Mukrî diye tanınırşöyle dedi: ‘Ebû Sehl Mahmûd b. Ömer b. İshale el-Ukberî’nin huzurunda okunuyor ve ben de dinliyordum. Ona şöyle denildi: ‘Size Ebû Bekir Muhammed b. elHasan en-Nalckaş hadis aktardı mı?’ O da ‘Evet, Ebû Bekir bize hadis rivayet etti’ diye cevap verdi. Sonra şöyle dedi: ‘Bize Ebû Bekir Ahmed b. el-Hasan b. Ali et-Taberi el-Müzverî, rivayette bulunmuş ve şöyle demiştir: ‘Bize Muhammed b. Humeyd er-Razi Ebû Abdullah rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bize Seleme b. Salih rivayette bulunmuş ve şöyle demiştir: Bize el-Kasım b. el-Hakem Sellam et-Tavîl’den, o da Giyas b. el-Müseyyib’den, o da Abdurrahman b. Ğanem (ve Zeyd) b. Vehb’den, o da Abdullah b. Mesud’dan aktarmış ve şöyle demiştir:

‘Ali b. Ebû Talib’in yanında oturuyordum. Yanında Abdullah b. Abbas, etraflarında ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ashabından birkaç kişi vardı. Ali şöyle dedi: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: ‘Kıyamette her birinin süresi bin yıl olan elli durak vardır, ilk durak şudur: İnsanlar kabirle­rinden kalkar ve kabirlerinin kapılarında bin sene çıplak, yalın ayak, aç susuz kalırlar. Kabrinden Rabbine, peygamberine, cennet ve cehenne­mine, dirilişe ve kıyamete, iyisiyle kötüsüyle kaza ve kadere iman etmiş; Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in Rabbinin katından getirdiği şeyleri doğrulayarak kalkan kimse kurtulur, başarıya erer, kazanç sağlar ve Mutlu olur. Zik­redilenlerden herhangi birinde kuşkuya kapılan ise açlık, susuzluk, ke­der, üzüntüsü içinde bin sene kalır. En sonunda Allah Teâlâ dilediği şekilde onun hakkında hüküm verir.’

‘İnsanlar bu makamdan mahşer yerine sevk edilir. Böylece, ateşten merdivenler üzerinde güneşin sıcaklığı altında bin sene ayakta beklerler. Sağlarından, sollarından, önlerinden ve arkalarından ateş onlara vurur, güneş ise tepelerindedir. Bu esnada Arş’ın gölgesinden başka gölge yoktur. Kendisini müşahede ederek, peygamberi Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’i onaylayarak ihlaslı bir şekilde Allah Teâlâ’ya kavuşan kimse, Rahman’ın Arş’ı altında gölgelenir ve çektiği tasalardan kurtulur. Böyle bir insan ortak koşmaktan ve sihirden uzak durmuş, Müslümanların kanlarını akıtmak­tan kendini korumuş, Allah Teâlâ’ya ve peygamberine karşı samimi olmuş, Allah Teâlâ’ya ve peygamberine itaat eden kimseleri sevmiş, Allah Teâlâ’ya ve peygam­berin emrine isyan etmiş kimselerden nefret etmiştir. Bu yoldan ayrılan ve tek bir kelimeyle bile olsa bu günahlardan birine düşen ya da kalbi değişen veya dininden herhangi bir konuda kuşkuya kapılan ise, bin se­ne sıcaklık, üzüntü ve azap içinde kalır. En sonunda Allah Teâlâ onun hak­kında dilediği şekilde hüküm verir.’

‘Sonra yaratıklar nur ve karanlığa sevk edilir. Böylelikle o karanlık içinde bin sene kalırlar. Allah Teâlâ’ya kavuşup O’na herhangi bir şeyi ortak koşmayan, kalbinde hiçbir şekilde ikiyüzlülük bulunmayan, dininin herhangi bir konusunda kuşkuya kapılmayan, üzerindeki hakkı veren, doğru söyleyen ve insanlara karşı insaflı olan, görünür ve görünmeyen işlerde Allah Teâlâ’ya itaat eden, Allah Teâlâ’nın takdirinden razı olan, Allah Teâlâ’nın verdi­ğiyle yetinen kimseler, göz açıp kapatıncaya kadar yüzü beyazlamış ola­rak karanlıktan nura çıkar. Böyle bir insan bütün tasalardan kurtulmuş kimsedir. Bunlardan herhangi birisine aykırı hareket eden ise, bin sene gam içinde kalır. Sonra yüzü kararmış bir halde oradan çıkar. Bu du­rum, Allah Teâlâ’nın iradesidir. Allah Teâlâ dilediğini yapandır.’

‘Sonra yaratıklar, sayıları on olan hesap merdivenlerine sevk edilir. Her birisinde bin sene kalırlar. Birinci merdivende Ademoğlu haram­lardan sorguya çekilir. Herhangi bir haramı işlememişse ikinci merdi­vene geçer. Bu kez arzularından sorguya çekilir. Arzularından da kurtu­luşa ererse, üçüncü merdivene geçer. Bu kez ana-baba haklarından sor­guya çekilir. Ana-babasına karşı haksızlık yapmamışsa dördüncü merdi­vene geçer. Bu kez, Allah Teâlâ’nın, işlerini kendisine havale ettiği insanların onun üzerindeki haklarından sorguya çekilir. Onlara Kuran ve dinle il­gili meseleleri ve saygıyı öğretip öğretmediğinden sorguya çekilir. Bun­ları yapmışsa, beşinci merdivene geçer. Bu kez mülkiyeti altındaki in­sanların hakları sorulur. Onlara karşı iyi davranmışsa, altıncı merdivene geçer. Orada akrabalarının hakları kendisine sorulur. Haklarını yerine getirmişse yedinci merdivene geçer. Orada yalcın akraba ilişkilerinden sorguya çekilir. Yakın akrabasını ziyaret etmişse, sekizinci merdivene geçer. Orada çekememezlik duygusundan sorguya çekilir. Hasetçi bir insan değilse dokuzuncu merdivene geçer. Bu kez hilekârlıktan sorguya çekilir. Herhangi bir insana karşı hile yapmamışsa onuncu merdivene geçer. Bu kez aldatmadan sorguya çekilir. Kimseyi aidatmamışsa, kur­tulur. Artık gözleri aydınlanmış, kalbi sevinçle dolu ve dudaklarında te­bessüm olduğu halde Allah Teâlâ’nın Arşının gölgesine yerleşir. Bu özellikler­den herhangi birinden kaybederse, her özelliğin durağında bin sene aç, susuz, üzüntülü, gamlı ve endişeli olarak kalır. Ona herhangi bir şefaat­çinin şefaati fayda vermez.’

(Mahşer ve On Beş Durağı)

‘Sonra sağ ve sol elleriyle kitaplarını (amel defterlerini) almaya gö­türülürler. Bu esnada on beş durakta hesaba çekilirler. Her durak bin senedir, ilkinde, sadakalardan ve Allah Teâlâ’nın mallarına farz kıldığı şeyler­den sorguya çekilirler. Sadakaları ve mallarındaki hakları tam veren kimse ikinci durağa geçer. Burada, doğru sözlülük ve insanları bağışla­mak huyundan sorguya çekilirler, insanları bağışlayan kimseyi, Allah Teâlâ da bağışlar. Böylece üçüncü durağa geçer. Bu kez iyiliği emretmekle ilgili sorguya çekilir. İyiliği emretmiş ise, dördüncü durağa geçer. Burada kötülükten alıkoyup koymadığından sorguya çekilir. Kötülükten alı­koymuşsa, beşinci durağa geçer. Burada ise, iyi ahlâktan sorguya çekilir. İyi ahlâklı ise, altıncı durağa geçer. Burada Allah Teâlâ için sevmek ve Allah Teâlâ için nefret etmekten sorguya çekilir. Allah Teâlâ için seven ve Allah Teâlâ için nefret eden birisiyse, yedinci durağa geçer. Burada haram maldan sorguya çe­kilir. Haram maldan herhangi bir şey almamışsa, sekizinci durağa ge­çer.

Bu kez şarap içmekten sorguya çekilir. Şaraptan biraz bile içme­mişse, dokuzuncu durağa geçer. Orada zinadan sorguya çekilir. Zina etmemişse, onuncu durağa geçer. Bu kez yalan konuşmaktan sorguya çekilir. Yalan söylememişse, on birinci durağa geçer. Orada yalan ye­minden sorguya çekilir. Yalan yere yemin etmemişse, on ikinci durağa geçer. Bu kez faizden sorguya çekilir. Faiz yememişse, on üçüncü dura­ğa geçer. Bu kez iffetli kadınlara iftira edip etmediğinden sorguya çeki­lir. İffetli kadınlara iftira etmemiş ya da herhangi bir insana iftira at­mamışsa, on dördüncü durağa geçer. Bu kez yalan tanıklıktan sorguya çekilir. Yalan yere tanıklık etmemişse, on beşinci durağa geçer. Orada bühtandan sorguya çekilir. Bir Müslüman’a bühtanda bulunmamışsa, geçer ve Hamd Sancağının altına yerleşir. Bu insanın defteri sağ elinden verilir, defteri (hangi eliyle alacağının) sıkıntısından ve korkusundan kurtulur, kolay bir şekilde hesaba çekilir. Bu günahlardan birini işleyip dünyadan tövbe etmeksizin ayrılırsa, on beş duraktan her birinde kor­ku, tasa, endişe, üzüntü, açlık ve susuzluk içinde bin sene kalır. En so­nunda Allah Teâlâ, onun hakkında dilediği şekilde hüküm verir.

(Defterlerin Sağ veya Sol Elden Alınması ve Okunması)

‘Sonra insanlar, bin seneliğine defterlerinin okunma (durağına) yerleştirilir, insan, malını yoksulluk, ihtiyaç ve yitiklik günü için önce­den göndermiş cömert biriyse, defterini okur ve okuması kolaylaşır, cennet elbiselerinden v giyer, cennet taçlarından başına taç konulur, Rahman’ın Arşının altında güvenli ve mutmain bir şekilde oturtulur. Malını yoksunluk ve ihtiyaç günü önceden harcamamış bir cimri ise defteri sol tarafından kendisine verilir. Ona ateşten bir parça kesilerek verilir. Yaratıkların tepesinde, bin sene açlık, susuzluk, çıplak, üzüntü, keder, hüzün, rezillik içinde bekler. En sonunda Allah Teâlâ onun hakkında dilediği şekilde hüküm verir.

‘Sonra insanlar (amellerin tartıldığı) teraziye götürülür. Terazi bin sene boyunca oraya yerleştirilmiştir, iyilikleri ağır basan kimse, başarıya erer ve göz açıp kapatmalık bir sürede kurtulur. Terazisinin iyilikler yö­nü hafif gelip günahları ağır basan kimse ise, terazide bin sene tasa, üzüntü, hüzün, azap, açlık, susuzluk içinde hapis kalır. En sonunda Allah Teâlâ, onun hakkında dilediği şekilde hüküm verir.

(Allah Teâlâ’nın Önünde Durulan On İki Durak)

‘Sonra yaratıklar Allah Teâlâ’nın önündeki on iki duraktan birine çağrılır. Her bir durakta (kalmanın süresi) bin senedir, ilk durakta insan köle azat edip etmediğinden sorguya çekilir. Köle azat etmişse, Allah Teâlâ onun boynunu ateşten azat eder ve ikinci durağa geçer. Bu kez Kuran’dan, Kuran’ı ezberlemek ve okumaktan sorguya çekilir. Bunları tam yapmış­sa, üçüncü durağa geçer. Burada ise, cihattan sorguya çekilir. Allah Teâlâ yo­lunda sadece O’nun rızası için cihat etmişse dördüncü durağa geçer. Burada ise, dedikodudan sorguya çekilir. Gıybet etmemişse beşinci du­rağa geçer. Burada söz taşımaktan sorguya çekilir. Söz taşımamış birisiyse altmcı durağa geçer. Bu kez yalandan sorguya çekilir. Yalancı biri­si değilse yedinci durağa geçer.’

‘Bu kez bilgi peşinde koşup koşmamaktan sorguya çekilir. Bilgiyi aramış ve onunla amel etmişse sekizinci durağa geçer. Bu kez kendini beğenmek duygusundan sorguya çekilir. Dindarlığında ya da dünyevi bir işinde veya bilgisiyle ilgili bir konuda kendini beğenmiş değilse do­kuzuncu durağa geçer. Bu kez büyüklenme duygusundan sorguya çeki­lir. Herhangi bir insana karşı büyüklük taslamamışsa onuncu durağa geçer. Bu kez Allah Teâlâ’nın rahmetinden sorguya çekilir. Allah Teâlâ’nın rahmetin­den ümit kesmemişse on birinci durağa geçer. Bu kez Allah Teâlâ’nın tuzağın­dan güvende olup olmamaktan sorguya çekilir. Allah Teâlâ’nın tuzağından emin olmamışsa on ikinci durağa geçer. Bu kez komşu hakkından sor­guya çekilir. Komşu hakkını yerine getirmişse gözleri parlak, kalbi ra­hat, yüzü aydınlık, elbiselerini giymiş, güleç, sevinçli bir şekilde Allah Teâlâ’nın önüne oturtulur. Rabbi ona -hoş geldinder, kendisinden razı olmakla onu müjdeler. Bu esnada kul sadece Allah Teâlâ’nın bilebileceği şekilde sevinir. Bunlardan herhangi birini eksik yapmış ve tövbe etmeden ölmüşse, her durakta bin sene kalır. En sonunda Allah Teâlâ onun haldcında dilediği gibi hüküm verir.’

(Cehennem Üzerindeki Köprü)

‘Sonra yaratıklara sırat’a gitmeleri emredilir, onlar da sırata ulaşır. Daha önce, sıratta cehennem üstünde köprüler kurulmuştur. Bu köprü­ler, lcıldan ince kılıçtan keskindir. Köprüler kırk bin sene cehennemde gizli kalmıştır. Cehennemin alevi ise, köprünün yanlarından yükselir. Köprülerin üzerinde, dikenler, kancalar ve çengeller vardır. Köprülerin sayısı yedidir. Bütün kullar köprülerin üzerinde toplanır. Her köprü üzerinde ise, toplamı üç bin senelik yolu olan sarp tepeler vardır. Yolun bin senesi yokuş, bin senesi düz, bin senesi ise iniştir. Bu durum, ‘Rabbin gözetleme yerindedir568 ayetinde belirtilir. Başka bir ifadeyle, Rabbin o köprüler üzerinde bulunur. Melekler ise, kulları Allah Teâlâ’ya iman edip etmediklerinden sorguya çekmek üzere, köprüler üzerinde yaratık­ları gözeder. Bir insan Allah Teâlâ’ya iman etmiş olarak ihlaslı ve inancına kuş­ku ve tereddüt karıştırmaksızın imanını getirmişse ikinci köprüye geçer.

İkinci köprüde, namazdan sorguya çekilir. Namazı tam olarak ge­tirmişse, üçüncü köprüye geçer. Bu kez zekâttan sorguya çekilir. Zekâtı tam olarak getirmişse dördüncü köprüye geçer. Bu kez oruçtan sorguya çekilir. Orucu tam olarak getirmişse beşinci köprüye geçer. Bu kez hac­dan sorguya çekilir. Onu tam olarak getirmişse altıncı köprüye geçer. Bu kez temizlikten sorguya çekilir. Temizliği tam olarak getirmişse ye­dinci köprüye geçer. Bu kez haksızlık yapıp yapmadığından sorguya çe­kilir. Herhangi bir insana haksızlık yapmamışsa, cennete geçer. Bunlar­dan herhangi birisinde eksikliği varsa, her köprüde bin sene hapsedilir. En sonunda Allah Teâlâ, onun hakkında dilediği şekilde hüküm verir.

Ravi, hadisi sonuna kadar zikretti. Hadisin devamı -Allah Teâlâ izin ve­rirsecennet bahsinde gelecektir. Çünkü hadisin o bölümü cennede il­gilidir. insanın kendisinde diriltileceği ahiret yaratılışını berzah bölü­münde zikretmedik. Çünkü ahiretin yaratılışı hayalî değil, duyulur bir yaratılıştır. Kıyamet de gerçek bir şeydir ve mevcuttur, insanın dünya­daki durumu gibi duyusaldır. Bu nedenle hadisin devamını o bölüme bıraktık.

VASIL

'                                       (Haşr ve Neşr)

Bilmelisin ki: insanlar yeniden yaratılış hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı müminler, bedenlerin diriltileceğim kabul etmiştir. Yeniden yaratmayı ve ahiretteki yaratılışı -duyulur değilaklî durumlar olarak yorumlayan insanların görüşlerini ele almayacağız. Böyle bir yo­rum, işin kendiliğindeki durumuna aykırıdır. Çünkü bu yorum sahibi orada bedenlerin yaratılışı ve ruhların yaratılışı diye iki yaratılış tarzı bulunduğu anlamamıştır. Bu İkincisi, manevi yaratılıştır. Onlar, manevi yaratılışı kabul etmişken duyulur yaratılışı kabul etmemişlerdir. Biz ise, (gerçeğe) aykırı düşünen kimsenin ruhsal-manevi yaratılış hakkında söylediğini de kabul ediyoruz, sadece onun farklı düşündüğü konuyu kabul etmiyoruz. Çünkü insanın ölmesi, onun kıyametidir. Fakat bu küçük kıyamettir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Kim ölmüşse, onun kıyameti kopmuştur.’ Haşr ise, tikel nefislerin tümel nefiste top­lanmasıdır. Bütün bunlar, muhalifin söylediği benim de kabul ettiğim hususlardır. Muhalifin kıyamet hakkındaki görüşleri burada biter.

Bizzat bu noktada, tenasühü benimseyenler ile benimsemeyenler görüş ayrılığına düşer. Onların hepsi alcılcı-teorik düşünceyi benimse­miş kimselerdir. Bütün bu konularda ise, ayet ve bazı rivayetierin zahiri anlamlarından kanıt getirirler. O kanıtları zikredip haklarında konuşsaydık, onlarla tartışalım ve söylediklerini inceleyelim derken söz uzar­dı. Bu konularda söz konusu insanlardan herhangi bir yolu tutan herke­sin gerçek ve sahih bir yönü vardır. Başka bir ifadeyle (ahiretteki du­rumları akledilir durumlar sayan) o yorumu benimseyen insan, Şâri’nin maksadının bir yönünü anlamışken, başkalarının anladığı hususun bil­gisinden mahrum kalmıştır. Başkasının anladığı ise, duyulur bedenler­deki duyulur yaratılış, duyulur terazinin varlığı, duyulur köprü, duyulur cennet ve cehennemin varlığıdır. Bütün bunlar gerçektir ve (Allah Teâlâ’nın) kudretini (ifade etmede) daha büyük işlerdir.

Doğa ilminde, doğal cisimlerin sonsuza değin, hatta sürekli bir var oluşla iki dünyada kalabileceği kabul edilir. İnsanlar, doğanın duru­mundan sadece Allah Teâlâ’nın bu konuda onlara verdiği kadar bilgi öğrenebi­lir. Bunlar, onlara görünen feleklerin ve yedi gezegenin hareketlendir. Bu nedenle insanlar, doğal ömrü bu hükmün gerektirdiği yüz yirmi se­ne saymıştır. İnsan bu süreden fazla yaşadığında ise, (doğa ilmi bakı­mından) bilinmeyen bir ömür yaşar. Gerçi o da doğanın bir parçasıdır ve doğanın dışına çıkmaz. Fakat doğa ilmi, söz konusu ömrün süresi halckında belirli ve kesin bir yargı verecek bir bilgiye sahip değildir. Öy­leyse, bir insanın ömrü doğal ömrü bir veya daha fazla (sene) aşarsa, bunu binlerce sene aşması mümkün olabileceği gibi ömrünün sürekli olması da mümkündür.

Şeriat dünya hayatının süresinin bitip ‘herkesin öleceğini’,569 tekrar dirilişi, ahireti ve orada ahiret yaratılışıyla sonsuza değin yerleşmeyi bildirmeseydi, bunların bilgisine ulaşamayacağımız gibi ölüm, yerleşme, ahiret dirilişi ve başka bir yaratılış, cennet, nimet ve azabı gibi bütün bu durumları kestiremezdik. Ahiret hayatında duyulur bir yemekle, duyu­lur bir içmeyle, duyulur bir cinsel ilişkiyle, doğal alışkanlıktaki gibi bir kıyafet giymeyle yerleşeceğimizi (şeriat bildirmeseydi bilemezdik). Allah Teâlâ’nın bilgisi ise daha geniş ve daha yetkindir.

Akıl ve duyuyu, aklediliri ve duyuluru bir araya getirmek, kudretin büyüklüğünden olduğu gibi aynı zamanda ilahi yetkinliği (göstermesi bakımından) daha tam bir iştir. Bunun böyle olması, mümkünlerden her bir sınıfta ‘görünen ve görünmeyeni bilen’in570 hükmünün sürmesi içindir. Bunun yanı sıra, ez-Zâhir ve el-Bâtın’ın her sınıfta bir hükmü­nün olması içindir.

(Kıyametteki Yaratma Hem Bedensel Hem de Ruhsaldır)

Söylenenleri anladıysan, Hakkın razı olacağı bir duruma ulaştın demektir. Bildiğin gibi, peygamber ve müminlerin Allah Teâlâ’dan öğrendik­leri bilgi, ilahi feyizden yoksun olarak tek başına insanların akılların ve­risinden öğrendikleri bilgilerden daha geniş bir ilgi alanma sahiptir. Öyleyse, kendisine karşı samimi olan herkese yaraşan şey, peygamber ve nebilerin her iki yorumla da, başka bir ifadeyle duyulur, ve akledilir diriliş hakkındaki sözlerine dönmektir (kabul etmektir). Çünkü aldın bu konuda duyulur dirilişi veya dirilişi kabul edenlerin yorumuna karşı, şeriadarın bildirdiği şeyi imkansız sayabilecek bir kanıtı yoktur. İmkânın hükmü ise kalıcıdır. Tercih eden, mevcuttur. Nasıl olur da (bedenle di­riliş) imkansız sayılabilir ki? Şairin şu dizeleri ne güzeldir!

Müneccim ve doktor zannetti ki:                                               

Bedenler diriltilmeyecek. İkisine de dedim ki:

Sizin söylediğiniz doğruysa, ben bir zarar görmem Ama benim sözüm doğruysa, esas zararda olan sizsiniz!

Şairin ‘esas zararda olan sizsiniz’ ifadesi, müneccim ve doktorun peygamberlerin getirdiği ayetlerin zâhirine inanmamalarına işaret eder. ‘Ben bir zarar görmem’, çünkü ben, sizin gibi manevi-akledilir işlere inandığım gibi aynı zamanda buna sizin kendisine inanmadığınız başka bir şeyi daha ekledim. Şairin ‘doğruysa’ ifadesiyle, kendisinin herhangi bir kuşku taşıdığı anlaşılmamalıdır. Bu ifade, hasımların mezhebine gö­re söylenmiş bir sözdür. Bu gibi ifadeler sıkça kullanılır.

Bu ifadelerim üzerinde düşününüz! Kendini imana zorla ki, Allah Teâlâ’nın izniyle kazançlı çıkasın ve Mutlu olasın!

(Dirilişin Niteliği)

)

Bu meseleyi ortaya koyduktan sonra, bilmelisin ki: Ahiretteki yara­tılış hakkında duyusal yaratılışı kabul eden müminler arasmda ortaya çıkan görüş ayrılığı, yeniden yaratmanın niteliğiyle ilgili bir durumdur.

Bir kısmı, insanların yeniden yaratılmasının tıpkı ilk yaratılışlarındaki gibi cinsel ilişki, çoğalma ve topraktan ve üfleme şeklinde olacağını ileri sürmüştür. Âdem, Havva ve onların çocuklarında cinsel birleşmeyle bu tür yaratma gerçekleşmiştir. Bu durum, insan türündeki son çocuğa ka­dar sürer. (Yeniden yaratılış böyle ise bu kez ahirette) Bunların hepsi, kısa bir zamanda ve Hakkın belirleyeceği kısa bir sürede gerçekleşir. Ni­tekim Şeyh Ebu’l-Kasım b. el-Kasî, ‘sizi yarattığı gibi yeniden yarata­caktır’ ayetini yorumlarken Halü’n-Na’leyn isimli kitabında böyle iddia eder. Bunun onun kendi görüşü olup olmadığını bilemiyorum. Yoksa, gerçekte onu söyleyen insanın sözünü mü açıklamak istemişti? Söz ko­nusu kimse, o sözü söyleyen ‘Halfullah’ adlı bir ümmiydi.

Bazı müminler ise, ‘gök, meniye benzer bir yağmur yağdırır, yer­yüzü hamile kalır’ şeklindeki bir hadisi benimsemiştir. Bu sayede ahiret yaratılışı ortaya çıkar. Allah Teâlâ’nın bizim hakkımızda ‘sizi yarattığı gi­bi tekrar diriltecektir571 ayetine gelince bu ayet ‘ilk yaratılışı öğrendiniz, öğüt almaz mısınız?’572 ve ‘sizi yarattığımız gibi tekrar yaracağız, bu bizim üzerimizdeki bir vaattir573 ayetlerinde belirtilen durumdur. Allah Teâlâ bu ayederde bize ille yaratmanın bir örneğe dayanmaksızın gerçekleştiğini, ahiretteki yaratılışın da bir örnek olmaksızın gerçekleşeceğini bildirmiş­tir. Bununla beraber o, hiç kuşkusuz, duyulur bir yaratmadır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, cennet ve cehennemliklerin yaşadığı durumu bu dünya hayatındakinden farklı bir şekilde belirtmiştir. Buradan ise şunu öğrendik: Söz konusu farklılık, onların kendisine göre yaratıldığı önceki bir örne­ğe göre yaratılmamış olmalarıyla ilgilidir. Bunun böyle olması, kudretin daha büyük olmasından kaynaklanır.

Allah Teâlâ’nın ‘bu, kendisine daha kolay gelir574 ayetinde kastedilen durum ise söylediğimize zarar vermez. Çünkü ilk yaratılışın örneksiz bir yaratma olduğunu, başka bir anlatımla yaratanın düşünüp, ölçüp, inceleyip, en sonunda bir şeyi yarattığını var sayalım. Söz konusu şeyin ilkine benzer veya ona ilave olacak şekilde başka bir yaratılışla yeniden yaratılışı ise, işleri kendi fikriyle öğrenen kimseye (insana) göre, örnek­siz yaratmaya ve tasarlamaya daha yaleın bir şeydir. Hâlbuki Allah Teâlâ, bir şey düşünerek ve tasarlayarak yapmaktan münezzeh ve yücedir! Binae­naleyh Allah Teâlâ, âleme (varlık) veren, fakat ondan (bir şey) almayandır. O’nun herhangi bir şey hakkındaki bilgisi yenilenmez. Allah Teâlâ, sonsuz şeyleri tümel bir bilgiyle bilendir. Böylelikle özette ayrıntıyı bilir O’nun celaline böylesi yaraşır!

(Kuyruk Sokumu)

Allah Teâlâ ahirette insanı kuyruk sokumundan yaratır. Kuyruk sokumu, bu dünya yaratılışından kalan kısım ve onun kökenidir. Böylelikle ahiret yaratılışının unsurları onun üzerinde birleştirilir. Bu bağlamda Ebû Hamid’e gelince (Gazâlî), o, hadiste zikredilen kuyruk sokumunun ne/s olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre ahiret yaratılışı bu nefs üzerinde gerçekleşir. Ebû Zeyd er-Rakrâkî gibi başka kimseler ise kuyruk soku­munun bu dünya yaratılışından geriye kalan ve başkalaşmayan cevher-i fert olduğunu ileri sürmüştür. Ona göre, ahirette yaratılış söz konusu şey üzere gerçekleşir. Bunların her biri ihtimal dahilindedir ve asıl ilke­lerden herhangi birine zarar vermez. Bunlardan her bir yorumun kastedilmesi mümkündür. Kendisinde herhangi bir tereddüt taşımadığım keşifte bana gelen bilgi ise, kuyruk sokumunun yaratılışın kendisiyle bilfiil varlık kazandığı şey olduğudur. Söz konusu şey, eskimez, başka bir ifadeyle eskimeye konu olmaz.

Allah Teâlâ ahiret yaratılışını inşa eder, onu düzenler ve itidal verir. Bu­nunla birlikte orada inşa edilen şeyler dış varlıklarıyla cevherlerdir. Çünkü yolduktan varlığa çıkan zatların hakikatleri var olduktan sonra bir daha kaybolmaz. Fakat karışımlar nedeniyle onların suretleri değişir. Bu suretleri meydana getiren karışımlar ise,‘el-Aziz ve el-Hakim Allah Teâlâ’nın belirlemesine göre575 onlara ilişen arazlardır. Bu suretler hazır Hakk geldi­ğinde, tıpkı yanan bir ot gibi olurlar. Bahsettiğimiz şey, ruhları kabul etmek için istidadın meydana gelmesidir. Bedenlerde meydana gelen is­tidat, tutuşmayı kabul etmek için otun içerdiği ateşe istidatlı olma hali­ne benzer. Berzahtaki suretler ise, ruhlar ile tutuşan kandiller gibidir. Böylelikle İsrafil bir kez üfler. Bu üfleme o berzah suretierine temas eder ve onları söndürür. Hemen ardından diğer, ikinci üfleme tutuşma için istidadı surete gelir. Kastedilen diğer yaratılıştır. Böylelikle berzah­taki suretler ruhlarıyla ‘tutuşur.’ Bir anda hepsi bakışarak ayağa kalkarlar.

Böylelikle suretler canlı, Allah Teâlâ’nın kendilerine söylettiği şeyleri ko­nuşan kimseler olarak bilfiil var olur. Bir kısmı Allah Teâlâ’nın övgüsünü yeri­ne getirirken bir kısmı, ‘bizi kabirlerimizden kim çıkardı576 der. Başka bi­ri, ‘öldürdükten sonra bizi dirilten ve dönüşün kendisine olduğu kimseyi ten­zih ederiz?577 der. Herkes bilgisine göre konuşur. Herkes berzahtaki ha­lini unutur ve içinde bulunduğu durumun uyanığın tahayyül ettiği gibi bir uyku olduğunu zanneder. Daha önce, ölmüş ve berzaha göçmüşken orada uyanık olan kimse gibiydi. Dünya hayatı ise, onun için bir uyku gibi olmuştu.

Ahirette insan, dünya ye berzahtaki durumunun uyku içinde uyku olduğuna inanır. Gerçek uyanıldık, ahiret hayatındaki halidir. Bu halin­deyken şöyle der: ‘İnsan dünyada uykudadır. Sonra ölerek berzaha gö­çer. Berzahta ise, uykusundan uyandığını gören insanın durumundadır. Bundan sonra ise, uyanıldık ahiret hayatındadır. Bu uyanıklık, herhangi bir şekilde uyku içermez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘İnsanlar uykudadır, öldükle­rinde uyanırlar5 buyurur. Öyleyse, dünya berzaha göre uyku içinde uy­kudur. Çünkü berzah gerçek duruma daha yakındır. Şu halde o, uya­nıklığa daha uygundur. Berzah,ise, kıyamet günündeki ahiret hayatına göre uykudur. Bunu bilmelisin!

(Gelmiş ve Geçmiş İnsanların Efendisinin Büyük Şefaati)

İnsanlar (kabirlerinden) kalkıp yeryüzü uzatılıp gök parçalandığın­da, yıldızlar dökülüp güneş dürüldüğünde, ay söndürüldüğünde, vahşi­ler toplandığında, denizler tutuşturulduğunda, nefisler bedenleriyle bir­leştirildiğinde, melekler göklerin burçlarına indiğinde, Rabbimiz karan­lık bulutlar içinde gelir ve biri şöyle bağırır: ‘Ey mudular!’ Ardından onlardan daha önce zikrettiğimiz üç grubu alır. Cehennemden bir bo­yun çıkar ve zikrettiğimiz kimselerin içinden üç sınıfı çeker alır. İnsan­lar heyecanlanır, sıcaklık artar. İnsanlar tere batar, iş ciddileşir, durum çetin bir hal alır. Bir sessizlik olur ve ‘sadece fısıltı duyulur.’ Cehennem getirilir, insanların bekleyişi uzadıkça uzar. Hakkın kendilerinden neyi isteyeceğini bilmezler. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

‘İnsanlar birbirlerine şöyle derler: ‘Haydi! Babamız Adem’e gide­lim ve içinde bulunduğumuz durumdan bizi kurtarması için Rabbimize yalvarmasını rica edelim. Uzun süredir, böyle bekliyoruz.’ Adem’e ge­lirler ve isteklerini bildirirler. Adem şöyle der: ‘Allah Teâlâ bugün daha önce hiçbir benzeri olmayacak şeldlde öfkelenmiştir. Daha sonra da bir daha böyle öfkelenmeyecektir.’ Onlara kendi hatasını hatırlatır ve Rabbinden (kulları o halden çıkarmasını) istemekten utanır. Bu kez insanlar, Nuh’a gelir ve aynı şeyi ondan isterler. Nuh da Adem’in söylediğinin benzerini

söyler. Kavmine yaptığı bedduayı ve ‘Onlar günahkâr ve kâfirden baş­kasını doğurmazlar’ demesini hatırlatır. Bu bağlamda Nuh’un azarlan­dığı husus, bizzat (bed)dua etmesi değil, ‘Onlar günahkâr ve kâfirden başkasını doğurmaz’ demesiydi. Sonra İbrahim Peygambere gelip daha önceki peygamberlere söylediklerini ona söylerler. İbrahim de önceki peygamberlerin söylediklerini söyler. Söylediği ‘üç yalanı’ onlara hatır­latır. Sonra insanlar, Musa ve İsa’ya gelir ve her birisine Âdem’e söyle­diklerinin benzerini söylerler. Peygamberler de Adem’in verdiği cevabın benzerini verir.

En sonunda, kıyamet günü insanların efendisi olan Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e gelirler ve ona peygamberlere söylediklerini arz ederler. Bunun üzerine Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Şefaat benim işim!’ der. Kastedilen şey, Allah Teâlâ’nın kıyamet günü kendisine vermeyi taahhüt ettiği makam-ı mahmûd’dur (övülmüş makam). Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem gelir, secdeye kapa­nır, o esnada Allah Teâlâ’nın kendisine ilham ettiği ve peygamberin daha önce bilmediği çeşidi övgülerle O’nu över. Sonra yaratıklar için şefaat kapı­sını açmasını ister. Bunun üzerine Allah Teâlâ, o kapıyı açar. Böylece melek­lere, peygamberlere, nebilere ve müminlere şefaat etme izni verilir.’ Bu nedenle Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem kıyamet gününde bütün insanların efendisi olur. Çünkü o, Allah Teâlâ katında meleklerin ve peygamberlerin şefaat etme­si için şefaat etmiştir.

Buna rağmen Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem saygısını talanmış ve ‘Ben insanla­rın efendisiyim’ demiş, fakat içine meleklerin de girdiği ‘tüm yaratıkla­rın efendisiyim’ dememiştir. Hâlbuki Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in o gün bütün 1 yaratıklar üzerinde otoritesi ortaya çıkar. Çünkü Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem için bütün peygamberlerin makamları birleştirilmiştir. Hâlbuki bütün isim­lerin bilgisinin kendisine tahsis edilmesi nedeniyle Adem’in meleklere karşı ortaya çıkan üstünlüğü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem için ortaya çıkmış değildi. Kıyamet günü geldiğinde ise, bütün yaratıklar; melekler, insanlar, kısa­ca Adem ve onun dışındaki herkes, şefaat kapısını açması ve Allah Teâlâ ka­tında sahip olduğu makamı ortaya çıkarması için Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e muhtaçtır. Çünkü bu esnada ilahi kahır ve en büyüle ceberut, bütün ya­ratıkları susturmuştur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e verilen makam ise, ona ihtiya/ cin arttığı bir günde Adem’in makamı gibi ve ondan daha üstündü. Ni­tekim o günde Hakkın tecelli edeceği söylenen gazabı bunu gösterir. Hâlbuki Allah Teâlâ, daha önce Âdem’in hikâyesinde böyle öfkelenmemişti.

Bütün bunlar ise, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleminin değerinin büyüklüğünü gösterir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın böylesine öfkeli durumuna rağmen, kendisin­den rica edilen hususta Allah Teâlâ’ya yakarmaya cesaret edebilmiştir.

(Hakkın Kıyamet Günü Suretlerde Tecelli Etmesi)

Allah Teâlâ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin duasına olumlu karşılık verir: Teraziler konulur, defterler açılır, sırat köprüsü (cehennem üzerine) uzatılır, şe­faate başlanır. İlle şefaat edenler meleklerdir. Sonra peygamberler, sonra müminler şefaat eder. Geride ise, merhametlilerin merhamedisi kalır. Burada, pek çok ayrıntı vardır ki, onlardan bahsetsek söz uzardı. Çünkü bu mesele, önemli bir konudur. Hakk bu günde tecelli eder ve şöyle der: ‘Her ümmet taptığının peşinden gitsin.’ Sonunda, içlerinde ikiyüzlüler bulunduğu halde, bu ümmet kalır. Hakk daha önce kendisinde tecelli et­tiği suretlerin en bayağısında bu ümmete tecelli eder ve şöyle der: ‘Ben sizin Rabbinizim!’ Onİar ‘Senden Allah Teâlâ’ya sığınırız! Biz, Rabbimiz ge­linceye kadar burada bekleyeceğiz’ derler. Allah Teâlâ, ‘sizinle Rabbiniz ara­sında onu tanımanızı sağlayan bir alamet var mıdır?’ diye sorar. Onlar da ‘evet!’ diye karşılık verir. Allah Teâlâ, onların bu alamet vasıtasıyla kendi­sinde Rablerini tanıyacakları bir surette tecelli eder. Onlar da ‘sen bizim Rabbimizsin’ diye karşılık verirler.

Allah Teâlâ onlara secde etmelerini emreder. (Dünya hayatında) Allah Teâlâ’ya secde eden herkes, orada Allah Teâlâ’ya secde eder. Korkarak veya ikiyüzlüce secde edenin sırtını ise, Allah Teâlâ kurşundan bir tabakaya çevirir. Böyle bir insan her ne zaman secde etmek isterse, kafasının üstüne düşer. Bu du­rum, ‘o gün topuklar açılır, onlar secdeye çağrılır ve secde edemezler5578 ve ‘daha önce secdeye çağrılmışlardı ve onlar salim idi,S79 ayetlerinde belirtilen haldir. ‘Salim idi’ ayetiyle kastedilen yer, dünya hayatıdır. Onlara görü­nen topuk ise, kıyamet gününün belalarından çetin bir durumdan iba­rettir. (Bu yorumun dilden kanıtı olarak) Araplar, savaş şiddedenip va­ziyet çetin bir hal aldığında şöyle derler: ‘Harp topuğundan çıktı (Savaş çığırından çıktı, şiddedendi).’ Aynı şekilde, ‘topuk topuğa dolanır580 ayeti de böyledir. Bunun anlamı, korkular ve çetin işler kıyamet günü birbi­rine karışır demektir.

(Aklî ve Dinî Tevhit: Cennete Girenler)

Şefaat edildiğinde, cehennemde dini anlamıyla mümin diye isim­lendirilen kimse kalmaz. Herhangi bir peygamberin diliyle dini yasa ha­line gelmiş olmak bakımından dince belirlenmiş sayılan bir amel işleyen -isterse en küçük birim olan hardal tanesi kadar ya da ondan daha,kü­çük olsunherkes, peygamber ve müminlerin şefaatiyle cehennemden çıkar. Allah Teâlâ’nın birliğini aldî kanıtlarla bilen akılcı tevhitçiler ise cehen­nemde kalır. Onlar, aldî kanıtlarla Allah Teâlâ’nın birliğini bilen, O’na ortak koşmayan, (fakat) O’na dince geçerli bir imanla inanmayan, kendisinde herhangi bir peygambere uymuş olmak bakımından hiçbir iyilik yap­mamış kimselerdir. Dolayısıyla onlar, (dince geçerli) imandan bir zerre ya da daha azı bulunmayan insanlardır. İşte o insanları merhametlilerin en merhametlisi cehennemden çıkarır. Onlar, hiçbir iyilik yapmamış­lardır. Başka bir ifadeyle, dince tespit edilmiş olması bakımından dinî herhangi bir iyilik yapmamışlardır. İmandan daha büyüle bir iyilik yok­tur, onlar ise iman etmemişlerdir.

Bu hadisi Osman b. Affan rivayet etmiş, İmam Müslim el-Haccac Sahih’inde zikretmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Bilerek ölen.’ Burada Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘iman ederek’ dememiştir. (Tekrar hadise dö­nersek) ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh olmadığını bilerek ölen kimse, cennete gi­rer.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘söyleyen’ dememiş, özellikle ‘bilgiyi’ tercih etmiş­tir. Cehennemdeyken bu insanlar hakkında Allah Teâlâ’nın inayeti (azaptan) öne geçer. Çünkü cehennem, herhangi bir şekilde Allah Teâlâ’yı birleyen insa­nın ebedi olarak (kendisinde) kalmasını kabul etmez. Tevhidin en yet­kin yönlerinden birisiyse, bilgiden dolayı (Allah Teâlâ’yı) birlemektir. Böyle bir insan, bilgiyle imanı birleştirmiş demektir.

Şöyle bir eleştiri yöneltebilirsin: ‘İblis de Allah Teâlâ’nın bir olduğunu bi­lir.’ ‘Haklısın’ deriz. ‘Fakat İblis ortak koşanların ilkidir. Dolayısıyla or­tak koşan kimselerin vebali onun boynunadır. Onların günahlarının ce­zası ise, ateşten çıkmamaktır. İblis birleyerek ölmüşse bile böyledir. Ne­reden biliyorsun ki? Belki de, düşüncesine ilişen bir kuşku nedeniyle Allah Teâlâ’ya ortak koşarak ölmüştür. Daha önceki bölümlerde bununla ilgili bir hususa değinmiştik. Öyleyse İblis ateşten çıkmayacaktır. Hangi ne­denle ateşten çıkmayacağını ise (şirki icat ettiği için mi yoksa kendisi de sonradan müşrik olduğu için mi) en iyi Allah Teâlâ bilir.

Bu meseleler hakkında pek çok ilim vardır. Bunların hepsini ifade­ye kalksaydık, kitaptaki amacımız olan özetleme gayesinden uzaklaşırdık. Bununla beraber, kıyamet mekânlarından çok bilinen bazı mekân­ları zikredeceğiz. Örnek olarak (amellerin) sunum yeri, defterlerin alınması (yeri), terazi, sırat, Araf, ölümün kurban edilmesi (yeri), cen­net meydanındaki ziyafet sofrasıdır. Bunların hepsi, yedi tanedir. Aynı zamanda onlar, cehenneme ait yedi kapının olduğu gibi cennetin yedi kapısının da esaslarıdır. Çünkü sekizinci kapı, Görme Cenneti’ne aittir. O ise, cehennemde kapalı olan kapıdır. Söz konusu kapı, perde kapısı­dır. Dolayısıyla hiçbir zaman açılmayacaktır. Çünkü cehennemlikler ‘Rablerini görmekten perdelenirler.’

VASIL

Kıyamet Günündeki Yedi Temel Yer

(Sunum Yeri)

Bunların İkincisi, sunum yeridir. Bilmelisin ki: Bir hadiste şöyle bildirilmiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e ‘Kolay bir şekilde hesaba çekilecektir5581 ayetinin anlamı sorulunca, şöyle yanıt vermiştir: ‘Aişe! Kastedilen su­numdur. Hesaba çekilmede zorlanan kimseye azap edilmiştir.’ Bu, yani amellerin sunumu askerin sunumuna benzer. Çünkü ameller vakfe’deki insanların sancağıdır. Allah Teâlâ ise, sahiptir. Askerler sancaklarıyla tanındığı gibi kıyamet günü günahkârlar da simalarından tanınır.582

(ikinci Yer: Defterlerin Alındığı Yer)

İlk yer defterlerin (alındığı yerdir). Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Kitabını oku! Bu gün kendin kendine yetersin.’583 Başka bir ayette ise ‘defteri sağın­dan verilen kimse584 -ki kastedilen mümin ve Mutlu insandır ‘ve defteri sol tarafından verilen kimse.’585 Kastedilen ise, münafıktır. Çünkü kâfirin defteri yoktur. Münafık ise, imandan yoksun iken Müslümanlık kendi­sinden alınmamıştır. Münafık hakkında şöyle denilir: ‘O, Yüce Allah Teâlâ’ya iman etmemiştir.’586 (Allah Teâlâ’nın nitelikleri hakkında işlevsizliği benimseyen ya da ateist) Muattıla, şirk koşan İçimseler, Allah Teâlâ’ya karşı büyüklenip

Müslüman olmaya yanaşmayanlar da bu kısma girer. Çünkü münafık, malının, canının, ailesinin ve kanının korunması için görünüşte boyun eğer, içinde ise, bu üç insan türünden birisi vardır.

Bu ayetin bu üç sınıfı içerdiğini söyledik. Çünkü ‘O, Yüce Allah Teâlâ’ya iman etmez’ ayetinin anlamı, Allah Teâlâ’yı doğrulamaz demektir. Allah Teâlâ’yı doğ­rulamayanlar ise, iki sınıftır: Birinci sınıf Allah Teâlâ’nın varlığını kabul etme­yenlerdir. Onlar, muattıla dediğimiz kesimdir. Diğer grup ise, Allah Teâlâ’nın birliğini doğrulamaz. Onlar ise ‘ortak koşanlardır.’ ‘Yüce’ ifadesi ise, Allah Teâlâ’ya karşı büyüldenenleri de ayete katar. Çünkü bir insan Allah Teâlâ diye isimlendirilen zatın Hakk ettiği büyüklüğe gerçekten inanırsa, Allah Teâlâ’ya karşı büyüklenmez. Bir nitelikle (görünüşte Müslüman olmak) kendile­rinden ayrışan münafık sınıfıyla birlikte bu üç grup, ‘Cehennemlik olan kimselerdir.’

‘Defteri arkasından verilen’ ise, kendilerine kitap verilip o kitabı ar­kalarına atan ve onu değersiz bir pahaya satan kimselerdir. Kıyamet günü gelince, böyle bir insana şöyle denilir: ‘Defterini arkandan al.’587 Başka bir ifadeyle, ‘dünya hayatında kitabını attığın yerden defterini almalısın.’ Kastedilen şey amel defterleri değil, onlara indirilen kitaptır, indirilen kitabı arkasına atan kişi, kitabın (sorumluluğunun) dönmeye­ceğini zannetmiş, daha doğrusu kesin olarak buna inanmıştı. Şair şöyle demiştir:

Dedim ki onlara: İki bin silâhlı adam olduğunu zannediniz.

Burada zannetmek kesin olarak inanmak demektir. (Zannın inanç anlamında kullanılması bağlamında) Sahih bir rivayette şöyle bildirilir‘Allah Teâlâ kıyamet günü şöyle der; ‘Bana kavuşmayacağını mı zannettin?’ Bir ayette Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Bu sizin Allah Teâlâ’ya karşı zannınızdır.’588

(Üçüncü Yer: Terazilerin Konulduğu Yer)

Üçüncü yer ise, terazilerin konulduğu yerdir. Amelleri tartmak için teraziler konulur. Ardından, amelleriyle birlikte defterler terazilere ko­nulurken, en sonunda insanın ‘Allah Teâlâ’ya hamd olsun’ sözü teraziye konu­lur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Allah Teâlâ’ya hamd olsun teraziyi doldurur’ buyurur. Çünkü teraziye kulların işlediği bütün iyilikler konulur. Geride ise sade­ce ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesi kalır. Terazinin dolması için ge­ride sadece övgü cümlesi kalır. O da konulur ve bu sayede terazi dolar.

Çünkü terazinin kefesi, ne bir fazla ne bir eksik, insanın ameli kadardır. Bütün zikir ve ameller teraziye girerken daha önce belirttiğimiz gibi ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesi ona girmez. Bunun nedeni, her amelin kendi zıddından bir karşılığının bulunmasıdır. Böylece iyi amel, terazide o şeyin karşılığına konulur. ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümle­sinin karşıtı ise, sadece ortak koşmak olabilir. Birlemeyle ortak koşmak ise, tek bir terazide bir araya gelmez. Çünkü insan ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesini inanarak söylerse, artık ortak koşamaz. Ortak koşarsa, bu kez ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesine inanamaz. Bu ikisini uz­laştırmak mümkün olmayınca, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesinin diğer kefede karşıtı olacak bir cümle olmadığı gibi hiçbir şey de ondan üstün değildir. Bu nedenle ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesi, terazi­ye girmez.

‘Allah Teâlâ’ya ortak koşanlar adına kıyamet gününde terazi koymayız.’ Başka bir ifadeyle onların herhangi bir değeri olmadığı gibi onların ve­ya Allah Teâlâ’ya kavuşmayı yalanlayan ve ayetlerini inkâr edenlerin amelleri de tartılmaz. Çünkü Allah Teâlâ’ya ortak koşan insanın iyi amelleri boşa gitmiştir. Dolayısıyla onların kötülüklerini tartacak herhangi bir amel yoktur. ‘Kı­yamet günü onlar için bir terazi ortaya koymayız*89

‘Kayıtlar (sicillat) sahibine gelince.’ Söz konusu kişi, hiçbir iyilik yapmamış, sadece bir gün samimice, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cüm­lesini telaffuz etmiş kimsedir. O leşinin doksan dokuz kötülük kaydının karşısına bu ifade konulur. Her bir günah kaydı, doğuyla batı arasında­ki mesafe kadardır. Bütün bu kötülüklerin karşısına tek bir cümlenin konulmasının nedeni, başka herhangi bir iyi amelinin olmayışıdır. Te­razisinin kefesi ise, bütün günahlarından ağır gelir ve günah kayıtları dağılır, insan hayrete düşer.

Teraziye iyisiyle kötüsüyle ruh amelleri girer: Bunlar göz, kulak, dil, el, mide, cinsel uzuv ve ayaktır. Bâtınî amelleri ise, duyulur teraziye girmez. Fakat onlarda adalet uygulanır. Söz konusu olan, manevihüküm terazisidir. Bu terazi, duyulur için duyulur, manevi şeyler için ise manevidir. Her şeye kendi benzeriyle karşılık verilir. Bu nedenle ameller yazılı olmaları bakımından tartılır.

(Dördüncü Yer: Yol)

Dördüncü yer, sırat yoludur. Söz konusu yol, dünyada anlam ola­rak, orada ise duyulur bir şekilde dikilmiş terazidir. Allah Teâlâ bize şöyle der: ‘Bu benim dosdoğru yolumdur, ona uyunuz. Başka yollara uymayınız, sizi yolundan ayırır.’590 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu ayeti okuyunca, önce bir çizgi çizmiş, sonra da onun sağında ve solunda şöyle bir takım çizgiler daha çizmiştir:

İşte bu, tevhit yolu ve onun ayrılmaz özellikleridir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle demiştir: ‘insanlarla ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ diyene kadar sa­vaşmak bana emredildi.’ Bunu söylediklerinde ise, İslam’ın hakkının dı­şında kan ve mallarını benden korumuş olurlar. Hesapları ise Allah Teâlâ’ya kalmıştır.’ ‘Hesapları Allah Teâlâ’ya kalmıştır’ ifadesiyle insanların bu cümleyi inanarak söyleyip söylemediklerini Allah Teâlâ’dan başka kimsenin bilmeyece­ğini kastetmiştir.

Allah Teâlâ’ya ortak koşan insanın birlik yolundan bir nasibi yokken, (Allah Teâlâ’nın) varlığı hakkında nasibi vardır. Ateistin ise (muattıla), varlıktan nasibi yoktur. Öyleyse Allah Teâlâ’ya ortak koşan kimse, Allah Teâlâ’yı birlememiştir. Dolayısıyla o, vakfe’den ateşe giderken ateisderle ve ‘cehennemlik olan’ ateştekilerle beraberdir. Münafıklar ise, onlarla beraber değildir. Onla­rın cennete ve cennette bulunan nimete bakmaları ve böylece nimetlenmeleri gerekir. Bu ise, onların cennet nimederinden nasibidir. Sonra cehenneme sevk edilirler. Bu durum, Allah Teâlâ’nın adaletinden kay­naklanır. Başka bir ifadeyle, amellerine karşılık verilmiştir.

Cehennemde ebedi kalmayan kimseler yolda tutulur, sorguya çeki­lir ve kendilerine azap edilir. Yol ise, cehennem köprüsü üzerindedir ve gizlenmiştir. Köprüdeki çengellerle Allah Teâlâ o insanları köprü üstünde tu­tar. Yol cehennemde olduğu için -cennete giden tek yol da onun üze­rinde bulunduğu içinAllah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Hepiniz ona uğrar. Bu, rab­binin üzerindeki kesin bir hükümdür.*91 Bu sözün anlamını bilen kimse, cehennemin yerinin ne olduğunu bilir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e sorulduğunda yerini söyleseydi, ben de onu söylerdim. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onun hakkın­da susmamış ve yanıt olarak şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ’nın ilmindedir.’ Şu var ki ilahi emirle (bilinir). Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘arzusundan konuş­maz*92 Bu mesele dünya işlerinden değildir. Öyleyse onun haldcında susmamız, saygının gereğidir.

Bu yol nitelenirken ‘laldan ince ve kılıçtan keskin olduğu’ söylen­miştir. Dünyada bu yol, şeriatın bilgisidir. Bir mesele haldcında Allah Teâlâ katındaki doğru yorum ve iki müçtehitten hangisinin doğru görüşe ulaştığı kesin olarak bilinmez. Bu nedenle, kanıtı ortaya koymak için bütün gayretimizi sarf ettikten sonra, güçlü zanlara göre ibadet ederiz. Ne (yalan söylemeleri mümkün olmayan bir grubun rivayeti olan) mütevatir ne de bilinen-güvenilir tek kişinin rivayetinde durum değiş­mez. Çünkü tevatür bilgi ifade etse bile, tevatürden çıkarılan bilgi, o lafzın kendisi veya Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in onu söylemiş veya onunla amel etmiş olmasıyla sınırlıdır. Bilgi derken kastettiğimiz şey ise, (tevatürle aktarılmış) o sözden veya davranıştan anlaşılan anlamdır. Böylece o an­lamla bir mesele haldcında kesin olarak hüküm verilir. Buna ise, ancak tevatürle aktarılan açık nass vasıtasıyla ulaşılabilir. Bu anlamda mütevatir-açık nass ise, nadiren bulunabilir. Örnek olarak ‘Bu on tam gündür593 ifadesindeki ‘on’ kelimesinin özel anlamda on olmasını verebi­liriz. Şeriata göre onun hükmü ise, dünyada kılıçtan keskin ve kıldan incedir. Öyleyse doğru hülcme ulaşan İçişi, bizzat bir kişidir. Farklı müçtehitler ise, (doğru hülcme değil), ücrete ulaşmıştır.

Şeriat, dosdoğru yoldur. Kul namazının her rekâtında şöyle der: ‘Bizi dosdoğru yola ulaştır.*94 Bu anlamda yol, kılıçtan keskin ve kıldan incedir: Öyleyse onun ahirette duyulur bir şekilde görünümü, dünyadalcinden daha açık ve belirgindir. Bunun tek istisnası, ‘basirede Allah Teâlâ’ya davet eden kimse’nin durumudur. Örnek olarak peygamber ve onun takipçilerini verebiliriz. Allah Teâlâ peygamberin takipçilerini de basirede Allah Teâlâ’ya davet etmede peygamberlere katmıştır. Burada basiret derken, bil­gi ve keşfe göre Allah Teâlâ’ya daveti kastediyoruz. Bir rivayette şöyle bildiri­lir: ‘(Cehennem üzerindeki) Sırat köprüsü kıyamet günü insanlara sahip oldukları nur ölçüsünde görünür. Böylece köprü bir grup hakkında in­celirken, bir grup hakkında genişler.’ Bu rivayeti, ‘onlarm nuru önlerinde yürür’ ayeti doğrular. Ayette geçen sa’y, yürümek demektir. Sadece yol vardır. Allah Teâlâ ‘önlerinde595 demiştir, çünkü ahirette müminin solu yok­tur. Nitekim cehennemliklerin de sağ tarafı yoktur. İşte bunlar, yol üze­rinde olan şeylerin hallerinin bir kısmıdır.

Daha önce söylediğimiz (köprüdeki) çengeller, kancalar ve dikenler ise, Âdemoğullarının amellerinin suretlerinden meydana gelir, insanla­rın amelleri kendilerini yolda tutar. Böylece, cennete geçemedilderi gibi cehenneme de düşmezler. Daha önce belirttiğimiz gibi, en sonunda şe­faat veya ilahi inayet kendilerine ulaşır. Bu hayatta kim başkasının su­çunu bağışlarsa, Allah Teâlâ da onun günahını ahirette bağışlar. Kim işi zor­laştırmaya bakarsa, Allah Teâlâ da onun işini zorlaştırır. Kim affederse, Allah Teâlâ da onu affeder. Kim hakkını sonuna kadar alırsa, Allah Teâlâ da ondan halckını sonuna kadar almak ister. Bu ümmete güçlük çıkarana, Allah Teâlâ da güçlük çıkarır. ‘Bunlar size iade edilen amellerinizdir.’ Öyleyse, güzel huylara bağlanınız! Çünkü yarın Allah Teâlâ, bugün O’nun kullarına davran­dığınız gibi size davranacaktır. İnsan nasıl davranırsa Allah Teâlâ da onlara öyle davranır!

(Beşinci Yer: Araf)

Beşinci yer ise, Araftır. Araf, cennet ile cehennem arasındaki bir surdur. Onun içi rahmettir. Bu kısım, Arafın cennete bakan yönüdür. ‘Dışı ise azaptır.’ Bu ise cehenneme bakan kısmıdır. Terazisinin kefeleri eşit olan kimseler orada bulunur. Söz konusu insanlar, cehenneme bak­tıkları gibi cennete bakarlar. Onlar, bu iki yerden birisine girmelerini sağlayacak bir üstünlüğe sahip değillerdir. Secde etmeye, kıyamet gü­nünde tekliften arda kalan şeye çağrıldıklarında hemen secde ederler. İyiliklerinin terazisi (kötülüklerine) üstün gelir ve cennete girerler. On­lar, günahları nedeniyle cehenneme bakıyorken sahip oldukları iyilikleri nedeniyle de cennete bakıp Allah Teâlâ’nın rahmetini görüyor ve ona tamah ediyorlardı. Bu tamahkârlıklarının sebebi ise, onların, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ diyen insanlar arasında bulunmalarıdır. Onlar, bu ifadeleri­ni terazilerinde görmezler. Hâlbuki ‘Allah Teâlâ’nın zerre miktarınca kimseye haksızlık yapmayacağını5596 bilirler. Terazinin kefelerinden birisine bir zerre bile getirilseydi, diğer kefeden üstün olurdu. Çünkü terazinin iki kefesi son derece dengededir. Bunun üzerine Araftakiler, Allah Teâlâ’nın cö­mertliğine ve adaletine tamah ederler. Bunun yanı sıra, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilâh yoktur’ cümlesinin sahibine bir inayeti olmalıdır ki, onun Araftakiler üzerinde eseri ortaya çıkar.

Allah Teâlâ onlar hakkında şöyle der: ‘Arafta bir takım adamlar vardır. Hepsi simalarından tanınır. Cennettekilere ‘size selam olsun’ diye bağı­rırlar. Onlar tamah ederler, fakat oraya giremezler.’ Aynı şekilde şöyle bağırırlar: ‘Gözleri cehennemliklere çevrildiğinde, şöyle derler: ‘Rabbi­miz! Bizi zalim topluluğa katma.’597 Burada zülüm, başka bir şey değil, Allah Teâlâ’ya ortak koşmadır.

(Altıncı Yer: Ölümün Kurban Edilmesi)

Altıncı yer ise, ölümün kurban edildiği yerdir. Ölüm (dışta gerçek­liği bulunmayan) bir nispet olsa bile, Allah Teâlâ onu kıyamet günü parlak bir koç suretinde ortaya çıkarır. Şöyle bağırılır: ‘Ey cennedikler!’ Cen­netlikler başlarını kaldırır. Bu kez ‘Ey cehennemlikler!’ diye bağırılır. Onlar da başlarını kaldırır. O esnada cehennemde sadece cehennemlik­ler bulunur. Ardından her iki gruba ‘Bunu tanıyor musunuz?’ diye so­rulur. Onlar da, ‘O ölümdür’ diye cevap verir. Yahya (as.) elinde bir bı­çak olduğu halde gelir ve ölümü yatırıp boğazını keser. Bir münadi ba­ğırır: ‘Cennetlikler! Artık ebedi kakçısınız, ölüm yoktur! Cehennemlik­ler! Ebedi kalıcısınız, ölüm yoktur! İşte bu gün, üzülme günüdür.’

Cennetlikler ölümü görünce, onu görmekle büyük bir sevince kapı­lırlar ve ona şöyle derler: ‘Allah Teâlâ seni mübarek etsin! Bizi dünya sıkıntı­sından kurtardın. Sen bize gelen hayırlı bir konuktun, Hakkın bize gönderdiği hayırlı bir hediyeydin sen.’ Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle der: ‘Ölüm mümin için bir hediyedir.’

Cehennemlikler ise, ölümü gördüklerinde ondan kaçar ve ona şöyle derler: ‘Sen bize gelmiş kötü bir konuktun. Bizim ile içinde yaşadığımız iyilik ve rahatlığın arasına girdin.’ Sonra ona şöyle derler: ‘Belki bizi öl­dürür de biz de içinde bulunduğumuz durumdan kurtuluruz.’

Ölümün kurban edildiği gün ‘hasret günü’ diye isimlendirildi. Çünkü ölüm, onların hepsini bitkin düşürür. Başka bir ifadeyle her iki grup için de ebedilik özelliğini ortaya koyar. Sonra, cehennemin kapıla­rı bir daha açılmayacak şekilde kapanır. Ateş cehennemliklere uyar, ce­hennemlikler ateş içinde sıkışması artsın diye, cehennemin katları birbi­rine girer, alt üst olur. İnsanlar ve şeytanlar orada büyüklükte bir et parçası kadar görünür. Altında büyüle bir ateş olduğunda, su gibi kay­nar. Böylece içinde bulunan herkes, ister yukarısında ister aşağısında ol­sun, döner. ‘Ateşin her sönüşünde, ona ateş kattık:598

(Yedinci Yer: Hükümdarın Ziyafet Sofrası)

Yedinci yer, ziyafet sofrasıdır. Bu sofra, hükümdarın cennediklere sunduğu ziyafet sofrasıdır. Cehennemlikler ‘tasa (üzüntü) içinde’ topla­nırken cennetlikler ziyafet sofralarındadır. Cennediklerin oradaki ye­mekleri, Yunus balığının ciğerinden arta kalandır. Ziyafet sofrasının bu­lunduğu meydanın toprağı ise, tıpkı güneşin kursu gibi, beyaz toprak­tır. Cehennemlikler için ise, (yiyecek olarak) boğadan dalak çıkardır. Cennedikler, Yunus balığının ciğerinden arta kalanı yer. Yunus, deniz­de yaşayan bir su canlısıdır. Su ise, cennete uygun hayat unsurudur. Ci­ğer, kanın evidir. Başka bir ifadeyle canlılık evidir. Canlılık ise, sıcak ve yaştır. Bu kanın buharı nefestir ve hayvanî ruh diye ifade edilmiştir. Be­denin canlılığı ona bağlıdır. Şu halde o, canlılıklarının sürmesi itibariy­le, cennet ehli için bir müjdedir.

Hayvanın bedenindeki dalak, pisliklerin evidir. Çünkü dalakta be­denin pislikleri toplanır ve o, ciğerin verdiği bozuk kandır. Bu kan ce­hennemliklere verilir ve onlar da onu yer. Bu yemek, boğadan meydana gelir. Boğa ise, doğası soğuk ve kuruluk olan karasal bir canlıdır. Ce­hennem, manda biçimindedir. Boğanın dalağı, cehennemliklerin gıda­sıyla güçlü bir ilişki içindedir. Dalaktaki kan nedeniyle, cehennemlikler ölmez. İçinde bulunan bedenin kirleri ve kirli-acı verici kan nedeniyle ise, hayat bulmazlar ve nimetlenmezler. Böylelikle onu yemek, cehen­nemliklerde hastalık ve sakatlık meydana getirir.

Sonra cennetlikler cennete girer: ‘Onlar oradan çıkmayacaktır.’ ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.’

Yirmi sekizinci kısmın tamamlanmasıyla dördüncü sifr tamamlan­dı. Onu yirmi dokuzuncu kısım, onu ise otuzuncu kısım takip edecektir.

Hamd âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’yadır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar