Print Friendly and PDF

AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ

Bunlarada Bakarsınız

 

NOT: Aşağıda okuyacağınız tez youtubede dinlediğiniz hocaların eleştirilerine cevap mahiyetinde. Diyanet Takvimini esas alarak hareket etmeniz hususunda kalbinize ilham ve kuvvet vereceğine inanıyorum.

 

AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ

Yüksek Lisans Tezi

Muhammed Emin ŞAHİN

Sivas

CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ


AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ

Yüksek Lisans Tezi

Muhammed Emin ŞAHİN

Tez Danışmanı

Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM

Sivas

Prof. Dr. Ahmet ŞENGONUL
Enstitü Müdürü

ÖNSÖZ

Kainatı hayranlık verici bir nizam üzere yaratan, Ay ve Güneş’i bir hesap üzere var edip onlar için şaşmaz ölçüler koyan Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun.

Alemlere rahmet olarak gönderilen ve ibadetleri vakitleriyle birlikte beyan eden efendimiz Hz. Muhammed’e, (salla’llâhu aleyhi ve sellem) onun aline, ashabına ve kıyamete kadar onun yolundan gidenlere salat ve selam olsun.

İslam dininde Allah, ibadet edilmeye en layık olan yegane varlık; insan, Allah’a ibadet etmek için yaratılan varlık; yeryüzü, bir mabed; dünya, ay ve güneş ise ibadet vakitlerini haber veren birer alamettir. İnsanoğlunun yaratılış gayesi ibadet olduğundan, onun hayatı da ibadet ve ibadet vakitleri etrafında tanzim edilmiştir. Bu açıdan hem ibadetler hem de ibadet vakitleri insanoğlunun yaratılış gayesi kadar önem taşımaktadır. İnsanı her yönüyle mükemmel bir nizamda yaratan Allah Teala, onun beden ve ruh sağlığı için ihtiyaç duyduğu gereksinimlerini karşılamak için bir takım prensipler vazetmiştir. Bu bağlamda ibadet olarak ne yapması, nasıl yapması, ne zaman yapması gerektiğini belirlemiş ve en uygun şekilde ibadet etmeyi emretmiştir. Buradan da anlaşılacağı gibi, ibadetler teabbudidir. Bir diğer ifadeyle mahiyeti, nasıl, ne zaman, ne miktarda ve ne şekilde eda edileceği Yüce Yaratıcı tarafından tayin ve tespit edilmiştir. İbadetlerimizi şari tarafından tayin edilen vaktinde yerine getirmeye eda, vakti çıktıktan sonra yerine getirmeye ise kaza denilir. İbadetlerimizin yüce yaratıcı nezdinde geçersiz bir amele dönüşmemesi için ibadetlerimizi tayin edilen zaman zarfında eda etmemiz gerekmektedir. Bu bağlamda mükellef olan her bireyin ibadet vakitlerini doğru bir şekilde tespit etmesi ibadetin makbul olmasının şartıdır. İbadetlerimizin bazısının vakti güneşin hareketlerine bağlanırken, bir kısmının vakti de ayın hareketlerine bağlanmıştır. Bizimde çalışmamızın konusunu teşkil eden “imsâk vakti” meselesi güneşin hareketlerine bağlanan ve eş zamanlı olarak yatsı namazının son vakti, sabah namazının ilk vakti ve oruçlu kişi için imsâk etme zamanı olması bakımından müşterek bir vakti kapsamaktadır. Mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınan ibadetlerden bazılarının tespiti kolay iken bazılarının tespitinde bir takım zorluklar bulunmaktadır. İşte çalışacağımız imsâk vakti konusu da tespitinde bir takım zorluklar bulunan bir zaman dilimidir. İmsâk vaktinin tayin ve tespiti ilk bakışta fıkıh alanına ait bir konu gibi görünse de özünde hadis-i şeriflerin aydınlattığı ve açıkladığı bir konudur. Gerek fıkıh gerekse tefsir sahasında imsâk vaktinin tayin ve tespitine ışık tutabilecek şer’i ve bilimsel çalışmalar mevcuttur. Ancak imsâk vaktinin zamansal boyutunu hadisler bağlamında ele alan müstakil bir çalışmaya

rastlayamadık. Bu sebeple birden fazla ibadetin müşterek vakti olan imsâk vaktini hadisler bağlamında ele almayı ve güncel yaklaşımları bu eksende değerlendirmeyi konu edindik.

Çalışmamız bir giriş ve iki ana bölümden müteşekkildir. Giriş kısmında imsâk vaktinin tespitine ışık tutacak ve konunun ele alındığı asıl bölümlerde sıklıkla üzerinde durulacak olan kavramların terim ve ıstılah anlamları açıklanmıştır. Birinci bölümde imsâk vaktinin naslar çerçevesinde tahlili yapılmaya çalışılmış. İmsâk vaktini tayin eden ayetler nüzul sebepleri ile birlikte değerlendirilmiş, yine aynı bölümde imsâk vaktine doğrudan temas eden Bakara Suresi 187. ayetteki mücmel ibarenin hadis-i şerifler ekseninde izahatı ve değerlendirmesi yapılmaya çalışılmıştır. Birinci bölüm mezhep imamlarımızın konu hakkındaki görüşlerine yer verilerek tamamlanmıştır. İkinci bölümde imsâk vaktinin bilimsel olarak karşılığı, imsâk vaktinin müşahede yoluyla tespitinin yapılıp yapılamacağı, yapılamadığı durumlarda bilimsel verilere itibar edilip edilemeyeceği ele alınmaya çalışılacaktır. Çalışma, her iki bölümde ele alınan konuların özetlenip, genel kanaatlerimizi paylaştığımız sonuç bölümüyle neticelendirilmiştir.

Çalışma konusunun tespitinden son şeklinin verilmesine kadar, her aşamada yardımlarını, ilmi ve fikri desteğini esirgemeyen ve danışmanlığımı üstlenme nezaketinde bulunan değerli hocam Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM’a en kalbi şükranlarımı arz ediyorum. Gerek ders döneminde gerekse tez aşamasında yardımlarından istifade ettiğim Doç. Dr. Sami ŞAHİN ve Doç. Dr. Ali YILMAZ hocalarıma, tezin mizanpajında yardımcı olan Ali ÇINKI’ya, bilgi, belge ve kaynak temini hususunda yardımlarını esirgemeyen bu çalışmada emeği bulunan tüm kurum ve şahıslara ayrı ayrı teşekkür ediyorum.

Bu tezin ve tüm eğitim hayatımın manevi rehberliğini üstlenen muhterem babama, anneme, aileme ve kıymetli eşime de teşekkürü yerine getirilmesi gereken bir borç bilirim.

Allah’ın yardımıyla vücud ve niyahet bulan bu çalışmayı, dua hazinem Şazigül ŞAHİN ile göz aydınlığı kızım Amine Zümra ŞAHİN’e ithaf ediyorum.

İÇİNDEKİLER

AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ 1

AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ 1

ÖNSÖZ. 2

İÇİNDEKİLER.. 3

KISALTMALAR.. 9

ÖZET. 10

ABSTRACT. 11

ARAŞTIRMA HAKKINDA GENEL BİLGİLER.. 12

A............................................................ Araştırmanın Amacı Ve Önemi 12

B..................................................................... Araştırmanın Kaynakları 13

GİRİŞ. 15

İMSÂK VE İMSÂK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR.. 15

a. Imsâk. 15

b.Fecir 16

c.Vakit 18

d.Sahur 18

e.Leyl 19

f.İhtiyat 19

g.Subh / Sabah. 20

h.Gales. 20

ı. Hayt 21

1........................................................................................... Tebeyyün. 21

BİRİNCİ BÖLÜM.. 22

İMSÂK VAKTİNİN NASLARDAKI YERİ 22

1.1............................................................. Âyetler Işığında İmsâk Vakti 26

1.1.1.    Bakara Suresi, 187. Ayet 26

1.1.1.1.         İmsâk Vaktini Tayin Eden Ayetin Nüzul Sebebi 27

1.1.1.2.         Ayetteki Mücmelliğin Beyanı 29

1.1.1.3.         “Mine’l-Fecr” Lafzının Manaya Etkisi 30

1.1.1.4.         Ayetten Çıkartılan Hükümler 34

1.1.2.    İsrâ Sûresi 78. Ayet 34

1.1.3.    Nur Suresi 58. Ayet 37

1.1.4.    Fecr Suresi 1. Ayet 38

1.1.5.    Kadir Suresi 5. Ayet 38

1.2........................................................... Hadisler Işığında imsak Vakti 39

1.2.1.    Lafzî Anlayışlar ve Hz.Peygamber’in Mecaz Yoruma Yönlendirmesi 42

1.2.1.1.         İmsâk Vaktini İplerle Belirleme. 42

1.2.1.1.1.      Ayaklara İp Bağlama (Sehl bin Sâ’d Hadisi) 42

1.2.1.2.         Yastık Altına İp Koyma (Adî bin Hâtim Hadisi) 43

1.2.1.3.         Sehl Hadisi ve Adi bin Hâtim Hadisinde Beyanın Varlığı 44

1.2.1.4.         Adî bin Hâtim Olayı ile Ayetin İniş Tarihinin Uyuşmazlığı 45

1.2.1.5.         Sehl bin Sâ’d Hadisi ile Adî bin Hâtim Hadislerinin Uzlaştırılması (Cem’i) 46

1.2.1.6.         Mecâzî Yorumlarda İmsâk Vakti 47

1.2.1.7.         Bilâl-i Habeşî’nin İlk Ezanı, İbn Ümmi Mektûm’un İkinci Ezanı Okuması 48

1.2.1.7.1.      Abdullah İbn Ömer Hadisi 49

1.2.1.8.         İbn Ümmi Mektûm’un İlk Ezanı, Bilâl-i Habeşî’nin İkinci Ezanı 51

Okuması 51

1.2.2.811.     lin Ezanı Sizi Sahurunuzdan (İmsâk Etmenizden) Alıkoymasın  52

Hadisi 52

1.2.2.1.Semura bin Cündeb Hadisi 52

1.2.2.2. Abdullâh b. Mes‛ûd Hadisleri 52

1.2.4.    Sahurun Fazileti Ve Geciktirilmesi İle İlgili Hadisler 56

1.2.4.1.         Sahur Yemeğiyle İlişkili Oluşu. 58

1.2.5.    Sahur İle Sabah Namazı Arasındaki Süre Ne Kadardır?. 58

1.2.5.1.         Camiye Gitme-Sünneti Kılma Aralığı Hadisleri 58

1.2.6.    Elli Ayetlik Aralık Hadisi 58

1.2.7.    İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Kızıllık İle Başlamasıyla İlgili Hadisler 60

1.2.7.1.         Zirr bin Hubeyş/Huzeyfe Hadisi 60

1.2.7.2.         Kays bin Talk Hadisi 62

1.2.7.3.         Hadisin, Bakara: 2/187 Ayetinden Önce Söylenişi 63

1.2.7.4.         Kızıl Şafağın Fecr-i Sâdık Oluşu. 64

1.2.8.    Sabah Namazının Başlangıç Vakti İle İlgili Hadisler 65

- .3. Imsâk Vakti Konusunda Fakihlerin Görüşleri 70

1.3.1.    İmsâk Vaktinin Fecrin Doğuşu İle Başladiği Görüşü. 71

1.3.1.1.         İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Beyazlığıyla Başlaması Yaklaşımı 71

1.3.1.1.1.      Ufukta Aydınlığın Oluşmaya Başladığı İlk Vakit (Fecrin İlk Tuluûnu Sınır Kabul Edenler) 72

1.3.1.2.         Fecrin Tûlûsunun Tebeyyününü Sınır Kabul Edenler 75

1.3.2.    İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Kızıllığıyla Başlaması Yaklaşımı 75

1.3.3.    İmsâk Vaktinin Güneşin Doğuşu İle Başladiği Görüşü. 79

1.3.4.    İmsâk Vakti Konusundaki Fihkî Görüşlerin Değerlendirilmesi 81

İKİNCİ BÖLÜM.. 83

İMSÂK VAKTİNİN BİLİMSEL TESPİTİ 83

2.1.......................................................................... Islam ve Astronomi 83

2.1.1.    Astronomi 83

2.1.2.    Astronomide Şafak / Fecir Olayları 90

2.1.2.1.         Astronomi İlminde Fecr-i Kâzib Ve Fecr-i Sâdik. 90

2.1.2.    Fecrin Tespit Şekli 91

2.1.2.1.         Fecir Gözlemini Etkileyen Hususlar 93

2.1.3.    Fecrin Derece Cinsinden Belirlenmesi 96

2.1.3.1.         Astronomik Tani, Fecr-i Sâdik Olarak Kabul Edenler 98

2.1.3.2.         TC. Diyanet İşleri Başkanlığı 98

2.1.3.3.         Astronomik Tani Fecr-i Sâdik Kabul Etmeyenler 100

2.1.3.3.1.      Abdülaziz Bayındır (Süleymaniye Takvimi) 101

2.1.3.3.2.      Fazilet Takvimi 102

2.1.4.    Astronomik Fecir Konusundaki Görüş Farkliliklarinin Sebepleri 106

2.1.4.1.         Astronomik Fecrin Fecr-i Kâzib Olduğu İddiası 106

2.1.4.2.         Fecir Konusunda Farklı Görüşe Sahip Olmak. 108

2.1.4.3.         Çıplak Gözle Yapılan Gözlemlerde Aydınlanmanın Farkedilmemesi 109

2.1.4.4.         İmsâkın Başlangıcı İle İlgili Günümüz İlim Adamlarının Görüşleri 110

SONUÇ.. 115

KAYNAKLAR.. 118

ÖZ GEÇMİŞ. 125

1.1.1.1.                             

1.1.1.2.                           Sehl Hadisi ve Adi bin Hâtim Hadisinde Beyanın Varlığı   27 1.2.1.4.Adî bin Hâtim Olayı ile Ayetin İniş Tarihinin Uyuşmazlığı ... 27

1.2.1.5.                            Sehl bin Sâ’d Hadisi ile Adî bin Hâtim Hadislerinin

 

ÖZ GEÇMİŞ. 125

 

2.1.2.1.                            İmsâkın Başlangıcı İle İlgili Günümüz İlim Adamlarının

Görüşleri .........................................................................................................  87

SONUÇ ..........................................................................................................  93

KAYNAKLAR............................................................................................... 97

ÖZ GEÇMİŞ ................................................................................................  103

KISALTMALAR

a.g.e.                                :                     Adı geçen eser

a.g.m.                               :                     Adı geçen makale

a.g.t.                                 :                     Adı geçen tez

A.Ü.İ.F. :                                                Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

C.Ü.İ.F                             :                     Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

M.Ü.İ.F                            :                     Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

U.Ü.İ.F                            :                     Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

A.Ü.İ.F.                           :                     Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

b.                                                                 :                    İbn

bkz.                                  :                     Bakınız

c.                                                                  :                    Cilt

çev.                                  :                     Çeviren

DİA                                  :                     Diyanet İslam   Ansiklopedisi

DİB                                  :                     Diyanet İşleri    Başkanlığı

D.İ.Y.K.                           :                     Din İşleri Yüksek Kurulu

h.                                                                 :                    Hicri

hzr.                                   :                     Hazırlayan

md.                                   :                     Madde

msd                                  :                     Masdar

mk                                    :                     Makale

No                                    :                     Hadis Numarası

ö.                                      :                     Ölüm tarihi

(r.a.)                                 :                     Radıyallahu  Anh

5.                                                               :                     Sayfa

S.                                     :                     Sayı

s.a.v.                                :                     Sallallâhü aleyhi ve sellem

t.y.                                    :                     Tarih Yok.

y.t.                                    :                     Yüksek lisans tezi

TDV                                 :                     Türkiye Diyanet  Vakfı

thk.                                   :                     Tahkîk eden

vb.                                    :                     Ve benzerleri

vdğr.                  :                      Ve diğerleri

y.y.                     :                      Yayın yeri yok

ÖZET

İbadetler dinlerin özünü oluşturur. İslam dinininde kendine has bir takım ibadet ve ritüelleri mevcuttur. Şari bu ibadetlerin kabulü için belli vakitler tayin etmiştir. İslam binasının temel esaslarından olan namaz ve oruç ibadetinin müşterek vakti imsâk vaktidir. Çünkü yatsı namazının son vakti, sabah namazının ilk anı ve oruç yasaklarının başlama zamanı imsâk vaktine yani fecr-i sadığa tekabül eder. Belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınan ibadetlerden farklı olarak imsâk vaktinin tespiti her müslümanın kolaylıkla algılayacağı veya farkına varabileceği kolaylıkta değildir. Müslümanlardan kendilerine çizilmiş sınırlar ve tayin edilen vakitler içerisinde eda etmeleri istenen bu türden ibadetlerimiz için başlama ve bitiş anlarını doğru bir şekilde tespit etmek gerekmektedir. Hemen hemen İslam coğrafyasının tamamında imsâk vakti hususunda bir icma bulunmamaktadır. Bilhassa ülkemizde de Müslümanların akıllarında ve kalplerinde farklı imsâk vakitleri söylemleri endişeler ve şüpheler meydana getirmektedir. İnananlar olarak biliyoruz ki ibadetler şüphe ve şek üzerine bina edilmezler. Bizi bu çalışmaya sevk eden niyet imsâk vaktiyle ilgili farklı yaklaşımların kaynağını tespit ve bu yaklaşımlara nasslar çerçevesinde cevap aramak olmuştur.

Çalışmamız iki bölümden oluşmaktadır, giriş bölümünde imsâk vaktini tayin eden ayetin lafızları tek tek incelenmiş, kavramlar bölümünde zikredilmiştir. Birinci bölümde imsâk vaktinin tayini yani Kur’an, Sünnet, (Hadis), Mezheblerin ve İmamların görüşleri temel ve sahih kaynaklar taranarak konunun üzerinde durulmaya çalışılmıştır. Alanımız olması hasebiyle Kütüb-ü Sitte ve Kütüb-ü Tis’a temel referansımız olmuş, ihtiyaç duyulduğunda sahihayn şerhlerine, tefsirlere, fıkıh kitablarına, elektronik ortamdaki hadis programlarına ve cd’lere de başvurulmuştur.

İkinci bölümde, birinci bölümde izah edilmeye çalışılan imsâk vaktinin derece ve bilim dünyası açısından neye tekabül ettiği üzerinde durulmaya çalışılmış, bilhassa ülkemizde takvimlerinde farklı imsâk vakitleri kullanan yaklaşımlar zikredilmiştir. Çalışma sonuç ve değerlendirme ile neticelendirilmiştir.

Anahtar Kelimeler: İmsâk, Vakit, Fecr-i Sadık

٧111


 

ABSTRACT

Prays consist the essence of religions. There are specific prays and rituals of İslam Religion too. Sharia assigned some determined times for the acceptance of these pray. Joint time of prayer and fasting which are the basics of İslam Building is sobriety. Last time of isha prayer, first time of fajr prayer and starting time of the prohibitions of fasting corresponds this time. Distinctly from the other fardhs determination of time of sobriety is not as easy as for all the Muslims. So it is necessary to assign the starting and finishing time of these prays. There is not a common opinion almost around the world between the Muslims living in İslam geography. Especially these kind of different discourses cause some suspicions in the minds of our country Muslims. We as the believers know that, prays can’t built on the anxieties and suspicions. So we wanted to research the sobriety time where there is no study done before about it. We hope this study will cause a judicial opinion between the Muslims by terminating the previous discussions.

Our study consist of two main parts, words of the versicles have been studied in introduction section one by one and told in concepts section. In the first section sobriety time assignation depending of Koran, Sunna (hadith), opinions of sects and imams was focused. Kutub-u Sitte and kutub-u Tis’a (Six books and nine books) have been our main reference and appealed to sahihayn explanations, Koran interpretation, Islamic law books and hadith software in electronic environment.

In the second section, what sobriety time corresponds in science and level world was focused. Sobriety observation results which were carried out by İslam Environment have been shared. Frequently asked Question about sobriety time was given a place to the end of thesis and the research was summarized with an assessment.

Key words: Sobriety (imsâk), Time (vakit),Fecri sadık

م

ARAŞTIRMA HAKKINDA GENEL BİLGİLER

A.        Araştırmanın Amacı Ve Önemi

İbadetler dinlerin temelini oluşturur. İbadet ve ibadete benzer ritüeli olmayan din yoktur. İslam dininin temel öğretilerinden birini de ibadetler oluşturmaktadır. Bu ibadetler genellikle zamanla kayıtlı (mukayyed) olarak tayin edilmiş ve tayin edilen bu vakitlerde yerine getirilmeleri istenmiş, istenilen vakitte yerine getirilmeyen ibadetler makbul görülmemiştir. İbadetlerin zamanında yerine getirilmesi, doğal olarak vakitleri doğru bir şekilde tespit etmeyi gerektirmektedir. Vakitleri tespit etmek ve bilmek mükellef olan her insanın anlayabileceği genel ölçülere bağlanmıştır. Lakin çalışmamızın da konusunu oluşturan imsâk vaktini tespit etmek diğer ibadetlerin vakitlerine kıyasla kolay görünmemektedir. Oruca başlama anının, sabah namazının ilk vaktinin ve yatsı namazının son vaktinin müşterek vakti olan imsâk vakti Bakara suresinin 187. ayeti ile tayin edilmiştir. İhtilafların temel kaynağını ilgili ayetteki lafızların farklı şekillerde te’vili ile tefsiri ve Peygamberimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ashabı farklı uygulamalara ve anlayışlara sevk eden hadis rivayetleri gelmektedir. Bu çalışmada dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet temelinde imsâk vakti ayet, hadis, fıkhi görüşler, konunun bilimsel izahatı ve güncel mülahazalar etrafında incelenmeye çalışılacaktır.

B.        Araştırmanın Kaynakları

Tezimizi hazırlarken yararlandığımız başlıca kaynaklara değinecek olursak Buhâri (ö.256/870) ve Müslim’in (ö.261/875) Sahihleri başta olmak üzere hadis külliyatı temel referansımızı oluşturmuştur. Çalıştığımız konunun ahkam hadislerini ihtiva etmesi bakımından sünen türü eserlerle, hadislerde imsâk vaktinin tespiti ile ilgili olarak beyazlığa mı, beyazlığın yaygınlaşmasına mı, yoksa kızıllığa mı itibar edileceği hususunda İbn Hacer el Askalani’nin (ö.852/1448) Fethu’l-Barisi ve Ayni’nin (ö.855/1451) Umdetu’l-Kari fi Şerhi Sahihu’l-Buhârisi en-Neveni’nin (ö.676/1277) Sahihu Müslim bi Şerhi’n-Nevevi’si ile Hattabi’nin (ö.388/998) Meâlimu’s-Süneni en fazla yararlandığımız kaynaklar olmuştur.

Çalıştığımız konu muhtevası yönüyle birçok ilim dalını yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle İmsâk vaktinin tayinine ışık tutacak ayetlerin ele alındığı birinci bölümde ayetleri nüzul sebebleriyle birlikte değerlendirebilmek için

Kurtubi (ö.671/1272)’nin el-Cami’li Ahkami’l-Kur’an’ı, İbn Kesir (ö.774/1372)’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’i, Cassas (ö.370/980)’ın Ahkamu’l-Kur’an’ı ile Elmalı (ö.1942)’nın Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirlerinden istifade ettik.

İmsâk vaktinin tayin ve tespiti hususunda mezheplerin yaklaşımları için Hanefi mezhebinin önde gelen kaynaklarından olan İmam Serahsi (ö.490/1097)’nin el-Mebsut’u, Kasani (ö.587/1191)’nin Bedaiu’s-Sanai’i, Merginânî (ö.593/ 1197)’nin el-Hidâye’si, İbn Âbidin (ö.1252/1836)’in Reddu’l-Muhtâr’ı ile Şafii mezhebine ait Nevevi (ö.676/1277)’nin Ravdatu’t-Talibin’i, Maliki mezhebi için Karafi (ö.684/1285)’nin ez-Zehira’sı ile Hanbeli mezhebinin görüşlerini ihtivası bakımından İbn Kudame (ö.620/1223)’nin el-Muğni’si başlıca furu kaynaklarımızı oluşturmuştur.

٤1٧


 

GİRİŞ

İMSÂK VE İMSÂK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR

a. Imsâk

Sözlükte “bir şeyi tutmak, sımsıkı sarılmak, uzak durmak, el çekmek, kendine hakim olmak gibi manalara gelen imsâk kelimesi terim olarak “ikinci fecrin (fecri sadık) doğuşundan güneşin batışına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden nefsi alıkoymak” demektir. Bu aynı zamanda savm (oruç) kelimesinin de terim anlamıdır. [4]

Bazı fıkıh kitaplarında bu şekilde tanımlanan savm diğer bazılarında soyut olarak “belirli şeylerden belirli bir zamanda kendini alıkoymak” diye tarif edilmiş ve orucun rüknünün imsâk olduğu belirtilmiştir. İmsâk daha dar anlamda oruca başlamayı, başlangıç anını, karşıtı olan iftar da geniş anlamda orucu tayin edilen zamanda bozmayı, dar anlamda ise güneşin batışında meşru şekilde oruca son vermeyi ifade etmektedir. İmsâk kelimesi sözlük anlamında müştaklarıyla beraber Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde geçmekte, sahur ve imsâk vaktiyle ilgili bazı hadislerde mana olarak yer almaktadır.[5]

b.Fecir

Arapça’da “yarmak, bir şeyi iki parçaya ayırmak, açığa çıkarmak, suya yol vermek, fışkırmak gibi manalara gelen fecir kelimesi isim olarak güneşin doğmasından önceki tan yeri ağarmasını ifade eder. Türkçe’de “şafak sökmesi, gün ağarması, sabahın alacakaranlığı” da denilen bu olay, gece ile gündüzü bir birinden ayırdığı veya gündüz aydınlığını ortaya çıkardığı için fecir diye adlandırılmıştır.[6]

Fecir vakti ıstılahta ve fıkıhta, özellikle sabah namazının vaktinin girdiğini, oruçlu için sahur vaktinin sona erip, oruç yasaklarının başladığını (imsâk) ifade eden zaman dilimidir. İslam hukukçuları hadislerdeki ifadelerden hareketle fecri “fecr-i

kazib, fecr-i sadık” veya “birinci fecir, ikinci fecir” şeklinde ikiye ayırarak

açıklamışlardır.[7]

1)          Fecr-i Kazib: Fecr-i kazib, sabaha karşı doğu ufkunda, tan yerinde ufuktan göğe doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, samanyolu ışığına benzeyen, net olarak ışığı belli olmayan (donuk) beyazımsı bir görüntüdür. Literatürde buna uzunlamasına beyazlık anlamında beyaz-ı müstatil denilmektedir. Fecr-i kazibe Araplar kurdun kuyruğuna benzediği için (zenebü’s-sirhan) veya yalancı sabah anlamında (es- subhu’l kazib) de demektedirler. Fecr-i kazib gecenin bir bölümü kabul

edildiği için ayrıca dini bir hükme konu teşkil etmez.[8]

2)          Fecr-i Sadık : Fecr-i sadık, fecr-i kazib aydınlığından sonra ufukta yatay olarak doğu ve batı ufku boyunca (tan yeri) yayılarak genişleyen beyazlıktır. Istılahta bu enlemesine yayılan beyazlığa beyaz-ı müsta’razi de denilmektedir. İbadet vakitlerinin eda şartlarına konu teşkil eden fecir bu fecirdir. Yatsı namazının vaktinin çıkıp, sabah namazının vaktinin girmesi ve orucun rüknü olan imsâk için esas alınan fecir fecr-i sadıktır.[9]

3)          Fecri Sadık İle Fecri Kazib Arasındaki Farklar:

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in hadislerinden istinbat edilen fıkhi birikim ve astronomi ilminin verileri ışığında fecr-i kazib ve fecr-i sadık arasında bir

takım farklar zikredilmiştir. Bu farkları şu şekilde ifade edebiliriz :

1.                   Fecr-i kâzib dikey ve parlak olup doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Göğe bir direk gibi yükselip yönü göğün ortasıdır veya birazcık meyilli olur. Fecr-i sâdık ise yatay bir şekilde ufukta yayılmış olarak doğar. Yayılması güney-kuzey yönlüdür.

2.                   Fecr-i kâzib parlak olup bir beyazlığı ve aydınlığı vardır. Ancak bu beyazlık ve aydınlık peşinden gelen bir karanlıkla yok olur. Fecr-i sâdığın beyazlığı ve aydınlığı sürekli artar. Özellikle hava açık olduğunda onun beyazlığı içinde bir kırmızılık da vardır. Bu kırmızlık bir bulanıklık şeklinde olup çoğunlukla doğu

ufkunda güneşin doğuş yerindedir.

3.                   Fecr-i kâzibin gökyüzünde yukarıya doğru yükselen ince bir ucu vardır ve kurt kuyruğuna benzer. Fecr-i sâdık ise yataydır.

4.                   Fecr-i kâzib ufkun uzağında, yörüngede oluşurken, fecr-i sâdık ufka yakın yerde meydana gelir.

5.                   Ayışığının fecr-i kâzib üzerinde etkisi vardır. Bundan dolayı, gökyüzünde, doğu ufkunda ay bulunduğu gecelerde fecr-i kâzibi ancak bu konuda tecrübesi olan ve onun vasıfları ve halleri hakkında yeterli dirâyeti olan kimseler bilebilir. Ancak, ayışığının fecr-i sâdık üzerindeki etkisi zayıf ve sınırlıdır.

6.                   Fecr-i sadık ufka bitişiktir. Ufuk ile aydınlık arasında bir karanlık yoktur. Fecr-i kâzib ise ufuktan ayrıdır ve aydınlıkla ufuk arasında bir karanlık vardır.[10]

c.Vakit

Sözlükte vakit (vakt çoğulu evkat) zamanın belli bir parçası anlamına gelir. Bu kelimeden müştak olan mikat da (çoğulu mevakit) bir iş için belirlenen zamanı veya mekanı ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de vakit kelimesi farklı türevleriyle birlikte on üç ayette, hadislerde ise mikat, mevakit, mevkut gibi terimlerle kullanılmaktadır.[11]

Vakit şari’nin tayin etmesine göre ikiye ayrılır.

1)         Mutlak Vakit : Şariin eda edilmesi için herhangi bir vakit tayin etmediği ibadetler mutlak (serbest) vakitlidir. Nafile namaz, umre, vakte bağlı

olmayan adak ve kefaretler ve belli ölçüde zekat böyledir.[12]

2)          Mukayyed Vakit : Şariin belirli bir vakte göre tayin ettiği ibadetler mukayyed (tayin edilmiş, serbest zamanlı olmayan) vakitlidir. Farz namazlar, ramazan orucu, hac, kurban ve temizlik ( mest, hayız,

lohusalık) gibi ibadetler mukayyed vakitlidir. [13]

d.Sahur

Sözlükte, sabah olmadan önceki vakit, güneş doğmadan önceki zaman dilimi, gecenin son üçte biri anlamındaki seher kelimesiyle aynı kökten gelen sahur (sehur,sühur) dini ıstılahta oruç tutmaya hazırlık olmak üzere fecri sadığın doğmasından önce yenilen yemeği ifade eder. Bazı hadislerde bu meyanda “ekletü’s- sehar / ekletü’s-sühur” tabiri de kullanılagelmiştir.[14]

Ayrıca Hz. Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) “Sahura kalkın, zira sahurda bereket vardır” ve “Sahurun Müslüman orucunu Ehl-i kitabın orucundan ayıran” bir özellik olduğunu ifade eden hadisleri sahurun önemini ifade etmektedir. [15]

e.Leyl

Gündüzü takip eden, güneşin batımıyla başlayan kısımdır. Leyle gece manasında gündüzün zıttıdır. Aslı leylatün’dür. Aslının delili ismi tasgiri olan (lüleyletün’dür.) Çoğulu leyalin’dir.[16]

f.İhtiyat

Sözlükte çekingen davranma, bir şeyi ortaya alma, daha sağlam ve daha güvenli olana tutunma, ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınmak, korumak, kollamak, dikkatli ve tedbirli olmak gibi anlamlara gelir. [17]

Terim anlamı olarak ise üzerinde genel-geçer bir tanım bulunmayan ihtiyat kelimesi hakkında biz burada genel kabul gören Hanefi alimlerinden Cassas’ın (ö. 370/980) tanımını paylaşacağız. Ona göre : “Kendisi sebebiyle cezanın hak edileceğinden emin olunmayan şeyden kaçınmaktır.”[18] Vera kelimesi de gerek harama düşmemek için şüpheli şeylerden uzak durma, gerekse güzel işleri sürekli olarak yapma manasında düşünüldüğünde ihtiyatla eş anlamlı olabileceği gibi ihtiyatın bir nevi pratik boyutu olarakta değerlendirilebilir. Dini literatürdeki ihtiyat

düşüncesi dayanağını, şüpheden ve kalbi rahatsız eden şeylerden kaçınmayı ifade eden hadislerden almaktadır.[19]

g.Subh / Sabah

Subh ve sabâh kelimelerinin sözlük anlamlarına baktığımızda, bu kelimelerin fecr sözcüğünün eş anlamlısı olmanın yanında, akşam kelimesinin zıddı olarak, gündüzün başı anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Sözlüklerde subh kelimesinin kırmızı ile boz arası bir renk anlamında olduğu geçmektedir. İbn Fâris (ö.412/1022) kelimenin temel anlamının kırmızı olduğunu söyler ve sabah vakti anlamında kullanımını rengine bağlar. Kelime sabah anlamında kullanıldığında, anlık bir vakti değil gecenin yarısından itibaren başlayıp zeval vaktine kadar olan süreci ifade eder. Kelimenin fecr kelimesinin eş anlamlısı olarak kullanılması, şer‛î gündüz anlamında olduğuna işaret etmektedir. [20]

Genel olarak sabah vakti anlamına gelen bu kavram Kur’an-ı Kerim’de sekiz defa zikredilir.[21]

h.Gales

Gales kelimesi fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasında bir vakti ifade etmek üzere kullanılır. Kelime, hadislerde daha çok Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in namazı bağlamında geçmiştir. Kelimeye sözlüklerde; “gecenin sonundaki karanlık, gecenin karanlığından geriye kalan” şeklinde farklı manalar verilmiştir.[22] Mâlîk (ö.179- 795)’ten, gabeş, gales ve gabes kelimelerinden her birinin fecr-i sâdığın beyazlığının karıştığı gecenin sonundaki karanlık anlamında olup aynı şeyi ifade ettikleri görüşünde olduğu nakledilmiştir.[23] Ayrıca Muvatta’da bir hadiste geçen gabeş kelimesi gales şeklinde yorumlanmaktadır lakin her üç kelimenin aynı anlamı ifade ettiğine dair bir kayıt bulunamamıştır.

ı. Hayt

Sözlükte dikmek, iplik, sicim, kayton, kordon, ip gibi manalara gelen hayt kelimesi çeşitli türevleriyle beraber kullanıldığında, fail olarak terzi, ismi alet olarakta dikiş makinesi anlamına gelmektedir. Araplar arasında renk veya zaman dilimlerini birbirinden ayırmak için de kullanılan bir istiâre örneğidir. İplik kelimesi özellikle Kureyş lisanında yaygın bir şekilde mecazî anlamda kullanılan hayt kelimesinin arap şiirinde sabah anlamında kullanımına dair örnekler de mevcuttur.[24]

1.       Tebeyyün

Sözlüklerde “b-y-n” kökünün ayrılmak ve birleşmek şeklinde iki farklı anlamı olduğu ve kökün iki zıt anlama geldiği ifade edilmektedir.[25] İbn Manzur, (ö.711/1311) tebeyyün kelimesini “Tebeyyünü’ş-şey” bir şeyin ortaya çıkması, açık olması, bir şeyin diğer bir şeyden ayrılması olarak da ifade etmiştir.[26]

Tebeyyün kelimesi Kur’an’da da genel olarak bir şeyin açığa çıkması, belli olması vb. anlamlarda kullanılmıştır.[27] Kökün sözlük anlamında sözkonusu açığa çıkmanın belirgin olmanın nasıl ve ne şekilde olacağı konusunda bir kayıt olmadığı gibi, bu kaydı Ku’an’daki kullanımlarından çıkarmak da zor görünmektedir. Dolayısyla tebeyyün lafzı, Kur’an’daki bütün kullanımlarda bir şeyin bilgisinin şüphe etmeyecek şekilde ortaya çıkması anlamında kullanılmıştır.[28]

BİRİNCİ BÖLÜM

İMSÂK VAKTİNİN NASLARDAKI YERİ

Hiç şüphesiz İslam’ın ilk yasama/teşrii kaynağı Kur’an-Kerim, ikincisi ise Sünnet’tir. Zira sünnet, Kur’an’ın açıklaması, ahkamının tafsili ve asıllarının furuatı mahiyetinde olup, alemlerin nebisi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in söz, fiil ve takrirleridir. Müslümanlar, H.z Peygamber döneminden günümüze kadar onun hükümlerine boyun eğegelmişlerdir. Bundan sonra da Sünnet, kıyamete dek Kur’an’ın yanı başında hükümlerine kaynaklık etmeye ve ışık tutmaya devam edecek, edebi ve ahlaki değerlerin mihenk taşı olarak kalacaktır. Bu iki ana kaynağa sarılmak İslam ümmetinin başarılı olması ve ilerlemesinin temel sırrıdır ki, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) buna işaretle şu tavsiye de bulunmuştur :” Size iki şey bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe asla şaşırmaycaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı Kur’an ve Resulü’nün Sünneti’dir.”[29]

Sünnet Kur’an’ı hayata aktaran bir vasıta olmanın yanında, Müslümanların varlık, bilgi ve değer algılarına da kaynaklık eder. Hz. Peygamber, bir Müslüman için yegane hayat ölçüsü ve en mükemmel şahsiyet örneğidir. Nitekim Allah (cc), “Gerçekte Allah Resulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”[30] ilahi hitabı bizim hem dünya hem de ahiret hayatımızı kuşatan rabbani bir tavsiyedir.

“Andolsun, Allah, mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[31]

“Ey iman edenler! … Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.”[32]

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”[33]

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[34]

Allah Resulü (s.a.s.) de sünnetine sarılmanın, ona itaat ve ittiba etmenin ehemmiyeti hakkında şu hadis-i şeriflerini irad etmiştir:

“Bana itaat eden Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Benim emirime itaat eden bana itaat etmiş, benim emirime karşı gelen de bana karşı gelmiş olur.”[35]

“Size gerekli olan, benim sünnetime ve doğru yola ulaştırılmış Hulefa-i Raşidi’nin sünnetine yapışmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan dine sokuşturulan işlerden uzak durunuz. Çünkü sonradan dine sokulan her şey bid’attır, her bid’at ise sapıklıktır.”[36]

“Sakın, sizden birini , kendisine benden bir emir veya yasak ulaştığı zaman, koltuğuna kurulup da “ Ben Kur’an’dan başkasını bilmem ; Allah’ın kitabında ne gördüysek ona uyarız.” derken bulmayayım.” [37]

“Benim sünnetimden yüz çeviren kimse benden değildir.”[38]

Abdullah ibni Mes’ud (r.a) (ö.32/652) şöyle demiştir: “İfrat ve tefrite kaçmadan, dengeli bir şekilde sünnete göre ibadet etmek, bid’ate kaçan çok amelden hayırlıdır.”[39]

Buraya kadar ki zikretmiş olduğumuz ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça göstermektedir ki, Kitaba ve onun hayata aktarılış biçimi olan sünneti İslamın ikinci kaynağı olarak kabul etmek ve bilhassa ibadet hayatımızı sünnetin rehberliği eşliğinde yerine getirmemiz gerekmektedir ki, bu aynı zamanda Yüce yaratıcımız tarafından ibadetlerimizin eda ve sıhhat şartları açısından da elzemdir. Çünkü Sünnet çeşitli şekillerle Kur’an’ı açıklamış ve onun ibadet ve hükümleri ile alakalı kapalı yönlerini tefsir etmiştir. Örneğin Allah Teala Kur’an’ı Kerim’de müminler için namazı farz kılmıştır. Ancak namazın vakitlerini, rekat sayılarını ve erkanını tafsilatlı

olarak açıklamamıştır. Resulüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ise namazı eda şekliyle ve açıklamalarıyla namazın keyfiyetini Müslümanlara açıklamış ve “ Benim namaz kıldığımı gördüğünüz şekilde namazınızı kılınız” buyurmuşlardır. Allah, haccı farz kılmış; ama onun rükünlerini ise Resulüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) açıklamış ve “Menasikinizi (hac öğreti ve uygulamaları) benden alınız.” buyurmuştur. Allah, zekatı farz kılmıştır; ama zekatın verileceği mallar, arazi ve ekinler, ayrıca bunlardan alınacak zekatın nisab miktarları detaylı bir şekilde sünnet (hadis) yoluyla açıklanmıştır.

Buraya kadar vermiş olduğumuz ayet ve hadis örneklerinden yola çıkarak fukaha, İbn Hazm’ın (ö.456/1064) tespitlerini daha ilk zamanlarda maddeleştirmeye gitmiş, neticede hadisin/sünnetin Kur’an karşısındaki durumunu üç ana maddede özetlemiştir.[40]

1-Hadis Kur’an’da bulunan hususları destekler : Hadisler (keza sünnetler) Kur’an’da bulunan hükümleri teyit eder. Bu durumda o meselenin hem Kur’an’dan hem de hadisten iki kaynağı olmuş olur.

2-Kur’an’da mücmel olarak geçen hususları hadisler beyan eder.[41] Müphem olanı tefsir, mücmel olanı tafsil, mutlak olanı takyid, umum olanı tahsis eder.

3-Kur’an’da bulunmayan hükümler koyar.

İslam’ın ikinci büyük kaynağı olan hadisin/sünnetin Kur’an karşısındaki durumunu bu şekilde izah ettikten sonra İslam binasının ana sütunlarından birini oluşturan orucun da nasıl tutulacağını, erkanını, vaktini (imsâk ve iftar) müstehabını, mekruhunu, faziletini bizlere hadisler/ sünnet haber vermektedir.

Bu bölümde tezimizinde esasını oluşturan imsâk vakti, ayet ve hadisler bağlamında ele alınacak olup, imsâk vaktinin peygamberimizin hayatında, ashabının hayatında ve alimlerin içtihadında nasıl anlaşıldığı üzerinde durulmaya çalışılacaktır.

Orucun sona erdiği vakit (iftar vakti) hakkında İslam dünyasında açık bir ihtilaf bulunmamakla beraber, imsâk vaktinin ne zaman başlayıp, ne zaman sona erdiği konusunda imsâk vaktini tayin eden Bakara Suresinin 187. ayetinin farklı anlaşılması, yorumlanması, Efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) farklı şekillerde te’vil edilebilecek hadisleri ve bazı ulemanın hadisleri yalnızca zahiri anlamına hamletmeleri

neticesinde ihtilaflar mevcuttur. Güncel dini bir mesele olan imsâk vakti hakkındaki bu tartışmaların özellikle şu beş görüş etrafında cereyan ettiğini görmekteyiz.[42] :

1)                  Fecr-i sadığının doğuşunun öncesi (şaz)

2)            Fecr-i sadık doğduktan sonra (cumhur)

3)           Fecr-i sadıktan 25-30 dakika sonra (İbn Hazm)

4)            Ufuk kızıllığı fecr-i sadıktan 45-50 dakika sonra (şaz)

5)           Güneşin doğması (şaz)

Yani fecrin ilk anını, gökyüzüne yansıyan ilk ışınları sınır kabul edenler ile fecrin ışıklarının iyice belirginleşmesini, güneşin ışınlarının doğu- batı hattı boyunca tebeyyün etmesini, yeryüzündeki cisimlerin seçilmesini sınır kabul edenler olmak üzere temelde iki görüş bulunmaktadır. Şimdi bu görüşlere sebep olan ilgili ayet ve hadisleri zikredeceğimiz, açıklayacağımız bölüme geçebiliriz.

1.1.         Âyetler Işığında İmsâk Vakti

Kur’an’da imsâk vaktinin tayinine ışık tutabilecek iki farklı kelime kullanılmaktadır. Bunlar fecr ve subh kelimeleridir. F-c-r kökü Kur‘ân’da, sabah, tan yerinin ağarması; birrin karşıtı fücûr, günahkâr (fâcir/fecere); suyun akması, fışkırması olmak üzere üç farklı anlamda 24 kez geçmektedir.[43] F-c-r kökünün sülâsî halinden masdar olan “fecr” kelimesi, üç ayette[44] oruç ve namazla ilgili bazı dinî hükümlerin bildirilmesi, bir ayette yemin[45] ve bir ayette de Kadir gecesinin fazileti[46] bağlamında toplam beş âyette yer almaktadır. Bu âyetlerin tamamında fecr, fıkıhtaki kullanımına münasip olarak “tan yeri ağarması, şafak vakti” anlamını taşımakla birlikte, imsâk vaktinin başlama ve bitiş sınırıyla ilgili olarak âyetlerde bir açıklama yer almamaktadır. İmsâk kelimesiyle aynı manayı paylaşan fecr kelimesinin geçtiği surelerden, Fecir ve Kadir suresi Mekki, diğerleri ise Medeni’dir. Şimdi Bakara suresinden başlayarak, bu ayetler üzerinde ayrı ayrı durup, fecir/imsâk kavramının taşıdığı anlamı açıklamaya geçebiliriz.

1.1.1.         Bakara Suresi, 187. Ayet

Fecir kelimesi, Kur’an’ı Kerim’de imsâk vaktine doğrudan delil kabul edilen ve imsâk vaktinin tayin edilmesine ışık tutan Bakara suresinin 187. ayetinde şu şekilde geçmektedir.

وَكُلوُا وَاشْرَبوُا حَتىّ یتَبَیَنََّ لكَُمُ الْخَیْطُ الاْبْیضَُ مِنَ الْخَیْطِ الاْسَْوَدِ مِنَ الْفجَْرِ ثمَُّ اَتِمُّوا الصِّیامَ اِلَى الیَّْلِ

Diyanet Meâli : Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Meâli : Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yiyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun.

T.D.V. Meâli : Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.

Ömer Nasuhi Bilmen : Ve sizler için fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tebeyyün edinceye kadar yiyiniz ve içini

Süleyman Ateş Meâli : Şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdelinceye kadar yeyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın.

Süleymaniye Vakfı Meâli : Fecrin olduğu tarafta, ak çizgi kara çizgiden size göre tam seçilinceye kadar yiyin, için; sonra orucu geceye kadar tamamlayın.

Âyetin ilgili bölümü meâllere iki farklı şekilde yansımıştır. Bunlardan birincisi “fecrin siyah ve beyaz ipliği” şeklinde mecâzî anlamdır. Bu anlama göre “mine’l-fecri” ifadesindeki “min” lafzı beyaniyedir. İkinci tür manaya göre ise ayetteki ifade hakîki anlama hamledilmiş ve “mine’l-fecri” ifadesindeki “min” sebebiye kabul edilmiş ve ayetin ilgili bölümüne “fecirden dolayı beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar” anlamı verilmiştir. Ancak tefsirlerde bu ikinci mananın tercih edildiğine dair bir ifadeye rastlamadık.

1.1.1.1.          İmsâk Vaktini Tayin Eden Ayetin Nüzul Sebebi

İslamiyetin ilk yıllarında Ramazan orucu tutanlar gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor, içebiliyor, eşleriyle birlikte olabiliyorlardı. Ama uyuduklarında bu fiiller kendilerine bir sonraki günün akşamına kadar haram

oluyordu. Bu konu hakkında Buhâri (ö.256/870) Bera İbn Azib (r.a.)’dan (ö.71/690) şöyle bildiriyor:

Bir gün Kays b. Sırma[47] adındaki sahabi yorgun argın evine geldi. Namazı kıldıktan sonra uyuyakaldı. Uyandığında sabah olmuştu. O zamanki uygulamaya göre, gecenin bir vakti uyunduğunda artık bir şey yiyip içilemiyordu. Kays yorgunluğunun üstüne aç bir halde sabahladı. Peygamber efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Kays’ı bitap bir halde görünce sordu : “Ne oluyor, seni çok bitap görüyorum?” Kays ise olanı biteni anlattı. Yorgunluğun ve açlığın üstüne iftar edemeden ikinci günün orucuna başladığından dert yandı.[48] Buna benzer bir olayda Ömer b. El- Hattab’ın (ö.23/644) başına gelmişti. Peygamber efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yanından evine dönen Ömer (r.a.) hanımının uyumuş olduğunu gördü. Hanımını uyandırıp birlikte olmak istedi. Hanımı ama uyudum dedi, ancak Ömer (r.a) (ö.23/644) : “Hayır! Henüz uyumadın!” karşılığını verdi ve onunla ilişkiye girdi. Sabah olunca Ömer (r.a.) (ö.23/644) durumu gidip Peygamberimize (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e anlattı. Allah Resulü (salla’llâhu aleyhi ve sellem) : “Ey Ömer! Bunu yapmaya hakkın yoktu veya bu davranış sana yakışmadı manasına gelebilecek bir cevap verdi.[49] Bunun üzerine Cenabı-ı Hak şu ayeti indirdi:

“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak) kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti. Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.”[50] Bu ayetle artık Ramazan orucu bugünkü şeklini almış oluyordu.

Bu ayetlerin inişinden sonra sahabe-i kiramdan bazıları ilk zamanlarda imsâk vaktinin tam olarak ne zaman olduğu konusunda tereddüt yaşadılar. Ayetteki beyaz ve siyah iplik ifadelerinden ne kastedildiğini tam olarak anlayamadılar. Onlardan imsâk vaktinin gerçekten beyaz ve siyah ipliklerle belirlenebileceği kanaatinde olan, beyaz ve siyah ipliği yastığının altına koyanlar vardı.[51] Tefsir ve hadis kaynaklarımızda bu konu ile ilgili aktarılan bilgiler sahabenin bu konudaki ilginç girişimlerini ve Peygamber efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in onları kırmadan, gücendirmeden nasıl eğittiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Müttefekun aleyh hadiste cömert sahabi Adi b. Hâtim anlatıyor: “…Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar yiyin için…[52] ayeti nazil olunca biri beyaz biri siyah iki iplik aldım. Onları yastığımın altına koydum, ama aralarını ayıramadım. Bunu Resulüllah’a (salla’llâhu aleyhi ve sellem) arz ettim. Efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) gülümseyerek “Yastığın gerçekten geniş ve uzun olmalı ki gece ve gündüz ona sığabilmiş! Ondan kastedilen sadece gece ve gündüzdür.” dedi.[53]

1.1.1.2.        Ayetteki Mücmelliğin Beyanı

İmsâk vaktinin başlangıcı konusunda en açık ifadenin yer aldığı Bakara 187. ayetinde geçen beyaz iplik / siyah iplik lafızlarının hakiki mi yoksa mecazi mi olduğu konusu bu vaktin doğru bir şekilde tayin edilebilmesi açısından önem arzetmektedir. Ayet-i kerime indiğinde sahabeden bazılarının ayeti anlama ve yorumlama şekilleri ve Hz. Peygamberin (s.a.s.) bunlara vermiş olduğu cevaplar ayetin anlaşılmasına ışık tutmaktadır.

Mezkur ayet nazil olduğunda مِنَ الفَجْرِ “fecirden” yani “fecrin beyaz ipliği” kaydı yoktu. Bundan dolayı Adi b. Hâtim adlı sahabe başta olmak üzere bazı sahabeler ayetteki siyah ve beyaz ip teşbihini gerçek anlamıyla anlayarak imsâk vaktini tayin etmek için maddi bir takım çözümlere başvurdular. Bu uygulamaların arasında yastığının altına ip koyma, ayaklarına ip bağlama gibi uygulamalar mevcuttu. Bu olaylarla ilgili rivayetler kaynaklarımızda şu şekilde yer almaktadır:

- Adî bin Hâtim’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, O şöyle demiştir: Rasûlullah’a (salla’llâhu aleyhi ve sellem), “Şafağın (fecr: tan ağarması) ak ipliğe benzeyen ilk aydınlığı (gün ağarması), siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından seçilinceye kadar yeyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.” (Bakara 2/187) âyetinin ne anlama geldiğini (ve “bunlar, hakikaten iki iplik midir?” diye) sordum. Şöyle buyurdular: “Yastığın pek genişmiş ve uzunmuş. / Gerçekten yastığın enliymiş, (gece ve gündüz ona sığ­mış!)” Sonra ekledi: Gecenin karanlığından tan yerinin aydınlığı fark edilinceye kadardır.[54]

- Sehl bin Sâ’d’in şöyle dediği nakledilmiştir: “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun” âyeti inmiş, fakat “mine’l-fecr” (imsâk vaktine kadar) kısmı inmemişti. Bu âyet indikten sonra, bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde, ayaklarına beyaz ve siyah ipler bağlar, ipler birbirinden ayırdedilinceye kadar yemeye, içmeye ve cinsel ilişkiye devam ederlerdi. Bundan sonra Allah Teâlâ, “mine’l-fecr” (şafak vaktine kadar/şafak vaktinde) kısmını vahyetti. İnsanlar, âyette gece ve gündüzün kastedildiğini anladılar. [55]

Mücmel ayetlerden olan Bakara 187. ayetteki لخَْیْطُ الاَْبیَْضُ مِنَ الْخَیْطِ الاَْسْوَدِ lafzındaki kapalılığı ayetin hemen arkasından gelen مِنَ الفَجْرِ lafzı açıklamaktadır. Görüldüğü gibi, bu örnekte, mücmeli beyan eden lafız, hemen mücmelin akabinde ve aynı ayette gelmiştir.52F[56]

1.1.1.3.         “Mine’l-Fecr” Lafzının Manaya Etkisi

Mine’l-fecri ifadesindeki mîn edatının beyaniyye ve sebebiyle olmak üzere iki farklı şekilde yorumlandığını söylemiştik. Min’i beyaniye kabul edenlere göre bu ifade el-haytu’l-ebyad ifadesini beyan etmektedir. Daha öncede işaret edildiği gibi, Sehl b. Sâ’d’dan gelen hadiste, mine’l-fecri ifadesinin ayetin ilk inişinde yer almadığı, sahabeden bazılarının yanlış anlamaları üzerine beyan sadedinde indirildiği rivayet edilmiştir. Bu “minel-fecr” kaydı, ya yeni bir beyândır, yâhut ifadedeki “min”

cer harfinin anlam özelliğiyle teb’îzdir (bölüm/parça), yani ilk bölümü anlatır; “mine’l-fecr: fecrin ilk kısmında”. Çünkü ak iplik, fecrin bir kısmı, ilk ânıdır. [57] Zemahşerî, (ö.467/538) “mine’l-fecr” ifadesinin, “beyaz ip” için bir beyan olduğunu söyler. “Kara iplik” ifadesi ise bu açıklamadan anlaşıldığı için, ayrıca beyan edilmemiştir. Çünkü, ikisinden birinin açıklanması, diğeri için de açıklamadır.[58] Aslında mahzûf bir “mine’l-leyl” içeren “kara iplik” ifadesinde, bu bölümün söylenmeyiş sebebi, oruçla ilgili geceye ilişkin hüküm yokluğudur. Çünkü oruç, aydınlığın doğuşuyla ilgilidir.

Tahâvî’nin (ö.321/933) rivayetine göre, âyet-i kerîme nâzil olduktan sonra, Ashâb-ı Kirâm bir müddet aydınlık karanlıktan göz kararıyla iyice seçilinceye kadar yeyip içmeye devam etmişler, sonra Sehl’in belirttiği gibi Allah Teâlâ “mine’l- fecri”kaydını indirmekle bu hükmü neshetmiştir.[59] Fakat Kadı Iyâz, (ö.544/1149) Tahâvî’nin bu görüşüne itirazda bulunmuş, hükmün onun dediği gibi evvelâ sabit olup, sonradan neshedilmediğini, hadisten murâdın bu işi bazı bedevîlerin, kıt anlayışlıların veya dillerinde gece ve gündüz hakkında böyle kullanım olmayanların tevil suretiyle yaptıklarının beyândan ibaret olduğunu söylemiştir.[60]

İbn Kesir, (ö.774/1372) aynı konuda şu bilgileri vermektedir: “Mezkur ayet nazil olduğunda, fecirden kısmı yoktu. Bundan dolayı, manası bazı kimseler tarafından yanlış anlaşılmıştı. Fecirden kısmının nazil olmasıyla yanlış uygulamalar sona ermiş oldu. [61]

Hak Dini Kur’an Dili tefsiri, rivayeti naklettikten sonra şöyle demektedir: “mine’l-fecri” beyanı nazil olarak murad edilen mana tasrih olunmuş, hayt-ı ebyad’ın sözlük manasında olmayıp, mecazi anlamda fecrin evveli olduğu ve şer’i günün bundan sonra başladığı anlaşılmıştır.[62]

Süleyman Ateş’e göre, “mine’l-fecr” ifadesinin, önce âyette yokken sonradan bazı müslümanların yanlış anlamaları üzerine indiği hakkındaki bu rivayet uygun

değildir. Çünkü bu kelime, âyetten ayrı inmiş olsaydı, kendi başına bir âyet olurdu. Kendi başına sadece “mine’l-fecr” diye bir kelimenin inmesi de doğru olamaz. Kur’ân’a sonradan ilâve yapıldığı kuşkusunu dahi doğuracak bu tür rivayetleri reddederiz. Çünkü Kur’ân âhâd haberiyle değil, tevatürle sabit olur. Esasen esbâb-ı nüzul râvîleri, her âyeti ayrı ayrı olaylar üzerine ayrı zamanlarda inmiş göstermekle yetinmemişler, bazan bir tek âyetin cümle ve kelimelerini lime lime edip her cümlenin ayrı bir olay üzerine ve ayrı zamanda indiğini dahi söyleyecek kadar işi

ileri götürmüşlerdir.[63]

Ulemadan bazıları, âyetteki kara iplikle ak iplik tabirlerinin gece ile gündüz mânâsına geldiklerini bildiren “mine’l-fecr” lafzının, bu âyetten hayli zaman sonra nâzil olduğunu ileri sürerek, beyânın nasıl olup da ihtiyaç zamanından geri bırakıldığını, halbuki beyân gelinceye kadar teklifin devam ettiğini müşkil saymışlardır.

Usul ilminde beyanın, ihtiyaç vaktinden tehir edilip edilemeyeceği tartışma konusudur. Doğrusu beyan-ı tağyirin vakt-i hacetten tehiri caiz değildir. Bu rivayete göre esas görüş beyan-ı tağyir değil, beyan-ı tebdil yani nesh sayılmak gerekir. Ayrıca daha önce oruç tutanlar sünnet oruç tutmuşlardır. Beyanın sünnet için tehiri ise mümkündür.[64]

Mezkur ayeti mensuh kabul eden müfessirlerden Ebu Hayyân’a (ö.745/1344) göre, “mine’l-fecr” ifadesinin inişi, beyanın ihtiyaç vaktine ertelenmesi değil, nesih türündendir. Nitekim sahâbe, buna göre, yani lafzı “mine’l-fecr” ifadesi inene kadar zâhiri üzere uygulayarak hareket etmiştir. Böylece, ak ve kara iplikleri zâhiri üzere yorumlamak neshedilmiştir. Dolayısıyla, mecaz olmuşlardır. Ufukta yayılan şafak sökmesinin ilk belirişi beyaz ipliğe, gecenin son karanlığından fecir sırasındaki uzantı kara ipliğe benzetilmiştir.[65]

Beyanın varlığı noktasında, şöyle bir itiraz yapılabilir: “Beyaz iplik”ten muradın fecir olması, ihtiyaç olduğu halde mücmelin beyanının gecikmesi, nasıl caiz olabilir? Oysa teklifin bekasına rağmen, beyanın ihtiyaç vaktinden gecikmesi caiz değildir!

Ulemâ bunlara şu cevapları vermişlerdir: Âyet-i kerîmede, aslında “fecir” lafzı nâzil olmadan da, beyân vardır. Yalnız herkesin anlayacağı şekilde değil, pek çok veya bazı mütehassısların anlayacağı şekildeydi. Beyânın, herkesin anlayabileceği derecede açık olması gerekmez.[66] Kaldı ki, “mine’l-fecr” eklentisi inmeden önce âyet-i kerîmeden maksadın ne olduğunu, Hz.Adî ve bazı lafzı hakikat anlamına yoranlar anlamamıştır. İslâm’dan önceki câhiliyet devrinde ak iplikle kara ipliğin gündüzle gece mânâsında kullanılması yaygınlaşmıştır, bunun beyâna ihtiyâcı yoktur. Ayetin inişi sırasında Hz.Peygamber’in huzurunda bulunan Kureyş ve muhatap olan başkalarının lehçesinde bu kullanım yaygındı. Adî bin Hâtim ve âyeti anlamakta zorlananlar, bu lehçeyi bilmiyorlardı. Çünkü, bütün Araplar, bütün lehçeleri bilmezdi. Ama durum, bazılarına biraz karışık geldi. Dolayısıyla, bu ifadeleri, gerçekten iplere yordular. Durumu Hz.Peygamber’e sorunca, Allah’ın muradını onlara bildirdi. Yüce Allah da, “mine’l-fecr” eklentisini indirdi. Böylece ihtimal ortadan kalktı, lafızdan kastedilenin gecenin karanlığı ve fecrin aydınlığı olduğu anlaşıldı.[67] Nevevî (ö.631-676), şöyle der: “İpleri böyle hakikat anlamında anlayanlar, Rasulullah’ın (s.a.) meclislerinde sürekli bulunmayanlar, hatta bedevîler ve kıt anlayışlılar veya dillerinde gece ve gündüz hakkında böyle kullanım olmayanlardır. [68]

1.1.1.4.        Ayetten Çıkartılan Hükümler

٠ Oruç gecelerinde 0210911 02001911021 fecrin doğuşuna kadar yeme, içme ve cimanın mübah oluşu.

٠ Orucun süresinin fecri sadığın doğuşundan güneşin batışına kadar olduğunun beyan edilmesi.

٠ Oruçlunun uzak durması gereken şeylerin yeme, içme ve cima olduğunun beyanı.

٠ Özellikle Ramazan ayında itikafın meşru oluşu. İtikafa giren kişiye eşiyle mübeşeretin itikaf müddetince helal olmayışı.

٠ Söylendiğinde haya edilecek şeyi açıkça değilde kinaye kullanarak söylemek ayette de vat’ı yerine mübaşeret kullanılmıştır.

٠ 91212011 haram kıldığı şeyleri hadleri 291 çiğnemenin haram oluşu.

٠ Şer’i kanunların ve hadlerin inzalinin ve konulmasının gayesinin takva olduğunun beyanı.

٠ Sünnet ile sabit olmuştur ki, sahuru, fecrin doğuşundan korkulmadığı müddetçe tehiri ve iftarda acele etmenin müstehab oluşu.

1.1.2.       İsrâ Sûresi 78. Ayet

اَقمِِ الصَّلوةَ لِدُلوُكِ الشَّمْس اِٰلى غَسَق الیَّْلِ وَقرُْانَ الْفجْر انَّ قرُْانَ الْفَجْر كَانَ مَشْھوُدًا

Fecr kelimesi İsrâ suresinde iki defa aynı ayette geçmektedir. (İsrâ 17/ 78) Ayetin anlamı konusunda müfessirlerin genel tercihi şu şekildedir: “Gündüzün güneşin gün ortasını aşmasından gecenin karanlığına kadar namaz kıl ; bir de sabah namazını ; çünkü sabah namazı şahitlidir[69].” Ayete verilen bir diğer anlam da “Namazı, güneşin zevalinden gecenin iyice kararmasına kadar; bir de fecrin kur’anında kıl. Fecirdeki kur’anı gözle görülür”[70] şeklindedir.

İsra Suresinin 78. ayetinde ibadetlerin en önemlisi kabul edilen namaz ve namaz vakitleri konusundan bahsedilmektedir. Tefsirlerde genellikle namazın farz kılındığı İsra olayının ardından inen surenin bu ayetinde beş vakit namaza işaret edildiği belirtilmektedir.

Düluk kavramı “güneşin bir günde izlediği farazi çemberi dönerken gündüz vakti en yüksek noktayı geçerek batmaya yönelmesi” anlamına gelir.[71] Gün ortasından başlayarak çemberin dörtte üçlük kısmını tamamlaması diye de açıklanmıştır ki bu da ikindi vaktidir. Ayrıca gün batımı içinde kullanılmıştır.[72] Sonuç olarak İbn Aşur’a (ö.1879/1973) göre “düluku’ş-şems” lafzı, öğle ikindi ve akşam namazı vakitlerini içermektedir. Nitelim “ila” edatının da bu deyimin birden fazla vakti içerdiğine işaret etmektedir.[73] Şevkani (ö.1250/1882) bu lafzın anlamıyla ilgili görüşleri şöyle sıralar:

٧ Zeval vakti[74]

٧ Gün batımı

٧ Güneşin zevalinden batımına kadar geçen süre.72,

Gasak kavramı “karanlık” demektir, şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini ifade eder; “kur’ane’l-fecr” ise müfessirlerin çoğunluğuna göre sabah namazına işaret eder.[75] Ayrıca bu deyimin, namaz içinde Kur’an okunması gerektiğini de ima ettiği, bu bütün namazlar için geçerli olmakla birlikte burada sabah namazının örnek olarak anıldığı, nitekim Hz. Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) uygulaması uyarınca sabah namazında daha fazla Kur’an okunduğu belirtilmektedir.

Tefsirlerde tercih edilen anlama göre ayette geçen kur’âne’l-fecr ifadesi ile kastedilen sabah namazıdır.[76] Kaynaklarda, sabah namazının Kur’an şeklinde isimlendirilmesinin beyan ilminde mecâz-ı mürsel, alakasının da zikru’l-küll iradetu’l-cüz olduğu ifade edilmiştir. Yani namazın rükunlarından biri olan kıraat zikredilmek sûretiyle namaz kastedilmiştir. Sabah namazının Kur’âne’l-fecr şeklinde isimlendirilmesinin, kıraatı uzun tutmaya teşvik olduğu yorumu yapılmıştır.[77] Ayetin devamında inne kur’âne’l-fecri kâne meşhûden buyrulmuş ve sabah namazı meşhûden kelimesiyle vasfedilmiştir. Bu şekilde vasfetmenin, gece ve gündüz meleklerinin bu vakte şahit olmasından dolayı olduğu söylenmiştir.[78] Buhârî (ö.256/870) ve Müslim’in (ö.261/875) rivayet ettiği Ebû Hureyre’den gelen hadiste Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir takım melekler geceleyin, diğer takım melekler de gündüzün birbirlerini müteâkıb size gelirler. Bunlar sabah ile ikindi namazlarında birleşirler. Sonra içinizde kalmış olan melekler semâya yükselirler. Rabları namaz kılmış kullarının hallerini en iyi bilir olduğu hâlde, yine o meleklere: Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorar. Onlar da: Biz onları namaz kılar hâlde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarlarken varmıştık, derler”.[79]

Tefsirlerde, kur’âne’l-fecr ifadesiyle ilgili olarak yukarıda naklettiğimiz manalar dışında bir tercihe rastlamadık. Ancak günümüzde, ayeti fecrin doğuşu ile ilişkilendiren ve kur’ân’l-fecr ifadesini fecrin yoğunlaşması şeklinde anlayanlar vardır. Bu durumda birinci kur’âne’l-fecr ifadesi mefülü fîh olarak yorumlanmış ve fecrin yoğunlaşması esnasında namaz kıl şeklinde bir anlam ortaya çıkmıştır. İkinci kur’âne’l-fecr ifadesine de “şüphesiz ki fecrin yoğunlaşması gözle görülür” şeklinde bir anlam verilmiştir.[80]

İfadeye bu anlamın verilmesi dilin kullanımı açısından da uygun değildir. Çünkü güneş ışıklarının atmosferde yansıması bir yoğunlaşma kabul edilse bile, bu fecrin değil fecrin ışıklarının yoğunlaşmasıdır. Bu hadisenin fecrin yoğunlaşması şeklinde ifade edilmesi ancak mecaz yoluyla olabilir. Çünkü fecir dediğimiz şey güneş ışınlarının atmosferde yansıması hadisesidir.

1.1.3.         Nur Suresi 58. Ayet

یاَ أَیُّھاَ الذَِّینَ آمَنوُا لِیسَْتأذِْنكُمُ الذَِّینَ مَلَكَتْ أَیْمَانكُُمْ وَالذَِّینَ لَمْ یبَْلغُُوا الْحُلمَُ مِنكُمْ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ مِن قبَْلِ صَلاَةِ

الْفَجْرِ وَحِینَ تضََعُونَ ثیَِابكَُم مِّنَ الظھَِّیرَةِ وَمِن بَعْدِ صَلاَةِ الْعِشَاء ثلاََثُ عَوْرَاتٍ لكَُّمْ لیَْسَ عَلَیْكُمْ وَلاَ عَلَیْھِمْ جُناَحٌ

بعَْدَھنَُّ طَوَّافوُنَ عَلَیْكُم بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْض كَذَلِكَ یبُیَِّنُ اللهَّ لكَُمُ الآْیَاتِ وَاللهَّ عَلیِمٌ حَكِیمٌ
حمم

Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz

bulûğ çağına ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman) sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte böylece açıklar.

Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.[81]

Burada evin çocuklarıyla hizmetçilerin, diğer aile fertlerinin odalarına ve özel mekânlarına girip çıkarken nasıl davranacaklarına dair açıklamalar yapılmaktadır. Kolaylık İslâm’ın ilkelerinden biridir; dinî, ahlâkî ve hukukî ilkeleri ihlâl söz konusu olmadığı sürece müminler, kendilerine kolay gelen uygulamaları tercih edebileceklerdir. İffetin korunması bir ilkedir, bunun için örtünmek, cinselliği sergilememek bir araçtır. Bu ilke ile kolaylık ilkesi çatıştığında ikincisinden, ancak zorunlu olduğu ölçüde fedakârlık edilmesi istenmiş, örtünmenin amacını ortadan kaldırmayan kolaylıklara izin verilmiştir.

Köle, câriye, hizmetçi gibi devamlı evde olan ve hizmet gerektirdiği için evin hanımı ve beyi ile birlikte yaşayan kimselerle henüz ergenlik çağına gelmediği için daha ziyade evde, ana babanın yanında bulunan çocukların, birbirlerinin yanına girip çıkarken, üç vakit dışında izin almalarına gerek görülmemektedir. Bu üç vakitte karı

koca veya özel mekânında bulunan diğer ev sakinleri, 30-31. âyetlerde ve tefsirinde açıklanan, “hizmetçiler ve mahremlere mahsus istisnaları aşacak şekilde” soyunabilecekleri için, yanlarına gelmek isteyen küçük çocuklar ve hizmetçilerin izin almaları emredilmiştir. Bu üç vakitten birisi konumuz olması hasebiyle صَلوةِ الْفَجْرِ kavlidir. Allah Teala’nın sabah namazının başlama vaktine burada, “salatu’l-fecr yerine, salatu’s-subh, salatu’l isfar, salatu’l-gales kimi tamlamaların ayette yer almaması sabah namazı vaktinin dolayısı ile imsâk vaktinin başlangıç vakti olan fecr­i sadığın doğuşuyla olduğuna delildir.79F[82]

1.1.4.         Fecr Suresi 1. Ayet

وَالْفَجْر

“Fecre andolsun…”[83]

Sabah aydınlığı” diye çevirdiğimiz fecr kelimesi masdar olarak “tan yerinin ağarması”, isim olarak “sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarma zamanı” gibi anlamlara gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, canlıların da uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah sabah aydınlığına yemin ederek ayette anlatılacak konulara dikkat çekmiştir.[84]

1.1.5.         Kadir Suresi 5. Ayet

سَلاَمٌ ھِىَ حَتىّ مَطْلعَ الْفجَْر

“…O gece, fecrin (tan yerinin) ağarmasına kadar bir esenliktir.”[85]

Bu surede Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı oluşunun başka bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece Allah Teala’nın vereceği görevleri üstlenmek üzere melekler ve ruh (Cebrail) yeryüzüne inerler. Kadir gecesi gibi bin aydan daha hayırlı bir gecenin Ramazan ayı içerisindeki bir güne denk geldiği bu sebep ile de şer’i günün tarifinden de bildiğimiz gibi şeriatta gün fecr-i sadığın doğumuyla başlar, güneşin batımıyla sona erer. İşte surenin sonunda leyle-i kadrin son vaktine bu şekilde işaret edilmiştir.[86]

1.2.        Hadisler Işığında imsak Vakti

Bu bölümde “Kur’an’da İmsâk Vakti” başlığı altında incelenen imsâk vaktine hüccet kabul edilen mücmel ayetlerin tefsiri ve tebyini sadedinde konuyla alakalı hadis rivayetleri incelenecektir. Hem alanımızın hadis olması hem de sünnetin Kur’an’dan sonra İslam dininin ikinci büyük kaynağı ve delili olması yönüyle hadis rivayetlerinin doğru okunması doğru anlaşılması ve pratik hayata sünnet çizgisinden kopmadan aktarılması ibadetlerimizin, sıhhat ve eda şartları açısından önemlidir. Sünnet Kur’an’ın bir açılımı ve izahıdır. Kur’an’da yer alan ilahi buyruk ve tavsiyelerin Müslümanların gündelik hayatına aktarılması sünnet sayesinde gerçekleşmiştir. Şamlı meşhur fakih Mekhule (ö.100/718) nispet edilen, “Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından daha fazladır.”[87] şeklindeki söz, sünnetin Kur’an’ın anlaşılması ve pratik hayata aktarılması konusunda ne kadar vazgeçilmez yeri olduğunun bir ifadesi olarak anlaşılmalıdır.

Hz. Peygamber, “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”[88] ayeti gereğince Allah’ın kitabını açıklayarak zihinlerdeki soru işaretlerini yok ediyordu. Hz. Peygamber, yeri geldikçe Kur’an’ı Kerim’in farziyyetini bildirip, keyfiyetini Resulü’ne bırakmış olduğu hükümleri tavzih ediyordu. “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.”[89] buyurarak namazın kılınış şeklini ve vakitlerini ashaba uygulamalı olarak öğretmişti. Aynı şekilde hac konusunda da, “Hac ibadetinin gereklerini benden öğrenin”[90] buyurarak haccın menasikini de yaşayarak öğretmişti. Sünnetin mücmel ayetleri açıklaması olmaksızın namazın vakitleri, şartları, erkânı, farzları ve adabı ve yine orucun, haccın ve zekâtın şekli, hangi maldan ne kadar verileceği gibi ayrıntılar anlaşılamazdı.

Hadis rivayetleri ana konuları ve içerikleri itibariyle çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlardan biri şer’i hüküm ihtiva eden, sosyal ve hukuki meseleleri konu edinen fıkhi hadislerdir. Fıkhi hadisler insanların, Allah ile, hemcinsleriyle, tabiatla ve kendileriyle olan ilişkilerini konu edinen; hak ve mükellefiyetlerin dile getirildiği, ibadat, muamelat ve ukubata dair hükümlerle fıkhın usul ve hükümlerini içeren

rivayetlerdir. İslam dininin özellikle ibadet ve muamelata bakan büyük bir kısmı sünnet yorumuyla şekillenmiştir. İmam Nevevî (ö.676/1277) bu hususta; "Muhakkak ki bizim dinimiz Kitab-I Aziz ٧٥ rivayet olunan sünnetler üzerine bina edilmiştir. Fıkhî ahkâmın birçoğu sünnetlerle yapılanmıştır. Füruatla ilgili âyetlerin pek çoğu mücmel olup, açıklamaları muhkemattan olan sünnetlerdedir"[91] der. Bizim çalışmamızın da konusunu teşkil eden imsâk vakti meselesi fıkhu’l-hadise dair bir konudur. Dolayısıyla bizde çalışmamızı ahkam hadisleri üzerinden yürüteceğiz.

İmsâk vaktine ışık tutabilecek hadis rivayetleri klasik hadis kaynaklarımızda özellikle “kitabu’s-savm-sıyam”,”kitabu tefsiru’l-kur’an” ve “kitabu mevakitu’s- salat” bölümlerinde yer almaktadır. Bu bölümlerde yer alan rivayetler özellikle sahur vaktinin fazileti, imsâk vaktinin ve fecirle alakalı hadislerin keyfiyeti, sabah ezanının okunma ve sabah namazının kılınma vakti hadis kaynaklarımızda tespit edebildiğimiz başlıklardır. Bu başlıkların hadis kitaplarımızdaki bilhassa kütüb-ü sittedeki sayısal dağılımı şu şekildedir: Buhâri’nin sahihinde “savm” kitabında toplam 69 bab bulunmaktadır. Bunlardan 6 tanesi imsâk vaktiyle ilgili olup, ayrıca “kitabu tefsiru’l-kur’an” babında da mükerrersiz 3 hadis rivayeti yer almaktadır. Müslim’in sahihinde ise “kitabu’s-sıyam”da toplamda 40 bab yer almakta olup bunlardan 7 tanesi imsâk vaktinin tayinine ışık tutabilecek mahiyettedir. Tirmizi’nin süneninde ise “kitabu’s-savm”da 83 bab’dan 3 bab konumuzla alakalı olup, “kitabu tefsiru’l-kur’an”da da Bera hadisi yer almaktadır. Şahit ve farklı rivayetleriyle toplam 10 rivayet bulunmaktadır. Ebu Davud’un Süneni’nde ise “kitabu’s-sıyam”da toplamda 81 farklı bab’dan 3 bab konumuzla alakalı olup 4 farklı hadis rivayeti yer almaktadır. Buna ilaveten “babu fi’l-mevakit” bölümünde sabah namazı vaktiyle alakalı 5 hadis-i şerif rivayeti yer almaktadır. Nesai’nin süneninde ise “kitabu’sıyam”da 85 farklı bab’dan 8 hadis rivayeti imsâk vaktiyle ilgilidir. İbn Mace’nin Süneni’nde ise “kitabu’s-sıyam”da toplam olarak 68 farklı bölüm içerisinde imsâk vaktinin tayinine ışık tutabilecek 5 hadis-i şerif rivayeti yer almaktadır. Ayrıca “kitabu mevakitu’s-salat” kitabında 6 hadis-i şerif sabah namazı vaktinin tayiniyle ilgili olarak yer almıştır. Tespit edebildiğimiz kütüb-ü tis’a dışındaki imsâk vaktiyle ilgili hadis-i şerif rivayetlerinin farklı raviler tarafından rivayet sayısı ise 21’dir.

Gerek konumuzla alakalı gerekse farklı alanlarla alakalı hadislerin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için bir takım ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler başlıklar halinde şu esaslardan oluşmaktadır :

Hadisleri Kur’an-1 Kerim ile birlikte ele almak

٠   Hadisleri Hz. Peygamber’in sünneti ve sireti ile birlikte anlamak

٠   Hadisleri İslam’ın Evrensel -Külli esasları ile birlikte anlamak

٠   Hadislerin dini hükümler bakımından bağlayıcılık derecesini belirlemek

٠   Hadislerde nesih olgusunu ve nasih-mensuh rivayetleri tespit etmek

٠   Hadisler arasında görülen ihtilafların çözüm yollarını araştırmak

٠   Hadis metinlerini konu bütünlüğü içerisinde değerlendirmek

٠   Hadislerin mana olarak rivayet edilebilmiş olabileceğini dikkate almak

٠   Hadislerin vürud (söyleniş) sebeplerini dikkate almak

٠   Hz. Peygamber’in üslubunu ve anlatım tarzını bilmek

٠   Hz. Peygamber’in kavram dünyasını bilmek

٠   Hadislerdeki teşbih, istiare, mecaz ve kinaye gibi edebi anlatım tarzını bilmek[92]

٠   Hadislerdeki deyimleri anlamak[93]

Bakara suresinin 187. ayetindeki siyah iplik-beyaz iplik kavramlarını imsâk vakti olarak anlayanlar, bu sonuca lafzi veya sünnet destekli mecâzi yorumla varmışlardır. Bu bölümde sahabenin imsâk vaktinin tespiti hususundaki yaklaşımları hadis-i şeriflerle resmedilmeye çalışılacaktır.

1.2.1.             Lafzî Anlayışlar ve Hz.Peygamber’in Mecaz Yoruma Yönlendirmesi

Sahâbîlerin bir kısmının, Bakara 187.âyeti zâhirî-lafzî bir yorumla, hakikat anlamında anladığı nakledilir. Bu anlayışın sonucu olarak, âyete uygun şekilde siyah- beyaz ipliklere göre imsâk vaktini belirlemek için, maddî bir takım çözümlere başvurdukları gözlemlenmektedir.

1.2.1.1.        İmsâk Vaktini İplerle Belirleme

1.2.1.1.1.        Ayaklara İp Bağlama (Sehl bin Sâ’d Hadisi)

حَدَّثنَا عُبیَْدُ اللهَّ بْنُ عُمَرَ الْقوََاریرىُّ حَدَّثنَا فضَُیْلُ بْنُ سُلَیْمَانَ حَدَّثنَا أَبوُ حَازمٍ حَدَّثنَا سَھْلُ بْنُ سَعْدٍ قالَ لمََّا نَزَلتَْ ھَذِهِ الآیَة (وَكُلوُا وَاشْرَبوُا حَتىَّ یتَبَینََّ لَكُمُ الْخَیْطُ الأَبْیَضُ مِنَ الْخَیْطِ الأَسْوَدِ) قالَ كَانَ الرَّجُلُ یأخُْذُ خَیْطًا أبَْیضََ وَخَیْطًا أَسْوَدَ فَیأَكُْلُ حَتى یَسْتبَِینھمَُا حَتى أَنْزَلَ اللهَّ عَزَّ وَجَلَّ (مِنَ الْفجَْرِ) فبَیَنََّ ذَلكَِ.[94]

Bize Abdullah İbn Ömer el-Kavaririyyü rivayet etti, dedi ki; Fudayl İbn Süleyman’dan oda Ebu Hazim’den o da Sehl bin Sâ’d’dan naklen rivayet etti: “Şafağın (tan ağarması) ak ipliğe benzeyen ilk aydınlığı (gün ağarması), siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından seçilinceye kadar yeyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun[95] âyeti inmiş, fakat “mine’l-fecr” (fecr-i sadığa kadar) kısmı inmemişti. Bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde ayaklarına beyaz ve siyah ipler bağlamış ve bunlar kendisine belirinceye kadar yemeğe devam etmişlerdi. Bunun üzerine Allah “mine’l-fecri” kaydını indirdi de, böylece Yüce Allah'ın “beyaz iplik ve siyah iplik” kavliyle ancak gece ve gündüzü kasdettiğini anladılar.[96]

Sehl’in (r.a) ayet-i kerimedeki hayt (iplik) kelimesini gerçek anlamıyla anlayarak hakikatte de imsâk vaktini belirleyebilmek için siyah ve beyaz renklerden oluşan iki ipe ihtiyaç olduğunu düşünmüş ve imsâk vaktini belirleyebilmek için şahsi ve maddi bir takım uygulamalara girişmiştir. Ayeti bu şekilde zahiri olarak anlayan sahabilerden olan Sehl bin Sâ’d beyaz ipi bir ayağına siyah ipi de bir ayağına bağlamak suretiyle ve bunlar kendisi için belirgin oluncaya kadar yemeye-içmeye devam etmiştir. Bahse konu olan ayetin nüzul sebebi incelendiğinde müfessirlerin çoğunluğu ayetteki bu yanlış anlama ve uygulamaları ortadan kaldıracak kapalılığı vuduha (açıklığa) ulaştıracak şekilde Allah Teala’nın “mine’l-fecri” lafzını indirdiğini söylemişlerdir[97]. Ayette zikrolunan siyah ve beyaz ip lafızlarının bu şekilde mecaz olarak kullanıldığını anlayan ashab siyah ipten kastedilenin gece, beyaz ipten kastedilenin de gündüz olacağını idrak etmiş oldular.[98]

1.2.1.2.         Yastık Altına İp Koyma (Adî bin Hâtim Hadisi)

حَدَّثنَا حَجَّاجُ بْنُ مِنْھاَلٍ ، حَدَّثنََا ھشَُیْمٌ قَالَ : أخْبرََني حُصَیْنُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ ، عَنِ الشَّعْبيِّ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ ، رَضِيَ اللهَّ عَنْھ ، قَالَ : لمََّا نَزَلتَْ {حَتىَّ یتَبَینََّ لَكُمُ الْخَیْطُ الأبَْیَضُ مِنَ الْخَیْطِ الأسَْوَدِ} عَمَدْتُ إِلىَ عِقاَلٍ أَسْوَدَ وَإِلىَ عِقَالٍ أَبْیَضَ فجََعَلْتھُمَُا تحَْتَ وسَادَتِي فَجَعَلْتُ أنَْظرُ فيِ اللیَّْلِ فلاَ یَسْتبَینُ ليِ فغََدَوْتُ عَلَى رَسُولِ الله صلىالله علیھ وسلم فَذَكَرْتُ لھ ذَلكَِ فقَالَ إنِمََّا ذَلكَِ سَوَادُ اللیَّْلِ وَبَیَاضُ النھَّارِ

Haccâc İbnu Minhâl bize Huşeym’den rivayet etti, dedi ki; Huseyn İbn Abdirrahman’ın bana haber verdiğine göre Şâbi’i tahdis etti ve dedi ki; Adî İbn Hâtim’in (r.a.) şöyle dediği nakledilmiştir: “Şafağın ( tanağarması) ak ipliğe benzeyen ilk aydınlığı, siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından seçilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.[99]âyeti inince, biri siyah, diğeri beyaz olan iki ip aldım ve yastığımın altına koydum. Gece boyunca da zaman zaman bu iplere baktım, fakat bu ipleri birbirinden iyice ayırdedemedim. (Beyazı karadan seçince, imsâk ettim.)[100] (Böylece bir de baktım ki güneş yükselivermiş!) Sabahleyin, Hz. Peygamber’in (s.a.) yanına gidip yaptıklarımı anlattım. (“Ya Rasûlallah! Ben, yastığımın altına biri beyaz, öteki siyah iki ip koydum. Bununla geceyi gündüzden seçiyorum.”) Rasûlullah (s.a.) güldü[101], bana şöyle dedi: “(“Yastığın pek genişmiş ve uzunmuş. / Gerçekten yastığın enliymiş, (gece ve gündüz ona sığmış!) [102]/ Hayır öyle değil, ey kalın kafalı!”) Bu kara iplik ile ak iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır.”[103]

Sehl rivayetinde olduğu gibi Bakara, 2/187 ayetindeki haytu’l-ebyad ve haytu’l-esved terkiblerini hakiki anlamında anlayan bir diğer sahabi de Adi bin Hâtim’dir. Adi (r.a) mezkûr ayet nazil olduğunda siyah ve beyaz ip lafızlarını gerçeğe hamlederek yastığının altına siyah ve beyaz ipleri koyarak imsâk etmeye çalışmıştır. Yaptığı uygulamada bir hatasının olduğunu düşünmüş olmalı ki, sabah olduğunda durumu Hz. Peygamber’e (salla’llâhu aleyhi ve sellem) arzettiğinde Allah Rasulü, Adi’nin (r.a) yaptığının yanlış olduğunu, siyah ve beyaz ip lafızlarının gecenin karanlığı ve gündüzün ilk aydınlığı olduğunu söylemiştir. Peygamberimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Adi’ye bu

şekildeki beyanı sünnetin tebyin vazifesini göstermesi bakımından önemli bir örnektir.

1.2.1.3.        Sehl Hadisi ve Adi bin Hâtim Hadisinde Beyanın Varlığı

Beyanın varlığı noktasında, şöyle bir itiraz yapılabilir: “Beyaz iplik”ten muradın fecir olması, ihtiyaç olduğu halde mücmelin beyanının gecikmesi, nasıl caiz olabilir? Oysa teklifin bekasına rağmen, beyanın ihtiyaç vaktinden gecikmesi caiz değildir!

Ulemâ bunlara şu cevapları vermişlerdir: Âyet-i kerîmede, aslında “fecir” lafzı nâzil olmadan da, beyân vardır. Yalnız herkesin anlayacağı şekilde değil, pek çok veya bazı mütehassısların anlayacağı şekildeydi. Beyânın, herkesin anlayabileceği derecede açık olması gerekmez. [104] Kaldı ki, “mine’l-fecr” eklentisi inmeden önce âyet-i kerîmeden maksadın ne olduğunu, Hz.Sehl, Adî ve bazı lafzı hakikat anlamına yoranlar anlamamıştır. İslâm’dan önceki câhiliyet devrinde ak iplikle kara ipliğin gündüzle gece mânâsında kullanılması yaygınlaşmıştır, bunun beyâna ihtiyâcı yoktur. Ayetin inişi sırasında Hz.Peygamber’in huzurunda bulunan Kureyş ve muhatap olan başkalarının lehçesinde bu kullanım yaygındı. Sehl bin Sâ’d, Adî bin Hâtim ve âyeti anlamakta zorlananlar, bu lehçeyi bilmiyorlardı. Çünkü, bütün Araplar, bütün lehçeleri bilmezdi. Ama durum, bazılarına biraz karışık geldi. Dolayısıyla, bu ifadeleri, gerçekten iplere yordular. Durumu Hz.Peygamber’e sorunca, Allah’ın muradını onlara bildirdi. Yüce Allah da, “mine’l-fecr” eklentisini indirdi. Böylece ihtimal ortadan kalktı, lafızdan kastedilenin gecenin karanlığı ve fecrin aydınlığı olduğu anlaşıldı. [105] Nevevî (ö.631-676), şöyle der: “İpleri böyle hakikat anlamında anlayanlar, Rasulullah’ın (s.a.) meclislerinde sürekli bulunmayanlar, hatta bedevîler ve kıt anlayışlılar veya dillerinde gece ve gündüz hakkında böyle kullanım olmayanlardır. [106]

1.2.1.4.        Adî bin Hâtim Olayı ile Ayetin İniş Tarihinin Uyuşmazlığı

Adî bin Hâtim hadisiyle ilgili olarak, şöyle bir soru hatıra gelebilir: “Bu hadîsin zâhirine bakılırsa, ak iplikle kara iplikten bahsedilen âyet-i kerime nâzil

olurken, Hz.Adî’nin orada bulunduğu anlaşılıyor. Bu, onun daha önceden müslüman olmasını gerektirir. Halbuki hakikat, öyle değildir. Çünkü âyet-i kerime çok önceden, hicretin ilk zamanlarında inmiş, Adî bin Hâtim ise hicretin 9. veya 10. yılında müslüman olmuştur. İbn İshâk (ö. 151/768) ile diğer Siyer ve Megâzî müellifleri, vak’ayı bu şekilde tesbit etmişlerdir. Ya âyetin, orucun farz kılınış tarihinden sonra indiğinin söylenmesi gerekir, bu ise uzak bir ihtimaldir; ya da Adî hadisi mahzuf kelimeler yerleştirilerek tevil edilmelidir.”[107]

Ulemâ bu soruya, dört şekilde cevap vermiştir: [108]

1)Hadîs-i şerifte sözü geçen âyet, oruç farz kılındıktan sonra nâzil olmuştur. Buhârî şârihi Aynî, (ö.855/1451) bu cevabı ihtimalden pek uzak görmektedir.

2)Hz.Adî’nin sözü, tevil olunur. Onun bu sözden murâdı: “Ben, müslüman olduğum vakit, bu âyet bana okununca, beyaz ve siyah iplerle tecrübeye giriştim.” demektir.

3)Hadisin manası, “Âyetin indiğini duyunca, iki ip aldım.” demektir.

4)Hadiste mahzuf (bağlamdan anlaşıldığı için ifade edilmeyen) kelimeler vardır. Bunlar, şöyle takdîr olunur: “Âyet-i kerîme nâzil olup da bir müddet sonra ben Medine’ye gelerek İslâmiyeti kabul ettiğim ve namazı şöyle kıl, orucu böyle tut şeklinde onun şeriatlarını öğrendiğim vakit iki ip aldım.” Aynî, (ö.855/1451) bu dördüncü vechin en güzel olduğunu söylemektedir. İmam Ahmed bin Hanbel’in (ö.241/855) rivayeti de, bu tevcîhi teyid eder. Mücâlid tarikıyla gelen bu rivayette, “Rasûlüllah (s.a.), bana namazla orucu öğreterek ‘Namazı şöyle kılacaksın, orucu da şöyle tutacaksın. Güneş kavuştu mu, tâ kara iplikten ak ipliği seçinceye kadar yeyip içebilirsin’ buyurdu. Ben de iki iplik aldım.” buyurulmaktadır. [109]

1.2.1.5.           Sehl bin Sâ’d Hadisi ile Adî bin Hâtim Hadislerinin Uzlaştırılması (Cem’i)

Cem’: İlk bakışta aralarında bir çelişki varmış gibi görülen hadislerin arasını, birini veya ikisini te’vil etmek suretiyle veya başka bir şekilde uzlaştırmak.

Hadislerin arası cem’ edilirken birisinin hükmünün iptal edilmemesi önemlidir,

çünkü cem’in gayesi her ikisiyle de amel edilmesidir.[110]

Sehl hadîsi ile Adî hadîsi arasında, bir tearuz olduğu ortaya çıkmaktadır. İbn Hacer el-Askalânî, (ö.852/1448) bu tearuzu şöyle ortadan kaldırır: Adî bin Hâtim’in hadîsi, Sehl bin Sâ’d’ın hadîsinden daha sonradır. Sanki, Adî’ye Sehl hadîsinde bahsedilen şey ulaşmamıştır. Mücerred olarak âyeti işitmiş ve yukarıda geçtiği şekilde anlamıştır. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a.) âyetteki “mine’l-fecr”den murâdın, karanlığı aydınlıktan ayırmak olduğunu beyân etmiştir. Bundan evvelki hadîste, Hz.Adî’nin biri beyaz, diğeri siyah iki ipi yastığının altına koyduğu bildirilmişti. Sehl bin Sâ’d hadîsinde ise, ashâb-ı kirâmdan bazılarının iki ipliği ayaklarına bağladıkları görülüyor. Fakat iki rivayet arasında, bir karşıtlık yoktur. Zira bazılarının iplikleri yastıklarının altına koyması, diğerlerinin ayaklarına bağlaması

mümkündür.”[111]

Ulemâdan bazıları, iki rivayeti uzlaştırmak için, Ashâb’ın sahur zamanına kadar iplikleri yastıklarının altında tuttukları, sahur zamanında onları ayaklarına bağladıkları ihtimâlinden bahsetmişlerse de, Aynî (ö.855/1451) tarafından bu ihtimâl uzak görülmüştür. Çünkü o zaman, kendileri uyanık bulunacakları için, ayaklarına

iplik bağlamaya hâcet yoktur. Ellerinde, onları daha iyi görürler. [112]

Müfessir Kurtubî (ö.656), Hz.Adî rivayeti ile Sehl rivayetini uzlaştırmış ve Adî rivayetinin Sehl rivayetinden sonra vârid olabileceğini belirterek, Hz.Adî’nin, Sehl rivâyetindeki macerayı işitmemiş, sadece âyeti duymuş olması ihtimalini ileri sürmüştür. Yine Kurtubî’nin beyânına göre, her iki hadîsin aynı olay hakkında vârid olması muhtemeldir. Yalnız, râvilerden bazısı, âyetteki “fecir” kelimesini âyetin bütünü içinde zikretmiş, bâzıları da onu âyetten ayırmışlardır. Çünkü bu kelime, âyet-i kerîmenin baş tarafından hayli zaman sonra nâzil olmuştur. Bazıları, bir sene

sonra indirildiğini söylerler. [113]

1.2.1.6.        Mecâzî Yorumlarda İmsâk Vakti

Hadîsin metninden anlaşıldığı üzere; Adî bin Hâtim, “Şafağın ( tanağarması) ak ipliğe benzeyen ilk aydınlığı (gün ağarması), siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından seçilinceye kadar yeyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.[114]” âyetini duyunca, bir siyah, bir de beyaz ip alıp, yastığının altına koymuş ve yeme-içmeye son vermek için iplerin birbirinden ayrılabileceği vakti beklemiştir. Ancak, sabah yaklaştığı halde, ipleri ayırdedememiş ve durumu Hz. Peygamber’e arzetmiştir. Burada, şöyle bir soru akla gelebilir: “Âyette, hakîki manânın kastedilmediğine delâlet eden açık bir karîne var, o da ifâdenin sonundaki, “mine’l-fecr” kelimesidir. Bu karîne, beyaz iplik ve siyah iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu, açıkça ortaya koyuyor. O halde, Adî bin Hâtim, niçin böyle bir hataya düşmüştür?”

Bu soruya, birkaç yönden cevâp verilebilir:

1-        Adî bin Hâtim, âyet-i kerîmedeki “mine’l-fecr” ifâdesini, sebep manâsına almış olabilir. Yâni, manayı; “fecir sebebiyle, beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar” diye anlamıştır.

2-        Adî bin Hâtim, bu işaret edilen bölümü unutmuştur. Nitekim, İbn Cerîr’in Adî’den rivayet ettiği şu haber, buna delâlet etmektedir. “Rasûlullah’a (s.a.) geldim. Bana, İslâmı öğretti. Her namaz vakti içinde nasıl kılacağımı tarîf etti. Sonra da, “Ramazan geldiği zaman, fecirleyin beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar ye-iç. Sonra geceye kadar orucu tamamla.” buyurdu. Ben, bunun ne olduğunu anlamadım. Siyah ve beyaz iki iplik büktüm. Fecir vaktinde, onlara baktım, fakat ikisini de aynı gördüm. Bunun üzerine, Rasûlullah’a (s.a.) gittim ve “Yâ Rasûlallah, bana tavsiye ettiğin herşeyi yaptım. Ancak, siyah iplik-beyaz iplik meselesini beceremedim.” dedim. “Buna sebep ne, yâ Ebâ Hâtim?” buyurdu ve sanki yaptığımı anlamış gibi gülümsedi. Ben; “Beyaz ve siyah iplikten iki iplik büktüm ve geceden (itibaren) onlara baktım. Ancak onları, hep aynı buldum.” dedim. Rasûlullah (s.a.) bunu duyunca, azı dişleri görülünceye kadar güldü ve “Ben sana “fecirleyin” demedim mi? O ancak, gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığıdır.” buyurdu.”[115]

İbn Cerîr’in rivayet ettiği bu hadîs, âyet-i kerîmedeki “mine’l-fecr” kelimelerinin de, geri kalanıyla birlikte bir bütün halinde indiğini gösterir.

1.2.1.7.        Bilâl-i Habeşî’nin İlk Ezanı, İbn Ümmi Mektûm’un İkinci Ezanı Okuması

Fecrin, ufuktaki enlemesine beyazlık olduğunu kabul eden cumhur, yemeyi haram kılan sınır, başka bir deyişle sahurun ne zamana kadar devam ettiği konusunda, iki yaklaşım benimsemiştir.

Bilâl-i Habeşî (r.a.) sabah namazı vakti girmeden önce bir defa ezan okurdu. İbn Ümmi Mektûm ise, Bilâl’den sonra bir ezan daha okurdu, işte bu ezan imsâk vaktinin ve sabahın vaktinin girdiğini gösterirdi. Bu, pekçok hadiste ifade edilmiştir.

1.2.1.7.1.        Abdullah İbn Ömer Hadisi

حَدَّثنَا عَبْدُ اللهَِّ بْنُ مَسْلَمَة، عَنْ مَالِكٍ، عَنِ ابْنِ شِھاَبٍ، عَنْ سَالِمِ بْنِ عَبْدِ اللهَِّ، عَنْ أَبِیھِ، أنَّ رَسُولَ اللهَِّ صَلى الله عَلیَْھِ وَسَلمَ قَالَ: «إِنَّ بِلالاًَ یؤَُذِّنُ بِلیَْلٍ، فكَُلوُا وَاشْرَبوُا حَتىَّ ینُادِيَ ابْنُ أمِّ مَكْتوُمٍ»، ثمَُّ قالَ: وَكَانَ رَجُلاً أه لا ئذ١ م ت أ متحت أ متحت أعْمَى، لاَ ینَُادِي حَتىَّ یقَُالَ لَھ:ُ أصْبَحْتَ أصْبَحْتَ

Abdullah İbn Mesleme tahdis etti, dedi ki; Malik’ten o da İbn Şihâb’dan o da Salim İbn Abdullah’tan o da babasından İbn Ömer’in (r.a) rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:

Bilâl, ezanı geceleyin (fecir olmadan) okur. İbn Ümmi Mektûm’un ezanını işitinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Çünkü o fecir doğmadan ezan okumaz.” İbni Ömer: “İbn Ümmi Mektûm, âmâ bir kimse idi. Kendisine ‘sabah vaktine girdin, sabah vaktine girdin’ diye söylenip bildirilene değin ezan okumazdı.” demiştir. Hadisin bazı rivayetlerinde yer alan, “İbn Ümmi Mektûm’a, ‘Sabahladın, sabahladın’ denilirdi.”[116] cümlesi gösteriyor ki, İbn Ümmi Mektûm, fecrin doğmasına yakın veya fecir doğarken ezan okumaya dikkat eder, vakti bildirmek için Hz.Bi1âl’in ezanıyla yetinmezdi.

“Bilâl’ın ezanı, hiçbirinizi sahur yemeğinden alıkoymasın. Çünkü Bilâl, henüz geceyken ezan okur. Onun bu ezanı, sizden ayakta olanları (ibadette bulunana/teheccüt namazı kılana/uyanık olana) haber vermek, uykuda olanı da uyandırmak içindir.” Rasulullah (s.a.), bunu söyledikten sonra, fecir vaktinin iyice anlaşılması için, parmaklarını yukarıya kaldırıp aşağıya diker ve “Fecir beyazlığın

böyle açığa çıkması değildir, tâ ki şöyle olmayınca.” dedi. Bunu söylerken de, şehadet ve orta parmağını üstüste bindirip sağa sola uzattığı rivayet edilir. [117]

Hz.Ayşe’nin (r.a.) şöyle dediği nakledilmiştir: Bilal, ezanı gece vakti okurdu.

Rasûlullah (s.a.) (insanların zihinlerindeki soru işaretlerine son vermek için) şöyle buyurdu: “Abdullah İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.[118] Çünkü o, fecir doğmadıkça ezan okumaz. [119]” Hadisin ravilerinden Ayşe veya Kâsım bin Muhammed , şöyle demiştir: “Bilâl ile İbn Ümmi Mektûm’un ezanları arasında, biri çıkıp diğeri inecek kadar bir süre vardı.”[120] Biri inip diğeri çıkmak istediğinde, çıkanı engelleyerek, şöyle derdi: “Biz sahurumuzu yapana kadar, olduğun yerde kal.”[121] Bundan anlaşılabileceği üzere, birincisi fecr-i kâzibin, diğeri fecr-i sâdığın doğuşunda ezan okurlarmış.

İbn Mes’ûd’un riaveyet ettiğine Hz. Peygamber (s.a.) şöyle dedi: “Bilâl gece (fecir olmadan) ezan okur. Siz, İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.”[122]

Übey bin Kâb’ın rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) dedi ki: “Ey Bilâl! Ezanın ile kâmetin arasında biraz ara ver ki yemek yiyen rahatlıkla bitirebilsin, abdest alan da rahatlıkla onu tamamlayabilsin!”[123]

Bu hadisin muhtelif lafızlarından anlaşıldığına göre, Hz. Bilâl’in vazifesi, Hz.Peygamber’in emrettiği vakitte geceleyin ezan okumaktır. Ashâb-ı Kirâm, Hz. Bilâl’in ezanından sonra sahur yemeye devam ederdi. Ayrıca, Abdullah İbn Ümmi Mektûm’un okuduğu ezan, Bilâl’in okuduğu ezana yakındır. İbn Ümmi Mektûm’a “sabah oldu, sabah oldu” denilmesi, onun ezan okumak için fecrin doğuşuna veya yükselişine yakın vakti gözettiğini gösterir. Çünkü o, vaktin bilgisi konusunda Bilâl’in ezanıyla yetinmezdi. Bilâl, ezanı değişik vakitlerde okurdu. “Birinin inip diğerinin (dama/minareye) çıkacağı kadar fasıla bulunurdu.” denilmesi, bazı zamanlardaki müşâhadeye göredir. Çünkü Bilâl, ezanı her gece aynı vakitte okusa, Rasûlüllah (s.a.) onun ezanıyla yetinerek, “İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya

kadar yiyip içebilirsiniz.” buyurma ihtiyacı duymaz, “Bilâl ezanı bitirdi mi, yiyip içmeyi kesin.” emrini verirdi. Hz.Peygamber (s.a.), İbn Ümmi Mektûm’un ezanını, yasağın başlangıcı olarak belirlemiştir. Buradan anlaşılan, İbn Ümmi Mektûm’un, vakti kollayan bir adamının olmasıdır. Böyle olmasaydı, bazan vakti bilemeyebilirdi. Nitekim, İbn Şihâb’tan yapılan nakil, bunu açıklığa kavuşturur: “İbn Ümmi Mektûm, görme özürlüydü. İnsanlar fecrin doğuşunu gördüklerinde ona ‘ezan oku’ deyinceye kadar, ezan okumazdı.”[124]

1.2.1.8.                          İbn Ümmi Mektûm’un İlk Ezanı, Bilâl-i Habeşî’nin İkinci Ezanı

Okuması

أَخْبَرَنَا یَعْقوُبُ بْنُ إِبْرَاھِیمَ، عَنْ ھشَُیْمٍ قالَ: أنَْبأَنََا مَنْصُورٌ، عَنْ خُبَیْبِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ عَمَّتھِ أنُیَْسَةَ قَالَتْ: قَالَ رَسُولُ اللهَّ صَلىالله عَلیَْھِ وَسَلمََّ: «إذَا أذَّنَ ابْنُ أمِّ مَكْتُومٍ فَكُلوُا وَاشْرَبوُا، وَإِذَا أَذَّنَ بلاَِلٌ فلاََ تأْكُلوُا وَلاَ تشَْرَبوُا

Yakub b. İbrahim, Huşeym’den bizlere haber verdi dedi ki; Mansur bize anlattı, Hubeyb b. Abdirrahman’dan o da Üneyse’nin teyzesinden şöyle rivayet etmektedir:

İbn Ümmi Mektûm ezanı gece okur. Bu sebeple siz, Bilâl’in ezanını duyana kadar yiyip içebilirsiniz.”[125] tarzında hadîsler de rivayet edilmiştir. Buna göre hadîsler arasında bir tenakuz söz konusudur.

Buhârî şârihi Aynî , bu tenakuzun, Hz.Bilâl ve İbn Ümmi Mektûm’un, ezanı nöbetleşe okumalarından kaynaklandığını söyler. Buna göre, Hz. Peygamber, bazı gecelerde ezanı önce Bilâl’e, sonra İbn Ümmü Mektûm’a, bazı gecelerde ise, önce İbn Ümmi Mektûm’a, sonra Bilâl’e okutmuştur. Hadîslerin hepsi gözönüne alındığında, oruca başlama ve sabah namazına durma konusunda, kim okursa okusun birinci ezana değil, ikinci ezana göre hareket edilir ve imsâk bununla başlar. Sonuç olarak oruç tutacak olan bir kimse, fecr-i sâdık denilen tanyerinin ağarmasına kadar yiyip içebilir. Fecr-i sâdık doğdu mu, artık yeyip içmeyi kesmek zorundadır.

1.2.2.811.                   lin Ezanı Sizi Sahurunuzdan (İmsâk Etmenizden) Alıkoymasın

Hadisi

1.2.2.1.Semura bin Cündeb Hadisi

حَدَّثنَا شَیْبَانُ بْنُ فَرُّوخَ، حَدَّثنَا عَبْدُ الْوَارِثِ، عَنْ عَبْدِ الله بْنِ سَوَادَة الْقشَُیْرِيِّ، حَدَّثَنِي وَالِدِي، أنَھ سَمِعَ سَمُرَةَ بْنَ جُنْدُبٍ، یقَوُلُ: سَمِعْتُ مُحَمَّدًا صَلىَّ الله عَلیَْھِ وَسَلمََّ یقَوُلُ: «لاَ یَغُرَّنَّ أَحَدَكُمْ نِدَاءُ بِلاَلٍ مِنَ السَّحُورِ، وَلاَ ھَذَا الْبَیَاضُ حَتى یسَْتَطِیرَ

Bize Şeyban İbn Ferrûc tahdis etti, dedi ki; Abdulvâris’den o da Abdillah İbn Sevâde’den o da babasından rivayet ettiğine göre, Semûra bin Cündeb, Hz.Peygamber’i (s.a.) şunu söylerken işitmiş olduğunu nakleder: “Sakın, ne Bilâl’in ezanı, ne de yayılmadıkça şu aydınlık, sizi sahurdan menetmesin/alıkoymasın.[126]

Semura bin Cündeb, hutbe okuyarak, Hz.Peygamber’in (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Sakın, ne Bilâl’in ezanı, ne de ufukda şöyle görünen uzun aydınlık (fecr-i kâzib: sahte beyazlık), şu şekilde yayılıncaya (fecr-i sâdık: gerçek fecir belirinceye) kadar, sizi sahurunuzdan aldatmasın.”[127] Ebu Davud diyor ki: Rasûlullah (s.a.) bu ânı tarif ederken, ellerini sağa sola uzatıyordu. Hammâd, bunu iki eliyle göstererek, genişliğine zuhur eden aydınlığı anlatmak istediğini belirtmiştir.

1.2.2.2. Abdullâh b. Mes‛ûd Hadisleri

حَدَّثنَا زُھَیْرُ بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَناَ إِسْمَاعِیلُ بْنُ إبِْرَاھِیمَ، عَنْ سُلیَْمَانَ التیَّْمِيِّ، عَنْ أبَي عُثْمَانَ، عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَالله عَنْھ، قالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلىَّالله عَلیَْھِ وَسَلمََّ: «لاَ یمَْنَعَنَّ أحََدًا مِنْكُمْ أَذَانُ بلاَِلٍ - أوَْ قَالَ ندَاءُ بلاَِلٍ - مِنْ سُحُورِهِ، فَإنِھ یؤَُذِّنُ - أوَْ قالَ ینَُادِي - بِلیَْلٍ، لِیَرْجِعَ قائِمَكُمْ وَیوُقظَِ نَائِمَكُمْ

Bize Züheyr İbn Harb tahdis etti, dedi ki; İsmail İbn İbrahim tahdis etti, ondan Süleyman et-Teymiyyî ondan Ebî Osman ondan da Abdullah İbn Mes’ûd (r.a) rivayet ederek şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.), şöyle buyurdu: “Sizden hiçbirinizi Bilâl’in ezanı, sahur yemeğinden alıkoymasın/engellemesin. Çünkü o, namaz kılanınıza (teheccüd ve benzeri için kıyamda/ayakta olanınıza biraz dinlendirmek veya sahur yemeğine döndürmek amacıyla[128]) namazı kestirmek/ara verdirmek ve uyuyanınızı (sahura) uyandırmak için, geceleyin ezan okur.” Ardından elini

doğrultarak kaldırdı da, “Fecir şöyle ve şöyle olmakla değil, şöyle oluncaya kadardır.” buyurdu ve iki parmağını araladı.”[129] Bu, sabah namazı vakti demek değildir.” derken, parmaklarıyla işaret etmiş, yukarı kaldırıp aşağı indirmiştir. “Şöyle olana kadar.” derken de, bunu şehadet parmağı ve orta parmağıyla işaret etmiş, iki parmağını üstüste getirerek sağdan sola uzatmıştır.[130] Râvi, iki elinin parmaklarını birleştirdi, sonra onları aşağıya çevirdi/indirdi ve iki işaret parmağının arasını açtı, ufukta enlemesine açılan fecri kastediyordu.

Hz.Peygamber (s.a.), bu hadiste, önceki hadisteki gibi, Bilâl’in ezanının, imsâkin bitişini göstermediğini, Bilâl’in ezanından yararlanan iki grubun durumunu belirtmektedir. Bu hadiste, fazla olarak, fecr-i kâzib (yalancı fecir/alacakaranlık) ve fecr-i sâdığa (hakiki fecre) işaret etmiştir. Hz.Peygamber’in buradaki işaretle anlatımında, fecr-i kazib, yukarıdan aşağıya, boylamasına/diklemesine olan ilk aydınlık şeklinde tarif edilmektedir. Bu vakitte, imsâk ve sabah namazı vakti başlamaz. İmsâk vaktinin başlangıcını belirleyen fecr-i sâdık ise, ufukta enlemesine sağa ve sola açılıncaya kadar doğan aydınlıktır.

Hz.Bi1â1’in sabah vaktinden evvel geceleyin ezan okuması, namaza davet için değildi, ama namaz öncesi için birkaç işlev görürdü:

٠ 5202011 yaklaştığını bildirmek, gece namazında 012111211 kısa kesip vitre başlamalarını hatırlatmak: Hz. Peygamber, müslümanlara, Bilâl ezan okudu veya fecr-i kâzib denilen, yukarıdan aşağıya doğru inen aydınlık ufukta görüldü diye yemeyi içmeyi kesmemelerini, sahur vaktinin fecir yayılıncaya kadar devam ettiğini bildirmiştir. Çünkü Hz.Bilâl, geceyi ibâdetle geçirenlerin istirahate çekilmelerini, uyumakta olanların da ibâdete kalkmalarını temîn için erkence ezan okurdu. Hz.Bilâl, şafaktan önce ilk sabah ezanını okurdu; bu ezan, ülkemizde temcid okuma geleneğinin de kökenidir.

٠ Teheccüd namazı kılanların namazı keserek biraz uyumaları ve sabah namazına dinç kalkmalarını sağlamak: Seher vakti, uykuda olanlar ve gece namazına kalkmış olanlar bulunurdu. Gece namazına kalkmış

olanlar, 1121111 bu erken ezanıyla fecrin yaklaştığını anlayarak ibâdetlerine ara verirlerdi. Sabah namazına dinç ve kuvvetle kalkmak İçin biraz istirahat ederlerdi veya diğer ihtiyaçlarım giderirlerdi.

, Uyuyanların uyanarak az-çok tehecciid namazı klimaları yahut oruç tutacak olanların hemen sahur yemeği yemeleri: Hadisler, ayni zamanda, sahur yemeğini geciktirmenin meşruluğuna delildir. Seher vaktine kadar uyanmamış olanlar, 12111 bu erken ezanıyla uyanarak gece ibâdetini yapar, hemen ardından sahur yemeğini yer ve sabah namazına hazırlamrdı. Sahur vaktinin girişinden önce, 1121111 ezanini temel alarak, gerçekte okunması gereken vakitten yirmi dakika kadar önce erkenden ezan okumak, ihtiyat ilkesiyle bağdaşmaz. Aynca, günümüzde böyle bir ihtiyat payına gerek yoktur. Çünkü böyle bir ezan, sahurun geciktirilmesini öğütleyen hadislerle açıkça çelişmektedir.

- ihtiyaç duyanların, yıkanarak veya abdest alarak sabah namazına gelmelerini sağlamak.

1٠2.3٠ Fecri Tanımlayan Hadisler

حدثنا يحيى بن صاعد , ثنا يحيى بن المغيرة أبو سلمة المخزومي , ثنا ابن أبي فديك , عن ابن أبي ذنب , عن الحارث بن عبد الرحمن , عن محمد بن عبد الرحمن بن ثؤبان , أنه بلغه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم , قال: «هما فجران فأما الذي كأنه ذنب السرحان فإنه لا يحل شيئا ولا يحرمه , وأما المستطيل الذي عارض الأفق ففيه تحل الصلاة ويحرم الطعام

Yahya 1 9210 tahdis etti, dedi ki; Yahya ibn Muğire tahdis etti, 50 Seleme Mahzûmi’den 0 da Ebu Fudeyk’den ibn Zi’b’in babasından, 0 da 1121115 ibn Abdirrahman’dan 0 da Muhammed ibn AbdilTahman b. Sevban’dan bana ulaştığına göre Allah Resulü şöyle buyurmuştur demektedir: ،،1/6: çeşit fecir vardtr: Kurt /(1/ر- gu gibi diklemesine (miistetil: dikey) olan fecir (fecr-i kazib); herhangi bir 01/ 71٥ helal, ne de haram kılar. Ufukta genişliğine enlemesine 1/01/1/0477 (miistetîr: yatay) fecre (fecr-i sâdık) gelince, İşte sabah namazı 0 vakitte kılınır, oruç zamam sahur yemeği de 6 vakitte haram olur." 129 ibn Abbas ise, Hz.Peygamber’in (s.a.), şöyle

129 Dâralaitni, Savm, 2, N٥:lO41.

buyurduğunu nakleder: “Fecir, iki tanedir: Yeme içmenin haram, namazın helal olduğu fecir. Yeme-içmenin helal, namazın haram olduğu fecir.”[131]

Fecirlerin niteliğini tanımlayan bu hadislerden açıkça anlaşıldığı üzere, gece yarısından sonra güneşin doğduğu istikâmette iki defa beyazlık belirir: 1)Fecr-i Kazib (yalancı tan) [ فجرکاذب ]: Bu beyazlıklardan ilki, kurt kuyruğu gibi yukarıdan aşağıya doğru uzanır. Buna fecr-i kâzib (yalancı fecir) denilir. Fecr -i kâzib, gerçek tan ağartısından önceki geçici aydınlıktır. Sabah namazının girmesinde ve imsâk vaktinin sona ermesinde bu fecrin hiçbir etkisi yoktur. Fecr-i kâzib, hakiki fecirden bir süre önce görülür. Bu fecir, doğu ufkundan ve fecir yerinden semânın ortasına doğru uzanan, yukarıdan aşağıya doğru diklemesine sarkan ve biraz sonra kaybolan bir aydınlıktır; bu fecir, geceden sayılır. Bu vakitte, sahur yemeği yenebilir, ama sabah namazının vakti henüz girmemiştir. 2)Fecr-i Sâdık (gerçek tan) [فجر صادق ]: İkinci beyazlık ise, ufku baştan başa genişlemesine kaplayan beyazlıktır. Buna, fecr-i sâdık (sahici/gerçek fecir) denilir. Fecr -i sâdık, tan ağartısı, şafak sökmesidir. Bu fecrin doğmasıyla, yemek-içmek sona ermiş, sabah namazının vakti girmiş demektir. Fecr-i kâzib ile fecr-i sâdık arası, yaklaşık onsekiz dakîkadır. Fecr-i sâdık (gerçek tanyeri ağarması), doğu ufkunda ve ufuğa paralel olarak genişliğine dağılıp yayılan ve belirdikten sonra kaybolmayan bir aydınlıktır. Bu fecrin doğmasıyla, artık gece bitmiş ve şer’î gündüz başlamış olur. Bu fecrin, iki işlevi vardır: a)İmsâk Vaktini Belirlemek: Bu fecirle, imsâk vakti girer ve oruç vakti başlar. b)Sabah Namazının Giriş Vaktini Belirlemek: Bu fecirle, sabah namazının vakti girmiş olur. Fecr-i sâdıktan sonra, ezan duyulmasa bile, sabah namazı kılınabilir. Fakat Ramazan’da sabah namazının bu vakitte kılınabileceğini belirten Hanefiler’e göre, Ramazan dışında efdal olan kılınma vakti, fecrin doğuşundan sonra yaklaşık kırkbeş-elli dakîka kadar bir zaman geçmesidir.130F[132]

1.2.4.        Sahurun Fazileti Ve Geciktirilmesi İle İlgili Hadisler

حَدَّثنَا یحَْیَى بْنُ یَحْیى، قَالَ: أَخْبرَنَا ھشَُیْمٌ، عَنْ عَبْدِ الْعَزیز بْنِ صُھیَْبٍ، عَنْ أَنَس، ح وحَدَّثَنَا أبَوُ بكَْر بْنُ أَبِي شَیْبَةَ، وَزُھیَْرُ بْنُ حَرْبٍ، عَنِ ابْنِ عُلیَة، عَنْ عَبْدِ الْعَزیز، عَنْ أَنَس، رَضِيَ الله عَنْھ،ُ ح وحَدَّثنَا قتُیَْبة بْنُ سَعِیدٍ، حَدَّثنَا أَبوُ عَوَانة، عَنْ قتَادَةَ، وَعَبْدِ الْعَزیز بْنِ صُھَیْبٍ، عَنْ أنََس رَضِيَ الله عَنْھ،ُ قالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلىَّ الله عَلیَْھِ وَسَلمَ: «تَسَحَّرُوا، فَإنَِّ في السُّحُورِ بَرَكَةً

Bize Yahya İbn Yahya tahdis etti, dedi ki, Hüşeym’in bize bildirmesiyle, Abdilâziz İbn Sûheyb’ de Enes’den tahdis etti. Buhârî Ebu Bekir İbn Ebi Şeybe’den tahdis etti, dedi ki; Zûheyr İbn Harb’ın İbn Ûleyye’den ondan da Abdilaziz’in Enes (r.a) rivayet etti. Buhâri tahdis etti, dedi ki; Kûteybe İbn Sâid tahdis etti, ondan Ebû Avâne tahdis etti, ondan Katâde tahdis etti, ondan Abdilaziz İbn Sûheyb’in tahdis etmesiyle Enes (r.a)’ın Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.”[133]

حَدَّثنَا قتُیْبةَ بْنُ سَعِیدٍ، حَدَّثنََا لَیْثٌ، عَنْ مُوسَى بْنِ عُلَيٍّ، عَنْ أَبیِھِ، عَنْ أبَيِ قیَْس، مَوْلَى عَمْرو بْنِ الْعَاصِ، عَنْ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ، أنََّ رَسُولَ اللهِ صَلىَّ الله عَلَیْھِ وَسَلمََّ قاَلَ: «فَصْلُ مَا بَیْنَ صِیَامِنَا وَصِیَامِ أَھْلِ الْكِتَابِ، أَكْلَة السَّحَر

Bize Kuteybe İbn Sâid tahdis etti, dedi ki; bize Leys tahdis etti, Mûsâ İbn Alî’den babası, ondan Kays’ın babası Amr İbn Âs’dan tahdis etti. Amr İbn Âs’ın Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bizim orucumuzla Ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sahurdur.”[134]

Bakara, 2/187 âyetinin dolaylı işaretlerinden birisi de, Yüce Allah’ın fecir doğuncaya kadar yeme-içmeyi mübah kılmasının, sahurun müstehap oluşudur. Çünkü, yeme-içmeyi mübah kılma, ruhsat türündendir; ruhsatı almak da müstehaptır. [135]Aslında sahurun müstehaplığı, sahuru tavsiye ve teşvik eden çok sayıdaki sünnetin zâhirinden anlaşılır. [136] Hz.Aişe, (58/678) şöyle demiştir: “Allah Resulü (s.a.) aralıksız (savm-i visâl: hiç iftar etmeden birkaç gün aralıksız) oruç tutmaktan men eder, iftarda acele edilmesini ve sahurun geciktirilmesini emrederdi.”[137] Ümmü Hakîm bintu Vedâ’ der ki: Hz. Peygamber’i (s.a.) “İftarda acele ediniz, sahuru ise geciktiriniz.” buyururken işittim.[138] Görüldüğü gibi Hz. Peygamber (s.a.), sahurun mümkün oldukça geciktirilmesini tavsiye etmiş, ashâbın uygulaması da bu yönde olmuştur. Bunun için, sahur yemeğinin geciktirilmesi sünnettir.

Sehl bin Sâ’d’ın şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben ailemle birlikte sahur ederdim ve sonra Rasûlullah’la (s.a.) beraber sabah namazını kılabilmek için hızla mescide giderdim.”[139] İmam Mâlîk (ö.179-795), Abdullah İbn Ebû Bekir - Ebû Bekir senediyle şöyle bir rivayet nakletmiştir: “Biz gece namazını kıldıktan sonra, şafağın doğmak üzere olduğu endişesiyle yemeğimizi aceleyle yerdik.”[140] Sahurda acele etmek, sahur vaktinde yemeği hızla yemek anlamına gelir. Bu da, sahur vaktinin, ikinci şafağın doğmasından az bir süre önce olduğunu gösterir.

Ebu Hureyre (r.a.), (59/678) Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Biriniz, kap elinde iken ezanı işitirse, ihtiyâcını giderip karnını doyuruncaya kadar, onu bırakmasın.”[141] Ezanla ilgili hadisler, bir bütün olarak değerlendirilirse, bu hadîs-i şerîf, sahur yemeği veya başka herhangi bir yemekle ilgili olabilir. Dolayısıyla, sonuçları da farklılık gösterir:

1.2.4.1.        Sahur Yemeğiyle İlişkili Oluşu

Hadisin sahur yemeğiyle ilgili olduğu kabul edilirse, duruma iki ayrı açıdan bakılabilir:

1.        Buradaki ezandan maksat, fecir doğmadan önce, uyuyanları uyandırmak ve ibâdet halinde olanların istirahate çekilmelerini sağlamak amacıyla genelde Bilâl-i Habeşî tarafından okunan birinci ezan kabul edilebilir. Bu ezan okunduğu zaman zâten fecir doğmadığı için, yemeye-içmeye devam etmek gayet tabiîdir.

2.        Ezan, genelde İbn Ümmi Mektûm tarafından okunan ikinci ezan olabilir. Ama havanın kapalı olması gibi bir sebepten dolayı müezzin fecrin doğduğunu zannetmiştir; fakat oruç tutacak olan kişinin kanaatine göre, henüz fecir doğmamıştır. Bu durumda, ezan bitene kadar yemeye devam edip hemen ardından oruca başlanmalıdır.[142]

1.2.5.        Sahur İle Sabah Namazı Arasındaki Süre Ne Kadardır?

Sahur vaktinin bitişi ile sabah namazının girişi arasındaki süre, hadislerde farklı anlatılmıştır. Hadislerden, sahur vaktinin geciktirildiği, sabah namazının erken kılındığı sonucuna varılabilir.

1.2.5.1.         Camiye Gitme-Sünneti Kılma Aralığı Hadisleri

أَخْبرََنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّار، قَالَ: حَدَّثنََا مُحَمَّدٌ، قَالَ: حَدَّثنَاَ شُعْبَة،ُ عَنْ عَدِيٍّ، قَالَ: سَمِعْتُ زرَّ بْنَ حُبَیْش، قاَلَ: «تَسَحَّرْتُ مَعَ حُذَیْفَةَ، ثمَُّ خَرَجْناَ إِلىَ الصَّلاَةِ، فلَمََّا أتَیَْناَ الْمَسْجِدَ صَلیَّْناَ رَكْعَتیَْنِ، وَأقُیِمَتِ الصَّلاَة وَلَیْسَ بیَْنَھمَُا إلاَّ ھنُیَْھَة

a)Zirr bin Hubeyş Rivayeti: Muhammed b. Beşşâr’ın haber verdiğine göre, Muhammed bize tahdis etti, dedi ki, Şû’be bize tahdis etti, ondan da Adî tahdis ederek dedi ki; Zirr bin Hubeyş’in şöyle dediğini işittim: “Huzeyfe ile birlikte sahur yapmıştık. Sonra sabah namazı için mescide çıktık. İki rekat sünneti kıldık, sonra farz için kâmet getirildi. İkisi arasında, çok kısa bir zaman vardı.”[143]

1.2.6.         Elli Ayetlik Aralık Hadisi

حَدَّثنََا مُسْلِمُ بْنُ إِبْرَاھِیمَ، حَدَّثنَاَ ھِشَامٌ، حَدَّثَنَا قتََادَة، عَنْ أَنَسٍ، عَنْ زَیْدِ بْنِ ثَابِتٍ رَضِيَ اللهَّ عَنْھ،ُ قاَلَ: «تَسَحَّرْناَ مَعَ النبَِّيِّ صَلىَّالله عَلَیْھِ وَسَلمََّ، ثمَُّ قَامَ إلِى الصَّلاَةِ»، قلُْتُ: كَمْ كَانَ بیَْنَ الأَذَانِ وَالسَّحُورِ؟ " قَالَ: «قَدْرُ خَمْسِینَ آیةً»

a)Zeyd bin Sâbit Hadisi: Müslim bin İbrahim bize tahdis etti, dedi ki; Hişâm bize tahdis etti, Katâde tahdis etti, ondan da Enes tahdis ederek Zeyd b. Sâbit’in (r.a) (45/665) rivâyetine göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.) ile birlikte sahur yemeği yemiştik. Sonra da sabah namazı için kalktık. Ben, Rasûlullah’a (s.a.), sahurla sabah namazı arasındaki süreyi sordum. “Bir insanın elli âyet okuyabileceği kadar bir süredir.” buyurdu.”[144]

b)Enes Hadisi: Enes’ten (r.a) rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve Zeyd bin Sâbit, (45/665) sahur yemeği yedi. Sonra sabah namazı için kalktılar.” Katâde diyor ki: Biz Enes’e, “Rasûlullah (s.a.) ile Zeyd’in sabah namazını kılmaları ve yemek yemeleri arasındaki zaman ne kadardır?” diye sorduk. Enes: “Bir kimsenin elli âyet okuyabileceği kadar bir süredir.” dedi.[145]

c)Enes Hadisi: Zeyd bin Sâbit’in (45/665) şöyle dediği nakledilmiştir: “Biz Hz.Peygamber’le (s.a.) birlikte sahur yaptık. Sahur bittikten sonra, Rasûlullah (s.a.) namaza kalktı. Hadisin ravilerinden Enes: “Peki ezan ile sahur arasında ne kadar süre

geçti?” diye sorunca, Zeyd bn Sâbit şu cevabı verdi: “Elli ayet okunabilecek kadar bir süre!”[146]

Zeyd bin Sâbit’in “elli ayet okunabilecek kadar bir süre” şeklindeki cevabı, bu okuyuşun ne çok hızlı, ne de çok yavaş olduğu, okunacak ayetlerin de uzun değil, orta uzunlukta olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Bu da, sezgi ve tahminle belirlenir.[147] Elli âyet okuyacak zaman miktârı, dört-beş dakîka olarak takdir edilmiştir ki, bir abdest alacak zamandır.

Burada sahur vaktinin bitişi ile sabah namazının girişi arasındaki süre ele alınmıştır.

Zeyd İbn Sabit’in “elli ayet okunabilecek kadar bir süre” şeklindeki cevabını şöyle açıklamak gerekir : Bu okuyuş ne çok hızlı ne de çok yavaştır. Ayrıca okunacak olan ayetlerde orta uzunluktadır. [148]

Sahurla ilgili olarak dikkate almamız gereken bir diğer hadis rivayeti de şudur:

Bize Yunus tahdis edip dedi ki: Bize İbn Vehb tahdis edip dedi ki: Bana İbn Lehîa ve Yahya b. Eyyûb, Abdullah b. Eb Bekir’den haber verdiler. O İbn Şihab’dan, o Salim’den, o babasından (Abdullah b. Ömer’den), o Hafsa (r.a.h)’dan, o Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu rivayet etti:

“Fecirden önce geceleyin oruç tutmaya niyet etmeyen kişinin orucu olmaz.”[149]

Çalışmamızda yolumuzu aydınlatan en mühim hadislerden bir tanesidir, çünkü imsak vaktinin tespiti hususundaki keyfiliğin ve fecr-i sadığı doğru tespit edememenin oruç ibadetini iptal riski taşıdığını bu hadis bizlere haber vermektedir.

1.2.7.         İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Kızıllık İle Başlamasıyla İlgili Hadisler

1.2.7.1.          Zirr bin Hubeyş/Huzeyfe Hadisi

Zirr bin Hubeyş’ten rivâyete göre, şöyle demiştir: Huzeyfe bin el-Yemân (r.a.), şöyle dedi: “Ben, Resûlullah’la (s.a.) beraber sahûr yemeğini yedim. “Sabah

olduktan sonra mı sahur yediniz?” diye sordum. “Evet, sanki gündüzdü (nehâr) diyebilirim, ancak henüz güneş doğmamıştı.”[150]

Hadisin, daha ayrıntılı bir anlatımı şöyledir: Zirr bin Hubeyş (r.a.) şöyle der: “Sahur yemeğini yiyip mescide gittim. Giderken, Huzeyfe’nin evine uğrayıp yanına girdim. Bir deve sağmamı emretti, sağdım. Bir tencere emretti, sütü pişirdim, sonra; “ye” dedi. Ben “oruç tutmak istiyorum.” dedim. “Ben de istiyorum.” dedi. Yedik içtik, sonra mescide geldik, kâmet getirilip hemen namaza başlandı. Huzeyfe “Rasûlullah bana böyle yaptı” veya “Ben Rasûlullah’la böyle yaptım” dedi. “Sabahtan (tanyeri ağardıktan) sonra mı?/Hangi saatte peygamberle sahur yaptın?” dedim. “Evet, sabahtan sonra, ancak güneş henüz doğmamıştı.” dedi.[151]

Ebubekir er-Râzî el-Cassâs (ö. 370/981), Huzeyfe’den yapılan bu rivayetin sabit olmadığını, ayrıca âhâd haberlerden olduğunu, bu haberle de Kur’an’a itirazın caiz olmadığını belirtir.[152] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye (ö. 751/1350) ise, Zirr hadisinin ma’lûl, illetinin de vakf olduğunu söyler. Çünkü, Huzeyfe’yle sahur yapan, Nesâî’nin (ö. 303/915) de belirttiği gibi[153], Hz.Peygamber değil Zirr’dir.[154] Ayrıca, “Geceyi ve gündüzü iki âyet yaptık, gecenin âyetini giderdik; aydınlatıcı olmayı da gündüzün âyeti kıldık. Bu, hem rabbinizin ikramını aramanız, hem de yılların sayısını ve vakit hesabını bilmeniz içindir. Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıklamışızdır.” (İsra, 17/12) âyetindeki “nehâr”ın alâmeti, güneş değil fecirdir. Ünlü dil bilgini Halil bin Ahmed de, konuyla ilgili nakledilen şiirde geçen “nehâr”ın, fecir olduğunu söylemiştir; dolayısıyla nehar,

Haberin, Asım bin Ebi’n-Nücûd’un teferrüd ettiği hadislerden olduğunu söyleyen Nesâî, (ö. 303/915) “güneş henüz doğmamıştı” ifadesiyle, gündüzün yakınlığı kastedilmiştir yorumunu yapmıştır. Bu yorumun sonucu, fecrin doğuşundan emin olmadan sahur yaptıklarıdır, öyle ki birisi fecrin doğduğunu, ötekiyse henüz

doğmadığını sanmıştı.[155] Hâzimî, (ö.584/1188) ilim ehlinin bu haberle amelin terkinde icmâ ettiğini belirtir.[156]

Fukaha, bu hadisteki “nehâr” ifadesiyle ilgili iki değerlendirme yapmıştır:

!)Nesih Değerlendirmesi: Hadis 921111 51101, bu hadîsin açıklamasında şöyle der: “Bu hadîsteki ‘nehâr’dan maksat, şer'î gündüzdür, yâni fecirdir. ‘Şems’ten maksat ise, güneş değil fecirdir. Çünkü fecir aydınlığı, güneşten önce gelir. H u z e y f e’nin maksadı şudur: Sahur yemeği vakti, şafak sökme vaktine o kadar yakındır ki, henüz şafak sökmemiş olmakla beraber, neredeyse şafak söktü denilebilir.[157] Bu hadîsi zahirine göre mânâlandıranlar, bu hadîsin mensuh olduğunu söylemişlerdir.” Nitekim Tahâvî, bu rivayetteki durumun, Bakara, 2/187 âyetinden sonra, ama “mine’l-fecr” kaydı henüz inmeden önceki ara dönemde geçerli olma ihtimali olduğunu belirtir. Nitekim, Sehl hadisi de, buna işaret etmektedir. Dolayısıyla, sözkonusu kayıt, Huzeyfe’nin dikkatinden kaçmıştı, başkaları ise bu durumu biliyor ve ona göre hareket ediyordu. Huzeyfe, inen kayıttan habersiz oluşundan dolayı, bilgisine göre amel etmiştir. Bu itibarla da, bu konuyla ilgili bir şeyler bilenin görüşü, bilmeyenden daha çok benimsenmeye değerdir.[158]

2)Nesih Değerlendirmesinin Reddi: Sindî, Huzeyfe hadîsinin Bakara, 2/187 âyetinden önceki zamana âit olup, sonradan mensuh olduğu görüşünü uygun görmeyerek, şunu belirtir: “Oruç süresi, ilk zamanlar yatsıdan ertesi gün akşamına kadardı. Bu süre, mezkûr âyetle kısaltılarak fecirden akşama kadar sınırlanmıştır. Yâni teşditten tahfife doğru bir değişiklik olmuştur. Huzeyfe hadîsiyle âyetin hükümleri karşılaştırılınca, âyetin inişiyle oruç süresinde tahfif ve kısaltma değil, teşdîd ve uzatma durumu çıkmış olur.”

1.2.7.2.        Kays bin Talk Hadisi

حَدَّثنََا ھنَاَّدٌ قَالَ: حَدَّثنَاَ مُلاَزمُ بْنُ عَمْرو قَالَ: حَدَّثنَيِ عَبْدُ اللهَِّ بْنُ النُّعْمَانِ، عَنْ قیَْس بْنِ طلَْق قاَلَ: حَدَّثنَِي رم بل عمرو لدي 2 بس ل عل تيس بل صى لي أبَِي طَلْقُ بْنُ عَلِيٍّ، أنََّ رَسُولَ اللهَِّ صَلىَّ اللهَّ عَلیَْھِ وَسَلمََّ قاَلَ: «كُلوُا وَاشْرَبوُا، وَلاَ یَھِیدَنكَُّمُ السَّاطِعُ المُصْعِدُ، وَكُلوُا وَاشْرَبوُا، حَتىَّ یعْتَرِضَ لكَُمُ الأَحْمَرُ

Bize Hennâd rivayet etti, dedi ki; Mülâzim İbn Amr’ın bize tahdis ettiğine göre, dedi ki; bana da Abdillah ibn Nu’mân’ın tahdis etmesiyle Kays bin Talk’ın babası Talk bin Ali’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Yiyiniz içiniz, yukarıya doğru yükselerek parlayan (yalancı) fecir yeyip içmenize engel olmasın. Kırmızılık ortalığı kaplayıncaya (gerçek fecir çıkıncaya) kadar yeyip içebilirsiniz.[159]

Ebû Dâvud (ö.275/888) bu konuda şunu belirtir: “Bu hadîs, sâdece Yemâmelilerin rivayet ettiği hadîslerdendir.”[160] İbn Rüşd’ün belirttiği gibi, bu rivayet bir şuzûzdur; çoğunluğun rivayetinden farklılık gösterir. Oysa, Bakara, 2/187 âyeti, bu konuda nastır veya nas gibidir. [161]

Dârakutnî (ö.385/995), hadîsi daha ayrıntılı şekilde rivayet etmiştir: Abdullah bin Nu’man es-Sühaymî şöyle der: Kays bin Talk, Ramazan’da, gecenin sonunda bana geldi. Ben, sabahın girmiş olmasından kaygılandığım için, sofradan çekilmiştim. Kays, benden biraz katık istedi, kendisine; “Amca, eğer sana göre daha vakit varsa, evde olan yiyecek içeceklerden getireyim.” dedim. “Yanında ne var?” diye sordu ve içeri girdi. Ona tirit, et ve nebiz (hurma suyu) getirdim. Yedi içti, hatta beni de zorladı. Ben de sabahın olmasından korka korka yedim-içtim. Kays, bana şöyle dedi: Talk bin Ali bana Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet etti: “Yeyiniz içiniz, yukarı doğru yükselen (yalancı fecir) sizi aldatmasın. Kırmızılık doğuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.”[162]

Bu hadîste, fecr-i sâdıkın yemeye içmeye mâni olmadığı, kırmızı şafağın doğumuna kadar yenilip içilebileceği izlenimi doğmaktadır. Fukaha, bu hadisi, iki şekilde yorumlamıştır:

1.2.7.3.         Hadisin, Bakara: 2/187 Ayetinden Önce Söylenişi

Hadîsteki kırmızılıktan maksadın güneşin doğacağına yakın ufukta görünen kırmızılık olduğu kabul edilirse, o zaman bu hadîsin 2/187 âyetinin nüzûlünden evvel vârid olduğu ve bu âyetle neshedildiği sonucuna varılacaktır. Çünkü, hadîsin âyete aykırı olması kesinlikle düşünülemez.

1.2.7.4.        Kızıl Şafağın Fecr-i Sâdık Oluşu

Çoğu bilginler, bu kırmızılıktan (kızıl şafak) maksadın, fecr-i sâdık olduğunu söylemişlerdir. Hz.Peygamber’in hadîsindeki “kırmızılık doğuncaya kadar” ifâdesini de şöyle izah etmişlerdir: Fecr-i sâdıkın doğması tamamlanıp, aydınlığı yayılınca, kırmızılığın ilk görüntüleri ortaya çıkar. Rasûlullah, işte buna işaret etmiştir.[163] Nitekim Hattâbî, bu hadîsi şerhederken şunları söyler: “Kırmızının manâsı; kırmızılığın ilk görüntülerinin, yayılan beyazlık arasına girmesidir. Çünkü, ikinci fecrin doğuşu tamamlanınca, ilk kırmızılıklar görünmeye başlar. Araplar, sabahın, alttaki alacalığına benzetirler. Buna sebep, sabahta hem beyazlığın, hem de kırmızılığın bulunmasıdır.”[164] Bu izaha göre, bu hadîsin, Bakara, 2/187 âyetine aykırılığı sözkonusu olamaz.

Kızıl şafak yorumunu benimseyen Abdülaziz Bayındır, görüşlerini benzer hadislere ve diğer destekleyen ayetlere, hadislere ve sözlük anlamlar ile yaptığı gözlemlere dayandırarak, şu açıklamayı yapar: “Fecr-i kâzibin başlangıcından itibaren ufukta beyaz ve kızıl ışıklar, karanlıkla karışık halde bulunur ve daha sonra kızıllık öne çıkmaya başlar. Fecr-i sâdıkta renkler ayrışmış, koyu karanlık yeryüzüne çekilmiş, üstte beyaz ışık kuşağı, ortada koyu kızıl kuşak iyice ortaya çıkmış olur. Allah’ın Elçisi bu konuda şunları söylemiştir: ‘Size göre kızıllık enlemesine yayılıncaya kadar yiyin, için.[165], ‘Cebrail Kâbe’nin yanında bana… Sabah namazını kızıllığın parıldadığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.165 Semure b. Cündüb’ün bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi şöyle demiştir: ‘Bilâl’in çağrısı bir de şu beyazlık sizi aldatmasın; kızıllık fışkırsın veya kızıllık doğsun.’[166] Peygamberimizin ‘şu beyazlık’ dediği; ışık kuşaklarının açıkça görülmesine kadar olan ufuk aydınlığı, yani fecr-i kâzibtir. Bütün bu âyet ve hadislere göre, her sabah iki fecr olur. Allah’ın Elçisi’nin şu sözü, iki fecri ayırmamızı kolaylaştırmaktadır: ‘Yiyin, için; yukarı tırmanarak yayılan aydınlık sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin, için.’[167] (..) Demek ki, birinci fecir, yukarıya tırmanarak yayılan aydınlık; ikinci fecir ise karanlıkla aydınlığı enlemesine bölen kızıl ışık kümesidir. (..) Fecr-i sâdıkta karanlık ile beyaz ışık kuşağı, kızıl ışık kuşağıyla ikiye bölünür. Bir kişi Allah’ın Elçisi’ne namaz vakitlerini sormuş, o da cevap vermeyip uygulayarak göstermek istemiş ve ilk gün sabah namazını ilk vaktinde kıldırmıştı. Ebu Musa el-Eş’ârî bize şu bilgiye vermektedir: O gün Allah’ın Elçisi, sabah namazını, fecr (kızıllık) yarıldığı sırada kıldırdı. İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı. [168]İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı” sözü, yayılan aydınlıktan ötürü birbirlerini tanımaya başladıklarını gösterir. Allah’ın Elçisi’nin şu sözü konuyu değişik şekilde ifade etmektedir: ‘Cebrail … Sabah namazını kızıllığın parıldadığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.’[169] Aşağıdaki haber de bu durumu desteklemektedir: Ebu’l-Minhâl, Ebû Berze’den şu sözü nakletmiştir: “Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem sabahı kıldırırken her birimiz yanında oturanı tanırdı.”[170]

İmsâk vaktinin, ufuktaki beyazlığın ortalığı tamamen aydınlatması ve ardından kırmızılığın belirmesiyle başlayacağına dair bazı sahâbî ve tâbiîn âlimlerinden nakledilen bu görüş, fukaha arasında rağbet bulmamış ve uygulanmamıştır. Çünkü âyette geçen, “Sabahın beyaz ipliği -aydınlık- siyah iplikten -karanlık- ayırt edilinceye kadar yeyip içebilirsiniz.[171]” ifadesi aydınlığın karanlık içinde bir çizgi halinde belirgin olduğu bir zamana işaret ettiği gibi, sahih rivayetler de bu yorumu desteklemektedir.

1.2.8.        Sabah Namazının Başlangıç Vakti İle İlgili Hadisler

İmsak vaktinin başlangıcı ile sabah namazının ilk vaktinin fecr-i sadığa/ şafağın sökmesine tekabül ettiğini daha önce görmüştük. Birbirinden bağımsız düşünemeyeceğimiz bu ibadetler hakkında akıllara şöyle bir soru takılmaktadır. İmsak vaktinin tespiti hususunda kimi şahıs ve kurumlar farklı zamanlar tespit etmektedirler dolayısıyla oruca başlama ve bitiş zamanları farklılık göstermektedir. İmsakta ihtiyat gerekçesiyle oruca erken başlanılıp oruç yasaklarına da riayet edildiği takdirde orucun sıhhatine bir zarar gelmemekle birlikte, sabah namazı da aynı vakitte eda edilebilir mi veya eda edileceği müstehap bir zaman dili mi var mıdır gibi soruların yanıtlarını bu bölümdeki hadislerde arayacağız. Burada özellikle namaz vakitleri ile ilgili İmamet-ü Cibril (Cebrail’in İmamlığı) hadisi başta olmak üzere

sabah namazının vakti ile alakalı hadisleri zikeredeceğiz.

Metin Kutusu: وحَدَّثنَا ھَناَّدُ بْنُ السَّريِّ قاَلَ: حَدَّثنَا عَبْدُ الرَّحْمَن بْنُ أَبي الزِّنَادِ، عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَن بْن الحَارثِ بْن عَیاَّش بْنِ أبَي رَبیِعَةَ، عَنْ حَكِیمِ بْنِ حَكِیمٍ وَھوَُ ابْنُ عَباَّدِ بْنِ حُنَیْفٍ قَالَ: أخْبَرَني نَافِعُ بْنُ جُبیَْر بْنِ مُطْعِمٍ، قالَ: أخَْبَرَني

ابْنُ عَباَّسٍ، أنَّ النبَّيَّ صَلىَّ اللهَّ عَلیَْھِ وَسَلمَ قَالَ: " أَمَّني جِبْرِیلُ عِنْدَ البیَْتِ مَرَّتَیْنِ، فَصَلىَّ الظُّھْرَ في الأوُلَى مِنْھمَُا

حِینَ كَانَ الفَيْءُ مِثْلَ الشِّرَاكِ، ثمَّ صَلىَّ العَصْرَ حِینَ كَانَ كُلُّ شَيْءٍ مِثْلَ ظِلھِ، ثمَُّ صَلى المَغْرِبَ حِینَ وَجَبَتِ الشَّمْسُ وَأفْطَرَ الصَّائِمُ، ثمَُّ صَلىَّ العِشَاءَ حِینَ غَابَ الشَّفقَُ، ثمَّ صَلىَّ الفَجْرَ حِینَ برَقَ الفَجْرُ، وَحَرُمَ الطعََّامُ عَلَى الصَّائمِ، وَصَلى المَرَّة الثانِیَةَ الظُّھْرَ حِینَ كَانَ ظِلُّ كُلِّ شَيْءٍ مِثْلَھ لِوَقْتِ العَصْرِ بِالأمَْسِ، ثمَُّ صَلىَّ العَصْرَ حِینَ كَانَ ظِلُّ كُلِّ شَيْءٍ مِثْلَیْھِ، ثمَّ صَلىَّ المَغْرِبَ لِوَقْتِھِ الأَوَّلِ، ثمَّ صَلىَّ العِشَاءَ الآخِرَة حِینَ ذَھَبَ ثلُثُُ اللیَّْلِ، ثمَُّ صَلىَّ الصُّبْحَ حِینَ أسَْفَرَتِ الأرْضُ، ثمَُّ التَفَتَ إِليَّ جِبْرِیلُ، فَقَالَ: یَا مُحَمَّدُ، ھذَا وَقْتُ الأَنْبِیَاءِ مِنْ قبَْلِكَ، وَالوَقْتُ فیِمَا بیَْنَ ھَذَیْن الوَقْتَیْن "

Hennâd İbn Seriyyi bize tahdis etti, dedi ki; Abdurrahman İbn Ebi Zinad bize tahdis etti, Abdurrahman İbn Hâris İbn Ayyâş İbn Ebi Rebiâ’dan ondan da Hâkim İbn Hakim ondan da İbn Abbâd İbn Huneyf tahdis ederek dedi ki; Cubeyr b. Mut’im’in bana haber verdiğine göre dedi ki; İbn Abbâs (r.a)’den rivâyete göre, Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “ Cebrail (as), Beytullah’ın yanında bana iki defa imamlık yaptı. Öğle namazını güneş tepe noktasından batıya yönelince kıldırdı. İkindi namazını cisimlerin gölgesi bir misli olunca kıldırdı. Akşam namazını oruçlunun iftar edeceği zamanda kıldırdı. Yatsı namazını batı ufkundaki kızıllık kaybolunca, sabah namazını da oruç tutacak kimseye yeme içme yasağının başladığı sırada (fecr-i sadıkta) kıldırdı. Ertesi gün olunca; öğle namazını cisimilerin gölgesi bir misli olunca, ikindi namazını ise cisimlerin gölgesi iki misli olunca kıldırdı. Akşam namazını yine oruçlunun iftar edeceği zamanda kıldırdı. Yatsı namazını gecenin üçte birine doğru kıldırdı. Sabah namazını ortalık aydınlanınca (isfar’da) kıldırdı. Sonra bana dönerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Bu, senden önceki peygamberlerin vaktidir. Namaz vakitlerin başlangıç ve sonu bu iki vakit arasında kalan zaman parçasıdır. [172]

Vahiy meleği Cebrâil (as) Kabe’de Allah resulüne namazların vakitlerini iki defa farklı vakitlerde kıldırmak suretiyle namazların başlangıç ve bitiş anlarını da uygulamalı olarak öğretmiştir. Özellikle sabah namazını oruçlu kişi için yeme içmenin haram olduğu vakit şeklindeki tarifi imsak vaktinin tespiti ile ilgili olarak her mükellefin ne kadar dikkatli olması gerektiğini gözler önüne sermektedir.

Sabah namazının başlangıç vaktiyle ilgili farklı rivayetler ise şunlardır:

Ebû Hazm, Sehl b. Sa’d’in (r.a) şöyle dediğini işitmiştir: Ailemle beraber sahur yemeğini yerdim de sonra sabah namazını Resûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ile beraber kılmaya yetişmek için acele ederdim. (yânî, evimden çıkmakta acele ederdim). [173]

Hz. Âişe şöyle demiştir: Mü’min kadınlar Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ile beraber sabah namazında örtülerine bürünerek hâzır bulunurlar, sonra namazı kılınca evlerine dönerlerdi de henüz ortalık alaca karanlık (gales) olduğundan dolayı onları kimse tanımazdı. [174]

Ebû Berze el-Eslemî şöyle demiştir: “Resûlüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yatsıyı gecenin üçte birine kadar te’hîr ederdi. Yatsıdan önce uykuyu ve ondan sonra konuşmayı sevmezdi. Sabah namazında yüzle altmış arası âyet okurdu. Namazdan birbirimizin yüzünü tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman çıkardı”. [175]

Ebû Musâ’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Bir adam Resûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’a (namaz vakitlerini) sordu. Fakat Efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) hiç bir cevap vermedi. Bilâl’e (ezan okumasını) emretti, O da fecir doğduğu zaman (ezan okudu ve) kamet etti. Efendimiz (sabahı) bir kimse (yanındaki) arkadaşının yüzünü tanıyamadığı veya bir kimse yanındakinin kim olduğunu tanıyamadığı bir zamanda (alaca karanlıkta) kıldı    [176]

Rafi’ b. Hadîç (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu işittim: “Sabah namazını gün ağarınca kılın o anda kılmanın mükafatı daha büyüktür. [177]

Sabah namazı vaktinin fecr-i sâdığın doğuşu ile başladığı konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. İbn Âbidîn, “sabah namazının ikinci fecrin doğuşu ile başladığı konusunda hiç bir ihtilaf yoktur. İhtilaf fecrin doğuşu ile ne kastedildiği konusundadır” demektedir. [178] Dolayısıyla, sabah namazı vaktinin başlangıcı konusundaki ihtilaf fecr-i sadığın doğuşunun tahdidi ve namazın fazilet vakti ile alakalı olup, fecrin doğuşunun tespiti konusundaki ihtilaf oruç ile namaz arasında ortaktır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını kıldığı ve kılınmasını tavsiye ettiği vakit / efdal vakit konusunda ise farklı rivayetler bulunmaktadır. Hanefîlerle beraber Sevrî, Kûfeliler ve Iraklıların çoğunluğu sabah namazının isfârda kılınmasının efdal olduğunu söylerken, Mâlîk (ö.179-795), Şâfiî (ö.204/819), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve Dâvud (ö.275/888) efdal olanın gales vaktinde kılmak olduğunu söylemişlerdir.[179] Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen sabah namazını isfarda kılmayı tavsiye eden hadisle ilgili olarak İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk, hadisten anlaşılan mananın namazın geciktirilmesi olmayıp, namazı fecrin doğduğunda hiç kimsenin şüphe etmediği bir zamanda kılmak olarak yorumlamışlardır.[180]

Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını kıldığı vakitle ilgili farklı ifadeleri âlimler yorumlama yoluna gitmişlerdir. Sabah namazının isfarda, yani insanların birbirlerini tanıyabileceği bir vakitte bitirildiğini ifade eden rivayetleri esas alanlar, Hz. Aişe’den gelen ve namazdan çıkan kadınların, ortalığın karanlık olmasından dolayı birbirlerini tanımadıklarını ifade eden hadislerin, mescidde olanlar veya birbirinden uzakta olanlarla ilgili olduğu yorumu yapmışlardır. [181] Ancak bazı hadislerde, gales ve insanların birbirlerini tanımamaları durumu, mescidin içinde olanları veya birbiriden uzakta olanları değil, namaz bittikten sonrasını anlatmak üzere kullanılmıştır. Harmele binti el-Anberî şöyle demiştir: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e geldim onunla beraber sabah namazını kıldım, namazı bitirdiğinde insanların yüzlerine baktım, neredeyse onları tanıyamayacaktım.[182] Bezzâr’ın rivâyetine göre Harb b. Süreyc Hz. Ali’den şöyle rivayet etmiştir: Biz Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’le beraber sabah namazını kılardık, sonra ayrılırdık ve birbirimizi tanımazdık”.[183] Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Müzdelife’de kıldığı namaz da sabah namazı vakti konusunda önemli bir bilgi vermektedir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in Müzdelife’de kıldığı namazı hakkında “O gün sabah namazını vaktinden önce, gales vaktinde kıldı”[184]

buyrulmuştur. Hadis’te geçen “vaktinden önce” ifadesinin, sabah namazının mutat olan vaktinden önce anlamında olduğu söylenmiştir. [185]

Sabah namazı ile iglili farklı rivayetler, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını hem gales hem isfâr vaktinde kıldığına delalet etmektedir. Hatta Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), galesin ilk vaktinde de sabah namazını kılmıştır. Farklı manaya gelen bu hadislerin arasını cem etmek üzere şu yorum yapılmıştır: Mümin hanımların namazdan çıktıktan sonra birbirlerini tanıyamadıklarını ifade eden hadislerle Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in “sabah namazını isfârda kılın, bunun ecri daha çoktur” hadisinın arası şu şekilde cemedilebilir. İsfâr hadisi, sabah namazında kıraatı isfâr vaktine kadar uzatın anlamındadır. Bu birinci tefsirdir. İkinci tefsire göre ise; sabah namazına isfâr vaktinde başlayın anlamındadır. Birinci tefsir seleften gelen yorumdur. Ayrıca Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in fiili ile de sabit olmuştur ki, O (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sabah namazına gales vaktinde başlar ve kıraatı isfâr vaktine kadar uzatırdı. Yani namazı bitirdiğinde isfâr vakti olurdu. Bazı hadislerde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in namazdan gales vaktinde ayrıldığı da ifade edilmektedir. Bu hadisler Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in her iki vakitte de sabah namazı kıldığını gösterir.[186]

Yukarıda verilen hadisler içinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını kılıp bitirdikten sonra gales hali devam ettiği haber verilmektedir. Eğer namaz bittiğinde gales devam ediyorsa, vaktin isfârdan önce girdiği ve bu vaktin gales olduğu da kesinlik kazanmış olur. Bu da sabah namazı vaktinin başlangıcının isfâr vakti olması veya ufukta kızıllığın ortaya çıktığı vakit olmasının mümkün olmadığını gösterir.

-         .3. Imsâk Vakti Konusunda Fakihlerin Görüşleri

Peygamber efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem), kıyamet gününde alimlerin önünde yürüyeceğini söyleyerek ilmi kişiliğini övdüğü genç sahabisi Muaz b. Cebel’i[187] Yemen’e vali olarak göndereceği zaman aralarında şöyle bir konuşma geçmişti:

-    (Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?

-    Allah’ın kitabına göre hüküm vereceğim.

-    (O konuda) Allah’ın kitabında bir hüküm bulamazsan?

-    Resulullah’ın (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sünneti ile (karar vereceğim).

-    Resulullah’ın (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sünnetinde yoksa?

-    Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre hüküm vereceğim.

Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Resulü’nün elçisini (Resulü’nün azuladığı cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah’a hamd olsun.” buyurmuştu.[188]

Müminler olarak bizimde takip edeceğimiz metodun bundan farklı olmaması gerekir. Kur’an’ı Kerim aeyetlerinde ve peygamberimizin sünnetinde imsâk vaktinin analizini yaptıktan sonra fakihlerin bu konudaki görüşlerini ele almaya çalışacağız. Orucun başlangıç vakti ile ilgili olarak ayet ve hadislerdeki ifadelerden hareketle âlimler ilk dönemlerden itibaren imsâk vakti konusunda farklı görüşler beyan etmişlerdir. Cumhur, keyfiyetinde ihtilaf etmekle beraber, imsâkın fecr-i sâdığın doğuşu ile başladığını ifade etmiştir. Öyle ki, kaynaklarımızda imsâk vaktinin başlangıcının fecr-i sâdık olduğunda ihtilaf olmadığı söylenmektedir. [189] Bununla beraber, şâz da olsa farklı görüşler de bulunmaktadır. Bu bölümde, imsâk vakti konusundaki görüşler öncelikle i) güneşin doğuşu ii) fecrin doğuşu şeklinde ikiye ayrılacak, daha sonra fecrin doğuşu konusundaki ihtilaflara ayrıca temas edilecektir.

1.3.1.        İmsâk Vaktinin Fecrin Doğuşu İle Başladiği Görüşü

İmsâk vaktinin fecrin doğuşu ile başlayacağı görüşü İslam âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Bu görüş, Hz. Ömer, İbn Abbas ve ilim ehlinin çoğunluğundan rivayet edilmiştir.[190] Nevevî bu konuda, “oruca başlamanın fecrin doğuşu ile olacağı ve bununla yeme içmenin haram olacağı görüşü mezhebimizle beraber, Ebû Hânife, Mâlîk (ö.179-795), Ahmed b. Hanbel ve sahabe, tabiûn ve onlardan sonra gelen âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür”[191] demiştir. Hatta daha önce de ifade edildiği gibi bu konuda icma olduğu söylenmiştir. [192] Bununla beraber, fecrin doğuş keyfiyeti konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler önce fecrin beyazlığı veya kızıllığının doğuşu şeklinde ikiye ayrılabilir.

1.3.1.1.            İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Beyazlığıyla Başlaması Yaklaşımı

Cumhuru ulemâ orucun başlama vaktini, beyaz olan ve genişliğine yayılan ikinci fecrin doğuşu olarak kabul eder. Onlar bu fecrin özelliğini beyazlık olarak ifade etmiştir. Orucun fecr-i sadık adı verilen yatay aydınlık / beyazlıkla başlayacağı görüşünün delili, ayeti kerime ile beraber Adî b. Hâtim ve Sehl b. Sâ’d’dan gelen hadislerdir. Ayet ve hadislerde açık bir şekilde beyazlık ifadesi geçtiğinden, “fecrin doğuşunda beyazlığa itibar edilmeli” görüşünü savunan âlimler, beyazlığın vasfı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu konuda; beyazlığın ilk doğduğu an, beyazlığın ufukta yayılması / intişâr etmesi ve beyazlığın tebeyyün etmesi şeklinde üç farklı görüş bulunmaktadır. Ancak ilk iki görüş genelde beraberce zikredildiğinden, beyazlığın ilk doğduğu an ve ufukta yayılması görüşlerine aynı başlık altında temas edilecektir.

1.3.1.1.1.        Ufukta Aydınlığın Oluşmaya Başladığı İlk Vakit (Fecrin İlk Tuluûnu Sınır Kabul Edenler)

İmsâk vaktini fecr-i sâdığın doğuşu olarak kabul eden alimlerin çoğunluğu, vaktin girdiğine hükmetmek için ilk doğuş anına itibar edileceği görüşündedir. Bu görüş için bazı gerekçeler zikredilmiştir. Bunlardan birincisi Bakara 2/187. ayette geçen hatta lafzıdır. İbn Atiyye (ö.546/1151), Bakara 187. ayeti tefsir ederken, ayette geçen hattâ lafzının gaye ve beyan olmasından hareketle, fecrin ilk doğuş anında vaktin girmiş olacağını ve fecrin tulûundan sonra belli bir sürenin geçmesi ve tebeyyün etmesi gerektiği görüşünün doğru olmadığını ifade etmekte ve İbn Mes‘ûd ve Semura b. Cündeb’ten gelen hadislerin de bunu gerektirdiğini söylemektedir.[193] Râzî (ö.606/1209) de aynı görüşü dile getirerek “oruç, fecri sadığın doğuşunun ilk anında başlar. Bunun delili Bakara 187. ayettir. Çünkü “hatta” kelimesi intihâi gaye içindir” demiştir. [194]

Bu görüşte olanların ikinci gerekçesi yine aynı ayette geçen ve fecrin beyaz ve siyah ipliğini ifade etmek üzere kullanılan hayt / ip kelimesidir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bu ifadenin imsâk vaktinde oluşan aydınlıktan mecaz olduğunu beyan

etmesi üzerine, fecrin aydınlığı ipe benzer halde iken imsâk vaktinin başlayacağı kabul edilmiştir. Kurtûbî (ö.611/1214), fecrin doğuşunu anlatmak için kullanılan hayt lafzının yatay aydınlığın ilk anına itibar etmeyi gerektirdiğini ve bu fecrin sağa ve sola yayılmasıyla tebeyyünün gerçekleşmiş olacağını söylemektedir. [195] Reşid Rızâ (ö.1865) da tefsirinde, aynı şeyi söylemiş ve isfâr vaktinde meydana gelen beyazlığın hayt / ip olarak isimlendirilmesinin mümkün olmadığını, aksi görüşün (isfâr vaktine itibar etme) Kur’an ifadesine ters olduğunu ifade etmiştir. [196]

Hanefî kaynaklarda zikredilen genişlik ve ihtiyat görüşünü İbn Rüşd (ö.595/1199) de nakletmektedir. Ancak İbn Rüşd (ö.595/1199) ifadeyi, fecirden önce yeme-içmeyi bırakıp bırakmamakla ilgili olarak kullanmıştır. O şöyle demektedir: Malik’ten meşhûr olan -ki cumhur da bu görüştedir- şudur; fecrin doğuşuna bitişik olarak yemek caizdir. Ancak bazıları fecrin doğuşundan önce imsâk gerekir demişlerdir. Birinci görüşün delili şudur: Buhârî’nin rivayetinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) “İbn Ümmi Mektûm nidâ edinceye kadar yiyin zira, o fecir doğmadıkça nidâ etmez” buyurmuştur. Fecrin doğuşundan önce imsâk gerekir diyenler ise ihtiyata binâen bunu söylemişlerdir. Bu görüş takvaya uygun olmakla beraber, kıyasa uygun olan diğeridir. [197]

Nevevî (ö.676/1277), ikinci fecrin doğuşu ile oruca başlanması gerektiğini söyledikten sonra fecrin doğuşu ile kastedilen şeyin, fecirden kişiye zahir olan şey olduğunu ifade etmektedir.[198] Nevevî (ö.676/1277) bu sözüyle, fecrin doğuşu konusunda, ilk doğuş anı veya intişârı şeklinde bir ayrıma gitmemiş ve fecrin doğduğu kesin olarak bilinince vaktin girmiş olacağını ifade etmiştir.

İbn Kudâme (ö.620/1223), fecrin doğuşuyla beraber vaktin gireceğini söyleyenlerin delilini şöyle ifade etmektedir: Bizim bu konudaki delilimiz Allah’ın “Fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tebeyyün edinceye kadar yiyin için” ayetidir. Ayet gündüzün beyazlığı gecenin siyahlığından tebeyyün edinceye kadar anlamındadır. Bu da ancak fecrin doğuşu ile olur. İbn Abdilber Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in “Bilâl gece ezan okuyor, İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyin için” sözünün el-haytu’l-ebyad ifadesinin sabah anlamında olduğuna delâlet ettiğini

söylemektedir. Sahurun fecirden önce olacağı konusunda A‛meş’in dışındaki herkes görüş birliği içindedir. O bu sözünde şâz kalmış ve hiç kimse onun sözüne iltifat etmemiştir. Oruçlu olunması gereken gündüz vaktinin fecrin doğuşu ile güneşin batışı arasında kalan süre olduğu konusu müslüman âlimlerin çoğunluğunun sözüdür.[199]

Hüseyin Atay, fecrin ilk doğuş anına itibar etmek gerektiğine dair görüşleri, dinde var olan kolaylık ilkesine aykırı olduğunu söyleyerek reddetmektedir.[200] O Merğinânî’nin fecir hakkında söylediği ،،ikinci fecir, yani fecr-i sadık, bir anlık veya 60/0/1/600/1/٤ bir 20771477 0//7101/1/19, 011711/71 bir 009/0710161 ve bir de 50711/ 1/0070/17٠. /7067"- 5001/ bu zamanı kaplamaktadır. Bu fecrin ufukta yayılmasından sonra güneşin doğmasından önceki vakte kadar sürmektedir” sözünü bu görüşüne gerekçe yapmaktadır. O, “fecir bir süreci ifade ettiğine göre vakti bu sürecin başlangıcı ile sınırlamak doğru değildir” demektedir.[201] Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den gelen rivayetlerde beyazlık yayılıncaya kadar[202] ve kırmızılık ortaya çıkıncaya kadar[203] gibi farklı ifadeler kullanılmış olmasından hareketle, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değişik zamanlarda bu beyanlarda bulunduğunu ve durumun öyle söylemesini gerektirdiğini, bunun da, sahur yemeğinin hep aynı anda yenmesinin şart olmadığına işaret ettiğini söylemektedir.[204]

Hüseyin Atay, sahih rivayetlere muhalif olan ve sahurun geciktirildiğine delalet eden hadisleri nazarı dikkate almak suretiyle böyle bir sonuca varmıştır. Ancak Hz. Peygamber’in sahurdan sonra namaz kıldığını, şâz olarak gelen birkaç görüş dışında bütün âlimlerin sabah namazının vakti ile orucun başlangıç vaktinin bir olduğuna dair icmayı göz ardı etmiştir. Bunun da ötesinde, Hz. Peygamber’in, sahuru iplikleri ayırt edinceye kadar geciktiren Adî b. Hâtim’e yaptığının doğru olmadığını, işin doğrusunun gecenin güzdüzden ayrılması olduğunu söylediği hadisi zikretmemektedir. Teklif edilen bu görüş, ancak bütün naslar göz ardı edilir ve “maslahat” prensibi yeter denirse ancak söylenebilecek bir görüştür. Bütün bunlara rağmen bu görüşün ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü olarak verilmesi de ilginçtir.

1.3.1.2.                                Fecrin Tûlûsunun Tebeyyününü Sınır Kabul Edenler

İmsâkın fecr-i sâdıkla başlayacağını söyleyenlerden bir kısmı, mücerred doğuş ya da ufukta yayılmayı vaktin başlangıcı için yeterli görmemiş, fecrin tebeyyününün zorunlu olduğunu söylemişlerdir. İbn Atiyye; Osman b. Affân, Huzeyfe b. Yemân, İbn Abbâs, Talk b. Ali, Atâ b. Rebâh, A‘meş ve diğerlerinin fecrin yollarda ve dağ başlarında tebeyyününü gerekli gördüklerini, Hz. Âli’nin (r.a) da sabah namazını kıldırdıktan sonra “şimdi beyaz iplik siyah iplikten tebeyyün etti dediğini nakletmektedir.[205] Mesrûk da; “onlar sizin fecrinizi fecir saymazlardı, onlar evleri ve yolları dolduran fecri fecir sayarlardı” demiştir.[206]

Sonraki dönemde bu görüş İbn Hazm tarafından dile getirilmiştir. İbn Hazm bu konuda şöyle demektedir: Fecir de şafak da ikidir. Birinci fecir ince, uzunlamasına kurt kuyruğu gibi yükselendir. Bundan sonra karanlık olur. Bununla oruçluya yeme içme haram olmaz ve sabah namazının vakti girmez. Bu konuda ümmet arasında bir ihtilaf yoktur. Diğeri ise, doğu ufkunda güneşin doğduğu yerde ortaya çıkan beyazlıktır. Bunun tebeyyün etmesiyle oruç vakti, sabah vakti için ezan ve namaz vakti girer. Namaz vaktinin girmesi fecr-i sadığın tebeyyünü iledir. Bu konuda ümmet arasında bir ihtilaf yoktur.[207]

İbn Hazm (ö.456/1064), fecrin ilk doğuşu ile vaktin girdiği görüşünü hem Kur’ân hem de sünnete muhalif olarak değerlendirmekte ve fecrin tebeyyün etmesi gerekir şeklindeki görüşünü Huzeyfe (r.a)’dan gelen hadislerle delillendirmektedir.[208]

1.3.2.        İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Kızıllığıyla Başlaması Yaklaşımı

Orucun başlangıç vaktinin, beyazlıktan sonra ortaya çıkan ve “şafak-ı ahmer”e benzeyen kırmızı fecr olduğu görüşünde olanlar vardır. Bu görüş Huzeyfe ve İbn Mes‘ud’a nispet edilmiş ve İbrâhîm en-Nehaî’nin de “yatay olan kırmızılık namazı helal yemeği haram kılar” dediği rivayet edilmiştir. Bu ihtilafın sebebi, bu

konudaki rivayetlerin muhtelif olması,[209] fecir kelimesinin müşterek olup, hem beyazlık hem de kırmızılık için kullanılmasıdır.[210]

İmsâk vaktinin kırmızı fecrin doğuşu ile başlayacağı, dolayısıyla fecrin kırmızılığının ortaya çıkışına kadar yeme içmeye devam edileceği görüşü, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen “Yeyiniz, içiniz, yukarıya doğru yükselerek parlayan (yalancı fecir) sizi aldatmasın (yemenize engel olmasın) kırmızılık doğuncaya (fecr-i sâdık) kadar yeyiniz, içiniz[211] hadisine dayanmaktadır. Tirmizî (ö.279/892) hadisin, hasen garip olduğunu söyledikten sonra, ehl-i ilim arasında amelin buna göre olduğunu ve bu görüşün ehl-i ilmin tamamının görüşü olduğunu ifade etmektedir. Dârakutnî (ö.385/995), senedinde bulunan Talk b. Kays’ın kavi olmadığını, Ebû Dâvud (ö.275/888) da, hadisin Yemâme ehlinin tek kaldığı bir hadis olduğunu söylemektedir.[212] Tahâvî (ö.321/933) hadisin sıhhati hakkında bir şey söylememekle beraber, Allah’ın açık ayeti ve Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den mütevatir olarak gelen hadisler ve ümmetin Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminden beri ameli, mensûh olması muhtemel olan bir hadisten dolayı terkedilmez, demekte ve bu sözün İmam Ebû Hânife (ö.150/767), Ebû Yûsuf (ö.182/798) ve Muhammed’in görüşü olduğunu söylemektedir.[213] Cessâs (ö.370/981) da, Müslümanlar arasında, kırmızılığın ortaya çıkmasından önce ufukta yatay olarak görülen beyaz fecrin oruçlu için yeme içmeyi haram kıldığı konusunda bir ihtilaf yoktur. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Adî b. Hâtim’e “o gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır” demiş ancak kırmızılıktan bahsetmemiştir[214] demektedir. Bu da imsâk için fecrin kırmızılığının doğmasının şart olmadığını gösterir.

Hadisin sahih olduğunu söyleyenler, beyaz fecre delalet eden hadislerle bunun arasını cem etmeye çalışmışlardır. Hattâbî hadisteki ahmeru lafzının “yatay beyazlığın kırmızılığın başlangıcının içine girmesi” anlamında olduğu söylemiştir. [215] Elbânî de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in fecr-i sâdığın ışığını ahmeru olarak vasfetmesi ile Yüce Allah’ın el-haytu’l-ebyadu olarak ifade etmesi arasında bir çelişki olmadığını

ve vaktin başlangıcı için kastedilen alametin, içerisine kırmızılık karışmış beyazlık olduğunu söylemiştir. Çağdaş âlimlerden biri olan Elbânî, ayet ve hadiste zikredilen beyazlık ve kırmızılığın arasını cemetmek için ikinci bir yorum olarak fecrin bazen beyaz bazen kırmızı olabileceğini söylemekte ve fecrin renginin doğduğu yer ve mevsimlere göre farklılık arzedeceğini ifade etmektedir.[216] Bu görüş, diğer bazı araştırmacılar tarafından da dile getirilmektedir.[217]

Hadisler arasını cem sadedinde yapılan diğer bir yorum da ahmer kelimesinin Arap dilinde zaman zaman beyaz anlamında kullanılıyor olmasıdır. Azîmabâdî Avnü’l-Ma‛bûd’da, ahmer kelimesinin ebyad anlamında kullanıldığını ifade etmektedir.[218] Arapların beyaz tenli anlamında ahmeru kelimesini kullandıkları, insan için kullanılan ebyadu kelimesinin temiz, ayıplardan âri anlamında olduğu söylenmiştir. İbnü’l-Esîr bu sözü Sa‛leb’ten naklettikten sonra bunun doğru olmadığını ve Arapların ebyad kelimesini hem insanlar, hem de başka şeyler için kullandıklarını söylemektedir.[219]

İbn Rüşd, fecrin kırmızılık olduğunu ifade eden rivayetlerin şuzûz kabilinden olduğunu buna mukabil, beyazlığı ifade eden Bakara 2/187. âyetin ise bu konuda nas veya nas gibi olduğunu ifade eder.[220] Cessâs da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in; “Ne Bilâl’in okuduğu ezan, ne de, yayılmadıkça, bu beyazlık sizi sahurunuzdan alıkoymasın[221] hadisi ile fecri Adî b. Hâtim’e tarif ederken söylediği “o gündüzün beyazlığı ile gecenin karanlığıdır” buyurup kırmızılıktan hiç bahsetmemiş olmasından dolayı, müslümanların “kırmızılık ortalığı kaplayıncaya (gerçek fecir çıkıncaya) kadar yeyip içebilirsiniz[222] hadisiyle amel etmediklerini ve ihtilafsız olarak ufukta kırmızılıktan önce ortaya çıkan ve yatay olan beyazlıkla oruçluya yeme içmenin yasak olacağını söylediklerini nakletmektedir.[223]

Hüseyin Atay “Yiyiniz, içiniz. Yükselen parlaklık sizi yemekten alıkoymasın. Kırmızılık yayılana kadar yiyiniz, içiniz” hadisinden dolayı kırmızılık yaygın hale

gelene kadar oruç tutacak kimseye yemek, içmek haram olmaz, demekte ve ilim adamlarının çoğunluğunun bu fikirde olduğunu söyledikten sonra, Tirmizî ve Tahâvî’nin sözlerini delil olarak kullanmaktadır. Kırmızılığın zikredildiği hadiste kırmızılık yaygın hale gelinceye kadar ifadesi bulunmamaktadır. Hadiste geçen “hatta yekûne’l-fecru’l-ahmeru’l-mu‛terid” ifadesi yatay olan kırmızı fecir doğuncaya kadar anlamındadır.[224] Tirmizî’nin şerhlerine baktığımızda da kırmızılığın yayılması şeklinde bir kayda rastlamıyoruz. Tuhfetü’l-ahvezî’de, bu ifade ile kastedilen mananın fecr-i sâdık olduğu söylenmekle yetiniliyor.[225] Eğer bu ifade ile kırmızılığın yayılması kastedilmiş olsaydı zaten bu vakıaya da uygun olmazdı. Çünkü hem fıkıh hem de tefsir kitaplarına bakıldığında, cumhurun yani ilim ehlinin çoğunluğunun imsâk vakti için fecrin kırmızılığının doğuşunu şart koşmadıkları görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi, kırmızılık fecr-i sâdığın bir özelliğidir. Ancak bu özellik fecrin ilk ortaya çıkış anında görülmez. Muhtemelen Tirmizî, bu ifadeyi imsâk vakti konusunda fecr-i kâzib aydınlanmasını hariç tutmak için söylemiştir. Aksi takdirde, ümmet arasında kabul görmemiş bir görüş ilim ehlinin görüşü olarak kabul edilmiş olur.

Hem hadislerde, hem de fıkıh kitaplarında yatsı namazının sonu, sabah namazının başlangıcı ve orucun başlangıç vakti aynı zamana bağlanmıştır.[226] Dolayısıyla, orucun başlangıç vakti ile ilgili rivayetleri ele alırken bu da göz önünde bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade edildiği gibi sabah namazının vakti konusunda rivayet edilen hadislerde kırmızılıktan hiç bahsedilmemiştir. Dolayısıyla, sabah namazının vakti konusunda söylenmeyen bir şeyi orucun başlangıç vakti hakkında söylemek iki vakti birbirinden ayırmak olur. Bu ise, her iki vakti aynı alamete bağlayan naslara muhaliftir.

İmsâk vaktinin başlangıcı hakkında gelen rivayetleri cem sadedinde dile getirilen bir yorum daha vardır ki, kanaatimizce bu yorum daha isabetli gözükmektedir. Ayette fecrin beyaz iplik olarak vasfedilmesi, fecrin geceden beyazlıkla ayrılacağına işaret etmektedir. Ancak fecrin kırmızılık olarak ifade edildiği hadiste Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), insanların aldanabileceği bir beyazlığa / fecr-i kazibe dikkati çektikten sonra fecr-i sâdığın özelliğini kırmızılık olarak ifade

etmiştir. [227] Yani kırmızı olmak fecr-i sâdığın ayırıcı vasfıdır. Çünkü fecr-i kâzib hiç bir zaman kırmızı olmaz. Beyaz doğar, kaybolduğunda rengi yine beyazdır. Fecri sâdık ise beyaz doğar ancak güneşin doğmasına yakın rengi kırmızıya döner. Hadislerdeki “yatay kırmızı fecir doğana kadar” ifadesi de buna işaret emektedir. Aksi takdirde, “fecir kırmızıya dönünceye kadar” gibi bir ifade kullanılması gerekirdi. Dolayısıyla, iki fecir olduğunu ve birinci fecre aldanılmaması gerektiğini ifade eden hadislerde ifade edilen yatay olmak ve kırmızı olmak bu fecri birincisinden ayıran özelliklerdir. İmsâk vaktinin başlaması için bu vasıfların ortaya çıkmasını beklemeye gerek yoktur.

1.3.3.        İmsâk Vaktinin Güneşin Doğuşu İle Başladiği Görüşü

Ma’mer, Süleymân A’meş (ö.148), Ebû Miclez ve Hakem bin ‘Uteybe, güneşin doğmasından az öncesine kadar sahur yemenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş; Hz.Ömer, Hz.Osman, Huzeyfe, İbn Abbas, Talk bin Ali, hatta İbn Mes’ud, Ebu Musa el-Eş’arî, Süleyman el-A’meş ve Atâ bin Ebî Rebâh’tan da rivayet edilir.[228] İbnu’l-Münzir, bazı ulemânın “Günün aydınlığını gecenin karanlığından seçmek, aydınlığın yollara ve evlere dağılmasyla olur.” dediklerini rivayet etmiştir.[229] Nevevî; A’meş, İshak bin Râheveyh ve diğerleri, güneş doğuncaya kadar yemeye cevaz verdikleri görüşünün onlardan sahih olarak gelmediğini belirtir.[230] Şevkânî, bu görüşün asla delili olmadığını, İbn Ümmi Mektûm ezanının da fecir vakti ezan okuduğu bilindiği için bu görüşe dayanak olamayacağını belirtir. Ayrıca Hz.Peygamber, sahur yapar, camiye çıkar ve namaz kılardı. Bu ikisi arasındaki vakit, elli âyet okuyacak kadardı. Bu görüş, dinen bilinenlere aykırı, gündemden düşmüş bir görüştür.[231]

A’meş, görüşünü, şöyle temellendirir: “Fecir doğduktan sonra, güneş doğmazdan önce yeme-içme ve cinsel birleşme, gündüzün başını/güneşin doğuşunu sonuna (gecenin ilk vaktine) kıyasla helal olur. Nasıl ki sonu güneşin batmasıyla olursa, başlangıcı da güneşin doğmasıyla olmalıdır.” Beyaz iplik, doğum ânıdır;

siyah iplik, gecenin sonundaki âna bitişik andır. Ayet hakkında şunu söyler: “Beyaz iplik ve kara iplikle kastedilen, gündüz ile gecedir. Benzerlik yönü, tamamen beyazlık ve karanlıktadır. Benzetmede şeklin kastedilmiş olması, caiz değildir. Çünkü sabahın doğuşu sırasındaki ufkun karanlığının, şekilce kara ipliğe benzetilmesi kesinlikle imkânsızdır. Böylece ortaya çıkıyor ki, ak iplik ve kara iplikle kastedilen, gündüz ve gecedir. Yüce Allah’ın, ‘Fecrin ardından, orucu akşama kadar tamamlayın.’ buyruğundaki gecenin mahiyetini araştırırsak, bunun güneşin batmasından ibaret olduğunu görürüz. Çünkü Yüce Allah, biraz ışık kalmasına rağmen günbatımından sonrasını gece olarak adlandırmıştır. İşte aynen bunun gibi, gündüzün ilk ucunda da durumun böyle olması gerektiği ortaya çıkıyor. Güneş doğmazdan önce de, gecedir. Gündüz, ancak güneşin doğuşu sırasında olur.”[232] Fahreddin Râzî, imsâk ve iftarla ilgili bu görüşlerin, tarihte kaldığını, fukahanın bunların bâtıllığında icmâ ettiğini, sözü fazla uzatmanın yararsızlığını belirtir. İbn Kesîr, bu yaklaşımın, âyete muhalefetinden dolayı, ilim ehlinden hiç kimsenin güvenle benimsediği bir görüş olduğunu sanmıyorum demektedir.[233] Alûsî ise, ancak körün bu görüşe bağlanabileceğini belirtmektedir. Şayet, örfî anlamdaki gündüz kastedilmiş olsaydı, Yüce Allah “gündüze kadar yeyip içebilirsiniz.” buyururdu.[234]

Ebu Hanife, hasta olan A’meş’i ziyarete gitti. A’meş, şöyle dedi: “Sen, evindeyken kalbime ağır geliyorsun. Beni ziyaret edince, nasıl?” Ebu Hanife, sustu. Dışarı çıkınca, “Niye, ona cevap vermedin?” dediler. Şu cevabı verdi: “Vaktinde oruç tutmayan ve namaz kılmayan bir adama, ben ne diyeyim ki?” Bununla, ikinci fecirden sonra güneş doğmadan önce yediği için orucunun olmadığını, tembellikten yıkanmadığı için namazının olmadığını kastetti.[235]

İbn Rüşd, fecir kavramını güneşin doğumuna genişletilmesi yorumunu zikre değer olarak bile görmemiş ve hiç ele almamıştır. Zaten bu görüş, çok zayıf görülmüş ve mezheb imamlarından hiçbirisi tarafından itibâr edilmemiştir. Sâdece bu birkaç yoruma açık haberi alıp, ikinci fecirle birlikte yeme-içmenin haram olduğunu

belirten Kütübü Sitte’deki sahîh hadîsleri hesaba katmamak uygun ve doğru bir davranış değildir.[236]

Güneşin doğmasını imsâk olarak savunanların naklî delilleri, İbn Ümmi Mektûm’un ezanı hadisleri, Zirr bin Hubeyş/Huzeyfe hadîsi ile bazı sahâbîlerden rivayet edilen yoruma açık sözler ve uygulamalardır.

1.3.4.        İmsâk Vakti Konusundaki Fihkî Görüşlerin Değerlendirilmesi

İmsâk vakti konusundaki tartışmalar –güneşin doğuşu ile başlayacağı görüşü bir tarafa bırakılırsa – fecrin ilk doğuş anı, fecrin ufukta yayılması, fecrin tebeyyün etmesi ve fecrin kızıllığı şeklinde ifade edilebilir. Cumhur fecrin ufukta yatay hale gelmesini imsâk vaktinin başlangıcı kabul etmiş, fecirden ilk aydınlıkla beraber oruca aykırı davranışlardan uzak durmanın da ihtiyata uygun olduğunu söylemiştir. Cumhurun bu konudaki mesnedi Bakara 187. ayeti ile bu ayetin tefsiri sadedinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den gelen rivayetlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminden itibaren, bütün dönemlerde imsâk vaktinin bu şekilde uygulanması da, göz önünde bulundurulması gereken diğer bir husustur.

İmsâk vakti konusundaki ikinci görüşü fecrin tebeyyün etmesi şeklinde ifade edebiliriz. Tebeyyün lafzının pek çok âlim tarafından fecrin doğuşunun kesin olarak bilinmesi ve bu hususta bir şüphenin bulunmaması anlamında kullanıldığını görmekteyiz. İbn Kudâme, fecrin doğduğu konusunda kesin bilgi sahibi oluncaya kadar yeme içmeye devam edileceğini, İbn Abbâs, Atâ ve Evzâî’den de böyle rivayet edildiğini söyler.[237] İmam Malik, İmam Şâfî ve İmam Ahmed b. Hanbel gibi sabah namazının gales vaktinde kılınmasını faziletli kabul edenlerin tebeyyün ifadesini bu şekilde yorumladıkları ilgili bölümde ifade edilmişti. Sahabeden, imsâk vaktinin girmesi için fecrin tebeyyün etmesi gerekir görüşünde olanların sözleri de aynı şekilde anlaşılabilir. Bununla beraber tebeyyün kelimesini bu anlamda kullanmayıp bununla yeryüzünün aydınlanmasını kastedenler de olmuştur. Mesrûk’tan rivayet edilen “onlar sizin fecrinizi fecir saymazlardı, onlar evleri ve yolları dolduran fecri fecir sayarlardı” sözü de buna delalet etmektedir.

Cumhur ayette beyaz ve siyah iplik olarak ifade edilen vaktin, fecrin ışığının kırmızı veya sarı renge dönüşmesinden, hatta bu aydınlığın kalınlığının bir ipin

kalınlığını geçmeden önceki zaman olduğunu söylemiş ve fecrin doğuşu için beyaz ve siyah ipliğin beraberce bulunmasının şart olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan dolayı vaktin başlangıcını bu ışığın ufukta yükselmesine bağlayanların sözü sahih bulunmamış ve bu ışığın yükselmesiyle, ayeti kerimede ifade edilen siyah ipliğin kaybolmuş olacağı ifade edilmiştir. Muhammed Reşîd Rıza, fecir vaktinin beyaz ve siyah iki ip olarak ifade edilmesi ne kadar güzel bir ifadedir. el-Haytu’l-ebyad fecr-i sâdıktan ilk görünen şeydir. İsfâr vakti olduğunda bu vakti, hayt (iplik) olarak isimlendirmeye hiçbir vecih yoktur. Orucun başlangıç vaktini isfâr olarak kabul etmek Kur’ân’ın ifadesine terstir, demiştir.[238]

İmsâk vakti için fecrin ışığının kırmızıya dönmesini şart koşan görüş de doğru kabul edilmemiş ve bu vasıf Kur’an’ın vasfına muhalif kabul edilmiştir.[239] Bu görüşe fecir kelimesinin kızıllık anlamında da kullanılıyor olması şeklinde yapılan delillendirmenin isabetli olmadığı, ayet-i kerimede orucun vacip olmasının fecrin doğuşuna değil, fecirden beyaz iplik miktarı kadarının doğmasına bağlandığı ifade edilmiştir. Sözlükte fecirle ilgili olarak verilen tarif fecrin tam olarak, bütün vasıfları ile doğmasının tarifidir. Dolayısıyla konuya sözlüklerden delil getirelecekse fecrin doğuşuna değil el-haytu’l-ebyad’ın doğuşuna delil getirilmelidir.

Sonuç olarak, imsâk vakti güneş ışınlarının doğu ufkunda ufka yatay olarak ortaya çıktığı andır. Bu yatay beyazlık ufukta karanlık tarafından kuşatılmıştır. Bu, kitap ve sünnetten anlaşılan vasıftır. Kırmızılığın doğuşunu fecrin ilk vakti kabul edenler ise, İbn Rüşd’ün de dediği gibi şâz kalmıştır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını gales vaktinde kıldığını, namaz bittikten sonra dahi insanların birbirlerini tanımakta güçlük çektiklerini ifade eden hadisler, imsâk vaktinin güneşin ışığının yeryüzünü aydınlatmasından önceki vakit olduğunu ortaya koyar. Çünkü hadislerde sabah namazı vakti ile imsâk vaktinin aynı olduğu ifade edilmektedir.

İKİNCİ BÖLÜM

İMSÂK VAKTİNİN BİLİMSEL TESPİTİ

Çalışmamızın birinci bölümünde imsâk vaktinin tayinine ışık tutan ayet-i kerimeler hadis-i şerifler ve mezahibi erbaa görüşleri ele alınarak konu şer’i olarak izah edilmeye çalışıldı. Bu bölümde ise fecr-i kazib (zodyak ışıması) ve fecr-i sadık olaylarının bilimsel olarak derece cinsinden neye tekabül ettiği, tespit yöntemleri, imsâk vaktinin tespitini etkileyen faktörler üzerinde durulmaya çalışılacaktır.

2.1.         Islam ve Astronomi

2.1.1.         Astronomi

“Gökküresi bilimi” anlamına gelen Astronomi (İngilizce: astronomy, Fransızca: astronomie, Yunanca: aoxpovopia = aaxpov + vopoç, astronomia = astron (gökcismi) + nomos (kanun) "yıldızların kanunu"[240] kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. İslam dünyasında astronomiyi ifade etmek için ilm-i felek teriminin yanı sıra “felekiyyat, ilmi nücum, ilm-i nücum-i ta’limi, sınaat-i nücum, sınaat-i tencim, ilm-i hey’e, ilm-i hey’et’il-âlem”[241] gibi isimler de kullanılmaktadır.

Gökcisimlerini ve kainatı inceleyen bir bilim dalı olan Astronomi etrafımızı çevreleyen evreni, gezegenleri ve diğer gökcisimlerini (göktaşları, yıldızlar, kuyruklu yıldızlar, çift yıldızlar, kara delikler, galaksiler, vb.), bu cisimlerin oluşumlarını, evrimlerini, fiziksel yapılarını, kimyasal bileşimlerini, birbirlerine göre konumlarını ve hareket yasalarını inceler.[242] İbn Haldun (ö. astronominin tanımı ve konusunu Mukaddime’sinde şöyle tarif etmiştir: “Bu bilim (astronomi) sabit yıldızlar ve gezegenlerin hareketlerini inceler.[243]

İnsan düşünce dünyasının gelişimine büyük katkıda bulunan astronominin, insanların ibadet hayatını düzenlemesi, çalışma, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı disipline etmek gayesiyle inkişaf ettiği bir hakikattir. Bu sebeple astronominin gayesi, uzun yıllar, dine ve insana hizmetten başka bir şey olmamıştır.[244]

İslâm dininin iman, ibâdet, ahkâm ve ahlâk esaslarını ihtiva eden Kur'an-ı Kerîm ve hadislerde ibadet zamanları ve dini günler, güneş ve ay’ın evreleri ile gökyüzündeki hareket ve durumuna bağlanmıştr. İlk dönemlerinden itibaren İslam halkasının gittikçe büyümesinin de getirmiş olduğu bir ihtiyacın neticesinde, İslâm devlet adamlarının astronomiye alâkası artmış ve bunun sonucu olarak da yüzyıllarca İslâm âlemi astronomi mevzuunda önderlik etmiştir.[245]

Bilindiği gibi İslam dininde namaz vakitlerinin tayini gün ağarmasının başlangıcı (imsâk vaktinin tespiti), güneşin doğuşu ve zevale varışı, güneşin batışı, alacakaranlığın kaybolması, kıble yönünün tesbiti ve Hicri, Kameri aybaşlarının tesbiti birer astronomi problemidir. İslam dünyasındaki bu problemlerin, batıya yüzyıllarca etki eden İslam rasathaneciliğinin gelişimine büyük katkıda bulunduğu bir hakikattır.[246]

Bilimsel gelişmeleri Kur’an ile ispat etme veya yanlışlama ise bir başka sıkıntı noktasıdır. Kur’an açık bir biçimde evrenin ve içinde yer alan bütün varlıkların sahibinin Allah olduğunu ve bunların insanın hizmetine musahhar kılındığı ifade edilmekte[247] ve israfa kaçmaksızın dengeli bir biçimde onu kullanmasını öğütlemektedir[248]. Kur’an’ın muhtevası bir yana, sadece sure isimlerine bakıldığında dahi Kur’an’ın bilimin konusu olan varlıkları ne kadar da öne çıkardığı görülmektedir. Burada sadece astronomi ile ilgili olanları örnek olarak vermek istiyoruz:

-                                        Nur (ışık),

-                                        Duhan (evrenin yaratılışına işaret eden duman ve gaz bulutu),

-                                        Necm (yıldız),

-                                        Kamer (ay),

-                                        Buruc (burçlar),

Tarık (bir yıldız ismi), Fecr (sabah vakti), Şems (güneş), Leyl (gece), Duha (kuşluk vakti) Asr (zaman),

surelerinin isimleri doğrudan astronomi bilimi ile ilgilidir. Kur’an içeriğindeki temel konuları belli bir ilişki biçiminde sunar. Bu ilişkileri Allah- insan, Allah-evren ve insan-evren ilişkisi şeklinde gruplandırmak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’de astronomi biliminin ilgi ve inceleme alanına giren, ibadet vakitlerimize de işaret eden onlarca ayet vardır, bunlardan birkaçını paylaşacak olursak ;

ھوَُ الذى جَعَلَ الشَّمْسَ ضِیَاءً وَالْقَمَرَ نوُرًا وَقَدَّرَه مَنَازلَ لتِعَْلَمُوا عَدَدَ السِّنینَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللهّ ٰذلِكَ ٖٖ

اِلاَّ بالْحَقِّ یفُصِّلُ ا ٰلاْیاتِ لقِوَْمٍ یَعْلَمُونَ

-            , güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah, bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O, âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.[249]

فالقُِ الاِْصْبَاحِ وَجَعَلَ الیَّْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبانًا ٰذلكَِ تقَْ ٖدیرُ الْعَ ٖزیزِ الْعَٖلیمِ

-            , karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).[250]

یوُلِجُ الیَّْلَ فِى النھََّارِ وَیوُلِجُ النھََّارَ فِى الیَّْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ یجَْ ٖرى لاِجََلٍ مُسَمًّى ٰذلكُِمُ ٰاللهّ رَبُّكُمْ لَھ الْمُلْكُ وَالذَّینَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِھ مَا یمَْلكُونَ مِنْ قِطْمیر

ٖٖٖ

Allah, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir. İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.[251]

لاَ الشَّمْسُ یَنْبغَى لھََا انْ تُدْركَ الْقَمَرَ وَلاَ الیَّْلُ سَابقُ النھَّار وَكُلٌّ فى فَلكٍَ یَسْبحَُونَ

ٖٖ

Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. [252]

الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بحُسْبان ' مج

Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.[253]

وَجَعَلْنَا الیَّْلَ وَالنھََّارَ ٰایَتَیْنِ فمََحَوْنَا ٰایة الیَّْلِ وَجَعَلْناَ ٰایَةَ النھََّارِ مُبْصِرَةً لتِبَْتغَُوا فضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّ ٖنینَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ شَیْءٍ فَصَّلْنَاه تَفْ ٖصیلاً

Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.[254]

انَّ الصَّٰلوة كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِٖنینَ كِتابًا مَوْقوتا

Namaz, mü’minlere belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.[255]

وَاَقمِ الصَّٰلوة طَرَفیِ النھََّارِ وَزُلَفاً مِنَ الیَّْلِ انَّ الْحَسَنَاتِ یذْھِبْنَ السَّیپِّاتِ ٰذلكَِ ذِكْ ٰرى لِلذَّاكِ ٖرینَ

(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.[256]

وَالْفَجْر مم

Tan yerinin ağarmasına andolsun.. [257]

وَالضُّ ٰحى

Kuşluk vaktine andolsun..[258]

Nakli akla muhatab kılan dinin sahibi, akılla nakil arasında tenakuz arzedecek şeyleri indirmeyeceğine göre, akılla nakil muvafıktır demektedir.[259] İlk emri oku olan Kur’an’ın akla, ilme, bilime ve hesaba verdiği değer bu kadar açıkken hükümleri ve sebepleri tam anlamıyla irdelenmeden ayet ve hadisleri sadece lafzi olarak algılayıp ve anlayıp ardındaki sebeb-i nuzül ve sebeb-i vürud gerçeğini görmezden gelirsek günümüzdeki birçok dini güncel mes’eleye çözüm bulmakta zorlanırız. İşte peygamber ve ashabı döneminde salt çıplak gözle (müşahede yöntemiyle) imsâk ve ru’yet gözlemleri yapılıyorken günümüzde ispatlanabilir,

şaşmaz ölçümler ve gözlemler yapılabilmektedir. Biz insanoğluna düşen vazife ilmi gerçekleri doğru zamanda, doğru yerde, doğru bir şekilde kullanmaktır. Bunu yaparken de Kur’an’ın ve sünnetin rehberliğinden kopmadan yapmak akıl ve nakil birlikteliğini sağlaması bakımından da önemlidir.

İslâmda beş vakit namazın başlangıç, zamanlarının tayininde yalnız iki vaktin astronomi bakımından açıklığa kavuşması zorunluğu vardır. Bunlar yatsı namazı ile sabah namazı (fecr-imsâk) başlangıç saatleridir. Zira bunların tespiti, güneş doğmadan evvel doğu ufkunda gün ağarmasının başladığı ve güneş battıktan sonra, batı ufkunda kızıllığın kaybolduğu yani karanlığın çökmeye başladığı zaman güneş’in ufuk alçalma açısının bilinmesini zorunlu kılar.[260]

Bilindiği gibi, güneş doğmadan evvel ve battıktan sonra, ufkun bir süre kızıl bir renk alması olayına tan denir. Bu olay, yer atmosferi içinde güneş ışınlarının kırınım ve dağınıma uğraması sonucu meydana gelir. Modern astronomide bu olay, güneş battıktan sonra güneş'in görülen merkezinin ufuk düzleminden 18°. uzaklaşıncaya ve güneş doğmadan evvel 18° yaklaştıktan sonra doğuncaya dek devam ettiği kabul edilmektedir. Güneş'in günlük görülen hareketinin yörüngesi ekvatora paralel olduğu için, Yer ekvatoru üzerindeki yerlerde tan olayı diğer enlemlere oranla daha kısadır. Şu halde ekvatordan uzaklaştıkça akşam namazı ile yatsı namazı arasındaki süre gittikçe artar.[261]

İslâm dünyasında gün ağarmasının başlaması ve şafak'ın sona, ermesi için genellikle güneş'in ufuk altında alçalması açısı olarak 20°-16° aralığı esas alınmıştır. Bu değerler esas alınarak da tablolar ve çizelgeler düzenlenmiştir.

Habaş (ö.850) ve El-Neyrîzi (ö.900) muhtemelen ilk defa ufuk alçalmasını 18° almışlardır. İbn Yunus (Ö.1009), gün ağarması için 19° ve şafak için de 17° esas almış ve tablolarını bu değerlere göre düzenlemiştir. Diğer taraftan Al-Battani eserlerinde tan olayına hiç değinmemiştir. El-Biruni (ö.1205), Al-Kanun al-Mas'udi adlı eserinde olayı etraflı olarak incelemiştir: “Sabahleyin ilk önce, hafif ve uzun bir ışık sütununun yükseldiği görülür.Bu sütun, gözlem yerinin enlemime bağlı olarak, ufka oranla az veya çok eğimlidir. Gün ağarması başlamadan gözlenen bu aydınlanmaya aldatıcı sabah (al-subh al-kâzib, el-fecr al“kâzib veyahut şeklinden

dolayı es-serhan- kurt kuyruğu) adı verilir. Bu olayı takiben doğu ufku boyunca beyaz bir ışık yayılır, buna gerçek sabah (al-subh al-sâdık) denir. Bu an, sabah namazının başlangıcıdır. Sonra kırmızımtırak tan olayı başlar. Akşam üstü ise, sabah gözlenen olayın tamamen tersi gözlenir.

El-Biruni (ö.1205) ise gün ağarması ve şafak için 18°’yi güneş’in ufuk alçalma açısı olarak esas almıştır. Fakat aynı eserinde Biruni, güneş’in ufuk alçalma açısı olarak 17°’nde kullanıldığını işaret etmiştir.

XI.yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan İbn El-Heysem (ö.966-1039), çalışmalarında güneş’in alçalma açısı olarak 18°’yi kullanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda hazırlanan namaz vakitleri ile ilgili tablolarda İbn El-Şatır’ın güneş’in ufuk alçalması (19°-17°) değerleri kullanılmıştır.[262]

İslam dininin sağlam bilimsel verilerle asla çatışmadığı bilinen bir husustur. Bu da İslam’ın vahye dayalı bir din oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşım, İslam’ın özgün yapısını da göstermektedir. İslam dininin bu özgün yapısı, kişiyi pek çok konuda tereddüt yaşamaktan kurtarmaktadır. Bilimsel yaklaşım, ilmi verilere dayandığı için, onunla ilgili olarak tartışılabilecek yegâne unsur, bu hususta ortaya konan bilimsel verilerin doğru olup olmadığıdır. Kur’an, her ayetinde her zaman için gizli bir hikmet taşımaktadır.

2.1.2.        Astronomide Şafak / Fecir Olayları

2.1.2.1.        Astronomi İlminde Fecr-i Kâzib Ve Fecr-i Sâdik

Tezimizin giriş bölümünde imsâkla alakalı kavramları izah ederken fecir kavramının dini ıstılahta fecr-i kazib ve fecr-i sadık olarak ikiye ayrıldığını görmüştük. Astronomi dalında da fecir olayları tan /şafak /fecir isimleriyle anılmaktadır. Tan olayını tanımlayan (es-subh el-fecr, eş-şafak) gün ağarması veya fecr ve şafak'ın İslâm dünyasında ve İslâm astronomi okulunda önemli bir yeri vardır. Zira gün ağarması ve şafak zamanları sabah namazı ile yatsı namazının başlangıcını tanımlar.[263]

Tan, şafak veya fecir olayları, güneş battıktan sonra veya doğmadan önce, ışığının gökyüzünde (yer atmosferinde) saçılması sonucunda oluşturduğu

aydınlanmadır. Bu gökyüzü olayı İslam dininde yatsı ve imsâk vaktinin tespitinde büyük öneme sahiptir. Bu aydınlanmanın esas nedeni yer atmosferi olduğu için, atmosferin fiziksel durumu (sahip olduğu nem, toz parçacık miktarı, sıcaklık gibi), bu olayın süresini belirlemede en etkili parametrelerdir. Unutulmamalıdır ki eğer atmosfer olmasaydı ne akşam tanı ne de sabah şafağı asla gözlemlenemezdi. Atmosferin fiziksel koşulları sabah ve akşam saatlerinde farklılık gösterebileceğinden, akşam tanı ve sabah şafağının (fecir) gerçekleşme anlarının simetrik olması beklenmemelidir. Atmosferik etkilerin yanında, ufuk aydınlığının başlamasında veya bitişinde, güneşin gözlemcinin ufuk düzlemine göre sahip olduğu açının da önemli bir yeri vardır.[264]

Astronomi ilminde üç tür tan tanımı vardır: Sivil tan, denizci tanı ve astronomik tan. Bu tan’ları birbirinden ayırt etmede genel kabul görmüş kriterler şunlardır: Güneş’in merkezi esas alınmak üzere 0 ve 6 derece arasında ise sivil tan, 6 ve 12 derece arasında ise gemici tanı, 12 ve 18 derece arasında ise astronomik tan olayı gerçekleşmektedir.

Tan olayının süresi gözlemcinin bulunduğu enleme bağlıdır. Örneğin kutuplara yakın bölgelerde tan olayı saatlerce sürebilmekte ya da belirli bir ay boyunca hiç gerçekleşmemekte veya bazen haftalar boyunca sürebilmektedir.[265]

Tan olayı sırasında iki türlü fecir gerçekleşir: Birincisi yer atmosferi ile ilgisi olmayan “yalancı fecir (fecr-i kazib)” dir. Nedeni güneş sisteminde tutulum düzlemi (yerin güneş çevresindeki yörünge düzlemi) üzerindeki toz parçacıklarının güneş ışığını yansıtmasıdır. Bu nedenle Zodyak ışığı olarak da adlandırılır. Orta enlemlerde görülme olasılığı en yüksektir. Son derece zayıf bir ışıma olduğundan dolayı çoğunlukla görülememekle birlikte, meydana geldiğinde, dikey yönlü bir aydınlanma şeklinde görülür. İkincisi “gerçek fecir (fecr-i sadık)”dir ki bu durumda ufukta doğu- batı hattı boyunca yatay yönlü aydınlanma görülmeye başlar. Her zaman olmamakla birlikte bazen Zodyak ışınımı (fecr-i kazib) ile fecr-i sadık ışıkları üst üste binebildiği gibi, Zodyak ışınımıyla birlikte kızıl şafak ve beyaz şafak da üst üste gelebilir. Örneğin sabah fecrinde, şayet hava şartları mükemmel ve coğrafik enlem uygun ise, yalancı fecir, gerçek fecirden 35-40 dakika önce görülmeye başlar. Zaman geçtikçe

gerçek fecir olayı, tüm ufku yatay yönde kaplayan, beyaz (veya zamanla kızıl) renkli, bir ışık hattı şeklinde görülmeye başlar.[266]

Fecr-i kazib ve fecr-i sadık olayları hakkında şu kesin olarak bilinmektedir ki, fecr-i kazib dediğimiz yalancı fecre (Zodyak ışımasına) şer’i her hangi bir hüküm terettüp etmiyorken fecr-i sadık yatsı namazının son vaktini, imsâk vaktinin başlamasını ve sabah namazının başlangıç vaktini tayin etmesi bakımından dini hükme konu teşkil eder.

2.1.2.        Fecrin Tespit Şekli

İmsâk vaktinin fecrin doğuşuyla başladığını kabul edenler, fecrin doğuş keyfiyetinde ihtilaf ettikleri gibi fecrin tespit edileceği şey konusunda da farklı görüş beyan etmişlerdir. Malum olduğu üzere Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminde, bugün var olan aletler olmadığından fecrin doğuşu ve vakitlere bağlı diğer ibadetlerin başlangıç ve bitişi çıplak gözle yapılan gözlemlere dayanmaktaydı. O dönemde, başka bir gözlem imkânı olmadığından gözlemin bu şekilde yapılması bir zorunluluktu. Ancak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in, gözlemin yalnızca gözle yapılması gerektiğine dair bir emri veya çıplak gözle yapılmayan gözlemlerin geçersizliğine dair bir ifadesi bulunmamaktadır. Bununla beraber, fecir gözleminin yalnızca çıplak gözle yapılacağını, çıplak gözle fecir tespit edilinceye kadar imsâk vaktinin girmiş olmayacağını söyleyen ilim adamları vardır. Fecir gözleminin yalnızca çıplak gözle yapılmasının gerekliliği yönünde görüş beyan edenler, Bakara 2/187. ayette geçen hattâ yetebeyye leküm ifadesine dayanmaktadır. Ayetlerin ışığında imsâk vakti başlığı altında da ifade ettiğimiz gibi, ayetteki bu ifade gözlemi çıplak gözle yapmayı zorunlu kılmamaktadır. Tebeyyün kelimesinin Kur’ân’daki diğer kullanımlarına bakıldığında da, bir kullanımının dahi gözle görme anlamında olmadığı görülmektedir. Kökün Kur’an’daki kullanımlarından anladığımız, tebeyyün kelimesi ayette; fecrin beyaz ipliğinin siyah ipliğinden ayrıldığı konusunda kesin bilgiye sahip olmayı ifade eder. Şâz olmakla beraber çıplak gözle gözlemin zorunlu olduğuna dair ileri sürülen ikinci delil de İsrâ 17/78. ayetidir. Ayetin tefsirlerde nasıl anlaşıldığı ve meâllere nasıl yansıdığı daha önce ifade edilmişti. Ayette geçen “inne kur’âne’l-fecri kâne meşhûden” ifadesi”, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bu konudaki ifadeleri yönünde

âlimlerin çoğunluğu tarafından sabah namazına “gece ve gündüz meleklerinin şahit olduğu” şeklinde anlaşılmıştır. Ancak bu ifade bazı meâllerde “fecrin yoğunlaşması gözle görülebilir” şeklinde çevrilmiştir.[267] Tespit edebildiğimiz kadarıyla, tefsirlerde böyle bir anlam yer almamaktadır. Ancak bir takım zorlamalarla verilebilecek bu anlamı doğru kabul ettiğimizde de ayetten, fecri çıplak gözle tespit etmenin zorunlu olduğu sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Gözle görülebilir şeklinde tercüme edilen meşhûden kelimesinin kökü olan şehide, bilmek ve hazır bulunmak anlamlarını ifade eder.[268] Bilmeye sebep olması açısından köke görmek manası verilse bile bunun çıplak gözle olacağını söylemek, yeni bir anlam yüklemek olur. Şehide kökü hilâlin tespiti konusunda da kullanıldığı halde günümüzde âlimlerin çoğunluğu hilalin hesapla tespitini caiz görmektedirler. Bu konuda bir çalışması olan İbrâhîm b. Muhammed es-Sabîhî,[269] namaz vakitlerinin hesaba bina edilmesinin caiz olduğu konusunda ilim ehlinin icmaı vardır, demektedir.[270] Günümüzde çıplak gözle yapılan fecir gözlemlerinin, geçmişte ulaşılandan farklı çıkması, gözle yapılan gözlemlerin her zaman ve zeminde farklı sonuçlar ortaya çıkaracağını göstermektedir. Oysa günümüzde aletle yapılan gözlem sonuçları geçmiş dönemde Fıkıh ve astronomi âlimleri tarafından fecrin doğuşu konusunda ulaşılan sonuçlarla parelellik arzetmektedir. Bu da gözlemlerin alet ve hesapla yapılmasının doğruluğuna işaret etmektedir. Dolayısıyla, günümüzde astronomi ilminin fecir ve diğer alametlerle ilgili ortaya koymuş olduğu kurallar bireyler için belirleyici ve bağlayıcı olmalıdır.

2.1.2.1.         Fecir Gözlemini Etkileyen Hususlar

Günümüzdeki dünya bundan on dört asır önceki dünya değildir. Hayatımıza giren pek çok sunî şeyle beraber sunî ışıklar ve dünyanın etrafına yerleştirilen uydular da dünyayı kaplamıştır. Bunun gökyüzü üzerindeki etkisini inkâr etmek de mümkün değildir. Bundan dolayı, fecir gözlemi yapacak olan kişi ve ortamla ilgili bir takım şartların oluşması gerektiği fıkıh ve astronomi âlimlerin tamamına yakınının görüşüdür. Buna rağmen fecrin ışığının yoğun bir ışık olması ve hiç bir

etkinin fecir anında güneş ışıklarının görülmesini engellemeyeceği düşüncesinden hareketle, şartların değişmesinin fecrin görülmesine etki etmediğini söyleyenler de vardır. Ancak geçmişten günümüze fecrin doğuşu için belirlenen vakit, diğer bir ifadeyle fecrin günümüzde geçmişte olandan daha geç farkedilmesi doğa şartlarının ve insanın doğada yapmış olduğu değişikliklerin fecrin görülmesine etki ettiğini göstermektedir. Ayrıca ışık kaynağına yakın yerlerde yapılan gözlemlerde çıkan sonuçların nispeten karanlık ortamlarda yapılanlardan farklı çıkması da bu etkinin delilidir. Klasik dönemde yazılan kitaplarda fecrin doğduğunda şüphe başlığı altında âlimlerin, gökyüzünde ay olduğu veya gökyüzünün bulutlu olduğu zaman fecrin gerçekte doğmuş olması ihtimaline binaen oruca aykırı davranışlarda bulunmaktan sakınmanın müstehap olduğunu söylemeleri, onların da fecrin tespitinin dış etkenlere açık olduğu kanaatinde olduklarını gösterir. [271] Fecir gözlemi yapmış olan kimseler de bu konudaki kanaatlerinin bu yönde olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlardan biri olan Şevket Avde şöyle demektedir:

“Pek çok örnek ortaya koymuştur ki; fecir gözlemi profesyonellik ve doğru araçları kullanmayı gerektirmektedir. Bu konularda mütesâhil davranıp da, doğru bir gözlem yapmak için şehrin dışına çıkmayı yeterli görmek yanlış sonuca götürecek ve neticede pek çok İslam ülkesinde olduğu gibi, fecir konusunda bazı karışıklıklara sebep olacaktır. Bazıları, karanlık bir ortam seçme işinin abartılmaması gerektiğini ve bu konuda özen göstermeye gerek olmadığını savunmakta, gerekli olan şeyin Kur’ân’ın “tebeyyün” kelimesi ile ifade ettiği şeyin gözlenmesi olduğunu söylemektedirler. Biz diyoruz ki bu doğru bir teklif değildir. Biz bugün kendi oluşturduğumuz sunî ışık kirliliğinden dolayı sabahın ağarmasını / ilk ışıklarını görememekteyiz. Eğer bu gözlemleri Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminde yapmış olsaydık, o zaman ışık kirliliği olmadığından bütün bu karmaşık şeyleri yapmak zorunda kalmazdık. Ancak net bir şey istiyorsak gözlemimizi herhangi bir modern etkinin olmadığı bir yerden yapmalıyız. Bizim fecir diye gözlemlemeyi arzu ettiğimiz doğa olayı geçmişte -19° veya -18° idi, ancak günümüzde -16° veya - 15°’dir” dememizin hiçbir mantıklı tarafı yoktur. Bizim ecdadımız olan astronomlar bu işi, sonuçlardan mutmain olacak şekilde yapmışlardır. Eğer, bugün onların sonuçlarından şüphe ediyorsak, gözlemimizi şehrin içinden veya küçük de olsa

farkedilen bir ışık kaynağına yakın bir yerden değil, sağlıklı bir ortamdan yapmamız gerekir.”[272]

Suûdî Arabistan’da yapılan gözlem heyetinin başında bulunan Zeki Mustafa da, gecenin sonunda doğu tarafında ay bulunduğu zaman fecri ancak bu konuda tecrübeli olanların görebileceğini söyleyerek, ay ışığının fecrin görülmesi üzerinde etkisi olduğunu ifade etmektedir.[273] Zeki Mustafa yapılan gözlemlerin birtakım şartları taşıması gerektiğini söyledikten sonra, gözlemlerin iklim şartlarından ve araştırmanın yapıldığı mekândan etkilendiğini, her mekânın kendine özel şartları olduğundan dolayı bir yerde yapılan gözlemin bütün yerler için aynı sonuçları ortaya çıkaracağını söylemenin de zor olacağını ifade etmektedir.[274] Işık kirliliği konusunda yapılan bir araştırmada da şu ifadeler geçmektedir:

En saf ve temiz çevrelerde bile göğün kendi minimum parlaklığı vardır. Bu parlaklığın dört kaynağı vardır. Üst atmosferdeki donuk, kalıcı ve düşük yeğinlikli aurora[275], atmosferdeki gaz ve toz sebebiyle dağılan yıldız ışıkları, gezegenler arası tozdan yansıyan güneş ışığı (Zodyak’a ait ışık) ve bilinmeyen yıldız ve bulutsulardan kaynaklanan donuk bir artalan ışınımıdır. (Aurora gece saatlerinde ve mevsimsel olarak değişse de ortalaması oldukça iyi bilinir ve on bir yıllık güneş lekeleri çevriminde maksimum düzeye çıkar.) Belki de olmasaydı daha iyi olurdu denilebilecek göğün normal parlaklığının küçük etkisinin üzerine, insanoğlunun yaptığı yanlış aydınlatmadan kaynaklanan büyük etki de eklendiğinde neredeyse astronomik gözlemlerin büyük şehirlerde yapılması imkânsız hale gelmektedir.[276]

Bu konuda çalışma yapan ilim adamlarının ifadelerinden fecir gözleminin, gözlem yapacak kişi ve ortamla ilgili şu şartların varlığının zorunlu olduğunu anlamaktayız:

a.        Fecir gözlemi yapacak kişinin şu iki şartı taşıması gerekir: Birincisi; Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve sahabeden gelen ve fecr-i sâdık ve kâzib arasındaki farkı ortaya

koyan hadisleri inceleyerek bu iki fecir arasındaki farkı bilmesi. İkincisi; fecir konusunda tecrübe sahibi olmasıdır.

b.        Gözlemin, ayışığının olmadığı bir gecede yapılması gerekir. Ay hangi aşamada veya hangi büyüklükte olursa olsun, fecir aydınlığına etkisi vardır.

c.        Gözlem ışık kaynağından uzak, kelimenin tam anlamıyla karanlık bir ortamda yapılmalıdır. Gözlem yapılan yerin şehirle kıyaslandığında karanlık olduğunu hissetmek de yeterli değildir.

d.        Gözlem esnasında, el feneri, kol saati, sigara gibi herhangi bir ışık kaynağı bulunmamalıdır.[277]

e.        Gözlemi ufkun açık olduğu yerden yapmak gerekir. Ufkun yükseltilerle veya dağlarla kapalı olduğu yerlerden gözlem uygun değildir. Çünkü fecrin ilk aydınlığı ufukta ortaya çıkar.

2.1.3.        Fecrin Derece Cinsinden Belirlenmesi

Fecrin doğuşunun derece cinsinden belirlenmesi, imsâk vaktinin başlangıcı için kriter olarak kabul edilen aydınlanmanın oluştuğu vakitte güneşin ufuk altındaki durumunu esas alarak vakte karar vermektir. Daha önce ifade edildiği gibi astronomi ilminde üç farklı fecir olduğu kabul edilmektedir. Bunlar -18º’de oluşan astronomik fecir, -12º’de oluşan denizci fecri / tanı ve -6º’de oluşan sivil fecirdir. Astronomi ilminde bunlar dışında kabul edilmiş bir fecir ve özel bir açı bulunmamaktadır. Aslında astronomide, ilmî olarak kabul edilen ve üzerine hüküm bina edilen fecir astronomik fecir olup diğer iki fecre bağlanmış bir hüküm de yoktur. Yukarıda her bir fecrin doğuşu için belirlenen kriterler açı cinsinden her yerde aynı olmakla beraber, bu açıları her yer için geçerli olacak şekilde saat/dakika cinsinden ifade etme imkânı yoktur. Çünkü güneş her bir dereceli açıyı dünyanın her yerinde aynı hızla katetmez. Her bir derece arasını dört (4) dakika kabul etmek bu konuda yapılan yaygın hatalardan biridir. Her bir derece arasını dört (4) dakika olarak hesap edenler 360°’lik açıyı bir gün miktarı olan 24 saate bölmektedirler. Ancak, güneşin ufukta zahiri dönüşü / yürüyüşü dikey olmayıp, eğimli olduğu gözden kaçırılmaktadır. Güneşin dikey hareketi sadece ekvator üzerindedir. Dolayısıyla, güneşin ufka bir

derece yaklaşması için geçecek zaman mevsimlere ve bulunulan enleme göre belirgin şekilde değişir.

Beyaz şafakla fecr-i sâdık bir mekânda hemen hemen aynıdır. Bu ikisi güneşin ufkun altındaki görünür hareketi ile alakalıdır. Güneşin direk olmayan ışığı ve atmosfer üzerine yansıyanı güneşin açısı ufkun 18º altında olduğunda başlar veya biter.[278] Günümüzde kullanılan takvimlerde imsâk vakti için kabul edilen vakit güneşin ufkun -18º altında olduğu zamandır. Pek çok takvim tarafından astronomik fecir fecr-i sâdığın doğuşu kabul edilmekle beraber bu görüşte olmayan âlimler ve takvim yapıcıları da bulunmaktadır.

Günümüzde astronomik fecir olarak bilinen -18º’yi fecri sadığın başlangıcı olarak kabul edenler yalnızca modern astronomlar değildir. Geçmişte yaşamış olan müslüman astronomlar tarafından da -18º ve daha yukarısı imsâk vakti olarak kabul edilmiştir. Bu ilim adamlarını ve görüşlerini şöylece verebiliriz.[279]

Bettânî (ö.317)                                                                                                18º

Ebu’l-Hasen es-Sûfî (ö.376)                                                                           18º

Bîrûnî (ö.440)                                                                                                  18º

İbnü’z-Zürkâle (ö.493)                                                                                    18º

Ebû Ali el-Hasen b. Ali b. Ömer el-Merâkişî (ö.660)                                    20º

Nsîruddîn et-Tûsî (ö.672)                                                                               18°

El-Kâdı Zâde (ö.672)                                                                                      18º

Ebu’l-Hasen Ali b. Cafer b. Bâs el-Eslemî (ö.693)                                        18º

İbnü’ş-Şâtır (ö.777)                                                                                         19º

Şeyh Cemâleddîn Abdullâh b. Halîl el-Mardînî (ö.806)                                19º

Ebu’r-Rabî‘ Süleymân b. Ahmed el-Feştâlî (ö.1208)                                     18º

Ebû Ali el-Hasen b. Îsâ b. El-mecâsî                                                              18º

Ebû Zeyd Abdurrahmân el-Bu‘aykilî (ibnü’l-müftî)                                      18º

Şeyh Hasen Efendi                                                                                          18º

Şeyh Abdülazîz b. Abdüsselâm el-Vezkânî                                                    19º

Şeyh Mahmud el-Cennûbî                                                                              19º

El-Ferdâ el-Haysûmî el-Mîkâtî ebu’l-Kâsım b. Muhammed el-Ensârî          19º

Ebu Abdillâh Seyyidî Muhammed el-Mu‘tî Merîn er-Rabbâtî                      19º

Eş-Şeyh ali b. Abdülkâdir el-Bentîtî el-Hanefî                                              19º

Açıkça görüldüğü gibi dördüncü yüzyılda yaşamış olan Bettânî’den itibaren fecrin -18º’den daha sonra doğduğunu ifade eden hiçbir bir müslüman astronom yoktur. Bazıları bunu, muhtemelen ihtiyat gerekçesiyle,                                  -20º’ye kadar

çıkarabilmektedir. Dolayısıyla geçmişten günümüze fecrin doğuşu konusunda meşhur görüşün -18º olduğunu söyleyebiliriz. Îdâhu’l-kavli’l-hakki müellifi Merâkişî, Ezher Câmiinin vakit hesaplamacısı olan Şeyh Cemâleddîn Abdullah b. Halîl b. Yûsuf el-Mardînî’den (ö.806) yapmış olduğu nakille sonraki dönemlerde, bazı araştırmacıların -18º’yi isfâr -20º’yi ise gales vakti olarak belirlediklerini ifade etmekte ve astronomi ilminin muhakkıkların üzerinde ittifak ettikleri ölçünün -19º olduğunu söylemektedir.[280]

Günümüzde kullanılan takvimlerin çoğunda imsâk vakti, astronomi ilminde astronomik tan olarak isimlendirilen vakte göre yapılmaktadır. Bunun yanında bir takım gerekçeler ve yapılan gözlemlerde fecrin aydınlığının tespit edilememesi sebebiyle astronomik tanı fecr-i sâdık olarak kabul etmeyenler de bulunmaktadır. Son yıllarda, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de imsâk vakti konusunda bir takım itirazlar bulunmaktadır. Bu konuda yapılan itirazlar için, imsâk vakti konusunda kabul edilecek olan fecrin keyfiyeti ve fecrin her bir mükellef tarafından tespit edilmesi gerektiği şeklinde iki sebep sayılabilir.

2.1.3.1.        Astronomik Tani, Fecr-i Sâdik Olarak Kabul Edenler

Günümüzde kullanılan takvimlerin çoğunda imsâk vakti astronomik fecre göre yapılmaktadır. Bazıları, ihtiyat gerekçesiyle fecir üzerine ilaveler yaparak takvimlerini hazırlamaktadırlar. Bu bölümde astronomik tanı imsâk vakti olarak belirleyen gözlem heyetleri ve şahısların görüşlerine yer verilecektir.

2.1.3.2.        TC. Diyanet İşleri Başkanlığı

TC. Diyanet İşleri başkanlığı takvimlerinde imsâk vakti astronomik tan esas alınarak yapılmaktadır. D.İ.B. bünyesinde 1980’li yılların sonlarından günümüze kadar farklı zaman dilimlerinde yatsı ve imsâk gözlemleri yapılmış olup, 2011 yılında başlayan kapsamlı imsâk ve yatsı gözlemleri A.Ü. Uzay Bilimleri Fakültesi

uzmanları ve D.İ.B. astronom ve yetkili heyetiyle birlikte koordinasyon halinde devam etmektedir.[281] Çalışmamızda hacmi artıracağı için bu gözlem sonuçlarını paylaşmayacağız.

2011 yılında başlayıp hala devam etmekte olan gözlemler ise hem çıplak gözle hem de aletle yapılmaktadır. Fotoğraf makinesi ile 28 adet yatsı, 22 adet imsâk gözlemi yapılmıştır. Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsâk vakitleri ile ortalama beyazlığın başlama vakti arasında -0.8±3.5 dakika fark oluşmuştur. Bu da güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Denek gözlemciler ile 21 adet imsâk gözlemi yapılmıştır. Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsâk vakitleri ile ortalama beyazlığın başlama vakti arasında 15.8±1.8 dakika fark oluşmuştur. Bu da 15.7 dereceye denk gelmektedir.

Elde edilen sonuçlardan, gözlemsel cihazlar ile bulunan imsâk / tan saatlerinin, teorik (hesaplama) yoluyla belirlenen vakitlerle, hata barları mertebesinde, tamamen uyuştuğu, denek gözlemcilerden elde edilen sonuçların ise çevresel ışık katkısına da bağlı olarak teorik vakitlerden bir miktar (+14 dk mertebesinde) sapma gösterdiği tespit edilmiştir.[282]

Diyanet İşleri Başkanlığı, imsâk vaktinin başlangıcı olarak bilimsel bir ölçüt olan 18º’yi esas almaktadır. Bu ölçütü, ilk Müslüman astronomlardan itibaren yapılagelen astronomik gözlemler de teyit etmektedir. Buna göre sabah şafağının başlangıcı, güneşin ufka 18º yaklaşması (bir başka ifadeyle güneşin doğmadan önce ufkun 18º altında olması) halindeki vakit olarak tespit edilmiştir. Çeşitli yerleşim yerlerinde imsâk vaktinin çıplak gözle fark edilmesi daha geç olabilir. Ancak imsâk vakti hesapla belirlendiğine göre hesabın çeşitli yerleşim yerlerine göre değişken olmayan ve bilimsel temeli olan bir ölçüte dayanması daha isabetlidir. Bunun içinde en uygun ölçüt, astronik tanın başlangıcı olan 18º’dir. D.İ.B.’in A.Ü. Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden bir grup bilim insanıyla yaptığı uzun süreli gözlemlerin sonucunda, ufuk ışımasına duyarlı aletlerle yapılan tespitlerinde 18º tercihiyle uyumlu olduğu görülmüştür.[283]

İslam dünyasında astronomik tanı -18º’yi esas alan şahıs ve bazı kurulışlar ise şunlardır:

٠       Râbıtatü’l-Alem,'’l-İslami

٠       Ümmü’l-Kurâ

٠       el-Mesâhatü’l’Âmmetü’l-Mısriyye

٠       Pakistan Ulûmü’l-islamiyye

٠       111811 Tahrân

٠       Tahran Üniversitesi[284]

2.1.3.3.          Astronomik Tani Fecr-i Sâdik Kabul Etmeyenler

Astronomi ilminin -18º’yi aydınlanmanın başladığı vakit olarak kabul etmesine karşılık, bunun fecr-i sâdık olmadığını, dolayısıyla fecrin -18°’de gerçekleşmediğini söyleyenler de bulunmaktadır. Bunun farklı sebepleri vardır. Biz burada İslam aleminde astronomik tanı fecr-i sadık olarak kabul etmeyenleri başlıklar halinde sunup bilhassa ülkemizde farklı tanları ölçü kabul eden şahıs ve kurumlar hakkında izahat verilecektir.

٠ Suûdî Arabistan Gözlem Heyeti / Meşrû’u 09112501-1 Şafak

٠ Kuzey Amerika Gözlem Heyeti (ISNA)

٠ Müessesetü’l-Livâ (İran / Kum)

٠ Mısır Araştırması

٠ Amerika Gözlemleri

٠ İslâmi Örgütler Birliği (Fransa)

1201 ٠

٠ Abdülhak Sultan

٠ Abdülmelik Ali el-Küleyb

٠ Sa‘d el- Haslân

٠ İbn Useymîn

٠ Muhammed Ahmed et-Türkî[285]

2.1.3.3.1.        Abdülaziz Bayındır (Süleymaniye Takvimi)

Astronomik fecri imsâk vaktinin başlangıcı olarak kabul etmeyen ilim adamlarından biri de İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Abdülaziz Bayındır’dır. Bayındır yapmış olduğu açıklamalarda fecrin tebeyyünü görüşünden hareketle her bir mükellefin bulunduğu ortamda fecir kendisine tebeyyün edinceye kadar yeme içmeye devam edebileceğini söylemekte ve güneşin doğu ufkuna yakınlığı -8.5° olunca fecr-i sadık olacağını; sabah namazı vakti girip, oruç yasakları başlayacağını ifade etmektedir.

Bayındır, yıldızların çekilmeye başladığı vakitten güneşin doğuşuna kadar olan vakti gecenin üçüncü bölümü olarak tanımlamakta bu süreci de seher ve imsâk vakti olarak ikiye ayırmaktadır.[286]

Bayındır, seher vaktini ufkun -18º’deki hali olarak kabul etmektedir. Ancak bu durumda ufukta bir aydınlanma olduğu yapılan gözlemlerle açıkça görülmektedir.

Bunun yanında, Sayın Bayındır, Başkanlığımız tarafından 1989 yılında yapılan gözlem çalışmalarına bizzat kendisi de katılmıştır. O günkü gözlemlerde bazı günlerde farklı görüş beyan ettiğine dair kayıtlar da mevcuttur. Ancak çıplak gözle yapılan bu gözlemlerde takvimde kaydedilen vakitten iki dakika sonra fecrin doğuşuna şahitlik ettiği halde bu gün 70 dakikadan fazla bir fark olduğunu iddia etmektedir. Bu durumun farklı sebepleri olabilir: birincisi; Bayındır’ın fecrin doğuşu konusundaki kanaati ilk dönemlerden itibaren cumhuru temsil eden görüşten farklıdır. Ancak, Başkanlığımız bünyesinde yapılan gözlem çalışmalarında yer aldığı zaman, fecri diğer grup üyeleri ile beraber tespit etmiş olması geçmişteki görüşünün cumhur istikametinde olduğunu gösterir. İkincisi, fecrin gözlem şekli konusundaki görüş farklılığıdır. Geçmişte gözlem için özel yerler seçilmesi görüşünde iken bugün farklı düşünüyor ve fecri her bir mükellefin bulunduğu yerden tespit etmesi gerektiğini düşünüyor olabilir. İmsâk vakti konusunda yapmış olduğu beyanlarında bu tür ifadelere rastlamak mümkündür.[287]

Ancak, yapmış olduğu gözlemlere ait verdiği bilgilerde dünyanın farklı yerlerinde gözlem yaptığından bahsetmektedir. Her bir mükellefin bulunduğu yerden fecrin doğuşunu tespit etmesi gerekeceği görüşünde olan birinin, gözlem yapmak için özel yerler seçtiğini ifade etmesi de bir çelişki olarak dikkati çekmektedir. Ayrıca bu görüş, her bir mükellef için vaktin farklı zamanlarda başlaması sonucunu doğuracaktır. Astronomik bir olgu olan fecrin ortaya çıkıp çıkmadığı meselesinin kişilere göre niçin değişeceğinin de izah edilmesi gerekir. Bu farklılığın bir diğer sebebi de, günümüzde astronomik şartların değişmiş olması olabilir. Bize göre asıl sebep budur. Otuz yıl önce ışık kirliliğinin nispeten daha az olduğu bir ortamda çıplak gözle iki dakika sonra farkedilen fecir günümüzde şartların değişmiş olmasından dolayı tespit edilememektedir. Gelecek yıllarda fecir konusunda hangi ölçünün alınacağını kestirmek de güçtür. Bu durum, her dönemde insanlar için ölçüt olacak bir ilkenin kabul edilmesi gerekliliğini göstermeye yeter.

2.1.3.3.2.        Fazilet Takvimi

Fazilet takviminin imsâk vaktini belirlerken esas aldıkları dereceyi ve ilgili dayanaklarını burada sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Bir yerin namaz vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir. Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen 'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı- gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır. Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir. İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil, fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz vakitlerin kullanılması sakıncalıdır. Bu itibarla 1985'ten îtibâren takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan Diyânet takvimi de dâhil bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.

Yatsı vakti için güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsâk vakti için de 19 derece ufka yaklaştığı anlar hesaba esas alınmış, ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır. Tatbik edilmiş bulunan bu temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsâktan 10 dakika, güneşin doğuşundan da 5 dakika çıkarılmıştır.[288]

Görüldüğü gibi ilgili takvimi düzenleyenlerin kendi açılarından bir takım şer’i ve bilimsel izahatları bulunmaktadır. Şimdi özel konumu ve coğrafi konumu aynı olmasına rağmen aynı tarihte farklı dereceler kullanıldığında yine aynı yer için nasıl farklı imsâk zamanları tespit edilmiş beraber görelim.

Diyanet Takvimi Örneği: 15.12.2017 tarihi için Diyanet Takviminin kaydettiği imsâk saati: 06:25’tir. Güneşin doğumu ise: 07:56’dır.[289]

Süleymaniye Takvimi Örneği: 15.12.2017 tarihi için Süleymaniye Takviminin kaydettiği imsâk saati: 07:15’tir. Güneşin doğuşu ise: 07:56’dır.[290]

Fazilet Takvimi Örneği: 15.12.2017 tarihi için Fazilet Takviminin kaydettiği imsâk saati: 06:10, sabah: 06:30[291], Güneş ise :07:54’te doğmuştur.[292]

Diyanet takvimi ile Süleymaniye takvimi arasındaki imsâk farkı 50 (elli) dakikadır yani yaklaşık olarak bir saate yakın bir zaman dilimi o sebepten olmalı ki sayın Bayındır ülkemizde 40 dakika önceden oruca başlanılıyor demektedir.[293]

Diyanet takvimi ile Fazilet takvimi arasındaki imsâk farkı ise diyanet takviminden 15 dakika öncesine tekabül etmektedir. (Temkin ve ihtiyat dahlinde) Paylaştığımız bu veriler ışığında şunları söyleyebiliriz: İmsâk vakti ki çalışmanın başından beri fecr-i sadıkla eş anlamlı kullandığımız ve birçok ibadetimizin sıhhatini etkileyen önemli bir zaman dilimidir. Yatsı namazının vaktini sona erdiren, sabah namazının başlangıcı olan ve oruçlu için yemeye, içmeye, cinsel ilişki ve tüm oruç yasaklarına başlama anı olan imsâk vakti için farklı söylemler faklı görüşler İslam’ın ilk yıllarından beri varolagelmiştir. Bu bir zenginliktir ve ruhsattır diye düşünmekteyiz. Lakin burada önemli bir husus vardır, bir ibadetin vakti hususunda

bariz farklılıklar Müslümanların zihinlerinde bir takım tereddütler meydana getirmektedir. Burada dikkat edilmesi gereken hususun şu olduğunu düşünmekteyiz. Birçok ilmi birikimi birlikte kullanmayı gerektiren imsâk vaktinin tespiti hususunda şahısların ve kurumların vahdet ve cemaat şuurunu zedeleyici, tefrikalara yol açıcı tutum ve davranışlardan uzak kalınmasıdır. Burada faydalı olacağını telakki ettiğimiz A.Ü. Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sacit Özdemir’in astronomik tanın esas alınarak hesaplandığı imsâk vakti hakkındaki raporunu burada paylaşmak istiyoruz.

Gözlemlerin yurt içinde 6 ayrı merkezde, yurt dışında ise 2 ayrı merkezde yaptıklarını belirten Özdemir, şunları kaydetti:

"Bu gözlemlerimizde imsâk anının, güneşin ufkun yaklaşık 18 derece altındayken gerçekleştiğini kanıtladık. Sayısal olarak bulduğumuz değer -17,8 derecedir. Bu takvimlerimizde verilen saatle tamamen uyum içindedir. Yatsı vaktinde yaptığımız gözlemlerde de takvimlerimizdeki, ufki aydınlığın kaybolduğu ana denk gelen yatsı vaktiyle tamamıyla uyum içinde çıkmıştır. Bu yönüyle kamuoyu imsâk ve yatsı vakitleriyle ilgili Diyanet İşleri Başkanlığımızın yayınladığı takvimlerden en ufak bir şüphe duymalarına gerek yoktur."

Yalancı fecr denilen olayı, şehir içerisinde ışık kirliliği olan bölgelerde görme şansının olmadığını vurgulayan Özdemir, uzman olmayan kişilerin bu gözlemleri yapmaları durumunda fecri sadık ile yerel aydınlanmadan kaynaklı ışık kirliliğini birbirinden ayırt edemeyeceklerini söyledi.

Özdemir, 2016'da uydu verilerine dayalı olarak elde edilen "Dünyanın Işık Kirliliği Haritası"na dikkati çekerek, konuşmasına şöyle devam etti:

"Avrupa kıtasında karanlık bölge kalmamış, ışık kirliliğinden o kadar muzdarip durumda. Bu tür yerlerde bırakın yalancı fecr gözlemini gerçek fecr anını algılamak bile zor bir gözlemdir. Aynı şekilde Anadolu topraklarında da hiçbir karanlık bölgenin kalmadığını görüyoruz. Biz burada ne kadar gözlem yaparsak yapalım yalancı fecr olayını görme şansımız bulunmuyor. Nitekim buradaki gözlemlerimizin hiçbirinde de yalancı fecr olayına şahit olamadık."

Yaptıkları çalışmalarda imsâk vaktini, elde ettikleri eğrilerden çıkardıklarını anlatan Özdemir, "Buradan çıkan sonuç gözlemsel zamanla takvimlerimizde verilen imsâk zamanı arasındaki fark sadece 25 saniye çıkmış. Gözlemsel sonucumuz, kesinlikle takvimlerimizdeki imsâk anıyla yüzde 100 uyumludur. Bu kadar hassas ve duyarlı ölçümler yapabiliyoruz." dedi.

Özdemir, "İmsâk saatlerinin belirlenmesinde fecr anını son derece duyarlı hassas cihazlarla tespit ettik. Saniye mertebesinde duyarlı sonuçlar elde ettik. Bir tereddüde meydan yok. Bu konuda iddiada bulunanlar hiçbir bilimsel veriye dayanmadan konuşmaktadır." demektedir.

İmsâk anı gerçekleştikten sonra aynen ayette belirtildiği gibi siyah ip olarak ufku, beyaz ip olarak gökyüzünün alınabileceğini belirten Özdemir, "Gökyüzü her geçen saniye giderek beyazlaşmak suretiyle yatay bir beyaz ipe dönüşmektedir. Ufuk ise karanlığını muhafaza etmek suretiyle aynen bir siyah ip konumundadır. Ayette tasvir edilen sahne aynen burada kaydettiğimiz sahnedir." ifadelerini kullandı.

"Kendilerince ortaya koydukları ve Din İşleri Yüksek Kurulunun ifade ettiği gibi fıkhi zayıf görüşlere dayanarak, bir saat sonrasının imsâk olması gerektiğini iddia ediyorlar. Hâlbuki bu parlama giderek yükselen bir eğilim gösteriyor. Bu olay kesinlikle fecr anının, ufuktaki yatay parlaklığın anını göstermekte. Bazı çevrelerin iddia ettiği bir saat sonra biz bu resmi çekmiş olsaydık, fotoğraf makinesindeki bu resim patlamış, aşırı doyuma ulaşmış şekilde karşımıza çıkıyor. O anının fecr olamayacağı açık ve seçik kanıtlanabilir. Biz o saate kadar gözlemlerimizi dahi sürdüremiyoruz. Fecr anının o an olma ihtimali bilimsel olarak kesinlikle mümkün değil." demiştir.[294]

2.1.4.         Astronomik Fecir Konusundaki Görüş Farklılıklarının Sebepleri

İmsâk vakti için astronomik tanın esas alınmasının hatalı olduğunun söylenmesi şu üç sebebe dayanmaktadır:

1.        Astronomik fecrin fecr-i kâzib olduğu iddiası

2.         İmsâk vakti konusunda ictihat farklılığı

3.         Fecrin aydınlığının çıplak gözle farkedilememesi.

2.1.4.1.         Astronomik Fecrin Fecr-i Kâzib Olduğu İddiası

İmsâk vakti konusunda -18º’den farklı bir görüşe sahip olanların bu ölçüyü fecr-i sâdığn doğuşu ve imsâk vakti olarak kabul etmeme gerekçelerinin başında, bu vakitte oluşan aydınlığın fecr-i kâzib aydınlığı olduğunu iddia etmeleri gelmektedir. Bu görüşte olan Sa‛d el-Haslân; astronomik fecir fakihlerin fecr-i kâzib olarak isimlendirdiği şeydir. Bu da çoğunlukla -18º’de olur. Havanın açıklığına veya kapalılığına göre biraz öne veya geriye gidebilir, demektedir.[295] Bu görüşte olanlar günümüzde kullanılan takvimlerin imsâk vakti için -15º ile -19.5º arasında farklı öçlüler kullanmalarının sebebinin de bundan kaynaklandığını söylemektedirler.[296]

Bu iddia, bu konuda araştırma yapan astronom ve din adamları tarafından reddedilmiş ve bunun delilsiz bir iddia olduğu söylenmiştir. Söz konusu iddiaya, yapılan gözlemlerde -18º’de oluşan aydınlığın Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in yaptığı fecr-i kâzib tanımından farklı olduğu, bununla beraber bu tanıma uygun olarak fecr-i kâzib aydınlığının -18º’den önce tespit edildiği şeklinde cevap verilmişitir.[297] -18º’de oluşan aydınlanmanın fecr-i sâdığa ait olduğu çağdaş astronomların yanı sıra geçmiş dönemde yaşayanların da tespitidir. Bu konuda Bîrûnî’nin sözü şöyledir: “Fecrin üç hali vardır. Birincisi ince, uzun ve dikeydir. Bu es-suhbü’l-kâzib’tir buna zenebü serhân denir. Bu fecre herhangi bir hüküm bağlanmaz. İkincisi; ufukta yataydır, yarım daire şeklinde yuvarlaktır. İbadetlerin şartları buna bağlıdır. Üçüncüsü; onun peşinden gelen ve güneşin doğuşundan önce olan kırmızılıktır. Din açısından birincisi ile aynı hükme tabidir. Fecir ve şafaka olan ihtiyaçtan dolayı bu ilmin ehli, gözlem yapmışlar ve güneşin ufkun altında 18°’ye geldiğinde fecrin doğduğunu kabul etmişlerdir.[298]

Avde de astronomik fecir olan -18°’in fecr-i kâzib olduğu iddiasının bu konuda bilgi azlığından kaynaklandığını, bunun astronomi ilminin tespiti olduğunu, Müslüman olmayan astronomların da fecr-i kâzibi çok iyi bildiklerini ve astronomi ilminde fecr-i kâzibe ed-dav'ü'l-bercî / zodiacal light dendiğini söylemektedir. Bu söylediklerine delil olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Virjinya Üniversitesinin internet sitesinde, fecri sâdık ve fecr-i kâzib hakkında yazılmış bir makaleden şu paragrafı aktarmaktadır: “Öncelikle fecr-i sadığı gözetlemeden önce fecr-i kazibi gözetlemen gerekir. Fecr-i sâdığın doğuşu yaklaşık olarak güneşin doğuşundan 90 dakika önce başlar. Bu vakitten önce, eğer gökyüzü açık olur ve herhangi bir ışıktan uzak olursan doğu tarafına bak, orada göğe yaklaşık 35-40°’lik bir açıyla sağa doğru meyleden üçgen şeklinde bir ışığın gökyüzüne uzandığını göreceksin. Bunun ufuktaki genişliği 15°’den fazla, gökyüzündeki genişliği de 5°’dir. Sabah vakti erken görülürse buna fecr-i kazib adı verilir bu daha sonra fecr-i sadıkla birleşir. Bu ifadeler şâz veya nâdirattan olmayıp neredeyse bütün batılı kayaklarda bununla uyumlu ifadeler bulunmaktadır.[299]

Bu iddia sahipleri -18º’nin fecr-i kâzib aydınlanması olduğu iddiasını bu ölçüyü esas alan takvimlerin alan araştırması yapmadıkları şeklinde gerekçelendirmişlerdir. Ancak bu iddianın doğru olmadığı ortadadır. Yapılan gözlem sonuçlarından bir kısmı ilgili bölümde paylaşılmıştı. Bu gözlemler arasında yer alan ve Yemen’de astronomlar tarafından yapılan gözlemlerde fecr-i kâzibin - 29.5°’de doğmaya başladığı farkedilmiştir. Yine Avde, Ürdün ve Libya’da yapmış odukları gözlemlerde her iki fecri de görebildiklerini ve fecr-i kâzibin -18º’den çok önce ortaya çıktığını tespit ettiklerini aktarmaktadır.[300]

Astronomik fecre yapılan itirazlardan bir diğeri de -18°’nin müslümanların değil batının tespiti olduğudur. Bu iddiayı yapanlardan biri Abdülmelik Ali el- Küleyb’dir. Geçmişten günümüze müslüman astronom ve din adamlarının yapmış olduğu gözlem ve değerlendirmeler bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Müslüman astronomların imsâk vaktine esas olacak fecrin doğuşu konusundaki görüşleri liste halinde verilmişti. Orada görülmektedir ki yaklaşık bin yıl önce bu mesele tespit edilmiş ve -18º imsâk vakti olarak belirlenmiştir.

2.1.4.2.         Fecir Konusunda Farklı Görüşe Sahip Olmak

İmsâk vakti etrafındaki tartışmaların sebeplerinden bir diğeri de klasik dönemdeki tartışmalara tekrar dönmektir. Yani ayet ve hadislerde imsâk vaktine esas olacak fecrin doğuş keyfiyetinin ne olduğu meselesi tekrar ele alınmış bu konudaki ictihad farklılıkları da farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Fecr-i sâdığın ilk doğuş anını vaktin girmesi için yeterli görmeyip, fecrin ışığının yeryüzünü aydınlatmasını veya renginin kırmızıya dönmesini şart koşanların görüş farklılıkları bu sebebe dayanmaktadır. Onlar, fecr-i sadığı kırmızılık ve evleri, yolları ve dağ başlarını aydınlatması olarak anladıklarını söylemekte ve fecrin doğuşu ile ilgili şu hususları zikretmektedirler.

1.                   Fecr-i sâdık güneşten belli bir süre önce doğar. Bu vakit kış ve yaz mevsimi olmasına göre farklılık arzeder.

2.                   Fecr-i sadığa bazen, özellikle de gökyüzü açık olduğunda, kırmızlık karışır. Bu kırmızılık fecr-i kâzibe kıyasla göreceli bir kırmızılık olup, havanın durumuna göre artıp eksilebilir.

3.                   Fecr-i sâdığın ışığı çarşıları ve yolları doldurur.

4.                   Ay ışığının fecr-i sâdık üzerindeki etkisi sınırlıdır.[301]

Albanî, Abdülmelik Ali el-Küleyb, Muhammed b. Ahmed et-Türkî, Abdülaziz Bayındır, Hüseyin Atay gibi ilim adamlarının imsâk vakti için farklı görüşler beyan etmeleri de bu sebebe dayanmaktadır. Bu gibi ictihadlar her dönemde var olmuştur. Birinci bölümde ifade edildiği üzere cumhur fecrin ilk ışıklarını imsâk vaktinin başlangıcı kabul etmeyi ihtiyata daha uygun bulmuştur. Bundan farklı düşünen bir kimsenin vakitler konusunda kendi ictihadına göre hareket etme imkanı vardır. Ancak, yalnızca bu ictihadı doğru kabul edip diğerlerini batıl saymak İslam hukukundaki ictihat anlayışına aykırıdır.

2.1.4.3.              Çıplak Gözle Yapılan Gözlemlerde Aydınlanmanın Fark edilmemesi

Astronomik fecre itibar edilmesini yanlış bulanların öne sürdüğü diğer bir gerekçe de, astronomik fecrin doğuşu kabul edilen -18º’de fecrin aydınlığının günümüzde farkedilmemesidir. Bu görüşte olanlara göre şartlar ne kadar değişirse değişsin, hangi hal ve şartta olursa olsun, imsâk vaktinin başlangıcı için fecrin tebeyyün etmesi şarttır. Çünkü ayette, fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tebeyyün edinceye kadar yeme içmenin mübah olduğu bildirilmiştir. Onlar, ayette geçen hatta yetebeyyene leküm ifadesini, mücerred gözle görmek şeklinde yorumlamışlardır. [302]

Bu görüşü savunanlar geçmiş dönemden ya da günümüzde tanınmış bazı alimlerin sözlerinden delil getirmişlerdir. Bunların başında İbn Hacer el- Askalânî’den yapılan şu nakil bulunmaktadır: “Günümüzde Ramazanda ihtiyat gerekçesiyle, ikinci ezanın fecirden yaklaşık olarak yirmi dakika önce okunması ve oruç tutacak kişiye yeme ve içmenin yasak hale geldiğine işaret olmak üzere lambaların söndürülmesi kötü / münker bir bidattır. Böyle davrananlar güneş battıktan sonra da bir derecelik temkin uygulamaktadırlar. Böylece onlar iftarı geciktirmişler, sahurda acele etmişler ve sünnete muhalefet etmişlerdir. Böylece onlarda hayır azalmış ve şer çoğalmıştır.[303] Ancak İbn Hacer’in bu sözünde, bu görüşte olanlara delil olacak bir ifade yoktur. Çünkü O, vaktin girdiği veya çıktığı bilindiği halde temkin gerekçesiyle vakti öne veya geriye almaktan bahsetmektedir. Dolayısıyla, bu ifadenin bu konu ile bir ilgisi bulunmamaktadır. [304]

Her dönemde harici şartlar ne olursa olsun, fecrin aydınlığının her bir mükellef için açık bir şekilde ortaya çıkmasını şart koşmak, ya sunî ışıkların fecrin doğuşu üzerinde etkisinin olmadığını iddia etmek ya da imsâk vaktinin her dönemde değişebileceği görüşünde olmak anlamındadır. Birinci görüşün doğru olmadığı tecrübe ile sabittir. Araştırmalar göstermiştir ki ışık kaynağına yakın yerlerde yapılan gözlemlerle, gözlem şartlarının oluştuğu yerlerde yapılan gözlemler arasında büyük farklar vardır. [305] Yeri gelmişken ifade etmek isteriz ki, insan gözünün algılayamacağı türden ışınlara duyarlı aletlerle yapılan gözlemlerin neticesinde fecir gözlemine/tan olayına harici ışık kaynaklarının etki ettiği bilimsel olarakta ispatlanmıştır.[306] Harici ışıkların fecrin doğuşu üzerinde etkisi olsa bile, fecrin ışığı tebeyyün etmedikçe vaktin girmeyeceğini iddia etmek ise bu vaktin her dönem ve mekan için farklı olabileceğini kabul etmek anlamına gelir. Bu da Allah’ın kevnî bir hadiseye bağladığı vakti bu hadise değişmediği halde değiştirmek anlamına gelir ki, bilebildiğimiz kadarıyla bunun dinde bir örneği yoktur.

2.1.4.4.          İmsâkın Başlangıcı İle İlgili Günümüz İlim Adamlarının Görüşleri

Çalışmamızın bu son bölümünde ülkemizde her yıl Ramazan ayında adeta gündem oluşturan, Müslümanların zihinlerinde şüphe ve istifhamlara neden olan

imsâk vakti hakkında görüş beyan eden bazı ilim adamlarının değerlendirmelerine yer verilecektir.

Prof. Dr. Yusuf el-Karadâvî : Abdullah İbn Ümmü Mektum ile Bilal ve Zeyd İbn Sâbit’in hadislerinden yola çıkarak Karadâvî şunları söylemektedir:

İmsâk vaktinin girip girmediğinde şüphe eden kişi kesin emin oluncaya kadar yiyip içebilir. Ümmetin otoritelerinden İbn Abbas da (r.a.) bu yönde görüş beyan etmiştir. Ahmed bin Hanbel’in de uygulamasının bu yönde olduğu nakledilmiştir. Huzeyfe (r.a.) da güneş doğmamakla birlikte ileri bir vakitte Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) birlikte sahur yaptıklarını ifade eder.

Bu ifadelerden anladığımıza göre imsâk vakti ile sabah namazı vakti günümüz insanın uyguladığı gibi dakika ve saniyelerle net bir şekilde tespit edilmesi gereken bir zaman dilimi değildir. Aksine bu konuda sahabe ve tabiinin uyguladığı üzere Müslümanlara genişlik tanınmıştır. Dolayısıyla pek çok Müslüman ülkede yapıldığı üzere ihtiyat için sabah vaktinden bir süre önce imsâk vaktinin belirlenmesi Hz. Peygamberin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve ashabın uygulamasına ters düşmektedir. Bu yüzden imsâk vakitlerinin net bir şekilde tespit edilip imsâkiyeler, takvimler ve gazeteler yoluyla yayınlanması da uygun değildir.[307]

Prof. Dr. Orhan Çeker: Orhan Çeker, “Diyanete itiraz edenler Fecr-i Sâdık ile Fecr-i Kazib’in arasının bir saat olduğu iddiasıyla imsâk vakti hakkındaki tartışmaları gündeme getirmektedirler, demektedir. Fakat iki fecrin arasının o kadar uzun olması mümkün değil. Yapılacak gözlemde iki fecrin arasının en fazla 30 dk. olduğu görülecektir.

Diyanet’in belirttiği imsâk vaktinden sonra üzerine 20 dk. daha koyduğumuz takdirde 60-70 dk. arası bir zaman aralığı ortaya çıkar ki bu orucun vaktinden eksiltmek anlamına gelir.

Dolayısıyla biz Diyanet’in imsâkiyesine güveniyoruz, başka imsâkiyelere itibar etmiyoruz. Diyanet’in imsâk vaktinde sahuru sonlandırmakla birlikte sabah namazı vakti girer mi şeklindeki soruya da Çeker, şu şekilde yanıt vermiştir: Peygamberimiz zaten fecr-i sâdıkta namaz kılmazdı. Bu konuda Hanefiler güneş doğumuna yakın sabah namazı kılmayı faziletli zaman dilimi olarak tavsiye ederken Şafiiler imsâk girdikten 30 dk. sonra namaz kılınmasını tavsiye etmişlerdir. İmsâk vaktinde namaz kılmak doğru değildir demek sabah namazı vaktinin girmediği anlamına gelmez. Diyanet’in imsâk vakti ile başlattığı sahurun sonlandırılması ihtiyaten en doğru olanıdır.” görüşünü dile getirdi.[308]

Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu: Kırbaşoğlu, “Diyanet’in imsâk vaktinin sahurun sonlandırılması için ihtiyati bir zamandır.

Diğer taraftan “Ümmetim sahuru (vaktin sonuna doğru) geciktirdiği ve iftarı da acele ettiği sürece hayır üzere olacaktır.” Hadisi gibi sahurun geç yapılması ile ilgili gelen hadis ve Peygamberimizin uygulamaları göz önüne alındığında ortalığın aydınlanmasını bekleyen birinin orucu da makbuldür. Bu konuda imsâk ile ortalığın aydınlanması arasında geçen zamanda herkesin kişisel içtihadını kullanmasında bir sakınca yoktur. Nihayetinde sahabe tüm samimiyetine rağmen bu konularda bizim günümüz insanı kadar ince eleyip sık dokumaz, esnek hareket eder ve birbirlerine bu kararlarında gayet anlayışlı idiler.

Zaten Müslümanları serbest bıraktığınızda azimeti ruhsata tercih ettikleri için Müslümanların basiretinden korkmamak gerekir. İmsâk vaktinde sahuru sonlandıran da ortalığın aydınlanması bekleyen de nihayetinde oruç tutmuştur” değerlendirmesinde bulundu.[309]

Prof. Dr. Hamdi Döndüren: Her sene gündeme gelen ve Müslümanlar arasında kafa karışıklığına neden olan imsâk ve iftar vaktiyle ilgili bazı kesimlerin yaptığı açıklamalar faydadan ziyade zarara ve şüphelere yer veriyor. Oruca başlama vakti ve namaz vakitleri, fıkıh kitaplarında detaylı bir şekilde yer alıyor. Bu vaktileri esas alarak ibadetleri yerine getirmek farzdır. Ayrıca günümüzde birçok ülkede yaygın olan takvim ve imsâkiyelere itimad edilmesi şu iki şartın bulunmasıyla caizdir;

1-                  Tayin edilen vakitler tecrübe sahibi ve işin ehli astronotlar tarafından belirlenip, fıkıh âlimlerinin onayından geçmelidir.

2-                  Her bölge kendi mıntıkasına ait imsâkiye ve takvimleri esas almalıdır. Zira dünya elips şeklinde olduğu için namaz vakitleri, uzak illerde farlılık arzetmektedir.

Astronomların, bir takım teknolojik imkânlarla belirledikleri namaz vakitleri çağdaş birçok İslam âlimi tarafından geçerli kabul edilmiştir. Zira belirlenen bu vakitler âlimler tarafından bilfiil denenmiş ve neticesinde bu takvimlerin doğru olduğu kanısına ulaşılmıştır. Dünya âlimler birliği başkanı Yusuf el-Karadâvî, uzun süren heyet toplantıları neticesinde bu takvimlerin namaz ve oruç vakitleri için geçerli olduğu kararına varmıştır.

İmsâk vakti fecri sadık denilen ve çok kısa bir süre beliren aydınlığın ardından başlar. Öyle ki Kur’an’ı Kerim’de izah edildiği üzere çok kısa süren bu vakitte beyaz iplik ile siyah iplik birbirinden ayırt edilebiliyor. Gittikçe metropolleşen, çok katlı binaların ve yoğun ışıklandırma sisteminin bulunduğu günümüz dünyasında fecri sadıkta beliren bu ışığı birtakım teknolojik aletleri kullanmadan görmek neredeyse imkansızdır. Bu bakımdan takvim ve imsâkiyeleri esas alarak namaz, sahur ve iftar vakitlerini belirlemek biz Müslümanlar için büyük bir rahmettir.

Bununla birlikte her konuda olduğu gibi bu konuda da ihtiyatı elden bırakmamak gerekir. Mezhep imamlarına göre tayin edilen vakit girdikten sonra namaz için ihtiyaten on ile on beş dakika arasında beklemek sünnettir.

Özellikle Türkiye’de bazı kesimlerin her sene imsâk ve iftar vaktiyle ilgili kafa karıştırıcı açıklamalar yapmalarını doğru bulmuyor, faydası olmayan bu iddialardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyoruz.[310]

Prof. Dr. Hayrettin Karaman: İmsâk vaktinin tespiti ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara Karaman, başlıklar halinde şu yanıtları vermiştir:

Oruç tutanların kafalarını karıştıran imsâk tartışmaları hakkında konuşan Prof. Hayrettin Karaman, Diyanet'in imsâk ve namaz vakti için yaptığı belirlemenin gönül rahatlığı ile uygulanabileceğini söyledi.

Ramazan ayının gelmesiyle oruç tutanların kafalarını karıştıracak hararetli imsâk tartışmaları başladı. Birlik beraberlik mesajlarının verildiği bu mukaddes ayda imsâk ve iftar saatleri konusunda ortaya atılan iddialar İslam alemini rahatsız ediyor. Diyanet'in takvimine karşı bazı cemaatlerin kendi takvimlerini oluşturup oruca başlama saatlerini farklı uyguladıkları biliniyor. Biz de "Diyanet'in takvimi insanların kafalarını neden karıştırıyor?" sorusunu İlahiyatçı Prof. Dr. Hayrettin Karaman'a sorduk.

Prof. Dr. Karaman, "Diyanet, ayetlere ve hadislere dayanarak imsâkın ve sabah namazının ilk vaktinin 'kırmızı şafak değil, beyaz şafakın ilk ışıkları, başlangıcı, enine yayılanı' olduğunu kabul ediyor. Bunu tespit için de hem hesap yaptırıyor hem de gözlem yaptırıyor. Bunu kabul etmeyen taraf ise şafakın kırmızı olduğunu, bunun da daha geç belirdiğini iddia ediyor. İddiasına nakil ve akıl (bilim) yönünden deliller ileri sürüyor. İlim ahlakı şöyle demeyi gerektiriyor: 'Benim görüşüm budur ve bana göre bu doğrudur, başka görüşlere de saygım vardır ama katılmıyorum.' İşte bu söylendiği zaman kafalar karışmaz, insanlar bölünmez, ümmet tefrikaya düşmez. Bana göre Diyanet'in hem imsâk hem de sabah namazının ilk vakti için yaptığı belirleme gönül rahatlığı ile uygulanabilir" dedi.

Sabah namazı niçin başka zamanlarda ortalık aydınlanınca kılınıyor da Ramazan'da imsâk vakti girince kılınıyor? sorusuna ise Karaman şöyle cevap verdi: "Namazların vakti bir zaman çizgisi değil, zaman aralığıdır. Bu zaman aralığının başında, sonunda veya ortasında bu namazlar kılınabilir. Ramazan'da insanlar, imsâk başlayıp namazın vakti girer girmez sabah namazını kılıp yatmak istiyorlarsa bu mümkün olsun diye namaz ilk vaktinde kılınıyor. Sair zamanlarda ise ortalık biraz aydınlanınca kılınması tercih ediliyor. Bu iki uygulama da caizdir, namaz, vakti içinde kılınmış olmaktadır."

İslam alimi Prof. Dr. Karaman, imsâkın ve dolayısıyla onunla başlayan sabah namazının ilk vaktinin ne ile belli olacağı, doğu ufkunda beliren hangi aydınlığın ve rengin "imsâk ve sabah namazı vaktinin alameti" olduğu konusunun sahabe devrinden beri tartışılmış bir konu olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: "Şimdiye kadar büyük çoğunlukla alimlerin kabul ettikleri ve uygulanan usule eskiden de muhalefet edenler, farklı görüş ileri sürenler olmuştur. Şafak'ın doğu ufkunda enlemesine yayılan beyaz renkli aydınlık değil de kırmızı renkli şafak olduğu iddiası da, ortalık iyice aydınlanmadıkça oruç başlamaz diyenler de eskiden beri vardır. 'Hesap mı, gözlem mi, her ikisi mi' tartışması da yeni değildir. Bu sebeple tartışmaya taraf olanların 'yeni bir buluş yapmış ve tek hakikati yakalamış olma edasından' vazgeçmeleri, daha mütevazı olmaları gerekiyor. Bir de karşı tarafı 'bilerek yanlışta ısrar etme' ithamından vazgeçmeleri icab ediyor."

Kurumun, ilmi esas alarak ciddi araştırmalar yaptığını söyleyen Karaman, "Diyanet bunu yaparken uzmanları topluyor, üniversite ile işbirliği yapıyor, samimi ve ilmî bir sonuca ulaşıyor, bunun doğru olduğuna inanıyor ve ilan ediyor" dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın öteden beri Müslümanların ulemasıyla ve halkıyla kahir ekseriyetinin kabul ettikleri usulü ve vakti bugün de kabul ettiğini ve uyguladığını ifade eden Hayrettin Karaman, "Diyanet İşleri Başkanlığı'na dönüp 'Siz bilerek yanlışta ısrar ediyorsunuz' demek iftira olur, su-i zan olur, Diyaneti töhmet altında bırakmak olur ki, bunu tasvip etmemiz mümkün değildir" diye konuştu. Karaman, hepimizin tartıştığı bu önemli konuyu şu iki maddenin altını çizerek özetledi: "Diyanet İşleri Başkanlığı farklı görüşlerden habersiz değil. Ve aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı söz konusu farklı görüşlerin doğru olduğunu bildiği halde yanlışta ısrar ediyor değil."[311]

Böylelikle imsâk vakti tartışmaları ile ilgili olarak konunun uzmanlarının da görüşlerine yer verdikten sonra bu çalışmanın tüm mükellefler için faydalar getirmesini Rabbimizden temenni ediyoruz.

SONUÇ

İslam, ALLAH’ın beşeriyete gönderdiği son dindir. Emirleri evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir. Sorumluluk yüklerken tüm zamanlarda uygulanabilecek bir kıvamda ve herkesin kaldırabileceği oranda kul sorumlu tutulmuştur. Allah hiç kimseyi gücünün üstünde ve kaldıramayacağı bir yükle sorumlu tutmamıştır. Emirlerinin yerine getirilmesinde ve uygulamalarda bir takım zorluklar söz konusu olduğunda da ruhsat ve kolaylık kapısını kapatmamıştır.

İslam’ın temel ibadetlerinden biri olan Ramazan orucunda iki vaktin belirlenmesi önem arzetmektedir. Bunların birincisi ramazan ayının ilk gününün tespiti, ikincisi ise oruca başlama anı olan imsâk vaktinin belirlenmesidir. Bu çalışmada imsâk vaktinin tayin ve tespiti meselesi üzerinde durulmuştur.

Kur’an’ı Kerim’de 5 farklı ayette zikrolunan imsâk/fecr kelimesi, genel olarak bu ayetlerin tamamında aynı anlamda olmak üzere “fecr-i sadık” manasında kullanılmıştır.

Dini anlam ve mahiyetini ortaya koymak için lugat, tefsir, fıkıh ve özellikle hadis külliyatına başvurduğumuz imsâk kavramı, fecr-i sadıkla eş anlamlı olarak güneşin doğuşundan önce, doğu ufkunda genişliğine olarak doğan ve zamanın ilerlemesiyle yayılan aydınlıktır. Bakara suresinin 187. ayetinde, fecr-i sadık yani imsâk vakti fecr-i sadığın beyaz ipliğe, gece karanlığının da siyah ipliğe benzetildiği mecazi bir ifade ile anlatılmıştır. Ayeti kerimedeki siyah ve beyaz ip tabirini ayetteki mücmel ibareyi gerçek anlama hamlederek imsâk vaktini farklı yaklaşımlarla tespit etme yoluna giden sahabeler olmuştur. Bunların başında Adi b. Hâtim ve Sehl b. Sâ’d gelmektedir. İlk dönemlerde henüz ayetteki kapalılığın Peygamberimizin beyanı ile giderilmediği dönemde Adi b. Hâtim gibi yastığının altına siyah ve beyaz ip koyan ve Sehl b. Sâ’d gibi ayaklarına siyah ve beyaz ip bağlayıp bunlar fark edilinceye kadar imsâk (sahur) eden sahabeler vardı. Bir gün Adi b. Hâtim yaptığının doğru bir tespit yöntemi olup olmadığını Peygamberimize sordu: Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) de ona yaptığının yanlış bir uygulama olduğunu ayette yer alan siyah ve beyaz ip lafızlarının gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığı olduğunu söyledi. Sünnetin beyanıyla vuzuha kavuşan bu durum, imsâk vakti konusundaki Bilalin ve Abdullah İbn Ümmi Mektum’un Ezanları ile Abdullah İbn Ömer, Abdullah İbn Mes’ud, fecr-i tarif sadedindeki rivayetler ile sahurun geciktirilmesini teşvik eden rivayetlerden kaynaklanan faklı yaklaşımlara neden olmuştur. Bidayetinden günümüze kadar oruç ibadetinin ilk vaktinin, yatsı namazının ahir vaktinin ve sabah namazının ilk vaktinin fecr-i sadıkla başladığı hususunda icma bulunmaktadır. Bu görüş Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebine mensup alimler tarafından da kabul edilmiştir. İhtilaf imsâk vaktinin keyfiyeti hususundadır. Doğu – batı yönünde enlemesine yayılarak genişleyen aydınlığın ilk anına mı, tebeyyün etmesine mi, kızıllığa mı yoksa şaz bir görüş olarak güneşin doğumuna mı itibar edileceği hususu tartışıla gelmiştir.

Çalışmamız esnasında edindiğimiz bilgilere göre, imsâk vaktinin tayini hususundaki faklı yaklaşımların, bu konudaki nasların bir bütün halinde değerlendirilmemesinden kaynaklandığı düşünülmektedir. İmsâk vakti ile ilgili rivayetler çalışmamızda olduğu gibi bir bütün halinde değerlendirildiğinde , vakti kırmızılık ve tebeyyün şeklinde ifade eden yaklaşımların tevil edilebildikleri halde, bu özelliklerin ortaya çıkması için vaktin oluştuğunu söylemek beyazlığı ifade eden rivayetleri reddetmek manasına gelmektedir. Bundan dolayı fecrin kırmızılığını şart koşan bazı araştırmacılar, Adi b. Hâtim ve Sehl İbn Sad’dan gelen hadisleri sahih kabul etmemektedir. Hadis kaynaklarımızda sahih olmadığına dair bir bilgi bulunmamakla beraber bunun yanında Buhâri’nin ve Müslim’in ittifak ettiği (muttefekun aleyh) hadislerden olması ayrıca önemlidir. Cumhur’a göre imsâk vaktinin ilk anı beyazlığa itibar edilmesi yönündedir ki bizim de yakın durduğumuz görüş budur.

Şer’i ihtilafların kaynağını bu şekilde tespit ettikten sonra günümüzde İsra Suresi 78. Ayetteki “kur’anel fecr” ibaresini fecrin toplanması/yoğunlaşması olarak anlayan araştırmacılar var ki özellikle baktığımız tefsir kaynaklarında böyle bir manaya rastlayamadık. Yine aynı ayette meşhuden lafzının çıplak gözle imsâk vaktinin tespit edilmesine dayanak oluşturan yaklaşımda ise meşhuden kelimesinin hem ıstılah hem de tefsir kaynaklarında bir şeyi bilmek, vakıf olmak, hazır bulunmak anlamlarında kullanıldığını tespit etmekteyiz. Kelimenin bizatihi çıplak gözle görmek anlamını ifade eden bir izaha rastlamadık.

Tüm insanlığın malumudur ki, gelişen ve yenilenen teknoloji dünyasında hem uzun süreli (mevsimsel) rasat gözlemleri hem de kısa süreli (günlük) gözlemler adeta nokta atışı mesabesinde yapılabilmektedir. İslam’ın belli vakitlere bağlı olarak farz kıldığı ibadetlerin vakitlerini de doğru bir şekilde tespit edebilmek için ilk İslam düşünürleri astronomi ilmine önem vererek fütühatlarını gerçekleştirdikleri topraklardaki eserleri arasında rasathaneleri de ihmal etmemişlerdir. Güneşin ufka yaklaşma yani imsâk vaktini tespit etme açısından İslam dünyasında alimler farklı dereceler tespit etmişler ve kullanmaktadırlar. Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı ile İslam aleminde birçok ilim adamı 18 dereceyi kabul etmişlerdir. Çalışmamızda paylaştığımız en son teknolojik aletlerle yapılan gözlem sonuçlarının da 18 dereceye çok yakın çıktığı bilimsel olarak ispat edilmiştir. Türkiye’de farklı dereceleri baz alarak hazırlanan Süleymaniye takvimi ve Fazilet takvimi incelendiğinde haritada ve özel konumda bir farklılığın olmamasına rağmen farklı dereceler kabul edildiğinde imsâk vaktinde bariz farklılıklar gözlemlenmektedir. Bunun en temel nedeni bilimin imsâk gözlemini net bir şekilde tespit edebilmek için sunduğu şartlara riayet etmemekten kaynaklandığın belirtmek isteriz. Örneğin kızıl şafağa itibar edilmesi gerektiğini beyan eden yaklaşımla, dinin kolaylık ve evrensellik prensibini öne sürerek imsâkı olması gereken zamandan daha ileri bir boyuta taşıma girişimlerinin şer’i ve bilimsel izahattan yoksun olduğunu belirterek, çalışanlara ve uyuyanlara erkenden imsâk yaptırılıyor söylemlerinin keyfiyet içerikli izahlar olduğunu düşünüyoruz. Şu bir gerçektir ki çöl, deniz gibi önü açık bir coğrafyada imsâk gözlemi yapmakla, rengarenk ışık huzmelerinin olduğu bir mekandan imsâk gözlemi yapmak ve inanları bu yönteme sevk etmek İslam’ın vahdet şuuru ile bağdaşmamaktadır.

İmsâk Vakti gibi mühim bir konu hakkında son sözü söylemek gibi bir iddiamız bulunmamaktadır. Lakin bu hususta kimsenin de benim görüşüm budur, doğru olan da budur gerisi yanlıştır demesi hakkaniyete uygun bir söylem ve duruş değildir.

Netice itibari ile, bulunduğu ortamda şer’i kaynaklardan ve bilimsel verilerden yola çıkarak, astronomik ve atmosferik belirtileri bilen bir Müslüman, imsâk rasatında, ay ışığının bulunmaması, ufukta pus oluşturacak kadar bir nemin olmaması, rasatı etkileyecek oranda bir hava kirliliğinin bulunmaması ve şehir ışıklarının rasat yapanları yanıltacak yoğunlukta olmaması kaydıyla bireysel olarak güneşin hareketlerini gözlemleyerek imsâk vaktini tespit edebilir. Bu mümkün ve meşrudur. Ancak bu atmosferik olayın, yukarıda bir kısmı sıralanan sebeplere bağlı olarak çıplak gözle tam olarak tespit edilemeyeceği kuvvetli şüphesine binaen, güneş ışıklarının ufka ulaştığı ve gözle görülmesinin mümkün olduğu ilk anın bilimsel ifadesi olan astronomik tanın esas alınması daha uygun olur.

Çalışmamızın inananlara faydalar getirmesini, ilim yolcularına farklı ufuklar açmasını, Muhammed ümmetine her işinde, sözünde ve amelinde vahdet şuurundan ayrılmadan hareket ettirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.

KAYNAKLAR

AHMED b. Hanbel, Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed eş-Şeybânî (ö.241), el-Müsned, thk. Şu‛aby el-Arnavut vd. Müessesetü’r- Risâle, 1421/2001.

AKYÜZ Vecdi, “Fıkıh Açısından İmsâk Vaktinin Başlangıcı”, Din İşileri Yüksek Kurulu Güncel Dini Meseleler İstişare Toplantısı (Afyonkarahisar 30 Kasım 02 Aralık 2012), DİB Yayınları, 83-130.

ALİYEV Sultanbek, “İbadet Vakitleri Hakkında Hadisler ve Tahlili”, Erciyes Ü. Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2005

ELBÂNÎ Ebû Abdurrahmân Muhammed Nâsiruddîn (ö.1420), Silsiletü’l-Ahâdîsi’s- Sahîhati ve Şey’ün min Fikhihâ ve Fevâidihâ, Mektebetü’l-Me‛ârif li’n-neşri ve’t-tevzî‛: Riyâd, 1415/1995.

ATAY Hüseyin, “Sahûr Vakti”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1979, cilt: VII, sayı: 3-4.

ATAY Hüseyin, “Sahur Vaktinin Tayin ve Tespiti”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi [Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi], 1982, sayı: 5.

AYNÎ Bedruddîn, Ebû Muhammed Mahmûd b. Ahmed (ö.855), ‘Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi Buhârî, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi, Beyrût, ty.

BAYINDIR Abdülaziz, Ekvatordan kutuplara namaz, 2012 S. 1-44

BEYDÂVÎ Nâsiruddîn Ebû Sa‛îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö.685) Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1418.

BEYHAKÎ Ahmed b. El-Huseyn b. Ali b. Mûsâ el-Husrevcirdî el-Horâsânî Ebû Bekir (ö.458), es-Sünenü’l-Kübrâ, thk. Muhammed Abdülkâdir ‛Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1424/2003.

BÎRÛNÎ Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed (ö.440/1048), el-Kânûnü’l-Mes‛ûdî, Matbaatü Meclisi Dâireti’l-Me‛ârifi’l-Osmâniyye: Haydarabad, 1373/1954.

BUHÂRÎ Muhammed b. İsmâîl Ebû Abdillah, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Muhammed b. Nâsır en-Nâsır, Dâru Tavki’n-Necât: y.y, 1422.

CESSÂS Hüccetü’l-İslâm Ebubekir Ahmed bin Ali er-Râzî (ö.370), Ahkâmu’l- Kur’ân, thk. Muhammed es-Sâdık Kamhâvî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî: Beyrut 1405/1985.

CEVHERÎ Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Farâbî (ö.393), es-Sıhâh Tacü’l-lüğa ve Sıhâhü’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn: Beyrût, 1407, 1987,

ÇİÇEK Yakup, “Kur’an’da Fecir Kavramı”, M.Ü.İ.F. Dergisi, S: 7-8-9-10, 1995, s.178-194

DÂRAKUTNÎ Ebu’l-Hasen Ali b. Ömer el-Bağdâdî (ö.385), Sünen-i Dârakutnî, thk. Şu‛ayb el-Arnavut vd. Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1424/2004.

DÂRİMÎ Ebû Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fazl, (ö.255/868) Sünenü’d- Dârimî, Dâru’l-Muğnî: Suûdî Arabistan, 1412/2000.

EBÛ Dâvud, Süleymân b. el-Eş‛as el-Ezdî es-Sicistânî (ö.275), el-Merâsîl, thk. Şu‛ayb el-Arnavut, Müessesetü’r-Risâle: Beyrut, 1408.

EBÛ Hayyân, Muhammed b. Yûsuf el-Endelüsî (ö.745), el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr, Dâru’l-fikr: Beyrût, 1420.

EBÛ Dâvud, Süleyman b. Eş’as el-Ezdi es-Sicistani, (ö.275), Sünenu Ebû Dâvud, Dâru’r-Risâleti’l-‘Âlemiyye: y.y., 1430/2009.

EZHERÎ, Muhammed b. Ahmed b. el-Ezherî el-Herevî (ö.370), Tehzîbü’l-Lüğa, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî: Beyrût, 2001.

FÎRUZABÂDÎ Mecdüddîn Ebû Tâhir Muhammed b. Yakup (ö.817), el-Kâmûsü’l- Muhît, Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1426/2005.

GÖRMEZ Mehmet vd, Hadislerle İslam , Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2013

HÂKİM Ebû Abdillâh Muhammed b. Abdillâh en-Nîsâbûrî (ö.405), el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, Beyrût, 1411/1990.

HATTÂBÎ, Ebû Süleymân Hamd b. Muhammed (388), Me‘âlimü’s-Sünen, el- Matbaatü’l-İlmiyye: Haleb, 1351/1932.

HÂZİMÎ Ebû Bekir Muhammed b. Mûsa (ö.584), el-İ‘tibâr fi’n-Nâsihi ve’l-Mensûh mine’l-Âsâr, Dâiretü’l-Me‘ârifi’l-Osmâniyye: Haydarabâd, 1359.

HEYET İslâm Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi: İstanbul, 1978.

HURAŞÎ Muhammed b. Abdillâh (ö.1101), Şerhu Muhtasari Halîl, Dâru’l-fikr: Beyrût, ty.

İBN ‘ÂBİDÎN Muhammed Emîn b. Ömer (ö.1252), Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l- Muhtâr, Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1412/1992.

İBN ‘ATİYYE Ebû Muhammed Abdülhak b. Ğâlib, (ö.542), el-Muharreru’l-Vecîz fî Tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye: Beyrût, 1422.

İBN ÂŞÛR Muhammed et-Tâhir b. Muhammed (ö.1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, ed- DÂRU’T-Tûnisiyye li’n-Neşr: Tûnus, 1984.

İBN EBÎ Şeybe, Ebû Bekir Abdullâh b. Muhammed (ö.235), el-Kitâbü’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi ve’l-Âsâr, Mektebetü’r-Rüşd: Riyâd, 1409.

İBN FÂRİS Ahmed b. Fâris b. Zekeriyyâ (ö.395), Mu‛cemü Mekâyîsü’l-lüğa, Dâru’l- Fikr: 1399/1979.

İBN HACER Ahmed b. Ali b. Hacer Ebü’l-Fadl el-‘Askalânî eş-Şâfiî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi Buhârî, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrût: 1379.

İBN HAZM Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, (ö.456), el-Muhallâ bi’l-Âsâr, Dâru’l- Fikr: Beyrût, ty.

İBN HİBBÂN Muhammed b. Ahmed, (ö.354), Sahîh, Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1408/1988

İBN HUZEYME Ebû Bekir Muhammed en-Nîsâbûrî (ö.311), Sahîhu İbn Huzeyme, thk. Muhammed Mustafa el-A‛zamî, el-Mektebü’l-İslâmî: 1424/2003.

İBN KESÎR Ebu’l-Fidâi İsmâîl b. Ömer (ö.774), Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1419.

İBN KUDÂME Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullâh b. Ahmed, el-Makdisî (ö.620), el-Muğnî, Mektebetü’l-Kâhira: y.y., 1388/1968.

İBN MÂCE Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd (ö.273), Sünen, Dâru’r-Risâleti’l- ‘Âlemiyye, y.y., 1430/2009.

İBN MANZÛR Muhammed b. Mükerrem b. Ali Ebü’l-Fadl (ö.711), Lisânü’l-Arab, Dâru Sâdır: Beyrût, 1414, Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Hamevî (ö.770), el-Misbâhu’l-Münîr fî Ğarîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, el-Mektebetü’l- İlmiyye, Beyrût, ty.

İBN MÂZE Ebu’l-Me‘âlî Burhânüddîn Mahmûd f. Ahmed b. Abdilazîz b. Ömer (ö.616),                  el-Muhîtu’l-Burhânî     fi’l-Fıkhi’n-Nu‘mânî,     Dâru’l-Kütübi’l-

‘İlmiyye, Beyrût, 1424/2004

İBN MÜNZİR Ebû Bekir Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî (ö.319), el-İşrâf ‛alâ Mezâhibi’l-‛Ulemâ, Mektebetü Mekke es-Sâkâfiyye: Ra’sü’l-Hayme, 1425/2004.

İBN RÜŞD Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed (ö.595), Bidâyetü’l-Müctehid ve Nihâyetü’l-Müktesid, Dâru’l-Hadîs: Kâhire, 1425/2004.

İBNÜ’L-‛ARABÎ el-Kâdî Muhammed b. Abdillâh Ebû Bekir (ö.543), Ahkâmü’l- Kurân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye: Beyrût, 1424/2003.

İBNÜ’L-ESÎR Mecdüddîn Ebü’s-Sa‛âdât el-Mübârek b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî (ö.606), en-Nihâye fî Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, el-Mektebetü’l- ‛İlmiyye: Beyrût, 1399/1979.

KADİ İyaz Ebü'l-Fazl İyaz b. Musa b. İyaz el-Yahsubi (ö.544), İkmalü’l-Mu’lim bi- fevaidi Müslim, thk. Yahyâ İsmail, Dârü’l-Vefa, Mısır, 1419/1998.

KARÂFÎ Şehâbeddîn Ebü’l-‛Abbâs Ahmed b. İdrîs (ö.684), el-Yevâkît fî Ahkâmi’l- Mevâkît, Dâru’n-Nûri’l-Mübîn, Ammân, 2014.

KÂSÂNÎ ‘Alâüddîn Ebû Bekir b. Mes‘ûd, (ö.587), Bedâi‘u’s-Sanâi‘ fî Tertîbi’ş- Şerâi‘, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye: 1406/1986.

KOÇYİĞİT Hilal, “İbadetlerde Vakit”, Atatürk Üni. Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2011

KORKUT Ramazan, “Fıkıh Usulü Açısından İbadetlerde Vakit”, Atatürk Üni. Sos. Bil. Enstitüsü, Doktora Tezi, Erzurum 2017

KURTUBÎ Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö.671), el-Câmi‛ li-Ahkâmi’l- Kur’ân=Tefsîru Kurtubî, thk. Ahmed el-Berdûnî ve İbrâhîm Uteyfiş, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye: Kâhire, 1384/1964.

MÂLÎK (ö.179-795) b. Enes b. Mâlîk (ö.179-795) b. Âmir, (ö.179), Muvatta, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1406/1985.

MEHMET Şener, “İmsâk” md., XXII, 238, DİA.

MEMİŞ Osman, “Namaz Vakitleri ve Namazların Birleştirilmesi”, Uludağ Üni. Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Bursa 2005

MERÂKEŞÎ Hâc Muhammed b. Abdilvehhâb b. Abdürrâzik el-Endelüsî, Îdâhu’l- Kavli’l-Hakki fî Mikdâri’n-hitâti’ş-Şemsi Vakte Tulû‛i’l-Fecri ve Ğurûbi’ş- Şafak, Mektebetü’l-Mescidi’l-Kebîr: Kuveyt, ty.

MERĞİNÂNÎ Ali b. Ebî Bekir b. Abdilcelîl Ebu’l-Hasen Bürhânüddîn (ö.593), el- Hidâye Fî Şerhi Bidâyeti’l-Mübtedî, thk. Talâl Yûsuf, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l- ‛Arabî: Beyrût, ty,

MOLLA Hüsrev, Muhammed b. Ferâmuz b. Ali, (ö.885), Düreru’l-Hukkâm Şerhi Ğureri’l-Ahkâm, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, y.y., ty.

MUHAMMED Fuâd b. Abdilbâkî b. Sâlih el-Mısrî (ö.1968), el-Mu‛cemü’l-Müfehres li-Elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul, 1982.

MUHAMMED Reşid Rızâ, (ö.1354), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm / Tefsîru’l-Menâr, el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-‘Âmmetü li’l-Kitâb: y.y., 1990.

MÜSLİM b. Haccâc Ebu’l-Hasen en-Nisâbûrî, (ö.261), Sahîh, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâki, Dâru İhyâi’t-Türâsi‘Arabiyyi: Beyrût, ty.

NESÂÎ Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb, (ö.303), es-Sünenü’l-Kübrâ, Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1421/2001.

NEVEVÎ Ebû Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (ö.676), el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b. El-Haccâc, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî: Beyrût, 1392.

NEVEVÎ Ebu Zekeriyyâ Muhyiddîn bin Şeref (ö.676), el-Mecmû’ Şerhu’l-Mühezzeb li-ş-Şîrâzî / el-Mecmû’ [Sübkî ve Mutî‛î Tekmilesi ile beraber] Dâru’l-Fikr: y.y., ty.

NUR İşlek Hümeyra, “Kur’an’da Astronomi İle İlgili Ayetler”, Erciyes Üni. Sos.

Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2009

OKUYAN Oğuzhan, “Sabah ve Akşam Tan Vakitlerinde Ufuk Aydınlığının Gözlemsel Yolla İncelenmesi”, A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2016

ÖZDEMİR Sacit, “İmsak ve Tan Vakitlerinin Gözlemsel Yolla Tespiti”, Diyanet İlmi Dergi, 52, 2, 2016, s. 31-43

ÖZTÜRK Üzeyir, “İmsak Vaktinin Tespiti İle İlgili Problemler ve Çözüm Önerileri”, D.İ.B. Uzmanlık Tezi, Ankara 2015

RÂĞIP Ebü’l-Kâsım el-Hüseyn b. Muhammed el-İsfehânî (ö.502), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, Tahk: Safvân Adnân ed-Dâvudî, Dâru’l-Kalem-ed-Dâru’ş- Şâmiye: Dimeşk, 1412.

RÂZÎ Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer Fahreddîn, (ö.606), Mefâtîhu’l-Ğayb / et- Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Türâsî’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1420.

SERAHSÎ Muhammed b. Ahmed b. Ebî Sehl Şemsü’l-Eimme, (ö.483), el-Mebsût, Dâru’l-Ma‘rife: Beyrût, 1414/1993.

SÜYÛTÎ Abdürrahmân b. Ebû Bekir Celâleddîn, (ö.911), ed-Dürru’l-Mensûr, Dâru’l-Fikr: Beyrût, ty.

ŞEVKÂNÎ Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö.1250), Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni Kesîr-Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib: Dimeşk, 1414.

TABERÂNÎ Ebû’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed, (ö.360), el-Mu‘cemü’l-Kebîr, Mektebetü İbn Teymiye: Kâhire, 1415/1994.

TABERÎ Muhammed b. Cerîr (ö.310), Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Müessesetü’r-Risâle:, 1420/2000.

TAHÂVÎ Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed, (ö.321), Şerhu Me‘âni’l-Âsâr, ‘Alemü’l- Kitâb: y.y., 1414/1994.

TAHÂVÎ Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed, (ö.321), thk. Şuayb el-Arnavut, Şerhu Müşkilü’l-Âsâr, Müessesetü’r-Risâle: 1415/1994.

TAYÂLİSÎ Ebû Dâvud Süleymân b. Dâvud (ö.204), Müsnedü Ebî Dâvud et-Tayâlisî, Dâru’l-Hicr: Mısır, 1419/1999.

TİRMİZÎ Ebû İsâ Muhammed b. İsâ, (ö.279), Sünen, Şeriketü Mektebeti ve Matbaati Mustafa el-Bâbî el-Halebî: Mısır, 1395/1975.

TUHTÎ Ataullah, “Kur’an’da Namaz Vakitleri ve Astronomik Açıdan Değerlendirilmesi”, M.Ü.İ.F. Sosyal Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004

YAMAN Ahmet, “İmsak Vaktinin Başlangıcı” Diyanet Aylık Dergi, 306, 2016, s. 32-34

YILDIRIM Enbiya, Hadiste Metin Tenkidi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2009

ZEBİDÎ Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l Latif, Sahihu Buhâri Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Miras Kamil, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1978

ZEMAHŞERÎ Cârullah Ebu’l-Kâsım Mahmûd bin Ömer (ö.538): el-Keşşâf ‘an Hakâikı Gavâmıdı’t-Tenzîl ve ‘Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl /Keşşâf, Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1407.



[4] İbn Manzur,Muhammed b. Mükerrem b. Ali Ebu’l-Fadl, Lisanu’l-arab, “m-s-k” mad. c.IV, s.3719

[5] Mehmet Şener, “İmsak” mad. DİA, 2012, c.XXII, s.238

[6] İbn Manzur, age. “f-c-r” mad. c.III, s.612-613 ; Ragıb el-İsfahani age. “f-c-r”, c.I, s.625-626

[7] Yakup Çiçek, “Fecir” mad. DİA, 2012, s.286-287

[8] İbn Manzur, age “f-c-r” mad. c.III, s.612-613 ; Serahsi, El-Mebsut, c.I, s.257

[9] İbn Manzur, age, “f-c-r” mad. c. III, s.612-613 ; Tahavi, Şerhu Me’ani’l-Asar, c.II, s.52-54 ; İbn Rüşd, Bidayetü’l-müctehid, c.I, s.245 ; Bakara, 2/187 ; İsra, 17/78 ; Fecr, 89/1-2 ; Kadr, 97/5

[10] Üzeyir Öztürk, “DİB.Uzmanlık Tezi”, 2015, s 9-10 ; Sacit Özdemir, “Tan ve Fecir Vakitlerinin

Gözlemsel Yolla Belirlenmesi” 2012, s.6-7

[11] İbn Manzur, age. “v-q-t” mad. ; M. Kamil Yaşaroğlu, DİA, yıl: 2012, c.XLII, s.488-491 ; Nisâ, 4/103, Bakara, 2/228, Hûd, 11/114, İsrâ,17/78, Ta-ha, 20/130, Nur,24/36, Rum, 30/17-18, İnsan 76/25.

[12] M. Kamil Yaşaroğlu, age, yıl: 2012, c.XLII, s.488-491

[13]Serahsi, a.g.e. ,c.1, syf.141-162 ; M. Kamil Yaşaroğlu, a.g.e, yıl: 2012, c.XLII, s. 488-491 ; Hamdi Döndüren, “Delilleriyle İslam İlmihali”, İstanbul, 2004, s.249-265

[14] İbn Manzur, age. “s-h-r” mad. ; İbrahim Kafi Dönmez, “Sahur” mad. DİA, 2012, s.538-539

[15] Buhâri, Savm, 20, Müslim, Sıyam, 46, Nesai, Sıyam, 18-19-24 ; Tirmizi, Savm, 17, Ebû Dâvûd, Savm, 17, Müsned, 3, 12, İbn Mace, Sıyam, 22

[16] İbn Manzur, age, “l-y-l” mad. c.I, s.13642 ; Ragıb el- İsfehani, el-Müfredat, “l-y-l” mad. c.I, s.751 ; El-Leyl 92/1,El-İbrahim 14/33

[17] İbn Manzur, age, “h-v-t” mad. c.VII, s.279 ; Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara,1970

[18] Cassas, Ahkamu’l-Kur’an, Thk. Muhammed es-Sadık Kamhavi, Beyrut, 1405/1985, c.III, s.75

[19] H. Yunus Apaydın, “İhtiyat” mad. DİA, 2012, s.577-579.

[20] İbn Manzur, age, “s-b-h” mad. c.II, s.502-503 ; Üzeyir Öztürk, a.g.e., s.12

[21] Bkz. Hud, 11/81 ;Müddessir, 74/34 ; Tekvir, 81/18 ; Adiyât, 100/3 ; Kehf, 18/42 ; Kasas, 28/18 ; Kalem, 68/20

[22]Üzeyir Öztürk, a.g.t.’nde galesin tanımı hakkında şu eserleri zikreder: ( Cevherî, es-Sıhâh, İbn Fâris Mekâyîsü’l-lüğa, İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, Feyyûmî, el-Misbâhu’l-münîr, Fîruzabâdî, el- Kâmûsü’l-muhît, “ğls” md.).

[23] Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l- Latifi’z-Zebidi, müt. Ahmed Naim,”Sahih-i Buhâri Muhtasarı ve Tecrid-i Sarih Tercemesi” Ankara, 1978 c.II, s.58

[24] İbn Manzur, a.g.e. “h-y-t” mad. ; Cessas, Ahkamu’l- Kur’an, c.I, s. 229 ; Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.I, s.671 ; Kurtubi, el-Camii’li Ahkami’l-Kur’an, c.I, s.319 ; İbn Kesir, Tefsir, c.I, s. 394 ; Üzeyir Öztürk, a.g.t. ,syf. 17-18

[25] İbn Manzur, a.g.e. “b-y-n” mad.

[26] İbn Manzur, a.g.e. aynı yer.

[27] Bkz. Bakara 2/109,256, ; Nisa 4/94,115 ;Enfal 8/6 ; Tevbe 9/113,114 ; İbrahim 14/45 ; Sebe’ 34/14 ; Fussilet 41/53 ; Muhammed 47/25,32 ; Hucurat 49/6

[28] Hucurat 49/6 ;Bakara 2/187

[29] Muvatta, “Kader”, 3; Hakîm, Müstedrek, 1, 172

[30] Ahzab, 33/21

[31] Al-i İmran, 3/164

[32] Nîsâ, 4/59

[33] Haşr, 59/7

[34] Ahzab, 33/36

[35] Buhâri, “Ahkam” 1, No. 7137 ; Müslim, “İmare” 32, No. 1835

[36] Ebû Dâvûd, “Sünnet” 5, No. 4607; Tirmizi, “İlim” 16, No. 2676

[37] Ebû Dâvûd, “Sünnet” 5, No. 4605; Tirmizi, “İlim” 10, No. 2663

[38] Buhâri, “Nikah” 1, No. 5063; Müslim, “Nikah” 5, No. 1401

[39] Darimi, “Mukaddime” 23, No. 223

[40]Enbiya Yıldırım, Hadiste Metin Tenkidi, 2009, s.428-429

[41] “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.” Ayeti bu hususu teyit etmektedir. En-Nahl, 16/44

[42] Vecdi Akyüz, Fıkıh Açısından İmsak Vaktinin Başlangıcı, s.38-39.

[43]Üzeyir Öztürk, a.g.t. s.15.

[44] Bakara 2/187; İsrâ 17/78; Nûr 24/58.

[45] Fecr, 89/1.

[46] Kadr, 97/5.

[47] Alimler bu sahabenin isminin ne olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Muaz (r.a.) bunun Ebu Sarame; Bera (r.a.), Kays b. Sarame; Kelbi ise Ebu Kays b. Sarame olduğunu söylemiştir. Bu sahabenin adının Sarame İbn Enes olduğu da ileri sürülmüştür. (Kurtubi, a.g.e. cilt 2, syf. 220)

[48] Buhâri, “Savm” 15, No.1915

[49] İmam Kurtubi, “El-Camiu li Ahkami’l- Kur’an” c.II, s.585 ; Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini Kur’an Dili” ,c.II , s.245-249 ; Sabuni, “Safvetü’t- Tefasir” c.I , s.219-220 (Müt. Prof. Dr. Sadrettin Gümüş- Nedim Yılmaz)

[50] Bakara, 2/187

[51] Buhâri, “Tefsiru’l-Kur’an”, 28, No: 4717 (Bakara,2/187) ; Ebû Dâvûd, “Sıyam” 17, No. 2349 Tirmizi “Savm” 15, No. 705.

[52] Bakara, 2/187

[53] Buhâri, “Savm” 16, No. 1916 ; Müslim, “Sıyam” 8, No.1090 ; Nesai, “Sıyam” 29, No. 2166

[54] Buhâri, “Savm” 16, No. 1916 ; Müslim, “Sıyam” 8, No.1090 ; Nesai, “Sıyam” 29, No. 2166

[55] Buhâri, “Savm” 17, No. 1917 ; Müslim, Sıyam 34, No. 1091 ; Nesai, Tefsir, 1/224, No. 42

[56] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü , y. 1983 , s.183

[57] Zemahşerî, Keşşâf, c.I, s.389. Ayrıca bk. Kadı Beyzâvî, Tefsîr, c.I, s.107 ; Ebu Hayyân, el-Bahru’l- Muhît, c.I, s.51-52.

[58] Zemahşerî, Keşşâf, c.I, s.389. Ayrıca bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.57; Ebu Hayyân, el- Bahru’l-Muhît, c.I, s.52

[59] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.II, s.185, No:1019 açıklaması; Aynî, Umdetu’l-Kâri, 8/62.

[60] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s. 62. Aynı ifadelerin, Nevevî’nin görüşü olarak nakli için bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri, c. VIII, s.60.

[61] İbn Kesir, “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim” c.I, s.394

[62] Elmalılı Hamdi Yazır, “a.g.e.”, c.I, s 671

[63] Süleyman Ateş, “Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri”, c.I, s.312; Ateş, Yeni İslâm İlmihali, 308-9.

[64] Yazır, “a.g.e.”, c.1 , s. 672 ; Yakup Çiçek, “Kur’an-da Fecir Kavramı” y. 1995, s.179 (M.Ü.İ.F.)

[65] Ebu Hayyân, el-Bahru’l-Muhît, c.I, s.50.

[66] İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.94.

[67] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.284; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.II, s.480.

[68] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.60-62.

[69] Komisyon, “Kur’an Yolu”, c.III, s.510

[70]Süleymaniye Vakfı Yayınları Meal, http://www.suleymaniyevakfimeali.com/ Erişim Tarihi :16.12.2017

[71] Komisyon, “a.g.e.” c.III, s.511

[72] İbn Aşur, “et-Tahrir ve’t-Tenvir”, c. XV, s.182

[73] İbn Aşur, “a.g.e.”, c.XV, s.182

[74] Şevkânî, “Fethu’l-Kadir” c.II, s.125-127

[75] Komisyon, “a.g.e.” c.III, s.511

[76] Komisyon, “a.g.e.”, c.III, s.511; Sabuni, “Safvetü’t-Tefasir” c. III, s.391.

[77] Zemahşerî, el-Keşşâf, c.II, s.686-687; Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, c.III, s.264.

[78] Zemahşerî, el-Keşşâf, c.II, s.686-687; Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, c.III, s.264.

[79] Buhârî, Mevâkîtu’s-Salat, 16, No: 1916 ;Tirmizî,, Tefsîru’l-Kur’ân, 18, No : 3125.

[81] Nur, 24/58

[82] Komisyon, “a.g.e.” , c. I, s.285-288

[83] Fecr, 89/1

[84] Râzî, Mefatihu’l-Gayb, c.XXXI, s. 161; ayrıca krş. Tekvîr 81/18

[85] Kadir, 97/5

[86] Kurtûbi, “a.g.e.”16,124 ; Şuârâ, 26/ 193-194

[87] Mervezi, Muhammed b. Nasr, es-Sünne, s. 33, No: 104

[88] Nahl, 16/44

[89] Buhâri, Ezân, 18; No: 632

[90] Müslim, Hac, 310; No:1297

[91] el-Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, c. III, s.828

[92] Özellikle çalışmamızdaki Adi b. Hatim, Sehl, Bilal ve ibn Ümmi Mektum hadislerinin anlaşılmasında başvurulması gereken ilke.

[93] Heyet, “Hadislerle İslam”, c.I, s.95-121

[94] Müslim, Sıyâm, 8, No:2586 .

[95] Bakara, 187

[96]Buhârî, Savm 16, No: 1917 ; Müslim, Sıyâm, 33,34 No: 1091; Dârîmî, Savm, 2, No:1736

[97] Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebidi, Mütercim, Kamil Miras, “Sahîh-i Buhârî

Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, c.VI, s.265-266

[98] Nesai, “Tefsir” 224, No .42

[99] Bakara, 187

[100] Buhârî, Savm, 16, No: 1916.

[101] Ebû Dâvûd, Savm, 14, No: 2349

[102] Dârimî, Savm, 7, No:1701.

[103] Ebû Dâvûd, Savm, 14, No: 2349

[104] İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.94.

[105] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.284; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr,c.II, s.480.

[106] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.60, 62.

[107] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, c.IV, s.132; İbn Hacer, el-İsâbe, c.II, s.468.

[108] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.60; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, c.IV, s.132.

[109] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.60; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.II, s.480-481.

[110] Abdullah Aydınlı, “Hadis Istılahları Sözlüğü” s.46, y.2011 ; Enbiya Yıldırım, “a.g.e.” syf.330

[111] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri, c.VIII, s.182-83. Ayrıca bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.61.

[112] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.61.

[113] Kurtubî, Tefsir, 2/318; Aynî, Umdetu’l-Kâri, 8/62.

[114] Bakara, 187

[115] Taberî, “Camiu’l-Beyan an Te’vili Ayi’l-Kur’an”, Bakara 2/187

[116] Buhârî, Ezân, 11, No: 617.

[117] Buhârî, Ezân, 13, No: 5298

[118] Buhârî, Ezân, 13, No:1918-1919. Müslim, Salât, 7-8; Sıyâm, 37-8, 1091-1092; Nesâî, Ezân, 10, No:637; İbn Huzeyme, Sahih, 3/211, No:1932.

[119] Buhârî, Savm, 17, No:1918-19; Nesâî, Ezân 9, No: 689

[120] Buhârî, Savm, 17, No:1919; Müslim, Sıyâm, 38; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 4/20.

[121] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2/189, No:1030.

[122] Ahmed b. Hanbel, Müsned/el-Fethu’r-Rabbânî No:284/1154, 286/1156.

[123] Ebû Dâvûd, Salât, 43, No:537.

[124] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c. VIII, s.64. İki Ezân arasındaki süre için, daha fazla ayrıntı verir.

[125] Nesâî, Ezân, 10, No: 640.

[126] Müslim, Siyâm, 41, No:1094.

[127] Müslim, Sıyâm: 8, No: 39, 41-44; Ebû Dâvûd, Savm, 17, No: 2346

[128] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, c. II, s.104; Ahmed bin Hanbel, el-Fethu’r-Rabbânî, c.III, s.35.

[129] Tirmizî, Savm, 15, No:701; Nesâî, Ezân, 11, No:639, Sıyâm, No:214 ; İbn Mâce, Sıyâm, 23, No:1696; Dârakutnî, Sünen, Sıyâm, 2, No:167

[130] Buhârî, Ezân, 13 No: 5298

[131] Beyhakî, Savm, 4, No: 216.

[132]Zebîdî-Ahmed Naim-Kamil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh ve Tercemesi, 6/321.

[133] Müslim, Siyâm, 45, No:1095.

[134] Müslim, Siyâm, 46, No:1096.

[135] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.289; İbn Kesîr, Tefsîr, c.I, s.221.

[136] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.I, s.289

[137] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr, No: 944. Heysemî, “Senedinde yer alan Tayyib bin Süleyman, zayıf biridir.” (Mecma’u’Zevâid, 3/154) derken, Bûsırî “Bunu, Ebû Ya’lâ hasen bir senetle rivayet eder.” demiştir.

[138] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr, No:945.

[139] Buhârî, Savm 16, No:1920

[140] Mâlik, Muvatta, Savm, 3.

[141] Ahmed bin Hanbel, Müsned, II/423, No:9468, 510 ; Ebû Dâvûd, Savm, 18, No:2333, 18, No:2350.

[142] Nevevî, el-Mecmû’, c.VI, s 329.

[143] Nesâî, Savm, 20, No:2150

[144] Buhârî, Savm, No:1921, ayrıca bk. No:575; Nesâî, Savm, 21, No:2126-27

[145] Nesâî, Savm, 22, No:2128.

[146] Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/182, 185, 186, 188; Müslim, Sıyâm, 47, No:1097, Nesâî, Sıyâm, 21, No: 2126-27, Tirmizî, Savm, 14, No:703-4

[147] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.66.

[148] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, Kitabu’s-Savm, c.IV, s.162

[149] Nesâi, Sıyam, 68, No: 2328

[150] Nesâî, Sıyâm, 20, No:2123 ; İbn Mâce,Sıyâm, 23, No:1695 ; Tahâvî, Şerhu Ma’ânî’l-Asâr, Sıyâm, c. II,s. 52; Hâzimî, el-İ’tibâr fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh mine’l-Asâr, 145-146.

[151] Ahmed bin Hanbel, Müsned, c.V, s. 400; Nesâî, Sıyâm, 20, No:2148; Tahâvî, Şerhu Ma’âni’1- Asâr, c.II, s.52; Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.II, s.184-85.

[152] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, 1/285; Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.67.

[153] Nesâî, Sıyâm, 20, No: 2152-53.

[154] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Câmi’u’l-Fıkh, c.III, s.161.

[155] İbn Kesîr, “a.g.e.”, c. I, s.222.

[156] Hâzimî, el-İ’tibâr fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh mine’l-Asâr, 146.

[157] İbn Kesîr, “a.g.e.”, c. I, s. 222.

[158] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân, 2/185-186, 192.

[159] Ebû Dâvûd, Savm: 17, No:2348; Dârakutnî, Sıyâm 7, No:166; Tahâvî, Şerhu Ma’ânî’l-Asâr, Sıyâm, c. II, s.54.

[160] Ebû Dâvûd, Savm, 17, No:2348.

[161] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, c.II, s.51.

[162] Dârakutnî, Savm, 2, No: 165.

[163] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. I, s.285-86.

[164] Hattâbî, Me’âlimu’s-Sünen, c. II, s.61, ; Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.65.

[165] Ebû Dâvûd, Savm, 17, No: 2347-2348.

[166] Ahmed bin Hanbel, Müsned, c. XXXIII, No: 20079.

[167] Ebû Dâvûd, Vakt’us-Sahûr, No: 2348.

[168] Müslim, Mesacid, 40, No: 230-231

[169] Tirmizî, mevâkît, 1.

[170] Bayındır, “Kur’an’da Namaz Vakitleri”, 23-25. (Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, No: 11)

[171] El- Bakara, 2/187

[172] Tirmizî, Mevâkît, 1, No: 149 ;Ebû Dâvûd, Salât, 2, No:393.

[173] Buhârî, Mevâkîtu's-Salat, 27, No: 573

[174]Buhârî, Mevâkîtu's-Salat, 27, No: 573(Buhârî’nin bu rivayetinde gales ifadesi geçmemektedir)

[175] Buhârî, Mevâkîtü’s-Salât, 11, No: 541

[176] Ebû Dâvûd, Salat, 2, No: 393-394.

[177] Tirmizî, Salât 3, No:154

[178] İbn ‘Âbidîn, Reddu’l-muhtâr ale’d-dürri’l-muhtâr, c. I, s.357.

[179] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c.I, s.105.

[180] Tirmizî, Salât 3, No:154

[181] Süyûtî, ed-Dibâc ‛alâ sahîhi Müslim b. Haccâc, c. II, s.288.

[182] Tayâlisî, Müsnedü Ebî Dâvud et-Tayâlisî, c. II, s.531.

[183] İbn Recep, Fethu’l-bârî, c.IV, s.479.

[184] Müslim, Hac, 292, No:1289

[185] İbn Huzeyme, Sahîh, II, 1345.

[186] Aynî “Umdetu’l-Kâri”, c. VIII, s. 66.

[187] İbn Sa’d, “Tabakat”, c. II, s. 347.

[188] Tirmizi, Ahkam, 3; No: 1327

[189] Merâkeşî, Îdâhu’l-kavli’l-hak, s.5.

[190] İbn Kudâme, el-Muğnî, c.III, s.105

[191] Nevevî, el-Mecmû’, c. VI, s.305-306.

[192] Nevevî, el-Mecmû’, c. III, s.43-46.

[193] İbn ‘Atiyye, el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-kitâbi’l-‘azîz, c. I, s.258.

[194] Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, c. V, s.257.

[195] Kurtubî, el-Câmi‛ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. II, s.318.

[196] Muhammed Reşid Rızâ, Tefsîru’l-menâr, c.II, s.143.

[197] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. II, s.51-52.

[198] Nevevî, el-Mecmû’, c. VI, s.304.

[199] İbn Kudâme, el-Muğnî, c. III, 5.105.

[200] Atay, “Sahur vaktinin tayin ve tespiti”, s.10.

[201] Atay, “Sahur vaktinin tayin ve tespiti”, s.11.

[202] Buhârî, Ezân, 13, No : 617

[203] Müslim, Sıyâm, 8, No: 2586

[204] Atay, “Sahur vaktinin tayin ve tespiti”, s. 4.

[205] İbn ‘Atiyye, el-Muharreru’l-vecîz, c. I, s. 258; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. III, s. 105; Kurtubî, el- Câmi‛ li-ahkâmi’l-Kur’ân, c. II, s.319.

[206] İbn Kudâme, el-Muğnî, c. III, s.105.

[207] İbn Hazm, el-Muhallâ, c. II, s.223.

[208] İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IV, s.368-371.

[209] İbn Hazm, el-Muhallâ, c. IV, s.372-373; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. II, s.51.

[210] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît, “fcr” md.

[211] Tirmizî, Savm, 15, No: 705 ; Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, c. II, s.54.

[212] Aynı yer.

[213] Tahâvî,), Şerhu me‘âni’l-âsâr, c. II, .s.54.

[214] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. I, s.285

[215] Hattâbî, Me‘âlimü’s-sünen, c.II, s.105.

[216] Elbânî, Silsiletü’l-ahâdîsi’s-sahîha ve şey’ün min fikhihâ ve fevâidihâ, c.V, s.51

[217] İbrâhîm b. Muhammed es-Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdıki beyne tahdîdi’l-kur’âni ve itlâki’l-lüğa, s.51.

[218] Azîmâbâdî, Avnü’l-ma‛bûd şerhu sünen-i Ebî Dâvud ve me‛ahû hâşiyetü İbni’l-Kayyım,c. VI, s.339

[219] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, c. I, s.438.

[220] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. II, s.51.

[221] Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXXIII, 267.

[222] İbn Huzeyme, Sahîh, III, 211; Ebû Dâvud, Savm,17, No: 2350

[223] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân, c. I, s.283-286.

[224] Tirmizî, Savm, 15, No: 705

[225] Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî, c. III, s.318-319.

[226] Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘, c. I, s.122.

[227] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.108.

[228] Kurtubî,“a.g.e.”, c. II, s.318; Nevevî, el-Mecmû’, c.III, s.47; İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Câmi’u’l-Fıkh, c.III, s.160.

[229] Aynî, Umdetu’l-Kâri, c. VIII, s.64-65; İbn Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, c.I, s.167.

[230] Nevevî, el-Mecmû’, c. III, s.47, ; Aynî, Binâye, c.III, s.633.

[231] Şevkânî, es-Seylu’l-Cerrâr, c.II, s.117-18.

[232] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Câmi’u’l-Fıkh, c. III, s.160

[233] İbn Kesîr, Tefsîr, c. I, s. 222 ; İbn Kudâme, Mugnî, c. IV, s.325.

[234] Alûsî, Rûhu’l-Ma’ânî, c. II, s. 67.

[235] Nisâburî, Garâibu’l-Kur’ân, c.II, s.129.

[236] Taberî, Tefsîr, Bakara, 2/187 âyetinin tefsiri.

[237] İbn Kudâme, el-Muğnî, c. III, s.174.

[238] Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Menâr, c. II, s.143.

[239] Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, c. II, s.52.

[240] Türk (İnönü) Ansiklopedisi, "Astronomi", Ankara 1949, c. III, s. 504.

[241] Tevfik Fehd, “İlm-i Felek”, DİA, İstanbul 2000, c. XXII, s.126.

[242] Yeni Türk Ansiklopedisi, “Astronomi”, İstanbul 1985, c. I, s. 198.

[243] Hümeyra Nur İşlek, Kur’an’da AstroNomi ile İlgili Ayetler Tarihi Süreç İçindeki Yorumu” y.t. s. 3-4, 2009

[244] Hümeyra Nur İşlek, a.g.t. , s. 6

[245] Lütfi Göker, “Diyanet İlmi Dergi”, Cilt XVI, S. 1, 1977 (İslam dünyasında astronomiye ilgi duyan bilim adamları arasında Biruni (973-1052), Ömer Hayyam (1016-1123), Nasıreddin El- Tusi (1201­1274), İbn Heyzem (966-1039), El-Battani (850-929), Ebu’-Vefa (959-998), Uluğ Bey (1394-1449) ve Ali Kuşçu (-1474) , Kadızade Rumi, Mirim Çelebi, Seydi Ali b. Hüseyin, Takıyüddin Efendi ve Abbasi Halifelerinden Me’mun (ö.813-833) ve Harun Reşid (766-809) ile çağdaşları 9. yy. ile 14. yy. arasında astronomiye yapmış oldukları katkılar İslam’ın bilim ve teknikle iç içe olduğunu gösteren en önemli çabalarının örneklerindendir.)

[246] Dizer, a.g.e. s. 83

[247] Lokman, 19/20

[248] A’râf, 7/31

[249] Yunûs, 10/5

[250] En’âm, 6/96

[251] Fâtır, 35/13

[252] Yâ-sîn, 36/40

[253] Rahmân, 55/5

[254] İsrâ, 17/12

[255] Nisâ, 4/103

[256] Hûd, 11/114

[257] Fecr, 89/1

[258] Duhâ, 93/1

[259] Enbiya YILDIRIM, a.g.e. , s.463

[260] Sacit Özdemir, a.g.e. s.2

[261] Hümeyra Nur İşlek, “a.g.t.” s.5

[262] Muhammed Dizer, “İslam Dininin Astronomi ile İlişksi” Diyanet İlmi Dergi, 1979, s. 83-85

[263] Sacit Özdemir, Diyanet İlmi Dergi, c. LII, S. 2, syf. 32, y. 2016

[264] Sacit Özdemir, a.g.d. , s. 33

[265] Sacit Özdemir, a.g.d. , s. 33

[266] Sacit Özdemir, a.g.d. , syf. 33-35

[267] Abdülaziz Bayındır, Ekvatordan Kutuplara Namaz, s.28-29.

[268]İbn Fâris Mekâyîsü’l-lüğa, c. III, s.221.

[269] İmam Muhammed Suud İslam Üniversitesi (Riyad) Öğretim Üyesi.

[270] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.34.

[271] Serahsi, el-Mebsut, c.III, s.55 ; Kâsânî, Bedâi’u’s- sanâi, c. II, s.105

[272] Avde, İşkâliyyât felekiyye ve fıkhiyye, s.35.

[273] Zeki, el-Mustafa, Meşrû‛u dirâseti’ş-şefak, s. 12.

[274] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.20-21.

[275] Güneşteki manyetik fırtınaların Dünya’ya ulaşması sonucu kutuplar ve çevresinde gözlemlenen renkli ışımalar.

[276] Oğuzhan Okuyan, “Sabah ve Akşam Tan Vakitlerinde Ufuk Aydınlığı’nın Gözlemsel Yolla İncelenmesi” s.65-68

[277] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”, s. 65

[278] Üzeyir Öztürk, a.g.t. , s.67-68

[279] Merâkeşî, Îdâhu’l-kavli’l-hak, s.8.

[280] Merâkeşî, Îdâhu’l-kavli’l-hak, s.17.

[281] 07/09/2011 tarihli D.İ.B. ve A.Ü. Rektörlüğü arasında imzalanan ortak protokol gereğince yürütülen proje

[282] Sacit Özdemir, a.g.m. , s.8-11

[283] Oğuzhan Okuyan, a.g.t. , s.70-75

[284] Üzeyir Öztürk, a.g.t. , s.85-86

[285] Üzeyir Öztürk, a.g.t. ,s.87-104.

[290] http://www.suleymaniyevakfi.org/ (Erişim Tarihi: 15.12. 2017)

[291] Sabah namazının kılınacağı vakti tespit için kaydedilmiştir.

[294] https://diyanet.gov.tr ( 30.05.2017 tarihli kamuoyu ile paylaşılan rapor)

[295] Haslân, Evkâtü’s-salavât, s.14-15; Zeki el-Mustafa vd., Meşrû‛u dirâseti’ş-şefak, s. 32.

[296] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s. 93.

[297] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s. 94.

[298] Bîrûnî, Ebû Reyhân Muhammed b. Ahmed (ö.440/1048), el-Kânûnü’l-mes‛ûdî, Matbaatü Meclisi, c. II, s.949.

[299] Avde, İşkâliyyât felekiyye ve fıkhiyye, s.18-19.

[300] Avde, İşkâliyyât felekiyye ve fıkhiyye, s.29.

[301] Zeki el-Mustafa vd., Meşrû‛u dirâseti’ş-şefak, s. 13-14.

[302] Abdulaziz Bayındır, “Namaz ve Oruç Vakitleri”, s. 23-24

[303] İbn Hacer, Fethu’l-bârî, c. IV, s.199.

[304] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.100-101.

[305] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”, s.65-68

[306] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”, s. 68

[307] Yusuf el-Karadâvî, “Fıkhu’s-Sıyam” s. 104-105

[308] Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleş İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi

[309] A.Ü.İ.F. Öğretim Üyesi

[310] Hamdi Döndüren, Uludağ Ü. Öğretim Üyesi

[311] http://www.hayrettinkaraman.net/makale/ramazan/1434-01.htm (24.07.2013 Tarihli Yeni Şafak Gazetesi Haberi)

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar