Damar tıkayan kolesterol değil, şeker
PROF. DR. KENAN DEMİRKOL
'Damar tıkayan kolesterol değil, şeker!'
Gazetelerden kesip buzdolabına astığınız bütün
'kibrit kutusu kadar' reçetelerini çöpe atın! Prof.Dr. Kenan Demirkol, A'dan
Z'ye akıllı beslenmenin matematiğini anlatıyor... Şeker, vücudumuzu, demir
paslanır gibi paslandırıyor, eskitiyor; çocuklarımızın hücrelerini 12 yaşında
yaşlandırıyor. Şekeri, gıda sanayiinden söküp atmak zor ama, işe evlerimizin
kapısından başlayabiliriz!
Prof. Dr. Kenan
Demirkol genel cerrah. Muayenehanesinin kapısında 'prof.'
yazmıyor. 'Ben üniversitede hocayım, burada hekim' diyor. Söz bir ara
'kronometreli doktorlara' geldiğinde, yani 15 dakika muayene süresini aşınca
ikinci vizite ücretini alanlara çok şaşırdı. Çünkü kendisi saat takmıyor,
'dalgınlıkla saatime bakar da hastayı tedirgin ederim' diye. Uzmanlık alanı,
beslenmeyle yakından ilgili olan sindirim sistemi organları. Ancak Demirkol bir
'akıllı beslenme' uzmanı. Bunu bir insanın tüm bedenine ilişkin olduğu kadar,
siyasi ve toplumsal boyutlarıyla da ele alıyor. Peki beslenme nedir? İlk
aklımıza gelen, şişmanlık-zayıflık. Özellikle kadınlarda modasına göre sıfır
bedenle, 90-60-90 arasında değişen ölçülerde olmak ya da olmamak. Do ğru mudur?
'Kibrit kutusu kadar' reçetelerini bir yana bırakıp, Demirkol'a: 'Neden
düşmandır şu ünlü üç beyaz?' diye sorduk. O, şekerle başladı.
'ŞEKER TÜKETİMİYLE HASTALIK ARTIŞ EĞRİSİ
PARALEL'
DEMİRKOL- Kısmen ya da tümüyle beslenme alışkanlıkları sonucu
oluşan kronik, aslında önlenebilir hastalıklar, çok büyük bir toplum sağlığı
sorunu haline gelmiştir. ABD'de 20 yaş üstü erişkinlerin yüzde 65'i ya şişman
ya daha da ileri aşamada. 64 milyon insanın koroner kalp hastalığı, 11 milyon
insanın şeker hastalığı, 37 milyonun kolesterol yüksekliği vardır. Ülkemizde
kalp hastalığı sıklığı bu boyuta henüz gelmemiş gözükse bile, şeker hastası
sayısının dört milyon olduğu göz önünde bulundurulursa, yakın zamanda vahim bir
tablo ile karşı karşıya kalacağımız açıktır.
Ne zaman ki şeker pancarından şeker üretilmesi
Avrupa'da ortaya çıktı, soğuk iklimlerde de şekere dönüşebilecek bir besin
maddesi keşfedildi, toplumların şeker tüketimi arttı. Toplumların şeker
tüketiminin artış eğrisiyle, hastalıkların artış eğrisi bire bir örtüşüyor.
Çünkü; şeker sadece kalorisiyle, şişmanlatıcı etkisiyle zarar vermiyor,
doğrudan kimyasal yapısıyla da çok tehlikeli. 'Şeker yiyeyim oradan aldığım
kaloriyi başka yerden kısarım' demek çok yanlış. İnsan vücudunun şeker almasına
gereksinim yoktur.
'12 YAŞINDA YAŞLANDIRIYOR'
- Çocukların enerjiye ihtiyacı var diye belli miktarlarda
yemeleri doğru değil mi?
- Asla
doğru değil.
- Peki
enerji ihtiyacımızı nasıl karşılayacağız?
- Taş devri döneminde insanlar hayvan avlar ve bitki toplar.
Şeker
sadece meyvede var.
Meyve esas olarak bir kültür bitkisi. Doğal
ortam sebze ağırlıklıdır. İnsan eli ne kadar fazla değmişse bir gıda maddesine,
o oranda olumsuzlaşıyor.. O dönemde, insanların kan şekeri 60 dolayındaymış. Bu
devirlere geldikçe şekerle tanışıyor ve alışkanlıkları değişiyor. Dolayısıyla
ortalama kan şekeri de değişiyor.
Şimdi 100'lerdeyiz, 120'de şeker hastalığı.
Biliyorsunuz şimdi şeker hastalığı iki türlü. Bir doğumsal genetik özelliklerle
alakalı tip 1 diabet. Bir de edimsel tip 2 diabet. Pankreas organının artık
yeterince insülin üretememesiyle ortaya çıkar. Yaşlanma süreci olarak kabul
edilir. 60'lı yaşlarda görülmesi beklenir. Ama şu anda 12 yaşındaki çocuklarda
tip 2 diabet var. Sağlıklı beslenmede şekerin hiç yeri yok. Tamamen bir damak
alışkanlığıdır.
'KANSER
HÜCRESİ DE ŞEKERLE BESLENİYOR'
-
Ama, beyin sadece glikozla beslenmiyor mu?
-
Doğru. Ancak, bu glikozu her türlü
karbonhidrat içeren bitkiden vücut elde ediyor.
-
Kanser hücresi de şekerle besleniyor. Özellikle
kemoterapi gören asla şeker yememeli.
Şeker pancarından veya şeker kamışından elde
ettiğimiz şeker 'sakaroz', iki ayrı molekülden oluşan bir birleşik moleküldür.
Sakarozu biz yer yemez vücudumuzda glikoz ve fruktoza ayrışır. Glikoz kan
şekerimizin de adıdır. Hemen kana karışır ve kan şekerini yükseltir. Vücudumuz
şekerin zararlı olduğunu bildiği için korkudan hemen insülin salgılar. Çok
fazla miktarda şeker yemişsek, gereğinden fazla insülin salgılanır. İnsülin o
şekeri hemen alır vücudun bir enerji açığı varsa kısmen enerjiye dönüştürür.
Ama insan vücudu çok tasarruflu bir biyolojik bünye. Çok az enerjiyle çok işler
yapabilir. Mutlaka yediğiniz şekerde bir fazlalık olacaktır. Bu fazla şeker,
insülin aracılığı ile ya kas ve karaciğerdeki şeker depolarına götürülecek ki,
vücudumuzun şeker deposu 120 gram kadardır. Orası da sürekli doludur, hiç boş
kalmı yoruz çünkü. İnsülin bu şekeri alacak ve yağa dönüştürecek. Dolayısıyla
sizin yediğiniz şeker vücudun değişik bölgelerinde yağlanmalara sebep olacak.
İnsülin salgılandığı için bir de tokluk hormonu salgılanır. Hiç olmazsa şekerin
glikoz bölümü bir derecede tokluk yarattığı için daha fazla şeker yemenizin de
önüne geçmiş olur.
Şekerin ikinci bölümü olan fruktoz; çok az
oranda insülin salgılatır. Dolayısıyla sınırsızca yiyebiliriz. Fruktoz günde 15
gram kadar vücudumuzda metabolize edilebiliyor. Değişik kimyasal süreçlerin
içine katılabiliyor. Bu da 30 gram şekerdir.. Günde bundan fazla yenirse
karaciğerde trigliserite dönüşür. Trigliserit kan yağıdır. Bu hem karaciğer
yağlanmasına, hem damar sertliğine, hem de vücudumuzun yağlanmasına yol açar.
Bugün Amerika'da alkole bağlı sirozdan daha çok, karaciğer yağlanmasına dayalı
sirozdan karaciğer nakli gereksinimi duyuluyor.
'MEYVE
YİYORSAN, ŞEKER YEME'
-
Yiyeceklere ve içeceklere bunu tercüme edersek.
- Bir
kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram meyvede 30 gram şeker vardır.
İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker
yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün meyve
yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş
olduğumuz bir takım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.
-
Meyvelerin şeker oranları farklı değil mi?
- İncir
ve muz en çok şeker içerenler. Ama onun dışındaki meyveler aşağı yukarı aynı.
-
Okuyucularımız söyleşimizden sonra bir reçete çıkartabilirler mi? Bunu
yemeyeceğim, şunu yemeliyim diyebilir mi? Bu sistemin içindeyken, nasıl
başaracaklar bunu?
'HAYVANLARA YAPTIĞIMIZ…'
- Ben
kendim yapmadığım şeyleri topluma anlatamam. Ben böyle ve de çok keyifli
yaşıyorum. Sunulanlar içinde sağlıklı beslenmeyi bir şekilde yapmak mümkün.
-
Aslında hayvanlar yapabildiklerine göre.
-
Hayvanlar yapamıyor bu işi, Çünkü; hayvanları biz besliyoruz. Tıkıyoruz
ahırlara 'şunu yiyeceksin' diye hayvanlara hayvanlık yapıyoruz.
- Oysa
tavuklar bütün gün eşelenir durur, ihtiyacı olanı seçer yerdi. Filler örneğin
hastalandığı zaman belli ağacın yapraklarını gider yermiş ilaç niyetine.
- Evet
bu tüm hayvan aleminde var. Kaliforniya Valisi bütün o rambo görüntüsüyle
Amerika'da en aklı başında valilerden biri oldu. İki büyük atılımı oldu. Bir tanesi; okullarda meşrubat satışını yasakladı. İki;
patates cipsinin üzerinde, 'öldürücüdür' yazısı konuyor.
AMERİKA'NIN MISIRINI TÜKETECEĞİZ DİYE…
- Cips
deyince öteki düşmana mı geçiyoruz?
- Yok, bir konu daha var. Son yıllarda yeni akım mısırdan
şeker elde etmek.
1920'li yıllarda Amerikan
başkanı 'benim köylüm mısırdan kalkınacak' fetvasında bulundu. Gerçekten de çok
büyük teşvikler verildi. Göz alabildiğince mısır ekildi. Dünya mısır ekiminin
yüzde 40'ı Amerika'dadır. Bunu sadece hayvan yemi yaparak ya da başka yollarda
tüketemeyince değerlendirme yolları arandı. Japonlar mısırdan şeker elde etmeyi
keşfetti. Amerika hemen balıklama atladı bu yöntemin üzerine. Artık şeker
endüstriyel. Sıvı olduğu için paketlenip satılamaz. Ama her türlü dondurma, meşrubat,
şerbette kullanılıyor. Bakıyorsunuz şimdi baklavacı artık şerbetini kendisi yapıp dökmüyor.
Kartal'dan fabrikadan hazır fruktoz şerbeti geliyor.
KOLESTEROL DÜŞMANLIĞI....
-
Ama bunun daha sağlıklı olduğu yazılıp
çiziliyor.
-
Maalesef. Şimdi bilgi çağındayız ya! Bence bilgiye ulaşmanın en zor olduğu
çağdayız. Çünkü, ekonomik kazanç kaygısı her türlü bilginin üzerine
binmiş durumda. O kadar büyük bir rant var ki,
gerçeğe ulaşmanın en zor olduğu dönemi yaşıyoruz.
Biraz önce dediğimiz gibi 15 gramdan fazla
fruktoz yağa dönüşüyor ve bizi hasta ediyor. Nasıl demir paslanınca eskir, bu
paslanmanın bilimsel adı oksitlenmedir. Vücudumuzdaki hücreler de oksitlenir ve
yaşlanır. Birtakım gıdalarla oksitleyici, bir de bunu engelleyici maddeler
alırız. Örneğin, üzüm çekirdeği. Gerçekten bu sistem bizim organizmamızın
yaşlanmasını belirleyen, hastalanmasını, kanser gelişimini belirleyen ana
faktör. Bakın bir kolesterol furyası aldı gidiyor. Kolesterol anne sütünde,
yeni bir hayatın doğması için ana nesne olan yumurtada bolca var. Demek ki
insan hayatının gelişme döneminde inanılmaz gereksinim var. Bakıyorsunuz
kolesterol düşmanlığı sarmış ortalığı.
'KOLESTEROL
MASUM, BİZ SUÇLUYUZ'
-
Kolesterolün ölçüsü de zaman zaman değişiyor. Bunun modası olur mu?
- Bakıyorsunuz LDL 130'a kadar normalde. Üç sene sonra 100,
şimdi de 60 olsun diyorlar. Yakında sıfıra indirecekler. Aslında, kolesterol
masum. Bizler suçluyuz.
Fruktozu yani tatlı şekeri yiyerek
oluşturduğumuz trigliseritler, kolesterolün oksitlenmesine sebep oluyor. Yağsız kuzu şiş yediğinizi
varsayalım, yanında da meyve suyu içiyorsunuz. Sadece kuzu şişi yeseniz bir
zararı yok, ama kırmızı etten aldığınız kolesterolü, meşrubattan aldığınız şeker trigliserite dönerek oksitlediğiniz
için damar sertliği oluşuyor. Biz insanlara 'kardeşim kolesterol zararlı değil.
Ama oksitlenmesine izin verme' diyeceğimize, ilaç firmaları kolesterolü düşürecek
ilaç keşfediyor. Biz masum olanı indiriyoruz. Eğer oksitleyici maddeleri
düşüremiyorsak, oksitlenen maddeleri azaltalım. Ama esas insan mantığı ne
diyor? Oksitleyen maddeleri azalt.
Yine oksitleyici bir madde,
damar sertliği yapan doymuş yağ asidi. Bu madde yapay beslenen hayvanların
sütünde var, depo yağlarında var. Ama bizim ineğimiz merada otlasa, doğru
beslense doymuş yağ asidi sütte ve hayvansal yağda sıfır olacak. Dolayısıyla
kolesterol oksitlenmemiş olacak.
ANTEP
YUVALAMASININ FAYDALARI
- Peki
bu mümkün mü? Merada otlayan inek, otlayacak da, süt yapacak da kaç kişiyi
besleyecek? Fiyatı yükseltmez mi tüm bunlar?
- Çok
güzel bir noktaya değindiniz. Yıllardır hep böyle aldatılıyoruz. 'Dünya nüfusu
aç. Dünyayı besleyebilmemiz için yapay gübreye, yapay yeme ihtiyacımız var.'
Hayvansal proteini, tek kaynak olarak görürseniz haklısınız. Ama insan ekmek
yerken bile protein almış oluyor. Hububat, baklagillerde bile protein var.
Şimdi doktorlar bunu okur okumaz itiraz ederler. Derler ki 'Esansiyel amino
asitler vardır'. Yani hayvansal gıdada var olan, vücudun üretemediği mutlaka
dışardan alınması gereken bazı protein yapı taşları, amino asitler vardır.
Örneğin; mercimekli bulgur pilavı yaptığınızda bulgurda eksik olanı
mercimekten, mercimekte eksik olanı bulgurdan alıyorsunuz. Anakız diye bir
yemek varmış, ben de yeni gördüm, bulgurdan yapılan küçük köftecikler nohutla
birlikte pişiriliyor.
- Antep
yöresinin yuvalaması gibi..
- Bir baklagil ve bir hububat. Birbirinin eksiklerini
tamamlıyorlar. Tam ete eşdeğer protein almış oluyorsunuz. Makro nutrientler
yağ, protein ve karbonhidrattır. Mikro nutrientler ise vitaminler, mineraller,
enzimlerdir. Bizim süte kalsiyum açısından ihtiyacımız var. Eğer merada otlayan
bir hayvanın sütüyse içinde bulunan omega-3'e ihtiyacımız var. Türkiye'de
biliyorsunuz gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki
en önemli demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir.
Dana eti bir demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi
bulgurdan, baklagilden alıyorum zaten. Ama yapay yem üreticileri 'biz dünyayı
nasıl doyuracağız' yalanıyla kandırarak hayvancılığı katlettiler. Hayvanları
meralardan ahırlara çektiler ve bugün her ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü neyle besleniyor, pancar küspesiyle, yapay protein
yemleriyle, patatesle ve mısırla besleniyor. Hızla kan şekerini yükselten,
hayvanın yağlanmasına yol açan ve hayvanın şeker hastası olmasına yol açan bir
beslenme şekli.
İNEK NE YEMELİ
Doğal beslenen ineğin sütünde
omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur . Doğal beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı
doymuş yağ asidi yoktur, yapayda vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün
oksitlenmesine yol açar. Doğal beslenen ineğin sütünde dünyanın bugüne kadar
bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit vardır. Bu maddeyi tüketen
kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde
bu hiç yoktur. Yine merada beslenen ineğin sütünde insüline benzer büyüme
hormonu vardır. Bu gençlik aşısıdır, bütün hücrelerin kendisini yenilemesini
sağlayan maddedir. Duymuşsunuzdur kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı
insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte
bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama
batıda ekolojik hayvancılığın sonucu elde edilen süt ile konvansiyonel üretilen
sütün maliyeti arasındaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Ne Türkiye yasalarında ekolojik hayvancılıkla
barışığım, ne de AB'dekiyle. Ekolojik hayvancılık denince akla 'ekolojik tarım
sonucu elde edilmiş ürünlerle hayvanın beslenmesi' geliyor. Affedersiniz ama 2000 yıl önce hayvan nerden patatesi buldu
da yedi, ya da pancarı. İneğin normal beslenmesinde pancarın, mısırın ve
patatesin yeri var mı? Yok.
- Demek Amerika'dakilerin varmış.
Orada da
yok. İster ekolojik tarımla, ister normal tarımla elde edilmiş olsun hayvana
pancar verilmesi yanlış. Zaten hayvanın sütünün kötü
olmasının sebebi hayvanın, karbonhidratı zengin, onu yağlandıran tarzda,
mısırla beslenmiş olması. O yüzden ekolojik hayvancılık dediğimizde
yasalarımızın buna göre organize olması gerekiyor. Tanımlamamız gereken, türe
özgü beslenme. Bir inek nasıl beslenir doğada? Öyle beslersek ineğin sağlıklı
olmasını sağlarız. Dolayısıyla verdiği ürünün de insanlara sağlıklı olmasını
sağlarız. Bütün doğada kendiliğinden yetişen
yeşillikler omega-3 ağırlıklı yağ içerir.
İnsanların eliyle ekilenler omega-6 içerir.
HAMSİYİ HANGİ YAĞDA KIZARTACAĞIZ
- Ne fark var arasında?
-. İnsan vücudunun her hücresinde hücre zarı vardır. Bu
hücre zarı lipo protein katmanla sarılı. Yani bir yağ bir de protein. Bu hücre
zarındaki yağ ana madde olarak omega-3'tür. Tek tük omega-6 da içerir. Biz
yeşillikten uzaklaştıkça ve hayvanımızı da yeşillikten uzaklaştırdıkça elimizde
tek bir omega-3 kaynağı kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil.
Halbuki insanın her gün 1 gram omega-3 alması gerekiyor. Omega-6 yağ asitleri
ile omega-3 yağ asitleri vücudumuzda aynı enzimlerle metabolize edilir. Biz ayçiçeği yağı, soya yağı gibi yağlarla beslenip çok
omega-6 aldığımız için artık omega-3'e enzim kalmıyor. Diyelim ki hamsiyi
ayçiçeği yağında kızarttık, o hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Bütün yağlar, yağ asitlerinin karışımıdır.
Onlar da 3'e ayrılır. Doymuş yağ asitleri, tekli doymamış yağ asitleri, çoklu
doymamış yağ asitleri. Çoklu doymamış yağ asitleri ikiye bölünür, onlar da
omega-3 ve omega-6'dır. Bundan 40-45 yıl öncesi omega-6 kolesterolü düşürüyor
diye tüm topluma söyledik. Ayçiçeği ve mısırözü yağlarını tükettirdik. Fakat
sonra anladık ki bu yağlar iyi kolesterolü de, kötü kolesterolü düşürdüğü
oranda düşürüyor. Bizim kolesterol açısından sağlıklı olmamızdaki unsur iyi ve
kötü arasındaki dengedir. İkisini birden düşürürse denge bozulmamış olduğundan
herhangi bir iyilik elde etmiş olmuyoruz.
DEPRESYONUN ÇARESİ
- İkisi arasında denge mi, fark mı önemli?
- Oran önemli. Omega-6'yı o kadar fazla alıyoruz
ki, almış olduğumuz azıcık omega-3'ü de değerlendirmeden vücuttan hemen
atıyoruz. Omega-3 olmayınca hücre duvarına veremiyorsunuz. Hücre duvarı da
omega-3'ten oluşuyor. Vücut da asıl malzemeyi bulamadığı zaman gecekondu yapar
gibi ne bulursa onla hücreyi onarıyor. Omega-3
yerine, omega-6 yağ asidi olan araşidonik asidi kullanıyor. Ama bu asit bütün
stres komalarının hammaddesi. Gecekondunuzu el bombasıyla örmüş oldunuz.
Dışardan biri taş atsa havaya uçacak.
- Ama o zaman da ben size stres ilaçları satacağım.
- Tabii. Omega-3'ten zengin
beslenen toplumlarda depresyon çok az oranda görülüyor. Zihinsel performans
artıyor. Beynimizdeki toplam yağ asidinin yarısı omega-3 olmak zorunda. Ama biz
vücudumuza bunu sunamıyoruz.
ÇAY VE ZEKA
- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?
- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında
Türkiye'nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek
hoş olmadı, ama Türkiye'nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta
demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.
Türkiye'de çay tüketiminin de buna
katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor.
Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.
- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?
- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten
hemen sonra çay içilebilir.
- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek
gerektiği söyleniyor.
'ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!'
- Üç saat.
Ben tekrar omega-3'e dönmek istiyorum. Çünkü
hayati bir olay. Omega-3'ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor..
Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına,
dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp 'inme' veya
'enfarktüs' olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı
Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6'yı çok tükettiğimiz için
omega-3'ün yolunu kesiyoruz. Artık
kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor.
Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının
oluşumunu kolaylaştırıyor.
-
Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim
hatasından mı?
-
Kimyasal yapısından. Kültür bitkisidir. Omega-6 yağ asidi içerdiği için. Mesela
zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış yağdır ve omega-3 ün emilimine
hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım
yapay yağ asitlerine dönüşüyor. Biz bunlara trans yağ asitleri diyoruz. Bu yağ
asitleri de yine kolesterolu oksitleyerek damar sertliği yapıyor. Diğer
taraftan trans yağ asidi beyindeki sinir kılıflarına girerek beyindeki iletiyi
bozuyor ve parkinson, alzheimer gibi hastalıklara sebep oluyor.
'ANNEMİN YEMEKLERİ BAŞKAYDI'
- Acaba
'tadı güzel' dediklerimiz bize dışardan dayatılan bir kavram mı? Güzel nedir?
-
Eşinizle ilk evlendiğinizde yemek yaptığınız zaman size itiraz etmedi mi,
'benim annem böyle yapıyor' diye?
- Ben
güzel yemek yaparım.
- Ona
rağmen itiraz etti. İnsan çocukluğundan alıştığı damak tadını arıyor. Belki
dünyanın en kötü aşçısı annesi, ama insan neye alıştıysa onu arıyor.
- Eski
çağlardan bu yana insana dair güzel-çirkin kavramı bile ne kadar çok değişmiş.
Biz ona böyle bir değer yüklediğimiz için güzel oluyor. Toplumda da dayatılan
değerler var . Kola ya da hamburger için 'bak bu
güzeldir' deniyor çocuklara.
- Ben o
yüzden üniversitelerde konferans vermeyi tercih ediyorum. Çünkü; onlar yakın
zamanda anne baba adaylarıdır.
SPOTLAR
(ÖNEMLİ BİLGİLER)
'Bir kutu meşrubatta 35 gram; 200 gram
meyvede 30 gram şeker vardır. İnsanoğlunun 200 gram meyve dışında hiç şeker
yememesi gerekir. Diyelim ki çok aşerdiniz, 2 parça çikolata yediniz, o gün
meyve yemeyin. Bir matematik yapmak zorundayız. Elbette, meyveden elde etmiş
olduğumuz birtakım vitamin ve antioksidanları da feda etmiş oluyoruz.'
'Türkiye'de
gençlerde inanılmaz bir demir eksikliği var. Kırmızı et doğadaki en önemli
demir kaynağıdır. Bitkiden demir çok daha az özümsenebilmektedir. Dana eti bir
demir kaynağıdır, protein kaynağı değildir. Ben proteinimi bulgurdan,
baklagilden alıyorum zaten.'
'Yapay yem üreticileri 'biz dünyayı nasıl
doyuracağız' yalanıyla, hayvanları meralardan ahırlara çektiler ve bugün her
ahır hayvanı şeker hastası. Çünkü, pancar küspesiyle, yapay protein yemleriyle,
patatesle ve mısırla besleniyor.
Doğal
beslenen ineğin sütünde omega-3 vardır, yapay beslenende hiç yoktur. Doğal
beslenen ineğin sütünde damar sertliği yapıcı donmuş yağ asidi yoktur, yapayda
vardır. Bu asitler fruktoz gibi kolesterolün asitlenmesine yol açar.
Doğal beslenen ineğin sütünde
dünyanın bugüne kadar bildiği en büyük antioksidan olan alfaminolimik asit
vardır. Bu maddeyi tüketen kadınlarda meme kanseri yüzde 40 daha az
görülmektedir. Yapay beslenen ineğin sütünde bu hiç yoktur.
Duymuşsunuzdur
kırsal alanda 100 yaşını aşmış bazı insanlarda ikinci kalıcı dişler düşer ve
onun yerine üçüncü dişler çıkar. İşte bu doğal sütün eseridir. Doğal sütün
maliyetinin çok pahalı olduğu söylenir ama aradaki fark yüzde 10-15'i geçmiyor.
Elimizde tek bir omega-3 kaynağı
kaldı. O da doğal deniz balığı; kültür balığı değil. Halbuki insan her gün
1gram omega-3 alması gerekiyor. Diyelim ki hamsiyi ayçiçek yağında kızarttık, o
hamsiden artık bize fayda gelmiyor.
Zeytinyağı omega-9 yağıdır. Tekli doymamış
yağdır ve omega-3 ün emilimine hiçbir zararı yoktur. Ayrıca ayçiçeği yağının
bir olumsuzluğu daha var. Pişirme esnasında maruz kaldığı ısıdan sonra birtakım
yapay yağ asitlerine dönüşüyor.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar