Mezheplerin Cuma namazının şartlarıyla ilgili görüşleri ve bu görüşlerin dayandığı deliller...Bülent AKAY
1.1.1. Cuma Kelimesinin Lügat Anlamı
1.1.2. Arûbe Gününe Cuma İsminin
Verilişi
1.1.3. Önceki Ümmetlerde Cuma Günü
1.1.4. Cuma Namazının Tarihsel Gelişimi
1.2.1. Cuma Namazının Faziletiyle İlgili
Ayet ve Hadisler
1.2.2. Cuma Günü Camiye Erken Gitmek
1.2.3. Cuma Günü Ve İcabet Saati
1.3. Cuma Ayetindeki Kavramların
Açıklanması
1.3.1. Cuma Ayetindeki Nida
Kavramı
1.3.2. Cuma Ayetindeki Sa’y
Kavramı
1.3.3. Cuma Ayetindeki Salât
Kavramı
1.3.4. Cuma Ayetindeki Zikrullah
Kavramı
2.1. Cuma Namazının Farz Oluşunun
Delilleri
2.2. Cuma Namazının Vücub Şartları
2.3. Mezheplere Göre Cuma Namazının
Vücub Şartları
2.3.1. Hanefi ve Maliki Mezhebine Göre
Cuma Namazının Vücub Şartları
2.3.2. Şafii ve Hanbelî Mezhebine Göre
Cuma Namazının Vücub Şartları
2.4. Cuma Namazının Vücub Şartlarının
Delillendirilmesi
2.4.1. Müslüman, Akil ve Baliğ olmak
2.4.2.1. Kadınların
Cuma Namazına Gitmeleri Hususunda Mezheplerin Görüşleri
2.4.3.1. Fikir
Ve Eylem Hürriyetinin Cuma Namazına Engel Olup Olmaması
2.4.3.2. İşverenin,
İşçisini Cuma Namazına Gitmekten Men Etmesi
2.4.4. Sıhhat (Cuma Namazını Kılmaya
Engel Bir Özrü Olmamak)
2.4.4.1. Mezheplere
Göre Cuma Namazına Gitmemeyi Mubâh Kılan Özürler
2.5. Cuma Namazının Vücub Şartları İle
İlgili Problemler
2.5.1. Cuma Günü Yolculuğa Çıkmak
2.5.2. Cuma Günü Alışveriş Yapmak
2.5.3. Cuma Mükelleflerinin Ve
Diğerlerinin Öğle Namazını Kılması
2.5.3.1. Cumaya
Mazeretsiz Olarak Gitmeyenlerin Durumu
2.5.3.2. Cuma
Namazıyla Mükellef Olmayanların Durumu
2.5.3.3. Cuma
Namazını Kaçıranların Öğle Namazını Cemaatle Kılması
CUMA NAMAZININ SIHHAT ŞARTLARI
3.1. Genel Olarak Mezheplere Göre Cuma
Namazının Sıhhat Şartları
3.1.1. Hanefi Mezhebine Göre Cuma
Namazının Sıhhat Şartları
3.1.2. Maliki Mezhebine Göre Cuma
Namazının Sıhhat Şartları
3.1.3. Şafii Mezhebine Göre Cuma
Namazının Sıhhat Şartları
3.1.4. Hanbelî Mezhebine Göre Cuma
Namazının Sıhhat Şartları
3.2.1. Cuma Namazı Kılınacak Yerin Şehir
veya Şehir Hükmündeki Bir Yerleşim Yeri Olması
3.2.1.1. Cuma
Namazının Şehirde Kılınacağı Görüşünde Olanların Delilleri ve Bunlara Verilen
Cevaplar
3.2.2. Cuma Namazını Devlet Başkanı veya
Naibinin Kıldırması
3.2.2.1. Devlet
Başkanının İznini Şart Koşanların Delilleri Ve Bunlara Verilen Cevaplar
3.2.3. Genel İzin (Cuma Namazı Kılınacak
Caminin Tüm Mükelleflere Açık Olması)
3.2.7. Bir Şehirde Birden Fazla Yerde
Cuma Namazı Kılınması
3.2.8. Cuma Namazı Kılınacak Yerin Cami
Olması
3.2.9. Cuma Namazının Eda Edilmesi
4.1. Genel Olarak Zuhr-i Ahir
Namazı
4.2. Zuhr-i Ahir Namazının Ortaya
Çıkışı
4.3. Mezheplere Göre Zuhr-i Ahir
Namazının Hükmü
4.4. Bir Beldede Birden Fazla Cuma
Namazı ve Zuhr-i Ahir Meselelerinin Değerlendirilmesi
Cuma namazı Hz. Peygamber döneminden bu yana ikame edilmiş,
cuma günü de Müslümanlar tarafından haftalık bayram olarak telakki edilmiştir.
Farziyeti Kur’ân, sünnet ve icma ile sabit olmasına rağmen bu namazın
şartları ve nasıl kılınacağı hususunda bugün dahi bazı tereddütler mevcuttur.
Bu durum, İslam’da müstesna bir yere sahip olan cuma namazının bazı yerlerde
kılınıp, bazı yerlerde de kılınmaması sonucunu doğurmaktadır.
Biz de bu konunun açıklığa kavuşması için genelde dört mezhebi
esas alarak bazen de diğer mezheplerin görüşlerine işaret etmek suretiyle cuma
namazının vücub ve sıhhat şartlarını delilleriyle tartışmaya açtık.
Çalışmamızın giriş bölümünde, araştırmanın konusu, amacı, önemi
ve kullanılan kaynaklar hakkında kısa bir bilgi verdik.
Birinci bölümde cuma namazının tarihçesi ve fazileti konularına
değindik.
İkinci bölümde cuma namazının vücub şartlarına dair mezheplerin
görüşleri, delilleri ve bu şartlarla ilgili bazı problemlere yer verdik.
Üçüncü bölümde cuma namazının sıhhat şartları ile ilgili
mezheplerin görüş ve delillerini sunduk.
Dördüncü bölümde ise son öğle namazı olarak bilinen zuhr-i ahir
konusunu ele aldık. Burada zuhr-i ahirin ortaya çıkışı ve mezheplerin bu
namazla ilgili görüşlerini zikrettik.
Bu çalışmanın hazırlanması sırasında bana zaman
ayıran ve yönlendirici fikirlerinden istifade ettiğim danışman hocam Prof. Dr.
Ali Bakkal ve Yrd. Dç. Dr. Recep Çiğdem’e teşekkürü bir borç bilirim.
Bülent AKAY
ŞANLIURFA–2006
bkz.
Bakınız.
b.t.y. : Baskı
tarihi yok.
b.y.y. : Baskı
Yeri Yok.
Çev. : Çeviren.
D.İ.A. : Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
D.İ.B. : Diyanet
İşleri Başkanlığı.
D.Ü.İ.F. : Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
h. : Hicri.
h.n.y. : Hadis
No Yok.
Hz. : Hazreti.
İSAM : İslami
Araştırmalar Merkezi.
md. : Madde.
Mhk. : Muhakkik.
Nşr. : Neşreden.
r.a. : Radiyallahu
anhu.
s. : Sayfa.
s.a.v. : Sallallahu
Aleyhi ve Sellem.
Tal. : Ta’lik.
T.D.V. : Türkiye
Diyanet Vakfı.
y.a.e. : Yukarıdaki
aynı eser.
vd. : ve
devamı.
v. : Vefat
Tarihi.
Mezheplerin cuma namazının vücub ve sıhhat şartlarıyla ilgili
görüşleri ve bu görüşlerin dayandıkları deliller araştırmamızın konusunu
oluşturmaktadır.
Cuma namazı toplumda büyük önemi haiz haftalık bir ibadettir.
İslam toplumu, Hz. Peygamber zamanından beri bu ibadeti ifa etme hususunda son
derece titiz davranmıştır.
Genel olarak diğer namazlarda bulunması gereken vücub ve sıhhat
şartları bu namaz için de şart koşulmaktadır. Ancak cuma namazının ikame
edilebilmesi için bunların dışında bir takım özel şartların varlığından söz
edilmektedir. Mezheplerin bu şartlar konusunda farklı görüşleri bulunmaktadır.
Elbette ileri sürülen bu şartların bazı delillere dayandırılmış olduğunda şüphe
yoktur. Günümüzde cuma namazı hakkındaki bilgiler genellikle ilmihal
kitaplarından öğrenilmekte ve bu tür kitaplarda ise ileri sürülen şartların
delillerinden söz edilmemektedir.
Bu araştırmadaki amacımız farklı mezhepler tarafından ileri
sürülen şartları tespit etmek, bu şartların dayandığı delilleri çıkarıp ortaya
koymak ve sonra da bu delillerin kaynak değeri üzerinde bazı tahlillerde
bulunmak olacaktır.
Cuma namazının farziyeti Kur’ân ve sünnetle sabit olduğundan
tüm müslümanları ilgilendirmektedir. Ancak bu namaz müslümanlarca farz olarak
kabul edilmesine rağmen, bazı yerlerde kılınmamakta, bazı yerlerde de cumadan
sonra ayrıca zuhr-i ahir namazı diye isimlendirilen bir namaz
kılınmaktadır. Bunun sebebi, cumanın şartlarından herhangi birinin
gerçekleşmediği şüphesidir. Cuma namazının farziyeti hakkında şüphe bulunmaz
iken, kılınması için gereken şartlar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Öyleyse ileri sürülen bu şartların gerçekten cumanın vücub ve sıhhati için
gerekli olup olmadığı veya belirli dönemlerdeki müçtehitlerin konu hakkında
gereğinden fazla ihtiyatlı davranarak bu şartları ileri sürdüğü yahut da bu
şartların toplum düzenini korumak için ortaya çıkıp çıkmadığının bilinmesi,
büyük önem arz etmektedir.
Biz bu tezimizde tüm müslümanları doğrudan ilgilendiren cuma
namazının şartlarını araştıracağız. Bunu yaparken yukarıdaki soruların da
cevabını bulmaya, ilgili delillerin tespit ve tahlillerini yapmaya çalışacağız.
Bu araştırmamızı yaparken fıkıh, tefsir ve hadis kitaplarından
faydalandık. Bununla beraber yer yer tarih ve siyer kitaplarına da müracaat
ettik. Konuyla ilgili bilgileri verirken el-Mebsut, Bedaiu’s-Sanai,
el-Müdevvene, el-Umm, el-Mecmu, el- Muğni gibi her mezhepte temel
sayılabilecek meşhur eserlere başvurduk. Günümüzde cuma namazı ile ilgili
yazılmış müstakil eserlerden ve bu eserlerdeki yorumlardan da istifade etmeyi
ihmal etmedik. Cuma namazına müteallik birçok konu bulunmakla birlikte bu konular
hakkında detaya inmeyerek daha çok cuma namazının şartları, dayandığı deliller
ve bu delillerin kaynak değeri üzerinde yoğunlaştık.
BİRİNCİ BÖLÜM
CUMA NAMAZININ TARİHÇESİ VE FAZİLETİ
1.1.1.
Cuma
Kelimesinin Lügat Anlamı
Cuma kelimesi “ceme’a-yecme’u-cem’an” toplamak, farklı
ve dağınık olan şeyleri bir araya getirmek anlamına gelen “cem’”
kökünden isimdir. Cumu’atu ve cume’atu şekillerinde de
okunabilir. Ancak yaygın olan okunuş cumu’atu şeklinde olanıdır. “Yevmu’l-Mecmu’a”
toplanılan gün manasına gelir. Çoğulu cumu’, cume’u ve cumu’at
şeklindedir.[1]
“İslamiyet’te büyük değer verilen haftalık toplu ibadetin
yapıldığı cuma gününü ve o gün ifa edilen ibadeti (cuma namazını) ifade
etmektedir. Cem’ mastarı ve birçok türevi muhtelif ayetlerde; cuma ise,
kendi adıyla anılan cuma suresinde geçmektedir.”[2]
1.1.2.
Arûbe
Gününe Cuma İsminin Verilişi
İslam’dan önce cahiliyye devri Arapları cuma gününü Yevmû’l
Arûbe diye isimlendirirlerdi. Arûbe ise lügat olarak rahmet manasına
gelmektedir.[3]
Bugüne cuma isminin ilk kez, ne zaman, hangi nedenle, kimin
tarafından verildiği konusunda farklı görüşler nakledilmektedir.
Bu görüşlerden birine göre, Arûbe gününe cuma ismini ilk
veren Ka’b b. Lüey olmuştur. Çünkü o, bugünde kavmini toplar, onlara nasihat
ederdi. İnsanlar da onun etrafında toplandığı için bugüne cuma ismini
verenlerin ilki olarak kabul edilmiştir.[4]
Rivayet edildiğine göre Ebu Seleme şöyle demiştir: “‘Emma ba’du’
diyerek söze başlayanların ilki Ka’b b. Lüey’dir. O, Arûbe gününe cuma
ismini verenlerin de ilki olmuştur.” Bugüne ilk olarak cuma ismini verenin
Kusay b. Kilab olduğu da ileri sürülmüştür.[5]
Arûbe gününe cuma isminin İslam’dan önce verildiği
iddiası, aralarında Nevevi, Rağıb el-İsfehani ve İbn Hazm’ın da bulunduğu bir
kısım ulemaca reddedilmiş, bu ismin İslamiyet devrine ait olduğu söylenmiştir.
Bunlara göre, o gün insanlar namaz için bir araya toplandıklarından, bugüne
cuma ismi verilmiştir.[6]
Arûbe gününe cuma ismini Medineli Müslümanların verdiği,[7] mahlûkatın
yaratılışının bugün kemale erdiği[8] yahut Hz. Âdem’in
bugün yaratılmasından dolayı cuma ismini aldığı da nakledilen görüşler
arasındadır.[9]
Konuyla ilgili olarak İbn Arabî de konulan her ismin sebebine
beşer aklının vakıf olamayacağını, böyle bir şeyin vehimle karışık olan insan
aklının haddini aştığını, çünkü tahsisin bir tahsis edici olmaksızın meydana
gelmesinin imkânsız olacağını ifade etmektedir.[10]
Recep Çetintaş ise konuyla ilgili görüşleri değerlendirdikten
sonra şöyle demektedir: “Netice itibariyle Arûbe gününün cuma gününe
tebdil edilmesi, ne insanlar bu günde etrafında toplandıkları için Ka’b b. Lüey
veya Kusay b. Kilab’ın isimlendirmelerine ve ne de bugünde namaz için bir araya
gelmeleri sebebiyle Medineli ensarın içtihadına dayalıdır. Bilakis bu isimlendirme
Peygamber’in vahye müstenid olan içtihadıyla sabit olmuş, Medineliler de
Resulullah’tan öğrenerek bu ismi ilan etmişlerdir. Zira cuma namazının farz
kılınması, Medineliler toplanıp bu namazı kıldıkları için değil, aksine onlar
bu namaz kendilerine emredildiği için bu emir gereği toplanmışlardı.”[11]
Bizce de önemli olan, bugüne cuma isminin kim tarafından veya
ne zaman verildiği değil, bugünün Allah ve Resulünün istekleri ve rızaları
doğrultusunda anlaşılıp değerlendirilmesi ve ondan azami derecede istifade
edilmesidir.
1.1.3.
Önceki
Ümmetlerde Cuma Günü
İslami kaynaklar önceki ümmetlerin cuma günü
ibadetle emir olunduklarını, daha sonra bugünü unutarak zayi ettiklerini tespit
etmiştir. Yahudi ve Hıristiyanlar bugünü tazim ve onda ibadetle emir
olundukları halde onlar bugüne gereken önemi göstermemişlerdir. Yahudiler
ibadet için kendisinde hiçbir yaratılışın vuku bulmadığı Cumartesi gününü,
Hıristiyanlar ise kendisinde yaratılışın başladığı Pazar gününü, Allah ise bu
ümmet için kendisinde yaratılışın kemale erdiği cuma gününü seçmiştir.[12] Nitekim Buhari’de
Ebu Hüreyre (v.58/678)’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber şöyle
buyurmuştur: “Bizler sonra gelenleriz. Ama kıyamet günü önce gelenlerden
olacağız. Ancak şu kadarı var ki; onlara kitap bizden önce verildi, sonra da bu
(cuma günü) onlara farz edilen günleri idi. Fakat onlar bunda ihtilaf ettiler.
Allah bizi bu konuda doğruya eriştirdi. Dolayısıyla insanlar bize tabi
olacaklardır. Yahudiler yarın, ”13
Hıristiyanlar yarından sonra.”
Bu hadisten anlaşıldığına göre, cuma gününü ta’zim etmek bize
emredildiği gibi, Yahudi ve Hıristiyanlara da emredilmiştir.
1.1.4.
Cuma Namazının
Tarihsel Gelişimi
Cuma namazının ne zaman farz kılındığı ve ilk cuma namazını
kimin kıldırdığı hususunda iki rivayet bulunmaktadır.[13]
İbn Sirin’den rivayet edildiğine göre; Hz. Peygamber (sav) Medine’ye gelmeden
ve cuma ayeti inmeden önce Medine ehli cuma kılmışlardı. Rivayete göre Ensar
şöyle demişti: “Yahudilerin her yedi günde bir toplanıp ibadet ettikleri hususi
bir günleri vardır. Hıristiyanların da öyle. Haydi biz de toplanıp Allah’ı
zikretmek, namaz kılmak ve Allah’a şükretmek için kendimize bir gün tahsis
edelim. Cumartesi günü Yahudilerin, Pazar da Hıristiyanların günüdür. Biz de
onu Arûbe günü yapalım. Bu şekilde Es’ad b. Zürare’nin etrafında
toplandılar. Es’ad onlara iki rekât namaz kıldırdı ve nasihat etti.”[14] Nitekim İbn Mace’de,
Ka’b b. Malik’ten şöyle rivayet edilmektedir: “Babam gözleri âmâ olduğunda onun
rehberi idim. Onu cuma namazına götürdüğümde, ezanı işitince Esad b. Zürare’ye
mağfiret diler ve onun için dua ederdi. Yine bir gün ezan okunduktan bir müddet
sonra bunu ondan işittim. İçimden şöyle dedim: “Vallahi bu acizliktir. Ben onun
her ezan işitişinde, Es’ad b. Zürare’ye
rahmet getirdiğini, onun için mağfiret dilediğini
duyuyorum ve sebebini sormuyorum.” Yine böyle bir gün onu cumaya götürdüm.
Ezanı işittiğinde her zaman yaptığı gibi onun için mağfiret diledi. Ona şöyle
dedim: ‘Ey babacığım her cuma ezanı işittiğinde niçin ona mağfiret diliyorsun.
(O da) Ey oğulcuğum; ‘Resulullah (sav) Mekke’den gelmeden önce, Beni Beyaza
haresinde, nakiu’l-hedamat denen yerde, bize ilk cuma namazını kıldıran o idi.’
O gün kaç kişiydiniz diye sordum, o da kırk, dedi.”[16]
Bu konuda gelen rivayetlerden biri de cuma namazının Mekke’de
farz kılındığı, ancak imkân bulunmadığından orada ikame edilemediğidir.[17]
Konuyla ilgili olarak Fakih İbn Hacer, (v.974/1567) Tuhfe
adlı eserinde şöyle der: “Cuma namazı Mekke’de farz kılındı, fakat yeterli adet
bulunmadığından yahut onun şiarı izhar edilmek olduğu halde Peygamber bir nevi
gizlenmiş bulunduğundan, orada ikame edilmedi. Onu hicretten önce Medine’ye bir
mil mesafedeki bir köyde kıldıran Es’ad b. Zürare’dir.”[18]
Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden cuma namazını ilk kıldıran
kişinin Mus’ab b. Ümeyr olduğu da bu konuda gelen bilgiler arasındadır. Çünkü
Medine’deki İslami tebliğin öncülüğünü o yapmakta idi.[19]
Hz. Peygamber ise Kuba’da
kaldığı evden çıkıp, Medine’ye giderken Salim b. Avf oğullarının oturdukları
Ranuna vadisindeki mescidde ilk defa cuma namazını 20 kıldırmış ve hutbe irad
buyurmuştur.[20]
Medine’de kılınan cuma namazından sonra kılınan ilk cuma ise
Bahreyn yakınlarındaki Cuvasa köyünde kılınan cuma namazıdır. İbn Abbas’tan
yapılan bir rivayette şöyle denilmektedir: “Resulullah’ın mescidinde kılınan
cumadan sonraki ilk cuma, Bahreyn yakınlarındaki Cuvasa’da Abdulkays mescidinde
kılınan cumadır.”[21]
1.2.1.
Cuma
Namazının Faziletiyle İlgili Ayet ve Hadisler
Cuma gününün önemi bizzat Allah ve Resulü tarafından
belirtilmiş, cuma ile ilgili olarak zikredilen ayetin geçtiği sûre bizzat cuma
ismini almış, bu gün cuma namazını engelleyen meşguliyetler meşru sayılmamış ve
bu namaza gereken ehemmiyeti verenlere büyük mükâfatlar va’d edildiği gibi
özürsüz terk edenler hakkında da tehdid edici hadisler varid olmuştur.
Nitekim
Kur’ân-ı Kerimde Allah şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu)
zaman, hemen Allah’ı anmaya gidin ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız,
elbette bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne dağılın ve
Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin; Umulur ki kurtuluşa
erersiniz.”[22]
Cuma günü ve namazı ihtiva ettiği bazı hususiyetlerden dolayı
diğer günlerden temayüz etmiştir. Bu gün, iyi değerlendirenler için Allah’ın
rahmet ve mağfireti coşmakta, mümin kullar için ibadet açısından adeta bir
ziyafet günü olmaktadır. Nitekim bu hususu hadislerde şöyle görmekteyiz.
“Güneşin üzerine doğduğu en
hayırlı gün cuma günüdür. Âdem o gün yaratıldı, o gün yeryüzüne indirildi. O
gün tövbesi kabul edildi. O günde vefat etti. Kıyamet de o 23 gün kopacaktır.”[23]
Tarık b. Şihab’tan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav)
şöyle buyurmuştur: “Cuma, cemaat halinde her Müslümana Allah’ın hakkı olarak
bir vazifedir. Ancak şu dört sınıf müstesna; Başkasının mülkü olan köle, kadın,
çocuk, hasta.”[24]
Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Büyük günahları işlemeksizin bir cuma namazından
diğer cuma namazına gitmek, 25 aradaki günahlara kefarettir.”[25]
Peygamber (sav) özürsüz olarak cumadan geri kalanlar hakkında
şöyle buyurmuştur: “Vallahi cemaate namaz kıldırmak üzere birisine emir verip,
sonra da cumaya gelmeyenlerin içinde bulundukları evleri yakasım gelir.”[26]
Yine Ebu’l Ca’d ed-Damari’den Hz. Peygamber’in (sav) şöyle
dediği rivayet olunmuştur: “Her kim önemsemeyerek üç cumayı terk ederse Allah o
kimsenin kalbini mühürler.”[27]
1.2.2.
Cuma Günü
Camiye Erken Gitmek
İslam dini cuma günü camiye erken gitmeyi teşvik etmiş, bu
konuda varid olan hadislerde camiye erken gidenlere büyük mükâfatlar vaat
edilmiştir. Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadiste Peygamber (sav) şöyle
buyurmuştur:
“Kim cuma günü cünüplükten yıkanır gibi gusleder, sonra ilk
saatte cumaya giderse, sanki bir deve tasadduk etmiş gibi olur. Kim ikinci
saatte giderse bir sığır tasadduk etmiş gibi olur. Kim üçüncü saatte giderse
boynuzlu bir koç tasadduk etmiş olur. Kim dördüncü saatte giderse bir tavuk
tasadduk etmiş gibi olur. Kim beşinci saatte giderse bir yumurta tasadduk etmiş
gibi (sevaba nail) olur.”[28]
Bu hadis cuma namazının diğer namazlarda olmayan bir
hususiyetini belirtmektedir. Bu namaza erken gelme hususunda gösterilecek
gayret, hem mali hem de bedeni ibadet değerindedir.
Hadiste cumaya erken gelenlerin sevabının deve, sığır, koç,
tavuk ve yumurta ile ifade edilmesini âlimlerden bazıları zahirine hamletmiş,
eğer kazanılan sevap ceset giyip maddileşse belirtilen şekilde müşahhas bir hal
alacağını söylemiş, bazı âlimler de “Bundan maksat namaza erken gelenlerle geç
gelenlerin aralarındaki farkı ve bu farkın büyüklüğünü göstermektir. Mesela,
birincinin ikinciye sevap olarak nispeti deve ile sığır kurban etmek arasındaki
nispet gibidir,”[29] demişlerdir.
Hadiste zikredilen saat kavramı ulema arasında görüş ayrılığına
sebep olmuş, beş mertebede derecelendirilen bu saatlerin hangi saatler olduğu
ve ne zamandan itibaren başladığı hususunda âlimler farklı yorumlar
yapmışlardır.
Konuyla ilgili olarak Zuhayli şöyle demektedir: “Malikiler
dışında cumhurun dahil olduğu bir topluluk, cuma namazına gitmenin makbul ve
sevap olduğu bildirilen saatlerin gündüzün başlangıcından zeval vaktine kadar
devam eden vakit olduğu inancındadırlar. Bu zaman beş bölüme ayrılır. Bu
âlimler, gündüzün başlangıcından itibaren cumaya gidilmesini mendup kabul
etmişlerdir. Fakat Malikilerin görüşü bunlar içinde en kuvvetli görüştür. Buna
göre bu vakit zevalden önceki bir saatin bir parçası demektir. Sahabenin hiç
birinden güneş doğmadan önce yahut doğduktan az bir zaman sonra cumaya
gittikleri ile ilgili bir rivayet nakledilmemiştir.[30]
1.2.3.
Cuma Günü
Ve İcabet Saati
Cuma gününü diğer günlerden farklı kılan bir özelliği de bu
günde duaların kabul edildiği icabet saatinin bulunmasıdır.
Ebu Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber (sav)
Cuma gününden bahsederken şöyle buyurdu. “Cuma gününde öyle bir saat vardır ki
Müslüman bir kul namaz kılarken bu saate rast gelir de Allah’tan bir şey
isterse, mutlaka Allah ona istediğini verir.” Hz. Peygamber, eliyle bu vaktin
az bir zaman olduğuna işaret etti.[31]
Şevkani (v.1250/1834), icabet saatinin tayini
hususundaki hadislerin muhtelif olduğunu, bunun bir uzantısı olarak da Sahabe,
Tabiin ve onlardan sonraki imamların konuyla ilgili görüşlerinin farklılık arz
ettiğini, hatta Hafız İbn Hacer’in (v.852/1447) bu 32
konuda kırkı aşkın görüş
zikrettiğini kaydetmektedir.[32]
İbn Hacer, bu konuda en ziyade tercihe şayan olan hadislerin,
Ebu Musa ve Abdullah b. Selam’ın rivayet ettikleri hadis olduğunu
söylemektedir.[33]
Ebu Musa el-Eşari’nin oğlu Ebu Bürde’den şöyle rivayet
olunmuştur:
“Abdullah b. Ömer, bana babanın icabet saati hakkında hadis
rivayet ettiğini duydun mu? diye sordu. Ben de evet onu şöyle derken işittim;
Resulullah (sav)’ı şöyle derken işittim: İcabet saati imamın minbere
oturmasından cuma namazı eda edilinceye kadardır.”[34]
Abdullah b. Selam’dan yapılan rivayete göre icabet saati, ikindiden sonra güneş
batıncaya kadardır. Nitekim Ebu Hüreyre bir gün Abdullah b. Selam’a Ka’b b.
Ahbar’la cuma günündeki icabet saati hakkındaki sohbetini
anlatırken Abdullah b. Selam şöyle dedi: “Ben icabet saatinin ne zaman olduğunu
biliyorum. Ebu Hüreyre, ‘onu bana haber ver,’ dedi. Abdullah b. Selam da ‘o
vakit cuma gününde son saattir,’ cevabını verdi. Ben o cuma gününün son saati
nasıl olabilir! Hâlbuki Resulullah Müslüman bir kul namaz kıldığı halde o saate
rastlarsa, buyurmuştur. O saatte ise namaz kılınmaz. Abdullah b. Selam,
Resulullah: ‘Kim bir mecliste namazı beklerse namaz kılıncaya kadar namazdadır’
diye buyurmadı mı? İşte bu, odur. dedi.”[35]
İbn Hacer’in nakline göre, Taberi, (v.310/923) şöyle
demektedir: “Bu konuda varid olan hadislerin en sahih olanı, Ebu Musa’nın
hadisi ve sözlerin en doğrusu, Abdullah b. Selam’ın sözüdür. Bunların
dışındakiler bu ikisine veya birisine paralel veya isnadı zayıf hatta delile
dayanmaksızın söyleyenin içtihadına dayanmaktadır.”[36]
1.3.
Cuma
Ayetindeki Kavramların Açıklanması
Cuma namazı ile ilgili hükümlerin iyi anlaşılması bir bakıma bu
ayette geçen kavramların iyi bilinmesine bağlıdır. Biz bu başlık altında cuma
ayetinde geçen kavramları sırasıyla inceleyeceğiz.
1.3.1.
Cuma
Ayetindeki Nida Kavramı
Nida
kelimesi müfaale babından mastar olup sesleniş, bağırma, çağrı, ilanat,
duyuru v.b anlamlara gelmektedir.[37] Ayetteki nidadan
kasıt, cuma günü, cuma namazı için okunan ezandır.
Hz. Peygamber (sav) zamanında
cuma günü yalnız bir ezan okunurdu. Allah Resulü minbere çıktığında, müezzin
mescidin kapısında ezan okur, minberden inince de namaz için kamet getirirdi.
Bu durum Hz. Peygamber (sav)’den sonraki ilk üç halife 38 zamanında aynen devam
etmiştir.
Hz. Osman (r.a) zamanında nüfusun çoğalması ve evlerin
birbirlerinden uzaklaşması sebebiyle cuma namazı için ikinci bir ezan
okutulmaya başlanmıştır. Hz. Osman, Zevra denen mevkideki evinin damından bugün
dış ezan diye bildiğimiz birinci
ezanın okunmasını emretmiş, kendisi minbere oturduğunda ikinci
ezan okunmuş, inince 39
de cuma namazı için kamet
edilmiştir.
İbn Ömer ve Hasan’dan rivayet edildiğine göre, imam minbere
çıktığı ve ezan okunduğu zaman nida (cuma namazı için çağrı) yapılmış
olur.[38]
1.3.2.
Cuma
Ayetindeki Sa’y Kavramı
Cuma ile ilgili ayette “Namaz için çağrıldığı zaman Allah’ın
zikrine sa’y edin.”[39] buyrulmaktadır. Se’a,
yes’a, sa’yun fiili, koşmak hızlı hareket etmek; ila harf-i cerri
ile kullanıldığında ilerlemek, bir şey için çabalamak, gayret etmek, çaba sarf
etmek,[40] koşmaksızın hızlı
yürümek gibi anlamlar ifade eder.[41]Ancak Sahabe ve
Tabiin bu kavramın hangi manada kullanıldığı hususunda farklı görüşler ileri
sürmüşlerdir.
Hasan Basri (v.110/728), sa’y hakkında şöyle demiştir.
“Vallahi bu, ayaklar üzerinde koşmak değildir. Çünkü müminler, namaza ancak
sekinet ve vakar içinde gelmekle emrolundular. Bu, ancak kalple niyet ederek
sebat ve huşu içinde gitmektir. Elbetteki her amelde önce kalbin niyeti gerekli
olduğundan buna herhangi bir itiraz da mevzubahis değildir.”[42]
Hz. Ömer ayeti “Fes’av ila” yerine “Femduv ila”
(gidiniz) olarak okumuştur. Keza Abdullah b. Mesut’un “Eğer ayetteki sa’y’den
kasıt koşmak olsa idi, ridam düşene kadar koşardım,” dediği rivayet edilmiştir.[43] Ferra da yukarıda
mezkûr (sa’a ve meda) her iki kelimenin de gitmek ile eş anlamlı
olduğunu ve sa’y’den kastın süratli yürümek olmadığını söyler.[44]
Cumhur-u ulema, ayetteki sa’y’in amel (çalışma)
anlamında olduğu görüşündedir. Onlara göre, “Her kim de ahireti ister ve mümin
olarak ona çalışırsa…”[45] “Şüphesiz
amelleriniz farklı farklıdır”[46] gibi ayetlerde sa’y,
bu manada kullanılmıştır.
Netice olarak, aslında her üç görüş de birbirini tamamlar
mahiyettedir. Çünkü bir şeyin meydana gelmesi için her şeyden önce kalpte
niyetin belirmesi, ardından bunun için amel gelir. Yürüyerek cumaya gitmek
zaten bu niyet ve amelin bir eseridir. Ancak bu yürüyüş de sekinet ve vakarla
olmalıdır.[47]
1.3.3.
Cuma
Ayetindeki Salât Kavramı
İbn Arabî burada salât kelimesinden muradın cuma namazı
olduğunu, bununla cuma namazından başka bir şey kastedilmediğini söyler ve
şöyle devam eder: “Bazı âlimler şöyle dedi: ‘Buradaki salât’tan (namaz)
kastın cuma namazı olduğu, lafzın bizzat kendisinden değil, icmadan
anlaşılmaktadır.’ Bence bizzat lafızdan da anlaşılabilir. Çünkü bugüne mahsus
olan nida, o namazın (cuma namazının) nidasıdır. Ama onun
dışındakiler diğer günlerde geneldir. Şayet burada salât’tan (namaz)
kasıt cuma namazı olmasaydı, bu çağrıyı cuma gününe has kılmanın ve ona nispet
etmenin faydası ve anlamı olmazdı.”[48]
1.3.4.
Cuma
Ayetindeki Zikrullah Kavramı
Cuma ayetinde bulunan kavramlardan birisi de zikrullah
kavramıdır. Ayetten muradın en iyi şekilde anlaşılabilmesi bir bakıma zikrullah
kavramından ne kastedildiğinin bilinmesiyle alakalıdır. Zira bu kavram
kendisine sa’y’in emredildiği ve mükellefin edası ile yükümlü tutulduğu
anahtar kelimedir denilebilir.
Ayetteki zikrullah kavramı bazı İslam âlimlerince namaz
olarak tefsir edilmiştir.[49]
Said b. Müseyyeb, (v.94/712) ayetteki zikrullah’ı
imamın vaazı olarak tefsir etmiştir. Sahabe âlimlerinden Ömer İbn Hattab ve Hz.
Aişe de (r.a) bu görüştedirler. Kadı Beydavi, Fahreddin er-Razi gibi âlimler de
zikrullah kavramını hutbe ile tefsir 52
etmişlerdir.
İbn Arabî (543/1148), zikrullah’tan, başta hutbe olmakla
namazın da kastedildiğini, bunun hutbenin vücubuna delalet ettiğini, İbn
Macişun (v.212/827) dışında kendi mezhep âlimlerinin bu konuda hemfikir
olduğunu zikretmektedir.[53]
Dolayısıyla zikrullah kavramı, ulemanın çoğu
tarafından hutbe olarak anlaşılmıştır denilebir.
İKİNCİ BÖLÜM
CUMA NAMAZININ VÜCUB ŞARTLARI
2.1.
Cuma
Namazının Farz Oluşunun Delilleri
Fukahaya göre, cuma namazının farz oluşu, Kitap, sünnet ve icma
ile sabit olup, bu konuda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Fukahanın
bu konudaki delilleri ise şunlardır:
Allah, Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır. “Ey iman edenler!
Cuma günü namaza çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ın zikrine gidin
ve alışverişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız elbette bu sizin için daha
hayırlıdır.”[54]
Görüldüğü gibi ayette cuma namazına gitmek emredilmiştir.
Buradaki emir ise vücub ifade eden türdendir. Sa’y (amel etmek, gitmek,
çalışıp çaba sarf etmek) ise ancak vacip olan bir durum içindir. Keza, ayette
insanların cuma namazından geri kalmamaları için alışveriş yasaklanmıştır.
Şayet cuma namazı vacip olmamış olsaydı mubâh olan alışveriş yasaklanmazdı.[55] Sünnette de cuma
namazının farziyetine delalet eden birçok hadis varid olmuştur. Ulema, cumanın
farziyeti hususunda farklı hadisleri delil olarak kullanmıştır. Bunları şöyle
zikredebiliriz:
“Cuma, cemaat halinde her Müslümana Allah’ın hakkı olarak bir
vazifedir. Ancak şu dört sınıf müstesna; Başkasının mülkü olan köle, kadın,
çocuk, hasta.”[56]
“Cuma namazı, ezanı işiten kimse üzerinedir.”[57]
“Cumaya gitmek, ihtilam gören (ergenlik çağına giren)
herkese gereklidir.”[58] Cumanın
farziyetine delil getirilen hadislerden biri de şudur:
“Muhakkak ki Allah, bu makamımda, bu ayımda, bu senemde size
cumayı farz kılmıştır. Hayatımda veya benden sonra, adil olsun zalim olsun bir
imamı olduğu halde hafife alarak ya da inkar ederek kim onu terk ederse, Allah
onun birliğini bozsun, işini bereketli kılmasın.”[59]
Hz. Peygamber (sav) zamanından günümüze kadar ulaşan uygulama
da cuma namazının farziyeti hususunda Müslümanların icmaı olarak kabul
edilmiştir.[60]
2.2.
Cuma
Namazının Vücub Şartları
Cuma namazı diğer namazlar gibi rükün ve şartlar bakımından
müşterektir. Diğer farz namazlarda yerine getirilmesi gerekli rükün ve şartlar,
aynen cuma namazı için de geçerlidir. Cuma namazı için bu şartların dışında
bazı şartlar daha vardır ki bunlara vücub ve sıhhat şartları denmektedir.[61]
Vücub şartları; cuma namazı ile yükümlü olmak için, sıhhat
şartları ise kılınan cuma namazının muteber ve geçerli olması için gerekli
şartlardır. Cuma namazının vücub şartları üzerinde mezhepler arasında önemli
bir görüş ayrılığı yoktur.[62]
Şimdi mezheplere göre cuma namazının vücub şartlarını ayrı ayrı
zikredip bu şartları beraber değerlendirmek yerinde olacaktır.
2.3.
Mezheplere
Göre Cuma Namazının Vücub Şartları
2.3.1.
Hanefi ve
Maliki Mezhebine Göre Cuma Namazının Vücub Şartları
a.
Âkil
olmak,
b.
Baliğ
olmak,
c.
Erkek
olmak,
d.
Hür
olmak,
e.
Sıhhatli
olmak,
f.
Şehirde
ikamet ediyor olmak.[63]
2.3.2.
Şafii ve
Hanbelî Mezhebine Göre Cuma Namazının Vücub Şartları
a.
Teklif;
Müslüman, Âkil ve baliğ olmak,
b.
Erkek
olmak,
c.
Hür
olmak,
d.
Sıhhatli
olmak,
e.
Mukim
olmak.
Hanbelîler, yukarıdaki maddelere ek olarak mükellefin yaşamış
olduğu yeri vatan edinmiş olmasını ve cuma kılınacak yer ile arasında bir
fersahtan fazla uzaklık bulunmamasını da cuma namazının vücub şartlarından
sayarlar.[64]
Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki, aynı şartların
anlaşılması ve mezhep âlimlerince yorumlanması farklı görüşlerin ortaya
çıkmasına sebebiyet vermiştir.
Biz burada bu şartları inceleyecek ve mezheplere göre
açıklamaya çalışacağız.
2.4.
Cuma
Namazının Vücub Şartlarının Delillendirilmesi
2.4.1.
Müslüman, Akil ve Baliğ olmak
Bu şartlar aynı zamanda mükellefiyet şartlarıdır. Kişinin dinin
emir ve yasaklarından sorumlu olması, ancak bu şartları taşıması ile olur.
Dolayısıyla bir kimsenin cuma namazıyla mükellef olabilmesi için mezkûr
şartları taşıması gerekir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu
değildir.[65]
Cuma namazını emreden ayetteki[66]
hitap müminleredir. Dolayısıyla bir kimsenin cuma namazıyla sorumlu olması için
gereken ilk şart, Müslüman olmaktır. Daha evvel zikredilen Tarık b. Şihab
hadisi,[67] cuma namazının
(şartları haiz) her Müslüman erkeğe farz olduğunu ifade etmekte, buluğa ermeyen
erkekler, köle kadın ve hastalar ise cumanın kendisine farz olduğu kimselerden
istisna edilmektedir.
Ebu Davud’da zikredilen bir hadiste ise şöyle
denilmektedir: “Üç guruptan kalem (sorumluluk) kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar
uyuyandan, baliğ oluncaya kadar çocuktan, akledinceye kadar deliden.”[68]
Bu şartların pratik sonucu şudur; Cuma namazı, çocuklara, akli
dengesi yerinde olmayanlara, baygın kimselere farz değildir. Ancak sarhoş
(seçici akıl yoksunluğu)
olan kimsenin aklı başına geldiği zaman öğle namazını kılması,
vakit geçmiş ise, kaza etmesi gerekir.[69]
Cuma namazı erkeklere farz olup, kadınlar bu namazı kılmakla
yükümlü değildirler.[70]
Cuma namazını emreden ayetteki hitap umumi olmakla beraber bu
umumilik Tarık b. Şihab’dan rivayet edilen hadis[71]
ile tahsis edilmiştir.
Cuma namazının erkeklere farz olup, kadınlara farz olmayışı ve
cumayı eda etmeleri durumunda bunun kadınlar için öğle namazı yerine geçeceği
ittifakla kabul edilmiştir.[72]
Şirazi, (v.476/1083) kadınların
cumaya gelmeleri durumunda ihtilat olacağını, bunun ise caiz olmadığını
söylemişse de, bu pek tutarlı bir görüş olarak kabul edilmemiştir. Çünkü
kadınların cuma namazına gelmesi, erkeklerle iç içe olmayı gerektirmemekte,
bilakis kadınlar, namazı erkeklerin arkasında kılmaktadırlar. Hz. Peygamber
(sav) zamanındaki uygulama da bu şekilde olmuştur. Ayrıca kadınların 73 erkeklerle
iç içe olması, yani ihtilat, halvet olmadıkça haram değildir.[73]
Serahsi, (v.483/1090) kadınların cuma namazından muaf
tutulmalarının hikmetlerini açıklarken şöyle der: “Çünkü kadın, kocasının ve
evinin hizmetiyle meşguldür. Hem erkek topluluğuna çıkmasında bir takım
zorluklar ve fitne meydana gelebilir.”[74]
2.4.2.1.
Kadınların
Cuma Namazına Gitmeleri Hususunda Mezheplerin Görüşleri
Kadınlara cuma namazının farz olmadığı ve cumayı eda ettikleri
takdirde bunun öğle namazının yerine geçeceğini söylemiştik. Ancak kadınların
öğleyi kılmaları veya camiye gidip cuma namazını kılmaları hususunda değişik
görüşler bulunmaktadır.
Hanefiler, ister yaşlı ister genç olsun kadının öğle
namazını kendi evinde kılmasının daha faziletli olduğu görüşündedirler. Zira
kadın cemaatle namaz kılmak ile mükellef değildir.[75]
Malikiler, Yaşlanarak erkekler karşısında herhangi bir
çekiciliği kalmayan kadınların cumaya gitmelerinin caiz olacağı
görüşündedirler. Aksi halde kadınların cumaya gitmeleri mekruh olur. Kadın genç
olduğu için mescitte bulunmasından veya yolda giderken fitneye sebep olmasından
korkulursa, cumaya gitmesi mefsedeti önlemek için haram olur.[76]
Şafiiler, kadının eski elbiseler içinde olsa bile,
şehveti celbedici olması halinde, gerek cuma ve gerekse diğer namazlar için
cemaate katılmasını mutlak surette mekruh görürler. Kadın şehveti celbedici
olmadığı halde, süslenip koku sürünürse, yine aynı hükme tabidir.
Şafiiler, kadının yaşlı olması, koku sürünmeden, eski
elbiselerle ve erkeklerin kendine tamah etmeyeceği bir halde cumaya gitmesini
mekruh görmezken, bunun için de iki şart ileri sürmüşlerdir:
1.
Yaşlı
olsun olmasın velisinin cumaya gitmesi için kendisine izin vermesi,
2.
Cemaate
gitmesinden dolayı herhangi bir kimsenin fitneye düşmeyeceğinden 77
emin olması.[77]
Hanbelîler, bu konuda kadının güzel olmama
şartını koymuşlar, kadının güzel
78 olması halinde cuma namazına
gitmesini mutlak surette mekruh görmüşlerdir.[78]
2.4.2.2.
Cuma
Namazının Kadınlara da Farz Olduğu Görüşünde Olanların Delilleri ve Bu
Delillere Verilen Cevaplar
Günümüz yazarlarından Yaşar Nuri Öztürk, cuma namazını emreden
ayetteki hitabın umumi olduğunu ve dolayısıyla cuma namazının kadınlara da farz
olduğunu iddia etmektedir. Bunu iddia eden yazar, kitabının cuma namazı ile
ilgili bölümünde şöyle demektedir: “Hitap bütün müminlere olduğuna göre
kadınların da cuma namazı kılmaları farzdır. Elbette zorlayıcı sebeplerin vücut
vereceği istisnai durumlar olabilir. Ancak kadınların cuma kılmamalarını
prensip haline getirip, Allah’ın emrini erkeklere
özgüleyerek kadınları bu hayati ve ilahi aktivitenin dışına
itmek, Kur’ân’ın ruhuna aykırıdır. Kadınların cumaya iştirakleri, diğer
namazları kılmalarından çok daha önemli nimet ve bereketlerin doğmasına yol
açacaktır.”[79] Yazar, kadınlara
cuma namazının farz olduğu iddiasında bulunurken delil olarak hitabın
umumiliğini göstermektedir. Fakat yazarımız, Kur’ân’ın umumi bazı hükümlerinin
tahsis edilebileceğini ve ilgili ayetin umumunu tahsis eden Tarık b. Şihab
hadisini hüsn-ü zannımızca gözünden kaçırmıştır.
Nitekim Tarık b. Şihab hadisinde cuma namazının her Müslümana
farz olduğu belirtilmiş, bundan köle, çocuk, hasta ve kadınlar istisna
edilmiştir.[80]
Burada gözden kaçırılmaması gereken bir husus da hitap şekli ve
siğasıdır. Kadınlara yapılan hitabın erkekleri de kapsaması dilin yapısı
bakımından mümkün değildir. Buna mukabil erkeklere yönelik hitabın kadınları
kapsayıp kapsamayacağı dilbilimciler arasında tartışmalı bir meseledir.
“Bazı dilbilimciler bu tür hitapların kadınları kapsadığını,
bazıları ise bu tür bir hitabın içine kadınların dahil edilemeyeceğini
söylemiş, bu iki farklı kanaat, bu tür ayetleri değerlendirmede usulcüleri de
etkilemiştir. Kimi usulcüler ise dilcilerin kural olarak kadınların da erkek
hitabı içerisine girdiği görüşünü benimsemekle beraber, cuma namazı gibi bazı
konularda bir takım harici karineler ile kadınların hitap kapsamı dışında
kalacağını ileri sürmüşlerdir. Yukarıda zikrettiğimiz tahsis delilinin dışında
o dönemdeki kadın telakkisi, kadının ailedeki görev ve sorumlulukları, cemaat
kavramı ve dayanışması içerisinde kadınların yerine ilişkin anlayışlar, bu tür
karinelerin bazıları olarak gösterilebilir.[81]
Sonuç olarak kadınların cuma namazı kılması
konusunda bir serbestlik vardır; müsait zaman ve zemin bulan kadınlar cuma
namazını kılabilirler. Fakat cuma namazını kadınlara farz haline getirerek
onları cuma namazı kılmaya mecbur etmek, hiçbir sebeple olmasa bile, asırlarca
süregelen geleneği gereksiz ve haksız yere hiçe saymak 82
olduğu için yanlıştır.”[82]
Cuma namazının vücub şartlarından biri de hürriyettir. Tarık b.
Şihab hadisinde Hz. Peygamber, (sav) kendilerine cumanın farz olmadığı kimseler
arasında mülk
edinilmiş köleyi de saymıştır. Köleye cuma namazının farz
olmadığı, fakat camiye gelip cumayı kılması halinde bu namazın öğle namazını
kendisinden düşüreceği hususunda Şafii, Hanefi, Maliki ve Hanbelîler ittifak
etmişlerdir.[83]
Başkasının mülkü olan köleye
cuma namazının farz kılınmamış olmasının sebebi, onun istisnai bazı durumlar
dışında (farz namazları münferit olarak kılmak gibi) menfaatinin sahibine ait
olmasındandır. Kölenin cuma namazına gelip imamı ve cemaati beklemesi, sahibine
gelecek birçok faydayı engelleyecek ve onun hizmetinden 84 alıkoyacaktır.[84]
“Köleliğin yürürlükte olduğu dönemlerde Müslüman olan bir
kölenin Müslüman olmayan bir kimsenin mülkiyeti altında bulunduğu düşünülecek
olursa, kölelere cuma namazının farz kılınmayışının sebebini kavramak daha
kolay olur. Bazı selef âlimleri efendisi tarafından köleye izin verildiği
takdirde cuma namazının farz, aksi takdirde cuma namazına gitmemesinin caiz
olduğunu söylemişlerdir.”[85]
2.4.3.1. Fikir Ve Eylem Hürriyetinin Cuma Namazına
Engel Olup Olmaması
Günümüzde bazı Müslüman çevreler, bulundukları toplumda fikir
ve eylem hürriyetinden mahrum olduklarını bahane ederek cuma namazına
gitmemektedirler. Kanaatimizce bu, hürriyet ve onun zıddı olan kölelik
kavramlarının iyi anlaşılmamasından ileri gelmektedir. Dolayısıyla bu
kavramların açıkça ortaya konması meselenin doğru anlaşılmasını sağlayacaktır.
“Hürriyet; akıllı bir şahsın, kendi işleri hakkındaki
asaleten yaptığı tasarruflarının kendinden başka birinin rızasına bağlı
olmaması demektir. Bu hürriyetin asıl manası olup, kölelik kavramının da bire
bir zıddıdır. Kölelik ise, bir kimsenin asaleten tasarruf yapamaması ve
tasarruflarının ancak efendisinin iznine bağlı olmasıdır. Bu da köleliğin asıl
manası ve hürriyet kavramının tam zıddıdır.[86]
"İslam’da hem bazı ibadetlerin sıhhatine temel teşkil eden
ve hem de cuma namazının sahih olabilmesi için şart koşulan hürriyet, yukarıda
tarifi yapılan kölelik teriminin zıddı olan hürriyettir. Yani fukahanın aradığı
özellik, mükellefin hürriyetin bu
manasından yoksun edilip, köle olarak kullanılıyor olmasıdır.
Nitekim Hz. Peygamber’in cuma ayetinin umumi hükmünden istisna ettiği köle, her
türlü hakkı elinden alınan ve başkası tarafından mülk edinilen köledir. Konuyla
ilgili Tarık b. Şihab hadisindeki ‘abdun memluk’ (başkası tarafından
mülk edinilen köle) ifadesi, sanırız bu hususta şüpheleri izale edecek tarzda
beyan edilmiştir. Dolayısıyla bunun fikir ve eylem hürriyetine kısıtlama
getirilen kimse şeklinde anlaşılmaması gerekir. Nitekim ne geçmişte ne de
günümüzde bunu bu şeklide anlayan herhangi bir âlime rastlamak mümkün değildir.
Zira bu ikisi birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Hal böyle iken bir kısım
Müslümanlar, bazı hususlarda fikir ve eylem hürriyetinin kısıtlı olmasını
hadiste beyan edilen kölelikle eşit sayarak, bu hususu cuma namazını terk
etmeye bir mazeret olarak görmektedirler. Hâlbuki hadiste istisna edilen ve
İslam’da bazı ibadetlerden muaf tutulan hakiki manada kölenin, efendisi izin
vermedikçe alışveriş, borç alıp verme ve rehin bırakma gibi yaptığı hiçbir
akdin sahih olmadığı köledir.”[87]
2.4.3.2.
İşverenin,
İşçisini Cuma Namazına Gitmekten Men Etmesi
Günümüzde bazı işverenler cuma namazı ve diğer farz olan
ibadetler hususunda işçi veya memurlarına son derece müsamahakâr davranıp her
türlü kolaylığı sağlarken, bazıları da bunun aksi bir tavır takınmakta, cuma
namazını emreden Allah’ın ayetini görmezlikten gelmektedirler. Böyle bir
durumda işverenin ve işçinin durumu ne olacaktır? İslam dini böyle bir
salahiyeti işverene vermiş midir? İşverenin işçiyi cuma namazına gitmekten men
etmesi durumunda işçi veya memur ne yapacaktır?
Fakih İbn Hacer, (v.97471565) Tuhfe adlı eserinde şöyle
der: “Cuma namazı dahi olsa farz ibadetler için ayrılacak zaman icare akdinden
müstesnadır. Bu da ancak cuma namazına giden işçinin işinden dolayı korkmaması
kaydıyladır.”[88] İbn Hacer, cuma
namazına dair bölümde de sulama işçisini örnek vermekte ve bu kişinin cuma
namazına gidebilmesi için, işçinin yokluğundan dolayı işin bozulmama veya
aksamamasını şart koşmaktadır.
Tuhfe şarihlerinden Şirvani ise şöyle demektedir:
“Malumdur ki mutlak zikredilen icare, sahih icare akdine hamledilir. Adet
olduğu üzere ekmek yapan (fırıncı) birine ekmek hazırlayan işçiye, yine normal
olarak ücreti verilir. Bu kimsenin ekmekle meşgul olması, cuma namazının
terkine özür teşkil etmez. Aksine işveren, işçiyi cuma
namazına gitmemeye zorlamadığı sürece, ekmekler zayi
olsa dahi cuma namazına gitmekle mükelleftir. Fakat işveren, onu cuma namazına
gitmemeye zorlarsa o halde cumanın terkinden dolayı asi olmaz. İşçi olan
kimsenin de işinde ihmalkâr davranmaması gerekir. Şayet ekmek yapan işçi, işi
ele alır, öyle bir duruma getirir ve sonra da terk edip cuma namazına
gitmesinden dolayı ekmeklerin zayi olmasına sebebiyet verirse, bu durum kendisi
için cuma namazının terkine mazeret teşkil eder. Ancak işini cuma namazına gittiği
takdirde zararı netice verecek bir duruma getirdiğinden dolayı günah işlemiş
olur. Bu konuda diğer çalışanların durumu da bunun gibidir.”[89] İbn Hacer’e göre
çalışan kimsenin yokluğundan dolayı iş bozulacak veya zayi olacak derecede
olmadığı müddetçe, işyerinde kılacağı namazdan daha fazla bir zaman olsa dahi
işçinin cuma namazına gelmesi vaciptir. Yine ibn Hacer’in nakline göre Şafii
kitaplarından İyab ve Mutemed’in ibarelerinden anlaşılan, icare
akdinin cuma namazının terkine özür teşkil etmediğidir.[90]
Ezrai (v.783/1381)’ye göre, “cuma namazı hariç işverenin (müstecir)
işçiye cemaatle namaz kılmasına imkân sağlaması gerekmez. Çünkü cami uzak
olabilir veya imam namazı uzatabilir. Ezrai’ye göre, cemaat ve cuma namazı
birbirinden ayırt edilir. Şöyle ki; cemaat, normal namazların tabii ve
tekrarlayan bir sıfatıdır. (Yani o namazın bir rüknü değildir.) Öyleyse
işverenin hakkına riayet etmek için bu zamanın uzun olmaması şart koşulmuş ve
namazın işçinin zimmetinden kalkması için münferit kılınmasıyla iktifa edilmiştir.
Ancak cuma namazı böyle değildir (Yani cemaat bu namazın tabii bir sıfatı
değil, bizzat namazın bir rüknüdür.) Zaman olarak her ne kadar uzun olsa da
cuma namazının kılınmaması, telafi edici bir şey olmaksızın bu namazın
kaçırılmasına sebep olur.”[91]
Halil Günenç’in nakline göre,
Şafii ulemasından İbn Kasım (v.918/1512) ve Şebramilisi (v.1087/1676) şöyle
derler: “Cuma namazına izin vermeyen bir işverenin yanında bir işçinin
çalışabilmesi için, muhtaç olması gerekir. Muhtaç olmadığı takdirde 92 cuma
namazını kılmayarak böyle bir kimsenin yanında çalışması haramdır.”[92]
Hanefi ulemasından İmam Ebu Hafs (v.537/1142)’ın
görüşü, işverenin işçisini cuma namazına gitmekten men edebileceği yönündedir.
İmam Ebu Hafs’ın bu
görüşünde işverenin hakkının gözetilmiş olması veya işin
herhangi bir zararla neticelenmemesi gibi sebepler etken olabilir. Hanefilerce
bu konuda tutarlı ve fetvaya esas olan görüş ise, Ebu Ali Dekkak
(v.405/1015)’ın görüşüdür. Dekkak’a göre; şehirde, işveren işçisini cuma
namazına gitmekten alıkoyamaz. Şayet cuma namazının kılınacağı yer uzak ise
işçinin namazla meşgul olduğu müddet miktarınca ücretinden kesinti yapılır ve
işçinin de bu kesilen meblağı talep etme gibi bir hakkı yoktur. Cuma namazının
kılınacağı yerin yakın olması durumunda, işverenin bu tür bir uygulamaya
gitmesi söz konusu değildir.[93] İbn Abidin de bunun
iki görüşten biri olduğunu, Hanefi fıkhında Mutun-u Erbaa[94] olarak bilinen
kitapların zahirinden anlaşılan görüşün bu yönde olduğunu ifade etmektedir.[95]
Buraya kadar zikredilenlerden de anlaşılacağı gibi gerek
işveren gerekse amirin işçi veya memurunu cuma namazına gitmekten
alıkoyamayacağı görüşü ağır basmaktadır. Öyleyse cuma namazına gitmeye izin
vermeyen ve gittikleri takdirde işten atılma tehdidiyle karşı karşıya
kalanların durumu ne olacaktır?
Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir durumla karşı karşıya
kalınmaması ve bu durumda olan memur ve işçilerin cuma namazına katılımlarının
sağlanması için öğle namazının erken olduğu kış ve bahar aylarında cuma günü
öğle ezanının gecikmeli olarak okunması kararını almıştır. Malumdur ki böyle
bir uygulama köklü bir çözüm yolu sayılmasa da meseleyi büyük oranda
halletmektedir.
Özel sektör veya gayri resmi yerlerde çalışan ve bu uygulamadan
istifade edemeyen kimselere gelince; öncelikle çalışan kimse işinde ihmalkâr
davranmamalıdır. Yani işini öyle bir seviyeye getirip, sonra da bırakıp cuma
namazına gittiği takdirde zararı netice verecek bir duruma meydan vermemelidir.
Kendine düşen vazifeyi yaptıktan sonra işveren veya amiri takındığı menfi
tavırdan vazgeçirmeye çalışmalıdır. Bunun netice vermemesi durumunda işverene
kabul ettiği ve çalışan kimsenin de bütçesine fazla zarar vermediği takdirde
Dekkak’ın görüşü üzere namazla meşgul olduğu süre miktarınca ücretinden
kesilmesini de teklif edebilir. Buna rağmen yine cuma namazına gitmekten men
edilirse “memur ya kendi naklini başka yere yaptıracak yahut da maddi durumu
müsait olduğu takdirde istifa edecektir. Durumu müsait
olmazsa görevine devam edip, cuma namazını kılmadan öğle
namazını kılacak ve vebal ”96
de amire ait olacaktır.”
2.4.4.
Sıhhat
(Cuma Namazını Kılmaya Engel Bir Özrü Olmamak)
Cuma namazının vücub şartlarından biri de mazeretsiz olmak,
camiye gidip imamla cuma namazını eda etmeyi engelleyecek özürlerden beri
olmaktır. Nevevi (v.676/1277)’nin nakline göre, Ebu Davud’da İbn
Abbas’tan rivayet edilen sahih bir hadiste Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:
“Özrü olmaksızın kim ezanı işitir de icabet etmezse onun namazı yoktur.”
Sahabelerin özür nedir? diye sorması üzerine Hz. Peygamber: (sav) ‘korku veya
hastalık,’ buyurmuşlardır.[96] Yine Buhari’de
zikredilen bir hadiste Said b. Zeyd ölüm döşeğindedir. Bunun üzerine cuma
namazına giden amcası oğlu yardıma çağrılır. O da cumayı terk eder ve onun
yanına gider.[97]
Şayet bu özür sahipleri buna rağmen cuma namazını eda
ederlerse, namazları sahih olur ve öğle namazının yerine geçer.[98] Çünkü bu kimseler
özürlerine rağmen azimeti ihtiyar etmiş ve bu meşakkati yüklenmişlerdir.
Bunların durumu, yolcu iken oruç tutan veya fakir olup, binek ve yol azığı
bulamadığı halde zorluklara katlanıp hacca giden kimselerin durumu gibidir.[99] Aslında cuma
namazına gitmemeyi mubâh kılan özürler genelde mezhepler arasında çok büyük
farklılıklar göstermemekle beraber, bu konuda bazı görüş ayrılıkları da yok
değildir.
2.4.4.1.
Mezheplere
Göre Cuma Namazına Gitmemeyi Mubâh Kılan Özürler
Cuma namazını terk etmeyi caiz kılan özürlerden bazıları şöyle
sıralanabilir:
a.
Camiye
gittiği takdirde hastalığının artmasından veya uzamasından korkan kimse, cuma
namazına gitmeyebilir.[100] Maliki ve
Hanbelîler, bütçesine zarar vermeyecek bir ücretle taşınarak veya bir bineğe
binerek mescide gitmeye muktedir olan kişiye cuma namazının vacip olduğu
görüşündedirler.[101]
b.
Hanefilere
göre, kötürüm ve ayakları kesilmiş olan kimseye cuma namazı vacip değildir.[102] Maliki, Şafii ve
Hanbelîlere göre, kötürüm olan kişiyi mescide götürecek biri bulunur ve mescide
götürülmesinden dolayı kendisine herhangi bir zarar dokunmazsa, kötürümün cuma
namazı kılması vacip olur.[103]
c.
Camiye
gitmesi durumunda hastanın zarar göreceğinden endişelenen hasta bakıcı, cuma
namazına gitmeyebilir.[104]
d.
Ebu
Hanife’ye göre âmâ olan kimseye cuma namazı farz değildir. Kendisini
camiye götürecek bir rehberin bulunması durumu değiştirmez. İmam Muhammed, Ebu
Yusuf ile Maliki, Şafii ve Hanbelî mezhepleri; kendisini camiye götürecek
rehber olması durumunda, âmâya cuma namazının farz olacağı
görüşündedirler.[105]
e.
Düşmanından,
suçsuz yere bir zalimin kendisini hapsetmesinden veya kendisine zarar
vermesinden korkan kişiden, cuma kılma yükümlülüğü düşer. Ancak bunları hak
eden kişi cuma yükümlülüğünden kurtulamaz.[106]
f.
Cumaya
gittiği takdirde canına, malına veya ırzına zarar geleceğinden korkmak da cuma
namazının terkini mubâh kılar.[107] Maliki ve
Hanbelîler, böyle bir durumda cuma yükümlülüğünün kalkması için kişinin malına
gelecek zararın, kendisini mali yönden sarsacak bir zarar olmasını şart
koşmaktadırlar.[108] Şafiilere göre,
çocuğu, malı veya hayvanı kaybolan kimse, cumaya gitmediği takdirde bunları
bulacağını 110
umuyorsa, cuma namazına
gitmeyebilir.
g.
Havanın
şiddetli derecede sıcak veya soğuk olması, aşırı derecede yağmur yağması ve
mescide giden yolların aşırı çamur olması, cuma namazının terkini mubâh kılan
özürlerdendir.[109]
h.
Maliki
ve Şafiilere göre, ölen kimsenin teçhiz ve tekfin işleriyle meşgul olan kimseye
cuma namazı vacip değildir. Bazı Maliki uleması, bu işle uğraşan kimse
olmayıp; namaz kılınıncaya kadar cesedin zayi olması veya
bozulması şartını ileri sürmüşlerse de fetvaya esas olan görüş bunun herhangi
bir kayıtla bağlı olmayışıdır.[110]
Cuma namazının bir kimseye farz olabilmesi için cuma namazı
kılınan yerde ikamet etmesi gerekir. Cuma namazı kılınan yerde ikamete niyet
etmeyen kimseye cuma namazı farz değildir.[111]
İbn Ömer’den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber
(s.a.v.)’in “Seferi üzerine cuma yoktur,” dediği rivayet edilmiştir.[112]
Yolcu olan kimseye konakladığı zaman cuma namazının farz olup
olmayacağı hususu ise ihtilaflıdır. Zeyd b. Ali en-Nasır (v.122/740) ve
el-Bakır, İmam Yahya gibi bazı fakihler, konakladığı zaman seferî olan kimseye
cuma namazının vacip olmayacağı görüşündedirler. Onlar bu konuda Cabir b.
Abdullah hadisini delil getirmektedirler. Dört mezhep imamları da bu
görüştedirler. El-Hadi, el-Kasım, Ebu Abbas, Zuhri (v.124/742) ve Nehai
(v.96/714) ise “Yolcu olan kimse cuma namazı ikame edildiğinde konaklamışsa
cumaya gitmesi gerekir,” demişlerdir.[113]
Bir yerde ikamet etmiş olmak, cuma namazının vücub şartı olup,
seferi olan kimseye cuma namazının vacip olmayacağı hususunda dört mezhep
ittifak halindedir. Bununla beraber mezhepler, ikamet şartını farklı anlamışlar
ve dolayısıyla farklı görüşlere sahip olmuşlardır.
Hanefilere Göre; cuma namazının vücub şartlarından biri
de ikamettir. Buna göre seferi olan kimseye cuma namazı farz değildir.[114]
Hanefi Mezhebine göre, şehirde veya şehre bitişik yerleşim
yerlerinde oturan kimselere cuma namazı farzdır. Şehir: En büyük camisi, cuma
ile mükellef olanları alamayacak yer şeklinde tarif edilmiştir. Hanefi
mezhebinde şehir tanımı ile ilgili fetva bu şekilde olup, yine mezhep
fukahasından çoğunluğun görüşü de bu yöndedir.[115]
Şehre yakın olsa da köyde ikamet
edenlere cuma namazı farz değildir. Hanefilerin bu konudaki delilleri Hz.
Ali’den mevkuf [116] olarak rivayet
edilen “Toplayıcı şehir dışında cuma namazı ve teşrik tekbirleri,
yoktur,”[117] hadisidir. O halde
ikamet 120 şehir ile mukayyettir.
Şehirde ikamet edenlere cuma
namazı farz olduğu gibi, şehir civarında ikamet eden kimselere de cuma namazı
vacip olmaktadır. Fakat Ebu Yusuf’tan nakledildiğine göre şehre yakın köylerden
ezan sesini işitenlere de cuma namazı farzdır. Hanefi mezhebinde fetvaya esas
olan görüşe göre cuma kılınan yere bitişik üç mil veya 5544 121 m. uzaktakilere
de cuma namazı farzdır.[118]
Bir yerde on beş gün kalmaya niyet eden seferiye
de cuma namazı farzdır. Cuma namazının farz olması için devamlı kalmak üzere
bir yerde yerleşmiş olmak şartı yoktur.[119]
Malikilere Göre; cuma
namazı kılınan bir beldede sürekli olarak ikamet eden 123 kimseye cuma namazı
farz olur.[120]
İstitan (yurt edinmek)
bir yerde sürekli olarak ikamet etmek demektir ki; bu da
124 cuma namazının
baştan vacip ve sahih olması için şarttır.
Seferi olan kimse cuma namazını kılmakla mükellef
değildir. Ancak bir yerde dört gün veya daha fazla ikamete niyetlenen seferiye
cuma namazını kılmak farz olur. Fakat bu kimse cuma namazının kendisiyle sahih
olduğu kimselerden (inikad şartını haiz) değildir.[121]
Keza bir yerde mesela bir ay gibi bir zaman da olsa muvakkaten ikamet edecek
olan kimseye de cuma farz değildir ve sahih de olmaz. Çünkü mutlaka bir yerde
yerleşmiş olmak gerekir. Bu da bir beldede devamlı olarak ikametle olur.[122]
Şafiilere Göre; cuma namazının kılındığı veya ezan
sesinin işitildiği yerde ikamet eden kimseye cuma namazı farzdır.[123] Mesafesi kısa olsa
dahi seferi olan kimseye cuma namazı farz değildir.[124]
Buna göre ister büyük şehir ister
köy olsun, ister ezan sesini duysun ister 129 duymasın, bir beldede ikamet eden
kimse üzerine cuma namazını kılmak farzdır.[125]
Köy olmayan veya buna benzer yerlerin dışında ikamet edenler
eğer cuma namazının vücub şartlarını taşıyan kimselerden olup bunların da
sayısı kırka ulaşırsa burada ikamet eden kimselere de cuma namazının vacip
olacağı hususunda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Bu insanlar cuma
namazını bulundukları yerde eda ederlerse iyi yapmış olurlar. Şayet şehre gidip
cuma namazını kılarlarsa bu farzı yerine getirmiş olurlar.[126]
Ebu Hüreyre şöyle rivayet etmektedir: “Hz. Peygamber’e âmâ
bir adam gelip, Ey Allah’ın Resulü beni camiye götürecek bir rehber yok,
diyerek Hz. Peygamber (s.a.v)’den mescide gelmeyip, evinde namaz kılmak için
ruhsat istedi. Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) ona ruhsat verdi. Adam dönüp
gidince Hz. Peygamber (s.a.v) onu çağırıp şöyle dedi. ‘Namaz için okunan ezanı
işitiyor musun?’ O da ‘evet’ deyince Hz. Peygamber, ‘o halde icabet et,’ dedi.”[127]
Ancak “cuma, ezanı işiten kimse üzerinedir,”[128] hadisi görünürdeki
anlamına bakıp değerlendirilmemelidir. Nitekim Ebu Davud şarihlerinden
Azimabadi, (v.1323/1905) şöyle demektedir: “Bu hadisten maksat, cuma namazının
ezanı işitmeyen kimseye vacip olmayacağı değildir. Burada kişinin cuma ikame
edilen şehrin içinde veya dışında bulunması fark etmez. Çünkü Allah, ‘cuma günü
namaz için çağrıldığı zaman Allah’ın zikrine gidin,’[129]
buyurmuş, ezanın okunmasıyla cumaya gitmeyi emretmiş, bunu ezanın işitilmesi
şartına bağlamamıştır.”[130] Hafız İbn Hacer de Fethu’l
Bari’de cumhurun şöyle dediğini kaydetmektedir: “Ezanı işitene veya işitme
gücünde olana cuma namazı farzdır. Kişinin beldenin içinde veya dışında olması
fark etmez.135 Zeynuddin el-Iraki (v.806/1403)’nin Tirmizi
şerhinde kaydettiğine göre, İmam Şafii,
(v.204/820) İmam Malik (v.179/795)
ve Ahmed b. Hanbel (v.241/855), ezanı işitmeseler dahi şehir ehlinin tamamına
cuma namazının farz olduğunda ittifak 136
etmişlerdir.
Seferi olan kimse, bir yerde
giriş ve çıkış günleri hariç dört gün kalmaya niyet ederse, cuma namazı kılması
gerekir.[131] İmam Şafii el-Umm’de
şöyle demektedir: “Seferi olan kimse, dört gün ikamet etmeye niyet ederse,
mukim gibidir. Ancak eğer dört gün kalmaya azm etmemişse, bence cuma namazından
geri kalmasında bir sakınca 138 yoktur. Dolayısıyla yolculuğuna devam etme ve
cumadan geri kalmada serbesttir.”[132]
Bazı Şafii fıkıh kitaplarında
cuma namazının vücub şartları arasında istitan, yani yurt edinmiş olmak
da sayılmıştır. Kanaatimizce burada bir yanlış anlama, istitan’dan
ikametin kastedilmesi söz konusudur. İstitan; (yurt edinmek) bir beldede
yaşayan insanların, ne kışın ne de yazın göç etmeyecekleri bir biçimde sürekli
olarak bir yerde ikamet etmeleri demektir. Şayet bu şart vücub şartı olsa idi,
giriş ve çıkış günleri hariç bir yerde dört gün ikame eden kimselere cuma
namazı kılmak vacip olmazdı. Öyleyse istitan, (yurt edinme) cuma
namazının vücub şartı değil, bir yerde kılındığı takdirde 139 sahih olabilmesi
için mükellefte bulunması gereken sıhhat şartıdır.[133]
Hanbelîlere Göre; cuma namazı şehirde
ikamet eden kimselere farzdır. Şehir ehlinin cuma kılınan yere yakın veya uzak
olmaları bu hükmü değiştirmez. Ahmed b. Hanbel, cuma namazının şehir ehline
farz olduğunu, burada ikamet edenlerin ezanı işitip işitmemelerine itibar
edilmeyeceğini ifade etmiştir.[134] Şehir ehli
olmayanlar ise cumanın kılınacağı yer ile aralarında bir fersah veya daha az
bir uzaklık var ise, bu kimselere de cuma namazı farz, aksi takdirde farz
değildir.[135]
Hanbelîlerin bu konudaki delilleri “Cuma günü
namaz için çağrıldığı zaman Allah’ın zikrine gidin,”[136]
ayeti ile Abdullah b. Amr’ın Peygamber (sav)’den rivayet ettiği, “cuma, ezanı
işiten kimse üzerinedir,”[137] hadisidir.
Hanbelîlere göre, cuma namazının ikame edildiği belde dışında bulunanlar,
mezkûr ayet ve hadis muktezasınca
cuma ehlindendirler. Bunlar da şehir halkı gibi ezanı
işitmektedirler. Ezan sesinin işitilmesinde minareden okunanı işitmeye itibar
edilir. İmamın önünde okunana itibar edilmez. Bu konuda asıl olan ezanın
işitilme ihtimalidir. Müezzin, gür sesli, rüzgârlar sakin, ses ve gürültü
olmayıp, hava şartları da müsait ise, ezan sesinin işitilme ihtimali
bulunmaktadır. [138]
Hanbelîlere göre, seferi olan kimse cuma namazını kılmakla
yükümlü değildir. Seferî kimse bir yerde dört gün ve daha fazla kalmaya niyet
ederse, yahut yolculuğu günahı gerektiren bir yolculuksa, bu günahın onun
ibadet yönünden ruhsattan istifade etmesine sebep olmaması için cuma namazı
kılmalıdır.[139]
İlim talebesi, yolcu hanları veya kervansaraylarda çalışan,
ticaret veya benzeri işlerle uğraşıp dört günden fazla ikamete niyet eden,
ancak yurt edinmeyen kimselere cuma namazının vacip olup olmayacağı hususunda
iki görüş bulunmaktadır.
Birinci görüşe göre, cuma namazını emreden ayet ve ilgili
hadislerin umumi oluşu göz önüne alınarak bu insanlara cuma namazı vaciptir.
İkinci görüş ise bu vasıftaki insanlara cuma namazının vacip olmayacağı
görüşüdür. Çünkü istitan yani bir yeri yurt edinmek, cumanın vücub
şartlarındandır. Hâlbuki böyle bir kimse mustavtin (yurt edinen kimse)
değildir. Yine bu kimse bu beldede devamlı ikamete niyet etmediğinden, yazın
ikamet edip kışın göç eden köy ehline benzemektedir. Zaten bu vasıftaki
insanlar Peygamber (s.a.v.) döneminde bir iki sene ikamet ederlerdi de cuma ve
bayram namazlarını kılmazlardı. Bunlara cuma namazının vacip olduğunu söylesek
dahi zahir olan odur ki, cumanın sıhhat şartlarından olan istitan
bulunmadığından cuma namazı için gereken sayı bu vasıftaki insanlarla
tamamlanamaz.[140]
2.5.
Cuma
Namazının Vücub Şartları İle İlgili Problemler
2.5.1.
Cuma Günü
Yolculuğa Çıkmak
Cuma günü yolculuğa çıkmak hususunda mezheplerin farklı
görüşleri bulunmaktadır. Mezheplere göre bunları şöyle sıralayabiliriz:
Hanefilere Göre; cuma günü öğle vakti girmeden önce
şehrin mamur, oturulan yerlerinden çıkılırsa sefere çıkmakta bir beis yoktur.
Sahih olan zevalden sonra ve cuma namazı kılınmadan önce sefere çıkmanın
mekruh olduğudur. Zevalden önce ise mekruh
değildir.[141]
Zevalden sonra ve cuma namazı kılınmadan önce sefere çıkacak yolcu,
namazı kıldığı takdirde yol arkadaşlarından kopacak ve tek başına gitmeye de
imkân 148
bulamayacaksa bu kerahetin de
olmaması gerekir.[142]
Şevkani’nin nakline göre, İbn Abbas’tan şöyle rivayet
olunmuştur: “Hz. Peygamber (sav) bir seriyye gönderdi ve bu gün de, cuma
gününe rastladı. Abdullah b. Revaha, Peygamber (sav) ile cuma namazını kılıp
sonra yetişmek üzere arkadaşlarından geri kalmıştı. Hz. Peygamber namaz
kıldırıp onu görünce seni arkadaşlarınla erkenden çıkmaktan alıkoyan nedir? diye
sordu. O da Ey Allah’ın Resulü istedim ki sizinle cumayı kılayım da sonra
yetişeyim, dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber; ‘Dünya ve içindekileri infak
etsen dahi onların sabah erkenden çıkmalarının sevabına erişemezsin’
buyurdular.”[143] Yine Hz. Ömer,
sefer hazırlığında olan bir adam görmüş ve onun şöyle dediğini işitmişti: “Eğer
bugün cuma olmasaydı yolculuğa çıkacaktım. Hz. Ömer de yola çık. Çünkü cuma
yolculuktan alıkoymaz,” dedi.[144]
Yine Şevkani’nin nakline göre, Hafız İbn Hacer, Telhis
adlı kitabında bu hadisi zikretmiş ve bu hadis aleyhinde herhangi bir şekilde
konuşmamıştır.[145]
Malikilere Göre; cuma günü fecirden sonra
yolculuğa çıkmak mekruh olup, fecirden önce yolculuğa çıkmakta herhangi
bir sakınca yoktur. Cuma günü zevalden sonra yolculuğa çıkmak ise
haramdır. Ancak kişi güzergâhındaki bir beldede cuma namazına yetişeceğini
biliyorsa veya yol arkadaşlarından kopup tek başına yolculuk yaptığı takdirde
canına veya malına bir zarar geleceğinden endişeleniyorsa zevalden sonra
yolculuğa çıkması haram değildir.[146]
Şafilere Göre; cemaatin terkine ruhsat olan özürler cuma
namazının da terk edilmesine ruhsat olarak kabul edilmektedir. Şafii uleması,
cumanın terkini mubâh kılan özürler konusunda zevalden önce veya zevalden
sonra gibi bir ayırıma yapmamış, ancak yolculuk konusunda böyle bir ayırıma
gitmiştir.[147] Şafii mezhebinde
cuma günü yolculuğa çıkma konusunda bazı haller mevcuttur:
Cuma günü fecirden önce yolculuğa çıkmak her halükârda
caizdir. Bu konuda herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir.[148] Şafii mezhebinde fecirden
sonra, zevalden önce yolculuğa çıkmak hususunda iki görüş mevcuttur.
İmam Şafii’nin kadim kavline göre caizdir. Çünkü henüz zeval vakti
olmamış, teklif mükellefe yönelmemiştir.[149]
İkinci görüşe göre, cuma günü fecirden sonra ve zevalden önce
yolculuğa çıkmak caiz değildir. Şafii mezhebinde fetvaya esas olan görüş budur.
Ancak kişi yol üzerinde cuma namazını kılabilecekse yahut yolculuk yaptığı
gurup ve arkadaşlarından geri kalıp da bu yüzden herhangi bir zararla karşı
karşıya kalacaksa fecirden sonra zevalden önce yolculuğa
çıkmasında herhangi bir haramlık bahis mevzuu değildir.[150]
Cuma namazı ile mükellef olan bir kimsenin zevalden
sonra sefere çıkması haramdır. Çünkü artık cuma namazının vakti girmiştir.[151] Vaktin girmesiyle
teklif mükellefe yönelmiş ve cuma namazı vacip olmuştur. Artık bu namazı
kaçırması veya kılmaması caiz değildir.[152]
Seferi kimse gittiği yolda cuma namazını kılabilecekse veya gideceği yol
üzerinde cumanın ikame edildiği bir yer bulunmadığı takdirde şayet kendileriyle
yolculuğun mubâh olduğu arkadaşları hemen yola çıkacak ve onlardan ayrı
kalmakla kendisine bir zarar dokunacaksa, zevalden sonra yolculuk
yapabilir.[153]
Kişi cuma günü zevalden sonra yol arkadaşlarından geri
kalma endişesi olmayıp yolda cuma namazını kılamayacaksa bu durumda sefere
çıkması yine caiz değildir.
Cuma gecesi (Perşembe günü yatsıdan sonra ve fecirden
önce) yolculuk yapmak Şafii uleması ve diğer bütün ulemalar yanında caizdir.[154]
Hanbelîlere Göre; cuma namazı kendisine farz olan
kimsenin vakit girdikten sonra yolculuğa çıkması haramdır. Ancak mubâh maksatlı
bir yolculukta, arkadaşlarından geri kalma sebebiyle zarara maruz kalacak
olursa, zevalden sonra dahi yola çıkması mubâh olur. Çünkü böyle bir
durum, hem cemaatin hem de cumanın terkini mubâh kılan özürlerdendir.[155]
Hanbelîler, vakit girdikten sonra yolculuğa çıkma konusunda,
Darakutni’nin İfrad adlı eserinde İbn Ömer’in Hz. Peygamber’den rivayet
ettiği, “her kim cuma günü ikamet ettiği yerden yolculuğa çıkarsa melekler ona
beddua eder, yolculuğunda ona arkadaşlık edilmez ve ihtiyacı için de yardım
edilmez,” hadisini delil olarak kullanmaktadırlar.[156]
Cuma günü vakit girmeden yolculuğa çıkmak ise mutlak olarak
caizdir. Çünkü mükellef henüz teklif ile yükümlü olmamıştır. Cumanın kendisine
vacip olacağı imkânı da bunu menetmemektedir.[157]
2.5.2.
Cuma Günü
Alışveriş Yapmak
Kur’ân-ı Kerim’de “Cuma günü namaza çağrıldığı zaman, hemen
Allah’ıanmaya koşun ve alışverişi bırakın,”[158]
buyrulmuş ve alışveriş yasaklanmıştır.
Ayetteki emir vücub ifade eden türden olduğundan cuma ezanıyla
beraber namaza gitmek farz, alışveriş ise yasaktır. Bu yasak, namaz bitene
kadar devam eder.[159]
Cumhur-u Ulemaya Göre; ezanın okunmasıyla yapılan her
türlü alışveriş haram olmaktadır. Ancak kendisiyle alışverişin haram olduğu
ezanın hangi ezan olduğu bu hükmün, icare, nikâh, selem vb. diğer
akitleri de kapsayıp kapsamadığı ve alışveriş gerçekleştiği takdirde geçerli
olup olmayacağı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Fukahanın çoğu, alışverişin kendisiyle haram olduğu ezanın,
bugün iç ezan olarak tabir edilen imam minberdeyken okunan ezan olduğu
görüşündedir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) zamanında okunan da bu ezan idi.
Minareden okunan ezan sırasında yapılan alışveriş ise mekruh olmakla beraber
caizdir.[160]
Hanefilere Göre; alışveriş yasağı dış ezanla başlamakta
ve namaz bitinceye kadar devam etmektedir.[161]
Hanefiler, bu sırada yapılan alışveriş ve benzeri icare, sulh gibi
akitlerin tahrimen mekruh olduğu görüşündedirler.[162]
Malikilere Göre; kendisiyle alışverişin haram olduğu
ezan, imamın minbere çıkmasıyla okunan ezandır. Akdi yapanlardan birinin
cumayla mükellef olup diğerinin
olmaması bu hükmü değiştirmez. Bu sırada yapılan alışveriş, icare,
ikale ve benzeri akitler de geçersiz olup feshedilir. Bu zamanda yapılan
nikâh, hibe, sadaka gibi akit ve muameleler nadir olduğundan feshedilmez.[163]
İbn Arabî’ye göre, sahih olan tüm akitlerin fesh edilmesi
gerektiğidir. Çünkü alışveriş, cuma namazından alıkoyduğu için men edilmiştir.
Dolayısıyla cuma namazından alıkoyan bütün akitler haram ve hukûken
geçersizdir.[164]
Şafiilere Göre, iç ezan okunurken alışveriş haram
olmakla beraber akit geçerlidir ve fesh edilmez. Ancak alışveriş yapan
kimselerin cuma ehlinden olmaması halinde herhangi bir kerahet söz konusu
değildir.[165]
Hanbelîlere Göre; cuma günü alışverişin kendisiyle haram
olduğu ezan birinci ezandır. Alışverişin haram oluşu sadece cuma namazıyla
mükellef olanlar içindir. Çünkü alışverişin men edilmesi cuma namazına
gitmekten alıkoyduğu içindir. Böyle bir durum mükellef olmayanlar için yok
hükmündedir. Şayet alışverişi yapanlardan biri mükellef diğeri değilse bu akit
mükellef hakkında haram, mükellef olmayan için ise haram değildir. Bu sırada
yapılan alışveriş sahih değildir.
Hanbelîlere göre, alışveriş dışındaki akitler haram değildir.
Çünkü ayetteki yasak sadece alışverişe mahsustur. Alışveriş dışındaki işler,
cuma namazından alıkoyma bakımından ona denk değildir, çünkü bunlar az vuku
bulan şeylerdir. Dolayısıyla bunları alışverişe kıyas etmek doğru değildir.[166]
Kanaatimizce alışverişin haram oluşu günümüzdeki birinci ezanla
başlar diyenlerin görüşü, cuma namazına yetişebilme açısından daha isabetlidir.
Zaten iç ezan bugünkü durumda işitilmemektedir. Hanefiler dışındaki sünni
mezheplerin bu konuda iç ezanı tercih etmeleri, onların Allah Resulü’nün
uygulamalarına uyma ve dinde olmayan şeyler ihdas etmeme hassasiyetlerinden
kaynaklanmaktadır. Nitekim Maliki, Şafii ve Hanbelî fıkıhçıları da kişinin cuma
namazına yetişebilecek şekilde cumaya gelmesinin farz olduğu görüşündedirler.
Kanaatimizce cuma namazından alıkoyan her türlü işin yasak
olması gerekir. Ayette özellikle alışverişin zikredilmesi, o günün şartlarında
kesretle vuku
bulmasındandır. Nitekim Sabuni’nin bu konudaki
açıklamaları tercihe şayandır: “Ayette alışveriş (bey’) lafzı mutlak
zikredilmiş, ancak onunla cuma namazından alıkoyan tüm muameleler
kastedilmiştir. Dolayısıyla edebi bakımdan mecaz-ı mürsel sanatı icra ”173
edilmiştir.”
2.5.3.
Cuma
Mükelleflerinin Ve Diğerlerinin Öğle Namazını Kılması
2.5.3.1.
Cumaya
Mazeretsiz Olarak Gitmeyenlerin Durumu
Hanefilere Göre; cuma namazına gitmeyip öğle namazını
kılmak haramdır. Burada haramlık, namazın bizzat kendisinden değil onunla
meşgul olup, cuma namazına gitmekten alıkoyması sebebiyledir.[167] Ancak kılınan bu
öğle namazının hangi durumlarda geçerli olup olmayacağı yine Hanefi ulemasınca
ihtilaflıdır.
Buna göre, cumaya gitmeye engel bir mazereti olmayan kimse,
cuma namazı bitmeden öğle namazı kılar ve bundan sonra cumaya gelmeyip onu eda
etmezse, Ebu Hanife (v.150/767) ve Ebu Yusuf (v.183/798)’a göre, mükellefin
kıldığı öğle namazı geçerlidir ve bu namazı iade etmesi gerekmez. Çünkü Ebu
Hanife ve İmam Ebu Yusuf’a göre vaktin farzı öğle namazıdır. Ancak mükellef
kendisinden öğle namazının düşmesi için cuma namazını eda etmekle
emrolunmuştur. Şu halde mükellef cuma namazını eda ederse, vaktin farzı olarak öğle
namazını kılmış olur. Dolayısıyla namazı iade etmesine lüzum kalmaz.
İmam Muhammed (v.189/805) de öğle namazının geçerli sayılacağı
ve iadeye lüzum olmadığı görüşündedir. Çünkü İmam Muhammed’den vaktin farzının
muayyen olmadığı, hangi namaz kılınırsa o namazın vaktin farzı olarak kabul
edileceği görüşü esas alınırsa, mükellef öğle namazını kılmış, o halde onun
hakkında vaktin farzı öğle olarak taayyün etmiştir.
İmam Züfer (v.158/775)’e göre, bu durumda olan kimsenin kıldığı
öğle namazı geçerli değildir. Çünkü İmam Zufer’e göre, vaktin farzı cuma namazı
olup, öğle namazı onun yerine konan telafi edici bir namazdır. Durum böyle
olunca ancak asıl olan yerine getirilemediği zaman onu telafi edici olan öğle
namazı kılınabilir. Burada ise mükellef cuma namazını kılmaya muktedir
olduğundan öğle namazı asıl olan cuma namazının
yerine geçemez. Dolayısıyla bu durumda kılınan öğle namazı
geçersiz olup, cuma namazı bittikten sonra iade edilmesi gerekir.[168]
Cumaya engel özrü olmayan kimsenin öğle namazını evde kılıp,
sonra cumaya gitmesi halinde dört durum söz konusudur:
a.
Şayet
mükellef evinden çıktığı anda imam namazdan çıkmış ise, evinde kıldığı öğle
namazı geçerlidir. Hanefi uleması bu konuda ittifak halindedir.
b.
Mükellef
camiye gelir, cuma namazına katılır ve imamla beraber cuma namazını tamamlarsa,
evinde kılmış olduğu öğle namazı batıl olur ve evde kıldığı namaz nafileye
dönüşür.[169]
c.
Kişi
cuma namazına başlar, sonra cuma namazını tamamlamadan imamla konuşursa, İmam
Ebu Hanife’ye göre, evde kılmış olduğu namaz batıl olur. Ebu Yusuf ve
Muhammed’e göre, batıl olmaz.
d.
Mükellef
evden çıktığında imam namazı bitirmemiş, fakat camiye girdiğinde namazı
bitirmişse, bu durumda da İmam Ebu Hanife’ye göre, evdeki öğle namazı batıl
olur. Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre, batıl olmaz.[170]
Malikilere Göre; cuma namazı ile mükellef olup namaza
mazeretsiz gitmeyen kimse, cumaya gittiği takdirde bir rekâtına yetişeceğini
tahmin ettiği halde öğle namazını kılarsa, öğle namazı batıl olur. Daha sonra
öğle namazını mutlaka iade etmesi gerekir. Ancak acele olarak gittiği halde
cuma namazının bir rekâtına bile yetişemeyeceğini düşünürse kıldığı öğle namazı
sahih olur.[171]
Şafiilere Göre; kendisine cuma namazı vacip olan
kimsenin imam selam vermeden önce öğle namazı kılması caiz değildir. Nitekim
İmam Şafii el-Umm adlı eserinde şöyle demektedir: “Cumadan geri kalmada
özür sahibi olmayıp, kendisine cumanın vacip olduğu kimse, cumayı ancak imamla
beraber kılmalıdır. Eğer zevalden sonra ve imam namazdan çıkmadan önce namaz
kılarsa, bu, kâfi değildir. Dolayısıyla imam namazdan çıktığında öğle namazını
dört rekât olarak iade etmelidir.”[172]
Mükellef, cuma namazı bitmeden evvel öğle namazı kılarsa, bu
namaz İmam Şafii’nin kavl-i kadimine göre sahih, kavl-i cedidine
göre batıldır. Fakat Şafii mezhebinde fetvaya esas olan görüş, öğle namazının
geçersiz olduğudur.[173]
Hanbelîlere Göre; cuma namazıyla mükellef olan kimsenin,
imam cuma namazını bitirmeden kılmış olduğu cuma namazı sahih değildir. Bu
durumda olan kimse namaza yetişeceğini zannederse cumaya gitmesi gerekir. Şayet
cumaya yetişirse onu imamla beraber kılar. Yetişmediği takdirde öğle namazını
kılması gerekir.
Mükellef, öğle namazına yetişemeyeceğini zannederse imamın cuma
namazını bitirdiğine kesin emin olana kadar bekler, sonra öğle namazını kılar.[174]
2.5.3.2.
Cuma
Namazıyla Mükellef Olmayanların Durumu
Hanefilere Göre; Hapis,
yolcu veya herhangi bir şekilde mazereti olan kimsenin, cuma namazı kılınmadan
önce namaz kılması, tenzihen mekruhtur. Sünnet olan, mazeretinin kalkacağını
bilsin veya bilmesin öğle namazını cuma namazından 182 sonra eda etmektir.[175]
Maliki, Şafii ve Hanbelîlerin bu konudaki görüşleri,
hemen hemen aynı doğrultudadır.[176] Cuma namazıyla
mükellef olmayanlar, imam cuma namazını kılmadan önce öğle namazlarını
kılabilirler. Fakat efdal olan, özür sahibi kimselerin namazlarını imamın cuma
namazını bitirmesinden sonra kılmalarıdır. Çünkü bu sayede hem mezkûr
ihtilaftan çıkacak, hem de özürlerinin kalkması durumunda cuma namazına
yetişmiş olacaklardır.[177]
Şafiilere göre, kadın ve müzmin
hasta gibi mazeretinin kalkması umulmayanların, namazlarını vaktin evvelinde
kılmaları sünnettir. Böylece, vaktin 185 evvelinde namaz kılmalarından dolayı
elde edilecek sevaba da ulaşmış olurlar.[178]
Hanbelîlere göre, özürlü olan kimse namazını kılar da sonra
cuma namazına giderse, kılmış olduğu öğle namazı geçerli olup, kılacağı cuma
namazı da nafileye dönüşür.[179]
2.5.3.3.
Cuma
Namazını Kaçıranların Öğle Namazını Cemaatle Kılması
Hanefilere Göre; ister özürlü ister özürsüz olarak cuma
namazını kılamayan kimsenin, cuma günü şehirde cemaatle öğle namazını kılması tahrimen
mekruhtur. Cuma namazı kılmaları sahih olmayan mezra veya köyde ikamet
edenler için böyle bir durum söz konusu değildir. Bu tür yerlerde cuma namazı
kılınmadığından diğer günlerde olduğu gibi öğle namazının cemaatle kılınması
efdaldir.[180]
Malikilere Göre; hastalık ve mahpusluk gibi cuma
namazına gitmeye engel bir mazereti olan kimselerin, cuma günü öğle namazını
cemaatle kılmaları istenir. Cuma namazından yüz çevirmiş olmakla ittiham
edilmemiş olmak için de cemaati gizlemeleri ve namazlarını cuma namazından
sonraya ertelemeleri mendub olur. Mazeretsiz olarak veya cuma namazına gittiği
takdirde malının zayi olmasından korkmak gibi aslında cuma namazına gitmeye
engel olmayan bir mazeretten dolayı da olsa, cuma namazını kılmayan kimselerin,
cuma günü öğle namazını cemaatle kılmaları mekruhtur.[181]
Şafiilere Göre; herhangi
bir mazeretten dolayı cuma namazını kılmayan kimselerin öğle namazını cemaatle
kılmaları sünnettir. Ancak bu kimseler dinde herhangi bir şekilde ittiham
edilmemek için mazeretlerinin gizli olduğu durumlarda 189 cemaatle namazı da
gizli kılarlar. Böyle bir tehlike yoksa namazı açıktan kılarlar.[182] Özürsüz
olarak cuma namazını kılmayan kimsenin, öğle namazını imamın cuma namazını
selam vererek tamamlamasından hemen sonra kılması vacip olur.[183]
Hanbelîlere göre; cuma namazını mazeretsiz kaçıranların
veya kendilerine farz olmadığından dolayı katılmayanların fitne korkusu
olmadığı takdirde öğle namazını aleni olarak cemaatle kılmaları efdaldir.
Fitneye sebep olacaksa öğle namazı gizli olarak cemaatle kılınır.[184]
CUMA NAMAZININ SIHHAT ŞARTLARI
Fıkıhçılar, şartları oluştuğu takdirde cuma namazının farz
olduğunu ifade etmiştir. Sıhhat şartları denince cuma namazının geçerli olması
ve öğle namazının yerini tutabilmesi için gereken şartlar anlaşılmalıdır.
Fukaha, cuma namazının vücub şartları üzerinde fazla ihtilaf etmezken, sıhhat
şartları üzerinde farklı görüşlere sahip olmuştur. Tezimizin bu bölümünde
sırasıyla mezheplere göre cuma namazının sıhhat şartlarını zikredip,
dayandıkları delilleri inceleyeceğiz.
3.1.
Genel
Olarak Mezheplere Göre Cuma Namazının Sıhhat Şartları
3.1.1.
Hanefi
Mezhebine Göre Cuma Namazının Sıhhat Şartları
Hanefi fukahası, cuma namazının sıhhati için şu şartları
zikretmektedir:
a.
Cuma
kılınacak yerin şehir veya şehir hükmündeki bir yerleşim yeri olması,
b.
İmamın,
devlet başkanı (veliyyu’l-emr) veya onun emir olarak atadığı kişinin
izin verdiği kimselerden olması,
c.
Öğle
namazı vaktinin girmiş olması,
d.
Hutbe
okunması,
e.
Hutbenin
namazdan önce okunması,
f.
Cuma
namazının kılındığı caminin herkese açık olması,
192
g.
Cuma
namazının cemaatle kılınması.192
3.1.2.
Maliki
Mezhebine Göre Cuma Namazının Sıhhat Şartları
Maliki fukahası, cuma namazının sıhhati için aşağıdaki şartları
zikretmektedir.
a.
Cuma
namazı kılınan yerin insanların sürekli olarak kendilerine yurt edindikleri
şehir köy vb. yerleşim merkezlerinden olması,
b.
İmam
dışında en az on iki kişilik cemaatin bulunması,
c.
Aşağıdaki
şartları taşıyan imamın bulunması,
c1. İmamın mukim veya en az dört gün ikamete
niyetlenmiş misafir olması,
192 Serahsi, a.g.e., Kasani,
a.g.e., I, 573., İbnü’l Hümam, a.g.e., I, 408-411-412-413-414-415., İbn Abidin,
a.e II 137-138-147-151 Ceziri ae II 535-536-537 Zuhali ae II 376
I I
I 1
Purchase
Print2PDF at http://www.software602.com
c2. Hutbeyi okuyanla namazı kıldıran kişinin aynı şahıs olması,
d.
Hutbe
okunması,
e.
Aşağıdaki
şartları haiz caminin bulunması,
e1. Cuma
kılınacak caminin bina olması,
e2. Cami
binasının nitelik bakımından en az bulunduğu yerin binalarına eşit olması,
193
e3. Cuma namazının zaruret olmadıkça tek bir camide
kılınması.[193]
3.1.3.
Şafii
Mezhebine Göre Cuma Namazının Sıhhat Şartları
a.
Cuma
namazının öğle vaktinde eda edilmesi,
b.
Cuma
namazının şehrin veya köyün hududu dahilinde kılınması,
c.
Cuma
namazı kılınan yerde, başka bir cumanın tekbiretü’l-ihram’ının ondan
önce olmaması,
d.
İlk
rekâtta cuma namazının cemaat halinde kılınması,
e.
Cuma
namazının Müslüman, baliğ, akil, hür, erkek, mukim, sıhhatli ve yerli olan kırk
kişi ile eda edilmesi,
f.
Cuma
namazından önce iki hutbe okunması.[194]
3.1.4.
Hanbelî
Mezhebine Göre Cuma Namazının Sıhhat Şartları
Hanbelî
fukahası, cuma namazının sıhhati için şu dört şartı zikretmektedir.
a.
Vaktin
girmesi,
b.
Mukim
olmak,
c.
İmamla
birlikte en az kırk veya daha fazla kişinin namazda hazır bulunması,
d.
Şart
ve hükümlerini haiz hutbe okunması.[195]
3.2.
Mezheplerin
Cuma Namazının Sıhhat Şartları İle İlgili Görüşleri ve Delilleri
3.2.1.
Cuma
Namazı Kılınacak Yerin Şehir veya Şehir Hükmündeki Bir Yerleşim Yeri Olması
Hanefilere Göre; cuma namazı kılınan yerin toplayıcı
şehir veya şehir hükmünde olması gerekir. Köylerde cuma namazı sahih değildir.[196]
Hanefi ulemasından Kasani (v.587/1091), konuyla ilgili olarak
şunları kaydetmektedir: “Bizim ashabımızca şehir, cuma namazının hem farz
olmasının hem de edasının sahih olma şartıdır. Dolayısıyla cuma namazı yalnız
şehir ehline ve şehre tâbi olan merkezlerde oturan kimselere farzdır. Keza,
cuma namazı şehre tabi olmayan köy ehline farz olmadığı gibi, bu köylerde cuma
namazının edası da sahih değildir.”[197]
Hanefi uleması, sıhhat şartı olarak şehir şartında ittifak
ederken şehir ve şehir hükmünde olan yerlerin tanımında ise çok farklı görüşler
ileri sürmüşlerdir.
Ebu Hanife şehri, “içinde cadde, sokak ve çarşısı bulunan,
hükmü ve ilmi ya da başkasının ilmi ile mazlumun hakkını zalimden alabilen ve
insanların olaylarda kendisine müracaat ettiği, valisi bulunan büyük belde,”
şeklinde tarif etmiştir.
Kerhi (v.340/951), ise toplayıcı şehir; “haddlerin
tatbik edildiği, cezaların uygulandığı yerdir,” demiştir.
Şehir hakkında Ebu Yusuf’tan üç tanım nakledilmektedir:
Bunlardan birinci tanımda, hükümleri uygulayan, cezaları tatbik eden bir emiri
ve kadısı bulunan yer, şehir olarak kabul edilmiştir. Diğer bir tanımda ise Ebu
Yusuf şöyle demektedir: “Yerleşim yerinde bulunanlar bir camide toplanır ve bu
cami onların sığamayacağı kadar olursa, devlet başkanı onlara bir cami bina
eder ve onlara namazı kıldıracak birini tayin eder. İşte böyle bir yer, şehir
olarak telakki edilmektedir.”[198]
Ebu Yusuf’tan nakledilen diğer bir görüşte ise, on bin veya
daha fazla nüfuslu yer, şehir olarak tarif edilmiş ve böyle yerlerde devlet
başkanının cuma namazının kıldırılmasını emretmesi gerektiği ifade edilmiştir.[199]
“En büyük mescidi cuma ile mükellef cemaati alamayacak ve
cumanın edası için başka bir mescide ihtiyaç duyulacak yer,” şeklinde yapılan
şehir tanımı, Hanefi fukahasının çoğu tarafından benimsenmiştir.[200]
Hanefi fukahası şehir hükmünde olan yerler hususunda da ihtilaf
etmişlerdir.
Çetintaş’ın Ebu Hanife’den naklettiğine göre, şehre uzak veya
yakın köyler, şehirden sayılmazlar.[201]
Ebu Yusuf, şehir hükmünde olan yerleri şu şekilde beyan
etmektedir. “Bu konuda ezanın işitilmesine itibar edilir. Şayet şehirden okunan
ezan işitiliyorsa burası şehre tabi olur. Aksi halde şehre tabi değildir.”[202]
Yine İbn Semaa (v.233/848)’nın Ebu Yusuf’tan rivayet ettiğine
göre, Şehrin civar mahallerine yapışık her köy, şehir hükmünde kabul edilirken,
buralara yapışık olmayan yerler şehir kapsamında değildir.[203]
Şehrin maslahatları için hazırlanmış bulunan sahalar da şehirden sayılır ve
burada bulunan kimseler de cuma namazını kılmakla mükelleftirler.[204]
Malikilere Göre; Maliki
fukahası, cuma namazı kılınan yerin yerleşim yeri 205 olmasını cumanın sıhhat
şartı olarak kabul etmişlerdir.[205]
Halkın bir beldeyi veya bir tarafı sürekli olarak kendilerine
yurt edinmeleri burada hayatlarından emin olarak dışarıdan gelecek baskın ve
saldırılara karşı güvenlik içinde yaşamaları, cumanın sahih ve muteber olması
için gerekli görülmüştür.[206]
İmam Malik, istitanı, “bir topluluğun, insanlardan
gelecek tehlike ve saldırılara engel olacak şekilde, bir mahalli kendilerine
mesken tutmaları,” şeklinde tarif etmiştir.[207]
El-Müdevvene’de cumaya gelmeyi gerekli kılacak uzaklık
bir fersah olarak belirtilmiş, bunun da üç mile (1 mil 3 km.dir.) tekabül
ettiği ifade edilmiştir. [208]
Bu mesafeden daha uzakta bulunanlara cuma namazı farz değildir.
Bu uzaklık şehrin herhangi bir tarafında bulunan minareden itibaren hesaplanır.[209]
İbn Ziyad (v.183/799)’ın İmam Malik’ten rivayetine göre, bu
mesafede bir uzaklık müezzin sesinin ulaşabileceği son noktadır. Yine Eşheb
(v.204/819)’in rivayetine göre Medine’ye en uzak yerleşim yerinin bu mesafede
olduğu kaydedilmektedir.
İmam Malik, el-Müdevvene’de hiç kimsenin Medine’ye en
uzak avali’den (yerleşim yerleri) cuma namazına aralıksız geldiğinin
bilinmediğini, zaten bunların da gelmesinin gerekli olmadığını kaydetmektedir.
Bu hüküm şehir dışındaki kimseler hakkında geçerlidir. Ancak şehir merkezinde
bulunanların üç mil veya daha uzak olsa dahi cuma namazına gelmeleri
gerekmektedir.[210]
Malikilere göre, cuma kılınan yerin şehir olması şart değildir.
Cuma namazı köylerde de kılınabilir. İmam Malik, evleri yahut birbirine yapışık
binaları içinde sokakları bulunan köylerde, cuma namazının kılınmasını gerekli
görür. İmam Malik, bu köylerin büyüklüğünü tarif etmemiş, Mekke ve Medine
arasındaki pınar başlarındaki yerler gibi olduğunu ifade etmiştir.[211]
Hurma dalından yapılmış yahut
kamıştan yapılmış evler topluluğunun bulunduğu yerlerde de cuma namazı
sahihtir. Kıldan yapılmış evlerin, çadırların bulunduğu yerleşim yerlerinde
cuma namazı sahih ve farz değildir. Çünkü genel olarak bu gibi yerlerde oturanlar
göçebe hayatı yaşamaktadırlar. Ancak bu gibi yerlerde 212 oturanların cuma
kılınan beldeye yakın olmaları durumunda cumaları sahih olur.[212]
Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Malikiler, cumanın
sıhhat şartı olarak şehir veya köy gibi bir ayrıma gitmemiş, cuma kılınan yerin
sürekli yerleşim yeri olmasını yeterli görmüşlerdir.[213]
Şafiilere Göre; Şafii fukahası cuma namazının sahih
olabilmesi için bu namazın şehrin veya köyün sınırları dahilinde kılınması
gerektiğini ifade etmektedirler.[214]
İmam Şafii, el-Umm’de şöyle der: “Bir cemaat, ehlini
toplayıcı bir beldede bulunsa, cuma ayetinin delaleti ile şehir sakinlerine ve
şehre yakın yerlerde oturanlardan
ezanı duyan kimselere cuma namazı farz olur. Çünkü cuma, şehir
ve adet ile vacip olur. Dolayısıyla bir özrü olması müstesna, şehir ehlinden
hiçbiri, cumanın kendisine vacip olmasına diğerinden daha layık değildir.”[215]
Dolayısıyla, kendileriyle cumanın gerçekleştiği, yaz ve kış
herhangi bir ihtiyaç dışında göç etmeyen, yerleşim yerlerinin bir arada
bulunduğu şehir, köy mezralıkları, yeraltı bodrumları vb. ikamet yerlerinde
cuma namazının kılınması gerekir.[216]
Şafii uleması, böyle bir yerde bulunan meskenlerin ikamet
edilen yerden sayılacak derecede birbirine yakın olmaları şartını
koşmaktadırlar. Örf dikkate alınarak şehir veya köydeki yerleşim yerleri, evler
ve benzeri meskenler ikamet mahallerinden sayılmayacak derecede birbirinden
uzak ise, orada kılınan cuma namazı sahih değildir. Çünkü orası köy de
sayılmaz. Buradaki uzaklıkta örfe itibar edilir.[217]
Şafiilere göre, cuma namazının köylerde de
kılınması gerekir. Şafii, el-Umm adlı eserinde şöyle demektedir:
“Toplayıcı bir köy olur, onun da çevresinde arazileri kendisine yapışık köyleri
bulunsa ve köylerin çarşısının çoğu o toplayıcı köyde olursa onlardan hiç
kimseye cumayı terk etme hususunda ruhsat vermem. Yine böyle bir iki 218
mil ve buna benzer mesafede
bulunanlara da ruhsat vermem.”[218]
El-Umm’de zikredilen bu paragraftan da anlaşılacağı gibi
İmam Şafii, bir yerde cuma namazının kılınabilmesi hususunnda şehir veya köy
ayırımı yapmamakta, cuma namazının vücub şartlarını haiz olan insanların kırk
kişi olması durumunda köy ehline de cuma namazının vacip olacağını ifade
etmektedir. Bu konuda Şafii uleması ittifak halindedir.[219]
Hanbelîlere Göre; Hanbelî fukahası bir
yerde yerleşmiş olmayı cumanın sıhhati için gerekli bir şart olarak
görmektedirler. Bu ise, yaz kış bir yere göç etmeksizin bir yerde yerleşmek
anlamına gelir. Hanbelîlerin bu konudaki delilleri; Hz. Peygamber’in 220
Ureyne köyleri halkına cuma namazı
kılmalarını yazılı olarak emretmesidir.[220]
Bu konuda Ahmed b. Hanbel şöyle demiştir. “Amma şehir ehline
gelince, ister ezanı işitsin ister işitmesin, cumaya gelmeleri gerekir. Çünkü
cuma için aslolan şehirde
kılınmış olmasıdır. Dolayısıyla uzak ile yakın arasında fark
yoktur. Zaten bir şehir,
221
neredeyse bir fersahtan fazla
olmamaktadır. Bu da yakın sayılmaktadır.”[221]
3.2.1.1. Cuma Namazının Şehirde Kılınacağı Görüşünde
Olanların Delilleri ve Bunlara Verilen Cevaplar
Cuma namazının ancak toplayıcı (merkezi) şehirde kılınması
gerektiğini Hanefilerden başka ileri süren olmamıştır.
Maliki, Şafii ve Hanbelîler ise cuma namazının sahih olabilmesi
için toplayıcı bir şehirde kılınmasını şart koşmamış, köylerde de kılınan
cumanın sıhhatine hükmetmişlerdir. Hanefi ulemasından Kasani mezhebinin bu
konudaki delillerini şöyle sıralamaktadır:
a.
“Bizim
delilimiz, Hz. Peygamber’den rivayet edilen şu hadistir: ‘Toplayıcı şehirden
başkasında cuma ve teşrik tekbirleri yoktur.’ Hz. Ali’den de şöyle rivayet
edilmiştir: ‘Toplayıcı şehirden başkasında, ne cuma, ne teşrik tekbirleri, ne
kurban 222
bayramı ve ne de ramazan bayramı
namazları vardır.”[222]
Görüldüğü gibi Hanefilerin bu şartı ileri sürerken dayandıkları
ilk delil Hz. Peygamber’e isnat ettikleri mezkûr hadistir.[223]
Kasani daha sonra şöyle devam etmektedir.
b.
“Hz.
Peygamber cuma namazını Medine’de kılardı. Medine etrafında cuma namazının
kılındığı rivayet edilmemiştir.
c.
“Sahabenin
fethettiği yerlerde şehirlerden başka yerlerde minberler yapmamaları, onların
cuma namazı için şehrin şart oluşuna icma ettiklerini gösterir.
d.
“Cuma
namazı en büyük şiarlardan olduğu için, bu şiarın izhar edilebileceği
224 yere has kılınmıştır
ki; o da şehirdir.”[224]
Hanefilerin şehirle ilgili bu delillerine şöyle cevap
verilmiştir.
a.
Cuma
namazını emreden ayet[225] umumi olup bu
namazın sıhhati şehir v.b bir şarta bağlanmamıştır.[226]
b.
Hanefilerin
iddia ettiklerinin aksine cuma namazı, Hz. Peygamber döneminde dahi köylerde
kılınmıştır. Nitekim İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: “Resulullah
(sav)’ın Medine’deki mescidinde kılınan cumadan sonra kılınan ilk cuma namazı,
Bahreyn köylerinden bir köy olan Cuvasa’da kılınan cuma namazıdır.[227]
c.
Fukahanın
bu konudaki diğer bir delilleri ise, Es’ad b. Zürare’nin Medine’ye iki mil
mesafede bulunan Beni Beyada’da Hezmü’n-Nebit denilen semtte cuma
namazı 228
kıldırmış olmasıdır.[228]
d.
Hz.
Peygamber (sav) Ureyne köylerinde bulunanlara bir mektup yollayarak 229
cuma ve bayram namazlarını
kılmalarını emretmiştir.[229]
e.
Hz.
Ömer (r.a) kendisine cuma namazını nerede kılacaklarını soran Ebu Hüreyre ve
beraberindekilere, “Her nerede olursanız olun cuma namazını kılın” diye
yazmıştır. “Her nerede olursanız olun” ifadesi köyleri de şehirleri de içine
alan umumi bir ifadedir. Şayet köylerde cuma caiz olmasaydı, Hz. Ömer bu hususu
ayırarak cevap verirdi.[230]
f.
Hz.
Ömer ve Osman’ın emriyle Mısır sahillerinde oturan köylüler cuma 231
namazını kılarlardı.[231]
g.
Abdullah
b. Ömer, Mekke ve Medine arasındaki suların kenarında oturan köylülerin cuma
kıldıklarını görür ve bunları ayıplamazdı. Şayet bu caiz olmasaydı, Hz. Ömer
ile Osman bunu emretmez, keza Abdullah b. Ömer buna mani olurdu.[232]
Çetintaş da cuma namazı ile ilgili kitabında
şöyle demektedir: “Hz. Peygamber (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde
Kuba ile Medine arasında bir köy olan Salim oğulları yurdunda cuma namazı
kıldırmıştır. Burası şehir merkezi olmayıp küçük bir köydür. Şayet cuma namazı
şehirlere mahsus olsaydı Resulullah’ın (sav) burada
cuma namazını kılmaması, başka yerlerde kılanlara
engel olması ve bunu açıklaması gerekirdi. Hâlbuki bize sahih olarak böyle bir
şey ulaşmamıştır.[233] Esasen böyle bir
haberle Kur’ân-ı Kerim’in mutlak ve umumi olan bir hükmünü tahsis ederek
köylerde cuma kılınamayacağı iddiası, fıkhın genel kaidelerinden önce
Hanefilerin kendi usullerine aykırıdır. Zira Hanefiler, Kur’ân’ın mutlak ve
umumi hükmünü sübut ve delalet yönünden kat’i, haber-i ahad’ı ise sübut
bakımından zanni kabul ederler. Bu itibarla da, cumhur-u ulemaya muhalefet
ederek böyle zanni olan bir şeyle kat’i olan bir şeyin tahsis edilemeyeceği
görüşünde şiddetle ısrar ederler. Hanefiler cuma namazı için hem şehir şartını
ileri sürüyorlar hem de cumanın en az iki veya üç kişi ile kılınacağını
söylüyorlar. Bu ise apaçık bir çelişkidir. Hem şehir olacak hem de iki üç
kişilik bir cemaat. Bu olacak şey mi, Ya şehir şartı olmamalı, ya da cemaatin
asgari miktarı şehrin büyüklüğü ile orantılı olmalı değil mi? Zira iki cemaati
olan değil bir şehir merkezi bir 234
mezra bile düşünülemez. Bu iki şart
birbirini açıkça nakzediyor.”[234]
Buraya kadar zikredilenlerden de anlaşılacağı gibi şehir
şartının cumanın sıhhat şartı olarak kabul edilmesi pek tutarlı
görünmemektedir. Nitekim Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar süregelen
uygulama bunun aksi yönde cereyan etmiştir. Dolayısıyla cuma namazını köyleri
bir tarafa bırakıp, sadece şehir ahalisine has kılmak, Müslümanlarca
uygulanmamıştır denilebilir. Nitekim köylerde cuma kılınması hususundaki izin
talebine Diyanet İşleri Başkanlığı şu cevabı vermiştir:
“Cuma namazı farz ve bunun farziyeti Kitap,
Sünnet ve İcma ile sabittir. Bütün mezhep imamlarınca kat’i olan cihet, onun
farz ve Şeriat-i İslamiyye’den olmasıdır. Cumanın sıhhat-i edası için
serdedilen şerait-i sairenin edillesi kat’i olmadığından, onlar müçtehitler
arasında muhtelefun fihtir. Mısır (şehir) ve izn-i hâkim gibi şartların vücut
ve âdem-i vücudu, farz olan cumanın cevazına haiz-i tesir değildir.
Binaenaleyh, ufak bir köyde bile bu farzı eda edecek cemaat bulunur ve müsaade
için müracaat vuku bulursa onlara izin verilmesi iktiza edeceği…[235]
3.2.2.
Cuma
Namazını Devlet Başkanı veya Naibinin Kıldırması
Hanefilere Göre; cuma
namazını devlet başkanının veya temsilcisinin yahut da onun izin verdiği
kimsenin kıldırması gerekir.[236] Devlet başkanının
kadın ve çocuk olması cumayı kıldırmasına manidir. Bu durumda, başta bulunan
kadın veya çocuk, cuma namazını kıldırması için birisini vekil olarak
görevlendirir. Hanefi mezhebinde fetvaya esas olan görüşe göre devlet
başkanının hatip olarak görevlendirdiği kimse, kendisine başkasını vekil olarak
atama izni verilmemiş olsa bile, yerine başka bir hatip tayin edebilir. Böyle
bir görevlendirmenin caiz olmayacağını söyleyen Hanefi fıkıhçıları da yok
değildir. Devlet başkanının izni, cami yapılırken ve ilk hutbe okunurken
istenir. O zaman verilen izin, genel ve daimi olup, bundan sonrası için ayrıca
izin 237 gerekmemektedir. Bu şart gerçekleşmeyince cuma namazı sahih ve muteber
değildir.[237]
Şafiilere Göre; cuma namazının sahih
olması için devlet başkanının veya vekilinin bulunması şart değildir. Nitekim
İmam Şafii, cuma namazının diğer namazlarda olduğu gibi, onu kıldıran her
imamın arkasında kılınabileceğini ifade etmiştir.[238]
Malikilere Göre; Şafiilerde olduğu gibi
Malikiler de cumanın sıhhati için devlet başkanı veya izninin bulunmasını şart
koşmamışlardır. El-Müdevvene’de kaydedildiğine göre Fas ehli,
kulübelerinin evler gibi birbirine yapışık olduğunu, ancak valilerinin
bulunmadığını, bu durumda cuma kılmalarının gerekip gerekmediğini sormaları
üzerine İmam Malik’ten valileri olmasa dahi cuma namazını kılmaları gerektiği
cevabını almışlardır.
İmam Malik, cuma namazı için devlet başkanının
şart olup olmaması hususunda şöyle demiştir: “Muhakkak ki Allah’ın kendi
arzında bazı farzları vardır ki onları hiçbir şey eksiltmez. İster bir
idarecisi olsun ister olmasın.”[239]
Hanbelîlere Göre; Hanbelî fukahasınca
sahih olan görüş, devlet başkanı izninin cuma namazının sıhhat şartı
olmadığıdır.
İbn
Kudame, el-Muğni adlı eserinde şöyle demektedir: “Hz. Osman mahsur iken
Hz. Ali insanlara cuma namazı kıldırmış ve bundan dolayı kimse onu
ayıplamamıştır. Hz. Osman da (r.a) bunu tasvip etmiş ve onlara Hz. Ali ile
namaz kılmalarını emretmişti. Hatta Humeyd b. Abdurrahman’ın Übeydullah b.
Adi’den rivayetine göre, Übeydullah b. Adi, Hz. Osman mahsur olduğu zaman
yanına gitmiş ve şöyle demiştir: ‘Sen umuma imam olduğun halde başına gelen
felaketi görüyorsun. Bize fitne imamı namaz kıldırdı. Doğrusu onunla namaz
kılmak zoruma gidiyor.’ Bunun üzerine Hz. Osman ona şöyle cevap verdi: ‘Namaz,
insanların eda ettiği amellerin en iyilerindendir. İyi yaptıkları zaman sende
onlarla iyi yap. Kötü yapıyorlarsa kötülüklerinden uzak dur.’ Ahmed b. Hanbel,
Şam’da dokuz sene boyunca karışıklık ve fitne olduğunu, buna rağmen insanların
cuma kıldıklarını söylemektedir.”[240]
3.2.2.1. Devlet Başkanının İznini Şart Koşanların
Delilleri Ve Bunlara Verilen Cevaplar
Buraya kadar cuma namazını devlet başkanının veya naibinin
kıldırması şartını ele aldık ve mezheplerin bu konuyla ilgili görüşlerini
zikrettik. Bu şart Hanefiler dışındaki mezhepler tarafından ileri
sürülmemiştir.[241] Hal böyle olunca
devlet başkanı veya naibini şart koşanların delillerinin incelenmesi ve
meselenin bir sonuca bağlanması yerinde olacaktır.
Hanefi fukahası konuyla ilgili olarak şu delillere
dayanmaktadır:
a.
İbn
Mace’nin Cabir b. Abdullah’tan (r.a.) rivayet ettiği hadiste Cabir (r.a.) şöyle
demiştir: “Resulullah (sav) bize hutbe irat ederek şöyle buyurdu. “Ey insanlar!
Ölmeden önce Allah’a tövbe ediniz. Meşguliyet gelmeden salih ameller işleyiniz.
Rabbinizi çok anarak, gizli ve açık sadaka vererek onun sizin üzerinizdeki
hakkını yerine getiriniz ki rızıklanasınız, yardım olunasınız ve ıslah
edilesiniz. Bilmiş olunuz ki; içinde bulunduğumuz bu yılın bu ayının bu gününde
ve burada Allah kıyamet gününe kadar cuma namazını size farz kıldı. Ben hayatta
iken veya öldükten sonra başında adil veya zalim bir imam olduğu halde kim cuma
namazını küçümseyerek veya hakkını inkâr ederek terk ederse, Allah o kimsenin
iki yakasını bir araya getirmesin. İşlerini bereketli kılmasın. Bilmiş olun ki
böylesinin ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de hayrı kabul edilir.
Her kim tövbe ederse Allah tövbesini kabul eder. Bilmiş olun ki hiçbir kadın,
hiçbir erkeğe namaz kıldıramaz. Hiçbir bedevi, hiçbir muhacire imam olamaz.
Hiçbir fasık, hiçbir mümine namaz kıldıramaz. Ancak fasıkın kendisine zor
kullanmak suretiyle hâkim olması, onun da kılıcından ve sopasından korkması hali
242
müstesna.”
b.
Hanefilerin
bu konudaki diğer bir delili “Hanefi kaynaklarına göre Hasan Basri’nin,
hakikatte ise ibn Ebi Şeybe (v.235/849)’nin Musannef’inde rivayet
ettiğine göre, İbn Muhayriz (v.99/717)’in “Dört şey Sultana aittir: cuma, hadler,
zekât ve 243
ganimet,” şeklindeki sözüdür.[242]
c.
Hanefi
fukahası bu görüşlerini savunurken bir de akli bir delile başvurmuş, bu işin
imama tevdi edilmediği takdirde fitne ve kargaşanın çıkacağını ileri
sürmüşlerdir.[243]
“Şimdiye kadar zikredilen bilgilerden anlaşılacağı üzere
Hanefi fukahası bu konuda Kur’ân’dan direkt veya dolaylı bir delile sahip
değildir. Hanefilerin bu konudaki birinci delilleri “Allah adil veya zalim
olsun bir imamı olduğu halde cumayı terk edenin iki yakasını bir araya
getirmesin, işlerini bereketli kılmasın,”[244]
mealindeki hadistir. Ayrıca hadisin zahiri manasına bakılarak, cuma namazını
devlet başkanı veya naibinin kıldırması hükmü de çıkmamaktadır.[245]
Serahsi, mezhebinin konuyla ilgili delillerini
serdederken “Eserde dört şey sultana aittir” denilmiş ve cuma da onlardan
sayılmış demekte, dolayısıyla bu, sözün hadis olmadığına işaret etmektedir.[246] Ancak Kasani, delil
olarak aynı sözü zikrederken bunun Hz. Peygamber’den rivayet edildiğini ifade
etmektedir.[247] İbnü’l-Hümam ise bu
sözün Hasan Basri’ye ait olduğunu söylemektedir.[248]
Hanefilerin üçüncü delilleri ise, cuma namazının devlet başkanı
veya naibi tarafından kıldırılmadığı takdirde fitne çıkacağı endişesidir.
Hanefiler bu delili ileri sürerken cuma namazını kıldırmanın şerefli ve makamca
yüksek bir görev olduğunu mülahaza etmiş, bu şerefin devlet başkanı veya
naibine verilmesini uygun görmüşlerdir. Keza, böyle bir vazifenin güç sahibi
birisine tevdi edilmemesi durumunda bu makama çoğularının talip olacağı, hatta
bazı maksatlarla hutbelerin bir takım insanların fikirlerine ve şahsi
emellerine hizmet edeceği, bunun da kaçınılmaz bir neticesi olarak, ortaya
fitne ve kargaşanın çıkacağı düşünülmüştür.[249]
Diğer mezheplerin serdedilen delil ve görüşleri, Hanefi
mezhebinin dayandığı delillerin kendi usullerine göre dahi ihticac edilmeyecek
derecede zayıf olması ve yine aynı mezhep fukahasının aşağıdaki fetvaları da
göz önüne alınarak, devlet başkanı veya naibinin izninin, cuma namazının sıhhat
şartı olarak kabul edilmemesini gerektirir.
Nitekim Feteva-l Hindiyye’de kaydedildiğine göre haklı
bir sebebe dayanmadan ve zarar vermek amacıyla sultan cumaya izin vermezse yine
de cuma kılınabilir. Keza elinde menşur’u[250]
olmadığı halde bir İslam beldesinde idareyi ele geçiren kimse, vali ve emirler
gibi memleketi idare ederse, otoriteyi temin edeceği ve bununla şart da
gerçekleşmiş olacağı için cuma kılınabilir. Şayet devlet başkanından izin almak
mümkün değilse insanlar kendilerine namazı kıldırması için
aralarında ittifak edecekleri birini seçerler.[251]
İbn Abidin ise (v.1252/1836) şöyle demektedir. “Vali vefat etse
yahut tehlike sebebiyle gelmese yahut da cuma kıldırmak hakkı olan kimse mevcut
olmasa, halk kendileri için bir hatip tayin eder. Bu ifade, ‘fitne (anarşi,
kargaşa, istila) zamanında cuma kılınmaz,’ diyenlerin bilgisizliğini ortaya
koymaktadır.”[252] Kanaatimizce cuma
namazının sıhhat şartı telakki edilmeksizin, bu işin devlet başkanı, naibi veya
işi düzene sokacak ilgili bir kurumca düzenlenmesi en uygun olanıdır.
3.2.3.
Genel
İzin (Cuma Namazı Kılınacak Caminin Tüm Mükelleflere Açık Olması)
Hanefilere Göre; cuma namazı kılınacak yerin umuma açık
olması gerekir. Bu ise cami kapılarının açık bulundurulması ve namaz kılacak
mükelleflere girişin serbest olmasıyla olur. Cuma namazı kılması gereken hiçbir
kimseye cuma namazı kılınan yere girmesi yasaklanmış olmamalıdır. Hatta bir
topluluk bir araya gelip caminin kapılarını üzerlerine kilitleyip öylece cuma
namazı kılsalar, kılmış oldukları namaz geçerli değildir. Keza, devlet başkanı,
hizmetçi ve eşrafıyla sarayında cuma namazı kılmak isterse, sarayını açık tutup
insanlara namaza gelmeleri için izin vermelidir. Bu durumda halk cuma namazına
gelsin veya gelmesin kılınan cuma namazı geçerlidir. Şayet sarayın kapılarını
açmaz da kapatır ve insanların girmesini engellemek için kapıcılar dikerse cuma
namazı geçersiz olur.[253]
Hanefi mezhebinin fıkıh kitapları araştırıldığında bu şartın
bir vakit veya cemaat şartı gibi tüm kitaplarda geçmediği görülecektir. İbn
Abidin de buna işaret ederek, bu şartın Zahirü’r-Rivaye’de[254] kaydedilmediğini,
bunun Nevadir[255] kitaplarında
zikredilmiş olduğunu söylemektedir.[256]
Bu şart Hanefiler dışında herhangi bir mezhep tarafından ileri
sürülmemiş, bu şartın devlet başkanı veya naibinin izin şartının bir uzantısı
olduğunu ifade edenler de
olmuştur. Zaten bu şart dahi devlet başkanının olduğu
durumlarda geçerlidir. Kasani de cuma namazının sıhhat şartlarını zikrederken
böyle bir şart saymamıştır.
Fakihler, cuma namazının sahih olabilmesi için cemaatle
kılınması gerektiği, aksi takdirde kılınan cuma namazının geçerli olmayacağı
hususunda görüş birliği etmişlerdir. Bununla beraber cumanın sahih olabilmesi
için gerekli olan cemaat sayısı ve bu cemaatte bulunması gereken şartlar
hususunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.[257]
Fakihlerin bu konudaki delili Tarık b. Şihab’dan rivayet edilen
hadistir.[258] Hz. Peygamber
döneminden günümüze kadar cuma namazının hiçbir şekilde münferiden kılınmayıp
daima cemaatle kılınması, teamuli bir icma olduğu gibi, cumanın vücubuna
delalet eden ayetteki[259] emir kipinin de
çoğul ifade eden bir şekilde varid olması, cemaatin gerekli olduğuna işaret
eden diğer bir delil olarak mülahaza edilebilir.[260]
Cuma namazının sahih olabilmesi için gereken sayı âlimler
arasında ciddi görüş ayrılıklarına sebep olmuştur. İmam hariç bir kişinin
yeterli olduğunu savunanlar olduğu gibi, bu sayıyı seksene kadar götürenler olmuştur.
Nitekim Hafız İbn Hacer, bu konudaki farklı görüşleri on beş grupta
toplamıştır.[261]
Hanefilere Göre; cemaat, cuma namazının sahih ve muteber
olabilmesi için bulunması gereken şartlardandır.
Serahsi, “Allah’ın zikrine koşun,”[262]
ayetinin zahirinden, cemaatin gerekli olduğu görüşüne varmıştır.[263] Hanefi ulemasından
Kasani, bu namazın cuma diye isimlendirildiğini, dolayısıyla lügat bakımından
bu lafzın konulduğu mana itibara alınarak cumanın ifade ettiği cemaat,
toplanma, bir araya gelme gibi anlamları bulundurması gerektiğini kaydettikten
sonra şöyle demektedir: “Çünkü daha evvel de zikredildiği gibi öğle namazının
terki bu şartla sabit olmuş ve yine bundan dolayı (cemaatin şart olmasından
dolayı) Hz. Peygamber cemaat olmaksızın cumayı eda etmemiş, ulemanın icmaı da
bu yönde olmuştur.[264] Cemaatin cuma
namazının sıhhat
şartı olduğunda Hanefi ulemasınca herhangi bir görüş
ayrılığı bulunmazken gerekli olan cemaatin asgari sayısı ihtilaflıdır. Ebu
Hanife ve İmam Muhammed’e göre, cemaatin asgari sınırı, imam hariç üç kişidir.
İmam Yusuf ise cemaatin asgari sınırını imam hariç iki kişi olarak tespit
etmiştir. Hanefi ulemasının bu konudaki ihtilaflarının sebebi lügat yönünden
kaç kişinin cemaat sayılabileceği ve imamın bu cemaate dahil olup olmayacağına
dayanır.[265]
İmam Ebu Hanife ve imam Muhammed de cumanın içtima’dan
(toplanma bir araya gelme) türediğini kabul ederler. Lakin cuma namazını
emreden ayet, Arap lügâtı bakımından en azı üç olarak kabul edilen çoğul kipi
ile varid olmuştur. Nitekim ayette “Fes’av” yani “koşunuz, acele
ediniz,”[266] buyrulmaktadır. Bu
ise hem ifade ettiği mana, hem de isimlendirme olarak cemaattir.[267]
Cuma namazı için gerekli olan
asgari sayı köle, hasta ve yolcularla tamamlanabilir. Nitekim Hz. Peygamber
(sav) Mekke’de misafir olduğu halde cumayı ikame etmiş ve “Ey Mekke ehli
namazını tamamlayınız. Çünkü biz yolcu bir kavimiz,”[268]
buyurmuştur. Ancak kadın ve çocuklarla bu sayı tamamlanmaz. Çünkü bunlar
cumanın kendileriyle gerçekleşeceği kimselerden değildir.[269]
Hanefilere göre cuma namazının sahih olabilmesi için gerekli cemaatten her biri
cuma namazında imamlık yapabilme salahiyetine sahip bulunmalıdır. Zaten köle ve
yolcunun cuma 271 namazında imam olmalarında bir sakınca yoktur.[270]
Diğer mezheplerde olduğu gibi Hanefilerde de
cemaat şartının doğurduğu bazı durumlar mevcuttur. Bunlardan bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
Hanefi uleması cemaatin oluşması için gerekli
olan asgari sayıda ihtilaf ettikleri gibi, bu cemaatin devamının cuma namazının
eda şartı olup olmadığı hususunda da görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Ebu Hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre,
cemaatin devamı cuma namazının sıhhat şartı olup, kılınan cuma namazının eda
şartı değildir. İmam Züfer ise asgari cemaatin namazın başlangıcından bitimine
kadar bulunmasını, hem cumanın gerçekleşme şartı, hem de kılınacak namazın eda
şartı olarak görmektedir. Buna göre;
cemaat, imam namaza başlamadan önce dağılıp giderse
cuma namazı kılınmaz. İmam öğle namazını kılar. Bu hususta herhangi bir görüş
ayrılığı söz konusu değildir. Cemaatin imamla beraber namaza başlaması
durumunda ise şayet birinci secde ile bir rekât tamamlanmaksızın insanlar
dağılıp giderse Ebu Hanife’ye göre, artık cuma kılınmaz ve namaz öğle namazına
dönüşür. İmam Muhammed ve Ebu Yusuf’a göre, bu durumda namaz, cuma olarak
tamamlanır. Cuma için şart koşulan asgari cemaatin, birinci secde dahil olmak
üzere birinci rekâtın tamamlanmasından sonra dağılmaları 272
durumunda, her üç imama göre de namaza cuma olarak
devam edilir.[271]
İmam Züfer ise, cemaatin namazın başından sonuna
kadar bulunmasını cuma namazının eda şartı olarak kabul ettiğinden cemaatin,
imam teşehhüt miktarınca oturmadan ayrılması halinde cumanın fasit olacağı
görüşündedir.[272] Cuma namazını
kılacak olanların hutbede hazır bulunmaları şart olmadığından, cemaatin hutbe
okunurken dağılmaları ve sonra başka kimselerin cumaya gelmeleri durumunda
imamın onlara cuma namazı kıldırması yeterli olup, tekrar hutbe okuması
gerekmez.
İmam tekbir aldığı zaman hazır olan cemaat tekbir
almayıp imamla beraber cumaya başlamaz da imam başını rükûdan kaldırmadan
tekbir almaları durumunda kılacakları cuma sahihtir. Aksi takdirde öğle namazı
kılınır. Keza imamla birlikte tekbir alıp sonra dağılıp mescidden çıksalar ve
imam başını rükûdan kaldırmadan gelip tekrar 274
cumaya katılsalar, kılacakları cuma sahih olur.[273]
Malikilere Göre; Maliki fukahası, cemaati
cumanın sıhhat şartı olarak ittifakla kabul etmelerine rağmen, bunun asgari
sınırının kaç olduğunda ise tam bir görüş birliğine varamamışlardır. İmam
Malik’ten bu konu hakkında birbirinden farklı dört görüş nakledilmektedir. Bir görüşte
bir beldede cuma namazının sahih olabilmesi için muayyen bir sayı şart
değildir. İbn Rüşd, İmam Malik’in bu görüşünü şöyle açıklamıştır: “Cuma namazı
kırktan aşağısında sahihtir. Ancak üç ve dört kişi ile de 275
cemaat hâsıl olmaz.”275
Malikilerce muteber olan görüşe göre, cemaatin
asgari sayısı on ikidir. Malikilerin bu konudaki delilleri Cabir’den rivayet
edilen şu hadistir: “Hz. Peygamber (s.a.s.) cuma günü ayakta hutbe okumaktaydı.
O sırada Şam’dan bir ticaret kervanı geldi. Resulullah’ın ashabı hemen ona
doğru akın ettiler. Geride sadece on iki kişi kaldı.
Bunun üzerine cuma namazı hakkındaki şu ayet indi:[274] “Bir ticaret veya
bir eğlence gördükleri zaman oraya dağılıp giderler ve seni ayakta bırakırlar.”[275] Kirmani
(v.786/1384), bu hadisin cuma namazı için gerekli olan cemaatin on iki kişi
olduğunu benimseyen İmam Malik ve diğerleri için delil teşkil ettiğini, nitekim
İmam Malik’in, “cuma on iki kişi ile gerçekleşir,” sözünü nakletmektedir.[276]
Şafiilere Göre; Şafii uleması, cemaatin cuma namazının
sıhhat şartı olduğunda ittifak halindedirler. Çünkü cuma namazının münferiden
kılındığı nakledilmemiştir. Ancak cuma namazının sahih olabilmesi için gerekli
olan cemaatte bazı şartlar aranır.
Cemaatin imamla birlikte en
azından kırk kişi olması şarttır. Bundan az sayıdaki cemaatle kılınan cuma
namazı sahih değildir. Gerekli görülen sayının kırktan aşağı 279
olması durumunda kırk kişiyi şart
koşmayan bir mezhebe uymak caiz olur.[277]
Cemaatteki kimselerin, cuma şartlarını üzerinde taşıyan
kimseler olmaları icab eder.[278] Dolayısıyla cuma
namazı için gerekli olan sayı, gayr-i müslim, deli, çocuk gibi mükellef
olmayanlar, kadınlar, hunsa diye tabir edilen çift cinsiyetliler ve bir
kısmı köle olanlarla tamamlanamaz. Hasta, hastabakıcı, yolunda şiddetli yağmur
olan kimseler, kendilerine cuma namazı vacip olmasa dahi cumanın gerçekleşmesi
için gereken cemaatten sayılırlar.[279]
Keza cumanın kılındığı beldeyi veya köyü kendine yurt edinmemiş kimselerle de
cuma namazı için gerekli olan sayı tamamlanmaz. Buna göre uzun bir zaman olsa
dahi bir müddet sonra vatanına dönmeye niyet eden ilim talebesi ve tüccar gibi
kimseler bu kırk kişiden sayılmazlar.[280]
Cemaatin, birinci rekâtın sonuna kadar imamla birlikte kazayı
ve herhangi bir özür nedeniyle iadeyi gerektirmeyecek bir şekilde sahih olarak
namaza devam etmesi şarttır. İkinci rekâttaysa cemaatin imamla birlikte namaza
devam etmesi şart değildir. Cemaat, ikinci rekâtta imamdan ayrılmaya niyet
edip, herkes yalnız başına namazını tamamlarsa, kıldıkları cuma sahih olur.
Aynı şekilde imam da ikinci rekâtta cemaatten ayrılmaya niyet ederek namazını
tek başına tamamlarsa, onun da cuma namazı sahih
olur. Bu arada imamın selam vermesinden önce veya sonra,
imamdan ayrılmış cemaatten birinin namazı bozulursa tümünün namazı bozulmuş
olur. Çünkü cemaatin sayısı imamdan ayrılmış olsalar dahi, namazın sonuna kadar
kırkın altına düşürülmemelidir. Namazları bozulur da vakit içinde cuma
namazlarını iade etmeleri vakit açısından mümkün olursa, namazlarını iade
etmeleri vacip olur. Aksi takdirde, öğle namazını kılarlar.[281].
Gerekli cemaatin hutbenin bazı rükünleri esnasında dağılıp
gitmeleri durumunda yokluklarında okunan hutbe geçerli olmaz. Eğer araya örfen
uzun bir zaman girmeden dönerlerse, hutbeyi okunan kısma bina etmek caizdir.
Keza, cemaatin hutbeden sonra ayrılması ve araya uzun zaman girmeden dönmesi
durumunda da okunan hutbeye binaen namazı kılmak caizdir. Uzun bir fasıladan
sonra dönmeleri halinde en zahir kavle göre hutbenin yeniden okunması vaciptir.[282]
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere
Şafiiler, herhangi bir yerleşim yerinde cuma namazının kılınması için cumanın
şartlarını haiz kırk kişiyi gerekli görmektedirler.
Nitekim İmam Şafii, el-Umm adlı eserinde
şunları kaydetmektedir: “Cuma namazının kırk kişiden azına vacip olduğunu hıfz
etmiş değilim. Bir kısım arkadaşlarımızın ‘kırk erkek olunca ikamet yerini yurt
edinenlere cuma farzdır,’ 285
dediklerini işittim.”[283]
İmam Şafii, ayrıca şu hadisleri de delil olarak kullanmıştır.
“Kırk erkeğin bulunduğu her köyde cuma namazı farzdır.”[284]
“Kırk erkeğe ulaştığınız zaman cuma kılın.”[285]
Nevevi, kendi mezhep ulemasının konuyla ilgili olarak bu manada
birçok hadisle ihticac ettiklerini, fakat bunların zayıf olduğunu, delil getirmeye
en yakın olanın Ka’b b. Malik’in babasından rivayet etmiş olduğu hadis[286] olduğunu ifade
etmektedir. [287]
Kab b. Malik’ten rivayet edilen
hadisin ravileri güvenilir olmalarına rağmen kırk sayısının şart oluşuna
delalet etmemektedir. Hadisi Ebu Davud, İbn Mace, İbn Hibban 290 ve Hakim
tahric etmişlerdir.
Hanbelîlere Göre; Hanbelî fukahası, cemaatin cumanın
sıhhat şartı olduğunda ittifak halindedir. Ahmed b. Hanbel’den bu konuda birkaç
görüş rivayet edilmektedir. İbn Habib’in Ahmed b. Hanbel’den rivayet ettiğine
göre o, cemaatin asgari sınırını yirmi, diğer bir rivayette ise otuz olarak
tespit etmiştir.[288]
Ahmed b. Hanbel’den cumanın
sıhhati için gerekli sayının elli veya üç olduğunu ifade eden rivayetler de
mevcuttur.[289] Ahmed b. Hanbel’den
gerekli sayının kırk olduğu da rivayet edilmiştir.[290]
İbn Kudame de buna işaret ederek, “Mezhebimizce meşhur olan, kırk sayısının
cumanın hem vücub, hem de sıhhat şartı olduğudur,” 294 demektedir.
Cuma namazı köle, kadın, çocuk,
yolcu, mukim de olsa bulunduğu yeri yurt edinmemiş veya cuma namazı kılınan
belde dışındaki bir yeri yurt edinmiş kimselerden 295
oluşan kimselerle gerçekleşmez.[291]
Cuma için gerekli sayı, hem hutbe hem de namazda hazır
bulunmalıdır. Ancak cemaatin namazın tamamında bulunmaları şart değildir. Kırk
kişi hutbede ve namazın bir kısmında hazır bulunur da daha sonra yerlerini
dolduracak sayıda yeni kimselerin gelmelerinden itibaren çekip giderlerse, cuma
namazı sahih olur. Namaz esnasında bu kırk kişiden herhangi bir eksilme olur ve
bu eksikliğin yeri daha önce doldurulmazsa namaz batıl olur. Bu durumda mümkün
olursa cuma namazını yeniden kılmak vacip olur.[292]
Hanbelîler adet hususunda daha
önce zikrettiğimiz Kab b. Malik hadisini delil getirmektedirler. Hanbelîlerin
konuyla ilgili diğer bir delilleri, “Her kırk kişi ve daha 297 yukarısında cuma
namazının vacip olduğu hakkında sünnet sabit olmuştur,”[293]
hadisidir.[294] Ahmet b. Hanbel’in
oğlu Abdullah şöyle der. “Babama, Cabir’den rivayete göre Peygamber (sav) hutbe
irad ederken Medine’ye bir kervan gelivermiş. Bunun
üzerine on iki kişi hariç bütün insanlar, Peygamber’i minber
üzerinde bırakıp, kervana doğru koşmuşlar. Bu hadiste Peygamber’in on iki
kişiye cuma kıldırdığına dair delil yok mudur? diye sordum. Bunun üzerine
babam, Allah, “Onlar bir ticaret yahut eğlence gördükleri vakit ona doğru sökün
ettiler ve seni ayakta bıraktılar,”[295]
ayetini indirmedi mi? dedi ve devam ederek cemaatin kırk kişi olması benim daha
ziyade hoşuma gidiyor, cevabını verdi.”[296]
Ahmed b. Hanbel’in oğlu ile arasındaki diyaloga
gelince, bu, aslında onun lehine değil aleyhine bir delildir. Çünkü ayetle
kılınan namazın sıhhati reddedilmemiş, sadece sahabenin bu davranışları
kınanmıştır. Ayette cumanın kırk kişiden aşağısıyla sahih 301
olmayacağına delalet eden herhangi
bir işaret de yoktur.[297]
Beş vakit namazda olduğu gibi, eda edilen cuma namazının sahih
olabilmesi için vaktin girmiş olması şarttır. Bu hususta bütün ulema ittifak
halindedir. Zira Allah, “Şüphesiz namaz müminlerin üzerine vakitle belirlenmiş
olarak farz kılınmıştır,” buyurmaktadır.[298]
Ayetteki salât (namaz) lafzı umumi bir lafız olduğu için diğer namazlara
olduğu gibi, cuma namazına da şamildir. Ancak ulema, bu ayete dayanarak cuma
namazı için vaktin farz olduğunda ittifak etmesine rağmen, bu vaktin tayini
hususunda ihtilafa düşmüştür.[299] Mezheplerin bu
şartla ilgili görüşleri şöyledir:
Hanefilere Göre; cuma namazının vakti, öğle namazının
vaktidir ve güneşin zevali anından itibaren başlayıp her şeyin
gölgesinin, zeval payına ek olarak kendi veya iki misline ulaşmasına
kadar devam eder.[300] Buna göre cuma
namazı öğle (vaktü’z-zuhr) vaktinde sahih olur. Bundan sonra kılınacak
cuma namazı sahih değildir.[301]
Malikilere Göre; cuma namazının vakti, öğle namazının
vaktidir. El- Müdevvene’de cuma namazının ne zamana kadar kılınacağı
hususunda çeşitli görüşler zikredilmektedir. Bu görüşlerden birine göre cuma
namazının son vakti, namazın kılınmasından sonra, güneş batmadan dört rekâtlık
ikindi namazı kılınacak kadar bir vakit kalana kadardır. Diğer bir görüşte cuma
namazı vaktinin, namaz kılındıktan sonra (ikindi namazı güneş battıktan sonra
kılınsa dahi) güneş batana kadar olduğu da iddia edilmiştir.[302]
Malikilere göre, cumanın sahih olabilmesi için her iki hutbe
ile beraber namazın tamamının öğle vaktinde eda edilmesi gerekir. Bunlardan bir
kısmının zevalden önce meydana gelmesi durumunda kılınan cuma namazı
sahih değildir ve cuma namazının vakti de zevalden itibaren başlar ve
güneşin batışına kadar devam eder.[303]
Dolayısıyla namaza, hutbe ve bir rekât kılınacak kadar bir zaman kalınca
başlanmaz ve öğle kılınır, başlanırsa namaz yine de sahih olur. Tamamen
kılacağına inanarak cumaya başlanır ve tamamlanmadan önce güneş batarsa, bu
secdelerle birlikte bir rekât tamamlanmasından sonra olursa, namaz, cuma
namazı, bundan önce, öğle olarak tamamlanır.[304]
Şafiilere Göre; cuma namazının sahih olabilmesi için
öğle namazı vaktinde kılınması gerekir. Cuma namazı kaçırıldığı takdirde cuma
olarak kaza edilmez. Ancak cuma namazını kaçıran kimse öğle namazını
kılmalıdır.[305] Cuma namazının son
vakti, öğle namazının son vaktidir.
Şafii, el-Umm adlı eserinde bu konuya geniş yer ayırmış
ve vakit şartı ile ilgili olarak şunları zikretmiştir: “Cuma namazının vakti,
güneşin batıdan meyletmesinden, imam cuma namazından çıkmadan evvelki öğlenin
son vaktidir.” Cuma namazı selam verilmeden ikindi namazının ilk vakti girerse,
cuma namazının dört rekâtlık öğle namazı olarak tamamlanması gerekir. Şayet
cuma namazından çıkana kadar bu yapılmazsa öğle namazının yeni baştan dört
rekât olarak kılınması gerekir.310
Hanbelîlere Göre; cuma namazının başlama vakti, güneşin
yükselmesinden itibaren, bayram namazının başlama vaktidir. Zevalden
önceki vakit, cevaz vakti olduğundan dolayı cuma namazının zevalden önce
kılınması caizdir. Zevalden sonra kılınması ise bu vakit vücup vakti
olduğundan dolayı vaciptir. Tam zeval vaktinde cuma
namazı kılınmayacağı gibi zevalden sonra kılmak, zevalden önce
kılmaktan daha faziletlidir.[306]
Ahmed b. Hanbel, cuma namazının zeval vaktinden önce de caiz
olacağını söylemiştir. Kadı Ebu Tayyib, İmam Hanbel’den cuma namazının beşinci saatten
itibaren kılınabileceğinin hikâye edildiğini, mezhep arkadaşlarının da cuma
namazının bayram namazı vaktinde kılınabileceği görüşünde olduklarını
zikretmektedir. Vakit şartı ile ilgili olarak Abderi şöyle der: “Ahmed b.
Hanbel hariç bütün ulema cuma namazının öğle vaktinden önce caiz olmayacağını
söylemişlerdir.”[307]
Hanbeliler ve onların görüşünde
olanların delillerinden biri Cabir b. Abdullah’tan rivayet edilen şu hadistir:
“Resulullah (s.a.v.) bize cuma namazını kıldırır, 313 sonra döner, güneş zeval
erdiği vakit develerimizi istirahat ettirdik.”[308]
Diğer bir delilleri ise Seleme b. Ekva’dan rivayet edilen şu
hadistir: “Resulullah, (sav) cuma namazı kılar, sonra döner ve gölgeleri
araştırırdık.”[309] Aynı hadis
“Duvarların gölgelenilecek gölgesi olmazdı,” şeklinde de rivayet edilmiştir.[310] Sehl b. Sa’d da
şöyle rivayet etmiştir. “Hz. Peygamber döneminde ancak cumadan sonra yemek yer
ve kaylüle yapardık.”[311]
Abdullah b. Seydan es-Sülemi şöyle demiştir: “Hz. Ebubekir
(r.a) ile cuma namazında bulundum. Hutbe ve namazı gün ortasından önce idi,
sonra Hz. Ömer ile beraber cuma namazı kıldım. Namazı ve hutbesi, gün tam
yarılandı diyebileceğim zamandaydı. Sonra Hz. Osman ile beraber cuma namazında
bulundum. Hutbe ve namazı gün tam zevalden döndü dediğim zamandaydı. Bu durumu
ayıplayan ve kınayan kimseyi görmedim.”[312]
Hanbelî âlimlerinden İbn Kudame, el-Kâfi fi Fıkhi Ahmed
adlı eserinde şöyle demektedir: “Efdal olan, hilaftan çıkmak için cuma namazını
yaz ve kış, güneş zevale erdikten sonra kılmaktır,” Nitekim İbn Kudame, el-Muğni
adlı eserinde de “Hz.
Peygamber, (s.a.v.) cumayı çoğu zamanlarında zevalde ve
yaz, kış cumanın ilk vaktinde kılardı,”[313]
demektedir.[314]
Cumanın ancak zevalden sonra kılınabileceğini
söyleyenlerin delilleri ise şöyle sıralanabilir:
Enes b. Malik’ten şöyle rivayet
edilmiştir: “Hz. Peygamber cuma namazını 320 güneş batıya meylettiği zaman
kıldırdı.”[315]
Hz. Peygamber Medine’de bulunan
Musab b. Umeyr’e bir mektup yazarak şöyle buyurmuştur: “Yahudilerin Zebur’u
açıktan okudukları güne bakın. Siz de cuma günü, zeval vaktinde, gün
yarıdan meyledince, iki rekât namaz kılmak suretiyle Allah’a 321 yaklaşın.”[316]
Cumanın öğleden sonra kılınmasını gerekli görenler,
Hanbelîlerin bu hadislerini cumanın erken kılınmasını mübalağalı bir şekilde
anlatan hadisler olarak anlamışlardır. Sahabelerin öğle yemeğini ve kaylule
uykusunu cuma namazından sonraya bırakmaları, cumaya erken gitmeyi mendub
görmelerindendir. Aynı zamanda sahabeler, bunlardan herhangi bir şeyle meşgul
olmaları durumunda cumayı veya namaza erkenden gitmenin sevabını kaçırmaktan
korkuyorlardı. Sahabelerin “gölgeyi arardık” sözü ise, sahabelerin cuma namazına
gitmek için son derece erken davranmaları ve duvarlarının alçak olmasıyla
açıklanır. Bu sözden duvarların az bir gölgesi de olduğu anlaşılmaktadır.
“Kendisinde gölgelenecek gölge bulamazdık” sözü de buna uygundur. Çünkü bu söz
gölgenin hiç bulunmayışını nefiy etmeyip, kendisinde gölgelenilecek bir
gölgenin olmayışını ifade etmektedir. Bunun ise duvarların alçak olması
sebebiyle meydana geldiği açıktır.[317]
Şu halde Hanbelîlerin görüşleri pek tercihe şayan
görülmemektedir. Ahmed b. Hanbel, ilgili hadislerden ziyade cumanın bayram
namazına benzediği fikrinden hareketle bu görüşe sahip olmuştur.[318]
Sözlükte “bir topluluk karşısında yapılan etkileyici konuşma”
anlamına gelen hutbe, dini literatürde başta cuma ve bayram namazları olmak
üzere belirli ibadetlerin
icrası esnasında irad edilen, vaaz veya konuşmayı ifade eder.
Hutbe kelimesi Kur’ân’ı Kerim’de geçmemekle birlikte, hem sözlük hem terim
anlamıyla birçok hadiste yer almış, Hz. Peygamber’in (sav) hutbelerinden
çeşitli örnekler zamanımıza ulaşmıştır.[319]
Hutbenin cuma namazının sıhhat şartı ve rüknü olup olmayışı ise
ihtilaflıdır. Fukahanın bu konudaki genel görüşü, hutbenin cuma namazının hem
sıhhat şartı hem de bir rüknü olduğudur.[320]
Ancak bu konuda farklı görüşler de yok değildir.[321]
İbn Rüşd, bu hususa işaret ederek şöyle demektedir: “Âlimlerin bu konudaki
ihtilaf sebebi; cuma namazına eşlik eden bütün hususların, hal ve fiillerin,
namaz için bir şart olup olmadığı ihtimaline dayanmaktadır. Hutbenin bu namaza
has hallerden bir hal olduğuna, özellikle onun bu namazdan eksiltilen iki
rekâtın yerine geçtiğini kabul edenler; ‘hutbe, cuma namazının rükünlerinden
bir rükün ve onun sıhhat şartıdır,’ demişlerdir. Hutbedeki amacın sadece diğer
hutbelerden kast edilen nasihat olduğunu kabul edenler ise, onun şart olmadığı
görüşünü savunmuşlardır” [322]
Hutbenin, cumanın sıhhat şartı olduğunu kabul edenlerin ilk
delilleri, ayetteki zikrullah kavramıdır. Âlimler, bu kavramı farklı
yorumlanmış, kimi onu namaz olarak tefsir ederken kimisi de bundan hutbenin
kast edildiğini söylemiştir. Nitekim İbn Arabî, şöyle demektedir: “Sahih olan
başında hutbe olmak üzere her ikisinin de (hutbe ve namazın) vacip oluşudur.
Çünkü hutbe nida’dan hemen sonra gelmektedir. Bu ise hutbenin vacip
oluşuna delalet eder. Abdulmelik b. Maçişun dışındaki mezhep arkadaşlarımız da
bu görüştedirler. Hutbenin vacip oluşuna delil hutbenin alışverişi haram
kılışıdır. Şayet hutbe vacip olmasaydı alışverişi haram kılmazdı. Çünkü
müstehab olan bir şey mubâh olan bir şeyi haram kılmaz.”[323]
Cessas da “Allah’ın zikrine gidin ve alışverişi bırakın.”[324] ayetini, “Bu, zikre
gitmenin vacip oluşunu gerektirir ve kendisine gidilmesi vacip olan zikre
delalet eder.” şeklinde tefsir etmiştir. Cessas, Said b. Müseyyeb’in de “zikrullah,
imamın mevizesidir” dediğini kaydetmiş ve şöyle devam etmiştir: “Keza,
bu hutbenin ezandan hemen sonra
gelmesi ve ona gitmenin emredilmiş olması da zikrullahtan
kast edilenin hutbe 330
olduğuna delalet etmektedir.”[325]
“Hutbeyi sıhhat şartı sayanların delillerinden
biri de, Resulullah (sav)’ın cuma namazını hutbe okumaksızın kılmayışı ve Malik
b. Hüveyris’ten rivayet edilen, “Beni namaz kılarken nasıl gördüyseniz siz de
namazı öylece kılınız,”[326] hadisidir. Şayet
cuma hutbesi iddia edildiği gibi müstehap olsaydı, Resulullah (sav) bunu
ümmetinin farz olarak telakki etmemesi için cuma namazını bir kez dahi olsa
hutbesiz kılardı. Hutbenin müstehap bir sünnet olduğu görüşünü savunanların,
Peygamber (sav)’in fiilinin vücuba delalet etmeyeceğini ileri sürmeleri ise,
ancak onun fiili sünnetinin emir veya nehiy ifade eden sözlü sünnetiyle
desteklenmediği durumlar için söz konusudur. Ancak burada tam tersi bir durum
vardır. Çünkü Hz. Peygamber hiçbir zaman hutbe 332
okumaksızın cuma namazını
kıldırmamıştır.”[327]
Zikredilen deliller ve Müslümanların bu güne kadarki
uygulamaları, hutbenin cuma namazının geçerli olması için şart olduğunu
göstermektedir. Ancak hutbenin keyfiyeti, şartları ve rükünleri hususunda aynı
ittifaktan bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla mezheplerin bu konudaki
görüşlerini zikretmek yerinde olacaktır.
Hanefilere Göre; hutbe, ittifakla cuma namazının sıhhat
şartıdır. Hanefilerin hutbe ile ilgili şartları şunlardır.
a.
Vakit,
b.
Cuma
namazından önce okunması,[328] Nitekim Hz.
Peygamber, (sav) hutbeyi daima cuma namazından önce okumuştur.[329]
c.
Hutbenin
keyfiyeti ve miktarı; Hanefi fukahası hutbenin cuma namazının sıhhat şartı
olduğu hususunda ittifak ederken, bu hutbenin keyfiyeti ve miktarı hususunda
ise görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Ebu Hanife’ye göre, hutbenin rüknü, hutbe niyetiyle az olsun
çok olsun fark etmez yapılan zikrullah’tır.
İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammed’e göre, hutbe denecek kadar
uzun bir zikrin yapılması gerekir. Çünkü cuma namazında şart koşulan şey
hutbedir. Hutbe ise
örfen Allah’ı hamd ve sena, Peygamber’e salât,
Müslümanlara dua, vaaz ve nasihate şamil bir isimdir. Dolayısıyla buradaki zikrullah
mutlak olmaktan çıkıp, örfen hutbe denilebilecek kelama dönmüştür. Buna göre,
hutbe üç ayet miktarı veya teşehhüt miktarı uzunluğunda bir zikre şamil
olmalıdır. Çünkü hutbe icma ile vaciptir. Tesbih 335
tahmid tehlil ise hutbe
olarak isimlendirilmemektedir.[330]
Ebu Hanife’nin bu konudaki delili “Allah’ı zikretmeye koşun,”[331] ayetidir. Ebu
Hanife konuyla ilgili delillerini şöyle dile getirmektedir: “Tefsir âlimlerinin
ittifakı ile ayetteki zikirden kasıt hutbedir. Azı ile çoğu arasında herhangi
bir ayırım yapmaksızın hutbeye mutlak olarak zikir adı verilmiştir. Zikrullah
ise malum olup, onda herhangi bir cehalet olmadığı gibi mücmel de değildir.
Öyleyse onu delil olmaksızın hutbe diye isimlendirecek bir zikir veya uzun bir
zikir kaydı ile takyit etmek caiz değildir. Kur’ân’ın manasına ilavede bulunmak
ise nesih manasını ifade eder. Keza rivayet edildiğine göre, Hz. Osman halife
seçildiğinde ilk cuma günü minbere çıkınca “el- hamdü lillah dedikten
sonra dili tutuldu ve inip cuma namazını kıldırdı. Bu durum aralarında âlim
sahabelerin de bulunduğu bir topluluk karşısında meydana gelmişti. Buna rağmen
hiçbir sahabenin bu duruma ne karşı çıkması ne de ayıplaması, hutbede bu
kadarın da kâfi olacağına bir delil teşkil etmektedir.”[332]
d.
Sahih
olan görüşe göre, hutbeyi işitme engelli olmayan, cuma namazı kendileri ile
kılınabilen kimselerin duyabileceği kadar yüksek sesle okumak şarttır. Bir
kölenin, hasta kişinin, cünüp de olsa bir yolcunun bulunması yeterlidir. Yalnız
bir çocuk yahut sadece kadının dinlemesi ile hutbe sahih olmaz.
e.
Hutbe
ile namaz arasına yemek yemek, yıkanmak gibi namaz dışı işlerle fasıla
verilmemesi de şarttır. Ama araya kaza namazı kılmak, nafile bir namaza
başlamak gibi namaz ve hutbeyle alakalı bir fasıla koyulması, hutbenin iade
edilmesini gerektirmez. Ancak iade edilmesi daha iyi olur. Aynı şekilde cuma
namazı fasit olur da 338 yeniden kılınırsa hutbe batıl olmaz dolayısıyla
hutbeyi yeniden okumak gerekmez.[333]
Malikilere Göre; okunan hutbenin sahih
olabilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
a.
Hutbenin
vakit girdikten sonra okunması gerekir.[334]
Malikiler, her iki hutbenin namazdan sonra da okunabileceği görüşündedirler. Bu
durumda hutbeler sahih olup, sadece namazı iade etmek gerekir. Ancak cuma
namazını geciktirmeksizin mescidden çıkmadan iade etmek şarttır. Namaz
mescidden çıkmadan iade edilmez veya örfe göre aradan uzun zaman geçerse,
hutbeleri de namazla beraber iade etmek gerekir.[335]
Çünkü hutbeler namazla birlikte öğle namazının iki rekâtı gibi mütalaa
edilirler.[336]
b.
Dinleyiciler
Arap olmasalar ve Arapça’yı anlamasalar bile, hutbenin Arapça olması şarttır.
Bir toplum içinde hutbeyi okuyacak kadar güzel Arapça bilen biri bulunmadığı
takdirde cuma namazı kendilerine vacip olmaz.[337]
c.
Şartlardan
biri de hutbe ile namaz arasını fazla açmamaktır. Hatibin, hutbeyle cuma namazı
arasına uzun bir fasıla koymaması gerekir. Dolayısıyla her iki hutbenin
birbirine bitiştirilmesi şart olduğu gibi namaza bitiştirilmeleri de şarttır.
Aradaki fasıla, 343
örfe göre az olduğu takdirde muaf
sayılır.[338]
d.
Her
iki hutbenin mescidin içinde okunması gerekir. Bu hutbeler mescidin dışında
okunacak olursa hutbeler sahih olmaz.[339]
e.
Okunan
hutbe, seçili ve güzel sözlerden oluşan, Araplarca hutbe denilecek vaaz
içermelidir. İmamın yalnız tehlil ve tekbir getirmesi hutbe için
kâfi değildir. Allah’a hamd etmek, Hz. Peygamber’e (sav) salât getirmek,
müminlere takvayı öğütlemek, müminlere dua etmek ve Kur’ân’dan bir ayet okumak
farz olmayıp menduptur. Hz. Peygambere salât getirilmeyen hutbenin de
yeniden okunması menduptur.
f.
Hutbe
yüksek sesle okunmalıdır. Sessiz okunan hutbe geçerli değildir. Cemaatin
duyması ve kulak vermesi her ne kadar kendileri için vacipse de hutbenin sahih
olması için gerekli değildir.[340]
g.
Hutbe
okunurken cemaat hazır olmalıdır. Bu cemaatin asgari sayısı on iki kişi olup,
hutbenin başından itibaren hazır bulunmalıdırlar. Aksi takdirde okunan hutbe
yeterli değildir. Çünkü her iki hutbe, öğle namazının iki rekâtı yerine
geçmektedir.
h.
Çoğunluğun
görüşüne göre, hatibin her iki hutbeyi ayakta okuması vaciptir.
i.
Daha
önce zikredildiği gibi herhangi bir özür olmaksızın hutbeyi okuyandan başkası
cuma namazını kıldırmamalıdır. İmam ile hatibin aynı kişi olması şarttır. Ancak
hatibe delilik arız olması yahut burnundan kan akması ve suyun da uzak olması
durumunda başkası da namazı kıldırabilir.[346]
Şafiilere Göre; Şafii uleması, hutbenin cumanın sıhhat şartı
olduğu hususunda ittifak halindedir. İmam Şafii, hutbenin farz oluşuna “Bir
ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman ona akın ettiler ve seni ayakta
bıraktılar,”[347] ayetini delil
getirerek “Bu ayetin cuma günü Peygamber’in hutbesi konusunda nazil olduğuna
muhalefet eden kimse bilmiyorum,” demiş ve bu delilini de sünnetten Abdullah b.
Cabir’den rivayet edilen “Hz. Peygamber (sav) cuma günü ayakta iki hutbe okur
ve bir oturuşla aralarında fasıla verirdi,” hadisi ile teyit etmiştir.[348] Şirazi de İbn
Ömer’den “Resulullah cuma günü iki hutbe okur, aralarında otururdu,”[349] hadisini delil
getirmektedir.[350]
Cuma namazının sahih olabilmesi için hutbe şart olduğu gibi,
okunan hutbenin de geçerli sayılabilmesi için bazı rükün ve şartların bulunması
gerekir. Şafiilere göre cuma hutbesinin şartları şöyle sıralanabilir:
a.
Cuma
hutbesi zevalden sonra okunmalıdır. Hutbeden herhangi bir şeyin zeval
vaktine takdim edilmesi caiz değildir.[351]
Buhari’nin Said b. Yezid’den rivayetine göre, o, şöyle demiştir: “Hz. Peygamber
(sav) Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer (r.a.) döneminde ezan, cuma günü imam minbere
oturduğu zamandı.”[352] Keza Buhari’nin
Enes’ten rivayetinde Hz. Peygamber (s.a.v.)’in cumayı zevalden sonra
kıldırdığı rivayet edilmiştir.[353] Dolayısıyla bu
konuda varid olan haberler ve uygulamalara tabi olmak cuma hutbelerinin
zevalden sonra okunmasını gerektirir. Cuma hutbesinin zevalden
önceye alınması caiz olsaydı, hem namazı vaktin
evvelinde eda etmek, hem de erken gelenlere kolaylık olması için Hz. Peygamber
onu öne alırdı.[354]
b.
Her
iki hutbe cuma namazından önce okunmalıdır.
c.
Hatibin
gücü yettiği takdirde her iki hutbeyi ayakta okuması ve iki hutbe arasına bir
celse ile fasıla vermesi de hutbenin şartlarındandır.
Şafiilerin bu konudaki delilleri Cabir b. Semire’den rivayet
edilen şu hadistir.[355] “Hz.
Peygamber (s.a.v.) ayakta hutbe okur, sonra oturur, sonra kalkar, birkaç ayet
okur ve Allah’ı zikrederdi.”[356]
d.
İmamın
bir hutbe okuduktan sonra namazı kıldırması durumunda cuma gerçekleşmemiş olur.
Ancak imam döner de iki hutbe okur, sonra cuma namazını kıldırırsa kâfidir.
Eğer vakit çıkana kadar bunu yapmazsa, dört rekât öğle namazı kılar. Aralarında
bir celse ile fasıla verilmiş iki hutbeden daha azı yeterli değildir. Eğer imam
iki hutbe arasında fasıla verir de oturmazsa cumayı kıldırmaz. İmamın oturarak
hutbe vermesi kâfi değildir.[357]
e.
Hatibin,
hutbe rükünlerini cuma namazının kendileriyle gerçekleştiği kendisi dışında en
az otuz dokuz kişilik cemaate duyuracak kadar yüksek sesle okuması şarttır.
Cemaatin hutbeyi bilfiil duymaları şart olmayıp işitebilecek durumda olmaları
yeterlidir. Bu durumdayken uyuklayarak hutbeyi dinlemeseler dahi bunun bir
sakıncası yoktur. Ama sağır olmak, derin uykuya dalmak veya hatipten uzakta
bulunmak gibi nedenlerle hutbeyi işitemeyecek durumda olurlarsa, okunan
hutbeler geçerli değildir. Çünkü hutbeden maksat cemaate vaaz ve nasihat
etmektir. Bu ise ancak okunan hutbenin dinleyicilere duyurulmasıyla mümkün
olacağından hutbenin şartı olmuştur.[358]
f.
Hatibin
abdestli olması, beden elbise ve mekânın necis olmaması, hatibin avret yerinin
örtülü olması konusunda iki görüş mevcuttur. İmam Şafii’nin kavl-i cedidine
göre bunların hepsi şarttır.[359]
g.
Her
iki hutbenin rükünleri Arapça olarak yerine getirilmelidir. Şafii kaynakları
halef ve selefe ittiba etmek gerektiğini, hutbenin de tekbiretü’l-ihram
gibi farz kılınmış bir zikir olduğunu ileri sürerek her iki hutbenin Arapça
olma şartını gerekli
görmüşlerdir. Bu hüküm cemaatin Arap olup olmayışına göre
değişir. Cemaatin içinde hutbenin rükünlerini iyi bir şekilde Arapça
okuyabilecek biri olmayıp, vakit daralmadan Arapça’yı öğrenmesi de mümkün
değilse onlardan biri hutbeyi kendi lisanı ile okur. Şayet öğrenme imkânı
olursa cemaatten her birinin onu öğrenmesi gerekir. Şayet onlardan birinin
öğreneceği kadar bir zaman geçtiği halde Arapça’yı öğrenmemişse hepsi günahkâr
olur ve kendilerine cuma vacip olmayıp, öğleyi kılarlar.[360]
Buraya kadar zikredilenler cemaatin Arap olması halindedir. Dinleyicilerin Arap
olmaması durumunda ise hatibin Arapça öğrenmesi mümkün olsa bile hutbenin
ayet-i kerime dışındaki hutbe rükünlerini Arapça olarak yerine getirmesi mutlak
surette şart değildir. Fakat ayet-i kerimeyi Arapça okumak zorunludur. Arapça
olarak ayet okunması mümkün olmazsa yerine Arapça bir zikir veya dua okur. Bunu
da yapamazsa bir ayet okuyacak kadar susup beklemesi gerekir. Ayetin başka bir
dildeki mealini okuması caiz olmaz. Hutbenin ayet dışındaki diğer rükünlerinin
Arapça olması şart olmayıp sünnettir.[361]
h.
Hutbenin
rükünlerinin ve rükünlerle namazın aralıksız yerine getirilmesi gerekir.
Buradaki zaman ölçüsü iki hafif rekâttır. Sebep vaaz olmayınca bundan fazla ara
vermekle hutbe batıl olur. Bu konudaki diğer bir görüş ise muvâlâtın
şart olmadığı yönündedir.[362]
Hutbenin rükünlerine gelince; İmam Şafii, el-Umm adlı
eserinde hutbenin rükünlerini zikretmekte ve şöyle demektedir: “Hutbe olarak
isimlendirilecek en az miktar, (her iki hutbede) Allah’a hamd edilmesi, Hz
Peygamber’e salât getirilmesi, takvanın vasiyet edilmesi, birinci
hutbede bir ayet okunması, ikinci hutbede ise dua edilmesidir.”[363]
Hanbelîlere Göre; namazdan önce iki hutbe okunması, cuma
namazının şartıdır. Diğer mezhepler gibi Hanbelîler de “Allah’ın zikrine
gidin,”[364] ayetindeki zikirden
maksadın hutbe oluşunu ve Hz Peygamber’in de hiçbir zaman hutbesiz cuma namazı
kılmayışını, hutbenin vacip oluşuna delil getirmektedirler. Onlara göre hutbe
kısaltılan iki rekât namaz yerine geçmekte ve Hz Ömer ile Hz Aişe’nin buna delalet
eden sözleri bulunmaktadır. Ancak Hanbelîler de hutbenin sahih
olması için bazı şartlar ve rükünler ileri sürmüşlerdir. Buna göre hutbenin
şartları şöyle sıralanabilir:
a.
Hatibin
gücü yettiği takdirde hutbeyi ayakta okumalıdır. Aciz olma veya hastalık gibi
bir özür sebebiyle hatibin oturarak hutbe okumasında bir sakınca yoktur.
b.
Hutbeler
cuma namazı vaktinde okunmalıdır.
c.
Hatip,
kendisine bizzat cuma namazı vacip olan kimselerden olmalıdır.
d.
İki
hutbenin peş peşe olması, bu hutbenin kısımlarının da peş peşe okunması
gerekir. Şayet bu kısımların arasına uzun bir fasıla girerse, okunan hutbe ve
kılınan namaz sahih değildir.
e.
Okunan
hutbe Arapça olmalıdır. Gücü yettiği halde hatibin Arapçadan başka bir dille
hutbe irad etmesi sahih değildir.
f.
Hatibin,
cumanın muteber olması için gereken sayıdaki cemaate sesini işittirebilmesi
gerekir.
g.
Hutbede
niyet şarttır. Hatip hutbesini niyet etmeden okursa Hanbelîlere göre, bu
hutbeye itibar edilmez.
h.
Hutbenin
şartlarından biri de cuma namazı için muteber olan sayıdaki cemaate
duyurulmasıdır.
Hanbelîlere göre hutbenin rükünlerine gelince bunlar müminlere
dua hariç Şafiilerinki ile aynıdır. Müslümanlara dua etmek ise hutbenin
sünnetlerinden sayılmıştır.365
3.2.7.
Bir
Şehirde Birden Fazla Yerde Cuma Namazı Kılınması
Âlimler bir beldede birden fazla cuma namazı kılınıp
kılınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu ihtilaf yalnız mezhep
imamlarıyla sınırlı kalmamış, aynı mezhep âlimleri arasında da farklı
görüşlerin ileri sürülmesini beraberinde getirmiştir. Aslında bütün mezhepler,
mümkün olduğunca bir beldede kılınan cuma namazının tek camide kılınmasına
taraftar olmuşlardır. Bunu ileri sürerken de Hz Peygamber ve Sahabe devrindeki
uygulamalardan yola çıkmışlar, bu şekilde eda edilecek cumanın, toplanma, bir
araya gelme gibi anlamlar içeren cumanın teşri’ hikmetine daha uygun
olacağı kanaatine varmışlardır. Arzu edilen bu olmasına rağmen vakia-i hal buna
müsaade
etmemiş, bazıları bunun kayıtsız şartsız caiz olduğunu
söylemiş, bazı âlimler ise bunun hiçbir şekilde caiz olmayacağını ileri
sürmüşlerdir. Bazı mezhepler de bu iki görüş arasında bir yol tutarak, zaruret
halini esas almıştır. Bunlar, ihtiyaç durumunda cevaz verirken, ihtiyaç
olmadığı durumlarda ise buna cevaz vermemişlerdir. Mezheplerin bu konudaki
görüşleri şöyledir:
Hanefilere Göre; Hanefi uleması, bir şehirde birden
fazla cuma kılınıp kılınmayacağı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ebu Hanife’den
bu konuda iki görüş rivayet edilmektedir: İmam Muhammed’in Ebu Hanife’den
rivayet ettiğine göre, o şöyle demiştir: “İki, üç veya bundan daha fazla yerde
cuma kılınması caizdir.” Ebu Hanife’den rivayet edilen bir diğer görüş, bir
beldede birden fazla yerde cumanın caiz olmadığıdır.[365]
Bu konuda Ebu Yusuf’tan da iki görüş rivayet edilmektedir.
Bunların birinde Ebu Yusuf şöyle der: “Bir beldede birden fazla yerde cuma
namazı kılınması caiz değildir. Ancak cuma namazının ikame edildiği iki yer
arasında Dicle veya benzeri bir nehir varsa, o zaman belde iki şehir hükmünü
alır.” Ebu Yusuf’un bu sözünün nehir üzerinde köprü olmadığı zaman caiz
olacağı, aksi takdirde bu iki yerde cuma kılmanın caiz olmayacağına
hamledildiği de söylenmiştir. Çünkü bu durumda cuma kılınan yerin tek belde
olduğuna hükmedilir. Diğer bir rivayete göre, Ebu Yusuf şöyle demiştir: “Şehir
büyük olunca cuma namazı iki yerde caiz, üç yerde caiz değildir. Eğer
aralarında küçük nehir olursa caiz değildir. Aralarında küçük nehir bulunan
belde sakinleri şayet cumayı iki yerde ikame ederlerse, namazı önce eda
edenlerin cuması geçerli olup, diğerlerinin öğle namazını iade etmeleri
gerekir. Belde ehlinin cumayı beraber eda etmeleri veya kimin önce eda ettiğini
bilmemeleri durumunda namazları fesada gider.” Dolayısıyla öğle namazını
kılmaları gerekir.[366]
Kerhi (v.341/952)’nin rivayet ettiğine göre, İmam Muhammed, bir
beldede iki veya üç yerde cuma namazı kılınmasının bir sakıncası olmadığı
görüşündedir.[367]
Konuyla ilgili olarak Serahsi şöyle demiştir: “Ebu Hanife’nin
mezhebince sahih olan, bir beldede iki veya daha fazla yerde cuma namazı ikame
etmenin caiz oluşudur. Biz de bunu kabül ediyoruz. Çünkü “cuma ancak şehirde
kılınır denilmiş, şehirde
yalnız bir yerde kılınır, denmemiştir.” İmam
Serahsi, cuma namazı iki yerde kılınabilir, daha fazlasında değil, görüşünün de
geçerli olmadığını ileri sürmüştür.[368]
Cuma namazının bir veya iki yerde kılınmasını
gerekli görenler, cumaya toplayıcı ve bir araya getirici vasfından dolayı cuma
denildiğini, cumanın birçok yerde kılınması durumunda bunun gerçekleşmeyeceği,
dolayısıyla cuma namazından matlup olan neticenin de hasıl olmayacağını
söylemektedirler. Buna karşı bir beldede birden fazla yerde cumanın caiz
olduğunu savunanlar şöyle derler: “Cuma namazının yalnız bir yerde kılınmasını
gerekli görmekte açıkça bir zorluk vardır. Çünkü bu, namaza gelenlerin
mesafesinin uzamasını netice verir. Ayrıca bir beldede birden fazla yerde cuma
kılınmayacağına dair herhangi bir delil de mevcut değildir. Zaruret kaidesi de
bilhassa büyük şehirlerde bunun şart koşulmamasını gerektirmektedir.”[369]
Hanefi ulemasının konuyla ilgili
görüşleri bunlar olmakla beraber sahih olan görüş, bir beldede birden fazla
cuma kılmanın caiz olduğudur. Nitekim Durru’l-Muhtar adlı eserde şöyle
denilmiştir: “Bir şehirde bir çok yerde namaz eda edilir.” Bu şehrin büyük veya
küçük olması, Bağdad gibi ortasından büyük nehir geçip geçmemesi, köprünün
geçişe kapatılması veya açık bulunması arasında bir fark yoktur.”[370] Namaz kılınan
yerlerin iki veya daha fazla olması da bu hükmü değiştirmemektedir. Buna göre
bir beldede birden fazla yerde cuma namazı kılmak kayıtsız şartsız sahih
olmakta, burada ihtiyaç adedince camide namaz kılınması nazar-ı itibare
alınmamaktadır. Hanefi 372 mezhebinde fetvaya esas olan görüş de budur [371]
Malikilere Göre; Malikilerde
meşhur olan görüş, büyük de olsa bir beldede cuma namazının ancak bir yerde
kılınabileceğidir.[372] İmam Malik’ten
nakledildiğine göre, cuma namazı bir beldede ancak merkezi bir camide
kılınmalıdır. Hatta Fustat emirinin askerlere namaz kıldırıp, toplayıcı olan
camide namaz kıldıracak birini tayin etmesi durumu kendisine sorulunca, İmam
Malik şöyle demiştir: “Ben merkezi camideki cumanın sahih olduğuna hükmederim.
Emir (Sultan) ise cuma yerinde namazı ”374 terk etmiştir.”
Maliki mezhebinde meşhur görüşün mukabili olan ve Yahya b.
Ömer’e nisbet edilen bir görüş daha mevcuttur. Bu görüşe göre, şehir büyük
olduğu zaman cuma namazı birden fazla yerde kılınabilir.[375]
Meşhur olan görüşe göre, bir beldede birden fazla yerde namaz
kılınırsa, o beldede daha önce cuma namazının ilk olarak kılındığı camideki
cuma namazı sahihtir. Bu caminin bina olarak sonradan yapılması, veya sultanın
diğer bir mescidde namaz kılıyor olması veya eda bakımından diğer cumalardan
sonra vuku bulması, bu hükmü değiştirmez. Beldede cumanın kılındığı camiler
beraber inşa edilmiş ve onlardan birinde cuma kılınmamışsa, sultanın izni ile
kendisinde cuma kılınmaya izin verilen camide ikame edilen cuma sahihtir. Şayet
bu mescitlerde sultanın izni olmaksızın cuma ikame edilirse, sahih olan cuma,
şayet bilinirse ihram tekbiri önce olandır. Aksi takdirde hepsinin cuma namazı
batıl olur. Çünkü ihram tekbirinin nerede daha önce getirildiğinde şüphe
vardır. Dolayısıyla vakit kalmışsa cuma namazını iade etmek vacib olur. Vakit
dar olup cuma namazı kılınmayacaksa öğle namazının kılınması icab eder.[376] Cumanın
ilk kez kılınan camide sahih olup, diğer cami veya camilerde batıl olması hükmü
ancak şu şartlarla geçerlidir.
a- Eski camide namaz kılınmayıp topluca yeni camiye
gidilmemelidir. Şayet eski camiyi bırakıp da yeni camide namaz kılınırsa bu
sahih olur. Cumanın ilk kılındığı camiyi terk etmek, bunu gerektiren herhangi
bir eksikliğin meydana gelmesinden dolayı olabileceği gibi, sebepsiz de
olabilir. Eski camiyi terk etme sürekli veya süreksiz de olabilir. Şayet eski
camiyi terkten sonra yine burada diğer camide namaz kılınmaya başlanırsa,
önceden olduğu gibi ilk camide kılınan cuma namazı sahihtir.
b- Hakimin yeni camide kılınan cumanın sahih olduğuna
hükmetmemesi gerekir. Hakim yeni camide kılınacak namazın caiz olduğuna karar
verirse, burada da cuma namazı kılmak sahih olur.
375
376
c- İnsanlar yeni camiye ihtiyaç duymamalıdırlar; Eski cami dar
olur ve genişletilme imkanı olmazsa, yeni camiye ihtiyaç duyulabilir. Dar olan
cami kendilerine vacib olmasa bile cuma namazına gelmeleri kuvvetle muhtemel
olan kimseleri içine alamayan camidir.
d- Belde halkının bir tek mescidde toplanması halinde ortaya
fitne fesad çıkmayacağından emin olunmalıdır. Mesela; belde ehli arasında
düşmanlık olur da iki fırkaya ayrılırlarsa, cumanın kılındığı cami de bu
grublardan birinin bölgesinde bulunur, diğerleri burada namaz kıldıkları
takdirde can güvenliklerinden emin olmazlarsa, kendi bölgelerinde bir cami inşa
edip, onda cuma kılabilirler. Düşmanlık biterse cuma yine 377
eski camide kılınmaya başlar.[377]
Yukarıdaki dört durumun olması halinde
Malikilerce de birden fazla yerde cuma sahih olmaktadır. Anlaşılan o ki diğer
mezheplerde olduğu gibi Malikiler de bu konuda zaruretlere itibar etmekte,
yukarıdaki mezkûr şartlar durumunda cuma namazının taaddüdüne cevaz
vermektedirler.
Şafiilere Göre; cuma
namazının sahih olabilmesi için, cuma namazı kılınan beldede, başka bir cumanın
ihram tekbirinin ondan önce veya bu tekbirlerin aynı anda 378 olmaması gerekir.[378]
Bir beldede birden fazla yerde cuma kılınması
hususunda İmam Şafii, el-Umm adlı eserinde şöyle demektedir. “Bir
şehirde ahalisi ne kadar büyük, amil ve mescidleri ne kadar fazla olursa olsun
cuma, ancak en büyük mescidin bulunduğu yerde kılınır. Şayet beldenin büyük
camileri varsa onlardan ancak birinde cuma kılınır. Zevaldan sonra bunlardan
hangisinde ilk olarak cuma kılınırsa, sahih olan da odur. Şayet onun dışında
başka bir yerde cuma kılınırsa, onu iade eder ve ondan sonra cuma kılanlar
cumayı geçerli saymazlar. Dolayısıyla onlar üzerine dört rekat öğle namazı
kılmaları vacib olur. Cumayı ilk önce kılan ister vali, ister memur, ister
herhangi bir adam, ister gönüllü, ister zorla başa geçen, ister azl edilmiş ve
cuma kıldığı kimselerle bu azli kabul etmemiş olsun hüküm aynıdır ve cuma onun
için kafidir. Ondan sonrakilerle namazı kılanlar için artık vali dahi olsa cuma
sahih değildir. Artık dört rekat öğle namazını iade etmesi icab eder. Bunun
gibi bir beldede birkaç yerde cuma kılınırsa, sahih olan cuma, ilk önce
kılınandır. Eğer cuma kılanlar hangi cumanın önce kılındığını bilmezlerse,
hepsi öğle namazını dört rekat olarak iade ederler. Şayet hangi cumanın önce
kılındığı anlaşılmamış ve onlardan bir grup dönüp de cuma vaktinde ikinci bir
kez cumayı kılarsa, bu namaz onlara kafidir. Çünkü ilk kılınan onların cuma
namazıdır. Belde genişleyip imaresi (ev apartmanları) artar, bundan dolayı
orada büyük ve küçük mescidler çoğalırsa benim reyimce yalnız bir camide namaz
kılınır. Keza, büyük
beldeye ondan olan küçük köylerin bitişmesi durumunda en büyük
mescidden başkasında namaz kılınmasını hoş görmem. Eğer onun dışında bir
mescidde kılınsa dört rekat öğle kılarım. Şayet cuma kılınmışsa orada cuma
kılan (öğle namazını) iade eder. Cuma namazı en büyük mescidde kılınır. İmamın
(devlet başkanı) şehrin camilerinden en büyük camiden daha küçüğünde cuma
kılmasını hoş görmem. Ancak (kıldığı namaz) geçerlidir. Eğer devlet başkanı
dışında büyük camide namaz kılınır, devlet başkanı ve onunla beraber olanlar
ondan daha küçük bir camide cumayı kılarlarsa, bu, onlar için geçerli olup,
diğerleri cumayı iade ederler.”[379]
Görüldüğü gibi İmam Şafii’nin görüşü bir beldede birden fazla
cumanın caiz olmayacağı yönündedir. Hatta Suyuti (v.911/1505), “Davu’ş-Şem’a
fi adedi’l-Cumua” adlı eserinde İmam Şafii’nin ne kavl-i kadiminde
ne de kavl-i cedidinde bir beldede birden fazla yerde cuma kılınmasına
cevaz vermediğini, ancak kavl-i kadimde onun sadece bu işe sükut
ettiğinin nakledildiğini ifade etmektedir.[380]
Hz Peygamber (sav) ve Hulefa-i Raşidin dönemlerinde yalnız bir
yerde cuma kılınması, İmam Şafii ve onun görüşünde olanların delillerine temel
kaynak teşkil etmiştir. Nitekim İbnü’l-Münzir (v.318/930), şöyle demiştir:
“İnsanlar, Resulullah (sav) ve Hulefa-i Raşidin dönemlerinde cuma namazının Hz
Peygamber’in mescidinden başka bir yerde kılınmadığı hususunda ihtilaf
etmemişlerdir.”[381] Bu görüşte olanlar,
bu namazdan kasdedilen hikmetin ancak birtek yerde cuma kılınmasıyla mümkün
olabileceğini ileri sürmüşlerdir.[382]
İthaf müellifi Gülgül’ün nakline göre, İbnü’l-Münzir,
İbn Ömer’den şöyle rivayet etmiştir: “İmamın namaz kıldığı en büyük camiden
başkasında cuma yoktur.” Ebu Davud ise Merasil’inde Belûr bin Eşec’den
şöyle bir rivayette bulunmaktadır: “Medine-i Münevvere’de Hz Peygamber’in
mescidiyle beraber dokuz mescid vardı. Medine ehli Bilal’ın ezanını duyar,
namazlarını (Hz. Peygamber’in) mescidinde kılarlardı.” Beyhaki’nin Marife’den
tahric ettiğine gore, Yahya b. Yahya yukarıdaki rivayete ziyade olarak şöyle
demiştir. “Resulullah’ın mescidi dışında bu mescidlerden birinde cumadan
herhangi bir şey kılmazlardı.”[383]
Buraya kadar beyan edilenlerden, Şafii mezhebine göre bir
beldede birden fazla yerde cuma namazının kılınamayacağı anlaşılmaktadır .
Ancak Şafii ulemasınca sahih ve fetvaya esas olan görüş, zaruret durumunda bir
beldede birden fazla yerde cuma kılınabileceğidir. Buna göre bir belde büyük
olup, ahalisinin bir camide veya başka bir mekanda toplanması zor olursa,
ihtiyaç nisbetinde farklı yerlerde cuma namazı kılınabilir. Zorluktan maksat
cuma kılınan yere cemaatin meşakkat olmaksızın sığmamasıdır. Peki cemaatin tek
camide bir araya gelmelerinde kimler esas alınacaktır? Bazı alimler burada
camiye gelmeseler bile cuma namazı ile mükellef olanların esas alınacağını,
bazıları da sadece kendileriyle cuma namazının gerçekleştiği kimselerin esas
alınacağını söylemişlerdir. Sahih olan görüş ise bilfiil namaz kılacak
olanların esas alınacağıdır.[384] Şafii’den sonraki
mezhep ulemasını böyle bir görüşe aşağıdaki olay sevk etmiştir; İmam Şafii
Bağdad’a geldiğinde, belde ahalisinin iki, bir rivayete göre üç yerde namaz
kıldıklarını görmüş, bu durum karşısında sükut etmiş ve onlara herhangi bir
şekilde itirazda bulunmamıştır.[385] Şafii’nin bu
tutumunu kendi mezhep âlimleri farklı şekillerde yorumlamış ve buna bazı
hükümler bina etmişlerdir.[386]
Dolayısıyla zaruretten dolayı, ihtiyaç nisbetinde olmak
şartıyla bir beldede kılınan bütün cuma namazları sahihtir. İmamların almış
oldukları ihram tekbirlerinin birbirinden önce veya beraber olması, kılınan
cuma namazlarının sıhhatine engel değildir. Aralarında Şeyh Ebu Hamid’in de
bulunduğu bazı Şafii uleması, ihtiyaç durumunda dahi birkaç yerde cuma
kılınmayacağına hükmetmişlerdir. Sübki de Ebu Hamid’i teyid ve takviye ederek
bu konuda bir tasnif yapmış ve şöyle demiştir: “Bir yerde birden fazla cumanın
kılınmayacağı çoğunluğun görüşüdür. Hiçbir sahabi veya tabiinin cumanın
taaddüdüne cevaz verdiği kaydedilmemiştir. Mehdi, Bağdad’da başka bir camide bu
namazı ihdas edinceye kadar, insanlar bu hal üzerine idi.” Bir beldede birden
fazla cuma namazını caiz görmeyenler,[387]
Şafii’nin Bağdat’taki tutumunu, meselenin ictihadi olmasına ve diğer bir
müçtehidin görüşünü reddetmemesine bağlamaktadırlar.[388]
Hanbelîlere Göre; bir belde büyük olup birkaç camiye
ihtiyaç duyulursa cuma namazı bu camilerin hepsinde sahih olur. Buna göre; bir
belde ehlinin bir camide
toplanmasının güç olması, şehir semtlerinin
birbirine uzak olması sebebiyle bunun mümkün olmaması veya mescidin belde
ehline dar gelmesi durumlarında, ihtiyaç nisbetinde başka yerlerde cuma namazı
kılınabilir.[389] Keza belde halkı
arasında düşmanlık bulunması sebebiyle fitne çıkmasından korkuluyorsa, hüküm
yine aynıdır.[390]
İbn Kudame, mezhebinin bu
konudaki delillerini zikrederken şöyle demektedir: “Çünkü cuma namazı cemaatin
toplanması ve hutbe okunması için meşru kılınmıştır. Dolayısıyla bayram
namazında olduğu gibi ihtiyaç olan yerlerde kılınması caizdir. Nitekim Hz Ali,
bayram günü namazgaha çıkar ve insanların zayıf olanlarına namaz kıldırmak için
Ebu Mesud el-Bedri’yi halef tayin eder, o da onlara namaz kıldırırdı. Hz
Peygamber (sav) döneminde cuma namazının yalnız bir yerde kılınması, buna
ihtiyaç olmamasındandır. Sahabeler, evlerinin uzakığına rağmen onun hutbesini
dinlemeyi, onunla cuma namazı kılmayı tercih ederlerdi. Çünkü o Allah’tan
aldığını tebliğ eden hüküm Şarii idi. Şehirlerde buna ihtiyaç duyulunca cuma
namazı birkaç yerde kılınmaya 391 başlandı ve buna itiraz eden de olmadı.
Böylece icma meydana gelmiş oldu.” [391]
İbn Kudame, Hz. Ömer’den
nakledilen “Cuma, ancak İmam’ın (devlet başkanı) namaz kıldığı en büyük
mescidde sahihtir,” sözünü de büyük cami terk edilip küçükler 392
de kılınmaz, şeklinde yorumlamıştır.[392]
3.2.8.
Cuma
Namazı Kılınacak Yerin Cami Olması
Malikiler, cuma namazının sahih olabilmesi için
namazın camide kılınmasını şart koşmuşlar ve bu caminin de bazı özelliklere
sahip olmasını gerekli görmüşlerdir. Malikiler dışında diğer üç mezhep ise
cumanın sıhhati için caminin şart olmadığı görüşündedirler.[393]
Malikilere göre namaz kılınacak cami bina olmalıdır. Bu binanın şehrin mu’tad
yapılarından aşağı olmaması gerekir. Buna göre bir şehirde binaların betondan
yapılması adet olmuş ise topraktan yapılan bir camide cuma namazı sahih
değildir.[394] Ulû’l-emr
izin vermişse birden fazla camide cuma namazı kılınabilir. Malikiler’in ileri
sürmüş olduğu diğer bir şart da caminin şehir , köy vb yerleşim birimlerinin
hemen civarında olmasıdır. Bu şartların bulunmadığı durumlarda sahih olan cuma,
ilk cuma namazının kılındığı camidekidir.
Tercih edilen görüşe göre, caminin tavanının bulunması şart
değildir. Hatta İbn Arabi, mezhep ulemasının böyle bir şeyi sıhhat şartı olarak
saydıklarını, ama kendisinin böyle bir şey bilmediğini ifade etmektedir.[395] Keza, sürekli cuma
namazı ile beş vakit namazın kıldırılmasının kastedilmesi de şart değildir.
İmam hariç, cemaatin, caminin iç ve dış avlusunda cuma kılması sahihtir.
Mescide bitişik olup mescitle aralarında ev dükkan ve umuma açık olmayan
mahallerin bulunmadığı yollarda kılmak da sahihtir. Mescid ister dar, ister
geniş olsun fark etmez. Ancak zaruret olmaksızın yollarda ve cami avlusunda
cuma namazı kılmak mekruhtur. Mescid insanlara dar da gelse, çatısı üzerinde
namaz kılmak caiz olmaz. Keza, ev ve dükkan gibi herkese açık olmayan yerlerde
cuma namazı kılmak caiz değildir.[396]
3.2.9.
Cuma
Namazının Eda Edilmesi
Cuma namazı hutbeden sonra kılınmak üzere iki rekattır. Her
rekatta Fatiha suresi ve bir sure açıktan okunmak suretiyle namaz tamamlanır.
Bu konuda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Hatta İbn Münzir şöyle
demiştir. “Müslümanlar cuma namazının iki rekat olduğunda icma etmiştir.”[397] Elbetteki bu konuda
en büyük delil tevatürden çok daha kuvvetli hale gelmiş, Hz. Peygamber ve ondan
sonrakilerin namazı bu şekilde kılmış olmaları ve bize de namazın bu şekilde
ulaşmasıdır.[398] Ancak bu hususta
Hz. Ömer’den rivayet edilen şu hadis de delil olarak getirilmektedir. “Cuma
namazı, Peygamber’inizin dili üzere noksansız, tamamıyla iki rekattır.[399]
Bu namazda okunacak sureler hakkında ise farklı iki rivayet
varid olmuştur. Bu rivayetlerin birinde, Hz. Peygamber’in cuma namazının
birinci rekatında Cuma suresini,[400]
ikinci rekatta ise Münafikun[401]
suresini okuduğu,[402] diğer bir rivayette
ise birinci rekatta el-A’la[403]
ikinci rekatta da Ğaşiye[404] surelerini okuduğu[405] nakledilmiştir.
Bir kısım ulema, bu rivayetler ışığında Hz.
Peygamber’in bazı cuma namazlarında Cuma ve Münafikun bazılarında
ise A’la ve Ğaşiye sûrelerini okuduğuna hükmetmişlerdir.[406]
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
ZUHR-İ AHİR (SON
ÖĞLE NAMAZI)
4.1.
Genel
Olarak Zuhr-i Ahir Namazı
“Zuhr-i ahir namazı son öğle namazı demektir. Bu namaz
cumanın sıhhat şartlarının, özellikle cuma namazının bir bölgede bir tek camide
kılınması şartının, şehirlerin nüfusunun artması sebebiyle gerçekleşmemesi,
dolayısıyla bir şehirde birkaç yerde namaz kılma mecburiyetinin ortaya
çıkmasıyla birlikte gündeme gelmiş bir namazdır.”[407]
“Bir beldede farklı yerlerde cuma namazı kılınmasını caiz
görmeyenlere göre sahih olan cuma namazı iftitah tekbiri önce olandır.
Dolayısıyla diğer yerlerde kılınan cuma namazı kabul olmamıştır. Bu sebepten
dolayı o günkü öğle namazının kılınması gerekir. Bunun yanında kılınan cumanın
kabul olma ihtimali de vardır. Fakat bu ihtilaftan kurtulmak veya cumanın hiç
olmadığı düşüncesiyle cumanın son sünnetinden sonra zuhr-i ahir yani son
öğle niyetiyle bir namaz kılınır. Ardından da iki rekat öğlenin son sünneti eklenir.”[408]
4.2.
Zuhr-i
Ahir Namazının Ortaya Çıkışı
Zuhr-i ahir’in tam olarak ne zaman ortaya
çıktığı belli olmasa da hicri ikinci asırda ortaya çıkmış olduğu kuvvetle
muhtemeldir. Çünkü dört mezhep imamı da bu konu hakkında görüş belirtmiştir.
İmam Azam’ın vefatı hicri 150 dir. Bu tarihten sonra yazılan kitaplarda da taaddüd-ü
cuma meselesi tartışılmıştır.[409]
Fıkıh kitaplarından anlaşıldığına göre bu tür bir uygulama ilk kez Bağdad’da
meydana gelmiştir. Nitekim İmam Sübki de buna işaret ederek şöyle demiştir.
“Sahabi ve tabiinden cumanın taaddüdüne cevaz verdikleri işitilmemiştir. Mehdi
Bağdad’da başka bir cami inşa edene kadar da insanlar bu hal üzere devam
etmekteydiler.”[410] İmam Şafii de
Bağdat’a geldiğinde burada cuma namazının iki, bir rivayete göre üç yerde
kılındığını görmesi ve buna herhangi bir şekilde itiraz etmemesi,[411] İmam Ebu Yusuf’un
da bu konuda görüş belirtmesi,[412] meselenin o
zamanlarda bile gündemde olduğunu göstermektedir.
4.3.
Mezheplere
Göre Zuhr-i Ahir Namazının Hükmü
Hanefilere Göre; tercih edilen görüş, bir beldede birden
fazla cumanın kılınabileceğidir. Bunun mukabili olan bir görüşe göre, birden
fazla cumanın kılındığı bir beldede sahih olan cuma namazı, ihram tekbirini ilk
önce alanların cumasıdır. Tekbirlerin aynı anda alınması veya hangisinin önce
alındığının bilinmediği zamanlarda da hüküm aynıdır. Bu durumda zuhr-i ahir
olarak adlandırılan o günün öğle namazı kılınır. Hanefi ulemasından İbn Nüceym
(v.970/1563) ve Alaaddin Haskefi (v.1088/1677), zuhr-i ahir’in kılınmaması
gerektiğini savunmuşlardır.
Ekrem Doğanay’ın İbn Nüceym’den aktardığına göre, zuhr-i
ahir’in ihtiyaten kılınması zayıf ve mezhebe muhalif olan görüşe mebnidir.
Dolayısıyla ihtiyat, zuhr-i ahir’i kılmakta değil, iki delilden kuvvetli
olanla amel etmektir ki; bu da cumanın bir beldede birden fazla yerde
kılınmasının mutlak caiz oluşudur. Hem zuhr-i ahir’in kılınması, avam
tabakadan bazılarının cumanın farz olmadığı düşüncesine kapılmalarına sebep
olabilir.[413]
İbn Abidin, haşiyesinde İbn Nüceym’in “Onu yapmakta ihtiyat
yoktur. Çünkü ihtiyat, iki delilden kuvvetli olanla amel etmektir” sözünü aynen
naklettikten sonra şöyle demektedir: “Ben derim ki; İbn Nüceym’in bu sözü
problemlidir. Doğrusu bu, uhdeden şüphesiz olarak çıkmak (zimmetteki borçtan
yakinen kurtulmak) manasına olan ihtiyatın ta kendisidir. Birkaç yerde cuma
kılmanın caizliği, gerçi delil bakımından daha racih ve daha kuvvetli ise de,
ancak bu hususta kuvvetli bir şüphe vardır. Çünkü bu görüşün aksi yine Ebu
Hanife’den rivayet edilmiş; İmam Tahavi, Timurtaşi ve el- Muhtar sahibi
de bu görüşü seçmişlerdir. Attabi de bunu azhar görüş olarak kabul etmiştir... Cevamiu’l-Fıkıh
kitabından naklen el-Münye şerhinde şöyle denilmiştir: ‘İmam
Azam’dangelen iki rivayetten azhar olan görüş budur.’ O halde bu görüş,
mezhebimizde zayıf bir görüş olmayıp, itimad edilecek bir görüştür. Bundan
dolayıdır ki; Şerhu’l-Münye’de “Evla olan ihtiyattır. Çünkü bir beldede
birden fazla cumanın caiz olup olmayacağı hususundaki ihtilaf kuvvetlidir.
Fetva zarureti dolayısıyla birkaç yerde cuma kılmanın caiz olmasının sahihliği,
takva sebebiyle ihtiyatın meşru oluşuna engel değildir.”414
Daha sonra İbn Abidin, kendi görüşünü beyan etme sadedinde
şöyle demektedir: “Ben derim ki; bir beldede birden fazla yerde cuma namazı
kılmanın zayıf olduğu kabul
edilse dahi bu konudaki ihtilaftan çıkmak evladır. Bu imamların
muhalefetine rağmen nasıl evla olmasın ki? Nitekim Buhari ve Müslim’in
ittifakla rivayet ettikleri bir hadis-i şerifte “Her kim şüpheli, şeylerden
sakınırsa ırzını ve dinini korumuş olur,”[414]
buyrulmuştur.[415] Görüldüğü gibi
Hanefi ulemasının çoğu zuhr-i ahir kılınmasından yanadır. Kasani, İmam
Muhammed’in ‘cuma namazı, üç veya bundan daha fazla yerde kılınabilir,’ sözünü,
zaruret ve ihtiyacın bulunduğu durumlara hamletmiştir.”[416]
“Kılınan cumanın sıhhatinde herhangi bir şüphe yoksa, ulemanın
bu konudaki ihtilafından kurtulmak için ihtiyaten zuhr-i ahir kılınması
menduptur.[417] Bu namaz öğlenin
farzı veya ilk sünneti gibi dört rekat olarak kılınır. Buradaki amaç cumanın
kabul olmaması halinde, yerine geçmesi niyetiyle o günkü öğle namazını kılmış
olmaktır. Şayet eda edilen cuma kabul olmuşsa, kılınan namaz, varsa kaza öğle
namazı yerine geçer, yoksa, nafile olarak kabul olacağı düşünülür. Bu sebepten
dolayı öğlenin ilk sünneti gibi kılma görüşü ağırlık kazanmıştır. Yani son iki
rekatta Fatiha’nın yanında zammi surenin de okunması daha uygun görülmüştür.
Cumanın kabul olmadığı takdirde son öğle niyetiyle kılınan namazın kabul
olmasına, okunan zammi surelerin mani olmayacağı görüşü benimsenmiştir.”[418] Zuhr-i ahir
için “vaktinde yetiştiğim halde henüz eda etmediğim veya henüz üzerimden
düşmeyen son farzı yahut son öğleyi kılmaya” şeklinde niyet getirilir.[419]
Malikilere Göre; bir beldede birden fazla cuma namazının
kılınması caiz değildir.[420]
Gülgül, Tuhfetu’r-Radiyye fi fıkhı’l-Malikiyye adlı
eserde şöyle denildiğini nakletmektedir: “Mümkün olduğu müddetçe bir beldede
birden fazla cumanın kılınmaması şart koşulur. Aksine belde ehlinin bir yerde
toplanması vacibtir. Şayet insanlar çoğalır ve cami onları alamayacak kadar dar
olursa, yalnız ihtiyaç miktarı kadar birden fazla yerde cumanın kılınması caiz
olur. Şayet ihtiyaç olmaksızın birkaç yerde namaz kılınırsa, en eski camide
kılınan cuma namazından başkası sahih değildir. Eğer sahih olan cuma bilinmezse,
beldede kılınan cuma namazlarının tümü batıldır. Sonra eğer imkan olursa ve
vakit de genişse, belde ehli tekrar cuma namazını tek bir
mekanda kılar, aksi takdirde hepsi öğleyi kılar. Bu, eksikliği
kapatmak hatta batıl olan namazı tedarik etmek içindir. Hanbelilerde bunun
mukabili zayıf bir kavle göre, bir beldede iki veya daha fazla yerde kılınan
cuma namazının sıhhatine herhangi bir mani yoktur. Bir diğer görüşe göre
cumanın kılındığı iki cami arasında nehir veya bu manada ayırıcı bir bölüm
varsa her ikisinde cuma sahih, aralarında bu tür bir nehir olmayınca sahih
değildir.”[421]
Dussuki, haşiyesinde şöyle demektedir: “Cumanın bir mekanda
kılınması gerekir. Meşhur olan görüşe göre; belde büyük dahi olsa selefin
uygulamarına riayet, bütün ahaliyi bir arada toplamak ve sinelerdekini izhar
etmek için, bir beldede birden fazla cuma caiz değildir. Şayet cuma namazı
birden fazla yerde kılınırsa en eski (beldede cumanın ilk kez kılındığı) cami
dışında, hiçbirinin cuması sahih değildir.”[422]
Şafiilere Göre; İmam Şafii, bir beldede birden fazla
yerde namaz kılınmayacağı görüşündedir. İmam Şafii, el-Umm adlı eserinde
bunu ifade etmiş ve ilgili paragrafın sonunda şöyle demiştir. “Bir şehrin
birkaç yerinde cuma kılınsa, (sahih olan) evvel kılınandır. Diğerleri ise kafi
değildir. Dolayısıyla öğleyi kılmak icab eder.”[423]
Ancak Şafiilerde itimad edilen görüş, bir beldede ihtiyaç
miktarınca birden fazla yerde cuma namazı kılınmasının caiz olduğudur. Zayıf
bir görüşe göre ihtiyaç dahi olsa bir beldede birden fazla cuma namazı
kılınamaz. Çünkü el-Umm’de geçen nassın zahiri bunu ifade etmektedir.[424]
Şafii mezhebinde bir beldede birden fazla cuma namazının
kılınmayacağı görüşü kabul edildiği veya gereksiz yere ihtiyaçtan fazla cuma
kılındığı takdirde aşağıdaki şu durumlar söz konusudur.
a.
Kılınan
cumalardan birinin önce olması ve sultanın diğer cuma namazlarından birinde
imam veya mukim olarak namaz kılmıyor olması; Bu durumda sahih olanın önce
kılınan cuma namazı olduğunda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir.[425] Çünkü cumanın
taaddüdünün caiz olmadığı böyle bir yerde cumanın şartlarını haiz olan ancak
ilk kılınan cuma namazıdır. Dolayısıyla geçerli olan da budur. Artık
diğerlerinin öğle namazını dört rekat olarak kılmaları vacib olur. Şayet devlet
başkanı önce kılınan cuma
namazlarında olmayıp da diğerlerinden birinde olursa en doğru
olan görüş, yine ilk kılınan cuma namazının sahih olduğudur. Devlet başkanının
kıldığı cumanın sahih, diğerlerinin ise geçersiz olduğu görüşü de mevcuttur.[426]
Öncelik veya yakınlıkta imamın, iftitah tekbirinde
bulunan son harfi söylemesine itibar edilir. Hangi caminin imamı iftitah
tekbirinin “ra” sını önce söylemişse, onun kıldırdığı cuma önce sayılır.
Diğer camilerin bundan önce cumayı bitirmesi de bu durumu değiştirmez. Öncelik
konusunda iftitah tekbirinin hemzesine veya ilk okunan hutbeye itibar
edileceği söylenmişe de Şafiilerce fetvaya esas olan görüş, bunlardan ilkidir.[427] Cemaat, cuma namazı
kıldığı esnada kendilerine onlardan önce başka bir cumanın kılındığı haberi
ulaşırsa, artık cuma namazını öğle olarak tamamlamaları gerekir. Ancak öğle
namazını yeni baştan kılmaları daha faziletlidir.[428]
b.
İki
veya daha fazla kılınan cuma namazlarının beraber vuku bulmasıdır, Bu durumda
kılınan cuma namazlarının hepsi geçersizdir. Çünkü bu şekilde kılınan cuma
namazlarından hiçbiri kabul edilme noktasında diğerlerinden daha üstün
değildir. Dolayısıyla vaktin geniş olması durumunda cuma namazı tekrar yeni
baştan kılınır. Çünkü bu durumda asıl olan, cuma farziyetinin kimsenin
üzerinden kalkmamış olmasıdır.[429]
c.
Cumanın
beraber mi veya hangisinin önce kılndığının bilinmemesidir; Bu durumda vakit
genişse, cemaatin toplanıp tekrar cuma namazını kılmaları vacib olur ve bu
ikinci kılınan cuma namazı onlara kafidir. Çünkü asıl olan, önceki cumanın hiç
kimse hakkında geçerli olmayışıdır.[430]
Cuma namazının yeniden iade edilmesinin vacib
olduğu durumlarda gözden kaçırılmaması gereken bir nokta vardır: Cuma namazı
gerektiğinden fazla yerde kılınıyorsa artık burada cuma namazını tekrar iade
etmek caiz değildir. Ancak birden fazla yerde kılınan cuma namazlarının ihtiyaç
miktarınca olduğu bilinirse, mezkur durumda cuma namazı iade edilebilir. Aksi
takdirde cumayı yenibaştan kılmanın 432 herhangi faydası yoktur.[431]
d.
Hangi
cumanın önce kılındığının bilinip sonra karışması; bu durumda namaz kılan
mükelleflerden kimsenin zimmetinden cumanın farziyeti düşmez. Çünkü cumanın
kılındığı her camideki cemaat, cumanın farziyetinin üzerinden düşüp düşmediği
hususunda şüphelidir. Asıl olan da zimmetin cumadan beri olmamasıdır.
Dolayısıyla burada yapılacak şey, öğle namazının kılınmasıdır. Çünkü hangi
cumanın önce kılındığı bilinmemekle beraber, bunlardan birisi sahih olarak eda
edilmiştir. Dolayısıyla bundan sonra başka bir cumanın kılınması caiz olmaz.
Nitekim fetvaya esas olan görüş de budur. [432]
e.
Cuma
namazlarından birinin önce kılındığı bilinmekle beraber hangisinin önce
olduğunun bilinmemesi; Şafii ulemasının çoğu bu durumda öğle namazının
kılınması gerektiğine hükmetmiş, bazı Şafii uleması ise, cuma namazının
kılınması gerektiğini savunmuşlardır.[433]
Buraya kadar zikredilen durumlar cuma namazının birden fazla
yerde kılınmayacağı veya ihtiyaç olmaksızın gereğinden fazla yerde cuma namazı
kılındığı durumlarda geçerlidir. Şartlarını haiz tek bir yerde kılınan cuma
namazının sıhhati konusunda herhangi bir görüş ayrılığı olmadığından, artık
cumadan sonra zuhr-i ahir diye bir namazın kılınması söz konusu
değildir. Cuma namazının ihtiyaç nisbetinde birden fazla yerde kılınması
durumunda da kılınan bütün cuma namazları sahihtir. Ancak bundan sonra öğle
namazını kılmak menduptur. Bunun sebebi, ihtiyaç olsa dahi, bir beldede, birden
fazla yerde cuma namazının kılınmasını kabul etmeyenlerin ihtilafından
kurtulmaktır.[434]
Hanbelilere Göre; bir beldede daha önce zikredilen
durumlar dışında birden fazla cuma namazı kılınamaz.[435]
Burada hakimin izin verip vermemesinin de herhangi bir etkisi yoktur. Ancak
ihtiyaç dahi olsa birden fazla yerde cuma kılınmaz diyenlerin ihtilafından
çıkmak için bundan sonra öğle namazının kılınması daha uygun olur. Eğer ihtiyaç
iki yerde cuma namazı kılınmakla giderilirse üçüncü yerde cuma namazı kılmak
caiz değildir. Üç yerde giderilirse dördüncü yerde cuma kılınması caiz
değildir. Zaten hakimin de ihtiyaç miktarından fazla cuma izni vermesi
haramdır. Çünkü Hz
Peygamber (sav) ve Raşid Halifeler’den böyle bir şey
nakledilmemiş ve buna da ihtiyaç 437
duyulmamıştır.[436]
Bir beldede ihtiyaç olmaksızın gereğinden fazla cuma kılınması
durumunda ihram tekbirinin önce veya sonra alındığına bakılmaksızın devlet
başkanının bulunduğu camideki cumanın sıhhatine hükmedilir. Çünkü diğer
yerlerde kılınan cuma namazlarını sahih kabul etmek, devlet başkanının
cumasının sahih olmadığına hükmetmek demektir.[437]
Cuma namazı kılınan yerlerden birinin diğerine mesela devlet
başkanının cuma kılınması için her ikisine (ihtiyaca göre daha fazla da
olabilir) izin vermesi veya vermemesi, gibi bir üstünlüğü yoksa, yahut bu
mekanlardan her birinin cumanın ikamesi konusunda diğerine oranla bir fazlalığı
olmayıp eşit olmaları durumunda sahih olan önce kılınan cuma namazıdır.
Diğerlerinin öğle namazı batıldır. Bunların öğle namazının farzını kılmaları
gerekir. Böyle bir durumda namazı önce kılmakta ölçü ihram tekbiridir. İhram
tekbirini önce alan cumayı önce kılmış sayılmaktadır.[438]
Hepsinin aynı anda ihram tekbiri almaları durumunda, kılınan tüm cuma
namazları geçersizdir. Çünkü bunların aynı anda sahih olması mümkün değildir.
Bunların vakit müsait olduğu takdirde cuma namazını kılmaları gerekir. Çünkü
cumanın farziyeti beldedeki hiçbir mükelleften kalkmamıştır. Vakit daralmış ve
cuma namazı kılınamayacaksa, cemaatin öğle namazlarını kılmaları icab eder.
Beldede kılınan cuma namazlarından birinin önce kılındığı bilindiği halde
hangisinin önce kılındığı belli değilse, hepsinin cuma namazları batıl olur.
Burada kılınan cumalardan birinin önce olduğu kesinleştiğinden artık cuma
namazı da kılınamaz. Ancak hepsinin öğle namazını kılmaları vacib olur.[439]
4.4.
Bir
Beldede Birden Fazla Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir Meselelerinin
Değerlendirilmesi
Bütün İslam alimlerince kabul edilen görüş, mümkün olduğu
müddetçe cuma namazının tek bir yerde kılınmasıdır. Bu tür bir uygulama hem
cuma namazının teşri’ine hem de Hz Peygamber ve sahabelerin teamülüne
daha uygundur. Burada zuhr-i ahir namazı da söz konusu değildir.
Cuma namazının kılındığı şehir veya köyün büyük olması ve cuma
için tek bir yerde toplanmanın güç olması durumunda, ihtiyaç nisbetinde birden
fazla yerde cuma namazı kılınabilir. Cumhura yakın bir çoğunluğun görüşü bu
yöndedir. Ancak bunu dahi kabul etmeyen ulemanın hilafından çıkmak için zuhr-i
ahir’i kılmak uygun görülmüştür.
Hanefi mezhebinde tercih edilen görüşe göre, bir beldede birden
fazla yerde cuma namazı kılınabilir. Ancak bu fetvanın dahi ihtiyaç ve zaruret
zamanlarına hamledildiği de kaydedilmektedir.[440]
Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebleri ile Hanefilerden nakledilen
bir görüşe göre, ihtiyaç miktarından fazla yerde cuma kılınması durumunda, ilk
kılınan cumanın sıhhatine hükmedilir. Bunun dışında kalanların ise zuhr-i
ahir namazını kılmaları vacib olur.
Zuhr-i ahir’in kılınmasını müdafa edenlerin delilleri
şüphe ve ihtiyattır.[441] Dolayısıyla
kılınan bu namazla mevcut ihtilaftan da çıkılmış olur. Nitekim bu hususla
ilgili olarak sorulan “Bazı Şafiilerin cuma namazının selamını verdikten sonra
cumayı öğle olarak iade etmelerinin sebebi nedir? Halbuki Allah, cuma günü öğle
namazını farz kılmamıştır. Farz kılınan, sadece cuma namazıdır. Öğle namazı ise
ancak şartların meydana getirilmesinden aciz kalınırsa kılınabilir,” şeklindeki
bir bir soruya, şöyle cevap verilmiştir: ‘Bunun sebebi, ihtiyat ile fitne
çıkması durumunda yahut ihtiyaç dışında birden fazla yerde cuma kılınmasını
meneden müçtehidlerin şüphesinden (hilafından) çıkmaktır.”[442]
Mezheplerin bu konuda geçen görüşlerinden de anlaşılacağı gibi, İmam Şarani
(v.973/1565)’nin bu açıklaması, her ne kadar özelde Şafii mezhebine göre
verilmiş bir cevap ise de bu hüküm cumanın taaddüdününü men edip, zuhr-i
ahir kılınmasını mendup veya vacib gören diğer mezhepleri de kapsamaktadır.
Nitekim onlar da aynı sebeplerden dolayı cumadan sonra öğle namazının
kılınmasını gerekli görmektedirler.
“Zuhr-i ahir’in kılınmaması gerektiğini
savunanlar da iki gruptur. Bunlardan birinci grup “şüphenin ibadeti ifsad
edeceği fikriyle bu namazın kılınmasını mekruh görmektedirler. Bunlara göre
cuma gibi mübarek ve çok sevaplı bir ibadeti eda edenler, ‘bu namaz şu ihtilaf
sebebiyle sahih olmamıştır,’ şüphesiyle son öğle namazını (zuhr-i
ahir’i) da kılarlarsa cuma namazını ifsad ve iptal etmiş
olurlar. Ayrıca bunu gören halk, cuma namazının farz olduğunu yahut da bir
vakitte ikisinin de farz olduğunu zanneder. İşte bu sebeple zuhr-i ahir’i
kılmak mekruhtur.”[443]
İkinci grup ise zuhr-i ahir’in kılınmasını günah
sayanlardır. “Bunlara göre ‘batıl olduğunu bilerek cuma namazı kılmak haramdır.
Cumanın sahih olduğuna inanılıyorsa öğle namazını kılmaya ihtiyaç yoktur. Cuma
namazı, şartlarını haiz değilse o halde cuma kılmaya gerek yoktur.’ Bu görüşü
savunanlara göre, dinde olmayan bir adeti ibadet haline getirmek bidattır ve
bunu yapanlar da günahkar olur.”[444]
Seyyid Sabık, birden fazla yerde cuma kılınabileceği görüşündedir. [445] Zuhayli, insanlara
kolaylık sağlamak için ihtiyaç olsun olmasın bir belde de birden fazla cumanın
sıhhatine cevaz vermektedir. Zuhayli’ye göre bu konuda doğru olan, Kur’ân’da
bizatihi farziyeti nass ile sabit olan cuma ile iktifa edilmesidir.[446]
Zuhr-i ahir konusunda Hanefi mezhebinde tercih edilen
görüş ile amel edilebilir. Keza Kur’ân ve hadislerde böyle bir şeyin
emredilmediğini, dolayısıyla bunun cumanın sıhhat şartı olarak kabul
edilemeyeceğini ileri sürenlerin görüşleri kabul edilerek cuma namazı farklı
yerlerde kılınabilir. Zaten bir hükmün pratiğe dökülemeyip, teoride kalması
halinde ileri sürülen şartların pek de bir kıymeti yoktur kanaatindeyiz. Ayrıca
bu konuda insanlar, kendi taklit ettiği müçtehidin veya mezhebin görüşüyle de
amel edebilirler.
Cuma namazı Hz. Peygamber’in hicret ederek Medine’ye
gelmesinden evvel burada sahabeler tarafından kılınmış, Hz. Peygamber ise
hicret esnasında Medine’ye varmadan Salim b. Avfoğulları’nın Ranuna vadisinde
ilk cuma namazını kıldırmıştır.
Cuma namazı ve cuma gününe İslam dininde büyük önem verilmiş;
cuma günü, üzerine güneşin doğduğu en hayırlı gün olarak kabul edilmiştir. Bu
namazı kılanlara büyük mükafatlar va’d edilmiş, bu gün, içinde duaların geri
çevrilmediğj icabet saatinden dolayı çok dua edilmesi, camiye erken gidilmesi
teşvik edilmiştir.
Cuma namazının özürsüz olarak terkedilmesi ve cuma namazına
gitmekten alıkoyacak her türlü meşguliyet meşru sayılmamıştır.
Cuma namazının farziyeti, Kur’ân, sünnet ve ümmetin icmaı ile
sabittir. Diğer namazların vacip ve sahih olabilmesi için gereken şartlar cuma
namazında da aranmaktadır. Ancak cuma namazının kılınabilmesi için bunlara ek
olarak diğer bazı şartların da bulunması gerekmektedir.
Cuma namazı için iki türlü şarttan bahsedilmektedir. Bunlardan
vücub şartları, cuma namazı ile yükümlü olmak için; sıhhat şartları ise kılınan
cuma namazının geçerli olabilmesi ve öğle namazının yerini tutabilmesi için
aranan şartlardır.
Cuma namazı, müslüman, erkek, âkil, baliğ, hür, mukim, cuma
namazına gitmeye engel bir özrü olmayan kimselere vaciptir. Bu şartlar, cuma
namazının farziyetini ifade eden ayet ve bu hususta delil olabilecek sahih
hadislerden anlaşılmaktadır.
Cuma namazı gayr-i müslim kimselere farz olmadığı gibi, akli
dengesi yerinde olmayan, henüz büluğa ermemiş kimselere de farz değildir.
Cuma namazı bayanlara da farz değildir. Cuma namazının
kadınlara farz olduğunu ileri süren birkaç araştırmacı olmuşsa da bunlara genel
olarak itibar edilmemiştir.
Cemaatin terkini mübah kılan özürler, cuma namazının da terkine
ruhsat kabul edilmiş, bu namazın vacib olabilmesi için, mükellefin cumaya
gitmesine engel bir özrü olmayacak derecede sıhhatli olması şart koşulmuştur.
Cuma namazının vücub şartları konusunda mezhepler arasında
fazla ihtilaf olmazken, aynı şeyleri sıhhat şartları hakkında söylemek mümkün
değildir. Hatta bu şartlar bazen aynı mezhep uleması arasında bile ihtilaf
mevzuu olmuştur.
Bu şartlardan biri, cuma namazı kılınacak yerin şehir veya
şehir hükmünde bir yerleşim yeri olmasıdır. Bu şartı Hanefi mezhebinden başka
ileri süren olmamıştır. Kaldı ki şehir, aynı mezhep uleması tarafından farklı
şekillerde tarif edilmiştir. Hanefilerin bu konuda ileri sürmüş oldukları
deliller zayıf bulunmuştur.
Cuma namazını devlet başkanı veya naibinin kıldırması şartı
da yine Hanefiler tarafından ileri sürülen bir şarttır. Hanefilerin bu konuda
Kur’an’dan direkt veya dolaylı olarak herhangi bir delilleri yoktur. Sünnetten
delillerine gelince; bunların bazıları hadis dahi değildir. Hadis olarak
telakki edilenler de isnadlarında bulunan raviler sebebiyle delil
getirilemeyecek derecede zayıf bulunmuştur. Hanefi kitablarındaki açıklamalara
bakılınca aslında bu şartın ihtilaf ve kargaşanın çıkmasını engellemek, fitneye
meydan vermemek amacıyla ortaya atılmış olduğu ve burada müslüman toplumun
asayişinin göz önüne alındığı anlaşılmaktadır. Nitekim aynı Hanefi
kaynaklarının devlet başkanının olmaması veya zarar vermek maksadıyla cumaya
izin vermemesi halinde cumanın kılınması gerektiği yönündeki görüşleri
mevcuttur.
Cuma namazının sahih olabilme şartlarından biri de namaz
kılınacak yerin tüm mükelleflere açık olmasıdır. Maliki, Şafii ve Hanbeli
mezhepleri, cuma namazının sıhhat şartı olarak böyle bir şart ileri
sürmemişlerdir. Hanefi mezhebinde de bu şart üzerinde ittifak yoktur.
Cuma namazının cemaat halinde ikame edilmesi gerektiği tüm
mezhepler tarafından ittifakla kabul edilmiş, cemaatin gerekliliğine bu konuda
varid olan sahih hadisler kaynak teşkil etmiştir. Ancak aynı ittifak, cumanın
sahih olabilmesi için gereken asgari cemaat sayısında meydana gelmemiştir.
Cumanın sıhhati için şart olan cemaatin asgari sayısında bir kişiden seksene
kadar olması gerektiği görüşleri mevcut olduğu gibi, cemaatin herhangi bir sayı
ile sınırlanmaması gerektiğine dair bazı görüşler de vardır.
Bizce cuma namazının sıhhati için bulunması gereken bir şartla
ilgili olarak Hz. Peygamber’den bu kadar değişik görüşlerin sadır olması mümkün
değildir. Sayıyla ilgili gelen hadislerin bir kısmının sahih olmayışı, sahih
olarak gelenlerin de iddia edilen sayının farz olduğuna delalet etmeyişi, bizi,
cuma namazının sıhhati için herhangi bir sayıyı şart koşmaksızın bu namazın
cemaatle kılınması gerektiği gerçeğine götürmektedir. O halde bir beldede veya
bir köyde cuma namazını kılacak bir topluluk var ise, adet şartı problem
edilmeden, farziyeti Kur’ân ve Sünnet’le sabit olan bu ibadet eda edilmelidir.
Diğer namazlarda olduğu gibi cuma namazının sahih olabilmesi
için vaktin girmesi şarttır. Malikiler, cuma namazının vakit girdikten akşam
namazına kadar kılınabileceğini, Hanbeliler ise cumanın zeval vaktinden önce de
kılınabileceğini ileri sürmüşlerdir. Ancak alimlerin çoğuna göre kabul edilen,
cuma namazının öğle ile ikindi vakitleri arasında kılınması gerektiğidir. İmam
Malik’in görüşüne gelince, şartlarını haiz olarak kılınan cumanın öğleyi iskat
edeceği düşünülürse bu namazın da öğle namazı vaktinde kılınması gerektiği
ortaya çıkmaktadır. Hanbelilerin zevalden önce cumaya cevaz vermeleri ise bu
namazı bayram namazına benzetmeleri ve cuma namazının taciline delalet eden
hadisleri zahiri manaları üzerine hamletmelerine mebnidir.
Dört mezhebe göre hutbe de cuma namazının hem sıhhat şartı hem
de bir rüknüdür. Hutbeyi cuma namazının sıhhat şartı olarak kabul edenlerin
delilleri daha kuvvetlidir. Hutbenin şart ve rükünleri ise mezhepler arasında
hatta aynı mezhebin müctehitlerince ihtilaf konusu olmuştur. Kimilerinin rükün
veya şart saydıklarını kimileri mendup kabul etmiş, kimileri sadece hutbe
niyetiyle okunan zikrullahı yeterli görürken, kimisi de buna ancak şer’i
örfte hutbe denilebilmesini şart koşmuştur.
Cuma namazının imkan olduğu müddetçe tek bir yerde kılınması
hem bu ibadetin teşri’ine hem de Hz. Peygamber ve Hulefa-i Raşidin
dönemindeki teamüle en uygun davranış biçimidir. Bir beldede birden fazla cuma
namazının kılınamayacağı fikri, Hz. Peygamber ve Hülefa-i Raşidinin
uygulamaları nazarı itibare alınarak ortaya çıkmış, ancak bu şekilde ifa edilen
cumanın kendisinden matlub olan neticeleri vereceği ifade edilmiştir.
Şartlar ve zeminin müsait olması durumunda cuma namazının tek
bir yerde kılınması gerektiği bütün İslam alimlerince ittifakla kabul
edilmiştir. Namaz kılınacak yerin böyle bir duruma müsait olmaması durumunda,
ihtiyaç nisbetinde cumanın birden fazla yerde kılınabileceği hususunda yine
aynı ittifak geçerlidir. Hanefilerde tercih edilen görüş ise, bir beldede
mutlak olarak birden fazla cumanın kılınabileceğidir.
Bazı alimler ihtiyaç olsun veya olmasın, birden fazla yerde
cuma kılınmasını menetmektedirler.
Bir beldede birden fazla cuma namazının kılınmasını men edenler
veya gereksiz yere birden fazla cuma kılınmasını caiz görmeyenler bu şekilde
kılınan namazlardan ancak ilkinin sahih, diğerlerinin ise batıl olduğu görüşünü
savunmaktadırlar. Dolayısıyla cumanın geçersiz olduğu ortaya çıkınca zuhr-i
ahir olarak isimlendirilen ve vaktin farzı olan öğle namazının kılınması
gerekir. Bu ise şartların oluşmamasından dolayı geçersiz sayılabilecek cuma
namazının yerine, farz olan vakit namazını kılmak, bir beldede mutlak veya
gereksiz yere birden fazla cumanın kılınmasını menedenlerin ihtilafından çıkmak
suretiyle ihtiyatlı davranmak içindir.
Bugün şehirlerin genişlediği, nüfusun çoğaldığı göz önüne
alınacak olursa, böyle bir uygulamanın ortaya çıkaracağı zorlukları tahmin
etmek güç değildir. Kaldı ki bu şart cumanın teşri’ hikmeti, Hz.
Peygamber ve Hulefa-i Raşidin dönemindeki uygulamalar esas alınarak, hakkında
Kur’ân veya sahih hadislerin varid olduğu nasslara dayanmaksızın ileri
sürülmüştür. Öyleyse bunu bir şart olarak telakki etmeksizin imkanlar ölçüsünde
cuma namazının ihtiyaç nisbetinde farklı yerlerde kılınması en doğru olanıdır.
Bunun bir şart olarak telakki edilmesi durumunda dahi zaruret ve maslahat
prensibine ittibaen müslümanlardan zorluk ve meşakkati gidermek için bunun caiz
olması gerekir.
Zuhr-i ahir namazına gelince; bizce bu konuda Hanefi
mezhebinde tercih edilen görüş zamanımıza en uygun olanıdır. Çünkü Hanefiler
mutlak surette cumanın birden fazla yerde kılınmasına cevaz vermekte,
dolayısıyla zuhr-i ahir kılınmasını gerekli görmemektedirler. Şehirlerin
alabildiğine büyüdüğü, nüfusun son derece arttığı günümüzde, böyle bir şartı
ileri sürüp, bu şartın yokluğundan zuhr-i ahir kılınmasını gerekli
görmek, insanları bir nevi zora sokmaktır sanırız. Ancak kendi mezheplerini
taklit etmek ve bu konuda mevcut ihtilaftan kurtulmak amacıyla zuhr-i ahiri
ihtiyaten kılanlara da diyecek bir sözümüz yoktur. Ayrıca cumanın sahih olması
durumunda kılınan bu namazın öğlenin kazası veya nafile namaz yerine
geçebileceği görüşü de mevcuttur. O halde bu durum, zuhr-i ahir’i
gönül rızasıyla kılan kimse aleyhine değil lehine bir davranış olarak da
değerlendirilebilir ve bunun münakaşa konusu haline getirilmemesi sağlanabilir.
Akyüz, Vecdi, Mukayeseli İbadetler İlmihali, İz Yay.,
İst., 1995.
Akseki, Ahmed Hamdi, İslam Dini, D.İ.B.Yay., Ankara,
1977.
Algül, Hüseyin ve Arkadaşları, İman ve İbadetler İlmihali,
T.D.V. Yay., İst., 1998.
Alusi, Ebu Fadl Şihabuddin es-Seyyid, Ruhu’l-Meani
fi-Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azim ves- Sebi’l-Meani, Daru’l-Fikr, Beyrut, b.t.y.
Askalani, İbn Fadl Şihabuddin Ahmed b. Ali b. Muhammed b.
Hacer, Fethu’l- Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari,
Mektebetü’l-Külliyeti’l-Ezheri, Kahire, 1978.
______ ,
İ’lamu’l-Enam Şerhu Buluği’l-Meram min Ehadisi’l-Ahkam, Daru’l- Ferfur,
Dimeşk, 1998.
Ayni, Bedreddin Ebu Muhammed Mahmut b. Ahmet, Umdetü’l-Kari,
Şerhu Sahihi’l Buhari, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Dimeşk, b.t.y.
Azimabadi, Ebu Tayyib Muhammed Şemsu’l-Hak, Avnu’l-Ma’bud bi
Şerhi Sünen-i Ebi Davud, (İbn Kayyım el-Cevzi’nin şerhi ile beraber) Mhk.,
Abdurrahman Muhammed Osman, Mektebetü’s-Selefi, Mısır, 1968.
Baktır, Mustafa, “Hutbe” D.İ.A., T.D.V. Yay., İst.,
1998.
Beydavi, Ebu Said Nasıruddin Abdullah b. Ömer b. Muhammed, Tefsiru’l
Beydavi, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997.
Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin b. Ali, es-Sünenü’l-Kübra,
Daru’l- Marife, Beyrut, b.t.y.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük İslam İlmihali, İpek Yay.,
İst. b.t.y.
Buhari, Muhammed b. İsmail b. İbrahim, el-Camiu’l-Müsnedü’s-Sahihu’l-
Muhtasar min Umur-i Resulillah ve Sünenihi ve Eyyamihi,
Mektebetü’l-Külliyeti’l- Ezheriyye, Kahire, 1978.
Canan, İbrahim, Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte, Akçağ
Yay., İst., b.t.y.
Cessas, Ebu Bekir Ahmed b. Ali er-Razi, Ahkamu’l-Kur’an,
Daru’l-Kutubi’l- İlmiyye, Beyrut, b.t.y.
Ceziri, Abdurrahman, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Çev.
Mehmet Keskin, Çağrı Yay., İst., 1993.
Çetintaş, Recep, Devlet Siyaset İbadet Üçgeninde Cuma Namazı,
Usul Yay., İst., 1995.
Darakutni, Ali b. Ömer, Sünen-i Darakutni, Tal. Ebu
Tayyib Muhammed Abadi, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1993.
Darimi, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl b. Behram,
Sünenü’d-Darimi, Daru İhyai’s-Sünneti’n-Nebeviyye, b.y.y., b.t.y.
Develioğlu, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat,
Doğuş Matbaası, Ankara, 1962.
Dihlevi, Şah Veliyullah, Hüccetüllahi’l-Baliğa, Çev.
Mehmet Erdoğan, İmaj Yay., İst., 2003.
Dimyati, Seyyid Ebu Bekir b. Muhammed eş-Şita, İanetü’t-Talibin
ala Elfazi- Fethi’l-Muin, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y.
Doğanay, Ekrem, İslam’ın Şiarı Cuma Namazı ve Rükünleri,
Elif Yay., Ankara, 1986.
Dussuki, Şemsuddin Şeyh Muhammed, Haşiyetü’d-Dussuki, ala
Şerhi’l-Kebir, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, b.y.y., b.t.y.
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdi es-Sicistani, Sünenü
Ebi Davud, nşr., Muhammed Sabri el-Muhsi, Mektebetü’s-Selefiyye, Mısır,
1968.
el-Buğa, Mustafa, ve Arkadaşları, el-Fıkhu’l-Menheci ala
Mezhebi’l-İmami’ş- Şafii, Çev., Ali Arslan, Arslan Yay., 1994.
Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Emir Yay.,
İst, 1996.
Erbili, Muhammed Emin, Tenviru’l-Kulub fi Muamelat-i
Allami’l Ğuyub, Mhk., Muhammed Ziyad, Daru’l- Kutubi’l İlmiyye, Dimeşk,
b.t.y.
er-Razi, Fahreddin, et-Tefsiru’l-Kebir, Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1999.
Erdibili,
Yusuf, el- Envar li A’mali’l-Ebrar, Müessesetü’l-Halebi, Kahire, 1969.
Heyet, el-Feteva’l-Hindiyye,
Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y.
Gazzali, Muhammed Hamid, İhyau-Ulumi’d-Din, Çev. Ahmet
Serdaroğlu, Bedir Yay., İst., 1975.
Gülgül, Muhammed Edip, İthafu’s-Sail bima Verede min
el-Mesail, el- Mektebetü’l-İlmiyye, Dimeşk, 1999.
Günenç, Halil, Büyük Şafii İlmihali, Yasin Yay., İst.,
2000.
______ , Günümüz Meselelerine Fetvalar, Yasin
Yay., İst., 2000.
Hakim en-Nisaburi, Ebu Abdullah, el-Müstedrek,
ala’s-Sahihayn, Hafız Zehebi’nin Telhis zeyli ile beraber,
Daru’l-Marife, Beyrut, b.t.y.
Heytemi, Şihabuddin Ebu Abbas Ahmed Muhammed Ali b. Hacer, Tuhfetü’l-
Minhac bi Şerhi’l-Minhac, Şirvani ve İbn Kasım el-Abbadi’nin şerhi ile
beraber, Müessesetü’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y.
İbn Abidin, Haşiyetü İbn Abidin, Kahraman Yay., İst.,
1984.
İbn Arabi, Ebu Bekir Muhammed b. Abdullah el-Mearifi,
el-Eşbili, Ahkamu’l- Kur’an, Mhk. Ali Muhammed el-Beccavi, Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001.
İbn Arabi, Muhyiddin b. Ali b. Muhammed b. Ahmet et-Tai, Tefsiru
İbni’l- Arabi, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001.
İbn Aşur, Muhammed, et-Tahrir ve’t-Tenvir Tefsiru İbn Aşur,
Müessesetü’t- Tarih, Beyrut, 2000.
İbn Ebi Şeybe, Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed el-Kitabu’l-Musannef
fi’l- Ehadisi ve’l-Asar, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Muhammed b. Said, el-Muhalla
bi’l-Asar, Mhk., Abdülgaffar Süleyman Binderi, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, 1998.
İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebevi, Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2004.
İbn Hübeyre, Vezir Avnuddin Ebu’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed, el-İfsah
an-Meani’s-Sihah, Mhk., Ebu Abdullah Muhammed Hasan Muhammed İsmail, Daru’l
Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1996.
İbnü’l-Hümam, Kemalettin Muhammed b. Abdulvahid es-Sivasi, Şerhu
Fethi’l-
Kadir, Daru’n-Nadr, Beyrut, 1898.
İbn Kayyım, el-Cevzi, Zadu’l-Mead fi Hedyi Hayri’l-İbad,
Mhk. Şuayb el- Arnavuti, Mektebetü’l Meani’l-İslamiyye, Beyrut, 1980.
İbn Kesir, İmamuddin Ebu’l-Feda İsmail, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim,
Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1997.
İbn Kudame, Şemsuddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ömer Muhammed
b. Ahmed, el-Muğni Şerhu’l-Kebir ala Metn-i Mukni ile birlikte
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1984.
İbn Mace, Ebu Abdullah b. Muhammed b. Yezid el-Kazvini, Sünenü
İbn Mace, Mhk., Muhammed Fuat Abdulbaki, Mektebetü’l-İslami İst. b.t.y.
İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi,
Beyrut, 1996.
İbn Rüşd, Muhammed b. Ahmet b. Muhammet b. Ahmet, Bidayetü’l-Müçtehid
ve Nihayetü’l-Muktesit, Menşurati’ş-Şerifi’r-Reduy, Kum, 1969.
İsfehani, Rağıb, Müfredatu elfazi’l-Kur’an, Mhk., Safvan
Adnan Davudi, Daru’l-Kalem, Beyrut, 1992.
Karaman, Hayrettin, “Cuma” md., D.İ.A., İst., 1993.
_______ ,
İslam Hukuk Tarihi, İz Yay., İst., 1999.
_______ ,
İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İz Yay., İst., 2003.
Kasani, Alauddin Ebu Bekir b. Suud, Bedaiu’s-Sanai
fi-Tertibi’ş-Şerai, Mhk., Yasin Muhammed Adnan b. Derviş, Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1997.
Keskioğlu, Osman, Hazreti Muhammed Ve Hayatı, D.İ.B.
Yay., Ankara, 1960.
_______ ,
Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, D.İ.B. yay., Ankara, 1999.
Köksal, Asım, İslam Tarihi Hz. Muhammed ve İslamiyet,
Köksal Yay., İst., 1999.
Köksal, İsmail, “Zuhr-i Ahir”, D.Ü.İ.F. Yay.,
Diyarbakır, 2001.
Kuduri, Hasan Ahmed b. Muhammed b. Ahmet b. Cafer, Muhtasaru’l-Kuduri,
fil-Fıkhı’l-Hanefi, Mhk., Tal. Kamil Muhammed Uvride,
Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997.
Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmet el-Ensari, el-Camiu
li-Ahkami’l- Kur’an, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1996.
Malik b. Enes, el-Muvatta, Mhk. Said Muhammed Lemman,
Daru İhyai’l-Ulum, Beyrut, 1994.
Maverdi, Ebu Hasan b. Muhammed b. Habib el-Basri el-Bağdadi,
el-Ahkamu’s- Sultaniyye, Mektebetü’l-A’lami’l-İslamiyye, Kum, h.1406,
m.1986.
Mutçalı, Serdar, Arapça Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay.,
İst., 1995.
Müslim, Ebu’l-Hüseyin Müslim b. Haccac el-Kuşeyri, el-Müsnedü’s-Sahih,
Daru’l-Hayr, Beyrut, 1996.
Nasıf, Mansur Ali, et-Tac el-Camiu’l-Usul fi Ehadisi’r-Resul,
el-Mektebetül- İslamiyye, İst., b.y.y.
Nesefi, Abdullah Ahmet, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Tevil,
Mhk. Mervan Muhammed eş-Şiar, Daru’n-Nefais, Beyrut, 1996.
Nevevi, Zekeriya Yahya Şeref, el-Mecmu’ Şerhu’l-Mühezzeb,
Mhk. Muhammed Matarci, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1996.
______ ,
es-Siracü’l-Vehhac ala Metni’l-Minhac, Darü’l-Fikr, Beyrut, 1995.
_____ ,
Ravdetü’t-Talibin, Mhk. Adil Ahmet Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavviz,
Daru’l-Kutubi’l İlmiye, Beyrut.
_____ ,
Sahih-i Müslim bi Şerh-i Nevevi, Daru İhyai’t Turasi’l-Arabi, Beyrut,
1929.
Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’ân’daki İslam, Yeni Boyut Yay.,
İst., 2000.
Remeli, Şemsuddin Muhammed b. Ebi Abbas Ahmed b. Şihabuddin, Nihayetü’l-
Muhtaç ila Şerhi’l-Minhac, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1984.
Sabık, Seyyid, Fıkhu’s-Sünne, Daru İbn Kesir, Beyrut,
2002.
Sabuni, Muhammed Ali, Revaiu’l-Beyan Tefsiru’l-Ayati’l Ahkam
min-el’ Kur’ân, Daru’l-Kalem, Dimeşk, 1997.
Sanâ’ni, Abdurrezzak b. Hümâm, el-Musannef, Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y.
Sahnun, el-Müdevvenetü’l-Kübra, İbn Rüşd’ün mukaddimesi
ile beraber, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1991.
Serahsi, Ebu Bekir Muhammed, Kitabu’l-Mebsut, Mhk. Semir
Mustafa Rebab, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001.
Şaban, Zekiyuddin, İslam Hukuk İlminin Esasları, Çev.
İbrahim Kafi Dönmez, T.D.V. Yay., Ankara, 2000.
Şafii, Muhammed b. İdris, Ahkamu’l-Kur’ân, Mhk. Şeyh
Abdülgani Abdulhalik, Daru İhyai’l-Ulum, Beyrut, 1999.
____ ,
el-Umm, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1990.
Şarani, Ebu’l Mevahib b. Ali b. Ahmet, el-Mizanü’l-Kübra,
Tahric: Abdülvaris Muhammed Ali, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1998.
Şentürk, Lütfi,-Yazıcı, Seyfettin, İslam İlmihali,
D.İ.B. Yay., Ankara, 2003.
Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Neylü’l-Evtar Şerhu
Münteka’l- Ahyar min Seyyidi’l-Ahyar, Daru’l-Marife, Beyrut, 2002.
Şirbini, Muhammed Hatip, Muğni’l-Muhtaç ila Marifeti
Elfazi’l-Minhac ala metn-i Minhacü’t-Talibin, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995.
Taberi, İbn Cerir, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Âyi’l-Kur’ân,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995
Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevre, Sünenü’t-Tirmizi,
el-Mektebetü’l- İslamiyye, İst., b.t.y.
Zemahşeri, Ebu’l Kasım Mahmud b. Ömer, el-Keşşaf
an-Hakaiki’t Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi-Vücuhi’t-Te’vil, Mhk., Abdürrezzak
el-Mehdi, Daru İhyai’t Turasi’l- Arabi, Beyrut, 1997.
Zeylai, Cemaluddin Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf,
Nasbu’r-Raye Tahricu- Ehadisi’l-Hidaye, Bidayetü’l-Mübtedi’nin şerhi ile
beraber, Mhk., Ahmed Şemseddin, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1996.
Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamiyye ve edilletuhu, Çev. Ahmet
Efe ve Arkadaşları, Feza Yay., İst., 1990.
______ ,
Feteva Muasıra, Daru’l-Fikr, Dimeşk, 2003.
13 Buhari, Sahih, Cuma, 876.
38 Ebu’l-Kasım Mahmud b. Ömer
ez-Zemahşeri el Harzemi, el-Keşşaf an Hakaiki’t-Tenzil ve Uyuni’l- Ekavil
fi Vücuhi’t-Tevil, Mhk., Abdürrezzak el-Mehdi, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi,
Beyrut, 1997, IV, 533 Kurtubi ae XVIII 101
39 Zemahşeri, a.g.e., IV, 533.,
Kurtubi, a.g.e., XVIII, 101.
52 Taberi, a.g.e., XIV, 130., Fahreddin er-Razi, et-Tefsiru’l-Kebir,
Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1999, X, 542., Abdullah b. Ömer b.
Muhammed, Tefsiru’l-Beydavi, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1997 IX
175 Çetinta ae s 142
59 İbn Mace, Sünen, Cuma,
1081., İbn Mace’de zikredilen bu hadis, Beyhaki’de de zikredilmiş bazı
fıkhi
hükümleri ihtiva eden hadisin bir kısmıdır Bu hadis
bir ok ilim ehli tarafından cumanın farziyyetine
This document was created by the trial version of Print2PDF.
Purchase Print2PDF at http://www.software602.com
96 Günenç, Günümüz Meselelerine
Fetvalar, I, 183.
110 Şafii, el-Umm, I, 218.
120 Cuma namazının şehir veya köyde
kılınması hususu sıhhat şartlarında ayrıntılı olarak incelenecektir.
124 İbn-i Rüşd, a.g.e., I,162.,
Dussuki, a.g.e., I, 380., Ceziri a.g.e., II, 538.
136 Azimabadi, a.g.e., III, 384,
Canan, a.g.e., VIII, 343.
173 Sabuni, a.g.e., II, 538.
242 İbn Mace, Sünen, Cuma,
1081.
290 Darakutni, a.g.e., II, 5. Mezkûr
bilgi eserin talikatında zikredilmektedir.
294 İbn. Kudame, a.g.e., II, 172.
374 Vezir Avnuddin Ebu’l-Muzaffer
Yahya b.Muhammed b. Hubeyre, el-İfsah an Meani’s-Sihah, Mhk.,
[1] İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi,
Beyrut, 1996, VI, 355-359., Zeynuddin Muhammed b. Ebi Bekir b. Abdûlkadir
er-Razi, Muhtaru’s-Sihah, Mhk., Hamza Fethullah, Müesssetü’r- Risale,
Beyrut, 2001, s.109., İbrahim Musa ve Arkadaşları, el’Mu’cemu’l-Vasit,
el-Mektebetû’l- İslamiyye, İst., b.t.y., I, 134.
[2] Hayrettin Karaman, “Cuma”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İst.,
1993, VIII, 85.
[3] Muhammed Ali es-Sabuni, Revaiu’l-Beyan Tefsiru Ayati’l Ahkam
min-el’Kur’ân, Daru’l-Kalem, Dimeşk, 1997, II, 531.
[4] İbn Fadl Şihabuddin Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Hacer
el-Askalani, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l- Buhari,
Mektebetû’l-Kûlliyeti’l-Ezheriyye, Kahire, 1978, V, 3.
[5] Askalani ae V 3
[6] Rağıb el-İsfehani, Mûfredatu Elfazi’l-Kur’ân, Mhk., Safvan
Adnan Davudi, Daru’l-Kalem, Beyrut, 1996. s.202., Recep Çetintaş, Devlet,
Siyaset, İbadet Üçgeninde Cuma Namazı, Usul Yay., İst., 1995, s. 118.
[7] Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Emir Yay.,
İst., 1996, VII, 556.
[8] İmaduddin Ebu’l-Feda İsmail b. Kesir, Tefsiru’-lKu’âni’l -Azim,
Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut 1997, IV, 310.
[9] Yahya Şeref Zekeriyya en-Nevevi, Sahih-i Mûslim bi Şerhi’n-
Nevevi, Daru’l Hayr, Beyrut, 1996, VI,455, Cuma, 854. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Çetintaş, a.g.e., s. 117 vd.
[10] Muhyiddin b.Ali b.Muhammed b.Ahmed b.Abdullah el-Hatemi et-Tai
İbn Arabi, Tefsiru İbn Arabi, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001,
II, 339.
Çenaaes
[12] İbn. Kesir, a.g.e., IV, 310.
[13] Karaman., “Cuma”, VIII, 85.
[14] Ebu’l-Fadl Şihabuddin Seyyid Mahmut Alusi, Ruhu’l-Meani fi
Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azim ve’s-Seb’il Mesani Daru’l-Fikr Berut bt XXIV 100
I I
I 1
Purchase Print2PDF at http://www.software602.com
[16] Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvini İbn Mace, Sünen-i
İbn Mace, Mhk., Muhammed Fuat Abdülbaki, el-Mektebetü’l-İslamiyye, İst.,
b.t.y., I, 342, Cuma, 1082., İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebevi, Daru
İhyai’t-Turasi’l Arabi, Beyrut, 2004, s. 262.
[17] Hayreddin Karaman, İslam Hukuk Tarihi, İz Yay., İst.,
1999, s. 76.
[18] İbn Hacer el-Heytemi, Tuhfetü’l-Minhac bi Şerhi’l-Minhac,
Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y., II, 481.
[19] Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari el-Kurtubi, el-Camiu
li Ahkami’l-Kur’ân, Daru İhyai’t- Turasi’l-Arabi, Beyrut, b.t.y. XVIII, 98.
[20] Asım Köksal, İslam Tarihi Hz. Muhammed ve İslamiyet,
Köksal Yay., İst., 1999, III, 17.
uar a uma
[22]Cuma, 62/ 9-10.
[23] Ebu Tayyib Muhammed Şemsu’l Hak Azimabadi, Avnu’l- Ma’bud bi
Şerh-i Sünen-i Ebi Davud (İbn-i Kayyım el Cevzi’nin şerhi ile beraber),
Mhk., Abdurrahman Muhammad Osman, Mektebetü’s-Selefiyye, Mısır, 1968, III, 367,
Cuma, 1033.
[24] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1053.
nace esnen uma
[26] Hakim, el-Müstedrek, Cuma, h.n.y., III, 292.
[27] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1039.
[28] Malik b. Enes, el-Muvatta, Mhk., Said Muhammed Lemman,
Daru İhyai’l- Ulum, Beyrut, 1994, Cuma, 227.
[29] İbrahim Canan Hadis Ansikloedisi Kütüb-i Sitte Akağ Ya İst
_vm-xxı_îx?_------------- , ra
manan asnsoe s e
ağas
[30] Vehbe Zuhayli, el-Fıkhu’l- İslami ve Edilletuhu, Çev.
Ahmet Efe ve Arkadaşları, Feza Yay., İst., 1990, II, 368.
[31] Buhari, Sahih, Cuma, 935., Müslim, Sahih, Cuma,
852., Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1033.
[32] İbn Hacer, a.g.e., V, 90., Muhammed b. Ali b. Muhammed
eş-Şevkani, Neylu’l-Evtar Şerhu Munteka’l-Ahyar min Seyyidi’l-Ahyar,
Daru’l-Marife, Beyrut, 2002, I, 646.
[33] İbn-i Hacer, a.g.e., V, 90.
[35] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1033.
[36] İbn-i Hacer, a.g.e, V, 90.
[37] Serdar Mutçalı, Arapça Türkçe Sözlük, Dağarcık Yay., İst.,
1995, s. 873.
[38] Alusi, ag.e., XIV, 99.
[39] Cuma, 62/ 9.
[40] Mutçalı, a.g.e., s. 390.
[41] İsfehani, a.g.e., s. 411.
[42] İbn Kesir, a.g.e., IV, 311.
[43] İbn-i Cerir et -Taberi, Camiu’l-Beyan an Te’vili Âyi’l-Kur’ân,
Daru’l-Fikr, Beyrut, 1995, XIV, 127128.
[44] Abdullah Ahmed en-Nesefi, Medarikü’t-Tenzil ve
Hakaiku’t-Te’vil, Mhk., Mervan Muhammed eş - Şiar, Daru’n-Nefais, Beyrut,
1996, IV, 376.
[45] İsra, 17/19.
e
[47] Muhammed b. İdris eş-Şafii, Ahkamu’l-Kur’ân, Mhk., Şeyh
Abdulgani Abdulhalık, Daru İhyai’l-Ulum, Beyrut, 1999, s. 105., Ebu Bekir
Muhammed b. Abdullah el-Meafiri el-Eşbili İbn Arabi, Ahkamu’l- Kur’ân,
Mhk., Ali Muhammed el-Beccavi, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 2001, IV,
225.,
[48] İbn Arabi, Ahkamu’l-Kur’ân, IV, 225.
[49] Muhammed Tahir b. Aşur, et-Tahrir vet-Tenvir Tefsiru İbn Aşur,
Müessesetü’t-Tarih, Beyrut, 2000, XXVIII, 202.
[53] İbn Arabi Ahkamu’l-Kur’ân IV 24
This document was created by
the trial version of Print2PDF.
Purchase Print2PDF at http://www.software602.com
[54] Cuma, 62/9.
[55] Şemsuddin Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ömer Muhammed b. Ahmed b.
Kudame, El-Muğni ve Şerhu’l Kebir ala Metn-i Mukni, Daru’l- Fikr,
Beyrut, 1984, II, 143.
[56] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1053.
[57] Darakutni, Sünen, Cuma, 1.
[58] Ebu Bekir Ahmed b. Hüseyn b. Ali Beyhaki, -es-Sünenu’l Kübra,
Daru’l-Marife, Beyrut, b.t.y., III,
172, h.n.y.
delil olarak
getirilmekle beraber isnadındaki iki ravi zayıf bulunmuş ve dolayısıyla hadis
zayıf kabul edilmiştir. Ancak delalet ve sübut bakımından kat’i olan konuyla
ilgili ayet ve Tarık b. Şihab’dan rivayet edilen cumanın hasta, yolcu, kadın ve
köle hariç cemaat halinde Müslümanlara farz olduğunu bildiren hadisin, bu
hadise ihtiyaç bırakmadığı ifade edilmiştir. Bkz. Ebu Zekeriyya Muhyiddin b.
Şeref en- Nevevi, el-Mecmu’ Şerhu’l-Mühezzeb, tah. Muhammed Matarci,
Daru’l-Fikir, Beyrut, 1996, IV, 403.
[60] İbn Kudame, a.g.e., II, 143.
[61] Ebu Zekeriyya Yahya b. Şeref en-Nevevi, Ravdatü’t-Talibin,
Mhk., Adil Ahmed Abdülmevcud, Ali Muhammed Muavviz, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye,
Beyrut, I, 507.
[62] Karaman, “Cuma”, D.İ.A., VIII, 85.
[63] Alauddin Ebu Bekir b. Suud el-Kasani, Bedaius’-Sanai fi
Tertibi’ş-Şerai, Mhk., Yasin Muhammed Adnan b. Derviş,Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, 1997, I, 581., İbn Abidin, Haşiyetü İbn
Abidin, Kahraman Yay., İst., 1984, II, 153-154. Şemsuddin Şeyh Muhammed
ed-Dussuki, Haşiyetü’d-Dussuki ala Şerhi’l-Kebir Daru
İhai’l-Kutubi’l-Arabi b bt I 379
[64] Muhammed b.İdris eş-Şafii, el-Umm, Darü’l Fikir, Beyrut,
1990, I, 218., Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 539. İbn Kudame, a.g.e.,
II,144-150.
[65] İbn Arabi, Tefsiru’l-Ahkam, IV,223., Nevevi, Ravdatü’t-Talibin,
I, 539., İbn Kudame, a.g.e., II, 172.
[66] Cuma, 62/9.
[67] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1053.
[68] uavu nenuu
[69] Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 539.
[70] Şafii, el-Umm, I, 217.
[71] Ebu Davud, Sünen, “Cuma”, 1053.
[72] Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd, Bidayetü’l-Müçtehit
ve Nihayetü’l Muktesit, Menşurati’ş-Şerifi’r-Reduy, Kum, 1969, II, 160.
[73] Nevevi, el-Mecmu,’ IV, 404.
eras eesu
[75] Abdurrahman Ceziri, Dört Mezhebe Göre İslam Fıkhı, Çev.
Mehmet Keskin, Çağrı Yay., İst., 1993, II,
[76] Ceziri, a.g.e., II, 543-544.
[77] Nevevi, el-Mecmu, IV, 405., Ceziri, a.g.e., II, 544.
ezrae
[79] Yaşar Nuri Öztürk, Kur’ân’daki İslam, Yeni Boyut Yay.,
İst., 2000, s. 533.
[80] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1053.
[81] Hüseyin Algül ve Arkadaşları, İman ve İbadetler İlmihali,
T.D.V.Yay., İst., 1998, I, 290-291.
[83] Şafii, el-Umm, I, 218., İbn Kudame, a.g.e., II, 133.,
Muhammed Hatib Şirbini, Muğni’l-Muhtaç ila Marifeti Elfazi’l-Minhac ala
Metn-i Minhaci’t-Talibin, Daru’l Fikr, Beyrut, 1995, I, 376., Ceziri,
a.g.e., II, 534-537- 542.
[84] Serahsi, a.g.e., I, 25., Kasani, a.g.e., I, 582.
[85] Çetintaş, a.g.e., s. 166.
[87] Çetintaş, a.g.e., s. 167.
[88] Şihabuddin Ebu Abbas Ahmed Muhammed b. Ali b. Hacer el-Heytemi, Tuhfetu’l-Muhtac
bi Şerhi’l- Minhac (Şirvani ve İbn Kasım el-Abbadi’nin Şerhi ile beraber)
Berut bt VI 178
I I
I 1
Purchase Print2PDF at http://www.software602.com
[89] Heytemi, a.g.e., II, 482.
[90] Heytemi, a.g.e., II, 482.
[91] Şemsuddin Muhammed b. Ebi Abbas Ahmed b. Şihabuddin er-Remeli, Nihayetü’l-Muhtaç
İla Şerhi’l Minhac, Daru’l-Fikr, Beyrut, 1984, III, 284.
anen nm zeseeerne
evaar asn a s s
[93] Heyet, Feteva’l-Hindiyye, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiyye,
Beyrut, b.t.y., I, 144.
[94] Hanefi fıkhına ait özet halindeki dört metindir. Bunlar Kenz,
Muhtar, Vikaye ve Mecma’dır.
[95] İbn Abidin aeII .1.^, nnae
[96] Nevevi, el- Mecmu, a.g.e., IV, 409.
[97] Buhari, Sahih, Megazi, 3769.
[98]Şafii, el-Umm, I,218., İbn Kudame, a.g.e., II, 151.,
Kemalettin Muhammed b. Abdülvahid es-Sivasi İbnü’l-Hümam, Şerhu
Fethi’l-Kadir, Daru’l-Fikr, Beyrut, b.t.y., II, 63., Şirbini, a.g.e., I,
372., Ceziri, a.g.e., II, 534-537- 540-542.
[99] Şafii, el-Umm, I, 218.
[100] Şafii, el-Umm, I, 218., Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam
İlmihali, İpek Yay., b.t.y., s. 163.
[101] Dussuki ae I 389 Ceziri aeII _«2_^--------------------------------------------------------- .
ussuae ezrae
[102] Bilmen, a.g.e., s.163., Lütfi Şentürk, İslam İlmihali,
D.İ.B. Yay., Ankara, 2003, s. 171.
[103] Şirbini, a.g.e., I, 377., Dussuki, a.g.e., I, 389., Ceziri,
a.g.e., II, 377., Zuhayli, a.g.e., II, 371.
[104] Nevevi, el-Mecmu, IV, 410., Dussuki, a.g.e., I, 389-390.,
Bilmen, a.g.e., s. 163.
[105] Sahnun, el-Müdevvenetü’l-Kübra (İbn-i Rüşd’ün Mukaddimesi
ile beraber) Daru’l-Fikr, Beyrut, 1991, I, 148., Şirbini, a.g.e., I, 377.,
Dussuki, a.g.e., I, 391., İbn Abidin, a.g.e., II, 153-154., Ceziri, a.g.e., II,
534-538-542., Zuhayli, a.g.e., II, 371.
[106] Şafii, el-Umm, I, 218., Ceziri, a.g.e., II, 538-542.,
Bilmen, a.g.e., s. 163., Algül, a.g.e., I, 292-293.
[107] Şafii, el-Umm, I, 218.
[108] Dussuki, a.g.e., I, 390., Ceziri, a.g.e., II, 538-542., Zuhayli,
a.g.e., II, 371.
[109] Sahnun, el-Müdevvene, I, 148., İbn Kudame, a.g.e., II,
195., Dussuki, a.g.e., I, 389., Ceziri, a.g.e., II, 540 Bilmen ae s 163
[110] Sahnun, el-Müdevvene, I, 148., Şirbini, a.g.e., I, 376.,
Dussuki, a.g.e., I, 389-390.
[111] İbn Kudame a.g.e., II, 144., Nevevi, el-Mecmu, IV, 406.,
Ceziri, a.g.e., II, 534-538-540-542., Zuhayli, a.g.e., II, 371.
[112] Beyhaki, Sünen, Cuma, h.n.y., III, 184.
[113] Şevkani, a.g.e., I, 637-638.
[114] Serahsi, a.g.e., I, 64., Kasani, a.g.e., I, 571., Kemalettin
Muhammed b. Abdülvahid es-Sivasi İbnü’l- Hümam, Şerhu Fethi’l-Kadir,
Daru’n-Nadr, Beyrut, b.t.y., I, 417.
[116] Cemaluddin Ebu Muhammed Abdullah b. Yusuf ez-Zeylai,
Nasbu’r-Raye Tahricu Ehadisi’l-Hidaye (Bidayetü’l-Mübtedi’nin Şerhi Hidaye
ile beraber), Mhk., Ahmed Şemsuddin, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1996,
III, 202.
[117] Ebu Bekir Abdurrezzak b. Hümam es-San’ani, el-Musannef,
Daru İhyau’t-Turasi’l-Arabiyye, Beyrut, b.t.y., III, 7. Cuma, 5175.
[118] Zuhayli, a.g.e,II, 371.
[119] Kasani, a.g.e., I, 573., Ceziri, a.g.e., II, 535., Zuhayli,
a.g.e., II,371-372.
[120] Dussuki, a.g.e., I, 380.
[121] Dussuki, a.g.e, I, 370, Zuhayli, a.g.e., II, 372.
uaae
[123] Heytemi, a.g.e., II, 481.
[124] Şirbini, a.g.e., I, 376.
[125] Zuhayli, a.g.e., II, 372.
[126] Nevevi, el -Mecmu, IV ,407.
[127] Müslim, Sahih, Mesacid, 1484.
[128] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1043.
[129] Cuma, 62/9.
[130] Azimabadi, a.g.e., III,384., Canan, a.g.e., VIII,343.
[131] Nevevi, el-Mecmu , IV, 407., Ceziri, a.g.e., II, 54.,
Zuhayli, a.g.e., II, 372.
[132] Şafii, el-Umm, I, 218.
[133] Seyyid Ebu Bekir b. Muhammed Şita ed-Dimyati, İanetü’t-Talibin
ala Elfazi Fethi’l-Muin, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, Beyrut, III, 86.,
Ceziri, a.g.e., II, 541., Zuhayli, a.g.e., II, 373., Akyüz, a.g.e., II, 159.
[134] İbn Kudame, a.g.e., II, 145, vd.
[135] İbn Kudame, a.g.e., II, 145-146.
[136] Cuma, 62/9.
[137] Ebu -UtMaid - CfM^H -CliTH» -W42-----------------------------------------------------
uavu nen uma
[138] İbn Kudame, a.g.e., II, 147-148., Zuhayli, a.g.e., II, 372.
[139] Zuhayli, a.g.e., II, 373.
[141] Ebu Bekir Ahmed b. Ali el-Cessas, Ahkamu’l Kur’ân,
Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, III, 600., İbn Abidin, a.g.e., II, 162., Ceziri,
a.g.e., II, 566., Zuhayli, a.g.e., II, 374.
[142] İbn Abidin a.g.e., II, 162.
[143] Şevkani, a.g.e., I, 637.
[144] Şafii, el-Umm, I, 218.
[145] Şevkani, a.g.e., I, 638.
[146] Dussuki, a.g.e., I, 387., Ceziri, a.g.e, II, 567., Zuhayli,
a.g.e., II, 374.
evev
eecmu ava an
[148] Nevevi, el-Mecmu, IV, 417., Ceziri, a.g.e., II, 567.
[149] Nevevi, el-Mecmu, IV, 417., Şirbini, a.g.e., I, 379.,
Akyüz, a.g.e., II, 165.
[150] Şafii, el-Umm, I, 218., Nevevi, el-Mecmu, IV, 418.,
Heytemi, a.g.e., II, 493., Şirbini, a.g.e., I, 379.
[151] Heytemi, a.g.e., II, 492.
[152] Şirbini, a.g.e., I, 378.
[153] Nevevi, el-Mecmu, IV, 417., Şirbini, a.g.e., I, 378.,
Remeli, a.g.e., III, 292.
[154] Nevevi, el-Mecmu, IV,418.
[155] nuameae ezrae
[156] İbn Kudame, a.g.e., II, 217-218.
[157] İbn Kudame, a.g.e., II, 218.
[158] Cuma, 62/9.
[159] Elmalılı, a.g.e., VII, 552.
[160] Askalani, a.g.e., V, 49-50.
[161] Bedruddin Ebi Muhammed Mahmut b. Ahmet el-Ayni, Umdetü’l Kari
Şerhu Sahihi’l-Buhari, nşr.
Muhammed Münir Abduh Ağa
ed-Dimeşki, Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi Beyrut, b.t.y., V, 203., İbnü’l- Hümam,
a.g.e., I, 421., İbn Abidin, a.g.e., II, 161.
[163] Sahnun, el-Müdevvene, I, 143., İbn Arabi, Tefsiru’l
Ahkam, IV, 226., Dussuki, a.g.e., I, 388- 89., Zuhayli, a.g.e., II, 370.
[164] İbn Arabi, Tefsiru’l-Ahkam, IV, 226.
[165] Şafii, el-Umm, I, 224.
[166] İbn Kudame ae II 145-146 Zuhali aeII _^û_X7û------------------------ .
nuameae uaae
[168] Serahsi, a.g.e., I, 34., Kasani a.g.e., I, 580., Akyüz, a.g.e,
II, 164.
[169] Kasani, a.g.e, I, 580., Akyüz, a.g.e., II, 164.
[170] Kasani, a.g.e, I, 580., Akyüz, a.g.e., II, 164
[171] Dussuki, a.g.e., I, 384., Ceziri, a.g.e., II, 568., Akyüz,
a.g.e., II, 164.
[173] Nevevi, el-Mecmu, IV, 416., Ceziri, a.g.e., II, 567.
[174] İbn Kudame, a.g.e., II, 156.
[175] İbn Abdin, a.g.e., II, 157., Ceziri, a.g.e., II, 568., Akyüz,
a.g.e., II,164.
[176] Ceziri, a.g.e., II, 568.
[177] Şafii, el-Umm, I, 219., İbn Kudame, a.g.e., II, 197.
Nevevi, el-Mecmu, IV, 219., Ceziri, a.g.e., II, 568.
[178]Şafii, el-Umm, I, 219., Nevevi, el-Mecmu, IV, 219.,
Ceziri, a.g.e., II, 568.
nuameae
[180] İbn Abidin, a.g.e., II, 157., Ceziri, a.g.e., II, 569., Akyüz,
a.g.e., II, 165.
[181] Sahnun, el-Müdevvene, I, 148., Ceziri, a.g.e., II, 569.
[182] Şafii, el-Umm, I, 219., Şirbini, a.g.e., I, 379-380.
[183] Ceziri, a.g.e., II, 569.
[193]Sahnun, el-Müdevvene, I, 140-141-142-143., İbn Arabi,
a.g.e., IV, 223., İbn Rüşd, a.g.e., I, 162-163., Dussuki, a.g.e., I,
372-373-374-376-377-378., Ceziri, a.g.e., II, 539., Karaman, İslam’ın
Işığında Günün Meseleleri, s. 25,26.
[194] Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 507-509-512-515-529.,
Heytemi, a.g.e., II, 496-501-503-509-525., Şirbini, a.g.e., I,
380-382-384-387., Remeli, a.g.e., III, 295-298-301-304-311., Ceziri, a.g.e.,
II, 541-542. Günenç, Büyük Şafii İlmihali, s. 188-189-190-191.
[195] İbn Kudame, a.g.e., II, 163., Ceziri, a.g.e., II, 543., Zuhayli,
a.g.e., II, 376., Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri s 26
[196] Serahsi, a.g.e, I, 25., İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 407., İbn
Abidin, a.g.e., II, 137.
[197] Kasani, a.g.e., I, 583.
[198] Kasani, a.g.e., I, 584-585., İbnü’l- Hümam,a.g.e., I, 410.
[200] Serahsi, a.g.e., I, 25-26., İbn Abidin, a.g.e., II, 137.,
Zuhayli, a.g.e., II, 378.
[201] Cetintaş, a.g.e., s. 233.
[202] Serahsi, a.g.e., I, 26., Kasani, a.g.e., I, 585.
[203] Kasani, a.g.e., I, 585.
[204] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 409., Heyet, Fetava’l-Hindiyye,
I, 145., Doğanay, a.g.e., s. 103.
[205] Dussuki, a.g.e., I, 373.
[206] Ceziri, a.g.e., II, 539.
[207] İbn Rüşd, a.g.e., I, 122.
[208] Sahnun el-Müdevvene I 149 I
[209] Dussuki, a.g.e., I, 380., Zuhayli, a.g.e., II, 372.
[210] Sahnun, el-Müdevvene, I, 149-150.
[211] Sahnun, el-Müdevvene, I, 142.
[212] Zuhayli, a.g.e., III, 372.
[213] Zuhayli, a.g.e., II, 378.
[215] Şafii, el-Umm I, 221.
[216] Nevevi, el-Mecmu, a.g.e.,IV, 320.
[217] Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 509., el-Mecmu, IV,
420., Şirbini, a.g.e.,I, 382.
[218] Şafii, el-Umm, I, 221.
[219] Nevevi, el-Mecmu, IV, 407.
[221] İbn Kudame, a.g.e. II, 145 vd.
[222] Kasani, a.g.e., I, 584.
[223] Hidaye hadislerini tahkik eden Nasbu’r-Raye müellifi, bu
sözle ilgili olarak mezkur kitabında şöyle der: “Bu söz merfu olarak
gariptir. Biz bu sözü Hz. Ali’ye nisbet edilen mevkuf bir haber olarak
gördük. Onu Abdurrezzak Musannef’inde zikretmiştir.”Zeylai’nin nakline
göre, Beyhaki, hadisle ilgili olarak bu sözün Hz. Ali’den mevkuf olarak
rivayet edildiğini ve Hz. Peygamber’den bu konuda herhangi bir şeyin rivayet
edilmediğini söylemektedir. bkz. Zeylai, a.g.e., I, 202-203., Azimabadi, et-Ta’liki’l-Muğni
ala’d- Darakutni adlı şerhinde şunları kaydetmektedir. “Hafız İbn
Hacer, ‘Bu söz merfu (Yani Peygambere isnad edilen bir söz) olarak sabit
değildir,’ demiştir. İmam Nevevi de ‘Bu zayıf olduğunda ittifak edilen bir
hadistir,’ demektedir.” bkz. Darakutni, a.g.e., II, 8.
asanae
[225] Cuma, 62/9.
[226] İbn Kudame, a.g.e., II, 170-173.
[227] Buhari, Sahih, Cuma, 892., Hanefiler, bu hadisi tevil
ederek, Cuvasa’nın şehir olduğunu ispat etmeye çalışmışlarsa da bu yaklaşım pek
kabul görmemiştir. Daha geniş bilgi için bkz. Kasani, a.g.e., I, 584.,
Çetintaş, a.g.e., 252-253.
[228] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1056., İbn Mace, Sünen,
Cuma, 1082.
[229] Şafii, el-Umm, I, 219.
[230] İbn Kudame, a.g.e., II, 173., Şevkani, a.g.e., I, 641.
[231] Beyhaki, Sünen, Cuma, h.n.y. III,178.
ea nen
uman Şevanae
[233] Çetintaş, a.g.e., s. 253.
[234] Çetintaş, a.g.e., 235-236-254.
[236] Ebu Hasan b. Muhammed b. Habib el Basri el-Bağdadi el-Maverdi,
el-Ahkamü’s-Sultaniyye, Mektebetü’l-A’lami’l-İslamiyye, Kum, h. 1426, s.
103., Serahsi, a.g.e., I, 27., Kasani, a.g.e., I, 587., İbnü’l Hümam, a.g.e.,
I, 411-412., İbn Abidin, a.g.e., II, 139., Heyet, Fetava’l-Hindiyye, I,
145.
[237] Serahsi, a.g.e., I, 27., Kasani, a.g.e., I, 587., İbnü’l-Hümam,
a.g.e., I, 412., İbn Abidin, a.g.e., II, 139140., Ceziri, a.g.e., II, 536.,
Akyüz , a.g.e., II, 198., Zuhayli, a.g.e., II, 381.
[238] Şafii, el-Umm, a.g.e., I, 221.
anun e evvene
[240] İbn Kudame, II,174., Zahirilere göre; Cuma namazı sultan (devlet
başkanı) olsun olmasın. küçük büyük tüm beldelerde köylerde kılınır. İbn Hazm
bu konuda şu açıklamayı yapmaktadır. “Bu konuda Ebu
Hanife hariç
muhaliflerimizden hazır olanlar, bizimle uyum içindedirler. (Ebu Hanife ile
olan görüş ayrılığını kastederek) Bu konudaki muhalefet çok eskilere
dayanır.Bizce açık bir nass olmaksızın Allah’ın cuma namazını emreden umumi
ayetini tahsis etmek caiz değildir. Cumadaki imam ile cumadaki cemaat arasında
hiçbir fark yoktur. Diğer namazlardaki imam ile ondaki cemaat arasında da
hiçbir fark yoktur. Onlar sultanın dışındakileri bir tarafa bırakıp, cumanın
edasını sadece sultana has kılma durumuna da nerden düşüyorlar.” bkz. İbn Hazm,
a.g.e., III, 256.
[242] Ebu Bekir Abdullah b. Muhammed b. Ebi Şeybe, el-Kitabu’l-Musannef
fi’l-Ehadisi ve’l-Asar, Daru’l- Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995, V, 502, Hudûd
59, h.no: 28430.
[243] Serahsi, a.g.e., I, 27., İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 412.
[244] İbn Mace, Sünen, Cuma, 1081., Keskioğlu’nun nakline göre,
bu hutbe, Hz. Peygamber’in Kuba’dan Medine’ye giderken Beni Salim yurdunda irad
buyurduğu ilk hutbedir. Bkz. Oman Keskioğlu, Hazreti Muhammed ve Hayatı,
D.İ.B. Yay., Ankara, 1960, s.190.
[245] Çetintaş, a.g.e., s. 269. Çetintaş, bu hadisle ilgili olarak cerh
ve tadil kitaplarından geniş bir araştırma yapmış ve şunları kaydetmiştir: “Bu
hadisinin senedi sırasıyla Muhammed b. Abdullah b. Numeyr, Velid b. Bukeyr, Ebu
Habbab, Abdullah b. Muhammed el Adevi, Ali b. Zeyd, Said b. Müseyyeb, Cabir b.
Abdullah’tan müteşekkil olup senedinde bulunan Ali b. Zeyd b. Cüd’an ve
Abdullah b. Muhammed el- Adevi’den dolayı hadis, zayıf addedilmiştir. İmam
Buhari de et-Tarihü’l-Kebir adlı eserinde Ali b. Zeyd b. Cüd’an için
“Ahmak ve aklı kıt bir kimse idi. Hadisiyle ihticac olunmaz” demiştir. Cürcani,
“Ahvalü’r Rical” adlı eserinde Cüd’an’ın vahiyü’l hadis olduğunu
söylemektedir. Kısaca cerh ve tadil kitapları Ali b. Zeyd b. Cüd’an’ın
hadislerinin metruk olduğu ve onunla ihticac edilemeyeceği hususunda ittifak
eder gibidirler. Keza mezkûr hadis, senedinde bulunan Abdullah b. Muhammed
el-Adevi’den dolayı zayıf bulunmuş, bu şahıs, cerh ve tadil kitaplarında münkerü’l
hadis olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla bu nitelikte ahad bir
hadisle Hanefilerin fıkıh usulüne göre dahi ihticac edilemez ve bu türden ahad
bir hadis Kur’ân’ın umumi hükmünü tahsis edemez” Konu hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. Çetintaş a.g.e., s. 262 vd 272-286-287-288
[246] Kasani, a.g.e., I, 587.
[247] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 412.
[248] “Konuyla ilgili olarak Çetintaş şunları kaydetmektedir:
“Görüldüğü gibi mezhebin kendi fıkıhçıları arasında da bu sözün hadis olup
olmadığı tartışmalı olmakla beraber, aslında bu söz bir benzerlik dolayısıyla
Hasan Basri’ye yanlışlıkla isnat edilmiştir. Çünkü kendisinde cuma namazının da
bulunduğu “dört şey sultana aittir,” ifadesi Tabiun’dan İbn Muhayriz’e, “zekât,
cuma ve hadd’ler sultana aittir.” şeklindeki diğer bir haber de Ata
el-Horasani’ye aittir. bkz. İbn Ebi Şeybe, a.g.e., V, 502, Hudud, 59, h.
no: 28430-28431. İbn Ebi Şeybe’nin Musannef’inde kaydedildiğine göre,
Hasan Basri’ye nisbet edilen söz şudur. “Dört şey sultana aittir; namaz(ı
kıldırmak), zekât(ı toplamak), hadd(leri tatbik etmek) ve kaza (davaları
halletmek.)” bkz. İbn Ebi Şeybe, a.g.e. II, 375, Zekât, 48, h. no:
10198. Görüldüğü gibi Hasan Basri’ye ait olan bu sözde cuma namazı veya bayram
namazından bahsedilmemiş, sadece namaz lafzı yer almıştır. Tabiinin sözlerinin
Kur’ân’ın bu konudaki umumi ve mutlak hükmünü tahsis ve takyit edecek bir delil
olarak kabul edilmemesi gerekir” Bu ifade ile ilgili daha geniş bilgi için bkz.
Çetintaş, a.g.e., s. 268-305-306-307-308-309.
[249] Serahsi, a.g.e., I, 27., Kasani, a.g.e., I, 587., İbnü’l-Hümam,
a.g.e., I, 412.
[250] Padişahın verdiği vezirlik, müşirlik, veya kazilkuzatlık
rütbelerinin tevcihini havi ferman. bkz. Ferit Develioğlu Osmanlıca Türke
Ansikloedik Lûat Doğu Matbaası 1962 s 737
[251] Heyet, Feteva’l-Hindiyye, I, 145-146.
[252] Heyet, Feteva’l-Hindiyye, I, 145-146., İbn. Abidin,
a.g.e., II, 149-153.
[253] Serahsi, a.g.e., I, 27., İbn Abidin, a.g.e., II, 151-152., Akyüz,
a.g.e., II, 190.
[254] Imam Muhammed’in Hanefi mezhebinin meselelerini ihtiva eden, Mebsut,
Camiu’s-Sağir, Camiu’l- Kebir, Ziyadat, Siyer’i Sağir ve Siyer’i Kebir
namındaki altı kitabıdır. bkz. Osman Keskioğlu, Fkıh Tarihi ve İslam Hukuku,
D.İ.B. Yay., Ankara, 1999., s. 116.
[255] Ebu hanife, Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’in kavillerini toplayan
kitaplara denir. Bunlar yine İmam Muhammed’in Keysaniyat, Haruniyat,
Cürcaniyat ve Rakkıyat adlı eserleridir. Ziyadetü’z-Ziyadad
da bunlardandır. bkz. y.a.e. s. 116.
[257] İbn Rüşd, a.g.e., I, 161.
[258] Ebu Davud, Sünen, Cuma, 1053.
[259] Cuma, 62/9.
[260] Muhammed Emin el Kurdi el-Erbili, Tenviru’l-Kulubfi Muamelati
Allami’l-Ğuyub. Mhk., Muhammed Riyad, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Dimeşk,
1998, s. 209.
[261] İbn Rüşd, a.g.e., I, 161., Askalani, a.g.e., V, 91, Şevkani,
a.g.e., I, 639., Akyüz, a.g.e., II, 191-192-193.
[262] Cuma, 62/9.
[263] Serahsi, a.g.e., I, 26.
asanae
[265] İbn Rüşd, a.g.e., I, 161.
[266] Cuma, 62/9.
[267] Kasani, a.g.e., I, 601.
[268] Şafii, el-Umm, I, 218.
[269] Kasani, a.g.e., I, 602.
[271] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 416.
[272] Kasani, a.g.e., I, 598.
[273] Heyet, Feteva’l-Hindiyye, I,148.
[274] Buhari, Sahih, Cuma, 936., Müslim, Sahih, Cuma,
863.
[275] Cuma,62/11.
[276] Ayni, a.g.e., V, 249., Nevevi, Şerhu Sahih-i Müslim, V,
151. Buhari şarihlerinden Ayni, İmam Malik’in delil olarak bu hadise
dayanmasının problemli olduğunu ifade etmektedir. İshak b. Raheveyh de “Bu olay
umumi olmayıp, meydana gelen bir olayın beyan edilmesidir,” demiştir.
[277] Nevevi, el-Mecmu, IV, 420., Heytemi, a.g.e., II, 509.,
Şirbini, a.g.e., I, 374., Remeli, a.g.e., III, 304., Ceziri, a.g.e., II, 549.,
Zuhayli, a.g.e., II,380., Günenç, Büyük Şafii İlmihali, s. 191.
[278] Nevevi, el-Mecmu, IV, 421., Ceziri, a.g.e., II, 549.
[279] Nevevi, el-Mecmu, IV, 421.
Şr nae
[281] Şirbini, a.g.e., II, 384., Remeli, a.g.e., III, 304., Ceziri,
a.g.e., II, 550.
[282]Nevevi, el-Mecmu, IV, 326., Şirbini, a.g.e., I, 376.
[283] Şafii, el-Umm, I, 219.
[284] Şafii, el-Umm, I, 219., Beyhaki, Sünen, Cuma, h.n.y.,
III, 178.
[285] Şafii, el-Umm, I, 219., Beyhaki, Sünen, Cuma,
h.n.y., III, 177-178.
[286] İbn Mace, Sünen, Cuma, 1082.
[288] Akyüz, a.g.e., II, 192., Çetintaş, a.g.e., s. 198.
[289] İbn Kudame, a.g.e., II, 172.
[290] Nevevi, a.g.e., IV, 422.
[291] İbn Kudame, a.g.e., II, 172-173-178., Ceziri, a.g.e., II, 550.,
Akyüz, a.g.e., II, 193.
[292] Ceziri, a.g.e., II, 551., Akyüz, a.g.e, II, 194.
[293] Beyhaki, Sünen, Cuma, h.n.y., III,177.
[295] Cuma, 62/11.
[296] İbn Kudame, a.g.e., II, 174-175-176.
[297] Zahirilere göre; cuma namazı biri imam olmak üzere iki kişi ile
kılınabilir. Her iki rekatta imam açıktan okur. Zahirilerin bu konudaki
delilleri, Malik b. Huveyris’den rivayet edilen şu hadistir: “Sefere
çıktığınızda ezan okuyup kamet getirin ve ikinizden büyüğü size imamlık
yapsın.” İbn Hazm bu hadisten yola çıkarak Peygamber (sav)’in namazda iki
kişiye de cemaat hükmünü verdiğini ifade etmiş ve ardından şöyle demiştir.
“Allah, elçisinin diliyle cuma namazının iki rekat olduğuna hükmetmiş ve şöyle
demiştir. “Ey iman edenler cuma günü namaza çağrıldığınız zaman Allah’ın
zikrine gidiniz ve alışverişi bırakınız.” Öyle ise açık bir delil veya ondan
çıkışa delalet eden kesin ve kanaat verici bir icma olmaksızın kimsenin bu emir
ve hükümden çıkması caiz değildir. Bkz. İbn Hazm, a.g.e., III, 248- 250251.
[298] Nisa, 4/103.
[299] Çetintaş, a.g.e., I ,188.
[300] Ceziri, a.g.e., II, 531.
[301] Hasan Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Cafer el-Kuduri,
Muhtasaru’l-Kuduri, fil-fıkhı’l-Hanefi Mhk Kamil Muhammed Uvride
Daru’l-Kutubi’l-İlmie Berut 1997 s 39
[302] Sahnun , el-Müdevvene, I, 148.
[303] Dussuki, a.g.e., I, 372-373.
[304] Akyüz, a.g.e., II, 167.
[305] Nevevi, el-Mecmu, IV,328.
[306] İbn Kudame, a.g.e., I, 378., Ceziri, a.g.e., II, 531., Akyüz,
a.g.e., II, 166.
[307] Nevevi, el-Mecmu, IV, 430., Çetintaş, a.g.e., s. 188.
[308] Müslim, Sahih, Cuma, 858.
[309] Müslim, Sahih, Cuma, 860.
[310]Nevevi, Şerhu Sahih-i Müslim, VI, 460.
[311] Müslim, Sahih, Cuma, 859.
[313] İbn Kudame, a.g.e., II, 211-212.
[314] Çetintaş, a.g.e., s. 189.
[315] Buhari, Sahih, Cuma, 904.
[316] Şevkani, a.g.e., I, 640.
[317] Nevevi, Sahihi-Müslim, bi Şerhi Nevevi, IV, 460.
[319] Mustafa Baktır, “Hutbe”, D.İ.A., T.D.V. Yay., İst., 1998,
XVIII, 425.
[320] İbn Rüşd, a.g.e., I, 163., Nevevi, el-Mecmu, a.g.e., IV,
433., Çetintaş, a.g.e., s. 201.
[321] Hasan-ı Basri, Davud ez-Zahiri, Abdülmelik b. Maçisun, Cüveyni ve
son devir alimlerinden Şevkani’ye göre, hutbe cuma namazının sıhhat şartı
değildir.
[322] İbn Rüşd, a.g.e., 163.
[323] İbn Arabi, Ahkamu’l-Kur’ân, IV, 225.
[324] Cuma 62/.Q
uma
[325] Cessas, a.g.e., III, 596-597.
[326] Buhari, Sahih, Ahad, 7246.
[327]Çetintaş, a.g.e., s. 204-205.
[328] Kasani, a.g.e., I, 589.
[330] Kasani, a.g.e., I, 590., İbnü’l Hümam, a.g.e., I, 415.
[331] Cuma, 62/ 9.
[332] Kasani, a.g.e., I, 590., İbnü’l Hümam, a.g.e., I, 415., Zuhayli,
a.g.e., II, 386.
[334] Dussuki, I, 372.
[335] Dussuki, a.g.e., I, 376., Ceziri, a.g.e., II, 553., Akyüz,
a.g.e., II, 176.
[336] Zuhayli, a.g.e., II, 388.
[337]Dussuki, a.g.e., I, 278., Zuhayli, a.g.e., II, 388., Akyüz,
a.g.e., II, 172.
[338] Dussuki, a.g.e., I, 378., Ceziri, a.g.e., II, 555., Akyüz,
a.g.e., II, 176.
[339] Dussuki a.g.e., I, 376.
[346] Dussuki, a.g.e., I, 369., Akyüz, a.g.e., II,176-177., Zuhayli,
a.g.e., II, 388.
[347] Cuma, 62/11.
[348] Şafii, el-Umm, I, 229.
[349] Müslim, Sahih, Cuma, 861.
[350] Nevevi, el-Mecmu, IV, 432.
[351] Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 531.
[352] Buhari, Sahih, Cuma, 912.
[354] Şirbini, a.g.e., I, 390., Remeli, a.g.e., III, 318.
[355] Nevevi, el-Mecmu, IV, 433.
[356] Müslim, Sahih, Cuma, 862.
[357] Şafii, el-Umm. I, 229.
[358] Remeli, a.g.e., III, 318., Ceziri, a.g.e., II, 554.
[360] Heytemi, a.g.e., II, 532., Şirbini, a.g.e., I, 390.
[361] Ceziri, a.g.e., II, 553-554.
[362] Şirbini, a.g.e., I, 392.
[363] Şafii, el-Umm, I, 230.
[365] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 411.
[366] Kasani, a.g.e., I, 586., İbnü’l- Hümam, a.g.e., I, 411.
[368] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 411.
[369] İbnü’l-Hümam, a.g.e., I, 411., İbn Abidin, a.g.e., II, 144.
[370] İbn Abidin, II, 144-145.
[371] İbn Abidin, a.g.e., II, 144.
[372] Dussuki, a.g.e., I, 374.
This
document was created by the trial version of Print2PDF.
Purchase Print2PDF at http://www.software602.com
[377] Dussuki, a.g.e., I, 374-375., Ceziri, a.g.e., II, 546., Akyüz,
a.g.e., II. 189.
[379] Şafii, el-Umm, I, 221.
[380] Muhammed Edip Gülgül, İthafu’s-Sail bima Verede min el-Mesail,
el-Mektebetu’l-İlmiyye, Dimeşk, 1999, II, 62.
[381] Gülgül, a.g.e., I, 63.
[382] Heytemi, a.g.e., II, 503.
ae
[384] Heytemi, a.g.e., II, 504., Şirbini, a.g.e., I, 382-383.
[385] Şirbini, a.g.e., I, 382.
[386]Geniş bilgi için bkz. Nevevi, el-Mecmu, IV, 492.
[387] Bir beldede birden fazla cumanın kılınmayacağı görüşünün esas
alındığı veya ihtiyaçtan fazla kılındığı zamanlarda ortaya çıkacak durumlar, zuhr-i
ahir bölümünde ele alınacaktır.
[389] İbn Kudame, a.g.e., II, 171.
[390] Zuhayli, a.g.e., II, 383.
[391] İbn Kudame, II, 183-184.
[392] İbn Kudame, a.g.e., II, 183-184.
[393] Ceziri, a.g.e., II, 547., Akyüz, II, 188.
[394] Dussuki ae I 385 Zuhali ae II 381 Karaman İslamın I ığında
Günün Meseleleri, s. 26
[395] İbn Arabi, Ahkam, u’l-Kur’an, IV, 223., Zuhayli, a.g.e.,
II, 382.
[396] Sahnun, el-Müdevvene, I, 141., Zuhayli, a.g.e., II, 382.
[397] İbn Kudame, a.g.e., II, 157.
[398] Nevevi, el-Mecmu, a.g.e., IV, 449.
[399] İbn Mace, Sünen, Cuma, 1068.
[400] Cuma, 62/1-12.
[401] El-Münafikun, 63/1-11.
[402] Müslim, Sahih, Cuma, 877.
[403] el-A’la, 87/1-19.
[404] El-Ğaşiye, 88/1-26.
[405] Malik, el-Muvatta, s. 247., Serahsi, a.g.e., I, 37.,
Müslim, Sahih, Cuma, 878., Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman b. Fadl
b. Behram ed-Darimi, Sünenü’d-Darimi, Daru İhyai’s-Sünneti’n- Nebevie bt
Cuma hn I 368
[407]Algül, İman ve İbadeter İlmihali, I, 302.
[408] İsmail Köksal, “Zuhr-i Ahir”, D.Ü.İ.F. Yay., Diyarbakır,
2001, s. 132.
[409] Köksal, a.g.m. s. 137.
[410] Heytemi, a.g.e., II, 505.
[411] Nevevi, a.g.e., IV, 492.
[413] Doğanay, a.g.e., s. 247.
[414] Buhari, Sahih, İman, 52.
[415] İbn Abidin, a.g.e., II, 145-146.
[416] Kasani, a.g.e., I, 586-587.
[417] İbn-i Abidin, a.g.e., II, 146-147., Karaman, İslam’ın Işığında
Günün Meseleleri, s. 36.
[418] Ceziri, a.g.e., II, 546-547., Köksal, a.g.m., s. 135-136.
[419] İbn Abidin, a.g.e., II, 154., Karaman, Islam’ın Işığında Günün
Meseleleri, s. 37.
[421] Gülgül, a.g.e., II, 66.
[422] Dussuki, a.g.e., I, 374., Doğanay, a.g.e., s. 240.
[423] Şafii, el-Umm, a.g.e., I, 221.
[424] İbrahim el-Becuri, Haşiyetü’l -Becuri ala Şerhi’l-Allame İbn
Kasım el Gazi ala Metni’ş-Şeyh Ebi
[426] Nevevi, el-Mecmu, IV, 493., Dimyati, a.g.e., II, 99.,
Becuri, a.g.e., I, 409.
[427] Nevevi, Ravdatü’t-Talibin, I, 511., Zuhayli, a.g.e., II,
382.
[428] Heytemi, a.g.e., II, 505.
[429] Heytemi, a.g.e., II, 506., Nevevi, el-Mecmu, IV, 494.
[430] Nevevi, el-Mecmu, IV, 495., Şirbini, a.g.e., I, 384.,
Becuri, a.g.e., I, 409.
[432] Nevevi, el-Mecmu, IV, 394.
[433] Nevevi, el-Mecmu, IV, 394-395, Dimyati, a.g.e., II, 100.
[434] Ceziri, a.g.e., II, 545., Zuhayli, a.g.e., II, 383.
[436] İbn Kudame, a.g.e., II, 190., Ceziri, a.g.e., II, 546., Zuhayli,
a.g.e., II, 384-385.
[437] İbn Kudame, a.g.e., II, 191., Zuhayli, a.g.e., II, 384.
[438] İbn Kudame, a.g.e., II, 189.
[439] İbn Kudame ae II 192
[440] Kasani, a.g.e., I, 587.
[441] Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, s. 37.
[442] Ebu’l Mevahib b. Ali b. Ahmed eş-Şarani, el-Mizanü’l-Kûbra,
tahric, Abdülvaris Muhammed Ali, Daru’l-Kutubi’l-İlmi e Be rut 1998 I 248
Vehbe
Zuhayli, Feteva Muasira, Daru’l-Fikr, Dimeşk, 2003, s. 26., İbn Hazm’a
göre, bir köyde iki
veya daha fazla
mescidde cuma kılınması caizdir. Çünkü Allah şöyle buyurmaktadır: ‘Cuma günü
namaz için çağrıldığı zaman Allah’ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın bu
sizin için daha hayırlıdır,’ İbn Hazm, devamla şöyle demektedir: “Nitekim
ayette Allah Teala: bir yerde, iki yerde, daha azında veya daha fazlasında di e
bir e sölememitir” Bkz İbn Hazm ae III 256-258
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder