AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ
NOT: Aşağıda okuyacağınız tez youtubede dinlediğiniz hocaların eleştirilerine cevap mahiyetinde. Diyanet Takvimini esas alarak hareket etmeniz hususunda kalbinize ilham ve kuvvet vereceğine inanıyorum.
AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ
Yüksek Lisans
Tezi
Muhammed Emin
ŞAHİN
Sivas
CUMHURİYET
ÜNİVERSİTESİ
AYET VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ
Yüksek Lisans
Tezi
Muhammed Emin
ŞAHİN
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Enbiya
YILDIRIM
Sivas
Prof. Dr. Ahmet
ŞENGONUL
Enstitü Müdürü
Kainatı hayranlık
verici bir nizam üzere yaratan, Ay ve Güneş’i bir hesap üzere var edip onlar
için şaşmaz ölçüler koyan Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun.
Alemlere rahmet
olarak gönderilen ve ibadetleri vakitleriyle birlikte beyan eden efendimiz Hz.
Muhammed’e, (salla’llâhu aleyhi ve sellem) onun aline, ashabına ve kıyamete
kadar onun yolundan gidenlere salat ve selam olsun.
İslam dininde
Allah, ibadet edilmeye en layık olan yegane varlık; insan, Allah’a ibadet etmek
için yaratılan varlık; yeryüzü, bir mabed; dünya, ay ve güneş ise ibadet
vakitlerini haber veren birer alamettir. İnsanoğlunun yaratılış gayesi ibadet
olduğundan, onun hayatı da ibadet ve ibadet vakitleri etrafında tanzim
edilmiştir. Bu açıdan hem ibadetler hem de ibadet vakitleri insanoğlunun
yaratılış gayesi kadar önem taşımaktadır. İnsanı her yönüyle mükemmel bir
nizamda yaratan Allah Teala, onun beden ve ruh sağlığı için ihtiyaç duyduğu
gereksinimlerini karşılamak için bir takım prensipler vazetmiştir. Bu bağlamda
ibadet olarak ne yapması, nasıl yapması, ne zaman yapması gerektiğini
belirlemiş ve en uygun şekilde ibadet etmeyi emretmiştir. Buradan da
anlaşılacağı gibi, ibadetler teabbudidir. Bir diğer ifadeyle mahiyeti, nasıl,
ne zaman, ne miktarda ve ne şekilde eda edileceği Yüce Yaratıcı tarafından
tayin ve tespit edilmiştir. İbadetlerimizi şari tarafından tayin edilen
vaktinde yerine getirmeye eda, vakti çıktıktan sonra yerine getirmeye ise kaza
denilir. İbadetlerimizin yüce yaratıcı nezdinde geçersiz bir amele dönüşmemesi
için ibadetlerimizi tayin edilen zaman zarfında eda etmemiz gerekmektedir. Bu
bağlamda mükellef olan her bireyin ibadet vakitlerini doğru bir şekilde tespit
etmesi ibadetin makbul olmasının şartıdır. İbadetlerimizin bazısının vakti
güneşin hareketlerine bağlanırken, bir kısmının vakti de ayın hareketlerine
bağlanmıştır. Bizimde çalışmamızın konusunu teşkil eden “imsâk vakti” meselesi
güneşin hareketlerine bağlanan ve eş zamanlı olarak yatsı namazının son vakti,
sabah namazının ilk vakti ve oruçlu kişi için imsâk etme zamanı olması
bakımından müşterek bir vakti kapsamaktadır. Mü’minlere belirli vakitlere bağlı
olarak farz kılınan ibadetlerden bazılarının tespiti kolay iken bazılarının
tespitinde bir takım zorluklar bulunmaktadır. İşte çalışacağımız imsâk vakti
konusu da tespitinde bir takım zorluklar bulunan bir zaman dilimidir. İmsâk
vaktinin tayin ve tespiti ilk bakışta fıkıh alanına ait bir konu gibi görünse
de özünde hadis-i şeriflerin aydınlattığı ve açıkladığı bir konudur. Gerek
fıkıh gerekse tefsir sahasında imsâk vaktinin tayin ve tespitine ışık
tutabilecek şer’i ve bilimsel çalışmalar mevcuttur. Ancak imsâk vaktinin
zamansal boyutunu hadisler bağlamında ele alan müstakil bir çalışmaya
rastlayamadık. Bu
sebeple birden fazla ibadetin müşterek vakti olan imsâk vaktini hadisler
bağlamında ele almayı ve güncel yaklaşımları bu eksende değerlendirmeyi konu
edindik.
Çalışmamız bir
giriş ve iki ana bölümden müteşekkildir. Giriş kısmında imsâk vaktinin
tespitine ışık tutacak ve konunun ele alındığı asıl bölümlerde sıklıkla
üzerinde durulacak olan kavramların terim ve ıstılah anlamları açıklanmıştır.
Birinci bölümde imsâk vaktinin naslar çerçevesinde tahlili yapılmaya
çalışılmış. İmsâk vaktini tayin eden ayetler nüzul sebepleri ile birlikte
değerlendirilmiş, yine aynı bölümde imsâk vaktine doğrudan temas eden Bakara
Suresi 187. ayetteki mücmel ibarenin hadis-i şerifler ekseninde izahatı ve
değerlendirmesi yapılmaya çalışılmıştır. Birinci bölüm mezhep imamlarımızın
konu hakkındaki görüşlerine yer verilerek tamamlanmıştır. İkinci bölümde imsâk
vaktinin bilimsel olarak karşılığı, imsâk vaktinin müşahede yoluyla tespitinin
yapılıp yapılamacağı, yapılamadığı durumlarda bilimsel verilere itibar edilip
edilemeyeceği ele alınmaya çalışılacaktır. Çalışma, her iki bölümde ele alınan
konuların özetlenip, genel kanaatlerimizi paylaştığımız sonuç bölümüyle
neticelendirilmiştir.
Çalışma konusunun
tespitinden son şeklinin verilmesine kadar, her aşamada yardımlarını, ilmi ve
fikri desteğini esirgemeyen ve danışmanlığımı üstlenme nezaketinde bulunan
değerli hocam Prof. Dr. Enbiya YILDIRIM’a en kalbi şükranlarımı arz ediyorum.
Gerek ders döneminde gerekse tez aşamasında yardımlarından istifade ettiğim
Doç. Dr. Sami ŞAHİN ve Doç. Dr. Ali YILMAZ hocalarıma, tezin mizanpajında
yardımcı olan Ali ÇINKI’ya, bilgi, belge ve kaynak temini hususunda
yardımlarını esirgemeyen bu çalışmada emeği bulunan tüm kurum ve şahıslara ayrı
ayrı teşekkür ediyorum.
Bu tezin ve tüm
eğitim hayatımın manevi rehberliğini üstlenen muhterem babama, anneme, aileme
ve kıymetli eşime de teşekkürü yerine getirilmesi gereken bir borç bilirim.
Allah’ın yardımıyla
vücud ve niyahet bulan bu çalışmayı, dua hazinem Şazigül ŞAHİN ile göz
aydınlığı kızım Amine Zümra ŞAHİN’e ithaf ediyorum.
AYET
VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ
AYET
VE HADİSLERİN IŞIĞINDA İMSAK VAKTİ
ARAŞTIRMA
HAKKINDA GENEL BİLGİLER
A............................................................ Araştırmanın
Amacı Ve Önemi
B..................................................................... Araştırmanın
Kaynakları
İMSÂK
VE İMSÂK İLE İLGİLİ KAVRAMLAR
İMSÂK
VAKTİNİN NASLARDAKI YERİ
1.1............................................................. Âyetler
Işığında İmsâk Vakti
1.1.1. Bakara Suresi, 187. Ayet
1.1.1.1. İmsâk Vaktini Tayin Eden Ayetin
Nüzul Sebebi
1.1.1.2. Ayetteki Mücmelliğin Beyanı
1.1.1.3. “Mine’l-Fecr” Lafzının Manaya
Etkisi
1.1.1.4. Ayetten Çıkartılan Hükümler
1.2........................................................... Hadisler
Işığında imsak Vakti
1.2.1. Lafzî Anlayışlar ve Hz.Peygamber’in
Mecaz Yoruma Yönlendirmesi
1.2.1.1. İmsâk Vaktini İplerle Belirleme
1.2.1.1.1. Ayaklara İp Bağlama (Sehl bin Sâ’d
Hadisi)
1.2.1.2. Yastık Altına İp Koyma (Adî bin
Hâtim Hadisi)
1.2.1.3. Sehl Hadisi ve Adi bin Hâtim
Hadisinde Beyanın Varlığı
1.2.1.4. Adî bin Hâtim Olayı ile Ayetin
İniş Tarihinin Uyuşmazlığı
1.2.1.5. Sehl bin Sâ’d Hadisi ile Adî bin
Hâtim Hadislerinin Uzlaştırılması (Cem’i)
1.2.1.6. Mecâzî Yorumlarda İmsâk Vakti
1.2.1.7. Bilâl-i Habeşî’nin İlk Ezanı,
İbn Ümmi Mektûm’un İkinci Ezanı Okuması
1.2.1.7.1. Abdullah İbn Ömer Hadisi
1.2.1.8. İbn Ümmi Mektûm’un İlk Ezanı,
Bilâl-i Habeşî’nin İkinci Ezanı
1.2.2.811. lin Ezanı Sizi Sahurunuzdan (İmsâk
Etmenizden) Alıkoymasın
1.2.2.1.Semura
bin Cündeb Hadisi
1.2.2.2.
Abdullâh b. Mes‛ûd Hadisleri
1.2.4. Sahurun Fazileti Ve Geciktirilmesi
İle İlgili Hadisler
1.2.4.1. Sahur Yemeğiyle İlişkili Oluşu
1.2.5. Sahur İle Sabah Namazı Arasındaki
Süre Ne Kadardır?
1.2.5.1. Camiye Gitme-Sünneti Kılma
Aralığı Hadisleri
1.2.6. Elli Ayetlik Aralık Hadisi
1.2.7. İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki
Kızıllık İle Başlamasıyla İlgili Hadisler
1.2.7.1. Zirr bin Hubeyş/Huzeyfe Hadisi
1.2.7.3. Hadisin, Bakara: 2/187 Ayetinden
Önce Söylenişi
1.2.7.4. Kızıl Şafağın Fecr-i Sâdık Oluşu
1.2.8. Sabah Namazının Başlangıç Vakti İle
İlgili Hadisler
- .3. Imsâk Vakti Konusunda Fakihlerin
Görüşleri
1.3.1. İmsâk Vaktinin Fecrin Doğuşu İle
Başladiği Görüşü
1.3.1.1. İmsâkın Şafak Sökmesinden
Sonraki Ufuk Beyazlığıyla Başlaması Yaklaşımı
1.3.1.1.1. Ufukta Aydınlığın Oluşmaya
Başladığı İlk Vakit (Fecrin İlk Tuluûnu Sınır Kabul Edenler)
1.3.1.2. Fecrin Tûlûsunun Tebeyyününü
Sınır Kabul Edenler
1.3.2. İmsâkın Şafak Sökmesinden Sonraki
Ufuk Kızıllığıyla Başlaması Yaklaşımı
1.3.3. İmsâk Vaktinin Güneşin Doğuşu İle
Başladiği Görüşü
1.3.4. İmsâk Vakti Konusundaki Fihkî
Görüşlerin Değerlendirilmesi
İMSÂK
VAKTİNİN BİLİMSEL TESPİTİ
2.1.......................................................................... Islam
ve Astronomi
2.1.2. Astronomide Şafak / Fecir Olayları
2.1.2.1. Astronomi İlminde Fecr-i Kâzib
Ve Fecr-i Sâdik
2.1.2.1. Fecir Gözlemini Etkileyen
Hususlar
2.1.3. Fecrin Derece Cinsinden Belirlenmesi
2.1.3.1. Astronomik Tani, Fecr-i Sâdik
Olarak Kabul Edenler
2.1.3.2. TC. Diyanet İşleri Başkanlığı
2.1.3.3. Astronomik Tani Fecr-i Sâdik
Kabul Etmeyenler
2.1.3.3.1. Abdülaziz Bayındır (Süleymaniye
Takvimi)
2.1.4. Astronomik Fecir Konusundaki Görüş
Farkliliklarinin Sebepleri
2.1.4.1. Astronomik Fecrin Fecr-i Kâzib
Olduğu İddiası
2.1.4.2. Fecir Konusunda Farklı Görüşe
Sahip Olmak
2.1.4.3. Çıplak Gözle Yapılan Gözlemlerde
Aydınlanmanın Farkedilmemesi
2.1.4.4. İmsâkın Başlangıcı İle İlgili
Günümüz İlim Adamlarının Görüşleri
1.1.1.1.
1.1.1.2.
Sehl
Hadisi ve Adi bin Hâtim Hadisinde Beyanın Varlığı 27 1.2.1.4.Adî bin Hâtim Olayı ile Ayetin
İniş Tarihinin Uyuşmazlığı ... 27
1.2.1.5.
Sehl
bin Sâ’d Hadisi ile Adî bin Hâtim Hadislerinin
2.1.2.1.
İmsâkın
Başlangıcı İle İlgili Günümüz İlim Adamlarının
Görüşleri
......................................................................................................... 87
a.g.e. : Adı geçen eser
a.g.m. : Adı geçen makale
a.g.t. : Adı geçen tez
A.Ü.İ.F.
: Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
C.Ü.İ.F : Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
M.Ü.İ.F : Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
U.Ü.İ.F : Uludağ Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
A.Ü.İ.F. : Atatürk Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi
b.
: İbn
bkz. : Bakınız
c.
: Cilt
çev. : Çeviren
DİA : Diyanet İslam Ansiklopedisi
DİB : Diyanet İşleri Başkanlığı
D.İ.Y.K. : Din İşleri Yüksek Kurulu
h.
: Hicri
hzr. : Hazırlayan
md. : Madde
msd : Masdar
mk : Makale
No : Hadis Numarası
ö. : Ölüm tarihi
(r.a.) : Radıyallahu Anh
5.
: Sayfa
S. : Sayı
s.a.v. : Sallallâhü aleyhi ve sellem
t.y. : Tarih Yok.
y.t. : Yüksek lisans tezi
TDV : Türkiye Diyanet Vakfı
thk. : Tahkîk eden
vb. : Ve benzerleri
vdğr. : Ve diğerleri
y.y. : Yayın yeri yok
İbadetler dinlerin
özünü oluşturur. İslam dinininde kendine has bir takım ibadet ve ritüelleri
mevcuttur. Şari bu ibadetlerin kabulü için belli vakitler tayin etmiştir. İslam
binasının temel esaslarından olan namaz ve oruç ibadetinin müşterek vakti imsâk
vaktidir. Çünkü yatsı namazının son vakti, sabah namazının ilk anı ve oruç
yasaklarının başlama zamanı imsâk vaktine yani fecr-i sadığa tekabül eder.
Belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınan ibadetlerden farklı olarak imsâk
vaktinin tespiti her müslümanın kolaylıkla algılayacağı veya farkına
varabileceği kolaylıkta değildir. Müslümanlardan kendilerine çizilmiş sınırlar
ve tayin edilen vakitler içerisinde eda etmeleri istenen bu türden
ibadetlerimiz için başlama ve bitiş anlarını doğru bir şekilde tespit etmek
gerekmektedir. Hemen hemen İslam coğrafyasının tamamında imsâk vakti hususunda
bir icma bulunmamaktadır. Bilhassa ülkemizde de Müslümanların akıllarında ve
kalplerinde farklı imsâk vakitleri söylemleri endişeler ve şüpheler meydana
getirmektedir. İnananlar olarak biliyoruz ki ibadetler şüphe ve şek üzerine
bina edilmezler. Bizi bu çalışmaya sevk eden niyet imsâk vaktiyle ilgili farklı
yaklaşımların kaynağını tespit ve bu yaklaşımlara nasslar çerçevesinde cevap
aramak olmuştur.
Çalışmamız iki
bölümden oluşmaktadır, giriş bölümünde imsâk vaktini tayin eden ayetin
lafızları tek tek incelenmiş, kavramlar bölümünde zikredilmiştir. Birinci
bölümde imsâk vaktinin tayini yani Kur’an, Sünnet, (Hadis), Mezheblerin ve
İmamların görüşleri temel ve sahih kaynaklar taranarak konunun üzerinde
durulmaya çalışılmıştır. Alanımız olması hasebiyle Kütüb-ü Sitte ve Kütüb-ü
Tis’a temel referansımız olmuş, ihtiyaç duyulduğunda sahihayn şerhlerine,
tefsirlere, fıkıh kitablarına, elektronik ortamdaki hadis programlarına ve
cd’lere de başvurulmuştur.
İkinci bölümde,
birinci bölümde izah edilmeye çalışılan imsâk vaktinin derece ve bilim dünyası
açısından neye tekabül ettiği üzerinde durulmaya çalışılmış, bilhassa ülkemizde
takvimlerinde farklı imsâk vakitleri kullanan yaklaşımlar zikredilmiştir. Çalışma
sonuç ve değerlendirme ile neticelendirilmiştir.
Anahtar
Kelimeler: İmsâk, Vakit, Fecr-i Sadık
٧111 |
Prays consist the
essence of religions. There are specific prays and rituals of İslam Religion
too. Sharia assigned some determined times for the acceptance of these pray.
Joint time of prayer and fasting which are the basics of İslam Building is
sobriety. Last time of isha prayer, first time of fajr prayer and starting time
of the prohibitions of fasting corresponds this time. Distinctly from the other
fardhs determination of time of sobriety is not as easy as for all the Muslims.
So it is necessary to assign the starting and finishing time of these prays.
There is not a common opinion almost around the world between the Muslims
living in İslam geography. Especially these kind of different discourses cause
some suspicions in the minds of our country Muslims. We as the believers know that,
prays can’t built on the anxieties and suspicions. So we wanted to research the
sobriety time where there is no study done before about it. We hope this study
will cause a judicial opinion between the Muslims by terminating the previous
discussions.
Our study consist
of two main parts, words of the versicles have been studied in introduction
section one by one and told in concepts section. In the first section sobriety
time assignation depending of Koran, Sunna (hadith), opinions of sects and
imams was focused. Kutub-u Sitte and kutub-u Tis’a (Six books and nine books)
have been our main reference and appealed to sahihayn explanations, Koran
interpretation, Islamic law books and hadith software in electronic
environment.
In the second
section, what sobriety time corresponds in science and level world was focused.
Sobriety observation results which were carried out by İslam Environment have
been shared. Frequently asked Question about sobriety time was given a place to
the end of thesis and the research was summarized with an assessment.
Key words: Sobriety
(imsâk), Time (vakit),Fecri sadık
م
ARAŞTIRMA HAKKINDA GENEL
BİLGİLER
A.
Araştırmanın
Amacı Ve Önemi
İbadetler dinlerin
temelini oluşturur. İbadet ve ibadete benzer ritüeli olmayan din yoktur. İslam
dininin temel öğretilerinden birini de ibadetler oluşturmaktadır. Bu ibadetler
genellikle zamanla kayıtlı (mukayyed) olarak tayin edilmiş ve tayin edilen bu
vakitlerde yerine getirilmeleri istenmiş, istenilen vakitte yerine getirilmeyen
ibadetler makbul görülmemiştir. İbadetlerin zamanında yerine getirilmesi, doğal
olarak vakitleri doğru bir şekilde tespit etmeyi gerektirmektedir. Vakitleri
tespit etmek ve bilmek mükellef olan her insanın anlayabileceği genel ölçülere
bağlanmıştır. Lakin çalışmamızın da konusunu oluşturan imsâk vaktini tespit
etmek diğer ibadetlerin vakitlerine kıyasla kolay görünmemektedir. Oruca
başlama anının, sabah namazının ilk vaktinin ve yatsı namazının son vaktinin
müşterek vakti olan imsâk vakti Bakara suresinin 187. ayeti ile tayin
edilmiştir. İhtilafların temel kaynağını ilgili ayetteki lafızların farklı
şekillerde te’vili ile tefsiri ve Peygamberimizin (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) ashabı farklı uygulamalara ve anlayışlara sevk eden hadis rivayetleri
gelmektedir. Bu çalışmada dinimizin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet
temelinde imsâk vakti ayet, hadis, fıkhi görüşler, konunun bilimsel izahatı ve
güncel mülahazalar etrafında incelenmeye çalışılacaktır.
Tezimizi hazırlarken
yararlandığımız başlıca kaynaklara değinecek olursak Buhâri (ö.256/870) ve
Müslim’in (ö.261/875) Sahihleri başta olmak üzere hadis külliyatı temel
referansımızı oluşturmuştur. Çalıştığımız konunun ahkam hadislerini ihtiva
etmesi bakımından sünen türü eserlerle, hadislerde imsâk vaktinin tespiti ile
ilgili olarak beyazlığa mı, beyazlığın yaygınlaşmasına mı, yoksa kızıllığa mı
itibar edileceği hususunda İbn Hacer el Askalani’nin (ö.852/1448)
Fethu’l-Barisi ve Ayni’nin (ö.855/1451) Umdetu’l-Kari fi Şerhi
Sahihu’l-Buhârisi en-Neveni’nin (ö.676/1277) Sahihu Müslim bi Şerhi’n-Nevevi’si
ile Hattabi’nin (ö.388/998) Meâlimu’s-Süneni en fazla yararlandığımız kaynaklar
olmuştur.
Çalıştığımız konu
muhtevası yönüyle birçok ilim dalını yakından ilgilendirmektedir. Bu nedenle
İmsâk vaktinin tayinine ışık tutacak ayetlerin ele alındığı birinci bölümde
ayetleri nüzul sebebleriyle birlikte değerlendirebilmek için
Kurtubi
(ö.671/1272)’nin el-Cami’li Ahkami’l-Kur’an’ı, İbn Kesir (ö.774/1372)’in
Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim’i, Cassas (ö.370/980)’ın Ahkamu’l-Kur’an’ı ile Elmalı
(ö.1942)’nın Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirlerinden istifade ettik.
İmsâk vaktinin
tayin ve tespiti hususunda mezheplerin yaklaşımları için Hanefi mezhebinin önde
gelen kaynaklarından olan İmam Serahsi (ö.490/1097)’nin el-Mebsut’u,
Kasani (ö.587/1191)’nin Bedaiu’s-Sanai’i, Merginânî (ö.593/ 1197)’nin el-Hidâye’si,
İbn Âbidin (ö.1252/1836)’in Reddu’l-Muhtâr’ı ile Şafii mezhebine ait
Nevevi (ö.676/1277)’nin Ravdatu’t-Talibin’i, Maliki mezhebi için Karafi
(ö.684/1285)’nin ez-Zehira’sı ile Hanbeli mezhebinin görüşlerini
ihtivası bakımından İbn Kudame (ö.620/1223)’nin el-Muğni’si başlıca furu
kaynaklarımızı oluşturmuştur.
٤1٧ |
İMSÂK VE İMSÂK İLE İLGİLİ
KAVRAMLAR
Sözlükte “bir şeyi
tutmak, sımsıkı sarılmak, uzak durmak, el çekmek, kendine hakim olmak gibi
manalara gelen imsâk kelimesi terim olarak “ikinci fecrin (fecri sadık)
doğuşundan güneşin batışına kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden nefsi
alıkoymak” demektir. Bu aynı zamanda savm (oruç) kelimesinin de terim
anlamıdır. [4]
Bazı fıkıh
kitaplarında bu şekilde tanımlanan savm diğer bazılarında soyut olarak “belirli
şeylerden belirli bir zamanda kendini alıkoymak” diye tarif edilmiş ve orucun
rüknünün imsâk olduğu belirtilmiştir. İmsâk daha dar anlamda oruca başlamayı,
başlangıç anını, karşıtı olan iftar da geniş anlamda orucu tayin edilen zamanda
bozmayı, dar anlamda ise güneşin batışında meşru şekilde oruca son vermeyi
ifade etmektedir. İmsâk kelimesi sözlük anlamında müştaklarıyla beraber Kur’an-ı
Kerim’de ve hadislerde geçmekte, sahur ve imsâk vaktiyle ilgili bazı hadislerde
mana olarak yer almaktadır.[5]
Arapça’da “yarmak,
bir şeyi iki parçaya ayırmak, açığa çıkarmak, suya yol vermek, fışkırmak gibi
manalara gelen fecir kelimesi isim olarak güneşin doğmasından önceki tan yeri
ağarmasını ifade eder. Türkçe’de “şafak sökmesi, gün ağarması, sabahın
alacakaranlığı” da denilen bu olay, gece ile gündüzü bir birinden ayırdığı veya
gündüz aydınlığını ortaya çıkardığı için fecir diye adlandırılmıştır.[6]
Fecir vakti
ıstılahta ve fıkıhta, özellikle sabah namazının vaktinin girdiğini, oruçlu için
sahur vaktinin sona erip, oruç yasaklarının başladığını (imsâk) ifade eden
zaman dilimidir. İslam hukukçuları hadislerdeki ifadelerden hareketle fecri
“fecr-i
kazib, fecr-i
sadık” veya “birinci fecir, ikinci fecir” şeklinde ikiye ayırarak
açıklamışlardır.[7]
1)
Fecr-i
Kazib: Fecr-i kazib, sabaha karşı doğu ufkunda, tan yerinde ufuktan göğe
doğru dikey olarak yükselen, piramit şeklinde, samanyolu ışığına benzeyen, net
olarak ışığı belli olmayan (donuk) beyazımsı bir görüntüdür. Literatürde buna
uzunlamasına beyazlık anlamında beyaz-ı müstatil denilmektedir. Fecr-i kazibe
Araplar kurdun kuyruğuna benzediği için (zenebü’s-sirhan) veya yalancı sabah
anlamında (es- subhu’l kazib) de demektedirler. Fecr-i kazib gecenin bir bölümü
kabul
edildiği için
ayrıca dini bir hükme konu teşkil etmez.[8]
2)
Fecr-i
Sadık : Fecr-i sadık, fecr-i kazib aydınlığından sonra ufukta yatay olarak
doğu ve batı ufku boyunca (tan yeri) yayılarak genişleyen beyazlıktır.
Istılahta bu enlemesine yayılan beyazlığa beyaz-ı müsta’razi de denilmektedir.
İbadet vakitlerinin eda şartlarına konu teşkil eden fecir bu fecirdir. Yatsı
namazının vaktinin çıkıp, sabah namazının vaktinin girmesi ve orucun rüknü olan
imsâk için esas alınan fecir fecr-i sadıktır.[9]
3)
Fecri
Sadık İle Fecri Kazib Arasındaki Farklar:
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in hadislerinden istinbat edilen fıkhi birikim ve astronomi
ilminin verileri ışığında fecr-i kazib ve fecr-i sadık arasında bir
takım farklar
zikredilmiştir. Bu farkları şu şekilde ifade edebiliriz :
1.
Fecr-i
kâzib dikey ve parlak olup doğu-batı yönünde uzanmaktadır. Göğe bir direk gibi
yükselip yönü göğün ortasıdır veya birazcık meyilli olur. Fecr-i sâdık ise
yatay bir şekilde ufukta yayılmış olarak doğar. Yayılması güney-kuzey yönlüdür.
2.
Fecr-i
kâzib parlak olup bir beyazlığı ve aydınlığı vardır. Ancak bu beyazlık ve
aydınlık peşinden gelen bir karanlıkla yok olur. Fecr-i sâdığın beyazlığı ve
aydınlığı sürekli artar. Özellikle hava açık olduğunda onun beyazlığı içinde
bir kırmızılık da vardır. Bu kırmızlık bir bulanıklık şeklinde olup çoğunlukla
doğu
ufkunda güneşin
doğuş yerindedir.
3.
Fecr-i
kâzibin gökyüzünde yukarıya doğru yükselen ince bir ucu vardır ve kurt
kuyruğuna benzer. Fecr-i sâdık ise yataydır.
4.
Fecr-i
kâzib ufkun uzağında, yörüngede oluşurken, fecr-i sâdık ufka yakın yerde
meydana gelir.
5.
Ayışığının
fecr-i kâzib üzerinde etkisi vardır. Bundan dolayı, gökyüzünde, doğu ufkunda ay
bulunduğu gecelerde fecr-i kâzibi ancak bu konuda tecrübesi olan ve onun
vasıfları ve halleri hakkında yeterli dirâyeti olan kimseler bilebilir. Ancak,
ayışığının fecr-i sâdık üzerindeki etkisi zayıf ve sınırlıdır.
6.
Fecr-i
sadık ufka bitişiktir. Ufuk ile aydınlık arasında bir karanlık yoktur. Fecr-i
kâzib ise ufuktan ayrıdır ve aydınlıkla ufuk arasında bir karanlık vardır.[10]
Sözlükte vakit
(vakt çoğulu evkat) zamanın belli bir parçası anlamına gelir. Bu kelimeden
müştak olan mikat da (çoğulu mevakit) bir iş için belirlenen zamanı veya mekanı
ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de vakit kelimesi farklı türevleriyle birlikte on üç
ayette, hadislerde ise mikat, mevakit, mevkut gibi terimlerle kullanılmaktadır.[11]
Vakit şari’nin
tayin etmesine göre ikiye ayrılır.
1)
Mutlak
Vakit : Şariin eda edilmesi için herhangi bir vakit tayin etmediği
ibadetler mutlak (serbest) vakitlidir. Nafile namaz, umre, vakte bağlı
olmayan adak ve
kefaretler ve belli ölçüde zekat böyledir.[12]
2)
Mukayyed
Vakit : Şariin belirli bir vakte göre tayin ettiği ibadetler mukayyed
(tayin edilmiş, serbest zamanlı olmayan) vakitlidir. Farz namazlar, ramazan
orucu, hac, kurban ve temizlik ( mest, hayız,
lohusalık) gibi
ibadetler mukayyed vakitlidir. [13]
Sözlükte, sabah
olmadan önceki vakit, güneş doğmadan önceki zaman dilimi, gecenin son üçte biri
anlamındaki seher kelimesiyle aynı kökten gelen sahur (sehur,sühur) dini
ıstılahta oruç tutmaya hazırlık olmak üzere fecri sadığın doğmasından önce
yenilen yemeği ifade eder. Bazı hadislerde bu meyanda “ekletü’s- sehar /
ekletü’s-sühur” tabiri de kullanılagelmiştir.[14]
Ayrıca Hz.
Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) “Sahura kalkın, zira sahurda
bereket vardır” ve “Sahurun Müslüman orucunu Ehl-i kitabın orucundan ayıran”
bir özellik olduğunu ifade eden hadisleri sahurun önemini ifade etmektedir. [15]
Gündüzü takip eden,
güneşin batımıyla başlayan kısımdır. Leyle gece manasında gündüzün zıttıdır.
Aslı leylatün’dür. Aslının delili ismi tasgiri olan (lüleyletün’dür.) Çoğulu
leyalin’dir.[16]
Sözlükte çekingen
davranma, bir şeyi ortaya alma, daha sağlam ve daha güvenli olana tutunma,
ileriyi düşünerek ölçülü davranma, sakınmak, korumak, kollamak, dikkatli ve
tedbirli olmak gibi anlamlara gelir. [17]
Terim anlamı olarak
ise üzerinde genel-geçer bir tanım bulunmayan ihtiyat kelimesi hakkında biz
burada genel kabul gören Hanefi alimlerinden Cassas’ın (ö. 370/980) tanımını
paylaşacağız. Ona göre : “Kendisi sebebiyle cezanın hak edileceğinden emin
olunmayan şeyden kaçınmaktır.”[18] Vera kelimesi de gerek harama
düşmemek için şüpheli şeylerden uzak durma, gerekse güzel işleri sürekli olarak
yapma manasında düşünüldüğünde ihtiyatla eş anlamlı olabileceği gibi ihtiyatın
bir nevi pratik boyutu olarakta değerlendirilebilir. Dini literatürdeki ihtiyat
düşüncesi
dayanağını, şüpheden ve kalbi rahatsız eden şeylerden kaçınmayı ifade eden
hadislerden almaktadır.[19]
Subh ve sabâh
kelimelerinin sözlük anlamlarına baktığımızda, bu kelimelerin fecr
sözcüğünün eş anlamlısı olmanın yanında, akşam kelimesinin zıddı olarak,
gündüzün başı anlamında kullanıldığını görmekteyiz. Sözlüklerde subh
kelimesinin kırmızı ile boz arası bir renk anlamında olduğu geçmektedir. İbn
Fâris (ö.412/1022) kelimenin temel anlamının kırmızı olduğunu söyler ve sabah
vakti anlamında kullanımını rengine bağlar. Kelime sabah anlamında
kullanıldığında, anlık bir vakti değil gecenin yarısından itibaren başlayıp
zeval vaktine kadar olan süreci ifade eder. Kelimenin fecr kelimesinin
eş anlamlısı olarak kullanılması, şer‛î gündüz anlamında olduğuna işaret
etmektedir. [20]
Genel olarak sabah
vakti anlamına gelen bu kavram Kur’an-ı Kerim’de sekiz defa zikredilir.[21]
Gales
kelimesi fecrin doğuşu ile güneşin doğuşu arasında bir vakti ifade etmek üzere
kullanılır. Kelime, hadislerde daha çok Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in namazı bağlamında geçmiştir. Kelimeye sözlüklerde; “gecenin
sonundaki karanlık, gecenin karanlığından geriye kalan” şeklinde farklı manalar
verilmiştir.[22] Mâlîk (ö.179- 795)’ten, gabeş,
gales ve gabes kelimelerinden her birinin fecr-i sâdığın beyazlığının karıştığı
gecenin sonundaki karanlık anlamında olup aynı şeyi ifade ettikleri görüşünde
olduğu nakledilmiştir.[23] Ayrıca Muvatta’da bir hadiste
geçen gabeş kelimesi gales şeklinde yorumlanmaktadır lakin her üç kelimenin
aynı anlamı ifade ettiğine dair bir kayıt bulunamamıştır.
Sözlükte dikmek,
iplik, sicim, kayton, kordon, ip gibi manalara gelen hayt kelimesi çeşitli
türevleriyle beraber kullanıldığında, fail olarak terzi, ismi alet olarakta
dikiş makinesi anlamına gelmektedir. Araplar arasında renk veya zaman
dilimlerini birbirinden ayırmak için de kullanılan bir istiâre örneğidir. İplik
kelimesi özellikle Kureyş lisanında yaygın bir şekilde mecazî anlamda
kullanılan hayt kelimesinin arap şiirinde sabah anlamında kullanımına dair
örnekler de mevcuttur.[24]
Sözlüklerde “b-y-n”
kökünün ayrılmak ve birleşmek şeklinde iki farklı anlamı olduğu ve kökün iki
zıt anlama geldiği ifade edilmektedir.[25] İbn Manzur, (ö.711/1311)
tebeyyün kelimesini “Tebeyyünü’ş-şey” bir şeyin ortaya çıkması, açık
olması, bir şeyin diğer bir şeyden ayrılması olarak da ifade etmiştir.[26]
Tebeyyün kelimesi
Kur’an’da da genel olarak bir şeyin açığa çıkması, belli olması vb. anlamlarda
kullanılmıştır.[27] Kökün sözlük anlamında sözkonusu açığa çıkmanın belirgin
olmanın nasıl ve ne şekilde olacağı konusunda bir kayıt olmadığı gibi, bu kaydı
Ku’an’daki kullanımlarından çıkarmak da zor görünmektedir. Dolayısyla tebeyyün
lafzı, Kur’an’daki bütün kullanımlarda bir şeyin bilgisinin şüphe etmeyecek
şekilde ortaya çıkması anlamında kullanılmıştır.[28]
İMSÂK VAKTİNİN NASLARDAKI
YERİ
Hiç şüphesiz
İslam’ın ilk yasama/teşrii kaynağı Kur’an-Kerim, ikincisi ise Sünnet’tir. Zira
sünnet, Kur’an’ın açıklaması, ahkamının tafsili ve asıllarının furuatı
mahiyetinde olup, alemlerin nebisi Hz. Muhammed (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
söz, fiil ve takrirleridir. Müslümanlar, H.z Peygamber döneminden günümüze
kadar onun hükümlerine boyun eğegelmişlerdir. Bundan sonra da Sünnet, kıyamete
dek Kur’an’ın yanı başında hükümlerine kaynaklık etmeye ve ışık tutmaya devam
edecek, edebi ve ahlaki değerlerin mihenk taşı olarak kalacaktır. Bu iki ana
kaynağa sarılmak İslam ümmetinin başarılı olması ve ilerlemesinin temel
sırrıdır ki, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) buna işaretle şu
tavsiye de bulunmuştur :” Size iki şey bırakıyorum, onlara sarıldığınız
müddetçe asla şaşırmaycaksınız. Bunlar, Allah’ın kitabı Kur’an ve Resulü’nün
Sünneti’dir.”[29]
Sünnet Kur’an’ı
hayata aktaran bir vasıta olmanın yanında, Müslümanların varlık, bilgi ve değer
algılarına da kaynaklık eder. Hz. Peygamber, bir Müslüman için yegane hayat
ölçüsü ve en mükemmel şahsiyet örneğidir. Nitekim Allah (cc), “Gerçekte
Allah Resulü’nde sizin için güzel bir örnek vardır.”[30] ilahi hitabı bizim hem dünya hem
de ahiret hayatımızı kuşatan rabbani bir tavsiyedir.
“Andolsun, Allah,
mü’minlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz
yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir
lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[31]
“Ey iman edenler! …
Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe
gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç
bakımından da daha güzeldir.”[32]
“Peygamber size ne
verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı
gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir.”[33]
“Allah ve Resûlü
bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min
kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a
ve Resûlüne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”[34]
Allah Resulü
(s.a.s.) de sünnetine sarılmanın, ona itaat ve ittiba etmenin ehemmiyeti
hakkında şu hadis-i şeriflerini irad etmiştir:
“Bana itaat eden
Allah’a itaat etmiş, bana karşı gelen Allah’a karşı gelmiş olur. Benim emirime
itaat eden bana itaat etmiş, benim emirime karşı gelen de bana karşı gelmiş
olur.”[35]
“Size gerekli olan,
benim sünnetime ve doğru yola ulaştırılmış Hulefa-i Raşidi’nin sünnetine
yapışmaktır. Bu sünnetlere sımsıkı sarılınız. Sonradan dine sokuşturulan
işlerden uzak durunuz. Çünkü sonradan dine sokulan her şey bid’attır, her
bid’at ise sapıklıktır.”[36]
“Sakın, sizden birini ,
kendisine benden bir emir veya yasak ulaştığı zaman, koltuğuna kurulup da “ Ben
Kur’an’dan başkasını bilmem ; Allah’ın kitabında ne gördüysek ona uyarız.”
derken bulmayayım.” [37]
“Benim sünnetimden yüz çeviren
kimse benden değildir.”[38]
Abdullah ibni
Mes’ud (r.a) (ö.32/652) şöyle demiştir: “İfrat ve tefrite kaçmadan, dengeli bir şekilde sünnete
göre ibadet etmek, bid’ate kaçan çok amelden hayırlıdır.”[39]
Buraya kadar ki
zikretmiş olduğumuz ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler açıkça göstermektedir
ki, Kitaba ve onun hayata aktarılış biçimi olan sünneti İslamın ikinci kaynağı
olarak kabul etmek ve bilhassa ibadet hayatımızı sünnetin rehberliği eşliğinde
yerine getirmemiz gerekmektedir ki, bu aynı zamanda Yüce yaratıcımız tarafından
ibadetlerimizin eda ve sıhhat şartları açısından da elzemdir. Çünkü Sünnet
çeşitli şekillerle Kur’an’ı açıklamış ve onun ibadet ve hükümleri ile alakalı
kapalı yönlerini tefsir etmiştir. Örneğin Allah Teala Kur’an’ı Kerim’de
müminler için namazı farz kılmıştır. Ancak namazın vakitlerini, rekat
sayılarını ve erkanını tafsilatlı
olarak
açıklamamıştır. Resulüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ise namazı eda
şekliyle ve açıklamalarıyla namazın keyfiyetini Müslümanlara açıklamış ve “ Benim
namaz kıldığımı gördüğünüz şekilde namazınızı kılınız” buyurmuşlardır.
Allah, haccı farz kılmış; ama onun rükünlerini ise Resulüllah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) açıklamış ve “Menasikinizi (hac öğreti ve uygulamaları)
benden alınız.” buyurmuştur. Allah, zekatı farz kılmıştır; ama zekatın
verileceği mallar, arazi ve ekinler, ayrıca bunlardan alınacak zekatın nisab
miktarları detaylı bir şekilde sünnet (hadis) yoluyla açıklanmıştır.
Buraya kadar vermiş
olduğumuz ayet ve hadis örneklerinden yola çıkarak fukaha, İbn Hazm’ın
(ö.456/1064) tespitlerini daha ilk zamanlarda maddeleştirmeye gitmiş, neticede hadisin/sünnetin
Kur’an karşısındaki durumunu üç ana maddede özetlemiştir.[40]
1-Hadis Kur’an’da
bulunan hususları destekler : Hadisler (keza sünnetler) Kur’an’da bulunan
hükümleri teyit eder. Bu durumda o meselenin hem Kur’an’dan hem de hadisten iki
kaynağı olmuş olur.
2-Kur’an’da mücmel
olarak geçen hususları hadisler beyan eder.[41] Müphem olanı tefsir, mücmel
olanı tafsil, mutlak olanı takyid, umum olanı tahsis eder.
3-Kur’an’da
bulunmayan hükümler koyar.
İslam’ın ikinci
büyük kaynağı olan hadisin/sünnetin Kur’an karşısındaki durumunu bu şekilde
izah ettikten sonra İslam binasının ana sütunlarından birini oluşturan orucun
da nasıl tutulacağını, erkanını, vaktini (imsâk ve iftar) müstehabını,
mekruhunu, faziletini bizlere hadisler/ sünnet haber vermektedir.
Bu bölümde
tezimizinde esasını oluşturan imsâk vakti, ayet ve hadisler bağlamında ele
alınacak olup, imsâk vaktinin peygamberimizin hayatında, ashabının hayatında ve
alimlerin içtihadında nasıl anlaşıldığı üzerinde durulmaya çalışılacaktır.
Orucun sona erdiği
vakit (iftar vakti) hakkında İslam dünyasında açık bir ihtilaf bulunmamakla
beraber, imsâk vaktinin ne zaman başlayıp, ne zaman sona erdiği konusunda imsâk
vaktini tayin eden Bakara Suresinin 187. ayetinin farklı anlaşılması, yorumlanması,
Efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) farklı şekillerde te’vil
edilebilecek hadisleri ve bazı ulemanın hadisleri yalnızca zahiri anlamına
hamletmeleri
neticesinde
ihtilaflar mevcuttur. Güncel dini bir mesele olan imsâk vakti hakkındaki bu
tartışmaların özellikle şu beş görüş etrafında cereyan ettiğini görmekteyiz.[42] :
1)
Fecr-i
sadığının doğuşunun öncesi (şaz)
2) Fecr-i sadık doğduktan sonra (cumhur)
3) Fecr-i sadıktan
25-30 dakika sonra (İbn Hazm)
4) Ufuk kızıllığı fecr-i sadıktan 45-50
dakika sonra (şaz)
5) Güneşin doğması
(şaz)
Yani fecrin ilk
anını, gökyüzüne yansıyan ilk ışınları sınır kabul edenler ile fecrin
ışıklarının iyice belirginleşmesini, güneşin ışınlarının doğu- batı hattı
boyunca tebeyyün etmesini, yeryüzündeki cisimlerin seçilmesini sınır kabul
edenler olmak üzere temelde iki görüş bulunmaktadır. Şimdi bu görüşlere sebep
olan ilgili ayet ve hadisleri zikredeceğimiz, açıklayacağımız bölüme
geçebiliriz.
1.1.
Âyetler
Işığında İmsâk Vakti
Kur’an’da imsâk
vaktinin tayinine ışık tutabilecek iki farklı kelime kullanılmaktadır. Bunlar fecr
ve subh kelimeleridir. F-c-r kökü Kur‘ân’da, sabah, tan yerinin
ağarması; birrin karşıtı fücûr, günahkâr (fâcir/fecere); suyun akması,
fışkırması olmak üzere üç farklı anlamda 24 kez geçmektedir.[43] F-c-r kökünün sülâsî
halinden masdar olan “fecr” kelimesi, üç ayette[44] oruç ve namazla ilgili bazı dinî
hükümlerin bildirilmesi, bir ayette yemin[45] ve bir ayette de Kadir gecesinin
fazileti[46] bağlamında toplam beş âyette yer almaktadır. Bu
âyetlerin tamamında fecr, fıkıhtaki kullanımına münasip olarak “tan yeri
ağarması, şafak vakti” anlamını taşımakla birlikte, imsâk vaktinin başlama ve
bitiş sınırıyla ilgili olarak âyetlerde bir açıklama yer almamaktadır. İmsâk
kelimesiyle aynı manayı paylaşan fecr kelimesinin geçtiği surelerden, Fecir ve
Kadir suresi Mekki, diğerleri ise Medeni’dir. Şimdi Bakara suresinden
başlayarak, bu ayetler üzerinde ayrı ayrı durup, fecir/imsâk kavramının
taşıdığı anlamı açıklamaya geçebiliriz.
1.1.1.
Bakara
Suresi, 187. Ayet
Fecir kelimesi,
Kur’an’ı Kerim’de imsâk vaktine doğrudan delil kabul edilen ve imsâk vaktinin
tayin edilmesine ışık tutan Bakara suresinin 187. ayetinde şu şekilde
geçmektedir.
وَكُلوُا
وَاشْرَبوُا حَتىّ یتَبَیَنََّ لكَُمُ الْخَیْطُ الاْبْیضَُ مِنَ الْخَیْطِ
الاْسَْوَدِ مِنَ الْفجَْرِ ثمَُّ اَتِمُّوا الصِّیامَ اِلَى الیَّْلِ
Diyanet Meâli :
Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri ağarıncaya)
kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun.
Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır Meâli : Fecrin beyaz ipliği siyah iplikten sizce
seçilinceye kadar yiyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun.
T.D.V. Meâli :
Sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt
edilinceye kadar yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın.
Ömer Nasuhi
Bilmen : Ve sizler için fecrin beyaz ipliği siyah ipliğinden tebeyyün
edinceye kadar yiyiniz ve içini
Süleyman Ateş
Meâli : Şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdelinceye kadar yeyin,
için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın.
Süleymaniye
Vakfı Meâli : Fecrin olduğu tarafta, ak çizgi kara çizgiden size göre tam
seçilinceye kadar yiyin, için; sonra orucu geceye kadar tamamlayın.
Âyetin ilgili
bölümü meâllere iki farklı şekilde yansımıştır. Bunlardan birincisi “fecrin
siyah ve beyaz ipliği” şeklinde mecâzî anlamdır. Bu anlama göre “mine’l-fecri”
ifadesindeki “min” lafzı beyaniyedir. İkinci tür manaya göre ise
ayetteki ifade hakîki anlama hamledilmiş ve “mine’l-fecri” ifadesindeki
“min” sebebiye kabul edilmiş ve ayetin ilgili bölümüne “fecirden dolayı
beyaz iplik siyah iplikten ayrılıncaya kadar” anlamı verilmiştir. Ancak
tefsirlerde bu ikinci mananın tercih edildiğine dair bir ifadeye rastlamadık.
1.1.1.1.
İmsâk
Vaktini Tayin Eden Ayetin Nüzul Sebebi
İslamiyetin ilk
yıllarında Ramazan orucu tutanlar gece uyumadıkları müddetçe yiyebiliyor,
içebiliyor, eşleriyle birlikte olabiliyorlardı. Ama uyuduklarında bu fiiller
kendilerine bir sonraki günün akşamına kadar haram
oluyordu. Bu konu
hakkında Buhâri (ö.256/870) Bera İbn Azib (r.a.)’dan (ö.71/690) şöyle
bildiriyor:
Bir gün Kays b.
Sırma[47] adındaki sahabi yorgun argın evine geldi. Namazı kıldıktan
sonra uyuyakaldı. Uyandığında sabah olmuştu. O zamanki uygulamaya göre, gecenin
bir vakti uyunduğunda artık bir şey yiyip içilemiyordu. Kays yorgunluğunun
üstüne aç bir halde sabahladı. Peygamber efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) Kays’ı bitap bir halde görünce sordu : “Ne oluyor, seni çok bitap
görüyorum?” Kays ise olanı biteni anlattı. Yorgunluğun ve açlığın üstüne
iftar edemeden ikinci günün orucuna başladığından dert yandı.[48] Buna benzer bir olayda Ömer b.
El- Hattab’ın (ö.23/644) başına gelmişti. Peygamber efendimiz (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in yanından evine dönen Ömer (r.a.) hanımının uyumuş olduğunu
gördü. Hanımını uyandırıp birlikte olmak istedi. Hanımı ama uyudum dedi, ancak
Ömer (r.a) (ö.23/644) : “Hayır! Henüz uyumadın!” karşılığını verdi ve onunla
ilişkiye girdi. Sabah olunca Ömer (r.a.) (ö.23/644) durumu gidip Peygamberimize
(salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e anlattı. Allah Resulü (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) : “Ey Ömer! Bunu yapmaya hakkın yoktu veya bu davranış sana yakışmadı
manasına gelebilecek bir cevap verdi.[49] Bunun üzerine Cenabı-ı Hak şu
ayeti indirdi:
“Oruç gecesinde
kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı. Onlar, size örtüdürler, siz de
onlara örtüsünüz. Allah, (Ramazan gecelerinde hanımlarınıza yaklaşarak)
kendinize zulmetmekte olduğunuzu bildi de tövbenizi kabul edip sizi affetti.
Artık eşlerinize yaklaşın ve Allah’ın sizin için yazıp takdir etmiş olduğu şeyi
arayın. Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt edilinceye (tan yeri
ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu tam tutun. Bununla
birlikte siz mescitlerde itikâfta iken eşlerinize yaklaşmayın. Bunlar, Allah’ın
koyduğu sınırlardır. Bu sınırlara yaklaşmayın. Allah, kendine karşı gelmekten
sakınsınlar diye, âyetlerini insanlara böylece açıklar.”[50] Bu ayetle artık Ramazan orucu
bugünkü şeklini almış oluyordu.
Bu ayetlerin
inişinden sonra sahabe-i kiramdan bazıları ilk zamanlarda imsâk vaktinin tam
olarak ne zaman olduğu konusunda tereddüt yaşadılar. Ayetteki beyaz ve siyah
iplik ifadelerinden ne kastedildiğini tam olarak anlayamadılar. Onlardan imsâk
vaktinin gerçekten beyaz ve siyah ipliklerle belirlenebileceği kanaatinde olan,
beyaz ve siyah ipliği yastığının altına koyanlar vardı.[51] Tefsir ve hadis kaynaklarımızda
bu konu ile ilgili aktarılan bilgiler sahabenin bu konudaki ilginç
girişimlerini ve Peygamber efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in onları
kırmadan, gücendirmeden nasıl eğittiğini çarpıcı bir şekilde ortaya
koymaktadır. Müttefekun aleyh hadiste cömert sahabi Adi b. Hâtim anlatıyor: “…Sabahın
beyaz ipliği (aydınlığı) siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye
kadar yiyin için…”[52] ayeti nazil olunca biri beyaz
biri siyah iki iplik aldım. Onları yastığımın altına koydum, ama aralarını
ayıramadım. Bunu Resulüllah’a (salla’llâhu aleyhi ve sellem) arz ettim.
Efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) gülümseyerek “Yastığın gerçekten
geniş ve uzun olmalı ki gece ve gündüz ona sığabilmiş! Ondan kastedilen sadece
gece ve gündüzdür.” dedi.[53]
1.1.1.2.
Ayetteki
Mücmelliğin Beyanı
İmsâk vaktinin
başlangıcı konusunda en açık ifadenin yer aldığı Bakara 187. ayetinde geçen
beyaz iplik / siyah iplik lafızlarının hakiki mi yoksa mecazi mi olduğu konusu
bu vaktin doğru bir şekilde tayin edilebilmesi açısından önem arzetmektedir.
Ayet-i kerime indiğinde sahabeden bazılarının ayeti anlama ve yorumlama
şekilleri ve Hz. Peygamberin (s.a.s.) bunlara vermiş olduğu cevaplar ayetin
anlaşılmasına ışık tutmaktadır.
Mezkur ayet nazil
olduğunda مِنَ الفَجْرِ “fecirden”
yani “fecrin beyaz ipliği” kaydı yoktu. Bundan dolayı Adi b. Hâtim adlı
sahabe başta olmak üzere bazı sahabeler ayetteki siyah ve beyaz ip teşbihini
gerçek anlamıyla anlayarak imsâk vaktini tayin etmek için maddi bir takım
çözümlere başvurdular. Bu uygulamaların arasında yastığının altına ip koyma,
ayaklarına ip bağlama gibi uygulamalar mevcuttu. Bu olaylarla ilgili rivayetler
kaynaklarımızda şu şekilde yer almaktadır:
- Adî bin Hâtim’den
(r.a.) rivâyet edildiğine göre, O şöyle demiştir: Rasûlullah’a (salla’llâhu
aleyhi ve sellem), “Şafağın (fecr: tan ağarması) ak ipliğe benzeyen ilk
aydınlığı (gün ağarması), siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından
seçilinceye kadar yeyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı
basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.” (Bakara 2/187) âyetinin ne
anlama geldiğini (ve “bunlar, hakikaten iki iplik midir?” diye) sordum. Şöyle
buyurdular: “Yastığın pek genişmiş ve uzunmuş. / Gerçekten yastığın enliymiş,
(gece ve gündüz ona sığmış!)” Sonra ekledi: Gecenin karanlığından tan yerinin
aydınlığı fark edilinceye kadardır.[54]”
- Sehl bin Sâ’d’in
şöyle dediği nakledilmiştir: “Şafağın aydınlığı gecenin karanlığından ayırt
edilinceye (tan yeri ağarıncaya) kadar yiyin, için. Sonra da akşama kadar orucu
tam tutun” âyeti inmiş, fakat “mine’l-fecr” (imsâk vaktine kadar) kısmı inmemişti.
Bu âyet indikten sonra, bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde, ayaklarına
beyaz ve siyah ipler bağlar, ipler birbirinden ayırdedilinceye kadar yemeye,
içmeye ve cinsel ilişkiye devam ederlerdi. Bundan sonra Allah Teâlâ,
“mine’l-fecr” (şafak vaktine kadar/şafak vaktinde) kısmını vahyetti. İnsanlar,
âyette gece ve gündüzün kastedildiğini anladılar. [55]”
Mücmel ayetlerden
olan Bakara 187. ayetteki لخَْیْطُ الاَْبیَْضُ مِنَ الْخَیْطِ الاَْسْوَدِ lafzındaki
kapalılığı ayetin hemen arkasından gelen مِنَ الفَجْرِ lafzı açıklamaktadır. Görüldüğü gibi, bu örnekte,
mücmeli beyan eden lafız, hemen mücmelin akabinde ve aynı ayette gelmiştir.52F[56]
1.1.1.3.
“Mine’l-Fecr”
Lafzının Manaya Etkisi
Mine’l-fecri
ifadesindeki mîn edatının beyaniyye ve sebebiyle olmak üzere iki farklı
şekilde yorumlandığını söylemiştik. Min’i beyaniye kabul edenlere göre
bu ifade el-haytu’l-ebyad ifadesini beyan etmektedir. Daha öncede işaret
edildiği gibi, Sehl b. Sâ’d’dan gelen hadiste, mine’l-fecri ifadesinin
ayetin ilk inişinde yer almadığı, sahabeden bazılarının yanlış anlamaları
üzerine beyan sadedinde indirildiği rivayet edilmiştir. Bu “minel-fecr” kaydı,
ya yeni bir beyândır, yâhut ifadedeki “min”
cer harfinin anlam
özelliğiyle teb’îzdir (bölüm/parça), yani ilk bölümü anlatır; “mine’l-fecr:
fecrin ilk kısmında”. Çünkü ak iplik, fecrin bir kısmı, ilk ânıdır. [57] Zemahşerî, (ö.467/538) “mine’l-fecr” ifadesinin,
“beyaz ip” için bir beyan olduğunu söyler. “Kara iplik” ifadesi ise bu
açıklamadan anlaşıldığı için, ayrıca beyan edilmemiştir. Çünkü, ikisinden
birinin açıklanması, diğeri için de açıklamadır.[58] Aslında mahzûf bir “mine’l-leyl” içeren “kara
iplik” ifadesinde, bu bölümün söylenmeyiş sebebi, oruçla ilgili geceye ilişkin
hüküm yokluğudur. Çünkü oruç, aydınlığın doğuşuyla ilgilidir.
Tahâvî’nin
(ö.321/933) rivayetine göre, âyet-i kerîme nâzil olduktan sonra, Ashâb-ı Kirâm
bir müddet aydınlık karanlıktan göz kararıyla iyice seçilinceye kadar yeyip
içmeye devam etmişler, sonra Sehl’in belirttiği gibi Allah Teâlâ “mine’l-
fecri”kaydını indirmekle bu hükmü neshetmiştir.[59] Fakat Kadı Iyâz, (ö.544/1149)
Tahâvî’nin bu görüşüne itirazda bulunmuş, hükmün onun dediği gibi evvelâ sabit
olup, sonradan neshedilmediğini, hadisten murâdın bu işi bazı bedevîlerin, kıt
anlayışlıların veya dillerinde gece ve gündüz hakkında böyle kullanım
olmayanların tevil suretiyle yaptıklarının beyândan ibaret olduğunu
söylemiştir.[60]
İbn Kesir,
(ö.774/1372) aynı konuda şu bilgileri vermektedir: “Mezkur ayet nazil
olduğunda, fecirden kısmı yoktu. Bundan dolayı, manası bazı kimseler tarafından
yanlış anlaşılmıştı. Fecirden kısmının nazil olmasıyla yanlış uygulamalar sona
ermiş oldu. [61]
Hak Dini Kur’an
Dili tefsiri, rivayeti naklettikten sonra şöyle demektedir: “mine’l-fecri”
beyanı nazil olarak murad edilen mana tasrih olunmuş, hayt-ı ebyad’ın sözlük
manasında olmayıp, mecazi anlamda fecrin evveli olduğu ve şer’i günün bundan
sonra başladığı anlaşılmıştır.[62]
Süleyman Ateş’e
göre, “mine’l-fecr” ifadesinin, önce âyette yokken sonradan bazı müslümanların
yanlış anlamaları üzerine indiği hakkındaki bu rivayet uygun
değildir. Çünkü bu
kelime, âyetten ayrı inmiş olsaydı, kendi başına bir âyet olurdu. Kendi başına
sadece “mine’l-fecr” diye bir kelimenin inmesi de doğru olamaz. Kur’ân’a
sonradan ilâve yapıldığı kuşkusunu dahi doğuracak bu tür rivayetleri
reddederiz. Çünkü Kur’ân âhâd haberiyle değil, tevatürle sabit olur. Esasen
esbâb-ı nüzul râvîleri, her âyeti ayrı ayrı olaylar üzerine ayrı zamanlarda
inmiş göstermekle yetinmemişler, bazan bir tek âyetin cümle ve kelimelerini
lime lime edip her cümlenin ayrı bir olay üzerine ve ayrı zamanda indiğini dahi
söyleyecek kadar işi
ileri
götürmüşlerdir.[63]
Ulemadan bazıları,
âyetteki kara iplikle ak iplik tabirlerinin gece ile gündüz mânâsına
geldiklerini bildiren “mine’l-fecr” lafzının, bu âyetten hayli zaman sonra
nâzil olduğunu ileri sürerek, beyânın nasıl olup da ihtiyaç zamanından geri
bırakıldığını, halbuki beyân gelinceye kadar teklifin devam ettiğini müşkil saymışlardır.
Usul ilminde
beyanın, ihtiyaç vaktinden tehir edilip edilemeyeceği tartışma konusudur.
Doğrusu beyan-ı tağyirin vakt-i hacetten tehiri caiz değildir. Bu rivayete göre
esas görüş beyan-ı tağyir değil, beyan-ı tebdil yani nesh sayılmak gerekir.
Ayrıca daha önce oruç tutanlar sünnet oruç tutmuşlardır. Beyanın sünnet için
tehiri ise mümkündür.[64]
Mezkur ayeti mensuh
kabul eden müfessirlerden Ebu Hayyân’a (ö.745/1344) göre, “mine’l-fecr”
ifadesinin inişi, beyanın ihtiyaç vaktine ertelenmesi değil, nesih türündendir.
Nitekim sahâbe, buna göre, yani lafzı “mine’l-fecr” ifadesi inene kadar zâhiri
üzere uygulayarak hareket etmiştir. Böylece, ak ve kara iplikleri zâhiri üzere
yorumlamak neshedilmiştir. Dolayısıyla, mecaz olmuşlardır. Ufukta yayılan şafak
sökmesinin ilk belirişi beyaz ipliğe, gecenin son karanlığından fecir
sırasındaki uzantı kara ipliğe benzetilmiştir.[65]
Beyanın varlığı
noktasında, şöyle bir itiraz yapılabilir: “Beyaz iplik”ten muradın fecir
olması, ihtiyaç olduğu halde mücmelin beyanının gecikmesi, nasıl caiz olabilir?
Oysa teklifin bekasına rağmen, beyanın ihtiyaç vaktinden gecikmesi caiz değildir!
Ulemâ bunlara şu
cevapları vermişlerdir: Âyet-i kerîmede, aslında “fecir” lafzı nâzil olmadan
da, beyân vardır. Yalnız herkesin anlayacağı şekilde değil, pek çok veya bazı
mütehassısların anlayacağı şekildeydi. Beyânın, herkesin anlayabileceği
derecede açık olması gerekmez.[66] Kaldı ki, “mine’l-fecr”
eklentisi inmeden önce âyet-i kerîmeden maksadın ne olduğunu, Hz.Adî ve bazı
lafzı hakikat anlamına yoranlar anlamamıştır. İslâm’dan önceki câhiliyet
devrinde ak iplikle kara ipliğin gündüzle gece mânâsında kullanılması
yaygınlaşmıştır, bunun beyâna ihtiyâcı yoktur. Ayetin inişi sırasında
Hz.Peygamber’in huzurunda bulunan Kureyş ve muhatap olan başkalarının
lehçesinde bu kullanım yaygındı. Adî bin Hâtim ve âyeti anlamakta zorlananlar,
bu lehçeyi bilmiyorlardı. Çünkü, bütün Araplar, bütün lehçeleri bilmezdi. Ama
durum, bazılarına biraz karışık geldi. Dolayısıyla, bu ifadeleri, gerçekten
iplere yordular. Durumu Hz.Peygamber’e sorunca, Allah’ın muradını onlara
bildirdi. Yüce Allah da, “mine’l-fecr” eklentisini indirdi. Böylece ihtimal ortadan
kalktı, lafızdan kastedilenin gecenin karanlığı ve fecrin aydınlığı olduğu
anlaşıldı.[67] Nevevî (ö.631-676), şöyle der:
“İpleri böyle hakikat anlamında anlayanlar, Rasulullah’ın (s.a.) meclislerinde
sürekli bulunmayanlar, hatta bedevîler ve kıt anlayışlılar veya dillerinde gece
ve gündüz hakkında böyle kullanım olmayanlardır. [68]
1.1.1.4.
Ayetten
Çıkartılan Hükümler
٠ Oruç gecelerinde 0210911 02001911021
fecrin doğuşuna kadar yeme, içme ve cimanın mübah oluşu.
٠ Orucun süresinin fecri sadığın doğuşundan
güneşin batışına kadar olduğunun beyan edilmesi.
٠ Oruçlunun uzak durması gereken şeylerin
yeme, içme ve cima olduğunun beyanı.
٠ Özellikle Ramazan ayında itikafın meşru
oluşu. İtikafa giren kişiye eşiyle mübeşeretin itikaf müddetince helal
olmayışı.
٠ Söylendiğinde haya edilecek şeyi açıkça değilde
kinaye kullanarak söylemek ayette de vat’ı yerine mübaşeret kullanılmıştır.
٠ 91212011 haram kıldığı şeyleri hadleri 291
çiğnemenin haram oluşu.
٠ Şer’i kanunların ve hadlerin inzalinin ve
konulmasının gayesinin takva olduğunun beyanı.
٠ Sünnet ile sabit olmuştur ki, sahuru,
fecrin doğuşundan korkulmadığı müddetçe tehiri ve iftarda acele etmenin
müstehab oluşu.
اَقمِِ الصَّلوةَ
لِدُلوُكِ الشَّمْس اِٰلى غَسَق الیَّْلِ وَقرُْانَ الْفجْر انَّ قرُْانَ
الْفَجْر كَانَ مَشْھوُدًا
Fecr
kelimesi İsrâ suresinde iki defa aynı ayette geçmektedir. (İsrâ 17/ 78) Ayetin
anlamı konusunda müfessirlerin genel tercihi şu şekildedir: “Gündüzün
güneşin gün ortasını aşmasından gecenin karanlığına kadar namaz kıl ; bir de
sabah namazını ; çünkü sabah namazı şahitlidir[69].” Ayete verilen bir diğer anlam da “Namazı, güneşin
zevalinden gecenin iyice kararmasına kadar; bir de fecrin kur’anında kıl.
Fecirdeki kur’anı gözle görülür”[70] şeklindedir.
İsra Suresinin 78.
ayetinde ibadetlerin en önemlisi kabul edilen namaz ve namaz vakitleri
konusundan bahsedilmektedir. Tefsirlerde genellikle namazın farz kılındığı İsra
olayının ardından inen surenin bu ayetinde beş vakit namaza işaret edildiği
belirtilmektedir.
Düluk kavramı
“güneşin bir günde izlediği farazi çemberi dönerken gündüz vakti en yüksek
noktayı geçerek batmaya yönelmesi” anlamına gelir.[71] Gün ortasından başlayarak
çemberin dörtte üçlük kısmını tamamlaması diye de açıklanmıştır ki bu da ikindi
vaktidir. Ayrıca gün batımı içinde kullanılmıştır.[72] Sonuç olarak İbn Aşur’a (ö.1879/1973) göre
“düluku’ş-şems” lafzı, öğle ikindi ve akşam namazı vakitlerini içermektedir.
Nitelim “ila” edatının da bu deyimin birden fazla vakti içerdiğine işaret
etmektedir.[73] Şevkani (ö.1250/1882) bu lafzın anlamıyla ilgili görüşleri
şöyle sıralar:
٧ Zeval
vakti[74]
٧ Gün
batımı
٧ Güneşin
zevalinden batımına kadar geçen süre.72,
Gasak kavramı
“karanlık” demektir, şafağın tamamının kaybolduğu yatsı vaktini ifade eder; “kur’ane’l-fecr”
ise müfessirlerin çoğunluğuna göre sabah namazına işaret eder.[75] Ayrıca bu deyimin, namaz içinde
Kur’an okunması gerektiğini de ima ettiği, bu bütün namazlar için geçerli
olmakla birlikte burada sabah namazının örnek olarak anıldığı, nitekim Hz.
Peygamber’in (salla’llâhu aleyhi ve sellem) uygulaması uyarınca sabah namazında
daha fazla Kur’an okunduğu belirtilmektedir.
Tefsirlerde tercih
edilen anlama göre ayette geçen kur’âne’l-fecr ifadesi ile kastedilen
sabah namazıdır.[76] Kaynaklarda, sabah namazının Kur’an
şeklinde isimlendirilmesinin beyan ilminde mecâz-ı mürsel, alakasının da zikru’l-küll
iradetu’l-cüz olduğu ifade edilmiştir. Yani namazın rükunlarından biri olan
kıraat zikredilmek sûretiyle namaz kastedilmiştir. Sabah namazının Kur’âne’l-fecr
şeklinde isimlendirilmesinin, kıraatı uzun tutmaya teşvik olduğu yorumu
yapılmıştır.[77] Ayetin devamında inne
kur’âne’l-fecri kâne meşhûden buyrulmuş ve sabah namazı meşhûden
kelimesiyle vasfedilmiştir. Bu şekilde vasfetmenin, gece ve gündüz meleklerinin
bu vakte şahit olmasından dolayı olduğu söylenmiştir.[78] Buhârî (ö.256/870) ve Müslim’in
(ö.261/875) rivayet ettiği Ebû Hureyre’den gelen hadiste Rasûlullah (salla'llâhu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir takım melekler geceleyin, diğer
takım melekler de gündüzün birbirlerini müteâkıb size gelirler. Bunlar sabah
ile ikindi namazlarında birleşirler. Sonra içinizde kalmış olan melekler semâya
yükselirler. Rabları namaz kılmış kullarının hallerini en iyi bilir olduğu
hâlde, yine o meleklere: Kullarımı ne hâlde bıraktınız? diye sorar. Onlar da:
Biz onları namaz kılar hâlde bıraktık ve yanlarına da namaz kılarlarken
varmıştık, derler”.[79]
Tefsirlerde, kur’âne’l-fecr
ifadesiyle ilgili olarak yukarıda naklettiğimiz manalar dışında bir tercihe
rastlamadık. Ancak günümüzde, ayeti fecrin doğuşu ile ilişkilendiren ve kur’ân’l-fecr
ifadesini fecrin yoğunlaşması şeklinde anlayanlar vardır. Bu durumda birinci kur’âne’l-fecr
ifadesi mefülü fîh olarak yorumlanmış ve fecrin yoğunlaşması esnasında namaz
kıl şeklinde bir anlam ortaya çıkmıştır. İkinci kur’âne’l-fecr ifadesine
de “şüphesiz ki fecrin yoğunlaşması gözle görülür” şeklinde bir anlam
verilmiştir.[80]
İfadeye bu anlamın
verilmesi dilin kullanımı açısından da uygun değildir. Çünkü güneş ışıklarının
atmosferde yansıması bir yoğunlaşma kabul edilse bile, bu fecrin değil fecrin
ışıklarının yoğunlaşmasıdır. Bu hadisenin fecrin yoğunlaşması şeklinde
ifade edilmesi ancak mecaz yoluyla olabilir. Çünkü fecir dediğimiz şey güneş
ışınlarının atmosferde yansıması hadisesidir.
یاَ أَیُّھاَ
الذَِّینَ آمَنوُا لِیسَْتأذِْنكُمُ الذَِّینَ مَلَكَتْ أَیْمَانكُُمْ وَالذَِّینَ
لَمْ یبَْلغُُوا الْحُلمَُ مِنكُمْ ثَلاَثَ مَرَّاتٍ مِن قبَْلِ صَلاَةِ
الْفَجْرِ وَحِینَ
تضََعُونَ ثیَِابكَُم مِّنَ الظھَِّیرَةِ وَمِن بَعْدِ صَلاَةِ الْعِشَاء ثلاََثُ
عَوْرَاتٍ لكَُّمْ لیَْسَ عَلَیْكُمْ وَلاَ عَلَیْھِمْ جُناَحٌ
بعَْدَھنَُّ
طَوَّافوُنَ عَلَیْكُم بَعْضُكُمْ عَلَى بَعْض كَذَلِكَ یبُیَِّنُ اللهَّ لكَُمُ
الآْیَاتِ وَاللهَّ عَلیِمٌ حَكِیمٌ
حمم
Ey iman edenler!
Ellerinizin altında bulunanlar (köleleriniz) ve sizden henüz
bulûğ çağına
ermemiş olanlar, günde üç defa; sabah namazından önce, öğleyin elbiselerinizi
çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza girecekleri zaman)
sizden izin istesinler. Bu üç vakit sizin soyunup dökündüğünüz vakitlerdir. Bu
vakitlerin dışında (izinsiz girme konusunda) ne size, ne onlara bir günah
vardır. Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz. Allah, âyetlerini size işte
böylece açıklar.
Allah, hakkıyla
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.[81]
Burada evin
çocuklarıyla hizmetçilerin, diğer aile fertlerinin odalarına ve özel
mekânlarına girip çıkarken nasıl davranacaklarına dair açıklamalar
yapılmaktadır. Kolaylık İslâm’ın ilkelerinden biridir; dinî, ahlâkî ve hukukî
ilkeleri ihlâl söz konusu olmadığı sürece müminler, kendilerine kolay gelen
uygulamaları tercih edebileceklerdir. İffetin korunması bir ilkedir, bunun için
örtünmek, cinselliği sergilememek bir araçtır. Bu ilke ile kolaylık ilkesi
çatıştığında ikincisinden, ancak zorunlu olduğu ölçüde fedakârlık edilmesi
istenmiş, örtünmenin amacını ortadan kaldırmayan kolaylıklara izin verilmiştir.
Köle, câriye,
hizmetçi gibi devamlı evde olan ve hizmet gerektirdiği için evin hanımı ve beyi
ile birlikte yaşayan kimselerle henüz ergenlik çağına gelmediği için daha
ziyade evde, ana babanın yanında bulunan çocukların, birbirlerinin yanına girip
çıkarken, üç vakit dışında izin almalarına gerek görülmemektedir. Bu üç vakitte
karı
koca veya özel
mekânında bulunan diğer ev sakinleri, 30-31. âyetlerde ve tefsirinde açıklanan,
“hizmetçiler ve mahremlere mahsus istisnaları aşacak şekilde” soyunabilecekleri
için, yanlarına gelmek isteyen küçük çocuklar ve hizmetçilerin izin almaları emredilmiştir.
Bu üç vakitten birisi konumuz olması hasebiyle صَلوةِ
الْفَجْرِ kavlidir. Allah Teala’nın sabah namazının başlama vaktine
burada, “salatu’l-fecr yerine, salatu’s-subh, salatu’l isfar, salatu’l-gales
kimi tamlamaların ayette yer almaması sabah namazı vaktinin dolayısı ile imsâk
vaktinin başlangıç vakti olan fecri sadığın doğuşuyla olduğuna delildir.79F[82]
وَالْفَجْر
“Fecre andolsun…”[83]
Sabah aydınlığı”
diye çevirdiğimiz fecr kelimesi masdar olarak “tan yerinin ağarması”, isim
olarak “sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarma zamanı” gibi anlamlara
gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlanmaya, canlıların da
uyanmaya başlaması, bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için yüce Allah sabah
aydınlığına yemin ederek ayette anlatılacak konulara dikkat çekmiştir.[84]
سَلاَمٌ ھِىَ حَتىّ
مَطْلعَ الْفجَْر
“…O gece, fecrin
(tan yerinin) ağarmasına kadar bir esenliktir.”[85]
Bu surede Kadir
gecesinin bin aydan daha hayırlı oluşunun başka bazı sebepleri açıklanmaktadır.
Bu gece Allah Teala’nın vereceği görevleri üstlenmek üzere melekler ve ruh
(Cebrail) yeryüzüne inerler. Kadir gecesi gibi bin aydan daha hayırlı bir
gecenin Ramazan ayı içerisindeki bir güne denk geldiği bu sebep ile de şer’i
günün tarifinden de bildiğimiz gibi şeriatta gün fecr-i sadığın doğumuyla
başlar, güneşin batımıyla sona erer. İşte surenin sonunda leyle-i kadrin son
vaktine bu şekilde işaret edilmiştir.[86]
1.2.
Hadisler
Işığında imsak Vakti
Bu bölümde
“Kur’an’da İmsâk Vakti” başlığı altında incelenen imsâk vaktine hüccet kabul
edilen mücmel ayetlerin tefsiri ve tebyini sadedinde konuyla alakalı hadis
rivayetleri incelenecektir. Hem alanımızın hadis olması hem de sünnetin
Kur’an’dan sonra İslam dininin ikinci büyük kaynağı ve delili olması yönüyle
hadis rivayetlerinin doğru okunması doğru anlaşılması ve pratik hayata sünnet
çizgisinden kopmadan aktarılması ibadetlerimizin, sıhhat ve eda şartları
açısından önemlidir. Sünnet Kur’an’ın bir açılımı ve izahıdır. Kur’an’da yer
alan ilahi buyruk ve tavsiyelerin Müslümanların gündelik hayatına aktarılması
sünnet sayesinde gerçekleşmiştir. Şamlı meşhur fakih Mekhule (ö.100/718) nispet
edilen, “Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından
daha fazladır.”[87] şeklindeki söz, sünnetin Kur’an’ın anlaşılması ve
pratik hayata aktarılması konusunda ne kadar vazgeçilmez yeri olduğunun bir
ifadesi olarak anlaşılmalıdır.
Hz. Peygamber, “İnsanlara,
kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana
bu Kur’an’ı indirdik.”[88] ayeti gereğince Allah’ın kitabını açıklayarak zihinlerdeki
soru işaretlerini yok ediyordu. Hz. Peygamber, yeri geldikçe Kur’an’ı Kerim’in
farziyyetini bildirip, keyfiyetini Resulü’ne bırakmış olduğu hükümleri tavzih
ediyordu. “Namazı benden gördüğünüz gibi kılın.”[89] buyurarak namazın kılınış şeklini ve vakitlerini
ashaba uygulamalı olarak öğretmişti. Aynı şekilde hac konusunda da, “Hac
ibadetinin gereklerini benden öğrenin”[90] buyurarak haccın menasikini de yaşayarak
öğretmişti. Sünnetin mücmel ayetleri açıklaması olmaksızın namazın vakitleri,
şartları, erkânı, farzları ve adabı ve yine orucun, haccın ve zekâtın şekli,
hangi maldan ne kadar verileceği gibi ayrıntılar anlaşılamazdı.
Hadis rivayetleri
ana konuları ve içerikleri itibariyle çeşitli sınıflara ayrılır. Bunlardan biri
şer’i hüküm ihtiva eden, sosyal ve hukuki meseleleri konu edinen fıkhi
hadislerdir. Fıkhi hadisler insanların, Allah ile, hemcinsleriyle, tabiatla ve
kendileriyle olan ilişkilerini konu edinen; hak ve mükellefiyetlerin dile
getirildiği, ibadat, muamelat ve ukubata dair hükümlerle fıkhın usul ve
hükümlerini içeren
rivayetlerdir.
İslam dininin özellikle ibadet ve muamelata bakan büyük bir kısmı sünnet
yorumuyla şekillenmiştir. İmam Nevevî (ö.676/1277) bu hususta; "Muhakkak
ki bizim dinimiz Kitab-I Aziz ٧٥ rivayet olunan sünnetler üzerine bina edilmiştir.
Fıkhî ahkâmın birçoğu sünnetlerle yapılanmıştır. Füruatla ilgili âyetlerin pek
çoğu mücmel olup, açıklamaları muhkemattan olan sünnetlerdedir"[91] der. Bizim çalışmamızın da
konusunu teşkil eden imsâk vakti meselesi fıkhu’l-hadise dair bir konudur.
Dolayısıyla bizde çalışmamızı ahkam hadisleri üzerinden yürüteceğiz.
İmsâk vaktine ışık
tutabilecek hadis rivayetleri klasik hadis kaynaklarımızda özellikle
“kitabu’s-savm-sıyam”,”kitabu tefsiru’l-kur’an” ve “kitabu mevakitu’s- salat”
bölümlerinde yer almaktadır. Bu bölümlerde yer alan rivayetler özellikle sahur
vaktinin fazileti, imsâk vaktinin ve fecirle alakalı hadislerin keyfiyeti,
sabah ezanının okunma ve sabah namazının kılınma vakti hadis kaynaklarımızda
tespit edebildiğimiz başlıklardır. Bu başlıkların hadis kitaplarımızdaki
bilhassa kütüb-ü sittedeki sayısal dağılımı şu şekildedir: Buhâri’nin sahihinde
“savm” kitabında toplam 69 bab bulunmaktadır. Bunlardan 6 tanesi imsâk vaktiyle
ilgili olup, ayrıca “kitabu tefsiru’l-kur’an” babında da mükerrersiz 3 hadis
rivayeti yer almaktadır. Müslim’in sahihinde ise “kitabu’s-sıyam”da toplamda 40
bab yer almakta olup bunlardan 7 tanesi imsâk vaktinin tayinine ışık
tutabilecek mahiyettedir. Tirmizi’nin süneninde ise “kitabu’s-savm”da 83
bab’dan 3 bab konumuzla alakalı olup, “kitabu tefsiru’l-kur’an”da da Bera
hadisi yer almaktadır. Şahit ve farklı rivayetleriyle toplam 10 rivayet
bulunmaktadır. Ebu Davud’un Süneni’nde ise “kitabu’s-sıyam”da toplamda 81
farklı bab’dan 3 bab konumuzla alakalı olup 4 farklı hadis rivayeti yer
almaktadır. Buna ilaveten “babu fi’l-mevakit” bölümünde sabah namazı vaktiyle
alakalı 5 hadis-i şerif rivayeti yer almaktadır. Nesai’nin süneninde ise
“kitabu’sıyam”da 85 farklı bab’dan 8 hadis rivayeti imsâk vaktiyle ilgilidir.
İbn Mace’nin Süneni’nde ise “kitabu’s-sıyam”da toplam olarak 68 farklı bölüm
içerisinde imsâk vaktinin tayinine ışık tutabilecek 5 hadis-i şerif rivayeti
yer almaktadır. Ayrıca “kitabu mevakitu’s-salat” kitabında 6 hadis-i şerif
sabah namazı vaktinin tayiniyle ilgili olarak yer almıştır. Tespit
edebildiğimiz kütüb-ü tis’a dışındaki imsâk vaktiyle ilgili hadis-i şerif
rivayetlerinin farklı raviler tarafından rivayet sayısı ise 21’dir.
Gerek konumuzla
alakalı gerekse farklı alanlarla alakalı hadislerin doğru bir şekilde
anlaşılabilmesi için bir takım ilkeler bulunmaktadır. Bu ilkeler başlıklar
halinde şu esaslardan oluşmaktadır :
Hadisleri Kur’an-1
Kerim ile birlikte ele almak
٠
Hadisleri
Hz. Peygamber’in sünneti ve sireti ile birlikte anlamak
٠
Hadisleri
İslam’ın Evrensel -Külli esasları ile birlikte anlamak
٠
Hadislerin
dini hükümler bakımından bağlayıcılık derecesini belirlemek
٠
Hadislerde
nesih olgusunu ve nasih-mensuh rivayetleri tespit etmek
٠
Hadisler
arasında görülen ihtilafların çözüm yollarını araştırmak
٠
Hadis
metinlerini konu bütünlüğü içerisinde değerlendirmek
٠
Hadislerin
mana olarak rivayet edilebilmiş olabileceğini dikkate almak
٠
Hadislerin
vürud (söyleniş) sebeplerini dikkate almak
٠
Hz.
Peygamber’in üslubunu ve anlatım tarzını bilmek
٠
Hz.
Peygamber’in kavram dünyasını bilmek
٠
Hadislerdeki
teşbih, istiare, mecaz ve kinaye gibi edebi anlatım tarzını bilmek[92]
٠
Hadislerdeki
deyimleri anlamak[93]
Bakara suresinin
187. ayetindeki siyah iplik-beyaz iplik kavramlarını imsâk vakti olarak
anlayanlar, bu sonuca lafzi veya sünnet destekli mecâzi yorumla varmışlardır.
Bu bölümde sahabenin imsâk vaktinin tespiti hususundaki yaklaşımları hadis-i
şeriflerle resmedilmeye çalışılacaktır.
1.2.1.
Lafzî
Anlayışlar ve Hz.Peygamber’in Mecaz Yoruma Yönlendirmesi
Sahâbîlerin bir
kısmının, Bakara 187.âyeti zâhirî-lafzî bir yorumla, hakikat anlamında anladığı
nakledilir. Bu anlayışın sonucu olarak, âyete uygun şekilde siyah- beyaz
ipliklere göre imsâk vaktini belirlemek için, maddî bir takım çözümlere
başvurdukları gözlemlenmektedir.
1.2.1.1.
İmsâk
Vaktini İplerle Belirleme
1.2.1.1.1.
Ayaklara
İp Bağlama (Sehl bin Sâ’d Hadisi)
حَدَّثنَا عُبیَْدُ
اللهَّ بْنُ عُمَرَ الْقوََاریرىُّ حَدَّثنَا فضَُیْلُ بْنُ سُلَیْمَانَ حَدَّثنَا
أَبوُ حَازمٍ حَدَّثنَا سَھْلُ بْنُ سَعْدٍ قالَ لمََّا نَزَلتَْ ھَذِهِ الآیَة
(وَكُلوُا وَاشْرَبوُا حَتىَّ یتَبَینََّ لَكُمُ الْخَیْطُ الأَبْیَضُ مِنَ الْخَیْطِ
الأَسْوَدِ) قالَ كَانَ الرَّجُلُ یأخُْذُ خَیْطًا أبَْیضََ وَخَیْطًا أَسْوَدَ
فَیأَكُْلُ حَتى یَسْتبَِینھمَُا حَتى أَنْزَلَ اللهَّ عَزَّ وَجَلَّ (مِنَ
الْفجَْرِ) فبَیَنََّ ذَلكَِ.[94]
Bize Abdullah İbn
Ömer el-Kavaririyyü rivayet etti, dedi ki; Fudayl İbn Süleyman’dan oda Ebu
Hazim’den o da Sehl bin Sâ’d’dan naklen rivayet etti: “Şafağın (tan
ağarması) ak ipliğe benzeyen ilk aydınlığı (gün ağarması), siyah
ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından seçilinceye kadar yeyip
içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı basıncaya (güneş batıncaya) kadar
oruç tutun[95]” âyeti inmiş, fakat “mine’l-fecr” (fecr-i sadığa
kadar) kısmı inmemişti. Bazı kimseler oruç tutmak istediklerinde ayaklarına
beyaz ve siyah ipler bağlamış ve bunlar kendisine belirinceye kadar yemeğe
devam etmişlerdi. Bunun üzerine Allah “mine’l-fecri” kaydını indirdi de,
böylece Yüce Allah'ın “beyaz iplik ve siyah iplik” kavliyle ancak gece
ve gündüzü kasdettiğini anladılar.[96]
Sehl’in (r.a)
ayet-i kerimedeki hayt (iplik) kelimesini gerçek anlamıyla anlayarak hakikatte
de imsâk vaktini belirleyebilmek için siyah ve beyaz renklerden oluşan iki ipe
ihtiyaç olduğunu düşünmüş ve imsâk vaktini belirleyebilmek için şahsi ve maddi
bir takım uygulamalara girişmiştir. Ayeti bu şekilde zahiri olarak anlayan
sahabilerden olan Sehl bin Sâ’d beyaz ipi bir ayağına siyah ipi de bir ayağına
bağlamak suretiyle ve bunlar kendisi için belirgin oluncaya kadar yemeye-içmeye
devam etmiştir. Bahse konu olan ayetin nüzul sebebi incelendiğinde
müfessirlerin çoğunluğu ayetteki bu yanlış anlama ve uygulamaları ortadan
kaldıracak kapalılığı vuduha (açıklığa) ulaştıracak şekilde Allah Teala’nın
“mine’l-fecri” lafzını indirdiğini söylemişlerdir[97]. Ayette zikrolunan siyah ve beyaz ip lafızlarının bu şekilde
mecaz olarak kullanıldığını anlayan ashab siyah ipten kastedilenin gece, beyaz
ipten kastedilenin de gündüz olacağını idrak etmiş oldular.[98]
1.2.1.2.
Yastık
Altına İp Koyma (Adî bin Hâtim Hadisi)
حَدَّثنَا حَجَّاجُ
بْنُ مِنْھاَلٍ ، حَدَّثنََا ھشَُیْمٌ قَالَ : أخْبرََني حُصَیْنُ بْنُ عَبْدِ
الرَّحْمَنِ ، عَنِ الشَّعْبيِّ عَنْ عَدِيِّ بْنِ حَاتِمٍ ، رَضِيَ اللهَّ عَنْھ
، قَالَ : لمََّا نَزَلتَْ {حَتىَّ یتَبَینََّ لَكُمُ الْخَیْطُ الأبَْیَضُ مِنَ
الْخَیْطِ الأسَْوَدِ} عَمَدْتُ إِلىَ عِقاَلٍ أَسْوَدَ وَإِلىَ عِقَالٍ أَبْیَضَ
فجََعَلْتھُمَُا تحَْتَ وسَادَتِي فَجَعَلْتُ أنَْظرُ فيِ اللیَّْلِ فلاَ
یَسْتبَینُ ليِ فغََدَوْتُ عَلَى رَسُولِ الله صلىالله علیھ وسلم فَذَكَرْتُ لھ
ذَلكَِ فقَالَ إنِمََّا ذَلكَِ سَوَادُ اللیَّْلِ وَبَیَاضُ النھَّارِ
Haccâc İbnu Minhâl
bize Huşeym’den rivayet etti, dedi ki; Huseyn İbn Abdirrahman’ın bana haber
verdiğine göre Şâbi’i tahdis etti ve dedi ki; Adî İbn Hâtim’in (r.a.) şöyle
dediği nakledilmiştir: “Şafağın ( tanağarması) ak ipliğe
benzeyen ilk aydınlığı, siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından
seçilinceye kadar yiyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı
basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.[99]” âyeti inince, biri siyah, diğeri beyaz olan iki ip aldım
ve yastığımın altına koydum. Gece boyunca da zaman zaman bu iplere baktım,
fakat bu ipleri birbirinden iyice ayırdedemedim. (Beyazı karadan seçince, imsâk
ettim.)[100] (Böylece bir de baktım ki güneş yükselivermiş!) Sabahleyin,
Hz. Peygamber’in (s.a.) yanına gidip yaptıklarımı anlattım. (“Ya Rasûlallah!
Ben, yastığımın altına biri beyaz, öteki siyah iki ip koydum. Bununla geceyi
gündüzden seçiyorum.”) Rasûlullah (s.a.) güldü[101], bana şöyle dedi: “(“Yastığın pek genişmiş ve uzunmuş. /
Gerçekten yastığın enliymiş, (gece ve gündüz ona sığmış!) [102]/ Hayır öyle değil, ey kalın kafalı!”) Bu kara iplik ile ak
iplik, gecenin karanlığı ile gündüzün aydınlığıdır.”[103]
Sehl rivayetinde
olduğu gibi Bakara, 2/187 ayetindeki haytu’l-ebyad ve haytu’l-esved
terkiblerini hakiki anlamında anlayan bir diğer sahabi de Adi bin Hâtim’dir.
Adi (r.a) mezkûr ayet nazil olduğunda siyah ve beyaz ip lafızlarını gerçeğe
hamlederek yastığının altına siyah ve beyaz ipleri koyarak imsâk etmeye
çalışmıştır. Yaptığı uygulamada bir hatasının olduğunu düşünmüş olmalı ki,
sabah olduğunda durumu Hz. Peygamber’e (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
arzettiğinde Allah Rasulü, Adi’nin (r.a) yaptığının yanlış olduğunu, siyah ve
beyaz ip lafızlarının gecenin karanlığı ve gündüzün ilk aydınlığı olduğunu
söylemiştir. Peygamberimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Adi’ye bu
şekildeki beyanı
sünnetin tebyin vazifesini göstermesi bakımından önemli bir örnektir.
1.2.1.3.
Sehl
Hadisi ve Adi bin Hâtim Hadisinde Beyanın Varlığı
Beyanın varlığı
noktasında, şöyle bir itiraz yapılabilir: “Beyaz iplik”ten muradın fecir
olması, ihtiyaç olduğu halde mücmelin beyanının gecikmesi, nasıl caiz olabilir?
Oysa teklifin bekasına rağmen, beyanın ihtiyaç vaktinden gecikmesi caiz
değildir!
Ulemâ bunlara şu
cevapları vermişlerdir: Âyet-i kerîmede, aslında “fecir” lafzı nâzil olmadan
da, beyân vardır. Yalnız herkesin anlayacağı şekilde değil, pek çok veya bazı
mütehassısların anlayacağı şekildeydi. Beyânın, herkesin anlayabileceği
derecede açık olması gerekmez. [104] Kaldı ki, “mine’l-fecr” eklentisi inmeden önce âyet-i kerîmeden
maksadın ne olduğunu, Hz.Sehl, Adî ve bazı lafzı hakikat anlamına yoranlar
anlamamıştır. İslâm’dan önceki câhiliyet devrinde ak iplikle kara ipliğin
gündüzle gece mânâsında kullanılması yaygınlaşmıştır, bunun beyâna ihtiyâcı
yoktur. Ayetin inişi sırasında Hz.Peygamber’in huzurunda bulunan Kureyş ve
muhatap olan başkalarının lehçesinde bu kullanım yaygındı. Sehl bin Sâ’d, Adî
bin Hâtim ve âyeti anlamakta zorlananlar, bu lehçeyi bilmiyorlardı. Çünkü,
bütün Araplar, bütün lehçeleri bilmezdi. Ama durum, bazılarına biraz karışık
geldi. Dolayısıyla, bu ifadeleri, gerçekten iplere yordular. Durumu
Hz.Peygamber’e sorunca, Allah’ın muradını onlara bildirdi. Yüce Allah da,
“mine’l-fecr” eklentisini indirdi. Böylece ihtimal ortadan kalktı, lafızdan
kastedilenin gecenin karanlığı ve fecrin aydınlığı olduğu anlaşıldı. [105]
Nevevî (ö.631-676), şöyle der: “İpleri
böyle hakikat anlamında anlayanlar, Rasulullah’ın (s.a.) meclislerinde sürekli
bulunmayanlar, hatta bedevîler ve kıt anlayışlılar veya dillerinde gece ve
gündüz hakkında böyle kullanım olmayanlardır. [106]
1.2.1.4.
Adî bin
Hâtim Olayı ile Ayetin İniş Tarihinin Uyuşmazlığı
Adî bin Hâtim
hadisiyle ilgili olarak, şöyle bir soru hatıra gelebilir: “Bu hadîsin zâhirine
bakılırsa, ak iplikle kara iplikten bahsedilen âyet-i kerime nâzil
olurken, Hz.Adî’nin
orada bulunduğu anlaşılıyor. Bu, onun daha önceden müslüman olmasını
gerektirir. Halbuki hakikat, öyle değildir. Çünkü âyet-i kerime çok önceden,
hicretin ilk zamanlarında inmiş, Adî bin Hâtim ise hicretin 9. veya 10. yılında
müslüman olmuştur. İbn İshâk (ö. 151/768) ile diğer Siyer ve Megâzî
müellifleri, vak’ayı bu şekilde tesbit etmişlerdir. Ya âyetin, orucun farz
kılınış tarihinden sonra indiğinin söylenmesi gerekir, bu ise uzak bir
ihtimaldir; ya da Adî hadisi mahzuf kelimeler yerleştirilerek tevil
edilmelidir.”[107]
Ulemâ bu soruya,
dört şekilde cevap vermiştir: [108]
1)Hadîs-i
şerifte sözü geçen âyet, oruç farz kılındıktan sonra nâzil olmuştur. Buhârî
şârihi Aynî, (ö.855/1451) bu cevabı ihtimalden pek uzak görmektedir.
2)Hz.Adî’nin
sözü, tevil olunur. Onun bu sözden murâdı: “Ben, müslüman olduğum vakit, bu
âyet bana okununca, beyaz ve siyah iplerle tecrübeye giriştim.” demektir.
3)Hadisin
manası, “Âyetin indiğini duyunca, iki ip aldım.” demektir.
4)Hadiste
mahzuf (bağlamdan anlaşıldığı için ifade edilmeyen) kelimeler vardır. Bunlar,
şöyle takdîr olunur: “Âyet-i kerîme nâzil olup da bir müddet sonra ben
Medine’ye gelerek İslâmiyeti kabul ettiğim ve namazı şöyle kıl, orucu böyle tut
şeklinde onun şeriatlarını öğrendiğim vakit iki ip aldım.” Aynî, (ö.855/1451)
bu dördüncü vechin en güzel olduğunu söylemektedir. İmam Ahmed bin Hanbel’in
(ö.241/855) rivayeti de, bu tevcîhi teyid eder. Mücâlid tarikıyla gelen bu
rivayette, “Rasûlüllah (s.a.), bana namazla orucu öğreterek ‘Namazı şöyle
kılacaksın, orucu da şöyle tutacaksın. Güneş kavuştu mu, tâ kara iplikten ak
ipliği seçinceye kadar yeyip içebilirsin’ buyurdu. Ben de iki iplik aldım.”
buyurulmaktadır. [109]
1.2.1.5.
Sehl bin
Sâ’d Hadisi ile Adî bin Hâtim Hadislerinin Uzlaştırılması (Cem’i)
Cem’: İlk
bakışta aralarında bir çelişki varmış gibi görülen hadislerin arasını, birini
veya ikisini te’vil etmek suretiyle veya başka bir şekilde uzlaştırmak.
Hadislerin arası
cem’ edilirken birisinin hükmünün iptal edilmemesi önemlidir,
çünkü cem’in gayesi
her ikisiyle de amel edilmesidir.[110]
Sehl hadîsi ile Adî
hadîsi arasında, bir tearuz olduğu ortaya çıkmaktadır. İbn Hacer el-Askalânî,
(ö.852/1448) bu tearuzu şöyle ortadan kaldırır: Adî bin Hâtim’in hadîsi, Sehl
bin Sâ’d’ın hadîsinden daha sonradır. Sanki, Adî’ye Sehl hadîsinde bahsedilen şey
ulaşmamıştır. Mücerred olarak âyeti işitmiş ve yukarıda geçtiği şekilde
anlamıştır. Bunun üzerine, Rasûlullah (s.a.) âyetteki “mine’l-fecr”den murâdın,
karanlığı aydınlıktan ayırmak olduğunu beyân etmiştir. Bundan evvelki hadîste,
Hz.Adî’nin biri beyaz, diğeri siyah iki ipi yastığının altına koyduğu
bildirilmişti. Sehl bin Sâ’d hadîsinde ise, ashâb-ı kirâmdan bazılarının iki
ipliği ayaklarına bağladıkları görülüyor. Fakat iki rivayet arasında, bir
karşıtlık yoktur. Zira bazılarının iplikleri yastıklarının altına koyması,
diğerlerinin ayaklarına bağlaması
mümkündür.”[111]
Ulemâdan bazıları,
iki rivayeti uzlaştırmak için, Ashâb’ın sahur zamanına kadar iplikleri
yastıklarının altında tuttukları, sahur zamanında onları ayaklarına
bağladıkları ihtimâlinden bahsetmişlerse de, Aynî (ö.855/1451) tarafından bu
ihtimâl uzak görülmüştür. Çünkü o zaman, kendileri uyanık bulunacakları için,
ayaklarına
iplik bağlamaya
hâcet yoktur. Ellerinde, onları daha iyi görürler. [112]
Müfessir Kurtubî
(ö.656), Hz.Adî rivayeti ile Sehl rivayetini uzlaştırmış ve Adî rivayetinin
Sehl rivayetinden sonra vârid olabileceğini belirterek, Hz.Adî’nin, Sehl
rivâyetindeki macerayı işitmemiş, sadece âyeti duymuş olması ihtimalini ileri
sürmüştür. Yine Kurtubî’nin beyânına göre, her iki hadîsin aynı olay hakkında
vârid olması muhtemeldir. Yalnız, râvilerden bazısı, âyetteki “fecir”
kelimesini âyetin bütünü içinde zikretmiş, bâzıları da onu âyetten
ayırmışlardır. Çünkü bu kelime, âyet-i kerîmenin baş tarafından hayli zaman
sonra nâzil olmuştur. Bazıları, bir sene
sonra indirildiğini
söylerler. [113]
1.2.1.6.
Mecâzî
Yorumlarda İmsâk Vakti
Hadîsin metninden
anlaşıldığı üzere; Adî bin Hâtim, “Şafağın ( tanağarması) ak ipliğe benzeyen
ilk aydınlığı (gün ağarması), siyah ipliğe benzeyen gecenin son karanlığından
seçilinceye kadar yeyip içebilirsiniz. Bunun ardından, akşam karanlığı
basıncaya (güneş batıncaya) kadar oruç tutun.[114]” âyetini duyunca, bir siyah, bir de beyaz ip alıp, yastığının
altına koymuş ve yeme-içmeye son vermek için iplerin birbirinden ayrılabileceği
vakti beklemiştir. Ancak, sabah yaklaştığı halde, ipleri ayırdedememiş ve
durumu Hz. Peygamber’e arzetmiştir. Burada, şöyle bir soru akla gelebilir:
“Âyette, hakîki manânın kastedilmediğine delâlet eden açık bir karîne var, o da
ifâdenin sonundaki, “mine’l-fecr” kelimesidir. Bu karîne, beyaz iplik ve siyah
iplikten maksadın gündüzün aydınlığı ile gecenin karanlığı olduğunu, açıkça
ortaya koyuyor. O halde, Adî bin Hâtim, niçin böyle bir hataya düşmüştür?”
Bu soruya, birkaç
yönden cevâp verilebilir:
1-
Adî
bin Hâtim, âyet-i kerîmedeki “mine’l-fecr” ifâdesini, sebep manâsına almış
olabilir. Yâni, manayı; “fecir sebebiyle, beyaz iplik siyah iplikten
ayrılıncaya kadar” diye anlamıştır.
2-
Adî
bin Hâtim, bu işaret edilen bölümü unutmuştur. Nitekim, İbn Cerîr’in Adî’den
rivayet ettiği şu haber, buna delâlet etmektedir. “Rasûlullah’a (s.a.) geldim.
Bana, İslâmı öğretti. Her namaz vakti içinde nasıl kılacağımı tarîf etti. Sonra
da, “Ramazan geldiği zaman, fecirleyin beyaz iplik siyah iplikten ayırt
edilinceye kadar ye-iç. Sonra geceye kadar orucu tamamla.” buyurdu. Ben, bunun
ne olduğunu anlamadım. Siyah ve beyaz iki iplik büktüm. Fecir vaktinde, onlara
baktım, fakat ikisini de aynı gördüm. Bunun üzerine, Rasûlullah’a (s.a.) gittim
ve “Yâ Rasûlallah, bana tavsiye ettiğin herşeyi yaptım. Ancak, siyah
iplik-beyaz iplik meselesini beceremedim.” dedim. “Buna sebep ne, yâ Ebâ
Hâtim?” buyurdu ve sanki yaptığımı anlamış gibi gülümsedi. Ben; “Beyaz ve siyah
iplikten iki iplik büktüm ve geceden (itibaren) onlara baktım. Ancak onları,
hep aynı buldum.” dedim. Rasûlullah (s.a.) bunu duyunca, azı dişleri
görülünceye kadar güldü ve “Ben sana “fecirleyin” demedim mi? O ancak, gündüzün
aydınlığı ve gecenin karanlığıdır.” buyurdu.”[115]
İbn Cerîr’in
rivayet ettiği bu hadîs, âyet-i kerîmedeki “mine’l-fecr” kelimelerinin de, geri
kalanıyla birlikte bir bütün halinde indiğini gösterir.
1.2.1.7.
Bilâl-i
Habeşî’nin İlk Ezanı, İbn Ümmi Mektûm’un İkinci Ezanı Okuması
Fecrin, ufuktaki
enlemesine beyazlık olduğunu kabul eden cumhur, yemeyi haram kılan sınır, başka
bir deyişle sahurun ne zamana kadar devam ettiği konusunda, iki yaklaşım
benimsemiştir.
Bilâl-i Habeşî
(r.a.) sabah namazı vakti girmeden önce bir defa ezan okurdu. İbn Ümmi Mektûm
ise, Bilâl’den sonra bir ezan daha okurdu, işte bu ezan imsâk vaktinin ve
sabahın vaktinin girdiğini gösterirdi. Bu, pekçok hadiste ifade edilmiştir.
1.2.1.7.1.
Abdullah
İbn Ömer Hadisi
حَدَّثنَا عَبْدُ
اللهَِّ بْنُ مَسْلَمَة، عَنْ مَالِكٍ، عَنِ ابْنِ شِھاَبٍ، عَنْ سَالِمِ بْنِ
عَبْدِ اللهَِّ، عَنْ أَبِیھِ، أنَّ رَسُولَ اللهَِّ صَلى الله عَلیَْھِ وَسَلمَ
قَالَ: «إِنَّ بِلالاًَ یؤَُذِّنُ بِلیَْلٍ، فكَُلوُا وَاشْرَبوُا حَتىَّ ینُادِيَ
ابْنُ أمِّ مَكْتوُمٍ»، ثمَُّ قالَ: وَكَانَ رَجُلاً أه لا ئذ١ م ت أ متحت أ متحت
أعْمَى، لاَ ینَُادِي حَتىَّ یقَُالَ لَھ:ُ أصْبَحْتَ أصْبَحْتَ
Abdullah İbn
Mesleme tahdis etti, dedi ki; Malik’ten o da İbn Şihâb’dan o da Salim İbn
Abdullah’tan o da babasından İbn Ömer’in (r.a) rivâyet ettiğine göre,
Rasûlullah (s.a.) şöyle buyurdu:
“Bilâl, ezanı
geceleyin (fecir olmadan) okur. İbn Ümmi Mektûm’un ezanını işitinceye
kadar yiyip içebilirsiniz. Çünkü o fecir doğmadan ezan okumaz.” İbni Ömer:
“İbn Ümmi Mektûm, âmâ bir kimse idi. Kendisine ‘sabah vaktine girdin, sabah
vaktine girdin’ diye söylenip bildirilene değin ezan okumazdı.” demiştir.
Hadisin bazı rivayetlerinde yer alan, “İbn Ümmi Mektûm’a, ‘Sabahladın,
sabahladın’ denilirdi.”[116] cümlesi gösteriyor ki, İbn Ümmi
Mektûm, fecrin doğmasına yakın veya fecir doğarken ezan okumaya dikkat eder,
vakti bildirmek için Hz.Bi1âl’in ezanıyla yetinmezdi.
“Bilâl’ın ezanı,
hiçbirinizi sahur yemeğinden alıkoymasın. Çünkü Bilâl, henüz geceyken ezan
okur. Onun bu ezanı, sizden ayakta olanları (ibadette bulunana/teheccüt namazı
kılana/uyanık olana) haber vermek, uykuda olanı da uyandırmak içindir.”
Rasulullah (s.a.), bunu söyledikten sonra, fecir vaktinin iyice anlaşılması
için, parmaklarını yukarıya kaldırıp aşağıya diker ve “Fecir beyazlığın
böyle açığa çıkması
değildir, tâ ki şöyle olmayınca.” dedi. Bunu söylerken de, şehadet ve orta
parmağını üstüste bindirip sağa sola uzattığı rivayet edilir. [117]
Hz.Ayşe’nin (r.a.)
şöyle dediği nakledilmiştir: Bilal, ezanı gece vakti okurdu.
Rasûlullah (s.a.)
(insanların zihinlerindeki soru işaretlerine son vermek için) şöyle buyurdu: “Abdullah
İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.[118] Çünkü o, fecir doğmadıkça ezan okumaz. [119]” Hadisin ravilerinden Ayşe veya Kâsım bin Muhammed , şöyle
demiştir: “Bilâl ile İbn Ümmi Mektûm’un ezanları arasında, biri çıkıp diğeri
inecek kadar bir süre vardı.”[120] Biri inip diğeri çıkmak
istediğinde, çıkanı engelleyerek, şöyle derdi: “Biz sahurumuzu yapana kadar,
olduğun yerde kal.”[121] Bundan anlaşılabileceği üzere,
birincisi fecr-i kâzibin, diğeri fecr-i sâdığın doğuşunda ezan okurlarmış.
İbn Mes’ûd’un
riaveyet ettiğine Hz. Peygamber (s.a.) şöyle dedi: “Bilâl gece (fecir olmadan)
ezan okur. Siz, İbn Ümmi Mektûm ezan okuyuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.”[122]
Übey bin Kâb’ın
rivayet ettiğine göre Rasulullah (s.a.) dedi ki: “Ey Bilâl! Ezanın ile kâmetin
arasında biraz ara ver ki yemek yiyen rahatlıkla bitirebilsin, abdest alan da
rahatlıkla onu tamamlayabilsin!”[123]
Bu hadisin muhtelif
lafızlarından anlaşıldığına göre, Hz. Bilâl’in vazifesi, Hz.Peygamber’in
emrettiği vakitte geceleyin ezan okumaktır. Ashâb-ı Kirâm, Hz. Bilâl’in
ezanından sonra sahur yemeye devam ederdi. Ayrıca, Abdullah İbn Ümmi Mektûm’un
okuduğu ezan, Bilâl’in okuduğu ezana yakındır. İbn Ümmi Mektûm’a “sabah oldu,
sabah oldu” denilmesi, onun ezan okumak için fecrin doğuşuna veya yükselişine
yakın vakti gözettiğini gösterir. Çünkü o, vaktin bilgisi konusunda Bilâl’in
ezanıyla yetinmezdi. Bilâl, ezanı değişik vakitlerde okurdu. “Birinin inip
diğerinin (dama/minareye) çıkacağı kadar fasıla bulunurdu.” denilmesi, bazı
zamanlardaki müşâhadeye göredir. Çünkü Bilâl, ezanı her gece aynı vakitte
okusa, Rasûlüllah (s.a.) onun ezanıyla yetinerek, “İbn Ümmi Mektûm ezan
okuyuncaya
kadar yiyip
içebilirsiniz.” buyurma ihtiyacı duymaz, “Bilâl ezanı bitirdi mi, yiyip içmeyi
kesin.” emrini verirdi. Hz.Peygamber (s.a.), İbn Ümmi Mektûm’un ezanını,
yasağın başlangıcı olarak belirlemiştir. Buradan anlaşılan, İbn Ümmi Mektûm’un,
vakti kollayan bir adamının olmasıdır. Böyle olmasaydı, bazan vakti
bilemeyebilirdi. Nitekim, İbn Şihâb’tan yapılan nakil, bunu açıklığa
kavuşturur: “İbn Ümmi Mektûm, görme özürlüydü. İnsanlar fecrin doğuşunu
gördüklerinde ona ‘ezan oku’ deyinceye kadar, ezan okumazdı.”[124]
1.2.1.8.
İbn Ümmi
Mektûm’un İlk Ezanı, Bilâl-i Habeşî’nin İkinci Ezanı
أَخْبَرَنَا
یَعْقوُبُ بْنُ إِبْرَاھِیمَ، عَنْ ھشَُیْمٍ قالَ: أنَْبأَنََا مَنْصُورٌ، عَنْ
خُبَیْبِ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ، عَنْ عَمَّتھِ أنُیَْسَةَ قَالَتْ: قَالَ
رَسُولُ اللهَّ صَلىالله عَلیَْھِ وَسَلمََّ: «إذَا أذَّنَ ابْنُ أمِّ مَكْتُومٍ
فَكُلوُا وَاشْرَبوُا، وَإِذَا أَذَّنَ بلاَِلٌ فلاََ تأْكُلوُا وَلاَ تشَْرَبوُا
Yakub b. İbrahim,
Huşeym’den bizlere haber verdi dedi ki; Mansur bize anlattı, Hubeyb b.
Abdirrahman’dan o da Üneyse’nin teyzesinden şöyle rivayet etmektedir:
“İbn Ümmi Mektûm
ezanı gece okur. Bu sebeple siz, Bilâl’in ezanını duyana kadar yiyip
içebilirsiniz.”[125] tarzında hadîsler de rivayet
edilmiştir. Buna göre hadîsler arasında bir tenakuz söz konusudur.
Buhârî şârihi Aynî
, bu tenakuzun, Hz.Bilâl ve İbn Ümmi Mektûm’un, ezanı nöbetleşe okumalarından
kaynaklandığını söyler. Buna göre, Hz. Peygamber, bazı gecelerde ezanı önce
Bilâl’e, sonra İbn Ümmü Mektûm’a, bazı gecelerde ise, önce İbn Ümmi Mektûm’a,
sonra Bilâl’e okutmuştur. Hadîslerin hepsi gözönüne alındığında, oruca başlama
ve sabah namazına durma konusunda, kim okursa okusun birinci ezana değil,
ikinci ezana göre hareket edilir ve imsâk bununla başlar. Sonuç olarak oruç
tutacak olan bir kimse, fecr-i sâdık denilen tanyerinin ağarmasına kadar yiyip
içebilir. Fecr-i sâdık doğdu mu, artık yeyip içmeyi kesmek zorundadır.
1.2.2.811.
lin Ezanı
Sizi Sahurunuzdan (İmsâk Etmenizden) Alıkoymasın
1.2.2.1.Semura bin Cündeb
Hadisi
حَدَّثنَا شَیْبَانُ
بْنُ فَرُّوخَ، حَدَّثنَا عَبْدُ الْوَارِثِ، عَنْ عَبْدِ الله بْنِ سَوَادَة
الْقشَُیْرِيِّ، حَدَّثَنِي وَالِدِي، أنَھ سَمِعَ سَمُرَةَ بْنَ جُنْدُبٍ،
یقَوُلُ: سَمِعْتُ مُحَمَّدًا صَلىَّ الله عَلیَْھِ وَسَلمََّ یقَوُلُ: «لاَ
یَغُرَّنَّ أَحَدَكُمْ نِدَاءُ بِلاَلٍ مِنَ السَّحُورِ، وَلاَ ھَذَا الْبَیَاضُ
حَتى یسَْتَطِیرَ
Bize Şeyban İbn
Ferrûc tahdis etti, dedi ki; Abdulvâris’den o da Abdillah İbn Sevâde’den o da
babasından rivayet ettiğine göre, Semûra bin Cündeb, Hz.Peygamber’i (s.a.) şunu
söylerken işitmiş olduğunu nakleder: “Sakın, ne Bilâl’in ezanı, ne de
yayılmadıkça şu aydınlık, sizi sahurdan menetmesin/alıkoymasın.”[126]
Semura bin Cündeb,
hutbe okuyarak, Hz.Peygamber’in (s.a.) şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Sakın,
ne Bilâl’in ezanı, ne de ufukda şöyle görünen uzun aydınlık (fecr-i kâzib:
sahte beyazlık), şu şekilde yayılıncaya (fecr-i sâdık: gerçek fecir
belirinceye) kadar, sizi sahurunuzdan aldatmasın.”[127] Ebu Davud diyor ki: Rasûlullah
(s.a.) bu ânı tarif ederken, ellerini sağa sola uzatıyordu. Hammâd, bunu iki
eliyle göstererek, genişliğine zuhur eden aydınlığı anlatmak istediğini
belirtmiştir.
1.2.2.2. Abdullâh b.
Mes‛ûd Hadisleri
حَدَّثنَا زُھَیْرُ
بْنُ حَرْبٍ، حَدَّثَناَ إِسْمَاعِیلُ بْنُ إبِْرَاھِیمَ، عَنْ سُلیَْمَانَ
التیَّْمِيِّ، عَنْ أبَي عُثْمَانَ، عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ رَضِيَالله عَنْھ، قالَ:
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلىَّالله عَلیَْھِ وَسَلمََّ: «لاَ یمَْنَعَنَّ أحََدًا
مِنْكُمْ أَذَانُ بلاَِلٍ - أوَْ قَالَ ندَاءُ بلاَِلٍ - مِنْ سُحُورِهِ، فَإنِھ
یؤَُذِّنُ - أوَْ قالَ ینَُادِي - بِلیَْلٍ، لِیَرْجِعَ قائِمَكُمْ وَیوُقظَِ
نَائِمَكُمْ
Bize Züheyr İbn
Harb tahdis etti, dedi ki; İsmail İbn İbrahim tahdis etti, ondan Süleyman
et-Teymiyyî ondan Ebî Osman ondan da Abdullah İbn Mes’ûd (r.a) rivayet ederek
şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.), şöyle buyurdu: “Sizden hiçbirinizi
Bilâl’in ezanı, sahur yemeğinden alıkoymasın/engellemesin. Çünkü o, namaz
kılanınıza (teheccüd ve benzeri için kıyamda/ayakta olanınıza biraz
dinlendirmek veya sahur yemeğine döndürmek amacıyla[128]) namazı
kestirmek/ara verdirmek ve uyuyanınızı (sahura) uyandırmak için, geceleyin ezan
okur.” Ardından elini
doğrultarak
kaldırdı da, “Fecir şöyle ve şöyle olmakla değil, şöyle oluncaya kadardır.”
buyurdu ve iki parmağını araladı.”[129] “Bu, sabah namazı vakti demek
değildir.” derken, parmaklarıyla işaret etmiş, yukarı kaldırıp aşağı
indirmiştir. “Şöyle olana kadar.” derken de, bunu şehadet parmağı ve
orta parmağıyla işaret etmiş, iki parmağını üstüste getirerek sağdan sola
uzatmıştır.[130] Râvi, iki elinin parmaklarını
birleştirdi, sonra onları aşağıya çevirdi/indirdi ve iki işaret parmağının
arasını açtı, ufukta enlemesine açılan fecri kastediyordu.
Hz.Peygamber
(s.a.), bu hadiste, önceki hadisteki gibi, Bilâl’in ezanının, imsâkin bitişini
göstermediğini, Bilâl’in ezanından yararlanan iki grubun durumunu
belirtmektedir. Bu hadiste, fazla olarak, fecr-i kâzib (yalancı
fecir/alacakaranlık) ve fecr-i sâdığa (hakiki fecre) işaret etmiştir.
Hz.Peygamber’in buradaki işaretle anlatımında, fecr-i kazib, yukarıdan aşağıya,
boylamasına/diklemesine olan ilk aydınlık şeklinde tarif edilmektedir. Bu
vakitte, imsâk ve sabah namazı vakti başlamaz. İmsâk vaktinin başlangıcını
belirleyen fecr-i sâdık ise, ufukta enlemesine sağa ve sola açılıncaya kadar
doğan aydınlıktır.
Hz.Bi1â1’in sabah
vaktinden evvel geceleyin ezan okuması, namaza davet için değildi, ama namaz
öncesi için birkaç işlev görürdü:
٠ 5202011
yaklaştığını bildirmek, gece namazında 012111211 kısa kesip vitre başlamalarını
hatırlatmak: Hz. Peygamber, müslümanlara, Bilâl ezan okudu veya fecr-i kâzib
denilen, yukarıdan aşağıya doğru inen aydınlık ufukta görüldü diye yemeyi
içmeyi kesmemelerini, sahur vaktinin fecir yayılıncaya kadar devam ettiğini
bildirmiştir. Çünkü Hz.Bilâl, geceyi ibâdetle geçirenlerin istirahate
çekilmelerini, uyumakta olanların da ibâdete kalkmalarını temîn için erkence
ezan okurdu. Hz.Bilâl, şafaktan önce ilk sabah ezanını okurdu; bu ezan,
ülkemizde temcid okuma geleneğinin de kökenidir.
٠ Teheccüd
namazı kılanların namazı keserek biraz uyumaları ve sabah namazına dinç
kalkmalarını sağlamak: Seher vakti, uykuda olanlar ve gece namazına kalkmış
olanlar bulunurdu. Gece namazına kalkmış
olanlar, 1121111 bu
erken ezanıyla fecrin yaklaştığını anlayarak ibâdetlerine ara verirlerdi. Sabah
namazına dinç ve kuvvetle kalkmak İçin biraz istirahat ederlerdi veya diğer
ihtiyaçlarım giderirlerdi.
, Uyuyanların
uyanarak az-çok tehecciid namazı klimaları yahut oruç tutacak olanların hemen
sahur yemeği yemeleri: Hadisler, ayni zamanda, sahur yemeğini geciktirmenin
meşruluğuna delildir. Seher vaktine kadar uyanmamış olanlar, 12111 bu erken
ezanıyla uyanarak gece ibâdetini yapar, hemen ardından sahur yemeğini yer ve
sabah namazına hazırlamrdı. Sahur vaktinin girişinden önce, 1121111 ezanini
temel alarak, gerçekte okunması gereken vakitten yirmi dakika kadar önce
erkenden ezan okumak, ihtiyat ilkesiyle bağdaşmaz. Aynca, günümüzde böyle bir
ihtiyat payına gerek yoktur. Çünkü böyle bir ezan, sahurun geciktirilmesini
öğütleyen hadislerle açıkça çelişmektedir.
- ihtiyaç
duyanların, yıkanarak veya abdest alarak sabah namazına gelmelerini sağlamak.
1٠2.3٠ Fecri
Tanımlayan Hadisler
حدثنا يحيى بن صاعد , ثنا يحيى بن المغيرة أبو
سلمة المخزومي , ثنا ابن أبي فديك , عن ابن أبي ذنب , عن الحارث بن عبد الرحمن ,
عن محمد بن عبد الرحمن بن ثؤبان , أنه بلغه أن رسول الله صلى الله عليه وسلم , قال:
«هما فجران فأما الذي كأنه ذنب السرحان فإنه لا يحل شيئا ولا يحرمه , وأما
المستطيل الذي عارض الأفق ففيه تحل الصلاة ويحرم الطعام
Yahya 1 9210 tahdis
etti, dedi ki; Yahya ibn Muğire tahdis etti, 50 Seleme Mahzûmi’den 0 da Ebu
Fudeyk’den ibn Zi’b’in babasından, 0 da 1121115 ibn Abdirrahman’dan 0 da
Muhammed ibn AbdilTahman b. Sevban’dan bana ulaştığına göre Allah Resulü şöyle
buyurmuştur demektedir: ،،1/6: çeşit
fecir vardtr: Kurt /(1/ر- gu gibi
diklemesine (miistetil: dikey) olan fecir (fecr-i kazib); herhangi bir 01/ 71٥ helal, ne de haram
kılar. Ufukta genişliğine enlemesine 1/01/1/0477 (miistetîr: yatay) fecre
(fecr-i sâdık) gelince, İşte sabah namazı 0 vakitte kılınır, oruç zamam sahur
yemeği de 6 vakitte haram olur." 129 ibn Abbas ise,
Hz.Peygamber’in (s.a.), şöyle
129 Dâralaitni, Savm, 2, N٥:lO41.
buyurduğunu
nakleder: “Fecir, iki tanedir: Yeme içmenin haram, namazın helal olduğu
fecir. Yeme-içmenin helal, namazın haram olduğu fecir.”[131]
Fecirlerin
niteliğini tanımlayan bu hadislerden açıkça anlaşıldığı üzere, gece yarısından
sonra güneşin doğduğu istikâmette iki defa beyazlık belirir: 1)Fecr-i Kazib
(yalancı tan) [ فجرکاذب
]: Bu beyazlıklardan ilki, kurt kuyruğu gibi yukarıdan aşağıya doğru uzanır.
Buna fecr-i kâzib (yalancı fecir) denilir. Fecr -i kâzib, gerçek tan
ağartısından önceki geçici aydınlıktır. Sabah namazının girmesinde ve imsâk
vaktinin sona ermesinde bu fecrin hiçbir etkisi yoktur. Fecr-i kâzib, hakiki
fecirden bir süre önce görülür. Bu fecir, doğu ufkundan ve fecir yerinden
semânın ortasına doğru uzanan, yukarıdan aşağıya doğru diklemesine sarkan ve
biraz sonra kaybolan bir aydınlıktır; bu fecir, geceden sayılır. Bu vakitte,
sahur yemeği yenebilir, ama sabah namazının vakti henüz girmemiştir. 2)Fecr-i
Sâdık (gerçek tan) [فجر صادق
]: İkinci beyazlık ise, ufku baştan başa genişlemesine kaplayan beyazlıktır.
Buna, fecr-i sâdık (sahici/gerçek fecir) denilir. Fecr -i sâdık, tan ağartısı,
şafak sökmesidir. Bu fecrin doğmasıyla, yemek-içmek sona ermiş, sabah namazının
vakti girmiş demektir. Fecr-i kâzib ile fecr-i sâdık arası, yaklaşık onsekiz
dakîkadır. Fecr-i sâdık (gerçek tanyeri ağarması), doğu ufkunda ve ufuğa
paralel olarak genişliğine dağılıp yayılan ve belirdikten sonra kaybolmayan bir
aydınlıktır. Bu fecrin doğmasıyla, artık gece bitmiş ve şer’î gündüz başlamış
olur. Bu fecrin, iki işlevi vardır: a)İmsâk Vaktini Belirlemek: Bu
fecirle, imsâk vakti girer ve oruç vakti başlar. b)Sabah Namazının Giriş
Vaktini Belirlemek: Bu fecirle, sabah namazının vakti girmiş olur. Fecr-i
sâdıktan sonra, ezan duyulmasa bile, sabah namazı kılınabilir. Fakat Ramazan’da
sabah namazının bu vakitte kılınabileceğini belirten Hanefiler’e göre, Ramazan
dışında efdal olan kılınma vakti, fecrin doğuşundan sonra yaklaşık kırkbeş-elli
dakîka kadar bir zaman geçmesidir.130F[132]
1.2.4.
Sahurun
Fazileti Ve Geciktirilmesi İle İlgili Hadisler
حَدَّثنَا یحَْیَى
بْنُ یَحْیى، قَالَ: أَخْبرَنَا ھشَُیْمٌ، عَنْ عَبْدِ الْعَزیز بْنِ صُھیَْبٍ،
عَنْ أَنَس، ح وحَدَّثَنَا أبَوُ بكَْر بْنُ أَبِي شَیْبَةَ، وَزُھیَْرُ بْنُ
حَرْبٍ، عَنِ ابْنِ عُلیَة، عَنْ عَبْدِ الْعَزیز، عَنْ أَنَس، رَضِيَ الله
عَنْھ،ُ ح وحَدَّثنَا قتُیَْبة بْنُ سَعِیدٍ، حَدَّثنَا أَبوُ عَوَانة، عَنْ
قتَادَةَ، وَعَبْدِ الْعَزیز بْنِ صُھَیْبٍ، عَنْ أنََس رَضِيَ الله عَنْھ،ُ قالَ:
قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلىَّ الله عَلیَْھِ وَسَلمَ: «تَسَحَّرُوا، فَإنَِّ في
السُّحُورِ بَرَكَةً
Bize Yahya İbn
Yahya tahdis etti, dedi ki, Hüşeym’in bize bildirmesiyle, Abdilâziz İbn Sûheyb’
de Enes’den tahdis etti. Buhârî Ebu Bekir İbn Ebi Şeybe’den tahdis etti, dedi
ki; Zûheyr İbn Harb’ın İbn Ûleyye’den ondan da Abdilaziz’in Enes (r.a) rivayet
etti. Buhâri tahdis etti, dedi ki; Kûteybe İbn Sâid tahdis etti, ondan Ebû
Avâne tahdis etti, ondan Katâde tahdis etti, ondan Abdilaziz İbn Sûheyb’in
tahdis etmesiyle Enes (r.a)’ın Resulullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir. “Sahur yapın, çünkü sahurda bereket vardır.”[133]
حَدَّثنَا قتُیْبةَ
بْنُ سَعِیدٍ، حَدَّثنََا لَیْثٌ، عَنْ مُوسَى بْنِ عُلَيٍّ، عَنْ أَبیِھِ، عَنْ
أبَيِ قیَْس، مَوْلَى عَمْرو بْنِ الْعَاصِ، عَنْ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ، أنََّ
رَسُولَ اللهِ صَلىَّ الله عَلَیْھِ وَسَلمََّ قاَلَ: «فَصْلُ مَا بَیْنَ
صِیَامِنَا وَصِیَامِ أَھْلِ الْكِتَابِ، أَكْلَة السَّحَر
Bize Kuteybe İbn
Sâid tahdis etti, dedi ki; bize Leys tahdis etti, Mûsâ İbn Alî’den babası,
ondan Kays’ın babası Amr İbn Âs’dan tahdis etti. Amr İbn Âs’ın Resulullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in şöyle dediğini rivayet etmiştir: “Bizim orucumuzla
Ehl-i kitabın orucunu ayıran fark sahurdur.”[134]
Bakara, 2/187
âyetinin dolaylı işaretlerinden birisi de, Yüce Allah’ın fecir doğuncaya kadar
yeme-içmeyi mübah kılmasının, sahurun müstehap oluşudur. Çünkü, yeme-içmeyi
mübah kılma, ruhsat türündendir; ruhsatı almak da müstehaptır. [135]Aslında sahurun müstehaplığı, sahuru tavsiye ve teşvik eden çok
sayıdaki sünnetin zâhirinden anlaşılır. [136] Hz.Aişe, (58/678) şöyle demiştir: “Allah Resulü (s.a.)
aralıksız (savm-i visâl: hiç iftar etmeden birkaç gün aralıksız) oruç tutmaktan
men eder, iftarda acele edilmesini ve sahurun geciktirilmesini emrederdi.”[137] Ümmü Hakîm bintu Vedâ’ der ki:
Hz. Peygamber’i (s.a.) “İftarda acele ediniz, sahuru ise geciktiriniz.”
buyururken işittim.[138] Görüldüğü gibi Hz. Peygamber
(s.a.), sahurun mümkün oldukça geciktirilmesini tavsiye etmiş, ashâbın
uygulaması da bu yönde olmuştur. Bunun için, sahur yemeğinin geciktirilmesi
sünnettir.
Sehl bin Sâ’d’ın
şöyle dediği nakledilmiştir: “Ben ailemle birlikte sahur ederdim ve sonra
Rasûlullah’la (s.a.) beraber sabah namazını kılabilmek için hızla mescide
giderdim.”[139] İmam Mâlîk (ö.179-795), Abdullah
İbn Ebû Bekir - Ebû Bekir senediyle şöyle bir rivayet nakletmiştir: “Biz gece
namazını kıldıktan sonra, şafağın doğmak üzere olduğu endişesiyle yemeğimizi
aceleyle yerdik.”[140] Sahurda acele etmek, sahur
vaktinde yemeği hızla yemek anlamına gelir. Bu da, sahur vaktinin, ikinci
şafağın doğmasından az bir süre önce olduğunu gösterir.
Ebu Hureyre (r.a.),
(59/678) Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Biriniz, kap
elinde iken ezanı işitirse, ihtiyâcını giderip karnını doyuruncaya kadar, onu
bırakmasın.”[141] Ezanla ilgili hadisler, bir
bütün olarak değerlendirilirse, bu hadîs-i şerîf, sahur yemeği veya başka
herhangi bir yemekle ilgili olabilir. Dolayısıyla, sonuçları da farklılık
gösterir:
1.2.4.1.
Sahur
Yemeğiyle İlişkili Oluşu
Hadisin sahur
yemeğiyle ilgili olduğu kabul edilirse, duruma iki ayrı açıdan bakılabilir:
1.
Buradaki
ezandan maksat, fecir doğmadan önce, uyuyanları uyandırmak ve ibâdet halinde
olanların istirahate çekilmelerini sağlamak amacıyla genelde Bilâl-i Habeşî
tarafından okunan birinci ezan kabul edilebilir. Bu ezan okunduğu zaman zâten
fecir doğmadığı için, yemeye-içmeye devam etmek gayet tabiîdir.
2.
Ezan,
genelde İbn Ümmi Mektûm tarafından okunan ikinci ezan olabilir. Ama havanın
kapalı olması gibi bir sebepten dolayı müezzin fecrin doğduğunu zannetmiştir;
fakat oruç tutacak olan kişinin kanaatine göre, henüz fecir doğmamıştır. Bu
durumda, ezan bitene kadar yemeye devam edip hemen ardından oruca
başlanmalıdır.[142]
1.2.5.
Sahur İle
Sabah Namazı Arasındaki Süre Ne Kadardır?
Sahur vaktinin
bitişi ile sabah namazının girişi arasındaki süre, hadislerde farklı
anlatılmıştır. Hadislerden, sahur vaktinin geciktirildiği, sabah namazının
erken kılındığı sonucuna varılabilir.
1.2.5.1.
Camiye
Gitme-Sünneti Kılma Aralığı Hadisleri
أَخْبرََنَا
مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّار، قَالَ: حَدَّثنََا مُحَمَّدٌ، قَالَ: حَدَّثنَاَ
شُعْبَة،ُ عَنْ عَدِيٍّ، قَالَ: سَمِعْتُ زرَّ بْنَ حُبَیْش، قاَلَ: «تَسَحَّرْتُ
مَعَ حُذَیْفَةَ، ثمَُّ خَرَجْناَ إِلىَ الصَّلاَةِ، فلَمََّا أتَیَْناَ
الْمَسْجِدَ صَلیَّْناَ رَكْعَتیَْنِ، وَأقُیِمَتِ الصَّلاَة وَلَیْسَ بیَْنَھمَُا
إلاَّ ھنُیَْھَة
a)Zirr bin
Hubeyş Rivayeti: Muhammed b. Beşşâr’ın haber verdiğine göre, Muhammed bize
tahdis etti, dedi ki, Şû’be bize tahdis etti, ondan da Adî tahdis ederek dedi
ki; Zirr bin Hubeyş’in şöyle dediğini işittim: “Huzeyfe ile birlikte sahur
yapmıştık. Sonra sabah namazı için mescide çıktık. İki rekat sünneti kıldık,
sonra farz için kâmet getirildi. İkisi arasında, çok kısa bir zaman vardı.”[143]
1.2.6.
Elli
Ayetlik Aralık Hadisi
حَدَّثنََا مُسْلِمُ
بْنُ إِبْرَاھِیمَ، حَدَّثنَاَ ھِشَامٌ، حَدَّثَنَا قتََادَة، عَنْ أَنَسٍ، عَنْ
زَیْدِ بْنِ ثَابِتٍ رَضِيَ اللهَّ عَنْھ،ُ قاَلَ: «تَسَحَّرْناَ مَعَ النبَِّيِّ
صَلىَّالله عَلَیْھِ وَسَلمََّ، ثمَُّ قَامَ إلِى الصَّلاَةِ»، قلُْتُ: كَمْ كَانَ
بیَْنَ الأَذَانِ وَالسَّحُورِ؟ " قَالَ: «قَدْرُ خَمْسِینَ آیةً»
a)Zeyd bin Sâbit
Hadisi: Müslim bin İbrahim bize tahdis etti, dedi ki; Hişâm bize tahdis
etti, Katâde tahdis etti, ondan da Enes tahdis ederek Zeyd b. Sâbit’in (r.a)
(45/665) rivâyetine göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.) ile birlikte
sahur yemeği yemiştik. Sonra da sabah namazı için kalktık. Ben, Rasûlullah’a
(s.a.), sahurla sabah namazı arasındaki süreyi sordum. “Bir insanın elli âyet
okuyabileceği kadar bir süredir.” buyurdu.”[144]
b)Enes Hadisi: Enes’ten
(r.a) rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
ve Zeyd bin Sâbit, (45/665) sahur yemeği yedi. Sonra sabah namazı için
kalktılar.” Katâde diyor ki: Biz Enes’e, “Rasûlullah (s.a.) ile Zeyd’in sabah
namazını kılmaları ve yemek yemeleri arasındaki zaman ne kadardır?” diye
sorduk. Enes: “Bir kimsenin elli âyet okuyabileceği kadar bir süredir.” dedi.[145]
c)Enes Hadisi: Zeyd
bin Sâbit’in (45/665) şöyle dediği nakledilmiştir: “Biz Hz.Peygamber’le (s.a.)
birlikte sahur yaptık. Sahur bittikten sonra, Rasûlullah (s.a.) namaza kalktı.
Hadisin ravilerinden Enes: “Peki ezan ile sahur arasında ne kadar süre
geçti?” diye
sorunca, Zeyd bn Sâbit şu cevabı verdi: “Elli ayet okunabilecek kadar bir
süre!”[146]
Zeyd bin Sâbit’in
“elli ayet okunabilecek kadar bir süre” şeklindeki cevabı, bu okuyuşun ne çok
hızlı, ne de çok yavaş olduğu, okunacak ayetlerin de uzun değil, orta uzunlukta
olduğu şeklinde anlaşılmalıdır. Bu da, sezgi ve tahminle belirlenir.[147] Elli âyet okuyacak zaman miktârı, dört-beş dakîka
olarak takdir edilmiştir ki, bir abdest alacak zamandır.
Burada sahur
vaktinin bitişi ile sabah namazının girişi arasındaki süre ele alınmıştır.
Zeyd İbn Sabit’in
“elli ayet okunabilecek kadar bir süre” şeklindeki cevabını şöyle açıklamak
gerekir : Bu okuyuş ne çok hızlı ne de çok yavaştır. Ayrıca okunacak olan
ayetlerde orta uzunluktadır. [148]
Sahurla ilgili
olarak dikkate almamız gereken bir diğer hadis rivayeti de şudur:
Bize Yunus tahdis
edip dedi ki: Bize İbn Vehb tahdis edip dedi ki: Bana İbn Lehîa ve Yahya b.
Eyyûb, Abdullah b. Eb Bekir’den haber verdiler. O İbn Şihab’dan, o Salim’den, o
babasından (Abdullah b. Ömer’den), o Hafsa (r.a.h)’dan, o Resulullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Fecirden önce
geceleyin oruç tutmaya niyet etmeyen kişinin orucu olmaz.”[149]
Çalışmamızda
yolumuzu aydınlatan en mühim hadislerden bir tanesidir, çünkü imsak vaktinin
tespiti hususundaki keyfiliğin ve fecr-i sadığı doğru tespit edememenin oruç
ibadetini iptal riski taşıdığını bu hadis bizlere haber vermektedir.
1.2.7.
İmsâkın
Şafak Sökmesinden Sonraki Kızıllık İle Başlamasıyla İlgili Hadisler
1.2.7.1.
Zirr bin
Hubeyş/Huzeyfe Hadisi
Zirr bin Hubeyş’ten
rivâyete göre, şöyle demiştir: Huzeyfe bin el-Yemân (r.a.), şöyle dedi: “Ben,
Resûlullah’la (s.a.) beraber sahûr yemeğini yedim. “Sabah
olduktan sonra mı
sahur yediniz?” diye sordum. “Evet, sanki gündüzdü (nehâr) diyebilirim, ancak
henüz güneş doğmamıştı.”[150]
Hadisin, daha
ayrıntılı bir anlatımı şöyledir: Zirr bin Hubeyş (r.a.) şöyle der: “Sahur
yemeğini yiyip mescide gittim. Giderken, Huzeyfe’nin evine uğrayıp yanına
girdim. Bir deve sağmamı emretti, sağdım. Bir tencere emretti, sütü pişirdim,
sonra; “ye” dedi. Ben “oruç tutmak istiyorum.” dedim. “Ben de istiyorum.” dedi.
Yedik içtik, sonra mescide geldik, kâmet getirilip hemen namaza başlandı.
Huzeyfe “Rasûlullah bana böyle yaptı” veya “Ben Rasûlullah’la böyle yaptım”
dedi. “Sabahtan (tanyeri ağardıktan) sonra mı?/Hangi saatte peygamberle sahur
yaptın?” dedim. “Evet, sabahtan sonra, ancak güneş henüz doğmamıştı.” dedi.[151]
Ebubekir er-Râzî
el-Cassâs (ö. 370/981), Huzeyfe’den yapılan bu rivayetin sabit olmadığını,
ayrıca âhâd haberlerden olduğunu, bu haberle de Kur’an’a itirazın caiz
olmadığını belirtir.[152] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye (ö.
751/1350) ise, Zirr hadisinin ma’lûl, illetinin de vakf olduğunu söyler. Çünkü,
Huzeyfe’yle sahur yapan, Nesâî’nin (ö. 303/915) de belirttiği gibi[153], Hz.Peygamber değil Zirr’dir.[154] Ayrıca, “Geceyi ve gündüzü
iki âyet yaptık, gecenin âyetini giderdik; aydınlatıcı olmayı da gündüzün âyeti
kıldık. Bu, hem rabbinizin ikramını aramanız, hem de yılların sayısını ve vakit
hesabını bilmeniz içindir. Biz, her şeyi ayrıntılı olarak açıklamışızdır.”
(İsra, 17/12) âyetindeki “nehâr”ın alâmeti, güneş değil fecirdir. Ünlü dil
bilgini Halil bin Ahmed de, konuyla ilgili nakledilen şiirde geçen “nehâr”ın,
fecir olduğunu söylemiştir; dolayısıyla nehar,
Haberin, Asım bin
Ebi’n-Nücûd’un teferrüd ettiği hadislerden olduğunu söyleyen Nesâî, (ö.
303/915) “güneş henüz doğmamıştı” ifadesiyle, gündüzün yakınlığı kastedilmiştir
yorumunu yapmıştır. Bu yorumun sonucu, fecrin doğuşundan emin olmadan sahur
yaptıklarıdır, öyle ki birisi fecrin doğduğunu, ötekiyse henüz
doğmadığını
sanmıştı.[155] Hâzimî, (ö.584/1188) ilim
ehlinin bu haberle amelin terkinde icmâ ettiğini belirtir.[156]
Fukaha, bu
hadisteki “nehâr” ifadesiyle ilgili iki değerlendirme yapmıştır:
!)Nesih
Değerlendirmesi: Hadis 921111 51101, bu hadîsin açıklamasında şöyle
der: “Bu hadîsteki ‘nehâr’dan maksat, şer'î gündüzdür, yâni fecirdir. ‘Şems’ten
maksat ise, güneş değil fecirdir. Çünkü fecir aydınlığı, güneşten önce gelir. H
u z e y f e’nin maksadı şudur: Sahur yemeği vakti, şafak sökme vaktine o kadar
yakındır ki, henüz şafak sökmemiş olmakla beraber, neredeyse şafak söktü
denilebilir.[157] Bu hadîsi zahirine göre
mânâlandıranlar, bu hadîsin mensuh olduğunu söylemişlerdir.” Nitekim Tahâvî, bu
rivayetteki durumun, Bakara, 2/187 âyetinden sonra, ama “mine’l-fecr” kaydı
henüz inmeden önceki ara dönemde geçerli olma ihtimali olduğunu belirtir. Nitekim,
Sehl hadisi de, buna işaret etmektedir. Dolayısıyla, sözkonusu kayıt,
Huzeyfe’nin dikkatinden kaçmıştı, başkaları ise bu durumu biliyor ve ona göre
hareket ediyordu. Huzeyfe, inen kayıttan habersiz oluşundan dolayı, bilgisine
göre amel etmiştir. Bu itibarla da, bu konuyla ilgili bir şeyler bilenin
görüşü, bilmeyenden daha çok benimsenmeye değerdir.[158]
2)Nesih
Değerlendirmesinin Reddi: Sindî, Huzeyfe hadîsinin Bakara, 2/187
âyetinden önceki zamana âit olup, sonradan mensuh olduğu görüşünü uygun
görmeyerek, şunu belirtir: “Oruç süresi, ilk zamanlar yatsıdan ertesi gün
akşamına kadardı. Bu süre, mezkûr âyetle kısaltılarak fecirden akşama kadar
sınırlanmıştır. Yâni teşditten tahfife doğru bir değişiklik olmuştur. Huzeyfe
hadîsiyle âyetin hükümleri karşılaştırılınca, âyetin inişiyle oruç süresinde
tahfif ve kısaltma değil, teşdîd ve uzatma durumu çıkmış olur.”
حَدَّثنََا ھنَاَّدٌ
قَالَ: حَدَّثنَاَ مُلاَزمُ بْنُ عَمْرو قَالَ: حَدَّثنَيِ عَبْدُ اللهَِّ بْنُ
النُّعْمَانِ، عَنْ قیَْس بْنِ طلَْق قاَلَ: حَدَّثنَِي رم بل عمرو لدي 2 بس ل عل
تيس بل صى لي أبَِي طَلْقُ بْنُ عَلِيٍّ، أنََّ رَسُولَ اللهَِّ صَلىَّ اللهَّ عَلیَْھِ
وَسَلمََّ قاَلَ: «كُلوُا وَاشْرَبوُا، وَلاَ یَھِیدَنكَُّمُ السَّاطِعُ
المُصْعِدُ، وَكُلوُا وَاشْرَبوُا، حَتىَّ یعْتَرِضَ لكَُمُ الأَحْمَرُ
Bize Hennâd rivayet
etti, dedi ki; Mülâzim İbn Amr’ın bize tahdis ettiğine göre, dedi ki; bana da
Abdillah ibn Nu’mân’ın tahdis etmesiyle Kays bin Talk’ın babası Talk bin
Ali’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Yiyiniz içiniz, yukarıya doğru yükselerek parlayan (yalancı) fecir yeyip
içmenize engel olmasın. Kırmızılık ortalığı kaplayıncaya (gerçek fecir
çıkıncaya) kadar yeyip içebilirsiniz.”[159]
Ebû Dâvud
(ö.275/888) bu konuda şunu belirtir: “Bu hadîs, sâdece Yemâmelilerin rivayet
ettiği hadîslerdendir.”[160] İbn Rüşd’ün belirttiği gibi, bu
rivayet bir şuzûzdur; çoğunluğun rivayetinden farklılık gösterir. Oysa, Bakara,
2/187 âyeti, bu konuda nastır veya nas gibidir. [161]
Dârakutnî
(ö.385/995), hadîsi daha ayrıntılı şekilde rivayet etmiştir: Abdullah bin
Nu’man es-Sühaymî şöyle der: Kays bin Talk, Ramazan’da, gecenin sonunda bana
geldi. Ben, sabahın girmiş olmasından kaygılandığım için, sofradan çekilmiştim.
Kays, benden biraz katık istedi, kendisine; “Amca, eğer sana göre daha vakit
varsa, evde olan yiyecek içeceklerden getireyim.” dedim. “Yanında ne var?” diye
sordu ve içeri girdi. Ona tirit, et ve nebiz (hurma suyu) getirdim. Yedi içti,
hatta beni de zorladı. Ben de sabahın olmasından korka korka yedim-içtim. Kays,
bana şöyle dedi: Talk bin Ali bana Rasûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğunu
rivayet etti: “Yeyiniz içiniz, yukarı doğru yükselen (yalancı fecir) sizi
aldatmasın. Kırmızılık doğuncaya kadar yeyip içebilirsiniz.”[162]
Bu hadîste, fecr-i
sâdıkın yemeye içmeye mâni olmadığı, kırmızı şafağın doğumuna kadar yenilip
içilebileceği izlenimi doğmaktadır. Fukaha, bu hadisi, iki şekilde
yorumlamıştır:
1.2.7.3.
Hadisin,
Bakara: 2/187 Ayetinden Önce Söylenişi
Hadîsteki
kırmızılıktan maksadın güneşin doğacağına yakın ufukta görünen kırmızılık
olduğu kabul edilirse, o zaman bu hadîsin 2/187 âyetinin nüzûlünden evvel vârid
olduğu ve bu âyetle neshedildiği sonucuna varılacaktır. Çünkü, hadîsin âyete
aykırı olması kesinlikle düşünülemez.
1.2.7.4.
Kızıl
Şafağın Fecr-i Sâdık Oluşu
Çoğu bilginler, bu
kırmızılıktan (kızıl şafak) maksadın, fecr-i sâdık olduğunu söylemişlerdir.
Hz.Peygamber’in hadîsindeki “kırmızılık doğuncaya kadar” ifâdesini de şöyle
izah etmişlerdir: Fecr-i sâdıkın doğması tamamlanıp, aydınlığı yayılınca,
kırmızılığın ilk görüntüleri ortaya çıkar. Rasûlullah, işte buna işaret
etmiştir.[163] Nitekim Hattâbî, bu hadîsi şerhederken şunları
söyler: “Kırmızının manâsı; kırmızılığın ilk görüntülerinin, yayılan beyazlık
arasına girmesidir. Çünkü, ikinci fecrin doğuşu tamamlanınca, ilk kırmızılıklar
görünmeye başlar. Araplar, sabahın, alttaki alacalığına benzetirler. Buna
sebep, sabahta hem beyazlığın, hem de kırmızılığın bulunmasıdır.”[164] Bu izaha göre, bu hadîsin,
Bakara, 2/187 âyetine aykırılığı sözkonusu olamaz.
Kızıl şafak
yorumunu benimseyen Abdülaziz Bayındır, görüşlerini benzer hadislere ve diğer
destekleyen ayetlere, hadislere ve sözlük anlamlar ile yaptığı gözlemlere
dayandırarak, şu açıklamayı yapar: “Fecr-i kâzibin başlangıcından itibaren
ufukta beyaz ve kızıl ışıklar, karanlıkla karışık halde bulunur ve daha sonra
kızıllık öne çıkmaya başlar. Fecr-i sâdıkta renkler ayrışmış, koyu karanlık
yeryüzüne çekilmiş, üstte beyaz ışık kuşağı, ortada koyu kızıl kuşak iyice
ortaya çıkmış olur. Allah’ın Elçisi bu konuda şunları söylemiştir: ‘Size
göre kızıllık enlemesine yayılıncaya kadar yiyin, için.’[165], ‘Cebrail Kâbe’nin yanında bana… Sabah namazını kızıllığın
parıldadığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak olduğu saatte kıldırdı.’165 Semure b. Cündüb’ün bildirdiğine göre Allah’ın
Elçisi şöyle demiştir: ‘Bilâl’in çağrısı bir de şu beyazlık sizi aldatmasın;
kızıllık fışkırsın veya kızıllık doğsun.’[166] Peygamberimizin ‘şu beyazlık’ dediği; ışık
kuşaklarının açıkça görülmesine kadar olan ufuk aydınlığı, yani fecr-i
kâzibtir. Bütün bu âyet ve hadislere göre, her sabah iki fecr olur. Allah’ın
Elçisi’nin şu sözü, iki fecri ayırmamızı kolaylaştırmaktadır: ‘Yiyin, için;
yukarı tırmanarak yayılan aydınlık sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı
görünceye kadar yiyin, için.’[167] (..) Demek ki, birinci fecir,
yukarıya tırmanarak yayılan aydınlık; ikinci fecir ise karanlıkla aydınlığı
enlemesine bölen kızıl ışık kümesidir. (..) Fecr-i sâdıkta karanlık ile beyaz
ışık kuşağı, kızıl ışık kuşağıyla ikiye bölünür. Bir kişi Allah’ın Elçisi’ne
namaz vakitlerini sormuş, o da cevap vermeyip uygulayarak göstermek istemiş ve
ilk gün sabah namazını ilk vaktinde kıldırmıştı. Ebu Musa el-Eş’ârî bize şu
bilgiye vermektedir: O gün Allah’ın Elçisi, sabah namazını, fecr (kızıllık)
yarıldığı sırada kıldırdı. İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı. [168]“İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı” sözü,
yayılan aydınlıktan ötürü birbirlerini tanımaya başladıklarını gösterir.
Allah’ın Elçisi’nin şu sözü konuyu değişik şekilde ifade etmektedir: ‘Cebrail
… Sabah namazını kızıllığın parıldadığı, oruç tutana yemenin içmenin yasak
olduğu saatte kıldırdı.’[169] Aşağıdaki haber de bu durumu
desteklemektedir: Ebu’l-Minhâl, Ebû Berze’den şu sözü nakletmiştir: “Allah’ın
Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem sabahı kıldırırken her birimiz yanında
oturanı tanırdı.”[170]
İmsâk vaktinin,
ufuktaki beyazlığın ortalığı tamamen aydınlatması ve ardından kırmızılığın
belirmesiyle başlayacağına dair bazı sahâbî ve tâbiîn âlimlerinden nakledilen
bu görüş, fukaha arasında rağbet bulmamış ve uygulanmamıştır. Çünkü âyette
geçen, “Sabahın beyaz ipliği -aydınlık- siyah iplikten -karanlık- ayırt
edilinceye kadar yeyip içebilirsiniz.[171]” ifadesi aydınlığın karanlık içinde bir çizgi halinde belirgin
olduğu bir zamana işaret ettiği gibi, sahih rivayetler de bu yorumu
desteklemektedir.
1.2.8.
Sabah
Namazının Başlangıç Vakti İle İlgili Hadisler
İmsak vaktinin
başlangıcı ile sabah namazının ilk vaktinin fecr-i sadığa/ şafağın sökmesine
tekabül ettiğini daha önce görmüştük. Birbirinden bağımsız düşünemeyeceğimiz bu
ibadetler hakkında akıllara şöyle bir soru takılmaktadır. İmsak vaktinin
tespiti hususunda kimi şahıs ve kurumlar farklı zamanlar tespit etmektedirler
dolayısıyla oruca başlama ve bitiş zamanları farklılık göstermektedir. İmsakta
ihtiyat gerekçesiyle oruca erken başlanılıp oruç yasaklarına da riayet edildiği
takdirde orucun sıhhatine bir zarar gelmemekle birlikte, sabah namazı da aynı
vakitte eda edilebilir mi veya eda edileceği müstehap bir zaman dili mi var
mıdır gibi soruların yanıtlarını bu bölümdeki hadislerde arayacağız. Burada
özellikle namaz vakitleri ile ilgili İmamet-ü Cibril (Cebrail’in İmamlığı)
hadisi başta olmak üzere
sabah namazının
vakti ile alakalı hadisleri zikeredeceğiz.
حَدَّثنَا ھَناَّدُ
بْنُ السَّريِّ قاَلَ: حَدَّثنَا عَبْدُ الرَّحْمَن بْنُ أَبي الزِّنَادِ، عَنْ
عَبْدِ الرَّحْمَن بْن الحَارثِ بْن عَیاَّش بْنِ أبَي رَبیِعَةَ، عَنْ حَكِیمِ
بْنِ حَكِیمٍ وَھوَُ ابْنُ عَباَّدِ بْنِ حُنَیْفٍ قَالَ: أخْبَرَني نَافِعُ بْنُ
جُبیَْر بْنِ مُطْعِمٍ، قالَ: أخَْبَرَني
ابْنُ عَباَّسٍ،
أنَّ النبَّيَّ صَلىَّ اللهَّ عَلیَْھِ وَسَلمَ قَالَ: " أَمَّني جِبْرِیلُ
عِنْدَ البیَْتِ مَرَّتَیْنِ، فَصَلىَّ الظُّھْرَ في الأوُلَى مِنْھمَُا
حِینَ كَانَ
الفَيْءُ مِثْلَ الشِّرَاكِ، ثمَّ صَلىَّ العَصْرَ حِینَ كَانَ كُلُّ شَيْءٍ
مِثْلَ ظِلھِ، ثمَُّ صَلى المَغْرِبَ حِینَ وَجَبَتِ الشَّمْسُ وَأفْطَرَ
الصَّائِمُ، ثمَُّ صَلىَّ العِشَاءَ حِینَ غَابَ الشَّفقَُ، ثمَّ صَلىَّ الفَجْرَ
حِینَ برَقَ الفَجْرُ، وَحَرُمَ الطعََّامُ عَلَى الصَّائمِ، وَصَلى المَرَّة
الثانِیَةَ الظُّھْرَ حِینَ كَانَ ظِلُّ كُلِّ شَيْءٍ مِثْلَھ لِوَقْتِ العَصْرِ
بِالأمَْسِ، ثمَُّ صَلىَّ العَصْرَ حِینَ كَانَ ظِلُّ كُلِّ شَيْءٍ مِثْلَیْھِ،
ثمَّ صَلىَّ المَغْرِبَ لِوَقْتِھِ الأَوَّلِ، ثمَّ صَلىَّ العِشَاءَ الآخِرَة
حِینَ ذَھَبَ ثلُثُُ اللیَّْلِ، ثمَُّ صَلىَّ الصُّبْحَ حِینَ أسَْفَرَتِ الأرْضُ،
ثمَُّ التَفَتَ إِليَّ جِبْرِیلُ، فَقَالَ: یَا مُحَمَّدُ، ھذَا وَقْتُ
الأَنْبِیَاءِ مِنْ قبَْلِكَ، وَالوَقْتُ فیِمَا بیَْنَ ھَذَیْن الوَقْتَیْن
"
Hennâd İbn Seriyyi
bize tahdis etti, dedi ki; Abdurrahman İbn Ebi Zinad bize tahdis etti,
Abdurrahman İbn Hâris İbn Ayyâş İbn Ebi Rebiâ’dan ondan da Hâkim İbn Hakim
ondan da İbn Abbâd İbn Huneyf tahdis ederek dedi ki; Cubeyr b. Mut’im’in bana
haber verdiğine göre dedi ki; İbn Abbâs (r.a)’den rivâyete göre, Resulullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “ Cebrail (as), Beytullah’ın yanında
bana iki defa imamlık yaptı. Öğle namazını güneş tepe noktasından batıya
yönelince kıldırdı. İkindi namazını cisimlerin gölgesi bir misli olunca
kıldırdı. Akşam namazını oruçlunun iftar edeceği zamanda kıldırdı. Yatsı
namazını batı ufkundaki kızıllık kaybolunca, sabah namazını da oruç tutacak
kimseye yeme içme yasağının başladığı sırada (fecr-i sadıkta) kıldırdı. Ertesi
gün olunca; öğle namazını cisimilerin gölgesi bir misli olunca, ikindi namazını
ise cisimlerin gölgesi iki misli olunca kıldırdı. Akşam namazını yine oruçlunun
iftar edeceği zamanda kıldırdı. Yatsı namazını gecenin üçte birine doğru
kıldırdı. Sabah namazını ortalık aydınlanınca (isfar’da) kıldırdı. Sonra
bana dönerek şöyle dedi: Ey Muhammed! Bu, senden önceki peygamberlerin
vaktidir. Namaz vakitlerin başlangıç ve sonu bu iki vakit arasında kalan zaman
parçasıdır. [172]
Vahiy meleği
Cebrâil (as) Kabe’de Allah resulüne namazların vakitlerini iki defa farklı
vakitlerde kıldırmak suretiyle namazların başlangıç ve bitiş anlarını da
uygulamalı olarak öğretmiştir. Özellikle sabah namazını oruçlu kişi için yeme içmenin
haram olduğu vakit şeklindeki tarifi imsak vaktinin tespiti ile ilgili olarak
her mükellefin ne kadar dikkatli olması gerektiğini gözler önüne sermektedir.
Sabah namazının
başlangıç vaktiyle ilgili farklı rivayetler ise şunlardır:
Ebû Hazm, Sehl b.
Sa’d’in (r.a) şöyle dediğini işitmiştir: Ailemle beraber sahur yemeğini yerdim
de sonra sabah namazını Resûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ile beraber
kılmaya yetişmek için acele ederdim. (yânî, evimden çıkmakta acele ederdim). [173]
Hz. Âişe şöyle
demiştir: Mü’min kadınlar Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ile beraber
sabah namazında örtülerine bürünerek hâzır bulunurlar, sonra namazı kılınca
evlerine dönerlerdi de henüz ortalık alaca karanlık (gales) olduğundan dolayı
onları kimse tanımazdı. [174]
Ebû Berze el-Eslemî
şöyle demiştir: “Resûlüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) yatsıyı gecenin üçte
birine kadar te’hîr ederdi. Yatsıdan önce uykuyu ve ondan sonra konuşmayı
sevmezdi. Sabah namazında yüzle altmış arası âyet okurdu. Namazdan birbirimizin
yüzünü tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman çıkardı”. [175]
Ebû Musâ’dan rivayet edildiğine göre o şöyle demiştir: “Bir
adam Resûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’a (namaz vakitlerini) sordu.
Fakat Efendimiz (salla’llâhu aleyhi ve sellem) hiç bir cevap vermedi. Bilâl’e
(ezan okumasını) emretti, O da fecir doğduğu zaman (ezan okudu ve) kamet etti.
Efendimiz (sabahı) bir kimse (yanındaki) arkadaşının yüzünü tanıyamadığı veya
bir kimse yanındakinin kim olduğunu tanıyamadığı bir zamanda (alaca karanlıkta)
kıldı ”[176]
Rafi’ b. Hadîç
(r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’den şöyle buyurduğunu işittim: “Sabah namazını gün ağarınca kılın o
anda kılmanın mükafatı daha büyüktür. [177]
Sabah namazı
vaktinin fecr-i sâdığın doğuşu ile başladığı konusunda bir ihtilaf
bulunmamaktadır. İbn Âbidîn, “sabah namazının ikinci fecrin doğuşu ile
başladığı konusunda hiç bir ihtilaf yoktur. İhtilaf fecrin doğuşu ile ne
kastedildiği konusundadır” demektedir. [178] Dolayısıyla, sabah namazı vaktinin başlangıcı konusundaki
ihtilaf fecr-i sadığın doğuşunun tahdidi ve namazın fazilet vakti ile alakalı
olup, fecrin doğuşunun tespiti konusundaki ihtilaf oruç ile namaz arasında
ortaktır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını
kıldığı ve kılınmasını tavsiye ettiği vakit / efdal vakit konusunda ise farklı
rivayetler bulunmaktadır. Hanefîlerle beraber Sevrî, Kûfeliler ve Iraklıların
çoğunluğu sabah namazının isfârda kılınmasının efdal olduğunu söylerken,
Mâlîk (ö.179-795), Şâfiî (ö.204/819), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve Dâvud
(ö.275/888) efdal olanın gales vaktinde kılmak olduğunu söylemişlerdir.[179] Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen sabah namazını isfarda kılmayı tavsiye
eden hadisle ilgili olarak İmam Şâfiî, Ahmed b. Hanbel ve İshâk, hadisten
anlaşılan mananın namazın geciktirilmesi olmayıp, namazı fecrin doğduğunda hiç
kimsenin şüphe etmediği bir zamanda kılmak olarak yorumlamışlardır.[180]
Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in sabah namazını kıldığı vakitle ilgili farklı ifadeleri
âlimler yorumlama yoluna gitmişlerdir. Sabah namazının isfarda, yani insanların
birbirlerini tanıyabileceği bir vakitte bitirildiğini ifade eden rivayetleri
esas alanlar, Hz. Aişe’den gelen ve namazdan çıkan kadınların, ortalığın
karanlık olmasından dolayı birbirlerini tanımadıklarını ifade eden hadislerin,
mescidde olanlar veya birbirinden uzakta olanlarla ilgili olduğu yorumu
yapmışlardır. [181] Ancak bazı hadislerde, gales ve insanların birbirlerini
tanımamaları durumu, mescidin içinde olanları veya birbiriden uzakta olanları
değil, namaz bittikten sonrasını anlatmak üzere kullanılmıştır. Harmele binti
el-Anberî şöyle demiştir: Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’e geldim
onunla beraber sabah namazını kıldım, namazı bitirdiğinde insanların yüzlerine
baktım, neredeyse onları tanıyamayacaktım.[182] Bezzâr’ın rivâyetine göre Harb
b. Süreyc Hz. Ali’den şöyle rivayet etmiştir: Biz Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’le beraber sabah namazını kılardık, sonra ayrılırdık ve
birbirimizi tanımazdık”.[183] Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in Müzdelife’de kıldığı namaz da sabah namazı vakti konusunda
önemli bir bilgi vermektedir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
Müzdelife’de kıldığı namazı hakkında “O gün sabah namazını vaktinden önce,
gales vaktinde kıldı”[184]
buyrulmuştur.
Hadis’te geçen “vaktinden önce” ifadesinin, sabah namazının mutat olan
vaktinden önce anlamında olduğu söylenmiştir. [185]
Sabah namazı ile
iglili farklı rivayetler, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah
namazını hem gales hem isfâr vaktinde kıldığına delalet
etmektedir. Hatta Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), galesin ilk
vaktinde de sabah namazını kılmıştır. Farklı manaya gelen bu hadislerin arasını
cem etmek üzere şu yorum yapılmıştır: Mümin hanımların namazdan çıktıktan sonra
birbirlerini tanıyamadıklarını ifade eden hadislerle Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in “sabah namazını isfârda kılın, bunun ecri daha çoktur”
hadisinın arası şu şekilde cemedilebilir. İsfâr hadisi, sabah namazında
kıraatı isfâr vaktine kadar uzatın anlamındadır. Bu birinci tefsirdir.
İkinci tefsire göre ise; sabah namazına isfâr vaktinde başlayın anlamındadır.
Birinci tefsir seleften gelen yorumdur. Ayrıca Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in fiili ile de sabit olmuştur ki, O (salla’llâhu aleyhi ve
sellem) sabah namazına gales vaktinde başlar ve kıraatı isfâr
vaktine kadar uzatırdı. Yani namazı bitirdiğinde isfâr vakti olurdu.
Bazı hadislerde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in namazdan gales
vaktinde ayrıldığı da ifade edilmektedir. Bu hadisler Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in her iki vakitte de sabah namazı kıldığını gösterir.[186]
Yukarıda verilen
hadisler içinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in sabah namazını
kılıp bitirdikten sonra gales hali devam ettiği haber verilmektedir.
Eğer namaz bittiğinde gales devam ediyorsa, vaktin isfârdan önce girdiği
ve bu vaktin gales olduğu da kesinlik kazanmış olur. Bu da sabah namazı
vaktinin başlangıcının isfâr vakti olması veya ufukta kızıllığın ortaya
çıktığı vakit olmasının mümkün olmadığını gösterir.
-
.3. Imsâk
Vakti Konusunda Fakihlerin Görüşleri
Peygamber
efendimizin (salla’llâhu aleyhi ve sellem), kıyamet gününde alimlerin önünde
yürüyeceğini söyleyerek ilmi kişiliğini övdüğü genç sahabisi Muaz b. Cebel’i[187] Yemen’e vali olarak göndereceği zaman aralarında
şöyle bir konuşma geçmişti:
-
(Sana
bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?
-
Allah’ın
kitabına göre hüküm vereceğim.
-
(O
konuda) Allah’ın kitabında bir hüküm bulamazsan?
-
Resulullah’ın
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) sünneti ile (karar vereceğim).
-
Resulullah’ın
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) sünnetinde yoksa?
-
Kendi
görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre hüküm vereceğim.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber: “Resulü’nün elçisini (Resulü’nün azuladığı cevabı vermeye) muvaffak
kılan Allah’a hamd olsun.” buyurmuştu.[188]
Müminler olarak
bizimde takip edeceğimiz metodun bundan farklı olmaması gerekir. Kur’an’ı Kerim
aeyetlerinde ve peygamberimizin sünnetinde imsâk vaktinin analizini yaptıktan
sonra fakihlerin bu konudaki görüşlerini ele almaya çalışacağız. Orucun
başlangıç vakti ile ilgili olarak ayet ve hadislerdeki ifadelerden hareketle
âlimler ilk dönemlerden itibaren imsâk vakti konusunda farklı görüşler beyan
etmişlerdir. Cumhur, keyfiyetinde ihtilaf etmekle beraber, imsâkın fecr-i
sâdığın doğuşu ile başladığını ifade etmiştir. Öyle ki, kaynaklarımızda imsâk
vaktinin başlangıcının fecr-i sâdık olduğunda ihtilaf olmadığı söylenmektedir. [189]
Bununla beraber, şâz da olsa farklı
görüşler de bulunmaktadır. Bu bölümde, imsâk vakti konusundaki görüşler
öncelikle i) güneşin doğuşu ii) fecrin doğuşu şeklinde ikiye ayrılacak, daha
sonra fecrin doğuşu konusundaki ihtilaflara ayrıca temas edilecektir.
1.3.1.
İmsâk
Vaktinin Fecrin Doğuşu İle Başladiği Görüşü
İmsâk vaktinin
fecrin doğuşu ile başlayacağı görüşü İslam âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür.
Bu görüş, Hz. Ömer, İbn Abbas ve ilim ehlinin çoğunluğundan rivayet edilmiştir.[190] Nevevî bu konuda, “oruca
başlamanın fecrin doğuşu ile olacağı ve bununla yeme içmenin haram olacağı
görüşü mezhebimizle beraber, Ebû Hânife, Mâlîk (ö.179-795), Ahmed b. Hanbel ve
sahabe, tabiûn ve onlardan sonra gelen âlimlerin büyük çoğunluğunun görüşüdür”[191] demiştir. Hatta daha önce de
ifade edildiği gibi bu konuda icma olduğu söylenmiştir. [192]
Bununla beraber, fecrin doğuş keyfiyeti
konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşler önce fecrin beyazlığı veya
kızıllığının doğuşu şeklinde ikiye ayrılabilir.
1.3.1.1.
İmsâkın
Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Beyazlığıyla Başlaması Yaklaşımı
Cumhuru ulemâ
orucun başlama vaktini, beyaz olan ve genişliğine yayılan ikinci fecrin doğuşu
olarak kabul eder. Onlar bu fecrin özelliğini beyazlık olarak ifade etmiştir.
Orucun fecr-i sadık adı verilen yatay aydınlık / beyazlıkla başlayacağı
görüşünün delili, ayeti kerime ile beraber Adî b. Hâtim ve Sehl b. Sâ’d’dan
gelen hadislerdir. Ayet ve hadislerde açık bir şekilde beyazlık ifadesi
geçtiğinden, “fecrin doğuşunda beyazlığa itibar edilmeli” görüşünü
savunan âlimler, beyazlığın vasfı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Bu konuda;
beyazlığın ilk doğduğu an, beyazlığın ufukta yayılması / intişâr etmesi ve
beyazlığın tebeyyün etmesi şeklinde üç farklı görüş bulunmaktadır. Ancak ilk
iki görüş genelde beraberce zikredildiğinden, beyazlığın ilk doğduğu an ve
ufukta yayılması görüşlerine aynı başlık altında temas edilecektir.
1.3.1.1.1.
Ufukta
Aydınlığın Oluşmaya Başladığı İlk Vakit (Fecrin İlk Tuluûnu Sınır Kabul
Edenler)
İmsâk vaktini
fecr-i sâdığın doğuşu olarak kabul eden alimlerin çoğunluğu, vaktin girdiğine
hükmetmek için ilk doğuş anına itibar edileceği görüşündedir. Bu görüş için
bazı gerekçeler zikredilmiştir. Bunlardan birincisi Bakara 2/187. ayette geçen hatta
lafzıdır. İbn Atiyye (ö.546/1151), Bakara 187. ayeti tefsir ederken, ayette
geçen hattâ lafzının gaye ve beyan olmasından hareketle, fecrin ilk
doğuş anında vaktin girmiş olacağını ve fecrin tulûundan sonra belli bir
sürenin geçmesi ve tebeyyün etmesi gerektiği görüşünün doğru olmadığını ifade
etmekte ve İbn Mes‘ûd ve Semura b. Cündeb’ten gelen hadislerin de bunu
gerektirdiğini söylemektedir.[193] Râzî (ö.606/1209) de aynı görüşü dile getirerek “oruç,
fecri sadığın doğuşunun ilk anında başlar. Bunun delili Bakara 187. ayettir.
Çünkü “hatta” kelimesi intihâi gaye içindir” demiştir. [194]
Bu görüşte
olanların ikinci gerekçesi yine aynı ayette geçen ve fecrin beyaz ve siyah
ipliğini ifade etmek üzere kullanılan hayt / ip kelimesidir. Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in bu ifadenin imsâk vaktinde oluşan
aydınlıktan mecaz olduğunu beyan
etmesi üzerine,
fecrin aydınlığı ipe benzer halde iken imsâk vaktinin başlayacağı kabul
edilmiştir. Kurtûbî (ö.611/1214), fecrin doğuşunu anlatmak için kullanılan hayt
lafzının yatay aydınlığın ilk anına itibar etmeyi gerektirdiğini ve bu fecrin
sağa ve sola yayılmasıyla tebeyyünün gerçekleşmiş olacağını söylemektedir. [195]
Reşid Rızâ (ö.1865) da tefsirinde, aynı
şeyi söylemiş ve isfâr vaktinde meydana gelen beyazlığın hayt / ip
olarak isimlendirilmesinin mümkün olmadığını, aksi görüşün (isfâr vaktine
itibar etme) Kur’an ifadesine ters olduğunu ifade etmiştir. [196]
Hanefî kaynaklarda
zikredilen genişlik ve ihtiyat görüşünü İbn Rüşd (ö.595/1199) de
nakletmektedir. Ancak İbn Rüşd (ö.595/1199) ifadeyi, fecirden önce yeme-içmeyi
bırakıp bırakmamakla ilgili olarak kullanmıştır. O şöyle demektedir: Malik’ten
meşhûr olan -ki cumhur da bu görüştedir- şudur; fecrin doğuşuna bitişik olarak
yemek caizdir. Ancak bazıları fecrin doğuşundan önce imsâk gerekir demişlerdir.
Birinci görüşün delili şudur: Buhârî’nin rivayetinde Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) “İbn Ümmi Mektûm nidâ edinceye kadar yiyin zira, o fecir
doğmadıkça nidâ etmez” buyurmuştur. Fecrin doğuşundan önce imsâk gerekir
diyenler ise ihtiyata binâen bunu söylemişlerdir. Bu görüş takvaya uygun
olmakla beraber, kıyasa uygun olan diğeridir. [197]
Nevevî
(ö.676/1277), ikinci fecrin doğuşu ile oruca başlanması gerektiğini söyledikten
sonra fecrin doğuşu ile kastedilen şeyin, fecirden kişiye zahir olan şey
olduğunu ifade etmektedir.[198] Nevevî (ö.676/1277) bu sözüyle,
fecrin doğuşu konusunda, ilk doğuş anı veya intişârı şeklinde bir ayrıma
gitmemiş ve fecrin doğduğu kesin olarak bilinince vaktin girmiş olacağını ifade
etmiştir.
İbn Kudâme
(ö.620/1223), fecrin doğuşuyla beraber vaktin gireceğini söyleyenlerin delilini
şöyle ifade etmektedir: Bizim bu konudaki delilimiz Allah’ın “Fecrin beyaz
ipliği siyah ipliğinden tebeyyün edinceye kadar yiyin için” ayetidir. Ayet
gündüzün beyazlığı gecenin siyahlığından tebeyyün edinceye kadar anlamındadır.
Bu da ancak fecrin doğuşu ile olur. İbn Abdilber Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’in “Bilâl gece ezan okuyor, İbn Ümmi Mektûm ezan
okuyuncaya kadar yeyin için” sözünün el-haytu’l-ebyad ifadesinin
sabah anlamında olduğuna delâlet ettiğini
söylemektedir.
Sahurun fecirden önce olacağı konusunda A‛meş’in dışındaki herkes görüş birliği
içindedir. O bu sözünde şâz kalmış ve hiç kimse onun sözüne iltifat etmemiştir.
Oruçlu olunması gereken gündüz vaktinin fecrin doğuşu ile güneşin batışı arasında
kalan süre olduğu konusu müslüman âlimlerin çoğunluğunun sözüdür.[199]
Hüseyin Atay,
fecrin ilk doğuş anına itibar etmek gerektiğine dair görüşleri, dinde var olan
kolaylık ilkesine aykırı olduğunu söyleyerek reddetmektedir.[200] O Merğinânî’nin fecir hakkında söylediği ،،ikinci fecir,
yani fecr-i sadık, bir anlık veya 60/0/1/600/1/٤ bir 20771477
0//7101/1/19, 011711/71 bir 009/0710161 ve bir de 50711/ 1/0070/17٠. /7067"- 5001/ bu zamanı
kaplamaktadır. Bu fecrin ufukta yayılmasından sonra güneşin doğmasından önceki
vakte kadar sürmektedir” sözünü bu görüşüne gerekçe yapmaktadır. O, “fecir
bir süreci ifade ettiğine göre vakti bu sürecin başlangıcı ile sınırlamak doğru
değildir” demektedir.[201] Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’den gelen rivayetlerde beyazlık yayılıncaya kadar[202] ve kırmızılık ortaya çıkıncaya
kadar[203] gibi farklı ifadeler kullanılmış olmasından
hareketle, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in değişik zamanlarda
bu beyanlarda bulunduğunu ve durumun öyle söylemesini gerektirdiğini, bunun da,
sahur yemeğinin hep aynı anda yenmesinin şart olmadığına işaret ettiğini
söylemektedir.[204]
Hüseyin Atay, sahih
rivayetlere muhalif olan ve sahurun geciktirildiğine delalet eden hadisleri
nazarı dikkate almak suretiyle böyle bir sonuca varmıştır. Ancak Hz.
Peygamber’in sahurdan sonra namaz kıldığını, şâz olarak gelen birkaç görüş
dışında bütün âlimlerin sabah namazının vakti ile orucun başlangıç vaktinin bir
olduğuna dair icmayı göz ardı etmiştir. Bunun da ötesinde, Hz. Peygamber’in,
sahuru iplikleri ayırt edinceye kadar geciktiren Adî b. Hâtim’e yaptığının
doğru olmadığını, işin doğrusunun gecenin güzdüzden ayrılması olduğunu
söylediği hadisi zikretmemektedir. Teklif edilen bu görüş, ancak bütün naslar
göz ardı edilir ve “maslahat” prensibi yeter denirse ancak söylenebilecek bir
görüştür. Bütün bunlara rağmen bu görüşün ilim ehlinin çoğunluğunun görüşü
olarak verilmesi de ilginçtir.
1.3.1.2.
Fecrin
Tûlûsunun Tebeyyününü Sınır Kabul Edenler
İmsâkın fecr-i
sâdıkla başlayacağını söyleyenlerden bir kısmı, mücerred doğuş ya da ufukta
yayılmayı vaktin başlangıcı için yeterli görmemiş, fecrin tebeyyününün zorunlu
olduğunu söylemişlerdir. İbn Atiyye; Osman b. Affân, Huzeyfe b. Yemân, İbn
Abbâs, Talk b. Ali, Atâ b. Rebâh, A‘meş ve diğerlerinin fecrin yollarda ve dağ
başlarında tebeyyününü gerekli gördüklerini, Hz. Âli’nin (r.a) da sabah
namazını kıldırdıktan sonra “şimdi beyaz iplik siyah iplikten tebeyyün etti
dediğini nakletmektedir.[205] Mesrûk da; “onlar sizin
fecrinizi fecir saymazlardı, onlar evleri ve yolları dolduran fecri fecir
sayarlardı” demiştir.[206]
Sonraki dönemde bu
görüş İbn Hazm tarafından dile getirilmiştir. İbn Hazm bu konuda şöyle
demektedir: Fecir de şafak da ikidir. Birinci fecir ince, uzunlamasına kurt
kuyruğu gibi yükselendir. Bundan sonra karanlık olur. Bununla oruçluya yeme
içme haram olmaz ve sabah namazının vakti girmez. Bu konuda ümmet arasında bir
ihtilaf yoktur. Diğeri ise, doğu ufkunda güneşin doğduğu yerde ortaya çıkan
beyazlıktır. Bunun tebeyyün etmesiyle oruç vakti, sabah vakti için ezan ve
namaz vakti girer. Namaz vaktinin girmesi fecr-i sadığın tebeyyünü iledir. Bu
konuda ümmet arasında bir ihtilaf yoktur.[207]
İbn Hazm (ö.456/1064),
fecrin ilk doğuşu ile vaktin girdiği görüşünü hem Kur’ân hem de sünnete muhalif
olarak değerlendirmekte ve fecrin tebeyyün etmesi gerekir şeklindeki görüşünü
Huzeyfe (r.a)’dan gelen hadislerle delillendirmektedir.[208]
1.3.2.
İmsâkın
Şafak Sökmesinden Sonraki Ufuk Kızıllığıyla Başlaması Yaklaşımı
Orucun başlangıç
vaktinin, beyazlıktan sonra ortaya çıkan ve “şafak-ı ahmer”e benzeyen kırmızı
fecr olduğu görüşünde olanlar vardır. Bu görüş Huzeyfe ve İbn Mes‘ud’a nispet
edilmiş ve İbrâhîm en-Nehaî’nin de “yatay olan kırmızılık namazı helal
yemeği haram kılar” dediği rivayet edilmiştir. Bu ihtilafın sebebi, bu
konudaki
rivayetlerin muhtelif olması,[209] fecir kelimesinin müşterek olup,
hem beyazlık hem de kırmızılık için kullanılmasıdır.[210]
İmsâk vaktinin
kırmızı fecrin doğuşu ile başlayacağı, dolayısıyla fecrin kırmızılığının ortaya
çıkışına kadar yeme içmeye devam edileceği görüşü, Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem)’den rivayet edilen “Yeyiniz, içiniz, yukarıya doğru
yükselerek parlayan (yalancı fecir) sizi aldatmasın (yemenize engel olmasın)
kırmızılık doğuncaya (fecr-i sâdık) kadar yeyiniz, içiniz”[211] hadisine dayanmaktadır. Tirmizî
(ö.279/892) hadisin, hasen garip olduğunu söyledikten sonra, ehl-i ilim
arasında amelin buna göre olduğunu ve bu görüşün ehl-i ilmin tamamının görüşü
olduğunu ifade etmektedir. Dârakutnî (ö.385/995), senedinde bulunan Talk b.
Kays’ın kavi olmadığını, Ebû Dâvud (ö.275/888) da, hadisin Yemâme ehlinin tek
kaldığı bir hadis olduğunu söylemektedir.[212] Tahâvî (ö.321/933) hadisin
sıhhati hakkında bir şey söylememekle beraber, Allah’ın açık ayeti ve Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den mütevatir olarak gelen hadisler ve
ümmetin Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminden beri ameli,
mensûh olması muhtemel olan bir hadisten dolayı terkedilmez, demekte ve bu
sözün İmam Ebû Hânife (ö.150/767), Ebû Yûsuf (ö.182/798) ve Muhammed’in görüşü
olduğunu söylemektedir.[213] Cessâs (ö.370/981) da,
Müslümanlar arasında, kırmızılığın ortaya çıkmasından önce ufukta yatay olarak
görülen beyaz fecrin oruçlu için yeme içmeyi haram kıldığı konusunda bir
ihtilaf yoktur. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) Adî b. Hâtim’e “o
gündüzün beyazlığı ve gecenin karanlığıdır” demiş ancak kırmızılıktan
bahsetmemiştir[214] demektedir. Bu da imsâk için
fecrin kırmızılığının doğmasının şart olmadığını gösterir.
Hadisin sahih
olduğunu söyleyenler, beyaz fecre delalet eden hadislerle bunun arasını cem
etmeye çalışmışlardır. Hattâbî hadisteki ahmeru lafzının “yatay
beyazlığın kırmızılığın başlangıcının içine girmesi” anlamında olduğu
söylemiştir. [215] Elbânî de Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in fecr-i sâdığın ışığını ahmeru olarak vasfetmesi ile Yüce Allah’ın el-haytu’l-ebyadu
olarak ifade etmesi arasında bir çelişki olmadığını
ve vaktin
başlangıcı için kastedilen alametin, içerisine kırmızılık karışmış beyazlık
olduğunu söylemiştir. Çağdaş âlimlerden biri olan Elbânî, ayet ve hadiste
zikredilen beyazlık ve kırmızılığın arasını cemetmek için ikinci bir yorum
olarak fecrin bazen beyaz bazen kırmızı olabileceğini söylemekte ve fecrin
renginin doğduğu yer ve mevsimlere göre farklılık arzedeceğini ifade
etmektedir.[216] Bu görüş, diğer bazı
araştırmacılar tarafından da dile getirilmektedir.[217]
Hadisler arasını
cem sadedinde yapılan diğer bir yorum da ahmer kelimesinin Arap dilinde
zaman zaman beyaz anlamında kullanılıyor olmasıdır. Azîmabâdî Avnü’l-Ma‛bûd’da,
ahmer kelimesinin ebyad anlamında kullanıldığını ifade
etmektedir.[218] Arapların beyaz tenli anlamında ahmeru
kelimesini kullandıkları, insan için kullanılan ebyadu kelimesinin
temiz, ayıplardan âri anlamında olduğu söylenmiştir. İbnü’l-Esîr bu sözü
Sa‛leb’ten naklettikten sonra bunun doğru olmadığını ve Arapların ebyad
kelimesini hem insanlar, hem de başka şeyler için kullandıklarını
söylemektedir.[219]
İbn Rüşd, fecrin
kırmızılık olduğunu ifade eden rivayetlerin şuzûz kabilinden olduğunu buna
mukabil, beyazlığı ifade eden Bakara 2/187. âyetin ise bu konuda nas veya nas
gibi olduğunu ifade eder.[220] Cessâs da Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in; “Ne
Bilâl’in okuduğu ezan, ne de, yayılmadıkça, bu beyazlık sizi sahurunuzdan
alıkoymasın”[221] hadisi ile fecri Adî b. Hâtim’e
tarif ederken söylediği “o gündüzün beyazlığı ile gecenin karanlığıdır”
buyurup kırmızılıktan hiç bahsetmemiş olmasından dolayı, müslümanların “kırmızılık
ortalığı kaplayıncaya (gerçek fecir çıkıncaya) kadar yeyip içebilirsiniz”[222] hadisiyle amel etmediklerini ve
ihtilafsız olarak ufukta kırmızılıktan önce ortaya çıkan ve yatay olan
beyazlıkla oruçluya yeme içmenin yasak olacağını söylediklerini nakletmektedir.[223]
Hüseyin Atay
“Yiyiniz, içiniz. Yükselen parlaklık sizi yemekten alıkoymasın. Kırmızılık
yayılana kadar yiyiniz, içiniz” hadisinden dolayı kırmızılık yaygın hale
gelene kadar oruç
tutacak kimseye yemek, içmek haram olmaz, demekte ve ilim adamlarının
çoğunluğunun bu fikirde olduğunu söyledikten sonra, Tirmizî ve Tahâvî’nin
sözlerini delil olarak kullanmaktadır. Kırmızılığın zikredildiği hadiste
kırmızılık yaygın hale gelinceye kadar ifadesi bulunmamaktadır. Hadiste geçen “hatta
yekûne’l-fecru’l-ahmeru’l-mu‛terid” ifadesi yatay olan kırmızı fecir
doğuncaya kadar anlamındadır.[224] Tirmizî’nin şerhlerine
baktığımızda da kırmızılığın yayılması şeklinde bir kayda rastlamıyoruz. Tuhfetü’l-ahvezî’de,
bu ifade ile kastedilen mananın fecr-i sâdık olduğu söylenmekle yetiniliyor.[225] Eğer bu ifade ile kırmızılığın
yayılması kastedilmiş olsaydı zaten bu vakıaya da uygun olmazdı. Çünkü hem
fıkıh hem de tefsir kitaplarına bakıldığında, cumhurun yani ilim ehlinin
çoğunluğunun imsâk vakti için fecrin kırmızılığının doğuşunu şart koşmadıkları
görülmektedir. Daha önce de ifade edildiği gibi, kırmızılık fecr-i sâdığın bir
özelliğidir. Ancak bu özellik fecrin ilk ortaya çıkış anında görülmez.
Muhtemelen Tirmizî, bu ifadeyi imsâk vakti konusunda fecr-i kâzib
aydınlanmasını hariç tutmak için söylemiştir. Aksi takdirde, ümmet arasında
kabul görmemiş bir görüş ilim ehlinin görüşü olarak kabul edilmiş olur.
Hem hadislerde, hem
de fıkıh kitaplarında yatsı namazının sonu, sabah namazının başlangıcı ve
orucun başlangıç vakti aynı zamana bağlanmıştır.[226] Dolayısıyla, orucun başlangıç vakti ile ilgili
rivayetleri ele alırken bu da göz önünde bulundurulmalıdır. Daha önce de ifade
edildiği gibi sabah namazının vakti konusunda rivayet edilen hadislerde
kırmızılıktan hiç bahsedilmemiştir. Dolayısıyla, sabah namazının vakti
konusunda söylenmeyen bir şeyi orucun başlangıç vakti hakkında söylemek iki
vakti birbirinden ayırmak olur. Bu ise, her iki vakti aynı alamete bağlayan
naslara muhaliftir.
İmsâk vaktinin
başlangıcı hakkında gelen rivayetleri cem sadedinde dile getirilen bir yorum
daha vardır ki, kanaatimizce bu yorum daha isabetli gözükmektedir. Ayette
fecrin beyaz iplik olarak vasfedilmesi, fecrin geceden beyazlıkla ayrılacağına
işaret etmektedir. Ancak fecrin kırmızılık olarak ifade edildiği hadiste Hz.
Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem), insanların aldanabileceği bir
beyazlığa / fecr-i kazibe dikkati çektikten sonra fecr-i sâdığın özelliğini
kırmızılık olarak ifade
etmiştir. [227] Yani kırmızı olmak fecr-i
sâdığın ayırıcı vasfıdır. Çünkü fecr-i kâzib hiç bir zaman kırmızı olmaz. Beyaz
doğar, kaybolduğunda rengi yine beyazdır. Fecri sâdık ise beyaz doğar ancak
güneşin doğmasına yakın rengi kırmızıya döner. Hadislerdeki “yatay kırmızı
fecir doğana kadar” ifadesi de buna işaret emektedir. Aksi takdirde, “fecir
kırmızıya dönünceye kadar” gibi bir ifade kullanılması gerekirdi.
Dolayısıyla, iki fecir olduğunu ve birinci fecre aldanılmaması gerektiğini
ifade eden hadislerde ifade edilen yatay olmak ve kırmızı olmak bu fecri
birincisinden ayıran özelliklerdir. İmsâk vaktinin başlaması için bu vasıfların
ortaya çıkmasını beklemeye gerek yoktur.
1.3.3.
İmsâk
Vaktinin Güneşin Doğuşu İle Başladiği Görüşü
Ma’mer, Süleymân
A’meş (ö.148), Ebû Miclez ve Hakem bin ‘Uteybe, güneşin doğmasından az öncesine
kadar sahur yemenin caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu görüş; Hz.Ömer, Hz.Osman,
Huzeyfe, İbn Abbas, Talk bin Ali, hatta İbn Mes’ud, Ebu Musa el-Eş’arî, Süleyman
el-A’meş ve Atâ bin Ebî Rebâh’tan da rivayet edilir.[228] İbnu’l-Münzir, bazı ulemânın
“Günün aydınlığını gecenin karanlığından seçmek, aydınlığın yollara ve evlere
dağılmasyla olur.” dediklerini rivayet etmiştir.[229] Nevevî; A’meş, İshak bin
Râheveyh ve diğerleri, güneş doğuncaya kadar yemeye cevaz verdikleri görüşünün
onlardan sahih olarak gelmediğini belirtir.[230] Şevkânî, bu görüşün asla delili
olmadığını, İbn Ümmi Mektûm ezanının da fecir vakti ezan okuduğu bilindiği için
bu görüşe dayanak olamayacağını belirtir. Ayrıca Hz.Peygamber, sahur yapar,
camiye çıkar ve namaz kılardı. Bu ikisi arasındaki vakit, elli âyet okuyacak
kadardı. Bu görüş, dinen bilinenlere aykırı, gündemden düşmüş bir görüştür.[231]
A’meş, görüşünü,
şöyle temellendirir: “Fecir doğduktan sonra, güneş doğmazdan önce yeme-içme ve
cinsel birleşme, gündüzün başını/güneşin doğuşunu sonuna (gecenin ilk vaktine)
kıyasla helal olur. Nasıl ki sonu güneşin batmasıyla olursa, başlangıcı da güneşin
doğmasıyla olmalıdır.” Beyaz iplik, doğum ânıdır;
siyah iplik,
gecenin sonundaki âna bitişik andır. Ayet hakkında şunu söyler: “Beyaz iplik ve
kara iplikle kastedilen, gündüz ile gecedir. Benzerlik yönü, tamamen beyazlık
ve karanlıktadır. Benzetmede şeklin kastedilmiş olması, caiz değildir. Çünkü
sabahın doğuşu sırasındaki ufkun karanlığının, şekilce kara ipliğe benzetilmesi
kesinlikle imkânsızdır. Böylece ortaya çıkıyor ki, ak iplik ve kara iplikle
kastedilen, gündüz ve gecedir. Yüce Allah’ın, ‘Fecrin ardından, orucu akşama
kadar tamamlayın.’ buyruğundaki gecenin mahiyetini araştırırsak, bunun güneşin
batmasından ibaret olduğunu görürüz. Çünkü Yüce Allah, biraz ışık kalmasına
rağmen günbatımından sonrasını gece olarak adlandırmıştır. İşte aynen bunun
gibi, gündüzün ilk ucunda da durumun böyle olması gerektiği ortaya çıkıyor.
Güneş doğmazdan önce de, gecedir. Gündüz, ancak güneşin doğuşu sırasında olur.”[232] Fahreddin Râzî, imsâk ve iftarla ilgili bu
görüşlerin, tarihte kaldığını, fukahanın bunların bâtıllığında icmâ ettiğini,
sözü fazla uzatmanın yararsızlığını belirtir. İbn Kesîr, bu yaklaşımın, âyete
muhalefetinden dolayı, ilim ehlinden hiç kimsenin güvenle benimsediği bir görüş
olduğunu sanmıyorum demektedir.[233] Alûsî ise, ancak körün bu görüşe
bağlanabileceğini belirtmektedir. Şayet, örfî anlamdaki gündüz kastedilmiş
olsaydı, Yüce Allah “gündüze kadar yeyip içebilirsiniz.” buyururdu.[234]
Ebu Hanife, hasta
olan A’meş’i ziyarete gitti. A’meş, şöyle dedi: “Sen, evindeyken kalbime ağır
geliyorsun. Beni ziyaret edince, nasıl?” Ebu Hanife, sustu. Dışarı çıkınca,
“Niye, ona cevap vermedin?” dediler. Şu cevabı verdi: “Vaktinde oruç tutmayan
ve namaz kılmayan bir adama, ben ne diyeyim ki?” Bununla, ikinci fecirden sonra
güneş doğmadan önce yediği için orucunun olmadığını, tembellikten yıkanmadığı
için namazının olmadığını kastetti.[235]
İbn Rüşd, fecir
kavramını güneşin doğumuna genişletilmesi yorumunu zikre değer olarak bile
görmemiş ve hiç ele almamıştır. Zaten bu görüş, çok zayıf görülmüş ve mezheb
imamlarından hiçbirisi tarafından itibâr edilmemiştir. Sâdece bu birkaç yoruma
açık haberi alıp, ikinci fecirle birlikte yeme-içmenin haram olduğunu
belirten Kütübü
Sitte’deki sahîh hadîsleri hesaba katmamak uygun ve doğru bir davranış
değildir.[236]
Güneşin doğmasını
imsâk olarak savunanların naklî delilleri, İbn Ümmi Mektûm’un ezanı hadisleri,
Zirr bin Hubeyş/Huzeyfe hadîsi ile bazı sahâbîlerden rivayet edilen yoruma açık
sözler ve uygulamalardır.
1.3.4.
İmsâk
Vakti Konusundaki Fihkî Görüşlerin Değerlendirilmesi
İmsâk vakti
konusundaki tartışmalar –güneşin doğuşu ile başlayacağı görüşü bir tarafa
bırakılırsa – fecrin ilk doğuş anı, fecrin ufukta yayılması, fecrin tebeyyün
etmesi ve fecrin kızıllığı şeklinde ifade edilebilir. Cumhur fecrin ufukta
yatay hale gelmesini imsâk vaktinin başlangıcı kabul etmiş, fecirden ilk
aydınlıkla beraber oruca aykırı davranışlardan uzak durmanın da ihtiyata uygun
olduğunu söylemiştir. Cumhurun bu konudaki mesnedi Bakara 187. ayeti ile bu
ayetin tefsiri sadedinde Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’den gelen
rivayetlerdir. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) döneminden
itibaren, bütün dönemlerde imsâk vaktinin bu şekilde uygulanması da, göz önünde
bulundurulması gereken diğer bir husustur.
İmsâk vakti
konusundaki ikinci görüşü fecrin tebeyyün etmesi şeklinde ifade edebiliriz.
Tebeyyün lafzının pek çok âlim tarafından fecrin doğuşunun kesin olarak
bilinmesi ve bu hususta bir şüphenin bulunmaması anlamında kullanıldığını
görmekteyiz. İbn Kudâme, fecrin doğduğu konusunda kesin bilgi sahibi oluncaya
kadar yeme içmeye devam edileceğini, İbn Abbâs, Atâ ve Evzâî’den de böyle
rivayet edildiğini söyler.[237] İmam Malik, İmam Şâfî ve İmam
Ahmed b. Hanbel gibi sabah namazının gales vaktinde kılınmasını faziletli kabul
edenlerin tebeyyün ifadesini bu şekilde yorumladıkları ilgili bölümde ifade
edilmişti. Sahabeden, imsâk vaktinin girmesi için fecrin tebeyyün etmesi
gerekir görüşünde olanların sözleri de aynı şekilde anlaşılabilir. Bununla
beraber tebeyyün kelimesini bu anlamda kullanmayıp bununla yeryüzünün
aydınlanmasını kastedenler de olmuştur. Mesrûk’tan rivayet edilen “onlar sizin
fecrinizi fecir saymazlardı, onlar evleri ve yolları dolduran fecri fecir
sayarlardı” sözü de buna delalet etmektedir.
Cumhur ayette beyaz
ve siyah iplik olarak ifade edilen vaktin, fecrin ışığının kırmızı veya sarı
renge dönüşmesinden, hatta bu aydınlığın kalınlığının bir ipin
kalınlığını
geçmeden önceki zaman olduğunu söylemiş ve fecrin doğuşu için beyaz ve siyah
ipliğin beraberce bulunmasının şart olduğunu ifade etmişlerdir. Bundan dolayı
vaktin başlangıcını bu ışığın ufukta yükselmesine bağlayanların sözü sahih
bulunmamış ve bu ışığın yükselmesiyle, ayeti kerimede ifade edilen siyah
ipliğin kaybolmuş olacağı ifade edilmiştir. Muhammed Reşîd Rıza, fecir vaktinin
beyaz ve siyah iki ip olarak ifade edilmesi ne kadar güzel bir ifadedir. el-Haytu’l-ebyad
fecr-i sâdıktan ilk görünen şeydir. İsfâr vakti olduğunda bu vakti, hayt
(iplik) olarak isimlendirmeye hiçbir vecih yoktur. Orucun başlangıç vaktini
isfâr olarak kabul etmek Kur’ân’ın ifadesine terstir, demiştir.[238]
İmsâk vakti için
fecrin ışığının kırmızıya dönmesini şart koşan görüş de doğru kabul edilmemiş
ve bu vasıf Kur’an’ın vasfına muhalif kabul edilmiştir.[239] Bu görüşe fecir kelimesinin
kızıllık anlamında da kullanılıyor olması şeklinde yapılan delillendirmenin
isabetli olmadığı, ayet-i kerimede orucun vacip olmasının fecrin doğuşuna
değil, fecirden beyaz iplik miktarı kadarının doğmasına bağlandığı ifade edilmiştir.
Sözlükte fecirle ilgili olarak verilen tarif fecrin tam olarak, bütün vasıfları
ile doğmasının tarifidir. Dolayısıyla konuya sözlüklerden delil getirelecekse
fecrin doğuşuna değil el-haytu’l-ebyad’ın doğuşuna delil getirilmelidir.
Sonuç olarak, imsâk
vakti güneş ışınlarının doğu ufkunda ufka yatay olarak ortaya çıktığı andır. Bu
yatay beyazlık ufukta karanlık tarafından kuşatılmıştır. Bu, kitap ve sünnetten
anlaşılan vasıftır. Kırmızılığın doğuşunu fecrin ilk vakti kabul edenler ise,
İbn Rüşd’ün de dediği gibi şâz kalmıştır. Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in sabah namazını gales vaktinde kıldığını, namaz bittikten sonra dahi
insanların birbirlerini tanımakta güçlük çektiklerini ifade eden hadisler,
imsâk vaktinin güneşin ışığının yeryüzünü aydınlatmasından önceki vakit
olduğunu ortaya koyar. Çünkü hadislerde sabah namazı vakti ile imsâk vaktinin
aynı olduğu ifade edilmektedir.
İMSÂK VAKTİNİN BİLİMSEL
TESPİTİ
Çalışmamızın
birinci bölümünde imsâk vaktinin tayinine ışık tutan ayet-i kerimeler hadis-i
şerifler ve mezahibi erbaa görüşleri ele alınarak konu şer’i olarak izah
edilmeye çalışıldı. Bu bölümde ise fecr-i kazib (zodyak ışıması) ve fecr-i
sadık olaylarının bilimsel olarak derece cinsinden neye tekabül ettiği, tespit
yöntemleri, imsâk vaktinin tespitini etkileyen faktörler üzerinde durulmaya
çalışılacaktır.
“Gökküresi bilimi”
anlamına gelen Astronomi (İngilizce: astronomy, Fransızca: astronomie, Yunanca:
aoxpovopia = aaxpov + vopoç, astronomia = astron (gökcismi) + nomos (kanun)
"yıldızların kanunu"[240] kelimelerinin birleşiminden
oluşmuştur. İslam dünyasında astronomiyi ifade etmek için ilm-i felek teriminin
yanı sıra “felekiyyat, ilmi nücum, ilm-i nücum-i ta’limi, sınaat-i nücum,
sınaat-i tencim, ilm-i hey’e, ilm-i hey’et’il-âlem”[241] gibi isimler de
kullanılmaktadır.
Gökcisimlerini ve
kainatı inceleyen bir bilim dalı olan Astronomi etrafımızı çevreleyen evreni,
gezegenleri ve diğer gökcisimlerini (göktaşları, yıldızlar, kuyruklu yıldızlar,
çift yıldızlar, kara delikler, galaksiler, vb.), bu cisimlerin oluşumlarını, evrimlerini,
fiziksel yapılarını, kimyasal bileşimlerini, birbirlerine göre konumlarını ve
hareket yasalarını inceler.[242] İbn Haldun (ö. astronominin
tanımı ve konusunu Mukaddime’sinde şöyle tarif etmiştir: “Bu bilim (astronomi)
sabit yıldızlar ve gezegenlerin hareketlerini inceler.[243]
İnsan düşünce
dünyasının gelişimine büyük katkıda bulunan astronominin, insanların ibadet
hayatını düzenlemesi, çalışma, sosyal, kültürel ve ekonomik hayatı disipline
etmek gayesiyle inkişaf ettiği bir hakikattir. Bu sebeple astronominin gayesi,
uzun yıllar, dine ve insana hizmetten başka bir şey olmamıştır.[244]
İslâm dininin iman,
ibâdet, ahkâm ve ahlâk esaslarını ihtiva eden Kur'an-ı Kerîm ve hadislerde
ibadet zamanları ve dini günler, güneş ve ay’ın evreleri ile gökyüzündeki
hareket ve durumuna bağlanmıştr. İlk dönemlerinden itibaren İslam halkasının
gittikçe büyümesinin de getirmiş olduğu bir ihtiyacın neticesinde, İslâm devlet
adamlarının astronomiye alâkası artmış ve bunun sonucu olarak da yüzyıllarca
İslâm âlemi astronomi mevzuunda önderlik etmiştir.[245]
Bilindiği gibi
İslam dininde namaz vakitlerinin tayini gün ağarmasının başlangıcı (imsâk
vaktinin tespiti), güneşin doğuşu ve zevale varışı, güneşin batışı,
alacakaranlığın kaybolması, kıble yönünün tesbiti ve Hicri, Kameri aybaşlarının
tesbiti birer astronomi problemidir. İslam dünyasındaki bu problemlerin, batıya
yüzyıllarca etki eden İslam rasathaneciliğinin gelişimine büyük katkıda
bulunduğu bir hakikattır.[246]
Bilimsel
gelişmeleri Kur’an ile ispat etme veya yanlışlama ise bir başka sıkıntı
noktasıdır. Kur’an açık bir biçimde evrenin ve içinde yer alan bütün
varlıkların sahibinin Allah olduğunu ve bunların insanın hizmetine musahhar
kılındığı ifade edilmekte[247] ve israfa kaçmaksızın dengeli
bir biçimde onu kullanmasını öğütlemektedir[248]. Kur’an’ın muhtevası bir yana, sadece sure isimlerine
bakıldığında dahi Kur’an’ın bilimin konusu olan varlıkları ne kadar da öne
çıkardığı görülmektedir. Burada sadece astronomi ile ilgili olanları örnek
olarak vermek istiyoruz:
-
Nur
(ışık),
-
Duhan
(evrenin yaratılışına işaret eden duman ve gaz bulutu),
-
Necm (yıldız),
-
Kamer
(ay),
-
Buruc
(burçlar),
Tarık (bir yıldız
ismi), Fecr (sabah vakti), Şems (güneş), Leyl (gece), Duha (kuşluk vakti) Asr
(zaman),
surelerinin
isimleri doğrudan astronomi bilimi ile ilgilidir. Kur’an içeriğindeki temel
konuları belli bir ilişki biçiminde sunar. Bu ilişkileri Allah- insan,
Allah-evren ve insan-evren ilişkisi şeklinde gruplandırmak mümkündür. Kur’an-ı
Kerim’de astronomi biliminin ilgi ve inceleme alanına giren, ibadet
vakitlerimize de işaret eden onlarca ayet vardır, bunlardan birkaçını
paylaşacak olursak ;
ھوَُ الذى جَعَلَ
الشَّمْسَ ضِیَاءً وَالْقَمَرَ نوُرًا وَقَدَّرَه مَنَازلَ لتِعَْلَمُوا عَدَدَ
السِّنینَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللهّ ٰذلِكَ ٖٖ
اِلاَّ بالْحَقِّ
یفُصِّلُ ا ٰلاْیاتِ لقِوَْمٍ یَعْلَمُونَ
-
,
güneşi bir ışık (kaynağı), ayı da (geceleyin) bir aydınlık (kaynağı) kılan,
yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona menziller takdir edendir. Allah,
bunları (boş yere değil) ancak gerçek ile (hikmeti gereğince) yaratmıştır. O,
âyetlerini, bilen bir topluma ayrı ayrı açıklamaktadır.[249]
فالقُِ الاِْصْبَاحِ
وَجَعَلَ الیَّْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبانًا ٰذلكَِ
تقَْ ٖدیرُ الْعَ ٖزیزِ الْعَٖلیمِ
-
,
karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da
ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla
bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).[250]
یوُلِجُ الیَّْلَ
فِى النھََّارِ وَیوُلِجُ النھََّارَ فِى الیَّْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ
وَالْقَمَرَ كُلٌّ یجَْ ٖرى لاِجََلٍ مُسَمًّى ٰذلكُِمُ ٰاللهّ
رَبُّكُمْ لَھ الْمُلْكُ وَالذَّینَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِھ مَا یمَْلكُونَ مِنْ
قِطْمیر
ٖٖٖ
Allah, geceyi gündüzün
içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. Güneşi ve Ay’ı da koyduğu
kanunlara boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir vakte kadar akıp gitmektedir.
İşte bu, Allah’tır, Rabbinizdir. Mülk yalnızca O’nundur. Allah’ı bırakıp da
ibadet ettikleriniz, bir çekirdek zarına bile hükmedemezler.[251]
لاَ الشَّمْسُ
یَنْبغَى لھََا انْ تُدْركَ الْقَمَرَ وَلاَ الیَّْلُ سَابقُ النھَّار وَكُلٌّ فى
فَلكٍَ یَسْبحَُونَ
ٖٖ
Ne güneş aya
yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzmektedir. [252]
الشَّمْسُ
وَالْقَمَرُ بحُسْبان ' مج
Güneş ve ay bir
hesaba göre hareket etmektedir.[253]
وَجَعَلْنَا
الیَّْلَ وَالنھََّارَ ٰایَتَیْنِ فمََحَوْنَا ٰایة
الیَّْلِ وَجَعَلْناَ ٰایَةَ النھََّارِ مُبْصِرَةً لتِبَْتغَُوا
فضْلاً مِنْ رَبِّكُمْ وَلتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّ ٖنینَ وَالْحِسَابَ وَكُلَّ
شَیْءٍ فَصَّلْنَاه تَفْ ٖصیلاً
Biz geceyi ve
gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alâmet yaptık. Rabbinizden lütuf
isteyesiniz, yılların sayısını ve hesabını bilesiniz diye gece alametini
giderip gündüz alametini aydınlatıcı kıldık. İşte biz her şeyi açıkça anlattık.[254]
انَّ الصَّٰلوة
كَانَتْ عَلَى الْمُؤْمِٖنینَ كِتابًا مَوْقوتا
Namaz, mü’minlere
belirli vakitlere bağlı olarak farz kılınmıştır.[255]
وَاَقمِ الصَّٰلوة
طَرَفیِ النھََّارِ وَزُلَفاً مِنَ الیَّْلِ انَّ الْحَسَنَاتِ یذْھِبْنَ
السَّیپِّاتِ ٰذلكَِ ذِكْ ٰرى لِلذَّاكِ ٖرینَ
(Ey Muhammed!)
Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü
iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.[256]
وَالْفَجْر مم
Tan yerinin
ağarmasına andolsun..
[257]
وَالضُّ ٰحى
Kuşluk vaktine
andolsun..[258]
Nakli akla muhatab
kılan dinin sahibi, akılla nakil arasında tenakuz arzedecek şeyleri
indirmeyeceğine göre, akılla nakil muvafıktır demektedir.[259] İlk emri oku olan Kur’an’ın
akla, ilme, bilime ve hesaba verdiği değer bu kadar açıkken hükümleri ve
sebepleri tam anlamıyla irdelenmeden ayet ve hadisleri sadece lafzi olarak
algılayıp ve anlayıp ardındaki sebeb-i nuzül ve sebeb-i vürud gerçeğini görmezden
gelirsek günümüzdeki birçok dini güncel mes’eleye çözüm bulmakta zorlanırız.
İşte peygamber ve ashabı döneminde salt çıplak gözle (müşahede yöntemiyle)
imsâk ve ru’yet gözlemleri yapılıyorken günümüzde ispatlanabilir,
şaşmaz ölçümler ve
gözlemler yapılabilmektedir. Biz insanoğluna düşen vazife ilmi gerçekleri doğru
zamanda, doğru yerde, doğru bir şekilde kullanmaktır. Bunu yaparken de
Kur’an’ın ve sünnetin rehberliğinden kopmadan yapmak akıl ve nakil
birlikteliğini sağlaması bakımından da önemlidir.
İslâmda beş vakit
namazın başlangıç, zamanlarının tayininde yalnız iki vaktin astronomi
bakımından açıklığa kavuşması zorunluğu vardır. Bunlar yatsı namazı ile sabah
namazı (fecr-imsâk) başlangıç saatleridir. Zira bunların tespiti, güneş
doğmadan evvel doğu ufkunda gün ağarmasının başladığı ve güneş battıktan sonra,
batı ufkunda kızıllığın kaybolduğu yani karanlığın çökmeye başladığı zaman
güneş’in ufuk alçalma açısının bilinmesini zorunlu kılar.[260]
Bilindiği gibi,
güneş doğmadan evvel ve battıktan sonra, ufkun bir süre kızıl bir renk alması
olayına tan denir. Bu olay, yer atmosferi içinde güneş ışınlarının kırınım ve
dağınıma uğraması sonucu meydana gelir. Modern astronomide bu olay, güneş
battıktan sonra güneş'in görülen merkezinin ufuk düzleminden 18°. uzaklaşıncaya
ve güneş doğmadan evvel 18° yaklaştıktan sonra doğuncaya dek devam ettiği kabul
edilmektedir. Güneş'in günlük görülen hareketinin yörüngesi ekvatora paralel
olduğu için, Yer ekvatoru üzerindeki yerlerde tan olayı diğer enlemlere oranla
daha kısadır. Şu halde ekvatordan uzaklaştıkça akşam namazı ile yatsı namazı
arasındaki süre gittikçe artar.[261]
İslâm dünyasında
gün ağarmasının başlaması ve şafak'ın sona, ermesi için genellikle güneş'in
ufuk altında alçalması açısı olarak 20°-16° aralığı esas alınmıştır. Bu
değerler esas alınarak da tablolar ve çizelgeler düzenlenmiştir.
Habaş (ö.850) ve
El-Neyrîzi (ö.900) muhtemelen ilk defa ufuk alçalmasını 18° almışlardır. İbn
Yunus (Ö.1009), gün ağarması için 19° ve şafak için de 17° esas almış ve
tablolarını bu değerlere göre düzenlemiştir. Diğer taraftan Al-Battani
eserlerinde tan olayına hiç değinmemiştir. El-Biruni (ö.1205), Al-Kanun
al-Mas'udi adlı eserinde olayı etraflı olarak incelemiştir: “Sabahleyin ilk
önce, hafif ve uzun bir ışık sütununun yükseldiği görülür.Bu sütun, gözlem
yerinin enlemime bağlı olarak, ufka oranla az veya çok eğimlidir. Gün ağarması
başlamadan gözlenen bu aydınlanmaya aldatıcı sabah (al-subh al-kâzib, el-fecr
al“kâzib veyahut şeklinden
dolayı es-serhan-
kurt kuyruğu) adı verilir. Bu olayı takiben doğu ufku boyunca beyaz bir ışık
yayılır, buna gerçek sabah (al-subh al-sâdık) denir. Bu an, sabah namazının
başlangıcıdır. Sonra kırmızımtırak tan olayı başlar. Akşam üstü ise, sabah
gözlenen olayın tamamen tersi gözlenir.
El-Biruni (ö.1205)
ise gün ağarması ve şafak için 18°’yi güneş’in ufuk alçalma açısı olarak esas
almıştır. Fakat aynı eserinde Biruni, güneş’in ufuk alçalma açısı olarak
17°’nde kullanıldığını işaret etmiştir.
XI.yüzyılın ikinci
yarısında yaşamış olan İbn El-Heysem (ö.966-1039), çalışmalarında güneş’in
alçalma açısı olarak 18°’yi kullanmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda hazırlanan
namaz vakitleri ile ilgili tablolarda İbn El-Şatır’ın güneş’in ufuk alçalması
(19°-17°) değerleri kullanılmıştır.[262]
İslam dininin
sağlam bilimsel verilerle asla çatışmadığı bilinen bir husustur. Bu da İslam’ın
vahye dayalı bir din oluşundan kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşım, İslam’ın özgün
yapısını da göstermektedir. İslam dininin bu özgün yapısı, kişiyi pek çok
konuda tereddüt yaşamaktan kurtarmaktadır. Bilimsel yaklaşım, ilmi verilere
dayandığı için, onunla ilgili olarak tartışılabilecek yegâne unsur, bu hususta
ortaya konan bilimsel verilerin doğru olup olmadığıdır. Kur’an, her ayetinde
her zaman için gizli bir hikmet taşımaktadır.
2.1.2.
Astronomide
Şafak / Fecir Olayları
2.1.2.1.
Astronomi
İlminde Fecr-i Kâzib Ve Fecr-i Sâdik
Tezimizin giriş bölümünde
imsâkla alakalı kavramları izah ederken fecir kavramının dini ıstılahta fecr-i
kazib ve fecr-i sadık olarak ikiye ayrıldığını görmüştük. Astronomi dalında da
fecir olayları tan /şafak /fecir isimleriyle anılmaktadır. Tan olayını
tanımlayan (es-subh el-fecr, eş-şafak) gün ağarması veya fecr ve şafak'ın İslâm
dünyasında ve İslâm astronomi okulunda önemli bir yeri vardır. Zira gün
ağarması ve şafak zamanları sabah namazı ile yatsı namazının başlangıcını
tanımlar.[263]
Tan, şafak veya
fecir olayları, güneş battıktan sonra veya doğmadan önce, ışığının gökyüzünde
(yer atmosferinde) saçılması sonucunda oluşturduğu
aydınlanmadır. Bu
gökyüzü olayı İslam dininde yatsı ve imsâk vaktinin tespitinde büyük öneme
sahiptir. Bu aydınlanmanın esas nedeni yer atmosferi olduğu için, atmosferin
fiziksel durumu (sahip olduğu nem, toz parçacık miktarı, sıcaklık gibi), bu
olayın süresini belirlemede en etkili parametrelerdir. Unutulmamalıdır ki eğer
atmosfer olmasaydı ne akşam tanı ne de sabah şafağı asla gözlemlenemezdi.
Atmosferin fiziksel koşulları sabah ve akşam saatlerinde farklılık
gösterebileceğinden, akşam tanı ve sabah şafağının (fecir) gerçekleşme
anlarının simetrik olması beklenmemelidir. Atmosferik etkilerin yanında, ufuk
aydınlığının başlamasında veya bitişinde, güneşin gözlemcinin ufuk düzlemine
göre sahip olduğu açının da önemli bir yeri vardır.[264]
Astronomi ilminde
üç tür tan tanımı vardır: Sivil tan, denizci tanı ve astronomik tan. Bu
tan’ları birbirinden ayırt etmede genel kabul görmüş kriterler şunlardır:
Güneş’in merkezi esas alınmak üzere 0 ve 6 derece arasında ise sivil tan, 6 ve
12 derece arasında ise gemici tanı, 12 ve 18 derece arasında ise astronomik tan
olayı gerçekleşmektedir.
Tan olayının süresi
gözlemcinin bulunduğu enleme bağlıdır. Örneğin kutuplara yakın bölgelerde tan
olayı saatlerce sürebilmekte ya da belirli bir ay boyunca hiç gerçekleşmemekte
veya bazen haftalar boyunca sürebilmektedir.[265]
Tan olayı sırasında
iki türlü fecir gerçekleşir: Birincisi yer atmosferi ile ilgisi olmayan
“yalancı fecir (fecr-i kazib)” dir. Nedeni güneş sisteminde tutulum düzlemi
(yerin güneş çevresindeki yörünge düzlemi) üzerindeki toz parçacıklarının güneş
ışığını yansıtmasıdır. Bu nedenle Zodyak ışığı olarak da adlandırılır. Orta
enlemlerde görülme olasılığı en yüksektir. Son derece zayıf bir ışıma
olduğundan dolayı çoğunlukla görülememekle birlikte, meydana geldiğinde, dikey
yönlü bir aydınlanma şeklinde görülür. İkincisi “gerçek fecir (fecr-i
sadık)”dir ki bu durumda ufukta doğu- batı hattı boyunca yatay yönlü aydınlanma
görülmeye başlar. Her zaman olmamakla birlikte bazen Zodyak ışınımı (fecr-i
kazib) ile fecr-i sadık ışıkları üst üste binebildiği gibi, Zodyak ışınımıyla
birlikte kızıl şafak ve beyaz şafak da üst üste gelebilir. Örneğin sabah
fecrinde, şayet hava şartları mükemmel ve coğrafik enlem uygun ise, yalancı
fecir, gerçek fecirden 35-40 dakika önce görülmeye başlar. Zaman geçtikçe
gerçek fecir olayı,
tüm ufku yatay yönde kaplayan, beyaz (veya zamanla kızıl) renkli, bir ışık
hattı şeklinde görülmeye başlar.[266]
Fecr-i kazib ve
fecr-i sadık olayları hakkında şu kesin olarak bilinmektedir ki, fecr-i kazib
dediğimiz yalancı fecre (Zodyak ışımasına) şer’i her hangi bir hüküm terettüp
etmiyorken fecr-i sadık yatsı namazının son vaktini, imsâk vaktinin başlamasını
ve sabah namazının başlangıç vaktini tayin etmesi bakımından dini hükme konu
teşkil eder.
İmsâk vaktinin
fecrin doğuşuyla başladığını kabul edenler, fecrin doğuş keyfiyetinde ihtilaf
ettikleri gibi fecrin tespit edileceği şey konusunda da farklı görüş beyan
etmişlerdir. Malum olduğu üzere Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
döneminde, bugün var olan aletler olmadığından fecrin doğuşu ve vakitlere bağlı
diğer ibadetlerin başlangıç ve bitişi çıplak gözle yapılan gözlemlere
dayanmaktaydı. O dönemde, başka bir gözlem imkânı olmadığından gözlemin bu
şekilde yapılması bir zorunluluktu. Ancak Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’in, gözlemin yalnızca gözle yapılması gerektiğine dair bir emri veya
çıplak gözle yapılmayan gözlemlerin geçersizliğine dair bir ifadesi
bulunmamaktadır. Bununla beraber, fecir gözleminin yalnızca çıplak gözle
yapılacağını, çıplak gözle fecir tespit edilinceye kadar imsâk vaktinin girmiş
olmayacağını söyleyen ilim adamları vardır. Fecir gözleminin yalnızca çıplak
gözle yapılmasının gerekliliği yönünde görüş beyan edenler, Bakara 2/187.
ayette geçen hattâ yetebeyye leküm ifadesine dayanmaktadır. Ayetlerin ışığında
imsâk vakti başlığı altında da ifade ettiğimiz gibi, ayetteki bu ifade gözlemi
çıplak gözle yapmayı zorunlu kılmamaktadır. Tebeyyün kelimesinin
Kur’ân’daki diğer kullanımlarına bakıldığında da, bir kullanımının dahi gözle
görme anlamında olmadığı görülmektedir. Kökün Kur’an’daki kullanımlarından
anladığımız, tebeyyün kelimesi ayette; fecrin beyaz ipliğinin siyah
ipliğinden ayrıldığı konusunda kesin bilgiye sahip olmayı ifade eder. Şâz
olmakla beraber çıplak gözle gözlemin zorunlu olduğuna dair ileri sürülen
ikinci delil de İsrâ 17/78. ayetidir. Ayetin tefsirlerde nasıl anlaşıldığı ve
meâllere nasıl yansıdığı daha önce ifade edilmişti. Ayette geçen “inne
kur’âne’l-fecri kâne meşhûden” ifadesi”, Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem)’in bu konudaki ifadeleri yönünde
âlimlerin çoğunluğu
tarafından sabah namazına “gece ve gündüz meleklerinin şahit olduğu” şeklinde
anlaşılmıştır. Ancak bu ifade bazı meâllerde “fecrin yoğunlaşması gözle
görülebilir” şeklinde çevrilmiştir.[267] Tespit edebildiğimiz kadarıyla,
tefsirlerde böyle bir anlam yer almamaktadır. Ancak bir takım zorlamalarla
verilebilecek bu anlamı doğru kabul ettiğimizde de ayetten, fecri çıplak gözle
tespit etmenin zorunlu olduğu sonucunu çıkarmak mümkün değildir. Gözle
görülebilir şeklinde tercüme edilen meşhûden kelimesinin kökü olan şehide,
bilmek ve hazır bulunmak anlamlarını ifade eder.[268] Bilmeye sebep olması açısından
köke görmek manası verilse bile bunun çıplak gözle olacağını söylemek, yeni bir
anlam yüklemek olur. Şehide kökü hilâlin tespiti konusunda da
kullanıldığı halde günümüzde âlimlerin çoğunluğu hilalin hesapla tespitini caiz
görmektedirler. Bu konuda bir çalışması olan İbrâhîm b. Muhammed es-Sabîhî,[269] namaz vakitlerinin hesaba bina
edilmesinin caiz olduğu konusunda ilim ehlinin icmaı vardır, demektedir.[270] Günümüzde çıplak gözle yapılan fecir gözlemlerinin, geçmişte
ulaşılandan farklı çıkması, gözle yapılan gözlemlerin her zaman ve zeminde
farklı sonuçlar ortaya çıkaracağını göstermektedir. Oysa günümüzde aletle
yapılan gözlem sonuçları geçmiş dönemde Fıkıh ve astronomi âlimleri tarafından
fecrin doğuşu konusunda ulaşılan sonuçlarla parelellik arzetmektedir. Bu da
gözlemlerin alet ve hesapla yapılmasının doğruluğuna işaret etmektedir.
Dolayısıyla, günümüzde astronomi ilminin fecir ve diğer alametlerle ilgili
ortaya koymuş olduğu kurallar bireyler için belirleyici ve bağlayıcı olmalıdır.
2.1.2.1.
Fecir
Gözlemini Etkileyen Hususlar
Günümüzdeki dünya
bundan on dört asır önceki dünya değildir. Hayatımıza giren pek çok sunî şeyle
beraber sunî ışıklar ve dünyanın etrafına yerleştirilen uydular da dünyayı
kaplamıştır. Bunun gökyüzü üzerindeki etkisini inkâr etmek de mümkün değildir.
Bundan dolayı, fecir gözlemi yapacak olan kişi ve ortamla ilgili bir takım
şartların oluşması gerektiği fıkıh ve astronomi âlimlerin tamamına yakınının
görüşüdür. Buna rağmen fecrin ışığının yoğun bir ışık olması ve hiç bir
etkinin fecir
anında güneş ışıklarının görülmesini engellemeyeceği düşüncesinden hareketle,
şartların değişmesinin fecrin görülmesine etki etmediğini söyleyenler de
vardır. Ancak geçmişten günümüze fecrin doğuşu için belirlenen vakit, diğer bir
ifadeyle fecrin günümüzde geçmişte olandan daha geç farkedilmesi doğa
şartlarının ve insanın doğada yapmış olduğu değişikliklerin fecrin görülmesine
etki ettiğini göstermektedir. Ayrıca ışık kaynağına yakın yerlerde yapılan
gözlemlerde çıkan sonuçların nispeten karanlık ortamlarda yapılanlardan farklı
çıkması da bu etkinin delilidir. Klasik dönemde yazılan kitaplarda fecrin
doğduğunda şüphe başlığı altında âlimlerin, gökyüzünde ay olduğu veya
gökyüzünün bulutlu olduğu zaman fecrin gerçekte doğmuş olması ihtimaline binaen
oruca aykırı davranışlarda bulunmaktan sakınmanın müstehap olduğunu
söylemeleri, onların da fecrin tespitinin dış etkenlere açık olduğu kanaatinde
olduklarını gösterir. [271] Fecir gözlemi yapmış olan
kimseler de bu konudaki kanaatlerinin bu yönde olduğunu ifade etmişlerdir.
Bunlardan biri olan Şevket Avde şöyle demektedir:
“Pek çok örnek
ortaya koymuştur ki; fecir gözlemi profesyonellik ve doğru araçları kullanmayı
gerektirmektedir. Bu konularda mütesâhil davranıp da, doğru bir gözlem yapmak
için şehrin dışına çıkmayı yeterli görmek yanlış sonuca götürecek ve neticede
pek çok İslam ülkesinde olduğu gibi, fecir konusunda bazı karışıklıklara sebep
olacaktır. Bazıları, karanlık bir ortam seçme işinin abartılmaması gerektiğini
ve bu konuda özen göstermeye gerek olmadığını savunmakta, gerekli olan şeyin
Kur’ân’ın “tebeyyün” kelimesi ile ifade ettiği şeyin gözlenmesi olduğunu
söylemektedirler. Biz diyoruz ki bu doğru bir teklif değildir. Biz bugün kendi
oluşturduğumuz sunî ışık kirliliğinden dolayı sabahın ağarmasını / ilk
ışıklarını görememekteyiz. Eğer bu gözlemleri Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) döneminde yapmış olsaydık, o zaman ışık kirliliği olmadığından bütün
bu karmaşık şeyleri yapmak zorunda kalmazdık. Ancak net bir şey istiyorsak
gözlemimizi herhangi bir modern etkinin olmadığı bir yerden yapmalıyız. Bizim
fecir diye gözlemlemeyi arzu ettiğimiz doğa olayı geçmişte -19° veya -18° idi,
ancak günümüzde -16° veya - 15°’dir” dememizin hiçbir mantıklı tarafı yoktur.
Bizim ecdadımız olan astronomlar bu işi, sonuçlardan mutmain olacak şekilde
yapmışlardır. Eğer, bugün onların sonuçlarından şüphe ediyorsak, gözlemimizi
şehrin içinden veya küçük de olsa
farkedilen bir ışık
kaynağına yakın bir yerden değil, sağlıklı bir ortamdan yapmamız gerekir.”[272]
Suûdî Arabistan’da
yapılan gözlem heyetinin başında bulunan Zeki Mustafa da, gecenin sonunda doğu
tarafında ay bulunduğu zaman fecri ancak bu konuda tecrübeli olanların
görebileceğini söyleyerek, ay ışığının fecrin görülmesi üzerinde etkisi
olduğunu ifade etmektedir.[273] Zeki Mustafa yapılan gözlemlerin
birtakım şartları taşıması gerektiğini söyledikten sonra, gözlemlerin iklim
şartlarından ve araştırmanın yapıldığı mekândan etkilendiğini, her mekânın
kendine özel şartları olduğundan dolayı bir yerde yapılan gözlemin bütün yerler
için aynı sonuçları ortaya çıkaracağını söylemenin de zor olacağını ifade
etmektedir.[274] Işık kirliliği konusunda yapılan
bir araştırmada da şu ifadeler geçmektedir:
En saf ve temiz
çevrelerde bile göğün kendi minimum parlaklığı vardır. Bu parlaklığın dört
kaynağı vardır. Üst atmosferdeki donuk, kalıcı ve düşük yeğinlikli aurora[275], atmosferdeki gaz ve toz sebebiyle dağılan yıldız ışıkları,
gezegenler arası tozdan yansıyan güneş ışığı (Zodyak’a ait ışık) ve bilinmeyen
yıldız ve bulutsulardan kaynaklanan donuk bir artalan ışınımıdır. (Aurora gece
saatlerinde ve mevsimsel olarak değişse de ortalaması oldukça iyi bilinir ve on
bir yıllık güneş lekeleri çevriminde maksimum düzeye çıkar.) Belki de olmasaydı
daha iyi olurdu denilebilecek göğün normal parlaklığının küçük etkisinin
üzerine, insanoğlunun yaptığı yanlış aydınlatmadan kaynaklanan büyük etki de
eklendiğinde neredeyse astronomik gözlemlerin büyük şehirlerde yapılması
imkânsız hale gelmektedir.[276]
Bu konuda çalışma
yapan ilim adamlarının ifadelerinden fecir gözleminin, gözlem yapacak kişi ve
ortamla ilgili şu şartların varlığının zorunlu olduğunu anlamaktayız:
a.
Fecir
gözlemi yapacak kişinin şu iki şartı taşıması gerekir: Birincisi; Hz. Peygamber
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve sahabeden gelen ve fecr-i sâdık ve kâzib
arasındaki farkı ortaya
koyan hadisleri
inceleyerek bu iki fecir arasındaki farkı bilmesi. İkincisi; fecir konusunda
tecrübe sahibi olmasıdır.
b.
Gözlemin,
ayışığının olmadığı bir gecede yapılması gerekir. Ay hangi aşamada veya hangi
büyüklükte olursa olsun, fecir aydınlığına etkisi vardır.
c.
Gözlem
ışık kaynağından uzak, kelimenin tam anlamıyla karanlık bir ortamda
yapılmalıdır. Gözlem yapılan yerin şehirle kıyaslandığında karanlık olduğunu
hissetmek de yeterli değildir.
d.
Gözlem
esnasında, el feneri, kol saati, sigara gibi herhangi bir ışık kaynağı
bulunmamalıdır.[277]
e.
Gözlemi
ufkun açık olduğu yerden yapmak gerekir. Ufkun yükseltilerle veya dağlarla
kapalı olduğu yerlerden gözlem uygun değildir. Çünkü fecrin ilk aydınlığı
ufukta ortaya çıkar.
2.1.3.
Fecrin
Derece Cinsinden Belirlenmesi
Fecrin doğuşunun
derece cinsinden belirlenmesi, imsâk vaktinin başlangıcı için kriter olarak
kabul edilen aydınlanmanın oluştuğu vakitte güneşin ufuk altındaki durumunu
esas alarak vakte karar vermektir. Daha önce ifade edildiği gibi astronomi
ilminde üç farklı fecir olduğu kabul edilmektedir. Bunlar -18º’de oluşan
astronomik fecir, -12º’de oluşan denizci fecri / tanı ve -6º’de oluşan sivil
fecirdir. Astronomi ilminde bunlar dışında kabul edilmiş bir fecir ve özel bir
açı bulunmamaktadır. Aslında astronomide, ilmî olarak kabul edilen ve üzerine
hüküm bina edilen fecir astronomik fecir olup diğer iki fecre bağlanmış bir
hüküm de yoktur. Yukarıda her bir fecrin doğuşu için belirlenen kriterler açı
cinsinden her yerde aynı olmakla beraber, bu açıları her yer için geçerli
olacak şekilde saat/dakika cinsinden ifade etme imkânı yoktur. Çünkü güneş her
bir dereceli açıyı dünyanın her yerinde aynı hızla katetmez. Her bir derece
arasını dört (4) dakika kabul etmek bu konuda yapılan yaygın hatalardan
biridir. Her bir derece arasını dört (4) dakika olarak hesap edenler 360°’lik
açıyı bir gün miktarı olan 24 saate bölmektedirler. Ancak, güneşin ufukta
zahiri dönüşü / yürüyüşü dikey olmayıp, eğimli olduğu gözden kaçırılmaktadır.
Güneşin dikey hareketi sadece ekvator üzerindedir. Dolayısıyla, güneşin ufka
bir
derece yaklaşması
için geçecek zaman mevsimlere ve bulunulan enleme göre belirgin şekilde
değişir.
Beyaz şafakla
fecr-i sâdık bir mekânda hemen hemen aynıdır. Bu ikisi güneşin ufkun altındaki
görünür hareketi ile alakalıdır. Güneşin direk olmayan ışığı ve atmosfer
üzerine yansıyanı güneşin açısı ufkun 18º altında olduğunda başlar veya biter.[278] Günümüzde kullanılan takvimlerde
imsâk vakti için kabul edilen vakit güneşin ufkun -18º altında olduğu zamandır.
Pek çok takvim tarafından astronomik fecir fecr-i sâdığın doğuşu kabul
edilmekle beraber bu görüşte olmayan âlimler ve takvim yapıcıları da bulunmaktadır.
Günümüzde
astronomik fecir olarak bilinen -18º’yi fecri sadığın başlangıcı olarak kabul
edenler yalnızca modern astronomlar değildir. Geçmişte yaşamış olan müslüman
astronomlar tarafından da -18º ve daha yukarısı imsâk vakti olarak kabul
edilmiştir. Bu ilim adamlarını ve görüşlerini şöylece verebiliriz.[279]
Bettânî
(ö.317) 18º
Ebu’l-Hasen es-Sûfî (ö.376) 18º
Bîrûnî (ö.440) 18º
İbnü’z-Zürkâle (ö.493) 18º
Ebû Ali el-Hasen b. Ali b. Ömer el-Merâkişî (ö.660) 20º
Nsîruddîn et-Tûsî (ö.672) 18°
El-Kâdı Zâde (ö.672) 18º
Ebu’l-Hasen Ali b. Cafer b. Bâs el-Eslemî (ö.693) 18º
İbnü’ş-Şâtır (ö.777) 19º
Şeyh Cemâleddîn Abdullâh b. Halîl el-Mardînî (ö.806) 19º
Ebu’r-Rabî‘ Süleymân b. Ahmed el-Feştâlî (ö.1208) 18º
Ebû Ali el-Hasen b. Îsâ b. El-mecâsî 18º
Ebû Zeyd Abdurrahmân el-Bu‘aykilî (ibnü’l-müftî) 18º
Şeyh Hasen Efendi 18º
Şeyh Abdülazîz b. Abdüsselâm
el-Vezkânî 19º
Şeyh Mahmud el-Cennûbî 19º
El-Ferdâ el-Haysûmî el-Mîkâtî ebu’l-Kâsım b. Muhammed
el-Ensârî 19º
Ebu
Abdillâh Seyyidî Muhammed el-Mu‘tî Merîn er-Rabbâtî 19º
Eş-Şeyh ali b. Abdülkâdir el-Bentîtî el-Hanefî 19º
Açıkça
görüldüğü gibi dördüncü yüzyılda yaşamış olan Bettânî’den itibaren fecrin
-18º’den daha sonra doğduğunu ifade eden hiçbir bir müslüman astronom yoktur.
Bazıları bunu, muhtemelen ihtiyat gerekçesiyle, -20º’ye
kadar
çıkarabilmektedir.
Dolayısıyla geçmişten günümüze fecrin doğuşu konusunda meşhur görüşün -18º
olduğunu söyleyebiliriz. Îdâhu’l-kavli’l-hakki müellifi Merâkişî, Ezher
Câmiinin vakit hesaplamacısı olan Şeyh Cemâleddîn Abdullah b. Halîl b. Yûsuf
el-Mardînî’den (ö.806) yapmış olduğu nakille sonraki dönemlerde, bazı
araştırmacıların -18º’yi isfâr -20º’yi ise gales vakti olarak belirlediklerini
ifade etmekte ve astronomi ilminin muhakkıkların üzerinde ittifak ettikleri
ölçünün -19º olduğunu söylemektedir.[280]
Günümüzde
kullanılan takvimlerin çoğunda imsâk vakti, astronomi ilminde astronomik tan
olarak isimlendirilen vakte göre yapılmaktadır. Bunun yanında bir takım
gerekçeler ve yapılan gözlemlerde fecrin aydınlığının tespit edilememesi
sebebiyle astronomik tanı fecr-i sâdık olarak kabul etmeyenler de
bulunmaktadır. Son yıllarda, diğer İslam ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de
imsâk vakti konusunda bir takım itirazlar bulunmaktadır. Bu konuda yapılan
itirazlar için, imsâk vakti konusunda kabul edilecek olan fecrin keyfiyeti ve
fecrin her bir mükellef tarafından tespit edilmesi gerektiği şeklinde iki sebep
sayılabilir.
2.1.3.1.
Astronomik
Tani, Fecr-i Sâdik Olarak Kabul Edenler
Günümüzde
kullanılan takvimlerin çoğunda imsâk vakti astronomik fecre göre yapılmaktadır.
Bazıları, ihtiyat gerekçesiyle fecir üzerine ilaveler yaparak takvimlerini
hazırlamaktadırlar. Bu bölümde astronomik tanı imsâk vakti olarak belirleyen
gözlem heyetleri ve şahısların görüşlerine yer verilecektir.
2.1.3.2.
TC.
Diyanet İşleri Başkanlığı
TC. Diyanet İşleri
başkanlığı takvimlerinde imsâk vakti astronomik tan esas alınarak
yapılmaktadır. D.İ.B. bünyesinde 1980’li yılların sonlarından günümüze kadar
farklı zaman dilimlerinde yatsı ve imsâk gözlemleri yapılmış olup, 2011 yılında
başlayan kapsamlı imsâk ve yatsı gözlemleri A.Ü. Uzay Bilimleri Fakültesi
uzmanları ve D.İ.B.
astronom ve yetkili heyetiyle birlikte koordinasyon halinde devam etmektedir.[281] Çalışmamızda hacmi artıracağı
için bu gözlem sonuçlarını paylaşmayacağız.
2011 yılında
başlayıp hala devam etmekte olan gözlemler ise hem çıplak gözle hem de aletle
yapılmaktadır. Fotoğraf makinesi ile 28 adet yatsı, 22 adet imsâk gözlemi
yapılmıştır. Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsâk vakitleri ile ortalama
beyazlığın başlama vakti arasında -0.8±3.5 dakika fark oluşmuştur. Bu da
güneşin 17.8 derece ufka yaklaştığı zamana denk gelmektedir. Denek gözlemciler
ile 21 adet imsâk gözlemi yapılmıştır. Başkanlık takvimlerinde hesaplanan imsâk
vakitleri ile ortalama beyazlığın başlama vakti arasında 15.8±1.8 dakika fark
oluşmuştur. Bu da 15.7 dereceye denk gelmektedir.
Elde edilen
sonuçlardan, gözlemsel cihazlar ile bulunan imsâk / tan saatlerinin, teorik
(hesaplama) yoluyla belirlenen vakitlerle, hata barları mertebesinde, tamamen
uyuştuğu, denek gözlemcilerden elde edilen sonuçların ise çevresel ışık
katkısına da bağlı olarak teorik vakitlerden bir miktar (+14 dk mertebesinde)
sapma gösterdiği tespit edilmiştir.[282]
Diyanet İşleri
Başkanlığı, imsâk vaktinin başlangıcı olarak bilimsel bir ölçüt olan 18º’yi
esas almaktadır. Bu ölçütü, ilk Müslüman astronomlardan itibaren yapılagelen
astronomik gözlemler de teyit etmektedir. Buna göre sabah şafağının başlangıcı,
güneşin ufka 18º yaklaşması (bir başka ifadeyle güneşin doğmadan önce ufkun 18º
altında olması) halindeki vakit olarak tespit edilmiştir. Çeşitli yerleşim
yerlerinde imsâk vaktinin çıplak gözle fark edilmesi daha geç olabilir. Ancak
imsâk vakti hesapla belirlendiğine göre hesabın çeşitli yerleşim yerlerine göre
değişken olmayan ve bilimsel temeli olan bir ölçüte dayanması daha isabetlidir.
Bunun içinde en uygun ölçüt, astronik tanın başlangıcı olan 18º’dir. D.İ.B.’in
A.Ü. Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümünden bir grup bilim
insanıyla yaptığı uzun süreli gözlemlerin sonucunda, ufuk ışımasına duyarlı
aletlerle yapılan tespitlerinde 18º tercihiyle uyumlu olduğu görülmüştür.[283]
İslam dünyasında
astronomik tanı -18º’yi esas alan şahıs ve bazı kurulışlar ise şunlardır:
٠
Râbıtatü’l-Alem,'’l-İslami
٠
Ümmü’l-Kurâ
٠
el-Mesâhatü’l’Âmmetü’l-Mısriyye
٠
Pakistan
Ulûmü’l-islamiyye
٠
111811
Tahrân
٠
Tahran
Üniversitesi[284]
2.1.3.3.
Astronomik
Tani Fecr-i Sâdik Kabul Etmeyenler
Astronomi ilminin
-18º’yi aydınlanmanın başladığı vakit olarak kabul etmesine karşılık, bunun
fecr-i sâdık olmadığını, dolayısıyla fecrin -18°’de gerçekleşmediğini
söyleyenler de bulunmaktadır. Bunun farklı sebepleri vardır. Biz burada İslam
aleminde astronomik tanı fecr-i sadık olarak kabul etmeyenleri başlıklar
halinde sunup bilhassa ülkemizde farklı tanları ölçü kabul eden şahıs ve
kurumlar hakkında izahat verilecektir.
٠ Suûdî Arabistan Gözlem Heyeti / Meşrû’u
09112501-1 Şafak
٠ Kuzey Amerika Gözlem Heyeti (ISNA)
٠ Müessesetü’l-Livâ (İran / Kum)
٠ Mısır Araştırması
٠ Amerika Gözlemleri
٠ İslâmi Örgütler Birliği (Fransa)
1201 ٠
٠ Abdülhak Sultan
٠ Abdülmelik Ali el-Küleyb
٠ Sa‘d el- Haslân
٠ İbn Useymîn
٠ Muhammed Ahmed et-Türkî[285]
2.1.3.3.1.
Abdülaziz
Bayındır (Süleymaniye Takvimi)
Astronomik fecri
imsâk vaktinin başlangıcı olarak kabul etmeyen ilim adamlarından biri de
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Abdülaziz Bayındır’dır.
Bayındır yapmış olduğu açıklamalarda fecrin tebeyyünü görüşünden hareketle her
bir mükellefin bulunduğu ortamda fecir kendisine tebeyyün edinceye kadar yeme
içmeye devam edebileceğini söylemekte ve güneşin doğu ufkuna yakınlığı -8.5°
olunca fecr-i sadık olacağını; sabah namazı vakti girip, oruç yasakları
başlayacağını ifade etmektedir.
Bayındır,
yıldızların çekilmeye başladığı vakitten güneşin doğuşuna kadar olan vakti
gecenin üçüncü bölümü olarak tanımlamakta bu süreci de seher ve imsâk vakti
olarak ikiye ayırmaktadır.[286]
Bayındır, seher
vaktini ufkun -18º’deki hali olarak kabul etmektedir. Ancak bu durumda ufukta
bir aydınlanma olduğu yapılan gözlemlerle açıkça görülmektedir.
Bunun yanında,
Sayın Bayındır, Başkanlığımız tarafından 1989 yılında yapılan gözlem
çalışmalarına bizzat kendisi de katılmıştır. O günkü gözlemlerde bazı günlerde
farklı görüş beyan ettiğine dair kayıtlar da mevcuttur. Ancak çıplak gözle
yapılan bu gözlemlerde takvimde kaydedilen vakitten iki dakika sonra fecrin
doğuşuna şahitlik ettiği halde bu gün 70 dakikadan fazla bir fark olduğunu
iddia etmektedir. Bu durumun farklı sebepleri olabilir: birincisi; Bayındır’ın
fecrin doğuşu konusundaki kanaati ilk dönemlerden itibaren cumhuru temsil eden
görüşten farklıdır. Ancak, Başkanlığımız bünyesinde yapılan gözlem
çalışmalarında yer aldığı zaman, fecri diğer grup üyeleri ile beraber tespit
etmiş olması geçmişteki görüşünün cumhur istikametinde olduğunu gösterir. İkincisi,
fecrin gözlem şekli konusundaki görüş farklılığıdır. Geçmişte gözlem için özel
yerler seçilmesi görüşünde iken bugün farklı düşünüyor ve fecri her bir
mükellefin bulunduğu yerden tespit etmesi gerektiğini düşünüyor olabilir. İmsâk
vakti konusunda yapmış olduğu beyanlarında bu tür ifadelere rastlamak
mümkündür.[287]
Ancak, yapmış olduğu gözlemlere
ait verdiği bilgilerde dünyanın farklı yerlerinde gözlem yaptığından
bahsetmektedir. Her bir mükellefin bulunduğu yerden fecrin doğuşunu tespit
etmesi gerekeceği görüşünde olan birinin, gözlem yapmak için özel yerler
seçtiğini ifade etmesi de bir çelişki olarak dikkati çekmektedir. Ayrıca bu
görüş, her bir mükellef için vaktin farklı zamanlarda başlaması sonucunu
doğuracaktır. Astronomik bir olgu olan fecrin ortaya çıkıp çıkmadığı
meselesinin kişilere göre niçin değişeceğinin de izah edilmesi gerekir. Bu
farklılığın bir diğer sebebi de, günümüzde astronomik şartların değişmiş olması
olabilir. Bize göre asıl sebep budur. Otuz yıl önce ışık kirliliğinin nispeten
daha az olduğu bir ortamda çıplak gözle iki dakika sonra farkedilen
fecir günümüzde şartların değişmiş olmasından dolayı tespit edilememektedir.
Gelecek yıllarda fecir konusunda hangi ölçünün alınacağını kestirmek de güçtür.
Bu durum, her dönemde insanlar için ölçüt olacak bir ilkenin kabul edilmesi
gerekliliğini göstermeye yeter.
Fazilet takviminin
imsâk vaktini belirlerken esas aldıkları dereceyi ve ilgili dayanaklarını
burada sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Bir yerin namaz
vakitlerinin doğru olarak hesaplanabilmesi için; küresel üçgen formüllerinin ve
diğer astronomik formüllerin fıkhî esaslara tam olarak tatbîki gerekmektedir.
Bunun için hesaplamalarda sadece “geometrik değer” sonuçları değil, fıkhî
ölçülere uygun olan “görülen değer” sonuçları esas alınmıştır. Mesela, güneşin
doğuş-batışı için 'geometrik doğuş-batış' değil, çıplak gözle gözlenebilen
'görülen doğuş-batış' asıldır. Sadece geometrik değerlerin hesaplanması ile
elde edilen değerler -bunların sapmasına sebep olan pek çok unsurdan dolayı-
gerçek değerleri karşılayamamaktadır. Bu sebeple namaz vakitlerinin hakiki
değerlerini koruyabilmek için İslâm âlimleri bazı zarurî tedbirler almışlardır.
Bu tedbirler; geometrik değerlerin yine astronomi otoriteleri tarafından yaygın
kabul gören ilmî teoriler, kurallar ve metotlar çerçevesinde düzeltilmesidir.
İşte bu hakiki değerleri elde etmek için yapılan düzeltmelere “Temkin” adı
verilmektedir. Temkin, daha ihtiyatlı olmak için yapılmış bir düzeltme değil,
fıkhî olarak yapılması zarûrî bir düzeltmedir. Bu düzeltmelerden sonra ortaya
çıkan değerler fıkhî ölçülere uygun hale gelir. Binaenaleyh temkinsiz
vakitlerin kullanılması sakıncalıdır. Bu itibarla 1985'ten îtibâren
takvimimizde 1982 ve daha evvelki yıllarda Türkiye'de yayınlanan Diyânet
takvimi de dâhil bütün takvimlerde gösterilen ve asırlardan beri
kullanılagelmekte olan temkinli vakitler kullanılmıştır.
Yatsı vakti için
güneşin 17 derece ufkun altına indiği, imsâk vakti için de 19 derece ufka
yaklaştığı anlar hesaba esas alınmış, ayrıca, beldenin arz üzerindeki yayılma
durumu ile irtifâ farklılıkları da nazar-ı dikkate alınarak lüzumlu temkinler
vakitlere ilâve edilmiş veya çıkarılmıştır. Tatbik edilmiş bulunan bu
temkinlere göre; öğle, ikindi ve yatsı namazı vakitlerine 10'ar dakika, akşam
namazı vaktine 7 dakika ilâve edilmiş; imsâktan 10 dakika, güneşin doğuşundan
da 5 dakika çıkarılmıştır.[288]
Görüldüğü gibi
ilgili takvimi düzenleyenlerin kendi açılarından bir takım şer’i ve bilimsel
izahatları bulunmaktadır. Şimdi özel konumu ve coğrafi konumu aynı olmasına
rağmen aynı tarihte farklı dereceler kullanıldığında yine aynı yer için nasıl
farklı imsâk zamanları tespit edilmiş beraber görelim.
Diyanet Takvimi
Örneği: 15.12.2017 tarihi için Diyanet Takviminin kaydettiği imsâk saati:
06:25’tir. Güneşin doğumu ise: 07:56’dır.[289]
Süleymaniye
Takvimi Örneği: 15.12.2017 tarihi için Süleymaniye Takviminin kaydettiği
imsâk saati: 07:15’tir. Güneşin doğuşu ise: 07:56’dır.[290]
Fazilet Takvimi
Örneği: 15.12.2017 tarihi için Fazilet Takviminin kaydettiği imsâk saati:
06:10, sabah: 06:30[291], Güneş ise :07:54’te doğmuştur.[292]
Diyanet takvimi
ile Süleymaniye takvimi arasındaki imsâk farkı 50 (elli) dakikadır yani
yaklaşık olarak bir saate yakın bir zaman dilimi o sebepten olmalı ki sayın
Bayındır ülkemizde 40 dakika önceden oruca başlanılıyor demektedir.[293]
Diyanet takvimi ile
Fazilet takvimi arasındaki imsâk farkı ise diyanet takviminden 15 dakika
öncesine tekabül etmektedir. (Temkin ve ihtiyat dahlinde) Paylaştığımız bu
veriler ışığında şunları söyleyebiliriz: İmsâk vakti ki çalışmanın başından
beri fecr-i sadıkla eş anlamlı kullandığımız ve birçok ibadetimizin sıhhatini
etkileyen önemli bir zaman dilimidir. Yatsı namazının vaktini sona erdiren,
sabah namazının başlangıcı olan ve oruçlu için yemeye, içmeye, cinsel ilişki ve
tüm oruç yasaklarına başlama anı olan imsâk vakti için farklı söylemler faklı
görüşler İslam’ın ilk yıllarından beri varolagelmiştir. Bu bir zenginliktir ve
ruhsattır diye düşünmekteyiz. Lakin burada önemli bir husus vardır, bir
ibadetin vakti hususunda
bariz farklılıklar
Müslümanların zihinlerinde bir takım tereddütler meydana getirmektedir. Burada
dikkat edilmesi gereken hususun şu olduğunu düşünmekteyiz. Birçok ilmi birikimi
birlikte kullanmayı gerektiren imsâk vaktinin tespiti hususunda şahısların ve
kurumların vahdet ve cemaat şuurunu zedeleyici, tefrikalara yol açıcı tutum ve
davranışlardan uzak kalınmasıdır. Burada faydalı olacağını telakki ettiğimiz
A.Ü. Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sacit
Özdemir’in astronomik tanın esas alınarak hesaplandığı imsâk vakti hakkındaki
raporunu burada paylaşmak istiyoruz.
Gözlemlerin yurt
içinde 6 ayrı merkezde, yurt dışında ise 2 ayrı merkezde yaptıklarını belirten
Özdemir, şunları kaydetti:
"Bu gözlemlerimizde
imsâk anının, güneşin ufkun yaklaşık 18 derece altındayken gerçekleştiğini
kanıtladık. Sayısal olarak bulduğumuz değer -17,8 derecedir. Bu takvimlerimizde
verilen saatle tamamen uyum içindedir. Yatsı vaktinde yaptığımız gözlemlerde de
takvimlerimizdeki, ufki aydınlığın kaybolduğu ana denk gelen yatsı vaktiyle
tamamıyla uyum içinde çıkmıştır. Bu yönüyle kamuoyu imsâk ve yatsı vakitleriyle
ilgili Diyanet İşleri Başkanlığımızın yayınladığı takvimlerden en ufak bir
şüphe duymalarına gerek yoktur."
Yalancı fecr
denilen olayı, şehir içerisinde ışık kirliliği olan bölgelerde görme şansının
olmadığını vurgulayan Özdemir, uzman olmayan kişilerin bu gözlemleri yapmaları
durumunda fecri sadık ile yerel aydınlanmadan kaynaklı ışık kirliliğini
birbirinden ayırt edemeyeceklerini söyledi.
Özdemir, 2016'da
uydu verilerine dayalı olarak elde edilen "Dünyanın Işık Kirliliği
Haritası"na dikkati çekerek, konuşmasına şöyle devam etti:
"Avrupa kıtasında karanlık
bölge kalmamış, ışık kirliliğinden o kadar muzdarip durumda. Bu tür yerlerde
bırakın yalancı fecr gözlemini gerçek fecr anını algılamak bile zor bir
gözlemdir. Aynı şekilde Anadolu topraklarında da hiçbir karanlık bölgenin
kalmadığını görüyoruz. Biz burada ne kadar gözlem yaparsak yapalım yalancı fecr
olayını görme şansımız bulunmuyor. Nitekim buradaki gözlemlerimizin hiçbirinde
de yalancı fecr olayına şahit olamadık."
Yaptıkları çalışmalarda imsâk
vaktini, elde ettikleri eğrilerden çıkardıklarını anlatan Özdemir,
"Buradan çıkan sonuç gözlemsel zamanla takvimlerimizde verilen imsâk
zamanı arasındaki fark sadece 25 saniye çıkmış. Gözlemsel sonucumuz, kesinlikle
takvimlerimizdeki imsâk anıyla yüzde 100 uyumludur. Bu kadar hassas ve duyarlı
ölçümler yapabiliyoruz." dedi.
Özdemir, "İmsâk saatlerinin
belirlenmesinde fecr anını son derece duyarlı hassas cihazlarla tespit ettik.
Saniye mertebesinde duyarlı sonuçlar elde ettik. Bir tereddüde meydan yok. Bu
konuda iddiada bulunanlar hiçbir bilimsel veriye dayanmadan konuşmaktadır."
demektedir.
İmsâk anı
gerçekleştikten sonra aynen ayette belirtildiği gibi siyah ip olarak ufku,
beyaz ip olarak gökyüzünün alınabileceğini belirten Özdemir, "Gökyüzü her
geçen saniye giderek beyazlaşmak suretiyle yatay bir beyaz ipe dönüşmektedir.
Ufuk ise karanlığını muhafaza etmek suretiyle aynen bir siyah ip konumundadır.
Ayette tasvir edilen sahne aynen burada kaydettiğimiz sahnedir."
ifadelerini kullandı.
"Kendilerince
ortaya koydukları ve Din İşleri Yüksek Kurulunun ifade ettiği gibi fıkhi zayıf
görüşlere dayanarak, bir saat sonrasının imsâk olması gerektiğini iddia
ediyorlar. Hâlbuki bu parlama giderek yükselen bir eğilim gösteriyor. Bu olay
kesinlikle fecr anının, ufuktaki yatay parlaklığın anını göstermekte. Bazı
çevrelerin iddia ettiği bir saat sonra biz bu resmi çekmiş olsaydık, fotoğraf
makinesindeki bu resim patlamış, aşırı doyuma ulaşmış şekilde karşımıza
çıkıyor. O anının fecr olamayacağı açık ve seçik kanıtlanabilir. Biz o saate
kadar gözlemlerimizi dahi sürdüremiyoruz. Fecr anının o an olma ihtimali
bilimsel olarak kesinlikle mümkün değil." demiştir.[294]
2.1.4.
Astronomik
Fecir Konusundaki Görüş Farklılıklarının Sebepleri
İmsâk vakti için
astronomik tanın esas alınmasının hatalı olduğunun söylenmesi şu üç sebebe
dayanmaktadır:
1.
Astronomik
fecrin fecr-i kâzib olduğu iddiası
2.
İmsâk
vakti konusunda ictihat farklılığı
3.
Fecrin
aydınlığının çıplak gözle farkedilememesi.
2.1.4.1.
Astronomik
Fecrin Fecr-i Kâzib Olduğu İddiası
İmsâk vakti
konusunda -18º’den farklı bir görüşe sahip olanların bu ölçüyü fecr-i sâdığn
doğuşu ve imsâk vakti olarak kabul etmeme gerekçelerinin başında, bu vakitte
oluşan aydınlığın fecr-i kâzib aydınlığı olduğunu iddia etmeleri gelmektedir.
Bu görüşte olan Sa‛d el-Haslân; astronomik fecir fakihlerin fecr-i kâzib olarak
isimlendirdiği şeydir. Bu da çoğunlukla -18º’de olur. Havanın açıklığına veya
kapalılığına göre biraz öne veya geriye gidebilir, demektedir.[295] Bu görüşte olanlar günümüzde
kullanılan takvimlerin imsâk vakti için -15º ile -19.5º arasında farklı öçlüler
kullanmalarının sebebinin de bundan kaynaklandığını söylemektedirler.[296]
Bu iddia, bu konuda
araştırma yapan astronom ve din adamları tarafından reddedilmiş ve bunun
delilsiz bir iddia olduğu söylenmiştir. Söz konusu iddiaya, yapılan gözlemlerde
-18º’de oluşan aydınlığın Hz. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
yaptığı fecr-i kâzib tanımından farklı olduğu, bununla beraber bu tanıma uygun
olarak fecr-i kâzib aydınlığının -18º’den önce tespit edildiği şeklinde cevap
verilmişitir.[297] -18º’de oluşan aydınlanmanın
fecr-i sâdığa ait olduğu çağdaş astronomların yanı sıra geçmiş dönemde
yaşayanların da tespitidir. Bu konuda Bîrûnî’nin sözü şöyledir: “Fecrin üç hali
vardır. Birincisi ince, uzun ve dikeydir. Bu es-suhbü’l-kâzib’tir buna zenebü
serhân denir. Bu fecre herhangi bir hüküm bağlanmaz. İkincisi; ufukta
yataydır, yarım daire şeklinde yuvarlaktır. İbadetlerin şartları buna bağlıdır.
Üçüncüsü; onun peşinden gelen ve güneşin doğuşundan önce olan kırmızılıktır.
Din açısından birincisi ile aynı hükme tabidir. Fecir ve şafaka olan ihtiyaçtan
dolayı bu ilmin ehli, gözlem yapmışlar ve güneşin ufkun altında 18°’ye
geldiğinde fecrin doğduğunu kabul etmişlerdir.[298]
Avde de astronomik
fecir olan -18°’in fecr-i kâzib olduğu iddiasının bu konuda bilgi azlığından
kaynaklandığını, bunun astronomi ilminin tespiti olduğunu, Müslüman olmayan
astronomların da fecr-i kâzibi çok iyi bildiklerini ve astronomi ilminde fecr-i
kâzibe ed-dav'ü'l-bercî / zodiacal light dendiğini söylemektedir.
Bu söylediklerine delil olarak Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Virjinya
Üniversitesinin internet sitesinde, fecri sâdık ve fecr-i kâzib hakkında
yazılmış bir makaleden şu paragrafı aktarmaktadır: “Öncelikle fecr-i sadığı
gözetlemeden önce fecr-i kazibi gözetlemen gerekir. Fecr-i sâdığın doğuşu
yaklaşık olarak güneşin doğuşundan 90 dakika önce başlar. Bu vakitten önce,
eğer gökyüzü açık olur ve herhangi bir ışıktan uzak olursan doğu tarafına bak,
orada göğe yaklaşık 35-40°’lik bir açıyla sağa doğru meyleden üçgen şeklinde
bir ışığın gökyüzüne uzandığını göreceksin. Bunun ufuktaki genişliği 15°’den
fazla, gökyüzündeki genişliği de 5°’dir. Sabah vakti erken görülürse buna
fecr-i kazib adı verilir bu daha sonra fecr-i sadıkla birleşir. Bu ifadeler
şâz veya nâdirattan olmayıp neredeyse bütün batılı kayaklarda bununla uyumlu
ifadeler bulunmaktadır.[299]
Bu iddia sahipleri
-18º’nin fecr-i kâzib aydınlanması olduğu iddiasını bu ölçüyü esas alan
takvimlerin alan araştırması yapmadıkları şeklinde gerekçelendirmişlerdir.
Ancak bu iddianın doğru olmadığı ortadadır. Yapılan gözlem sonuçlarından bir
kısmı ilgili bölümde paylaşılmıştı. Bu gözlemler arasında yer alan ve Yemen’de
astronomlar tarafından yapılan gözlemlerde fecr-i kâzibin - 29.5°’de doğmaya
başladığı farkedilmiştir. Yine Avde, Ürdün ve Libya’da yapmış odukları
gözlemlerde her iki fecri de görebildiklerini ve fecr-i kâzibin -18º’den çok
önce ortaya çıktığını tespit ettiklerini aktarmaktadır.[300]
Astronomik fecre
yapılan itirazlardan bir diğeri de -18°’nin müslümanların değil batının tespiti
olduğudur. Bu iddiayı yapanlardan biri Abdülmelik Ali el- Küleyb’dir. Geçmişten
günümüze müslüman astronom ve din adamlarının yapmış olduğu gözlem ve
değerlendirmeler bu iddianın doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Müslüman
astronomların imsâk vaktine esas olacak fecrin doğuşu konusundaki görüşleri
liste halinde verilmişti. Orada görülmektedir ki yaklaşık bin yıl önce bu
mesele tespit edilmiş ve -18º imsâk vakti olarak belirlenmiştir.
2.1.4.2.
Fecir
Konusunda Farklı Görüşe Sahip Olmak
İmsâk vakti
etrafındaki tartışmaların sebeplerinden bir diğeri de klasik dönemdeki
tartışmalara tekrar dönmektir. Yani ayet ve hadislerde imsâk vaktine esas
olacak fecrin doğuş keyfiyetinin ne olduğu meselesi tekrar ele alınmış bu
konudaki ictihad farklılıkları da farklı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Fecr-i
sâdığın ilk doğuş anını vaktin girmesi için yeterli görmeyip, fecrin ışığının
yeryüzünü aydınlatmasını veya renginin kırmızıya dönmesini şart koşanların
görüş farklılıkları bu sebebe dayanmaktadır. Onlar, fecr-i sadığı kırmızılık ve
evleri, yolları ve dağ başlarını aydınlatması olarak anladıklarını söylemekte
ve fecrin doğuşu ile ilgili şu hususları zikretmektedirler.
1.
Fecr-i
sâdık güneşten belli bir süre önce doğar. Bu vakit kış ve yaz mevsimi olmasına
göre farklılık arzeder.
2.
Fecr-i
sadığa bazen, özellikle de gökyüzü açık olduğunda, kırmızlık karışır. Bu
kırmızılık fecr-i kâzibe kıyasla göreceli bir kırmızılık olup, havanın durumuna
göre artıp eksilebilir.
3.
Fecr-i
sâdığın ışığı çarşıları ve yolları doldurur.
4.
Ay
ışığının fecr-i sâdık üzerindeki etkisi sınırlıdır.[301]
Albanî, Abdülmelik Ali
el-Küleyb, Muhammed b. Ahmed et-Türkî, Abdülaziz Bayındır, Hüseyin Atay gibi
ilim adamlarının imsâk vakti için farklı görüşler beyan etmeleri de bu sebebe
dayanmaktadır. Bu gibi ictihadlar her dönemde var olmuştur. Birinci
bölümde ifade edildiği üzere cumhur fecrin ilk ışıklarını imsâk vaktinin
başlangıcı kabul etmeyi ihtiyata daha uygun bulmuştur. Bundan farklı düşünen
bir kimsenin vakitler konusunda kendi ictihadına göre hareket etme imkanı
vardır. Ancak, yalnızca bu ictihadı doğru kabul edip diğerlerini batıl saymak
İslam hukukundaki ictihat anlayışına aykırıdır.
2.1.4.3.
Çıplak
Gözle Yapılan Gözlemlerde Aydınlanmanın Fark edilmemesi
Astronomik fecre
itibar edilmesini yanlış bulanların öne sürdüğü diğer bir gerekçe de,
astronomik fecrin doğuşu kabul edilen -18º’de fecrin aydınlığının günümüzde
farkedilmemesidir. Bu görüşte olanlara göre şartlar ne kadar değişirse
değişsin, hangi hal ve şartta olursa olsun, imsâk vaktinin başlangıcı için
fecrin tebeyyün etmesi şarttır. Çünkü ayette, fecrin beyaz ipliği siyah
ipliğinden tebeyyün edinceye kadar yeme içmenin mübah olduğu bildirilmiştir.
Onlar, ayette geçen hatta yetebeyyene leküm ifadesini, mücerred gözle
görmek şeklinde yorumlamışlardır. [302]
Bu görüşü
savunanlar geçmiş dönemden ya da günümüzde tanınmış bazı alimlerin sözlerinden
delil getirmişlerdir. Bunların başında İbn Hacer el- Askalânî’den yapılan şu
nakil bulunmaktadır: “Günümüzde Ramazanda ihtiyat gerekçesiyle, ikinci ezanın
fecirden yaklaşık olarak yirmi dakika önce okunması ve oruç tutacak kişiye yeme
ve içmenin yasak hale geldiğine işaret olmak üzere lambaların söndürülmesi kötü
/ münker bir bidattır. Böyle davrananlar güneş battıktan sonra da bir derecelik
temkin uygulamaktadırlar. Böylece onlar iftarı geciktirmişler, sahurda acele
etmişler ve sünnete muhalefet etmişlerdir. Böylece onlarda hayır azalmış ve şer
çoğalmıştır.[303] Ancak İbn Hacer’in bu sözünde,
bu görüşte olanlara delil olacak bir ifade yoktur. Çünkü O, vaktin girdiği veya
çıktığı bilindiği halde temkin gerekçesiyle vakti öne veya geriye almaktan
bahsetmektedir. Dolayısıyla, bu ifadenin bu konu ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
[304]
Her dönemde harici
şartlar ne olursa olsun, fecrin aydınlığının her bir mükellef için açık bir
şekilde ortaya çıkmasını şart koşmak, ya sunî ışıkların fecrin doğuşu üzerinde
etkisinin olmadığını iddia etmek ya da imsâk vaktinin her dönemde
değişebileceği görüşünde olmak anlamındadır. Birinci görüşün doğru olmadığı
tecrübe ile sabittir. Araştırmalar göstermiştir ki ışık kaynağına yakın
yerlerde yapılan gözlemlerle, gözlem şartlarının oluştuğu yerlerde yapılan
gözlemler arasında büyük farklar vardır. [305] Yeri gelmişken ifade etmek
isteriz ki, insan gözünün algılayamacağı türden ışınlara duyarlı aletlerle
yapılan gözlemlerin neticesinde fecir gözlemine/tan olayına harici ışık
kaynaklarının etki ettiği bilimsel olarakta ispatlanmıştır.[306] Harici ışıkların fecrin doğuşu
üzerinde etkisi olsa bile, fecrin ışığı tebeyyün etmedikçe vaktin girmeyeceğini
iddia etmek ise bu vaktin her dönem ve mekan için farklı olabileceğini kabul
etmek anlamına gelir. Bu da Allah’ın kevnî bir hadiseye bağladığı vakti bu
hadise değişmediği halde değiştirmek anlamına gelir ki, bilebildiğimiz
kadarıyla bunun dinde bir örneği yoktur.
2.1.4.4.
İmsâkın
Başlangıcı İle İlgili Günümüz İlim Adamlarının Görüşleri
Çalışmamızın bu son
bölümünde ülkemizde her yıl Ramazan ayında adeta gündem oluşturan,
Müslümanların zihinlerinde şüphe ve istifhamlara neden olan
imsâk vakti
hakkında görüş beyan eden bazı ilim adamlarının değerlendirmelerine yer
verilecektir.
Prof. Dr. Yusuf
el-Karadâvî : Abdullah İbn Ümmü Mektum ile Bilal ve Zeyd İbn Sâbit’in
hadislerinden yola çıkarak Karadâvî şunları söylemektedir:
İmsâk vaktinin
girip girmediğinde şüphe eden kişi kesin emin oluncaya kadar yiyip içebilir.
Ümmetin otoritelerinden İbn Abbas da (r.a.) bu yönde görüş beyan etmiştir.
Ahmed bin Hanbel’in de uygulamasının bu yönde olduğu nakledilmiştir. Huzeyfe
(r.a.) da güneş doğmamakla birlikte ileri bir vakitte Hz. Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) birlikte sahur yaptıklarını ifade eder.
Bu ifadelerden
anladığımıza göre imsâk vakti ile sabah namazı vakti günümüz insanın uyguladığı
gibi dakika ve saniyelerle net bir şekilde tespit edilmesi gereken bir zaman
dilimi değildir. Aksine bu konuda sahabe ve tabiinin uyguladığı üzere
Müslümanlara genişlik tanınmıştır. Dolayısıyla pek çok Müslüman ülkede
yapıldığı üzere ihtiyat için sabah vaktinden bir süre önce imsâk vaktinin
belirlenmesi Hz. Peygamberin (salla’llâhu aleyhi ve sellem) ve ashabın
uygulamasına ters düşmektedir. Bu yüzden imsâk vakitlerinin net bir şekilde
tespit edilip imsâkiyeler, takvimler ve gazeteler yoluyla yayınlanması da uygun
değildir.[307]
Prof. Dr. Orhan
Çeker: Orhan Çeker, “Diyanete itiraz edenler Fecr-i Sâdık ile Fecr-i
Kazib’in arasının bir saat olduğu iddiasıyla imsâk vakti hakkındaki
tartışmaları gündeme getirmektedirler, demektedir. Fakat iki fecrin arasının o
kadar uzun olması mümkün değil. Yapılacak gözlemde iki fecrin arasının en fazla
30 dk. olduğu görülecektir.
Diyanet’in
belirttiği imsâk vaktinden sonra üzerine 20 dk. daha koyduğumuz takdirde 60-70
dk. arası bir zaman aralığı ortaya çıkar ki bu orucun vaktinden eksiltmek
anlamına gelir.
Dolayısıyla biz
Diyanet’in imsâkiyesine güveniyoruz, başka imsâkiyelere itibar etmiyoruz.
Diyanet’in imsâk vaktinde sahuru sonlandırmakla birlikte sabah namazı vakti
girer mi şeklindeki soruya da Çeker, şu şekilde yanıt vermiştir: Peygamberimiz
zaten fecr-i sâdıkta namaz kılmazdı. Bu konuda Hanefiler güneş doğumuna yakın
sabah namazı kılmayı faziletli zaman dilimi olarak tavsiye ederken Şafiiler
imsâk girdikten 30 dk. sonra namaz kılınmasını tavsiye etmişlerdir. İmsâk vaktinde
namaz kılmak doğru değildir demek sabah namazı vaktinin girmediği anlamına
gelmez. Diyanet’in imsâk vakti ile başlattığı sahurun sonlandırılması ihtiyaten
en doğru olanıdır.” görüşünü dile getirdi.[308]
Prof. Dr. Hayri
Kırbaşoğlu: Kırbaşoğlu, “Diyanet’in imsâk vaktinin sahurun sonlandırılması
için ihtiyati bir zamandır.
Diğer taraftan
“Ümmetim sahuru (vaktin sonuna doğru) geciktirdiği ve iftarı da acele ettiği
sürece hayır üzere olacaktır.” Hadisi gibi sahurun geç yapılması ile ilgili
gelen hadis ve Peygamberimizin uygulamaları göz önüne alındığında ortalığın
aydınlanmasını bekleyen birinin orucu da makbuldür. Bu konuda imsâk ile
ortalığın aydınlanması arasında geçen zamanda herkesin kişisel içtihadını
kullanmasında bir sakınca yoktur. Nihayetinde sahabe tüm samimiyetine rağmen bu
konularda bizim günümüz insanı kadar ince eleyip sık dokumaz, esnek hareket
eder ve birbirlerine bu kararlarında gayet anlayışlı idiler.
Zaten Müslümanları
serbest bıraktığınızda azimeti ruhsata tercih ettikleri için Müslümanların
basiretinden korkmamak gerekir. İmsâk vaktinde sahuru sonlandıran da ortalığın
aydınlanması bekleyen de nihayetinde oruç tutmuştur” değerlendirmesinde
bulundu.[309]
Prof. Dr. Hamdi
Döndüren: Her sene gündeme gelen ve Müslümanlar arasında kafa karışıklığına
neden olan imsâk ve iftar vaktiyle ilgili bazı kesimlerin yaptığı açıklamalar
faydadan ziyade zarara ve şüphelere yer veriyor. Oruca başlama vakti ve namaz
vakitleri, fıkıh kitaplarında detaylı bir şekilde yer alıyor. Bu vaktileri esas
alarak ibadetleri yerine getirmek farzdır. Ayrıca günümüzde birçok ülkede
yaygın olan takvim ve imsâkiyelere itimad edilmesi şu iki şartın bulunmasıyla
caizdir;
1-
Tayin
edilen vakitler tecrübe sahibi ve işin ehli astronotlar tarafından belirlenip,
fıkıh âlimlerinin onayından geçmelidir.
2-
Her
bölge kendi mıntıkasına ait imsâkiye ve takvimleri esas almalıdır. Zira dünya
elips şeklinde olduğu için namaz vakitleri, uzak illerde farlılık
arzetmektedir.
Astronomların, bir
takım teknolojik imkânlarla belirledikleri namaz vakitleri çağdaş birçok İslam
âlimi tarafından geçerli kabul edilmiştir. Zira belirlenen bu vakitler âlimler
tarafından bilfiil denenmiş ve neticesinde bu takvimlerin doğru olduğu kanısına
ulaşılmıştır. Dünya âlimler birliği başkanı Yusuf el-Karadâvî, uzun süren heyet
toplantıları neticesinde bu takvimlerin namaz ve oruç vakitleri için geçerli
olduğu kararına varmıştır.
İmsâk vakti fecri
sadık denilen ve çok kısa bir süre beliren aydınlığın ardından başlar. Öyle ki
Kur’an’ı Kerim’de izah edildiği üzere çok kısa süren bu vakitte beyaz iplik ile
siyah iplik birbirinden ayırt edilebiliyor. Gittikçe metropolleşen, çok katlı
binaların ve yoğun ışıklandırma sisteminin bulunduğu günümüz dünyasında fecri
sadıkta beliren bu ışığı birtakım teknolojik aletleri kullanmadan görmek
neredeyse imkansızdır. Bu bakımdan takvim ve imsâkiyeleri esas alarak namaz,
sahur ve iftar vakitlerini belirlemek biz Müslümanlar için büyük bir rahmettir.
Bununla birlikte
her konuda olduğu gibi bu konuda da ihtiyatı elden bırakmamak gerekir. Mezhep
imamlarına göre tayin edilen vakit girdikten sonra namaz için ihtiyaten on ile
on beş dakika arasında beklemek sünnettir.
Özellikle
Türkiye’de bazı kesimlerin her sene imsâk ve iftar vaktiyle ilgili kafa
karıştırıcı açıklamalar yapmalarını doğru bulmuyor, faydası olmayan bu
iddialardan bir an önce vazgeçilmesi gerektiğini düşünüyoruz.[310]
Prof. Dr.
Hayrettin Karaman: İmsâk vaktinin tespiti ile ilgili kendisine yöneltilen
sorulara Karaman, başlıklar halinde şu yanıtları vermiştir:
Oruç tutanların kafalarını
karıştıran imsâk tartışmaları hakkında konuşan Prof. Hayrettin Karaman,
Diyanet'in imsâk ve namaz vakti için yaptığı belirlemenin gönül rahatlığı ile
uygulanabileceğini söyledi.
Ramazan ayının
gelmesiyle oruç tutanların kafalarını karıştıracak hararetli imsâk tartışmaları
başladı. Birlik beraberlik mesajlarının verildiği bu mukaddes ayda imsâk ve
iftar saatleri konusunda ortaya atılan iddialar İslam alemini rahatsız ediyor.
Diyanet'in takvimine karşı bazı cemaatlerin kendi takvimlerini oluşturup oruca
başlama saatlerini farklı uyguladıkları biliniyor. Biz de "Diyanet'in
takvimi insanların kafalarını neden karıştırıyor?" sorusunu İlahiyatçı
Prof. Dr. Hayrettin Karaman'a sorduk.
Prof. Dr. Karaman,
"Diyanet, ayetlere ve hadislere dayanarak imsâkın ve sabah namazının ilk
vaktinin 'kırmızı şafak değil, beyaz şafakın ilk ışıkları, başlangıcı, enine
yayılanı' olduğunu kabul ediyor. Bunu tespit için de hem hesap yaptırıyor hem
de gözlem yaptırıyor. Bunu kabul etmeyen taraf ise şafakın kırmızı olduğunu,
bunun da daha geç belirdiğini iddia ediyor. İddiasına nakil ve akıl (bilim)
yönünden deliller ileri sürüyor. İlim ahlakı şöyle demeyi gerektiriyor: 'Benim
görüşüm budur ve bana göre bu doğrudur, başka görüşlere de saygım vardır ama
katılmıyorum.' İşte bu söylendiği zaman kafalar karışmaz, insanlar bölünmez,
ümmet tefrikaya düşmez. Bana göre Diyanet'in hem imsâk hem de sabah namazının
ilk vakti için yaptığı belirleme gönül rahatlığı ile uygulanabilir" dedi.
Sabah namazı niçin
başka zamanlarda ortalık aydınlanınca kılınıyor da Ramazan'da imsâk vakti
girince kılınıyor? sorusuna ise Karaman şöyle cevap verdi: "Namazların
vakti bir zaman çizgisi değil, zaman aralığıdır. Bu zaman aralığının başında,
sonunda veya ortasında bu namazlar kılınabilir. Ramazan'da insanlar, imsâk
başlayıp namazın vakti girer girmez sabah namazını kılıp yatmak istiyorlarsa bu
mümkün olsun diye namaz ilk vaktinde kılınıyor. Sair zamanlarda ise ortalık
biraz aydınlanınca kılınması tercih ediliyor. Bu iki uygulama da caizdir,
namaz, vakti içinde kılınmış olmaktadır."
İslam alimi Prof.
Dr. Karaman, imsâkın ve dolayısıyla onunla başlayan sabah namazının ilk
vaktinin ne ile belli olacağı, doğu ufkunda beliren hangi aydınlığın ve rengin
"imsâk ve sabah namazı vaktinin alameti" olduğu konusunun sahabe
devrinden beri tartışılmış bir konu olduğunu söyleyerek şöyle devam etti:
"Şimdiye kadar büyük çoğunlukla alimlerin kabul ettikleri ve uygulanan
usule eskiden de muhalefet edenler, farklı görüş ileri sürenler olmuştur.
Şafak'ın doğu ufkunda enlemesine yayılan beyaz renkli aydınlık değil de kırmızı
renkli şafak olduğu iddiası da, ortalık iyice aydınlanmadıkça oruç başlamaz
diyenler de eskiden beri vardır. 'Hesap mı, gözlem mi, her ikisi mi' tartışması
da yeni değildir. Bu sebeple tartışmaya taraf olanların 'yeni bir buluş yapmış
ve tek hakikati yakalamış olma edasından' vazgeçmeleri, daha mütevazı olmaları
gerekiyor. Bir de karşı tarafı 'bilerek yanlışta ısrar etme' ithamından
vazgeçmeleri icab ediyor."
Kurumun, ilmi esas
alarak ciddi araştırmalar yaptığını söyleyen Karaman, "Diyanet bunu
yaparken uzmanları topluyor, üniversite ile işbirliği yapıyor, samimi ve ilmî
bir sonuca ulaşıyor, bunun doğru olduğuna inanıyor ve ilan ediyor" dedi.
Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın öteden beri Müslümanların ulemasıyla ve halkıyla kahir
ekseriyetinin kabul ettikleri usulü ve vakti bugün de kabul ettiğini ve
uyguladığını ifade eden Hayrettin Karaman, "Diyanet İşleri Başkanlığı'na
dönüp 'Siz bilerek yanlışta ısrar ediyorsunuz' demek iftira olur, su-i zan
olur, Diyaneti töhmet altında bırakmak olur ki, bunu tasvip etmemiz mümkün
değildir" diye konuştu. Karaman, hepimizin tartıştığı bu önemli konuyu şu
iki maddenin altını çizerek özetledi: "Diyanet İşleri Başkanlığı farklı
görüşlerden habersiz değil. Ve aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığı söz
konusu farklı görüşlerin doğru olduğunu bildiği halde yanlışta ısrar ediyor
değil."[311]
Böylelikle imsâk
vakti tartışmaları ile ilgili olarak konunun uzmanlarının da görüşlerine yer
verdikten sonra bu çalışmanın tüm mükellefler için faydalar getirmesini
Rabbimizden temenni ediyoruz.
İslam, ALLAH’ın
beşeriyete gönderdiği son dindir. Emirleri evrenseldir ve kıyamete kadar geçerlidir.
Sorumluluk yüklerken tüm zamanlarda uygulanabilecek bir kıvamda ve herkesin
kaldırabileceği oranda kul sorumlu tutulmuştur. Allah hiç kimseyi gücünün
üstünde ve kaldıramayacağı bir yükle sorumlu tutmamıştır. Emirlerinin yerine
getirilmesinde ve uygulamalarda bir takım zorluklar söz konusu olduğunda da
ruhsat ve kolaylık kapısını kapatmamıştır.
İslam’ın temel
ibadetlerinden biri olan Ramazan orucunda iki vaktin belirlenmesi önem
arzetmektedir. Bunların birincisi ramazan ayının ilk gününün tespiti, ikincisi
ise oruca başlama anı olan imsâk vaktinin belirlenmesidir. Bu çalışmada imsâk
vaktinin tayin ve tespiti meselesi üzerinde durulmuştur.
Kur’an’ı Kerim’de 5
farklı ayette zikrolunan imsâk/fecr kelimesi, genel olarak bu ayetlerin
tamamında aynı anlamda olmak üzere “fecr-i sadık” manasında kullanılmıştır.
Dini anlam ve
mahiyetini ortaya koymak için lugat, tefsir, fıkıh ve özellikle hadis
külliyatına başvurduğumuz imsâk kavramı, fecr-i sadıkla eş anlamlı olarak
güneşin doğuşundan önce, doğu ufkunda genişliğine olarak doğan ve zamanın
ilerlemesiyle yayılan aydınlıktır. Bakara suresinin 187. ayetinde, fecr-i sadık
yani imsâk vakti fecr-i sadığın beyaz ipliğe, gece karanlığının da siyah ipliğe
benzetildiği mecazi bir ifade ile anlatılmıştır. Ayeti kerimedeki siyah ve
beyaz ip tabirini ayetteki mücmel ibareyi gerçek anlama hamlederek imsâk
vaktini farklı yaklaşımlarla tespit etme yoluna giden sahabeler olmuştur.
Bunların başında Adi b. Hâtim ve Sehl b. Sâ’d gelmektedir. İlk dönemlerde henüz
ayetteki kapalılığın Peygamberimizin beyanı ile giderilmediği dönemde Adi b.
Hâtim gibi yastığının altına siyah ve beyaz ip koyan ve Sehl b. Sâ’d gibi
ayaklarına siyah ve beyaz ip bağlayıp bunlar fark edilinceye kadar imsâk
(sahur) eden sahabeler vardı. Bir gün Adi b. Hâtim yaptığının doğru bir tespit
yöntemi olup olmadığını Peygamberimize sordu: Peygamberimiz (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) de ona yaptığının yanlış bir uygulama olduğunu ayette yer alan siyah
ve beyaz ip lafızlarının gündüzün aydınlığı ve gecenin karanlığı olduğunu
söyledi. Sünnetin beyanıyla vuzuha kavuşan bu durum, imsâk vakti konusundaki
Bilalin ve Abdullah İbn Ümmi Mektum’un Ezanları ile Abdullah İbn Ömer, Abdullah
İbn Mes’ud, fecr-i tarif sadedindeki rivayetler ile sahurun geciktirilmesini
teşvik eden rivayetlerden kaynaklanan faklı yaklaşımlara neden olmuştur.
Bidayetinden günümüze kadar oruç ibadetinin ilk vaktinin, yatsı namazının ahir
vaktinin ve sabah namazının ilk vaktinin fecr-i sadıkla başladığı hususunda
icma bulunmaktadır. Bu görüş Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezhebine mensup
alimler tarafından da kabul edilmiştir. İhtilaf imsâk vaktinin keyfiyeti
hususundadır. Doğu – batı yönünde enlemesine yayılarak genişleyen aydınlığın
ilk anına mı, tebeyyün etmesine mi, kızıllığa mı yoksa şaz bir görüş olarak güneşin
doğumuna mı itibar edileceği hususu tartışıla gelmiştir.
Çalışmamız
esnasında edindiğimiz bilgilere göre, imsâk vaktinin tayini hususundaki faklı
yaklaşımların, bu konudaki nasların bir bütün halinde değerlendirilmemesinden
kaynaklandığı düşünülmektedir. İmsâk vakti ile ilgili rivayetler
çalışmamızda olduğu gibi bir bütün halinde değerlendirildiğinde , vakti
kırmızılık ve tebeyyün şeklinde ifade eden yaklaşımların tevil edilebildikleri
halde, bu özelliklerin ortaya çıkması için vaktin oluştuğunu söylemek beyazlığı
ifade eden rivayetleri reddetmek manasına gelmektedir. Bundan dolayı fecrin
kırmızılığını şart koşan bazı araştırmacılar, Adi b. Hâtim ve Sehl İbn Sad’dan
gelen hadisleri sahih kabul etmemektedir. Hadis kaynaklarımızda sahih
olmadığına dair bir bilgi bulunmamakla beraber bunun yanında Buhâri’nin ve
Müslim’in ittifak ettiği (muttefekun aleyh) hadislerden olması ayrıca
önemlidir. Cumhur’a göre imsâk vaktinin ilk anı beyazlığa itibar edilmesi
yönündedir ki bizim de yakın durduğumuz görüş budur.
Şer’i ihtilafların
kaynağını bu şekilde tespit ettikten sonra günümüzde İsra Suresi 78. Ayetteki
“kur’anel fecr” ibaresini fecrin toplanması/yoğunlaşması olarak anlayan
araştırmacılar var ki özellikle baktığımız tefsir kaynaklarında böyle bir
manaya rastlayamadık. Yine aynı ayette meşhuden lafzının çıplak gözle imsâk
vaktinin tespit edilmesine dayanak oluşturan yaklaşımda ise meşhuden
kelimesinin hem ıstılah hem de tefsir kaynaklarında bir şeyi bilmek, vakıf
olmak, hazır bulunmak anlamlarında kullanıldığını tespit etmekteyiz. Kelimenin
bizatihi çıplak gözle görmek anlamını ifade eden bir izaha rastlamadık.
Tüm insanlığın
malumudur ki, gelişen ve yenilenen teknoloji dünyasında hem uzun süreli
(mevsimsel) rasat gözlemleri hem de kısa süreli (günlük) gözlemler adeta nokta
atışı mesabesinde yapılabilmektedir. İslam’ın belli vakitlere bağlı olarak farz
kıldığı ibadetlerin vakitlerini de doğru bir şekilde tespit edebilmek için ilk
İslam düşünürleri astronomi ilmine önem vererek fütühatlarını
gerçekleştirdikleri topraklardaki eserleri arasında rasathaneleri de ihmal
etmemişlerdir. Güneşin ufka yaklaşma yani imsâk vaktini tespit etme açısından
İslam dünyasında alimler farklı dereceler tespit etmişler ve kullanmaktadırlar.
Ülkemizde Diyanet İşleri
Başkanlığı ile İslam aleminde birçok ilim adamı 18 dereceyi kabul etmişlerdir.
Çalışmamızda paylaştığımız en son teknolojik aletlerle yapılan gözlem
sonuçlarının da 18 dereceye çok yakın çıktığı bilimsel olarak ispat edilmiştir.
Türkiye’de farklı dereceleri baz alarak hazırlanan Süleymaniye takvimi ve
Fazilet takvimi incelendiğinde haritada ve özel konumda bir farklılığın
olmamasına rağmen farklı dereceler kabul edildiğinde imsâk vaktinde bariz
farklılıklar gözlemlenmektedir. Bunun en temel nedeni bilimin imsâk gözlemini net bir şekilde tespit
edebilmek için sunduğu şartlara riayet etmemekten kaynaklandığın belirtmek
isteriz. Örneğin kızıl şafağa itibar edilmesi gerektiğini beyan eden
yaklaşımla, dinin kolaylık ve evrensellik prensibini öne sürerek imsâkı olması
gereken zamandan daha ileri bir boyuta taşıma girişimlerinin şer’i ve bilimsel
izahattan yoksun olduğunu belirterek, çalışanlara ve uyuyanlara erkenden imsâk
yaptırılıyor söylemlerinin keyfiyet içerikli izahlar olduğunu düşünüyoruz. Şu
bir gerçektir ki çöl, deniz gibi önü açık bir coğrafyada imsâk gözlemi
yapmakla, rengarenk ışık huzmelerinin olduğu bir mekandan imsâk gözlemi yapmak
ve inanları bu yönteme sevk etmek İslam’ın vahdet şuuru ile bağdaşmamaktadır.
İmsâk Vakti gibi
mühim bir konu hakkında son sözü söylemek gibi bir iddiamız bulunmamaktadır. Lakin
bu hususta kimsenin de benim görüşüm budur, doğru olan da budur gerisi
yanlıştır demesi hakkaniyete uygun bir söylem ve duruş değildir.
Netice itibari ile,
bulunduğu ortamda şer’i kaynaklardan ve bilimsel verilerden yola çıkarak,
astronomik ve atmosferik belirtileri bilen bir Müslüman, imsâk rasatında, ay
ışığının bulunmaması, ufukta pus oluşturacak kadar bir nemin olmaması, rasatı
etkileyecek oranda bir hava kirliliğinin bulunmaması ve şehir ışıklarının rasat
yapanları yanıltacak yoğunlukta olmaması kaydıyla bireysel olarak güneşin
hareketlerini gözlemleyerek imsâk vaktini tespit edebilir. Bu mümkün ve
meşrudur. Ancak bu atmosferik olayın, yukarıda bir kısmı sıralanan sebeplere
bağlı olarak çıplak gözle tam olarak tespit edilemeyeceği kuvvetli şüphesine
binaen, güneş ışıklarının ufka ulaştığı ve gözle görülmesinin mümkün olduğu ilk
anın bilimsel ifadesi olan astronomik tanın esas alınması daha uygun olur.
Çalışmamızın
inananlara faydalar getirmesini, ilim yolcularına farklı ufuklar açmasını,
Muhammed ümmetine her işinde, sözünde ve amelinde vahdet şuurundan ayrılmadan
hareket ettirmesini Yüce Rabbimden niyaz ederim.
AHMED b. Hanbel,
Ebû Abdillâh Ahmed b. Muhammed b. Hanbel b. Hilâl b. Esed eş-Şeybânî (ö.241), el-Müsned,
thk. Şu‛aby el-Arnavut vd. Müessesetü’r- Risâle, 1421/2001.
AKYÜZ Vecdi, “Fıkıh
Açısından İmsâk Vaktinin Başlangıcı”, Din İşileri Yüksek Kurulu Güncel Dini
Meseleler İstişare Toplantısı (Afyonkarahisar 30 Kasım 02 Aralık 2012), DİB
Yayınları, 83-130.
ALİYEV Sultanbek, “İbadet
Vakitleri Hakkında Hadisler ve Tahlili”, Erciyes Ü. Sos. Bil. Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2005
ELBÂNÎ Ebû
Abdurrahmân Muhammed Nâsiruddîn (ö.1420), Silsiletü’l-Ahâdîsi’s- Sahîhati ve
Şey’ün min Fikhihâ ve Fevâidihâ, Mektebetü’l-Me‛ârif li’n-neşri
ve’t-tevzî‛: Riyâd, 1415/1995.
ATAY Hüseyin,
“Sahûr Vakti”, İslâm Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 1979, cilt: VII,
sayı: 3-4.
ATAY Hüseyin,
“Sahur Vaktinin Tayin ve Tespiti”, İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi [Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi], 1982, sayı: 5.
AYNÎ Bedruddîn, Ebû
Muhammed Mahmûd b. Ahmed (ö.855), ‘Umdetü’l-Kârî Şerhu Sahîhi Buhârî,
Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi, Beyrût, ty.
BAYINDIR Abdülaziz,
Ekvatordan kutuplara namaz, 2012 S. 1-44
BEYDÂVÎ Nâsiruddîn
Ebû Sa‛îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî (ö.685) Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, Dâru İhyâü’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1418.
BEYHAKÎ Ahmed b.
El-Huseyn b. Ali b. Mûsâ el-Husrevcirdî el-Horâsânî Ebû Bekir (ö.458), es-Sünenü’l-Kübrâ,
thk. Muhammed Abdülkâdir ‛Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1424/2003.
BÎRÛNÎ Ebû Reyhân
Muhammed b. Ahmed (ö.440/1048), el-Kânûnü’l-Mes‛ûdî, Matbaatü Meclisi
Dâireti’l-Me‛ârifi’l-Osmâniyye: Haydarabad, 1373/1954.
BUHÂRÎ Muhammed b.
İsmâîl Ebû Abdillah, Sahîhu’l-Buhârî, thk. Muhammed b. Nâsır en-Nâsır,
Dâru Tavki’n-Necât: y.y, 1422.
CESSÂS
Hüccetü’l-İslâm Ebubekir Ahmed bin Ali er-Râzî (ö.370), Ahkâmu’l- Kur’ân,
thk. Muhammed es-Sâdık Kamhâvî, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-Arabî: Beyrut 1405/1985.
CEVHERÎ Ebû Nasr
İsmâîl b. Hammâd el-Farâbî (ö.393), es-Sıhâh Tacü’l-lüğa ve
Sıhâhü’l-Arabiyye, thk. Ahmed Abdülğafûr Attâr, Dâru’l-İlmi li’l-Melâyîn:
Beyrût, 1407, 1987,
ÇİÇEK Yakup,
“Kur’an’da Fecir Kavramı”, M.Ü.İ.F. Dergisi, S: 7-8-9-10, 1995, s.178-194
DÂRAKUTNÎ
Ebu’l-Hasen Ali b. Ömer el-Bağdâdî (ö.385), Sünen-i Dârakutnî, thk.
Şu‛ayb el-Arnavut vd. Müessesetü’r-Risâle, Beyrût, 1424/2004.
DÂRİMÎ Ebû Muhammed
Abdullah b. Abdurrahman b. Fazl, (ö.255/868) Sünenü’d- Dârimî,
Dâru’l-Muğnî: Suûdî Arabistan, 1412/2000.
EBÛ Dâvud, Süleymân
b. el-Eş‛as el-Ezdî es-Sicistânî (ö.275), el-Merâsîl, thk. Şu‛ayb
el-Arnavut, Müessesetü’r-Risâle: Beyrut, 1408.
EBÛ Hayyân,
Muhammed b. Yûsuf el-Endelüsî (ö.745), el-Bahru’l-Muhît fi’t-Tefsîr,
Dâru’l-fikr: Beyrût, 1420.
EBÛ Dâvud, Süleyman
b. Eş’as el-Ezdi es-Sicistani, (ö.275), Sünenu Ebû Dâvud,
Dâru’r-Risâleti’l-‘Âlemiyye: y.y., 1430/2009.
EZHERÎ, Muhammed b.
Ahmed b. el-Ezherî el-Herevî (ö.370), Tehzîbü’l-Lüğa, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî: Beyrût, 2001.
FÎRUZABÂDÎ
Mecdüddîn Ebû Tâhir Muhammed b. Yakup (ö.817), el-Kâmûsü’l- Muhît,
Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1426/2005.
GÖRMEZ Mehmet vd, Hadislerle
İslam , Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 2013
HÂKİM Ebû Abdillâh
Muhammed b. Abdillâh en-Nîsâbûrî (ö.405), el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn,
Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, Beyrût, 1411/1990.
HATTÂBÎ, Ebû
Süleymân Hamd b. Muhammed (388), Me‘âlimü’s-Sünen, el-
Matbaatü’l-İlmiyye: Haleb, 1351/1932.
HÂZİMÎ Ebû Bekir
Muhammed b. Mûsa (ö.584), el-İ‘tibâr fi’n-Nâsihi ve’l-Mensûh mine’l-Âsâr,
Dâiretü’l-Me‘ârifi’l-Osmâniyye: Haydarabâd, 1359.
HEYET İslâm
Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi: İstanbul, 1978.
HURAŞÎ Muhammed b.
Abdillâh (ö.1101), Şerhu Muhtasari Halîl, Dâru’l-fikr: Beyrût, ty.
İBN ‘ÂBİDÎN
Muhammed Emîn b. Ömer (ö.1252), Reddu’l-Muhtâr ale’d-Dürri’l- Muhtâr,
Dâru’l-Fikr, Beyrût, 1412/1992.
İBN ‘ATİYYE Ebû
Muhammed Abdülhak b. Ğâlib, (ö.542), el-Muharreru’l-Vecîz fî
Tefsîri’l-Kitâbi’l-‘Azîz, Dâru’l-Kütübi’l-‘İlmiyye: Beyrût, 1422.
İBN ÂŞÛR Muhammed
et-Tâhir b. Muhammed (ö.1393), et-Tahrîr ve’t-Tenvîr, ed-
DÂRU’T-Tûnisiyye li’n-Neşr: Tûnus, 1984.
İBN EBÎ Şeybe, Ebû
Bekir Abdullâh b. Muhammed (ö.235), el-Kitâbü’l-Musannef fi’l-Ehâdîsi
ve’l-Âsâr, Mektebetü’r-Rüşd: Riyâd, 1409.
İBN FÂRİS Ahmed b.
Fâris b. Zekeriyyâ (ö.395), Mu‛cemü Mekâyîsü’l-lüğa, Dâru’l- Fikr:
1399/1979.
İBN HACER Ahmed b.
Ali b. Hacer Ebü’l-Fadl el-‘Askalânî eş-Şâfiî, Fethu’l-Bârî Şerhu Sahîhi
Buhârî, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrût: 1379.
İBN HAZM Ebû
Muhammed Ali b. Ahmed, (ö.456), el-Muhallâ bi’l-Âsâr, Dâru’l- Fikr:
Beyrût, ty.
İBN HİBBÂN Muhammed
b. Ahmed, (ö.354), Sahîh, Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1408/1988
İBN HUZEYME Ebû
Bekir Muhammed en-Nîsâbûrî (ö.311), Sahîhu İbn Huzeyme, thk. Muhammed
Mustafa el-A‛zamî, el-Mektebü’l-İslâmî: 1424/2003.
İBN KESÎR
Ebu’l-Fidâi İsmâîl b. Ömer (ö.774), Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîm, Dâru’l-
Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût, 1419.
İBN KUDÂME Ebû
Muhammed Muvaffakuddîn Abdullâh b. Ahmed, el-Makdisî (ö.620), el-Muğnî,
Mektebetü’l-Kâhira: y.y., 1388/1968.
İBN MÂCE Ebû
Abdillâh Muhammed b. Yezîd (ö.273), Sünen, Dâru’r-Risâleti’l- ‘Âlemiyye,
y.y., 1430/2009.
İBN MANZÛR Muhammed
b. Mükerrem b. Ali Ebü’l-Fadl (ö.711), Lisânü’l-Arab, Dâru Sâdır:
Beyrût, 1414, Feyyûmî, Ahmed b. Muhammed b. Ali el-Hamevî (ö.770), el-Misbâhu’l-Münîr
fî Ğarîbi’ş-Şerhi’l-Kebîr, el-Mektebetü’l- İlmiyye, Beyrût, ty.
İBN MÂZE Ebu’l-Me‘âlî Burhânüddîn Mahmûd f. Ahmed b. Abdilazîz
b. Ömer (ö.616), el-Muhîtu’l-Burhânî fi’l-Fıkhi’n-Nu‘mânî, Dâru’l-Kütübi’l-
‘İlmiyye, Beyrût,
1424/2004
İBN MÜNZİR Ebû
Bekir Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî (ö.319), el-İşrâf ‛alâ
Mezâhibi’l-‛Ulemâ, Mektebetü Mekke es-Sâkâfiyye: Ra’sü’l-Hayme, 1425/2004.
İBN RÜŞD
Ebü’l-Velîd Muhammed b. Ahmed (ö.595), Bidâyetü’l-Müctehid ve
Nihâyetü’l-Müktesid, Dâru’l-Hadîs: Kâhire, 1425/2004.
İBNÜ’L-‛ARABÎ
el-Kâdî Muhammed b. Abdillâh Ebû Bekir (ö.543), Ahkâmü’l- Kurân,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye: Beyrût, 1424/2003.
İBNÜ’L-ESÎR
Mecdüddîn Ebü’s-Sa‛âdât el-Mübârek b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî (ö.606), en-Nihâye
fî Ğarîbi’l-Hadîs ve’l-Eser, el-Mektebetü’l- ‛İlmiyye: Beyrût, 1399/1979.
KADİ İyaz
Ebü'l-Fazl İyaz b. Musa b. İyaz el-Yahsubi (ö.544), İkmalü’l-Mu’lim bi-
fevaidi Müslim, thk. Yahyâ İsmail, Dârü’l-Vefa, Mısır, 1419/1998.
KARÂFÎ Şehâbeddîn
Ebü’l-‛Abbâs Ahmed b. İdrîs (ö.684), el-Yevâkît fî Ahkâmi’l- Mevâkît,
Dâru’n-Nûri’l-Mübîn, Ammân, 2014.
KÂSÂNÎ ‘Alâüddîn
Ebû Bekir b. Mes‘ûd, (ö.587), Bedâi‘u’s-Sanâi‘ fî Tertîbi’ş- Şerâi‘,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye: 1406/1986.
KOÇYİĞİT Hilal, “İbadetlerde
Vakit”, Atatürk Üni. Sos. Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 2011
KORKUT Ramazan, “Fıkıh
Usulü Açısından İbadetlerde Vakit”, Atatürk Üni. Sos. Bil. Enstitüsü,
Doktora Tezi, Erzurum 2017
KURTUBÎ Ebû
Abdillah Muhammed b. Ahmed (ö.671), el-Câmi‛ li-Ahkâmi’l- Kur’ân=Tefsîru
Kurtubî, thk. Ahmed el-Berdûnî ve İbrâhîm Uteyfiş,
Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye: Kâhire, 1384/1964.
MÂLÎK (ö.179-795)
b. Enes b. Mâlîk (ö.179-795) b. Âmir, (ö.179), Muvatta, Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1406/1985.
MEHMET Şener,
“İmsâk” md., XXII, 238, DİA.
MEMİŞ Osman,
“Namaz Vakitleri ve Namazların Birleştirilmesi”, Uludağ Üni. Sos. Bil.
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Bursa 2005
MERÂKEŞÎ Hâc
Muhammed b. Abdilvehhâb b. Abdürrâzik el-Endelüsî, Îdâhu’l- Kavli’l-Hakki fî
Mikdâri’n-hitâti’ş-Şemsi Vakte Tulû‛i’l-Fecri ve Ğurûbi’ş- Şafak,
Mektebetü’l-Mescidi’l-Kebîr: Kuveyt, ty.
MERĞİNÂNÎ Ali b.
Ebî Bekir b. Abdilcelîl Ebu’l-Hasen Bürhânüddîn (ö.593), el- Hidâye Fî Şerhi
Bidâyeti’l-Mübtedî, thk. Talâl Yûsuf, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l- ‛Arabî:
Beyrût, ty,
MOLLA Hüsrev,
Muhammed b. Ferâmuz b. Ali, (ö.885), Düreru’l-Hukkâm Şerhi Ğureri’l-Ahkâm,
Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, y.y., ty.
MUHAMMED Fuâd b.
Abdilbâkî b. Sâlih el-Mısrî (ö.1968), el-Mu‛cemü’l-Müfehres
li-Elfazi’l-Kur’âni’l-Kerim, el-Mektebetü'l-İslâmiyye, İstanbul, 1982.
MUHAMMED Reşid
Rızâ, (ö.1354), Tefsîru’l-Kur’âni’l-Hakîm / Tefsîru’l-Menâr,
el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-‘Âmmetü li’l-Kitâb: y.y., 1990.
MÜSLİM b. Haccâc
Ebu’l-Hasen en-Nisâbûrî, (ö.261), Sahîh, thk. Muhammed Fuâd Abdülbâki,
Dâru İhyâi’t-Türâsi‘Arabiyyi: Beyrût, ty.
NESÂÎ Ebû
Abdirrahmân Ahmed b. Şu‘ayb, (ö.303), es-Sünenü’l-Kübrâ,
Müessesetü’r-Risâle: Beyrût, 1421/2001.
NEVEVÎ Ebû
Zekeriyyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref (ö.676), el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b.
El-Haccâc, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî: Beyrût, 1392.
NEVEVÎ Ebu
Zekeriyyâ Muhyiddîn bin Şeref (ö.676), el-Mecmû’ Şerhu’l-Mühezzeb
li-ş-Şîrâzî / el-Mecmû’ [Sübkî ve Mutî‛î Tekmilesi ile beraber]
Dâru’l-Fikr: y.y., ty.
NUR İşlek Hümeyra, “Kur’an’da
Astronomi İle İlgili Ayetler”, Erciyes Üni. Sos.
Bil. Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, Kayseri 2009
OKUYAN Oğuzhan, “Sabah
ve Akşam Tan Vakitlerinde Ufuk Aydınlığının Gözlemsel Yolla İncelenmesi”,
A.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2016
ÖZDEMİR Sacit, “İmsak
ve Tan Vakitlerinin Gözlemsel Yolla Tespiti”, Diyanet İlmi Dergi, 52, 2,
2016, s. 31-43
ÖZTÜRK Üzeyir,
“İmsak Vaktinin Tespiti İle İlgili Problemler ve Çözüm Önerileri”, D.İ.B.
Uzmanlık Tezi, Ankara 2015
RÂĞIP Ebü’l-Kâsım
el-Hüseyn b. Muhammed el-İsfehânî (ö.502), el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân,
Tahk: Safvân Adnân ed-Dâvudî, Dâru’l-Kalem-ed-Dâru’ş- Şâmiye: Dimeşk, 1412.
RÂZÎ Ebû Abdillâh
Muhammed b. Ömer Fahreddîn, (ö.606), Mefâtîhu’l-Ğayb / et-
Tefsîru’l-Kebîr, Dâru İhyâi’t-Türâsî’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1420.
SERAHSÎ Muhammed b.
Ahmed b. Ebî Sehl Şemsü’l-Eimme, (ö.483), el-Mebsût, Dâru’l-Ma‘rife:
Beyrût, 1414/1993.
SÜYÛTÎ Abdürrahmân
b. Ebû Bekir Celâleddîn, (ö.911), ed-Dürru’l-Mensûr, Dâru’l-Fikr:
Beyrût, ty.
ŞEVKÂNÎ Muhammed b.
Ali b. Muhammed (ö.1250), Fethu’l-Kadîr, Dâru İbni
Kesîr-Dâru’l-Kelimi’t-Tayyib: Dimeşk, 1414.
TABERÂNÎ
Ebû’l-Kâsım Süleymân b. Ahmed, (ö.360), el-Mu‘cemü’l-Kebîr, Mektebetü
İbn Teymiye: Kâhire, 1415/1994.
TABERÎ Muhammed b.
Cerîr (ö.310), Câmi’u’l-Beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, thk. Ahmed Muhammed
Şâkir, Müessesetü’r-Risâle:, 1420/2000.
TAHÂVÎ Ebû Cafer
Ahmed b. Muhammed, (ö.321), Şerhu Me‘âni’l-Âsâr, ‘Alemü’l- Kitâb: y.y.,
1414/1994.
TAHÂVÎ Ebû Cafer
Ahmed b. Muhammed, (ö.321), thk. Şuayb el-Arnavut, Şerhu Müşkilü’l-Âsâr,
Müessesetü’r-Risâle: 1415/1994.
TAYÂLİSÎ Ebû Dâvud
Süleymân b. Dâvud (ö.204), Müsnedü Ebî Dâvud et-Tayâlisî, Dâru’l-Hicr:
Mısır, 1419/1999.
TİRMİZÎ Ebû İsâ
Muhammed b. İsâ, (ö.279), Sünen, Şeriketü Mektebeti ve Matbaati Mustafa
el-Bâbî el-Halebî: Mısır, 1395/1975.
TUHTÎ Ataullah, “Kur’an’da
Namaz Vakitleri ve Astronomik Açıdan Değerlendirilmesi”, M.Ü.İ.F. Sosyal
Bil. Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004
YAMAN Ahmet, “İmsak
Vaktinin Başlangıcı” Diyanet Aylık Dergi, 306, 2016, s. 32-34
YILDIRIM Enbiya, Hadiste
Metin Tenkidi, Rağbet Yayınları, İstanbul 2009
ZEBİDÎ Ahmed b.
Ahmed b. Abdi’l Latif, Sahihu Buhâri Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve
Şerhi, Miras Kamil, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1978
ZEMAHŞERÎ Cârullah
Ebu’l-Kâsım Mahmûd bin Ömer (ö.538): el-Keşşâf ‘an Hakâikı Gavâmıdı’t-Tenzîl
ve ‘Uyûnu’l-Ekâvîl fî Vucûhi’t-Te’vîl /Keşşâf,
Dâru’l-Kitâbi’l-‘Arabiyyi: Beyrût, 1407.
[4] İbn Manzur,Muhammed b.
Mükerrem b. Ali Ebu’l-Fadl, Lisanu’l-arab, “m-s-k” mad. c.IV, s.3719
[5] Mehmet Şener, “İmsak” mad. DİA,
2012, c.XXII, s.238
[6] İbn Manzur, age.
“f-c-r” mad. c.III, s.612-613 ; Ragıb el-İsfahani age. “f-c-r”, c.I,
s.625-626
[7] Yakup Çiçek, “Fecir” mad.
DİA, 2012, s.286-287
[8] İbn Manzur, age
“f-c-r” mad. c.III, s.612-613 ; Serahsi, El-Mebsut, c.I, s.257
[9] İbn Manzur, age,
“f-c-r” mad. c. III, s.612-613 ; Tahavi, Şerhu Me’ani’l-Asar, c.II,
s.52-54 ; İbn Rüşd, Bidayetü’l-müctehid, c.I, s.245 ; Bakara, 2/187 ;
İsra, 17/78 ; Fecr, 89/1-2 ; Kadr, 97/5
[10] Üzeyir Öztürk, “DİB.Uzmanlık
Tezi”, 2015, s 9-10 ; Sacit Özdemir, “Tan ve Fecir Vakitlerinin
Gözlemsel Yolla Belirlenmesi” 2012, s.6-7
[11] İbn Manzur, age.
“v-q-t” mad. ; M. Kamil Yaşaroğlu, DİA, yıl: 2012, c.XLII, s.488-491 ;
Nisâ, 4/103, Bakara, 2/228, Hûd, 11/114, İsrâ,17/78, Ta-ha, 20/130, Nur,24/36,
Rum, 30/17-18, İnsan 76/25.
[12] M. Kamil Yaşaroğlu, age,
yıl: 2012, c.XLII, s.488-491
[13]Serahsi, a.g.e. ,c.1,
syf.141-162 ; M. Kamil Yaşaroğlu, a.g.e, yıl: 2012, c.XLII, s. 488-491 ;
Hamdi Döndüren, “Delilleriyle İslam İlmihali”, İstanbul, 2004, s.249-265
[14] İbn Manzur, age.
“s-h-r” mad. ; İbrahim Kafi Dönmez, “Sahur” mad. DİA, 2012, s.538-539
[15] Buhâri, Savm, 20, Müslim,
Sıyam, 46, Nesai, Sıyam, 18-19-24 ; Tirmizi, Savm, 17, Ebû Dâvûd, Savm, 17,
Müsned, 3, 12, İbn Mace, Sıyam, 22
[16] İbn Manzur, age,
“l-y-l” mad. c.I, s.13642 ; Ragıb el- İsfehani, el-Müfredat, “l-y-l” mad. c.I,
s.751 ; El-Leyl 92/1,El-İbrahim 14/33
[17] İbn Manzur, age,
“h-v-t” mad. c.VII, s.279 ; Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lügat, Ankara,1970
[18] Cassas, Ahkamu’l-Kur’an,
Thk. Muhammed es-Sadık Kamhavi, Beyrut, 1405/1985, c.III, s.75
[19] H. Yunus Apaydın, “İhtiyat”
mad. DİA, 2012, s.577-579.
[20] İbn Manzur, age, “s-b-h”
mad. c.II, s.502-503 ; Üzeyir Öztürk, a.g.e., s.12
[21] Bkz. Hud, 11/81 ;Müddessir,
74/34 ; Tekvir, 81/18 ; Adiyât, 100/3 ; Kehf, 18/42 ; Kasas, 28/18 ; Kalem,
68/20
[22]Üzeyir Öztürk, a.g.t.’nde
galesin tanımı hakkında şu eserleri zikreder: ( Cevherî, es-Sıhâh, İbn
Fâris Mekâyîsü’l-lüğa, İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, Feyyûmî, el-Misbâhu’l-münîr,
Fîruzabâdî, el- Kâmûsü’l-muhît, “ğls” md.).
[23] Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed
b. Abdi’l- Latifi’z-Zebidi, müt. Ahmed Naim,”Sahih-i Buhâri Muhtasarı ve
Tecrid-i Sarih Tercemesi” Ankara, 1978 c.II, s.58
[24] İbn Manzur, a.g.e.
“h-y-t” mad. ; Cessas, Ahkamu’l- Kur’an, c.I, s. 229 ; Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili, c.I, s.671 ; Kurtubi, el-Camii’li Ahkami’l-Kur’an,
c.I, s.319 ; İbn Kesir, Tefsir, c.I, s. 394 ; Üzeyir Öztürk, a.g.t. ,syf.
17-18
[25] İbn Manzur, a.g.e. “b-y-n”
mad.
[26] İbn Manzur, a.g.e.
aynı yer.
[27] Bkz. Bakara 2/109,256, ;
Nisa 4/94,115 ;Enfal 8/6 ; Tevbe 9/113,114 ; İbrahim 14/45 ; Sebe’ 34/14 ;
Fussilet 41/53 ; Muhammed 47/25,32 ; Hucurat 49/6
[28] Hucurat 49/6 ;Bakara 2/187
[29] Muvatta, “Kader”, 3; Hakîm,
Müstedrek, 1, 172
[30] Ahzab, 33/21
[31] Al-i İmran, 3/164
[32] Nîsâ, 4/59
[33] Haşr, 59/7
[34] Ahzab, 33/36
[35] Buhâri, “Ahkam” 1, No. 7137
; Müslim, “İmare” 32, No. 1835
[36] Ebû Dâvûd, “Sünnet” 5, No.
4607; Tirmizi, “İlim” 16, No. 2676
[37] Ebû Dâvûd, “Sünnet” 5, No.
4605; Tirmizi, “İlim” 10, No. 2663
[38] Buhâri, “Nikah” 1, No.
5063; Müslim, “Nikah” 5, No. 1401
[39] Darimi, “Mukaddime” 23, No.
223
[40]Enbiya Yıldırım, Hadiste
Metin Tenkidi, 2009, s.428-429
[41] “İnsanlara, kendilerine
indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı
indirdik.” Ayeti bu hususu teyit etmektedir. En-Nahl, 16/44
[42] Vecdi Akyüz, Fıkıh
Açısından İmsak Vaktinin Başlangıcı, s.38-39.
[43]Üzeyir Öztürk, a.g.t.
s.15.
[44] Bakara 2/187; İsrâ 17/78;
Nûr 24/58.
[45] Fecr, 89/1.
[46] Kadr, 97/5.
[47] Alimler bu sahabenin
isminin ne olduğunda ihtilaf etmişlerdir. Muaz (r.a.) bunun Ebu Sarame; Bera
(r.a.), Kays b. Sarame; Kelbi ise Ebu Kays b. Sarame olduğunu söylemiştir. Bu
sahabenin adının Sarame İbn Enes olduğu da ileri sürülmüştür. (Kurtubi, a.g.e.
cilt 2, syf. 220)
[48] Buhâri, “Savm” 15, No.1915
[49] İmam Kurtubi, “El-Camiu
li Ahkami’l- Kur’an” c.II, s.585 ; Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dini
Kur’an Dili” ,c.II , s.245-249 ; Sabuni, “Safvetü’t-
Tefasir” c.I , s.219-220 (Müt. Prof. Dr. Sadrettin Gümüş- Nedim Yılmaz)
[50] Bakara, 2/187
[51] Buhâri, “Tefsiru’l-Kur’an”,
28, No: 4717 (Bakara,2/187) ; Ebû Dâvûd, “Sıyam” 17, No. 2349 Tirmizi “Savm”
15, No. 705.
[52] Bakara, 2/187
[53] Buhâri, “Savm” 16, No. 1916
; Müslim, “Sıyam” 8, No.1090 ; Nesai, “Sıyam” 29, No. 2166
[54] Buhâri, “Savm” 16, No. 1916
; Müslim, “Sıyam” 8, No.1090 ; Nesai, “Sıyam” 29, No. 2166
[55] Buhâri, “Savm” 17, No. 1917
; Müslim, Sıyam 34, No. 1091 ; Nesai, Tefsir, 1/224, No. 42
[56] İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulü , y. 1983 , s.183
[57] Zemahşerî, Keşşâf,
c.I, s.389. Ayrıca bk. Kadı Beyzâvî, Tefsîr, c.I, s.107 ; Ebu Hayyân, el-Bahru’l-
Muhît, c.I, s.51-52.
[58] Zemahşerî, Keşşâf,
c.I, s.389. Ayrıca bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.57; Ebu Hayyân, el-
Bahru’l-Muhît, c.I, s.52
[59] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.II, s.185, No:1019 açıklaması; Aynî, Umdetu’l-Kâri, 8/62.
[60] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s. 62. Aynı ifadelerin, Nevevî’nin görüşü olarak nakli için bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c. VIII, s.60.
[61] İbn Kesir, “Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim”
c.I, s.394
[62] Elmalılı Hamdi Yazır, “a.g.e.”,
c.I, s 671
[63] Süleyman Ateş, “Yüce
Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri”, c.I, s.312; Ateş, Yeni İslâm İlmihali, 308-9.
[64] Yazır, “a.g.e.”, c.1
, s. 672 ; Yakup Çiçek, “Kur’an-da Fecir Kavramı” y. 1995, s.179
(M.Ü.İ.F.)
[65] Ebu Hayyân, el-Bahru’l-Muhît,
c.I, s.50.
[66] İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.94.
[67] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.284; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.II, s.480.
[68] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.60-62.
[69] Komisyon, “Kur’an Yolu”,
c.III, s.510
[70]Süleymaniye Vakfı Yayınları
Meal,
http://www.suleymaniyevakfimeali.com/ Erişim Tarihi :16.12.2017
[71] Komisyon, “a.g.e.”
c.III, s.511
[72] İbn Aşur, “et-Tahrir
ve’t-Tenvir”, c. XV, s.182
[73] İbn Aşur, “a.g.e.”, c.XV,
s.182
[74] Şevkânî, “Fethu’l-Kadir”
c.II, s.125-127
[75] Komisyon, “a.g.e.” c.III,
s.511
[76] Komisyon, “a.g.e.”,
c.III, s.511; Sabuni, “Safvetü’t-Tefasir” c. III, s.391.
[77] Zemahşerî, el-Keşşâf,
c.II, s.686-687; Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, c.III, s.264.
[78] Zemahşerî, el-Keşşâf,
c.II, s.686-687; Beydâvî, Envâru’t-tenzîl, c.III, s.264.
[79] Buhârî, Mevâkîtu’s-Salat,
16, No: 1916 ;Tirmizî,, Tefsîru’l-Kur’ân, 18, No : 3125.
[81] Nur, 24/58
[82] Komisyon, “a.g.e.” , c. I, s.285-288
[83] Fecr, 89/1
[84] Râzî, Mefatihu’l-Gayb,
c.XXXI, s. 161; ayrıca krş. Tekvîr 81/18
[85] Kadir, 97/5
[86] Kurtûbi, “a.g.e.”16,124
; Şuârâ, 26/ 193-194
[87] Mervezi, Muhammed b. Nasr,
es-Sünne, s. 33, No: 104
[88] Nahl, 16/44
[89] Buhâri, Ezân, 18; No: 632
[90] Müslim, Hac, 310; No:1297
[91] el-Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl,
c. III, s.828
[92] Özellikle çalışmamızdaki
Adi b. Hatim, Sehl, Bilal ve ibn Ümmi Mektum hadislerinin anlaşılmasında
başvurulması gereken ilke.
[93] Heyet, “Hadislerle
İslam”, c.I, s.95-121
[94] Müslim, Sıyâm, 8, No:2586 .
[95] Bakara, 187
[96]Buhârî, Savm 16, No: 1917 ;
Müslim, Sıyâm, 33,34 No: 1091; Dârîmî, Savm, 2, No:1736
[97] Zeynü’d-din Ahmed b. Ahmed
b. Abdi’l-Latifi’z-Zebidi, Mütercim, Kamil Miras, “Sahîh-i Buhârî
Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve
Şerhi, c.VI, s.265-266
[98] Nesai, “Tefsir” 224, No .42
[99] Bakara, 187
[100] Buhârî, Savm, 16, No: 1916.
[101] Ebû Dâvûd, Savm, 14, No:
2349
[102] Dârimî, Savm, 7, No:1701.
[103] Ebû Dâvûd, Savm, 14, No:
2349
[104] İbnu’l-Arabî, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.94.
[105] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.284; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr,c.II, s.480.
[106] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.60, 62.
[107] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri,
c.IV, s.132; İbn Hacer, el-İsâbe, c.II, s.468.
[108] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.60; İbn Hacer, Fethu’l-Bâri, c.IV, s.132.
[109] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.60; Suyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c.II, s.480-481.
[110] Abdullah Aydınlı, “Hadis
Istılahları Sözlüğü” s.46, y.2011 ; Enbiya Yıldırım, “a.g.e.”
syf.330
[111] İbn Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri,
c.VIII, s.182-83. Ayrıca bk. Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.61.
[112] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.61.
[113] Kurtubî, Tefsir,
2/318; Aynî, Umdetu’l-Kâri, 8/62.
[114] Bakara, 187
[115] Taberî, “Camiu’l-Beyan an
Te’vili Ayi’l-Kur’an”, Bakara 2/187
[116] Buhârî, Ezân, 11, No: 617.
[117] Buhârî, Ezân, 13, No: 5298
[118] Buhârî, Ezân, 13, No:1918-1919. Müslim, Salât, 7-8; Sıyâm, 37-8,
1091-1092; Nesâî, Ezân, 10, No:637; İbn Huzeyme, Sahih, 3/211, No:1932.
[119] Buhârî, Savm, 17, No:1918-19; Nesâî, Ezân 9, No: 689
[120] Buhârî, Savm, 17, No:1919;
Müslim, Sıyâm, 38; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 4/20.
[121] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân,
2/189, No:1030.
[122] Ahmed b. Hanbel, Müsned/el-Fethu’r-Rabbânî
No:284/1154, 286/1156.
[123] Ebû Dâvûd, Salât, 43,
No:537.
[124] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c. VIII, s.64. İki Ezân arasındaki süre için, daha fazla ayrıntı verir.
[125] Nesâî, Ezân, 10, No: 640.
[126] Müslim, Siyâm, 41,
No:1094.
[127] Müslim, Sıyâm: 8, No: 39,
41-44; Ebû Dâvûd, Savm, 17, No: 2346
[128] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri,
c. II, s.104; Ahmed bin Hanbel, el-Fethu’r-Rabbânî, c.III, s.35.
[129] Tirmizî, Savm, 15, No:701;
Nesâî, Ezân, 11, No:639, Sıyâm, No:214 ; İbn Mâce, Sıyâm, 23, No:1696;
Dârakutnî, Sünen, Sıyâm, 2, No:167
[130] Buhârî, Ezân, 13 No: 5298
[131] Beyhakî, Savm, 4, No: 216.
[132]Zebîdî-Ahmed Naim-Kamil Miras, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i
Sarîh ve Tercemesi, 6/321.
[133] Müslim, Siyâm, 45,
No:1095.
[134] Müslim, Siyâm, 46,
No:1096.
[135] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.289; İbn Kesîr, Tefsîr, c.I, s.221.
[136] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c.I, s.289
[137] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr,
No: 944. Heysemî, “Senedinde yer alan Tayyib bin Süleyman, zayıf biridir.” (Mecma’u’Zevâid,
3/154) derken, Bûsırî “Bunu, Ebû Ya’lâ hasen bir senetle rivayet eder.”
demiştir.
[138] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr,
No:945.
[139] Buhârî, Savm 16, No:1920
[140] Mâlik, Muvatta,
Savm, 3.
[141] Ahmed bin Hanbel, Müsned,
II/423, No:9468, 510 ; Ebû Dâvûd, Savm, 18, No:2333, 18, No:2350.
[142] Nevevî, el-Mecmû’,
c.VI, s 329.
[143] Nesâî, Savm, 20, No:2150
[144] Buhârî, Savm, No:1921,
ayrıca bk. No:575; Nesâî, Savm, 21, No:2126-27
[145] Nesâî, Savm, 22, No:2128.
[146] Ahmed bin Hanbel, Müsned,
5/182, 185, 186, 188; Müslim, Sıyâm, 47, No:1097, Nesâî, Sıyâm, 21, No:
2126-27, Tirmizî, Savm, 14, No:703-4
[147] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c.VIII, s.66.
[148] İbn Hacer, Fethu’l-Bâri,
Kitabu’s-Savm, c.IV, s.162
[149] Nesâi, Sıyam, 68, No: 2328
[150] Nesâî, Sıyâm, 20, No:2123
; İbn Mâce,Sıyâm, 23, No:1695 ; Tahâvî, Şerhu Ma’ânî’l-Asâr, Sıyâm, c.
II,s. 52; Hâzimî, el-İ’tibâr fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh mine’l-Asâr,
145-146.
[151] Ahmed bin Hanbel, Müsned,
c.V, s. 400; Nesâî, Sıyâm, 20, No:2148; Tahâvî, Şerhu Ma’âni’1- Asâr,
c.II, s.52; Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân, c.II, s.184-85.
[152] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
1/285; Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.67.
[153] Nesâî, Sıyâm, 20, No:
2152-53.
[154] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye,
Câmi’u’l-Fıkh, c.III, s.161.
[155] İbn Kesîr, “a.g.e.”,
c. I, s.222.
[156] Hâzimî, el-İ’tibâr
fi’n-Nâsih ve’l-Mensûh mine’l-Asâr, 146.
[157] İbn Kesîr, “a.g.e.”,
c. I, s. 222.
[158] Tahâvî, Ahkâmu’l-Kur’ân,
2/185-186, 192.
[159] Ebû Dâvûd, Savm: 17,
No:2348; Dârakutnî, Sıyâm 7, No:166; Tahâvî, Şerhu Ma’ânî’l-Asâr, Sıyâm,
c. II, s.54.
[160] Ebû Dâvûd, Savm, 17,
No:2348.
[161] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid,
c.II, s.51.
[162] Dârakutnî, Savm, 2, No:
165.
[163] Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c. I, s.285-86.
[164] Hattâbî, Me’âlimu’s-Sünen,
c. II, s.61, ; Aynî, Umdetu’l-Kâri, c.VIII, s.65.
[165] Ebû Dâvûd, Savm, 17, No:
2347-2348.
[166] Ahmed bin Hanbel, Müsned, c. XXXIII, No: 20079.
[167] Ebû Dâvûd, Vakt’us-Sahûr, No: 2348.
[168] Müslim, Mesacid, 40, No:
230-231
[169] Tirmizî, mevâkît, 1.
[170] Bayındır, “Kur’an’da
Namaz Vakitleri”, 23-25. (Buhârî, Mevâkîtu’s-Salât, No: 11)
[171] El- Bakara, 2/187
[172] Tirmizî, Mevâkît, 1, No:
149 ;Ebû Dâvûd, Salât, 2, No:393.
[173] Buhârî, Mevâkîtu's-Salat,
27, No: 573
[174]Buhârî, Mevâkîtu's-Salat,
27, No: 573(Buhârî’nin bu rivayetinde gales ifadesi geçmemektedir)
[175] Buhârî, Mevâkîtü’s-Salât,
11, No: 541
[176] Ebû Dâvûd, Salat, 2, No:
393-394.
[177] Tirmizî, Salât 3, No:154
[178] İbn ‘Âbidîn,
Reddu’l-muhtâr ale’d-dürri’l-muhtâr, c. I, s.357.
[179] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid,
c.I, s.105.
[180] Tirmizî, Salât 3, No:154
[181] Süyûtî, ed-Dibâc ‛alâ
sahîhi Müslim b. Haccâc, c. II, s.288.
[182] Tayâlisî, Müsnedü Ebî
Dâvud et-Tayâlisî, c. II, s.531.
[183] İbn Recep, Fethu’l-bârî,
c.IV, s.479.
[184] Müslim, Hac, 292, No:1289
[185] İbn Huzeyme, Sahîh,
II, 1345.
[186] Aynî “Umdetu’l-Kâri”,
c. VIII, s. 66.
[187] İbn Sa’d, “Tabakat”,
c. II, s. 347.
[188] Tirmizi, Ahkam, 3; No:
1327
[189] Merâkeşî,
Îdâhu’l-kavli’l-hak, s.5.
[190] İbn Kudâme, el-Muğnî,
c.III, s.105
[191] Nevevî, el-Mecmû’,
c. VI, s.305-306.
[192] Nevevî, el-Mecmû’,
c. III, s.43-46.
[193] İbn ‘Atiyye,
el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-kitâbi’l-‘azîz, c. I, s.258.
[194] Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb,
c. V, s.257.
[195] Kurtubî, el-Câmi‛
li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c. II, s.318.
[196] Muhammed Reşid Rızâ, Tefsîru’l-menâr,
c.II, s.143.
[197] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid,
c. II, s.51-52.
[198] Nevevî, el-Mecmû’,
c. VI, s.304.
[199] İbn Kudâme, el-Muğnî,
c. III, 5.105.
[200] Atay, “Sahur vaktinin
tayin ve tespiti”, s.10.
[201] Atay, “Sahur vaktinin
tayin ve tespiti”, s.11.
[202] Buhârî, Ezân, 13, No : 617
[203] Müslim, Sıyâm, 8, No: 2586
[204] Atay, “Sahur vaktinin
tayin ve tespiti”, s. 4.
[205] İbn ‘Atiyye, el-Muharreru’l-vecîz,
c. I, s. 258; İbn Kudâme, el-Muğnî, c. III, s. 105; Kurtubî, el-
Câmi‛ li-ahkâmi’l-Kur’ân, c. II, s.319.
[206] İbn Kudâme, el-Muğnî,
c. III, s.105.
[207] İbn Hazm, el-Muhallâ,
c. II, s.223.
[208] İbn Hazm, el-Muhallâ,
c. IV, s.368-371.
[209] İbn Hazm, el-Muhallâ,
c. IV, s.372-373; İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. II, s.51.
[210] Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsü’l-muhît,
“fcr” md.
[211] Tirmizî, Savm, 15, No: 705
; Tahâvî, Şerhu me‘âni’l-âsâr, c. II, s.54.
[212] Aynı yer.
[213] Tahâvî,), Şerhu
me‘âni’l-âsâr, c. II, .s.54.
[214] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c. I, s.285
[215] Hattâbî, Me‘âlimü’s-sünen,
c.II, s.105.
[216] Elbânî,
Silsiletü’l-ahâdîsi’s-sahîha ve şey’ün min fikhihâ ve fevâidihâ, c.V, s.51
[217] İbrâhîm b. Muhammed
es-Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdıki beyne tahdîdi’l-kur’âni ve itlâki’l-lüğa,
s.51.
[218] Azîmâbâdî, Avnü’l-ma‛bûd
şerhu sünen-i Ebî Dâvud ve me‛ahû hâşiyetü İbni’l-Kayyım,c. VI, s.339
[219] İbnü’l-Esîr, en-Nihâye,
c. I, s.438.
[220] İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid,
c. II, s.51.
[221] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
XXXIII, 267.
[222] İbn Huzeyme, Sahîh,
III, 211; Ebû Dâvud, Savm,17, No: 2350
[223] Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’ân,
c. I, s.283-286.
[224] Tirmizî, Savm, 15, No: 705
[225] Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-ahvezî,
c. III, s.318-319.
[226] Kâsânî, Bedâi‘u’s-sanâi‘,
c. I, s.122.
[227] Sabîhî,
Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.108.
[228] Kurtubî,“a.g.e.”,
c. II, s.318; Nevevî, el-Mecmû’, c.III, s.47; İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye,
Câmi’u’l-Fıkh, c.III, s.160.
[229] Aynî, Umdetu’l-Kâri,
c. VIII, s.64-65; İbn Atıyye, el-Muharreru’l-Vecîz, c.I, s.167.
[230] Nevevî, el-Mecmû’,
c. III, s.47, ; Aynî, Binâye, c.III, s.633.
[231] Şevkânî, es-Seylu’l-Cerrâr,
c.II, s.117-18.
[232] İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye,
Câmi’u’l-Fıkh, c. III, s.160
[233] İbn Kesîr, Tefsîr,
c. I, s. 222 ; İbn Kudâme, Mugnî, c. IV, s.325.
[234] Alûsî, Rûhu’l-Ma’ânî,
c. II, s. 67.
[235] Nisâburî, Garâibu’l-Kur’ân,
c.II, s.129.
[236] Taberî, Tefsîr,
Bakara, 2/187 âyetinin tefsiri.
[237] İbn Kudâme, el-Muğnî,
c. III, s.174.
[238] Reşid Rızâ, Tefsîru’l-Menâr,
c. II, s.143.
[239] Tahâvî, Şerhu
me‘âni’l-âsâr, c. II, s.52.
[240] Türk (İnönü) Ansiklopedisi,
"Astronomi", Ankara 1949, c. III, s. 504.
[241] Tevfik Fehd, “İlm-i Felek”,
DİA, İstanbul 2000, c. XXII, s.126.
[242] Yeni Türk
Ansiklopedisi, “Astronomi”, İstanbul 1985, c. I, s. 198.
[243] Hümeyra Nur İşlek, “Kur’an’da AstroNomi ile İlgili Ayetler Tarihi Süreç İçindeki
Yorumu” y.t. s. 3-4, 2009
[244] Hümeyra Nur İşlek, a.g.t.
, s. 6
[245] Lütfi Göker, “Diyanet
İlmi Dergi”, Cilt XVI, S. 1, 1977 (İslam dünyasında astronomiye ilgi duyan
bilim adamları arasında Biruni (973-1052), Ömer Hayyam (1016-1123), Nasıreddin
El- Tusi (12011274), İbn Heyzem (966-1039), El-Battani (850-929), Ebu’-Vefa
(959-998), Uluğ Bey (1394-1449) ve Ali Kuşçu (-1474) , Kadızade Rumi, Mirim
Çelebi, Seydi Ali b. Hüseyin, Takıyüddin Efendi ve Abbasi Halifelerinden Me’mun
(ö.813-833) ve Harun Reşid (766-809) ile çağdaşları 9. yy. ile 14. yy. arasında
astronomiye yapmış oldukları katkılar İslam’ın bilim ve teknikle iç içe
olduğunu gösteren en önemli çabalarının örneklerindendir.)
[246] Dizer, a.g.e. s. 83
[247] Lokman, 19/20
[248] A’râf, 7/31
[249] Yunûs, 10/5
[250] En’âm, 6/96
[251] Fâtır, 35/13
[252] Yâ-sîn, 36/40
[253] Rahmân, 55/5
[254] İsrâ, 17/12
[255] Nisâ, 4/103
[256] Hûd, 11/114
[257] Fecr, 89/1
[258] Duhâ, 93/1
[259] Enbiya YILDIRIM, a.g.e.
, s.463
[260] Sacit Özdemir, a.g.e.
s.2
[261] Hümeyra Nur İşlek, “a.g.t.”
s.5
[262] Muhammed Dizer, “İslam
Dininin Astronomi ile İlişksi” Diyanet İlmi Dergi, 1979, s. 83-85
[263] Sacit Özdemir, Diyanet
İlmi Dergi, c. LII, S. 2, syf. 32, y. 2016
[264] Sacit Özdemir, a.g.d.
, s. 33
[265] Sacit Özdemir, a.g.d.
, s. 33
[266] Sacit Özdemir, a.g.d.
, syf. 33-35
[267] Abdülaziz Bayındır, Ekvatordan
Kutuplara Namaz, s.28-29.
[268]İbn Fâris Mekâyîsü’l-lüğa,
c. III, s.221.
[269] İmam Muhammed Suud İslam
Üniversitesi (Riyad) Öğretim Üyesi.
[270] Sabîhî,
Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.34.
[271] Serahsi, el-Mebsut,
c.III, s.55 ; Kâsânî, Bedâi’u’s- sanâi, c. II, s.105
[272] Avde, İşkâliyyât felekiyye
ve fıkhiyye, s.35.
[273] Zeki, el-Mustafa, Meşrû‛u
dirâseti’ş-şefak, s. 12.
[274] Sabîhî,
Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s.20-21.
[275] Güneşteki manyetik
fırtınaların Dünya’ya ulaşması sonucu kutuplar ve çevresinde gözlemlenen renkli
ışımalar.
[276] Oğuzhan Okuyan, “Sabah ve
Akşam Tan Vakitlerinde Ufuk Aydınlığı’nın Gözlemsel Yolla İncelenmesi” s.65-68
[277] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”,
s. 65
[278] Üzeyir Öztürk, a.g.t.
, s.67-68
[279] Merâkeşî,
Îdâhu’l-kavli’l-hak, s.8.
[280] Merâkeşî, Îdâhu’l-kavli’l-hak,
s.17.
[281] 07/09/2011 tarihli D.İ.B.
ve A.Ü. Rektörlüğü arasında imzalanan ortak protokol gereğince yürütülen proje
[282] Sacit Özdemir, a.g.m. ,
s.8-11
[283] Oğuzhan Okuyan, a.g.t.
, s.70-75
[284] Üzeyir Öztürk, a.g.t. ,
s.85-86
[285] Üzeyir Öztürk, a.g.t. ,s.87-104.
[287]http://www.suleymaniyevakfi.org/diyanet/diyanetin-imsak-ve-yatsi-vakti-ile-ilgili-aciklamasina- cevap-1.html(30.04.2015)
[288]
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar/6.html (Erişim Tarihi: 15.12. 2017)
[289] https://namazvakitleri.diyanet.gov.tr/tr-TR (Erişim Tarihi: 15.12. 2017)
[290] http://www.suleymaniyevakfi.org/ (Erişim Tarihi: 15.12. 2017)
[291] Sabah namazının kılınacağı
vakti tespit için kaydedilmiştir.
[292]
http://www.fazilettakvimi.com/tr/muhim_aciklamalar/6.html (Erişim Tarihi: 15.12. 2017)
[294] https://diyanet.gov.tr ( 30.05.2017 tarihli kamuoyu ile paylaşılan rapor)
[295] Haslân, Evkâtü’s-salavât,
s.14-15; Zeki el-Mustafa vd., Meşrû‛u dirâseti’ş-şefak, s. 32.
[296] Sabîhî,
Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s. 93.
[297] Sabîhî,
Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık, s. 94.
[298] Bîrûnî, Ebû Reyhân
Muhammed b. Ahmed (ö.440/1048), el-Kânûnü’l-mes‛ûdî, Matbaatü Meclisi,
c. II, s.949.
[299] Avde, İşkâliyyât felekiyye
ve fıkhiyye, s.18-19.
[300] Avde, İşkâliyyât felekiyye
ve fıkhiyye, s.29.
[301] Zeki el-Mustafa vd., Meşrû‛u
dirâseti’ş-şefak, s. 13-14.
[302] Abdulaziz Bayındır, “Namaz
ve Oruç Vakitleri”, s. 23-24
[303] İbn Hacer, Fethu’l-bârî,
c. IV, s.199.
[304] Sabîhî, Tulû‛u’l-fecri’s-sâdık,
s.100-101.
[305] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”,
s.65-68
[306] Oğuzhan Okuyan, “a.g.t.”,
s. 68
[307] Yusuf el-Karadâvî, “Fıkhu’s-Sıyam”
s. 104-105
[308] Necmettin Erbakan
Üniversitesi Ahmet Keleş İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
[309] A.Ü.İ.F. Öğretim Üyesi
[310] Hamdi Döndüren, Uludağ Ü.
Öğretim Üyesi
[311]
http://www.hayrettinkaraman.net/makale/ramazan/1434-01.htm (24.07.2013 Tarihli Yeni Şafak Gazetesi Haberi)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder