HADİSLERE GÖRE NAMAZ VAKİTLERİ
SİVAS
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
Sosyal
Bilimler Enstitüsü
Temel
İslam Bilimleri Anabilim Dalı
HADİSLERE
GÖRE NAMAZ VAKİTLERİ
Yüksek Lisans Tezi
Hayrunnisa AĞIRMAN MUTLU
Tez Danışmanı:
Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN
Sivas
ÖNSÖZ
Allah
ile insanlar arasındaki iletişim Yaratıcının özel olarak seçtiği Peygamberler
aracılığı ile mümkün olmuştur. Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) aracılığı ile
Peygambere iletilen mesaj/vahiy özlü ve temel esaslar şeklindedir; yani bazen
genel/amm, bazen mücmel, bazen de mutlak ifadelerle gelmiş, beyanını peygambere
bırakmıştır. Bu beyan bazen sözlü, bazen fiilî uygulama şeklinde cereyan
etmiştir. Hz. Peygamber’in söz, fiil ve takrir şeklinde gerçekleşen bu beyanı,
sünneti oluşturmaktadır.
Kur’ân’ın
mücmel olarak bildirip sünnete başvurmadan anlaşılması mümkün olmayan
hususlardan biri de namaz vakitleridir. Bu tezimizde rivâyetler bağlamında
namaz vakitlerinin tespit ve tayinini ele aldık. Hedefimiz namaz vakitlerinin
tespit ve tayini bağlamında bir yandan dar manada namaz vakitlerinin ne
olduğunu, Kur’ân’da onlara nasıl işaret edildiğini ortaya koymak, bir yandan da
genel manada sünnetin fonksiyonunu, Kur’ân âyetlerinin anlaşılmasındaki
etkisini, hatta vaz geçilmezliğini, dinin anlaşılması ve uygulanmasında
Kur’ân’ın tek başına yeterli olmadığını, bunun Kur’ân’da bir nâkısa teşkil
etmediğini, çünkü peygambere beyan görevini verenin bizzat Yüce Allah’ın
kendisi olduğunu görmek veya göstermektir.
Tezimiz
bir Giriş ve iki bölümden oluşmaktadır.
Giriş
kısmında tezin amacı, tezde takip edilen metot ve tezin anlaşılmasına yardımcı
olan namaz vakitleri ile ilgili birtakım kavramlara yer verilmiştir.
Birinci
Bölümde Kur’ân âyetlerine göre namaz vakitlerine hangi ifadelerle hangi
namazlara işaret edildiği, sözlük ve rivâyetler ışığında bu ifadelerin nasıl
anlaşıldığı ve hangi gerekçelerle nasıl yorumlandığı konularına yer
verilmiştir.
İkinci
Bölümde “Hadisler Işığında Namaz Vakitlerinin Tayın Ve Tespiti” bölüm başlığı
altında sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının ilk ve son vakitleri,
bu vakitlerin hadislerde nasıl yer aldığı, ilgili namazların normal ve zaruri
durumlarda hangi zaman aralıklarında kılınabileceği, hangi namazların nasıl cem
edilebileceği, vitir namazının vakti, namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler,
vaktinde kılınamayan namazların kılınma vakitleri, teravih namazının vakti,
bayram namazlarının vakti, kutuplarda namaz vakitleri ve namazı vaktinde
kılmanın fazileti konuları ele alınmıştır.
Sonuç
kısmında genel bir değerlendirme ve çıkarılan sonuçlarla teze son verilmiştir.
Çok
bilinen isimlerin eliflamları (el takıları) hazfedilmiştir. Hadislerin
gösterilmesinde kütüb-i tis‘a hadisleri Concordace’a göre gösterilmiş, ancak
kolaylık sağlama adına kullanılan baskılarda yer verilen hadis numaraları ile
beraber cilt ve sayfa numaraları kısmen verilmeye çalışılmıştır.
Türk
isimlerinde soyadı önce, ad sonradır. Arab isimlerinde meşhur olan ad veya
nisbe önce zikredilmiştir. Referansın ilk geçtiği yerde bibliyografik bilgiler
tam verilmiştir.
Şahısların
vefat tarihleri aynı sayfada birden çok geçen yerlerde bir kez, diğer
durumlarda her sayfada verilmeye çalışılmıştır. İlk tarih hicrî ikinci tarih
miladi tarihi gösterir.
Kütüb-i
tis‘a kaynaklarının sıralanışı vefat tarihi önceliğine göre değil, Concordance
sıralaması; diğer kaynaklarda ise vefat tarihi önceliği esas alınmıştır.
Hadislerin
tespitinde kütüb-i tis‘aya öncelik verilmiş, ihtiyaç duyuldukça diğer muteber
hadis kaynaklarına da yer verilmiştir.
Tez
konusunun tespitinden, tezin yazımı ve şekillenmesine varıncaya kadar başta
danışman hocam Prof. Dr. Cemal AĞIRMAN beye ve diğer bütün hocalarıma teşekkür
etmeyi bir borç bilirim.
Muvaffakiyet
Allah’tandır.
Hayrunnisa
AĞIRMAN MUTLU
Sivas
- 2019
1. ARAŞTIRMANIN AMACI, METODU, KAVRAMLAR
3. NAMAZ VAKİTLERİ İLE İLGİLİ BAZI
KAVRAMLAR
1.1. Namazın Belirli Vakitlerde
Kılınmasının Emredilmesi
1.2. Namaz Vakitlerine İşaret Eden Âyetler
1.2.1. “Namaz kıl!” Emriyle Namaz Vakitlerine
İşaret Eden Âyetler
1.2.2.
“Rabbini Tesbih Et!” Emriyle Namaz Vakitlerine İşaret Eden Âyetler
1.3 . Kur’an’da Namaz Kılınması Emriyle
Namaz Vakitlerine İşaret Edilen Kavramlar ve Manaları
1.3.1. “Dülûki’ş-şems”e Verilen Manalar
1. 1.3.1.1.......................... Zevâl (دُلُوكُ الشَّمْس:ِ زَوَالُھاَ)
2. 1.3.1.2.......................... Meyl (دُلُوكُ الشَّمْس:ِ مَیْلُھاَ)
3. 1.3.1.3............................ Zeyğ ((دُلُوكُ الشَّمْس:ِ تَزیِغُ
4. 1.3.1.4............................................................ Zuhr ((اَلظھُّْرُ
5. 1.3.1.5...................... Gurûb
((دُلُوكُ الشَّمْس:ِ غُرُوبُھاَ
1.3.2. “Ğasaku’l-Leyl”e Verilen Manalar
Güneşin“
: ”أقَِمِ الصَّلاَةَ لدُِلوُكِ الشَّمْسِ إلِىَ غَسَقِ اللیَّْلِ“ Âyet-i
Kerîme’de
6. 1.3.2.1.............................. Bir Zaman Dilimi Olarak “Ğasaku’l-Leyl”
7. 1.3.2.2........................... Güneşin Bir Eylemi Olarak “Ğasaku’l-Leyl”
1.3.3. “Kur’âne’l-fecr”in Anlamları
1.3.4. Tarafayi’n-Nehâr (طَرَفيَ النھََّارِ) : Gündüzün İki Ucu
1.3.6. Kavramlar Hakkında Genel Bir
Değerlendirme
1.4 Kur’an’da Allah’ın Zikredilmesi
Emriyle Namaz Vakitlerine Yorumlanan Ayetler ve Manaları
2. HZ. PEYGAMBER’İN HADİSLERİNDE/
SÜNNETİNDE NAMAZ VAKİTLERİNİN TAYİN VE TESPİTİ
2.1. Namaz Vakitlerinin Cebrâil (a.s.)
Tarafından Bildirilmesi
2.2. Beş Vakit Namazın Vakitleri
8. 2.2.1.1................................... Sabah Namazının Kur’ân’dan Delilleri
9. 2.2.1.2........................................... Sabah Namazının Başlama Vakti
10. 2.2.1.3........................................................................ Sahûr Vakti
11. 2.2.1.4................................................. Sabah Namazının Son Vakti
12. 2.2.1.5... Zarûrî
Durumlarda Sabah Namazının En Son Kılınma Vakti
13. 2.2.2.1.................................... Öğle Namazının Kur’ân’dan Delilleri
14. 2.2.2.2.................................................... Öğle Namazının İlk Vakti
15. 2.2.2.3............................................ Öğle Namazının Geciktirilmesi
2.2.2.3.1............................................. Sıcak Günlerde
16. 2.2.2.3.2........................................................................... Seferde
17. 2.2.2.4................................................... Öğle Namazının Son Vakti
18. 2.2.2.5................................................ Öğle İle İkindiyi Cem Etmek
2.2.2.5.1.......................... Hazarda ( Mukîm Olunduğunda)
2.2.2.5.2..................................................... Seferde
19. 2.2.3.1................................... İkindi Namazının Kur’ân’dan Delilleri
20. 2.2.3.2........................................... İkindi Namazının Başlama Vakti
21. 2.2.3.3................................................. İkindi Namazının Son Vakti
22. 2.2.3.4............................................... İkindi Namazını Geciktirmek
23. 2.2.4.1................................. Akşam Namazının Kur’ân’dan Delilleri
24. 2.2.4.2................................................. Akşam Namazının İlk Vakti
25. 2.2.4.3................................................ Akşam Namazının Son Vakti
26. 2.2.5.1.................................... Yatsı Namazının Kur’ân’dan Delilleri
27. 1- “…
gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl!..”
28. 2.2.5.2.................................................... Yatsı Namazının İlk Vakti
29. 2.2.5.3.................................................. Yatsı Namazının Son Vakti
30. 2.2.5.4............................................ Yatsı Namazının Geciktirilmesi
31. 2.2.5.5.............................................. Akşam İle Yatsıyı Cem Etmek
2.3.2. Bayram Namazlarının Vakti
2.3.3. Teravih Namazının Vakti
2.4. Namaz Kılmak Mekruh Olan Vakitler
2.4.1. Sabahtan Sonra Güneş Doğuncaya Kadar
2.4.3. Güneş Doğduktan Yükselinceye Kadar
2.4.5. İkindi Namazından Sonra
2.5. Vaktinde Kılınamayan Namazların
Kılınma Vakitleri
2.6. Kutuplarda Namaz Vakitleri
2.7. Namazı Vaktinde Kılmanın Fazileti
: Aleyhisselâm |
|
(r.a.) |
: Radiyallahu
anh/anha |
(s.a.v.) |
: Sallahu
Aleyhi Ve Sellem |
b. |
: bin/İbn |
bkz. |
: bakınız |
bnt. |
: binti |
byy. |
: baskı
yeri yok |
md. |
: madde |
no. |
: numara |
nşr. |
: neşir/neşreden |
ö. |
: ölümü |
s. |
: sayfa |
th. |
: tahkik
eden |
tlk. |
: talik/talik
eden |
trs. |
: tarihsiz |
vd. |
: ve
devamı |
vdğ. |
: ve
diğerleri |
٧1 |
“Hadislere
Göre Namaz Vakitleri” adlı tezimiz bir giriş ve iki bölümden
Giriş
kısmında tezin amacı, tezde takip edilen metod ve tezin anlaşılmasına
yardımcı olan namaz
vakitleri ile ilgili birtakım kavramlara yer verilmiştir.
Birinci
Bölümde Kur’ân âyetlerine göre namaz vakitlerine hangi ifadelerle hangi
namazlara işaret edildiği, sözlük ve rivâyetler ışığında bu ifadelerin nasıl
anlaşıldığı ve hangi gerekçelerle nasıl yorumlandığı konularına yer
verilmiştir.
İkinci
Bölümde “Hz. Peygamber’in Hadislerinde/ Sünnetinde Namaz Vakitlerinin Tayin ve
Tespiti” bölüm başlığı altında sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarının
ilk ve son vakitleri, bu vakitlerin hadislerde nasıl yer aldığı, ilgili
namazların normal ve zaruri durumlarda hangi zaman aralıklarında
kılınabileceği, hangi namazların nasıl cem edilebileceği, vitir namazının
vakti, namaz kılmanın mekruh olduğu vakitler, kaçırılan namazların kılınma
vakitleri, teravih namazının vakti, bayram namazlarının vakti, kutuplarda namaz
vakitleri ve namazı vaktinde
kılmanın fazileti konuları
ele alınmıştır.
Sonuç
kısmında genel bir değerlendirme ve çıkarılan sonuçlarla teze son
verilmiştir.
Anahtar
Kelimeler: Hadis, Sünnet, namaz, vakit,
sabah, öğle, ikindi, akşam,
yatsı
Vll |
In
the introduction chapter, aim of the thesis, method followed in the thesis and
some concepts related with prayer times were given place.
In
the first chapter, the prayer times according to the verses of the koran, how
these expressions are understood with the help of dictionary and rumours and
how and with which reasons they are interpreted were given place.
In
the second chapter, under the main title “Determination and Detection of Prayer
Times in the light of Hadiths”, the first and the last times of morning, noon,
evening and night prayers, how these times are given place in hadiths, when
these prayers are performed in normal and indispensable situations, which
prayers are performed how, the time of prayers, the times when the prayer is
reprehensible, tarawih prayer time, eid prayer time, prayer times in poles and
the virtue of performing prayer on time were given place.
In
the final chapter, a general evaluation and conclusions reached were mentioned.
Key
Words: Hadith, Sunnah, Prayer,
Time, Morning, Noon, Afternoon, Evening, Night
م
1.
ARAŞTIRMANIN
AMACI, METODU, KAVRAMLAR
VE
KAYNAKLAR
“Hadislere
Göre Namaz Vakitleri” adlı tezimize isminden de anlaşılacağı gibi namaz
vakitlerinin tespit ve tayininde hadislerin rolü ele alınmıştır.
Kur’ân
âyetlerinde namazların isimleri belirtilmediği gibi vakitleri de net bir
şekilde belirtilmemiştir. Örneğin namaz vakitleri ile ilgili âyetlerde; “Namazı
kıldıktan başka, Allah’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın! Emniyete
kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın! Namaz şüphesiz, inananlara belirli
vakitlerde farz kılınmıştır.”[63]; “Güneşin
sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı ikâme et, fecir
vakti Kur’ân’ını da; çünkü fecir vakti Kur’ân’ı şahit olunandır.[64]”; “Gündüzün iki
ucunda ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl.[65]”; ”Onların
dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini
hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de
tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin.[66]”, “Öyle ise akşama
girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah’ı tesbih edin.
Göklerde de yerde de, günün sonunda da öğle vaktine erdiğinizde
de hamd O’nundur.[67]” buyurulmakta
fakat namazların isimleri, kılınacak namazın başlama ve bitiş anları kesin
çizgilerle belirtilmediği gibi, tesbihten namazın kastedildiği de hadislerden
anlaşılmaktadır. Nitekim âyetlere yorumsuz bir şekilde lafzî mana verildiğinde
gün içerisinde güneşin batıya yöneldiği andan gecenin kararmasına kadar sürekli
namaz kılınacağı anlaşılacağı gibi “fecir vakti Kur’ân’ını” ikâme etmek namaz
kılmak değil de Kur’ân okumak şeklinde de anlaşılabilir.
Araştırmadaki
temel amacımız namaz vakitlerine mücmel olarak işaret eden
Araştırmamızda
öncelikli olarak Kur’an’da namaz vakitlerine işaret eden ayetler ve bu
ayetlerde namaz vakitlerine işaret eden kavramların sözlük ve kavram manaları
tespit edilmiştir. Ale’l-ebvâb olan hadis kaynaklarında namaz vakitlerine ait Kitâbu’l-mevâkît6 gibi özel bölümler yer aldığı gibi
bazı kaynaklarda da ilgili hadisler Kitâbu’s-salât adlı bölümler
içerisinde Ebvâbu mevâkîti’s-salât [68] başlıkları
altında yer almaktadır. Bu özel bölüm ve alt başlıklar tek tek okunarak konuyla
ilgili hadisler tespit edilmiş, bazı hadisler Mu‘cemu’l-müfehres marifetiyle,
bazıları da belli kelimelerden hareketle Şamile programı kullanılarak tespit
edilmiştir.
Araştırmamız
Kur’an’da mücmel olarak yer verilen namaz vakitleriyle ilgili ayetlerin
hadisler bağlamında tespit ve tayinini amaçladığından ilk başvuru ve temel
kaynağımız Kur’an-ı Kerim’dir.
İkinci
en temel müracaat kaynaklarımız temel hadis kitaplarıdır. Bu kaynakların
başında en mütedavel olan Kütüb-i tis‘a, daha sonra diğer hadis kaynakları
gelir.
Diğer
müracaaat kaynaklarımız ise âyetlerin özellikle kavramsal anlamları için
tefsirler, hadislerin anlam ve yorumları için hadis şerhleri teşkil etmektedir.
Kısmen fıkıh kitapları da ihmal edilmemiştir.
Tefsirler
içerisinde daha çok rivâyet tefsiri olduğu ve âyetleri anlamlandırmak ve tefsir
etmek için rivâyetleri esas aldığı için Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin
(ö.310/922), Câmi‘u’l-beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân’ı[69], Nâsıruddîn Ebû
Saîd Abdullah b. Ömer el-Beydâvî’nin (ö.685/1286), Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl’i[70] esas
alınmıştır. Ancak ihtiyaç duyuldukça başka tefsirlere de müracaat edilmiştir.
Hadislerin
anlam ve yorumlarında İbn Hacer’in (ö.852/1448), Fethu’l-Bârî[71] adlı Buhârî
şerhi ve ‘Aynî’nin (ö.855/1451), ‘Umdetü’l-kârî[72] adlı şerhi temel
müracaat kaynağımız olmuştur. Genelde bu iki eser diğer şerhlerden müstağni
kıldığı için sadece ihtiyaç duyulduğunda başka şerhlere de müracaat edilmiştir.
Kelime
ve kavramların açıklamalarında baş müracaat kaynağımız İbn Manzûr’un
(ö.711/1311) Lisânü’l-‘arab[73] adlı lügâtı
olmuştur. Bu lügât bizi başka lügâtlardan müstağni kılacak düzeyde olduğu için
ihtiyaç duyulmadıkça başka lügâtlara pek fazla müracaat edilmemiştir.
Namaz
vakitleri konusunda ulaştığımız Şükrü Aydın’ın “Kur’ân Âyetleri Bağlamında
Namaz Vakitleri”[74] (2018) ve birde
Hasan Akreş’in “es-Salâtu ve Meânîhâ fi'l-Kur'âni'l-Kerîm”[75] (2016) adlı
makaleleri bulunmaktadır. Bu makalelerde namaz vakitleri âyetler bağlamında ele
alınmıştır.
4 |
Zaman sözlükte vakit, müddet, süre, devir, devre, mühlet,
vade, yaş, çağ, çığır, tarih, dem, mevsim, periyot gibi manalara gelir. Az ya
da çok, vakte verilen bir isimdir[76].
İnsanoğlunun
hayatında zamanın kıymeti kelimelerle ifade edilemez. Dünya ve âhiret saadeti
ancak zaman ile kazanılır.
Zaman
, Allah’ın insanoğluna lutfettiği en kıymetli nimetlerden biridir. Yüce Allah
zamanın kıymetine dikkat çekmek için ayette “Zamana yemin olsun!”
buyurmaktadır. [77]”
İnsan
zamanı hiç tükenmeyecekmiş gibi kıymetsizce harcamaktadır. Oysaki zaman geçti
mi geri gelmesi mümkün değildir. İnsan zaman konusunda bir aldanış
içerisindedir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: “ İki şey vardır ki
onlar hakkında insanların çoğu aldanış içerisindedir. Bunlar sıhhat ve boş
vakittir. [78]”
Allah’ın
insanlara bahşettiği nimetler sayılamayacak kadar çoktur. Beşerî güç onları
sayamadığı gibi onları hakkıyla idrak etmesi de mümkün değildir. Yüce Allah;
“Kendisinden isteyebileceğiniz her şeyi size vermiştir. Allah’ın nimetini
sayacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür.”[79] buyurmaktadır.
Abdülfettâh
Ebû Gudde (ö.1997 M.) nimetleri “asıl nimetler” ve “fer‘î nimetler” olmak üzere
iki kısma ayırır. Ona göre ilim ve mal çokluğu; gece ibadeti, çokça Kur’ân
okumak, Allah’ı zikretmek gibi nafile ibadetlere devam etmek; yüz, el ve diğer
azalar gibi Allah’ın bize doğuştan bahşettiği fıtrî yapıyı korumak; bir topluma
girdiğinde güzel koku sürünmek, biri ile karşılaştığında musafaha etmek,
mescide sağ ayakla girip sol ayakla çıkmak, çevreyi temiz tutmak ve benzeri
âdâbı, sünnetleri, müstehabları ve bazı önemli görevler gibi ameli sünnetleri
korumak, fer‘î olan nimetlerdir.
Asıl
olan nimetler de sayılamayacak kadar çoktur. Bunların başında Allah’a ve O’nun
katından gelenlere iman edip gereğince amel etmektir. İkinci olarak sıhhat ve
afiyette olmaktır. Üçüncü nimet ilim nimetidir. Dünya ve ahiret saadeti ancak
ilimle elde edilir.
Asıl
nimetlerin en büyüğü ve en kıymetlisi zamandır. Zaman hayattan ibaret olan
ömürdür. İnsanın varlık bulduğu alandır. Gölgelendiği, istikrar bulduğu,
faydalandığı ve faydalandırdığı alandır[80]. Zamanın
kıymetine işaret eden çok âyetler vardır. Örneğin; “(Allah) Geceyi ve gündüzü,
güneşi ve ayı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da O’nun buyruğuna boyun
eğmiştir. Bunlarda, akleden kimseler için dersler vardır.[81]”
“Gece
ve gündüzü varlığımıza birer delil kıldık. Bir delil olan geceyi kaldırıp yine
bir delil olan gündüzü Rabbinizin bol nimetini aramanız, yılların sayısını ve
hesabını bilmeniz için aydınlık kıldık. Her şeyi uzun uzadıya açıkladık.[82]” âyetinde
görüldüğü gibi zamanı kuşatan gece ve gündüz, değişmek ve birbirini takip etmek
suretiyle zamanın akışına ölçü olan ve onun üzerinde hüküm ve tasarruf icra
eden Allah’ın kudretinden birer nişanedirler.
Yüce
Allah gece ve gündüzü insanoğlunun Kendi lütuf ve kereminden hayırlı kazanç ve
ilerleme elde etmesi için çalışması; yılların sayısı ve hesabını bilmesi; gece
ve gündüzleriyle, ayları ve yıllarıyla zamanı ölçüp önünü ve sonunu, dünyayı ve
ahireti hesap etmesi ve dünyaya güvenip ahiretteki hesabı unutmaması için
yaratmıştır[83].
“Gece
ve gündüz, güneş ve ay O’nun âyetlerindendir. Eğer Allah’a ibadet etmek
istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde
edin!.[84]”
Zamanı
ifade eden gece ile gündüz Allah’ın varlık ve kudretinin, ilim ve hikmetinin
delil ve alametlerindendir. Âlemdeki olaylar zamanın akışındaki değişiklikler,
yeryüzü ve sema ile bu âlemin bir kararda, bir tabiatta durup kalmadığını,
an’dan an’a, hâlden hâle değiştiğini, bugünü yarının izlediğini; bu şekilde
bütün bu değişiklikler, Allah’ın yaratma ve kudretini ve bu dünyanın bir
ahireti bulunduğunu gösterir. Yani zaman aynı zamanda ahiretin varlığına bir
delildir24.
Âhiret
yurdunda ebedî mutluluğa nail olmak için zamanın bir kısmını ibadetle geçirmek,
Yaradan’la bağı koparmamak için Allah’ın bir emridir. Bu tezimizde Allah’a
kulluk ifasının en önemli bölümünü oluşturan namaz ibadetini hangi zaman
aralıklarında yapılacağını gösteren âyet ve rivâyetler ele alınacaktır.
ه
3.
NAMAZ
VAKİTLERİ İLE İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR
فَجَرَ“fe-ce-ra” fiilinin mastarı olan فجَْرٌ“fecr” kelimesi
sözlükte “patlamak, infilak etmek, yarılıp çıkmak, boşanmak, dolup taşmak, tan
ağarmak, fışkırmak, şafak sökmek, sabah olmak, patlak vermek, çıkmak, fırlamak,
fışkırıp çıkmak, açılmak, yarılmak, birden yükselmek gibi manalara gelir25. Gece ile gündüzün
birbirinden ayrılması, aydınlığın gece karanlığın içinden fışkırması, yarıp
çıkması, fırlaması, yol bulup çıkması, gün aydınlığının gözükmesi, ortaya
çıkmasından dolayı tan yerinin ağarmasına yani sabahın ilk aydınlığına fecir
denmiştir26. Fecre “gece
karanlığındaki güneşin kırmızılığı” da denmiştir. Cevherî (ö.393/1003), “fecir,
evvelindeki şafak gibi gecenin sonudur”, der27.
Fecr-i
kâzib sabah güneş doğmadan önce ufukta beliren iki aydınlıktan birincisidir.
Arapçada buna المُسْتَطِیل: el-müstetîl denir. Ufukta ince bir çizgi
gibi yayıldığı için kurt kuyruğuna benzetilmiş ve adına ذَنَبُ السِّرْحَانِ denmiştir27F28.
Kısa zamanda kaybolup arkasından yeniden bir karanlığın çökmesinden ve sabah
vaktinin girdiği yönünde yanılgıya sebep olabildiğinden buna fecr-i kâzib,
yalancı fecir denmiştir.
28Ebû Abdurrahman el-Basrî, Kitâbu’l-‘Ayn, 7/448;
el-Ezdî, Cemheretü’l-lüğa, 1/463; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“fcr” md., 5/45; Neşvân b. Saîd el-Himyerî el-Yemenî (ö.573), Şemsu’l-‘ulûm
ve Devâu kelâmi’l-‘arab mine’l-külûm, th. Hüseyn b. Abdullah el-Ömerî vdğ.,
Beyrût 1420/1999, Dâru’l-fikri’l-mu‘asır, 7/4210.
Sabah güneş doğmadan önce ufukta beliren ikinci fecre
fecr-i sâdık denir. Arapçada المُسْتطَِیرُolarak ifade edilir. Ufukta fecr-i kâzib gibi ufukta ince
çizgi hâlinde değil de göğe doğru ve geniş bölgeye yayıldığı için bu şekilde
ifade edilmiştir. Fecr-i sâdıkın ortaya çıkması yani doğmasıyla oruç tutacak
olanlar için yeme içme haram olur. Böylece yasak vakti girmiş olur. Sabah vakti
de fecr-i sadıkla başlar. Cevherî “gecenin sonundaki fecir evvelindeki şafak
gibidir.” der[85]. Dolayısıyla fecr-i sadıkla gece bitmiş, gün başlamış
olur.
İmsâk sözlükte tutmak, yalamak, kendini tutmak, kapmak,
kaçınmak, sakınmak, kavramak, çekinmek, vazgeçmek, sıkıca tutmak, bir şeyden el
çekmek, oruca başlama zamanı, hapsetmek, şer’an orucu bozan şeylerden uzak
durmak, cimrilik, hasislik manalarına gelir[86]. Vakit olarak fecr-i sâdıkın doğduğu anda
biten zamanın adıdır. Oruç hakkında kullanıldığı zaman fecrin doğmasından
güneşin batmasına kadar kişinin kendisini yiyip içmekten ve orucu bozan diğer
şeylerden uzak tutması demektir[87].
Zevâl,
sözlükte vazgeçmek, bırakmak, gözden kaybolmak, bitmek, dinmek, batmak, yok
olmak, yerini terk etmek, hareket etmek gibi manalara gelir. Yıldızlara,
yörüngelerinde doğudan batıya doğru hareket ettikleri için hareket edenler
anlamında ez-zevâil denmiştir. Hâlinden uzaklaştığı, yerinde sabit olmayıp
hareket ettiği için zevâle aynı zamanda zevâlü’ş-şems: güneşin zevâli, yine
mülk durağan, sabit olmayıp el değiştirdiği için “mülkün zevâli” denmiştir.
Güneş göğün ortasından batıya kayınca زَالَتِ الشَّمْشُ : “zâleti’ş-şemsu” derler31F[88]. Güneşin batıya kayma anına,
batıya meyletmesine zevâl vakti denir. Bu vakit öğle
namazının başlama vaktidir. Bu yüzden zevâl vaktine öğle vakti de denmiştir[89].
Fey’ sözlükte gölge demektir. Zevâl ile ilişkisi vardır.
Çünkü zevâl güneşin göğün ortasından batıya doğru kaymasıdır; bu kayma vukû
bulunca gölgeler doğuya doğru oluşmaya başlar[90]. Buna göre fey’-i zevâl, güneş zevâlde iken yani güneşin
batıya kayması ile oluşan gölgeye denir[91]. Herhangi bir şeyin güneşi engellemesiyle oluşan gölgeye
“zıll”; güneşin hareketi ile oluşan gölgeye de “fey’” denir[92]. Vakitlerin tespitinde gölgelerin bir misli veya iki
misli hesap edilirken güneş zevâl noktasına geldiğinde fey-i zevâl olarak
adlandırılan mevcut gölge misillerden hariç tutulur[93]. Fey-i zevâl güneş tam ortadadan batıya kayıp zevâl
noktasına geldiğinde mevcut gölgenin uzunluğudur[94].
العَصْرُ: ‘Asr; sözlükte ikindi vakti, bir devrelik
zaman, zamanın bir cüzü, bir kimsenin yaşadığı müddet, yüz yıl, gece ve
gündüzden her biri, dehr, zaman demektir. İbn ‘Abbâs (ö.68/687), ‘asr, “günün
akşama bitişik olan kısmıdır”; Katâde (ö.117/735) “günün vakitlerinden bir
vakittir”, der.[95]
“‘Asr”
kelimesi, çeşitli mânâlara gelen müşterek bir lafız olduğu ve birini tayinde
ipucu bulunmayıp hepsine de yüklenmesi sahih olabileceği yönüyle “‘asr denilen
her şey” mânâsıyla tümüne hamletmek mümkün olduğu gibi özellikle öğleden sonra
güneşin kızarmasına kadar olan ikindi vakti demektir. Cins lamı ile yerine göre
bunların her birinin cinsine ve mutlak hâlinde hepsine muhtemel olduğu gibi,
ahd lamı ile de içlerinden belli birine ve mesela bir ikindi vaktine veya
herhangi
bir
şeyin muayyen bir zamanına sarf edilmiş olur. Müfessirler başlıca; ikindi
namazı, ikindi vakti, dehr ve zaman mânâları üzerinde dururlar[96].
Demek oluyor ki “‘asr”, çeşitli mânâlara gelen bir
müşterek lafız olduğu ve birini tayinde ipucu bulunmayıp hepsine de yüklenmesi
sahih olabileceği cihetle “asr denilen her şey” mânâsıyla tümüne hamletmek en
doğrusudur[97].
‘Asr-ı evvel ilk ikindi vakti demektir. Fey-i zevâle
ilâveten her şeyin gölgesi bir misli uzadığı zamandan başlayıp iki misli
uzayıncaya kadar süren ikindi vaktidir[98].
‘Asr-i sâni ikinci ikindi vakti demektir. Fey-i zevâle
ilâveten her şeyin gölgesi kendi boyunun iki misli uzadığı zamandan başlayan
ikindi vaktidir[99].
الشَّفقَُ: Şafak, “işfâk” kökünden isimdir. Sözlükte
korku, nasihat manalarına gelir. Şafak aynı zamanda bir zaman diliminin adıdır;
tan zamanı, güneş doğmaya yakın zaman veya güneş battıktan sonraki alaca
karanlık demektir[100]. Gecenin
başlangıcında akşamdan yatsıya kadar güneşin görülen parlaklığı ve
kırmızılığıdır. Şafak güneşin batmasından ‘işâ-i ahîra adı verilen yatsıya
kadar görünen kırmızılıktır da denmiştir[101]. Bazı fakihler
şafak beyazlıktır. Çünkü gün kararınca kırmızılık gider. Beyaz şafak gidince
‘işâ-i ahîra kılınır, demiştir[102].
اَلْكَرَاھة“kerâhet” كَرِه“ke-ri-he”
fiilinin masdarıdır. Sözlük manası kötü olmak, hoş olmamak, isteksiz olmak,
gönülsüz olmak, hoşlanmamak, isteksiz yapmak, zorla yapmak gibi manalara gelir.
Mekrûh, mahbûbun yani sevilenin zıddıdır. Kerâhet vakti ise namaz kılınması hoş
görülmeyen, yasak olan vakit demektir[103].
14 |
Namaz kılmak Kelime-i şahadetten sonra İslam’ın en önemli
beş temel şartından biridir. Arapçadaki karşılığı “salât” olan namaz;
dua, yakarış, rahmet, mağfiret, bereket, takdis, tazarru manalarına gelir[104]. İslamiyet’in tebliğiyle özel bir anlam kazanan salât;
kıyâm, rükû ve secde gibi birtakım hareketlerle günde beş kez ifâ edilen,
tekbir ile başlayıp selamla biten bir ibadetin adı olmuştur.
Kur’ân’da
doksandokuz[105] kadar âyette
zikri geçen namazın önceki semâvî dinlerde de var olduğu kesindir.
Örneğin;
“İsrailoğullarından, ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, anne babaya,
yakınlara, yetimlere, düşkünlere iyilik edin, insanlarla güzel güzel konuşun, namazı
kılın, zekâtı verin’ diye söz almıştık.[106]“ âyeti; İbrahim
Aleyhisselâm’ın, “Rabbim! Beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle![107]” duası; Lokman
Aleyhisselâm’ın oğluna, “Ey oğulcuğum! Namazı kıl!’[108]” emri ve buna
benzer âyetler bu gerçeği ifade etmektedir.
Beş
vakit namaz, hicretten bir buçuk sene kadar önce Mirac gecesinde farz kılındı.
Enes b. Mâlik’ten (ö.93/712) nakledilen bir hadiste namazın Hz. Peygamber’e
İsrâ gecesi elli vakit olarak farz kılındığı, sonra beş vakte indirildiği[109], ardından; “Ey
Muhammed, şüphesiz bizim nezdimizdeki sözde bir değişiklik olmaz. Senin için bu
beş vakit namaz, elli vakit namazın karşılığıdır”[110] diye hitap
edildiği belirtilmektedir. “Kim bir iyilik yaparsa, ona bunun on katı ecir
vardır”55 âyeti dikkate
alındığında fiilen beşe indirilen beş vaktin karşılık olarak elli vakte denk
geldiği söylenebilir. Beş vakit namaz farz kılınmadan önce, Hz. Peygamber’in
ibadet tarzı Cenâb-ı Hakk’ın yaratıklarını düşünmek, Allah’ın yüceliğini
tefekkür etmek şeklindedir56. Sabah ve akşam
ikişer rekât hâlinde namaz kıldığı da nakledilir. Önceleri namazın ikişer rekât
olmak üzere sabah ve akşam iki vakit, bugünkü haliyle beş vakit olarak sonradan
farz kılındığı ifade edilmektedir57.
Siyer
alimleri Hz. Peygamber’in gündüzün başında Kabe’ye giderek “kuşluk namazı”
kıldığını rivayet etmektedirler. Bu durum Kureyş’in yadırgamadığı bir ibadetti.
Bu haber, cahiliye döneminde kuşluk namazının bilindiğine işaret eder. Hz.
Peygamber vahiy aldığı ilk gün aynı zamanda namaz emrini de almıştı. Cebrail
(a.s.) “Ey Muhammed nasıl yapıyorsam öyle yap.” diyerek iki rekat namaz
kılmıştır. Hz. Peygamber de aynısını tekrar ederek namazı öğrenmiştir. Daha
sonra namazı kendisine ima eden Hz. Hatice’ye öğretmiştir. Yanına aldığı ve
kendisi ile beraber yaşayan Hz. Ali onları görmüş ve ne yaptıklarını sormuş hz.
Peygamber de onu İslama davet etmiştir. Bu meşhur rivayet Hz. Ali’nin namazı
bilmediğini gösteririr. Dolayısı ile bu durum namazın İslam’la başaldığını,
İsla ömcesi dönemde bilinmediğini gösterir58.
İslâm’da
namazın meşruluğu Kitap, Sünnet ve İcmâ ile sabittir. Binlerce sahabî
tarafından Hz. Peygamber’den bizzat görülüp kılındığı gibi59 tevatür olarak
Musnedu’s-sahîhi’l-muhtasar bi-nakli’l-‘adli ‘ani’l-‘adli
ilâ Rasûlillâhi sallalhu ‘aleyhi ve sellem, th. Muhammed Fuâd Abdülbakî, Beyrût, trs., Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l-‘arabî “İmân”, 263 (163) (1/148); Ahmed b. Hanbel, 5/69,
no.2889, 5/70, no.2891, 35/213, no.21288.
55el-En’âm, 6/160. Ayrıca
bk. en-Neml, 27/89; el-Kasas, 28/84.
56Buhârî, “Bed’u’l-vahy” 3,
no.3, 1/7, “Tefsîr” sûre 96, 1, “Ta’bîr”, 1; Müslim, “İmân”, 252; Ahmed
b. Hanbel, 6/233. Ayrıca bk. Ebû Bekir Muhammed b.
el-Hüseyn b. Abdullah el-Âcurrî el- Bağdâdî (ö.360), eş-Şerî‘a, th.
Abdullah b. Ömer b. Süleymân ed-Demîcî, Dâru’l-vatan, Riyâd 1420/1999, 3/1433;
Ebu’l-Abbâs Şihâbuddîn Ahmed b. Yûsuf b. Abduddâim (ö.756), ed-
Durru’l-Masûn fî ‘Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, th. Ahmed Muhammed el-Harrât,
Dâru’l-kalem, Dımaşk, trs., 2/137; Ebû Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali b. Âdil
el-Hanbelî, ed-Dımaşkî, en- Nu’mânî (ö.775), el-Lübâb fî ‘Ulûmi’l-Kitâb,
th. ‘Âdil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed Muavvid, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye,
Beyrût 1419/1998, 20/534.
59 Buhârî, “Ezân”, 18,
no.631, “Edeb”, 27, no. 6008, “Ahbâru’l-âhâd”, 1, no.7246.
gelecek
nesillere aktarıldığı ve nesilden nesile günümüze kadar geldiği bilinen bir
gerçektir.
Namaz
ergenlik çağına ulaşıp akıllı olan her Müslümana farzdır. Bir gün ve gece
içinde farz olan namazların sayısı beştir. Hz. Peygamber’i görmeye gelen
bir Bedevînin namazdan sorması üzerine “Bir gün bir gecede farz olan namazlar beştir.”
şeklinde aldığı cevap ve ardından “Benim üzerimde bundan başka bir borç var
mıdır?” sorusuna, yine Allah Rasûlünün “Hayır kendiliğinden nafile olarak
kılarsan hariç.”[111] ifadesinin yanı
sıra nesilden nesile tevatüren beş vakit olarak kılınarak intikali bunu ortaya
koymaktadır. Ayrıca Ebû Hurayra (ö.58/677) kanalıyla nakledilen şu hadis de bir
gün ve gecede kılınan namazların beş olduğunu ifade etmektedir: Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “Ne dersiniz, birinizin kapısı önünde bir akarsu bulunsa ve her
günde beş defa onun içinde yıkansa, bu yıkanma, onda kir ve pas diye bir şey
bırakır mı?” buyurdu. Sahâbîler: Hayır, bu onun kirinden hiçbir şey bırakmaz,
dediler. Rasûlullah; “Beş (vakit) namaz da işte bunun gibidir.
Onlarla
Allah Teâlâ günahları siler,
yok eder[112]” buyurdu.
***
18 |
1.1.
Namazın
Belirli Vakitlerde Kılınmasının Emredilmesi
Yüce
Allah Kur’ân-ı Kerîm’de belli vakitlerde namaz kılmayı emretmektedir. Âyet
şöyledir:
فإذَِا
قضَیْتمُُ الصَّلاَةَ فاذْكُرُوا اللهََّ قِیَامًا وَقعُُودًا وَعَلَى جُنوُبكُِمْ
فَإذَِا اطْمَأْنَنْتمْ فأقَیِمُوا الصَّلاَةَ إِنَّ الصَّلاَةَ كَانتَْ عَلَى
الْمُؤْمِنِینَ كِتَابا مَوْقوُتا (سورة النساء:103)
“Namazı
kıldıktan başka, Allah’ı ayakta iken, otururken, yan yatarken de anın! Emniyete
kavuştuğunuzda, namazı gereğince kılın! Şüphesiz namaz, inananlara belirli
vakitlerde farz kılınmıştır.”[113]
Âyetteki “mevkût” kelimesine “farz kılındı” anlamı
verildiği gibi “vakitleri belirlenmiş” veya “sınırları belirlenmiş” anlamı da
verilmiştir63. “Mevkût” kelimesine
“vakitleri belirlenmiş” anlamı verildiğinde âyette Yüce Allah’ın müminlere bu
farzın vakitlerini tayin ettiği anlaşılmaktadır.
1.2.
Namaz
Vakitlerine İşaret Eden Âyetler
1.2.1.
“Namaz
kıl!” Emriyle Namaz Vakitlerine İşaret Eden Âyetler
Kur’ân-ı
Kerîm’de bizzat “namazı ikâme etmek” lafzıyla namaz kılmanın emredilip namaz
vakitlerine işaret eden iki âyet vardır.
(1)- أَقمِِ الصَّلاَةَ لِدُلوُكِ الشَّمْس
إلَِى غَسَقِ اللیَّْل وَقرُْآنَ الْفَجْر إِنَّ
قرُْآنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْھوُدًا (سورة السراء: 78)
Bu
âyete yorumsuz bir şekilde lafzî mana verildiğinde şöyle bir anlam ortaya
çıkar:
1)
“Güneşin
sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı ikâme et, fecir
vakti Kur’ân’ını da; çünkü fecir vakti Kur’ân’ı şahit olunandır.64”
Veya:
“Ey
Muhammed, güneşin batmaya yöneldiği andan, gece kararıncaya kadar
namaz kıl! Sabahleyin Kur’ân okumayı da ihmal etme! Çünkü sabahleyin
okunan Kur’ân’ı izleyenler vardır.[114]”
Hz.
Peygamber’in bu âyeti nasıl anlayıp uyguladığına bakmadan yorumsuz ve lafzî
mana verildiğinde gün içerisinde güneşin batıya yöneldiği andan gecenin kararmasına
kadar aralıksız sürekli namaz kılınacağı anlaşılır veya anlaşılabilir. “Fecir
vakti Kur’ân’ını” ikâme etmek namaz kılmak değil de Kur’ân okumak olduğunu
anlamak da mümkündür. Âyete yorumlayarak mana verenler ise “fecir vakti
Kur’ân’ı”ndan kastın “sabah namazı” olduğunu belirtmiş, âyete şöyle mana
vermişlerdir[115]:
“Gündüzün
güneşin gün ortasını aşmasından gecenin karanlığına kadar namaz kıl; bir
de sabah namazını; çünkü sabah namazı şahitlidir.[116]”
(2)-
وَأقَِمِ الصَّلاَة طَرَفَي النھََّار وَزُلَفًا منَ اللیَّْل إِنَّ
الْحَسَنَاتِ یذُْھِبْنَ السَّیِّئاَتِ ذَلكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِینَ (سورة ھود: 114)
2)
“Gündüzün
iki ucunda ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl!
Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.[117]”
1.2.2. “Rabbini Tesbih Et!” Emriyle Namaz
Vakitlerine İşaret Eden Âyetler
Kur’ân-ı
Kerîm’de “Rabbini tesbih et!” emrinin namaza yorumlanıp namaz vakitlerine
işaret eden iki âyet vardır
Âyetler
şunlardır:
(1)- فَاصْبِرْ عَلى مَا یَقوُلوُنَ وَسَبِّحْ
بحَِمْدِ رَبِّكَ قبَْلَ طُلوُعِ الشَّمْس
وَقَبْلَ غُرُوبھَا وَمِنْ
آنَاءِ اللیَّْل فَسَبحْ وَأطَْرَافَ النھََّار
لَعَلكََّ ترَْضَى (سورة طھ: 130)
1)
“Onların
dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini
hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et
ki Rabbinin rızasına eresin. [118]”
(2)- فسَُبْحَانَ اللهَِّ حِینَ تُمْسُونَ
وَحِینَ تصُْبحُونَ (17) وَلَھ الْحَمْدُ فيِ السَّمَاوَاتِ
وَالأْرْضِ وَعَشِیاًّ وَحِینَ تظُْھرُونَ (سورة الروم:
18-17)
2)
“Öyle
ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah’ı
tesbih edin. Göklerde de yerde de, günün sonunda da öğle vaktine
erdiğinizde de hamd O’nundur.[119]”
1.3
.
Kur’an’da Namaz Kılınması Emriyle Namaz Vakitlerine İşaret Edilen Kavramlar ve
Manaları
1.3.1.
“Dülûki’ş-şems”e
Verilen Manalar
Âyet-i
Kerîme’de “أقمِِ الصَّلاَةَ لِدُلوكِ
الشَّمْس”
“dülûkü’ş-şems”ten gecenin kararmasına kadar namazı ikâme et!”
buyurulmuş, âyette geçen “dülûkü’ş-şems”e farklı manalar verilmiştir.
دُلوُكُ ـ دَلكََ; sözlükte
masaj yapmak, ovmak, sürmek, sürtmek, güneş batmak manalarına gelir. [120]
غَرَبَت : دَلكََتِ
الشَّمْسُ manasınadır;
ayrılmak, uzaklaşmak, batmak, gözden kaybolmak demektir. اصْفَرَّتْ و مالََتْ“ : دَلَكَتِ الشَّمْسُ”
“güneş sarardı ve batıya meyletti” veya “زالَتْ عَنْ كَبِدِ
السَّماءَِ” “güneş göğün
ortasından batıya kaydı” manalarına geldiği ifade edilmektedir[121].
Güneşin
günün ortasından batıya kayma vaktinin adının “الدَّلَكُ” “ed-delek”
olduğu ifade edilmiştir. Ahfeş (ö.211/826), دُلوُكُ الشَّمْسِ مِنْ زَوالَِھا اِلىَ غُرُبِھا“َ” “dülûkü’ş- şems güneşin zeval
vaktinden/batıya kaymasından batmasına kadarki zamandır.”; Zeccâc (ö.311/924)
da “دُلوُكُ الشَّمْسِ زَوالَھُا
فيِ وَقْتِ الظُّھْرِ” :
“Dülûkü’ş-şems öğle vaktinde güneşin zevâlidir/batıya kaymasıdır.” demektedir72F[122].
Âyette74 geçen “dülûkü’ş-şems” ifadesine
aşağıda belirtildiği üzere beş farklı mana verilmiştir.
1.3.1.1.
Zevâl
(دُلُوكُ الشَّمْس:ِ زَوَالُھاَ)
Yukarda
ki âyette[123] yer alan
“li-dülûki’ş-şems”deki “dülûk” kelimesinin hem sözlüksel hem de karşılık olarak
ne anlama geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. En meşhuru “zevâl”
anlamıdır.
Zevâl
gündüzün yarısıdır. Ebû Hafs en-Nu‘mânî (ö.775/1374) Arap kelamında “dülûk”ün “zevâl”
anlamına geldiğini söylemektedir. İbn ‘Abbâs (ö.68/687), İbn Ömer (ö.74/693),
Câbir b. Abdullah (ö.74/693), Mücâhid (ö.103/721), Hasan (ö.110/728) ‘Atâ
(ö.114/732), Katâde (ö.117/735), ve tabiûnun çoğu bu görüştedir76
Örneğin
İbn ‘Abbâs (ö.68/687) ve İbn Ömer (ö.74/693), “دُلوُكُ الشَّمْسِ: زَوَالھُا”
“dülûkü’ş-şems zevâlidir” demiştir76F[124].
Beyhakî
(ö.458/1066) de öğle namazının ilk vaktinden bahsederken “Bâbu
evveli
vakti’z-zuhr” adında bir başlık açmış, {78{أَقمِ الصَّلاَةَ لدُلوُكِ الشَّمْسِ إلَِى غَسَقِ اللیَّْلِ âyetini verdikten sonra Şâfi‘î’nin (ö.204/819)
dülûkü’ş-şemsin güneşin zevâli olduğunu dediğini nakletmiştir78F[125]. Bu da “zevâl”in güneşin batıya doğru yönelip
batmaya yüz tuttuğu anlamına
geldiğini ifade eder.
1.3.1.2.
Meyl
(دُلُوكُ الشَّمْس:ِ مَیْلُھاَ)
Aslında
mana olarak meyl ile zevâl ifadelerinde kastedilen mana açısından bir fark
yoktur. مَالَ fiilinin mastarı olan مَیْلٌ eğilmek,
bükülmek, yaslanmak manalarına
gelir.
Dülûkü’ş-şems için “güneşin batıya meyli” anlamında kullanılmıştır.
İbn
Ömer ve ‘Atâ’nın (ö.114/732)[126] ve
“dülûkü’ş-şems”in “«دُلوُكُ الشَّمْسِ مَیْلھَُا»” “güneşin meylidir” yani “zevâlden
batıya kaymasıdır”[127]; İbn Ömer’in
diğer bir
günün yarısından sonra güneşin
batıya“ ”دُلوُكُ الشَّمْسِ:
مَیْلھُا بَعْدَ نصْفِ النھََّارِ“ izahında
meyletmesidir”[128]; Abdullah b.
‘Abbâs’ın (ö.68/687) «دُلوُكُ الشَّمْسِ إِذَا
فَاءَ الْفيْءُ»:
“gölgelerin
batıdan doğuya uzamaya başladığı zamandır”82F[129] dediği nakledilir.
Kaffâl
(ö.365/975) da “dülûkün aslı meyletmektir” demektedir. Güneş batıya
doğru meyledince bu ifade kullanılır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) de “Güneş
dülûkte iken/günün ortasından batıya yönelmişken Cebrâil Aleyhisselâm geldi ve
bana öğle
namazını kıldırdı.[130]” buyurmuştur85.
Enes
(ö.93/712) (r.a.) da Peygamber (s.a.v.)’in öğleyi dülûkü’ş-şems’te
kıldığını söyler[131].
Dikkat
edilirse aynı şahısların bazen zevâl bazen meyl dedikleri veya nakleden raviler
aynı mana kastedildiği için farklı lafızlarla naklettikleri görülmektedir.
1.3.1.3.
Zeyğ
((دُلُوكُ الشَّمْس:ِ تَزیِغُ
زَاغَ fiilinin mastarı olan “زَیْغٌ” “zeyğ”
sözlükte sapmak, uzaklaşmak manasınadır. Mücâhid (ö.103/721), “dülûkü’ş-şems”in
“دُلوُكُ الشَّمْسِ: تَزِیغُ” ifadesiyle “güneşin batıya doğru sapması”[132]; İbn Ömer’in
(ö.74/693) دُلوُكُ الشَّمْسِ
زَیَاغُھَا بَعْدَ نِصْفِ»
dülûkü’ş-şems günün ortasından
sonra güneşin batıya“
النھََّارِ، وَذَلِكَ وَقْتُ الظُّھْرِ»
kaymasıdır,
bu da öğle vaktidir[133]”; İbn ‘Abbâs’ın
(ö.68/687) da, “dülûkü’ş-şems”in “دُلوُكُ الشَّمْسِ إذَِا
فاَءَ الْفَيْءُ” ifadesiyle
“gölge batıdan doğuya uzayıncadır.” dediği nakledilir[134]. Bu ifadelerden
“zeyğ” ifadesi ile de aynı zaman diliminin kastedildiği görülmektedir.
Zührî (ö.124/741) de Enes b. Mâlik’ten (ö.93/712)
Rasûlullah (salla'llâhu aleyhi ve sellem)’in güneş gündüzün ortasından batıya
kaydığı zaman çıkıp öğle namazını kıldırdığını nakleder[135].
1.3.1.4.
Zuhr
((اَلظھُّْرُ
ظھُْرٌ kelimesi isim olarak zevâl vakti, öğle
namazı, zevâl sonrası, öğle vakti, gün ortası manalarına gelir. Vakit bildirmek
için “dülûkü’ş-şems”in karşılığı olarak “günün ortası” anlamında kullanılmıştır[136]. Öğle vakti
anlamında “dülûk”e zuhr anlamı da verilmiştir. Bir nakle göre ez-zuhr,
güneşin dülûküdür; yani güneşin semânın ortasından batıya kaymaya başladığı ve
gölgeler düşmeye başladığı zamandır92. Zeccâc
(ö.311/924) “dülûkü’ş-şems; zuhr/öğle vaktinde güneşin zevâli yani batıya
kayması, meyletmesidir. Güneşin dülûkü budur.” dediği nakledilir[137].
Ferrâ
(ö.207/822) da, İbn ‘Abbâs’ın (ö.68/687) “dülûkü’ş-şems” hakkında “ أنھ زَوالھُا الظُّھْرَ” :
dülûkü’ş-şems’in güneşin zevâli olduğunu ve bununla öğleyi kastettiğini ifade
etmektedir93F[138].
1.3.1.5.
Gurûb
((دُلُوكُ الشَّمْس:ِ غُرُوبُھاَ
غَرَبَ fiilinin mastarı olan غُرُوبٌ sözlükte
ayrılmak, uzaklaşmak, batmak, gözden kaybolmak manasınadır[139].
Farklı
bir görüş olarak Abdullah b. Mes‘ûd, “دُلوُكُ الشَّمْسِ
غُرُوبھَُا”: “dülûkü’ş-
şems güneşin gurubudur/batmasıdır.[140]”; diğer bir
nakilde «دُلوُكُ الشَّمْسِ حِینَ
تغَِیبُ»
“dülûkü’ş-şems güneş battığı zamandır.” demektedir96F97. Güneş batınca Araplar “izâ deleketi’ş-şemsu berâhun”
“Güneş batınca rahatlama olur.” derler97F[141]. Güneş batınca rahatlama olduğu için bu ifade
kullanılmıştır.
et-Taberî’nin
(ö.310/922) naklettiği bir rivayete göre yukarıda verdiğimiz nakillerin aksine
İbn ‘Abbâs (ö.68/687) da “dulûkü’ş-şems”in güneşin “gurûb”u olduğunu
söylemiştir.[142] Bu manada
güneşin dülûkü de tamamen batması, görünmez hâle gelmesidir.
1.3.2.
“Ğasaku’l-Leyl”e
Verilen Manalar
Güneşin“ : ”أقَِمِ الصَّلاَةَ لدُِلوُكِ
الشَّمْسِ إلِىَ غَسَقِ
اللیَّْلِ“ Âyet-i Kerîme’de
sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı ikâme et!99F[143]” buyurulmuş, âyette yer alan “ğasaku’l-leyl”e iki
şekilde mana verilmiştir.
1.3.2.1.
Bir
Zaman Dilimi Olarak “Ğasaku’l-Leyl”
غَسَقٌ sözlükte; ağlamak, gözyaşı akıtmak; akmak;
yönelmek, dökülmek, yayılmak; kararmak, karanlık olmak, koyulaşmak manalarına
gelir. غَسَقُ الیَّْلِ ise; akşam karanlığı, alaca karanlık, gece
karanlığı, gecenin ilk bölümündeki karanlık demektir. Şafakın kaybolduğu zaman
olduğu da ifade edilmiştir[144]. Bu manaya göre
muhtemelen “ilâ ğasakı’l-leyl” ifadesiyle akşam namazının kılınabilecek son
sınırını ifade etmek için söylenmiştir. أغْسَقَ الْمُؤَذِّنُ : “Müezzin
akşamı ğasaku’l-leyle yani şafağın kaybolmasına kadar geciktirdi.” demektir. Bu
da akşam vaktinin son bulduğu, yatsının başlangıcı olan şafağın kaybolduğu
andır[145].
er-Rabî‘
b. Huseym (ö.63/683) bulutlu bir günde müezzinine [146] أَغْسِقْ أغَْسِقْ veya 104»«اغْسِقْ بالصَّلاَةِ demiş, kelime
manasından hareketle “karart, karart”, yani “karanlığı bekle, karanlığı bekle”
veya kastedilen mana ile “gece karanlığına kadar akşam namazını geciktir.104F[147]” demektir. O da karanlığın basmasıdır.
el-Ferrâ’(ö.207/822)
âyetin إلَِى غَسَقِ اللیَّْلِ lafzı bağlamında “o gece karanlığının ilk
bölümüdür”; Ahfeş (ö.211/826) de “‘ğasaku’l-leyl’ gecenin karanlığıdır”,
demiştir. “(3:وَمِنْ شَرِّ غَاسِقٍ إذَا
وَقبََ (الفلق” âyetinde
“Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden[148]” âyetinde de
“gece karanlığı” anlamındadır[149].
Ebû
Cafer (ö.36/657) “ikindi namazı”; Zeyd (ö.45/665), “gecenin karanlığı”; Dahhâk
(ö.62,72/681,691) “gece karanlığı”; İbn ‘Abbâs (ö.68/687) ve ‘İkrime
(ö.105/723) “ğasaku’l-leyl”ın “gecenin belirmesi, ortaya çıkması”; Katâde
(ö.117/735), akşam namazı veya akşam namazı için gecenin belirmesi, ortaya
çıkması”;[150]; eş-Şâfi‘î
(ö.204/820) de “‘ateme”[151] yani “yatsı
namazı” olduğunu söylemiştir[152]. Ayrıca
Rasûlüllah’ın “Ümmetimden bir tâife akşam namazını
yıldızların
çıkmasına kadar geciktirmedikleri sürece hayır üzere –fıtrat üzere- kalmaya
devam edecektir.” buyurduğu nakledilir[153].
1.3.2.2.
Güneşin
Bir Eylemi Olarak “Ğasaku’l-Leyl”
Dikkat edilirse buraya kadar yapılan izahlarda
‘ğasaku’l-leyl’in ağırlıklı olarak bir zaman aralığını ifade ettiği
vurgulanmıştır. Güneşin gözden kaybolmasından şafağın kaybolmasına kadar; yani
zifiri karanlık diye ifade edilen gecenin iyice kararmasına kadar geçen zaman
aralığını ifade etmektedir. Oysa Ebû Hureyre (ö.58/678)[154] ve Mücâhid
(ö.103/721)[155]; “Ğasaku’l-leyl güneşin batmasıdır”, demektedirler.
Burada ğasaku’l-leyl güneşin belli bir noktaya gelmesi yani güneşin bir eylemi
olarak ifade edilmektedir.
1.3.3.
“Kur’âne’l-fecr”in
Anlamları
Daha
önce de ifade edildiği gibi “fecr” (الفَجْرُ) “sabah aydınlığı” ve “gecenin
karanlığında güneşin kırmızılığı” demektir. İki fecir vardır. Birincisi ufukta
çizgi gibi uzunlamasına yayılan bir aydınlıktır. Bu aydınlık, kurt kuyruğu adı
verilen yalancı fecirdir. İkincisi ise dağınık bir şekilde göğe doğru ufukta
yayılan bir aydınlıktır. Buna da fecr-i sadık denir. Fecr-i sadık oruç tutana
yeme ve içmeyi haram kılar. Sabah ancak fecr-i sadıkla olur. Cevherî
(ö.393/1003) gecenin sonundaki fecir gecenin evvelindeki şafak gibi olduğunu
söyler113F[156].
Âyette[157] geçen (وَقرُْآنَ الْفَجْرِ) “ve
Kur’âne’l-fecr”: fecrin Kur’ân’ını; yani “sabah namazında okuduğun Kur’ân’ı
ikâme et” demektir. “ve Kur’âne’l-fecr”
“ekımı’s-salâte”ye
matuftur. Bazı nahivciler bunu iğrâ olmak üzere mensup okurlar ve manasını “fecir
kur’ânına riâyet et!” şeklinde verirler. Bu durumda sabah namazında
okuduğun Kur’ân meşhuttur anlamı çıkar[158].
Bu
konuda Rasûlullah’dan gelen haberler vardır. Ebû Hurayra’den gelen bir
rivayette Rasûlullah (s.a.v.) âyet hakkında “gece melekleri ve gündüz melekleri
ona şahitlik ederler” buyurdu117.
Yine
Ebû Hurayra’den gelen başka bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.) “gece melekleri
ve gündüz melekleri sabah namazında bir araya gelirler.” buyurdu, dedi. Ve
ardından Ebû Hureyre isterseniz 118)(وقرآن الفجر إن قرآن الفجر كان مشهودا âyetini
okuyun derdi118F[159].
Katâde
(ö.117/735), Ebû Hureyre120 İbn ‘Abbâs
(ö.68/687), Mücâhid (ö.103/721)121, Dahhâk, ‘Atâ
(ö.114/732)122 ve daha başka
sahabîler; “kur’âne’l- fecr”in “sabah namazı” olduğunu söylerler. 123 Şâfi‘î de “kur’ânu’l-fecr”in sabah
namazı olduğunu söylemiştir[160].
Görüldüğü
gibi ayete yapılan yorumlara ve Rasûlullah’dan gelen rivayetlere bakıldığında
“kur’âne'1-fecr” ile sabah namazının kastedildiği anlaşılmakradır.
1.3.4.
Tarafayi’n-Nehâr
(طَرَفيَ النھََّارِ) : Gündüzün İki Ucu
Kur’ân-ı
Kerîm’de “وَأقَِمِ الصَّلاَة طَرَفَي
النھََّار”: “Gündüzün iki ucunda namaz kıl.124F125” buyurulmuş, ancak “gündüzün iki ucundan” ne
kastedildiği konusunda değişik yorumlar yapılmıştır.
طَرَفٌ sözlükte uç, yan, kenar, sınır, taraf,
bölge, alan, etraf gibi manalara gelir. طَرَفَيِ النھَّارِ gündüzün iki ucu demektir[161].
Ez-Zemahşerî
(ö.538/1144) “tarafayi’n-nehâr”ın “ğutva” ve “‘aşiyy” olduğunu söylemiş127, iki tarafın birincisinde sabah namazı
diğer sonuncu tarafta da ikindi namazı vardır, denilmiştir.
Et-Taberî
(ö.310/922) “tarafayi’n-nehâr” yani gündüzün iki ucundan birinin “الغَدَاة : el-ğadât”
diğerinin de “ العشي : el-‘aşiyy” olduğunu ifade eder127F128. Ancak yine onun ifadesiyle “salâtü’l-ğadât”in fecr
yani sabah namazı olduğunda icmâ’ edilmiş olmakla beraber “el-‘aşiyy”
ile kastedilen namazlarda ihtilaf edilmiştir. Bazıları bununla öğle ve ikindi
namazının kastedildiğini ve bu iki namazın “salâtü’l-‘aşiyy” olduğunu
söylemişlerdir. Bu görüş sahipleri yorumlarını Mücâhid (ö.103/721) ve daha
başkalarından gelen haberlere dayandırırlar128F129.
Mücâhid’e nispet edilen başka bir rivâyette “tarafayi’n-nehâr”ın sabah, öğle
ve ikindi namazı olduğu ifade edilmiştir129F[162]. Abdullah b. Mübârek (ö.181/797)’in naklettiğine göre
Muhammed b. Ka‘b el-Kurazî de “tarafâ’n-nehâr” ile sabah, öğle ve ikindi
namazlarının kastedildiğini söylemiştir130F[163].
Diğer
bazılarına göre de “salâtü’l-‘aşiyy” ile “salâtü’l-mağrib” yani akşam namazı
kastedilmiştir. İbn ‘Abbâs (ö.68/687) ve daha başkalarına isnad edilen
haberlere göre “tarafayi’n-nehâr” ile sabah ve akşam namazları
kastedilmiştir[164].
Diğer
bir görüş sahipleri ise “‘aşiyy”, yani gündüzün iki tarafından biri ile “‘asr” ikindi
namazı kastedilmiş, sonuç itibariyle “tarafayi’n-nehâr” ile sabah ve
ikindi namazları emredilmiştir. Bu görüş de ed-Dahhâk ve daha
başkalarından gelen
haberlere dayandırılmıştır[165].
Nitekim
Katâde (ö.117/735) de “tarafâ’n-nehâr” ile sabah ve ikindi namazlarının
kastedildiğini söylemiş[166], Bağavî de bu
görüşü benimsediğini ifade
etmiştir135.
Hasan
el-Basrî’ye (ö.110/729) göre de “tarafayi’n-nehâr” ile ifade edilen
taraflardan birinde
kastedilen sabah namazı, diğer tarafta ise öğle ve ikindi
namazlarıdır[167]
Bazıları
da “tarafeyi’n-nehâr” ile öğle ile ikindi; “ve zülefen
mine’l-leyl” ile akşam, yatsı ve sabah namazı kastedilmiş[168], dolayısıyla bu
âyet ile beş vakit
namaz emredilmiş olmaktadır.
Et-Taberî
(ö.310/922) kendisinin tercih ettiği görüşe göre iki tarafın namazlarından
birinin sabah namazı olduğunu ve güneşin doğuşundan önce kılındığını,
diğer tarafın namazı ise akşam olduğunu ve bunun da güneşin batmasından
sonra kılındığını ifade etmektedir. Taraflardan birindeki namazın güneşin
batmasından önce olduğu kastedilmiş olsaydı diğer taraftaki namazın güneşin
doğmasından sonra olması gerekirdi. Bu görüş, söyleyeni belli olmayan “gündüzün
iki tarafıyla öğle ve ikindi namazları kastedilmiştir” diyenlerin
görüşüdür ve et-Taberî’ye göre bu da fesadı kesin bir görüştür. Çünkü bu “her
iki namazın taraflardan birinde” bulunması gereken namazlardan ziyade, “iki
tarafın namazları” olmaya daha yakındır. Zira öğle namazının gündüzün yarısı
geçtikten sonra ikinci yarıda kılındığında şüphe yoktur. Bu durumda öğle namazı
birinci tarafta olması mümkün olmadığı gibi birinci tarafın güneşin doğmasından
sonra olması da mümkün değildir. Bu durumda diğer tarafın namazının güneşin
batmasından önce olması da
mümkün
değildir[169].
Kur’ân-ı
Kerîm’de “وَزُلفَاً مِنَ اللیَّْلِ” “Gecenin zülüflerinde namaz kıl!138F[170]” buyurulmuş, ancak “zülüflerin” ne anlama geldiği
konusunda değişik yorumlar yapılmıştır.
زُلَفٌ “zülef”; زُلْفَة “zülfet” veya زُلْفيَ “zülfâ”
mastarının çoğuludur. Sözlük manası; vakit, yakınlık, kurbet, derece, menzile,
bir mesafeden sonra başka bir mesafe, bir dereceden sonra başka bir derece;
yaklaşmak, yaklaştırmak, yakın olmak, toplamak gibi manalara gelir[171].
“Zülfet”;
gecenin ilk bölümünün bir kısmını ifade eder. İbn Seyyide; “zülefü’l-leyl”in,
“gecenin ilk bölümünün belli bir zaman dilimini” ifade ettiğini söylemektedir.
Gündüzün geceden, gecenin de gündüzden alınan zaman dilimleridir. İbn
Mes‘ûd’dan gelen bir nakle göre “zülefü’l-leyl” gecenin bölümleridir. Bu
durumda az olsun veya çok olsun, zülef gecenin bölümlerini ifade eder[172].
Et-Taberî
(ö.310/922) de “ve zülefen mine’l-leyl”in gecenin saatleri, zaman bölümleri
olduğunu söylemiştir[173]. “Zülfet”
“gündüzün geceye yakın olan kısmıdır”
da
denmiştir[174].
Mücâhid
(ö.103/721) “ve zülefen mine’l-leyl”in “gecenin bir vakti”, kastedilen namazın
da “‘ateme” yani yatsı namazı olduğunu söylemektedir144. İbn ‘Abbas (ö.68/687) da “ve zülefen
mine’l-leyl”‘in “‘ateme” yani “yatsı namazı” olduğunu söyler[175]. “‘Ateme”nin
“‘işâ” yani yatsı namazı olduğunda ittifak vardır[176].
Et-Taberî
zülef ile yatsı namazının kastedildiğini çünkü gecenin belli bir vakti
geçtikten sonra kılındığını söylemektedir[177].
Bu
âyet hakkında Hasan el-Basrî (ö.110/729) şöyle söylemektedir: Allah Teâlâ namaz
vakitlerini Kur’ân’da beyan ederek “(أَقمِ الصَّلاة لدُلوُكِ الشَّمْسِ إِلىَ غَسَقِ اللیَّْلِ) : “Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar
namaz kıl![178]” buyurdu.
“Dülûkühâ” güneşin göğün ortasından batıya kayması ve yeryüzünde gölgelerin
oluşmaya başladığı andır (ki bu öğledir). “(أقم الصلاة طرفي النھار) : “Gündüzün iki ucunda namaz kıl! [179]” sabah ve
ikindidir. “(وزلفًا من اللیل)”
“ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl!149F[180]” da akşam ve yatsıdır150F[181]. Rasûlullah (s.a.v.) de “gecenin bu iki zülfü akşam ve
yatsıdır” buyurdu151F[182].
Katâde
(ö.117/735) ve Hasan el-Basrî’ye göre “ve zülefen mine’l-leyl” ile akşam ve
yatsı namazları kastedilmiştir[183]. Mâlik de bu
görüştedir[184].
Zeccâc
(ö.311/924) “ve zülefen mine’l-leyl”in manasının gecenin evveline yakın
olan namaz olduğunu ve zülef ile de akşam ve son ‘işâ’; yani yatsı
namazı
murad
edildiğini söylemektedir[185].
Ez-Zemahşerî
(ö.538/1144), “ve zülefen mine’l-leyl”in gecenin saatleridir. Âyette
kastedilen, “gecenin gündüzün sonuna yakın olan saati/vaktidir”. Salâtü’l-
ğutve ise sabah, salâtü’l-‘aşiyy ise öğle ve ikindi namazlarıdır.
Çünkü zevalden sonrası ‘aşiyydir. Zülef namazı akşam ve yatsıdır,
demektedir[186].
Bazıları
Hz. Peygamber’in “ve zülefen mine’l-leyl”de kılınmasını emrettiği namazın akşam
ve yatsı namazı olduğunu söylemekte ve bunu da bazı rivayetlere
dayandırmaktadırlar[187]. El-Hasan
(el-Basrî)’den nakledilen bir rivayette Rasûlullah (s.a.v.) “ve zülefen
mine’l-leyl” gecenin iki zülfeti olduğunu ve onların da akşam ve yatsı
namazları olduğunu ifade etmiştir[188].
1.3.6.
Kavramlar
Hakkında Genel Bir Değerlendirme
Et-Taberî
(ö.310/922) bu âyetin (4/103) yorumunda te’vîl ehlinin Yüce Allah’ın
“dülûkü’ş-şems” ile hangi vakti kastettiği konusunda ihtilaf ettiğini
belirterek bazıları kastedilenin gurûb vakti, dolayısıyla kılınması
emredilen namazın akşam namazı olduğunu söylemişlerdir[189]. Bunu da İbn
Mes‘ûd’un (ö.32/653) güneş batmak üzere iken ilgili âyeti okuyup bitirdiğinde
“Allah’a yemin olsun ki bu zaman güneşin battığı, oruçlunun iftar ettiği ve
namaz vaktinin girdiği vakittir.” dediği nakle dayandırmışlardır[190].
Diğer bazıları da “dülûkü’ş-şems”in güneşin tam tepeden
batıya meyletmesi olduğunu söylemişlerdir. Bu durumda “dülûkü’ş-şems”te
Rasûlüllah’ın kılınmasını emrettiği namaz öğle namazı olur[191]. Bu yorum da yine ‘Atâ (ö.114/732) ve İbn
Ömer’den
(ö.74/693) nakledilen “güneşin dülûkü batıya meylidir[192]“; İbn ‘Abbâs’ın
(ö.68/687) da “gölgelerin batıdan doğuya meyletmesidir[193]” “zevâlidir”
şeklindeki yukarıda referanslarını verdiğimiz sözlerine dayandırılmaktadır[194].
Et-Taberî
bu iki görüşten (أقمِِ الصَّلاةَ لِدُلوُكِ
الشَّمْسِ) âyetiyle
kastedilenin öğle namazı olduğunu ifade eden görüşün doğru olduğunu,
zira “dülûk”ün Arap kelamında “meyl” anlamına da geldiğini söylemektedir[195].
Ebû
Mes‘ûd ‘Ukbe b. ‘Amr (ö.39/660), Rasûlüllah’ın “Cebrâil Aleyhisselâm
dulûkü’ş-şemste güneş batıya kayınca geldi ve bana öğleyi kıldırdı.”
buyurduğunu nakleder166. Dolayısıyla
dülûkü’ş-şems güneşin tepeden batıya kayması, yani meyletmesi demektir166F[196].
Bu
âyet hakkında Hasan el-Basrî (ö.110/729) şöyle söylemektedir: Allah Teâlâ namaz
vakitlerini Kur’ân’da beyan ederek “(أَقمِ الصَّلاة لدُلوُكِ الشَّمْسِ إِلىَ غَسَقِ اللیَّْلِ) : “Güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar
namaz kıl![197]” buyurdu.
“Dülûkühâ/güneşin dülûkü” güneşin göğün ortasından batıya kaydığı ve yeryüzünde
gölgelerin oluşmaya başladığı andır (ki bu öğledir). “(أقم الصلاة طرفي النھار) : “Gündüzün iki ucunda namaz kıl! [198]” sabah ve
ikindidir. “(وزلفا من اللیل)”
“ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl169F[199]” da akşam ve yatsıdır. Rasûlullah (s.a.v.)
de “gecenin bu iki zülfü akşam ve yatsıdır” buyurdu170F[200].
Et-Taberî’nin
(ö.310/922) ifadesiyle bütün bu nakillerden sonra “Güneşin sarkmasından gecenin
kararmasına kadar namaz kıl! [201]” âyetiyle
dulûkü’ş- şemsten/güneşin batıya meyletmesinden ğasaku’l-leyle/gecenin
kararmasına/alaca karanlığına kadar peygamberine farz kıldığı namazlar, öğle
ve ikindi namazlarıdır[202].
Ancak
Rasulüllah’ın ğasaku’l-leylde kılınmasını emrettiği namaz konusunda ihtilaf
edilmiştir. Bazıları akşam namazı olduğunu söylemişlerdir[203].
Et-Taberî
(ö.310/922), doğru olan görüşün Rasûlullah (s.a.v.)’in ğasaku’l- leyl’de
kılınmasını emrettiği namazın sadece akşam namazı olduğunu söyleyenlerin
görüşüdür, demektedir. Çünkü tavsif edilen ğasaku’l-leyl gecenin yönelişinden
karanlığa kadardır. Bu da ancak güneşin batmasından sonra olur. İkindi namazı
ise güneşin batıya meyletmeye başlaması ile gecenin kararmaya başlaması
arasında kılınır, gecenin kararmasında değil[204].
El-Ezherî
(ö.370/981) de “Bana göre söz şudur; “‘Dülûkü’ş-şems’ güneşin, gündüzün
ortasından batıya kayması, zevâli olmalıdır ki, âyet beş vakit namazı
kapsasın!” demektedir[205].
Dolayısıyla
bu âyette bir günde kılınan beş vakit namazın kılınması gereken zamanlarına
sınırları ile olmasa da dolaylı olarak yerlerine işaret edildiği görülmektedir.
Buraya
kadar ayetlerde namaz vakitlerine işaret eden kavramları, bu kavramların
ayetlerde ne anlamlara geldiğini ve sahabeden gelen rivayetleri ele aldık.
Kısaca
şunu ifade edebiliriz ki, “dulûkü’ş-şems”e farklı manalar verilmekle
birlikte öğle namazı vaktinin başlangıç vakti olan güneşin batıya kayıp
gölgelerin uzamaya başladığı vakit olduğu anlaşılmaktadır.“Ğasaku’l-leyl”le
verilen manalardan ağırlıklı olarak akşam namazı vaktinin geciktirilip
kılınabilecek son sınırı kastedilmektedir. Kur’âne’l-fecr’in geçtiği
ayetlere yapılan yorumlara ve gelen rivayetlere bakıldığında bu kavramın sabah
namazını ifade ettiği görülür.
Kur’an’da
geçen “tarafayi’n-nehâr” gündüzün iki ucundan ne kastedildiği konusunda
değişik yorumlar vardır. Gündüzün iki ucundan birinde kılınacak namazların
geceye doğru öğle ve ikindi, gündüzün son bulduğu noktadan geceye uzanan
ucundan akşam ve yatsı, gecenin gündüze yakın olan ucunda ise sabah namazı
olduğunu söyleyebiliriz. “Zülefen mine’l-leyl” ile de akşam ve yatsı
namazının kastedilmektedir.
1.4
Kur’an’da
Allah’ın Zikredilmesi Emriyle Namaz Vakitlerine Yorumlanan Ayetler ve Manaları
Bazı
âyetlerde namaz bizzat zikredilmemiş olmakla beraber “Rabbini tesbih et!” emri
namaza yorumlanmıştır. Bu başlık altında bu kapsama giren iki âyet ele
alınacaktır.
1-
فاصْبرْ
عَلى مَا یَقوُلوُنَ وَسَبحْ بحَِمْدِ رَبكَِّ قَبْلَ طلوُع الشَّمْس وَقبَْلَ
غُرُوبھَا وَمنْ آنَاء اللیَّْل فَسَبحْ
وَأطَْرَافَ النھََّار لعََلكََّ
تَرْضَى (سورة طھ: 130)
1-“Onların
dediklerine sabret; güneşin doğmasından ve batmasından önce Rabbini
hamd ile tesbih et; gece saatlerinde ve gündüzün etrafında da
tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin. [206]”
Ayette
Allah Teâlâ’nın hamd ile tesbih edilmesinin emredildiği dört zaman diliminden
bahsedilmektedir.
Tesbîh
sözlükte tenzih demektir. “Sübhânellâh” bir tesbihtir. Manası Allah’ı eş ve
çocuk sahibi olmaktan tenzih etmek veya Allah’ı, O’na yakışmayan bütün
sıfatlardan tenzih etmek, yani uzak tutmak demektir. Zeccâc (ö.311/924) bir
tesbih olan “sübhân” kelimesinin lügatta manası “Allah’ı tenzih etmek” olduğunu
ifade etmektedir[207].
Es-Süddî
(ö.127/745) güneşin doğmasından ve batmasından önce Allah’ı hamd
ile tesbih emri, namazın farz kılınmasından önce olduğunu ifade etmektedir[208].
Görüldüğü
gibi âyette namaz bizzat zikredilmemiş, Allah’ı tesbih etmek emredilmiştir.
Emredilen bu tesbihi namaz olarak ele almak ancak sünnetin beyanıyla mümkündür.
Âyetteki
“tesbih” namaz olarak ele alındığında güneşin doğmasından önce sabah namazını,
batmasından önce ikindi namazını, gece vakitlerinde yatsı ve vitir
namazını anlamak mümkündür. “Etrâfu’n-nehâr” çerçevesinde gündüzün
bir ucu da akşam namazı olur. Ancak etraf kelimesine bölge manası
verildiğinde öğle
namazına
da işaret ettiğini söylemek mümkündür. Zira “etraf”, “taraf” kelimesinin
çoğuludur ve sözlükte kenar, uç, sınır, bölge gibi manalara gelir[209].
Âyetteki
(وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبكَِّ) “Rabbini hamd ile tesbih et” “rabbini
överek namaz kıl” demek olduğu ifade edilmiştir. (قبَْلَ طُلوُعِ الشَّمْسِ)
“kable tulû‘i’ş-şemsi” sabah namazı (وَقبَْلَ غُرُوبھَِا) “kable
ğurûbihâ” ikindi namazı, (وَمِنْ آناَءِ اللیَّْلِ) gece saatleri, gece vakti demektir. Bu
saatlerden birinde kılınan namaz yatsı namazıdır. Çünkü yatsı namazı
geceden belli bir vakit geçtikten sonra kılınır. (وَأطَْرَافَ النھَّاَرِ) “etrâfu’n-nehâr”
öğle ve akşam namazlarıdır. Çünkü öğle gündüzün ilk tarafın sonu son
tarafının başıdır. Böylece öğle iki tarafta da bulunmuş oluyor. Yani bulunduğu
yer bir tarafın sonu diğer tarafın başı oluyor. Üçüncü taraf ise ğurûbu’ş-şems
yani güneşin batımıdır. Bu vakitte akşam namazı kılınır180F[210].
Mukâtil’in
tefsirinde şöyle yer alır: Âyetteki (وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبكَِّ) “Rabbini hamd ile tesbih et” “rabbini
överek namaz kıl” (قبَْلَ طلوُعِ الشَّمْسِ) ; “kable tulû‘i’ş-şemsi” sabah namazını
(وَقَبْلَ غُرُوبھَِا) “kable ğurûbihâ” öğle ve ikindi
namazını; (وَمِنْ آناءِ اللیَّْلِ) “ve min ânâi’l-leyl” akşam ve yatsı
namazını kıl demektir182.
Katâde’den
(ö.117/735) nakledildiğine göre “kable tulû‘i’ş-şemsi” sabah namazı;
“kable ğurûbihâ” ikindi namazı; “min ânâi’l-leyl” akşam ve yatsı
namazı; “etrâfu’n-nehâr” öğle namazıdır[211].
İbn
‘Abbâs (ö.68/687) âyette söz konusu edilen namazlar farz namazlardır, der184.
2-
فسَُبْحَانَ
اللهَِّ حِینَ تمُْسُونَ وَحِینَ تصُْبِحُونَ (17) وَلھ الْحَمْدُ فيِ
السَّمَاوَاتِ وَالأْرْضِ وَعَشِیًّا وَحِینَ تظُْھِرُونَ (سورة الروم: 18)
3-
“Öyle
ise akşama girdiğiniz zaman ve sabaha erdiğiniz zaman Allah’ı
tesbih edin. Göklerde de yerde de, günün sonunda da öğle vaktine
erdiğinizde de hamd O’nundur.[212]”
Âyette
akşama, sabaha, günün sonuna ve öğle vaktine
ulaşıldığında Allah’a tesbih edilmesi emredilmekte, namazdan
bahsedilmemektedir. Ancak فسَُبْحَانَ اللهَّ)ِ) ifadesinin namaz kıl demek olduğu
belirtilmiş; (حِینَ تمُْسُونَ) “hîne tumsûn” “akşama eriştiğinde”
kılınacak namazın akşam ve yatsı namazı; (وَحِینَ تصُْبَحُونَ) “hîne
tusbihûn” “sabaha eriştiğinde” kılınacak namazın sabah namazı; (وَعَشِیًّا) “‘aşiyyen”
“günün sonunda” kılınacak namazın ikindi namazı; (وَحِینَ تظُْھِرُونَ) “hîne
tuzhirûn” “öğleye eriştiğinizde” kılınacak namazın öğle namazı olduğu
ifade edilmektedir185F[213].
Burada
söz konusu edilen akşam ve sabah vakitleri açıkça ifade edilirken
ikindiye günün sonu olarak temas edilmiştir. “Öğle vaktine erdiğinizde”
anlamı verilen “ وَحِینَ تظُْھِرُونَ ifadesinden yorumsal olarak öğle namazına
işaret edildiği ifade edilmektedir. Ancak burada işaret edilen vakitlerde
tesbihten maksadın kılınmakta olan namazların kastedildiğini sünnetten
öğretmekteyiz.
Nâfi‘
b. el-Azrak (ö.64/684), İbn ‘Abbâs’a (ö.68/687) “Beş vakit namazın Allah’ın
kitabında belirlendiğini buluyor musun?” diye sordu. İbn ‘Abbâs “Evet” dedi ve
ardından {فَسُبْحَانَ اللهَّ حِینَ
تمُْسُونَ} bu akşam namazıdır;
{وَحِینَ تصُْبحُِونَ} bu sabah namazıdır; {وَلھ الْحَمْدُ فيِ السَّمَوَاتِ وَالأرْضِ وَعَشِیًّا} bu ikindi namazıdır; {وَحِینَ تظُْھِرُونَ} bu da öğle
namazıdır. İşte bunlar beş vakit namazdır” dedi. Yahyâ b. Selâm
(ö.200/816) “Beş vakit namazın tamamı bu âyette mevcuttur. {فَسُبْحَانَ اللهَِّ حِینَ تمُْسُونَ}
ifadesi akşam ve yatsı namazını birlikte ifade eder.” demektedir[214].
Ayrıca
işaret edilen vakitlerin zaman aralıkları âyette yine belirgin değildir.
Görüldüğü
gibi beş namazın vaktine işaret edilmiş ancak hangi namazın ne zaman başlayıp
ne zaman biteceği belirtilmemiştir.
Sonuç
olarak Elmalılı’nın (ö.1361/1942) da belirttiği gibi “bu âyetlerle öğle,
ikindi, akşam, yatsı, sabah; beş vakit olmak üzere, tayin kılınmış ve
husûsî sınırlarıyla sınırlanıp, tarifi de Peygamber tarafından beyân ve tafsîl
olunmuştur. Ve o vakitten beri teâmülen de Müslümanlar arasında dînî
zaruretlerden olarak zapt edilmiştir” demektedir[215].
Kur’an’da
beş vakit namaza işaret eden ayetler bulunmakla beraber zaman aralıkları tam
olarak belirtilmemiştir. Bazı kavramlarla namaza işaret edilmektedir. Fakat
hangi namazların olduğu açıkça ifade edilmemiştir.
Bu
bağlamda bu kavramlar ile hangi namazların kastedildiği, namazların zaman
aralıklarının açıklanması ve anlaşılması hususunda sünnetin önemi büyüktür.
40 |
2.
HZ. PEYGAMBER’İN
HADİSLERİNDE/
SÜNNETİNDE NAMAZ VAKİTLERİNİN TAYİN VE
TESPİTİ
2.1.
Namaz
Vakitlerinin Cebrâil (a.s.) Tarafından Bildirilmesi
Namaz
vakitlerinin başlama ve bitiş anlarını sünnetin tayin ettiğini ifade eden bir
hadis-i şerif şöyledir:
İbn
Şihâb ez-Zührî’den (ö.124/741) nakledildiğine göre Ömer b. Abdulazîz
(ö.101/719) bir gün ikindi namazını geciktirmişti. Yanına ‘Urve b.
Zübeyr (ö.94/713) girmiş ve ona şunu haber vermiştir: Muğîre b. Şu‘be Irak’ta
iken bir gün namazı geciktirdi. Bunun üzerine Ebû Mes‘ûd el-Ensârî (ö.81/701)
(onun yanına girdi ve: Yâ Mugîre! Bu, namazı geç bırakmak da neyin nesi? Bilmez
misin ki, Cibril geldi ve namaz kıldı. Rasûlullah da (ardında) kıldı.
Sonra bir daha kıldı, Rasûlullah da kıldı. Sonra bir daha kıldı.
Rasûlullah da kıldı. Sonra bir daha kıldı, Rasûlullah da kıldı. Sonra bir
daha kıldı, Rasûlullah da kıldı. Sonra da; “İşte bununla emrolundum” dedi.
Bu sözlerin sonunda Ömer b. Abdülazîz, ‘Urve’ye (ö.94/713): Sen ne söylediğini
bil(iyor musun?). Namaz vakitlerini Rasûlullah’a Cebrâil mi bildirdi? dedi.
Bunun üzerine ‘Urve: (Evet!) Beşîr İbn Mes‘ûd,
babasından
böyle nakletti, dedi[216]. Ebû Mes‘ûd bu
şekilde namaz vakitlerini Cebrâil (a.s.)’ın bildirdiğini ifade etmiştir.
Metinde
yer alan “امرث ” lâfzındaki “ث” ötre olarak
rivayet edildiği gibi üstün olarak da rivayet edilmiştir.
Bu
durumda söyleyenin Hz. Peygamber’in olma ihtimâli olduğu gibi, Cibrâil (a.s.)
da söylemiş olabilir. “Umirte” fetha okunduğunda “bunu her gün ve gecede
böyle kılmakla emrolundun”, zamme (ötreli) okunup Cebrâil (a.s.)’e
atfedildiğinde “bunu sana böyle tebliğ etmekle emrolundum” olur. [217]
“Cebrâil
iki gün her bir namazı farklı vakitlerde kıldırarak Nebî (s.a.v.)’e imamlık
yaptı191.” hadisine ve
“Cebrâil ikinci gün namazı son vaktinde kıldırdı, vakit bu ikisinin arasıdır192” denmesine rağmen, ‘Urve (ö.94/713),
Ömer b. Abdülaziz’in namazı geciktirmesine/son vaktinde kılmasına karşı
çıkmaması gerekirdi. Bazıları buna şöyle cevap verirler: Muhtemelen Ömer b.
Abdülaziz namazı muhtar olan vaktin dışına çıkarak kıldı. O da gölgelerin iki
misli olduğu vakittir. Bu vakit öğlenin kılınacak cevaz vakti değildir. Bu
vakit güneşin batma zamanıdır. ‘Urve, Rasûlullah’ın sürekli kıldığı vaktin
dışına çıkmasına itiraz etmiştir[218].
Cebrâril
(a.s.)’in namaz vakitlerini öğretmek için gelip Peygamber Efendimize namaz
kıldırması Miraç gecesinin hemen akabindeki günde vâki olduğu ifade
edilmektedir. Beş vakit namaz ümmete miraçta farz kılınmış, ardından Cebrâil
(a.s.), bu beş farzdan her birinin başlama ve bitme zamanlarını
uygulamalı bir şekilde bildirmeye gelmiştir[219].
Ancak
Ebu Mes’ud el-Ensârî’nin rivayetinde Cebrâil’in beş, Rasûlullah’ın da beş kere
namaz kıldığı zikredilmiş, buna göre sadece namaz sayısı belirtilmiş, namaz
vakitleri belirtilmemiştir. Namaz vakitlerinin başlama ve bitiş noktalarını
gösteren
bir
nakilde Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Cebrâil iki defa (yâni iki gün)
Kâbe’nin yanında bana imam oldu. İlk defasında zeval vaktinde güneşin
verdiği gölge bir nalın tasması kadar uzadığında bana öğle namazını; her
şeyin gölgesi bir misli uzadığında ikindi namazını; oruçlu
oruç bozduğu vakitte akşam namazını; ufuktaki kırmızılık yok olduğunda
yatsı namazını; oruçluya yemek içmek haram olduğu vakitte sabah
namazını kıldırdı. Ertesi gün öğle namazını her şeyin
gölgesi bir misli, ikindi namazını iki misli olduğu; akşam
namazını oruçlu iftar ettiği zamanda, yatsı namazını gecenin
üçte birine doğru, sabah namazını da ortalık iyice aydınlandığı vakit
kıldırdı. Sonra bana döndü ve; ‘Yâ Muhammed, bu senden evvelki peygamberlerin
vaktidir. Namaz vakitleri, bu ikişer vakitler arasındadır’ dedi.[220]”
Tirmizî’nin
(ö.279/893) nakli şöyledir: Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah
(s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri vardır.
Öğle namazının ilk vakti güneşin batıya kaymasından başlayıp ikindi vaktinin
girmesine kadardır, ikindi namazının ilk vakti bu vaktin girmesinden başlayıp
sonu güneşin sarardığı zamandır, akşam namazının ilk vakti güneşin battığı
zaman, sonu ise ufukta kızıllığın kaybolduğu zamandır; yatsı namazının ilk
vakti ufuktaki kızıllığın kaybolduğu vakit başlayıp gece yarısına kadardır.
Sabah namazının ilk vakti fecrin ağarmaya başladığı zamandan güneşin doğacağı
zamana kadardır.[221]”
Farz
namazlar ile bunların sünnetleri, vitr, teravih ve bayram namazları için vakit
şarttır. Farz namazlar; sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarından
ibarettir. Cuma namazı da öğle namazı yerine geçer. Namazın yükümlüye gerekli
olması ve kılındığında da geçerli sayılması kendisine bağlı olan “namaz
vakitleri”ni bilmeyi gerektirir.
Görüldüğü
gibi bu rivayetlerde namaz vakitlerini Cebrail (a.s.) bildirmiştir.
2.2.
Beş
Vakit Namazın Vakitleri
Bu başlık altında beş vakit farz namazların vakitleri tek
tek sırayla ele alınmaya çalışılacaktır.
Sabah
(الصُّبْحُ)
gündüzün evveli, başlangıcıdır. Aynı zamanda fecir demektir. Bir zaman
diliminin adıdır. Sabah akşamın zıddıdır. Çoğulu asbâh’dir196F[222].
2.2.1.1.
Sabah
Namazının Kur’ân’dan Delilleri
Daha
önce kısmen değindiğimiz gibi Kur’an’da şu ayetlerde sabah namazına işaret
edilmiştir:
1-
“Onların
dediklerine sabret! Güneşin doğmasından önce … Rabbini hamd ile
tesbih et!..[223]”
2-
“Öyle
ise … sabaha erdiğiniz vakit de Allah’ı tesbih edin...[224]”
3-
“Onların
dediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce… Rabbini hamd ile tesbih
et.[225]”
Dikkat
edilirse âyetlerde doğrudan “sabah namazı” ifadesi geçmemekte “Allah’ı hamd ve
tesbih edin!” buyrularak Allah’ı tesbih etme emriyle sabah namazına işaret
edilmiştir.
4-
“…fecir
vakti Kur’ân’ını da (ikaame et); çünkü fecir vakti Kur’ân’ı şahit
olunandır.[226]” âyetinde de “fecir
vakti Kur’ân’ı”nın ikaame edilmesinden bahsedilmektedir. Bu ifadeden sabah
namazının kastedildiği söylenmektedir[227].
Cerîr
b. Abdullah (r.a.) (ö.51?/671?) şöyle nakleder: Bizler bir gece Peygamber’in
yanında bulunuyorduk. Peygamber (s.a.v.) “…Rabbinizi muhakkak göreceksiniz. Artık
güneşin doğmasından ve batmasından önceki namazların hiçbirinden
alıkonulmamaya muktedir olursanız, onu yapınız” buyurdu. Sonra şu âyeti okudu:
“(Rasûlüm!) Onların dediklerine sabret. Güneşin doğmasıdan önce de,
batmasından
önce de Rabbini hamd ile tesbih et.”[228]
Hz.
Peygamber bu hadisi ile güneşin doğmasından önce emredilen hamd ve
tesbihin sabah namazı
olduğunu beyan etmektedir[229]
Müfessirler
de âyette geçen “Güneşin doğmasından ve batmasından önce hamd ile
tesbih”i namaza hamletmiş[230] “güneşin
doğmasından önceki hamd ve
tesbih”in “sabah namazı” olduğunu ifade
etmişlerdir[231]
2.2.1.2.
Sabah
Namazının Başlama Vakti
Sabah
namazının başlama vaktinden hadislerde şu şekilde bahsedilmektedir:
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.):
“…Sabah
namazının ilk vakti fecrin ağarmaya başladığı zamandan güneşin
doğacağı zamana kadardır.[232]” buyurmuştur.
2-Enes (r.a.) (ö.93/712), Zeyd b. Sabit’ten (r.a.)
(ö.45/665) Peygamber ile beraber sahur yemeği yediklerini, sonra namaza
durduklarını nakletmiş; Enes, “Sahur yemeği ile namaz arasında ne kadar
zaman geçtiğini” sormuş, Zeyd; “Elli veya altmış âyet okuyacak
kadar”[233]; diğer bir
nakle göre; “Elli âyet okuyacak
kadar”,
diye cevap vermiştir[234]
Bir
de Allah Rasûlünün “Sabah namazında altmış ile yüz âyet kadar
okurdu[235]” diye
nakledilmektedir. et-Taberânî’nin (ö.360/970) bir rivayetinde “Kaaf ve bunun
gibi sûreler” diye geçmektedir[236]. Bu rivayetler
bize sabah namazı vaktinin ne kadar sürdüğünün tespitine yardımcı olmaktadır.
3-Bir gün Rasûlullah’ın Enes’e (r.a.) (ö.93/712) “Ey Enes
oruç tutmak istiyorum. Bana bir şeyler getir de yiyeyim” dediğini, o da ona
hurma ve içinde su bulunan bir kap getirdiğini, bunun Bilâl’in (r.a.) ezan
okumasından sonra olduğunu, ardından Rasûlullah’ın “Ey Enes, bak benimle
beraber yiyecek kimse var mı?” buyurduğunu; o da Zeyd b. Sâbit’i çağırdığını,
onun da gelip Rasûlullah ile beraber sahur yaptığını, sonra kalkıp iki rekât
namaz kıldığını, ardından namaza çıktığını, bunun üzerine “ezanla sahur arasında
ne kadar vardı” diye sorduğunu “Elli veya altmış âyet okuyacak
kadar” diye cevap verdiğini nakleder. Burada kastedilen ezanın İbn Ümmi
Mektûm’un ezanıdır. Çünkü Bilâl fecirden önce, İbn Ümmi Mektûm ise fecir
doğduğu zaman ezan okurdu[237].
4-Süleyman b. Büreyde’nin (r.a.) babasından naklettiğine
göre, bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) geldi ve “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Şu iki gün bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu.
Sabah namazı vakti girince Bilâl’e emretti fecir doğunca ezan okudu…
Ertesi gün yine Bilâl’e emretti, ortalığın ağarmasına kadar sabah namazını
geciktirdi[238].
5-Âişe’den (r.a.) nakledildiğine göre: Rasûlullah (s.a.v.)
ile beraber bazı kadınlar sabah namazını kılar ve dağılırlardı. Kadınlar
elbiselerine bürünmüş olarak geçerlerken alaca karanlık dolayısıyla tanınmazlardı.[239]
5-Câbir b. Abdillah bir soru üzerine verdiği cevapta
“Peygamber (s.a.v.) Sabah namazını karanlıkta kıldırırdı.” demiştir[240].
6-Sehl b. Sa‘d’den (r.a.) nakledilmiştir: “Ailem ile
birlikte sahur yemeğini yerdim; sonra da sabah namazını Rasûlullah ile
beraber kılmaya yetiştirebilmem için evimden acele ile çıkardım.”[241] demektedir.
İbn
Hacer’in (ö.852/1448) belirttiğine göre Buhârî birinci hadisten ‘sabah
namazının ilk vaktinin fecrin doğuşu’ olduğu sonucunu çıkarmıştır. Çünkü bu
vakit yeme ve içmenin haram olduğu vakittir. Sahurdan ayrılıp namaza girmek
arasında elli veya altmış kadar âyet okuyacak kadar bir zaman geçmiştir. Bu da
yaklaşık bir saatin beşte birinin üçte biri kadar bir zamandır.[242] Günümüz
ifadesiyle yaklaşık dört-beş dakika eder. Bu da bir abdest alacak kadar bir
zamandır Ancak abdest taharetle beraber düşünüldüğünde bu on-onbeş veya yirmi
dakika kadar bir zamana tekabül eder. Bu da bize sabah namazının ilk vaktinin
fecrin ilk doğduğu andan on- onbeş dakika sonrası olduğunu gösterir.
Anlaşıldığına göre Rasûlullah sabah namazına ğalaste yani günün ilk ışıklarında
alaca karanlıkta başlardı. Burada amaç Nebî (salla’llâhu aleyhi ve sellem)’in
sabah namazına ilk vaktinde başladığına işaret etmektir. Nebî’nin (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) sabah namazını alaca karanlıkta kılması onun genel
uygulamasıydı. İbn Mes‘ûd’dan gelen hadise göre; bir defasında sabahı isfarda
kılmış, sonra namazı vefat edinceye kadar hep alaca karanlıkta kılmıştır. Sünen
sahiplerinin naklettiği bir hadiste Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
“fecri isfâr ediniz; o ecir bakımından daha büyüktür.[243]” buyurdu.
Şâfi‘î (ö.204/820) ve başkalarına göre bundan murat fecrin doğmasının
gerçekleşmesidir. Tahâvî (ö.321/933) bunu isfâra ulaşıncaya kadar namazda
kıraati uzatmaya hamletmiştir219.
Bu
rivayetlerden sabah namazının erken kılınabileceği ve sahuru fecrin doğuşuna
yakın zamana kadar ertelemenin câiz olduğu sonucu elde edilir. Şâfi‘î
(ö.204/820), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve İshâk b. Râhûyeh (ö.238/852) sahuru
geciktirmenin yani son vaktine kadar ertelemenin müstehab olduğunu kabul
ederler[244].
Ebû
Berze el-Eslemî’nin (r.a.) “Rasûlüllah sabah namazından insan kendi yanında
oturanı tanıyacak kadar aydınlık olduğu bir zamanda çıkardı.[245]” ifadesi ile
sabah namazının taciline/erken kılınmasına istidlal edilmiştir. Çünkü insanın
yanındaki arkadaşının yüzünü tanımaya başlaması alaca karanlığın sonunda olur.
Bu da sabah namazının bitiminde olmuştur, demektir. Hz. Peygamber’in tertîl ile
okuma âdedinde olduğu ve tadîl-i erkân ile kıldığı da bilinmektedir222. Bu da namaza alaca karanlıkta iken
başlamayı gerektirir. İbnü’l-Münîr (ö.683/1285) bu hadisin Hz. ‘Aişe’nin
(ö.58/677) “karanlıktan dolayı birbirlerini tanımazlardı[246]” rivayetiyle
çeliştiğini söylemektedir. Ancak aralarındaki farkın açık olduğu, Ebû Berze’nin
“Rasûlüllah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldırdıktan sonra
bir adam namazdan ayrılır, sonra döner tanıdığı arkadaşının yüzüne bakardı da
birbirlerini tanırlardı.[247]” rivayeti yüzü
açık olup yanyana oturanların birbirlerini tanıdığı, Hz. Aişe’nin rivayeti yüzü
kapalı olanlar için söz konusu olduğu açıktır, denilerek tenkit edilmiştir[248].
İbn
Mes‘ûd hacda Müzdelife gününde; “Bugünden başka Rasûlullah’ı şu iki namazdan
başka, vaktinin dışında bir namaz kıldığını görmedim: Akşam ile yatsı namazını
birleştirdi. Sabahı da vaktinden önce kıldı.” demektedir[249]. İbn Hacer’in
(ö.852/1448) ifadesiyle bu hadis “tehir etmeden fecrin doğması ile namaza
girdiğine” hamledilir. Zeyd b. Sâbit (ö.45/665) ve Sehl b. Sa‘d’ın hadisi de
“az bir tehiri” ifade eder, yoksa “fecrin doğmasından önce namazı kıldığı”
anlamına gelmez[250].
Sahûr
(السَّحُور)
seher vaktinde yemek ve içmek demektir. Seher bir vaktin adıdır. السَّحْرُ veya السَّحَرُ gecenin sonu
sabahın hemen öncesidir. Çoğulu اسحار ’dir.
‘Gecenin
son üçte birinin fecrin doğuşuna kadar ki zamandır’ da denmiştir. Netice
itibariyle seher vakti gecenin bir parçasıdır. Hemen sabahın öncesinde yer alan
seher vaktinde yeme ve içmeye de sahûr denir[251].
1-
Sâlim
b. Abdullah Rasûlullah’ın: “Bilâl geceleyin ezan okur. İbn Ümmi Mektûm ezan
okuyuncaya kadar yiyip içmeye devam edin.” buyurduğunu nakleder. Sâlim de;
İbn Ümmi Mektûm âmâ biriydi. Ezanı okuduğunda kendisine ‘sabahladın,
sabahladın’ denirdi, demektedir[252].
2-
Semure
b. Cundeb Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakleder: “Bilâl’in ezanı sizi
sahur yemeğini yemekten alıkoymasın. Uzunlamasına yayılan şu fecir de. Ufukta
dağılarak yayılan fecre kadar yiyin”[253].
3-
Abdullah
b. Mes‘ûd Rasûlullah’ın şöyle buyurduğunu nakleder: “Bilâl’ın ezanı sizi
sahur yapmaktan alıkoymasın. Çünkü o, gece namazı kılmakta olanınızı sahura
döndürmek, uyuyanınızı uyandırmak için ezan okur. Sabah namazını ilân etmek
için değil.[254]”
4-
Kays
b. Talk babasından naklettiğine göre babası Talk, Rasûlullah (s.a.v.): “Yiyiniz,
içiniz, “السَّاطِعُ الْمُصْعِدُ” yukarı doğru yükselerek parlayan fecir
sizi sahurdan alıkoymasın; “حَتىَّ یَعْتَرِضَ لكَُمُ
الأَْحْمَرُ” kırmızılık
doğuncaya kadar yiyiniz, içiniz.” buyurdu,
demektedir231F[255].
Hadislerden
anlaşıldığına göre; söz konusu edilen çift ezan okumanın sahur ifadesinden
Ramazan ayına has bir uygulama olduğu kabul edilebilir. Bu durumda Bilâl-i
Habeşî’nin (r.a.) okuduğu ezan sabah namazı vaktinin girdiğini ilân değil, gece
namazı kılmakta olanların namaza dalıp sahûru kaçırmamalarını ihtar etmek ve
sahûra dönmelerini sağlamak, uyanamayanları sahûr için uyandırmaktır. Veya
Ramazan ayına has bir uygulama değil, genel bir uygulamadır. Bu durumda nafile
oruç
tutmak her zaman mümkün olup tutanlar da mevcut olduğu için gece namazı
kılmakta olan ve oruç tutmak isteyenleri sahûra yönlendirmek veya sabah
namazına daha dinç gitmek için istirahate döndürmek, uyuyanları uyandırıp
abdest almak ya da yıkanmak gibi hazırlık yapmalarına imkân sağlamak ve sabah
namazına katılmalarını temin etmek için olduğunu söylemek mümkündür.
Yine
görüldüğü gibi İbn Ümmi Mektûm’un, Bilâl’den sonra bir ezan daha okuduğu ve bu
ezanın sabah vaktinin girdiğine delâlet ettiği, oruca başlama ve sabah namazına
durma konusunda birinci ezanın bir hükmü olmadığı, itibar ikinci ezana olduğu
anlaşılmaktadır.
Âlimler,
ufukta beliren bu kırmızılıktan maksadın fecr-i sâdık olduğunu söylemişlerdir.
Hz. Peygamber’in hadisindeki “kırmızılık doğuncaya kadar” ifadesini de şöyle
izah etmişlerdir: Fecr-i sâdıkın doğması tamamlanıp, aydınlığı yayılınca,
kırmızılığın ilk görüntüleri ortaya çıkar. İşte Rasûlullah buna işaret
etmiştir. Hattâbî (ö.388/998) bu hadisi şerh ederken şunları söyler:
“Kırmızının manası; kırmızılığın ilk görüntülerinin, yayılan beyazlık arasına
girmesidir. Çünkü ikinci fecrin doğuşu tamamlanınca, ilk kırmızılıklar
görünmeye başlar. Sabahta hem beyazlık hem de kırmızılık vardır.[256]”
Sonuç
itibariyle ikinci fecrin doğmasından güneşin doğmasına kadar olan süre, sabah
namazının vaktidir. İkinci fecir; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan
bir aydınlıktır. Bununla sabah namazı vakti girmiş, yatsı namazının vakti
çıkmış ve oruç tutacaklar için oruç ibadeti başlamış olur. Bu yüzden buna
“fecr-i sadık” denir. Bunun zıddı, birinci fecirdir. Bu, doğu ufkunun ortasında
yükseklere doğru, iki tarafı karanlık ve uzunlamasına bir hat şeklinde yayılan
bir beyazlıktır. Bu beyazlık kısa bir süre sonra kaybolur ve kendisini bir
karanlık izler. Bundan sonra ikinci fecir doğar. Bu birinci fecre, sabahın
gerçekten girdiğini göstermemesi ve yalancı bir aydınlık olması sebebiyle
“fecr-i kâzib” adı verilmiştir. Bu fecir gece hükmündedir. Bununla ne yatsı
namazı çıkmış ve ne de sabah namazı vakti girmiş olur. Oruç tutacakların bu
süre içinde yiyip içmeleri de câizdir.
Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: Fecir (şafak) iki tanedir. Biri yemeyi içmeyi
haram kılan ve kendisinde namaz kılmayı helâl kılan fecirdir. Diğeri ise, sabah
namazını kılmak câiz olmayan, fakat yemek içmek helâl olan fecr-i kâzibtir”[257]. “Sabah
namazının vakti ikinci fecrin/fecr-i sâdıkın doğmasından,
güneşin
doğuşuna kadardır”[258]
2.2.1.4.
Sabah
Namazının Son Vakti
Burada
zikredeceğimiz rivayetler normal ve acil durumlarda sabah namazının
son vakitlerini gösteren
rivayetlerdir.
1-Ebû Hureyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.)
“…Sabah namazının son
vakti güneşin doğacağı zamandır.[259]”
2-Ebû Berze (r.a.): “Peygamber (s.a.v.) sabah namazını her
birimiz yanında oturanı tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman kıldırır, bu
namazda altmıştan yüz
âyete kadar Kur’ân okurdu.” demiştir[260].
3-
Hz.
‘Âişe’den şöyle nakledilmiştir: Mümine kadınlar Rasûlullah ile beraber sabah
namazında hazır bulunurlar, sonra namazı kıldıklarında evlerine dönerlerdi de
daha henüz ortalık alaca karanlık olduğundan dolayı onları kimse
tanımazdı[261]
4-
Rafi’
b. Hadîç (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle
buyurduğunu işittim: “Sabah
namazını gün ağarınca kılın; o anda kılmanın
mükâfatı daha büyüktür[262].
Bu
rivayetler sabah namazını, sahurun bitiminden sonra sabah namazının ilk
vaktinde değil de biraz daha geciktirerek, Ramazan dışı normal zamanlarda
kılınan vakti ifade ederler.
Birinci
hadis sabah namazının insanların birbirlerini tanıyacak kadar bir aydınlıkta
kılındığını ve altmış veya yüz kadar âyetin okunduğunu belirtmekle daha güneşin
doğmasına hayli bir zamanın bulunduğunu ifade eder. Anlaşıldığına göre dara
düşmeden, güneş doğmadan önce rahat bir şekilde namazın bitirilmesi gerekir.
Tirmîzî
(ö.279/893); Peygamber (s.a.v.)’in ashabından ve tabiînden pek çok ilim
adamının “Sabah namazının günün ağarmasıyla” kılınması gerektiği
görüşünde olduklarını, Sûfyân es-Sevrî’nin de bu görüşte olduğunu; Şâfi‘î
(ö.204/819), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve İshâk b. Râhûyeh’in (ö.238/852)
“günün ağarması/isfâr, aydınlığın apaçık ortaya çıkması olduğunu, namazın
geciktirilmesi olmadığını”, dediklerini nakleder[263].
Sabah namazının son vakti konusunda ihtilaf edilmiştir.
İbn Abbas’ın naklettiği isfarla ilgili hadisin zahirine bakarak Şafi‘î sabah
namazının isfar vaktinde kılınması refah içinde yaşayanlar ve özrü
bulunmayanlar içindir; Kim güneş doğmadan önce sabah namazının bir rekâtını
kılarsa sabah namazını kaçırmamış olur; ancak bu özür sahibi olanlar ve zarûrî
durumlar için söz konusudur, der. İmâm Mâlik ve Ahmed b. Hanbel de “kim sabah
namazının bir rekâtını kılar ve o esnada gineş doğarsa diğerini ona ilâve eder ve
sabah namazını idrak etmiş olur, demekte; Ebû Hurayra’nin hadisinin zahirine
istinaden onu namaza yetişmiş kabul etmektedirler. Ashabu’r-rey ise sabah
namazının bir rekâtını kılıp da üzerine güneş doğan kimsenin namazı fasit olur,
demektedirler[264].
Sonuç
olarak sabah namazının son vakti ğüneş doğmadan öncesine kadardır.
2.2.1.5.
Zarûrî
Durumlarda Sabah Namazının En Son Kılınma Vakti
Yukarıda
bahsedilen sabah namazının bitirilme vakti normal durumlar için söz konusudur.
Hz. Peygamber sebepsiz bir şekilde namazı geciktirmeyi yasaklamıştır. Şöyle ki:
1-
İbn
Ömer (r.a.) (ö.74/693) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): “Kılacağınız namaz
için güneşin doğma zamanını… gözetlemeyiniz.” buyurdu[265]. Diğer bir
naklinde İbn Ömer; “Nebî (s.a.v.) güneş doğarken ve batarken namaz kılmaktan
nehyetti.” Dedi243.
Ancak uyuya kalındığında
veya zarûrî durumlarda güneş doğmadan önce sabah namazından bir rekât
yetiştirenlerin namazı yetiştirmiş sayılacağını ifade eden hadisler vardır.
2-
Ebû
Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.); “Her kim güneş doğmadan
önce sabah namazından bir rekâtı yetiştirirse/idrâk ederse, o sabah
namazını yetiştirmiş/idrâk etmiş olur.” buyurdu244. Bu rivayet “Kim namazın bir rekâtına
yetişirse[266]” şeklinde bütün
namazları kapsayacak şekilde genel bir ifade ile de nakledilmiştir.
3-Ebû Hureyre (r.a.) bir diğer naklinde şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.): “Kim sabah namazından bir secdeyi güneş doğmadan
önce yetiştirirse, namaza yetişmiştir.” buyurdu[267].
İdrâk
etmek bir şeye ulaşmaktır. Bir rekâta yetişmiş olmak vakte yetiştiğine
hamledilir. Diğer rekâtı kıldığında namazı tamamlanmış olur. Cumhurun görüşü
budur. Ed-Derâverdî’nin Zeyd b. Eslem’den rivayeti bunu tasrih etmektedir.
Beyhakî (ö.458/1065) bunu iki vecihten rivayet etmiştir. Lafzı; “Kim güneş
doğmadan önce sabah namazının bir rekâtını, battıktan sonra da bir rekâtını
idrâk ederse namazı idrâk etmiş olur.” şeklindedir[268].
Nesâî’den
(ö.303/915) başka bir vecihle gelen rivayetinde, “kim namzlardan bir namazın
bir rekâtını idrak etmişse namazın tamamını idrak etmiştir. Ancak o kaçırdığını
kaza eder.[269]” şeklindedir.
Beyhakî’nin
başka bir vecihten “kim güneş doğmadan önce sabahın bir rekâtını idrak ederse
diğerini de kılsın.”[270] şeklindedir.
İbn
Hacer (ö.852/1448) burada Tahâvî’ye bir red olduğunu söyler. Tahâvî namazın bir
rekâtına yetişmeyi sabînin ihtilam yani çocukluktan kurtulup buluğa ermesine,
hâizin temizlenmesine, kâfirin Müslüman olmasına ve benzeri hallere has kılar.
Nitekim Hanefîlere göre kim sabahın sadece bir rekâtını vaktinde yetişirse
namazı bozulur. Çünkü böyle bir kişi namazı ancak kerahet vaktinde tamamlamış
olur. Kerahet ise farzı ve nafileyi birlikte ele alır[271].
Tirmizî
(ö.279/892); Şâfi‘î (ö.204/819), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve İshâk b.
Râhûyeh’in (ö.238/852) sabah namazının bir rekâtını güneş doğmadan önce
yetiştirenin tamamına yetişmiş olacağı konusu “uyuya kalıp uyandığında” veya
“unutup da hatırladığında” güneş doğmak veya batmak üzere iken namaz kılmak
durumunda olan özür sahipleri için söz konusu olduğu görüşünde olduklarını
ifade eder[272].
Ebû
Hanîfe (ö.150/767) “Kim sabah namazında iken güneş üzerine doğarsa namazı batıl
olur252.” diyerek buna
muhalefet eder. O, güneşin doğma esnasında namaz kılmayı nehyeden hadislerle
ihticac eder. Mesela “Güneş doğarken şeytanın boynuzuyla beraber doğar.[273]” “Peygamber
(s.a.v) sabahtan sonra güneş doğuncaya kadar namaz kılmaktan nehyetti[274].” “Sizden
biriniz namaz kılmak için güneşin doğma ve batma analarını beklemesin[275]” gibi hadisler
zikredilebilir.
İbn
Hacer’in (ö.852/1448) ifadesiyle bazıları güneş doğarken namaz kılmayı nehyeden
hadislerin bu hadisi nesh ettiğini iddia etmektedir. Bu da delile muhtaç
olan
bir iddiadır. Çünkü ihtimal ile neshe gidilmez. Hâlbuki iki grup hadisin
arasını cem etmek mümkündür. Şöyle ki: Nehiy hadisleri sebepsiz olarak bu
vakitlerde kılınan nafile namazlara hamledilir. Şüphe yok ki tahsîs nesh
iddiasından daha evlâdır. Bu durumda hadisin mefhumu şöyle olur: Kim bir namazı
bir rekâttan daha az idrak ederse vakti idrak etmiş olmaz[276].
Ebû
Hureyre’nin naklettiği “kim namazın bir rekâtına yetişirse namaza yetişmiş
olur.”[277] hadisi hakkında
bazıları “vakit içinde yetiştiği eda, vaktin dışında kıldığı kazadır.”
demiştir. Bazıları da “namazı idrak etmiş olur” lakin hükmen edâya dâhil olur.
Burada ittifakla nakledilen şöyle bir görüş var: “Bir rekât kılamayacak kadar
namazı özürsüz tehir etmek câiz değildir”[278].
Güneşin
doğmasından önce sabah namazının bir rekâtı kılındıktan sonra güneş doğarsa,
namaz bâtıl olmayıp tamamlanması lâzım geldiğine fakîhlerin ittifakı vardır.
Sabah namazı hakkında cumhurun görüşü budur. Yalnız Hanefîler, sabah namazı
tamamlanmadan güneş doğarsa namazın bâtıl olduğu görüşündedirler. Vakit
namazını özürsüz olarak böyle dar zamana kadar geri bırakmak günahtır.
Netice olarak şöyle söylemek mümkündür: Birinci rivayette
sabah namazının güneşin doğma zamanına kadar geciktirilmesi yasaklanmıştır. Bu
yasak namazı bilinçli bir şekilde güneşin doğma anına denk getirmekle
alakalıdır. Uyanamama veya bir zarurete bağlı olarak güneşin doğma anına kadar
gecikmiş bir namazın güneş doğmadan önce bir rekâtının yetiştirilmiş olması
kâfidir. Bilinçli geciktirme yasağı güneşe tapanlara benzememek içindir.
Kerahet vakitlerinde namaz kılmayı kesinlikle men edenler, bilinçli geciktirme
kastı olsun veya olmasın, bu vakitlerde namaz kılmayı tahrîmen mekruh kabul
ederler. Kerahet vakitlerinde namaz kılmayı câiz görenler ise sabah namazından
sonra namaz kılmanın keraheti yalnız güneşin doğmasını namaz için
gözetleyenlere mahsustur, derler[279].
Öğle
vakti genellikle “zuhr” olarak ifade edilir. Zevâl vakti ve öğle namazı
anlamına gelir[280]. Bu başlık altında öğle namazına işaret eden öncelikle
âyetlere daha sonra da hadislere yer verilecektir.
2.2.2.1.
Öğle
Namazının Kur’ân’dan Delilleri
Âyelerde
öğle namazı vaktine en açık olarak “dülûlükü’ş-şems” ve “gündüzleri tesbih et”
şeklinde temas edilmiştir.
1-
“Gündüzün
iki ucunda …namaz kıl…[281]”
2-
“Güneşin
sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı ikaame et!..[282]”
3-
“… Rabbini
hamd ile tesbih et; …gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin
rızasına eresin.[283]”
4-
“Hamd,
O’nadır; göklerde de yerde de, günün sonunda da, öğleye erdiğiniz
vakitte de”[284].
5-
“Rabbini…
güneşin batışından önce hamd ile tesbih et.[285]”
Hz.
Peygamber’in kıldığı namazlara bakıldığında bütün bu âyetlerin ifade ettiği
namazlar içerisinde öğle namazının da bulunduğu açıktır.
Hz.
Peygamber’in ikinci âyeti nasıl anlayıp uyguladığına bakmadan yorumsuz ve lafzî
mana verildiğinde gün içerisinde güneşin batıya yöneldiği andan gecenin
kararmasına kadar aralıksız sürekli namaz kılınacağı şeklinde anlaşılabilir.
Görüldüğü
gibi Kur’ân âyetlerinde direkt veya dolaylı olarak öğle namazına işaret
edilmekle beraber namaz ya da tesbihin ne kadar ve hangi zaman aralığında
yapılacağı açıkça ifade edilmemiştir. Bütün bunlar beyan görevi ile Hz.
Peygamber’e yani sünnete bırakılmıştır.
2.2.2.2.
Öğle
Namazının İlk Vakti
Âyetlerde
öğle namazının başlangıç anı kesin ve net bir şekilde belirtilmemiştir. Âyette
vaktin başlangıcı olarak “dülükü’ş-şems” ile temas edilmiş olmakla beraber
hakkında değişik yorumlar yapılmıştır. Ancak öğle namazının başlama vaktini
açıkça ortaya koyan hayli hadisler vardır.
1-Ebû Hureyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.): “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri vardır. Öğle
namazının ilk vakti güneşin batıya kaymasından başlayıp ikindi vaktinin
girmesine kadardır.[286]”
2-Abdullah b. ‘Amr’dan (r.a.) (ö.63/682) rivayet edildiğine
göre Rasûlullah (s.a.v.): “Öğlenin vakti güneş zevâlden batıya kayınca
başlayıp ikindi vakti girmeden, bir insanın gölgesi kendi uzunluğu oluncaya
kadardır.” buyurdu[287]
3-Enes (r.a)’den (ö.93/712) rivâyete göre, Rasûlullah
(s.a.v), güneş zevâlden batıya kayınca çıkar ve cemaate öğle namazını
kıldırırdı.[288]” demektedir.
Buhârî (ö.256/869) ve Nesâî (ö.303/915), Enes b. Mâlik’in (ö.93/712) bu
rivayetini “ حِینَ زَاغَتِ الشَّمْسُ”, Tirmizî (ö.279/892) “حِینَ زَالَتِ الشَّمْسُ” ifadesiyle
nakletmiştir.
4-Süleyman b. Büreyde (r.a.) babasından rivâyet ettiğine
göre, Rasûlullah’a (s.a.v.) bir adam geldi ve “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.) de: “Bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu. …Öğle namazı
vakti gelince Bilâl’e emretti güneş batıya kayınca öğle ezanını okudu ve
öğle namazını kıldırdı… Ertesi gün yine Bilâl’e emretti, sonra havanın serinlemesine
kadar bekleyerek öğleyi serinlikte kıldırdı[289].
5-Seyyar b. Selâme şöyle demiştir: Ben ve babam, Ebû Berze
el-Eslemî (r.a.)’nin yanına gittik. Babam ona: Rasûlullah farz yazılmış namazı
nasıl kılardı?
diye
sordu. Ebû Berze; “Rasûlullah, sizin ûlâ namazı diyegeldiğiniz öğle namazını,
güneş tam tepe noktasından batıya kayınca kılardı …”, dedi[290].
6-‘Âişe (r.a.): “Öğle
namazını Rasûlullah (s.a.v.), Ebû Bekir ve Ömer’den daha erken kılanı görmedim.[291]”
demiştir.
7-
Muhammed b. ‘Amr İbni’l-Hasen b. Alî şöyle demiştir: Haccâc
Medine’ye geldiğinde, biz Câbir b. Abdillah’a namaz vaktini sorduk. Câbir de
şöyle cevap verdi: Peygamber (s.a.v.) öğleyi zevâlden
sonra gündüzün sıcağında… kıldırırdı272. Câbir burada “كَانَ یصَلي الظُّھْرَ بالْھَاجرَةِ” ifadesini kullanmaktadır.
“Hâcira” öğle sıcağı,
aşırı sıcaklık, güneş zevalde iken gün ortası veya sıcaklık şiddetlendiğinde
gün ortası demektir[292].
8-Enes b. Mâlik (r.a.); “Biz Rasûlullah’ın arkasında öğle
namazlarını kıldığımız zamanlarda sıcaktan korunmak için elbiselerimiz
üzerine secde ederdik.274” demektedir.
Bu
nakiller, Hz. Peygamber ve ashabının öğle namazını zevâlin ardından, sıcağın
şiddetli zamanında, ilk vaktinde kıldıklarına delâlet eder[293].
Güneşin
batıya meylettiği vakitler günün en sıcak anlarıdır. Çok sıcak olan günlerde
namazı kılmak için havanın biraz serinlemesini beklemek câizdir.
Bu
durumda öğle vaktinin başlangıcı zevâl vaktidir. Zevâl vakti güneşin gündüzün
ortasını geçip batı yönüne meyletmesinin başlangıcıdır. Buhârî “Vaktu’z- zuhri
‘inde’z-zevâl[294]” şeklinde
attığı başlıkla bunu ifade etmekle beraber İbn Hacer’in (ö.852/1448) ifadesiyle
bazı Kûfelilerin “namazı ilk vaktinde kılmak gerekmez” yönündeki iddialarını da
reddetmektedir. İbn Battâl (ö.449/1057), Kerhî’nin (ö.340/951)) Ebû Hanîfe’den
naklettiği “namazı ilk vaktinde kılmak nafile
olarak
vâki olmuştur” görüşüne bütün ulemanın muhalif olduğunu nakleder. Hanefîlerden
maruf olan bu görüş zayıftır, der[295].
Zevâl
vakti öğle namazı vaktinin ilk anlarını ifade ettiği için, öğleyi serinliğe
bırakmayı ihtiva eden hadislere ters değildir.
Hadiste
belirtildiği gibi[296] bazıları öğlenin
ilk vaktinin “bir gölge ayakkabı bağı kadar uzadığı zamandır” demişlerdir. “Hz.
Peygamber öğleyi hâcirede/öğle sıcağında kılardı[297]” hadisi de
diğer hadisi desteklemektedir. Hâcira, günün yarısında sıcaklığın
şiddetlenmesidir. Hecr’den dolayı böyle ifade edilmiştir. Hecr terk demektir.
Çünkü insanlar sıcaklığın şiddetlenmesinden dolayı faaliyetlerini/çalışmalarını
terk eder ve kaylule uykusuna yatarlar[298].
Güneşin
zevâli öğle vaktinin başlangıcıdır. Çünkü Hz. Peygamber’in bundan önce öğle
namazını kıldığı nakledilmemiştir. İcma da böyle gerçekleşmiştir. Ancak
zevalden önce öğleyi kılmanın câiz olduğu yönünde bazı sahabîlerden çok eski
bir ihtilaf da nakledilmiştir. Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh’den Cuma
hakkında da buna benzer bir görüş nakledilmiştir[299].
Hadiste
ki “Güneş batıya yönelince kılardı[300]” ifadesi öğleyi
ilk vaktinde kılardı demektir. Bu da ya serin olduğu zamanlar böyleydi veya
serin vakti bekleme emrinden önceydi denmektedir. Veya serin vakti bekleme
şartlarının bulunmaması durumundadır. Çünkü ibrâd yani serin vakti bekleme
sıcaklığın şiddetli olduğu durumlara hastır. Veya câiz olduğunu beyan içindir.
Fazilet vaktin ilk anlarındadır, diyenler, bunun zahirini esas almıştır. Bu da
ancak vakit girmeden önce abdest gibi gereken hazırlıkları önceden yapmakla
mümkün olur. Bu fazilet namaz vakti girdiğinde namazın sebeplerinden başka
şeylerle uğraşmayan, meşgul olmayanlar için hâsıl olur[301].
İbn
Hacer, (ö.852/1448) Nebî (s.a.v.)’in beş vakit namazın farziyetinin ardından
İsrâ Gecesinde sabaha ulaştığında o gün Cebrâil (a.s.)’ın indiğini, güneş
batıya
kaydığı bir esnada ona
ilk olarak öğle namazını kıldırdığını; ardından Allah Rasûlünün da namaz için
ashabını toplayıp namaz kıldırdığını, Cebrâil (a.s.)’ın Hz. Peygamber’e ilk
kıldırdığı namaz öğle namazı olduğu284 için bu namaza
ûlâ
dendiğini
nakleder[302].
Beş
vakit namazın farz kılınmasının ardından Cebrâil’in ilk kıldırdığı namaz,
zuhur/öğle namazı olduğu için, bu namaza “Salâtu’l-ulâ: Ulâ Namazı” denilmiştir[303]. Ancak ilk
kıldırdığı namazın ikindi namazı olduğunu söyleyenler de vardır[304].
Öğle
namazının ilk vakti konusunda Ebû Hureyre (r.a.)’den nakledilen, Rasûlullah’ın
(s.a.v.) “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri vardır. Öğle namazının ilk
vakti güneşin batıya kaymasından başlayıp ikindi vaktinin
girişine kadardır. [305]” sözü en
açıklayıcı niteliktedir.
Sonuç
itibariyle öğle vakti, güneşin gökyüzünde çıktığı en yüksek noktadan batıya
doğru meyletmesiyle başlar ve her şeyin gölgesinin bir misli uzamasına kadar
devam eder. Cisimlerin, güneş tam tepe noktada iken yere düşen gölgesi (fey-i
zevâl), bunun dışındadır. Öğlenin bu vaktine “asr-ı evvel” denir. Bu, Ebû Yûsuf
(ö.182/798), İmam Muhammed (ö.189/804), Şâfi‘î (ö.204/), Mâlik (ö.179/795) ve
Ahmed b. Hanbel’in (ö.241/855) görüşüdür. Ebû Hanîfe’ye (ö.150/767) göre ise,
öğlenin vakti, fey-i zevâl dışında, cisimlerin gölgesi, iki misli uzayıncaya
kadar devam eder. Bununla öğle namazı vakti çıkmış, ikindi vakti girmiş olur.
Buna “asr-ı
sânî” denir.
Cisimlerin
gölgelerinin misli hesaplanırken, zevâl vaktinde bu cisimlerin
sahip oldukları gölge
uzunluğu, uzayan gölgeye ilâve edilir.
Çoğunluk
fakihlerin delili şu hadistir: Cebrâil aleyhisselâm, Hz. Peygamber’e
namaz
vakitlerini öğretirken, ikinci gün her şeyin gölgesi bir misli olduğu
zaman
öğle namazını kıldırmıştır[306].
Ebû Hanîfe’nin delili ise, Hz. Peygamber’in şu hadisidir:
“Öğle namazını hava serinlediği zaman kılınız. Çünkü öğle vaktindeki sıcaklığın
şiddeti, cehennemin sıcaklığını andırır”[307]. Arabistan yöresinde sıcağın en şiddetli olduğu zaman,
her şeyin gölgesinin bir misli olduğu zamandır. Bu yüzden öğleyi yazın serine
bırakmak (ibrâd) müstahap sayılmıştır[308].
Cuma
namazının vakti de, tam öğle namazının vakti gibidir.
2.2.2.3.
Öğle
Namazının Geciktirilmesi
Namazların
vaktinde kılınması arzu edilendir. Ancak bazı zarurî veya meşakkat arzeden
durumlarda namazların vaktinin geciktirilmesine cevaz verilmiştir. Bu
namazların başında öğle gelir.
Sıcaklığın
aşırı olduğu ve günün en sıcak anları güneş tepede iken öğle saatlerine denk
geldiği için ümmetine her yönüyle merhametli olan Hz. Peygamber’in öğle
namazlarını geciktirerek serin vakte kaydırdığını görmekteyiz.
1-Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Çok sıcak günlerde öğle namazını
biraz geciktirin çünkü sıcağın şiddeti Cehennemin kaynamasındandır.[309]”
2-Süleyman b. Büreyde (r.a.) babasından rivâyet ettiğine
göre, Rasûlullah’a (s.a.v.) bir adam geldi ve “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah da (s.a.v.); “Bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu. …Öğle namazı
vakti gelince Bilâl’e emretti güneş batıya kayınca öğle ezanını okudu ve
öğle namazını kıldırdı… Ertesi gün yine Bilâl’e emretti, sonra havanın serinlemesine
kadar bekleyerek öğleyi serinlikte
3-Enes
b. Mâlik (r.a)’ten rivâyet edildiğine göre; “Rasûlullah (s.a.v), Sicak
günlerde namazı geciktirir soğuk günlerde ise erken kılardı.294”
4-
00
Zerr (r.a.)’den (6.32/652) rivâyet edildiğine göre; Rasûlullah (s.a.v.), bir
yolculukta Bilâl ile beraberdi. Bilâl namaz İçin kamet getirmek istedi.
Rasûlullah (s.a.v.); “Biraz bekle hava serinlesin.” Buyurdu. Bilâl biraz
sonra tekrar kamet getinnek isteyince, Rasûlullah (s.a.v.) tekrar; “öğle
namazı İçin biraz serinliği bekle” buyurdu. 01 Zerr diyor ki: Sonunda
tepelerin gölgelerini görmeye başladık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kamet
getirtip namaz kıldırdı ve ardından; “Sıcaklığın şiddeti Cehennem’in
kükremesindendir. öğle namazı İçin sıcaklarda havanın serinlemesini bekleyin.[310]” buyurdu.
92011
(Ö.204/819), “Öğle namazım havanın serinlemesine kadar geciktirmek uzak yerden
cemaat gelecek mescidler içindir. Kendi başına kılan veya mahalle mescidinde
kılanlar İçin namazın geciktirilmemesi benim İçin daha uygundur.”
demektedir296.
111110121
(6.279/892) de “Şiddetli sıcaklarda öğle namazım geciktirmek daha güzel ve
sünnete de uygundur. 9201110111 “uzaktan gelenler İçin bir ruhsattır” görüşüne
00 Zerr’in naklettiği hadis, ters düşmektedir. Çünkü 01 Zerr hadisinde; “Bilâl
öğle namazı İçin ezan okumak istedi de Peygamber (s.a.v.) ،geciktir, biraz hava
serinlesin!’” buyurmuştur. Mesele 921111211 dediği gibi olsaydı öğle
namazının havanın serinlemesine kadar geciktirilmesinde bir mana kalmazdı çünkü
cemaatin hepsi bir arada bulunmaktaydı, dolayısıyla namaza gitmek İçin uzun yol
gitmeye ihtiyaçları yoktu.[311]
demektedir.
Hadiste
ifade edilen İbrâd, öğle namazım ilk vaktinde kılnıayıp ortalığın biraz
serinlediği zamana kadar 80 0111110101111298 10 تم. Nitekim sıcakta cemaate gitmek zor ve
meşakkatlidir.
Ümmete kolaylık olsun diye buna ruhsat verilmiştir. Hadiste yer alan “Şüphesiz
Yeryüzünde sıcaklığın şiddeti cehennemin kaynamasındandır[312]” ifadesi de
hakikat değil kinâye ve mecaz kabilindendir300.
Öğle
namazını serinde kılmak tabii ki zevâl öncesi değil, zevâl sonrasıdır. Çünkü
ibrâd/serinleme vakti öğle sıcağının hararetinin ve güneşin yakıcı etkisinin
azaldığı vakittir. Ayrıca sıcaklık olmadan da serinleme olmaz. Zira önce
sıcaklık şiddetlenecek ki daha sonra serinlikten bahsedilebilsin[313].
Havanın
serinleme vaktine kadar öğle namazını geciktirme emri müstehaptır. Ancak bu
emrin vücub ifade ettiğini söyleyenler de vardır. Kirmânî vücub ifade etmediği
hükmü üzerinde icma olduğunu belirtir. İbn Hacer (ö.852/1448) de şiddetli
sıcaklıkta öğle namazını havanın serinleme ve hararetinin kırılma vaktine kadar
tehir etmenin ulemanın cumhuruna göre müstehap olduğunu nakleder. Bazıları
bunun cemaat halinde kılınan namaza has olduğunu söylemiştir. Tek başına namaz
kılındığında gerçekte acele etmek yani ilk vaktinde kılmak daha faziletlidir.
Mâlikîlerin çoğunluğu bu görüştedir. Şâfi‘îler de bu görüştedir. Ancak bunu
sıcak bölgelere has kılarlar. Ayrıca bunu yukarıda Tirmizî’nin de belirtiği
gibi cemaatin mescidden uzak olup cemaat halinde kıldıkları zamanla
kayıtlarlar. Kapalı ya da siperli bir yerde oldukları zaman aslolan ilk
vaktinde kılmaktır. Ahmed b. Hanbel’den gelen meşhur görüşe göre takyîd ve
tahsîs olmadan ta‘cîl veya te’hîr, yani ilk vaktinde veya geciktirerek kılmak
eşit durumdadır[314].
“Öğleyi
serinde kılınız[315]” ifadesi
“sıcaklık şiddetli olmadığı zaman havanın serinlemesini beklemek meşru olmaz,
sıcak günlerde hava serinlenene kadar namazı te’hir edin” demektir. Çünkü ibrâd
genel mana taşımadığı gibi, secde halinde alınlara güneşten yanmış toprağın
eziyet verme illetine mebnidir. Hz. Enes’in “Biz Rasûlüllah’ın arkasında öğle
namazında namaz kıldığımız zaman sıcaklık korkusuyla
elbiselerimizin
üzerine secde ederdik.”[316] hadisi bunu
ifade eder. Hadiste ayrıca “seferde iken ibrâdin emredildiği[317]” görülmektedir.
Dolayısıyla namaz kılana sıcaklıktan dolayı bir eziyet söz konusu değilse
namazın geciktirilmesinden de söz edilemez.
Hadisteki
“Sıcaklık şiddetlenince namazı hava serinlenince kılınız306“ ifadesi sıcaklık şiddetli olmadığı
zaman ibrâd meşru olmaz demektir[318].
Bazıları
ibrâd sıcaklığı yerden zâil/yok etmediği için öğleyi ta‘cîl etmenin yani ilk
vaktinde kılmanın mutlak olarak daha efdal olduğunu, ancak ibrâdin “namazı ilk
vaktinde kılınız” anlamına geldiğini, gündüzün serinlemesi ilk vakti olduğunu
söylemişlerdir. İbn Hacer (ö.852/1448) bunun uzak bir tevil olduğunu, çünkü
hadiste “sıcaklığın şiddeti cehennemin kaynamasındandır”, buyurulduğunu ifade
etmektedir. Bazıları “buradaki illet matlubun te’hîr olduğuna delalet eder”,
demişlerdir[319].
Hz.
Peygamber’in “bekle, bekle! [320]” emrinin
maksadının ibrâd, dolayısıyla te’hîr olduğunu, Habbâb’ın “biz yerin
sıcaklığından dolayı alınlarımız ve avuçlarımız yanıyor” diye şikâyet ettik
fakat şikâyetimizi gidermedi, bize cevap vermedi. Bize ibrâda cevaz verdi”,
sözü teyid eder. Zıt gibi gözüken ta‘cîl ve te’hîr hadislerinin arasını cem
edenler şöyle diyorlar: İbrâd ruhsattır, ta‘cîl daha faziletlidir. Emrin irşat
amaçlı olduğu görüşünde olanlar böyle söylüyorlar. Aksini savunanlar ibrâdin
daha faziletli olduğunu söylerler. Habbâb’ın hadisi cevaza delalet eder. Bu da
emrin vücub ifade etmediğini gösterir[321].
İbn
Hacer’e (ö.852/1448) göre en güzel cevap el-Mâzerî’nin (ö.536/1141) dediğidir.
Şöyle ki: “Namazın ilk vaktinde kılınmasının faziletinden bahseden hadisler
genel veya mutlaktır. İbrâd emri ise hastır ve mukaddemdir. Ta‘cîl daha
meşakkatlidir dolayısıyla daha faziletlidir diyenlerin görüşüne iltifat yoktur.
Çünkü
efdaliyet
zorluğa münhasır değildir. Bazen daha hafif olan daha faziletli olabilir.
Seferde namazı kısaltmak gibi[322]”.
Sıcaklığın
şiddeti namazı geciktirmenin meşruiyetidir. Hikmeti huşuyu alıp götürdüğü için
meşakkati defetmek olduğu da açıktır. Dolayısıyla ibrâdin hikmeti meşakkati def
etmektir[323].
Burada
şunu da belirtmek gerekir ki sıcaklıktan dolayı namazı geciktirmenin de bir
ölçüsü vardır. Enes b. Mâlik (ö.179/795), “namazın kılınması müstehap olan
vaktin dışına çıkarılmasını “namazın zayi edilmesi”313 olarak ifade etmektedir. el- Muhalleb
(ö.435/1043) bunu böyle yorumlamıştır. Yoksa namazın vaktin dışına çıkarılması
değildir[324].
Sonuç
olarak öğle namazının normal günlerde ilk vaktinde kılmak, sıcak günlerde ibrad
etmek yani havanın serinlemesini beklemek caizdir.
Bir sefer
esnasında Hz. Peygamber’in öğle namazını geciktirerek serin vakitte
kıldırmıştır. Bu hususla ilgili rivayet şu şekilde geçmektedir:
Ebû
Zerr (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre; Bilâl, bir yolculukta Rasûlullah
(s.a.v.), ile beraberdi. Bilâl namaz için kamet getirmek istedi. Rasûlullah
(s.a.v.); “Biraz bekle hava serinlesin.” Buyurdu. Bilâl biraz sonra
tekrar kamet getirmek isteyince, Rasûlullah (s.a.v.) tekrar; “Öğle namazı
için serinliği bekle” buyurdu. Ebû Zerr diyor ki: Sonunda tepelerin
gölgelerini görmeye başladık. Sonra Rasûlullah (s.a.v.) kamet getirtip namaz
kıldırdı ve ardından; “Sıcaklığın şiddeti Cehennem’in kükremesindendir. Öğle
namazı için sıcak günlerde havanın serinlemesini bekleyin.[325]” buyurdu.
Buhârî
bu rivayeti şu ifadelerle nakleder: Ebû Zerr el-Gıfârî (r.a.) şöyle demiştir:
Biz Peygamber’le birlikte bir seferde bulunuyorduk. Müezzin öğle namazı için
ezan okumak istedi. Peygamber (salla’llâhu aleyhi ve sellem) “Serinliği
bekle!” buyurdu. Bir müddet sonra müezzin yine ezan okumak istedi.
Peygamber yine: “Serinliği bekle!” buyurdu. Nihayet müezzin, biz
tepelerin gölgelerini uzanmış gördüğümüz zamana kadar bekledi. Bunun üzerine
Peygamber: “Şüphesiz sıcağın şiddeti cehennemin kaynamasındandır.
Binâenaleyh sıcak şiddetlendiği zaman namazı serinliğe bırakın!” buyurdu[326].
Namazı
serinliğe bırakmanın illeti, Hz. Peygamber tarafından beyan edildiği üzere,
sıcaktan hâsıl olan ezâ ve meşakkattir. Dolayısıyla sıcaklığın verdiği meşakkat
hususunda hazarın seferden farkı yoktur. Serinliğe bırakmaktaki müstehâblık
sefere hasredilmiş de değildir.
Buhârî
(ö.256/869) “Seferde Namazı İbrâd Etmek/Havanın Serinlemesine Kadar Geciktirmek[327]” şeklinde bir
başlık açmıştır. İbn Hacer’in (ö.852/1448) ifadesiyle Buhârî bu başlıkla
ibrâdin sadece hazara mahsus olmadığını beyan etmeyi murad etmiştir. Bunun
mahalli, yolcu konakladığı zamandır. Yolcu yaya seyir hâlinde olduğu zaman
bunda cem-i takdîm veya cem-i te’hîr yapabilir[328].
Âlimler
serinliğe bırakmanın nihâî vakti konusunda ihtilaf etmişlerdir. Gölgeler zevâl
gölgesinden/fey-i zevâlden sonra bir zirâ‘ oluncaya kadar; boyun dörtte biri
oluncaya kadar, üçte biri oluncaya kadar, yarısı oluncaya kadar ve bundan başka
görüşler de ileri sürülmüştür. Mâzerî vaktin sonuna kadar uzamaması şartıyla
hallerin değişikliğine göre geciktirme vakitlerinin de değişebileceğini söyler.
Bunun son anı gölgelerin bir misli oluncaya kadardır. Ancak bu bir misle
eşitlikten kasıt zahir olmadığı andan itibaren tepe tarafından gölgenin uzadığı
miktardır. Bir de bu seferde olur. Belki de bu öğle vaktinin sonudur ki ikindi
ile birleşir[329].
Kısaca
seferde sıcaklığın sebep olacağı meşakkatten dolayı öğle namazı serinliğe
bırakılarak kılınabilir.
2.2.2.4.
Öğle
Namazının Son Vakti
Öğle
namazının son vaktini ifade eden hayli rivayetler vardır. Örneğin;
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri
vardır. Öğle namazının ilk vakti güneşin batıya kaymasından başlayıp ikindi
vaktinin girişine kadardır... [330]”
2-Ebû Hureyre (r.a)’den rivâyet edilen diğer bir nakle
göre, Cebrâil (a.s.) gelip Hz. Peygamber’e iki gün üst üste namazların ilk ve
son vakitlerini bizzat kıldırarak öğrettiğinde Rasûlullah (s.a.v) şöyle
buyurdu: “Bu Cibril’dir, dininizi öğretmek için gelmiştir. …Öğle namazını güneş
batıya kayınca kıldı… Ertesi gün tekrar geldi …öğle namazını her şeyin
gölgesi kendisi kadar bir misli olunca kıldırdı. Sonra şöyle dedi: Namazlar
dünkü kıldığın vakitler ile bu günkü kıldığın vakitler arasındadır. Namazların
kılınacağı ilk ve son vakitler bunlardır.[331]”
3-İbn ‘Abbâs’ın (r.a.) (ö.68/687) bu hadisi,
Rasûlullah’tan (s.a.v.); “Cibril (a.s), Ka‘be’nin yanında bana iki kez imam
oldu. İlk seferinde, güneş batıya kayıp gölgesi takunya tasması kadarken öğle
namazını,.. ikinci seferinde her şeyin gölgesi kendi boyu kadar bir misli olunca,
bir önceki seferde ikindiyi kıldırdığı vakitte öğle namazını; …kıldırdı.
Sonra da bana dönüp şöyle dedi. Ey Muhammed bu iki vakit arasında namaz kılma
genişliği ve serbestliği senden önceki Peygamberlere tanınan vakitler gibi olup
sana da bu iki vakit arasında namaz kılabilmen mümkün olmuştur.322” şeklinde nakli biraz daha açıklayıcı
niteliktedir.
Bu
hadîsin zahirine bakarak İmâm Mâlik, Süfyân es-Sevrî, Şâfi‘î, Ahmed b. Hanbel,
Ebû Yûsuf, İmam Muhammed ve Ebû Hanîfe öğlenin son vaktinin gölgeler iki
misli oluncaya kadar olduğunu söylemişlerdir. İbn Mübârek ve İshâk b.
Râhûyeh öğlenin son vaktini ikindinin ilk vaktine kadar olduğunu
söylemiştir[332].
4-Abdullah b. Mes‘ûd (r.a)’den rivâyet edildiğine göre;
“Rasûlullah (s.a.v), yaz günlerinde öğle namazını gölge üç beş ayak
uzayınca; kış aylarında ise beş yedi ayak uzayınca kılardı.[333]”
Bu rivayet mevsimlere göre
güneşin yükseklik ve alçaklığı yani yörüngesinin değişeceğini buna bağlı olarak
gün ortasında fey-i zevâlin yani güneşin istiva (tam tepede iken) halinde iken
mevcut gölgesinin boyutu değişeceğini, bir misli gölgenin fey-i zevâle ilaveten
hesap edilmesi gerektiğini gösterir.
Buradaki
geciktirme ikindi namazının ilk vaktine kadardır. Öğle namazını bitirdiğinde
ardından ikindi namazının vakti girer[334].
Buhârî’nin
(ö.256/869) attığı başlığa göre ikindi ile öğle arasında fasıla yoktur. Ancak
bunu açıkça ifade etmemiştir. Şâfi‘î (ö.204/819) “öğle vakti ile ikindi vakti
arasında bir fasıla vardır ki bu vakit ne ikindiye aittir ne de öğleye aittir.”
demiştir. Fakat bu görüş mezhep kitaplarında Şâfi‘î’den bilinmemektedir. Ondan
“öğle vaktinin sonu ikindi vaktinin başı ile ayrılır” görüşü menkuldür. Ancak
bununla muradı iştiraki yani ortak vakit alanının bulunmadığını ifade etmektir.
İbn ‘Abbâs’ın “öğlenin vakti ikindiye, ikindinin vakti akşama kadardır” sözü
buna delalet eder. Dolayısıyla öğle ile ikindide iştirak olmadığı gibi ikindi
ile akşam vakitlerinde de iştirak/ortak alan yoktur[335].
Öğle namazının son vakti konusunda yeri olması nedeniyle
Ebû Hurayra (r.a.)’den nakledilen, Rasûlullah’ın (s.a.v.) “Namaz
vakitlerinin ilk ve son vakitleri vardır. Öğle namazının ilk vakti güneşin
batıya kaymasından başlayıp ikindi vaktinin girmesinine kadardır.[336]” sözünü burada tekrar zikretmekte fayda
var.
2.2.2.5.
Öğle
İle İkindiyi Cem Etmek
Rivayetlere
bakıldığında Hz. Peygamber’in bazı durumlarda öğle ile ikindiyi cem ettiği
görülmektedir.
2.2.2.5.1.
Hazarda
( Mukîm
Olunduğunda)
Hz.
Peygamber’in seferde olduğu gibi hazarda da bazı durumlarda namazları cem
ettiği görülmektedir. Örneğin;
1-
İbn
‘Abbâs (r.a.) (ö.68/687)[337], şöyle
demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) Medîne’de korkulacak bir şey
yokken, yağmur da yağmadığı hâlde öğle ile ikindiyi, akşam
ile yatsıyı birlikte cem ederek kıldı”. İbn ‘Abbâs’a “Rasûlullah
(s.a.v.) böyle yapmakla neyi murad etti?” diye soruldu. O da; “Ümmetini
meşakkate sokmamak istedi” dedi[338].
2-İbn ‘Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) öğle ile
ikindiyi (birlikte), … sekiz rek‘ât olarak kıldırdı330. Eyyûb es-Sahtiyânî Câbir’e:
Muhtemelen bu yağmurlu bir günde olmuştur, dedi. Câbir de muhtemeldir,
dedi331.
3-
İbn
‘Abbâs (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v) ile beraber Medine’de sekiz
rekât bir arada (öğle ile ikindi) yedi rekâtta bir arada (akşam ile
yatsıyı) kıldım, öğleyi geciktirip ikindiyi acele etti. Akşamı
geciktirip yatsıyı acele etti[339].
4-Yine İbn ‘Abbâs (r.a)’den nakledildiğine göre, bizzat
kendisi Basra’da meşgul olduğu bir zaman da öğle ile ikindiyi bir
arada kıldı, arada başka bir namaz kılmadı. Sonra akşam ile yatsıyı bir
arada kıldı ve arasında başka bir namaz kılmadı. Bu işi meşguliyetinden dolayı
yapmıştı ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v) ile birlikte öğle ile ikindiyi bir
arada kıldım ve arasında başka bir namaz kılmamıştım[340].
Bu
rivayetler öğle ile ikindinin cem edilerek kılınabileceğini göstermektedir. Cem
olayında da cem-i teh’hir söz konusudur. Cem edilecek öğle ile ikindi
namazlarında öğle geciktirilerek ikindi vakti içerisinde birleştirilerek
kılındığı görülmektedir.
Birinci
rivayette cemin korku ve aşırı yağmur gibi herhangi bir sebep zikredilmemiştir.
Ancak sebebi sorulduğunda “muhtemelen ümmetini meşakkate sokmak istememiştir”
dendiğine göre belli ki meşakkati gerektiren bir durum söz konusudur. İkinci
rivayette hazarda yapılan cemin “muhtemelen bu yağmurlu bir günde olmuştur”
ifadesi de hiçbir sebep yokken cem yapılmadığı ve bunun da nadiren yapıldığı
anlaşılmaktadır. Yoksa namaz vakitlerinin bir anlamı kalmamış olur.
Üçüncü
rivayet cemin takdim mi yoksa tehir şeklinde mi yapıldığını göstermektedir.
Görüldüğü gibi hazarda öğle ile ikindinin cemi cem-i tehir şeklinde
gerçeklemiştir.
Dördüncü
rivayet İbn ‘Abbâs’ın bir uygulaması olarak âcil bir meşguliyetten dolayı öğle
ile ikindinin cem edilebileceğini ve bunu sünnetten yani Hz. Peygamber’in bir
uygulaması olarak bildiğini ifade etmektedir.
Tirmîzî’nin
ifadesiyle bazı ilim ehli, yolculuk ve Arafat dışında iki namazı
cem etmemek üzere amel etmiştir. Tâbiînden bazı âlimler hasta olan bir
kimsenin iki vakit namazı bir arada kılabileceğine ruhsat vermişlerdir. Ahmed
b. Hanbel (ö.241/855) ile İshâk b. Râhûyeh (ö.238/852) bu görüştedir. Bazı
âlimler aşırı yağmurda da iki namazın cem edilebileceğini
söylemişlerdir. Şâfi‘î (ö.204/819), Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûyeh bu
görüştedir. Ancak Şâfi‘î hastanın iki namazı cem etme görüşünde değildir[341].
Hanefîler
ise Buhârî (ö.256/869) ile Müslim’de (ö.261/874) Abdullah b. Mes‘ûd’dan rivayet
edilen “Rasûlullah’ın Cem’den/Müzdelife’den başka yerde vaktinin hâricinde
hiçbir namaz kıldığını görmedim. Cem’de, yani Müzdelife’de akşam ile yatsıyı
beraber kıldırdı ve ertesi gün sabah namazını vaktinden evvel kıldırdı[342]” hadisine
dayanırlar ve bu hadis, hazarda ve seferde herhangi iki namazı
cem
etmenin cevazına işaret eden bütün hadisler ile ameli iptal etmiştir,
derler336. Cem ile ilgili
sahih hadisleri de, cem olunan namazların -öncekini son vaktine te’hîr, diğeri
de, ilk vaktinde kılınmak suretiyle ta‘cîl edilmesinden dolayı- bir
araya getirilmiş gibi göründüklerini ve hakikatte her namaz vaktinde kılınmış
olduğunu ileri sürerler. Burada iki namazı bir vakte cem etmenin kastedilmediği
ifade edilmektedir[343].
Hastaya
gelince; İmâm Şâfi‘î’nin meşhur olan kavli ile ekseri ulemâya göre hastalık
sebebi ile namazı cem ederek kılmak câiz değildir. İmâm Ahmed b. Hanbel ile
Şâfi‘îlerden bazılarına göre câizdir.
Abdullah
b. Ömer’in (r.a.) yalnız akşamla yatsıyı zikrederek öğle ile ikindiyi
söylememesi makamın müsaadesizliğindendir. Çünkü eşinin vefatı üzerine acele
yetişmesi istenmiş; o da acele ile akşamla yatsıyı beraber kılarak cenazeye
gitmiş. Onun için yalnız akşamla yatsının ceminin câiz olduğu ifade edilmiştir.
Konu
ile ilgili hususlar maddeler hâlinde şu şekilde sıralanabilir:
1-Seferde olduğu gibi hazarda da öğle ile ikindiyi, akşamla
yatsıyı sûr-i cem ile beraber kılmak câizdir.
2-Bazıları bunu; “Yağmur gibi bir özürden dolayı câizdir.”
şeklinde te’vîl etmişlerdir. Hadisin bâzı rivayetlerinin sonundaki “Hiç bir
korku ve sefer olmaksızın.338” kaydı da bunu
te’yîd eder. Onun için İmâm Mâlik bu gibi rivayetler hakkında: “Ben, bunun
yağmur hakkında olduğunu zannediyorum.339” demiştir.
Hattâbî’nin
(ö.388/998) belirttiğine göre, hazarda yağmur sebebi ile iki namazın cem
edilmesi âlimler arasında ihtilaflıdır. Seleften bir cemaate göre, câizdir.
Abdullah b. Ömer (r.a.) bu görüşte olduğu gibi Hz. ‘Urve b. ez-Zübeyr
(ö.94/713) de aşırı yağmurlarda namazları cem ederek kıldığı nakleledilir. Saîd
b. el-Müseyyeb (ö.94/712), Ömer b. Abdilâzîz (ö.101/719), Ebû Bekir b.
Abdirrahmân (ö.94/712), Ebû Seleme (ö.104/722) ve Medîne fakihlerinin
genellikle görüşleri budur. İmâm Mâlik (ö.179/795), Şâfi‘î (ö.204/819) ve Ahmed
b. Hanbel (ö.241/855) de aynı
görüşü
tercih etmişlerdir. Yalnız İmâm Şâfi‘î, namazın cem sureti ile sahih olabilmesi
için yağmurun namaza başlarken devam etmesini şart koşmuştur. Bu şartta, Ebû
Sevr (ö.240/854) de İmâm Şâfi‘î ile beraberdir. Diğer âlimler böyle bir şart
koşmamıştır. İmâm Mâlik yağmura tutulan kimsenin, çamur ve karanlıkta
namazlarını cem ederek kılabileceği görüşündedir. Halife Ömer b. Abdilazîz’in
görüşü de budur. Evzâî (ö.159/795) ile Hanefîler’e göre, yağmura tutulan kimse
her namazı vaktinde kılar[344].
4-
Bazıları
bu hadisi yorumlarken: “Öğleyi kıldığı sırada hava bulutluymuş, sonra açılmış
ve ikindinin girdiği anlaşılmış; arkasından onu da kılmıştır.” Demişlerdir.
‘Aynî bu yorumun batıl olduğunu söyler. Çünkü mezkûr te’vîl öğle ile ikindiye
bir nebze uyuyorsa da akşam ile yatsıya ihtimali yoktur[345].
5-
Diğer
221 âlimler bu 601111 yağmur veya o mânâda bir özürden dolayı yapıldığını
söylemişlerdir. Nevevî (ö.676/1277), Ahmed b. Hanbel ile Şâfi‘îler’den Kaadı
Hüseyin’in (ö.508/1114) görüşlerinin bu olduğunu; yine Şâfi‘î âlimlerinden
Hattâbî (ö.388/998), Mütevellî (ö.498/1104) ve Rûyânî’nin (ö.501/1107) bu
görüşü tercih ettiklerini söylemektedir. Fakat ‘Aynî (ö.855/1451) bu yorumun da
zayıf ve hadisin zahirine muhalif olduğunu söylemektedir. Ona göre hadîsi
yağmur gibi bir özürle kayıtlamak, “müreccehsiz tercihte bulunmak”tır. Bu ise
bâtıldır[346].
6-
٠٨٧1١٧٥
göre bu konudaki yorumların en güzeli 1420001101 yorumudur. Hanefîler Arafat
ile Müzdelife’den başka bütün cemleri cem-i sûrî yani şeklî cem olarak
yorumlamışlardır yâni; “Bu cemden murad, birinci namazı vaktinin sonunda
kılmış; ikinci namazı da vakti girer girmez edâ etmiştir. Bu suretle her iki
namaz da kendi vaktinde kılınmakla beraber zahire göre iki namaz bir arada
kılınmış sayılmıştır.” demişlerdir[347].
Hattâbî’nin
belirttiğine göre âlimlerin çoğu iki namazın cem edilebileceğini
söylemişlerdir. Bu cemi dilediği iki namazdan birinin vaktinde yapabilir.
Dilerse ikindiyi öne alır ikindi ile öğleyi öğle vaktinin içinde kılar, dilerse
öğleyi geciktirir
öğle
ile ikindiyi ikindinin vakti içinde kılar[348].
7-
Sonuç
olarak bir grup âlim, bu hadislerle istidlal ederek seferiliğin yanı sıra bir
ihtiyaçtan dolayı hazarda da iki namazın cem edilerek kılınabileceğini
söylemiş; ancak bunun âdet hâline getirilmemesini şart koşmuştur. İbn Sîrîn
(ö.110/728) ile Rabî‘a (ö.136/753), Eşheb (ö.204/819), İbnü’l-Münzir
(ö.309/921) ve Kaffâl-i Kebîr’in (ö.365/975) görüşleri budur. Aynı görüşü
Hattâbî (ö.388/998) birçok hadis imamından naklettiği belirtilmektedir.
Bunların delili İbn ‘Abbâs’ın (r.a.); “Rasûlullah (s.a.v.) bunu, ümmetini
meşakkate sokmamak için yaptı.345” demiş
olmasıdır. Buna benzer bir söz İbn Mes‘ûd (r.a.)’dan da merfû olarak rivayet
edilmiştir. Ancak mezkûr hadis hakkında Hattâbî; “Bu hadîs ile fukahânın
ekserisi amel etmezler.” demiş; Tirmizî (ö.279/892) de; “Benim kitabımda İbn
‘Abbâs’ın korku ve yağmur yokken Medîne’de namazların cem edilerek kılındığını
bildiren hadîsinden başka ulemânın ittifakla terk ettikleri bir hadis yoktur.”
şeklinde beyanda bulunmuştur[349].
Hz.
Peygamber’in seferde namazları cem ettiği hadislerde belirtilmiştir. Bunları şu
şekilde sıralamak mümkündür:
1-
Enes
(r.a.), şöyle demiştir: “Rasûlüllah (s.a.v.) gün devrilmeden önce yola
çıkarsa, öğleyi ikindi vaktine te’hîr eder, sonra hayvanından
inerek, ikisini birden kılardı. Yola çıkmadan önce gün devrilirse öğle namazını
kılar sonra (hayvanına) binerdi.[350]”
2-
Enes’den
(r.a.) nakledilen bir diğer rivayete göre; “Rasûlullah (s.a.v) seferde acele
ettiği zaman öğleyi, ikindinin ilk vaktine kadar te’hîr eder;
müteakiben aralarını cem ederdi. Akşam namazını da te’hîr eder tâ şafak
kaybolduğu vakit, onu yatsı ile beraber kılardı[351].
3-
Enes
(r.a.) başka bir naklinde şöyle demiştir: “Peygamber (s.a.v.) seferde iki
namazı birden kılmak istediği vakit öğleyi, ikindinin ilk
vakti girinceye kadar te’hîr eder, sonra ikisini birden kılardı.[352]”
4-
‘Âmir b. Vâsıle Ebû’t-Tufeyl, Mu‘âz b. Cebel’den
nakletmiştir. Mu‘âz b. Cebel dedi ki: “Rasûlullah (s.a.v.) Tebûk gazasında
öğle ile ikindiyi ve akşamla yatsıyı cem ederek kıldı.” Ben:
Acaba onu, buna sevk eden nedir?” diye sordum. Muâz: Ümmetini meşakkate
sokmamak istedi... dedi[353].
5-
Câbir
b. Abdullah (r.a)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v),
hacc’da yürüdü, Arafat’a vardığında kendisi için Nemire denilen yerde
hazırlanmış çadırına indi. Güneş tepeden batıya kayınca Kusva isimli
devesinin hazırlanmasını emretti. Devesine binip Batn-ı Nahle Vadisine gelince,
orada insanlara bir hutbe irad etti. Sonra Bilal ezan okudu ve kamet getirdi; öğleyi
kılınca tekrar kamet getirdi ve ikindi namazı da kılındı. Bu iki vakit
arasında başka bir namaz kılmadı[354].
6-İbn Şihâb Sâlim b. Abdullah’a seferde öğle ile ikindi cem
edilir mi? diye sordu. O da “Evet, bunda bir sakınca yoktur. Arafat’ta
insanların nasıl kıldığını görmedin mi?” diye cevap verdi[355].
7-Ali b. Hüseyn “Rasûlüllah (s.a.v.) gündüz yolculuk yapmak
istediğinde öğle ile ikindiyi cem ederdi.” derdi[356].
8-Kesîr b. Karavenda (r.a)’den rivâyete göre, şöyle
demiştir: “Sâlim b. Abdullah’a: Baban, Abdullah b. Ömer yolculuklarda namazları
cem eder miydi?” diye sorduk. Sâlim: “Hayır! Sadece Müzdelife’de cem ederdi”
dedi. Sonra Sâlim’in yanına geldim şunları söyledi: Hanımı Safiye, babam
Abdullah’a: “Dünya’nın son, âhiretin ilk günündeyim, ölmek üzereyim” diye bir
haber göndermişti. Babam devesine bindi ben de onunla beraberdim, süratle yol
alıyorduk. Namaz vakti daralmıştı, müezzin durumunda olan kimse “Ey Ebû Abdurrahman!
Namaz kılalım” dedi. Fakat babam yoluna devam etti, öğle ile ikindi arası
olunca konakladı.
Müezzine;
“Kamet et!” dedi. Müezzin kamet getirdi, öğleyi iki rekât olarak kılıp selâm
verdikten sonra müezzin yerinden ayrılmadan tekrar kamet getirdi. İkindi
namazını da iki rekât olarak kılıp hızlıca yola çıktı. Güneş batınca müezzin
yine; “Ey Ebû Abdurrahman! Namaz kılalım” deyince; önceki yaptığın gibi
yapacaksın dedi ve yoluna devam etti, akşam karanlığı basıp yıldızlar çoğalınca
konakladı. Müezzine; “Kamet et” dedi. Ben namaz kılacak duruma gelince akşam
namazının farzının üç rekât olarak kıldı. Müezzin yerinden ayrılmadan tekrar
kamet getirdi, yatsı namazının farzını iki rekât kıldı ve ön tarafına tek bir
selâm vererek bize döndü ve şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v): “Herhangi biriniz
geçip gideceğinden korktuğu bir işi olursa, namazlarını böyle kılsın” buyurdu[357].
Bu
rivayetler de Hz. Peygamber’in yolculukta öğle ile ikindiyi cem ettiğini
göstermektedir. Şâfi‘î ve başka birçok âlim uzun seferler için öğle ile
ikindiyi ikisinden dilediği bir vakitte cem etmeyi câiz görürler[358].
Hadislerden
anlaşıldığına göre yolculuk için namazı cem edebilmek için sefer denebilecek
bir yolculuğa niyetlenmek lazımdır. Bütün rivayetlerinde, yola çıkmadan; bir
rivayetinde “sefer için yola çıkmadan”şeklinde bahsedildiğine göre yola
çıkmanın sefer kastı ile mukayyet olduğu anlaşılmaktadır. Şu hâlde şehir
haricindeki bağ ve bostana gitmek buradaki hükümden hariçtir. Yani böyle
yerlere gidileceği zaman iki namazın cem edilmesi mevzubahis değildir[359].
Bazılarına
göre sefer dolayısıyla mutlak surette cem yapmak câiz değildir. Cem ancak
Arafat’ta, Müzdelife’de yapılır. Hasan el-Basrî (ö.110/728), İbn Sîrîn
(ö.110/728), İbrahim en-Nehaî (ö.96/714), Esved (ö.75/694), Ebû Hanife
(ö.150/767) ve diğer Hanefî imamlarının mezhepleri budur. Bir nakle göre İmâm
Mâlik de bu görüşü tercih etmiştir. İmâm-ı Azâm Ebû Hanîfe Arafatt’a öğle ile
ikindi, Müzdelifede akşam ile yatsıdan başka hiç bir yerde –ne sefer, ne
yağmur, ne hastalık ne de başka bir sebeple- cem yapmak câiz değildir,
demektedir[360].
Nevevî sahih hadisler İbn Ömer’in (ö.74/693)
“Yolculukta acele ettiği zaman akşam ile yatsıyı cem ederdi” hadisi bu görüşün
aleyhinedir. İki namazın
vakitlerinden
birinde cem ettiği açıktır. Hanefilerin “Buradaki cemden murad birinci namazı
son vaktine kadar geciktirir, diğerini de ilk vaktinde kılardı” şeklindeki
yorumunu iptal eder. Enes’in “Güneş batıya kaymadan önce yola çıkacağı zaman
öğleyi ikindinin vaktine kadar geciktirir sonra konaklar ve ikisini cem ederek
kılardı” hadisinde ikinci namazın vaktinde cem ettiği açıktır. Hele “seferde
iki namazı cem etmek istediğinde öğleyi ikindinin ilk vakti girinceye kadar
öğleyi geciktirir sonra da ikisini cem ederek kılardı” hadisi delalet açısından
çok daha açıktır, demektedir[361].
İbn
‘Abbâs’ın bu konuda değişik bir rivâyeti daha vardır. O da şöyledir: İbn ‘Abbâs
(r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Kim iki
namazı sebepsiz bir şekilde bir arada kılarsa büyük günah kapılarından birine
adım atmış olur[362].” Tirmîzî bu
hadisi naklettikten sonra hadisi rivâyet edenlerden Haneş’in künyesi Ebû Ali
er-Rahabiyyü olup adı Hüseyin b. Kays olduğunu ve hadisçilerden Ahmed b. Hanbel
ve başkalarının bu kimseyi hadis rivâyeti konusunda zayıf kabul ettiklerini
belirtir[363].
Hanefîler,
Buhârî ile Müs1im’in ittifakla Abdullah b. Mes‘ûd (ra)’dan (ö.32/652) rivayet
ettikleri hadisle istidlal ederler. Mezkûr hadiste İbn Mes‘ûd (r.a): “Ben,
Rasûlullah (s.a.v.)’in bir namazı kendi vaktinden başka bir vakitte kıldığını
görmedim. Ancak Müzdelife müstesna! Çünkü orada akşamla yatsıyı beraber kılmış;
ertesi gün sabah namazını edâ vaktinden önce kılmış idi[364]” demiştir.
Hanefîler bir de Müslim’in (ö.261/875) rivayet ettiği Ebû Katâde hadîsi ile
istidlal ederler. Bu hadiste: Rasûlullah (s.a.v.): “Uykuda bir kusur işleme
yoktur. Kusur ancak uyanıkken bir namazı, başka namazın vakti girinceye kadar
geciktirmekle olur.” buyurmuştur[365].
Arafat
ile Müzdelife’den başka yerlerde dahi iki namazın bir arada kılındığını
bildiren hadislere Tahâvî (ö.321/933), Ma‘âni’l-Âsâr adlı şerhinde şöyle cevap
verir: “Rasûlullah (s.a.v.) bunlarda birinci namazı vaktinin sonunda kılmış;
ikinci namazı da vaktinin evvelinde kılmıştır. Şu kadar var ki, her iki namazı
bir vakitte kılmıştır. İbn ‘Abbâs hadîsi de bu manayı te’yîd eder. İbn ‘Abbâs:
“Rasûlullah (s.a.v.) hiç bir korku veya yolculuk olmadığı hâlde öğle ile
ikindiyi toptan; akşamla yatsıyı da toptan kıldı.” demiştir[366].
Hadisin
bir rivayetinde de; İbn ‘Abbâs; Rasûlullah (s.a.v.) Medine’de korku veya yağmur
yokken, öğle ile ikindiyi toptan ve akşam ile yatsıyı da toptan kıldı.364” demiş, İbn ‘Abbâs’a; “Rasûlullah
(s.a.v.) bununla ne yapmak istedi?” diye sormuşlar: Ümmetine meşakkat vermemek
istemiştir.” cevabını vermiştir[367]. Tahavî, gerek
bizim ulemamızdan, gerekse muhaliflerin ulemasından hiç biri hazarda iki
namazın toptan kılınmasına cevaz vermemiştir. Bu da zikredilen cemin manası
bizim dediğimiz gibi birinci namazın teh’îr edilmesi ve ikincinin vaktinin
girer girmez kılınmasından ibaret olduğunu gösterir[368]” demektedir.
Dolayısıyla
öğleyi son vaktinde ikindiyi ilk vaktinde kılması şeklinde surî cem olması
muhtemeldir[369].
Hattabî
(ö.388/998), Hanefilerin te’vîlini reddederek, şunları söyler: “Şüphesiz iki
namazı cem ederek kılmak bir ruhsattır. Eğer mesele onların dediği gibi olsaydı
cem ederek kılmak, her iki namazı kendi vaktinde kılmaktan daha meşakkatlı
olurdu. Çünkü her namazı kendi vaktinde kılmak, cem için her iki vaktin iki
ucuna riayet ederek kılmaktan daha kolaydır. Eğer cem bu şekilde olsaydı ikindi
ile akşamı, yatsı ile sabahı
cem etmek de 6212 olurdu. Oysa bunun haram olduğu konusunda ümmette ihtilaf
yoktur.[370]”
Hanbeliler’den
ibn Kudâme (6.620/1223): “îki namazın arasım cem etmeyi sureta cem’e hamletmek
iki vecihle fasittir der. Şöyle ki:
8)
Rasûlullah’m
(s.a.v.), iki namazı, bir vakitte cem ettiği sarahaten rivayet 001
1101101911369.
b) îki namazı cem etmek, bir ruhsattır. Mesele Hanefılerin
dediği gibi olacak olursa, her namazı kendi vaktinde kılmaktan daha büyük bir
meşakkat doğacaktır. Yine cem meselesi Hanefılerin dediği gibi olursa, ikindi
ile akşamı, yatsı ile sabah namazım cem etmek mümkün olur. Hâlbuki bunların cem
sureti ile kılınmalarının haram olduğunda ulema arasında ihtilaf yoktur.
Hadisin zahiri manası ile amel etmek bu tekellüften evlâdır...” demiştir[371].
Bedruddin
،Ayni (6.855/1451), bu reddiyelere şöyle cevap verir: “Ccm’in bir ruhsat
olduğunu biz de kabul ediyoruz. Lâkin biz, bunu sûrî cem’e hamlettik. Tâ ki
haberi vâhid, 1211 olan âyete muaraza etmesin. Söz konusu âyet “Namazlara devam
edin...371” yani “onlan vakitlerinde kılın!” âyetidir. Yüce Allah: “Şüphesiz
namaz müminlerin üzerine belli vakitlerde farz kılınmıştır.[372]” buyuruyor. Bizim
görüşümüz, hem âyetle, hem de hadisle amel etmek sayılır. Muhaliflerin görüşü
ise âyetle ameli terk etmeye vanr. Nitekim onların kabul ettikleri manevi cem,
yağmur ve korku gibi özürlerden dolayı hazarda da cemin 6212 olmasını gerektirir.
Bununla beraber bunu kendileri de 6212 06111010 110115, 122510 11111211
(s.a.v.) hiç bir korku veya yağmur olmaksızın Medine’de öğle ile ikindiyi ve
akşamla yatsıyı cem ederek kıldığını bildiren ibn ،Abbâs hadisini birtakım
merdûd şekillerle te’vîl etmişlerdir. Bizim kaail olduğumuz şekilde ise hem
kitapla hem de bu babda vârid olan bütün hadislerle hiç bir te’vile gerek
kalmadan amel etmek vardır[373].
Hattâbî’nin
“Çünkü vakitlerin evvelleri ve âhirleri havassın çoğunun bile anlayamadığı
şeylerdendir...[374]” sözünü kabul
etmiyoruz. Zira namaz dinin en büyük esaslarından biridir. Kâmil bir Müslümana
dîninin en büyük erkânından biri olan namaza müteallik şeyler nasıl gizli
kalabilir? İbn Kudâme’ye (ö.620/1223) dahî aynı şekilde cevap verilir. Onun
ikindi ile akşam namazını ve yatsı ile sabah namazını cem hakkındaki kıyası da
bâtıldır. Çünkü arada mülâzemet yoktur. Sonra bizim kabul ettiğimiz şekilde
Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözünü sıyânet etmemek değil, bilakis sıyânet etmek
vardır... [375]”
Arafat’la
Müzdelife’den başka yerlerde de iki namazı cem ederek toptan kılmanın câiz
olduğunu kabul edenlere göre, cemin nasıl yapılacağını İmâm Nevevî (ö.676/1277)
şöyle anlatır: “Şâfi‘î ile ekseri ulemâya göre uzun seferde öğle ile ikindiyi,
hangisinin vaktinde dilerse ve yine akşamla yatsıyı hangisinin vaktinde dilerse
cem ederek kılmak câizdir. Kısa yolda cemin câiz olup olmaması hususunda
Şâfi‘î’den iki görüş rivayet olunur. Bunların en doğru olanına göre kısa yolda
cem ve kasr câiz değildir. Uzun yoldan murat 48 millik mesafedir ki mutedil
yürüyüşle iki konak eder. Konakta bulunan yolcu için efdal olan şekil, birinci
namazın vakti girdiği zaman, ondan sonra gelen namazı da onunla beraber
kılmaktır. Birinci namazın vaktinde yolda bulunur da, ondan sonraki namazın
vakti çıkmadan konağa varacağını bilen kimse için birinci namazı, ikincinin
vaktine te’hir etmek efdal olur. Bu tertibe riâyet etmeyenin, namazı da
câizdir. Yalnız efdal olan vechi terk etmiş olur[376]”.
Birinci
namazın vaktinde cem yapmanın şartı evvelâ o vaktin namazını kılmak ve namazdan
çıkmadan ceme niyet etmek, iki namazın arasını ayırmamaktır. İkinci namazın
vaktinde cem yapmak isteyenin birinci namaz vakti esnasında ceme niyet etmesi
icab eder. İkinci namaz vaktini, her iki namaza yetecek ve artacak surette
geniş tutmak yani namazları vaktin sonuna bırakmamak gerekir. Eğer cemi, niyet
etmeksizin namaz vaktini geçirmişse kendisi Allah’a âsî, kıldığı namaz da kaza
olur. Birinci namazı cem etmek niyetiyle tehir eden kimsenin, ikinci namaz
vakti
gelince
önce birinciyi kılması ve ceme niyet etmesi, ondan sonra araya hiç bir şey
karıştırmamak suretiyle ikinci namazı kılması müstehap olur[377].
Dolayısıyla yapılmış olan cemin öğleyi son vaktinde
ikindiyi de ilk vaktinde kılmak şeklinde surî cem olması muhtemeldir[378].
2.2.3.1.
İkindi
Namazının Kur’ân’dan Delilleri
İkindi
namazına işaret eden Kur’ân âyetlerini şu şekilde ele almak mümkündür:
1-“Güneşin sarkmasından gecenin kararmasına kadar namazı
ikaame et!379”
2-“Gündüzün iki ucunda … namaz kıl.[379]”
3-“Güneşin… batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et!
… ve gündüzleri de tesbih et ki Rabbinin rızasına eresin.[380]”
4-
“…günün
sonunda da …hamd O’nundur.[381]”
5-“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a
gönülden boyun eğerek namaza durun.[382]”
Birinci
ve ikinci âyetlerde namaz kılmak emredilmiş olmakla beraber işaret edilen
vakitlerde kılınacak namazların adları ve zaman aralıkları belirtilmemiştir.
Ancak gündüzün iki ucunda kılınacak namazlar içinde öğle ve ikindi namazları
olduğu açıktır. Nitekim bu namazların öğle ve ikindi namazları
olduklarını Hz. Peygamber’in bu namazını gündüzün iki ucundan/yarısından biri
olan zevâlden sonra kılmasından anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bu âyetlerde
işaret edilen namaz vakitlerinin başlangıç ve bitiş anlarını da sünnet tayin
etmektedir.
Üçüncü
âyette ifade edilen, “Güneşin batmasından önce” kılınan namaz
ikindi
namazıdır. Ancak yorum
yoluyla âyette namaza işaret ettiği belirtilen tesbihin zaman aralıkları
belirtilmemiş, teferruat sünnete bırakılmıştır.
Ayette geçen Salâtü’l- Vüsta ile hangi namazın
kastedildiği konusunda farklı görüşler ortaya konmuştur. Buna göre sabah
namazı, öğle namazı, ikindi namazı, akşam namazıdır diyenler olduğu gibi yatsı
namazı ya da beş vakit namaz içerisinden herhangi biri olduğu yönünde de
yorumlar vardır. Ayrıca Cuma, vitr, korku ya da gece namazı olduğu görüşünü
beyan edenler de olmuştur. Ancak muhaddis, fakih ve müfessirlerin büyül
çoğunluğuna göre Salâtü’l- vüsta ikindi namazıdır.
[383]
2.2.3.2.
İkindi
Namazının Başlama Vakti
Her
namaz vaktinin bir başlama vakti ( ilk vakti) ve bir de bitme vakti (son vakti
) vardır.
1-Ebû Hureyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Namaz vakitlerinin ilk ve son
vakitleri vardır. …İkindi namazının ilk vakti bu vaktin girişinden başlayıp
sonu güneşin sarardığı zamandır...[384]”
2-Süleyman b. Büreyde (r.a.)’in babasından naklettiğine
göre, Rasûlullah’a (s.a.v.) bir adam geldi ve namaz vakitlerini sordu.
Rasûlullah (s.a.v.): “Bizimle beraber kal öğrenirsin!” buyurdu. İkindi
vakti gelince Bilâl’e emretti, ezan okundu, güneş bembeyaz ve yüksekte iken
ikindi namazını kıldırdı… Ertesi gün güneşin son parlaklığı vaktine kadar
ikindiyi geciktirdi[385].
3-Enes (r.a.) şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) … ikindiyi güneş
yüksekte beyaz ve canlı iken, …kıldırırdı. ‘Avâliye gidecek olan
giderdi de güneş hâlâ yüksekte olurdu[386].
4-‘Âişe (r.a.): Rasûlullah (s.a.v.), ikindi namazını
güneş Âişe’nin odasından çıkmamış hâlde iken kılardı, demiştir[387].
5-‘Urve (ö.94/713) şöyle dedi: Yemin olsun teyzem ‘Âişe
bana, Rasûlullah’ın (s.a.v.) güneş henüz odasında iken ve gölge
odasından henüz ortaya çıkmamışken ikindiyi kılar olduğunu söyledi[388].
6-‘Âişe (r.a.): Rasûlullah (s.a.v.) ikindi namazını güneş
odama doğmuş bir vaziyette henüz gölge düşmemiş iken kılardı,
demiştir.[389].
7-‘Urve’nin (ö.94/713) naklettiğine göre, ‘Âişe (r.a.):
Peygamber (s.a.v.), güneş odamda zahirken ve henüz gölge yükselmemişken
ikindi namazını kılardı, demiştir[390].
8-Hz. ‘Âişe’den nakledildiğine göre, Rasûlullah
(s.a.v.) ikindi namazını güneş ‘Âişe’nin (r.a.) odasından henüz çıkmadan
kılardı[391].
9-Seyyar b. Selâme şöyle demiştir: Ben ve babam, Ebû Berze
el-Eslemî’nin (r.a.) yanına gittik. Babam ona: Rasûlullah farz kılınmış
namazları nasıl kılardı? diye sordu. Ebû Berze …ikindi namazını kıldırdıktan
sonra birimiz namazdan sonra Medine’nin en uzak yerindeki evine dönerdi de
güneş henüz dipdiri bulunurdu[392].
Rasûlullah
(s.a.v.) farz namazları nasıl kılardı” ifadesine verilen cevapta sabah, öğle,
ikindi, akşam, yatsı namazlarının geçip vitir namazının yer almamasından vitir
namazının farz olmadığı sonucu elde edilmiştir [393].
Güneş’in
dipdiri olması, henüz sıcağı geçmemiş, rengi değişmemiş bembeyaz olması
demektir ki, bundan, ikindinin ilk vaktinde kılınmasının müstehâb olduğu sonucu
elde edilir.
10-Enes (r.a.) şöyle demiştir: Biz ikindi namazını kılardık.
Sonra birisi ‘Amr b. ‘Avf oğulları yurduna giderdi de, onları ikindi
namazı kılarken, bulurdu[394].
‘Amr
b. ‘Avf oğulları Medîne’ye iki mil mesafede Kubâ’da otururlardı. Rençber
oldukları için ikindi namazını ilk vaktinden geri bırakarak kılarlardı.
11-Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.),
güneş henüz yüksek ve dipdiri olduğu hâlde ikindi namazını kıldırdı.
Namazdan sonra ‘Avâlî’ye gidecek olan giderdi de, onların yanına vardığında
güneş hâlâ yüksek bulunurdu. Râvî; ‘Avâlî’nin bazı yerleri Medine’ye dört mil
yahut ona yakın mesafededir, demektedir[395].
‘Avâlî,
Medîne civarında Necd tarafında meskûn olan yerlerin ismidir. En yakın yerleri
iki, en uzak yerleri altı ile sekiz mil mesafededir. Bunun için bu hadisin
râvîleri bazen dört mil takdir ettikleri gibi, bazen iki, bazen altı, mazen üç
mil dedikleri de vardır. Mesafe bildirmekten maksat, ikindi namazını
Rasûlullah’ın ilk vaktinde kıldırdığını anlatmaktır.
12-Enes b. Mâlik: Bizler ikindi namazını kılardık. Namazdan
sonra bizlerden Kuba’ya gidecek olan kimse gider, güneş hâlâ yüksekte iken
Kubâlıların yanına varırdı, demektedir[396].
Kubâ,
Medîne’nin güneyinde iki mil kadar uzaklıkta, ziraatı bol meskûn bir yerdir.
Meşhur Kubâ Mescidi oradadır.
“Nebî
(s.a.v) ikindi namazını güneş yüksek ve canlı iken kılardı[397].” ifadesi
güneşin sıcaklığı ve parlaklığına işarettir. Bu da Hz. Peygamber’in ikindiyi ilk
vaktinde kıldığına delildir. Dört mil mesafeye gidip geldikten sonra
güneşin hâlâ yüksekte ve parlak olması da Hz. Peygamber’in ikindiyi ilk
vaktinde kıldığına delildir[398].
Enes
(r.a.), Rasûlullah (s.a.v.) bize ikindiyi kıldırırdı da güneş henüz bembeyaz
olurdu. Medine’nin kenar mahallelerinden birinde oturan kavmime dönerdim de
onlara “Kalkın namazı kılın, Rasûlullah kıldı.” derdim, demektedir. Buradan
anlaşıldığına göre Enes’in kavmi ikindiyi güneş sararmadan önce kılmaz,
Rasûlullah ise ikindiyi ilk vaktinde kılardı[399].
Bir
nakle göre Enes (r.a.) ikindi vaktinin güneşin batmasına kadar altı mil
mesafeyi yürüyecek kadar bir zaman olduğunu söyler[400].
Zührî’nin
(ö.124/741) dört veya üç mil dediği nakledilir. Medine ile civar
mahallelerin arası dört veya üç mil olduğu rivayet edilmiştir. Altı mil
hatta iki mil olarak da rivayet edilmiştir. Anlaşılan en yakın mesafe iki
en uzak mesafe altı mildir. En uzağının sekiz mil olduğu da
rivayet edilmiştir[401].
“İkindi
namazını ilk vaktinde kılmaya kalkmak[402]” hadisi
hakkında Nevevî, ikindi namazından sonra güneşin parlaklığı değişmeden iki mil
veya daha fazla gitmek mümkün değildir, der. Bu hadis Ebû Hanîfe’nin hilâfına
cumhurun “ikindinin ilk vakti gölgelerin bir misli olduğu zamandır”
şeklindeki görüşüne delildir, denilmektedir[403].
13-Ebu’l-Melîh “Biz, bulutlu bir günde Büreyde ile beraber
bulunduk. O şöyle dedi: Namazı ilk vaktinde eda edin. Çünkü Peygamber (salla’llâhu
aleyhi ve sellem): “Her kim ikindi namazını (kasten) terk ederse ameli bâtıl
olur.” buyurdu, demektedir[404].
14-Büreyde’nin (r.a.) naklettiği bir hadiste Rasûlullah
(s.a.v.) “Bulutlu günde namazı erken kılınız. İkindi namazını kim kaçırırsa
ameli batıl olur.” buyurdu[405].
Bulutlu
günde namazı ilk vaktinde kılmanın hikmeti, güneşin görülmemesinden dolayı
namazı tercih edilen vaktinden sonraya bırakmak, yahut farkında olmadan güneşin
batmasına ulaşmak korkusudur. Bundan dolayı Hanefî fakîhler de bulutlu günde
ikindi namazını ilk vaktinde kılmayı müstehap görmüşlerdir[406].
Peygamber
(s.a.v.)’in ashabından bir kısım ilim sahipleri ikindi namazının ilk vaktinde
kılınması gerektiği görüşündedirler. Hz. Ömer (ö.23/643), Abdullah b.
Mes‘ûd,
‘Âişe ve Enes bunlardandır. Tâbiîn’den bir kısım âlimler de ikindi namazını
erken kılmayı tercih ederek geciktirmeyi hoş görmemişlerdir. Abdullah b.
Mübârek (ö.181/797), Şâfi‘î (ö.204/819), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) ve İshâk
b. Râhûyeh (ö.238/852) bu görüştedirler[407]. Hasan el-Basrî
de bululu günde öğleyi geciktirp ikindiyi erken vakitte kılmayı severdi[408].
Burada
“Namazın takdiminin tehirinden daha efdal olduğunu”[409] da unutmamak
gerekir.
Büreyde
bulutlu bir günde “ikindi namazını erken kılınız. Çünkü Rasûlullah (s.a.v.)
“Kim ikindi namazını terk ederse ameli batıl olur.[410]” buyurdu, dedi.
Bu hadisteki tebkîrden kasıt ikindi namazını ilk vaktinde kılmaktır. Hz. Ömer,
“Bulutlu günde öğleyi geciktirin, ikindiyi ta‘cîl edin.” söyledi[411].
“Rasûlullah
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) daha güneş Hz. ‘Aişe’nin odasından çıkmamışken
ikindiyi kılardı.” ifadesi “Rasûlullah ikindiyi ilk vaktinde kılardı” demektir413. Ancak Tahavî (ö.321/933), odanın
duvarlarının kısa olması ihtimalinden dolayı bu hadis ikindiyi ilk vaktinde
kıldığına delalet etmez. Zirâ güneş akşama yakın oluncaya kadar odasından
çıkmaz. Bu da ta‘cile değil te’hire delalet eder.” demektedir. Tahavî’nin ileri
sürdüğü bu ihtimal tenkid edilmiştir[412].
İkindi
vaktinin başlangıcı her şeyin gölgesi bir misli oluncadır.[413] Ancak Ebû Hanîfe
farklı görüştedir. Ona göre zevalden sonra gölgeler iki misli olunca
ikindi vakti başlar[414]. Kurtûbî
(ö.671/1272), Ebû Hanîfe’nin bu görüşüne bütün âlimlerin, hatta kendi
talebelerinin bile muhalefet ettiğini söyler[415].
Hadislerdeki
“Bizden birisi şehrin en uzağına gider dönerdi de güneş hâla parlak olurdu.418“, “güneş henüz odasındayken[416]” ifadeler güneşin
henüz
çekilmediğini;
“gölgeler henüz zahir olmamışken[417]” ifadesi de
“güneşin bulunduğu yerlerde gölgeler henüz zahir olmadığını” ifade eder.
“Güneşin zuhuru” odalardan çıkmaması demektir. “Gölgenin zuhuru” da odalarda
yayılması demektir. İki rivayet arasında çelişki yoktur. Gölgenin yayılması
güneşin çıkmasından sonra olur[418].
İbn
Hacer (ö.852/1448) de “ikindi namazının ilk vakti her şeyin gölgesi bir
misli olduğu zamandır.”demektedir[419].
Müslim
(ö.261/874) maksudu açık birçok hadis nakletmiş, hiçbir ilim ehli Ebû
Hanîfe’den başka muhalif bir görüş nakletmemiştir. Ondan nakledilen meşhur
görüşe göre ikindinin ilk vakti her şeyin gölgesi iki misli olduğundadır.
Kurtubî (ö.671/1272) herkesin buna muhalefet ettiğini söyler. Hatta kendi
ashabı yani öğrencileri bile. Fakat onlardan sonra gelen bir cemaat ona
taraftar olmuştur. Onlar “İş/emir ibrâd/serinlikte sabit olur. Bu da sıcaklığın
şiddeti gittikten sonra ancak hâsıl olur. Sıcaklığın harareti de bu bölgelerde
gölgeler iki misli olmadıkça gitmez. Böylece ikindinin ilk vakti gölgeler iki
misli olunca olur”, demektedirler[420].
Ebû
Zeyd (ö.430/1038) gibi bazı Hanefiler Kitâbu’l-Esrâr’da belirtildiği gibi
ikindi vakti her şeyin gölgesi iki misli olduğu zaman başlar çünkü her
şeyin gölgesi bir misli olduğu zaman başlayacak olsa öğle vakti ile eşit olur.
Öğle ile ikindi arasındaki zaman ikindi ile akşam arasındaki zamandan daha
uzundur. Bazı Hanbelilerin icma olarak naklettikleri “ikindi vakti günün dörtte
biridir” ifadesi, takrîbe hamledilir. Cumhura göre ikindinin ilk vakti
gölgelerin bir misli olduğu vakitte başlar[421].
Süfyân
es-Sevrî, Ebû Yûsuf, Muhammed ve Ahmed b. Hanbel’e göre ikindi namazının ilk
vakti güneş henüz sararmayıp her şeyin gölgesi bir misli olduğunda başlar[422].
İkindi
namazının başlangıç vaktini tayin ederken, her beldede ve her günde başka olan
“Fey’u zevâl”i de hesaba dâhil etmek gerekir. Fey’u zevâle bir şeyin bir
misli veya Hanefilere göre iki misli kadar gölge boyutu
eklendikten sonra ikindi vakti girer[423].
2.2.3.3.
İkindi
Namazının Son Vakti
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri
vardır. ..İkindi namazının ilk vakti bu vaktin girişinden başlayıp sonu güneşin
sarardığı zamandır...[424]”
2-Ebû Hurayra (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.):
“…Her kim güneş batmadan önce ikindi namazından bir rekât yetiştirirse,
o ikindi namazını yetiştirmiş olur.” buyurdu.[425]
3-Ebû Hurayra (r.a.) şöyle demiştir. Rasûlullah (s.a.v.),
“Biriniz ikindi namazından bir secdeyi gün batmadan önce yetiştirirse
namazını tamamlasın…” buyurdu[426].
Burada
secdeden kasıt rekât demektir. Bir önceki tarikle “rekât” lafzıyla rivayet
edilmiştir. Secdeden kastın Hattabî (ö.388/998) rükû ve secdesiyle tam kılınmış
bir rekât olduğunu ifade etmektedir[427].
Bu
hadis, namaz kılan bir kimse güneş batmadan önce bir rekâtı, güneş
battıktan sonra da ikinci rekâtı kılacak şekilde ikindi namazını kılsa,
bu namazın câiz olduğuna, kaza etmeye ihtiyaç olmadığına işaret eder[428].
Bütün
namazları kapsayacak şekilde Ebû Hurayra’nin bir de şöyle bir rivayeti vardır.
4-Ebû Hurayra (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.)
“Herhangi bir namazdan bir rekât yetiştirebilen, o namazı yetiştirmiş
olur.” buyurdu[429].
5-İkindi namazı için Ebu Hurayra’den nakledilen bir başka
hadiste; “kim güneş batmadan önce ikindi namazından bir rekât kılarsa
sonra geri kalanını güneş battıktan sonra tamamlarsa namazı kaçırmamış olur[430]”.
buyurulmuştur.
6-
Ebû
Hurayra’den gelen rivayet “Kim güneş batmadan önce ikindiden bir secdeyi
idrak ederse, namazı idrak etmiş olur.[431]” şeklindedir.
Yukarıda da görüldüğü gibi başka bir nakilde “namazını tamamlasın” şeklindedir[432]. Nesâî’den
başka bir vecihle gelen rivayetinde, “kim bir namazın bir rekâtını idrak
etmişse namazın tamamını idrak etmiş, ancak o kaçırdığını kaza etmiştir.[433]” şeklindedir.
Tahavî idraki sabînin ihtilam yani çocukluktan kurtulup buluğa ermesine, hâizin
temizlenmesine, kâfirin Müslüman olmasına, vb. hallere has kılmıştır. İbn Hacer
(ö.852/1448) muhtemelen Tahavî bununla mezhebini desteklemeyi murat etmiştir, demektedir[434].
Sonuç
olarak ikindi namazının vakti, öğle vaktinin çıktığı andan itibaren başlar ve
güneşin batması ile son bulur. Diğer bir ifade ile İkindi vakti; çoğunluk
müçtehitlere göre her şeyin gölgesinin bir misli, Ebû Hanîfe’ye göre ise
iki misli olduğu andan itibaren başlar ve güneşin battığı zamana kadar
devam eder. Zira Hz. Peygamber (s.a.s): “Güneş batmadan önce, ikindi namazından
bir rekâta yetişen kimse, ikindi namazına yetişmiş olur.[435]” buyurmaktadır.
Şâfi‘î’nin
ifade ettiğine göre ikindi namazının son vakti zarurî bir durum olmadıkça ve
özürsüz bir kimse için herşeyin gölgesi iki misli oluncaya kadardır. Zarurî bir
durum varsa veya özrü bulunan bir kimse için ikindinin son vakti güneş batmadan
önce bir rekât kılabilecek zamana kadardır[436].
2.2.3.4.
İkindi
Namazını Geciktirmek
Sadece
ikindi namazını değil farz olan herhangi bir namazı kasıtlı olarak geciktirmek
doğru değildir.
1-İbn Ömer; Rasûlullah (s.a.v.), “Herhangi biriniz kılacağı
namaz için güneşin doğuşu ve batışı sıralarını seçip de tam o
vakitlerde namaz kılmasın!” buyurdu, dedi[437].
2-İbn Ömer (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.):
“Kılacağınız namaz için güneşin …batma zamanını gözetlemeyiniz.” buyurdu[438].
Kasıtlı
olarak sabah namazını güneşin doğma ikindi namazını da güneşin batma anına
kadar geciktirmek mekruhtur.
3-Enes’in (r.a.) naklettiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: “Vaktinden geç kılınan namaz münafığın namazıdır. Güneşin
batması yaklaşıncaya ve güneş şeytanın iki boynuzu arasına girinceye kadar
oturur bekler sonra kuşun yem gagaladığı gibi acele olarak dört rekât namaz
kılar ve az okumak suretiyle Allah’ı da çok az zikreder.[439]”
Bu
hadiste bilinçli bir şekilde namazı geciktirip ikindi için namazı güneşin batma
anına kadar geciktirmek yasaklanmıştır. Zarurete bağlı batma zamanına kadar
gecikmiş olan bir namaz için bir rekâtını yetiştiren namazı yetiştirmiş
sayılır.
Peygamber’in
bu yasağı, güneşin batma anını bekleyen güneşe tapanlara benzememe hikmetine
mebnidir. Kerahet vakitlerinde namazı mutlaka men’ edenler, bunu müstakil
sayıp, bilinçli geciktirme kastı olsun olmasın, bu vakitlerde namaz kılmayı
tahrîmen mekruh görürler. Tecvîz edenler ise bu hadisi bundan önceki hadisin
tefsiri sayıp, ikindi namazlarından sonra namaz kılmanın keraheti yalnız namaz
için gurub vaktini gözetleyenlere mahsustur, derler[440].
Buhârî
(ö.256/869) “İkindi Namazını Kaçırmanın Günâhı444” diye bir başlık açmış; bununla
“özürsüz bir şekilde namazın cevaz vaktinden geciktirilmesi” kastedildiği ifade
edilmiştir. Çünkü “ism/günah” buna terettüp eder. Hadisin zahiri ikindi
namazını kaçırmanın çok günah olduğuna delalettir445. “İkindi namazını kaçıran kimse
ailesini ve malını kaybetmiş gibi olur.[441]” ifadesinin
sadece ikindi namazı için söz konusu olmadığı, diğer bütün farz namazlar için
de söz konusu olduğu ifade edilmektedir[442].
Buhârî
ayrıca “bulutlu günde namazı erken kılma” babı altında “kim ikindi namazını
terk ederse ameli batıl olur.[443]” şeklinde merfu
bir hadis nakletmektedir.
Hişâm’ın
nakline göre Hasan el-Basrî, bulutlu günde öğleyi ve akşamı tehir ederek,
ikindiyi de acele ile kılmayı müstehap görürdü[444].
Birçok
rivayette bu namazın “ikindi namazı” olduğu şeklinde rivayet edilmiştir[445]. İkindiye
tahsis edildiğinde bile bu ifade ile namazın vaktinin dışına çıkarılması
kastedilmiştir[446].
İbn
Abdilberr (ö.463/1071) muhtemelen bu hadis ikindi namazını soran birine verilen
bir cevap sonucu varid olmuştur. Bu, diğer namazların buna ilhak olmayacağı
anlamına gelmez, demektedir. Nevevî, bunu, illet bilinip iştirak ettiklerinde
“mansûs olamayanı mansûs olana ilhak etmek” anlamına geleceği için tenkit etmiş
ve illet bu hükümde tahakkuk etmemiştir. Dolayısıyla ikindiden başkası buna
ilhak edilemez, demektedir[447].
Bununla
beraber İbn Ebî Şeybe (ö.235/849) munkatı bir senetle Musannef’inde Ebû Kılâbe,
Ebu’d-Derdâ’dan “kim özürsüz bir şekilde farz olan bir
namazı
kaçırıncaya kadar terk ederse ameli batıl olur.”[448] şeklinde merfû
bir hadis nakletmiştir. İbn Abdilberr bu hadisle ihticac etmiştir[449].
İbn
Hibbân (ö.354/965) ve diğerleri Nevfel b. Mu‘aviye tarikiyle merfû olarak Rasûlüllah’tan,
“Kim bir namazı kaçırırsa ailesini ve malını kaybetmiş gibidir.455“ buyurduğunu naklederek rivayette
namaz tahsisi yapılmamıştır. Bu rivayetin zahiri farz namazlar hakkında umum
ifade eder. Et-Tayâlisî (ö.204/819), bunu “Kim bir namazı terk ederse ailesini
ve malını kaybetmiş gibidir.” şeklinde rivayet etmiştir456. Abdurrezzâk (ö.211/826) bunu “sizden
biriniz ailesini ve malını kaybetmesi, bir namazın vaktini kaçırmasından daha
hayırlıdır.[450]” şeklinde
rivayet etmiştir. Bunun da zahiri umum ifade etmektedir[451]. İbn Hacer
(ö.852/1448) bu rivayetin mahfuz olan şekli “namazlardan bir namaz vardır ki,
onu kim kaçırırsa ailesini ve malını kaybetmiş gibi olur.459” şeklindedir. Bu namazın hangisi
olduğu sorulduğunda “ikindi” diye cevap verilmiştir460. Yezîd b. Hârun ise “bilmiyorum”
cevabını vermiştir[452]. Ancak “Kim
namazı kaçırırsa ailesi ve malını kaybetmiş gibi olur.[453]” şeklinde genel
bir ifade ile gelen nakiller de vardır. Bazı nakillerde de “Kim ikindi namazını
kaçırırsa ailesi ve malını kaybetmiş gibi olur.[454]” şeklinde yer
almaktadır.
İbn
Cüreyc (ö.150/767), Nâfî‘’e “güneş battığı zaman mı diye sordum, evet, dedi464. Evzâî (ö.159/775) bu hadis hakkında
“ikindiyi kaçırmak güneşin sararmaya girmesidir” dedi. İbn Hacer (ö.852/1448)
bu belki de mezhebine göre ikindi vaktinin çıkmasıdır, dedi. İbn Vehb, ikindi
namazını zayi etmekten murad, muhtar olan vaktin
dışına
çıkarmaktır, der. El-Muhalleb (ö.435/1043) ve ona tâbi olan şârihler “ o
bununla cemaatle kılmayı kaçırmayı kastetmiş, güneşin sararması veya batması
şeklinde bir kaçırmayı kastetmemiştir. Eğer vaktinin tamamını kaybetmek
şeklinde olsaydı ikindiye ihtisası batıl olurdu, çünkü vaktin kaçırılması bütün
namazlar için de söz konusudur, demektedir. Bu iddia da “çünkü cemaati kaçırmak
bütün namazlar için de söz konusudur.” ifadesi ile nakzedilmiştir. Bu konuda
birçok tartışma serdedilmiş, en son “Allah namazlardan dilediğini faziletli
kılarak tahsis eder” denilerek tartışmalara son verilmiştir[455].
İbn
Hacer’in (ö.852/1448) ameli batıl olur demek “amellerin Allah’a yükseltildiği
bu vakitte ameli noksan olur” demektir. Amelden murat özellikle namazdır. O
vakitte ikindiyi kılana ecir hâsıl olmaz. Kendisi için ameli yükseltilmez.
Amelin tamamen yok olması imanı inkâr söz konusu olduğundadır[456].
Çoğunluk müçtehitlere göre, ikindi namazını güneşin
sararma vaktine kadar geciktirmek mekruhtur. Çünkü Rasûlullah (s.a.s) şöyle
buyurmuştur: “Bu vakitte kılınan namaz münafıkların namazıdır. Münafık oturup
güneşi bekler. Güneş şeytanın iki boynuzu arasına girdiği (batmaya yüz tuttuğu)
zaman, çabuk olarak ikindiyi dört rekât kılar ve sonuçta Allah’ı çok az anar”[457].
2.2.4.1.
Akşam
Namazının Kur’ân’dan Delilleri
1-“Güneşin batıya yönelmesinden gecenin
kararmasına kadar namaz kıl!468”
Âyetin
lafzından hareketle akşam namazının gecenin kararmasına ulaşan vakitteki namaz
olduğunu söylemek mümkündür.
2-“Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın saatlerinde
namaz kıl!..469”
3-“Öyle ise akşama girdiğiniz zaman …Allah’ı tesbih
edin...[458]”
2.2.4.2.
Akşam
Namazının İlk Vakti
Akşam
namazının ilk vaktinden hadislerde şöyle bahsedilmektedir.
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri
vardır. …Akşam namazının ilk vakti güneşin battığı zaman sonu ise ufukta
kızıllığın kaybolduğu zamandır…[459]”
2-Seleme b. Ekvâ’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre, o
şöyle demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) güneş batıp ufuk perdesiyle gizlendiği
zaman akşam namazını kılardı.[460]”
3-Süleyman b. Büreyde (r.a.)’in babasından rivâyete göre,
Rasûlullah (s.a.v.)’e bir adam gelerek: “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu. Akşam
namazı vakti gelince Bilâl’e emretti güneş batıda kaybolunca akşam namazı için
ezan okunmasını emretti… Ertesi gün yine Bilâl’e emrederek akşam namazını
şafağın kaybolacağı vakitte kıldı473.
Mâlik
(ö.179/795) şafak guruptan sonra batı ufkunda görünen kırmızılıktır, kırmızılık
gidince yatsı namazı vacip olur, demektedir[461].
Şafak
konusunda âlimler ihtilaf etmişlerdir. Mâlik, Sevrî (ö.161/777), Şâfi‘î
(ö.204/819), İbn Ebî Leylâ, Ebû Yûsuf (ö.182/798), Muhammed b. el-Hasan
(ö.189/804) ve Ahmed b. Hanbel (ö.241/855) “şafak kırmızılıktır” derler. Bu da
İbn Ömer’in (ö.74/693) görüşüdür. Ebû Hanîfe’ye göre “şafak beyazlıktır.” Bu da
Enes b. Mâlik ve Ebû Hurayra’den nakledilmiştir. Ömer b. Abdülziz’in
(ö.101/719) görüşü de budur. Lüğatçılar “şafak ufuktaki beyazlık ve
kırmızılığın ikisine birden verilen bir isimdir” derler[462].
4-Bir
hadiste Rasûlüllah (s.a.v) “Akşam namazının vakti şafak aydılığı düşmediği
sürecedir” buyurdu. Diğer bir nakil “Akşam namazını şafak kaybolmadan önce
kıldı” şeklindedir[463].
5-Câbir b. Abdullah “Nebî (s.a.v.) akşamı güneş batıp
gözden kaybolduğu zaman kılardı.[464]” demektedir.
6-Diğer bir naklinde: Bizler Peygamber’le beraber akşam
namazını güneş hicapla gizlendiği zaman (yani ufuk çizgisinin arkasına girip
görünmez olduğu zaman) kılardık[465]. Yani güneş
ufkun arkasına girip görünmez olduğu zaman demektir.
Tirmîzî,
Rasûlullah’ın (s.a.v.)
ashabı ve tabiînden pek çok ilim ehlinin görüşü bu olduğunu söyler. Yani “Akşam
namazını acele kılmayı tercih edip geciktirmeyi hoş görmemişlerdir.” Hatta
bazı âlimlar de şöyle demektedirler: “Akşam namazı için namaz kılınacak tek
bir vakit vardır.” Cibrîl’in Rasûlullah’a (s.a.v.) kıldırdığı namazdaki
vakte itibar ederek bu görüşe sahip olmuşlardır. İbnu’l- Mübârek ve Şâfi‘î’nin
görüşü de budur[466].
7-Râfi’ b. Hadîc (r.a.): Biz akşam namazını Peygamber ile
birlikte kılardık da, her birimiz namazdan çıktıktan sonra attığı okun
düştüğü yeri muhakkak görürdü480.
8-Enes
(r.a.) “Biz akşam namazını beraber kılardık, sonra ok atardık da bizden biri
attığı okun yerini görürdü.481” demektedir.
9-Muhammed b. ‘Amr İbni’l-Hasen b. Ali şöyle demiştir:
Haccâc Medine’ye geldiğinde, biz Câbir b. Abdillah’a (namaz vaktini) sorduk.
Câbir de şöyle dedi: Peygamber (s.a.v.) …akşamı güneş battığında ...kıldırırdı[467].
10-İbn Ömer’den nakledildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “…güneş ışınlarının batmaya başladığı vakitten gâib oluncaya
kadar namazı tehir ediniz[468]” buyurdu.
11-Ebû Mes‘ûd, Nebî (s.a..v.) akşamı güneş ufkun arkasına
düştüğünde kılardı.” demektedir[469].
12-İbn Ömer’den nakledilmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) “Güneş
ışınları batınca iyice kayboluncaya kadar namazı geciktirin.[470]” Buyurdu.
Bu
hadis güneşin tam batma anlarında namaz kılmamak gerektiğini ifade etmektedir.
Örneğin akşam namazını kılmak için güneşin tam batması gerekir. Güneşin
tam batma anına herhangi bir namazı denk getirmek doğru değildir.
Ashab;
“Rasûlullah ile beraber akşam namazını kılardık da sonra evimize dönerdik,
sonra diyarımıza gelinceye kadar birbirimize ok atardık da oklarımızın düştüğü
yerler bize gizli kalmazdı.[471]” demektedir.
Ashab namazı bitirip ayrıldıklarında henüz aydınlığın bakî kalması akşam
namazını ilk vaktinde kıldıklarını gösterir[472]. Ve akşam
namazının ilk vaktinin güneşin tam batması ile başladığı anlaşılmatadır.
ashâbu rey, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhûyeh akşam
namazı vaktinin “şafakın kaybolmasına kadar” olduğunu söylemişlerdir[473].
2.2.4.3.
Akşam
Namazının Son Vakti
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.): “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri vardır. …Akşam
namazının ilk vakti güneşin battığı zaman sonu ise ufukta kızıllığın kaybolduğu
zamandır...[474]” buyurdu.
2-Süleyman b. Büreyde (r.a.)’in babasından naklettiğine
göre, Rasûlullah (s.a.v.)’e bir adam gelerek: “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’de: “Bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu.
…Bilâl’e… güneş batıda kaybolunca akşam namazı için ezan okumasını emretti…
Ertesi gün yine Bilâl’e emretti, …akşam namazını şafağın kaybolacağı vakitte
kıldı… “Namazların vakitleri bu iki zaman arasındadır buyurdu. [475]”
3-Mersed b. Abdullah şöyle demiştir: ‘Ukbe b. ‘Âmir
Mısır’da emîr iken, Ebû Eyyûb bize gazi olarak gelmişti. ‘Ukbe akşam namazını
geciktirdi. Bunun üzerine Ebû Eyyûb kalktı ve ‘Ukbe’ye: Ya ‘Ukbe, bu ne namazı?
dedi. ‘Ukbe: Meşgul idik (işimiz vardı) dedi. Ebû Eyyûb: Rasûlullah’ın
(s.a.v.); “Ümmetim, akşam namazını yıldızlar çoğalıncaya kadar tehir
etmedikleri sürece hayır -veya fıtrat- üzere devam eder.” buyurduğunu duymadın
mı?” dedi[476].
Bu
rivayette Rasûlullah (s.a.v.) namazı geciktirmeyi hoş görmediği görülmektedir.
Akşam
namazının vakti yatsı namazının vaktine kadardır492.
Sonuç
olarak akşam namazının vakti, güneş yuvarlağının tam olarak batmasıyla başlar
ve şafağın kaybolması ile sona erer. Ebû Hanîfe’ye göre, şafak, akşamleyin batı
ufkundaki kızartıdan sonra meydana gelen beyazlıktır. Ebû Yûsuf, İmâm Muhammed
ve Hanefiler dışındaki diğer üç mezhep ile Ebû Hanîfe’den başka
bir rivayete göre ise şafak, ufukta meydana gelen
kızıllıktan ibarettir. Bu kızıllık gidince, akşam namazının vakti çıkmış olur.
Delil, İbn Ömer’in naklettiği Hz. Prygamber’in; “Şafak, ufuktaki kırmızılıktır”[477] hadisidir.
Abdurrezzâk bunu İbn Ömer’in (r.a.) sözü494, Dârekutnî
(ö.385/995) de bir naklinde Ebû Hurayra’nin495 bir naklinde de İbn
Ömer’in[478] sözü olarak nakleder.
Hanefilerde fetvaya esas olan görüş Ebû Yûsuf ve İmâm Muhammed’in görüşüdür[479].
2.2.5.1.
Yatsı
Namazının Kur’ân’dan Delilleri
1-
“… gecenin
gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl!..[480]”
Sadece
lafızdan hareketle âyette gecenin gündüze yakın olan vakitlerinde kılınacak
namazların akşam, yatsı ve sabah namazları olduğu
söylenebilir.
2-“… gece saatlerinde ve gündüzleri de tesbih et
ki Rabbinin rızasına eresin.499”
3-”Gecenin bir bölümünde ve secdelerin ardından O’nu
tesbih et![481]”
Âyette
yer alan gece vakitlerindeki tesbihten namaz olarak yatsı ve vitir
namazını anlamak mümkündür. Etraf, taraf kelimesinin çoğuludur ve manası kenar,
uç, sınır demektir; bölge manası da vardır. Âyetlerde yer alan Allah’ı
tesbihten namazın kastedildiğini Peygamberin uygulamalarından anlamaktayız.
Tefsirciler
buradaki tesbihin namaz olduğunu söylemişlerdir. İbn Zeyd âyetin “el-‘ateme”yi
yani yatsı namazını ifade ettiğini söyler. Mücâhid “el-leyl”in gecenin
tamamı olduğunu söyler. Âyetin akşam, yatsı ve sonrasını kastettiğini
söyleyenler de vardır. “Edbâre’s-sucûd”un müstakil namaz değil de nafileler
olduğu ifade
edilmiştir.
Akşam namazından sonraki iki rekât olduğunu söyleyenler de vardır[482].
‘Âteme
sözlükte karanlık demektir. Hadislerde geçen ‘atemeden murad salâtü’l-‘işâ yani
yatsı namazıdır[483].
Mekhûl,
“‘Ubâde b. Sâmit ile Seddâd b. Evs ‘işâu’l-âhira’yi/yatsıyı ufuktaki kırmızılık
kaybolduğunda kılarlardı” “bu kırmızılık da şafaktır” demektedir[484].
‘Ateme, gece vakitlerinden bir kısmının adıdır[485]. Bu vakte ‘işâ da denir505. ‘İşâ akşam
namazından başlayıp ‘atemeye kadar uzanan zamandır. ‘Atemeye ‘işâu’l- âhire de
denir ki bu sedece salâtü’l-‘işâ yani yatsı namazı için kullanılır. Bu yüzden
akşam namazına el-‘işâ denmez[486]. İbn Manzûr’un (ö.711/1311) ifadesiyle el-‘ateme mağrib
kırmızılığı kaybolduktan sonra gecenin ilk üçte birine denir. ‘İşâu’l-âhire ise
yatsı namazının vaktine denir ki, bu da yatsı namazıdır[487]. Abdurrezzâk “Vaktü’l- ‘işâi’l-âhirah” şeklinde attığı
bir başlıkla buna işaret etmektedir[488].
2.2.5.2.
Yatsı
Namazının İlk Vakti
Âyetlerde
yatsı namazı ve vaktinden açıkça bahsedilmemiştir. Hadislerde ise yatsı
namazının vaktinden şu şekilde bahsedilmiştir:
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri
vardır. …yatsı namazının ilk vakti ufuktaki kızıllığın kaybolduğu vakit
başlar...[489]”
2-Süleyman b. Büreyde (r.a.)’in babasından naklettiğine
göre, Rasûlullah (s.a.v.)’e bir adam gelerek: “Namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.)’de:
“Bizimle
beraber kal öğrenirsin” buyurdu.
Yatsı namazı vakti gelince Bilâl’e ufuktaki kızıllık kaybolunca yatsı
namazının ezanını okuması için emretti…[490].
3-Muhammed b. ‘Amr ibni’l-Hasen b. Ali şöyle demiştir:
Haccâc Medine’ye geldiğinde, biz Câbir b. Abdillah’a (namaz vaktini) sorduk.
Câbir de: Peygamber (s.a.v.) … yatsıyı bazen erken, bazen geç kıldırırdı.
Cemaati toplanmış gördüğünde erkence kıldırır; geciktiklerini gördüğünde namazı
geri bırakırdı, dedi[491].
Ömer
b. Abdülaziz yazdığı bir mektupta “Yatsı namazını ufkun beyazlığı gittiğinde
kılmalarını, bu namazı gecenin üçte birine kadar kılabileceklerini, ufuk
kaybolduktan sonra hemen kılmaları daha efdal olduğunu” ifade etmektedir[492].
Gecenin
bir parçası olan ‘ateme şafağın/güneşin batmasından sonra ufukta oluşan
kırmızılığın veya kırmızı beyaz karışımı aydınlığın kaybolmasından gecenin ilk
üçtebirine kadar geçen zamandır. Gecenin ‘atemesi şafaktaki nurun/aydınlığın
kaybolmasından sonra gelen ilk karanlıktır[493]. Bu da yatsının
ilk vaktinin başlangıcıdır.
Ebû
Mûsa el-Eş‘arî, Büreyde el-Eslemî ve Abdullah b. ‘Amr ‘işâ-i âhıranin yani
yatsinin ilk vaktinin şafakın kaybolması olduğunu söylemişlerdir. Ancak şafakın
ne olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimisi şafakın kırmızılık olduğunu
söylemiştir. Bu İbn Ömer ve İbn Abbas’tan nakledilmiştir. Mekhûl, Tâvus, İmâm
Mâlik, Süfyân es-Sevrî, İbn Ebî leylâ, Ebû Yûsuf, İmâm Muhammed, Şâfi‘î, Ahmed
b. Hanbel, İshâk b. Râhûyeh bu görüştedir[494].
Ebû
Hurayra’den nakledilen bir habere göre şafak beyazlıktır. Ömer b. Abdülaziz’den
de böyle bir haber nakledilmiştir. Ebû Hanîfe ve Evzâî bu görüştedir. Ferra
şafakın kırmızılık olduğunu söyler[495].
2.2.5.3.
Yatsı
Namazının Son Vakti
Yatsı
namazının son vakti konusunda şu hadislere yer vermek mümkündür.
1-Ebû Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre,
Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Namaz vakitlerinin ilk ve son vakitleri
vardır. …yatsı namazının ilk vakti ufuktaki kızıllığın kaybolduğu vakit
başlayıp gece yarısına kadardır...[496]”
2-Süleyman b. Büreyde’nin (r.a.) babasından rivâyete göre,
Rasûlullah’a (s.a.v.) bir adam gelerek “namaz vakitlerini” sordu.
Rasûlullah (s.a.v.); “Bizimle beraber kal öğrenirsin” buyurdu. Yatsı
namazı vakti gelince Bilâl’e ufuktaki kızıllık kaybolunca yatsı namazının
ezanını okuması için emretti. Ertesi gün yine Bilâl’e yatsı için gecenin üçte
birinde emretti ve yatsı namazı kılınmış
oldu[497]
3-‘Âişe (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) yatsı
namazını bir gece geç vakte kadar bıraktı. Nihayet Ömer (Peygamber’in
hücresine doğru) yüksek sesle: es-Salâte/namaz, (mescidde bulunan) kadınlar ve
çocuklar uyudular, diye seslendi. Bunun üzerine Rasûlullah çıktı da “Bu namazı
yer yüzü ahalisinden sizden başka hiç kimse beklemiyor” buyurdu. Râvî: (Yatsı
namazı) o zamanlarda Medine’den başka yerde kılınmazdı, dedi. Yine Râvî; O
zamanlar Müslümanlar yatsı namazını, ufuktaki kırmızılığın kaybolmasından gecenin
ilk üçte birine kadar olan vakit içinde
kılarlardı, dedi[498].
Yatsı
namazının adı hem “‘ateme” ve hem de “‘işâ” olarak geçmektedir.
“İşâ” sözlükte “gece karanlığının başlangıcı” demektir. Bu da şafağın
kaybolmasıyladır[499].
Ebû
Abdullah el-Buhârî; tercih edilecek olan Yüce Allah’ın “Ve min ba‘di
salâti’l-‘işâ[500]” âyetinden
dolayı, ‘işâ denilmesidir, dedi[501].
Buhârî
“yatsı namazı gece yarısına kadardır” diye bir başlık açmıştır. Bu başlıkla
alakalı vakitlerin başını ve sonunu beyan etmek hakkında Müslim’in tahriç
ettiği sarih bir hadis vardır. Orada “‘İşâyi/yatsıyı kıldığınızda, onun vakti
gece yarısına kadardır522” denilmektedir.
Nevevî bunun manası “edâsı için ihtiyarî olarak belirlenen vakittir” demektir.
Yoksa Müslim’in Ebû Katâde’den naklettiği bu hadise göre yatsının cevaz vakti
fecrin doğuşuna kadar uzanır. Ancak akabindeki namazın vakti girinceye kadar
kılmamak da tefrittir[502].
el-İstahrî,
Ebû Katâde’nin bu hadisine istinaden “gecenin yarısı geçtiğinde yatsı namazı
kaza olur” demektedir. [503].
Ebû
Berze el-Eslemi (r.a.), yatsı namazının vakitinden bahseden hadislerin bir
kısmında gece yarısı kaydı bulunmamakla beraber, te’hir ve tevkît
muhtevalı hadislerin kiminde üçte birine kadar, kiminde de gece
yarısına kadar geciktirildiği kaydının bulunduğunu; gece yarısına kadar
geciktirmenin ise te’hirin son noktası olduğunu, yatsı namazının fecrin
doğuşuna kadar uzadığını sarahaten ifade eden sabit bir hadis görmediğini
ifade etmektedir[504].
Görüldüğü
gibi yatsı namazının son vakti konusunda ihtilaf edilmiştir. Yatsı namazının
son vakti Ömer b. Hattâb ve Ebû Hurayra’ye göre gecenin üçte birine kadardır;
Ömer b. Abdülaziz ve bir kavle göre Şâfi‘î de bu görüştedir. Sevrî, rey ashabı,
İbn Mübârek ve İshâk b. Râhûyeh’e (ö.238/852) göre yatsı namazının son vakti gece
yarısına kadardır. İbn ‘Abbâs’ın “yatsı namazı fecre kadar kaçırılmış
olmaz.” sözüne istinaden ‘Atâ (ö.114/732), Tâvus ve İkrime’ye (ö.105/723) göre
yatsı namazının son vakti fecre kadardır[505].
Hz.
Ömer, Ebû Musâ el-Aş‘arî’ye yazdığı bir mektupta “yatsı namazını gecenin
üçtebirine kadar kılınması gerektiğini, geciktirirse gece yarısına kadar
geciktirebileceğini ve ardından gafil olmaması gerektiğini öğütlemektedir[506].
Hz.
Peygamber yatsı namazını kıldırırken cemaatın durumuna göre hareket etmiştir.
Cemaat kalabalık ise namazı ilk vaktinde kıldırmış, cemaat az ise namazı
tehir
ederek/ geciktirerek kıldırmıştır. Yatsı namazı ile lgili rivayetlere
bakıldığında Hz. Peygamber’in genelde şafak battıktan kısa bir süre sonra yatsı
namazını kıldığı, tehir ettiğinde ise gecenin üçre birine kadar tehir ettiği
görülür. Bu vakit yani şafağın batmasından gecenin üçte birine kadar geçen
vakit yatsı namazı için en faziletli vakittir. Ancak Hz. Peygamber’in gece
yarısına kadar geciktirdiğine dair rivayetler de vardır. Bazı rivayetlerden ise
gece yarısından sonra da fecre kadar yatsı namazının kılınabileceği
anlaşılmaktadır. Ancak gece yarısından sonra kılmak çok uygun görülmemiştir.
Yani yatsı namazını gece yarısından sonrasına bırakmamak daha
isabetli
bir yaklaşımdır[507].
2.2.5.4.
Yatsı
Namazının Geciktirilmesi
Nakledilen
hadislere göre Hz. Peygamber’in zaman zaman yatsı namazını
geciktirği görülmektedir.
1-Ebû
Hurayra’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.): “Ümmetime
zorluk getirecek olmasaydım yatsı namazını gecenin üçte birine veya yarısının
geçmesine kadar geciktirmelerini emrederdim.[508]” buyurdu.
Tirmizî,
Rasûlullah’ın (s.a.v.) ashabı ve tabiînden birçok âlim yatsı namazının geç
kılınmasından yana olduğunu, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhûyeh’in
(ö.238/852) de bu görüşte
olduklarını belirtir530.
2-Muhammed b. ‘Amr şöyle demiştir: Biz Câbir b. Abdillah’a
Peygamber’in namazından sorduk. O da: Peygamber… yatsı namazını insanlar
toplanıp çoğaldıkları zaman erken, insanlar az birikip geç toplandıklarında geç
kıldırırdı,
dedi531.
3- ‘Âişe (r.a.) ‘Urve’ye (ö.94/713) şöyle demiştir:
Rasûlullah (s.a.v.) bir gece yatsı namazını geç vakte kadar geciktirdi.
Bu, henüz İslâm yayılmadan önce idi.
Peygamber
(o gece odasından) çıkmadı. Nihayet Ömer: (Buradaki) kadınlar, çocuklar
uyuyakaldılar, dedi. Bunun üzerine Rasûlullah dışarı çıktı ve mesciddekilere
hitaben: “Şimdi yeryüzünde bu namazı sizden başka kimse beklemiyor” buyurdu[509]. Çünkü diğer
dinlerde yatsı namazı olmadığı gibi, Müslümanlık da Medîne haricine
yayılmamıştı. Ancak Mekke’de bazı Müslümanlar vardı. Fakat onlar gizlice
kıldıkları için, cemaatle namaz kılmak sadece Medîne’ye mahsustu.
4-Ebû Mûsâ (r.a.) şöyle demiştir: Ben ve gemiden benimle
gelmiş olan arkadaşlarım Bakî‘u Buthân’da konaklamıştık. Peygamber (s.a.v.) de
Medine’de idi. Her gece yatsı namazı vaktinde Peygamber’in huzuruna
bizimkilerden beş on kişilik bir cemaat nöbetle giderlerdi. Ben ve arkadaşlarım
bir defasında Peygamber’i kendisine ait bir işle meşgul bulduk. Ondan
dolayı namazı gecenin yarısı oluncaya kadar geciktirdi. Sonra Peygamber
çıktı ve cemaate namazı kıldırdı. Namazı bitirince yanında hazır olanlara:
“Gitmeye acele etmeyiniz. Sevininiz, insanlar içinde sizden başka bu saatte
namaz kılan kimse yoktur.” buyurdu. Ebû Mûsâ: Bunun üzerine bizler yerimize
döndük ve Rasûlullah’tan bunu işitmiş olmamız sebebiyle sevinip ferahladık,
dedi[510].
5-Abdullah b. Ömer şöyle der: Rasûlullah (s.a.v.) bir gece
meşguliyetinden dolayın yatsı namazını o kadar te’hîr etti ki, bizler mescidde
uyuduk, sonra uyandık, sonra yine uyuduk, sonra tekrar uyandık. Sonra Peygamber
yanımıza geldi, sonra: “Şimdi yeryüzü ahalisinden, sizden başka bu namazı
bekleyen kimse yoktur” buyurdu. İbn Ömer, uyumakla namaz vaktini kaçırmaktan
korkmadığı zaman yatsının takdimi ile te’hîri arasında fark gözetmezdi, hatta
yatsıyı kılmadan evvel yatar uyurdu[511].
6-Ebû Berze (r.a.): Rasûlullah yatsı namazını
gecenin (ilk) üçte birine kadar -sonradan dediğine göre yarısına kadar-
geriye bırakmakta beis görmezdi[512], bir defasında
da “yatsıyı geciktirmeyi müstehap görürdü.” demektedir[513].
7-Yine Ebû Berze bir defasında; “Peygamber (s.a.v.) ‘işâ
namazını”; Enes de “el-‘işâu’l-âhire namazını geriye bırakırdı”,
diye naklederler[514].
8-Yine Ebû Berze; Rasûlullah, sizin ‘ateme adını
verdiğiniz yatsı namazını geri bırakmayı severdi. Bu namazdan
önce uyumayı ve ondan sonra oturup konuşmayı da hoş görmezdi, der[515].
9-
Hz.
‘Âişe’nin, Peygamber, ‘işâ namazını oyalanıp geceye bırakırdı, diğer bir
nakle göre, ‘ateme namazını geceye bırakırdı, dediği nakledilir[516].
10-Enes (r.a.) bir naklinde “Nebî (s.a.v.) yatsı namazını gece
yarısına kadar geciktirdi.” der[517].
Yatsı
namazının müstehap vakti gecenin ilk üçte birinden yarısına kadardır. Gecenin
sonuna kadar câiz olduğuna dair kat‘î deliller de vardır.
Birinci rivayete göre,
yatsı namazının fazilet vakti gecenin ilk üçte biri olduğu anlaşılmaktadır. Bu
vakti beyan için sahâbîlerin kullandığı lâfızlar muhteliftir. Fakihlerin bu
konudaki ihtilâfları da bu lâfızların ihtilâfından doğmaktadır.
Hz. Peygamber yatsı namazında “cemaatin toplandığını
gördüğünde” veya “İnsanlar çok olduklarında acele ederdi, az olduklarında
te’hir ederdi.” Yavaş geldiklerini gördüğünde yine cemaatten dolayı namazı
tehir ederdi[518]” Cemaatin toplanmasını beklemek, ta‘cilden daha evlâdır.
Ancak te’hirde de aşırı gitmemek ve hazır bekleyenlere de meşakkat vermemek gerekir[519].
2.2.5.5.
Akşam
İle Yatsıyı Cem Etmek
Hz.
Peygamber bazı durumlarda akşam namazı ile yatsı namazını cem ederek kılmıştır.
1-İbn ‘Abbâs şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.) …akşam ile
yatsıyı (birlikte) yedi rek’at …kıldırdı. Eyyûb es-Sahtiyânî,
Câbir’e; Muhtemel ki bu
yağmurlu
bir gecede olmuştur, dedi.
Câbir de: Muhtemeldir, dedi[520].
2-İbn ‘Abbâs (r.a.)544, şöyle
demiştir: “Rasûlullah (s.a.v.) Medine’de korkulacak bir şey
yokken, yağmur da yağmadığı hâlde öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı
birlikte cem ederek kıldı”. İbn ‘Abbâs’a “Rasûlullah (s.a.v.) böyle
yapmakla neyi murad etti?” diye soruldu. O da; “Ümmetini meşakkate sokmamak
istedi” dedi[521].
3-Zeyd b. Eslem babasından nakletmiştir. Dedi ki: Bir
defasında Mekkeye giderken Abdullah b. Ömer ile beraberdim. Safiyye bt. Ebî
‘Ubeyd’den şiddetli bir şekilde rahatsızlandığı haberi geldi. Bunun üzerine
hızlı gitmeye koyuldu. Güneş batıncaya kadar yürüdü sonra konakladı. Önce
akşamı sonra yatsıyı cem ederek kıldı. Sonra da “Nebî (salla’llâhu aleyhi ve
sellem)’i acele gitmesi gerektiğinde akşamı geciktirerek akşam ile
yatsıyı cem ederek kıldığını gördüm”. Dedi[522].
Câbir
b. Zeyd, Ebu’ş-Şa‘sa’ya; “sanırım öğleyi te’hîr ikindiyi ta‘cîl, akşamı
te’hîr yatsıyı ta‘cîl etmiştir.” dedi, o da “ben de öyle sanıyorum” dedi[523].
Mâlik
“bu cem belki de yağmurdan dolayı olmuştur.” der548. Ancak Câbir’in bu rivayeti korku,
sefer ve yağmurlu günde olmayı nefyediyor. Bazı âlimler cemin hastalıkta da
olmasını tecviz etmişlerdir. Ancak buna itiraz edenler olmuş, Peygamber
hastalık için cem etmiş olsaydı beraber kılan kişilerin de aynı mazerete sahip
olmaları gerekirdi, demişlerdir[524].
‘Atâ
b. Ebî Rebâh (ö.114/732) da; hasta olan kimse akşam namazı ile yatsı
namazı arasını cem edebilir, demiştir[525].
Ahmed
b. Hanbel ile İshâk b. Râhûyeh (ö.238/852) ve Şâfi‘îler’den bazıları da hazarda
yağmurlu günde cem edilebileceği görüşünü benimsemişlerdir. Bunlara göre akşam
ile yatsının vakti birdir. Kaadî Iyâd (ö544/1149) şöyle der: Vakitleri müşterek
olan namazları cem’ etmek bazen sünnet, bazen ruhsat olur. Arafat ile
Müzdelife’de iki namaz arasını cem’ etmek sünnettir. Sefer, hastalık ve yağmur
özürleriyle iki namazı birleştirmek ise ruhsattır[526].
Ebû
Hanîfe “İster sefer, ister yağmur, ister hastalık, ister başka herhangi bir
sebepten dolayı olsun, Arafat’ta öğle ile ikindiyi, Müzdelife’de akşam ile
yatsıyı hac sebebi ile cem etmekten başka hiçbir sebeple iki namazı cem etmek
câiz değildir.” der[527].
Hanefîler
Buhârî ile Müslim’de Abdullah b. Mes‘ûd’dan rivayet edilen “Rasûlullah’ın
Cem’den başka yerde vaktinin hâricinde hiçbir namaz kıldığını görmedim. Cem’de,
yani Müzdelife’de akşam ile yatsıyı beraber kıldırdı ve ertesi gün sabah
namazını vaktinden evvel kıldırdı[528]” hadisine
dayanırlar. Bu hadis, hazarda olsun, seferde olsun, herhangi iki namazı cem’
etmenin cevazına delalet eden bütün hadisler ile ameli etmeyi iptal eder554. Cem ile ilgili sahih hadisleri de
cem olunan namazların -evvelkisini son vaktine te’hîr, diğerini de ilk vaktinde
kılınmak suretiyle ta‘cîl edilmesinden dolayı- bir araya getirilmiş gibi
göründüklerini ve hakikatte her namaz vaktinde kılınmış olduğunu ileri sürerler[529].
İbn
Sîrîn, Rabî‘atu’r-Re’y (ö.136/753), Eşheb, İbnu’l-Munzir (ö.319/931), Kaffâl-i
Kebîr ve hadisçilerden bir cemaat ise -âdet hâline getirmemek şartıyla- hazarda
namazların ceminin cevazına gitmişlerdir. Bunların dayanağı, “İbn ‘Abbâs’a
Rasûlullah bunu niçin yaptı?, diye sorulduğunda “Ümmete zahmet olmasın diye,
cevabını verdi[530]” ifadesidir[531].
Bazıları
“Vakitleri mahtut olan zamanlarda sınırın dışına çıkarmama adına sûrî cem daha
evlâdır”, demişlerdir. Bazı imamlar bu hadisin zahirinden hareketle âdet hâline
getirmemek şartıyla hazarda da bir özürden dolayı cemi câiz
görmüşlerdir.
Çünkü Saîd b. Cübeyr, İbn ‘Abbâs’a bunu niçin yaptı diye sorduğunda, ümmetinden
hiç kimseye zorluk vermemek için diye cevap vermiştir[532]. Hattabî bunu
hadis ehlinden bir cemaatin görüşü olarak nakleder[533].
İbn ‘Abbâs Basra’da öğle ve ikindiyi aralarında hiçbir
şey olmadan, akşam ve yatsıyı da aralarında hiçbir şey olmadan beraber kıldığı,
ancak bunu bir meşguliyetten dolayı yaptığı ve bunu Peygambere ref’ ettiği
nakledilir[534]. Bu rivayet mutlak cemde “zorluk illetini ortadan
kaldırdığı” açıktır. Taberânî’nin nakli de “Peygamber (s.a.v) öğle ile
ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem etmiştir.[535]” şeklinde mutlak olarak gelmiştir. İbn Mes‘ûd bunu
ümmetine zorluk gelmesin diye yaptı, demiştir[536]. Ancak zorluğu kaldırmak için cem etti demek, hadisi
sûrî ceme hamletmeyi yaralar. Çünkü sûrî ceme yönelmek zorluktan hâli değildir[537]. Sonuçta Nebî (s.a.v.) öğle ile ikindiyi iki vakitten
birinde, akşam ile yatsıyı da iki vakitten birinde cem etmiştir, denilmektedir564.
Vitir
namazının vaktinin başlangıcı, yatsı namazından sonradır. Vitrin sonu ise,
ikinci fecrin doğmasından biraz önceye kadardır.
Vitir
namazını, uyanacağından emin olmayan kimse için uyumadan önce kılmak,
uyanacağından emin olan kimse için ise, gecenin sonuna kadar geciktirmek daha
faziletlidir.
1-Hz. ‘Âişe şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.v.) her gecenin
bir kısmında vitir namazı kılardı. Vitrini sahura kadar bitirirdi[538].
2-Mesrûk şöyle dedi: ‘Âişe’ye “Rasulüllah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ne zaman vitir yapardı? Diye sordum. “Bunu hep yapardı fakat
vitri bazen gecenin başında, bazen ortasında bazen de sonunda yapardı. Fakat
vitrini sahura kadar birirdi.” Diye cevap verdi566. Başka bir naklinde “Bazen gecenin
evvelinde bazen de sonunda vitir yapardı567” demektedir.
3-Hz. ‘Âişe’ye Rasulüllah’ın vitir namazından soran
el-Esved’e verdiği cevapta “O (bazen) gecenin ilk kısmında uyur, sonra kalkar,
sahur vakti olduğunda vitir namazını kılar, sonra tekrar yatağına gelir, …ezanı
duyuduğunda kalkar… sonra namaza giderdi”, demektedir[539].
Müslim’in
naklettiği bir rivayete göre ashab Rasûlüllah’a (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
vitri sormuş o da “sabah namazından önce vitir yapınız” diye cevap vermiştir[540].
Nakillerden
anlaşıldığına göre vitir namazının vakti yatsı namazı sonrası ile fecrin
doğmasına veya sabah namazı vaktine kadardır[541].
İbn Huzeyme namaz kılan kimse vitri isterse gecenin
başında, isterse ortasında, isterse sonunda kılar. Çünkü gece ‘işâ-i âhiraden
fecrin doğuşuna kadardır. Gecenin tamamı vitrin vaktidir” demektedir[542].
2.3.2.
Bayram
Namazlarının Vakti
Bayram
namazlarının vakti, güneş doğup, kerahet vakti çıktıktan sonra başlar, güneşin
gökyüzünde en yüksek noktaya çıkışına (istivâ) kadar devam eder. Ramazan
bayramı namazı, bir özür sebebiyle birinci gün istivâ zamanından önce
kılınamazsa, ikinci gün istivâ zamanına kadar kılınır, artık özür bulunmasa da
üçüncü gün kılınamaz. Kurban bayramı namazı ise, bir özür sebebiyle, birinci
gün kılınamazsa ikinci gün kılınır. İkinci gün de bir özür sebebiyle kılınamazsa
üçüncü gün istivâ zamanına kadar kılınır. Bu namazları bir özür bulunmaksızın
böyle ikinci veya üçüncü güne bırakmak ise çirkin bir ameldir. Bu bayram
namazları, istivâ
zamanından veya zevâl vaktinden sonra ise hiç bir hâlde
kılınamaz. Kazaları da câiz değildir[543].
2.3.3.
Teravih
Namazının Vakti
Hadis
nakillerinde “teravih” ifadesi “ geçmemektedir. Ramazanı ikame etmeyi ifade
eden çokça rivayetler var. Rasûlullah (s.a.v.) Ramazan için “Kim inanarak ve
sevabını umarak Ramazanı ikame ederse geçmiş (küçük) günahları bağışlanır[544]” buyurdu.
Ramazan ayını ikame etmek teravih namazı kılmak olarak
yorumlanmış, ümmet tarafından Hz. Ömer’in halifeliğinden beri günümüze kadar
cemaatle kılına gelmiştir[545]. Teravih namazının vakti, tercih edilen görüşe göre,
yatsı namazından sonradır, sabah namazının vaktine kadar devam eder. Teravih
namazı, vitir namazından önce de, sonra da kılınabilir. Ancak yatsı namazı
kılınmadan önce teravih namazı kılınsa, iadesi gerekir[546].
2.4.
Namaz
Kılmak Mekruh Olan Vakitler
Namaz kılmanın mekruh olduğu vakitlerin tayini konusunda
varid olan haberlerden elde edilen sonuca göre bu vakitler beştir:
Güneşin doğma ve batma anı, sabah ve ikindi namazından
sonrası ve istivâ anı[547].
2.4.1.
Sabahtan
Sonra Güneş Doğuncaya Kadar
Sabah
namazı kılındıktan sonra güneş doğup parlak hâle gelinceye kadar nafile namaz
kılmak mekruh sayılmıştır.
1-
Ebû
Hureyre (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şu iki namazdan
nehiy
buyurdu: Sabah namazından sonra gün doğuncaya kadar, ikindi namazından
sonra da gün batıncaya kadar namaz kılmaktan nehiy buyurdu[548].
2-İbn ‘Abbâs da “Rasûlullah (s.a.v.) sabah namazından
sonra güneş doğuncaya kadar namaz yoktur; ikindi namazından sonra da güneş
batıncaya kadar namaz yoktur buyurdu.[549]” demektedir.
3-İbn ‘Abbâs, “Nebî (s.a.v.) sabah namazından sonra güneş
işrâk edinceye/iyice parlak hâle gelinceye kadar namaz kılmaktan nehyetti.”
dedi[550].
4-
İbn
Ömer’den gelen bir nakle göre Rasûlullah (s.a.v.) ikindi namazından sonra gün
batıncaya kadar, sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar,
ikindi namazından sonra da gün batıncaya kadar veya kuşluk vaktine kadar
namaz kılmaktan nehiy buyurdu[551].
İkindi ve sabah namazı
kılındıktan sonra nafile namaz kılmayı mekruh gören sahabîler olduğu gibi
mekruh görmeyen sahabîler de vardır. Örneğin İbn Ömer sabah ve ikindi namazı,
vaktinde kılındıktan sonra cenaze namazı kılardı[552], kerahet vaktine kadar geri bırakıldıklarında o zaman
başka namnaz kılmazdı[553].
İbn
Ömer (ö.74/693), sabah namazı kılındıktan sonra güneş doğuncaya kadar namaz
kılmanın haram olduğu görüşündedir[554].
Buhârî,
el-Câmiu’s-sahîh adlı eserinde “Fecirden/Sabah Namazından Sonra Güneş
Yükselinceye Kadar Namaz Kılmanın Hükmü584” diye attığı
başlıkla ilgili Ez-Zeynu’bnü’l-Münîr “bu konuda nehiy hükmü sabit olmamıştır.”
demektedir. Çünkü Buhârî bu babta kendisinden sakındırılan hususun tayininde
ihtilaf çok olduğu için hadisler fecir ve asra şâmil olmasına rağmen başlığı
fecirle tahsis etmiştir. Nitekim babın sair hadislerinde sabah öncelikle
zikredilmiştir[555].
Nevevî
(ö.676/1277), sebepsiz bir şekilde namaz kılınması nehyedilen
vakitlerde
herhangi bir namaz kılmanın mekruh olduğuna ümmet icma etmiş; edâ edilen
farzları vakitlerinde kılmanın caiz olduğuna ittifak etmiştir. Tahiyyatü’l-
mescid, tilâvet ve şükür secdeleri, bayram ve küsüf namazları, cenaze namazı ve
kaçırılan namazın kazası gibi kaza namazı ve sebebli olan nafilelerde ihtilaf
etmişlerdir. Şâfi‘î ve bir grub alim, kerahetsiz bütün bunların caiz olduğu
görüşündedir. Ebû Hanîfe ve diğerleri bunlar nehyin geneline dâhildir,
demektedirler. Şâfi‘î, “Ümmü Seleme, “Nebî (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
ikindiden sonra iki rekât namaz kıldı”, dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de
“Abdü’l-Kays oğullarından birtakım insanlar öğlenin son iki rekâtını kılmaktan
beni meşgul etti de o iki rekâtı kılamamıştım.” buyurdu[556]”, hadisini
delil olarak kullanmıştır. İbn Hacer’in (ö.852/1448) ifade ettiğine göre,
kaçırılan sünnetin kazası hakkında cevaz açıktır; kaçırılmayan için ise bu daha
evlâdır; kaza edilen farz için daha da evlâdır. Sebebsiz olanlar da buna ilave
edilir. Ancak burada icma ve ittifak diye nakledilen görüşler tenkit
edilmiştir. Bir başkaları da seleften bir guruptan bunun mutlak olarak mübah
olduğunu nakletmişlerdir. Onlara göre kılınmaz diyen nehiy hadisleri mensuhtur.
Dâvûd ez- Zâhirî, başka bazı zahiriler ve İbn Hazm; başka bir gurup alimin
bütün namazlar için mutlak olarak olumsuz bir görüşe sahip olduğunu nakleder.
Ebû Bekre (ö.52/672) ve Ka‘b b. ‘Ucre (ö.52/672) bu vakitlerde farz namazların
kılınamayacağı görüşündedirler. Başkaları, mekruh vakitlerde cenaze namazının
kılınacağı konusunda icma olduğunu nakletmişlerdir. Fakat bu görüş de tenkit
edilmiştir. İbn Hazm (ö.456/1063) ve diğerlerinin iddia ettikleri nesh “güneş
doğmadan önce kim sabah namazının bir rekâtını idrak ederse diğerini de kılsın[557]” hadisine
dayanmaktadır. Bu hadis nehyedilen vakitlerde namaz kılmanın cevazına delalet
eder[558].
Başkaları,
tahsis iddiası nesh iddiasından evladır; nehy sebepsiz kılınan namazlara
hamledilir; diğerleri de sebeplilere tahsis edilir ve böylece delillerin arası
cem edilir, demiştir[559].
Zâhirî mutlak cevazına gitmiştir. Sanki o nehyi tenzihe hamletmiştir.
İbn Hacer’in (ö.852/1448) ifadesiyle, bilakis ondan nakledilen görüş “neshi
iddia etmiştir” şeklindedir. Şâfi‘î, “farzlar ve sebepli nafileler câizdir”
der. Ebû Hanife, “o günün ikindisi dışında hepsi haramdır. Nezredilenler de
haramdır.” der. İmâm Mâlik, “farzlar hariç nafileler haramdır” der. Ahmed b.
Hanbel de ona muvafakat etmiştir. Lakin iki rekât tavaf namazını istisna
tutmuştur[560].
1-Nafi‘,
İbn Ömer’den şöyle nakleder: Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
“Herhangi biriniz kılacağı namaz için özellikle güneşin doğma ve batma
anlarını bekleyip de tam o vakitlerde kılmasın!” buyurdu[561].
2-İbn Ömer, “Namazınızı kılmak için özellikle güneşin doğmasını
ve batmasını gözetlemeyin.[562]”, “Güneşin ışınları
doğunca, güneş yükselinceye kadar namazı geciktirin. Güneşin ışınları
batınca da iyice batıncaya kadar namazı geciktirin.[563]” demektedir.
3-İbn Ömer (r.a.): Ben arkadaşlarımı nasıl kılar gördüm
ise, ben de öyle kılarım. Ne gece, ne de gündüz hiç kimseyi istediği gibi namaz
kılmaktan nehy etmem. Yalnız güneşin doğuşu ile batışını özellikle
gözetlemeyiniz, demektedir[564].
Bu
hadislerde güneşin tam doğma zamanına herhangi bir namazı özellikle denk
getirmek yasaklanmıştır. Namaz kılan bir kimse kılacağı namaz için özellikle
güneşin doğma anını seçmemelidir.
Namaz
kılmak için kerahet vakti sayılan zamanlar hakkında gelen hadisler çoktur.
Kerahet vakitlerinin sınırlarını beyan eden hadîsler farklı lâfızlar ile
geldiği için, o rivayetlere bina edilen hükümler hakkında da fakihler ihtilâf
etmişlerdir[565]. Meselâ hadisin
metnindeki “حَتىَّ تَشْرُقَ الشَّمْسُ” = Güneş işrâk edinceye kadar595F[566]” lafzı,
bazı
yerlerde “حَتىَّ تَطْلعَ الشَّمْسُ” = Güneş tulû’ edinceye kadar596F[567]” şeklinde gelmektedir. Tulû‘un başlangıcından işrâka
kadar olan vaktin, namaz için nehyedilmiş vakit olduğuna delâlet eden hadisler
de çoktur597F[568].
Güneşin
yükselmesine kadar olan zamanı kerahet vakti sayanlar “تَشْرُقَ” lafzını “تَطْلعَ” manasına
hususî bir tulû‘ ile tefsir ederler ve her iki lafız ile gelen rivayetlerde
fark gözetmezler.
“Güneş
doğmadan önce kim sabah namazının bir rekâtını idrak ederse diğerini de kılsın[569]” hadisinde
namazı kılmayı emretmiş, bu hadiste kerahet ittifaken bu vakte düşenleri değil,
bu vakitte namazı kastedenlere has olduğuna delalet eder, denmiştir600. Nitekim İbn Ömeri’in naklettiği bir
hadiste Rasûlullah (s.a.v.) “Namazınızda özellikle güneşin doğmasını ve
batmasını beklemeyiniz.[570]” buyurmaktadır.
Yine İbn Ömer’den diğer bir nakil “Rasûlullah (s.a.v.) “Sizden birisi namaz
kılmak için özellikle güneşin doğmasını ve batmasını beklemesin” şeklindedir[571].
Kimileri
bu nehyi müstakil bir nehiy kabul etmiş, kasıtlı veya kasıtsız, bu vakitlerde
namaz kılmayı mekruh saymıştır. Çoğunluğun görüşü budur[572].
Bazılarınca
bu nehiy mutlak olarak değil, bu vakti kastedenlere/özellikle kasıtlı olarak bu
vakti bekleyenlere hamledilmiştir. Beyhakî’nin belirttiğine göre bunu Hz. Âişe
söylemiştir. Çünkü Hz. Âişe Hz. Peygamberin ikindi namazından sonra namaz
kıdığını görmüştür. Hz. Âişe Peygamberin nehyini mutlak bir nehye değil,
özellikle güneşin batma anını bekleyenlere hamletmiştir. Fakat buna Hz.
Peygamber’in ikindi namazından sonra kıldığı namazın kaza namazı olduğu
şeklinde cevap verilmiştir. Nehiy Hz. Ömer hariç bir gurup sahabiden sabit
olmuştur[573].
“Güneş
şeytanın iki boynuzu arasından doğar[574]” ifadesinde
zikredilen bu iki
vakitte
namaz kılmaktan nehyin illetine işaret vardır. Kâfirler o vakitlerde ona secde
ederler. Bu durumda nehiy kâfirlere benzemeyi terk içindir. Birçok konuda
şeriat buna itibar eder, denmiştir[575].
2.4.3.
Güneş
Doğduktan Yükselinceye Kadar
1-İbn Ömer’den nakledildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: “Güneşin ışınları göründüğü vakitten güneş yükselinceye
kadar, namazı tehir ediniz!” buyurdu[576].
2-Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) “Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar hiçbir namaz olmaz;
ikindi namazından sonra da güneş kayboluncaya kadar hiçbir namaz olmaz”
buyurdu, demektedir[577].
1-İbn Ömer (r.a.): Ben arkadaşlarımı nasıl kılar gördüm
ise, ben de öyle kılarım. Ne gece, ne de gündüz hiç kimseyi istediği
gibi namaz kılmaktan nehy etmem. Yalnız güneşin doğuşu ile batışını
özellikle gözetlemeyiniz, demektedir[578].
İmâm
Mâlik bu hadisi esas alarak, güneş tam öğleyin ortadayken namaz kılmakta
beis görmez. Şâfi‘î ile Ebû Yûsuf nehiy hadîslerine bakarak “kılınamayacağını”
söylemiş, yalnız cuma gününü istisna etmişlerdir. Leys b. Sa‘d, Evzâî, Hasen
Basrî, Tâvûs (ö.106/724) da Mâlik’in içtihadına uygun içtihada bulunmuşlardır.
Ebû Yûsuf’tan başka Kûfeliler cumayı da istisna etmezler[579].
‘Ukbe
b. ‘Âmir “Üç saat vardır ki Rasûlüllah (s.a.v.) onlarda namaz kılmayı
nehyetti”
ve o vakitlerden birinin öğle vakti istivâ hâlinde olan güneş batıya
meyledinceye kadar olan zamandır, dedi[580].
Ayrıca
“Gölge batıya yönelince kıl!612” “Güneş batıya
kayınca dilediğini kıl!613” Güneş batıya
meyledince kıl!614” “Güneş
kalkanın gölgesi gibi kendisine denk olunca kıl![581]” “Güneş başının
üzerinde kalkan gibi eşit olunca kıl!616” “Güneş zâil
olunca kıl![582]” gibi
rivayetlerde Nebî (s.a.v.) bu saatlerde yani kıl denilen vakitlerin hemen
öncesinde namaz kılmaktan nehyetti.[583], ki bu da
istivâ vaktidir.
‘Atâ
(ö.114/732) “Günün ortasından güneşin batıya kaymasına kadar tatavvu/nafile
namaz kılmanın mehruh olduğunu duydum.”demektedir[584].
Hz.
Ali (ö.40/661) “Günün ortasında namaz kılma!” der620. Hasan el- Basrî’nin Cuma günü günün
ortasında namaz kılmaktan nehyettiği nakledilmektedir621. ‘Amr b. el-‘As, Hakem, Hasan
el-Basrî[585] (r.a.) Cuma günü
dışında günün ortasında namaz kılmanın mekruh görüldüğünü ifade etmektedirler623, “Cuma günü, günün ortasında namaz
kılmada beis görmemişlerdir624.
Saîd
el-Makburî, Ebû Hurayra’nin “Rasûlüllah (s.a.v.) Cuma günü hariç güneş batıya
meyledinceye kadar günün ortasında namaz kılmaktan nehyetti.625” dediğini nakleder. Bu hadiste Cuma
günü nehiyden istisna edilmiştir. Buna göre sadece Cuma günü bu vakitte namaz
kılmak yasak ve mekruh değildir. Tâvus, Mekhûl, Şâfi‘î ve daha başkaları bu
görüştedir. Mâlikiler nehyi farzların dışında sadece nafilelere has
kılmışlardır. Hanifîler yasağı umûmî kabul etmiş hiçbir namazı
2.4.5.
İkindi
Namazından Sonra
1-Ebû Hurayra (r.a.) şöyle demiştir: Rasûlullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) şu iki namazdan nehiy buyurdu: Sabah namazından sonra gün
doğuncaya kadar, ikindi namazından sonra da gün batıncaya kadar namaz
kılmaktan nehiy buyurdu[587].
Yukarıda
da ifade edildiği gibi bazı âlimler kılınamayan revatib nafile ve cenaze
namazlarının ikindi ve sabah namazlarının kılınmasından sonra kılınmasında bir
sakınca görmemişlerdir[588].
2-Kurayb, Ümmü Seleme’den naklen: Peygamber (s.a.v.) ikindiden
sonra iki rekât namaz kıldı da: “‘Abdu’l-Kays oğullarından birtakım
insanlar beni öğle namazının ardındaki iki rekâttan alıkoymuşlardı (da
onu kıldım)” buyurduğunu, nakleder629.
Fakat
Hz. ‘Âişe’den bir nakil, bunun öğlenin kaçırılan son sünneti değil, Hz.
Peygamber’in bunu sürekli kıldığını ifade etmektedir[589].
3-‘Âişe (r.a.) şöyle demiştir: “Rasûlullah’ı vefat ettiren
Allah’a yemin olsun ki, Rasûlullah o iki rekâtı Allah’a kavuşuncaya
kadar terk etmedi”. ‘Âişe ikindiden sonraki iki rekâtı kastederek,
“Peygamber bu iki rekâtı kılardı. Lâkin ümmete ağır gelir korkusuyla bunları
mescidde kılmazdı. Ümmetten hafifletmeyi gerektirecek şeyleri (yapmayı pek)
severdi[590]” demektedir.
4-Hişâm b. ‘Urve (ö.94/713) şöyle nakleder: Bana babam
şöyle dedi: ‘Âişe (r.a.): “Ey kız kardeşimin oğlu, Peygamber (s.a.v.), ikindi
namazından sonraki iki rekâtı benim hücremde hiç terketmedi”, dedi[591].
Burdan
anlaşıldığına göre ikindiden sonra evinde kıldığı bu iki rekât namaz
hasâisu’n-nebî kabilinden peygambere has bir namazdır. Şu hâlde ikindi
namazından
sonra
da nafile namaz kılınabilecektir. Önemli olan bu namazı tam güneşin batma
zamanına kadar uzatmamak veya özel olarak o ana denk getirmemektir.
İkindiden
sonra nafilenin kaza edilmesini câiz görenler bu ve buna benzer nakillere
tutunmuşlardır. Mâni olanlar yani kılınmaz diyenler; bunun Peygamber’in
husûsiyetlerinden olduğunu ileri sürerler[592].
5-Başka bir nakilde ‘Âişe (r.a.) şöyle demiştir: İki namaz
vardır ki, Rasûlullah (s.a.v.) onları gizli de âşikar da (yânı evinde de,
dışarıda da) terk etmedi. Onlar sabah namazından önce iki, ikindi
namazından sonra da iki rekât idi[593]”.
6-Başka bir nakilde ‘Âişe (r.a.): Peygamber’in (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) hiçbir gün ikindi namazından sonra bana gelip de iki
rekât namaz kılmadığı olmazdı, demiştir635.
Bu
hadîs ile bu manada olan hadîslere, ikindi namazından sonra gurûb zamanında
namaz kılmayı kasd etmemek şartıyle nafile kılmayı câiz gören fakihler
tutunmuşlardır. Bu nafileyi mutlaka mekruh görenler ise, yalnız revâtibden
kaçırılmış namazların kazası câiz olduğuna hükmetmiş ve Peygamber’in buna
devamını Peygamberlik husûsiyetlerinden saymışlardır[594].
Kastallânî
(ö.923/1519) bu hadislerle, ikindi namazından sonra namaz kılmayı nehyeden
hadislerin arası şöyle cem edildiğini belirtir: Nehiy hadisleri sebepsiz olan
nafileler hakkındadır. Hz. Peygamber’in ikndiden sonra kıldığı ifade edilen
namazın sebebi ise öğle namazının kaçan son sünnetinin kaza edilmesidir[595].
7-Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) “Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi
ve sellem) sabah namazından sonra güneş yükselinceye kadar hiçbir namaz olmaz; ikindi
namazından sonra da güneş kayboluncaya kadar hiçbir namaz olmaz”
buyurdu, demektedir[596].
Mu‘aviye’den
(ö.60/679) nakledilip tam aksini ifade eden başka bir nakil şöyledir. Humrân b.
Ebân, Mu‘aviye’nin “Sizler öyle bir namaz kılıyorsunuz ki, yemin olsun biz
Rasûlullah ile o kadar beraber bulunduk da onun bu namazı kıldığını hiç
görmedik. Yine yemin olsun ki, bilâkis o bu namazı kılmaktan nehiy
buyurmuştur.”
dediğini nakleder:[597].
İbn
Ömer’den (ö.74/693) de ikindiden sonra güneş sararıncaya kadar namaz kılmanın
mekruh olduğu nakledilmiştir[598].
İbn
Hacer (ö.852/1448) bu hadislerin açıklamalarında şu ifadelere yer verir:
İkindiden sonra sebebsiz nafile namaz kılmak mekruhtur. Revatiblerden
kaçırılanlar kerahetsiz kılınabilir. Hz. Peygamber’in devamlı olarak ikindiden
sonra kıldığı namaz onun hesâisindendir. Hz. ‘Âişe’nin “Rasûlullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) ikindiden sonra kılardı, fakat ondan nehyederdi; visâl orucu
tutardı fakat visâlden de nehyederdi641” hadisi buna
delalet eder[599].
Ancak
İbn ‘Abbâs’tan şöyle bir nakil var: “Nebî (salla’llâhu aleyhi ve sellem)
ikindiden sonra iki rekât namaz kıldı. Çünkü ona mal geldi ve öğle sonrası iki
rekâtı kılmaktan onu meşgul etti. O iki rekâtı ikindiden sonra kıldı. Sonra onu
tekrarlamadı.[600]”
Ümmü
Seleme’den nakledilmiştir: Rasûlullah (salla’llâhu aleyhi ve sellem) bir
defasında evinde ikindiden sonra iki rekât namaz kıldı. Bunu Rasûlullah’a
hatırlattı, o da: “O iki rekât öğle namazından sonra kıldığım namazdır. Bir
meşguliyetimden dolayı o iki rekâtı ikindiden sonrasına kadar kılamadım.”
buyurdu[601].
Bir
rivayetinde “bundan önce ve bundan sonra bu namazı kıldığını hiç görmedim”
demektedir645. Bu iki hadisin
arası şöyle cem edilir: Rasûlullah bu namazı evinde kılardı dolayısıyla İbn
‘Abbâs ve Ümmü Seleme onu görmedi. Hz. ‘Âişe’nin ilk rivayeti[602] buna delalet
eder. Ümmetine ağır gelir korkusuyla da onu mescitte kılmadı[603].
Namaz
kılan bir kimse özellikle kılacağı namaz için güneşin batış öncesi vakti
seçmemelidir.
1-Nafi‘, İbn Ömer’den şöyle nakleder: “Rasûlullah (salla’llâhu
aleyhi ve sellem): "Herhangi biriniz kılacağı namazı için güneşin doğuş ve
batış sıralarını bekleyip de tam o vakitlerde namaz kılmasın!” buyurdu[604].
2-İbn Ömer, “Ben arkadaşlarımı nasıl kılar gördüm ise, ben
de öyle kılarım. Ne gece, ne de gündüz hiç kimseyi istediği gibi namaz
kılmaktan nehyetmem. Yalnız güneşin doğuşu ile batışını özellikle
beklemeyiniz.” demektedir[605].
3-İbn Ömer, Rasûlüllah’ın “Güneşin ışınları batınca güneş
iyice kayboluncaya kadar namazı geciktirin!” buyurduğunu nakleder[606].
Hz.
Ömer ikindiden sonra nafile namaz kılanlara engel olurdu. Muhtemelen onun bu
engeli yani ikindi namazından sonra nafile namaz kılmaktan nehyi, kılınacak
namazın güneşin batma anına denk gelme endişesinden dolayıdır[607].
İbn
Hacer’in (ö.852/1448) ifadesine göre, Hz. ‘Âişe, Rasûlüllah’ın ikindiden sonra
iki rekât namazı evinde devamlı kılmasına rağmen ikindiden sonra güneş
batıncaya kadar namaz kılmaktan nehyinin, namaz için güneşin batma anını
özellikle bekleyenlere has olduğu şeklinde anlamıştır[608].
Bazıları
sabah ve ikindi namazından sonrası ile güneşin doğma ve batma anında namaz
kılmanın nehyediliş hikmetinin arasını ayırırlar. İlk iki hâlde mekruh, diğer
iki hâlde haram olduğunu söylerler. Yani sabah ve ikindi namazı sonrasını
mekruh güneşin doğma ve batma anına denk getirmenin haram olduğunu
söylemişlerdir. Muhammed b. Sîrîn, Muhammed b. Cerîr et-Taberî bunu
söyleyenlerdendir. Hz. Peygamber’in ikindiden sonra namaz kıldığına dair bir
nakille
ihticac
ederler. Bu rivayet haram olmadığına delalet eder[609].
Bazı âlimler keraheti beş vakte hasretmek asıl vakitlere
nispetledir, derler. Şunu da zikrederler: Namazların ikame edildiği vakitlerde,
imâm Cuma hutbesine çıktığında, kılmayan bir kimse için cemaat farz namaz kılma
hâlinde iken nafile namaz kılmak mekruhtur. Mâlikilere göre cumadan sonra
insanlar ayrılıncaya kadar, Hanefilere göre akşam namazından önce nafile namaz
kılmak mekruhtur[610].
2.5.
Vaktinde
Kılınamayan Namazların Kılınma Vakitleri
Herhangi
meşru bir sebeple kasten olmadan kaçırılan namazların herhangi belli bir vakti
yoktur. Hz. Peygamber, “Kim bir namazı unutursa hatırladığında onu kılsın. Onun
bundan başka kefareti yoktur.[611]” buyurdu. Kişi,
uyuyakalıp kılamadığı namazı uyandığında bulunduğu vakit içinde o namazı kılar[612]. İbn Huzeyme
“Uyuyarak kazçırılan namazın vakti uyandığı vakittir. Onun başka vakti yoktur.
Farz bir namaz, vakti çıkıncaya kadar uyku ile mükellefin üzerinden düşmez.
Bilakis uyandıktan sonra onu kaza etmek vacip olur. Uyandığında veya daha sonra
onu kaza ettiğinde farz namazı edâ etmiş olur.” demektedir[613].
İbn
Dakîkı’l-Îd hadisle ilgili şu maddeleri sıralar:
1-Uyku
veya unutma sebiyle kaçırılan bir namazı kaza etmek vaciptir. Hadisin lafzı
buna delalet eder. Bunda herhangi bir ihtilaf yoktur.
2-Hadisin
lafzı, hatırladığında namazı kaza ederek emre yönelmeyi gerektirir. Bazı
fakihler buradaki emri ikiye ayırırlar. Onlara göre kasten bir namazı terkeden
bir kimse onu hemen kaza etmesi gerekir. Bazı Şâfi‘îler bu görüştedir. Ancak
bir namazı uyku veya unutma sebebiyle terkedenler o namazı hemen kaza etmeleri
vacip değildir, müstehabdir. Buna delil olarak Hz. Peygamber’in uyuyakalıp
kılamadıkları sabah namazının kazasını geciktirerek kılmasıdır. Bu olayı uyku
veya unutma sebebiyle kaçırılan namazın kazasını tehir etmenin cevazına delil
olarak sunarlar. Ancak güneş doğduktan sonra henüz parlak hâle gelinceye kadar
kaza namazı
kılmayı
câiz görmeyenler, Hz. Peygamber’in uyuya kalarak kaçırdığı sabah namazının
kazasını hemen kılmasına güneşin henüz yükselmemiş olmasının mani olduğunu
söyleyerek itiraz edenler. Burada söz konusu olan namaz o günün sabah namazı
olduğu için bunu da red ederler. Nitekim Ebû Hanife bu vakitte aynı günün sabah
namazının kazasını câiz görür. Ayrıca onları uyandıran güneşin sıcaklığı olduğu
için güneş yükselmiş hâldeydi. Buna rağmen kazasını geciktirmiştir. Bu da uyku
veya unutma sebebiyle kaçırılan bir namazın kazasının hatırlandığında hemen
değil de daha sonra kılınabileceğinin ifadesidir[614].
Kasıtlı
olarak namazı vaktinde kılmayıp tehir eden bir kimse için kaza namazının söz
konusu olmadığını söyleyenler olduğu gibi kasıtlı olarak vaktinde kılmayan bir
kimsenin kılmadığı namazı kaza edebileceğini savunanlar da vardır[615].
Kasıtlı
olarak namazı terkedenler için kaza namazı yoktur diyenlere göre; “Âmid/kasıtlı
olarak namazı terk eden kimse namazı kaza etmez. Çünkü şartın yokluğu
meşrutun/şart olunanın yokluğunu gerektirir”. Bundan da “unutmadan terkeden de
namazın kazasını kılmaz” sonucu çıkar[616].
“Kasten
terk eden de namazı kaza eder” diyenlere göre, “Bu, hitabın mefhumundan elde
edilir. Bu da en alt dereceden en üst dereceye kadar uyarı kabilinden olur.
Nitekim günahın düşmesi için sıkıntının kalkması ile unutana kaza vacip olunca
kasten terkedene öncelikle vacip olur.[617]”
Bazıları
da şöyle iddia etmişlerdir: Namazı kasten terkedene kazanın vacip olması
“nesiye: unuttu” sözünden elde edilir. Çünkü unutma, dalgınlık olsun ya da
olmasın, terk sonucunu doğurur. “Onlar Allah’ı unuttular Allah da onları
unuttu.[618]” âyeti bu
kabildendir. “Kefaret yoktur, uyuyana ve unutana günah yoktur.” sözü de bunu
güçlendirir[619].
İbn
Hacer (ö.852/1448) şöyle der: Bu zayıf bir iddiadır. Çünkü gelen nakilin uyuyan
için olduğu sabittir ve onun için kefaret yoktur denmektedir. Kefaret ödemek
bazen kasıttan dolayı olduğu gibi bazen de hatadan dolayı olabilir. “Namazı
kasten
terkeden kaza etmez” diyen “namazı kasten terkedenin durumunun unutanın
durumundan daha hafif olduğunu” söylemiyor. Aksine o şöyle diyor: “Kaza unutana
meşru kılınmışsa namazı kasıtlı olarak terkeden ve unutan eşit olur.” Hâlbuki
unutarak terkeden kasıtlı olarak terkedenin aksine günahsızdır. Yani namazı
kasten terkeden unutandan daha kötü hâldedir. Nasıl eşit olabilirler. O zaman
şöyle söylemek lazım: Namazı vaktinin dışına çıkarmakla namazı kasten
terkedenin günâhı unutanın aksine bâkidir, unutan onu kaza ederse mutlak olarak
günahı kalmaz. Namazı kasten terkedenin kazasının farziyeti namaz emriyle
sabittir. Çünkü namazla hitap edilmiştir. Zimmetine terettüp etmiş, yani borç
olmuştur. Borç da ödenmeden düşmez. Ancak namazı belirlenen vaktin sınırları
dışına çıkarmakla günahkâr olmuştur. Edâ etmekle talep kendisinden düşer.
Nitekim Ramazanda da kim kasten iftar ederse iftar etmenin günahı bâki kalmakla
beraber kaza etmek ona vacip olur[620].
Enes
b. Mâlik Rasûlüllah’ın “Sizden biriniz uyur kalır veya gaflet eder de namazını
vaktinde kılamazsa onu hatırladığında kılsın.”[621] buyurduğunu
nakleder.
Câbir
b. Abdillah (r.a.) şöyle demiştir: Hendek Savaşı günü Ömer b. el- Hattâb, güneş
battıktan sonra geldi de Kureyş kâfirlerine sövmeye başladı. Yâ Rasûlallah,
ikindi namazını az daha güneş batmadan kılamayacaktım, dedi. Peygamber de:
“Vallahi ben de kılamadım” buyurdu. Bunun üzerine kalktık, Buthân vadisine
gittik. Orada Rasûlullah namaz için abdest aldı, biz de namaz için abdest
aldık. Müteakiben güneş batmış olduğu hâlde ikindiyi, sonra arkasından da
akşamı kıldırdı666.
Bu
hadiste uyuyakalıp namaz kaçırıldığında uyandığında hemen kılmayıp te’hir etme
cevazı elde edilmiştir. Buna göre kaçırılan namazın kazasını geciktirmek
câizdir667.
Uyumak ve unutmak gibi bir mazerete mebni namazı vaktinin
dışında kılmak haram değildir[622].
2.6.
Kutuplarda
Namaz Vakitleri
Bu
konuda iki görüş vardır:
a)
Vakit,
namazın bir şartı olduğu gibi, farz olmasının da sebebidir. Bu yüzden bir
yerde, namaz vakitlerinden bir veya ikisi gerçekleşmezse, o vakitlere ait namazlar,
o yer halkına farz olmamış olur.
Meselâ,
bazı yerlerde, yılın bir mevsiminde daha akşam namazının vakti çıkmadan sabahın
ikinci fecri doğarak sabah namazının vakti girmektedir. Artık bu gibi yerlerde
yatsı namazı düşmüş olur. Bu konuda, abdest organlarından bir veya ikisini
kaybeden kimsenin bu organları yıkama yükümlülüğünün düşmesine kıyas yapılarak
namazın da düşeceğine fetva verilmiştir.
b)
Araştırmacı
bazı fakihlere göre, bu gibi yerlerdeki müslümanlar da beş vakit namazla
yükümlüdürler. Bulundukları yerde bu namazlardan herhangi birinin vakti
gerçekleşmezse, o namazı kaza olarak kılarlar veya o beldeye en yakın olup, beş
vakit namazların vakitleri tam olarak gerçekleşen beldenin vakitlerine göre,
takdir ederek namazları edaya çalışırlar. Her ne kadar vakit, namazın bir şartı
ve bir sebebi ise de, namazın asıl sebebi Allah’ın emri oluşudur. Bu yüzden
bütün müslümanlar, bu beş vakit namazı kılmakla yükümlüdürler.
İmam
Şâfi‘î’nin görüşü de bu şekilde olup, ihtiyata uygun olan da budur.
Yüce
Allah normal zaman ve mekanlarda kendisine belli ibadetlerin yapılması için
uygun aralıklarla oluşan alametleri esas almış ve alametler oluştuğunda
ibadetlerin yapılmasını istemiştir. Allah’ın nimetlerine mazhar olan kul
ibadetleri günlük hayatına paralel kılmalıdır. Dolayısıyla gecenin bir ay
sürdüğü yerlerde insanlar bir ay boyunca uyumamaktadırlar. Belirlenen günlük
hayat içerisinde yemek yemekte, uyumakta ve çalışmaktadırlar. Yani bu
bölgelerde yaşayanlar namaz vakitlerini takdir yoluyla belirlemeli ve ibadet
etmelidirler[623].
Güneşin uzun süre doğmadığı veya batmadığı kutup
bölgeleri ve yakınlarında da yukarıdaki esaslara göre amel edilir. Bu gibi
yerlerde yaşayan müslümanların, oruç ve zekâtları konusunda da bu şekilde bir
takdir uygun düşer[624].
2.7.
Namazı
Vaktinde Kılmanın Fazileti
Farz
kılınan namazların vaktinde kılınmaları faziletli ameller arasında
zikredilmiştir. Ancak bu vakit, ilgili namaz vaktinin başladığı ilk anlar mı,
yoksa başlangıç ve bitiş vakitleri arasında herhangi bir vakit midir? sorusu
akla gelmektedir.
“Allah’a
en sevimli amel hangisidir?” sorusuna Rasûlullah (s.a.v.) “Vaktinde kılınan
namaz.” diye cevap vermiştir[625]. Ancak
görüldüğü gibi bu vakit meşru vaktin neresi olduğu belli değildir. Hz.
Peygamber’in uygulamalarından anlaşıldığına göre bu fazilet vakti namaz
vakitlerinin başladığı ilk anlardır.
Amellerin
en hayırlısı, sorana ve mevcut duruma göre değişiklik arz etmekle beraber
namazların kılınması ekseninde belirtmek gerekirse, Hz. Peygamber’in “Hangi
amel Allah’a en sevimlidir?” sorusuna “vaktinde kılınan namaz[626]” şeklinde
verdiği cevap normal şartlarda namazı vaktinde kılmak en faziletli amel olarak
ifade edilmiştir. İbn Dakîkı’l-Îd’in (ö.702/1302) de belirttiği gibi bunu
bedenî amellere hamletmek gerekir. Başka bir defasında “en faziletli amel
hangisidir?” sorusuna “Allah’a ve Rasûlüne iman etmektir[627]” şeklinde
verdiği cevap bütün amellere değer katan imanın olması hasebiyle imanı en
faziletli amel kabul etmek gerekir. Dolayısıyla bedenî amellerde en faziletli
amel vaktinde kılınan namazdır. İbn Battâl’ın (ö.449/1057) ifadesiyle ilk
vaktinde namaza kalkmak gevşek davranıp geciktirmekten daha faziletlidir[628].
Zührî
(ö.124/741) şöyle der: Bir gün Dımaşk’ta Enes b. Mâlik’in yanına gittim.
Ağlıyordu. Seni ağlatan şey nedir? diye sordum. “Kendisine ulaşıp da şu
namazdan başka bir şeyin bu kadar zayı edildiğini bilmiyorum.” Dedi[629]. Enes (r.a.)
namazın ilk vaktinde değil de geciktirilerek kılınmasından rahatsızlığını dile
getirmiştir. Buhârî de bu rivayet ile ilgili attığı başlıkta “namazın vaktinden
zayî edilmesi” olarak ifade etmiştir. Enes bu ifadeyi Haccâc’ın namazı
geciktirmesi karşısında söylemiştir[630].
Ebû
Berze; Rasûlullah yatsı namazından önce uyumayı ve yatsıdan sonra da
oturup
konuşmayı kerih görürdü, dedi. Sabah namazından da birimiz yanında oturanı
tanıyacak kadar aydınlık olduğu zaman ayrılırdı. Bu namazda altmıştan yüz âyete
kadar okurdu[631].
Yatsıdan
sonra faydasız sohbet etmeyi mekruh görmesi sabah namazını kaçırmamak, vaktinde
kılabilmek içindir. Bu da namazların vaktinde kılınmasına verilen öneme
işarettir[632].
126 |
Hz.
Peygamber’in tebliğ görevinin yanısıra tebyîn görevi de bulunmaktadır. Kur’ân-ı
Kerîm temel kurallar içerir. Dolayısıyla mesajlarını da özlü olarak verir;
ayrıntılara girmez; dînî ve sosyal alanların tamamında böyledir. Ayrıntıyı
peygambere yani sünnete bırakmıştır. Bu sebeple “Kim Rasûle itaat ederse
Allah’a itaat etmiş olur.679” buyurulmuştur.
Bu ifade peygamber algısını şekillendiren temel bir ilkedir. Bunun bir anlamı
Peygamber Allah’a rağmen bir şey yapmaz, Allah’a rağmen bir şey söylemez,
demektir. Dolayısıyla Kur’ân’da bizâtihi yer almayıp sünnetin Kur’ân’ın temel
esaslarına yönelik yaptığı açıklamalar Kur’ân’dan farklı düşünülemez.
Peygamberin
fiil ve uygulamalarını nakleden sahabe baktığı açıdan farklı olarak naklettiği
olmuştur. Bu da son derece doğaldır. Namaz vakitlerinin başlama ve bitiş anları
ile bazı namazların zaman ve duruma göre değişik vakitlerde kılınması ile
ilgili nakiller böyledir.
Kur’ân-ı
Kerîm namaz vakitlerine zaman dilimi olarak işaret etmiş, ancak o zaman
dilimlerinin aralıkları, başlama ve bitiş noktaları kesin çizgilerle
belirtilmemiştir. Ancak burada şunu da ifade etmek gerekir ki, bazı şeyleri
sözlü olarak izah etmek ya da belirtmek zor ya da imkânsızdır. Onu mutlaka
görsel olarak birinin göstermesi veya uygulamalı olarak izah etmesi gerekir.
Namaz vakitlerinin sınırlarının belirlenmesi böyledir. Ayrıca uzun izah etmeye
kalkmak sayfaların hacmini artıracağı için Kur’ân’ın özlü mesaj verme ruhuna
aykırıdır. Her meseleyi uzunca anlatacak olsa ciltler dolusu Kur’ân Kitabı
olması gerekirdi ki bu insanların lehine olan bir durum değildir. Bu sebeple
namaz vakitlerinin detaylarını sünnette aramak gerekir.
Bu
çalışmamız, Kur’ân’ın bir mücmelini sünnetin nasıl beyan ettiğini gösteren bir
örnek olma özelliği de taşımaktadır. Bu tür çalışmalar sünnetin Kur’ân’ı
açıklama
fonksiyonunu daha somut bir şekilde ortaya koyması, Kur’ân-Sünnet ilişkisi
idraklere sunması bakımından önemsenmelidir. Peygambersiz veya sünnetsiz din
oluşturma, sünneti devre dışı bırakma fikri ve çabalarının yoğunlaştığı bu
günlerde bu tür çalışmalara daha çok ihtiyaç olduğu ortaya çıkmaktadır.
Kılınması
emredilen namazların vaktinde kılınması faziletli olarak görülmüş, ancak
vaktinde kılmaktan neyin kastedildiği, namaz vaktinin ilk anı mı yoksa
belirlenen zaman aralığının herhangi bir anı mı olduğu noktasında ihtilafa
düşülmüş yine Hz. Peygamber’in uygulamalarından kastedilen faziletli zamanının
vaktin ilk anı olduğu anlaşılmaktadır.
Bununla
beraber sabah namazının ilk kılınabilme vaktinin fecr-i sadıktan beş- on dakika
sonra kılınabileceği ifade edilmiş, uygulama olarak değişik rivayetleri esas
alan mezhepler farklı uygulamalarda bulunabilmiş, örneğin Hanefiler daha çok
isfarı tercih etmiştir. Ancak ittifak edilen nokta normal zamanlarda, zaruretin
söz konusu olmadığı durumlarda güneş doğmadan önce namazın bitmesi esas
alınmıştır.
Öğle
namazı güneşin batıya meyletmesinden başlar gölgeler fey-i zevâl dışında bir
misli oluncaya kadar devam eder. Genel kabul bu olmakla beraber Hanefîler öğle
namazının vaktinin gölgelerin iki misli olmasına kadar devam ettiğini kabul
ederler. Bunda da sıcak günlerde havanın serinlemesinin beklenmesini emreden
hadisler esas alınmış, serinlemenin ancak gölgelerin iki misli uzayınca
olabileceği ifade edilmiştir.
Hanefiler
hariç diğer mezhep imamları ikindi namazının başlangıç vaktini fey-i zevâl
dışında gölgelerin bir misli uzaması olarak kabul ederken Hanefiler iki misli
olarak kabul eder, güneşin batmasıyla ikindi vakti sona erer.
Akşam
namazı güneşin batmasıyla başlar, ufuk kayboluncaya kadar devam eder. Batıdaki
kırmızılık veya kırmızı beyaz karışımı ufuk iyice kaybolup tam karanlık çökünce
yatsı namazı vakti başlar; genel kabule göre fecre kadar devam eder. Bazıları
gece yarısına kadar devam ettiğini, gece yarısını aşarsa kazaya düşeceğini
ifade etmişlerdir.
Hz.
Peygamber’in ümmete kolaylığı merkeze alarak farklı durumlara göre farklı
uygulamarda bulunduğunu görmekteyiz. Namazları cem ederek kılmak bu örneklerden
biridir. Öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı birleştirerek kıldığını 128
görmekteyiz.
Ancak bu birleştirmenin hangi gerekçelerle yapıldığı konusunda farklı görüşler
ileri sürülmüştür.
Bazı
mezhepler hazarda ve seferde belli durumlarda söz konusu namazların
birleştirilebileceğini kabul ederken Hanefiler Müzdelife’de ve hacc yapma
sebebi dışında hiçbir şekilde cem yapılamayacağını, Hz. Peygamber’in yaptığı
gözlemlenen cemlerin bir namazı başka bir namazın vakti içerisinde kılmak
şeklinde bir cem değil, surî/şeklî cem olarak ifade edilen, bir namazı son
vaktinde diğer namazı ilk vaktinde kılmak şsklinde bir cem olduğunu kabul
ederler.
Bu
tür çalışmalarla hangi mezheplerin hangi rivayetleri, hangi gerekçelerle esas
aldıkları, rivayetlerin tercihinde nasıl bir mantık ve metot sergilediklerini
görmek açısından da son derece önemlidir.
Bunun
dışında mezheplerdeki farklı kabullerin dinin aslına dokunmadıkları, farklı
bakış açıları ve farklı gözlemlerle nakledilen rivayetlerden kaynaklandığını
görmek açısından da önemlidir.
Sonuç
olarak Kur’an’da beş vakit namazın vakitlerine işaret edilmek suretiyle
emredilmiş, sünnet tarafından da bu namazların ilk ve son vakitleriyle birlikte
kılınacakları zaman dilimleri açıkça ve uygulamalı olarak gösterilmiş ve tespit
edilmiştir.
***
130 |
Abdullah
İbnü’l-Mubârek (ö.181/797), ez-Zühd ve’r-Rekâik, th. Habîbibu’r-Rahmân
el-A‘zamî, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrût, trs.
Abdurrezzâk
es-San’anî (ö.211), Tefsîru Abdurrezzâk, tk. Mahmûd Muhammed Abduh,
Beyrût 1419, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Abdülfettâh
Ebû Ğudde (ö.1997), Kîmetü’z-zamân ‘inde’l-’ulemâ, Riyâd 1408,
Mektebetü’l-matbû’âti’l-İsmaiyye, 10.baskı.
Abdülğanî
b. Tâlib el-Meydânî (ö.1298), el-Lübâb fî Şerhi’l-kitâb, th., Muhammed
Muhyiddin Abdülhamîd, Beyrût, trs. El-Mektebetü’l-‘ilmiyye.
Abdülmelik
b. Muhammed Ebû Mansûr es-Saâlebî (ö.429), Fıkhu’l-Lüğa, th.,
Abdurrazzâk el-Mehdî, byy., 1422/2002, İhyâu’t-türâsi’l-‘arabî.
Ahmed
b. Ali b. Hacer Ebu’l-Fadl el-‘Askalânî eş-Şafi‘î (ö.852), Fethu’l-Bârî
Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrût, 1379, Dâru’l-ma‘rife.
Ahmed
b. el-Hüseyn Ebû Bekr el-Beyhâkî (ö.458), es-Sünenü’s-sağîr, th.
Abdülmu’tî Emîn Kal‘acî, Pakistan 1410/1989, Câmi‘atü’d-dirâsâti’l- İslamiyye.
Ahmed
b. Muhammed b. Ebî Bekr b. Abdulmelik el-Kastallânî (ö.923), İrşâdu’s-sârî
li-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî, el-Matbaatu’l-kübra el-emîriyye, Mısır 1323.
Ahmed
Muhtar Abdülmecid Ömer (ö.1424); Mu‘cemu’l-lüğati’l-‘arabiyyeti’l- mu‘âsara,
byy., 1429/2008, ‘Âlemu’l-kütüb, 1.baskı.
Ali
b. Ca‘d b. ‘Ubeyd el-Cevherî el-Bağdâdî (ö.230), Musnedu İbn Ca‘d, th.,
‘Âmir Ahmed Haydar, Beyrût 1410/1990.
Ebû
‘Ali el-Kâlî İsmail b. el-Kâsım (ö.356), el-Maksûr ve’l-Memdûd, th.
Ahmed Abdülmecid Hureydî, Kahira 1419/1999, Mektebetü’l-hancî.
Ebû
‘Amr Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. ‘Abdilberr el-Kurtubî (ö.463), el-
İstizkâr, th. Sâlim Muhammed ‘Atâ –Muhammed Ali Muavviz, Beyrût 1421/2000,
Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebû
‘Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm el-Herevî el-Bağdâdî (ö.224), Ğarîbu’l-hadîs,
th. Muhammed Abdülmu‘în Hân, Haydar Âbâd, 1384/1964, Matba‘atü Dâireti’l-
Osmâniyye.
Ebû
Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel (ö.241), Musnedu’l-İmâm Ahmed b.
Hanbel, th., Şuayb el-Arnavûd, Muessesetü’r-risâle, 1421/2001.
Ebû
Abdillah el-Hâkim Muhammed b. Abdullah b. Muhammed en-Nîsâbûrî (ö.405), el-Müstedrek
‘ale’s-Sahîhayn, th. Mustafa Abdülkadir ‘Atâ, Beyrût 1411/1990,
Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebû
Abdillah Muhammed b. Abdullah el-Murrî, el-İlbîrî (İbn Ebî Zemenîn el- Mâlikî)
(ö.399), Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîz, th. Ebû Abdillah Hüseyn b.
‘Ukkâşe-Muhammed b. Mustafa el-Kenz, Kâhira 1423/2002.
Ebû
Abdillah Muhammed b. İdrîs eş-Şâfi‘î (ö.204), İhtilâfu’l-hadîs (el-Umm ile
beraber), Beyrut 1410/1990, Dâru’l-ma‘rife.
Ebû
Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şâfi‘î (ö.204), Musnedü’l-İmâm eş-Şâfi‘î,
th., Mâhir Yâsin Fahl, Kuveyt 1425/2004, Şirketü Ğarrâs.
Ebû
Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şâfi‘î (ö.204), Tefsîru’l-İmâm eş-Şâfi‘î,
th., Ahmed b. Mustafa el-Ferrân, Suûdî Arabistan, 1427/2006, Dâru’t-tedmiriyye.
Ebû
Abdillah Muhammed b. İsmâîl el-Buhârî (ö.256), Cüz’ü’l-Kırâeti Halfa’l-İmâm,
th. Fadlurrahmân es-Sevrî, el-Mektebetü’s-Selefiyye, byy.,1400/1980.
Ebû
Abdillah Muhammed b. Nasr b. el-Haccâc el-Mervezî (ö.294), Muhtasaru
Kıyâmi’l-Leyl ve Kıyâmı Ramadân ve Kitâbi’l-Vitr, nşr. Hadîsu Akademî
Pakistân 1408/1988.
Ebû
Abdillah Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî el-Kûfî (ö.161), Tefsîru’s-Sevrî,
nşr. Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrût 1403/1983.
Ebû
Abdurrahmân Abdullah b. Abdurrahmân el-Bessâm (ö.1423), Teysîru’l-‘Allâm
Şerhu ‘Umdeti’l-Ahkâm, th. Muhammed Suphî b. Hasan Hallâk, Kâhira
1426/2006.
Ebû
Abdurrahmân Ahmed b. Şu‘ayb b. ‘Alî el-Horâsânî en-Nesâî (ö.303), el-
Müctebâ mine’s-sünen: es-Sünenü’s-suğrâ (Sünen), th., Abdülfettâh Ebû
Ğudde, Haleb 1406/1986, Mektebetü’l-matbu‘âtü’l-İslâmiyye.
Ebû
Abdurrahmân Ahmed b. Şu‘ayb en-Nesâî (ö.303), es-Sünenü’l-kübrâ, th.
Hasan Abdulmun‘im Şelebî, Beyrût 1421/2001, Muessesetü’r-risâle.
Ebû
Abdurrahman el-Halîl b. Ahmed b. ‘Amr b. Temîm el-Basrî (ö.170), Kitâbu’l-
‘Ayn, th., Mehdî el-Mahzûmî-İbrahim es-Sâmurâî, byy., trs., Dâru
Mektebeti’l-hilâl.
Ebû
Bekir Ahmed b. el-Hüseyn el-Beyhakî (ö.458), es-Sünenü’l-kübrâ, Muhammed
Abdulkâdir ‘Atâ, Beyrût, 1424/2003, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebû
Bekir Ahmed b. el-Hüseyn el-Beyhakî (ö.458), Ma‘rifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr,
th. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî, Kahira 1412/1991, Câmi‘atü’d-dirâsâti’l-
İslâmiyye.
Ebû
Bekir b. Ebî Şeybe, el-Musannef, th. Kemâl Yûsuf el-Hût,
Mektebetü’r-rüşd, Riyâd 1409.
Ebû
Bekir Muhammed b. el-Hüseyn b. Abdullah el-Âcurriyy el-Bağdâdî (ö.360), eş-
Şerî‘a, th. Abdullah b. Ömer b. Süleymân ed-Demîcî, Dâru’l-vatan, Riyâd
1420/1999.
Ebû
Bekr Abdurrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi’ el-Himyerî es-San’anî (ö.211/827), el-
Musannef, th., Habîburrahmân el-A’zamî, Beyrût 1403, el-Meclisu’l-‘ilmî.
Ebû
Bekr Ahmed b. ‘Amr el-Bezzâr (ö.292), Musnedu’l-Bezzâr, th.
Mahfuzurrahmân Zeynullah, Medine-i Münevvera, 1988-2009, Mektebetü’l-’ulûm
ve’l-hikem.
Ebû
Bekr Muhammed b. Ahmed es-Sadefî el-İşbilî, İbnu’s-Sâbûnî (ö.634), Ma‘rifetü’l-fark
beyne’d-dâd ve’z-zâ’, th., Hâtim Sâlh ed-Dâmin, Dâru Neynevî, Dımaşk
1426/2005.
Ebû
Bekr Muhammed b. el-Hasan b. Dureyd el-Ezdî (ö.321), Cemheretü’l-lüğa,
th. Remzî Münîr Ba‘lebekkî, Beyrût 1987, Dâru’l-‘ilm li’l-melâyîn.
Ebû
Bekr Muhammed b. İshâk b. Huzeyme en-Nîsâbûrî (ö.311/923), Sahîhu İbn
Huzeyme, th., Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Beyrût, trs., el-Mektebetü’l-
İslâmî.
Ebû
Ca ‘fer et-Tahâvî (ö.321/633), Şerhu Me‘âni’l-âsâr, th. Muhammed Zührî
en- Neccâr, ‘Âlemu’l-kütüb, 1414/1994.
Ebû
Ca‘fer en-Nehhâs, Ahmed b. Muhammed en-Nahvî (ö.388), İ‘râbu’l-Kur’ân, Beyrût
1421, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye.
Ebû
Dâvûd Süleyman b. Dâvûd et-Tayâlîsî (ö.204), Musned, th. Muhammed b.
Abdulmuhsin et-Türkî, Mısır, 1419/1999, Dâru Hicr.
Ebû
Dâvûd, Süleyman b. el-Eş‘as es-Sicistânî (ö.275), Sünenü Ebî Dâvûd, th.
Muhammed Muhyiddîn Abdülmecîd, Beyrût, trs., el-Mektebetü’l-‘asriyye.
Ebû
Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali b. Âdil el-Hanbelî, ed-Dımaşkî, en-Nu’mânî (ö.775),
el-Lübâb fî ‘Ulûmi’l-Kitâb, th. ‘Âdil Ahmed Abdulmevcûd-Ali Muhammed
Muavvid, Beyrût 1419/1998, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebû
İshâk İbrâhim b. Ali b. Yûsuf eş-Şîrâzî (ö.476), el-Mûhezzeb fi Fıkhı’l-İmâm
eş- Şâfi’î, byy., trs. Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebû
Muahmmed Mahmûd b. Ahmed, Bedruddîn el-‘Aynî (ö.855), ‘Umdetü’l-kârî Şerhu
Sahîhi’l-Buhârî, Beyrût trs., Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî.
Ebû
Muhammed Abdullah b. Abdurrahmân ed-Dârimî (ö.255/868), Sünenü’d- Dârimî, th.,
Mustafa Deyb el-Boğâ, Dımaşk 1412/1991, Dâru’l-kalem.
Ebû
Muhammed Abdullah b. Vehb b. Müslim el-Mısrî el-Kuraşî (ö.197), Tefsiru’l-
Kar’ân mine’l-Câmi‘i li’bni Vehb, th. Mîkloş Mavrânî, byy., 2003, Dâru’l-
ğarbi’l-İslâmî.
Ebû
Muhammed Abdullah b. Vehb el-Kuraşî, (ö.197), el-Câmi‘, th., Rafet Fevzî
Abdulmuttalib, byy., 1425/2005, Dâru’l-vefâ.
Ebû
Muhammed Abdurrahman b. Muhammed İbn Ebî Hâtim er-Râzî (ö.327), Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘azîm,
th. Es’ad Muhammed et-Tayyib, Suûdî Arabistan, 1419, Mektebetü Nizâr Mustafa
el-Bâz.
Ebû
Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kayravânî el-Endelûsî el-Kurtubî el-Mâlikî
(ö.437), el-Hidâye ilâ bulûği’n-nihâye fî ‘ilmi me‘ânî’l-Kur’âni ve
Tefsîrihi, th. Mecmû‘atü Resâili Câmi‘iyyeti
bi-külliyeti’d-dirâsâti’l-‘ülyâ ve’l-bahsi’l- ‘ilmî, byy., 1420/2008.
Ebû
Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el- Makdisî
ed-Dımaşkî el-Hanbelî, İbn Kudâme (ö.620), el-Muğnî, byy., 1388/1968,
Mektebetü’l-Kahira.
Ebû
Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî el-Fârâbî (ö.393), es-Sıhâh Tâcu’l-lüğa ve
Sıhâhu’l-’arabiyye, th. Ahmed Abdulğafûr ‘Atâr, Beyrût 1407/1987, Dâru’l-
ilm li’l-melâyîn.
Ebû
Nu‘aym el-İsbehânî (ö.430), Hilyetü’l-evliyâ ve Tabakâtu’l-asfiyâ,
Beyrût 1409, Dâru’l-kütübi’l-‘arabî.
Ebû
Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr b. ‘Âsım en-Nemerî el- Kurtubî
(ö.463), et-Temhîd li-mâ fi’l-Muvatta’ min’e-me‘ânî ve’l-esânîd, th.
Mustafa b. Ahmed el-‘Alevî-Muhammed Abdulkebîr el-Bekrî, Mağrib 1387, Vizâretu
umûmi’l-evkâf ve’ş-şuûni’l-İslâmiyye.
Ebû
Saîd b. el-‘Arabî, Ahmed b. Muhammed el-Basrî es-Sûfî (ö.430), Mu‘cemu
İbni’l-‘Arabî, th. Abdulmuhsin b. İbrahim b. Ahmed el-Hüseynî, Dâru İbni’l-
Cevzî, Suûdi Arabistan 1418/1997.
Ebû
Ya‘lâ Ahmed b. Ali, el-Mavsılî (ö.307), Musnedu Ebî Ya‘lâ, th. Hüseyn
Selîm Esed, Dımaşk 1404/1984, Dâru’l-Me’mûn.
Ebû
Ya’kûb İshâk b. İbrâhim el-Hanzalî el-Mervezî, İbn Râhûyeh (ö.238), Müsnedu
İshâk b. Râhûyeh, th., Abdülğafûr b. Abdülhak el-Belûşî, Mektebetü’l-imân,
el-Medînetü’l-münevvera, 1412/1991.
Ebû
Zekeriyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref en-Nevevî (ö.676), el-Minhâc Şerhu Sahîhi
Müslim b. Haccâc, Beyrût, 1392, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî.
Ebû’l-‘Abbâs
Muhammed b. İshâk en-Nîsâbûrî es-Serrâc (ö.313), Hadîsu’s-Serrâc, th.
Ebû Abdillah Hüseyn b. ‘Ukkâşe b. Ramazan, nşr. el-Fârûku’l-Hadîsa, 1425/2004.
Ebu’l-‘Alâ
Muhammed Abdurrahmân b. Abdurrahîm el-Mubârekfûrî (ö.1353), Tuhfetü’l-ahvezî
bi-Şarhi Câmi‘i’t-Tirmizî, Beyrût, trs., Dâru’l-kütübi’l- ’ilmiyye.
Ebu’l-’Abbâs
Şihâbuddîn Ahmed b. Yûsuf b. Abduddâim (ö.756), ed-Durru’l-Masûn fî
‘Ulûmi’l-Kitâbi’l-Meknûn, th. Ahmed Muhammed el-Harrât, Dımaşk, trs.,
Dâru’l-kalem
Ebu’l-Fadl
Zeynuddin Abdurrahîm b. el-Hasen el-‘Irâkî (ö.806), Tarhu’t-Tesrîb fî
Şerhi’t-takrîb, nşr. et-Tab‘atü’l-Mısrıyyeti’l-kadîme, trs.
Ebu’l-Haccâc
Mücâhid b. Cebr et-Tâbi‘î el-Mekkî el-Kuraşî el-Mahzûmî (ö.104), Tefsîru
Mücâhid, th., Muhammed Abdüsselâm Ebu’n-Nîl, Mısır 1410/1989,
Dâru’l-Fikr’l-İslâmî el-Hadîsiyye.
Ebu’l-Hasan
‘Ubeydullah b. Muhammed el-Mubârekfûrî (ö.1414), Mir‘âtü’l-mefâtih Şerhu
Mişkâti’l-mesâbîh, Hindistan 1404/1984, İdâretü’l-buhûsi’l-‘ilmiyye
ve’d-da‘veti ve’l-iftâ.
Ebu’l-Hasan
Ali b. Ömer ed-Dârekutnî (ö.385/995), Sünenü’d-Dârekutnî, th., Şu‘ayb
el-Arnavûd, Beyrût 1424/2004.
Ebu’l-Hasan
Mukâtil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî (ö.150), Tefsîru Mukâtil, th.
Abdullah Mahmûd Şuhata, Beyrût 1423, Dâru İhyâi’t-türâs.
Ebu’l-Kâsım
Mahmûd b. ‘Amr b. Ahmed, ez-Zemahşerî (ö.538), Tefsîru’l-keşşâf, Beyrût
1424/2003, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Ebu’l-Velîd
Süleymân b. Halef el-Kurtubî el-Bâcî el-Endelûsî (ö.474), el-Müntkâ
Şerhu’l-Muvatta’, nşr. Matba‘atu’s-Saâde, Kahira, 1332.
el-Beyhakî
(ö.458), Şu‘abu’l-imân, th. ‘Abdu’l-’alî Abdulhamîd Hâmid,
Mektebetü’r-Rüşd, 1423/2003.
el-Kâdî
Muhammed b. Abdullah Ebû Bekr b. el-‘Arabî el-İşbilî el-Mâlikî (ö.543), el-
Mesâlik fî Şerhi Muvatta’i Mâlik, tlk. Muhammed b. el-Hüseyn es-Süleymânî
ve
‘Âişe bintü’l-Hüseyn es-Süleymânî, byy. 1428/2007, Dâru’l-garbi’l- İslâmî.
El-Kâsım
b. Ali b. Muhammed el-Harîrî el-Basrî (ö.516), Dürretü’l-ğavvâs fî
Evhâmi’l-havvâs, th. ‘Arafât Mataracî, Beyrût, 1998/1418, Muessesetü’l-
kütübi’s-sakafiyye.
Es-Suyûtî
(ö.911), Mısbâhu’z-Zücâce Şerhu Süneni İbn Mâce, nşr. Kadîmî
Kütüphane-Kerâteşî, 1315.
Hayrettin
Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2007,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları.
Heyet,
el-Mu‘cemu’l-vasît, İstanbul 1986, Çağrı Yayınları.
Heyet,
Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul 1987.
İbn
Battâl Ebu’l-Hasan Ali b. Halef b. Abdülmelik (ö.449), Şerhu Sahîhi’l-Buhârî
li’bni Battâl, th. Ebû Temîm Yâsir b. İbrâhim, Riyâd 1423/2003,
Mektebetü’r-rüşd.
İbn
Dakîkı’l-Îd (ö.702), İhkâmu’l-İhkâm Şerhu ‘Umdeti’l-ahkâm, nşr.
Matba‘atü’l- sünneti’l-Muhammediyye.
İbn
Ebî Şeybe (ö.235), el-Musannef, th. Kemâl Yûsuf el-Hût,
Mektebetü’r-rüşd, Riyad 1409.
İbn
Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1379.
İbn
Mâce, Ebû Abdillah Muahemmed b. Yezîd el-Kazvinî (ö.273), Sünenü İbn Mâce, th.
Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’l-kütübi’l-‘arabiyye.
İbnu’s-Sikkît,
Ebû Yûsuf Ya’kub b. İshâk (ö.244), Islâhu’l-mantık, th. Muhammed Mur’ib,
Dâru İhyâi’t-türâsi’l-arabî, 1423/2002.
İbrâhim
b. İshâk el-Harbî, Ebû İshâk (ö.285), Ğarîbu’l-hadîs, th., Süleyman
İbrahim Muhammed el-‘Âyid, Mekketü’l-Mükerreme, 1405, Câmi‘atü Ümmü’l-Kurâ.
Kemalüddîn
Muhammed b. Abdülvâhid es-Sivasî İbnül-Hümâm (ö.861), Fethul- Kadîr,
byy., trs., Dâru’l-fikr.
Kur’ân-ı
Kerîm
Mâlik
b. Enes b. Mâlik b. ‘Âmir el-Asbahî el-Medenî (ö.179), Muvatta’i İmâm Mâlik,
th. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Beyrût 1406/1985, Dâru İhyâi’t- türâsi’l-arabî.
Mâlik
b. Enes b. Mâlik b. Âmir el-Asbahî el-Medenî (ö.179), el-Müdevvene,
byy., 1415/1994, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Muhammed
Abdilhâdî et-Tetvî, Ebu’l-Hasan Nuruddîn es-Sindî (ö.1138/1725), Haşiyetü’s-Sindî
(Sünen’le beraber), Haleb 1406/1986, Mektebetü’l- Matbû‘âti’l-İslâmiyye.
Muhammed
Abdülbakî b. Yûsuf ez-Zürkân el-Mısrî el-Ezherî (ö1122), Şerhu’z- Zürkânî
‘alâ Muvatta’i’l-İmâm Mâlik, th. Tâhâ ‘Abdurraûf Sa’d, Kâhira 1424/2003,
Mektebetü’s-sekâfeti’d-dîniyye.
Muhammed
b. ‘İsâ b. Sevra b. Mûsa b. ed-Dahhâh et-Tirmizî, Ebû ‘İsâ (ö.279), Sünenü’t-Tirmizî,
th. Ahmed Muhammed Şâkir ve Muhammed Fuâd Abdülbakî ve İbrahim ‘Adve, Matbaatü
Mustafa el-Bâbî el-Halebî, Mısır 1395/1975.
Muhammed
b. Abdülvâhid el-Bâverdî: Ğulâm Sa‘leb (ö.345), el-‘Aşarât fî Ğarîbi’l-
lüğa, th., Muhammed Cebbâr el-Mu‘aybid, nşr. Müstell min mücelled
ma‘hadi’l-mahtutâti’l-‘arabiyye.
Muhammed
b. Ahmed Ebû Bekir ‘Alâuddîn es-Semerkandî (ö.540), Tuhfetü’l- fukahâ,
Dâru’l-kütübi’l-’ilmiyye, Beyrût 1414/1994, 1/100.
Muhammed
b. Cerîr et-Taberî (ö.310), Câmi‘u’l-beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, th.,
Ahmed Muhammed Şâkir, Muessesetü’r-risâle, 1420/2000.
Muhammed
b. Hibbân b. Ahmed b. Hibbân et-Temîmî Ebû Hâtime d-Dârimî el- Bustî (ö.354), Sahîhu
İbn Hibbân bi-tertîbi İbn Belbân, th. Şu‘ayb el- Arnavûd, Beyrût,
1414/1993, Muessesetü’r-risâle.
Muhammed
b. İsmail b. İbrahim el-Buhârî (ö.256), Tahrîcu’l-ahâdisi’l-merfû‘ati’l-
musnede fî-Kitâbi’t-tarîhi’l-kebîr, Riyâd 1420/1990, Mektebetü’r-rüşd.
Muhammed
b. İsmâil Ebû Abdillah el-Buhârî el-Cu‘fî (ö.256/869), el-Câmi‘u’l-
Musnedu’s-sahîhu’l-muhtasar min umûri Rasûlillâhi Sallallâhu ‘Aleyhi ve
Sellem
ve sünenihi ve eyyâmih: Sahîhu’l-Buhârî, th. Muahmmed b. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır, byy., 1422,
Dâru Tavkı’n-necâd.
Muhammed
b. İsmâil el-Emîr es-San‘anî (ö.1182), Sübülü’s-selâm şerhu Bulûğu’l- merâm
min cem‘i edilleti’l-ahkâm, tlk., Muhammed Abdülaziz el-Hûlî, Beyrût trs.,
Dâru’l-Cîl.
Muhammed
b. Mükerrem b. ‘Ali, Ebu’l-Fadl Cemâlüddîn İbn Manzûr el-Ensârî el- Afrikî
(ö.711), Lisânü’l-‘arab, Dâru Sadr, Beyrût 1414/1994.
Muhammed
Fuâd Abdülbakî, el-Mu‘cemu’l-mufehres li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, el-
Mektebetü’l-İslâmiyye, İstanbul 1982.
Muhyiddîn
ed-Dervîş, İ‘râbu’l-Kur’ân, Beyrût 1424/2003.
Muyyissünne,
Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes‘ûd el-Beğâvî (ö.516), Şerhu’s- Sünne, th.
Şu‘ayb el-Arnavud, el-Mektebetü’l-İslâmî, Dımaşk, Beyrût 1403/1983.
Müslim
b. el-Haccâc Ebu’l-Hasan el-Kuşayrî en-Nîsâbûrî (ö.261), el-Musnedu’s-
sahîhi’l-muhtasar bi-nakli’l-‘adli ‘ani’l-‘adli ilâ Rasûlillâhi sallalhu
‘aleyhi ve sellem, th. Muhammed Fuâd Abdülbakî, Beyrût, trs., Dâru
İhyâi’t-Türâsi’l- ‘arabî.
Nâsıruddîn
Ebû Saîd Abdullah b. Ömer el-Beydâvî (ö.685), Envâru’t-Tenzîl ve
Esrâru’t-Te’vîl, th., Muhammed Abdurrahman el-Mar’aşlî, Dâru İhyâi’t-
türâsi’l-’arabî, Beyrût 1418.
Nâsıruddîn
el-Albânî, Muhtasaru Sahîhi’l-İmâmi’l-Buhârî, Riyâd 1422/2002,
Mektebetü’l-Me‘ârif.
Neşvân
b. Saîd el-Himyerî el-Yemenî (ö.573), Şemsu’l-‘ulûm ve Devâu kelâmi’l- ‘arab
mine’l-külûm, th. Hüseyn b. Abdullah el-Ömerî vdğ., Beyrût 1420/1999,
Dâru’l-fikri’l-mu’asır.
Suheyb
Abdülcebbâr, el-Câm’iu’s-sahîh li’s-Sünen ve’l-Mesânîd, nşr. 2014,
(Şamile)
Süleyman
b. Ahmed b. Eyyüb et-Taberânî (ö.360), el-Mu‘cemu’l-kebîr, th., Hamdî b.
Abdilmecîd es-Silefî, Kahira 1415/1994, Mektebetü İbn Teymiyye.
Süleyman
b. Ahmed b. Eyyüb et-Taberânî (ö.360), el-Mu‘cemu’s-sağîr, th., Muhammed
Şekûr, Beyrût, 1405/1985, Mektebetü’l-İslâmî.
Şamil
İslâm Ansiklopedisi, “namaz” md.
Yahyâ
b. Selâm b. Ebî Sa‘lebe el-Kayravânî (ö.200), Tefsîru Yahyâ b. Selâm
el-Basrî el-Kayravânî, th. Hind Şelebî, Beyrût 1425/2004,
Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye.
Yazır,
Elmalılı Hamdi (ö.1361/1942), Hak Dini Kur’ân Dili, İstanbul, trz., Eser
Kitabevi, 6/4207-4208.
Zeynuddîn
Ebû Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr Abdulkadir el-Hanefî er-Râzî (ö.666), Muhtâru’sıhâh,
th., Yûsuf eş-Şeyh Muhammed, Beyrût 1420/1999, el-Mektebetü’l-’asriyye.
Zeynuddîn
Muhammed Abdurraûf el-Münâvî (ö.1031), Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-
Câmi‘i’s-sağîr, Mısır 1356, El-Mektebetü’t-ticâriyyeti’l-kübra.
Adı
Soyadı : Hayrunnisa AĞIRMAN MUTLU
Doğum Tarihi ve Yeri :
1983/Trabzon
e-posta : mehmetmutlu61@gmail.com
EĞİTİM
Derece Kurum Mezuniyet Yılı
Lisans Sivas Cumhuriyet Üniversitesi |
2010 |
Yüksek
Lisans Sivas Cumhuriyet Üniversitesi İŞ TECRÜBESİ |
Devam Ediyor |
Tarih Kurum |
Görev |
2011- MEB |
Öğretmen |
YABANCI DİL BİLGİSİ
Yabancı Dilin Adı |
KPDS ( ) ÜDS ( ) |
TOEFL ( ) EILTS ( ) |
6
bkz. Buhârî, el-Câmi‘u’s-sahîh, “Mevâkît”ü’s-salât, Kitâb (bölüm) no. 9.
63
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/3.
76
en-Nu‘mânî, el-Lübâb, 12/355.
85
en-Nu‘mânî, el-Lübâb, 12/355.
92
et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/515.
97
et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 9/232, no.9136.
104
Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/554, no.2102.
122
Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/572, no.2179.
125
Hûd, 11/114.
128
et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/502.
129
Abdurrezzâk, Tefsîru Abdurrezzâk, 2/201, no.1257; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
15/502, 503, no.18609, 18610, 18611 vd.
144
Mücâhid b. Cebr, Tefsîr, 1/391.
166
Ebû Dâvûd, “Salât”, 2, no 393; Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no. 149, 151, (1/278).
182
Mukâtil b. Süleymân, Tafsîru Mukâtil, 3/46.
184
et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/401; İbn Ebî Hâtim er-Râzî, Tefsîr,
7/2441.no.13583.
219
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/55.
222
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/27.
243
Nesâî, “Mevâkît”, 33, no.564, (1/277); Muvatt’, “Kur’ân”, 48, 1/221.
252
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
272
Nesâî, “Mevâkît”, 18, no.526, (1/263).
274
Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.542. Tirmizî, “Cumu‘a”, 58, no.584 (2/369).
284
Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.149 (1/302).
293
ibn Mâce, “Salât”, 1, 110.667, (1/219): 110521, “Mevâkit”, 12,110.518, (1/258);
Tirmizi, “Mevâkit”, 1, 10.152, (1/308).
294
Buhârî, “Cumu'a”, 17, 10.906: 1016521, “Mevâkit”, 4, 10.499, (1/248).
296
Tirmizi, “Mevâkit”, 5, no.157, (1/316).
298
1011 Dakîkı’l-Id (0.702), 1/1/(67711/1/-1/1/(6771 Şerhli
،6/7716/0/1/-0/1/(677, nşr. Matba،atüT-sünnetiT-
Muhammediyye,
byy., trs., 1/293, no.113.
306
Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.533-538, 10, no.539.
313
Buhârî, “Mevâkît”, 7, no.530.
322
Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.149, (1/302); Ebû Dâvûd, “Salât”, 2, no.393.
331
Buhârî, “Mevâkît” 12, no.543, 1/114.
336
el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
345
Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 51-53 (705-706) (1/490).
364
Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.188, 1/362.
369
el-‘Aynî, ،6/77100117 1/-/607"1, 7/151, 152.
371
el-Bakara, 2/238.
373
el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 7/152: Ebû Abdurrahmân Abdullah b. Abdurrahmân
61-65524 (0.1423), 701/51711/ 1/- 4/764771 907/11/ ‘Umdeti ’1-Ahkâm, th.
Muhammed Suphi b. Hasan Hallâk,
413
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/66.
418
Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.541, 13, no.547.
445
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/30.
455
Nesâî, “Salât”, 17, no. 479, 480, (1/238). Müslim, “Mesâcid”, 200, 201, (626)
(1/435, 436).
459
Müslim, “Fiten”,11 (2886) (4/2212).
464
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/25.
1,
no. 152, (1/308).
480
Buhârî, “Mevâkît”, 18, no.559. Müslim, “Mesâcid”, 217 (637) (1/441).
481
Ebû Dâvûd, “Salât”, 6, no.416, 1/113.
492
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
494
Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/559, no.2122.
495
ed-Dârekutnî, Sünenü’d-Dârekutnî, 1/506, no.1055.
522
Müslim, “Mesâcid”, 171 (612), 1/426.
548
Muvatta’, “Kasr”, 4, 1/144.
554
en-Nevevî, el-Minhâc, 5/31.
564
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1379, 2/41.
566
Ebû Dâvûd, “Vitr”, 8, no.1435, 2/66.
567
Ebû Dâvûd, “Vitr”, 8, no.1437, 2/66.
584
Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.581.
600
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/60.
612
Müslim, “Salâtü’l-misâfirîn”, 294 (832) (1/569)
613
Ebû Dâvûd, “Tatavvu”, 10, no. 1277, (2/25). Abdurrezzak, Musannef,
1/531, no. 2029.
614
Nesâî, “Mevâkît”, 17, no.527, (1/263).
616
İbn Mâce, “İkâmetü’s-salât”, 148, no.1252, (1/397).
620
Ali b. el-Ca’d, Musned, s. 287, no.1938.
621
Ali b. el-Ca’d, Musned, s. 466, no.3213.
623
İbn Ebî Şeybe, el-Musnnef, 1/470, no. 5432.
624
İbn Ebî Şeybe, el-Musnnef, 1/470, no. 5434.
625
Eş-Şâfi‘î, Musned, 1/139, no.408.
629
Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.590.
635
Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.590.
641
Ebû Dâvûd, “Tatavvu”, 10, no.1280, 2/25.
666
Buhârî, “Mevâkît”, 38, no.598.
667
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/68.
[63] en-Nisâ, 4/103.
[64] el-İsrâ, 17/78.
[65] Hûd, 11/114.
[66] Tâhâ, 20/130.
[67] er-Rûm, 30/17-18.
[68] bkz. Tirmizî, Sünen, Kitâb (bölüm) no. 2, 1/278.
[69] th., Ahmed Muhammed Şâkir, Muessesetü’r-risâle, 1420/2000.
[70] th., Muhammed Abdurrahman el-Mar‘aşlî, Dâru
İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî, Beyrût, 1418.
13Aydın, Şükrü,
“Kur’ân Âyetleri Bağlamında Namaz Vakitleri”, Dinbilimleri Akademik Araştırma
Dergisi, Cilt:18, Sayı: 2, 2018, s.185-211.
14Akreş, Hasan,
“es-Salâtu ve Meânîhâ fi’l-Kur'âni’l-Kerîm”, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 33, Güz,
2016, Ankara, 2016. (s. 91-105)
15Muhammed b.
Mükerrem b. ‘Ali, Ebu’l-Fadl Cemâlüddîn İbn Manzûr el-Ensârî el-Afrikî (ö.711),
Lisânü’l-‘arab, “zmn” md., Dâru Sadr, Beyrût 1414/1994, 13/199.
[77] el-Asr,103/1
[78] Buhârî, Rikâk, 1.
19Abdülfettâh Ebû
Ğudde (ö.1997), Kıymetü’z-zamân ‘inde’l-‘ulemâ, Riyâd 1408, Mektebetü’l-
matbû’âti’l-İsmaiyye, 10.baskı, s. 17.
22bkz. Muhammed b.
Cerîr et-Taberî (ö.310), Câmi‘u’l-beyân fî Te’vîli’l-Kur’ân, th., Ahmed
Muhammed Şâkir, Muessesetü’r-risâle, 1420/2000, 17/179; Nâsıruddîn Ebû Saîd
Abdullah b. Ömer el-Beydâvî (ö.685), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl,
th., Muhammed Abdurrahman el- Mar‘aşlî, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî, Beyrût
1418, 3/222.
30Zeynuddîn Ebû
Abdillah Muhammed b. Ebî Bekr Abdulkadir el-Hanefî er-Râzî (ö.666), Muhtâru’s-sıhâh,
th., Yûsuf eş-Şeyh Muhammed, Beyrût 1420/1999, el-Mektebetü’l-‘asriyye, s. 294;
Heyet, el-Mu‘cemu’l-vasît, “msk” md., 2/869; Heyet, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Büyük Lügat, Türdav, İstanbul 1987, s.449.
31Ahmed Muhtar
Abdülmecid Ömer (ö.1424); Mu‘cemu’l-lüğati’l-‘arabiyyeti’l-mu‘âsara,
byy., 1429/2008, ‘Âlemu’l-kütüb, 1.baskı, 3/2099; Heyet, el-Mu‘cemu’l-vasît,
“msk” md., İstanbul 1986, Çağrı Yayınları, 2/869.
[89] Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed es-Sadefî el-İşbilî,
İbnu’s-Sâbûnî (ö.634), Ma‘rifetü’l-fark
beyne’d-dâd ve’z-zâ’, th., Hâtim Sâlh ed-Dâmin, Dâru Neynevî, Dımaşk
1426/2005, s.28.
[90] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “fye” md., 1/124.
[91] İbnu’s-Sikkît, Ebû Yûsuf Ya’kub b. İshâk (ö.244), Islâhu’l-mantık,
th. Muhammed Mur‘ib, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî, 1423/2002, 1/228.
[92] El-Kâsım b. Ali b. Muhammed el-Harîrî el-Basrî (ö.516), Dürretü’l-ğavvâs
fî Evhâmi’l-havvâs, th. ‘Arafât Mataracî, Muessesetü’l-kütübi’s-sakafiyye,
Beyrût, 1998/1418, 1/110.
[93] Muhammed b. Ahmed Ebû Bekir ‘Alâuddîn es-Semerkandî (ö.540),
Tuhfetü’l-fukahâ, Dâru’l- kütübi’l-’ilmiyye, Beyrût 1414/1994, 1/100.
[94] Heyet, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat,
s.70.
[95] el-Basrî, Kitâbu’l-‘Ayn, 1/292; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“‘asr” md., 4/575-576.
[96] Heyet, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat,
s.70.
[97] Mütercim Âsım Efendi, el-Okyânûsu’l-basît fî
Tercemeti’l-Kâmûsi’l-muhît, “‘asr” md., 2/33.
[98] Heyet, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat,
s.70.
[99] Age, s.71.
[100] el-Basrî, Kitâbu’l-‘Ayn,
5/44-45; Heyet, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, s.900.
[101] el-Basrî, Kitâbu’l-‘Ayn, 5/44-45; el-Cevherî
el-Fârâbî (ö.393), es-Sıhâh “dlk” md., 4/1501; İbrâhim b. İshâk
el-Harbî, Ebû İshâk (ö.285), Ğarîbu’l-hadîs, th., Süleyman İbrahim
Muhammed el- ‘Âyid, Mekketü’l-Mükerreme, 1405, Câmi‘atü Ümmi’l-Kurâ, 1/26; İbn
Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “şfk” md., 10/179-180.
[102] el-Cevherî, es-Sıhâh, “dlk” md., 4/1501; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“şfk” md., 10/179-180.
[103] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “krh” md., 13/534-535.
[104] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “slv” md., 14/464-466.
[105] Muhammed Fuâd Abdülbakî, el-Mu‘cemu’l-mufehres
li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, el-Mektebetü’l- İslâmiyye, İstanbul 1982, s.
412-414. Bir kısmı için bkz. el-Bakara, 2/3, 43, 45, 83, 110, 153, 177, 238,
277; en-Nisâ, 4/43, 77, 101, 102, 142, 162; el-Mâide, 5/6, 12, 55, 58, 91, 106;
el- En‘âm, 6/72; el-A‘râf, 7/170; el-Enfâl, 8/3; et-Tevbe, 9/5, 11, 18, 54, 71;
Yûnus, 10/87, Ra’d, 13/22; İbrâhim, 14/31, 37, 40; Meryem, 19/31, 55, 59; Tâhâ,
20/132; el-Enbiyâ, 21/73; el-Hâc, 22/35, 41, 78; en-Nûr, 24/37, 56, 58; en-Neml,
27/3; el-’Ankebût, 29/45; er-Rûm, 30/31; Lokmân, 31/4, 17; el-Ahzâb, 33/33;
Fâtır, 35/18, 29; eş-Şûrâ, 42/38; el-Mücadele, 58/13; el- Cumu‘a, 62/9, 10;
el-Müzemmil, 73/20; el-Beyyine, 98/5, vd.
[106] el-Bakara, 2/83.
[107] İbrahim, 14/40.
[108] Lokman, 31/17.
[109] Ebû Abdillah Ahmed b. Muhammed b. Hanbel (ö.241), Musnedu’l-İmâm
Ahmed b. Hanbel, th., Şuayb el-Arnavûd, Muessesetü’r-risâle, 1421/2001,
5/69, no.2889, 5/70, no.2891, 35/211-212, no.21288.
[110] Muhammed b. İsmâil Ebû Abdillah el-Buhârî el-Cu‘fî
(ö.256/869), el-Câmi‘u’l-Musnedu’s- sahîhu’l-muhtasar min umûri Rasûlillâhi
Sallallâhu ‘Aleyhi ve Sellem ve sünenihi ve eyyâmih: Sahîhu’l-Buhârî, th.
Muahmmed b. Züheyr b. Nâsır en-Nâsır, byy., 1422, Dâru Tavkı’n-necâd, “Enbiyâ”,
5, no.3342; Müslim b. el-Haccâc Ebu’l-Hasan el-Kuşayrî en-Nîsâbûrî (ö.261), el-
60Buhârî, “İmân”,
34, no.46, “Şehâdât”, 26, no.2678; Müslim, “İmân”, 8 (11) (1/40); Ebû Dâvûd,
Süleyman b. el-Eş‘as es-Sicistânî (ö.275), Sünenü Ebî Dâvûd, th. Muhammed
Muhyiddîn
Abdülmecîd, Beyrût, trs., el-Mektebetü’l-‘asriyye, “Salât”, 1, no.391,
1/106.
[112] Buhârî,
“Mevâkît”, 6, no.528,1/112.
[113] en-Nisâ, 4/103.
[114] el-İsrâ, 17/78.
[115] Hayrettin Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl
ve Tefsir, Ankara 2007, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 3/510.
[116] el-İsrâ, 17/78.
[117] Hûd, 11/114.
[118] Tâhâ, 20/130.
[119] er-Rûm, 30/17-18.
[120] el-Cevherî, es-Sıhâh, “dlk” md., 4/584-1585; İbn
Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “dlk” md., 10/426-427.
[121] el-Basrî, Kitâbu’l-’Ayn, 5/329; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“dlk” md., 10/427.
[122] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“dlk” md., 10/427.
[123] el-İsrâ, 17/78.
[124] Ebû Bekr Ahmed b.
‘Amr el-Bezzâr (ö.292), Musnedu’l-Bezzâr, thk. Mahfuzurrahmân Zeynullah,
Mektebetü’l-‘ulûm ve’l-hikem, Medine-i Münevvera, 1988-2009, 12/257, no. 6015;
Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyn el-Beyhakî (ö.458), es-Sünenü’l-kübrâ, th.
Muhammed Abdulkâdir ‘Atâ, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrût, 1424/2003, 1/536,
no.1705.
[125] el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
1/536, no.1704.
[126] Ebû Bekr Abdurrezzâk b. Hemmâm b. Nâfi’ el-Himyerî
es-San’anî (ö.211/827), el-Musannef, th., Habîburrahmân el-A’zamî,
el-Meclisu’l-‘ilmî, Beyrût 1403, 1/547, no.2068.
[127] Mâlik b. Enes b. Mâlik b. ‘Âmir el-Asbahî el-Medenî (ö.179),
Muvatta’i İmâm Mâlik, th. Muhammed Fuâd Abdülbâkî, Beyrût 1406/1985,
Dâru İhyâi’t-türâsi’l-arabî, “Vukût” 19, 1/11; el-Beyhakî,
es-Sünenü’l-kübrâ, 1/527, no 1678; Suheyb Abdülcebbâr, el-Câm’iu’s-sahîh
li’s- Sünen ve’l-Mesânîd, nşr. 2014, 20/85, 24/391 (Şamile,)
[128] Ebû Bekir b. Ebî Şeybe, el-Musannef, th. Kemâl Yûsuf
el-Hût, Mektebetü’r-rüşd, Riyâd 1409, 2/44, no.6273; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
1/536, no 1704.
[129] Muvatta’,
“Vukût”, 20, (1/11).
[130] el-Beyhakî,
es-Sünenü’l-kübrâ, 1/532, no 1694.
[131] Muhammed b. İsmail b. İbrahim el-Buhârî (ö.256), Tahrîcu’l-ahâdisi’l-merfû‘ati’l-musnede
fî- Kitâbi’t-tarîhi’l-kebîr, Mektebetü’r-rüşd, Riyâd 1420/1990, s.842,
no.441; Ebû Ya‘lâ Ahmed b. Ali, el-Mavsılî (ö.307), Musnedu Ebî Ya‘lâ,
th. Hüseyn Selîm Esed, Dâru’l-Me’mûn, Dımaşk 1404/1984, 7/376, no. 4004.
[132] Ebu’l-Haccâc Mücâhid b. Cebr et-Tâbi‘î el-Mekkî el-Kuraşî
el-Mahzûmî (ö.104), Tefsîru Mücâhid, th., Muhammed Abdüsselâm Ebu’n-Nîl,
Mısır 1410/1989, Dâru’l-Fikr’l-İslâmî el- Hadîsiyye, 1/440; Ebû Bekir b. Ebî
Şeybe, el-Musannef, 2/45, no.6281.
[133] Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/543, no.2052.
[134] Muvatta’, “Vukût”, 20, (1/11); el-Kayravânî, Tefsîru
Yahyâ, 1/153; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 1/527, no 1679.
[135] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no. 540, 1/113.
[136] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “zhr” md., 4/527.
[137] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “dlk” md., 10/427.
[138] Aynı yer.
[139] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “ğrb” md., 1/637.
[140] Süleyman b. Ahmed b. Eyyüb et-Taberânî (ö.360), el-Mu‘cemu’l-kebîr,
thk., Hamdî b. Abdilmecîd
es-Silefî, Kahira 1415/1994, Mektebetü İbn Teymiyye, 9/231, no.9135; 9/232,
no.9137.
[141] et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr,
9/230, no. 9128.
[142] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/513.
[143] el-İsrâ, 17/78.
[144] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “ğsk” md., 10/288.
[145] Aynı yer.
[146] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “ğsk” md., 10/288.
[147] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“ğsk” md., 10/288.
[148] el-Felak, 113/3.
[149] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “ğsk” md., 10/288-289.
[150] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/519.
[151] Ebû Bekir Ahmed b. el-Hüseyn el-Beyhakî (ö.458), Ma‘rifetü’s-Sünen
ve’l-Âsâr, th. Abdulmu‘tî Emîn Kal‘acî, Câmi‘atü’d-dirâsâti’l-İslâmiyye,
Kahira 1412/1991, 2/180, no.2297.
[152] Ebû Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (ö.204), Tefsîru’l-İmâm
eş-Şâfi‘î, thk., Ahmed b. Mustafa el-Ferrân, Suûdî Arabistan, 1427/2006,
Dâru’t-tedmiriyye, 2/1044; Ebû Muhammed Mekkî b. Ebî Tâlib el-Kayravânî
el-Endelûsî el-Kurtubî el-Mâlikî (ö.437), el-Hidâye ilâ
bulûği’n-nihâye
fî ‘ilmi me‘ânî’l-Kur’âni ve Tefsîrihi, th. Mecmû‘atü Resâili Câmi‘iyyeti
bi- külliyeti’d-dirâsâti’l-‘ülyâ ve’l-bahsi’l-‘ilmî, byy., 1420/2008, 6/4265.
[153] Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî (ö.275), Sünenü
Ebî Dâvûd, thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülmecîd, Beyrût, trs.,
el-Mektebetü’l-‘asriyye, “Salât”, 6, no.418, 1/113; İbn Mâce, Ebû Abdillah
Muahemmed b. Yezîd el-Kazvinî (ö.273), Sünenü İbn Mâce, th. Muhammed
Fuâd Abdülbâkî, Dâru İhyâi’l-kütübi’l-‘arabiyye, “Salât”, 7, no.689, 1/225;
Ahmed b. Hanbel, 24/493, no. 15717, 28/564-565, no.17329, 35/241, no 21312,
35/399, no.21707, 38/517, no.23534, 38/555, no.23582.
[154] Abdurrezzâk, el-Musannef,
1/537, no.2040.
[155] Mücâhid b. Cebr, Tefsîr,
s. 440; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/519.
[156] el-Cevherî, es-Sıhâh,
“dlk” md., 2/778; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “fcr” md., 5/45; Muhammed
b. İsmâil el-Emîr es-San‘anî (ö.1182), Sübülü’s-selâm şerhu Bulûğu’l-merâm
min cem‘i edilleti’l-ahkâm, tlk., Muhammed Abdülaziz el-Hûlî, Beyrût trs.,
Dâru’l-Cîl, 1/190-191.
[157] el-İsrâ, 17/78.
[158] Ebû Nu‘aym el-İsbehânî (ö.430), Hilyetü’l-evliyâ ve
Tabakâtu’l-asfiyâ, Dâru’l-kütübi’l-‘arabî, Beyrût 1409, 5/384.
[159] Buhârî,
“Mevâkît”, 31, no.648, “Tefsîr”, 17, 10, no.4717; Müslim, “Mesâcid”, 246 (649)
(1/450); Ebû Abdurrahmân Ahmed b. Şu‘ayb b. ‘Alî el-Horâsânî en-Nesâî
(ö.303/915), el-Müctebâ mine’s-sünen: es-Sünenü’s-suğrâ (Sünen), th.,
Abdülfettâh Ebû Ğudde, Haleb 1406/1986, Mektebetü’l-matbu‘âtü’l-İslâmiyye,
“Salât”, 21, no.486, 1/241; Ahmed b. Hanbel, 12/109, no.7185. 13/53, no.7612.
[160] Ebû Abdillah Muhammed b. İdris eş-Şâfiî (ö.204), Tefsîru’l-İmâm
eş-Şâfi‘î, th., Ahmed b. Mustafa el-Ferrân, Suûdî Arabistan, 1427/2006,
Dâru’t-tedmiriyye, 2/1044; el-Beyhakî, Ma‘rifetü’s-Sünen ve’l-Âsâr,
2/180, no.2293.
[161] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “sbh” md.,
2/502-503.
[162] Ebû Abdillah
Süfyân b. Saîd b. Mesrûk es-Sevrî el-Kûfî (ö.161), Tefsîru’s-Sevrî, nşr.
Dâru’l- kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrût 1403/1983, 1/135.
[163] Abdullah
İbnü’l-Mubârek (ö.181/797), ez-Zühd ve’r-Rekâik, th. Habîbibu’r-Rahmân
el-A‘zamî, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrût, trs. 1/317, no.915.
[164] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/503,
no18615-18617.
[165] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/503, 504,
no.18618-18625.
[166] el-Kayravânî, Tefsîr, 1/294; Abdurrezzâk, Tefsîr,
2/200, no.1256; el-Beyhakî, es-Sunenü’l-kubrâ, 1/529, no. 1687.
[167] el-Beyhakî, es-Sunenü’l-kubrâ, 1/528, no.
1686.
[168] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/504, no.18625.
[169] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/505.
[170] Hûd, 11/114.
[171] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “zlf” md.,
9/138-139.
[172] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “zlf” md.,
9/138-139; Muhyiddîn ed-Dervîş, İ‘râbu’l-Kur’ân, Beyrût 1424/2003,
3/492. Ayrıca bk. el-Buhârî, el-Câmi‘u’s-sahîh: Sahîhu’l-Buhârî, 6/75;
İbn Hacer, Fethul-Bârî, 8/355.
[173] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/505. Ayrıca bkz.
Ebu’l-Kâsım Mahmûd b. ‘Amr b. Ahmed, ez-
Zemahşerî (ö.538), Tefsîru’l-keşşâf, Beyrût 1424/2003,
Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, 2/418.
[174] ez-Zemahşerî, Tefsîr, 2/418..
[175] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/507,
no.18626-18629, 18632.
[176] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/507, no.18633.
[177] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/506.
[178] İsrâ, 17/78.
[179] Hûd, 11/114.
[180] Hûd, 11/114.
[181] Abdullah b. Vehb,
Tefsîr, 2/111, no. 218; Ebu’l-‘Alâ Muhammed Abdurrahmân b. Abdurrahîm
el-Mubârekfûrî (ö.1353), Tuhfetü’l-ahvezî bi-Şarhi Câmi‘i’t-Tirmizî,
Beyrût, trs., Dâru’l- kütübi’l-’ilmiyye, 8/424; Ebu’l-Hasan ‘Ubeydullah b.
Muhammed el-Mubârekfûrî (ö.1414), Mir‘âtü’l-mefâtih Şerhu Mişkâti’l-mesâbîh,
Hindistan 1404/1984, İdâretü’l-buhûsi’l-‘ilmiyye ve’d-da‘veti ve’l-iftâ, 2/271,
no.568.
[182] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
15/508.
[183] el-Beyhakî, es-Sunenü’l-kubrâ, 1/528, 529, no.
1686, 1687; Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/453, no.1771.
[184] el-Kayravânî, Tefsîr, 1/294; Ebû Muahmmed
Mahmûd b. Ahmed, Bedruddîn el-‘Aynî (ö.855), ‘Umdetü’l-kârî Şerhu
Sahîhi’l-Buhârî, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî, Beyrût trs. 18/197.
[185] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“zlf” md., 9/138-139.
[186] ez-Zemahşerî, Tefsîru’l-keşşâf, 2/418.
[187] Rivayetler için bk. Ebû Muhammed Abdullah b. Vehb b.
Müslim el-Mısrî el-Kuraşî (ö.197), Tefsiru’l-Kar’ân mine’l-Câmi‘i li’bni
Vehb, th. Mîkloş Mavrânî, byy., 2003, Dâru’l-ğarbi’l- İslâmî, 2/117, no.
231, 2/119, no.236; Abdurrezzâk, Tefsîr, 2/201, no.1257; et-Taberî, Câmi‘u’l-
beyân, 15/507-509, no.18634-18649.
[188] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 15/508. Ayrıca bk.
Ebu’l-Hasan Mukâtil b. Süleymân b. Beşîr el-Ezdî el-Belhî (ö.150), Tefsîru
Mukâtil, th. Abdullah Mahmûd Şuhata, Beyrût 1423, Dâru İhyâi’t-türâs,
2/300.
[189] Mücâhid b. Cebr, Tefsîr, 1/440; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
17/512.
[190] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/513.
[191] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/514.
[192] Muvatta’, “Vukût”, 19, (1/11); Abdurrezzâk,
Musannef, 1/547, no. 2068.
[193] Muvatta’, “Vukût”, 20, (1/11).
[194] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/514.
[195] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/516.
[196] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
17/517.
[197] İsrâ, 17/78.
[198] Hûd, 11/114.
[199] Hûd, 11/114.
[200] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
15/508, no18640.
[201] el-İsrâ, 17/78.
[202] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/518, 519.
[203] Mücâhid b. Cebr, Tefsîr, 1/440; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
17/519.
[204] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 17/520.
[205] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “dlk” md., 10/427.
[206] Tâhâ, 20/130.
[207] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “sbh” md.,
2/502-503.
[208] Ebû Muhammed Abdurrahman b. Muhammed İbn Ebî Hâtim
er-Râzî (ö.327), Tefsîru’l-Kur’âni’l- ‘azîm, th. Es’ad Muhammed
et-Tayyib, Mektebetü Nizâr Mustafa el-Bâz, Suûdî Arabistan 1419,
7/2441.no.13585.
[209] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “sbh” md.,
2/502-503.
[210] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân,
18/400, 401.
[211] et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 18/401; İbn Ebî
Hâtim er-Râzî, Tefsîr, 7/2441.no.13584.
[212] er-Rûm, 30/17-18.
[213] Mukâtil b.
Süleymân, Tefsîr, 3/409; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 20/83, 84;
en-Nu‘mânî, el-Lübâb, 15/394.
[214] el-Kayravânî, Tefsîr, 2/649.
[215] Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dîni Kur’ân Dili,
2/1448-1449.
[216] Buhârî, “Mevâkît”, 1, no.521, 1/110; Müslim,
“Mesâcid”, 166, 167 (610), 1/425; Muvatta’, “Vukût”, 1, (1/3-4).
[217] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/5.
[218] İbn Battâl Ebu’l-Hasan Ali b. Halef b. Abdülmelik
(ö.449), Şerhu Sahîhi’l-Buhârî li’bni Battâl, th. Ebû Temîm Yâsir b.
İbrâhim, Riyâd 1423/2003, Mektebetü’r-rüşd, 2/148; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/6.
[219] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/4.
[220] Ebû Dâvûd, “Salât”, 2, no 393; Nesâî, “Mevâkît”, 6,
no.501, (1/367); Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.
149, (1/302);
Ahmed b. Hanbel, 5/2002, no.3081, 17/350, no.11249.
[221] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.149, 151 (1/302); Ahmed b.
Hanbel, 12/94, no. 7172.
[222] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“sbh” md., 2/502-503.
[223] Tâhâ, 20/130.
[224] er-Rûm, 30/17.
[225] Kaaf, 50/39
[226] el-İsrâ, 17/78.
[227] Ebû Abdillah Muhammed b. Abdullah el-Murrî, el-İlbîrî
(İbn Ebî Zemenîn el-Mâlikî) (ö.399), Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîz, th. Ebû
Abdillah Hüseyn b. ‘Ukkâşe-Muhammed b. Mustafa el-Kenz, Kâhira 1423/2002,
4/279; Hayrettin Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2007, 3/510.
[228] Kaaf, 50/39
[229] Mukâtil b. Süleymân, Tefsîr, 3/409; et-Taberî,
Câmi‘u’l-beyân, 20/83, 84; en-Nu’mânî, el-Lübâb, 15/394.
[230] Ebû Ca’fer en-Nehhâs, Ahmed b. Muhammed en-Nahvî
(ö.388), İ’râbu’l-Kur’ân, Beyrût 1421, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 4/154.
[231] İbn Ebî Zemenîn el-Mâlikî, Tefsîr, 4/279.
[232] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/281, no.3222;
Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); Ahmed b.
[234] Buhârî, “Mevâkît”, 27, no.576, “Savm”, 19, no.1921;
et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 5/116, no.4792, 4793.
[235] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.541, 13, no.547; 39,
no.599, “Ezân”, 104, no.771; Müslim, “Mesâcid”, 237 (647), 1/447; Nesâî,
“Mevâkît”, 16, no.525, 1/262; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/281, no.3223;
Ahmed b. Hanbel, 33/12, no.19767, 33/37, no.19796.
[236] et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 2/227,
no.1938; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/27
[237] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/54.
[238] İbn Mâce, “Salât”, 1, no.667, (1/219); Nesâî,
“Mevâkît”, 12, no.518, (1/377); Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.152, (1/308).
[239] Buhârî, “Mevâkît”, 27, no.578; İbn Mâce, “Salât”, 2,
no.669, (1/220); Tirmizî, “Mevâkît”, 2, no. 153 (1/309); Nesâî, “Mevâkît”, 25,
no.544, (1/392)
[240] Buhârî, “Mevâkît”, 21, no.565; Ebû Dâvud, “Salât”, 3,
no.397, 1/109; Beyhakî, es-Sünenü’l- Kübrâ, 1/660, no.2113.
[241] Buhârî, “Mevâkît”, 27, no.577, “Savm” 18, no.1920,
1/29; et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 6/165, no.5871, 6/173, no.5903;
el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 1/668, no.2143.
[242] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/55.
[243] Nesâî, “Mevâkît”, 27, no.549, (1/272); İbn Mâce,
“Salât”, 2, no.672, (1/221); Tirmizî, “Mevâkît”, 3, no.154 (1/311).
[244] Tirmizî, “ Savm” 14, no. 703, 704 (3/75).
[245] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.547, 1/114, 39, no.599,
1/23.
[246] Buhârî, “Mevâkît”, 27, no.578; İbn Mâce, “Salât”, 2,
no.669, (1/220); Tirmizî, “Mevâkît”, 2, no.153 (1/309).
[247] Müslim, “Mesâcid”, 235 (647), 1/447; Nesâî,
“Mevâkît”, 2, no.495, (1/246).
[248] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/27.
[249] Buhârî, “Hacc”, 99, no.1682; Müslim, “Hacc”, 292,
(1289), 2/938; Ahmed b. Hanbel, 6/146, no.3637, 7/139, no.4046; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
5/202, no.9518.
[250] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/55.
[251] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “shr” md.,
4/350-351.
[252] Buhârî, “Ezân”, 11, no.617, 1/127, “Şehâdât”, 11,
no.2656, 3/172; Muvatta’, “Salât”, 15, 1/74.
[253] Müslim, “Sıyâm”, 41 (1094) (2/769); Ebû Dâvûd,
“Sıyâm”, 17, no.2346, 2/303; Tirmizî, “Savm”, 15, no.706, (3/55).
[254] Buhârî, “Ezân”, 13, no.621, 1/127, “Savm”, 17,
no.1918, 3/29, “Talâk”, 24, no.5298, 7/52, “Âhâd”, 1, no.7247, 9/87; Müslim,
“Sıyâm”, 39, 42, 43 (1093, 1094, 2/768, 769; Ebû Dâvûd, “Savm”, 17, no.2347,
2/303; Tirmizî, “Savm”, 15, no.705, 3/76; Nesâî, “Sıyâm”, 30, no.2171, 4/184;
İbn Mâce, “Sıyâm”, 23, no.1696, 1/541; Ahmed b. Hanbel, 6/166, no.3654, 6/258,
no 3717, 7/213, no.4147.
[255] Ebû Dâvûd,
“Sıyâm”, 17, no.2348, 2/304; Tirmizî, “Savm”, 15, no. 705, (3/54); İbn Ebî
Şeybe, Musannef, 2/288, no.9069; Ahmed b. Hanbel,Musned, 8/336, no.8257.
[256] Ebû Süleyman Hamd b. Muhammed b. İbrâhîm b. el-Hattâb
el-Bustî el-Hattâbî (ö.388), Me‘âlimu’s-sunen, el-Matbaatü’l-‘ilmiyye,
Haleb, 1351/1932, 2/105.
[257] Ebû Muhammed Abdullah b. Vehb el-Kuraşî, (ö.197), el-Câmi‘,
th., Rafet Fevzî Abdulmuttalib, byy., 1425/2005, Dâru’l-vefâ, 1/199, no.328;
İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/288, no. 9071, 2/289, no.9076; Ebû Bekr
Muhammed b. İshâk b. Huzeyme en-Nîsâbûrî (ö.311/923), Sahîhu İbn Huzeyme,
th., Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Beyrût, trs., el-Mektebetü’l-İslâmî, 1/184,
no.356, 3/210, no.1927.
[258] Ebû Dâvûd, “Salât”, 2, no.395; Nesâî, “Mevâkît”, 15,
no.522, (1/522); İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/282, no. 3228; Ahmed b.
Hanbel, Musned, 11/553, no.6966. 11/570, no.6993.
[259] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (3/306); İbn Ebî Şeybe,
Musnnef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no. 7172; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
1/552, no.1760.
[260] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.541, 13, no.547; 39,
no.599, “Ezân”, 104, no.771; Müslim, “Mesâcid”, 237 (647), 1/447; Nesâî,
“Mevâkît”, 16, no.525, 1/262; İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/281, no.3223;
Ahmed b. Hanbel, 33/12, no.19767, 33/37, no.19796.
[261] Buhârî, “Mevâkît”, 27, no.578; Müslim, “Mesâcid”,
230, (645), 1/445.
[262] Tirmizî, “Mevâkît”, 3, no.154 (1/311); Nesâî,
“Mevâkît”, 27, no.549 (1/272); İbn Mâce, “Salât”, 2, no.672, (1/221);.
[263] Tirmizî, “Mevâkît”, 3, no.154 (1/311-312).
[264] el-Hattâbî, Me’âlimu’s-sunen, 1/126.
[265] Nesâî, “Mevâkît”, 33, no.563, (1/277); Muvatt’,
“Kur’ân”, 47, 49, 1/220, 221; Ahmed b. Hanbel, 8/491, no.4885.
[266] Buhârî, “Mevâkît”, 29, no.580, 1/120; Tirmizî,
“Cumu‘a”, 25, no.524, 2/402; Nesâî, “Mevâkît”, 30, no.553-556, (1/274); İbn
Mâce, “İkâme” 91, no.1122, 1/356; Muvatt’, “Cumu‘a”, 11, 1/105; Abdurrezzâk, Musannef,
2/281, no.3370, 3/235, no.5478; Ahmed b. Hanbel, 13/37, no.7594, 13/185,
no.7765, 14/467, no.8883; Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 3/286, no. 5731,
5732.
[267] Buhârî, “Mevâkît”, 17, no.556, 1/116; Nesâî,
“Mevâkît”, 28, no.550, 1/273; Ahmed b. Hanbel, 16/124, no. 10129, 41/37, no.
24489.
[268] Ahmed b. el-Hüseyn Ebû Bekr el-Beyhâkî (ö.458),
es-Sünenü’s-sağîr, th. Abdülmu’tî Emîn Kal‘acî,
Câmi‘atü’d-dirâsâti’l-İslamiyye, Pakistan 1410/1989, 1/114, no.268. İbn Hacer, Fethu’l-
Bârî, 2/56.
[269] Nesâî, “Mevâkît”, 30, no.558, (1/275).
[270] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
[271] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
[272] Tirmizî, “Mevâkît”, 23, no.186 (1/361)
[273] Nesâî, “Mevâkît”, 31, no.559, (1/275); Muvatta’,
“Kur’ân”, 44, 1/219; Beyhakî, es-Sünennü’l- kübrâ, 2/637, no.4384.
[274] Nesâî, “Mevâkît”, 32, no.561, 562, (1/276).
[275] Nesâî, “Mevâkît”, 33, no.563, (1/277).
[276] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-ma’rife, Beyrût,
1379, 2/56.
[277] Buhârî, “Mevâkît”, 29, no.580, 2/57.
[278] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56-57.
[279] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
[280] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab,
“zhr” md., 4/527.
[281] Hûd, 11/114.
[282] el-İsrâ, 17/78.
[283] Tâhâ, 20/130.
[284] er-Rûm, 30/18.
[285] Kaaf, 50/39.
[286] İbn Ebî Şeybe, Musannef, 1/281, no.3222;
Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); Ahmed b. Hanbel, 12/94, no. 7172;
el-Bezzâr, Müsnedü’l-Bezzâr, 16/125, no.9209.
[287] Müslim, “Mesâcid”, 171 (612), 1/426; Nesâî,
“Mevâkît”, 5, 1/249, no.502; Ebû Dâvûd Süleyman b. Dâvûd et-Tayâlîsî (ö.204), Musned,
th. Muhammed b. Abdulmuhsin et-Türkî, Dâru Hicr, Mısır, 1419/1999, 4/8,
no.2363; Ahmed b. Hanbel, 11/553, no.6966.
[288] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.540. Nesâî, “Mevâkît”, 2,
no.495, (1/362); Tirmizî, “Mevâkît”, 4, no.156 (1/315); Ebû Muhammed Abdullah
b. Abdurrahmân ed-Dârimî (ö.255/868), Sünenü’d- Dârimî, th., Mustafa Deyb
el-Boğâ, Dımaşk 1412/1991, Dâru’l-kalem, “Salât”, 13, no.1188, 1/290-291.
[289] Müslim, “Mesâcid”, 176 (613), 1/428; İbn Mâce,
“Salât”, 1, no.667, (1/219); Nesâî, “Mevâkît”, 12, no.518, (1/258); Tirmizî,
“Mevâkît”, 1, no.152 (1/308); Ahmed b. Hanbel, 38/51, no.22955, 2/216, 1777;
Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 1/545, no.1732.
[290] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.547; 39, no.599; İbn. Ebî
Şeybe, el-Musannef, 1/281, no.3223; 1/285, no.3268; Ahmed b. Hanbel,
33/12, no.19767; 33/37, 19796; Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, 2/206, no.1536;
es-Sünenü’s-Suğrâ, “Mevâkît”, 16, no.525, 20, no.530, (1/262, 265).
[291] Tirmizî,
“Mevâkît” 4, no.155 (1/313).
[292] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “hcr” md., 5/255.
[293] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/26.
[294] Buhârî, “Mevâkît”, 11.
[295] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/21.
[296] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.149 (1/302).
[297] Nesâî, “Mevâkît”, 18, no.526, (1/263).
[298] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/21.
[299] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/21.
[300] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.540. Nesâî, “Mevâkît”, 2,
no.495, (1/362); Tirmizî, “Mevâkît”, 4, no.156 (1/315); Dârimî, “Salât”,
13, no.1188, 1/290-291.
[301] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/27.
[302] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/4. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/27.
[303] Muhammed Abdilhâdî et-Tetvî, Ebu’l-Hasan Nuruddîn
es-Sindî (ö.1138/1725), Haşiyetü’s-Sindî (Sünen’le beraber),
Mektebetü’l-Matbû‘âti’l-İslâmiyye, Haleb 1406/1986, 1/285.
[304] el-Kâdî Muhammed b. Abdullah Ebû Bekr b. el-‘Arabî
el-İşbilî el-Mâlikî (ö.543), el-Mesâlik fî Şerhi Muvatta’i Mâlik, tlk.
Muhammed b. el-Hüseyn es-Süleymânî ve ‘Âişe bintü’l-Hüseyn es- Süleymânî,
Dâru’l-garbi’l-İslâmî, byy. 1428/2007, 3/347.
[305] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, Musned, 12/94, no.7172.
[306] Ebû Dâvûd, “Salât”, 2, no.393; Tirmizî, “Mevâkît”, 1,
no. 149, (1/303); Nesâî, “Mevâkît”, 6, 10, 15, no.502, 513, 524; Ahmed b.
Hanbel, Musned, 11/553, no.6966.
[307] Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.533-538, 10, no.539, “Ezân”,
18, no.629.
[308] Abdullah b. Mahmûd b. Mevdûd el-Mavsılî (ö.683), el-İhtiyâr
li-Ta’lîli’l-muhtâr, tlk., Mahmûd Ebû Dakîka, Kâhira, 1356/1937, 1/40.
[309] Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.533-538, 10, no.539, “Ezân”,
18, no.629; Nesâî, “Mevâkît”, 5, no.501, (1/249); Tirmizî, “Mevâkît” 5, no.157,
(1/315).
295Tirmizî,
“Mevâkit”, 5, no.158, (1/317). Buhârî, “Mevâkit”, 9, 10.538: Ebû Dâvûd,
“Salât”, 4, no.401.
[311] Tirmizi,
“Mevâkit”, 5, no.157, (1/316).
[312] Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.533-538, 10, no.539; Nesâî,
“Mevâkît”, 5, no.501, (1/249); Tirmizî, “Mevâkît”, 5, no.157, (1/317).
[313] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/15.
[314] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/16. Ayrıca bak.
Ebu’l-Velîd Süleymân b. Halef el-Kurtubî el-Bâcî el- Endelûsî (ö.474), el-Müntekâ
Şerhu’l-Muvatta’, nşr. Matba‘atu’s-Saâde, Kahira, 1332, 1/31; İbn
Dakîkı’l-Îd, İhkâmu’l-İhkâm, 1/293, no.113.
[315] Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.538; Ebû Dâvûd, “Salât”, 4,
no.401.
[316] Tirmizî, “Cumu‘a”, 58, no.584 (2/369).
[317] Buhârî, “Mevâkît”, 9, no.533-538, 10, no.539; Ebû
Dâvûd, “Salât”, 4, no.401.
[318] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/16.
[319] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/16.
[320] Tirmizî, “Mevâkît”, 5, no.157, (1/315).
[321] Ebû Zekeriyâ Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref en-Nevevî
(ö.676), el-Minhâc Şerhu Sahîhi Müslim b.
Haccâc, Dâru İhyâi’t-türâsi’l-‘arabî, Beyrût, 1392, 5/117; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/17.
[322] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/17.
[323] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/17; el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî,
5/20-21; Zeynuddîn Muhammed Abdurraûf el-Münâvî (ö.1031), Feydu’l-Kadîr
Şerhu’l-Câmi‘i’s-sağîr, Mısır 1356, el- Mektebetü’t-ticâriyyeti’l-kübra,
1/76, no.49, 7/8; Muhammed Abdülbakî b. Yûsuf ez-Zürkân el- Mısrî el-Ezherî
(ö1122), Şerhu’z-Zürkânî ‘alâ Muvatta’i’l-İmâm Mâlik, th. Tâhâ
‘Abdurraûf Sa’d, Kâhira 1424/2003, Mektebetü’s-sekâfeti’d-dîniyye, 1/111.
[324] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/14.
[325] Buhârî, “Mevâkît”, 10, no.539.
[326] Buhârî, “Mevâkît”, 10, no.539; Ebû Dâvûd, “Salât”, 4,
no.401; Tirmizî, “Mevâkît”, 5, no.158, (1/317).
[327] Buhârî, “Mevâkît”, 10.
[328] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/20.
[329] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/20.
[330] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[331] Nesâî, “Mevâkît” 5, no.502, (1/249).
[332] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/123.
[333] Nesâî, “Mevâkît”, 6, no.503, (1/250); Ebû Dâvûd,
“Salât”, 4, no.441.
[334] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/18.
[335] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/18.
[336] Tirmizî, “Mevâkît” 1, no.151, (1/306).
[337] İbn Abbâs’ın bu konuda değişik bir rivâyeti daha
vardır. O da şöyledir: İbn Abbâs (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.)
şöyle buyurmuştur: “İki namazı sebepsiz bir şekilde bir arada kılarsa büyük
günah kapılarından birine adım atmış olur.” Tirmîzî bu hadisi naklettikten
sonra hadisi rivâyet edenlerden Haneş’in künyesi Ebû Ali er-Rahabiyyü olup adı
Hüseyin b. Kays olduğunu ve hadisçilerden Ahmed b. Hanbel ve başkalarının bu
kimseyi hadis rivâyeti konusunda zayıf kabul ettiklerini belirtir. Bkz. Tirmizî,
“Mevâkît”, 24, no.188, (1/364).
[338] Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Musned, 1/463, no.570;
4/354, no.2751; Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.187, (1/362); Müslim,
“Salâtü’l-müsâfirîn”, 50, 53, 54 (705), (1/490, 491); Nesâî, “Mevâkît”, 47,
no.602, (1/290); Ebû Dâvûd, “Salâtü’s-sefer”, 5, no.1211, (2/6).
[339] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 55, 56 (705) (1/491).
Nesâî, “Mevâkît”, 44, no.589, (1/286), Nesâî, “Mevâkît” 47, no.601, (1/290);
Muvatta’, “Kasru’s-salât”, 2, (1/143).
[340] Nesâî, “Mevâkît” 44, no.590, (1/286).
[341] Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.188, (1/364-365).
[342] Buhârî, “Hacc”, 99, no.1682.
[343] Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen,
1/263; el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
[344] Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/263-265;
el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
[345] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
[346] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
[347] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/31.
[348] Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/263. Ayrıca bk.
İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 3/97.
[349] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî,
5/32.
[350] Buhârî, “Taksîr”, 16, no.1111, 17, no.1112, 1/46-47;
Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 46 (704), (1/489); Ebû Dâvûd, “Salâtü’s-sefer”,
5, no.1208, 1218, 1220, 2/5, 7; Nesâî, “Mevâkît” 40, no.586, 1/284; İbn Hibbân,
Sahîh, 4/463, no1592.
[351] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 48 (704), (1/489);
Nesâî, “Mevâkît”, 45, no.594, (1/287).
[352] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 47 (704), (1/489).
[353] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 51-53 (705-706)
(1/490).
[354] Nesâî, “Mevâkît” 48, no.604, (1/290); Ebû Dâvûd,
“Menâsik”, 56, no. 1905, (2/182)
[355] Muvatta’, “Kasru’s-salât”, 6, 1/145.
[356] Muvatta’, “Kasru’s-salât”, 6, 1/145.
[358] en-Nevevî, el-Minhâc,
5/212.
[359] en-Nevevî, el-Minhâc,
5/213.
[360] Aynı yer.
[361] en-Nevevî, el-Minhâc, 5/213-214.
[362] Bk. Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.188, 1/364; Ebû Ya’lâ
el-Mavsılî, Musned, 5/136, no. 2751; et- Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr,
11/216, no.11540. Ebu’l-Hasan Ali b. Ömer ed-Dârekutnî (ö.385/995), Sünenü’d-Dârekutnî,
th., Şu‘ayb el-Arnavûd, Beyrût 1424/2004, 2/247, no.1475; Ebû Abdillah el-Hâkim
Muhammed b. Abdullah b. Muhammed en-Nîsâbûrî (ö.405), el- Müstedrek
‘ale’s-Sahîhayn, th. Mustafa Abdülkadir ‘Atâ, Beyrût 1411/1990,
Dâru’l-kütübi’l- ‘ilmiyye, 1/409, no.1020; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
3/241, no.5561.
[363] Bk. Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.188, 1/364.
[364] Buhârî, “Hacc”, 99, no.1682; Müslim, “Hacc”, 292
(1289), 2/938.
[365] Ebû Ca’fer et-Tahâvî (ö.321/633), Şerhu
Me‘âni’l-âsâr, th. Muhammed Zührî en-Neccâr, ‘Âlemu’l-kütüb, 1414/1994,
1/165 (no. 987); Ali b. Ca‘d b. ‘Ubeyd el-Cevherî el-Bağdâdî (ö.230), Musnedu
İbn Ca‘d, th., ‘Âmir Ahmed Haydar, Beyrût 1410/1990, s.450, no.3075.
[366] Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Musned, 1/463, no.570;
4/354, no.2751; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/209, no.8228; Tirmizî,
“Mevâkît”, 24, no.188, 1/362; Ebû Ca’fer et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l- âsâr,
1/164 (no. 986).
[367] Ebû Dâvûd
et-Tayâlîsî, Musned, 1/463, no.570; 4/354, no.2751; Tirmizî, “Mevâkît”,
24, no.187; Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 50, 54 (705) (1/490, 491); Nesâî,
“Mevâkît”, 47, no.602 (1/290); Ebû Dâvûd, “Salâtü’s-sefer”, 5, no.1211.
[368] en-Nevevî (ö.676), el-Minhâc, 5/213.
[369] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[370] 11204201,
Me'âlmu’s-sünen, 1/264: ibn Hacer, /161/11/1/-747"1, 671101, 1379, 2/580:
el-،Aynî, ،6/7710/6117 'l-kârî, 7/151: 011-2011 Zeynuddin Abdurrahim b.
el-Hasen 1- 11261 (6.806), 107/11/ ٤- 705710/ 567/17
11-10/(710, nşr. 0 1- 120022011116 ا-0111 ٨٧٤١٤٣١٢٦-1ت, trs, 3/127.
[371] el-‘Aynî,
،6/77160/6117 11-/6071. 7/152.
[372] enNisâ, 4/103.
Kâhira 1426/2006,
1/231; Krş. Es-Suyûtî (ö.911), Mısbâhu’z-Zücâce Şerhu Süneni İbn Mâce, nşr.
Kadîmî Kütüphane-Kerâteşî, 1315, 1/75.
[374] el-Hattâbî (ö.388), Me‘âlimu’s-sunen, 1/264;
İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/580.
[375] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 7/152.
[376] en-Nevevî, el-Minhâc, 5/212.
[377] en-Nevevî, el-Minhâc, 5/213.
[378] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[379] Hûd, 11/114.
[380] Tâhâ, 20/130.
[381] Er-Rûm, 30/18.
[382] Bakara , 2/238.
[383] Savaş, Nuh,” Kur’an’da es-Salâtü’l-Vüsta”, Usul İslam
Araştırmaları 15 (2011): 312-52
[384] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[385] Müslim, “Mesâcid”, 176 (613), (1/428); İbn Mâce,
“Salât”, 1, no.667, (1/219); Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.152, (1/308); Nesâî,
“Mevâkît”, 12, no.519, (1/258).
[386] Ebû Dâvûd, “Salât” 5, no.404.
[387] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.544.
[388] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.545.
[389] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.546.
[390] Buhârî, “Mevâkît”
1, no.522.
[391] Buhârî,
“Mevâkît”, 13, no.544; Ebû Dâvûd, “Salât”, 5, no.407; Tirmizî, “Mevâkît”, 6,
no.159, (1/317).
[392] Ebû Dâvûd, “Salât”, 3, no.398.
[393] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/21.
[394] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.548.
[395] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.550.
[396] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.551.
[397] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.550.
[398] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/22.
[399] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/23.
[400] Ebû Ömer Yûsuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdilberr
b. ‘Âsım en-Nemerî el-Kurtubî (ö.463), et-Temhîd li-mâ fi’l-Muvatta’
min’e-me‘ânî ve’l-esânîd, th. Mustafa b. Ahmed el-‘Alevî- Muhammed Abdulkebîr
el-Bekrî, Mağrib 1387, Vizâretu umûmi’l-evkâf ve’ş-şuûni’l-İslâmiyye, 1/298.
[401] İbn Abdilberr el-Kurtubî, et-Temhîd, 1/298; İbn
Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/23.
[402] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, th. Kemâl Yûsuf el-Hût, Mektebetü’r-rüşd, Riyad 1409,
1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, , 12/94, no.7172.
[403] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/29.
[404] Buhârî, “Mevâkît”, 15, no.553; Nesâî, “Salât”, 15,
no.474, 1/236; Ahmed b. Hanbel, 38/57, no.22959, 38/132, no. 23026.
[405] Ahmed b. Hanbel, 38/57, no.22959, 38/157, no. 23055.
[406] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/31.
[407] Tirmizî, “Mevâkît” 6, 159, (1/318, 319).
[408] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 2/46, no.6293.
[409] Ebû Abdillah Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî (ö.204), İhtilâfu’l-hadîs
(el-Umm ile beraber), Beyrut 1410/1990, Dâru’l-ma‘rife, 8/633; İbn Ebî
Şeybe, el-Musannef, 2/24, no.6030; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/39.
[410] Buhârî, “Mevâkît”, 15, no.553.
[411] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1/281, no.3223;
1/46, no.6287.
[412] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/20.
[413] Aynı yer.
[414] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/124; İbn
Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 2/172.
[415] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/20.
[416] Buhârî,
“Mevâkît”, 13, no.544; Ebû Dâvûd, “Salât”, 5, no.407; Tirmizî, “Mevâkît”, 6,
no.159, (1/317).
[417] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.545.
[418] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/20.
[419] Aynı yer.
[420] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/21.
[421] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/40.
[422] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/125.
[423] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/20.
[424] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[425] Buhârî, “Mevâkît”, 28, no.579; Müslim, “Mesâcid”, 163
(608), 1/424; Tirmizî, “Mevâkît”, 23,
no.186 (1/353); Nesâî, “Mevâkît”, 10, no.517, 26, no.551, 1/273; Muvatt’,
“Vukût”, 5, 1/6.
[426] Buhârî, “Mevâkît”, 17, no. 556, 1/116; Nesâî,
“Mevâkît”, 10, no.516, 1/257; Ahmed b. Hanbel, 16/124, no.10129.
[427] Muhammed b. İsmâil el-Emîr es-San‘anî (ö.1182), Sübülü’s-selâm
şerhu Bulûğu’l-merâm min cem‘i edilleti’l-ahkâm, tlk., Muhammed Abdülaziz
el-Hûlî, Beyrût trs., Dâru’l-Cîl, 1/183; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/38.
[428] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/38, 2/57.
[429] Buhârî, “Mevâkît”, 29, no. 580.
[430] Ebû’l-‘Abbâs Muhammed b. İshâk en-Nîsâbûrî es-Serrâc
(ö.313), Hadîsu’s-Serrâc, th. Ebû Abdillah Hüseyn b. ‘Ukkâşe b. Ramazan,
nşr. el-Fârûku’l-Hadîsa, 1425/2004, 2/293, no. 1205; Ebû Saîd b. el-‘Arabî,
Ahmed b. Muhammed el-Basrî es-Sûfî (ö.430), Mu‘cemu İbni’l-‘Arabî, th.
Abdulmuhsin b. İbrahim b. Ahmed el-Hüseynî, Dâru İbni’l-Cevzî, Suûdi Arabistan
1418/1997, 2/783, no.1597; Ahmed b. Hanbel, 12/425, no.7457, 7458, 12/426,
no.7460; Buhârî, “Mevâkît”, 17, no.556. “Geri kalanını kılsın” ifadesi yer
almıyor. Ayrıca Buhârî’de secde olarak geçiyor.
[431] Ahmed b. Hanbel, 15/98, no. 9183; Ebû’l-Abbâs
es-Serrâc, Hadîsu’s-Serrâc, 2/294, no. 1211.
[432] Buhârî, “Mevâkît”, 17, no 556; Ebû Abdillah Muhammed
b. İsmâîl el-Buhârî (ö.256), Cüz’ü’l- Kırâeti Halfa’l-İmâm, th.
Fadlurrahmân es-Sevrî, el-Mektebetü’s-Selefiyye, byy.,1400/1980, s. 49, no.
128. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56; Nesaî (ö.303), Sünen, “Mevâkît”,
“Mevâkît”, 10, no. 516, 1/257, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/197, no.1516.
[433] Nesaî, es-Sünenü’l-Kübrâ, 2/212, no.1553.
[434] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
[435] Muvatta’, “Vukût”, 5; Ebû Dâvûd, “Salât”, 5, no.412;
İbn Mâce, “Salât”, 11, no.699, (1/229).
[436] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/124.
[437] Buhârî, “Mevâkît” 30, no.582, 31, no.585; Müslim,
“Salâtü’l-musâfirîn”, 289 (828) (1/567); eş- Şâfiî, Musned, 1/233,
no.155. Abdurrezzâk, el-Musannef, 2/425, no.3951; Ahmed b. Hanbel,
10/90, no. 5835.
[438] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no. 585.
[439] Nesâî, “Mevâkît”, 9, no.512, (1/254); Ebû Dâvûd,
“Salât”, 5, no.413. Tirmizî, “Mevâkît” 6, no.159, (1/31).
[440] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1379, 2/60.
[441] Buhârî, “Mevâkît”, 14, no.552; Nesâî, “Salât”, 17,
no.479, 480, (1/238).
[442] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/30.
[443] Buhârî, “Mevâkît”, 34, no.594.
[444] Ebû Ubeyd el-Kâsım b. Sellâm el-Herevî el-Bağdâdî
(ö.224), Ğarîbu’l-hadîs, th. Muhammed Abdülmu‘în Hân, Haydar Âbâd,
1384/1964, Matba‘atü Dâireti’l-Osmâniyye, 4/366.
[445] Müslim, “Mesâcid”, 200, 201, (626) (1/435, 436).
[446] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/25.
[447] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Dâru’l-ma’rife,
Beyrût, 1379, 2/30.
[448] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1/301, 6/167.
[449] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/30.
[450] Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/584, no.2225.
[451] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1379, 2/30-31.
[452] Ahmed b. Hanbel, 39/484.
[453] Ahmed b. Hanbel, 39/49, no.23642; 39/483, 484; İbn
Hibbân, el-İhsân, 4/330, no.1468; el- Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 1/653,
no.2095.
[454] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 1/301, no.3446. Müslim,
“Mesâcid”, 200, 201, (626) (1/435, 436); Ebû Ya‘lâ el-Mavsılî, Musned, 9/380,
no. 5505, 5506; Ebû’l-Abbâs es-Serrâc (ö.313), Hadîsu’s- Serrâc, 3/50,
no.1822; et-Taberânî (ö.360), el-Mu‘cemu’l-kebîr, 4/122, no.2895.
[455] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/31-32.
[456] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/32.
[457] Müslim, “Mesâcid”, 195 (622), (1/434); Tirmizî,
“Mevâkît”, 6, no.160 (1/301); Nesâî, “Mevâkît”, 9 no. 511, (1/254).
[458] er-Rûm, 30/17-18.
[459] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151, (1/306, 307); İbn Ebî
Şeybe, el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[460] Tirmizî, “Mevâkît”, 8, no.164, (1/322); İbn Mâce,
“Salât”, 7, no.688, (1/225); Ebû Dâvûd, “Salât”, 6, no.417.
[461] el-Bâcî el-Endelusî, el-Müntekâ, 1/23; İbn
Abdilberr, el-İstizkâr, 1/71, no.24.
[462] İbn Abdilberr, el-İstizkâr,
1/71.
[463] Ebû Dâvûd
et-Tayâlîsî, Musned, 4/8, no.2363.
[464] Buhârî, , “Mevâkît”, 18, no.560, 565; Müslim,
“Mesâcîd”, 216 (636), (1/441).
[465] Buhârî, “Mevâkît”, 18, no.561, 1/117; İbn Mâce,
“Salât”, 7, 1/225, no.688.
[466] Tirmizî, “Mevâkît”, 8, no.164, (1/304).
[467] Buhârî, “Mevâkît”, “Mevâkît”, 18, no.560, 1/116;
Müslim, Mesâcid, 233, (646), 1/446; Ebû Dâvûd, “Salât”, 6, no.417, (1/113);
Nesâî, “Mevâkît”, 17, no.527, (1/264); Muvatt’, Vukût 6, no.6.
[468] Buhârî,
“Mevâkît”, 30, no.583.
[469] Ebû Dâvûd,
“Salât”, 2, no.394, (1/107).
[470] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.583, 1/120, “Bed’ü’l-halk”,
11, no.3272, 4/122; Müslim, “Tahâret”, 110 (291), 1/240.
[471] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/41. Buhârî,
“Mevâkît”, 18, no.559.
[472] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/41.
[473] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/125.
[474] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[475] Tirmizî, “Mevâkît”, no.152, (1/308); İbn Mâce,
“Salât”, 1, no.667, (1/219); Nesâî, “Mevâkît”, 12, no.519, (1/258).
[476] Ebû Dâvûd, “Salât”, 6, no.418.
[477] ed-Dârekutnî (ö.385), Sünenü’d-Dârekutnî,
1/506, no.1056; es-San‘anî, Sübülü’s-selâm, 1/170, no.155. es-San’anî,
İbn Huzeyme’nin bunu sahih olarak değerlendirdiğini, başkalarının ise İbn
Ömere’den mevkuf olarak naklettiklerini söyler. Bk. Aynı yer.
[478] ed-Dârekutnî, Sünenü’d-Dârekutnî,
1/507, no.1057.
[479] İbn Abdilberr el-Kurtubî, el-İstizkâr, 1/71.
[480] Hûd, 11/114.
[481] Kaaf, 50/40.
[482] Ebû Ca‘fer en-Nahvî, İ‘râbu’l-Kur’ân, 4/154.
[483] eş-Şâfi‘î, Musned, 1/103, no.301.
[484] Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/556, no.2111.
[485] Abdülmelik b. Muhammed Ebû Mansûr es-Saâlebî (ö.429),
Fıkhu’l-Lüğa, th., Abdurrazzâk el- Mehdî, byy., 1422/2002,
İhyâu’t-türâsi’l-‘arabî, s.215.
[486] Ebû ‘Ali el-Kâlî İsmail b. el-Kâsım (ö.356), el-Maksûr
ve’l-Memdûd, th. Ahmed Abdülmecid Hureydî, Kahira 1419/1999,
Mektebetü’l-hancî, s.424-425; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “‘atm” md.,
12/382.
[487] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘arab, “‘atm” md.,
12/381-382.
[488] Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/555, no.2106.
[489] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[490] İbn Mâce, “Salât”, 1, no.667, (1/219); Nesâî,
“Mevâkît”, 12, no.519, (1/258); Tirmizî, “Mevâkît”,
1, 152, (1/308,
309).
[491] Buhârî, “Mevâkît”, 18, no.560, 21, no.565.
[492] Abdurrezzâk, el-Musannef, 1/556, no.2110.
[493] eş-Şâfiî, Musned, 1/82, no.232.
[494] el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/125.
[495] el-Bustî el-Hattâbî, Me‘âlimu’s-sunen, 1/125.
[496] Tirmizî, “Mevâkît”, 1, no.151 (1/306); İbn Ebî Şeybe,
el-Musannef, 1/281, no.3222; Ahmed b. Hanbel, 12/94, no.7172.
[497] İbn Mâce, “Salât”, 1, no.667, (1/219); Nesâî,
“Mevâkît”, 12, no.519, (1/258); Tirmizî, “Mevâkît”,
1, no.152, (1/308,
309).
[498] Buhârî, “Mevâkît”, 24, no.569.
[499] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/44.
[500] en-Nûr, 24/58.
[501] Buhârî, “Mevâkît”, 19, no.563.
[502] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/51-52.
[503] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/52.
[504] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/52.
[505] el-Hattâbî (ö.388), Me‘âlimu’s-sunen, 1/126.
[506] Muvatt’, “Vukût”, 8, 1/7; Abdurrezzâk, Musannef,
1/556, no.2108.
[507] Nas, Taha, “Yatsı Namazının Son Vaktine Dair
Tartışmalara Bir Katkı”, Diyanet İlmi Dergi,
[509] Buhârî,
“Mevâkît”, 22, no.566, “Ezân”, 161, no.862.
[510] Buhârî,
“Mevâkît”, 22, no.567.
[511] Buhârî, “Mevâkît”, 34, no.570.
[512] Buhârî, “Mevâkît”, 11, no.541, 24, no.569, 1/118.
Ayrıca bk. Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.547, “Ezân”, 104, no.771, 162, no.864,
1/172; Müslim, “Mesâcid”, 237 (647), 1/447.
[513] Buhârî, “Mevâkît”, 13, no.547, 1/114, 39, no.599,
1/123; Nesâî, “Mevâkît”, 15, no.525 1/262.
[514] Buhârî,
“Mevâkît”, 19, no.563. (1/117)
[515] Buhârî,
“Mevâkît”, 13, no.547.
[516] Buhârî, “Mevâkît”, 19, no.563. (1/117)
[517] Buhârî, “Mevâkît”, 25, no.572, “Ezân”, 36, no.661.
[518] Buhârî, “Mevâkît”, 21, no.565. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/42.
[519] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/42.
[520] Buhârî, “Mevâkît”, 18, no.562.
[521] Ebû Dâvûd et-Tayâlîsî, Musned, 1/463, no.570;
4/354, no.2751; Tirmizî, “Mevâkît”, 24, no.187, (1/367); Müslim,
“Salâtü’l-müsâfirîn”, 54, 49, 50, 54 (705) (1/490, 491); Nesâî, “Mevâkît” 47,
no.602, (1/290); Ebû Dâvûd, “Salâtü’s-sefer”, 5, no. 1211.
[522] Buhârî, “‘Umre”, 20, no.1805.
[523] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 55, (705) (1/491).
[524] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[525] Buhârî, “Mevâkît”, 18, no.559 1/116; el-‘Aynî , ‘Umdetü’l-kârî,
5/54.
[526] el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî, 5/54.
[527] en-Nevevî, el-Minhâc,
5/213.
[528] Buhârî, “Hacc”,
99, no.1682, 1/166; Müslim, “Hacc”, 292 (1289), 2/938.
[529] en-Nevevî, el-Minhâc, 5/31.
[530] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 50, 51, 53 (705) (706)
(1/490, 491).
[531] en-Nevevî, el-Minhâc, 5/32.
[532] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 50, 51, 53 (705) (706)
(1/490).
[533] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[534] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[535] Süleyman b. Ahmed b. Eyyüb et-Taberânî (ö.360),
el-Mu‘cemu’s-sağîr, th., Muhammed Şekûr, Beyrût, 1405/1985, Mektebetü’l-İslâmî,
2/202, no.1028; et-Taberânî, el-Mu‘cemu’l-kebîr, 4/123, no.3869.
[536] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/19.
[537] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1348, 2/20.
[538] Ed-Dârimî, “Salât”, 211, no.1628, 2/989.
[539] Nesâî,
“Kıyâmu’l-leyl”, 30, no.1680, (3/230), es-Sünenü’l-kübrâ, 2/152,
no.1393.
[540] Müslim, “Salâtü’l-müsâfirîn”, 160, 161, (754), 1/520.
[541] Ebû Abdillah Muhammed b. Nasr b. el-Haccâc el-Mervezî
(294), Muhtasaru Kıyâmi’l-Leyl ve Kıyâmı Ramadân ve Kitâbi’l-Vitr, nşr.
Hadîsu Akademî Pakistân 1408/1988, s. 277.
[542] İbn Huzeyme, Sahîh, 2/143.
[543] Namaz vakitleri için bk. Kemalüddîn Muhammed b.
Abdülvâhid es-Svasî İbnül-Hümâm (ö.861), Fethul-Kadîr, byy., trs.,
Dâru’l-fikr, 1/218-239; Abdülğanî b. Tâlib el-Meydânî (ö.1298), el- Lübâb fî
Şerhi’l-kitâb, th., Muhammed Muhyiddin Abdülhamîd, Beyrût, trs.
el-Mektebetü’l- ‘ilmiyye, 1/55-58; Ebû İshâk İbrâhim b. Ali b. Yûsuf eş-Şîrâzî
(ö.476), el-Mûhezzeb fi Fıkhı’l- İmâm eş-Şâfi’î, byy., trs.
Dâru’l-kütübi’l-’ilmiyye, 1/101-106; Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Abdullah b.
Ahmed b. Muhammed b. Kudâme el-Makdisî ed-Dımaşkî el-Hanbelî, İbn Kudâme
(ö.620), el-Muğnî, byy., 1388/1968, Mektebetü’l-Kahira, 1/269-291; Mâlik
b. Enes b. Mâlik b. Âmir el-Asbahî el-Medenî (ö.179), el-Müdevvene,
byy., 1415/1994, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, 1/156-157.
[544] Buhârî, “Terâvîh”, 1, no.2008; Müslim,
“Salâtü’l-misâfirîn”, 173, 174 (759), (1/523).
[545] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 4/251-252; el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî,
11/124-125.
[546] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 4/253; el-‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî,
11/127.
[547] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/62.
[548] Buhârî, “Mevâkît”, 30, 583, İbn Mâce,
“İkâmetü’s-salât”, 147, no.1248, (1/395); İbn Ebî Şeybe, Musannef,
2/131, no.7328; Ahmed b. Hanbel, 16/365, no.10623, 16/273, no.10441.
[549] Ahmed b. Hanbel, Musned, 1/281, no.130, 1/377,
no.270.
[550] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.581.
[551] Ahmed b. Hanbel,
9/53, no.5010.
[552] el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ,
2/645, no.4098.
[553] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 3/190.
[554] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[555] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/58.
[556] Buhârî,
“Mevâkît”, 33, no.590.
[557] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/56.
[558] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/59.
[559] Aynı yer.
[560] Aynı yer.
[561] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no.585. (1/121) Müslim,
“Salâtü’l-misâfirîn”, 289 (828) (1/567).
[562] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.583, “Teheccüd”, 2, no.
1192, (2/60).
[563] Buhârî,
“Mevâkît”, 30, no.583, 2/60; Ahmed b. Hanbel, 8/226, no. 4612.
[564] Buhârî,
“Mevâkît”, 32, no.589; Buhârî, “Fadlu’s-salât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 2,
no.1192.
[565] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/59.
[566] Buhârî,
“Mevâkît”, 30, no. 581; Müslim, “Salâtü’l-misâfirîn”, 287 (826) (1/566); Ahmed
b. Hanbel, 11/526, no.6934.
[567] Müslim,
“Salâtü’l-misâfirîn”, 285 (825), 286 (826), 288 (827) (1/566-567).
[568] Nevevî, Minhâc,
6/111.
[569] İbn. Hibbân, el-İhsân fî Takrîbi Sahîhi İbn
Hibbân, 4/450, no.1581.
[570] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.583, 1/173; Müslim,
“Salâtü’l-müsâfirîn”, 289, 290 (828), 1/567.
[571] Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 290 (828), 1/567.
[572] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Beyrût, 1379, 2/60.
[573] Aynı yer.
[574] İbn Mâce, “İkâmetü’s-salât”, 148, no. 1251-1253,
(1/396, 1397); et-Tayâlîsî, el-Musned, 2/218, no.938. Ahmed b. Hanbel,
10/90, no. 5835, 33/341, no. 20169. 39/321, no.23887. 10/90, no.5835.
[575] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/60.
[576] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.583.
[577] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no.585.
[578] Buhârî, “Mevâkît”, 32, no.589.
[579] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[580] Nesaî, 1/277, no.
565.
[581] Ahmed b. Hanbel, 37/331, no. 22661.
[582] Abdurrezzak, Musannef, 1/537, no. 2040.
[583] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[584] Abdurrezzak, Musannef,
2/424, no. 3947.
[585] İbn Ebî Şeybe, el-Musnnef, 1/469, no. 5428,
5430.
[586] Eş-Şâfi‘î, Musned, 1/139, no.408.
[587] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no.585.
[588] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/59.
[589] Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.590.
[590] Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.590.
[591] Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.591.
[592] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/65.
[593] Buhârî,
“Mevâkît”, 33, no.592; Müslim, “Salâtü’l-misâfirîn”, 300 (835) (1/572).
[594] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/64; ‘Aynî, ‘Umdetü’l-kârî,
5/86.
[595] Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr b. Abdulmelik
el-Kastallânî (ö.923), İrşâdu’s-sârî li-Şerhi Sahîhi’l-Buhârî,
el-Matbaatu’l-kübra el-emîriyye, Mısır 1323, 2/513, no.593.
[596] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no.585.
[597] Buhârî, “Mevâkît”, no.587.
[598] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[599] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/64.
[600] Tirmizî, “Mevâkît”, 21, no.184, 1/345.
[601] Nesâî, “Mevâkît”, 36, no. 579, (1/281).
[602] Buhârî, “Mevâkît”, 33, no.590.
[603] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/65.
[604] Buhârî, “Mevâkît”, 31, no.585.
[605] Buhârî, “Mevâkît”, 32, no.589.
[606] Buhârî, “Mevâkît”, 30, no.583.
[607] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/65.
[608] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/65.
[609] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[610] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/63.
[611] Buhârî, “Mevâkît”, 37, no 597; Müslim, “Mesâcid”, 314
(684), 1/477; Ebû Dâvud, “Salât”, 11,
no. 442, 1/121; Ali b. el-Ca‘d, Musned, 1/455, no.3109; Ebû Ya‘lâ, Müsned,
5/242, no.2856.
[612] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/71.
[613] İbn Huzeyme, Sahîh, 2/100.
[614] İbn Dakîkı’l-Îd, İhkâmu’l-İhkâm, 1/294,
no.114.
[615] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/71.
[616] Aynı yer.
[617] İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî 2/220; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/71.
[618] Tevbe, 9/67.
[619] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/71.
[620] Aynı yer.
[621] Müslim, “Mesâcid”, 316 (1/477); İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/72.
[622] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/10.
[623] Karaman, Hayrettin, Hayatımızdaki İslâm, İz
Yayıncılık, İstanbul 2006, 97-98.
[624] Şamil İslâm Ansiklopedisi, “namaz” md.
[625] Buhârî,
“Mevâkît”, 5, no.527.
[626] Buhârî,
“Mevâkît”, 5, no.527.
[627] Buhârî, “İman”, 18, no.26, “Hâcc” 4, no.1519.
[628] İbn Battâl, Şerhu Sahîhi’l-Buhârî, 2/148; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/9-10. (no. 527).
[629] Buhârî, “Mevâkît”, 7, no.530.
[630] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 2/13. (no.529).
[631] Buhârî, “Mevâkît”, 23, no.568
[632] Daha geniş için bkz. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî,
2/73.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder