Print Friendly and PDF

Filistin Neden Çekiyor...

Bunlarada Bakarsınız

 

İlişkilerinin İncelenmesi Yoluyla Karşılaştırmalı Değerlendirme

FKÖ

CHARALAMPOS ZORPAS

112605019

İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ

İKTİSADİ VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ

ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ

Derecenin Gereksinimlerinin Kısmen Yerine Getirilmesi

Sanat Ustası

Uluslararası İlişkiler

Akademik Danışman: Prof. Dr. Gencer Özcan

 

İlişkilerinin İncelenmesi Yoluyla Karşılaştırmalı Değerlendirme

FKÖ

Arab-lsrail Qati^masma Türkiye'nin ve Yunanistan'ın Pozisyonlan: FKO ile
tlişkilerin incelenmesi Yoluyla Karşılaşma Bir Değerlendirme

CHARALAMPOS ZORPAS

112605019

Tez Danişmanı: Prof. Dr. Gencer Özcan

Juri Uyesi: Yrd. Yapmak?. Dr.Mehmet Ali Tuğtan

Juri Uyesi: Ogr. Gor. Dr.Can Cemgil

Tezin Onaylandigi Tarih:

Toplam Sayfa Sayı:


2) İsrail

2) İsrail

3) Yunanistan

3) Yunanistan

4)   Kibns

5)   FKO

4)   Kıbrıs

5)   FKÖ

 

Kısaltmalar Listesi

      AKEL — {Anorthotiko Komma Ergazomenou Laou} Çalışan Halkın İlerici Partisi

      ALF – Arap Kurtuluş Cephesi

      ANO — Abu Nidal Örgütü

      ASALA – Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu

      DOP – İlkeler Beyanı

      EDEK — Sosyal Demokrasi Hareketi

      FATAH – Harakat el-Tahrir el-Watani el-Filastini – Filistin Kurtuluş Hareketi

      Dışişleri Bakanlığı — Dışişleri Bakanlığı

      HAMAS – Harakat al-Muqawama al-Islamiyya – İslami Direniş Hareketi

      IDF – İsrail Savunma Kuvvetleri

      MNF – Lübnan'daki Çok Uluslu Güç

      İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)

      OPEC – Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü

      PASOK — Pan-Helenik Sosyalist Hareket

      PKK – Partiya Karkeren Kurdistan – Kürdistan İşçi Partisi

      FKÖ – Filistin Kurtuluş Örgütü

      PNC – Filistin Ulusal Şartı

      THKO – Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Türk Halk Kurtuluş Ordusu

      THKP-C – Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi – Turkish People’s Liberation Party-Front

      UNIFIL – United Nations Interim Force in Lebanon

      UN SCOP – United Nations Special Committee on Palestine

      USAF — United States Air Forces

Abstract

Bu tez, FKÖ'nün Kıbrıs (esas olarak Rum-Kıbrıs tarafı) ve Yunanistan ile olan özel ilişkilerinin Türk-İsrail ilişkileri üzerindeki etkisinin analizini yapmayı amaçlamaktadır. Türkiye'nin Arap-İsrail çatışmasına yönelik politikaları akademik ilgiye konu olmuş ve farklı bakış açılarıyla ele alınmış olsa da, FKÖ'nün Türkiye'nin anlaşmazlık içinde olduğu bazı ülkelerle "yakın" ilişkilerine gereken ilgi gösterilmemiştir. Filistin'e olan coğrafi ve tarihsel yakınlıkları nedeniyle, iki ülke Arap davasına destek olmaya ve bölgedeki İsrail politikalarına eleştirel yaklaşmaya devam etmiştir. Dolayısıyla, FKÖ'nün bu iki ülkeyle olan yakın ilişkileri, Türkiye'nin örgüte yönelik politikasını zorlamıştır. Bu tez, FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs ile geliştirdiği yakın ilişkilere ışık tutmayı ve üçlü ilişkinin ihmal edilmiş boyutlarından birini öne çıkarmayı amaçlamaktadır.

Özet

Bu tez, FKÖ’nün Kıbrıs (özellikle Kıbrıs Rum tarafı) ve Yunanistan ile olan özel ilişkilerinin, Türk-İsrail ilişkileri üzerindeki etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Arap- İsrail çatışmasına yönelik Türkiye’nin politikaları farklı bakış açılarıyla ve özenli bir şekilde çeşitli akademik çalışmalarda ilgilenilen bir konu olmasına rağmen, FKÖ’nün Türkiye’nin sorunlu olduğu bazı ülkelerle olan "samimi" ilişkilerine gereken önem verilmemiştir. Filistin’e coğrafi ve tarihsel yakınlıkları sonucunda, bu iki ülke Arap amacını destekleyen ve İsrail’in bölgedeki politikalarını eleştiren ülkeler olmaya devam etmişlerdir. FKÖ’nün bu iki ülke ile yakın ilişkileri olması Türkiye’nin organizasyona yönelik politikasında gerginliklere sebep olmuştur. Bu tez, FKÖ’nün Yunanistan ve Kıbrıs ile geliştirdiği yakın ilişkilere ışık tutmaya çalışmakta ve üçlü ilişkilerin ihmal edilmiş boyutlarından birini öne çıkarmayı amaçlamaktadır.

Teşekkürler

Bu tez, bu kadar çok insanın yardımı olmadan tamamlanamazdı. Öncelikle, tüm düzeltmelerimi sabırla okuyan ve araştırmam boyunca bana manevi destek veren danışmanım Profesör Dr. Gencer Özcan'a en derin şükranlarımı sunmak istiyorum. Ayrıca, mükemmel rehberliği, sabrı ve engin bilgisi için Profesör Dr. Gencer Özcan'a teşekkür etmek istiyorum. Yüksek lisans tezim için ondan daha iyi bir danışmanım olabileceğini hayal edemezdim. Ayrıca, tez komitemdeki diğer üyelerim Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Tuğtan ve Ögr. Gör. Dr. Can Cemgil'e de anlayışlı yorumları, rehberlikleri ve destekleri için teşekkür etmek istiyorum. Yardımları paha biçilemez. Ayrıca, Program Koordinatörü Doç. Dr. Yaprak Gürsoy'a tüm bu yıllar boyunca verdiği sürekli destek, yardım ve cesaretlendirme için teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca, röportaj talebimi kabul eden ve benimle paylaştıkları özel bilgiler için Kıbrıslı Rum politikacılar Vassos Lyssarides, Donis Christofinis ve Takis Hadjidemetriou'ya da içten teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, Kıbrıslı Rum politikacılarla yapacağım röportajlar konusunda bana rehberlik ve cesaret veren Tarih Profesörü ve Gazeteci Maria Chrysanthou'ya da teşekkür etmek istiyorum. Son olarak, aileme ve tüm arkadaşlarıma destekleri, cesaretlendirmeleri, sabırları ve manevi destekleri için teşekkür etmek istiyorum.

İçindekiler

Kısaltmalar Listesi ……………… ..................................................................... ii

İngilizce Özet ………………………………………………………………………………..iv

Türkçe Özet ……………………………………………………………………………..v

Teşekkürler ……………………………………………………………………………..vi

Giriş ………………………………………………………………………………...1

Bölüm 1: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu ve Türkiye-İsrail İlişkileri 1964-

1977 ……………………………………………………………………………………...8

      Bölüm…………………………………………………………………8’e Giriş

      1. Kuruluşun ilk yılları…………… .................................................................. 9

      1.1. Filistin Sorununun Evrimi………………………………………9

      1.2. Türkiye-İsrail ilişkileri 1949-1964………………………………………..12

      1.3. Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu………………………………………………..15

      1.4. 1967 Altı Gün Savaşı……………………………………………………….17

o 1.4.1. Altı Gün Savaşı sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü……………………19

      1.5. FKÖ'nün dönüşümü ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ortaya çıkışı

milliyetçilik……………………………………………………………………...20

o 1.5.1. Mültecilerin Filistin Kurtuluş Örgütü'nün dönüşümündeki rolü………..21

      2. Bölgesel ve uluslararası gelişmeler

1970'ler .................................................................................................... 23

      2.1. 1973 Yom Kippur Savaşı……………………………………………...23

o 2.1.1. Yom Kippur Savaşı sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü……………..26

      2.2 Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Uluslararasılaşması ve Üçlü Örgüt Üzerindeki Etkisi

İlişkiler………………………………………………………………………………28

o 2.2.1 Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Bölgesel ve Uluslararası Tanınması…………..32

      3. Mısır ve İsrail Arasındaki Barış Görüşmeleri Süreci…………………34

o 3.1. 1978 Camp David Anlaşmaları………………………………...37 o 3.2. 1979 Mısır-İsrail Barış Antlaşması………………………….39

Bölüm 2: Bölgesel ve Uluslararası Gelişmeler ve Üçlü İlişkiler, 1980-1993 …………………………………………………………………………41

      Bölüme Giriş………………………………………………………………………….41

      1. Lübnan iç savaşı…………………………………………………………..43

o 1.1. Lübnan'daki iç savaşın nedenleri……………………………...43

o 1.2. İç savaşın patlak vermesi ve FKÖ……………………………...45

o 1.3. İsrail'in Lübnan'ı işgali, 1982…………………………………48

o 1.4. İsrail işgalinin sonuçları……………………………...51

      2. Filistin Ayaklanması – İntifada, 1987………………………………………….54

o 2.1. İntifada'nın patlak vermesi ve İsrail'in tepkileri…………………55

o 2.2. Ayaklanma ve Ortaya Çıkış Sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Politikaları

Hamas……………………………………………………………………………57

o 2.3. 1988'de Filistin Devleti'nin Kurulması ve Barış

Süreç…………………………………………………………………………59

      3. Türkiye-FKÖ İlişkisi ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi……64

o 3.1. Bölgesel gelişmeler ve Türkiye-İsrail ilişkileri……………..67

o 3.2. FKÖ'nün Türk ulusal çıkarlarına ilişkin politikaları………………………69

Bölüm 3: Yunanistan, Kıbrıs ve Arap-İsrail çatışması, 1947-

1993 ………………………………………………………………………………………….75

      Bölüme Giriş……………………………………………………………………..75

      1. Yunanistan ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993……………………………76

o 1.1 Yunanistan, Arap devletleri ve İsrail, ilk aşamalar, 1947-1966……..77

o 1.2. Askeri rejim ve bölgesel gelişmeler, 1967-1974……80

o 1.3. Yeni Demokrasi hükümeti, 1974-1981………………………83

o 1.4. Sosyalist-PASOK hükümeti, 1981-1989……………………..84

o 1.5. Yeni Demokrasi hükümeti ve Arap-İsrail anlaşmazlığı, 1989-

1993………………………………………………………………………….87

      2. Türkiye'nin İsrail ve FKÖ ile ilişkilerinde Kıbrıs faktörü……………….88

o 2.1. Kıbrıs'ın Araplar ve Araplarla ilişkilerinin tarihsel arka planı

İsrail………………………………………………………………………………..89

o   2.2.   Kıbrıs                           Cumhuriyeti ve Arap-İsrail çatışması,             1960-

1974…………………………………………………………………………...93

o   2.3. 1974   Kıbrıs                 krizi              Arap devletleri, FKÖ ve

İsrail…………………………………………………………………………97

o 2.4. Rum-Kıbrıs'ın Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail ile ikili ilişkileri, 1975-1994……………………………………………………………………...99

Sonuçlar …………………………………………………………………………………………108

Referans Listesi ……………………………………………………………………………………112

Ek ………………………………………………………………………………………………120

giriş

Bu tez, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Yunanistan ve Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı) ile olan özel ilişkisini ve bu ilişkinin 1964'ten 1990'ların başına kadar Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkilere etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu belirli zaman dilimini seçmemin nedeni, 1964'te FKÖ'nün kurulmuş olması, 1980'lerin sonlarında Filistin halkının ayaklanmasının ardından, 1987'deki ilk Filistin İntifadası'nda FKÖ'nün Filistin devletinin kuruluşunu ilan etmesi (1988) ve İsrail ile FKÖ arasında barış sürecinin başlamasıdır. Barış sürecinin bir sonucu olarak, İsrail ve FKÖ 1991'de Madrid'deki Barış Konferansı'na katıldı ve iki rakip parti 1993'te İlkeler Bildirgesi'ni (DOP) imzaladı.

Araştırmamda, 1948'de İsrail devletinin kuruluşundan 1990'ların başına kadar Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilere dair literatürü kısaca inceledim. Ayrıca, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs tarafı) Arap ülkeleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerine dair literatürü de inceledim. Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs tarafı) FKÖ ile olan özel ilişkisine dair araştırmam, çoğunlukla Kıbrıs Rum basını ve internet makaleleri olmak üzere birincil kaynaklara dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte FKÖ ve Yaser Arafat ile ilişkileri olan Kıbrıslı Rum politikacıların yanı sıra diğer Filistinli hareketler ve şahsiyetlerle de görüşmeler yaptım.

Araştırmam üç bölümden oluşmaktadır. Tezimin ilk bölümünde, Filistin sorununun evrimini ve 1979 yılına kadar Orta Doğu'daki bölgesel gelişmeleri kısaca analiz ediyorum. Bu bağlamda, İsrail devletinin kuruluşunun tarihsel arka planını ve Türkiye ile İsrail arasındaki ikili ilişkileri 1979 yılına kadar inceliyorum.

1964, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşu ve 1979'a kadar Ortadoğu'daki bölgesel gelişmeler. Ayrıca, ilk bölümde iki büyük Arap-İsrail savaşı - 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı - Altı Gün Savaşı'ndan sonra Filistin liderliğindeki değişim ve Filistin milliyetçiliğinin ortaya çıkışı, Yom Kippur Savaşı sırasında ortaya çıkan ilk petrol krizi, 1970-1971 yıllarında Ürdün'de yaşanan ve FKÖ'nün Ürdün'den atılıp merkezinin Lübnan'a taşınmasıyla sonuçlanan iç savaş, Filistin hareketinin uluslararasılaşması ve Mısır ile İsrail arasındaki barış müzakereleri süreci analiz edilmektedir.

Altı Gün Savaşı sırasında Filistin hareketi, Arap devletlerine bağımlılığı nedeniyle herhangi bir rol oynamadı. Bunun sonucunda Filistin liderliği değişti ve Yaser Arafat 1969'da örgütün yeni lideri oldu. Bu dönemde Filistin hareketi, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs gibi bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerinin yanı sıra Doğu Bloku ülkeleri ve çeşitli kurtuluş hareketleriyle de ilişkiler kurmaya çalıştı.

Dahası, Filistin hareketi Yom Kippur Savaşı sırasındaki çatışmalarda hiçbir rol oynamadı. Bu durum, 1970-1971 Ürdün İç Savaşı'ndaki yenilgisinin bir sonucuydu. İç savaşın sona ermesinin ardından mağlup olan FKÖ, merkezini Lübnan'a taşıdı ve 1970'lerin ortalarında burada yeni sorunlarla karşılaştı. Buna rağmen, Filistin hareketi 1970'lerin ortalarında bölgesel ve uluslararası alanda tanınmayı başardı. Filistin hareketi, 1974'te İslam Konferansı Örgütü tarafından Filistin halkının temsilcisi olarak tanındı ve Kasım 1974'te FKÖ, BM'nin gözlemci üyesi oldu. 1975'te BM Genel Kurulu bir karar aldı:

Siyonizmi ırkçılıkla eş tutan bir karar. Aynı yıl Filistin hareketi Bağlantısızlar Hareketi'ne üye oldu, 1976'da ise Arap Birliği'ne üye oldu.

Türkiye, 1967 ve 1973'teki iki büyük Arap-İsrail savaşı sırasında tarafsızlığını korurken, diplomatik düzeyde Arap devletlerini desteklemiştir. Bu durum, Kıbrıs konusunda Arap desteğine ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, özellikle 1970'lerin ortalarında yaşadığı ekonomik sorunlar ve petrol ihtiyacı, Türk makamlarını Arap devletlerini diplomatik düzeyde desteklemeye zorlamıştır. Ayrıca, 1974 Kıbrıs krizinin ardından Türkiye'nin Batı'da yalnız kalması, Türk devletini politikalarını yeniden gözden geçirmeye ve Arap devletlerine yakınlaşmaya zorlamıştır. Sonuç olarak Türkiye, 1975'te Siyonizmi ırkçılıkla özdeşleştiren ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanıyan kararı kabul etmiştir.

Ayrıca Türkiye, 1970'lerin sonlarında İsrail ile yürüttüğü barış müzakereleri sonucunda Mısır'ın Arap dünyasındaki yalnızlığından faydalanarak Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirmeye çalışmıştır. Bu bağlamda Türkiye, 1979 yılında FKÖ'nün Ankara'da bir temsilcilik açmasına izin vermiş ve Kudüs'ün İsrail devleti tarafından ilhak edilmesinin ardından İsrail'deki temsilciliğini azaltmıştır. Bununla birlikte, Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler düşük seviyede olsa da, ekonomik, askeri ve istihbarat iş birliği geçmişte olduğu gibi devam etmiştir.

Ancak 1980'lerin başından bu yana yaşanan bölgesel gelişmeler, Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri bir kez daha etkiledi. Tezimin ikinci bölümünde, 1980'lerin başından bu yana yaşanan bölgesel gelişmeler analiz ediliyor. Bu bağlamda, 1975'te başlayıp 1990'a kadar süren Lübnan iç savaşı, ardından gelen İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali, işgal altındaki topraklarda Filistin ayaklanması - intifada - 1988'de Filistin devletinin kurulması ve Filistin hareketi ile İsrail arasındaki barış müzakereleri süreci. Ayrıca, ikinci bölümde 1980'lerin başından itibaren Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkiler ve FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik politikaları incelenmektedir.

İsrail'in Lübnan'ı işgali Türk kamuoyu tarafından eleştirilmiş ve iki ülke arasındaki ikili ilişkiler 1980'lerin başlarında oldukça düşük bir seviyedeydi. Ancak Türkiye, İsrail ile ikili ilişkilerini kesmemiş ve 1980'lerin ortalarından itibaren, işgal altındaki topraklarda Filistin ayaklanması başlayana kadar iki ülke arasındaki ikili ilişkiler yeniden iyileşmeye devam etmiştir. Türk kamuoyu, genç Filistinli protestoculara hayranlık duymuş ve İsrail'in Filistin halkına yönelik uygulamalarını eleştirmiştir. Bununla birlikte, 1988'de Filistin devletinin kuruluşunun ilan edilmesi ve İsrail ile FKÖ arasında barış müzakerelerinin başlamasıyla birlikte Türkiye, İsrail ile ilişkilerini geliştirmekte özgür hissetmiştir.

Ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri iyi değildi. Bu durum, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik politikalarının ve radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkilerinin bir sonucuydu. İkinci bölüm, FKÖ'nün THKO, ASALA ve PKK gibi radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkilerinin ve bunun Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkiler üzerindeki etkisinin analiziyle sona eriyor. Ayrıca, Türkiye'nin Arap devletleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerindeki bir diğer engel de, Müslüman Türklerin Bulgaristan'dan sürülmesine karşı tepki göstermemeleriydi. 1989'da Bulgar yetkililer Türk toplumunu sınır dışı etme kararı aldı ve ne Arap devletleri ne de FKÖ Türkiye'yi destekledi.

Bu durum, Türkiye'nin FKÖ ve Arap devletleriyle ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Dahası, FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs'la –özellikle de Kıbrıs Rum liderliğiyle– ilişkileri, FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinde bir başka engel teşkil etmiştir.

Tezimin üçüncü bölümünde, Yunanistan ve Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı) ile Arap devletleri ve özellikle FKÖ ile ilişkilerinin tarihsel arka planını kısaca inceliyorum. Bu bağlamda, Yunanistan ve Kıbrıs'ın Arap-İsrail savaşları sırasındaki politikalarını ve Arap devletleri, FKÖ ve İsrail ile ikili ilişkilerini inceliyorum. Yunanistan, Filistin'in bölünme planına karşı oy kullanan ülkeler arasındaydı ve Arap-İsrail savaşları sırasında Arap devletlerinin yanında yer aldı. Yunanistan'ın Filistin'in bölünmesine karşı oy kullanmasının nedeni, çeşitli Arap ülkelerindeki Yunan azınlıkların varlığıydı.

Ayrıca Yunanistan, Kıbrıs meselesinde desteğe ihtiyaç duyması nedeniyle Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir politika benimsedi. Yunanistan'ı Arap devletlerine ve Filistin hareketine destek vermeye iten bir diğer neden de Arap petrolüne olan ihtiyacı ve özellikle 1970'lerde yaşadığı ekonomik sorunlardı. Yunan devletinin politikaları, Yunanistan ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri olumsuz etkiledi ve hatta Yunanistan, İsrail devletini fiilen tanımasına rağmen İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerini geliştirmeyi reddetti. FKÖ ve İsrail arasındaki barış müzakereleri sonucunda Yunanistan, 1990 yılında İsrail devletini fiilen tanıdı ve İsrail'e bir büyükelçi atadı.

Dahası, Kıbrıs'ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmasının bile çok düşük bir seviyede olduğunu, Kıbrıs Rum Kesimi'nin ise Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerinin oldukça sıcak olduğunu gözlemleyebiliriz. Bu durum, Türk tarafını memnun etmedi.

Yetkililer, Filistin hareketine karşı şüpheci bir tavır takınırken, İsrail de Kıbrıs Rum tarafının politikalarından rahatsızdı. Arap-İsrail savaşları sırasında, dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ile dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Nasır arasındaki sıcak ilişkiler ve özellikle sol ve sosyalist partilerden olmak üzere Kıbrıslı Rum siyasetçilerin Filistin hareketinin önde gelen isimleriyle olan özel ilişkileri nedeniyle, Kıbrıs Rum tarafı Arap devletlerini ve FKÖ'yü destekledi. Dahası, 1974 Kıbrıs krizi sırasında Arap devletleri ve FKÖ, Yunanistan'ı ve Kıbrıs Rum tarafını destekleyerek Türkiye'yi hayal kırıklığına uğrattı.

1974 Kıbrıs krizinden sonra Arap devletleri ve FKÖ, Kıbrıs Rum tarafını desteklemeye devam etti ve bu durum Türkiye ile ilişkilerini önemli ölçüde etkiledi. Dahası, Kıbrıs Rum tarafı bu dönemde Filistinlilere ve FKÖ'ye destek verdi, ancak İsrail devletiyle ilişkileri çok düşük bir seviyedeydi. Dahası, İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali sırasında Kıbrıs Rumları, Filistin halkına ekonomik yardım ve manevi destek sağladı. Ayrıca, 1987'de işgal altındaki topraklarda Filistin Ayaklanması - İntifada başladığında, Kıbrıslı Rum siyasetçiler ve sivil halk, İsrail'in baskıcı uygulamalarını kınarken Filistin halkını destekledi. Dahası, Kıbrıs Rum tarafı 1988'de kurulan Filistin devletini tanıdı. Barış müzakereleri sürecinin bir sonucu olarak, Kıbrıs Rum tarafı İsrail ile ilişkilerini iyileştirdi ve 1994'te Arap yanlısı politikasından vazgeçmeden İsrail'de bir büyükelçilik açtı.

Bu tez, Filistin hareketinin Yunanistan ve Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı) ile olan özel ilişkisini ve bu özel ilişkinin Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkilere olan etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Geçmişte Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler ve Türkiye'nin Arap-İsrail çatışması ve Filistin meselesine ilişkin tutumu analiz edilmişti. Ancak bu tez, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik politikalarını ve FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimiyle ilişkilerinin Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler üzerindeki etkisini incelemeyi amaçlamaktadır. FKÖ'nün bu ülkelerle olan özel ilişkisinin Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri ve Türkiye'nin Filistin hareketine yönelik tutumunu nasıl etkilediğini anlamak büyük önem taşımaktadır.

Bölüm 1: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu ve Türkiye-İsrail İlişkileri, ­1964-1979

Bölüme giriş

Birinci bölümde Filistin sorununun evrimi, 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşu ve 1979'a kadar üç taraf (Türkiye, İsrail ve FKÖ) arasındaki ilişkileri etkileyen uluslararası ve bölgesel değişimler incelenmektedir. Altı Gün Savaşı, Yom Kippur Savaşı ve ardından gelen petrol krizi, 1974 Kıbrıs krizi ve 1970'lerin sonlarında Mısır ile İsrail arasındaki barış süreci gibi bölgesel değişimler üçlü ilişkiler üzerinde belirleyici bir etki yaratmıştır.

İlk bölüm üç kısma ayrılmıştır. İlk kısım, Filistin meselesinin gelişimini, Filistin hareketinin kuruluşunu ve Arap kontrolündeki bir örgütten bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşümünü ele almaktadır. İlk kısım, 1947'deki Filistin taksim planından, 1964'te FKÖ'nün kuruluşundan, 1967 Altı Gün Savaşı'ndan, Altı Gün Savaşı'nın sonuçlarından ve 1969'da FKÖ liderliğindeki değişimden bu yana geçen dönemi incelemektedir.

İkinci bölüm, 1973 Yom Kippur Savaşı ve 1970'lerin ortalarında patlak veren petrol krizi gibi bölgesel ve uluslararası krizleri ele almaktadır. Bu bölümde ayrıca, söz konusu krizlerin sonuçları ve Türkiye'nin bu krizler sırasında benimsediği politikalar da analiz edilmektedir. Türkiye'nin Yom Kippur Savaşı ve petrol krizi sırasında ve sonrasında izlediği politikaların, İsrail ve FKÖ ile ikili ilişkileri üzerinde önemli bir etkisi olduğu açıktır. Birinci bölümün ikinci kısmı, 1970'lerin ortalarında çeşitli ülkeler tarafından Filistin halkının meşru temsilcisi olarak tanınan FKÖ'nün uluslararasılaşmasının analiziyle sona ermektedir.

Bizim durumumuzda Türkiye de 1975'te Filistin örgütünü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı; bu durum İsrail makamlarını memnun etmedi. Bu bağlamda, FKÖ'nün Doğu Bloku ülkeleri, Bağlantısızlar ülkeleri ve çeşitli ulusal kurtuluş hareketleri gibi Orta Doğu dışındaki ülkelerle olan diplomatik ilişkilerini inceliyorum. Türkiye'nin FKÖ ile ilişkileri ve FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ilişkin politikaları ikinci bölümde incelenecektir. FKÖ'nün hem Yunanistan hem de Kıbrıs ile ilişkileri (Kıbrıs örneğinde, FKÖ ile Kıbrıs Rum toplumu, siyasi partiler ve bireyler arasındaki ilişkileri analiz edeceğim) üçüncü bölümde incelenecektir.

Üçüncü bölüm, Mısır ve İsrail arasındaki barış müzakere sürecini ve ardından iki ülke arasında imzalanan 1978 Camp David Anlaşmalarını ele almaktadır. Camp David Anlaşmaları, 1979'da Mısır ve İsrail arasında imzalanan bir barış anlaşmasının imzalanmasına yol açmış, ancak bu anlaşma Arap devletleri ve FKÖ tarafından reddedilmiştir. Türkiye, Orta Doğu'daki yeni durumdan yararlanarak Arap devletleri ve FKÖ'ye yakınlaşma yoluna gitmiştir. Birinci bölümün üçüncü kısmı, FKÖ ve Arap devletlerinin Mısır'ın İsrail ile barış anlaşması imzalama kararına verdiği tepkilerin analiziyle sona ermektedir.

1.   Kuruluşun ilk yılları

1.1.            Filistin Sorununun Evrimi

İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Filistin toprakları bir İngiliz sömürgesiydi ve bu topraklarda hem Yahudi hem de Arap Filistinliler yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden önce bile Yahudi ve Arap Filistinliler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Bu nedenle, İngiliz Mandası yönetiminin sona ermesinden sonra bu bölgede homojen bir ulus devlet kurmak zordu. Durum daha da kötüleştikçe,

Filistin Büyük Britanya, Filistin sorununa çözüm bulmak amacıyla yeni kurulan BM'den arabuluculuk yapmasını istedi (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 3).

BM, Filistin sorununu çözmek için 11 ülkenin katılacağı BM SCOP adlı bir komite kurmaya karar verdi. Birkaç toplantının ardından (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 4-5):

Komite üyelerinin çoğunluğu, Filistin'in Birleşmiş Milletler idari otoritesi altında Kudüs şehrine özel uluslararası statü tanınarak bir Arap ve bir Yahudi devleti olarak bölünmesini önerdi. Bu üç yapı ekonomik bir birlik içinde birbirine bağlanacaktı. Azınlık planı ise, bir Arap devleti ve bir Yahudi devletinden oluşan ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir federasyon yapısı öngörüyordu.

Sonuç olarak, 1947 yılında Birleşmiş Milletler, Filistin topraklarının iki devlete, bir Arap devleti ve bir Yahudi devleti olmak üzere bölünmesini öngören 181 (II) sayılı Kararı kabul etti, “…çoğunluğun önerdiği gibi… küçük değişikliklerle…” (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 7). Elbette, bölme planına karşı ve ona karşı tepkiler de vardı (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 9):

Yahudi Ajansı, Avrupa'dan Yahudi göçü ve önerilen Yahudi devletinin toprak sınırları gibi konulardaki memnuniyetsizliğine rağmen kararı kabul etti. Plan, Filistinli Araplar ve Arap devletleri tarafından, insanlara kendi kaderlerini belirleme hakkı tanıyan Birleşmiş Milletler Şartı hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle kabul edilmedi.

Filistin'in taksim planına karşı oy kullanan ülkeler arasında Yunanistan ve Türkiye de vardı. Türkiye, taksimin toplumlar arası çatışmalara yol açıp büyük çaplı bir bölgesel savaşı tetikleyebileceği endişesiyle plana karşı oy kullandı.

Ankara'yı bölünme konusunda endişelendiren bir diğer neden ise Filistin'de sosyalist bir Yahudi devletinin ortaya çıkma olasılığıydı (Bozdağlıoğlu, 2003, 116).

Yunanistan örneğinde, çeşitli Arap ülkelerindeki Yunan azınlıkların varlığı nedeniyle, Yunanistan Filistin'in taksim planına lehte oy kullanamadı ve Arap devletlerini memnun edecek şekilde plana karşı oy kullandı. Dolayısıyla, Yunanistan'ın taksim planına karşı oy kullanma kararının, Yunan politikacıların antisemitik duygularıyla hiçbir ilgisi olmadığını, aksine Arap ülkelerindeki Yunan azınlıkların varlığını ve haklarını koruma ihtiyacının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz (Abadi, 2000, 42).

Filistin'in bölünmesine ilişkin kararın onaylanmasının ardından, Filistin'de Arap Filistinliler ile Yahudiler arasında çatışmalar başladı. 16-14 Mayıs 1948 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, Arap-İsrail çatışmasıyla ilgili bir toplantı düzenledi. Bunun sonucunda Güvenlik Konseyi, karşıt tarafları çatışmaları sona erdirmeye çağırdı (17 Nisan). 23 Nisan'da ise Güvenlik Konseyi, ateşkes anlaşmasının uygulanmasını denetlemekle görevli Ateşkes Komisyonu'nun kurulmasına karar verdi (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 9).

Daha sonra, 14 Mayıs 1948'de İngilizler Filistin'den ayrıldı. Dahası, İsrail devletinin bağımsızlığının ilanından (14 Mayıs 1948) sonra, Arap devletleri onu tanımayı reddetti ve 181 sayılı Karar uyarınca Filistin'in Arap topraklarını işgal etti. Bir yandan, Arap devletleri arasındaki farklı çıkarlardan yararlanan İsrail savaşı kazandı ve topraklarını genişletti. Diğer yandan, Mısır ve Ürdün orduları sırasıyla Gazze Şeridi ve Batı Şeria'yı kontrolleri altına aldı. Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki çatışmalar Ekim 1948'de yeniden başladı ve Mart 1949'a kadar sürdü. Çatışmalar sırasında İsrail, önerilen toprakların bazı bölgelerini ilhak etti.

Arap devleti. BM arabuluculuğunda Arap devletleri, 1949 ortalarına kadar İsrail ile ateşkes anlaşmaları imzaladılar (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 10):

Arap ülkeleri ise Filistin topraklarında bir Yahudi devletinin varlığını kabul etmediler ve mücadelelerinin İsrail devleti ortadan kalkana kadar süreceğini iddia ettiler. Arap devletlerinin aksine Türkiye, 1947'de Filistin'in bölünmesine karşı oy kullanmasına rağmen, 1949'da İsrail devletini tanıdı ve söz konusu ülkeyle diplomatik ilişkiler kurdu. Yunanistan da İsrail devletini 1949'da yalnızca fiilen tanıdı ve "...hukuki olarak tanınmayı reddetti" (Abadi, 2000, 42). Türkiye örneğinde olduğu gibi, Yunanistan da İsrail ile ilişkilerini iyileştirme niyetinde değildi.

Türkiye, Orta Doğu'daki çıkarlarını güvence altına almak için İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkilerinde denge sağlamaya çalışmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler, 1950'deki elçilik değişimiyle resmiyet kazanmış, ancak Türkiye ilişkilerini büyükelçilik seviyesine çıkarmayı planlamamıştır (Gauze, 2011, 27). Dolayısıyla, Arap-İsrail çatışması sırasında Türkiye'nin tarafsız göründüğünü söyleyebiliriz.

1.2.            Türkiye-İsrail ilişkileri 1949-1964

İsrail'in bağımsızlığından sonraki dönemde, sol parti ve örgütlerin İsrail'de iktidara gelmesi (özellikle 1950'lerin başlarında) nedeniyle Türkiye'nin, Soğuk Savaş'ın ilk yıllarında İsrail'e ve onun tarafsızlığını savunmasına karşı bazı şüpheleri olduğunu gözlemleyebiliriz (Robins, 1991, 75). Türkiye, İsrail'in tarafsız politikalarına şüpheyle yaklaşıyor ve Sovyetler Birliği'nin Yahudi devletini etki alanına alması durumunda Orta Doğu'daki güç dengesinin kökten değişebileceğinden korkuyordu.

Nachmani: “Türk görüşüne göre İsrail’in tarafsızlığı köklü bir komünizmin kamuflajı olarak hizmet ediyordu ” (1987, 6-7).

Ancak bu şüpheler, İsrail hükümetinin Kore Savaşı sırasında Batı bloğuna destek vermesiyle ortadan kalktı. Kore Savaşı'nın ardından iki ülke ilişkilerini geliştirerek ekonomik ve askeri anlaşmalar imzaladı. Bu dönemde iki ülke yalnızca ticaret ve kültür anlaşmaları imzalamakla kalmadı, aynı zamanda diplomatik ilişkilerini geliştirmeye yönelik görüşmeler de başlattı (Liel, 2001, 203).

Aksine, Türkiye 1955 yılında Irak, Pakistan, İngiltere ve İran ile Bağdat Paktı'nı imzaladığında, Türkiye ile İsrail arasındaki ikili ilişkiler diplomatik çerçeveyle sınırlı kalmıştı . Robins'e (1991, 76-7) göre:

Türkiye, Irak'ı bu ittifaka dahil ederek, başta İsrail pahasına olmak üzere bir dizi dış politika tavizi vermek zorunda kaldı. Bunlar arasında, İsrail'in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne destek beyanı yayınlamayı reddetmek ve kriz zamanlarında askeri yardıma ilişkin maddelerin Filistin sorunu bağlamında ve özellikle Filistin sorunuyla ilgili olarak geçerli olacağını belirten bir ek madde yer alıyordu.

Dahası, Süveyş krizi sırasında Türk hükümeti, İsrail'deki diplomatik temsilciliğini en düşük elçilik seviyesine indirmeye karar verdi. Bu kararın, İsrail'in Sina Yarımadası'nı işgalinin bir sonucu olduğu anlaşılıyor (Robins, 1991, 77). Ancak Türk yetkililer, İsrail tarafına, Türk büyükelçisinin geri çağrılmasının "İsrail'e karşı düşmanca bir eylem değil, Bağdat Paktı'nı kurtarma çabası" olduğunu bildirdi (Bozdağlıoğlu, 2003, 145).

Daha sonra iki ülke arasındaki ilişkiler yeniden gelişmeye başladı. Bengio'nun (2004, 33) belirttiği gibi, "1958'de İsrail ve Türkiye, "çevre ittifakı" veya "Hayalet Paktı" olarak bilinen, gizli bir askeri ve istihbarat iş birliği içeren çok gizli bir ittifak kurdular."

Ancak, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit eden küresel ve bölgesel krizler, İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkilerini önemli ölçüde etkiledi. 1962'deki Küba Füze Krizi, 1963'teki Kıbrıs Krizi ve 1964 ortalarına kadar süren Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasındaki çatışmalar gibi krizler, Türkiye'nin Batı Bloku'ndaki konumunu tehdit etmiş ve Türkiye'nin iki rakip partiyle ilişkilerini etkilemiştir.

Küba Füze Krizi, Sovyetler Birliği'nin 1962'de Küba'ya nükleer füze yerleştirme niyetinin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Füzelerin yerleştirildiği tarihten krizin sonuna kadar, iki süper gücün liderleri arasında ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir süper güç savaşına yol açabilecek bir tartışma yaşandı. Nihayetinde Küba Füze Krizi, rakip taraflar arasında bir anlaşmayla sona erdi. Türk yetkililer, ABD hükümeti tarafından Türk ulusal çıkarlarının dikkate alınmaması nedeniyle ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmadan memnun değildi. Nachmani'nin (2003, 14) sözleriyle:

Ankara, ABD'nin Türkiye'nin güvenliğini göz ardı ettiği izlenimini edindi: Moskova ile görünüşte bir karşılıklılık anlaşmasıyla Washington, Türkiye topraklarındaki üslerinden Jüpiter füzelerini kaldırmayı kabul etti. Buna karşılık Moskova da Küba'daki saldırı silahlarını kaldırmak zorunda kaldı.

Dahası, Kıbrıs krizi, 1963 yılında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskoposu Makarios'un Kıbrıs Türk toplumu tarafından kabul edilmeyen anayasa değişiklikleri önermesiyle başladı. Kriz sırasında Türkiye,

Batı, Arap devletlerinin desteğini kazanmak için onlarla yakınlaşmaya çalıştı, ancak bunda başarılı olamadı. Aksine, Arap devletleri Kıbrıslı Rumları desteklerken, bazı Arap devletleri (özellikle Mısır ve Suriye) Kıbrıslı Rumlara silah sağladı (Nachmani, 2003, 14).

Böylece Türkiye, Arap ülkeleriyle yakınlaşmanın önemini anlamıştı. FKÖ kurulduğunda (1964'te), Türkiye'nin İsrail'e destek vermesi veya bu ülkeyle diplomatik ilişkilerini geliştirmesi zordu.

1.3.            Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşu

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1964 yılında Kahire'de düzenlenen ilk Arap zirvesi sırasında kuruldu. İlk yıllarında FKÖ, başta Mısır olmak üzere Arap devletlerinin tam kontrolü altındaydı. FKÖ'nün, başta Mısır olmak üzere Arap devletleri tarafından iki amaçla kurulduğu iddia edilmektedir. İlk amaç, örgütü Arap Birliği'ne dahil etmek; ikinci amaç ise Filistin hareketini kontrol ederek, Arap devletleri ile İsrail arasında yeni bir çatışmaya yol açabilecek İsrail'e karşı herhangi bir Filistin faaliyetini engellemekti (Hassassian, 1997, 75):

Ancak FKÖ, kuruluşundan bu yana, bir devlet değil, bir örgüt olmasına rağmen, bağımsız bir devlet yapısına sahipti. Bir anayasası -Ulusal Tüzüğü-, yürütme komitesi, yasama meclisi, "hükümet" birimleri, ordusu, denetlenen bütçesi ve iç tüzükleri vardı (Rubin, 1994, 2). Sayigh'e (1997, 29) göre ise:

FKÖ kendisini Filistin “varlığı”, Filistin milliyetçiliğinin vücut bulmuş hali olarak tanımladı ve aynı zamanda özellikle Nasır’ın Mısır’ı olmak üzere yaygın Arap devlet yapılarının imajında şekillendi.

O dönemde, Yaser Arafat tarafından 1959'da kurulan El Fetih, Filistin kurtuluş mücadelesinde liderlik için FKÖ ile rekabet halindeydi. FKÖ ve El Fetih'in temel hedefi İsrail devletinin yıkılması ve Filistin'in kurtuluşuydu. Her iki örgüt de ulusal hedeflerine ulaşmak için Arap devletlerine güvenmeleri gerektiği konusunda hemfikirdi. Ancak FKÖ ve El Fetih, Filistin ulusal hareketinin rolü konusunda farklı görüşlere sahipti.

Bir yandan, FKÖ'nün ilk lideri Ahmed Şukeyri, Arap devletlerinin Filistin hareketinin herhangi bir askeri faaliyeti olmaksızın Filistin'i kurtaracağını varsayıyordu. Diğer yandan, Fetih lideri Yaser Arafat, Filistin gerilla saldırılarının Arap devletlerini İsrail'le savaşa zorlayacağına inanıyordu (Rubin, 1994, 9) .

Dolayısıyla, Arap devletlerinin FKÖ'yü kurmalarının temel nedenlerinden birinin, tüm Filistin topraklarının kurtuluşunu sağlayabilecek bir Filistin kurtuluş hareketi örgütleme ihtiyacı olmadığını varsayabiliriz. Bunun nedeni, Arap devletlerinin, Filistin tamamen kurtulana kadar İsrail'e karşı savaşı sürdürmek isteyen, milliyetçilik duygusu yüksek bir halk grubunun ortaya çıktığını fark etmeleriydi (Sahliyeh, 1997, 16). Bu insanları kontrol altına almak için Arap devletlerinin kendi ulusal kurtuluş hareketlerini kontrol etmeleri gerekiyordu.

Ancak, Arap devletleri Arap dünyasının liderliği için birbirleriyle rekabet halinde olduğundan, her Arap ülkesi yeni kurulan ulusal hareketi kendi kontrolü altında tutmak istiyordu. "Filistinliler, Araplar arası rekabet ortamında 1964 yılında FKÖ'yü kurdular" (Hassassian, 1997, 75) iddia edilmiştir. Bu nedenle, desteklenen gerilla grupları da mevcuttu.

ve/veya Suriye ve Irak gibi diğer Arap devletleri tarafından kontrol ediliyordu. Suriye ve Irak, sırasıyla Arapçada "fırtına" anlamına gelen el-Sâika ve Arap Kurtuluş Cephesi'ni (ALF) kontrolleri altında tutuyordu (Sahliyeh, 1997, 15).

Dahası, Arap devletleri, Filistinli askeri grupların gerilla saldırıları sonucunda İsrail'e karşı yeni bir kanlı savaşa girme riskini göze alamazdı. Bu nedenle Arap devletleri, Orta Doğu'daki çıkarlarını güvence altına almak için FKÖ'yü kontrol etmeyi tercih ettiler. Dolayısıyla FKÖ, ilk yıllarında Arap devletlerine derinden bağımlıydı. Ancak 1967 Altı Gün Savaşı, örgütün yapısı üzerinde muazzam bir etki yarattı ve onu Arap kontrolündeki bir örgütten bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketine dönüştürdü.

1.4.            1967 Altı Gün Savaşı

İsrail devleti ile Arap devletleri, özellikle de Mısır arasındaki gerginlik yüksekti ve iki rakip taraf arasında yeni bir savaş kaçınılmazdı. Reich'ın (2004, 127) ifade ettiği gibi, "Tiran Boğazı'nın kapatılacağının duyurulmasının savaş nedeni, İsrail'in Mısır'a karşı önleyici bir saldırıya yol açtı." Tiran Boğazı, Akabe Körfezi'ni Kızıldeniz'e bağlıyor ve İsrail'in Orta Doğu'daki ulusal çıkarları açısından çok önemliydi.

Bu nedenle, Mısır hükümeti Tiran Boğazı'nı İsrail gemilerine kapatmaya karar verdiğinde İsrail hükümeti kendini tehdit altında hissetmişti (Cleveland ve Bunton, 2009, 338). Bu dönemde Mısır hükümeti, başta Batı ülkeleri olmak üzere diğer ülkeler tarafından Boğazları açması için baskı altına alınmıştı. Türkiye, Batı Bloku üyesi olmasına rağmen, kriz sırasında Batılı müttefiklerinden farklı bir politika benimseyerek Mısır'ın tutumunu desteklemiştir. Robins'in (1991, s. 78) belirttiği gibi:

Türkiye, Mısır'ın tutumunu anlayışla karşıladı ve Akabe Körfezi'nin İsrail gemilerine yeniden açılmasını talep eden 'deniz güçleri' grubuna katılmayı reddetti.

Buna ek olarak, Türkiye, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'e destek sağlamak amacıyla ABD'nin İncirlik Üssü'nü kullanmasına izin vermemiştir (Bengio, 2004, 74). Nachmani'nin (1987, 69-70) de belirttiği gibi, "... Türkiye, Arap-İsrail çatışmasında iddia ettiği tarafsızlığını terk ederek, İsrail ile olan çatışmalarında Arap devletleriyle dayanışma içinde olduğunu ifade etmiştir."

Altı Gün Savaşı, 5 Haziran 1967'de İsrail hava kuvvetlerinin önce Mısır hava kuvvetlerine, ardından Suriye ve Ürdün hava kuvvetlerine saldırmasıyla başladı. İsrail, Mısır uçaklarının çoğunu karada imha etti. Daha sonra, hava sahasının tam kontrolü sayesinde İsrail ordusu Mısır kuvvetlerini ezmeyi başardı ve Süveyş Kanalı'nın doğusuna doğru ilerledi. Son olarak, Mısır ve İsrail 9 Haziran'da bir ateşkes anlaşması imzaladı ( Cleveland ve Bunton, 2009, 338-9).

İsrail, Mısır ile anlaşmayı imzaladıktan sonra Suriye ve Ürdün ile cephe hattına yöneldi. İsrail, güçlerini ilerletmeye devam etti ve birkaç gün içinde Batı Şeria ve Golan Tepeleri'ni işgal etti. Sonunda İsrail, 11 Haziran'da Suriye ile ateşkes anlaşması imzaladı (Cleveland ve Bunton, 2009, 339).

Altı Gün Savaşı, Arap devletlerinin yenilgisi ve İsrail güçlerinin Batı Şeria ve Gazze Şeridi, Mısır'dan Sina Yarımadası ve Suriye'den Golan Tepeleri dahil olmak üzere tüm Filistin'i işgal etmesiyle sona erdi (Rubin, 1994, 13). Taraflar ateşkes konusunda anlaştıktan sonra Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 242 Sayılı Kararı kabul etti. Türkiye ve Yunanistan, Bengio'ya (2004, 74) göre "İsrail'in geri çekilmesini talep eden" 242 Sayılı Kararı destekleyen ülkeler arasındaydı.

Çatışmalar sırasında işgal ettiği topraklardan, güvenli sınırlar karşılığında”. Dahası, 242 sayılı Karar, rakip tarafları (Rubin, 1994, 14) “mülteci sorununun adil bir şekilde çözülmesini” talep ediyordu.

Türkiye, Altı Gün Savaşı sırasında Arap devletlerini desteklemiş olsa bile, Arap devletlerinin ve İsrail'in ulusal çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. Bu nedenle Türkiye, İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmemiş veya dondurmamış olsa da, Arap devletleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve uluslararası forum ve kuruluşlarda onlara destek vermiştir (Liel, 2001, 191).

1.4.1            Altı Gün Savaşı'nda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü

FKÖ liderliği, Altı Gün Savaşı sırasındaki politikaları ve Arap devletlerine bağımlılığı nedeniyle eleştirildi. Altı Gün Savaşı sırasında FKÖ ve El Fetih çatışmalarda herhangi bir rol oynamadı. Bir yandan, yeni kurulan örgütün bağımsız olmaması, Altı Gün Savaşı sırasında aktif rol almasını zorlaştırdı. Diğer yandan, maddi kaynakların yetersizliği, FKÖ'nün İsrail güçlerine karşı ciddi bir eylemde bulunmasını engelledi.

Altı Gün Savaşı'nın Filistin halkı için en dramatik sonucu, bir kez daha mülteci konumuna düşmeleri ve anavatanlarını terk etmek zorunda kalmalarıydı. Dahası, işgal altındaki topraklarda kalan ve İsrail'in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Filistinliler de vardı (Hassassian, 1997, 75). Esas olarak mülteciler, ancak işgal altındaki topraklarda kalanlar da FKÖ'yü etkilemiş ve hem dönüşümünde hem de Filistin milliyetçiliğinin yükselişinde önemli bir rol oynamışlardır. 1967 yenilgisinden sonra Arap milliyetçiliğinin yerini Filistin milliyetçiliği almıştır.

(Sahliyeh, 1997, 11) ve 1969'dan itibaren FKÖ mümkün olduğunca daha bağımsız olmaya çalıştı.

Elbette, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bünyesindeki Filistinli gerilla grupları Arap devletlerinin kontrolü veya etkisi altında olduğundan Arap devletlerinden kaçınmak kolay değildi. Bir yandan, FKÖ'nün politikaları Arap devletleri arasındaki rekabetlerden etkilenmişti ve Arap devletlerinin bunda büyük bir etkisi olduğunu kabul edebiliriz (Hassassian, 1997, 75). Diğer yandan, Arap devletleri arasındaki rekabet ve bazı gerilla grupları üzerindeki kontrolleri, FKÖ içindeki gerilla grupları arasında çatışmalara yol açtı. Özellikle 1970'lerde gerilla grupları arasındaki rekabet, FKÖ için kritik sonuçlar doğurdu ve örgütün 1980'lerde bölünmesine yol açtı.

1.5.              Filistin Kurtuluş Örgütü'nün dönüşümü ve Filistin Milliyetçiliğinin ortaya çıkışı

Altı Gün Savaşı yenilgisinin ardından Filistinliler, ulusal hedeflerine ulaşmak için kendi güçlerine güvenmeleri gerektiğini anladılar. Sonuç olarak, FKÖ'nün yapısı kökten değişti ve Filistin hareketi, Filistin halkı adına hareket eden ve birçok Filistinli militan grubun katıldığı bir ulusal kurtuluş hareketine dönüştü (Sela, 1997, viii).

Altı Gün Savaşı yenilgisinin ardından, özellikle anavatanlarından göç ettirilenler arasında Filistin milliyetçiliği kitleler arasında yükselişe geçti. Ayrıca, FKÖ'nün Altı Gün Savaşı sırasında herhangi bir rol oynamaması, diğer silahlı gruplar tarafından Arap devletlerine bağımlılığı nedeniyle eleştirilmesine yol açtı. Bu nedenle, FKÖ liderliğindeki değişim apaçık ortadaydı.

Bu değişim, 1968'de Kahire'de gerçekleşen dördüncü Filistin Ulusal Konseyi toplantısının sona ermesinin ardından geldi. Toplantıda, Yaser Arafat'ın Fetih'i, diğer Filistinli gruplarla koordinasyon halinde Filistin hareketini kontrolü altına almayı başardı ve Yaser Arafat, Şubat 1969'da FKÖ'nün lideri oldu (Rubin, 1994, 19). 1969'dan itibaren FKÖ kendini ulusal bir kurtuluş hareketine dönüştürdü ve çeşitli kurtuluş hareketleri ve diğer birçok ülkeyle sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı.

1.5.1              Mültecilerin Filistin Kurtuluş Örgütü'nün dönüşümündeki rolü

Mülteciler, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) bir Arap aracı olmaktan çıkıp ulusal bir örgüte dönüşmesinde önemli bir rol oynadılar. Bu insanlar anavatanlarından zorla kovuldular ve çoğu hayatlarında ikinci kez mülteci durumuna düştü. Bir yandan, Arapların Filistin'i özgürleştirme konusundaki zayıflığından bıkmış olan yerinden edilmiş Filistinliler, o dönemden itibaren ulusal hedeflerine ulaşmak için kendi güçlerine güvenmeleri gerektiğini anladılar. Diğer yandan, Filistinli mültecilerin ev sahibi Arap ülkelerinde karşılaştıkları düşmanca ortam, kitleler arasında Filistin milliyetçiliğini körükledi (Sahliyeh, 1997, 9).

Dahası, Filistin milliyetçiliğinin işgal altındaki topraklar dışında ve içinde yükselişinin bir diğer önemli nedeni de, İsrail devletinin işgal altındaki topraklarda kalan Filistinlilere yönelik politikalarıydı. Dahası, İsrail yetkilileri, işgal altındaki topraklarda İslam'ın kutsal mekanlarına, özellikle de El Halil ve Kudüs'e yönelik herhangi bir Yahudi "aşırılıkçı" saldırısını engellemedi (Sahliyeh, 1997, 9-10). Bu saldırılar, Filistinlileri, mültecileri ve işgal altındaki topraklarda kalanları, Yahudi devletini suçlayıp yıkılmasını isteyerek öfkelendirdi.

Böylece, FKÖ bünyesindeki gerilla grupları, politikalarını ilerletmek ve Filistin halkını mümkün olduğunca etkilemek için elverişli bir zemin buldular. Bu nedenle, FKÖ Yürütme Kurulu'nda yer alan gruplar, İsrail'in var olma hakkını savunan 242 sayılı Kararı kabul etmediler ve Filistin'in tamamen kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılması gerçekleşene kadar mücadeleye devam etme isteklerini dile getirdiler. Filistin'den sürüldükten sonra, bir dizi mülteci Arap ve Körfez ülkelerine giderek iş ve daha iyi bir yaşam fırsatı buldular. Bu kişiler, ev sahibi ülkeler tarafından toplanan vergiler yoluyla FKÖ'ye ekonomik destek sağladılar. Filistinli mülteciler, bu bağlamda FKÖ liderliğini etkilemeye çalıştılar. Örgüte sağladıkları ekonomik destekle, örgüt içindeki gerilla gruplarına, Filistin'in tamamen kurtuluşunu ve tüm mültecilerin evlerine dönüşünü sağlamayacak hiçbir diplomatik çözümü kabul etmemeleri yönünde baskı yaptılar.

Sonuç olarak, FKÖ ve FKÖ liderliğindeki gerilla grupları, İsrail ile herhangi bir diplomatik anlaşmayı veya Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde bir "mini devlet" kurma olasılığını reddettiler (Sayigh, 1997, 28). Mücadelelerinin Filistin'in tamamen kurtuluşuna ve İsrail devletinin yıkılmasına kadar devam edeceğini iddia ettiler. Ancak Ürdün'de Ürdün ordusu ile FKÖ arasında yaşanan iç savaş, yeni bir Arap-İsrail savaşı, 1973'teki Yom Kippur Savaşı ve 1970'lerin sonlarında Mısır ile İsrail arasında başlayan barış müzakereleri, FKÖ'nün politikalarına meydan okudu ve örgütün Ulusal Tüzüğü'nün dönüşümüne yol açtı.

2.   1970'lerde bölgesel ve uluslararası gelişmeler

2.1.           1973 Yom Kippur Savaşı

Yom Kippur Savaşı başlamadan önce bile, iki ülke arasındaki cephelerde, özellikle Süveyş Kanalı'nda Mısır ve İsrail askerleri arasında çatışmalar yaşanıyordu. Bu dönemde Filistinliler de Ürdün'den İsrail hedeflerine gerilla saldırıları düzenledi ve İsrail devleti bu saldırılara hem Ürdün'e hem de Mısır'a misillemelerle karşılık verdi (Cleveland ve Bunton, 2009, 342). Dolayısıyla, rakip taraflar arasındaki gerilim yüksekti ve Orta Doğu'da yeni bir savaşın işaretleri fazlasıyla belirgindi. Sayigh'e (1997, 30) göre, "1973 Yom Kippur Savaşı, barış sürecini yeniden canlandırmak amacıyla başlatılmıştı..."

Dolayısıyla, Yom Kippur Savaşı'nın, her iki tarafın da bölgede istikrara, rakip taraflar arasındaki çatışmaları sona erdirebilecek bir istikrara duyduğu ihtiyacın bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Ancak, Yom Kippur Savaşı'nın patlak vermesine yol açan iki neden daha vardı. İlki, Arap devletlerinin Altı Gün Savaşı sırasında toprak kayıpları, ikincisi ise İsrail'e karşı yeni bir savaş başlatarak İsrail'in askeri üstünlüğüne meydan okuma arzusuydu. Arap devletleri Altı Gün Savaşı sırasında toprak kaybettiler ve bu toprakları geri almak istediler.

Dahası, Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail'in askeri üstünlüğü tartışılmazdı ve Arap devletleri, Orta Doğu'daki güç dengesini kendi lehlerine çevirmek için İsrail'in askeri üstünlüğüne meydan okuma hırsına sahipti. Yom Kippur Savaşı, Mısır ve Suriye ordularının İsrail'e eş zamanlı saldırı düzenlemesiyle başladı. Mısır ordusu, 6 Ekim 1973'te Süveyş Kanalı üzerinden İsrail'i işgal etti.

Suriye ordusu Golan Tepeleri'ndeki İsrail güçlerine saldırırken, Sina Yarımadası'na bir kanal açıldı. (Cleveland ve Bunton, 2009, 375)

Çatışmanın ilk günlerinde Mısır ve Suriye orduları, 1967 Altı Gün Savaşı'nda kaybettikleri bölgelerin bir kısmını kontrol altına almayı başarmıştı. Ancak İsrail, Mısır ve Suriye ordularının ilerleyişini durdurmayı başardı ve kaybedilen toprakların bir kısmını geri aldı. Yom Kippur Savaşı sırasında, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyesi Arap ülkeleri, İsrail hükümeti Arap topraklarındaki işgalini sonlandırana kadar petrol üretimlerini azaltma kararı aldılar (Cleveland ve Bunton, 2009, 376).

Bu karar, küresel ekonomi için kritik sonuçlar doğuran ve ABD ile Sovyetler Birliği'ni çatışmaya çözüm bulmak için müdahale etmeye zorlayan ilk petrol krizinin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. İki süper güç olan ABD ve Sovyetler Birliği'nin de katılımıyla, rakip taraflar 22 Ekim'de bir ateşkes anlaşması imzaladı. Ancak Yom Kippur Savaşı sırasında hem ABD hem de Sovyetler Birliği sırasıyla İsrail'e ve Mısır-Suriye'ye askeri yardımda bulundu.

Rakip partiler arasında ateşkes imzalanmadan önce, ABD ve Sovyetler Birliği liderleri Yom Kippur Savaşı ve ortaya çıkan petrol krizi hakkında Moskova'da bir araya geldi. Süper güçler, BM Güvenlik Konseyi'ne 338 sayılı Kararname şeklinde önerdikleri bir çözüm üzerinde anlaştılar. Sonuç olarak, (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 18):

Güvenlik Konseyi, 22 Ekim'de, 242 sayılı kararın ilkelerini teyit eden ve "Orta Doğu'da adil ve kalıcı bir barış" hedefleyen müzakereler çağrısında bulunan 338 sayılı kararı kabul etti. Ateşkes çağrısı daha sonra 23 Ekim'de 339 sayılı kararla teyit edildi.

Ekim ayında, Genel Sekreter'den Birleşmiş Milletler gözlemcilerini derhal göndermesi istendi

Dahası, Reich'a (2004, 127) göre, "...savaşın sonucu, İsrail ile Mısır (1974) ve İsrail ile Suriye (1974) arasında başlangıçta askeri ayrışmaları gerekli ve mümkün kılmıştır". O tarihten itibaren, rakip taraflar soruna diplomatik bir çözüm bulmak amacıyla bir müzakere süreci başlatmışlardır.

Yom Kippur Savaşı sırasında Türkiye ve Yunanistan'ın Arap ülkelerini desteklediğini gözlemleyebiliriz. Her iki ülkenin de çatışma sırasında ve sonrasında Arap tarafını desteklemelerini sağlayan ekonomik ve siyasi nedenleri vardı. Türkiye örneğinde ise, 1970'lerde ve hatta petrol krizinin ortaya çıkmasından önce bile ülkenin ekonomik sorunlar ve iç istikrarsızlıkla mücadele etmek zorunda kaldığı görülmektedir. Petrol krizinin ortaya çıkışı, Türk ekonomisi için kritik sonuçlar doğurmuş ve Türk hükümetini Orta Doğu politikalarını yeniden yönlendirmeye zorlamıştır.

Türkiye'yi Arap ülkelerini desteklemeye yönelten bir diğer neden de Kıbrıs konusunda BM Genel Kurulu'nda desteğe ihtiyaç duymasıydı. Petrol krizi ve 1974'teki Kıbrıs müdahalesinin ardından Batı'da diplomatik olarak yalnızlaşması sonucunda Türkiye, Arap ülkelerine yönelik yeni bir yaklaşımın önemini anlamıştı. Nitekim, Yom Kippur Savaşı'nın başlangıcından ve petrol krizinin ortaya çıkışından bu yana Türkiye'nin, özellikle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Arap ülkeleri lehine oy kullanan kararlar alınması sürecinde Arap yanlısı bir politika benimsediğini gözlemliyoruz.

Aynı durum Yunanistan için de geçerliydi. Yunanistan, Türkiye ile Kıbrıs anlaşmazlığı ve petrol tedarik ihtiyacı konusunda Arap desteğine ihtiyaç duyuyordu. Arap ülkelerindeki Yunan kökenli azınlıkların varlığı, Yunanistan'ın Yom Kippur sırasında İsrail yanlısı bir politika benimsemesini daha da zorlaştırıyordu.

Savaş. (Yunanistan'ın Yom Kippur Savaşı sırasındaki tutumu hakkında daha fazla bilgi üçüncü bölümde verilecektir.) Dolayısıyla, her iki ülkenin de Kıbrıs'taki çatışan çıkarları ve 1970'lerin ortalarında başa çıkmak zorunda kaldıkları ekonomik sorunlar, her ikisini de Yom Kippur Savaşı sırasında Arap tutumunu desteklemek zorunda bırakmıştır.

2.1.1            Yom Kippur Savaşı'nda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü

1967 Altı Gün Savaşı'nda olduğu gibi, FKÖ Yom Kippur Savaşı sırasındaki çatışmalarda herhangi bir rol oynamadı. Bu dönemde FKÖ, Kara Eylül sırasında Ürdün'de aldığı ölümcül darbelerin üstesinden gelmeye ve yeni karargahının taşındığı Lübnan'daki silahlı kanadını yeniden konuşlandırmaya çalışıyordu.

Ürdün'deki iç savaş veya Ürdün ordusu ile FKÖ arasındaki savaş, Ürdün Kralı Hüseyin ile FKÖ arasında Ürdün topraklarındaki mülteci kamplarının kontrolü konusunda yaşanan rekabetin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 362) vurguladığı gibi:

1970 yılına gelindiğinde komandolar (FKÖ'nün) Kral'ın otoritesinden bağımsız olarak faaliyet gösteriyor, mülteci kamplarında kendi idari ağlarını kuruyor, İsrail'e baskınlar düzenliyor ve bu baskınlar İsrail'in her zamanki misillemelerine yol açıyor ve genel olarak örgütlerinin Ürdün devletinin yargı yetkisinden muaf olduğu gibi davranıyordu.

İsrail'e yönelik bu baskınlar ve gerilla gruplarının mülteci kamplarında elde ettiği bağımsızlık, Kral Hüseyin'in otoritesine meydan okuyordu. Dahası, gerilla saldırıları nedeniyle İsrail, Ürdün'ü işgal ederek Ürdün ile İsrail arasında yeni bir savaşa yol açabilirdi. Sonuç olarak, Kral Hüseyin'in yalnızca mülteci kamplarını değil, aynı zamanda Filistin Kurtuluş Örgütü'nü de kontrol etme arzusu nedeniyle Kral Hüseyin ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki gerilim yüksekti.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve liderliği. Filistinliler ile Ürdün ordusu arasındaki çatışmalar 15 Eylül 1970'te başladı ve Kral Hüseyin ile FKÖ lideri Arafat arasında ateşkes anlaşmasının imzalandığı 25 Eylül'e kadar sürdü.

İç savaş sırasında yaklaşık 3.000 Filistinli hayatını kaybetti ve Eylül ayında ateşkes anlaşması imzalanmasına rağmen çatışmalar yeniden başladı ve Temmuz 1971'e kadar sürdü. Daha sonra FKÖ, karargahını Lübnan'a taşıdı ve Filistin hareketi oradan İsrail'e karşı gerilla saldırılarını sürdürdü. Ancak 1970'lerin ortalarında, Lübnan'daki iç istikrarsızlık ve dini topluluklar arasındaki iç savaş nedeniyle FKÖ, Hristiyan milislere karşı askeri harekât başlattı ve örgüt yeni sorunlarla karşı karşıya kaldı.

1982'deki İsrail işgali, İsrail'e karşı ana harekât üssünü kaybeden FKÖ ve liderliği için kritik sonuçlar doğurdu. 1970'lerin sonlarında İsrail ve Mısır arasında yaşanan barış süreci, Filistinlilerin Filistin'in kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılması mücadelesinde FKÖ liderliği için bir başka zorluktu. Bölgesel gelişmeler sonucunda FKÖ politikalarını dönüştürmeye ve iki devletli çözüm fikrini değerlendirmeye başladı (Sayigh, 1997, 30).

FKÖ liderliği, Arap devletlerinin, özellikle de Mısır'ın örgütü görmezden geldiğini ve Orta Doğu'da barışı sağlayabilecek İsrail ile diplomatik bir çözüme doğru gerekli adımları atmaya hazır olduklarını anlamıştı. Müzakere süreci, Arap devletlerinin Filistin halkının ve temsilcilerinin ulusal çıkarlarını hiçe sayarak İsrail ile bir barış anlaşması imzalayabileceğini anlayan FKÖ'yü zorladı. Sayigh'in (1997, 30-1) tanımladığı gibi:

Bu dönemde FKÖ üç temel, pratik hedefi takip etti:

Lübnan'da fiziksel öz savunma, siyasi kazanımlarını koruma ve diplomatik statüsünü güçlendirme ve ABD'yi bir Filistin devleti kurulmasını müzakere gündemine almaya ikna etme amaçlarına yönelikti. Son iki amaca yönelik olarak, Beyrut'taki sürgündeki liderlik, işgal altındaki topraklardaki Filistinlileri, FKÖ'nün meşruiyetini ve siyasi üstünlüğünü savunma arayışında önemli bir müttefik olarak görüyordu.

2.2.          Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Uluslararasılaşması ve Üçlü İlişkiler Üzerindeki Etkisi

FKÖ, 1964'teki kuruluşundan 1967 Altı Gün Savaşı'ndan sonraki dönüşümüne kadar Arap devletlerinin etkisi ve/veya kontrolü altındaydı. Dahası, FKÖ dünyadaki diğer kurtuluş hareketleriyle ilişkiler kurmaya çalıştı ve dönüşümünden bu yana esnek ve bağımsız bir politika benimsedi. Dünyadaki sömürge karşıtı ulusal hareketlerin, FKÖ'nün politikalarının dönüşümünde büyük etkisi oldu.

1960'lar ve 1970'ler boyunca birçok ülke, silahlı mücadele yoluyla sömürgeci ülkelerden bağımsızlığını kazandı. Ulusal kimliklerine ve kendi kaderini tayin haklarına odaklanan dünya çapındaki ulusal kurtuluş hareketleri, FKÖ içindeki gerilla gruplarını ve FKÖ liderliğini etkiledi. FKÖ, bu ulusal kurtuluş hareketlerinin sömürgeci yöneticilerinden bağımsızlıklarını kazanma yöntemlerini benimsemeye çalıştı. Sahliyeh'in (1997, 11) ifade ettiği gibi:

Ulusötesi ağların, aktörlerin ve grupların varlığı, Filistinlilere sayısız kaynak ve fırsat sağladı. Cezayirlilerin 1962'de ulusal kurtuluş savaşı stratejisiyle bağımsızlıklarını elde etmeleri, Filistinlilere Arap kolektif yaklaşımına bir alternatif sundu.

Dahası, ulusal kurtuluş hareketleri ve diğer ülkeler, özellikle de Bağlantısızlar ve Doğu Bloku ülkeleri, Filistin hareketine askeri ve manevi destek verdi. Bu nedenlerle, FKÖ liderliği, geçmişte olduğu gibi Arap devletlerine bağımlı olmaya devam etmektense, bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketi olarak hareket etmeleri durumunda ulusal hedeflerine ulaşma fırsatlarının çok daha fazla olduğunu anlamıştı.

Sonuç olarak, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin halkı arasında meşruiyet kazandı ve halk, örgütü anavatanlarını İsrail'den kurtarmanın tek yolu olarak gördü. Sahliyeh'in (1997, 12) sözleriyle, "Böylesine çok yönlü bir destek, Filistinlilerin aktivizmini önemli ölçüde artırdı ve siyasi liderlere taraftarlarını harekete geçirmeleri için alan ve fırsat verdi." Bu görüş doğrudur, çünkü Filistinlilerin morali Altı Gün Savaşı'ndan sonra çökmüştü. Anavatanlarını kaybeden ve bir kez daha mülteci konumuna düşen bu insanlar, Arap devletlerinin Filistin'i kurtaramayacağını veya kurtarmak istemediğini anlamışlardı.

Aksine, FKÖ politikalarını değiştirip işgal altındaki topraklardaki İsrail otoritesine meydan okuyarak gerilla saldırıları başlattığında, moralleri yükseliyordu. Bu faaliyetler, Filistin halkının Filistin'in kurtuluşunu herhangi bir Arap devletine veya diğer dış etkenlere değil, kendilerine güvenerek başarabileceklerini fark etmelerine de yardımcı oldu. Sayigh'in (1997, 27) belirttiği gibi, "Askeri eylem, Filistinlilerin, her şeyden önce, kendi kaderlerini şekillendirmede pasif kurbanlar değil, aktif katılımcılar olduklarını doğruladı." FKÖ'nün bakış açısına göre, Filistin'in tamamen kurtuluşu için verdikleri mücadele, dünya çapındaki çeşitli ulusal kurtuluş hareketlerinin sömürgeci yöneticilerinden bağımsızlıklarını kazanma mücadelesi bağlamındaydı (Sahliyeh, 1997, 16) .

İşte bu bağlamda, FKÖ ulusal kurtuluş hareketiyle sıcak ilişkiler geliştirdi.

ve radikal hareketler. Sonuç olarak, FKÖ birçok radikal ve ulusal hareketi destekledi ve bu örgütlerin üyeleri, çoğunlukla Lübnan'dakiler olmak üzere, FKÖ kamplarında eğitim aldı. Bu dönemde, Filistinli gerilla grupları, Filistin meselesine uluslararası dikkat çekmek amacıyla çeşitli Avrupa şehirlerinde ve hatta İsrail içinde İsrailli ve İsrail yanlısı hedeflere saldırılar düzenledi (Becker, 1984, 192). Filistinli gerillalar tarafından, özellikle 1970'lerde, adam kaçırma, uçak kaçırma ve İsrailli veya İsrail yanlısı politikacı ve bireylere yönelik suikastlar gibi çeşitli saldırılar gerçekleştirildi (Cleveland ve Bunton, 2009, 363).

Bu saldırılardan biri, "Kara Eylül" adlı Filistinli bir grubun üyelerinin İsrail milli Olimpiyat takımının on bir üyesini rehin aldığı Münih katliamıydı (1972). Hadawi'ye (1979, 189) göre, "Münih olayı, İsrail hapishanelerinde yargılanmadan çürüyen Filistinlilerin serbest bırakılmasını sağlamak için bir kaçırma eylemi olarak başladı." Sonunda, on bir rehine kaçırıcılar tarafından öldürüldü ve kurtarma operasyonu sırasında Filistinli gerillalar öldürüldü. İki Filistinli ise tutuklanarak İsrailli sporcuların kaçırılması ve öldürülmesiyle suçlandı.

İsrail yetkilileri bu saldırılara misilleme olarak Lübnan ve Ürdün'deki hedeflere hava saldırıları düzenlerken, İsrail istihbarat servisleri çeşitli Avrupa şehirlerinde ve Lübnan'ın başkenti Beyrut'ta Filistinli önde gelen isimlere karşı faaliyetler yürütmektedir (Cleveland ve Bunton, 2009, 363). Uçak kaçırma ve adam kaçırma gibi birçok saldırı 1970'ler ve 1980'lerde Filistinli gerilla grupları tarafından gerçekleştirilmiş ve İsrail bu saldırılara misillemelerle karşılık vermiştir. Bazı durumlarda, yabancı

Bu saldırılara, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kamplarında eğitim gören radikal ve ayrılıkçı hareketler de katılmıştı.

Ancak Arap devletleri, Filistin hareketini kendi himayeleri altına almak istedikleri için, gerilla gruplarının kendi topraklarından İsrail'e karşı gerilla saldırıları düzenlemesine izin vermediler. Sela'nın (1997, ix) tanımladığı gibi:

Arap devletleri, hem bireysel hem de kolektif olarak Filistin direnişini, BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararına dayalı, sınırlı toprak hedefleri olan, uluslararası alanda tanınan bir ulusal harekete dönüştürmeye sürekli olarak çabaladılar.

Özellikle 1970'ler ve 1980'lerde FKÖ'yü kontrol etme arzuları, FKÖ ile Arap devletleri arasında çatışmalara yol açtı. 1970'ler ve 1980'lerde FKÖ, Ürdün ve Lübnan'daki iç savaşla uğraşmak zorunda kaldı ve bu iç savaşların ardından FKÖ her iki ülkedeki karargahlarını kaybetti. Eylül 1970'te başlayıp Temmuz 1971'e kadar süren Ürdün iç savaşı, FKÖ üzerinde büyük bir etki yarattı. Ancak örgüt için en kritik nokta, Lübnan iç savaşı (1975) ve ardından İsrail'in bu ülkeyi işgal etmesiydi (1982). Bu işgal, FKÖ'nün yenilgisine ve Lübnan'dan çıkışına yol açtı.

Bununla birlikte, Arap devletleri, bağımsızlığı ve meşruiyeti konusundaki muhalefetlere rağmen, 1970'lerin ortalarında FKÖ'yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdılar. Daha sonra uluslararası toplum, ABD ve İsrail'in baskılarına rağmen FKÖ'yü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı.

2.2.1            Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Bölgesel ve Uluslararası Tanınması

Ürdün'deki iç savaşın sona ermesinin ardından, yenilen FKÖ, karargahını Lübnan'a taşıdı ve buradan İsrail'e karşı gerilla saldırılarını sürdürmeye çalıştı.

1973'teki Yom Kippur Savaşı ve ardından İsrail ile Mısır arasında başlayan barış görüşmeleri, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Filistin halkının temsilcisi olarak meşruiyetini sorguladı.

FKÖ liderliği, Arap devletlerinin Filistin hareketini ve Filistin halkının ulusal çıkarlarını göz ardı ederek İsrail devletiyle bir barış anlaşmasına varmaya hazır olduğunu anlamıştı. Muslih'e (1997, 39) göre, "Hem Mısır hem de Suriye, BM Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı Kararını kabul etmiş ve İsrail ile kuvvetlerin geri çekilmesi anlaşmaları imzalamıştı." FKÖ, bu noktadan itibaren politikalarını dönüştürdü ve silahlı mücadeleden vazgeçmeden daha esnek bir diplomatik tutum benimsedi.

1974'te Kahire'de düzenlenen on ikinci Filistin Ulusal Konseyi (FUK) toplantısındaki tartışmalar sırasında, Filistin ulusal özlemlerinden vazgeçmeden programında bir değişiklik yapıldı. Toplantının ardından FUK, FKÖ'nün politikalarına rehberlik edecek yeni bir program benimsedi. Bu on maddelik program, FKÖ'nün 1970'lerin ortalarından beri başa çıkmak zorunda kaldığı Orta Doğu'daki yeni gerçeklerin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Muslih'in (1997, 39) sözleriyle:

...FKÖ, önceki programlardan farklı bir program benimsedi ve ister Yahudi, ister Hristiyan, ister Müslüman olsun tüm vatandaşların paylaştığı laik, demokratik bir devlet olarak tamamen özgürleştirilmiş bir Filistin öngördü. Ayrıca, bu hedefe ulaşmak için tercih edilen yolun silahlı mücadele olduğunu vurguladı. Dahası, Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin "mini devleti" fikrini reddetti.

Ancak, Filistin Ulusal Konseyi'nin Filistin sorununu çözebilecek diplomatik bir çözüm fikrini reddetmediğini gözlemleyebiliriz. Hassasian'ın (1997, 82) gözlemlediği gibi, "On ikinci Filistin Ulusal Konseyi'nden itibaren, 'silahlı mücadele' kavramı siyasi diplomasiye göre ikincil hale geldi, ancak hiçbir zaman bir seçenek olarak göz ardı edilmedi." Yeni Filistin Ulusal Konseyi programı

Sonuç olarak FKÖ'nün bölgesel ve uluslararası alanda tanınması sağlandı. İlk olarak İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) bünyesinde, ardından da BM Genel Kurulu'nda FKÖ tanındı. Ancak, ilk başta İKÖ bağlamında Ürdün'ün, BM Genel Kurulu bağlamında ise ABD ve İsrail'in tepkilerine rağmen.

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantıları sırasında Arap ülkeleri, Filistin hareketini Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanımış, bir ay sonra ise FKÖ lideri Yaser Arafat, BM Genel Kurulu önünde bir konuşma yapmıştır (McDowall 1990, 33). Dahası, FKÖ uluslararası alanda tanınmayı başarmış ve Hadawi'nin (1979, 200) belirttiği gibi, 25 Kasım 1974'te FKÖ BM'nin gözlemci üyesi olmuştur:

'Genel Kurul oturumlarına ve çalışmalarına; Genel Kurul himayesinde toplanan bütün uluslararası konferansların oturumlarına ve çalışmalarına; ve BM'nin diğer organlarının himayesinde toplanan bütün uluslararası konferansların oturumlarına ve çalışmalarına katılma hakkına sahiptir.

Bir yıl sonra, BM Genel Kurulu, Siyonizmi ırkçılıkla özdeşleştiren bir karar aldı. Dahası, FKÖ 1975'te Bağlantısızlar Ülkeleri'nin ­ve 1976'da Arap Birliği'nin tam üyesi oldu (Rubin, 1994, 47). Dahası, Filistin hareketi Batı bloğu ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleriyle diplomatik ilişkiler kurmayı başardı; FKÖ'nün önde gelen isimleri ise İsrailli gruplar ve bireylerle temaslarda bulundu (Muslih, 1997, 42).

Ayrıca, 1977 yılında FKÖ'nün İsrail Komünist Partisi ile yakın temaslarda bulunduğu yönünde haberler de vardı. Bu haberlere göre (FKÖ ile İsrail Komünist Partisi arasındaki ilk görüşme, Haravgi gazetesi 6 Mayıs 1977, Yunanca 8):

(Prag'da düzenlenen) toplantı, PNC'nin kararları sonucunda gerçekleşti,

Buna göre FKÖ, İsrail içindeki demokratik ve ilerici partilerle yakın temaslar ve görüşmeler kurarak iki taraf arasında istikrarlı ve yapıcı ilişkiler kurulmasını sağlayacak.

Ancak, 1970'lerin sonlarında ABD Başkanı Jimmy Carter'ın girişimiyle başlayan ve 1978'de Camp David Anlaşması'nın imzalanması ve 1979'da iki ülke arasında barış anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanan Mısır ve İsrail arasındaki barış süreci, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak meşruiyetini tehdit etti. FKÖ ve diğer Arap ülkeleri, Mısır'ın İsrail ile barış anlaşması imzalama kararını eleştirdiler ve Mısır hükümetine karşı öfkelerini, Mısır'a ekonomik yaptırımlar uygulayarak ve Mısır'ı Arap Birliği'nden ihraç ederek dile getirdiler.

3.   Mısır ve İsrail Arasındaki Barış Görüşmeleri Süreci

Daha önce de belirttiğim gibi, 1973 Yom Kippur Savaşı'nın sona ermesinin ardından rakip taraflar geri çekilme anlaşmaları imzaladılar. Bu anlaşmalar, rakip taraflar olan İsrail ve Arap devletleri arasındaki barış süreci üzerinde belirleyici bir etkiye sahipti. Morris'in (2001, 444) belirttiği gibi:

İsrail-Mısır arasındaki iki ayrılık anlaşması (Sina I ve Sina II olarak bilinir), yine Amerikan arabuluculuğunun da yardımıyla, 1979'da barış anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanan sürecin önünü açtı.

Ancak, önce geri çekilme anlaşmaları, ardından Mısır ve İsrail arasındaki barış antlaşması için yürütülen müzakere süreci, iki ülke arasındaki çatışan çıkarlar nedeniyle zorlu bir tartışmaya dönüştü. Dahası, her iki taraf da talepleri karşı tarafça dikkate alınmazsa müzakere sürecini terk etmeye hazırdı. Örneğin Mısır, 1967 Altı Gün Savaşı'nda kaybettiği toprakları, özellikle de İsrail için büyük önem taşıyan Sina Yarımadası'nı geri almak istiyordu.

Mısır'ın ulusal çıkarları. Öte yandan İsrail, Sina üzerindeki kontrolünü veya en azından bölgedeki yerleşim yerlerini elinde tutmayı arzuluyordu.

Dahası, hem Mısır hem de İsrail, müzakere sürecine başlama kararlarına karşı muhalefetle karşılaştı. Mısır örneğinde, diğer Arap devletleri, Mısır'ın İsrail devletiyle müzakere etme kararını sert bir şekilde eleştirdi. Morris'e (2001, 445) göre, " Ön saflardaki Arap devletlerinin hepsi, komşusunun İsrail ile ayrı bir anlaşma yaparak kendi pazarlık gücünü zayıflatacağından korkarak, birebir, ayrı müzakereleri reddetti." Mısır içinde de müzakere sürecine karşı çıkan birçok kişi vardı.

İsrail örneğinde, baskı ülke içinde, özellikle de milliyetçi hareketler ve işgal altındaki topraklardaki yerleşimciler arasında hissedildi. 1977 seçimleri ve eski Başbakan Golda Meir'e kıyasla çok daha katı bir tutum sergileyen Menachem Begin yönetimindeki yeni hükümet (Lesch, 2001, 42), Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın politikaları üzerinde önemli bir etki yarattı.

İsrail ile çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunmasını arzulayan Enver Sedat, yeni İsrail hükümetinin müzakere sürecinde kabul edilemez öneriler sunabileceğini anlamıştı. Dahası, İsrail hükümeti müzakere sürecine katılmayı kabul edemezdi. Bu nedenle Mısır hükümeti, İsrail tarafını bir barış anlaşması imzalamaya hazır olduğuna ikna etmek için bir jest yapmak zorundaydı. Sonuç olarak, Mısır Cumhurbaşkanı Kasım 1977'de İsrail'e resmi bir ziyarette bulunmaya karar verdi; bu ziyaret, bir Arap liderin ilk resmi ziyaretiydi (Lesch, 2001, 43).

Mısır Cumhurbaşkanı, 9 Kasım 1977'de Mısır Ulusal Meclisi önünde yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı ile görüşmek üzere Kudüs'e uçmaya hazır olduğunu söyledi.

İsrail Başbakanı Menahem Begin ile (Morris, 2001, s. 449). Birçok Arap ülkesi Mısır Cumhurbaşkanı'nın kararını eleştirdi ve İsrail devletiyle herhangi bir diplomatik çözüme karşı çıktı. Ancak Cumhurbaşkanı Sadat Kudüs'ü ziyaret etti ve İsrail parlamentosu önünde bir konuşma yaptı. İsrail parlamentosu Knesset önündeki konuşmasında Sadat, İsrail'e resmi bir ziyarette bulunma amacının İsrail Başbakanı ile Filistin meselesini görüşmek olduğunu, İsrail devletiyle ikili bir anlaşma imzalamak olmadığını belirtti (Morris, 2001, s. 452).

İki ülke liderleri barış müzakereleri süreci hakkında fikir alışverişinde bulundu ve her ikisi de Orta Doğu'da diplomasi yoluyla sağlanabilecek bir barış arzusunu dile getirdi. Bu görüşme, ABD'nin dikkatini bölgeye çekti ve ABD hükümetine, Orta Doğu'da kalıcı bir barış ve istikrarın ABD'nin bölgedeki çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu anlamasını sağladı. Her iki tarafın da barışa doğru uygun adımları atmaya hazır olması, ABD Başkanı Jimmy Carter'ın inisiyatifiyle gerçekleşti.

Mısır ve İsrail yetkilileri arasında, Cumhurbaşkanı Sadat'ın Kudüs ziyaretinin hemen ardından gizli görüşmeler gerçekleştirildi. Ancak, müzakere sürecinin bir parçası olarak 1977'de düzenlenen Kahire konferansı başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun birkaç nedeni vardı. Bir yandan, İsrail, ABD ve BM temsilcilerinin bakanlık yapmaması, Mısır'ın İsrail'in taleplerine, Mısır'ın da İsrail'in taleplerine karşı çıkması gibi. Diğer yandan, diğer Arap devletleri konferansa katılmayarak İsrail devletiyle herhangi bir barış anlaşmasına karşı çıktılar (Morris, 2001, 456).

Ancak Begin, Mısır'a yaptığı bir ziyarette Sadat ile görüşmelerde bulunarak barışçıl bir çözüm planını dile getirdi; ancak bu plan Mısır hükümeti tarafından kabul edilmedi. Dahası, Sina Yarımadası'nda yeni İsrail yerleşim birimlerinin inşası nedeniyle müzakereler çıkmaza girmişti ve her iki taraf da taleplerinden vazgeçmek istemiyordu. Tam da bu sırada, ABD Başkanı Jimmy Carter devreye girerek iki ülke liderlerini Camp David'de bir toplantıya davet ederek iki ülke arasındaki barış müzakere sürecine destek olmak istedi.

3.1.            1978 Camp David Anlaşmaları

ABD Başkanı Jimmy Carter, hem Begin'i hem de Sadat'ı barış müzakere sürecini yeniden başlatmak için Camp David'e davet etti. İsrail Başbakanı'nın toplantıya dair bazı şüpheleri olmasına rağmen, ikisi de Camp David toplantısına katılmayı kabul etti (Morris, 2001, 463).

Bir yandan, Begin o dönemde kamuoyu ve İsrail siyasi partileri tarafından diplomatik bir çözüme ulaşıp imzalaması ve barış sürecinden vazgeçmemesi yönünde baskı görüyordu. Diğer yandan Arap devletleri, Mısır'a İsrail devletiyle müzakere sürecinden vazgeçmesi için baskı yapıyordu. Ancak her iki tarafın da diplomatik çözüm arzusu, ABD'nin her ikisine de yaptığı baskı ve bu öneriyi reddetmeleri halinde barış sürecinin başarısızlığından sorumlu tutulma ihtimali, hem Sadat'ı hem de Begin'i barışa doğru gerekli adımları atmaya zorladı.

Bununla birlikte, Camp David'deki müzakere süreci başladığında, her iki taraf da başa çıkmaları gereken çatışan çıkarları olduğunu anladı. Örneğin, Sadat, İsrail birliklerinin ve yerleşimcilerin Sina'dan tamamen çekilmesini talep ederken, İsrail...

İsrail, uygun sayıda İsrail askerini elinde tutmak istiyordu ve Sina'daki İsrail yerleşimlerini yok etmek istemiyordu (Morris, 2001, s. 463). Sonuç olarak, müzakere sürecinde yeni bir çıkmaz kaçınılmaz görünüyordu. Buna rağmen, her iki tarafa da sert tutumlarından vazgeçmeleri yönündeki Amerikan baskıları ve Morris'in (2001, s. 466) belirttiği gibi "ne Sadat ne de Begin, Camp David'den ayrılmayı düşünmemişti", müzakereler devam etti.

Müzakere sürecinin sonucunda, iki taraf 1978'de Camp David Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşmaya göre, İsrail kuvvetleri Sina'dan aşamalı olarak çekilecek ve iki ülke diplomatik, ekonomik ve kültürel ilişkiler kuracaktı. Ayrıca, iki ülke Arap-İsrail anlaşmazlığı ve Filistin meselesine BM'nin 242 sayılı Kararı'na tam olarak uygun bir barış çözümü sağlanması konusunda anlaştı (Lesch, 2001, 44-5).

Eş zamanlı olarak, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin önerilen yeni statüsü konusunda bir anlaşmaya varıldı. Anlaşmaya göre, Mısır, Ürdün ve İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin önerilen statüsü hakkında yaklaşık beş yıl boyunca toplantı ve görüşmelerde bulunacağı bir geçiş dönemi olacaktı. Üç ülke, müzakereler sırasında, Batı Şeria ve Gazze'den Filistinlilerin de müzakerelere katılabileceği, kendi kendini yöneten bir otoritenin kurulacağı süreci ele alacaktı (Morris, 2001, 473).

Beş yıllık süre zarfında Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde tam özerklik sağlanacak, İsrail askeri ve sivil yönetimi çekilecek ve yerine seçilmiş bir Arap otoritesi getirilecektir. Ayrıca, İsrail, Ürdün, Mısır ve yerel Filistinliler arasında nihai bir çözüm için üç yıllık bir müzakere süreci olacaktır.

(Morris, 2001, 473). Arap devletleri ve FKÖ, Camp David Anlaşmaları ve anlaşmaya, özellikle işgal altındaki topraklar ve Filistinli mültecilerin gelecekteki statüsüne ilişkin olarak Mısır'a sert eleştirilerde bulundu. Bu anlaşma, FKÖ'nün Filistin halkının tek temsilcisi olarak meşruiyetini sorguladı. Sonuç olarak, Filistin hareketi işgal altındaki topraklardaki Filistinlileri Camp David Anlaşmaları'na karşı harekete geçirmeye başladı (Sarraj, 1997, 177).

Üstelik Filistin perspektifinden bakıldığında Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin "özerkliği", İsrail'in bu topraklardaki işgalinin devam etmesinden ve en azından Batı Şeria ve Gazze Şeridi bölgesinde bir Filistin devleti kurma hayalinin sona ermesinden başka bir şey ifade etmiyordu (Morris, 2001, 476).

3.2.            Mısır-İsrail Barış Antlaşması, 1979

Camp David Anlaşmaları'nın imzalanmasının ardından iki ülke, anlaşmazlıklarına kalıcı bir çözüm bulmak ve bir barış anlaşması imzalamak için müzakere sürecini sürdürdü. Mısır Cumhurbaşkanı Sedat, İsrail ile barış anlaşması imzalanmadan önce, anlaşmayı Mısır'ın ihaneti olarak gören Arap devletleri tarafından baskı altına alındı. Mısır içinde de, özellikle sol gruplar ve örgütler ile kökten dinciler arasında anlaşmalara karşı çıkanlar vardı.

Camp David Anlaşmaları'nın ardından diğer Arap ülkeleri Mısır'la diplomatik ilişkilerini kestiler, Mısır'ı Arap Birliği'nden çıkardılar ve örgütün ofisleri Tunus'a taşındı (Doran, 2004, 116). Dahası, Mısır Cumhurbaşkanı Araplara ve Filistin halkına ihanet etmekle suçlandı ve müzakere sürecinde daha sert bir tutum sergilemek zorunda kaldı. Böylece Sadat,

Mısır-İsrail barış görüşmeleri Filistin sorununa çözüm bulmada engel teşkil etmiştir (Morris, 2001, 477-8).

Öte yandan, İsrail hükümeti (İsrail için kabul edilemez olan) Mısır taleplerini kabul etmek istemedi. Ancak iki ülkenin liderleri, ABD Başkanı Jimmy Carter'ın girişimi üzerine ikili görüşmelerini sürdürdüler. İkili görüşmeler sırasında taraflar farklı öneriler sunsa da, bir anlaşmaya varıldı ve 1979'da barış anlaşması imzalandı. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 380) belirttiği gibi, "26 Mart 1979'da Sadat ve Begin, Washington'da resmi bir Mısır-İsrail anlaşması imzaladılar."

Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşması, Camp David Anlaşmaları'nın ardından geldi ve Orta Doğu ile Arap-İsrail çatışmasında karşılıklı tanınma ve yeni bir dönemin başlangıcını beraberinde getirdi. İki ülke bu tarihten itibaren diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurdu. Arap devletleri, İsrail ile herhangi bir diplomatik çözümü kabul etmeyi reddederek, Mısır-İsrail barış anlaşmasına tepki göstererek Mısır'a ekonomik yaptırımlar uyguladı.

Üstelik İsrail devleti, bu yeni durumdan faydalanarak Lübnan'daki FKÖ karargahını yıkmaya karar verdi ve Filistin hareketi bu sayede İsrail'e karşı gerilla saldırıları başlattı. 1982'de İsrail, FKÖ'nün Lübnan'daki kamplarını yok etme stratejik hedefiyle Lübnan'ı işgal etti. İsrail'in Lübnan'ı işgali, İsrail ile yeni bir barış anlaşması imzalamış olan Mısır makamlarını memnun etmedi. Ancak bu durum, iki devlet arasındaki barış anlaşması veya Mısır'ın ABD ile ikili ilişkileri açısından herhangi bir sorun teşkil etmedi (Doran, 2004, 116).

Bölüm 2: Bölgesel ve Uluslararası Gelişmeler ve Üçlü

İlişkiler, 1980-1993

Bölüme Giriş

İkinci bölüm, 1980-1993 yılları arasındaki bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele almaktadır. 1975'te başlayıp 1990'a kadar süren Lübnan iç savaşı sonucunda İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesi ve Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanan 1987 Filistin ayaklanması-intifadası gibi bölgesel gelişmeler, üçlü ilişkiler üzerinde muazzam bir etki yaratmıştır. Ayrıca, FKÖ-İsrail barış müzakereleri süreci, Türkiye'nin bölgesel politikalarını etkilemiştir. Bu dönemde Türkiye, hem İsrail hem de FKÖ ile diplomatik ilişkilerini geliştirmiştir.

İkinci bölüm üç kısma ayrılmıştır. İlk kısım, 1975 iç savaşı ve bunun sonucunda 1982'de gerçekleşen İsrail işgali sırasında Lübnan'daki durumu incelemektedir. Bu bağlamda, söz konusu ülkede iç savaşın patlak vermesinin nedenlerini ve FKÖ'nün çatışma sürecindeki rolünü ele alacağım. Ayrıca, bu bölümde İsrail'in Lübnan'ı işgalini ve İsrail işgaline karşı bölgesel ve uluslararası tepkileri analiz edeceğim.

İkinci bölüm, işgal altındaki topraklardaki Filistin ayaklanması - intifada - ile ilgili. Bu bağlamda, Filistin ayaklanmasının nedenlerini, FKÖ'nün ayaklanma sürecindeki politikalarını, İslami hareket Hamas'ın ortaya çıkışını ve İsrail'in işgal altındaki topraklardaki Filistin halkına karşı tepkilerini kısaca analiz ediyorum. Ayaklanma, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistin devletinin kurulmasıyla ve iki rakip parti arasında barış müzakerelerinin başlamasıyla sonuçlandı. İkinci bölüm, FKÖ ve İsrail arasındaki barış müzakerelerinin bir analiziyle sona eriyor.

İkinci bölümün üçüncü kısmı, Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri 1980'den bu yana incelemektedir. Bu dönemde, bölgesel gelişmeler nedeniyle iki ülkenin ikili ilişkileri, özellikle diplomatik düzeyde, oldukça düşük bir seviyedeydi. Buna karşılık, iki ülke ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında ilişkilerini geliştirmiştir. Türkiye, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında Orta Doğu'daki yeni gelişmeler sonucunda Orta Doğu'da daha esnek bir politika benimsemekte özgür hissetmiştir. Orta Doğu'daki barış sürecinden yararlanan Türk hükümeti, hem İsrail hem de FKÖ ile ilişkilerini geliştirmiş ve 1990'ların başından itibaren İsrail'e bir büyükelçi atayarak İsrail devletiyle ikili ilişkilerini geliştirmiştir.

Üçüncü bölüm, FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin ve kuruluşundan bu yana üçlü ilişkiler üzerindeki etkisinin bir analiziyle sona eriyor. Bu bağlamda, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik politikalarını ve THKO, ASALA ve PKK gibi radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkilerini analiz ediyorum. FKÖ'nün bu örgütlerle olan ilişkileri, Türkiye ile ikili ilişkileri üzerinde önemli bir etkiye sahipti.

Dahası, FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasındaki politikaları Türk makamlarını memnun etmedi. FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasındaki politikaları üçüncü bölümde incelenecektir. Ayrıca, FKÖ'nün 1989'da Müslüman Türklerin Bulgaristan'dan sürülmesi sırasında Arap ülkelerindeki tepkilere benzer şekilde tepki vermesi de Türk hükümetini memnun etmedi. Bu nedenlerle, Türkiye'nin 1979'da FKÖ'ye Ankara'da bir ofis açma izni vermesi bile Filistin örgütüne karşı şüphe uyandırdı.

1.   Lübnan İç Savaşı

1.1.            Lübnan'daki iç savaşın nedenleri

İsrail'in Lübnan'ı işgali ve FKÖ'nün Lübnan'dan çıkışıyla sonuçlanan Lübnan iç savaşının nedenlerini anlamak için, Lübnan'daki dini topluluklar arasındaki güç dağılımına bakmamız gerekir. Ayrıca, FKÖ'nün Lübnan içindeki, özellikle de Lübnan devleti içinde bir devlet oluşturan ve 1975'teki iç savaşın patlak vermesinin bir diğer nedeni olan mülteci kamplarındaki statüsünü de anlamamız gerekir.

Lübnan devletinin kuruluşundan bu yana, iktidar dağılımı dini topluluklar, daha doğrusu Lübnan'daki Müslüman, Dürzi ve Maruni toplulukları arasında bölünmüştü. Bu nedenle, Lübnan'daki dini topluluklar, 1943'te Fransa'dan tam bağımsızlığını kazanmadan önce bile, bir dereceye kadar eşit haklara ve parlamento ve hükümette eşit temsil hakkına sahipti.

Ancak dini topluluklar, hükümette ve parlamentoda güç dağılımı konusunda birbirleriyle rekabet halindeydi. Buna ek olarak, dini topluluklar haklarını güvence altına almak ve geliştirmek için hükümette ve parlamentoda daha fazla güç elde etmeyi temel hedefleri olarak görüyorlardı. 1943 tarihli Milli Pakt'a göre, Lübnan'ın iki güçlü topluluğu Maruni Hıristiyanlar ve Sünni Müslümanlardı. Ancak 1970'lerden itibaren Lübnan'ın Şii topluluğu en güçlü topluluklardan biri haline geldi ve bu durum 1943 tarihli Milli Pakt'ı tehdit etti. Bu durum, Lübnan'daki iç istikrarın önünde başka bir engel de oluşturabilirdi (Fraser, 2004, 111). Dahası, Lübnan anayasasının

Lübnan toplumunda homojen bir ulusal kimlik yaratma çabaları, farklılıkları ve gerginlikleri artırdı.

Filistinlilerin Lübnan'daki varlığı durumu daha da kötüleştirirken, FKÖ'nün İsrail'e yönelik gerilla saldırıları ve İsrail'in misilleme eylemleri Lübnan'daki Hristiyan toplumunu öfkelendirdi. FKÖ, kuruluşundan bu yana, İsrail'e karşı gerilla saldırıları düzenleyebileceği bir Arap topraklarında kendi üslerine sahip olmayı arzuluyordu.

Arap ülkeleri, özellikle Mısır ve Suriye örgütü desteklese de, Filistin hareketinin kendi topraklarından İsrail'e karşı gerilla saldırıları düzenlemesine izin vermediler. Ürdün ise İsrail ile olan sınırını kontrol etmeyi başardı. Aksine, Lübnan devleti Filistinlilerin İsrail'e yönelik faaliyetlerini durduramadı veya kontrol edemedi (Brown, 2004, 283). 1969'da Mısır Devlet Başkanı Nasır'ın girişimi, FKÖ'nün genel olarak Lübnan'daki ve özellikle de mülteci kamplarındaki statüsünü kesinleştirdi. Anlaşmaya göre, Filistin hareketi Güney Lübnan'da İsrail'e karşı bağımsız olarak faaliyet gösterebilecek ve Filistinli gerillalar kamplarda eğitim alabileceklerdi (Bickerton, 2009, 148).

Dahası, 1971'de Ürdün'deki iç savaşın sona ermesinin ardından FKÖ, karargahını Lübnan'a taşıdı ve İsrail'e karşı gerilla saldırılarını burada sürdürdü. Filistin hareketi, Lübnan hükümetinin otoritesinin sona erdiği Güney Lübnan'daki mülteci kamplarının statüsünü değiştirdi (Morris, 2001, 499). İsrail hükümeti, bu saldırılara Güney Lübnan'a hava saldırılarıyla karşılık verdi ve bu saldırılar Lübnan devletine çok sayıda kayıp verdirdi. Cleveland ve Bunton'ın (2004, 383) belirttiği gibi:

İsrail güçlerinin kendi komando baskınlarını gerçekleştirmedeki göreceli kolaylığı, 1968'de Beyrut Uluslararası Havaalanı'na yapılan saldırı ve

1973 yılında Beyrut'ta üç Filistinli liderin öldürülmesi, Filistinlilere karşı bir tepkiye yol açtı.

Arap milliyetçileri ve radikal reformculardan oluşan bir hükümet.

Ancak Hristiyan cemaati, FKÖ'nün İsrail'e karşı gerilla saldırılarını sürdürmesi nedeniyle öfkeliydi. Bu durum, İsrail'in yeni misillemelerine yol açtı ve (ki öyle de oldu) İsrail'in Lübnan'ı tam kapsamlı bir şekilde işgal etmesine sebep olabilirdi. Bickerton'ın (2009, 149) sözleriyle, "Maruniler, Filistinlilerle hiçbir Arap dayanışması hissetmiyor ve Lübnan'ı ilgilendirmediğini düşündükleri bir anlaşmazlığa sürüklenmek istemiyorlardı."

Lübnan hükümeti, İsrail hava saldırılarına tepki gösteremedi ve FKÖ'nün gerilla faaliyetlerini bir ölçüde bile olsa engelleyemedi veya kontrol altına almaya çalışamadı. Bu durum, ülke içinde gerginliklere yol açtı. Buna dini topluluklar arasındaki güç dengelerine ilişkin siyasi gerginlikler de eklendiğinde, Lübnan'da bir iç savaşın patlak vermesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla, dini topluluklar arasında iktidarın dağılımı, güneydeki Filistin varlığı ve FKÖ'nün merkezi hükümetin müdahale edemediği mülteci kamplarındaki devlet içinde devlet statüsü konusundaki anlaşmazlıkların, 1975'te iç savaşın patlak vermesine yol açtığı sonucuna kolayca varabiliriz.

1.2.                  İç savaşın patlak vermesi ve FKÖ

Dini topluluklar arasındaki çatışmalar 13 Nisan 1975'te başladı ve 13 Ekim 1990'a kadar sürdü. İç savaş, Hristiyan Falanjistlerin bir otobüse ateş açması ve yaklaşık 30 Filistinlinin ölmesiyle başladı (Cleveland ve Bunton, 2009, 384-5). İç savaş yeni başlamıştı ve FKÖ, Hristiyan militanlarla çatışmadan kaçınamadı. FKÖ'yü çatışmalara katılmaya zorlayan iki neden vardı. İlk neden, FKÖ içinde radikal grupların olması ve FKÖ'nün

Liderlik onları kontrol edemedi. FKÖ liderliği iç savaş sırasında tarafsız kalmaya çalışsa da, radikal gruplar ve bireyler, onu Müslümanların lehine ve Hristiyanların aleyhine olan çatışmalarda aktif rol almaya zorladı (Morris, 2001, 500).

İkinci neden, Falanjistlerin Lübnan'daki Filistin varlığına karşı yürüttükleri faaliyetler sonucu ortaya çıktı ve Filistinli mülteci kamplarını hedef aldı. Örneğin, Morris'in (2001, 500) belirttiği gibi, iç savaşın ilk günlerinde "Beyrut'ta iki mülteci kampı Hristiyan saldırılarına maruz kaldı ve sakinlerinin çoğu katledildi". FKÖ buna tepki gösterdi ve diğer Müslüman askeri gruplarla işbirliği yaparak Hristiyan Marunilere karşı bir saldırı düzenledi. İsrail ve Suriye de çatışmaya dahil oldu. İsrail, iç savaşın ilk yıllarında Hristiyan Marunilere yardım ederek dolaylı olarak müdahil oldu. Wagner'in (2002, 66) belirttiği gibi, "Bir bakıma Lübnan iç savaşı, yabancı topraklarda yürütülen bir tür Filistin-İsrail çatışmasına dönüştü".

FKÖ-Müslüman askeri grupların koalisyonu sayesinde Suriye, Haziran 1976'da bir müdahalede bulunarak Maruni toplumunu FKÖ-Müslüman militan faaliyetlerinden kurtardı. Suriye'nin müdahalesi, Hristiyan Marunilerin askeri kolu olan Lübnan Cephesi'nin yardım talebi üzerine gerçekleşti (Bickerton, 2009, 149). Bickerton'ın (2009, 149) gözlemlediği gibi, "Esad'ın amacı Lübnan'ı Suriye'nin uydusu haline getirmekti ve bunu başarmak için FKÖ'yü zayıflatmaya hazırdı". Suriye'nin müdahalesi sonucunda 9 Haziran'da bir ateşkes anlaşması imzalandı ve rakip taraflar arasında müzakere süreci başladı.

İsrail hükümeti, Suriye ordusunun Lübnan'daki varlığına herhangi bir itirazda bulunmadı, ancak İsrail hükümeti Suriye ordusunun Güney Lübnan'a doğru daha fazla ilerlemesini kabul edemedi (Bickerton, 2009, 149). Bununla birlikte,

Rakip taraflar arasındaki müzakere süreci çıkmaza girdi ve çatışmalar yeniden başladı. Bu dönemde Suriye ordusu Maruni militanlarla işbirliği yaptı ve 16 Ekim'e kadar Suriye , Beyrut ve Sayda'yı işgal etti (Morris, 2001, 500).

Bu arada, FKÖ iç savaş sırasında İsrail'e yönelik saldırılarını sürdürdü ve İsrail bu saldırılara Güney Lübnan'daki hedeflere hava saldırılarıyla karşılık verdi (Morris, 2001, 501). Dahası, İsrail Maruni güçlerine destek vererek dolaylı müdahalesini sürdürdü. Nihayet, rakip taraflar arasında Ekim 1976'da bir ateşkes anlaşması imzalandı. Cleveland ve Bunton'a (2009, 385) göre, "18 Ekim 1976'da Suriye ve FKÖ, Arap devlet başkanları tarafından hazırlanan bir ateşkesi kabul etti ve çatışmaların en şiddetli kısmı sona erdi."

Ancak, 1978'de Filistinli radikal bir grubun bir İsrail otobüsünü kaçırması ve 30 İsrailli sivil yolcunun ölmesi (Bickerton, 2009, 150), İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesine yol açtı. İsrail güçleri, Lübnan'ı işgal ederek, stratejik olarak FKÖ'nün oradaki altyapısını ortadan kaldırmayı hedefledi (Bickerton, 2009, 150). Ayrıca, Morris'e (2001, 501) göre, İsrail güçlerinin işgal sırasındaki bir diğer stratejik amacı da "...sınırın Lübnan tarafındaki mevcut Hristiyanların elindeki bölgeleri genişletmek ve süreklilik sağlamak"tı. Sonuç olarak İsrail güçleri "...Litani Nehri'nin güneyindeki bölgenin çoğunu" işgal etmeyi başardı (Bickerton, 2009, 150).

Bu arada, BM Güvenlik Konseyi "Litani Harekâtı" hakkında bir toplantı düzenledi ve tüm askeri operasyonların durdurulmasını ve İsrail'in Lübnan topraklarından çekilmesini talep eden 425 sayılı Kararı kabul etti. Ayrıca, geri çekilmeyi denetlemek üzere Lübnan'daki Birleşmiş Milletler Geçici Gücü (UNIFIL) kuruldu.

İsrail güçlerinin Lübnan'dan çekilmesi ve bölgenin silahsızlandırılması (Morris, 2001, 502). Ancak, Bickerton'ın (2009, 150-1) gözlemlediği gibi, "İsrailliler üç ay sonra geri çekilmiş olsalar da, Binbaşı Haddad'ın kontrolü altında dokuz mil genişliğinde bir 'Güvenlik Bölgesi' kurdular."

Bununla birlikte, dini topluluklar arasındaki çatışmalar, FKÖ'nün kuzey İsrail'deki hedeflere yönelik gerilla saldırıları ve İsrail güçlerinin misilleme eylemleri devam etti. Sonunda, FKÖ'nün İsrail'e yönelik faaliyetleri, İsrail güçlerinin Haziran 1982'de büyük bir işgaline yol açtı. İsrail hükümeti, işgali Filistin hareketini Lübnan'dan çıkarmak ve ülkedeki askeri altyapısını çökertmek amacıyla başlattı (Morris, 2001, 508). İşgalin nedeni, radikal bir Filistinli grubun Londra'daki İsrail büyükelçisine suikast girişimiydi.

1.3.            İsrail'in Lübnan'ı işgali, 1982

FKÖ'nün kuzey İsrail'deki İsrail yerleşimlerine ve örgütün Lübnan içinde bir devlet oluşturan güney Lübnan'daki siyasi gücüne karşı gerilla saldırıları, 1982 İsrail işgaline yol açtı. İsrail'in Lübnan'ı işgali, 1982'nin ilk aylarından itibaren apaçık ortadaydı. Bu dönemde İsrail hükümeti, İsrail güçlerinin Sina Yarımadası'ndan çekilmesini sağlıyordu. Bu nedenle, İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesi durumunda Mısır hükümetinin herhangi bir tepki vermesi söz konusu değildi (Bickerton, 2009, 152).

İşgalin başlıca nedenlerinden biri, elbette FKÖ'nün kuzey İsrail'deki İsrail yerleşimlerine yönelik faaliyetleriydi. İsrail hükümeti işgale çoktan karar vermiş olsa da, Lübnan'ı işgal kararını haklı çıkaracak bir olay bekliyordu. İç savaş sırasında, İsrail işgaline kadar İsrail'e karşı birçok saldırı gerçekleşti ve

İsrail yetkilileri, bu saldırılara Lübnan'daki hedeflere yönelik misillemelerle karşılık verdi. İsrail hükümeti, mülteci kamplarına yönelik saldırılarını gerekçelendirerek, İsrail yerleşimlerine yönelik saldırılardan Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) sorumlu tuttu.

Ancak Filistinli bir grup olan Ebu Nidal Örgütü'nün (ANO) Londra'daki İsrail büyükelçisine suikast girişimi, İsrail'e Lübnan'ı işgal etmek için gerekli bahaneyi verdi. İstihbarat servislerinden, suikast girişiminden FKÖ'nün sorumlu olmadığı ve olaydan sorumlu grubun FKÖ'ye muhalif olduğu yönünde bilgi gelmesine rağmen, İsrail hükümeti Lübnan'ı işgal etti (Fraser, 2004, 125).

İsrail işgalinin stratejik amacı, FKÖ'nün Güney Lübnan'daki karargahını yıkmak ve Lübnan topraklarından çıkarmaktı. Ayrıca, İsrail hükümeti FKÖ'nün siyasi gücünü azaltmayı, Suriye güçlerini Lübnan topraklarından çıkarmayı ve nihai hedef olarak Lübnan devletinin İsrail ile bir barış anlaşması imzalayabileceği uygun siyasi ortamı oluşturmayı hedefliyordu (Reich, 2004, 128).

Tam kapsamlı işgalin resmen 6 Haziran'da başlamış olmasına rağmen ; İsrail hava kuvvetleri 4 Haziran 1982'den itibaren hava saldırılarına başlamıştır . Saldırının ilk saatlerinde İsrail hava kuvvetleri Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü üslerini hedef almış, ardından Filistinli gerillalar İsraillilere ateş açmış ve İsrail hava saldırıları ertesi gün de devam etmiştir (Morris, 2001, 515).

Bu olayların ardından İsrail hükümeti, 6 Haziran'da Lübnan'a tam kapsamlı bir işgal başlattı . İsrail güçlerinin, İsrail'in stratejik hedeflerine ulaşmak için dayanması gereken bir işgal planı vardı.

Plana göre İsrail güçleri, Güney Lübnan'daki FKÖ askeri altyapısını yok edecek, aynı zamanda Güney Lübnan'da güvenli bir bölge inşa etmeye çalışacaktı (Bickerton, 2009, 152).

İsrail güçleri ile FKÖ savaşçıları arasındaki çatışmalar sert geçti, ancak İsrail güçlerinin özellikle hava sahasındaki askeri üstünlüğü, Güney Lübnan'daki ilerlemelerini engelledi. Bu nedenle İsrail ordusu hedeflerine ulaşmayı başardı ve birkaç gün sonra Lübnan'ın başkenti Beyrut, İsrail güçleri tarafından kuşatıldı (Cleveland ve Bunton, 2009, 388).

İsrail güçleri Lübnan'a doğru ilerlemeye devam ederken, o zamana kadar çatışmanın seyrinde hiçbir rol oynamayan Suriye ordusuyla çatışmalardan kaçınamadı. Nihayet, uluslararası toplumun baskıları ve İsrail içinde bile İsrail işgaline karşı yapılan gösteriler sonucunda bir anlaşmaya varıldı.

Bickerton'un (2009, 153) sözleriyle, "ABD sonunda BM destekli bir barış anlaşmasına aracılık etti . Suriye 7 Ağustos'ta, İsrail, Lübnan ve FKÖ ­ise 18'inde anlaşmaya vardı ." Barış anlaşması, FKÖ savaşçılarının Beyrut'tan çıkışını öngörüyordu ve bu çıkış, Fransız, İtalyan ve Amerikan güçlerinin de dahil olacağı Lübnan'daki Çokuluslu Güç (MNF) adlı uluslararası bir güç tarafından denetlenecekti. Uluslararası güç ayrıca, mülteci kamplarında kalacak olan Filistinli sivillerin güvenliğinden de sorumlu olacaktı (Cleveland ve Bunton, 2009, 388). FKÖ gerillalarının çekilmesi sırasında yaklaşık 15.000 Filistinli ve Suriyeli Beyrut'tan ayrıldı ve Filistinli militanlar Suriye, Irak ve Ürdün gibi diğer Arap ülkelerine giderken, örgütün merkezi Tunus'a taşındı (Morris, 2001, 538).

Bachir Gemayel, İsrail'in baskısıyla Lübnan'ın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonra Çok Uluslu Güçler (MNF), 10 Eylül'de güçlerini Lübnan'dan çekmeye başladı ( Bickerton, 2009, 153). Ancak 14 Eylül'de Lübnan cumhurbaşkanı Gemayel suikasta kurban gitti ve suikasttan Filistinli gerilla gruplarını sorumlu tutan Falanjistler, Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına girerek Filistinli sivilleri katletti. Daha sonra barış gücü, Lübnan devletindeki tüm askeri faaliyetlerin durdurulmasını denetlemek üzere Lübnan'a geri döndü ve Emin Gemayel, Lübnan'ın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Lübnan'ın yeni hükümeti, İsrail hükümetiyle bir anlaşma imzaladı, ancak Bickerton'un (2009, 154) belirttiği gibi, "... 5 Mart {1984}'te, Suriye ve Müslüman milislerin baskısı altında, Lübnan Ulusal Meclisi, İsrail ile yapılan Mart 1983 anlaşmasını iptal etti".

1.4.            İsrail işgalinin ardından

İsrail hükümeti, 1982 yılında Lübnan'ı işgal ederek, FKÖ'nün Lübnan'daki karargahını yok etmeyi ve kuzey sınırındaki bir tehlikeyi ortadan kaldırmayı başardı.

Ancak İsrail hükümeti tüm hedeflerine ulaşamadı ve hatta İsrail güçleri 1985'te Lübnan'dan çekildikten sonra bile, Güney Lübnan'da kurulan Güvenlik Bölgesi'nde kaldılar. Dahası, İsrail hükümetinin iç savaş sırasında desteklediği Hristiyan cemaati zayıflarken, Müslüman cemaat, özellikle de en radikal cemaat olan Şiiler, savaş sonrasında daha fazla güç kazandı. Brown'a (2004, 284) göre, "Kısa süre sonra Lübnanlı Şiiler, özellikle de siyasi ve askeri parti Hizbullah, FKÖ'nün daha önce yarattığı askeri sıkıntıyla fazlasıyla başa çıktı."

Öte yandan, İsrail'in Lübnan'ı işgali, Suriye birliklerinin bu ülkedeki varlığını sona erdirmedi. Aksine, İsrail ordusu Güney Lübnan'ı kontrol ederken, Suriye ordusu ülkenin geri kalanını kontrol ediyordu (Brown, 2004, 284). Dahası, İsrail'in Lübnan'ı işgali, Sovyetler Birliği'nin Orta Doğu'ya, özellikle Suriye'ye askeri yardım şeklinde müdahalesine yol açtı (Hale, 2000, 166). Sovyetler Birliği, Suriye ordusuna uçaksavar silahları sağladı ve bu da İsrail'in ulusal güvenliğini tehdit etti.

Dahası, İsrail işgali ve Hristiyan milislerin mülteci kamplarındaki Filistinli sivilleri katletmesi, İsrail içinde büyük gösterilere ve müttefikleri de dahil olmak üzere uluslararası eleştirilere yol açtı. İsrail hükümeti, mülteci kamplarındaki Filistinlilerin katledilmesiyle ilgili bir soruşturma başlatan ve katliamdan sorumlu olanları bulmaya çalışan "Kahan Komisyonu" adlı bir komisyon kurdu. Morris'in (2001, 548) belirttiği gibi:

8 Şubat 1983'te Kahan Komisyonu oybirliğiyle bulgularını yayınladı ve katliamda IDF ve İsrail'in dolaylı sorumluluğunu üstlendi... Siyasi düzeyde komisyon Begin'e 'belirli bir sorumluluk' yükledi... Başlıca suçlama Şaron'a yöneltildi... Savunma Bakanlığı'ndan alındı - ancak kabinede portföysüz bakan olarak kaldı.

Lübnan iç savaşı ve 1982'deki İsrail işgali, FKÖ'nün bu ülkeden çıkışına yol açarak FKÖ'ye meydan okumuş ve Filistin hareketinin politikalarını ve programını yeniden şekillendirmiştir (Budeiri 2010, 330). FKÖ liderliğinin işgal altındaki topraklara yönelmesi ve yerel halkı etkilemeye başlaması bu bağlamda olmuştur. Hassassian'ın (1997, 78-9) ifade ettiği gibi, " Politik mücadelenin odağı Batı Şeria ve Gazze'ye kaydı çünkü FKÖ'nün resmi kurumları ve altyapısı

"Kısmen parçalandı". O dönemden itibaren FKÖ, bir barışın

Çözüm diplomasi yoluyla sağlanabilirdi. Dolayısıyla, Hassassian'ın (1997, 83) belirttiği gibi:

Filistinlilerin İsrail ile müzakerelere ve Filistin'deki haklarının iadesine ilişkin 'hayır' oyu iki önemli gelişmeyle değişti: (a) FKÖ'nün iki devletli çözümü benimsemesi ve ilgili BM kararlarını kabul etmesi ve (b) işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin müzakere sürecinde öncü rol oynama konusundaki isteksizliği.

Ancak FKÖ içindeki radikal gruplar, İsrail ile herhangi bir müzakere anlaşmasına yanaşmadıklarını ve Filistin'in tamamen kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılışı gerçekleşene kadar silahlı mücadeleyi sürdürme isteklerini dile getirdiler. Bu çerçevede, söz konusu gruplar, Filistin hareketinin lideri Arafat'ı Lübnan'daki yenilgiden ve Filistin meselesinde diplomatik bir çözüme ulaşma çabalarından dolayı suçladılar (Bickerton, 2009, 156).

Bu yeni gelişme Ürdün Kralı Hüseyin'in dikkatini çekti. Kral Hüseyin, Arafat ile koordinasyon halinde, genel olarak Orta Doğu'da ve özellikle Filistin'de bir barış çözümü planı önerdi. Bickerton'a (2009, 156) göre bu plan, "... İsrail'in çekilmesinin ardından Batı Şeria'da bir Ürdün-Filistin konfederasyonunun kurulması ve karşılığında İsrail ile bir anlaşma yapılması"nı öngörüyordu.

İsrail ve ABD hükümetleri Ürdün'ün teklifini kabul etmedi ve yeni bir Filistin gerilla saldırıları dalgası başladı. İsrail, gerilla saldırılarına misillemelerle karşılık vererek Orta Doğu'da barış taleplerini daha da zorlaştırdı. Bickerton'ın (2009, 156) belirttiği gibi, "FKÖ aşırılıkçıları, 2009'un sonlarında Kıbrıs'ta üç İsrailliyi öldürdü."

Eylül ayında, bir hafta sonra Arafat'ın Tunus'taki karargahına İsrail hava saldırısı düzenlendi”.

Ancak Kıbrıs Rum basınının haberlerine göre, katillerin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile hiçbir bağlantısı yoktu. Bu haberlere göre (Üç İsraillinin katilleri FKÖ muhalifleridir, Aneksartitos gazetesi, 9 Aralık 1985, Yunanca, s. 3), "üç İsraillinin öldürülmesinden yargılanan üç kişiden biri, yargılama sırasında FKÖ'ye karşı olduğunu iddia etti."

Bununla birlikte, işgal altındaki topraklarda, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde yaşanan yeni bir gelişme, iki rakip partiyi barışa doğru uygun adımlar atmaya zorladı. 1987'deki Filistin Ayaklanması - İntifada, kendiliğinden gelişen gençlik gösterileri sonucunda, işgal altındaki topraklardaki istikrara ve FKÖ'nün Filistin davasına olan liderliğine meydan okudu. FKÖ, İsrail'in var olma hakkını bu çerçevede tanıdı ve bir yıl sonra (1988) işgal altındaki toprakların bazı kısımlarında Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti.

2.   Filistin Ayaklanması – İntifada, 1987

Cleveland ve Bunton'ın (2009, 473) sözleriyle:

Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler, İsrail işgaline son verip bağımsız bir Filistin devleti kurmak için kitlesel bir ayaklanmaya katıldı. İntifada adı verilen ayaklanma, yaklaşık beş yıl sürdü ve İsrail'i işgalin Filistinliler üzerindeki etkisini kabul etmeye zorladı.

İntifada'nın patlak vermesinin temel nedenlerinden biri, İsrail'in işgal altındaki topraklarda Filistin halkına yönelik baskıcı uygulamalarıydı. Öte yandan, İsrail hükümeti işgal altındaki topraklarda yeni yerleşim birimleri inşa etmeye devam etti ve bu durum, Batı Şeria ve Gazze'nin ilhakına yol açabilirdi.

Öte yandan, işgal altındaki topraklarda Filistinlilere yönelik baskıcı önlemler, Filistin halkının hayatını daha da zorlaştırdı. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 474) belirttiği gibi, Filistinliler:

… kimlik taşımaları ve özel vergiler ödemeleri gerekiyordu; en temel lisansları ve iş izinlerini almak için bürokratik engeller ve güvenlik kontrollerinden oluşan bir labirenti aşmak zorundaydılar; ve en ufak bir siyasi aktivizm şüphesinde İsrail yetkilileri tarafından tutuklanıyor, hapse atılıyor ve bazen işkenceye uğruyorlardı.

Ayrıca, işgal altındaki topraklardaki ekonomik sorunlar da Filistin ayaklanmasının bir diğer nedeniydi. İşgal altındaki topraklarda yaşayan Filistinliler, 1980'lerin ortalarına kadar genel olarak Körfez ülkelerinin ve özellikle Arap ülkelerine göç eden Filistinlilerin ekonomik yardımına bel bağlamışlardı. Ancak, Arap devletlerinin, özellikle de Körfez ülkelerinin 1980'lerin ortalarından itibaren başa çıkmak zorunda kaldığı ekonomik sorunlar, işgal altındaki topraklardaki Filistinliler için durumu daha da zorlaştırdı (Sahliyeh, 1997, 10).

2.1.           İntifada'nın patlak vermesi ve İsrail'in tepkileri

İşgal altındaki topraklarda yeni yerleşim birimlerinin inşasıyla birlikte ortaya çıkan ekonomik sorunlar ve İsrail'in Filistinli sivil halka yönelik baskıcı uygulamaları, Filistinlileri yormuş ve öfkelendirmiştir. Dahası, hem FKÖ'nün hem de Arap devletlerinin İsrail işgaline son verememesi, durumun yakın gelecekte değişmeyeceğini anlayan Filistin halkının moralini bozmuştur (Morris, 2001, 562).

Batı Şeria'da bir gençlik gösterisi olarak başlayan ayaklanma, işgal altındaki topraklarda Filistin halkının geniş çaplı bir gösterisine dönüştü. Aralık 1987'de dört Filistinlinin ve altı kişinin daha hayatını kaybettiği bir olay.

(Morris, 2001, 573) yaralandı, Gazze Şeridi ve Batı Şeria'da büyük gençlik gösterilerine yol açtı.

Bu olay, Gazze Şeridi'nde gençlik gösterilerinin patlak vermesine neden oldu. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 475) belirttiği gibi, "Binlerce Filistinli olayı protesto etmek için toplandı ve İsrail ordusu göstericilerden bazılarını vurup öldürdüğünde, tüm Gazze açık bir isyana girişti." Filistin ayaklanması - intifada - yeni başlamıştı.

Filistin ayaklanmasının hedeflerine bakan biri, hedeflerin ve gerekçelerin bir bakıma aynı olduğunu kesinlikle anlayacaktır. Dolayısıyla, Filistinlilerin ayaklanma yoluyla, İsrail yetkililerini Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde yeni yerleşim birimlerinin inşasını durdurmaya zorlamayı, uluslararası toplumun ilgisini Filistin davasına çekmeyi ve nihai hedefleri olarak İsrail işgalini sona erdirip işgal altındaki topraklarda bir Filistin devleti kurmayı amaçladıklarını söyleyebiliriz (Cleveland ve Bunton, 2009, 475).

Filistinliler hedeflerine ulaşmak için büyük gösteriler ve genel grevler başlattılar, dükkanlarını kapalı tuttular, İsrail ürünlerini boykot ettiler ve ayrıca İsrail yetkilileri tarafından kendilerine yüklenen vergileri ödemeyi reddettiler (Cleveland ve Bunton, 2009, 475). Filistinlilerin hedefleri hem İsrailliler, askerler ve yerleşimciler hem de muhbirler veya casuslar gibi Filistinli işbirlikçileriydi (Cleveland ve Bunton, 2009, 476).

İsrail güçleri, ayaklanmanın ilk döneminde gösterileri durdurmak için her türlü yolu kullandı, hatta protestoculara ateş açtı. Dahası, Cleveland ve Bunton'a (2009, 476) göre:

Ordu ayrıca geniş çapta toplu cezalandırma uyguladı, taş attığından şüphelenilen kişilerin evlerini yıktı, tüm köyleri yirmi dört saatlik sokağa çıkma yasağı altına aldı

Günlerce su ve elektrik kesintisi yaşandı, Batı Şeria'daki okullar ve üniversiteler kapatıldı.

Ayaklanma sırasında 1.000'den fazla Filistinli ve 56 İsrailli hayatını kaybederken, 37.000 kişi yaralandı ve yaklaşık 35.000 Filistinli tutuklandı (William ve Bunton, 2009, 476-477). İyi silahlanmış İsrail güçlerinin Filistinli sivil halka yönelik baskıcı uygulamaları, uluslararası toplumun İsrail hükümetine yönelik sert eleştirilerine yol açtı. Türkiye ve Yunanistan, Filistin ayaklanması sırasında İsrail politikalarını eleştiren ülkeler arasındaydı. Bengio'nun (2004, 77) belirttiği gibi, "...çoğu Türk, Filistinli gençlerin ağır silahlı İsrail askerlerine karşı gösterdikleri cesarete hayran kalmaya başladı."

Ancak Türkiye, İsrail'in Filistinli sivil halka yönelik politikalarını eleştirmesine rağmen, yeni gelişmeler sonucunda İsrail ile ilişkilerini dondurmadı veya kesmedi. Robins'in (1991, 80) belirttiği gibi, "Türkiye, bölgede 1960'ların sonlarını anımsatan tarafsız bir politika izleyebildi". Öte yandan, Yunan hükümeti, İsrail'in Filistinli göstericilere yönelik baskıcı uygulamalarına sert eleştirilerde bulundu. Yunanistan'ın İntifada sırasında İsrail'in baskıcı uygulamalarına verdiği tepkiler, üçüncü bölümde daha ayrıntılı olarak incelenecektir.

2.2.                  Ayaklanma sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün politikaları ve Hamas'ın ortaya çıkışı

Birinci bölümde de belirttiğim gibi, FKÖ'nün kuruluşundan bu yana temel amacı İsrail devletini yıkmak ve tüm Filistin topraklarında bir Arap Filistin devleti kurmaktı. İsrail'in yıkılması ancak silahlı mücadeleyle mümkündü ve örgüt, İsrail ile herhangi bir müzakereyi veya diplomatik çözümü kabul etmedi.

Ancak 1970'lerin sonundan itibaren FKÖ liderliği, Arap devletlerinin FKÖ'den ve Filistin ulusal taleplerinden kaçınarak İsrail ile barış karşılığında toprak takası yapabileceklerini anladı. En önemli Arap ülkelerinden biri olan Mısır, 1979'da İsrail ile bir barış anlaşması imzalamıştı ve diğer Arap ülkeleri de Mısır'ın örneğini izleyebilirdi. 1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan yeni gelişmeler, Arap devletlerinin FKÖ'yü atlayarak Filistin meselesinde İsrail ile nihai bir anlaşmaya varabilecekleri yönünde FKÖ'yü zorladı. Bu nedenle FKÖ, çatışmaya diplomatik yaklaşımı destekleyenler ile herhangi bir diplomatik çözümü kabul etmeyen ve Filistin'in tamamen kurtuluşuna kadar mücadelelerinin devam etmesini isteyenler arasında bölünmüştü (Muslih, 1997, 38-9).

12. Filistin Ulusal Konseyi'nden sonra FKÖ, silahlı mücadeleyi terk etmeksizin hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak diplomasiyi benimsedi (Muslih, 1997, 40). Dahası, 12. Filistin Ulusal Konseyi'nden sonra FKÖ içindeki bölünme , Lübnan'daki iç savaş ve İsrail'in bu ülkeyi işgal etmesi ve bunun sonucunda FKÖ'nün Lübnan'dan çıkması ve Arap devletlerinin diplomatik bir çözümü kabul etmesi yönündeki baskıları, FKÖ'nün politikalarını yeniden şekillendirdi. Ancak işgal altındaki topraklarda yeni bir gelişme - 1987 Filistin Ayaklanması İntifadası - FKÖ'nün Filistin mücadelesindeki liderliğini sorguladı ve örgütü, BM Kararları'nı ve İsrail'in var olma hakkını kabul ederek İsrail ile diplomatik bir çözümü kabul etmeye zorladı ve 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti (Sela, 1997, ix).

İntifada'nın ilk aylarında FKÖ, Filistin mücadelesindeki hakimiyetine herhangi bir tehditten kaçınmak için yerel halkı kendi lehine etkilemeye çalıştı. Morris'in (2001, 575) ifade ettiği gibi:

Tunus'taki Fetih faaliyetlerini yöneten adam Arafat'ın yardımcısıydı.

Halil el-Vezir, nam-ı diğer Ebu Cihad... Ancak o ve Arafat, sadece geçici bir isyan halinin değil, yıllarca sürecek bir isyanın başlangıcının tanık olduklarını kavramakta gecikmediler.

Bu nedenle, FKÖ liderliği işgal altındaki topraklardaki Filistinlilerin gerçeklerini anlayamadı ve liderliği ayaklanmanın önde gelen isimleri tarafından tehdit edildi. Ancak FKÖ için en büyük zorluk, işgal altındaki topraklarda kurulan yeni İslami hareket Hamas'tan geldi (Litvak 1997, 183). Hamas'ın işgal altındaki topraklarda kurulmuş olması, örgüte yerel halkı etkileme ve oradaki Filistinlilerin gerçek sorunlarını anlama avantajı sağladı. Dahası, Hamas İsrail'e karşı bir "cihad" başlatmayı arzuluyordu, İsrail tarafıyla herhangi bir diplomatik çözümü kabul etmiyordu ve temel hedeflerinden biri Arap devletlerini İsrail'e karşı savaşa zorlamaktı (Morris, 2001, 577).

Dolayısıyla, Hamas'ın kuruluşundan bu yana FKÖ için ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve FKÖ ile İsrail arasındaki barış müzakere sürecine birçok engel çıkardığını söyleyebiliriz. Ancak, FKÖ içindeki bölünme ve İslami hareket Hamas'ın ortaya çıkışına rağmen, FKÖ iki devletli çözümü onaylamış ve Filistin meselesine çözüm bulmak için İsrail ile müzakere sürecine başlamaya hazır olduğunu açıklamıştır. Yaser Arafat, 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etmiş ve İsrail devletini tanımıştır. Bu bağlamda, Yaser Arafat 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etmiş ve İsrail devletini tanımıştır.

2.3.            1988'de Filistin Devleti'nin Kurulması ve Barış Süreci

Hassassian'ın (1997, 83) sözleriyle:

Kasım 1988'de, on dokuzuncu Filistin Ulusal Konseyi Cezayir'de bir bildirge kabul etmek üzere toplandı.

Bağımsızlık ve siyasi bir açıklama. Bu belgelerde, BM'nin 242 ve 338 sayılı Kararları temelinde açık ve öz bir barış stratejisi ortaya konmuştur. Bu FUK, FKÖ'nün İsrail ile siyasi uzlaşmaya varma hedeflerinin açık bir formülasyonunu oluşturmuştur.

1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan bölgesel gelişmeler, FKÖ'yü politikalarını değiştirmeye ve Orta Doğu'daki yeni gerçeklere uyum sağlamaya zorladı. Ancak işgal altındaki topraklardaki Filistin ayaklanması, FKÖ üzerinde yeni bir baskı oluşturdu ve FKÖ, Filistin sorununa bir barış anlaşması ve diplomatik bir çözüm bulmak için politikalarını değiştirmesi ve İsrail ile müzakerelere başlaması gerektiğini fark etti. Daha doğrusu, Cleveland ve Bunton'ın (2009, 477) gözlemlediği gibi: "İntifada'daki Filistinliler adına hareket etme baskısı altında Arafat, FKÖ'nün tutumunu değiştirmek için başarılı bir şekilde çalıştı."

, Cezayir'de düzenlenen 19. Filistin Ulusal Konseyi'nin (FUK) sona ermesinin ardından İsrail devletini tanıdı ve işgal altındaki toprakların bazı kısımlarında Filistin devletinin kurulduğunu ilan etti (Muslih, 1997, 47). 19. FUK toplantısında, FKÖ'nün Orta Doğu'da barışı sağlayabilecek diplomatik bir çözüme ulaşmak amacıyla İsrail devleti ve ABD ile barış müzakerelerine başlamaya hazır olduğu vurgulandı.

Filistin Ulusal Konseyi'nin kararlarına göre, Filistin hareketi 242 ve 338 sayılı Kararları kabul etmiş, İsrail devletini ve İsrail'in var olma hakkını tanımış ve İsrail devletiyle barış sağlamanın bir yolu olarak diplomasiyi benimsemiştir (Muslih, 1997, 48-9). Ayrıca, FKÖ "barış karşılığında toprak takası" ilkesini kabul etmiş ve terörizmin her türlüsünden vazgeçmiştir (Robins, 1991, 80). Arap ülkeleri, Doğu Bloku ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri Filistin devletini tanımıştır.

Ancak Rubin'in de belirttiği gibi (1994, 107), "Batılı devletler iddiayı kabul etmedi ve Moskova'nın tepkisi, yalnızca bağımsızlık ilanını dikkate alarak, FKÖ için özellikle hayal kırıklığı yarattı". Türkiye ise, yeni kurulan Filistin devletini tanıyarak, Batı bloğu içinde bu devleti tanıyan ilk devletlerden biri oldu (Robins, 1991, 80).

İsrail devleti, Türkiye'nin Filistin devletini tanımasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Dahası, İsrail ve ABD hükümetleri Filistin devletini tanımadı ve örgüt İsrail'in var olma hakkını tanıyana ve terörizmi terk edene kadar FKÖ ile herhangi bir diplomatik temas kurmayı reddetti. Son olarak, Yaser Arafat, Aralık 1988'de Cenevre'de yaptığı konuşmada İsrail'i tanıdı ve terörizmi reddetti (Rubin, 1994, x).

Bu bildiri, FKÖ ile ABD arasında bir müzakere turunun başlamasına yol açarken, İsrail hükümeti ABD-FKÖ müzakerelerinden memnun değildi. Morris'e (2001, 608) göre, "Amerikalı ve FKÖ temsilcileri, sonraki haftalarda Tunus'ta birkaç tur görüşme gerçekleştirdi". İsrail hükümeti, işgal altındaki topraklardaki Arap devletleri ve Filistinlilerle müzakerelere başlamaya hazırken, o tarihe kadar FKÖ ile müzakere etmeyi kabul etmemişti.

Dolayısıyla, İsrail'in işgal altındaki topraklar ve Arap devletleri içindeki Filistinlilerle diplomatik bir çözüme ulaşmayı tercih ettiğini ve FKÖ'yü sürecin dışında bıraktığını söyleyebiliriz. Ancak, Amerikan ve Arap baskıları nedeniyle İsrail hükümeti 1989'da bir barış önerisi başlattı. Morris'in (2001, 609) belirttiği gibi: O dönem İsrail Başbakanı olan Rabin,

İsrail'in Ürdünlüler ve Filistinlilerden oluşan ortak bir heyetle ('dış' FKÖ yetkilileri yerine) müzakere etmesini; üç ila altı ay arasında sessiz ve

Batı Şeria ve Gazze'de Filistinli temsilcilerin seçilebileceği 'siyasi' seçimlerin görüşmelerden önce yapılacağı; Camp David Anlaşmaları doğrultusunda görüşmelerin hem geçici 'genişletilmiş özerklik' aşamasına hem de nihai çözüm müzakerelerine olanak sağladığı belirtildi.

Bir yandan, FKÖ, Mısır ve Ürdün, Rabin'in barış önerisini, planın FKÖ'nün müzakerelere katılım fikrini reddettiğini ve yeni kurulan Filistin devletini kabul etmediğini belirterek reddetti (Morris, 2001, 609). Öte yandan, FKÖ, Morris'in (2001, 609) de gösterdiği gibi, alternatif bir öneri sundu:

...seçimler yapılmadan önce İsrail ordusunun en azından kısmi olarak bölgeden çekilmesi; yirmi yedi ay içinde tam geri çekilme taahhüdü; mültecilerin İsrail'deki ve bölgedeki eski evlerine 'dönüş hakkının' kabul edilmesi; ve bağımsız bir Filistin devleti konusunda anlaşmaya varılması.

Rabin'in barış önerisi hiçbir sonuç vermedi. Bu arada, ABD ile FKÖ arasındaki diyalog çıkmaza girmişti. FKÖ'nün iki devletli çözümü kabul etmeye ve terörizmden vazgeçmeye istekli olmasına rağmen, İsrail hükümeti, İsrail lobisiyle koordinasyon halinde, ABD temsilcilerine FKÖ ile müzakere sürecini terk etmeleri için baskı yaptı. Bu arada, müzakere sürecini durdurmak isteyen Filistinli gerillaların İsrailli sivil halka yönelik saldırı girişimi durumu daha da kötüleştirdi (Cleveland ve Bunton, 2009, 477-8). Bu olaydan sonra ABD-FKÖ diyalogları kesildi.

Ancak, İsrail içinde FKÖ ile nihai bir anlaşmaya varılması yönündeki baskılar ve ABD ile Arap ülkelerinin hem FKÖ'ye hem de İsrail'e yönelik baskıları nedeniyle, İsrail ile FKÖ arasında müzakereler başladı. Ayrıca, 1990-1991 Körfez Krizi ve Aralık 1991'de Sovyetler Birliği'nin dağılması gibi küresel ve bölgesel gelişmeler, FKÖ ile İsrail arasındaki müzakere sürecini önemli ölçüde etkiledi.

Körfez krizi sırasında FKÖ, Saddam Hüseyin'in Kuveyt'i işgal etme kararını destekledi. Bu karar nedeniyle FKÖ Arap dünyasında yalnız kaldı ve Arap ülkeleri, Irak işgalini destekleme kararını eleştirdi. Önce Suudi Arabistan, ardından diğer Körfez ülkeleri, Irak'ın Kuveyt'i işgal kararını desteklemesi nedeniyle FKÖ'ye ekonomik yardımlarını askıya aldı (Rolef, 1997, 265).

Dahası, FKÖ'nün kararı uluslararası arenada, özellikle de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve İslam Konferansı'nda önemli etkiler yarattı. 1991'deki BM Genel Kurulu oturumunda, Siyonizmi ırkçılıkla özdeşleştiren karar iptal edilirken, 1991'de Senegal'de düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinde Arap delegeler, geçmişte olduğu gibi, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalinin sona ermesi ve Filistin'in kurtuluşu konusunda bir karar sunmadılar (Rubin, 1994, 186).

Ayrıca, işgal altındaki topraklardaki Filistinliler, devam eden ayaklanma ve Körfez krizi nedeniyle ekonomik sorunlar yaşıyor ve tükenmişlerdi. Sonuç olarak, 1991'de Cezayir'de tekrar düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi toplantısında yeni bir program benimsenmesine karar verildi. Rubin'e (1994, 188) göre: yeni program

BM'nin 242 ve 338 sayılı kararları temelinde bir barış konferansı; Doğu Kudüs de dahil olmak üzere işgal altındaki topraklardan İsrail'in tamamen çekilmesi; barış karşılığında toprak değişimi; İsrail yerleşimlerinin durdurulması; Filistinlilerin ulusal ve siyasal haklarının kabul edilmesi; müzakerelerin ara ve nihai aşamaları arasında güçlü bir bağ; Ürdün ve Filistin arasında bir konfederasyon; ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Filistinlilerin tüm kararlarını almadaki rolü çağrısında bulundu.

Son olarak, FKÖ ile İsrail arasında ilk başta gizli olarak müzakereler başladı ve müzakere süreci rakip tarafların karşılıklı olarak tanınması ve Barış'ın sağlanmasıyla sonuçlandı.

1991 yılında Madrid'de düzenlenen konferansa ve 1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında İlkeler Bildirgesi'nin (Oslo Anlaşmaları I) imzalanmasına kadar uzanıyor.

Cleveland ve Bunton'ın (2009, 502) ifadeleriyle, "... anlaşma İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasında karşılıklı tanınmayı öngörmüş ve Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistin özerkliğinin temellerini atmıştır." DOP'a göre, İsrail güçleri Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden aşamalı olarak çekilecek ve ardından Filistin liderliği bu bölgelerde siyasi yönetimi ele geçirecektir (Cleveland ve Bunton, 2009, 504). Ancak, Cleveland ve Bunton'ın (2009, 504) belirttiği gibi:

... Oslo I bir barış antlaşması değil, aşama aşama nihai bir barış çözümüne yol açacak bir ara anlaşmaydı... İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının meşru temsilcisi olarak tanıdı ve onunla müzakere etmeyi kabul etti. Ancak FKÖ, İsrail'in var olma hakkını tamamen tanımıştı.

3. Türkiye-FKÖ İlişkisi ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi

Daha önce de belirttiğim gibi, İsrail'in bağımsızlığından 1960'ların ortalarına kadar Türkiye-İsrail ilişkileri, başta ABD olmak üzere Batı bloku ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerden etkilenmiştir. Özellikle 1960'ların ortalarında Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit eden bölgesel ve uluslararası gelişmeler, iki ülkenin ikili ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.

Özellikle 1962 Küba Füze Krizi ve 1963-1964 Kıbrıs Krizi, Türkiye'nin Batı bloğundaki konumunu sınamıştır. Bu durum, özellikle Kıbrıs krizi sırasında Batı bloğunda yaşadığı izolasyonun bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve Türkiye ile İsrail arasındaki ikili ilişkileri büyük ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde Türk yetkililer, Arap dünyasının Türkiye'nin ulusal çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu dikkate almışlardır. Dolayısıyla,

1960'lı yılların ortalarından itibaren Türkiye'nin, özellikle Kıbrıs sorununa ilişkin BM Genel Kurulu toplantılarında Arap ülkelerinin desteğini alabilmek amacıyla Arap ülkeleriyle yakınlaşma yoluna gittiği görülmektedir.

Dahası, 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kurulması, iki ülkenin ikili ilişkilerini etkileyen bir diğer gelişmeydi. Bu nedenle, FKÖ'nün kuruluşundan bu yana Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin, özellikle Türkiye ile Filistinliler ve genel olarak Türkiye ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerle iç içe olduğunu söyleyebiliriz. Bu dönemde Arap devletleri, Türkiye'yi İsrail ile ilişkilerini dondurmaya, hatta daha da kötüsü kesmeye zorladı. Arap devletleri, bu amaçları doğrultusunda, Kıbrıs konusunda Birleşmiş Milletler'e verdikleri oyları bile kullanarak Türk makamlarını ikna etmeye çalıştılar (Bengio, 2004, 56).

Türk hükümeti, İsrail ile diplomatik ilişkilerini geliştirmemiş olsa bile, İsrail devletiyle ilişkilerini kesmeyi reddetti. Ancak Arap devletleri, Türkiye'ye İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmesi veya dondurması yönünde baskı yapmaya devam etti ve 1969'da Fas'ta düzenlenen İslam Zirvesi toplantıları sırasında birçok ülke bu konuda Türkiye'ye baskı yaptı (Liel, 2001, 206). Ancak Türk tarafı Arap devletlerinin talebini kabul etmezken, Türk temsilcisi, Arap devletlerinin Arap-İsrail çatışmasını sona erdirmek ve Filistin sorununu çözmek amacıyla İsrail ile barış görüşmeleri başlattığını iddia ederek Türkiye'nin tutumunu güçlendirdi (Liel, 2001, 207).

Daha önce de belirttiğim gibi, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında Türk devleti Arap yanlısı bir politika benimsedi ve Gause'un (2011, 27) belirttiği gibi, "... 1973-74 petrol ambargosundan sonra Türkiye, Arap yanlısı bir politika izleme eğiliminde oldu.

Arap-İsrail meselelerinde Arap tarafıyla alenen”. Öte yandan Türkiye, askeri operasyonlarda herhangi bir rol almamış, bir tarafa veya diğerine askeri yardımda bulunmamış ve Arap devletlerinin İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerini kesme taleplerini reddetmiştir (Bengio, 2004, 74).

Petrol krizinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 1970'lerin başından beri ekonomik sorunlar ve siyasi istikrarsızlık yaşayan Türkiye için durum daha da zorlaştı. Türkiye, ekonomik sorunları ve 1974 Kıbrıs krizi sonrasında Batı'da içine düştüğü yalnızlık nedeniyle Arap devletlerine yakınlaşma yoluna gitti, BM Genel Kurulu toplantılarında Arap devletlerine destek verdi ve Arap-İsrail çatışması ve Filistin meselesiyle ilgili kararlarda Arap devletleri lehine oy kullandı.

Örneğin, Bengio'nun (2004, 74) tanımladığı gibi, "... 1974'te {Türkiye} Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıdı ve 1975'te Siyonizmi ırkçılıkla eşitleyen BM Kararı'na oy verdi". Dahası, 1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan bölgesel ve küresel gelişmelerin Türkiye, İsrail ve FKÖ arasındaki ilişkiler üzerinde önemli sonuçları oldu.

1979 Mısır-İsrail barış antlaşması, Lübnan'daki iç savaş ve sonrasında İsrail'in 1982'de bu ülkeyi işgal etmesi, 1987'de işgal altındaki topraklarda Filistinlilerin ayaklanması ve Filistin devletinin kurulması, FKÖ ile İsrail arasında barış müzakereleri süreci gibi gelişmeler, Türk yetkililerin Arap-İsrail ihtilafına ilişkin yeni bir politika benimsemesine yol açtı.

3.1.                  Bölgesel gelişmeler ve Türkiye-İsrail ilişkileri

Mısır ile İsrail arasında Camp David Anlaşması ve barış antlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, Mısır'ın yalnızlığından faydalanmaya çalıştı ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak için Arap ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Bu dönemde Türkiye, 1975'te Filistin hareketini Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıdı ve 1979'da Türk hükümeti örgüte Ankara'da diplomatik bir ofis açma izni verdi. Bu durum, 1970'lerin sonlarından itibaren Türkiye'nin İsrail ve Arap ülkeleriyle ilişkilerini etkileyen yeni gelişmelerin bir sonucuydu. Liel'in (2001, 192) sözleriyle:

Mescid-i Aksa yangını, Kudüs yasası, Lübnan savaşı -özellikle 1982'de Sayda yakınlarındaki Filistinli mülteci kamplarında yaşanan katliam- Beyrut'un bombalanması ve sonrasında Filistin ayaklanması gibi olaylar, Türkiye-İsrail ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.

İsrail hükümeti, İsrail devletinin başkenti olan Kudüs'ü ilhak etme kararı aldı ve bu karar, Arap devletlerinin yanı sıra Türkiye'den de İsrail'e yönelik birçok eleştiriye yol açtı. Bu kararın ardından Türkiye, İsrail'deki diplomatik temsilciliğini sekreterlik düzeyine indirmeye karar verdi. İki ülke arasındaki ikili ilişkiler, 1980'lerin ortalarına kadar oldukça düşük bir seviyedeydi; ancak bu dönemde iki ülke arasında gizli istihbarat ve askeri ilişkiler vardı (Bengio, 2004, 74-75).

Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail ile diplomatik ilişkilerini düşürmesine rağmen, iki ülke arasındaki istihbarat ilişkilerinin gizli ve istikrarlı kaldığı sonucuna varabiliriz. İsrail hükümeti Lübnan'ı işgal ettiğinde ise, İsrail istihbaratı, FKÖ'nün radikal ve ayrılıkçı güçlerle ilişkileri konusunda Türk hükümetini bilgilendirdi.

ASALA ve THKO gibi hareketler İsrail ordusu tarafından tutuklanarak Türkiye'ye götürülürken (Hale, 2000, 171). Bu bağlamda Türkiye, İsrail'in Lübnan'da soykırım yapmakla suçlandığı BM karar tasarısında, FKÖ'nün ayrılıkçı gruplarla ilişkileri nedeniyle FKÖ lehine oy kullanmamıştır (Aras, 2004, 57).

1980'lerin ortalarından itibaren, İsrail'in Lübnan'daki güçlerini çekmeye başlamasıyla Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler bir kez daha iyileşti (Liel, 2001, 211). Filistin ayaklanmasının patlak vermesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti. Türk yetkililer, İsrail'in Filistinli göstericilere yönelik uygulamalarına karşı çıkarken, Türkiye kamuoyu Filistinli sivilleri destekledi.

Durum, 1988'de Filistin devletinin kuruluşunun ilanının ardından Türkiye'nin yeni bağımsız devleti tanımasıyla daha da kötüleşti. İsrail devleti, Türkiye'nin Filistin devletini tanımasına tepki gösterdi ve bunu, Türkiye'nin 1949'da İsrail'i tanımasıyla karşılaştırdı (Robins, 1991, 80). Ancak bu gelişme, 1980'lerin ortalarından beri iyileşen iki ülke arasındaki ikili ilişkilere zarar vermedi.

Bu arada, Bulgaristan ve Yunanistan sırasıyla 1990 ve 1991'de İsrail ile diplomatik ilişkiler kurdu. Türkiye bu gelişmelerden endişe duydu ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmenin önemini anladı. Son olarak, Aras'ın (2004, 58) belirttiği gibi, "Ankara hem Filistinliler hem de İsrail ile ilişkilerini büyükelçilik düzeyine yükseltti". Bu karar, müzakere süreci sırasında FKÖ ile İsrail arasında Madrid'de düzenlenen 1991 Barış Konferansı'nın bir sonucuydu.

Ancak FKÖ'nün uluslararası gerilla saldırıları, Türkiye içindeki ayrılıkçı ve radikal hareketlerle ilişkileri, Kıbrıs sorunu ve 1974 Kıbrıs krizi konusunda izlediği politikalar, Türk makamlarını rahatsız etmiş ve FKÖ'ye karşı şüphe duymalarına yol açmıştır. FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik politikaları, Türkiye'nin Filistin hareketiyle olan ikili ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.

3.2.            FKÖ'nün Türk ulusal çıkarlarına yönelik politikaları

Daha önce de belirttiğim gibi, Türk yetkililer 1970'lerde ­Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir politika benimsemiş ve Arapları ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü diplomatik düzeyde desteklemişlerdi. Oysa Türkiye'nin İsrail ile diplomatik ilişkilerinde sorunlar var gibiydi. Diğer yandan, iki ülke arasındaki askeri ve istihbarat iş birliği, ikili ilişkilerin çok düşük seviyelerde seyrettiği dönemlerde bile gelişiyordu (Makovsky, 1996, 150).

Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanımış olsa da, FKÖ'nün Türkiye içindeki radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkileri, Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkiler üzerinde önemli bir etkiye sahipti. 1960'lar ve 1970'ler boyunca Türk radikal sol örgütlerinin FKÖ'yü desteklediğini ve bu örgütlerin üyelerinin Ürdün ve Lübnan'daki FKÖ kamplarında eğitim aldığını gözlemleyebiliriz (Bengio, 2004, 75-6 ­).

Saflarında çok sayıda üniversite öğrencisi bulunan radikal sol gruplar, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakın temaslarda bulunuyordu. Radikal sol grupların önde gelen isimlerinden biri Deniz Gezmiş'ti. Deniz Gezmiş, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nun (THKO) liderlerinden biriydi ve Ulus'a (2011, 126) göre, "Deniz Gezmiş, 1969 kışında El Fetih kamplarında askeri eğitim almak için Filistin'e gitti."

İsrail Konsolosu Ephraim Elrom'un İstanbul'da öldürülmesi, Mart 1971 askeri darbesinin ardından Mayıs 1971'de İstanbul'da sokağa çıkma yasağı ve sıkıyönetim ilan edilmesine yol açmıştı (Ulus, 2011, 128). İsrail konsolosunu kaçıranlar, "Elrom'un hayatı karşılığında Türkiye'de gözaltında tutulan tüm devrimcilerin serbest bırakılmasını talep ettiler" (Israeli Leaders Shocked, Outraged at Elrom's Assassination, JTA, 24 Mayıs 1971). Türk yetkililer, kaçıranların taleplerini kabul etmeyi reddetti ve kaçıranları ve İsrail konsolosunu bulmak için bir soruşturma başlattı, ancak herhangi bir sonuç alamadılar.

Raporlara göre, "İstanbul'daki askeri komutan tarafından 15 saatlik sokağa çıkma yasağı ve ev ev arama emri verildi" (İsrailli Liderler Elrom Suikastı Karşısında Şok Oldu ve Öfkelendi, JTA, 24 Mayıs 1971). Soruşturmaların sona ermesinin ardından İsrail hükümeti, Ephraim Elrom'un kaçırılıp öldürülmesinden sorumlu olanları suçladı. Ayrıca İsrail hükümeti, konsolosu bulma çabaları için Türk yetkililere teşekkür etti.

Dahası, Türk yetkililer İsrail konsolosunun kaçırılıp öldürülmesine tepki göstererek sıkıyönetimi uzattı ve radikal sol grupların üyelerini tutukladı. Dahası, Türk hükümeti İsrail konsolosunu öldüren gerillaların Suriye'de Filistin hareketi El Fetih tarafından eğitildiğini iddia etti (Kushner, 1987, 98). Suriye hükümeti bu iddiaları reddetse de, bu olay Türkiye'nin hem Suriye hem de FKÖ ile ikili ilişkilerini olumsuz etkiledi. Bu dönemde askeri hükümet, öğrencileri ve öğretmenleri kovalayıp tutukladı ve onları radikal hareketlere karıştıkları gerekçesiyle suçladı. THKO liderleri tutuklandı ve bir dizi suçlamayla itham edildi. Örneğin, Ulus'un (2011, 128) belirttiği gibi:

Deniz Gezmiş, ABD askerlerinin kaçırılmasını itiraf etti (serbest bıraktılar)

(sağlam) ve iki banka soygunu. Askeri mahkeme, Gezmiş ve on yedi kişiyi 9 Ekim 1971'de idama mahkûm etti.

Bu arada, THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi) üyeleri, İsrail konsolosu Ephraim Elrom'un kaçırılması ve öldürülmesi de dahil olmak üzere çeşitli suçlardan tutuklandı ve yargılandı (Ulus, 2011, 129). İsrail istihbarat servisleriyle iş birliği içinde çalışan Türk yetkililer, FKÖ'nün bu radikal örgütleri desteklediğini ve Lübnan'daki kamplarında eğittiğini bilmekten memnuniyetsizdi. Ancak, 1970'lerin ortalarında Yom Kippur Savaşı'nı izleyen petrol krizi, 1974'te Kıbrıs'a müdahalesinin ardından Batı bloğunda tecrit edilmesi ve ardından gelen Amerikan silah ambargosu, Arap dünyasında müttefiklere ihtiyaç duyulmasına yol açtı.

1974 Kıbrıs krizi sırasında Arap devletleri ve FKÖ, Kıbrıs Rum tarafını destekledi ve Türkiye, Arap devletlerine karşı bir yakınlaşma başlatarak Arap tarafını kendi lehine çekmeye çalıştı. (FKÖ'nün Kıbrıs kriziyle ilgili politikaları üçüncü bölümde analiz edilecektir.) Bu nedenle, Kıbrıs krizinin ardından Türkiye, Kıbrıs sorununda desteklerini kazanmak amacıyla, Arap devletlerinin İsrail ile olan anlaşmazlıkları konusunda uluslararası arenada Arap devletlerini destekledi. Türkiye içinde siyasal İslam'ın ortaya çıkışı da Arap devletlerine yönelik yeni yaklaşımda büyük bir etkiye sahipti. İslami siyasi partinin baskısı altında Türk hükümeti Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirmeye başladı ve BM Genel Kurulu kararlarında Arap tarafı lehine oy kullandı (Harris, 2004, 267).

Bu bağlamda, Robins'in (1991, 79) gözlemlediği gibi, "Ocak 1975'te {Türkiye} Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Filistinlilerin tek sözcüsü olarak tanıdı..." ve aynı şekilde

Türkiye, BM Genel Kurulu toplantısında Siyonizmi ırkçılıkla eşitleyen Karar'ı 1991'de kabul etti (Robins, 1991, 79). Ayrıca, daha önce de belirttiğim gibi, Mısır'ın Arap dünyasındaki yalnızlığından yararlanan Türkiye, Mısır'ın 1978'de İsrail ile Camp David Anlaşması'nı ve 1979'da barış anlaşmasını imzalamasının ardından diğer Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirdi.

Bu dönemde Türkiye, 1979'da FKÖ'nün Ankara'da bir temsilcilik açmasına izin vermiş ve o tarihten itibaren BM kararları doğrultusunda Filistin yanlısı bir politika benimsemiştir (Harris, 2004, 267). Dahası, İsrail hükümeti 1982'de Lübnan'ı işgal etmeye başladığında, Türkiye, İsrail'in Lübnan'ı işgal kararını eleştiren ülkeler arasındaydı.

Ancak Türkiye, özellikle İslami hareketler içindeki iç ve siyasi baskılara rağmen İsrail ile ilişkilerini kesmedi. Dahası, Türk ve İsrail istihbarat servisleri arasındaki iş birliği geçmişte olduğu gibi devam etti ve İsrail'in Lübnan'ı işgali sırasında, İsrail istihbarat servisleri Türk makamlarını FKÖ'nün ayrılıkçı hareketler ASALA ve PKK ile ilişkileri konusunda bilgilendirdi. Ermeni hareketi ASALA'nın üyeleri, Lübnan'daki FKÖ kamplarında eğitim aldı ve Zürcher'in belirttiği gibi (1998, 291), "İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgaline kadar ASALA'nın karargahı Beyrut'taydı."

FKÖ'nün ayrılıkçı PKK hareketi ile ilişkileri, Filistin hareketlerinin Türkiye ile ilişkilerine bir engel daha oluşturuyordu. Nachmani'nin (2003, 15) ifadesiyle, "1984'te Partiya Karkeran Kurdistan (PKK) ayaklanmasının patlak vermesi, Türkiye tarafından Suriye ve FKÖ'nün desteğine bağlandı." Kürdistan İşçi Partisi - PKK

1984 yılında kurulan ve Türkiye'nin iç istikrarını tehdit eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakın ilişkiler kurmuştur. Bengio'nun (2004, 137) belirttiği gibi:

Türk güvenlik yetkililerine göre, bu bağlar 1979 sonlarında Ankara'daki bir FKÖ yetkilisi aracılığıyla kurulmuştu. Daha sonra PKK, önemli sayıda savaşçısını ve lider kadrosunu Lübnan'daki Filistin kamplarına nakletmişti.

PKK gerillaları, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) kamplarında eğitim aldı ve 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgaline kadar orada kaldı. FKÖ'nün Lübnan'dan çekilmesi ve karargahının Tunus'a taşınmasının ardından PKK savaşçıları Suriye'ye gitti. (Bengio, 2004, 137) iddia edildiği gibi:

Suriye, PKK'nın Suriye topraklarında eğitim almasına izin verdi. Suriye'nin ve

Ankara'nın kendi iç işi olarak gördüğü FKÖ ile ilişkileri soğuttu ve Suriye ile yeni bir sürtüşme alanı yarattı.

Ayrıca, 1980'lerin sonlarında Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit eden bir diğer bölgesel gelişme, Türkiye'nin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Arap devletleriyle ikili ilişkilerini etkiledi. 1989'da Bulgar yetkililer, Müslüman Türkleri Bulgaristan'dan sürmeye karar verdi. Hale'nin (2000, 169) belirttiği gibi:

Bulgar yetkililer, 1984'ten itibaren Bulgar Türklerinin Bulgar isimleri almaya zorlandığı veya dini tören yapmalarının engellendiği bir zorunlu asimilasyon ve baskı kampanyası başlattı. Binlerce kişi tutuklanıp hapse atıldı veya zorla iç sürgüne gönderildikten sonra evlerinden koparıldı.

Daha sonra, 1989'da yaklaşık 300.000 Müslüman Türk Türkiye'ye sürüldü. Türkiye, Arap devletlerinin ve FKÖ'nün Bulgaristan'ın politikalarına tepki göstereceğini ve Müslüman Türklerle dayanışma göstereceğini bekliyordu. Ancak ne Arap devletleri ne de FKÖ Bulgaristan'a tepki gösterdi. Bengio'nun (2004, 22) sözleriyle, "Türkiye'nin Arap dünyasından destek çağrısı dikkate alınmadı ve bir dizi talebi karşılamak zorunda kaldı."

Bu mültecilerin sayısı çok fazlaydı. Bu durum Türk makamlarını memnun etmedi ve bölgedeki dengeli politikalarına meydan okudu.

Ayrıca, Körfez krizinin patlak vermesi sırasında, FKÖ'nün Irak'ın Kuveyt'i işgalini Türkiye'nin 1974'teki Kıbrıs müdahalesine benzetmesi nedeniyle Türkiye ile FKÖ arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti. Nachmani'nin (2003, s.23) belirttiği gibi:

Ancak 1990'da, Körfez krizi ve savaşı boyunca Saddam Hüseyin'i hararetle destekledikten sonra, uluslararası toplumun Irak konusundaki ikiyüzlülüğünden şiddetle şikayet eden Arafat oldu. Dünya, Irak'ın 1990'daki Kuveyt eylemleri karşısında ayaklanmıştı, ancak aynı dünya, Türkiye'nin Kıbrıs'taki saldırganlığıyla 1974'ten beri yüzleşmişti. Yunanistan bu benzetmeden keyif alırken, Türkiye'de Irak'a karşı açıklamaları daha da alevlendirdi.

Bu açıklama Türk makamlarını tatmin etmedi ve onları FKÖ liderliğine karşı bir kez daha şüphelendirdi. Türkiye-FKÖ ilişkilerindeki bir diğer engel de FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasında Kıbrıs Rum tarafı lehine izlediği politikalardı. FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs Rum liderliğiyle devam eden ilişkileri durumu daha da kötüleştirdi.

Bölüm 3: Yunanistan, Kıbrıs ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993

Bölüme Giriş

Üçüncü bölümde, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Kıbrıs söz konusu olduğunda Rum tarafı) 1947'den bu yana Arap devletleri ve İsrail ile ilişkileri ele alınmaktadır. Bu bağlamda, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Kıbrıs söz konusu olduğunda yine Rum tarafı) Arap-İsrail çatışması sürecindeki politikalarını, Arap ülkeleriyle (öncelikle Mısır ve Suriye) ikili ilişkilerini, İsrail ile ikili ilişkilerini ve Filistin hareketi - FKÖ - ile olan özel ilişkilerini analiz ediyorum.

Üçüncü bölüm iki kısma ayrılmıştır. İlk kısım, Yunanistan'ın o dönemde Arap devletleri ve İsrail ile ilişkilerini ve Filistin meselesine ilişkin politikalarını incelemektedir. Bu çerçevede, Yunanistan'ın 1947 BM Filistin paylaşım planı sırasındaki tutumunu, çeşitli Arap-İsrail savaşları sırasındaki politikalarını ve Arap devletleri, FKÖ ve İsrail ile diplomatik ilişkilerini inceleyeceğim.

Üçüncü bölümün ikinci kısmında ise, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin (1960) kurulmasından önceki Arap-İsrail savaşları sırasında Kıbrıs Rum Kesimi'nin politikaları, 1974 Kıbrıs krizine kadar Kıbrıs'ın hem Arap devletleri hem de İsrail ile ikili ilişkileri ve Kıbrıs Rum kesimi ile FKÖ arasındaki özel ilişki incelenmektedir. Ayrıca, 1974 krizinden sonra ve FKÖ ile İsrail arasında barış sürecinin başladığı 1990'ların başına kadar Kıbrıs'ın (Rum kesimi) İsrail ve Arap devletleriyle ikili ilişkilerini analiz ediyorum.

Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Rum siyasi partileri ile FKÖ arasındaki bu özel ilişki, Kıbrıslı Rumların ve FKÖ'nün sırasıyla İsrail ve Türkiye ile ilişkileri üzerinde önemli bir etkiye sahipti. Bir yandan da Türk yetkililer,

FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasında ve sonrasındaki politikaları ve Kıbrıslı Rum siyasi partilerle ilişkileri konusunda. Öte yandan, Kıbrıslı Rumlar ile FKÖ arasındaki ilişkiler, Arap-İsrail çatışması konusunda bölge ülkelerinin desteğini almaya çalışan İsrail hükümetini rahatsız etti. İsrailli sivillerin katledilmesinin yanı sıra FKÖ'nün Filistinli üyelerinin öldürülmesi ve Kıbrıs'taki FKÖ ofislerine yönelik saldırılar durumu daha da kötüleştirdi. Dolayısıyla, FKÖ'nün Kıbrıslı Rum siyasi partilerle ilişkilerinin, FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri ve Kıbrıslı Rumların İsrail ile ilişkileri üzerinde önemli bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

Yunan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin Arap-İsrail çatışmasına yönelik politikaları ve Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ikili ilişkileri hakkında literatür eksikliği nedeniyle, araştırmam birincil kaynaklara (özellikle 1974 sonrası Arap devletleri ve İsrail ile ikili ilişkileri hakkında), çoğunlukla Kıbrıs Rum basını ve internet makalelerine dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte FKÖ ve Yaser Arafat ile ilişkileri olan Kıbrıs Rum siyasetçileri ve diğer Filistinli hareketler ve şahsiyetlerle görüşmeler yaptım.

Elbette Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve İsrail ile ikili ilişkileri üzerine literatür mevcut, ancak bunlar oldukça sınırlı. Amikam Nachmani, 1987 tarihli "İsrail, Türkiye ve Yunanistan: Doğu Akdeniz'de Huzursuz İlişkiler" adlı kitabıyla Yunanistan ve İsrail arasındaki ikili ilişkilere ışık tutuyor, Yunanistan'ın Arap-İsrail çatışmasına ve İsrail'in Kıbrıs sorununa ilişkin tutumunu inceliyor. Ayrıca, John Sakkas, "Yunanistan, Kıbrıs Sorunu ve Arap Devletleri, 1947-1974, Soğuk Savaş Döneminde Diplomasi ve Strateji" adlı kitabıyla Yunanistan'ın iki rakip tarafla ikili ilişkilerinin kısa bir tarihsel analizini yapıyor. Ayrıca, ... tarafından yazılan makaleler:

Jacob Abadi, John Sakkas, Levey Zach ve diğerleri, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs tarafı) Filistin hareketi, İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkileri hakkında daha fazla bilgi veriyorlar.

1.   Yunanistan ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993

Bu bölümde Yunanistan'ın Arap devletleri ve İsrail ile ikili ilişkilerini ve özellikle 1960'ların ortası ve 1970'lerde yaşanan çeşitli bölgesel krizlerde Yunan devletinin benimsediği politikaları analiz ediyorum.

Öncelikle Yunanistan, Arap devletleri ve İsrail arasındaki ilişkilerin tarihsel arka planını analiz ediyorum. Bu bağlamda Yunanistan'ın Filistin'in taksim planına karşı oy vermesinin nedenlerini, 1956 Süveyş Krizi sırasındaki politikalarını ve 1966'ya kadar Arap ülkeleri ve İsrail ile ikili ilişkilerini analiz ediyorum. Ayrıca, cunta rejimi sırasında Yunanistan'ın rakip partilerle ilişkilerini inceliyorum. Askeri rejim, 1967-1974 yılları arasında diplomatik olarak Arap yanlısı bir duruş benimsedi. Ancak 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sırasında resmi olarak tarafsız kalmasına rağmen askeri rejim, ABD'ye Yunanistan'daki üslerini kullanma izni verdi. Öte yandan Yunan devleti, BM Genel Kurulu'nda Arap tutumunu destekledi.

Ayrıca, 1974'te askeri rejimin çöküşünden 1990'ların başına kadar Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve İsrail ile ikili ilişkilerini ele alıyorum. Bu dönemde, hem Yeni Demokrasi hem de PASOK hükümetlerinin (özellikle 1980'lerin ortalarına kadar) Arap yanlısı bir tutum benimsediğini ve İsrail ile ilişkilerinde mesafeli durmaya çalıştığını gözlemleyebiliriz. Bununla birlikte, Körfez Savaşı'nın (1990-1991) ortaya çıkması ve İsrail ile FKÖ arasındaki barış müzakereleri süreci, Yunan hükümetlerini Orta Doğu politikalarını yeniden yönlendirmeye zorladı. Yunanistan, bu bağlamda,

1990 yılında İsrail devleti fiilen kuruldu ve İsrail'e bir büyükelçi atandı (Abadi, Jacob, 2000, s.65)

1.1.                  Yunanistan, Arap devletleri ve İsrail, ilk aşamalar, 1947-1966

Daha önce de belirttiğim gibi, Yunanistan 1947'de Filistin'in taksim planına karşı oy kullanan ülkeler arasındaydı. O tarihten itibaren Yunanistan'ın, 1949'da İsrail devletini fiilen tanımasına (Abadi, 2000, 42) rağmen, Arap-İsrail çatışması sırasında Arap yanlısı bir tutum benimsediğini gözlemleyebiliriz. Yunan politikalarına Ortadoğu'da yön veren çeşitli nedenler vardı. Yunanistan çeşitli Arap ülkelerindeki Yunan azınlıklarını korumak istiyordu. Dahası, Yunan devleti Kıbrıs konusunda Arap desteğine ihtiyaç duyuyordu. Ayrıca, Yunanistan'ın Arap devletlerine karşı tutumunun bir diğer nedeni de ekonomik refahı için hayati önem taşıyan ucuz petrole olan ihtiyacıydı (Sakkas, 2007, 1).

Buna karşılık, Yunanistan'ın İsrail ile ilişkileri oldukça düşük bir seviyedeydi ve Nachmani'nin (1987, 90) ileri sürdüğü gibi, "...1949'da kurulan temel bir model, ister iyi ister kötü olsun, en ufak bir değişikliğe uğramadı". Dolayısıyla, Yunan-İsrail ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde düşük bir seviyede olduğunu ve Yunan devletinin İsrail ile ikili ilişkilerini geliştirme niyetinde olmadığını söyleyebiliriz. Dahası, Abadi'nin (2000, 42) belirttiği gibi, "İsrail ve Yunanistan 1952'de konsolosluk ilişkileri kurdu". Ancak Yunan devleti, İsrail'in çok sayıda küresel örgüte katılma talebini, hatta bazı örgütlerin Uluslararası Posta Birliği vb. gibi siyasetle hiçbir ilgisi olmamasını bile desteklemedi (Nachmani, 1987, 91).

Ancak 1956'daki bölgesel bir kriz olan Süveyş Krizi, Orta Doğu'daki güç dengesini değiştirdi ve Yunanistan'ın Mısır'la ilişkilerini zora soktu. 1956'da Mısır

Cumhurbaşkanı Nasır, Mısır ve Süveyş Kanalı'ndaki yabancı şirketleri millileştirmeye karar verdi. Batı, Mısır'daki hayati çıkarlarını etkileyen millileştirme sürecine tepki gösterdi. Millileştirme sürecinden etkilenen ülkelerden biri de, Mısır'da müreffeh bir topluluğa sahip olan Yunanistan'dı. Abadi'nin (2000, 43) belirttiği gibi:

O dönemde, çoğunluğu Mısır'da yaşayan iki yüz binden fazla Yunanlı vardı. Ülkenin gelirlerinin büyük kısmını oluşturan Yunan denizcilik sektörü, sürekli Arap iş birliğine dayanıyordu ve Süveyş Kanalı'ndan serbest geçiş, ülkenin refahı için olmazsa olmaz kabul ediliyordu.

Bu nedenle, Yunanistan'ın Mısır'la ikili ilişkileri o dönemde bazı sorunlar yaşamış ve Yunan hükümeti, Mısır'ın vatandaşlarına yönelik politikalarına tepki göstermiştir. Ancak Yunanistan, millileştirme süreci sonucunda Mısır'la diplomatik ilişkilerini kesmemiş ve Yunan devleti, Ağustos 1956'da Londra'da düzenlenen konferansa katılmayı reddetmiştir (Sakkas, 2012, 58). Bu arada, Süveyş Kanalı'nın millileştirilmesini protesto eden yabancı denizciler ve çalışanlar, Mısır hükümetini bu niyetlerinden vazgeçmeye zorlamak amacıyla Süveyş Kanalı'ndaki işlerinden istifa etmişlerdir.

Aksine, Yunan denizciler ve çalışanlar Süveyş Kanalı'ndaki görevlerinde kalmış ve Süveyş Kanalı hizmetlerinin devamına katkıda bulunmuşlardır (Sakkas, 2012, 62). Ayrıca, İsrail ordusu 1956'da İngiliz ve Fransız birlikleriyle koordineli olarak Mısır'ı işgal ettiğinde, Yunan hükümeti işgali kınamış ve Mısır'ın yanında yer almıştır (Sakkas, 2007, 2). Dolayısıyla, Yunanistan'ın, Yunan azınlığın Mısır'daki millileştirme sürecinden etkilenmiş olmasına rağmen, Mısır'ın üçlü işgalini desteklemediğini gözlemleyebiliriz.

Bununla birlikte, 1950'lerin sonlarında patlak veren bölgesel krizler, Yunanistan'ın Orta Doğu politikalarını zorladı. 1958'deki Irak, Ürdün ve Lübnan krizleri sırasında ABD, Ürdün Kralı ve Lübnan cumhurbaşkanını desteklemek amacıyla Amerikan kuvvetleri için Yunan hava sahasından ve limanlarından serbest geçiş talep etti. Yunan devleti ABD'nin talebini reddetmedi, ancak ABD ordusundan Yunan hava sahasını ve limanlarını mümkün olduğunca gizli kullanmasını istedi (Sakkas, 2012, 75). Bu gerçek, Kıbrıs sorununun ortaya çıkması ve Arap devletlerinden destek ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yunan devleti, Yunanistan'ın sırasıyla Lübnan ve Ürdün'deki Amerikan ve İngiliz operasyonlarına dolaylı olarak katkıda bulunduğunu öğrenirlerse, Arap devletlerinin Kıbrıs sorununda Türkiye'yi destekleyebileceklerinden endişe duyuyordu (Sakkas, 2012, 75).

Bu krizlerin sona ermesinin ardından Yunanistan, 1960'larda da geçmişte olduğu gibi tüm uluslararası platformlarda Arap ve Filistin tarafını desteklemeye devam ederken, İsrail ile ilişkileri soğuk kaldı. Dolayısıyla, Mısır ve Suriye'deki Yunan azınlıklar 1960'larda yeni sorunlarla karşı karşıya kalsa ve bu azınlıkların büyük bir kısmı Arap ülkelerinden ayrılsa da, Yunan devleti Arap ülkeleriyle ilişkilerini dondurmadı. Bu durum, Kıbrıs meselesi ve Yunanistan'ın BM'de Arap desteğine ihtiyaç duymasının bir sonucuydu. Sakkas'ın (2007, 3-4) belirttiği gibi:

1950'lerde Arap devletleri, BM Genel Kurulu'nda Kıbrıs sorununun BM tarafından ele alınması lehine oy kullandılar (Rum-Kıbrıslıların talebi) ve 1960'larda, Kıbrıslı Rumların, cumhurbaşkanı yardımcılığı makamını ve üç kabine koltuğunu Kıbrıslı Türklere ayırarak Türk "azınlığa" ülkenin politikalarında önemli bir söz hakkı veren 1960 anayasasını iptal etme girişimlerini desteklediler. Aralık 1965'te Mısır, Irak ve Suriye, Rum egemenliğindeki Kıbrıs'ın egemenliğini ve dış (Türk) müdahalelerinin yasadışı olduğunu teyit eden 2077 sayılı BM kararını kabul etti.

Ayrıca, 1960'ların başlarında Yunanistan, Arap ülkeleriyle ticaret ve turizm alanlarında çeşitli anlaşmalar imzaladı. Dolayısıyla, bu dönemde Yunanistan ile Arap ülkeleri arasındaki ikili ilişkilerin iyileştiğini, ancak Yunanistan'ın İsrail ile ilişkilerinde mesafeli durmaya çalıştığını gözlemleyebiliriz. Bu durum, albayların askeri darbe yapıp 1974'e kadar Yunanistan'ı kontrol altında tutmalarına kadar devam etti. Yedi yıllık hakimiyetleri boyunca, Orta Doğu'daki bölgesel gelişmeler, Yunanistan'ın bölgedeki politikalarını ve hem İsrail hem de Arap ülkeleriyle ilişkilerini tehdit etti.

1.2.                  Askeri rejim ve bölgesel gelişmeler, 1967-1974

Albaylar darbe yapıp Yunanistan'da liderliği ele geçirdikten sonra, tüm uluslararası platformlarda Arap tarafını desteklemeye devam ettiler (Sakkas, 2012, 168). Ancak Yunanistan'da liderliği ele geçirdikten hemen sonra, Orta Doğu'da yeni bir kriz patlak verdi: 1967 Altı Gün Savaşı. Altı Gün Savaşı patlak verdiğinde, askeri rejim resmi olarak tarafsız kaldı. Ancak Yunan cuntası, ABD ordusuna Yunanistan'daki askeri üsleri kullanma izni verirken, İsrail ordusunun da Rodos Adası'nda helikopterlerine yakıt ikmali yapmasına olanak sağladı (Sakkas, 2004, 252).

Aksine, askeri rejim, BM Genel Kurulu'nun Altı Gün Savaşı tartışmalarında Arap devletlerini desteklemiş ve Araplar lehine, İsrail aleyhine oy kullanmıştır. Bu durum, Kıbrıs sorununda desteğe ihtiyaç duymasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve albayları o dönemde Arap yanlısı bir politika benimsemeye zorlamıştır. Buna rağmen, askeri rejim Arap-İsrail çatışmasında tarafsız görünmeye çalışmış ve geçmişte olduğu gibi Birleşmiş Milletler'de Arap devletleri lehine oy kullanmaya devam etmiştir (Abadi, 2000, 51).

Cuntanın tarafsız politikalarına meydan okuyan bir diğer önemli gelişme ise Filistin gerillalarının Yunanistan içindeki İsrail hedeflerine yönelik saldırılarıydı. 1968'de Filistinli gerillaların bir İsrail uçağına ateş açması ve 1973'te havaalanında yolculara yönelik Filistin saldırısı gibi saldırılar rejime baskı yaptı. İlk olayda (1968'de), Sakkas'ın (2004, 253) ileri sürdüğü gibi: "Ancak cunta saldırıyı kınarken basına Filistinli komandoları 'terörist' olarak göstermekten kaçınmaları talimatını verdi". İkinci olayda, dört sivilin öldüğü ve 53 kişinin yaralandığı 1973 saldırısında, cunta saldırıyı kınadı, ancak "siyasi suç" olarak adlandırmaktan kaçındı (Sakkas, 2012, 170). İsrail hükümeti saldırıya tepki gösterdi ve askeri rejimi Filistinli gerillalara karşı etkisiz önlemleri nedeniyle suçladı (Sakkas, 2004, 253).

Bu olayın ardından askeri rejim havaalanlarındaki güvenliği artırmak için bazı önlemler aldı. Ayrıca Yunan rejimi, tarafsızlığından ödün vermeden İsrail devletiyle ilişkilerini iyileştirmeye çalıştı. Abadi'ye (2000, 53) göre: "1969'da her iki ülkede de diplomatik temsilciler atandı. Her ikisi de büyükelçi rütbesine ve rolüne sahipti. Ancak fiili tanıma yürürlükte kaldı." Ayrıca, Ürdün krizi patlak verdiğinde (1970-1971), ABD Ürdün'e giderken Yunan hava sahasından serbest geçiş talep etti ve askeri rejim bu talebi kabul etti. Bu olaydan sonra ABD, rejime karşı uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı (Sakkas, 2004, 253).

Bununla birlikte, bir başka bölgesel kriz -1973 Yom Kippur Savaşı- cuntanın bölgesel politikalarını sınadı ve onu rakip partilerle ilişkilerini yeniden yönlendirmeye zorladı. Yom Kippur Savaşı, Mısır ve Suriye ordularının İsrail'e eş zamanlı bir saldırı başlatmasıyla 1973'te başladı. Askeri rejim, Altı Gün Savaşı'nda olduğu gibi, resmi olarak tarafsız kaldı. Bu karar, Yunanistan'ın ekonomik istikrarsızlığının bir sonucuydu.

Sorunlar ve ucuz Arap petrolüne olan ihtiyacı. Ancak askeri rejim, ABD ordusuna Atina ve Girit'teki (Souda Körfezi) hava üslerini kullanma izni verdi (Sakkas, 2004, 255).

1974 yılında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios'a karşı düzenlenen askeri darbe ve birkaç gün sonra Türkiye'nin adaya müdahalesinin ardından patlak veren Kıbrıs krizi, Yunanistan'daki askeri rejimin çökmesine yol açtı. Yeni Demokrasi ve PASOK (Pan-Helenik Sosyalist Hareket) hükümetleri, Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ilişkilerini yeniden şekillendirdi. 1980'lerin ortalarına kadar özellikle PASOK hükümetinin, ancak Yeni Demokrasi hükümetinin de Arap yanlısı bir politika benimsediğini gözlemleyebiliriz. Ancak 1980'lerin ortalarından itibaren yeni bölgesel gelişmeler ve Arap devletleri ile İsrail ve sonrasında İsrail ile FKÖ arasındaki barış süreci, Yunan makamlarını rakip partilerle ikili ilişkilerini yeniden gözden geçirmeye zorladı.

1.3.                  Yeni Demokrasi hükümeti, 1974-1981

Askeri rejimin çöküşünün ardından muhafazakâr Yeni Demokrasi Partisi ilk serbest seçimleri kazanarak Yunanistan'da liderliği ele geçirdi. Yeni Demokrasi'nin yeni hükümeti Arap yanlısı bir duruş benimsedi ve İsrail devletini uzak tutarak ulusal çıkarlarını güvence altına almaya çalıştı.

Yunan devletinin, İsrail ile olan çatışmalarında Arap devletlerini desteklemesini gerektiren çeşitli nedenleri vardı. Ucuz Arap petrolüne ve Arap yatırımlarına duyulan ihtiyaç, Arap devletleriyle ticari bağların güçlendirilmesi ve Kıbrıs konusunda BM Genel Kurulu'nda desteğe ihtiyaç duyması (Sakkas, 2007, 5) gibi nedenler, İsrail ile ilişkilerinde herhangi bir iyileşmeyi engelledi. Arap devletleri ve FKÖ ise Kıbrıs konusunda Yunan tarafını desteklemeye devam etti. Dahası,

Arap devletleri ve FKÖ, Türk-Kıbrıs devletinin ilanını tanımadı (Sakkas, 2007, 5) ve bu durum Türk yetkililerini öfkelendirdi.

Aksine, Yeni Demokrasi'nin muhafazakâr hükümeti, İsrail ile ticaret ve kültürel anlaşmalar gibi diğer alanlarda ticari bağlantılar ve anlaşmalar kurma olanaklarını araştırdı. Abadi'nin (2000, 56) sözleriyle, "... iki ülke akademisyen ve bilim insanı değişimini kolaylaştıran bir kültürel anlaşma imzaladı." Ancak Yunan hükümeti, İsrail ile yapılan anlaşmaları gizli tutmak isterken, geçmişte olduğu gibi resmi olarak Arap yanlısı kalmayı tercih etti (Abadi, 2000, 56). Bu bağlamda, Yunan devleti, İsrail ordusunun işgal altındaki topraklardan çekilmesi ve uluslararası toplumun Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tanıması gerektiğini ileri sürerek Mısır ve İsrail arasındaki Camp David Anlaşmaları'nı onaylamadı (Sakkas, 2007, 6).

Öte yandan İsrail, bu dönemde Yunanistan ile ilişkilerini ve diplomatik temsilciliğini geliştirmeye çalıştı, ancak başarılı olamadı. İsrail devleti, Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu'na katılım sürecinden yararlanarak Yunanistan ile ikili ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Bu dönemde, AB üyeleri Yunanistan'a İsrail devletini fiilen tanıması ve İsrail ile ikili ilişkilerini iyileştirmesi için baskı yaptı (Abadi, 2000, 57). Ancak Yunan devleti, İsrail ile diplomatik temsilciliğini geliştirmedi ve Filistin yanlısı sosyalist parti PASOK 1981'deki seçimleri kazandığında, Yunanistan ile İsrail arasındaki ikili ilişkiler soğuk kaldı ve bu durum 1980'lerin ortalarına kadar değişmedi.

1.4.                  Sosyalist - PASOK hükümeti, 1981-1989

Sosyalist parti PASOK 1981'de seçimleri kazandı, hükümeti kurdu ve 1980'lerde Yunan siyasetine hakim oldu. Ancak, sosyalist parti kuruluşundan bu yana Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir duruş benimsemiş olmasına rağmen, Yunanistan'ın 1980'lerin ortalarından itibaren İsrail'e yakınlaştığını gözlemleyebiliriz. Abadi'nin (2000, 57) belirttiği gibi:

PASOK 1981'de iktidara geldiğinde, Papandreu İsrail'e karşı olağanüstü bir karalama kampanyası başlattı ve FKÖ lideri Yaser Arafat'ı örgütünün Atina'daki diplomatik temsilciliğini yükseltme olasılığını görüşmeye davet etti... Arafat Aralık 1981'de Atina'ya geldi ve Papandreu FKÖ'ye İsrail'in sahip olduğu fiili diplomatik statüyü verdi.

Bu karar, İsrail tarafından Yunan hükümetine ve politikalarına yönelik sert eleştirilere yol açtı. 1981'de İsrail hava kuvvetleri Irak'taki nükleer reaktörü imha etti (Nachmani, 1987, 116) ve Yunanistan, Irak nükleer reaktörünün imhasını eleştiren ülkeler arasındaydı. Dahası, İsrail hükümeti 1982'de Lübnan'ı işgal etmeye başladığında, Yunan hükümeti işgali kınadı ve iki ülke arasındaki ikili ilişkiler daha da kötüleşti. Dahası, Nachmani'nin (1987, 116) iddia ettiği gibi, "...Yunanistan bu olayları, düşük tanınırlığını sürdürmek için bahane olarak kullandı."

Buna ek olarak, Yunan hükümeti İsrail işgalini "insanlığa karşı bir suç" olarak nitelendirirken, uluslararası toplumdan İsrail'e ambargo uygulanmasını talep etti (Abadi, 2000, 58). Yunanistan'ın İsrail'e yönelik politikalarının bir sonucu olarak, "...İsrail'in, Yunanistan'ın Lübnan'daki çok uluslu barış gücüne katılımına güçlü bir şekilde itiraz ettiği" ileri sürülmüştür (Abadi, 2000, 58). O dönemde,

Yunanistan ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler çok düşük seviyedeydi ve İsrail'in Lübnan'ı işgaline karşı Yunanistan'da birçok gösteri düzenlendi. Nachmani'ye (1987, 120) göre:

...liman işçileri İsrail bayrağı taşıyan gemileri boykot etti. Yunan gönüllüler Lübnan'da Filistinlilerle birlikte savaşmak için gönüllü oldu ve Yunanistan Başbakanı Margaret Papandreu'nun eşi, Atina'daki İsrail elçiliğinin önünde düzenlenen büyük bir gösteriye başkanlık etti.

PASOK hükümetini Filistin hareketini desteklemeye ve İsrail'e ve Orta Doğu politikalarına karşı bu kadar sert eleştirilerde bulunmaya iten birkaç neden vardı. Yunan hükümeti, Kıbrıs meselesinde ve Türkiye ile Ege Denizi'ndeki anlaşmazlıkta Arap desteğine, Arap devletlerinin yatırımları ve petrol kaynakları şeklinde ekonomik yardıma ihtiyaç duyuyordu (Abadi, 2000, 58). Ayrıca, PASOK ve Yunan Komünist Partisi içindeki siyasetçiler, Yunan devletinin İsrail ile ikili ilişkilerinde herhangi bir iyileşmeye karşıydı (Abadi, 2000, 59). Bu durum, İsrail ile herhangi bir yakınlaşmayı daha da zorlaştırdı. FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasının ardından Arafat'ın Yunanistan'a gelişi, FKÖ'nün Yunan devletiyle ilişkilerini iyileştirirken, Yunanistan'ın İsrail ile ilişkilerini daha da geriletti. Rory Miler'ın (2004, s. 141) belirttiği gibi:

Arafat, 1 Eylül 1982'de Papandreu'nun coşkulu karşılamasıyla geldi. Papandreu, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün 'kahramanca davranışını, zorlu mücadelesini, cesaretini ve özverisini' övdü. Yunan Başbakanı ayrıca ziyareti 'tarihi bir an' ve 'büyük bir onur' olarak nitelendirdi ve 'Filistin halkının tam anlamıyla kendi kaderini tayin etme ve kendi ülkesini ve devletini kurma mücadelesini' desteklemek için elinden gelen her şeyi yapacağına söz verdi.

Arafat ise, Yunanistan'ın Filistin'in kurtuluş mücadelesine uzun süredir verdiği desteği takdir ediyordu (Miler, 2004, 141). FKÖ yetkililerine göre, Yaser Arafat, örgütün İsrail'in Lübnan işgali sırasında izlediği politikalar için Yunan devletine takdirini göstermek ve aynı zamanda FKÖ'nün işgal sırasında Arap politikalarından duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmek için Yunanistan'a gitmişti (Nestor, 1982). Öte yandan İsrail, Yaser Arafat'ın Yunanistan'a gelmesinden rahatsız olmuş ve Yunanistan ile FKÖ arasındaki ilişkilerin iyileştirilmesine karşı çıkmıştı.

Bu gelişmelere ek olarak, 1980'lerin ortalarından itibaren PASOK yönetimindeki Yunan hükümeti İsrail'e karşı bir yakınlaşmaya gitti. Sakkas'a (2007, 7) göre "...PASOK'un Tel Aviv'e karşı daha dostane bir tavır takındığı" dönem de bu dönemdi. Yunan hükümeti bu dönemde İsrail devletiyle kültürel ve ticari anlaşmalar imzaladı (Abadi, 2000, 61), ancak Arap yanlısı politikasından vazgeçmedi. Yunan devleti, bir yandan Arap devletlerini memnun etmemek, diğer yandan da Orta Doğu'daki çıkarlarını güvence altına almak için İsrail devletine karşı yeni yaklaşımında son derece dikkatliydi.

Öte yandan, İsrail hava kuvvetleri Tunus'taki FKÖ karargahına hava saldırısı düzenlediğinde (1985), Yunan hükümeti İsrail saldırısını "... iğrenç bir savaş biçimi olan bir devlet terörizmi eylemi" olarak eleştirdi (Abadi, 2000, 62). Ancak bu gerçek, iki devlet arasındaki ikili ilişkilerin iyileştirilmesine engel teşkil etmedi. Aksine, 1987'deki Filistin ayaklanması, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin iyileştirilmesine engel teşkil etti. Ayaklanma sırasında Yunanistan, Filistin halkını destekledi ve İsrail politikalarına karşı protesto gösterisinde bulundu. 1989 seçimlerinden sonra Yeni Demokrasi'nin kazanıp hükümeti kurmasıyla Yunanistan'ın İsrail ile ilişkileri hızla iyileşti.

1.5.             Yeni Demokrasi hükümeti ve Arap-İsrail anlaşmazlığı, 1989-

1993

Yeni Demokrasi hükümeti, 1990 yılında İsrail devletini fiilen tanımaya karar verdi ve Tel Aviv'e büyükelçi atadı. İki ülkenin ikili ilişkileri gelişiyordu; hatta Yunanistan geçmişte olduğu gibi Arap devletlerini desteklemeye devam ediyordu (Abadi, 2000, 65). Dahası, Yunanistan'ın çeşitli Arap ülkeleri ve FKÖ ile ilişkileri bozulmadan kaldı ve Arap devletlerinin çoğu Kıbrıs konusunda Yunan ve Rum tarafını destekledi. Sakkas'ın (2007, 8) da belirttiği gibi:

Arap dünyası, ne BM'de ne de İslam İşbirliği Teşkilatı'nda Kıbrıslı Türklerin ayrı bir ulusal kimlik talebini kabul etti... Birçok Arap devleti ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Kıbrıslı Rumlarla dostane ilişkiler içindeydi ve Kıbrıs Rum hükümetini adadaki tek meşru yönetim olarak tanıyordu. Bu durum, yalnızca Yunanistan ve Kıbrıs'ın Arap yanlısı tutumundan değil, aynı zamanda Türkiye'nin Suriye ve Irak ile kötü ilişkilerinden de kaynaklanıyordu.

Dolayısıyla, Yunanistan'ın İsrail ile ilişkilerinin iyileştirilmesinin önündeki en büyük sorunlardan birinin Türkiye ile Kıbrıs anlaşmazlığı olduğunu söyleyebiliriz. Her iki ülke de Kıbrıs anlaşmazlığında Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerini iyileştirmeye ve onların desteğini almaya çalıştı. Ancak Arap devletlerinin ve Filistin hareketinin çoğunluğu Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafının yanında yer aldı. Türkiye, Arap devletleri ve FKÖ'nün Yunanistan ile ilişkilerinden memnun değildi. Türkiye'nin FKÖ ve Arap devletleriyle ilişkilerinin önündeki bir diğer engel de Kıbrıs meselesiydi. Arap devletleri ve FKÖ'nün Kıbrıs meselesine ilişkin politikaları, 1974 Kıbrıs krizinden sonraki politikaları ve Kıbrıs Rum tarafıyla ikili ilişkileri,

Türkiye. Bir sonraki bölümde, Kıbrıs faktörünün Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkileri ne ölçüde etkilediğini anlamak amacıyla, Kıbrıs Rum liderliğinin Arap devletleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerini inceleyeceğim.

2.   Türkiye'nin İsrail ve FKÖ ile ilişkilerinde Kıbrıs faktörü

Kıbrıs ve Kıbrıs meselesi, Türkiye'nin bölgesel ve küresel politikaları ile Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ikili ilişkilerinde en büyük sorunlardan birini teşkil ediyordu. Arap devletleri ve Filistin hareketi (1964'teki kuruluşundan bu yana), Kıbrıs meselesinin 1950'lerin ortalarında ortaya çıkmasından bu yana Kıbrıs Rum tarafını desteklemiş, bu durum Türk makamlarını memnun etmemiştir.

Bu bölümde, 1950'lerin ortalarından itibaren Rum-Kıbrıs liderliği ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerin tarihsel kökenlerini ve 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar bölgesel krizler sırasındaki politikalarını analiz ediyorum. Ayrıca, 1974 Kıbrıs krizine kadar Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Arap devletleri, İsrail ve FKÖ ile ikili ilişkilerini analiz ediyorum. Bu çerçevede, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sırasında Kıbrıs'ın politikalarını ve 1964 ve 1974 Kıbrıs krizleri sırasında Arap devletleri, İsrail ve FKÖ'nün benimsediği politikaları analiz ediyorum.

Ayrıca, 1974 krizi sonrasında Kıbrıs Rum tarafının Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerini ve BM'de aralarındaki destek alışverişini sunuyorum. Arap devletleri ve FKÖ, Kıbrıs konusunda geçmişte olduğu gibi Kıbrıs Rum tarafını desteklemeye devam ederken, Kıbrıs Rum liderliği geçmişte olduğu gibi Arap ve ­Filistin yanlısı politikasını sürdürdü. Türkiye ve İsrail, sırasıyla Arap devletlerinden (FKÖ) ve Kıbrıs Rum liderliğinden (Rum liderliği) memnun değildi. Türkiye'nin Arap devletleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerinde, Kıbrıs sorununa ilişkin politikaları nedeniyle gerginlikler yaşandı.

Ayrıca, Kıbrıs Rum Kesimi'nin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile olan özel ilişkisi, İsrail ile ikili ilişkilerinin iyileştirilmesinin önünde engel teşkil ediyordu.

Kıbrıslı Rumların Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ilişkilerine dair literatür eksikliği nedeniyle, araştırmam ağırlıklı olarak Kıbrıs Rum basınındaki makalelere ve bazı internet sitelerindeki makalelere dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte Filistin hareketiyle sıcak ilişkileri olan üç Kıbrıslı Rum siyasetçiyle röportajlar yaptım.

 2.1. Kıbrıs'ın Araplar ve İsrail ile ilişkilerinin tarihsel arka planı

Kıbrıs'ın Arap ve Yahudi halklarıyla ilişkileri antik çağlardan beri uzun bir geçmişe sahiptir. Kıbrıs, Orta Doğu'ya yakınlığı ve Doğu Akdeniz'de bir ada olması nedeniyle o dönemden itibaren en önemli ticaret merkezlerinden biriydi. Bu nedenle Kıbrıs, o dönemden itibaren Yahudi ve Arap halklarıyla yakın ticari ilişkiler kurmuştur. Bu durum, Kıbrıs'ın ilk dönemlerinden 19. yüzyılın sonlarına kadar çeşitli krallıklar ve imparatorluklar tarafından fethedilmesinin bir sonucudur .

Kıbrıs, 1878'den beri İngiliz yönetimi altındaydı ve 1914'ten itibaren İngiliz İmparatorluğu'nun mandası haline geldi. Dahası, İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudi Avrupa'dan ayrılarak Kıbrıs'a gitti ve oradan Filistin'e göç etmeye çalıştı (Tel Aviv'deki Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği, son ziyaret 28/11/2014). "1946-49 yılları arasında tahminen 53.000 Yahudi, İngilizler tarafından Kıbrıs'taki kamplarda alıkonuldu ve burada Kıbrıs halkından teselli ve dayanışma gördüler" denildi (Tel Aviv'deki Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği, son ziyaret 28/11/2014).

Kıbrıslı Rum siyasetçi Doni Christofini ile yaptığı bir röportajda [*], AKEL'in çabalarından bahsederek bu gerçeği doğruladı. "O dönemde AKEL, Nazi kamplarından kaçıp yasadışı yollarla Kıbrıs'a gelen ve Britanya İmparatorluğu tarafından başka bir kampa yerleştirilen Yahudi halkının Kıbrıs'tan kaçıp Filistin'e yerleşmesine yardımcı oldu. AKEL olarak, Nazi Almanyası'nın kurbanı olan bu insanların antifaşist olduğuna inandığımız için Yahudi halkını destekledik."

Ancak bu durumda bile, Kıbrıslı Rum siyasi ve dini liderlik, 1960'ta Kıbrıs'ın bağımsızlığından önce bile, çeşitli Arap-İsrail savaşları sırasında Arap yanlısı bir politika benimsedi. 1948'deki ilk Arap-İsrail savaşı sırasında, Donis Christofinis'in de belirttiği gibi, "AKEL, İsrail devletinin tek taraflı ilanını ve 1948 savaşının sona ermesinden sonra Filistin halkının anavatanlarından zorla sürülmesini kınadı." 1956 Süveyş krizi sırasında Kıbrıs, Mısır'a karşı düzenlenen operasyonlarda İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından askeri üs olarak kullanıldı (Pavlides, 1978, cilt A, 451).

Bu arada, Britanya İmparatorluğu, Kıbrıslı Rumların Yunanistan ile birleşme talebi nedeniyle Kıbrıs'ta sorunlarla karşı karşıyaydı. 1955-1959 yıllarında Kıbrıslı Rumlar, Büyük Britanya'yı Kıbrıs'tan ayrılmaya zorlamak ve Yunanistan ile birleşmeyi sağlamak amacıyla EOKA (Ethniki Organosis Kyprion Agoniston - Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) adı altında silahlı bir mücadele başlattı. Savunulan görüş (Sakkas, 2012, 62):

İngiliz ve Fransız operasyonları sırasında Mısırlılar arasında koordinasyon vardı.

İstihbarat servisleri ve EOKA. Kıbrıs, İngiliz-Fransız işgali sırasında bir harekât üssü olarak kullanıldığından, Nasır, EOKA lideri Grivas'tan adadaki İngiliz ve Fransız birlikleri, askeri gemileri ve uçakları hakkında bilgi alışverişinde bulunmasını istedi.

O dönemde, Kıbrıslı Rum milliyetçi hareketi adadaki İngiliz varlığına yönelik saldırılarını artırdı. Sonuç olarak, Eylül ayında (1956) bir saldırıda Kıbrıslı Rum milliyetçi hareketi, Akrotiri'deki İngiliz üssünün havaalanını yok etmeyi başardı (Sakkas, 2012, 63). Taki Hadjidemetriou ile bir röportaj yaptığımda [†], Kıbrıslı Rum siyasetçi bu olayları doğruladı ve İngiliz uçaklarının da patlatıldığını iddia etti. Nitekim, şöyle diyor:

“O dönemde, Kıbrıs Rumlarının (Yunanistan ile bağımsızlık ve birlik) mücadelesi ile Mısır arasındaki ilişkiler ve Yunanistan'ın Mısır ile ikili ilişkileri gelişiyordu. Bunun nedeni, bir yandan Yunan denizcilerin Süveyş Kanalı operasyonlarının devamına katkıda bulunması, diğer yandan EOKA'nın Kıbrıs'taki İngiliz üslerini ve varlığını hedef almasıydı. Dahası, Kıbrıs Rum milliyetçi hareketi, İngiliz uçaklarının patlatılmasını başlatarak Mısır halkıyla dayanışmasını göstermişti.”

Rum-Kıbrıs liderliği ile Mısır arasındaki ikili ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunan bir diğer önemli gelişme ise 1955 yılında Endonezya'da (Bandung) düzenlenen Afrika ve Asya Devletleri Konferansı'ydı. Kıbrıs Başpiskoposu Makarios konferansa katılmış ve Mısırlı yetkililerle özel görüşmelerde bulunmuştu.

Çeşitli ülkelerin siyasi liderleri. Ker-Lindsay'in (2008, 537) belirttiği gibi, "Makarios orada adanın yeni başlayan kendi ­kaderini tayin kampanyasına destek sağlamaya çalıştı." Makarios'un temas kurduğu liderlerden biri de Nasır'dı.

Nasser ve Makarios arasında samimi ve güçlü bir ilişki vardı (Ker-Lindsay, 2008, 537).

O dönemden bu yana, Kıbrıs Rum liderliği ile Arap devletleri, özellikle de Mısır ile ilişkilerin hızla iyileştiğini gözlemleyebiliyoruz. Bandung'daki Afro-Asya Konferansı'nın sona ermesinden hemen sonra Makarios, Mısır'ı ziyaret ederek Mısır cumhurbaşkanı ile görüştü. Görüşmeler sırasında Makarios, Kıbrıs sorunu konusunda Mısır'dan destek istedi ve Nasır da Mısır'ın Kıbrıs Rumlarının kendi kaderini tayin talebine verdiği desteği yineledi (Pavlides, 1978, 297). 1956 Süveyş krizi sırasında Makarios, Nasır'ın yanında yer aldı ve Mısır'ın üçlü işgaline karşı çıktı. Krizin sona ermesinden sonra, "...Makarios Arap devletlerine desteğini açıkladı" (Mallinson, 2005, 51). Makarios ile Nasır ve Kıbrıslı Rumlar ile Mısır arasındaki ilişkiler o dönemden bu yana istikrarlı bir şekilde iyileşti.

2.1.                  Kıbrıs Cumhuriyeti ve Arap-İsrail çatışması, 1960-1974

Ağustos 1960'ta Kıbrıs bağımsızlığını kazandı ve Başpiskopos Makarios ilk cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük ise ilk cumhurbaşkanı yardımcısı olarak seçildi. Cumhurbaşkanı Makarios, Arap-İsrail çatışmasında geçmişte olduğu gibi Arap yanlısı olmaya devam etti ve Soğuk Savaş'ta taraf tutmaktan kaçındı.

Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Makarios ilk resmi ziyaretini 1960 yılında Yunanistan'a değil Mısır'a gerçekleştirmiş (Ker-Lindsay 2008, 537), aynı zamanda Eylül 1961'de Belgrad'da düzenlenen Bağlantısızlar Hareketi'nin ilk konferansına katılmıştır (O'Malley ve Craig, 2001, 89). Bunun sonucunda Kıbrıs, Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi olmuştur.

Hareket, Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin itirazlarına rağmen devam etti. Takis Hadjidemetriou ise kendi cephesinden, "Fazıl Küçük'ün (o zamanki Cumhurbaşkanı Yardımcısı) bazı çekinceleri olmasına rağmen, Makarios'un niyetlerine veto koymadığını" iddia etti.

İsrail devleti, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana, yeni devletle tam diplomatik ilişkiler kurmak istiyordu. İsrail'in Kıbrıs ile ilişki kurmak istemesinin birkaç nedeni vardı. İsrail, Orta Doğu'da izole edilmiş ve düşman devletlerle çevriliydi. Dahası, İsrail devleti Kıbrıs ile normal ilişkilerin Türkiye ve Yunanistan ile ikili ilişkilerinin gelişmesine yol açabileceğini düşünürken, İsrail Kıbrıs ile ticari bağlantılar kurmayı arzuluyordu (Levey, 2003).

Arap devletleri, İsrail'i tanımaması ve İsrail devletiyle diplomatik ilişki kurmaması için Kıbrıs ve Makarios'a baskı uyguladı. Arap baskıları, Kıbrıs'ın İsrail devletini tanımasının önünde bir engel teşkil etse de, başka engeller de vardı. Levey'e (2003) göre:

Ancak İsrail'in Lefkoşa'daki diplomasisini engelleyen dört temel engel vardı: Yunanistan hükümetinin İsrail'e yönelik tutumu, Mısır'daki Rum diasporasının (ayrıca Rum diasporası da vardı) durumu, Kıbrıs Rum toplumunun Atina ile özdeşleşmesi ve bu toplumun lideri Başpiskopos Michael Mouskos Makarios'un tutumu.

İsrail devleti, Makarios'a İsrail ile tam diplomatik ilişkiler kurması için baskı yapmak amacıyla Türkiye ve Kıbrıs Türk toplumuna baskı uyguladı. Mısır da Kıbrıs'ın İsrail'i tanımaması için yoğun baskılar uyguladı. Levey'in (2003) iddia ettiği gibi, Kıbrıs'ın İsrail devletini tanımasını engellemek için, "Mısırlılar, Kıbrıs'ın İsrail'in bir büyükelçilik açmasına izin vermesi durumunda, tüm

Arap ülkelerindeki pazarlar Kıbrıs ticaretine kapatılacaktı”. Ancak, bu doğru değildi dava.

Taki Hadjidemetriou'ya göre, "İsrail Kıbrıs'ta bir büyükelçilik açmış olsa da, Arap ülkeleriyle ilişkilerimiz kesilmedi ve sıcak ve samimi kaldı." Vassos Lyssarides [‡]de bu iddiaları yalanlayarak, "İsrail başından beri diplomatik ilişkiler kurmak için acele etti. Öte yandan Cumhurbaşkanı Makarios, Mısır temsilcisini (Mısır ile gerginliği önlemek için) ilk önce bekliyordu. Bu nedenle, Arap ülkelerinden herhangi bir tepki geleceğini sanmıyorum, çünkü Kıbrıs'ın BM'nin tüm üye devletlerini tanıması gerekiyordu." dedi.

1963-1964 Kıbrıs krizinin ortaya çıkışına kadar durum aynıydı.

Cumhurbaşkanı Makarios, 1963 yılında Kıbrıs Türk toplumu tarafından kabul edilmeyen anayasa değişiklikleri önerdi. Bunun sonucunda Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında iki toplumlu çatışmalar başladı. Bu dönemde Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunu korumak için Kıbrıs'a müdahale etmekle tehdit etti. ABD ve Sovyetler Birliği'nin yoğun baskıları sonrasında Türkiye adaya müdahale etmedi ve iki toplum arasında müzakereler başladı.

Arap devletleri kriz sırasında BM Genel Kurulu'nda Kıbrıs Rum tarafını ve Yunanistan'ı destekledi. Krizin sona ermesinin ardından Makarios, Arap ülkelerinden (başta Mısır ve Suriye olmak üzere) ve Bağlantısızlar Hareketi'nden yardım istedi. Sonuç olarak, O'Malley ve Craig'e (2001, 121) göre:

Makarios… 47 bağımsız ülkenin katıldığı bir konferansı zaferle ikna etmişti.

Kahire'nin, adanın dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın kendi geleceğini özgürce belirleyebilmesi gerektiği görüşünü desteklemesi.

*

Makarios ayrıca Arap ülkelerinden, özellikle Mısır ve Suriye'den askeri yardım talep etti. Mısır ve Suriye, Makarios'un askeri yardım talebini kabul etti. Vassos Lyssarides, "Suriye'den sınırlı bir askeri yardım vardı" dedi. Takis Hadjidemetriou, "Arap devletleri, özellikle de bize sınırlı askeri yardımda bulunan Mısır, davamızla dayanışma gösterdi" dedi. Bu arada Kıbrıs, Sovyet füzeleri satın aldı ve füzeler gizlice Mısır'a transfer edildi ve füzeler Kıbrıs'a nakledildi. Ancak yoğun baskıların ardından Sovyet füzeleri Mısır'da kaldı (Sakkas, 2012, 157). Dahası, O'Malley ve Craig'in (2001, 121) belirttiği gibi:

Klerides daha sonra Mısırlıların, Süveyş krizi öncesinden beri Sovyetlerin tedarik ettiği karadan havaya füzeler, tanklar ve toplar da dahil olmak üzere Doğu Bloku silahlarının kullanımı konusunda Kıbrıslı Rumlara eğitim verdiğini itiraf etti.

Dahası, Kıbrıs, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları boyunca Arap devletlerini desteklemiştir. 1967 Altı Gün Savaşı sırasında, "Cumhurbaşkanı Makarios, Dışişleri Bakanı Spiros Kiprianu aracılığıyla Arap devletlerine destek mesajını göndererek, Kıbrıs'ın İsrail saldırganlığına karşı Arap devletleriyle dayanışmasını ifade etmiştir" (Makarios'un Nasır'a dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi, 7 Haziran 1967, Yunanca, 1). Ayrıca, diğer Kıbrıs Rum siyasi partilerinin liderleri de Arap devletleriyle dayanışmalarını ve İsrail politikalarına karşı çıktıklarını ifade etmişlerdir.

Kıbrıs'ta İsrail işgalini kınayan büyük gösteriler düzenlendi (Makarios'un Nasır'a dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi, 7 Haziran 1967, Yunanca, 7). Yerel halk ve gençlik örgütleri de gösterilere katılarak Arap devletleriyle dayanışmalarını gösterdi. 1970-1971 yıllarında bir başka bölgesel kriz patlak verdi: Ürdün iç savaşı, yani Ürdün ordusu ile Filistin hareketi arasındaki savaş. Ürdün iç savaşı sırasında Kıbrıs hükümeti Filistinlilere manevi destek verdi.

Bu durum, Kıbrıs'ın Arap-İsrail çatışmasına ilişkin politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Vassos Lyssarides'e göre:

"Genel olarak Kıbrıs daha Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum siyasi partileri, Filistin halkını diğer tüm Arap devletlerinden daha fazla destekledi."

Aynı durum 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında da yaşandı. Yom Kippur Savaşı sırasında Kıbrıs yönetimi Arap devletleriyle dayanışma içinde olduğunu ifade etti. Dahası, Kıbrıs'ta yerel halk tarafından İsrail'e karşı büyük gösteriler başlatıldı. Bu gösterilere siyasi partiler, gençlik örgütleri ve siviller katılarak Arap devletleriyle dayanışmalarını gösterdiler. O dönemde ABD, İsrail'e askeri yardım sağlamak amacıyla Kıbrıs hükümetinden İngiliz hava üslerini kullanma izni istedi; ancak Makarios hükümeti bu talebi reddetti (Sakkas, 2012, 196). İngiliz hükümeti ayrıca Amerikan kuvvetlerinin İngiliz üslerini kullanmasını da reddetti.

2.2.                  1974 Kıbrıs krizi, Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail

1974 yazında, Doğu Akdeniz'deki istikrarı tehdit eden yeni bir bölgesel kriz patlak verdi. 15 Temmuz 1974'te, Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu, Yunan komutanlarla işbirliği yaparak, Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios'a karşı askeri darbe düzenledi. Harris'in (2004, 266) belirttiği gibi:

Makarios'un devrilmesiyle Kıbrıs Anayasası açıkça ihlal edilmişti ve bu durum Atina'nın adayı yönetmesi ve Türkiye çıkarlarına zarar verecek şekilde enosis'i (Yunanistan'la birleşme) gerçekleştirmesi olasılığını ortaya çıkarmıştı.

Kıbrıs Anayasası'na göre garantör ülke olan Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunu korumak amacıyla 20 Temmuz'da müdahalede bulundu . Müdahalenin ardından Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs temsilcileri arasında ihtilafa bir çözüm bulmak için müzakereler başladı. Ancak müzakere süreci sona erdi.

14-16 Ağustos 1974 tarihleri arasında Türkiye, Kıbrıs'ın kuzey kısmını (Kıbrıs topraklarının yaklaşık %37'si) işgal ederek adaya bir müdahale daha yaptı. Uluslararası toplum, Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesine tepki gösterdi ve Harris'in (2004, 266) belirttiği gibi:

Ne yazık ki Türkiye açısından, ilk operasyon uluslararası toplum tarafından Atina'daki cuntanın genel olarak nefretle karşılandığı bir durum olarak kabul edilirken, demokratik güçlerin devreye girmesinden sonra gerçekleştirilen ikinci dalga operasyon dış dünya tarafından hiçbir zaman meşru olarak kabul edilmedi.

Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi, Batı'da yalnızlaşmasına ve ABD'nin silah ambargosuna (1979'a kadar) yol açtı. Batı'daki yalnızlaşmasının bir sonucu olarak Türkiye, Sovyetler Birliği, Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakınlaşmaya gitti. Ancak FKÖ, Kıbrıs konusunda Türk tarafını desteklemedi ve bu durum Türk makamlarını memnun etmedi. Donis Christofinis'in de belirttiği gibi, "Öte yandan Filistin hareketi ve Filistin halkı, Arap dünyasında bizim tarafımızın {Kıbrıs Rum tarafı} birincil destekçisiydi/destekçisidir. Bunun nedeni, Kıbrıs Rum liderliği, AKEL ve Kıbrıs Rum sivil halkının Filistin hareketini ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini her zaman desteklemiş olmasıdır." Dahası, Aras'ın (2004, 56) da belirttiği gibi:

FKÖ, Türk askerinin Kıbrıs'ta bulunma hakkının olmadığı ve derhal geri çekilmesi gerektiği yönündeki Rum tarafının tutumunu her zaman desteklemiş, Mayıs 1976'da İstanbul'da toplanan Yedinci İslam Dışişleri Bakanları Konferansı'nın kararlarını onaylamamış, Türk tarafını desteklemiştir.

Bununla birlikte, Arap devletlerinin 1970'lerin ortalarından bu yana bölünmüş olması nedeniyle, çoğunluğunun Kıbrıs sorununda Kıbrıs Rum tarafının tutumunu desteklediğini söyleyemeyiz. Takis Hadjidemetriou'nun da belirttiği gibi, "Kıbrıs krizinden sonra Arap tepkileri

1974'teki durum, Türkiye ile ikili ilişkilerine bağlıydı. Örneğin, Suudi Arabistan'ın Kıbrıs {Rum-Rum tarafı} ile günümüze kadar hiçbir diplomatik ilişkisi yoktu; hatta Kıbrıslı Rumların Suudi Arabistan ile ekonomik bağları olduğu gerçeği bile... Kıbrıs {Rum-Rum tarafı} ise, Türkiye'ye düşman bir devlet olan Suriye ile samimi ve sıcak ilişkiler içindeydi. Öte yandan Vassos Lyssarides, "Ne Arap devletleri ne de FKÖ, Türk-Kıbrıs'ın ayrı bir devlet ilanını tanımadı" iddiasında bulunuyor.

Türkiye'nin Türkiye lehine müdahalesi sırasında İsrail'in rolüne dair doğrulanmamış bazı haberler de vardı (Sakkas, 2012, 203). Kıbrıslı Rum siyasetçiler ise böyle bir durumun söz konusu olmadığını savundu. Takis Hadjidemetriou'ya göre, "O dönemde İsrail'in askeri darbeye dair herhangi bir kanıt veya makale bulmak için bir araştırma yaptım, ancak başarılı olamadım. Jerusalem Post, askeri darbeden yalnızca bahsetti ve daha fazla ayrıntı vermedi. İsrail'e karşı şüphelerimiz Arap yanlısı politikamızdan kaynaklanıyordu. İsrail'i baş düşmanlarımızdan biri olarak görüyorduk."

2.3.                  Rum-Kıbrıs'ın Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail ile ikili ilişkileri, ­1975-1994

Kıbrıs krizinin ardından, Kıbrıs Rum liderliği Arap-İsrail anlaşmazlığına ilişkin Arap ve Filistin yanlısı politikalarını sürdürdü. 1974 krizinden sonra Türkiye, Arap devletlerinin desteğini kazanmak için onlarla yakınlaşma yoluna gitti. Daha sonra, Kıbrıs Türk liderliği adanın kuzeyinde ayrı bir devlet kurulduğunu ilan ettiğinde, Türkiye Arap devletlerini Türk-Kıbrıs devlet ilanını tanımaya ikna etmeye çalıştı. Ker-Lindsay'in (2008, 538) belirttiği gibi:

Kıbrıslı Türklerin İslam Konferansı Örgütü'ne (İKÖ) tam üyeliğini güvence altına almak için özel çabalar sarf edildi. Bunu önlemek için Kıbrıs hükümeti, güçlü ilişkiler geliştirdiği Orta Doğu'daki Müslüman devletlerin yardımını almaya çalıştı. Bu nedenle hem Ankara hem de Lefkoşa bölge genelinde yoğun lobi faaliyetleri yürüttü. Kıbrıs Rum tarafının çabaları daha başarılı oldu.

İsrail hükümeti 1970'lerin ortalarında işgal altındaki topraklarda yeni yerleşim birimleri inşa etmeye başladığında, Kıbrıslı Rum liderler bu politikaya karşı çıktılar. Bu arada, Kıbrıslı Rum siyasetçiler, Kıbrıs ve Filistin meseleleri hakkında görüş alışverişinde bulundukları FKÖ üyeleriyle temaslarda bulundular. Bu görüşmeler sırasında FKÖ, Kıbrıslı Rumlara Filistin meselesindeki destekleri için teşekkür etti ve Kıbrıs meselesine verdikleri desteğin devam edeceğine dair güvence verdi.

FKÖ, 1977 yılında Sol Komünist siyasi partisi AKEL'i Beyrut'a davet etti. Burada FKÖ ve AKEL liderleri bir araya gelerek bölgesel gelişmeler hakkında fikir alışverişinde bulundular (AKEL ve FKÖ ortak bildirisi, Haravgi gazetesi, 10 Şubat 1977, Yunanca, 1). Ayrıca AKEL, FKÖ liderlerini Kıbrıs'a davet etti. Burada da iki parti bir araya gelerek dayanışmalarını dile getirdiler (Aynı düşman ve aynı mücadele…, Fileleftheros gazetesi, 4 Ekim 1977, Yunanca, 10).

Ayrıca, Kıbrıslı Rum örgütleri ve siyasi partileri, İsrail'in 1978 ve 1982 yıllarında Lübnan'ı işgali sırasında Filistin halkına dayanışma ve desteklerini ifade ettiler. Bu dönemde Kıbrıslı Rum örgütleri, Filistin ve Lübnan halkına ekonomik ve maddi yardımlarda bulundu. Bu arada, Kıbrıslı Rum siyasi partileri, bireyler ve örgütler,

Mısır ile İsrail arasında 1979'da imzalanan barış anlaşmasına itiraz. Raporlara göre, siyasi partilerin çoğu Mısır-İsrail barış anlaşmasını suçladı ve Mısır Cumhurbaşkanı'nı Arap dünyasına ihanet etmekle suçladı (AKEL'in FKÖ'ye dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi, 27 Mart 1979, Yunanca 1, 7).

İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali sırasında, Kıbrıslı Rum siyasi partiler, İsrail politikalarına karşı duruşlarını dile getirirken, Filistin ve Lübnan halkına manevi ve ekonomik destekte bulundular. Falanjlar Filistinli mülteci kamplarına girerek Filistin halkını katlettiğinde ise, Kıbrıs'ta suçu kınayan gösteriler düzenlendi ve bu gösterilere birçok Kıbrıslı Rum siyasi parti ve örgüt katıldı (EDEK'in İsrail karşıtı gösterisi, Fileleftheros gazetesi, 20 Eylül 1982, Yunanca, 12).

Ayrıca, 1987'de işgal altındaki topraklarda Filistin ayaklanması - İntifada başladığında, Kıbrıslı Rum politikacılar ve sivil halk, İsrail'in baskıcı uygulamalarını kınarken Filistin halkını desteklediler. Vassos Lyssarides, "Eminim ki {Kıbrıslı Rum} destekçileriydiler. Ancak Filistinlilere herhangi bir yardım olup olmadığını bilmiyorum. Elbette Filistinlilere manevi destek verdik ve onları diplomatik olarak destekledik." dedi. FKÖ, işgal altındaki topraklarda Filistin devletinin kuruluşunu ilan ettiğinde (1988), Kıbrıslı Rum liderliği bunu hemen tanıdı.

FKÖ ise, Filistin meselesindeki Rum-Kıbrıslı tutumundan ve aralarındaki samimi ve sıcak ilişkilerden memnundu. Bu çerçevede, Filistin hareketi Kıbrıs meselesindeki Rum-Kıbrıslı politikalarını destekledi. Dolayısıyla, FKÖ'nün Kıbrıs Rum liderliğiyle ikili ilişkilerinin hızla iyileştiğini söyleyebiliriz.

Bu dönemde gelişmeler yaşandı. Ayrıca, Yaser Arafat'ın Türkiye ziyaretinin ardından, FKÖ'nün Kıbrıs'ın kuzeyinde yeni bir ofis açacağı bilgisi geldi. Ankara ziyareti sırasında FKÖ siyasi temsilcisi Kaddumi (Kaddumi, FKÖ ofisinin kurulmasını reddetti… Simerini gazetesi, 19 Ağustos 1979, Yunanca, 1) şunları söyledi: "Kıbrıs'taki örgütü temsil eden Lefkoşa'da zaten bir FKÖ ofisi var… Bir ülkede iki ofis açmaya gerek yok." 1980'de Pakistan'da düzenlenen İslam Konferansı sırasında (Kıbrıs'ın bölünmesine karşı on Arap ülkesi, Haravgi gazetesi, 15 Haziran 1980, Yunanca, 5):

Lübnan ve Filistin temsilcileri, Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş'ın 'Kıbrıs Türk Devleti'nin başkanı olarak selamlanmasını kabul etmediler ve onu Müslüman toplumunun şefi olarak anmayı tercih ettiler... Konferans sırasında, Kıbrıs'ın bölünmesine karşı çıkan on Arap ülkesi vardı... Bunlar arasında Suriye, Ürdün ve FKÖ de vardı.

Dahası, 1989'un başlarında Yaser Arafat'ın Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için arabuluculuk yapmaya hazır olduğuna dair haberler de vardı. Bu haberlere göre (Arafat Kıbrıs sorununda arabulucu, Simerini gazetesi, 24 Ocak 1989, Yunanca, 16):

Kıbrıs'ın Lefkoşa kentindeki Filistin temsilcisi, Kıbrıs'a resmi bir ziyaret gerçekleştirecek olan Yaser Arafat'ın, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması için Yunanistan Başbakanı Andrea Papandreu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile iyi ilişkilerini kullanacağını doğruladı.

Öte yandan, Yaser Arafat'ın Kıbrıs'a resmi bir ziyaret planlayarak Kıbrıslı Rum liderlerle görüşmelerde bulunması Türk makamlarını memnun etmedi. Kıbrıs Rum basınına göre (Arafat'ın ziyareti, Fileleftheros gazetesi, 9 Şubat 1989, Yunanca, 13), "Türkiye Dışişleri Bakanlığı

Yaser Arafat'ın Kıbrıs'a resmi ziyareti hakkındaki bilgilerden memnun kalmamıştı…” Son olarak, Kıbrıs ziyaretini Yaser Arafat başlatmadı. Ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri, FKÖ'nün Kıbrıs konusundaki politikalarını değiştirmedi ve FKÖ'nün Kıbrıslı Rum siyasi partilerle ilişkilerini tehdit etmedi.

Bununla birlikte, özellikle 1970'lerin ortalarından bu yana Kıbrıs'ta yaşanan bazı olaylar bu özel ilişkiyi tehdit etti. En ciddi olaylardan biri, Yusuf Sebai'nin Arap gerillalar tarafından öldürülmesiydi. Bu olay, Mısır'ın Kıbrıslı Rumlarla ikili ilişkilerinin bozulmasına yol açtı. Dimitrakis'e (2010, 159) göre: "...18 Şubat 1978 sabahı, önde gelen Sedat yanlısı Mısırlı editör Yusuf Sebai, bir Kuveytli ve bir Ürdünlü tarafından Lefkoşa Hilton Oteli'nde öldürüldü."

Daha sonra saldırganlar 50 delegeye saldırdı ve Kıbrıs'tan Larnaka Uluslararası Havalimanı üzerinden ayrılmaya çalıştılar. Kaçıranlar ve Kıbrıslı Rum yetkililer arasındaki müzakere sürecinde Kıbrıs'tan ayrılmayı kabul ettiler, ancak 12 Arap delegesi rehin aldılar. Daha sonra 12 rehineli kaçıranlar bir uçağa binerek Kıbrıs'tan ayrılıp bir Arap ülkesine gitmeye çalıştılar ancak başarılı olamadılar. Bu nedenle Cibuti'ye gittiler ve uçak yakıt ikmali yaptıktan sonra Larnaka Havalimanı'na geri döndüler (Dimitrakis, 2010, 159). Sonunda uçak Larnaka Havalimanı'na ulaştı ve Kıbrıslı Rum yetkililer kaçıranlarla müzakerelere başladı. Dimitrakis'e (2010, 160) göre, "...Cumhurbaşkanı Kiprianu, kaçıranlara Kıbrıs pasaportlarının yanı sıra adanın güvenli geçişini de teklif etti..."

Bu arada, FKÖ lideri Yaser Arafat, rehine gemisinin ortadan kaldırılması için yardım teklifinde bulundu. Bunun sonucunda 16 FKÖ savaşçısı Kıbrıs'a gelerek Rum yetkililere yardım teklifinde bulundu (Dimitrakis, 2010, 160). Ayrıca, Mısır yetkilileri

çözüm bulmak için arabuluculuk yapmaya hazır olduklarını ifade ettiler ve Larnaka'ya bir Mısır temsilcisi geldi. Ancak Mısır temsilcisi yerine Larnaka havaalanına Mısır birlikleri geldi.

Daha sonra Mısır güçleri bir kurtarma operasyonu düzenlemeye çalıştı ve rehineleri ve kaçıranları taşıyan uçağa ateş açtı. Rum Ulusal Muhafızları, Mısırlı komandolara ateş açtı ve Rum-Kıbrıslı ve Mısırlı askerler arasında çatışma çıktı. Sonuç olarak 15 Mısırlı hayatını kaybederken, birçok Mısırlı ve Rum askeri yaralandı (Dimitrakis, 2009).

O olaydan sonra Mısır ile Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilişkiler dondu ve her iki taraf da çatışmadan birbirini sorumlu tuttu. Dahası, FKÖ, Mısırlı editörün suikastından ve kaçırılmasından sorumlu olduğu yönündeki suçlamaları reddetti (Dimitrakis, 2009). FKÖ ile Kıbrıslı Rum liderler arasındaki ilişkiler istikrarını korudu. Ancak Kıbrıslı Rumların Mısır ile ilişkileri kesildi. "...Sedat'ın, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş yönetimindeki Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin uluslararası statüsünü tanımakla tehdit ettiği" öne sürüldü (Dimitrakis, 2010, 164). 50 rehineden biri olan Vassos Lyssarides, olayla ilgili anılarını bana anlattı.

“Bu Sadat’ın hatasıydı… {Cumhurbaşkanı} Kiprianu, Sadat’a “Onları tutuklayacağız ve ya yargılayacağız, ya da size göndereceğiz” güvencesini verdi… {Sadat} rehineleri kurtarmak için bir Mısır komando birliği gönderdi… Bu gerçekten üzücü bir olaydı, önlenmesi gereken bir olaydı”.

Ayrıca Kıbrıs'ta 1971'de bir İsrailli işadamının, 1979'da iki Filistin Kurtuluş Örgütü üyesinin, 1984'te bir başka Filistin Kurtuluş Örgütü üyesinin öldürüldüğü ve aynı yıl bir bombanın patlatıldığı başka olaylar da yaşandı.

Lefkoşa'daki İsrail Büyükelçiliği yakınlarında patlayan bomba can kaybına yol açmadı. 1986'da iki Kıbrıslı Rum öğrenci İslamcı bir hareket tarafından rehin alındı ve Yaser Arafat'ın yardım teklif ettiği haftalarca süren müzakerelerin ardından iki Kıbrıslı Rum öğrenci serbest bırakıldı (Arafat'ın çabaları onları özgürleştirdi Aneksartitos gazetesi, 23 Haziran 1986, Yunanca 1). Ayrıca, 1985'te üç İsrailli radikal bir Filistinli grup tarafından öldürüldü, 1988'de bir arabada patlayan bomba üç FKÖ üyesinin ölümüne yol açtı, aynı yıl Limasol'daki Filistin 'Dönüş Gemisi'nde bir bomba patladı ve İsrail Büyükelçiliği yakınlarında bir araba bombası patladı, iki Kıbrıslı Rum ve bir Arap öldü.

Kıbrıs Rum makamları ile FKÖ arasındaki ilişkiler, Kıbrıs'ta İsrailli sivillerin katledilmesinden bir ölçüde etkilenmiştir. Bu durum, İsrail'in Kıbrıslı Rum siyasetçilere FKÖ ile ilişkilerini yeniden değerlendirmeleri yönündeki baskılarının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda (Kıbrıs sorun oldu, Simerini gazetesi, 10 Şubat 1987, Yunanca, 1):

İsrail Deniz Kuvvetleri Komutanı, FKÖ'nün Kıbrıs'taki ofislerini bir operasyon merkezine dönüştürmesi nedeniyle Kıbrıs'ın İsrail'in Ortadoğu'daki ulusal çıkarları açısından sorun haline geldiğini ileri sürdü.

FKÖ'nün Kıbrıslı Rum siyasi partiler ve bireylerle ilişkileri bu dönemde istikrarlı seyretmiş ve barış müzakereleri sürecinde daha da güçlenmiştir. FKÖ, sol ve sosyalist partiler AKEL ve EDEK ile sıcak ilişkiler sürdürürken, bu partiler FKÖ'nün yürütme kurulunda yer alan diğer Filistinli gruplarla da yakın ilişkiler içindeydi. FKÖ'nün karizmatik liderlerinden Ebu Cihad, 1988'de Tunus'ta İsrail istihbarat servisleri tarafından öldürüldüğünde, tüm Kıbrıslı Rum siyasi partiler saldırıyı kınamış ve dayanışmalarını dile getirmiştir.

Filistin halkıyla. FKÖ ve Kıbrıs Rum yönetiminin sırasıyla Türkiye ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmeleri, ikili ilişkilerini etkilemedi.

Kıbrıs Rum yetkilileri, Filistin halkı ve ulusal haklarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade ederken, FKÖ Kıbrıs konusunda Kıbrıs Rum tarafını destekledi ve Kıbrıs'ın bölünmesine karşı çıktı. Dolayısıyla, İsrail ve Türkiye'nin Kıbrıs Rum tarafına ve FKÖ'ye yönelik baskılarına rağmen ikili ilişkilerin bozulmadığını söyleyebiliriz.

Öte yandan, Kıbrıslı Rumların İsrail ile ilişkileri soğuk ve çok düşük bir seviyede seyretti. Kıbrıs, İsrail'i 1960'taki kuruluşundan bu yana tanıyor olmasına rağmen, Kıbrıslı Rumların Arap-İsrail çatışmasına yönelik tutumu ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yanlısı politikaları, iki taraf arasındaki ikili ilişkilerde herhangi bir iyileşmeye izin vermedi. 1978'de, Kıbrıslı Rum gazeteci Panagiotis Paschalis, Tel Aviv'de İsrail polisi tarafından tutuklanarak İsrail'e karşı casusluk faaliyetlerinde bulunmakla suçlandı (Siyonistler, Kıbrıslı Rum gazeteciyi tutukladı, Ta Nea, gazete, 18 Ocak 1978, Yunanca, 1).

Kıbrıs'ta büyük gösteriler düzenlendi ve tüm Kıbrıslı Rum siyasi partiler, Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadı. İsrail Komünist Partisi bile Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadı (Paskalya iki hafta gözaltında tutuldu, Ta Nea, gazete, 20 Ocak 1978, Yunanca, 8). Donis Christofinis'e göre, "Paskalya uzun yıllar hapis cezasına çarptırıldı, ancak bir buçuk yıl sonra serbest bırakıldı. Bu durum, Kıbrıs'taki İsrail büyükelçiliği önünde düzenlenen büyük gösterilerin bir sonucuydu."

Üstelik 1978 yılının ortalarında İsrail Mossad'ının üyeleri tutuklandı

Kıbrıs'ı hükümet birimlerine, sosyalist parti (EDEK) ve FKÖ ofislerine karşı casusluk faaliyetlerinde bulunmaktan suçlu buldu (Organize casusluk faaliyetleri Aneksartitos, gazete, 15 Mayıs 1978, Yunanca 1). Ancak Kıbrıslı Rum siyasetçiler bu gerçeği herhangi bir ayrıntı vermeden dile getirdiler. Takis Hadjidemetriou, "Kıbrıslı bir sivilden bilgi alan Rum polisi, Mossad ajanlarını tutukladı" iddiasında bulundu. Dahası, Vassos Lissaridis, "Tüm Kıbrıslı Rum siyasi partileri bu faaliyetleri kınadı... Elbette İsrailliler tarafından herhangi bir itirafta bulunulmadı" dedi.

Dolayısıyla, Kıbrıs ve Kıbrıs Rum liderliğinin Arap-İsrail çatışması sırasında Arap ve Filistin yanlısı bir politika benimsediğini söyleyebiliriz ­. Kıbrıslı Rumlar, Mısır (1970'lerin sonuna ve tekrar 1980'lerin ortalarına kadar), Suriye ve FKÖ ile samimi ve sıcak ilişkiler sürdürürken, İsrail ile ilişkileri soğuk kaldı. Ancak Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ve İsrail ile FKÖ arasındaki barış müzakere sürecinin ardından Kıbrıs Rum liderliği İsrail ile yakınlaşmaya gitti. Levey'in (2003) de belirttiği gibi, "Kıbrıs İsrail'e elçi göndermedi ve ancak 1994'te Tel Aviv'de bir büyükelçilik açtı."

Sonuçlar

Bu tez, FKÖ'nün Kıbrıs ve Yunanistan ile ilişkilerinin Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkilediğini incelemiştir. Türkiye'nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinin, Türkiye'nin İsrail politikalarının her zaman önemli, hatta çoğu zaman belirleyici bir parametresi olduğu açıktır. Türkiye, Arap baskısından uzak bir şekilde İsrail'e yönelik politikalarını yönlendirmeyi tercih edebilirdi; ancak Arap-İsrail çatışmasının dinamikleri, Türkiye'yi Arap taleplerine karşı savunmasız hale getirmiştir.

Bu bağlamda, Mısır ve Suriye gibi bir dizi Arap ülkesinin politikalarının yanı sıra, FKÖ'nün Kıbrıs sorununa ilişkin politikaları Ankara'nın başa çıkmakta zorlandığı bir konu haline geldi. Ankara'daki politika yapıcıların gözünde, zorluklar neredeyse FKÖ'nün 1964'teki kuruluşundan bu yana belirginleşti ve örgütün Türkiye'nin yasadışı ilan ettiği bir dizi örgütle gizli ilişkiler geliştirdiği 70'li ve 80'li yıllarda daha da aşılmaz hale geldi. Dolayısıyla, FKÖ uluslararası konumunu güçlendirdikçe ve sonunda Filistin halkının meşru ve tek temsilcisi haline geldikçe, Türkiye'nin çıkmazı daha da aşılmaz hale geldi. Türkiye'nin FKÖ ile ilişkilerinin ve Türkiye'nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinin bu yönü göz ardı edildi. Bu tez, FKÖ'nün Kıbrıs ve Yunanistan ile ilişkilerine odaklanıyor ve bunun Türkiye'nin İsrail ile ilişkileri üzerindeki etkisini değerlendiriyor.

1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşunun, adada cumhuriyetin ilanından bu yana Kıbrıs'ta patlak veren ilk ciddi krizle aynı zamana denk gelmesi ilginçtir. 1962'deki Küba Füze Krizi gibi krizlerin, özellikle 1962'deki Kıbrıs krizinin ardından, Türkiye'nin Batı ile ilişkilerini zaten zedelemiş olduğunu belirtmek de önemlidir.

1963-1964 yılları arasında Türkiye, Batı bloğunda kendini yalnız hissederken, Arap ülkeleri Kıbrıs politikalarını desteklemedi. Bu nedenle Türkiye, Arap ülkeleri ve Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya giderek ABD ve İsrail ile ilişkilerini yeniden değerlendirdi. Türkiye'nin yeni politikalarının temel amacı, Kıbrıs konusunda Arap devletlerinin desteğine ihtiyaç duymaktı.

1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı da Türkiye'nin bölgeye yönelik politikalarının dönüşümünü hızlandırdı. Her iki savaşta da Türkiye, Arap-İsrail çatışmasındaki az çok tarafsız tutumunu sürdürerek Arap devletlerine desteğini sürdürdü: 1975'te BM Genel Kurulu'nda Siyonizm'i ırkçılıkla özdeşleştiren kararı kabul ederken, 1975'te Türkiye, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanıyarak ve örgütün 1979'da Ankara'da bir temsilcilik açmasına izin vererek bir adım daha ileri gitti.

Türkiye, İsrail'in Kudüs'ü ilhak etme kararını protesto etmek için İsrail ile ilişkilerini düşürdü. İsrail hükümetinin 1982 yazında Lübnan'ı işgal etmesiyle Türk-İsrail ilişkileri daha da kötüleşti. Ancak 1980'lerin ortalarından itibaren iki ülke arasındaki ikili ilişkiler yeniden iyileşmeye başladı. Ancak Filistin ayaklanması sırasında Türkiye kamuoyu, İsrail'in Filistinli aktivistlere yönelik politikalarını eleştirdi ve iki ülke arasındaki ikili ilişkiler düşük bir seviyedeydi. Dahası, 1988'de Filistin devletinin ilanından sonra Türkiye, Filistin devletini tanıyan ilk ülkeler arasındaydı. Bu durum İsrail makamlarını memnun etmedi. Buna rağmen, iki ülke arasındaki ikili ilişkiler 1988'den itibaren iyileşmeye başladı.

Bu dönemde FKÖ liderliği İsrail devletini tanıdı ve iki rakip parti arasında bir müzakere süreci başladı. 1990'lardaki Körfez kriziyle birlikte gelen müzakere süreci, Türkiye'nin politikalarını dönüştürmesine ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmesine olanak sağladı. Bu dönemde Türk yetkililer, Filistin devleti ile de aynısını yapacaklarını duyurdu. 1993 yılında FKÖ ile İsrail arasında İlkeler Bildirgesi'nin imzalanmasının ardından Türkiye, İsrail ile ilişkilerini geliştirmekte özgür hissetti.

FKÖ, kuruluşundan bu yana Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Türkiye, 1960'ların ortalarında ve 1974'te patlak veren Kıbrıs krizinden bu yana ve 1970'lerdeki petrol krizi nedeniyle, Kıbrıs konusunda Arap devletlerinin desteğini kazanmak için onlarla sıcak ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Türkiye'nin Filistin meselesinin ve FKÖ'nün Araplar için önemini anladığı ve 1970'lerin ortalarında FKÖ'yü tanıyarak BM Genel Kurulu'nda Arap devletleri lehine oy kullandığı sonucuna rahatlıkla varabiliriz.

Bununla birlikte, FKÖ'nün Türk radikal ve ayrılıkçı hareketlerle, Yunanistan'la ve Kıbrıs meselesine ilişkin politikalarıyla ilişkileri Türk makamlarını memnun etmedi. İsrail istihbaratıyla iş birliği yapan Türk makamları, FKÖ'nün Lübnan'daki FKÖ kamplarında destek ve eğitim alan gruplarla yakın ilişkileri olduğunu tespit etti. Ayrıca, FKÖ'nün Kıbrıs Rum siyasi partileriyle yakın temaslar kurması ve Kıbrıs'ta (adanın güney kesiminde) bir ofis açması da Türk makamlarını rahatsız etti. Dahası, FKÖ ile Kıbrıs arasındaki yakın ilişkiler, iki taraf arasındaki iş birliğinin İsrail'in çıkarlarına zarar verdiğini iddia eden İsrail makamları tarafından her zaman gündeme getirildi ve

Türkiye. Dolayısıyla, FKÖ'nün birçok örgütle gizli ilişkileri ve Kıbrıslı Rumları destekleyen politikaları, Türkiye'nin örgütle ilişkilerini iyileştirme çabalarını yavaşlattı. Dahası, bu yapılanma, Türkiye'nin İsrail ile diplomatik düzeylerin çok ötesine geçen ilişkilerini sürdürme pozisyonuna meşruiyet kazandırdı.

Referans Listesi

1)  Aras, Bülent, 2004, Türkiye ve Büyük Ortadoğu, Tasam Yayınları, İstanbul.

2)  Baracskay, Daniel, 2011, Filistin Kurtuluş Örgütü: Kutsal Topraklarda Terörizm ve Barış Beklentisi, Kaliforniya. Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu, Bilgi Üniversitesi, {02/12/2014}

3)  Becker, Jillian, 1984, Filistin Kurtuluş Örgütü: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün yükselişi ve düşüşü, St. Martin's Press, New York.

4)  Bengio, Ofra, 2004, Türk-İsrail İlişkileri, Ortadoğulu Yabancıların Değişen Bağları, Palgrave Macmillan, New York.

5)  Bickerton, J. Ian, 2009, Arap-İsrail Çatışması, Bir Tarih, Reaktion Books Ltd, Londra.

6)  Bozdağlıoğlu, Yücel, 2003, Türk Dış Politikası ve Türk Kimliği, Yapılandırmacı Bir Yaklaşım, Ed. Charles G. MacDonald, Routledge, New York.

7)  Brom, Shlomo, 2011, 'İsrail-Türkiye İlişkileri', Sorunlu Üçgen: Yeni Orta Doğu'da ABD, Türkiye ve İsrail, editör. Quandt, B. William, Just World Books, Charlottesville.

8)  Brown, L. Carl, 2004, 'Diğer Orta Doğu Devletleri', Orta Doğu'da Diplomasi, editör. Brown, L. Carl, IB Tauris, Londra.

9)  Budeiri, Musa, 2010, 'Demokrasi… ve Ulusal Kurtuluş Deneyimi: Filistin Örneği', Duvarın Ötesinde, İsrail-Filistin Tarihi Anlatıları, editörler. Ilan ve Hilal, Jamil, IB Tauris, Londra.

10)                      Cleveland, L. William ve Bunton, 2009, Modern Orta Çağın Tarihi

Doğu, 4. baskı . Westview Press, Colorado.

11)                      Çelik, Yasemin,1999, Çağdaş Türk Dış Politikası, Connecticut: Praeger, Westport.

12)                      Dimitrakis, Panagiotis, 2010, Birinci Dünya Savaşı'ndan Ortadoğu krizlerine Kıbrıs'ta askeri istihbarat, Tauris Akademik Çalışmalar, Londra.

13)                      Doran, Michael, 'Mısır: Tarihsel Bağlamda Pan-Arabizm', Brown, L. Carl'ın editörlüğünde. Op. cit.

14)                      Gause, F. Gregory, 'ABD-İsrail-Türkiye Stratejik Üçgeni: Soğuk Savaş Yapıları ve İç Politik Süreç', Quandt, B. William, ed. Op. cit.

15)                      Hadawi, Sami, 1979, Acı Hasat, Filistin'in Modern Tarihi, 2. basım . Caravan Books, Los Angeles.

16)                      Hale, William M. 2000, Türk Dış Politikası, 1774-2000, Frank Cass, Londra.

17)                      Harris, S. George, 'Türkiye'nin Dış Politikası: Bağımsız mı, Reaktif mi?', Brown, L. Carl'ın editörlüğünde. Op. cit.

18)                      Hassassian, S. Manuel, 1997, 'Filistin Kurtuluş Örgütü'nde Politika ve Tutum 1965-1994: Oluşum Aşamasında Bir Demokrasi', Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail: Silahlı Çatışmadan Siyasi Çözüme, 1964-1994, editörler. Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz, St. Martin's Press, New York.

19)                      Kushner, David, 1987, 'Türkiye-Suriye İlişkilerinde Çatışma ve Uyum'

İlişkiler , İç Kısıtlamalar ve Bölgesel

Riskler, düzenlemeler. Moshe Ma'oz ve Yaniv, Avner, Croom Helm, Londra.

20)                      Lesch, W. David, 2001, 1979, Modern Ortadoğu'yu Şekillendiren Yıl, Westview Press, Colorado.

21)                      Liel, Alon, 2001, Ortadoğu'da Türkiye: Petrol, İslam ve Siyaset, çev. Lottem, Emanuel, Lynne Rienner Yayınları, Colorado.

22)                      Litvak, Meir, 'İçeride ve Dışarıda: Yerel Liderliğin Meydan Okuması, 1967-1994', Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.

23)                      Makovsky, Alan, 1996, 'İsrail-Türkiye İlişkileri: Bir Türk “Çevre Stratejisi mi?”, İsteksiz Komşu: Türkiye'nin Orta Doğu'daki Rolü, editör. Barkey, J. Henri, Barış Enstitüsü Yayınları, Washington DC.

24)                      Mallinson, William, 2005, Kıbrıs modern bir tarih, IB Tauris, Londra.

25)                      McDowall, David, 1990, Filistin ve İsrail: Ayaklanma ve Ötesi, IB Tauris, Londra.

26)                      Morris, Benny, 2001, Haklı Kurbanlar, Siyonist-Arap Çatışmasının Tarihi, 1881-2001, Vintage Books, New York.

27)                      Muslih, Muhammad, 'FKÖ barış girişimleri üzerine bir çalışma, 1974-1988', Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.

28)                      Nachmani, Amikam, 1987, İsrail, Türkiye ve Yunanistan: Doğu Akdeniz'deki huzursuz ilişkiler, F. Cass, Londra

29)                      ——, 2003, Türkiye yeni bir milenyumla karşı karşıya: İç içe geçmiş çatışmalarla başa çıkmak, Manchester. Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu, Bilgi

Üniversite, {02/12/2014}

30)                      O'Malley, Brendan ve Craig, Ian, 2001, Kıbrıs komplosu Amerika, casusluk ve Türk işgali , IB Tauris, Londra.

31)                      Pavlides, Andros, 1978, Makarios, yeni bir biyografi, 1913-1977, cilt. a Prometheus yayınları, Lefkoşa.

32)                      Reich, Bernard, İsrail Dış Politikası, Brown L. Carl'ın editörlüğünde. Op. cit.

33)                      Robins, Philip, 1991, Türkiye ve Ortadoğu, Dış İlişkiler Konseyi, New York.

34)                      Rolef, Susan, Hattis, İsrail'in Filistin Kurtuluş Örgütü'ne Yönelik Politikası: Reddedilişten Tanınmaya, Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz'un editörlüğünde. op. cit.

35)                      Rubin, M. Barry, 1994, Zafere kadar devrim mi? Filistin Kurtuluş Örgütü'nün siyaseti ve tarihi, Harvard University Press, Cambridge.

36)                      Sahliyeh, Emile, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Etnik-Ulusal Seferberliğin Siyaseti, Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.

37)                      Sakkas, John, 2012, Yunanistan, Kıbrıs sorunu ve Arap devletleri, 1947-1974 ­, Soğuk Savaş döneminde diplomasi ve strateji , Yunanca, Pataki yayınları, Atina.

38)                      Sarraj, Eyad El, Filistin Yönetimi için Ruh Sağlığı Zorlukları: İntifadanın Psiko-politik Mirası, Sela, Avraham ve Moshe, Ma'oz, editörler. A.g.e.

39)                       Sayigh, Yezid, Silahlı Mücadele ve Filistin Milliyetçiliği, Sela'da,

Avraham ve Moshe, Ma'oz, editörler. Op. cit.

40)                       Sela, Avraham, Giriş, Sela, Avraham ve Moshe, Ma'oz, düzenlemeleri. Op. cit.

41)                       TG Fraser, 2004, Arap-İsrail çatışması, 2. basım . Palgrave Macmillan, New York.

42)                       Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler , 2008, New York. Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu, Bilgi Üniversitesi, {02/12/2014}

43)                       Ulus, Mutlu, Özgür, Türkiye'de Ordu ve Radikal Sol: Askeri darbeler, sosyalist devrim ve Kemalizm, IB Tauris, Londra.

44)                       Wagner, Lehr, Heather, 2002, Anlaşmazlık İçindeki İnsanlar, İsrail ve Arap Dünyası, Chelsea House Yayınları, Londra.

45)                       Zürcher, J. Eric, 1998, Türkiye Modern Bir Tarih, IB Tauris, Londra. Dergi Makaleleri

1)  Abadi, Jacob, 'Yunanistan'ın İsrail'e Yönelik Politikasındaki Kısıtlamalar ve Düzenlemeler', Akdeniz Dergisi, cilt 11, sayı 4 (2000),           s.40-70. Şuradan edinilebilir:

http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}

2)  Dimitrakis, Panagiotis, '1978 Larnaka Havaalanı Muharebesi, Kıbrıs ve İngiltere Diplomasisi', MERIA , 07, Haziran 2009. Şuradan edinilebilir: http://www.gloria-center.org/ {03/12/2014}

3)  Ker-Lindsay, James, 'Avrupa'nın Doğu Karakolu: Kıbrıs Cumhuriyeti ve Orta Doğu' Yuvarlak Masa, cilt 97, sayı 397, (Ağustos 2008), s. 535-545. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}

4)  Levey, Zach, 'İsrail'in Kıbrıs'a Girişi, 1959-1963: Doğu Akdeniz'de Diplomasi ve Strateji' MERIA , cilt 7, sayı 3 (Eylül 2003). Şuradan edinilebilir: http://www.gloria-center.org/ {03/12/2014}

5)  Miller, Rory, '1964-1992 yılları arasında Avro-İsrail ilişkilerinde FKÖ faktörü' İsrail İşleri, cilt 10, sayı 1-2 (2004) s.123-155. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}

6)  Sakkas, John, 'Yunan diktatörlüğü, ABD ve Araplar, 1967-1974', Güney Avrupa ve Balkanlar Dergisi , cilt 6, sayı 3 (2004), s.245-257. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}

7)  Sakkas, John, Yunanistan, Arap dünyası ve İsrail, Doğu Akdeniz'de sorunlu bir üçgen”,                                              (2007) s.1-12. Academia.edu adresinden edinilebilir.

{02/12/2014}

Gazete Makaleleri

1)  Haravgi Gazetesi. “Makarios’un Nasır’a Dayanışma Mesajı” , 07/06/1967, Yunanca, s.1, 5.

2)  'İsrail liderleri Elrom suikastı karşısında şok oldular, öfkelendiler, cenaze töreni düzenlendi' JTA , 23/05/1971, Şuradan ulaşılabilir: http://www.jta.org/ {02/12/2014}

3)  Haravgi Gazetesi. “AKEL ve FKÖ'nün dayanışma mesajı” ,             10/02/1977,

Yunanca, s.1.

4)  Haravgi Gazetesi. “FKÖ ile İsrail Komünist Partisi arasındaki ilk görüşme” , 06/05/1977, Yunanca, s.8.

5)  Fileleftheros Gazetesi. “AKEL ve FKÖ şunu vurguluyor: Düşman aynı, mücadele aynı” , 04/10/1977, Yunanca, s.10.

6)  NEA          Gazetesi'nden                                               .      "Siyonistler bir             Kıbrıslı Rum gazeteciyi tutukladı "

18/01/1978, Yunanca, s.1.

7)  Ta   NEA   Gazetesi.       “Paschalis                             iki hafta gözaltında tutuldu

20/01/1978, Yunanca, s.8.

8)  Aneksartitos Gazetesi. “Organize casusluk faaliyetleri” , 15/05/1978, Yunanca, s.1.

9)  Haravgi Gazetesi. “AKEL’in FKÖ’ye Dayanışma Mesajı” , 27/03/1979, Yunanca, s.1, 7.

10)   Simerini Gazetesi. “Kaddumi, işgal bölgelerinde FKÖ bürolarının kurulmasını reddetti” , 19/08/1979, Yunanca, s.1.

11)   Haravgi Gazetesi. “Kıbrıs’ın bölünmesine karşı on Arap ülkesi” , 15/06/1980, Yunanca, s.5.

12)   Nestor, John, 1982, 'Papandreou, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Arafat'ı için Yunan karşılama paspası serdi', The Christians Science      Monitor ,        3 Eylül. Şuradan erişilebilir:

http://www.csmonitor.com/ {02/12/2014}

13)   Fileleftheros Gazetesi. “EDEK'in İsrail'e Karşı Gösterisi” , 20/09/1982, Yunanca, s.12.

14)   Aneksartitos Gazetesi. “Üç İsraillinin katilleri FKÖ muhalifleridir” , 09/12/1985, Yunanca, s.3.

15)    Aneksartitos Gazetesi. “Arafat'ın çabaları onların özgürlüğünü getirdi” , 23/06/1986,

Yunanca, s.1.

16)    Simerini Gazetesi. “Bir İsrailli donanma subayı şöyle dedi:    Kıbrıs,

“sorun” , 10/02/1987, Yunanca, s.1.

17)    Simerini Gazetesi. “Arafat Kıbrıs Sorununda Arabulucu Olarak” , 24/01/1989, Yunanca, s.16.

18)    Fileleftheros Gazetesi. “ Arafat'ın ziyareti” , 09/02/1989, Yunanca, s.13.

Web siteleri

1)  Kıbrıs Cumhuriyeti Tel Aviv Büyükelçiliği. Şu adresten ulaşılabilir: http://www.mfa.gov.cy/mfa/embassies/embassy_telaviv.nsf {28/11/2014}

Ek

Vassos Lyssarides ile röportaj

Vassos Lyssarides, Kıbrıslı Rum siyasetçi ve Kıbrıslı Rum sosyalist partisi EDEK'in (EDEK 1969'da kurulmuştur) kurucusu ve tarihi lideridir. Vassos Lyssarides, 1969-2001 yılları arasında EDEK'in başkanlığını yapmıştır. Vassos Lyssarides ayrıca, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana Parlamento Üyesi olarak seçilmiş ve altı yıl (1985-1991) boyunca Parlamento Başkanlığı yapmıştır. Ayrıca, Vassos Lyssarides, 1959 yılında Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak düzenlenen Londra konferansına da katılmıştır. Sayın Vassos Lyssarides ile yapılan röportaj, 14 Kasım 2014 tarihinde Kıbrıs'ın Lefkoşa kentindeki ofisinde yayınlanmıştır.

Soru:

Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?

Cevap:

{Rum-Kıbrıs tarafı} ilişkilerimiz, özellikle Makarios'un Nasır'la ilişkileri sıcaktı. Bağlantısızlar Hareketi bağlamındaki iş birliklerinin ötesinde kişisel bir dostlukları vardı. Her ikisi de Bağlantısızlar Hareketi'nin önde gelen isimleri arasındaydı ­. Kıbrıs'ın Arap devletlerinin çoğunluğuyla ilişkileri sıcak ve saftı. Ancak tüm Arap devletleriyle ilişkilerimizin sıcak olduğunu söyleyemem. Elbette Filistin halkı ve Filistin hareketi için de durum aynıydı. Filistin meselesine gelince, Kıbrıs {Rum-Kıbrıs tarafı}, BM kararlarının uygulanması ve gerçek anlamda bağımsız bir Filistin devletinin kurulması yönünde net bir politika benimsedi. Sonuç olarak, Kıbrıs ve Kıbrıs Rum tarafı, önce FKÖ ile, ardından da Filistin Yönetimi ile samimi ve sıcak ilişkiler sürdürdü. Günümüze kadar Kıbrıs Rumları ile FKÖ-PA arasındaki ilişkiler sıcak ve samimi kaldı. Makarios'un halefleri, Arap devletleriyle olan sıcak ilişkilerini büyük bir başarıyla sürdürdüler.

Soru:

1956 Süveyş Krizi sırasında, Büyük Britanya'nın sömürgesi altındaki Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik operasyonlarında üs olarak kullanıldı. Makarios, Kıbrıslı Rum veya Türk siyasetçiler veya kişilerden herhangi bir tepki geldi mi? Makarios, Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirme kararını destekledi mi?

Cevap:

Elbette tepkiler vardı. Ancak Makarios o dönemde Kıbrıs cumhurbaşkanı değildi; Kıbrıslı Rumların lideriydi. Burada bir şey eklemeliyim. Anti-komünist olan Grivas (EOKA lideri), Nasır'ın Mısır'daki politikalarını destekledi. Hatırladığım kadarıyla, onun komutası altında, Kıbrıslı Rumların Nasır'ın mücadelesine desteklerini göstermek amacıyla Kıbrıs'taki İngiliz üssünde iki İngiliz uçağı havaya uçuruldu. Ancak bunu teyit etmelisiniz, çünkü ben bundan emin değilim. Dahası, o dönemin tüm politikacıları (elbette 1950'lerde bu kadar çok politikacı ve siyasi parti yoktu) Nasır'ı destekledi ve saldırıyı kınadı. İşgale karşı bir seferberlik vardı ve kriz sırasında Süveyş Kanalı'nda sadece Yunan denizciler görev yerlerinde kaldı. Nasır bu olayı asla unutmaz ve Yunan denizcilerin katkıları sayesinde Süveyş Kanalı {işgale kadar} açık kaldı.

Soru:

Son noktanızla ilgili olarak Süveyş Kanalı'nda Rum denizcilerin olup olmadığını sormak istiyorum.

Cevap:

Bilmiyorum.

Soru:

Araştırmam sırasında, Kıbrıs'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından (16 Ağustos 1960), Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının baskıları altında Kıbrıs'ın İsrail'i tanıdığını ve İsrail'e Lefkoşa'da büyükelçilik açma izni verdiğini öğrendim. Kıbrıs'ın adada İsrail'e büyükelçilik açma izni verme kararına, özellikle Mısır olmak üzere Arap devletlerinin tepkilerini bana anlatabilir misiniz?

Cevap:

Bunu duymadım ve durumun böyle olduğunu da sanmıyorum. İsrail başından beri diplomatik ilişkiler kurmak için acele etti. Cumhurbaşkanı Makarios ise (Mısır ile gerginliği önlemek için) öncelikle Mısır temsilcisini bekliyordu. Bu nedenle, Arap devletlerinden herhangi bir tepki geleceğini sanmıyorum, çünkü Kıbrıs'ın BM'nin tüm üye devletlerini tanıması gerekiyordu. Makarios Seyşeller'de sürgündeyken, Nasır ona Kıbrıs'a dönmeden önce Mısır'da kalmasını önerdi. Makarios ise Yunanistan'a gitmeyi tercih etti.

Soru:

Makarios, Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak ilk resmi ziyaretini 1961'de Mısır'a yaptı. Dahası, Eylül 1961'de Kıbrıs, Kıbrıslı Türklerin ve Türkiye'nin itirazlarına rağmen Bağlantısızlar Hareketi'ne üye oldu. Yunanistan, Türkiye ve İsrail, Makarios'un bu hamlelerine nasıl tepki verdi?

Cevap:

Arap devletlerinin bundan memnun olduğunu düşünüyorum. Üstelik neredeyse tüm Arap devletleri, Kıbrıs'ın da üye olduğu Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesiydi. Bu, mümkün olan tek karardı. Kıbrıs NATO üyesi olamazdı. Makarios bile Kıbrıs'ın NATO üyesi olmasını istemişti, Türkiye kesinlikle kabul etmezdi. Bağlantısızlar Hareketi'nin BM Genel Kurulu'ndaki etkinliğinden bahsetmek önemli. Hatırladığım kadarıyla İsrail, Kıbrıs'ın Bağlantısızlar Hareketi'ne katılmasına tepki göstermemişti ­.

Soru

1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde, Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974 yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?

Cevap:

Nasır, Suriye ve çeşitli Arap ülkelerinin tarafımızı desteklediğini söyleyebilirim. Bunu teyit edebilirim çünkü Makarios'un Mısır/Kahire'ye yaptığı resmi ziyaretlerde hazır bulundum.

Makarios'un Nasır'la dostluğu sıcak ve istikrarlıydı. Yani, Kıbrıs (çoğunlukla Kıbrıs Rum kesimi) ile Arap devletleri arasındaki ilişkiler sıcaktı. Elbette bu, 1963'teki iki toplumlu çatışmalar sırasında Arapların tavrıydı. Arap devletlerinin çoğu, biz Kıbrıslı Rumlara ihtiyaç duyduğumuz her türlü yardımı sağlayacaklarını iddia etti. Suriye'den ise sınırlı bir askeri yardım (sadece hafif silahlar) vardı.

Soru:

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Haziran 1964'te kuruldu. Filistin hareketiyle ilk yıllarında herhangi bir siyasi parti veya hükümetin teması oldu mu?

Cevap:

FKÖ'nün ilk lideri Ahmed Şukayri ile bazı temaslarım oldu. Ancak, Arafat'ın FKÖ lideri olmasından bu yana Arap dünyasıyla ve özellikle Filistin hareketiyle yakın, sıcak ve samimi ilişkilerim oldu.

Soru:

Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti, 1967 Altı Gün Savaşı, 1970-1971 Ürdün Krizi ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki gösterdi mi? İngiltere, bu krizler sırasında adadaki üslerini İsrail lehine kullandı mı? Kullandıysa Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol krizinin Kıbrıs üzerindeki etkileri neler oldu?

Cevap:

Elbette manevi destek vardı. Diplomasi dışında başka bir yardım yoktu, çünkü bunun ötesinde bir yardımda bulunamazdık. İngiliz üslerinin İsrail lehine kullanıldığını sanmıyorum. Ama bu soruyu cevaplayacak kişi ben değilim. Genel olarak Kıbrıs daha Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum siyasi partileri, Filistin halkını diğer tüm Arap devletlerinden daha fazla destekledi. Yardım isterlerse elbette verirdik, ancak belirli örnekleri hatırlayamıyorum.

Soru:

Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı askeri darbe yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz sırasında İsrail'in Türk ordusuna lojistik destek sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e tepkisi ne oldu?

Cevap:

Hatırladığım kadarıyla Suriye'den hafif silahlar gönderilmişti, ama ne zaman ve nasıl olduğunu hatırlamıyorum. Türkiye'nin müdahalesi sırasında kendi silahlarımızı bile kullanmadık. Türkiye'nin müdahalesi sırasında Arap devletlerinden herhangi bir yardım gelmedi. İsrail'in o dönemdeki politikalarına gelince, bunu teyit edemem, ancak Türkiye'nin müdahalesi sırasında tarafsız olmadıkları anlaşılıyor.

Soru:

Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?

Cevap:

Bildiğim kadarıyla, herhangi bir FKÖ üssü yoktu. Bazı bağlantılarımız vardı, üslerimiz yoktu. FKÖ bizimkinden daha örgütlüydü.

Soru:

1975 yılında Kıbrıs Rum liderliği, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıdı. İsrail hükümetinin Kıbrıs Rum Yönetimi'nin FKÖ'yü tanıma kararına tepkisi ne oldu?

Cevap:

Bildiğim kadarıyla, Kıbrıs Rum liderliği, hükümeti ve siyasi partiler Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini destekledi. Biz de Filistinlilerin kendi kaderini tayin ve özgür ve bağımsız bir Filistin devleti kurulması talebini günümüze kadar destekliyoruz.

Soru:

Aynı yıl Rauf Denktaş, "Kıbrıs Türk Federe Devleti"nin kuruluşunu ilan etti. Arap devletleri veya FKÖ bu devleti herhangi bir forum veya kuruluşta tanıdı mı? Kıbrıslı Rumlar, Arap devletlerinin ve FKÖ'nün "Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni tanımasını engellemek için ne yaptı? İsrail tanıdı mı?

Cevap:

Ne Arap devletleri ne de FKÖ, Türk-Kıbrıslıların ayrı bir devlet ilanını tanımadı. Arap politikaları günümüze kadar değişmedi ve yalnızca Rum liderliğini ve her ardıl hükümeti tanıyorlar.

Soru:

1975'te Orta Doğu'da bir başka bölgesel kriz patlak verdi: Lübnan iç savaşı. Bu iç savaş, sırasıyla 1976 ve 1978'de Suriye ve İsrail'in müdahalesine ve 1982 yazında İsrail'in bu ülkeyi büyük çapta işgaline yol açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e karşı tepkileri ne oldu? Kıbrıs Rumları Filistinlileri ve FKÖ'yü destekledi mi ve desteklediyse nasıl destekledi?

Cevap:

Genel olarak Filistinlilere karşı bir tutum ve genel bir ­Filistin yanlısı politika vardı, ancak belirli olayları hatırlayamıyorum. Ayrıca Kıbrıs, FKÖ'nün temsilcilik açmasına izin veren ilk ülkelerden biriydi ve Filistin hareketiyle ilişkilerimiz dostane ve sıcaktı.

Soru:

Dahası, 1975'te BM Genel Kurulu, Siyonizmi ırkçılıkla özdeşleştiren bir karar aldı. Kıbrıs ve Yunanistan bu karara evet oyu verdi mi?

Cevap:

Evet elbette.

Soru:

1970'lerin sonlarında, ABD'nin girişimiyle Mısır ve İsrail arasında barış görüşmeleri başladı. Barış sürecinin bir sonucu olarak, iki ülke ilk olarak Kamp'ı imzaladı.

1978'deki Davut Anlaşmaları ve 1979'daki barış antlaşması. Kıbrıs Rum yönetimi veya herhangi bir siyasi parti, Mısır ve İsrail arasındaki antlaşmaların imzalanmasına tepki gösterdi mi? Kıbrıs'ın Mısır veya İsrail ile ikili ilişkilerinde herhangi bir etkisi oldu mu?

Cevap:

Tepkileri hatırlamıyorum. İsrail ile Mısır arasındaki anlaşmaya ilişkin tartışmalı tepkiler vardı. Ancak siyasi partilerin ne ölçüde tepki verdiğini hatırlamıyorum.

Soru:

İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Kıbrıslı Rum gazeteci Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz? Kıbrıslı Rum yönetimi gazeteciyi serbest bırakmak için ne gibi adımlar attı? Arap devletlerinden herhangi bir tepki geldi mi?

Cevap:

Kıbrıs Rum hükümetinin gerekli adımları attığını biliyorum, ancak hangi adımların atıldığını bilmiyorum. Elbette, gazetecinin üyesi olduğu AKEL dışında tüm Kıbrıs Rum siyasi partileri tutuklamayı kınadı. Arap devletlerinin de, Kıbrıs Rum tarafına yönelik genel tutumlarına dayanarak, Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadığını tahmin ediyorum.

Soru:

1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler oldu?

Cevap:

Sadat'ın hatasıydı. Onlar (kaçıranlar) politik olarak amatördüler. Bizi rehin aldıklarında, Arap olmayan delegeleri serbest bırakacaklarını söylediler ve sadece Arap delegeleri tuttular. Ben de ayrılamayacağımı söyledim çünkü o insanlar...

Konuklar, daha sonra dönemin bakanı Benyamin, rehin olarak kendini teklif etti. Müzakere süreci sırasında, onların {siyasi} seviyelerinin çok düşük olduğunu anladım. Cumhurbaşkanı {Rum Cumhurbaşkanı} Spyros Kyprianou ile birlikteydim ve Sadat onu aradığında ben de oradaydım. Kyprianou, Sadat'a "Onları tutuklayacağız ve ya yargılayacağız ya da size göndereceğiz" diye güvence verdi. Hiçbir ülkeden karaya çıkmak için izin alamayınca, kaçırıcılar Larnaka havaalanına geri döndüler ve yolcu olarak Atina'ya gidebilmek için Rum pasaportu talep ettiler. Orada elbette tutuklanacaklardı ve ya suçu işledikleri ülkeye geri döneceklerdi ya da mağdurun ülkesine, yani Mısır'a gönderileceklerdi. Elbette tutuklanacaklardı, ancak pasaportlarında fotoğraflarının olmasını istedikleri ve yanımızda fotoğraf makinesi olmadığı için süreç gecikti. Sanırım Sadat, sadece kaçıranların tutuklanmasıyla yetinmemiş, dünyaya bu tür olayları önleyebileceğini göstermek istemişti. Kiprianu'nun benim de fikrim olan "birazdan size teslim edeceğiz" fikrini kabul etmek yerine, çatışma devam ederse öldürülecek olan rehineleri kurtarmak için bir Mısır komando birliği göndermişti. Kaçıranlar silahlarını çoktan bırakmıştı. Kaçıranlarla herhangi bir çatışma yaşanmamıştı. Çatışma, Rum askerleri ile Mısırlı komandolar arasındaydı. Bu bir hataydı. Ben de oradaydım. Kaçıranları silahlarını teslim etmeye ve Yunan pasaportlarıyla Atina'ya yolcu olarak gitmeye ikna ettiğimi biliyorum. Pasaportlarımızın onlar için bir çıkış yolu olduğunu düşünüyorlardı. Dolayısıyla çatışmanın bir anlamı yoktu ve bu kadar çok insan haksız yere öldü. Gerçekten üzücü bir olaydı, önlenmesi gereken bir olaydı.

Soru:

Bazı haberlere göre, Mayıs 1978'de iki İsrailli, Kıbrıs'ta hükümet binalarına ve EDEK ile FKÖ ofislerine karşı casusluk faaliyetlerinde bulunmaktan tutuklanıp yargılandı. Bana durumu tam olarak anlatabilir misiniz? Hükümet ve siyasi partiler nasıl tepki verdi?

Cevap:

Kıbrıs Rum siyasi partilerinin tamamı bu faaliyetleri kınadı. Olayla ilgili daha fazla ayrıntı bilmiyorum ama herkesin bu faaliyetleri kınadığından emin olabilirsiniz. Elbette İsrailliler tarafından herhangi bir itirafta bulunulmadı.

Soru:

Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti mi?

Cevap:

Sanmıyorum. Aslında bir devleti tanıdığımızda, dünyadaki tüm ülkelerin onu tanımasını bekleriz. Türkiye ile anlaşmazlığımız bir şey. Filistin meselesi başka bir şey. Zaten bunu yapmışken, bir devlete "Filistin hareketini tanımamalısınız" diyebilir miyiz?

Soru:

Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş, 15 Kasım 1983'te "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"nin kuruluşunu ilan etti. Herhangi bir Arap devleti veya FKÖ bu devleti tanıdı mı? Kıbrıs Rum liderliği bu ilana nasıl tepki verdi ve Arap devletlerinin ve FKÖ'nün bu devleti tanımasını engellemek için ne gibi çabalar sarf etti?

Cevap:

Çok az sayıda istisna dışında tüm Arap devletleri tanımaya karşı çıktı. Ancak bazı İslam İşbirliği Teşkilatı zirveleri sırasında, herhangi bir tanıma olmaksızın, Türk-Kıbrıs ayrı devletiyle bağlantı kurma seçeneği gündeme geldi.

Soru:

Aralık 1987'de Filistin Ayaklanması-İntifada patlak verdi. Kıbrıs Rum liderliği Filistinlileri destekledi mi ve İsrail'in protestoculara yönelik baskıcı uygulamalarını suçladı mı?

Cevap:

Destekçi olduklarından eminim. Ancak Filistinlilere herhangi bir yardım yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Elbette Filistinlilere manevi destek verdik ve onları diplomatik olarak destekledik. Giysi, ilaç, yiyecek vb. gibi ek yardım talep ederlerse elbette onlara verdik, ancak elimde buna dair bir kanıt yok.

Soru:

Filistin İntifadası'nın patlak vermesinin ardından, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve rakip partiler İsrail'in var olma hakkını kabul ederek barış müzakereleri sürecini başlattı. Kıbrıs Rum liderliği Filistin devletini tanıdığında, Yunanistan gibi diğer devletlere Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı mı? İsrail ile FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?

Cevap:

Öyle olup olmadığını bilmiyorum. Bizim politikamız, Filistinlilerin sorunlarını kendi başlarına çözmeleri yönündedir. Tutumumuz, Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebine ilişkin politikamıza dayanıyordu.

Soru:

1970'lerin başlarından itibaren, Kıbrıs Rum siyasi partileri Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile temaslarda bulundu ve başta Sol Komünist ve Sosyalist partiler olmak üzere çeşitli Kıbrıs Rum siyasi partileri, Lübnan'daki FKÖ genel merkezine resmi ziyaretlerde bulundu. Ayrıca, FKÖ'nün önde gelen isimleri Kıbrıs'a resmi ziyaretlerde bulundu ve bu ziyaretler sırasında Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumunun siyasi partilerinin önde gelen isimleriyle görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerin bir analizini yapmak ve bu görüşmelerin FKÖ ile Kıbrıs/Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilişkileri ne ölçüde etkilediğini açıklamak mümkün müdür?

Cevap:

Genel olarak Filistin hareketiyle her zaman saf ve sıcak ilişkilerimiz oldu. Geçmişte olduğu gibi Filistin hareketiyle yakın temaslarımızı sürdürüyoruz ve

Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini destekliyorum. Hatırladığım kadarıyla AKEL de aynı politikaları benimsemişti. Ancak sanırım tüm Kıbrıs Rum siyasi partileri Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum siyasi partileri içinde herhangi bir olumsuz tutum hatırlamıyorum.

Soru:

Kıbrıs'ta 1970'lerin ortalarından bu yana Filistinlilere yönelik suikastlar, Filistinli gerillalar tarafından İsraillilere yönelik suikastlar vb. gibi birçok olay yaşandı. Elbette tüm olaylardan bahsedemeyiz. Tüm bu olaylar hakkında bir yorum yapabilir misiniz? Kıbrıs Rum liderliği bu saldırıların ardından nasıl tepki verdi?

Cevap:

Kıbrıs Rum siyasi partilerinin tamamı suikastları ve diğer tüm saldırıları kınadı. Ülkemizde bize dost örgüt mensuplarının katledilmesini kabullenemedik.

Soru:

Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?

Cevap:

Onu {Ebu Cihad} şahsen tanıyordum ve arkadaştık. Ölüm haberini duyduğumda elbette çok üzüldüm. Ancak basında çıkan haberlerin ötesinde, tepkiler hakkında daha fazla ayrıntı bilmiyorum.

Donis Christofinis ile röportaj

Donis Christofinis, 1950'lerden beri Kıbrıs'ın sol komünist partisi AKEL'in üyesidir. Ayrıca, 1964-1974 yılları arasında sol komünist gençlik örgütü EDON'un genel sekreterliğini yapmıştır. 1973-2009 yılları arasında Halk Dayanışma Komitesi'nin genel sekreterliğini yapmıştır. Donis Christofinis ayrıca AKEL Yürütme Kurulu üyeliğine seçilmiş ve birkaç yıl bu kurulda görev yapmıştır. Sayın Donis Christofinis ile yapılan röportaj, 19 Kasım 2014 tarihinde Donis Christofinis'in Lefkoşa, Kıbrıs'taki evinde gerçekleştirilmiştir.

Soru:

Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?

Cevap:

AKEL siyasi bir parti olarak, Makarios ve hükümet, Filistinliler ve Arap devletleriyle sıcak ilişkilere sahipti. Makarios, Kıbrıs'ın NATO üyesi değil, Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi olması gerektiğini en başından beri anlamıştı. Arap devletleri de Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesiydi. O dönemde {II. Dünya Savaşı} AKEL, Nazi kamplarından kaçarak yasadışı yollarla Kıbrıs'a gelen ve Britanya İmparatorluğu tarafından başka bir kampa yerleştirilen Yahudi halkının Kıbrıs'tan kaçmasına ve Filistin'e yerleşmesine yardımcı oldu. AKEL olarak Yahudi halkını destekledik çünkü bu insanların Nazi Almanyası'nın kurbanları olduğuna inanıyorduk ve onları anti-faşist olarak görüyorduk. İsrail devletinin kurulmasından sonra İsrail devletinin Filistin halkına zulmedeceğini tahmin edemezdik. İsrail, parlamentosu, seçilmiş temsilcileri vb. olan demokratik bir devlettir. Ancak Filistinlilere zulmettiler ve Filistin halkına karşı anti-komünist ve insanlık dışı politikalar benimsediler. Elbette Filistin halkına karşı İsrail politikalarını kabul etmeyen ve kınayan, Filistinlilerle barış içinde yaşamayı arzulayan ilerici ve komünist İsraillilerin de olduğunu söylemeliyim.

Filistin devleti 1967 öncesi sınırlarda kurulmalıdır. Hatırladığım kadarıyla AKEL olarak resmi politikamız, Filistin meselesinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla adil bir çözüme ulaşılmasıdır. Süveyş krizi sırasında Kıbrıs, İngiliz ve Fransız birlikleri, hatta muhaliflerimiz tarafından askeri üs olarak kullanıldı. Elbette Arap devletlerine ve Filistin halkına da elimizden geldiğince manevi destek ve yardımda bulunduk, çünkü ekonomik sorunlarımız da vardı. İki halk (Rum ve Filistin halkı) arasında bir dayanışma vardı; bu dayanışma günümüze kadar devam etti. AKEL olarak sadece FKÖ ve El Fetih ile değil, aynı zamanda Filistin Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, komünistler ve genel olarak tüm Filistinli örgütlerle ilişkilerimiz vardı. 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgali sırasında Filistin ve Lübnan halkına yardım gönderdiğimiz belirli bir olayı hatırlıyorum. O dönemde kendi sorunları olan, bazıları gidecek yeri olmayan ve mülteci kamplarında kalan Kıbrıslı Rum mültecilerin taşıdığı ilaç, giysi ve yiyecekle dolu bir kamyon vardı. Ayrıca, Filistin halkıyla dayanışmamızı göstermek amacıyla İsrail politikalarına karşı büyük gösteriler düzenleyen Halk Dayanışma Komitesi'ni (EPAL) kurduk ve yardım etkinlikleri düzenledik. Ayrıca, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat ile kişisel temaslarım ve görüşmelerim oldu.

Soru

1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde, Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974 yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?

Cevap:

Bu bilgiyi doğrulayamıyorum çünkü bilmiyorum. Elbette Arap devletleri bizim tarafımızı (Rum tarafını) destekledi, tıpkı bizim yaptığımız gibi. Ancak, Amerika yanlısı bir politika benimseyen Suudi Arabistan'ı dahil etmiyorum.

Soru:

Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti, 1967'deki Arap-İsrail savaşları, 1970-1971 Ürdün krizi ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki gösterdi mi? Büyük Britanya, bu krizler sırasında adadaki üslerini İsrail lehine kullandı mı ve kullandıysa Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol krizinin Kıbrıs üzerindeki sonuçları neler oldu? Cevap:

İlk Arap-İsrail savaşı 1948'de patlak verdi. AKEL, 1948 savaşının ardından İsrail devletinin tek taraflı olarak ilan edilmesini ve Filistin halkının anavatanlarından zorla sürülmesini kınadı. Süveyş Krizi sırasında Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik askeri operasyonlarında üs olarak kullanıldı ve biz de bunu kınadık. 1967 Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'in saldırganlığını/saldırısını kınadık. O dönemde, hatırladığım kadarıyla, Doğu Almanya'dan Suriye'ye bir röntgen cihazı gönderdik. Genel olarak, Arap-İsrail savaşları sırasında Arap devletlerini ve Filistin hareketini destekledik.

Soru:

Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı askeri darbe yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz sırasında İsrail'in Türk ordusuna lojistik destek sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e tepkisi ne oldu?

Cevap:

İsrail'in 1974'teki Türk müdahalesi sırasında Türk ordusuna herhangi bir yardımda bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Yakın ilişkileri vardı, ancak kriz sırasında onların (İsraillilerin) müdahil olduğunu söyleyemem. Öte yandan Filistin hareketi ve Filistin halkı, Arap dünyasında bizim tarafımızın (Rum tarafı) birincil destekçisiydi/destekçisidir. Bunun nedeni, Kıbrıs Rum liderliğinin, AKEL'in ve Kıbrıs Rum sivil halkının Filistin hareketini ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini her zaman desteklemiş olmasıdır. Ve inanıyorum ki...

Kıbrıs sorununa ilişkin politikalarını sürdüreceklerini ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çerçevesinde Türk-Kıbrıs ayrı devletinin tanınmasını engelleyeceklerini belirtti.

Soru:

Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?

Cevap:

FKÖ Kıbrıs'ta üs kurmadı çünkü buna ihtiyaçları yoktu. Kıbrıs'ta zaten bir temsilcilikleri vardı. Elbette Filistinli mülteciler Kıbrıs'a gelip adada kaldılar, ancak Filistin liderleri kalmadı. Çünkü Kıbrıs küçük bir ada ve Mossad ajanları için kolay hedef olabilirlerdi.

Soru:

İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Kıbrıslı Rum gazeteci Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz? Kıbrıslı Rum yönetimi gazeteciyi serbest bırakmak için ne gibi adımlar attı? Arap devletlerinden herhangi bir tepki geldi mi?

Cevap:

Paschalis, AKEL üyesi ve Haravgi gazetesinin muhabiriydi. Tel Aviv'e muhabir olarak gitti ve İsrail polisi tarafından tutuklanarak casuslukla suçlandı. Paschalis uzun yıllar hapis cezasına çarptırıldı, ancak bir buçuk yıl sonra serbest bırakıldı. Bu durum, Lefkoşa'daki İsrail Büyükelçiliği önünde düzenlenen büyük gösterilerin ardından gerçekleşti.

Soru:

1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler oldu?

Cevap:

Elbette Sebai suikastını da bu tür tüm olaylarda olduğu gibi kınadık. O olayın ayrıntılarını hatırlamıyorum ama Kıbrıs'taki en ciddi olaylardan biriydi.

Soru:

Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti mi?

Cevap:

Filistin hareketinin uluslararası tanınma talep etmesi elbette mantıklıdır ve bu durumda Türkiye'den de talep etmesi gerekir. Çekincelerimiz ve endişelerimiz daha çok, Türkiye ile ilişkilerin kurulmasının Filistin hareketiyle ilişkilerimizi olumsuz etkilemesiyle ilgiliydi. FKÖ'nün Ankara'da temsilcilik açmasının Filistin hareketiyle olan sıcak ilişkilerimize zarar verebileceğinden endişeleniyorduk.

Soru:

Aralık 1987'de Filistin Ayaklanması-İntifada patlak verdi. Kıbrıs Rum liderliği Filistinlileri destekledi mi ve İsrail'in protestoculara yönelik baskıcı uygulamalarını suçladı mı?

Cevap:

Filistin ayaklanması - İntifada, işgal altındaki topraklarda İsrail'in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Filistin halkının genel grevi/gösterisidir. Elbette onları diplomatik düzeyde destekledik ve Filistin halkına elimizden geldiğince yardım ettik. Onlara ilaç, giysi, yiyecek vb. gönderdik.

Soru:

Filistin İntifadası'nın patlak vermesinden sonra, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve İsrail'in var olma hakkını kabul ederek rakip partiler ortaya çıktı.

Barış müzakereleri süreci. Kıbrıs Rum liderliği Filistin devletini tanıdığında ne oldu? Yunanistan gibi diğer devletlere Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı mı? İsrail ile FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?

Cevap:

Bana göre Filistin devletinin kurulması, Filistin halkının ve Filistin hareketinin bir zaferidir. İsrail ordusu Filistin topraklarından çekilmeli ve uluslararası toplum da İsrail'e baskı yapmalıdır. İsrail ayrıca Gazze Şeridi'ne uyguladığı ablukayı da kaldırmalıdır. Kıbrıs Rum liderliği, Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini elbette desteklemektedir.

Soru:

Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?

Cevap:

Ebu Cihad'ı şahsen tanıyordum. İsrail istihbaratının yasadışı bir eylemiydi ve elbette Ebu Cihad suikastını kınadık. Filistinli gerillalar bu tür saldırılar gerçekleştirdiğinde de tavrımız aynıydı.

Taki Hadjidemetriou ile röportaj

Takis Hadjidemetriou, sosyalist parti EDEK'in kurucu liderlerinden biriydi. Ayrıca, Parlamento Üyesi olarak seçildi ve aynı zamanda Savunma Komitesi ve Avrupa Kültür Mirası Alt Komisyonu başkanlığını yürüttü. Aynı zamanda İKME - Sosyopolitik Araştırmalar Enstitüsü başkanlığını da yürütüyor. Sayın Takis Hadjidemetriou ile yapılan röportaj, 25 Kasım 2014 tarihinde Takis Hadjidemetriou'nun Kıbrıs, Lefkoşa'daki evinde gerçekleşti.

Soru:

Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?

Cevap:

Öncelikle Kıbrıs meselesinin Arap milliyetçiliğiyle bağlantılı olduğunu söylemek isterim. Özellikle Faruk'un devrildiği ve önce Muhammed Nakib'in, ardından Nasır'ın iktidara geldiği 1950'li ve 1960'lı yıllarda Arap milliyetçiliği Arap dünyasında yayılmış ve anti-emperyalist duygular yaratmıştır. Bu dönemde Yunanistan ile birleşme talebi (Kıbrıslı Rumların talebi) radikalleşmiştir. Bu dönemde Batı ve ABD ile bağlantılı ve NATO üyesi olan Türkiye, Arap milliyetçiliğinin yükselişinden ve Arap devletlerinin Sovyetler Birliği ile bağlarından tehdit hissetmiştir. Sonuç olarak, Türkiye bir yandan Arap dünyası içinde yalnızlaşırken, Kıbrıs da sömürge karşıtı mücadelesi (Büyük Britanya'ya karşı) nedeniyle Arap milliyetçiliğiyle bağdaştırılmıştır. Bu dönemde Kıbrıs ve Arap devletlerinin el ele verdiğini söyleyebiliriz. Makarios, Kıbrıs meselesinin ilk yıllarında (muhtemelen 1955'te) Mısır'ı ziyaret etmiştir. Makarios, 1955'te Bandung'da düzenlenen ve yıllar sonra Bağlantısızlar Hareketi'nin kurulmasına yol açan Afro-Asya Konferansı'nın toplantılarına katıldı ­. Bu durum, yeni kurulan Kıbrıs devletinin Bağlantısızlar Hareketi'ne üye olmasının nedenini açıklıyor. Arap devletleri, BM'de Kıbrıs Rum tarafını, ilgili kararlar sırasında desteklediler.

Kıbrıs meselesi. O dönemde Türkiye'nin Arap devletleriyle ilişkilerinde kopukluklar yaşandığını söyleyebilirim. Sonrasında Kıbrıs bağımsızlığını kazanınca Bağlantısızlar Hareketi'nin de üyesi oldu. Hatta Fazıl Küçük'ün (o zamanki Cumhurbaşkanı Yardımcısı) bazı çekinceleri vardı; Makarios'un niyetlerine veto koymadı. Sonuç olarak Kıbrıs, Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi oldu ve sömürge karşıtı hareketlerle bir bağlantı, daha doğrusu bu bağlantının devamı oldu. Kıbrıs'ın Bağlantısızlar Hareketi ve elbette Arap dünyasıyla bağlantısının sürdüğünü söyleyebilirim. Sonuç olarak Kıbrıs, Filistin örgütü El Fetih ve elbette Filistin hareketiyle de bağlantılıydı. Arap devletleriyle ve Filistin hareketiyle o kadar yakın ve sıcak ilişkilerimiz vardı ki, 1967 Altı Gün Savaşı sırasında Kıbrıs parlamentosunda bu konu tartışıldı. Altı Gün Savaşı'nın sona ermesinden sonra, Nasır ve Arap milliyetçiliğinin zayıfladığına dair genel bir görüş vardı; Filistin hareketi ve radikalleşen El Fetih yükselişe geçti. Bu dönemde Kıbrıs, önce El Fetih ile, ardından da FKÖ ile ilişkilendirildi. Elbette, Filistin hareketiyle ilişkilerimiz 1967'den beri hızla gelişiyordu. Arap devletleri ve Filistin hareketiyle birkaç yıl boyunca samimi ve sıcak ilişkiler yaşadık. Şunu söylemeliyim ki, Türkiye Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlasa bile, Arap devletleriyle ikili ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadı. Bu, Türkiye'nin özellikle ekonomik ve istihbarat alanlarında İsrail ile ilişkilerinin bir sonucuydu. Bana göre, İsrail varlığını Kıbrıs'ın ötesinde büyük ölçüde Türkiye'ye borçludur, çünkü birçok Yahudi, Filistin'e giderken Kıbrıs'tan geçmiştir. Şimdi, İsrail ile ilişkilerimize gelince, Kıbrıs, kuruluşundan bu yana (1960'ta) İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmuştur. Ancak ilişkilerimiz soğuktu. Kıbrıs, İsrail'de büyükelçilik açmadı; Bizim de bir temsilcimiz yoktu. İsrail devletiyle hiçbir temasımız yoktu ve gözlemlediğim kadarıyla İsrail, Kıbrıs meselesinde, iki toplumlu çatışmalarda vb. tarafsız kaldı. Ancak 1970'lerin ortalarından itibaren yeni bir gelişme yaşandı: Kıbrıs, birkaç yıl boyunca Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail'in savaş alanı haline geldi. 1970'lerin ortalarından itibaren Mossad ajanları, FKÖ üyesi Filistinlileri öldürüyor. Olympia Oteli'nde bir olay yaşandı (1973'te Kıbrıs'ta Hüseyin el Beşir Fetih'in temsilcisinin öldürülmesi).

1972 Münih katliamına misilleme olarak}. Daha sonra Larnaka'da bir İsrail yatına saldırı oldu. Ayrıca Sebai'nin suikasta uğradığı olay da yaşandı {Larnaka havaalanı olayı 1978}, ancak suikast 1973 Yom Kippur Savaşı'ndan sonra gerçekleşti. Bu dönemde Arap devletleri bölünmüştü, Mısır Arap dünyasının kara koyunuydu ve özellikle Kıbrıs'ın günümüze kadar dostane ilişkiler içinde olduğu Suriye'den tecrit edilmişti. O dönemde Mısır'la ilişkilerimiz 1978 Larnaka havaalanı olayı ve Camp David anlaşmalarının ardından sona erdi. O dönemde Arap devletleriyle de ekonomik ilişkilerimiz vardı. Kıbrıslı Rum şirketleri Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde, bazı durumlarda Libya'da, Cezayir'de ve bir dereceye kadar Suriye'de faaliyet gösteriyordu. Yani bazı Arap devletleriyle ekonomik ilişkilerimizde, hatta genel Arap yanlısı politikamızda bir iyileşme vardı. Arap devletleriyle ekonomik ilişkilerimiz uzun yıllar devam etti. Daha sonra, Yunanistan'ın arabuluculuğuyla Mısır'la ilişkilerimiz de normalleşti. Bu arada Türkiye Arap ülkeleriyle yakınlaşırken, özellikle Camp David Anlaşmaları ve İsrail-Mısır ittifakının ardından ABD'nin varlığı güçlendi. Bu dönemde Kıbrıs'ın Arap ülkeleriyle diplomatik ilişkileri zayıflarken, ekonomik ilişkilerimiz hızla iyileşiyordu. Bu, küresel ve bölgesel gelişmeler bağlamında (1970'lerin sonlarından bu yana) gerçekleşti. Arap ülkeleri ve İsrail ile ilişkilerimizin genel hatları böyledir.

Soru:

1956 Süveyş Krizi sırasında, Büyük Britanya'nın sömürgesi altındaki Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik operasyonlarında üs olarak kullanıldı. Makarios, Kıbrıslı Rum veya Türk siyasetçiler veya kişilerden herhangi bir tepki geldi mi? Makarios, Nasır'ın Süveyş Kanalı'nı millileştirme kararını destekledi mi?

Cevap:

O dönemde, Rum-Kıbrıs mücadelesi (bağımsızlık ve Yunanistan ile birlik) ile Mısır arasındaki ilişkiler ve Yunanistan'ın Mısır ile ikili ilişkileri gelişiyordu. Bunun nedeni, bir yandan Yunan denizcilerin Süveyş Kanalı operasyonlarının devamına katkıda bulunması, diğer yandan EOKA'nın Kıbrıs'taki İngiliz üslerini ve varlığını hedef almasıydı. Dahası, patlatma başlatarak

İngiliz uçakları, Rum milliyetçi hareketinin Mısır halkıyla dayanışmasını gösterdi.

Soru:

Araştırmam sırasında, Kıbrıs'ın bağımsızlığını kazanmasının ardından (16 Ağustos 1960), Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının baskıları altında Kıbrıs'ın İsrail'i tanıdığını ve İsrail'e Lefkoşa'da büyükelçilik açma izni verdiğini öğrendim. Kıbrıs'ın adada İsrail'e büyükelçilik açma izni verme kararına, özellikle Mısır olmak üzere Arap devletlerinin tepkilerini bana anlatabilir misiniz?

Cevap:

İsrail büyükelçiliğine saldırı düzenlendi. Silahlı bir Filistinli grup İsrail büyükelçiliğine ateş açtı, ancak can kaybı yaşanmadı. Kıbrıs'taki İsrail büyükelçiliği birkaç yıl boyunca İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı gösterilerin merkezi haline geldi. Bu konuda (Arapların İsrail büyükelçiliğinin açılmasına tepkileri) hiçbir bilgim yok. İsrail Kıbrıs'ta bir büyükelçilik açmış olmasına rağmen, Arap devletleriyle ilişkilerimiz kesilmedi ve sıcak ve samimi bir ilişki sürdürdük.

Soru

1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde, Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974 yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?

Cevap:

Arap devletleri, özellikle bize sınırlı askeri yardımda bulunan Mısır, davamıza dayanışma gösterdi. Mısır ile sıcak ilişkilerimiz geçmişte olduğu gibi devam etti. Burada size bir şey söylemeliyim: Nasır, bizim {Rum-Kıbrıslıların} Yunanistan ile birleşme talebimize karşı değildi, çünkü "Tüm Arap devletleriyle bir birlik oluşturmak istiyorum ve Mısır zaten Suriye ile birleşti. Dolayısıyla, eğer siz bu anlamda Yunanistan ile birleşmek istiyorsanız, hiçbir çekincem yok" diyordu. Mısır, aşırı milliyetçi olanlar da dahil olmak üzere, Rum-Kıbrıs politikalarını destekledi. Arap devletleri elbette BM'de bizim {Rum-Kıbrıslı} tarafımızı destekledi. Durum 1967'den beri değişmiş gibi görünüyordu. Nasır Mısır'ın lideri olarak kaldı, ancak zayıflamıştı ve dolayısıyla Arap milliyetçiliği de zayıflamıştı.

Soru:

Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti, 1970-1971 Ürdün krizi sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk, bu krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail'den herhangi bir tepki geldi mi?

Cevap:

Elbette, FKÖ Ürdün Krallığı içinde bir devletti ve Kral Hüseyin'in otoritesini tehdit ediyordu. El-Fetih ve FKÖ ile yakın temaslarımız vardı ve ­genel olarak daha çok Filistin yanlısıydık.

Soru:

Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti, 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki gösterdi mi? İngiltere, bu krizler sırasında adadaki üslerini İsrail lehine kullandı mı? Kullandıysa, Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol krizinin Kıbrıs üzerindeki etkileri neler oldu?

Cevap:

Bunu kanıtlayacak bir delilimiz yok. 1967 Altı Gün Savaşı sırasında İngiliz üslerinin İsrail lehine kullanılıp kullanılmadığı şüphelidir, çünkü İsrail kuvvetleri hızla ilerliyordu ve mühimmat dahil hiçbir yardıma ihtiyaç duymuyordu. Her halükarda, İngiliz üsleri İsrail'in ihtiyaç duyabileceği her türlü yardımı sağlamaya hazırdı. 1973 Yom Kippur Savaşı'na gelince, bilgi alışverişi ve üslerin kullanımı söz konusuydu, ancak sanırım Kıbrıs'takiler değil, Girit ve Suda'daki üsler kullanıldı.

Soru:

Burada sizden, 1972 Münih Olimpiyat Oyunları'nda Filistinli bir grubun İsrail Olimpiyat takımı üyelerini katletmesi olayıyla ilgili bir yorum yapmanızı rica ediyorum.

Cevap:

Olimpiyat Oyunları'nın ruhu olan barışla hiçbir ilgisi olmayan bir cinayetti. Elbette suikastı kınadık.

Soru:

Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı askeri darbe yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz sırasında İsrail'in Türk ordusuna lojistik destek sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e tepkisi ne oldu?

Cevap:

Türkiye'ye İsrail'in herhangi bir yardımına dair elimde bir kanıt yok. Burada size bir şey söylemem gerekiyor. O dönemde, İsrail'in askeri darbeye dair herhangi bir kanıt veya makale bulmak için bir araştırma yaptım, ancak başarılı olamadım. Jerusalem Post, askeri darbeden sadece bahsetti ve daha fazla ayrıntı vermedi. İsrail, askeri darbe sırasında tarafsız görünüyordu. İsrail'e karşı şüphelerimiz Arap yanlısı politikamızdan kaynaklanıyordu. İsrail'i baş düşmanlarımızdan biri olarak görüyorduk. Ancak, Makarios'un hâlâ hayatta olduğuna dair duyurunun uluslararası topluma bir İsrail radyo istasyonu aracılığıyla iletildiğini unutmamalıyız.

Soru:

Aynı yıl Rauf Denktaş, "Kıbrıs Türk Federe Devleti"nin kuruluşunu ilan etti. Arap devletleri veya FKÖ bu devleti herhangi bir forum veya kuruluşta tanıdı mı? Kıbrıslı Rumlar, Arap devletlerinin ve FKÖ'nün "Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni tanımasını engellemek için ne yaptı? İsrail tanıdı mı?

Cevap:

Tepkilerini hatırlamıyorum. Ayrıca Arap devletleri bölünmüştü. Arapların 1974 Kıbrıs krizinden sonraki tepkileri Türkiye ile ikili ilişkilerine bağlıydı. Örneğin, Suudi Arabistan'ın Kıbrıs ile diplomatik ilişkisi yoktu {Yunanistan-

Kıbrıs tarafı, günümüze kadar, Kıbrıslı Rumların Suudi Arabistan ile ekonomik bağları olduğu gerçeğini bile göz ardı etti. Ancak Suudi Arabistan ile yakınlaşmaya çalıştık, ancak başarılı olamadık. Diğer Körfez ülkeleriyle herhangi bir temas veya ilişkimiz olup olmadığını hatırlamıyorum. Öte yandan Kıbrıs {Rum tarafı}, Türkiye'ye düşman bir devlet olan Suriye ile samimi ve sıcak ilişkiler içindeydi.

Soru:

Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?

Cevap:

Hayır, böyle bir durum söz konusu değildi; ayrıca Filistin hareketinin Kıbrıs'ta bir üsse ihtiyacı yoktu. Ürdün ve Lübnan'daki üsleri ve altyapıları muhteşemdi. Ürdün'de bulunmuştum ve büyük ölçüde örgütlü olan üslerini/kamplarını görmüştüm. Kütüphaneleri, çocuklar için okulları vb. vardı. Kıbrıs {Rum tarafı} onları ancak diplomatik yollarla destekleyebilirdi ve Kıbrıslı Rumlar adada kalan Filistinlilere karşı dostane bir tavır sergiliyordu. Kıbrıslı Rumlar bundan fazlasını sunamazdı ve bundan fazlasını sunmaları da gerekmezdi. Kıbrıs'ta herhangi bir üs olmadığından eminim. Kıbrıs, Mossad ile FKÖ arasında bir savaş alanına dönüştüğünde, Filistinlilere "Lütfen bizi bırakın, bizim kendi sorunlarımız var" dedik; Filistinliler de bu talebe saygı duydu.

Soru:

1975'te Orta Doğu'da bir başka bölgesel kriz patlak verdi: Lübnan iç savaşı. Bu iç savaş, sırasıyla 1976 ve 1978'de Suriye ve İsrail'in müdahalesine ve 1982 yazında İsrail'in bu ülkeyi büyük çapta işgaline yol açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e karşı tepkileri ne oldu? Kıbrıs Rumları Filistinlileri ve FKÖ'yü destekledi mi ve desteklediyse nasıl destekledi?

Cevap:

Size Lübnan'daki FKÖ altyapısını hatırladığımı söyleyebilirim, çünkü İsrail ajanları Kıbrıs'ta iki FKÖ üyesini öldürdüğünde, cenazelerini FKÖ lideri Yaser Arafat'a teslim etmek için Lübnan'a gitmiştim. 1970'te Ürdün'de olduğu gibi, FKÖ de Lübnan devleti içinde bir devletti. İsrail işgali sırasında Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı)

Filistinlilere, Lübnan'dan sınır dışı edilmelerini kolaylaştırmak dışında hiçbir yardımda bulunamadı (birçok Filistinli Lübnan'ı terk etti ve diğer Arap ülkelerine giderken Kıbrıs'tan geçtiler).

Soru:

1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler oldu?

Cevap:

Sebai suikastı Ebu Nidal Örgütü (AON) tarafından gerçekleştirildi. Bu olaydan sonra Arap diplomatları rehin aldılar ve bir uçağı kaçırdılar. Uçak Cibuti'de yakıt ikmali yaptıktan sonra Larnaka havaalanına geri döndü ve Kıbrıs Rum hükümeti kaçıranlarla müzakerelere başladı. Bu arada, Filistinli arabulucuların getirilmesi fikri ortaya çıktı. Ben şahsen, Filistinli arabulucuları Kıbrıs'a getirerek kaçırma olaylarının sona erdirilmesine katkıda bulunmak için Beyrut'a gittim. Beyrut'a vardığımda, Filistinli arabulucular yerine Filistinli gerillalarla görüştüm ve onlarla birlikte Larnaka'ya döndüm. Larnaka havaalanına indiğimizde yetkililere arabulucu olmadıklarını, savaşçı olduklarını bildirdim ve uçak diğer uçaktan çok uzağa indi. Mısırlı komandolarla Rum askerleri arasındaki çatışmada, Filistinli gerillalar da (Mısırlı komandolara karşı) yer aldı. Bu durum, Mısır ile ilişkilerimizi daha da karmaşık hale getirdi. Bu olayın ardından Butros Butros-Gali, mağdurları teslim almaya geldi ve Mısır ile Kıbrıs Rum kesimi arasındaki ikili ilişkiler donduruldu.

Soru:

İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Rum gazeteci Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz?

Gazetecinin serbest bırakılması için Rum yönetimi tarafından hangi adımlar atıldı?

Arap devletlerinden herhangi bir tepki geldi mi?

Cevap:

Paschalis çok iyi bir arkadaşımdı ama bu konu hakkında konuşmadık ve İsrail'e casusluk faaliyetleri için mi gitti yoksa İsrail yetkilileri aşırı tepki mi verdi emin değilim. Size şunu söyleyebilirim ki, bazı durumlarda Filistinliler Kıbrıslı Rumlardan İsrail'i ziyaret etmelerini, orada birkaç fotoğraf çekip geri dönmelerini istediler. Ancak bildiğim kadarıyla casusluk faaliyetleri düzenlemiyorlardı. Örneğin, Kıbrıslı Rumlar bir yatla İsrail'i ziyaret edebilir, birkaç fotoğraf çekip geri dönebilirlerdi. Amatör oldukları için ciddi bir şey organize edemezlerdi. Ancak Kıbrıs'ta Mossad ajanları casusluk faaliyetleri nedeniyle tutuklandı. Kıbrıslı Rum bir sivilden bilgi alan Rum polisi, Mossad ajanlarını tutukladı.

Soru:

Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti mi?

Cevap:

Bunu teyit edemem. Aksine, Türkiye ile ilişkileri konusunda bir kafa karışıklığı vardı. FKÖ ile olan sıcak ilişkilerimizden memnunduk, ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin iyileşmesi konusunda şüpheciydik. Bizim (Kıbrıslı Rumların) FKÖ ile ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz için hiçbir sebep veya fırsat yoktu. Filistinliler kendi yaşam mücadelelerini veriyorlardı ve uluslararası desteğe ihtiyaçları vardı.

Soru:

Filistin İntifadası'nın patlak vermesinin ardından, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve rakip partiler İsrail'in var olma hakkını kabul ederek barış müzakereleri sürecini başlattı. Kıbrıs Rum liderliği Filistin devletini tanıdığında, Yunanistan gibi diğer devletlere Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı mı? İsrail ile FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?

Cevap:

Bunu teyit edemem. Bildiğim kadarıyla Kıbrıs (Rum tarafı), Gazze'de bir havaalanı inşasına destek vermeyi teklif etti. Oysa FKÖ ve El Fetih ile sıcak ilişkileri olan PASOK, Yunanistan'da iktidardaydı. Ayrıca, Arafat (FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasının ardından) Beyrut'tan ayrılırken Atina'ya resmi bir ziyarette bulundu. Bu nedenle Yunanistan'a herhangi bir baskı yapılmasına gerek yoktu. Öte yandan Yunanistan, İsrail'i (1990'ların başına kadar) fiilen tanımadı. Dolayısıyla, Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve FKÖ ile ikili ilişkileri sıcaktı.

Soru:

Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?

Cevap:

İsrail ajanlarının Ebu Cihad'ı öldürdüğü eve gittim. Suikastı Filistin İntifadası bağlamında gerçekleşti. Sürgündeki Tunus liderleri ile işgal altındaki topraklardaki Filistinliler arasında koordinasyon vardı. Bu nedenle İsrailliler, Ebu Cihad'ı öldürmeye karar verdiler.



[*]Donis Christofinis, 1950'lerden beri Kıbrıs'ın sol komünist partisi AKEL'in üyesidir. Ayrıca, 1964-1974 yılları arasında sol komünist gençlik örgütü EDON'un genel sekreterliğini yapmıştır. 1973-2009 yılları arasında ise Halk Dayanışma Komitesi'nin genel sekreterliğini yapmıştır. Donis Christofinis ayrıca AKEL Yürütme Kurulu üyeliğine seçilmiş ve birkaç yıl bu görevde bulunmuştur.

[†]

Takis Hadjidemetriou, sosyalist parti EDEK'in kurucu liderlerinden biriydi. Ayrıca, Parlamento Üyesi seçildi, aynı zamanda Savunma Komitesi ve Avrupa Kültür Mirası Alt Komisyonu başkanlığını yürüttü. Ayrıca, İKME - Sosyopolitik Araştırmalar Enstitüsü'nün de başkanıdır.

[‡]Vassos Lyssarides, Kıbrıslı Rum bir siyasetçi ve Kıbrıslı Rum sosyalist partisi EDEK'in (EDEK 1969'da kurulmuştur) kurucusu ve tarihi lideridir. Vassos Lyssarides, 1969-2001 yılları arasında EDEK'in başkanlığını yapmıştır. Vassos Lyssarides ayrıca, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana Parlamento Üyesi olarak seçilmiş ve altı yıl (1985-1991) Parlamento Başkanlığı yapmıştır. Ayrıca, Vassos Lyssarides, 1959 yılında Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak düzenlenen Londra konferansına da katılmıştır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar