Filistin Neden Çekiyor...
İlişkilerinin İncelenmesi Yoluyla
Karşılaştırmalı Değerlendirme
CHARALAMPOS ZORPAS
112605019
İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ
İKTİSADİ
VE İDARİ BİLİMLER FAKÜLTESİ
ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ
Derecenin Gereksinimlerinin Kısmen Yerine
Getirilmesi
Sanat Ustası
Uluslararası İlişkiler
Akademik Danışman: Prof. Dr. Gencer Özcan
İlişkilerinin İncelenmesi Yoluyla
Karşılaştırmalı Değerlendirme
Arab-lsrail Qati^masma Türkiye'nin ve
Yunanistan'ın Pozisyonlan: FKO ile
tlişkilerin incelenmesi Yoluyla Karşılaşma Bir Değerlendirme
CHARALAMPOS ZORPAS
112605019
Tez
Danişmanı: Prof. Dr. Gencer Özcan
Juri
Uyesi: Yrd. Yapmak?. Dr.Mehmet Ali Tuğtan
Juri
Uyesi: Ogr. Gor. Dr.Can Cemgil
Tezin
Onaylandigi Tarih:
Toplam
Sayfa Sayı:
2)
İsrail |
2)
İsrail |
3)
Yunanistan |
3)
Yunanistan |
4)
Kibns 5)
FKO |
4)
Kıbrıs 5)
FKÖ |
•
AKEL —
{Anorthotiko Komma Ergazomenou Laou} Çalışan Halkın İlerici Partisi
•
ALF –
Arap Kurtuluş Cephesi
•
ANO —
Abu Nidal Örgütü
•
ASALA –
Ermenistan'ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu
•
DOP –
İlkeler Beyanı
•
EDEK —
Sosyal Demokrasi Hareketi
•
FATAH –
Harakat el-Tahrir el-Watani el-Filastini – Filistin Kurtuluş Hareketi
•
Dışişleri
Bakanlığı — Dışişleri Bakanlığı
•
HAMAS –
Harakat al-Muqawama al-Islamiyya – İslami Direniş Hareketi
•
IDF –
İsrail Savunma Kuvvetleri
•
MNF –
Lübnan'daki Çok Uluslu Güç
•
İslam
İşbirliği Teşkilatı (İİT)
•
OPEC –
Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü
•
PASOK —
Pan-Helenik Sosyalist Hareket
•
PKK –
Partiya Karkeren Kurdistan – Kürdistan İşçi Partisi
•
FKÖ –
Filistin Kurtuluş Örgütü
•
PNC –
Filistin Ulusal Şartı
•
THKO –
Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu – Türk Halk Kurtuluş Ordusu
•
THKP-C –
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi – Turkish People’s Liberation Party-Front
• UNIFIL – United Nations Interim Force in
Lebanon
• UN SCOP – United Nations Special Committee on
Palestine
• USAF — United States Air Forces
Bu tez, FKÖ'nün Kıbrıs (esas olarak Rum-Kıbrıs
tarafı) ve Yunanistan ile olan özel ilişkilerinin Türk-İsrail ilişkileri
üzerindeki etkisinin analizini yapmayı amaçlamaktadır. Türkiye'nin Arap-İsrail
çatışmasına yönelik politikaları akademik ilgiye konu olmuş ve farklı bakış
açılarıyla ele alınmış olsa da, FKÖ'nün Türkiye'nin anlaşmazlık içinde olduğu
bazı ülkelerle "yakın" ilişkilerine gereken ilgi gösterilmemiştir.
Filistin'e olan coğrafi ve tarihsel yakınlıkları nedeniyle, iki ülke Arap davasına
destek olmaya ve bölgedeki İsrail politikalarına eleştirel yaklaşmaya devam
etmiştir. Dolayısıyla, FKÖ'nün bu iki ülkeyle olan yakın ilişkileri,
Türkiye'nin örgüte yönelik politikasını zorlamıştır. Bu tez, FKÖ'nün Yunanistan
ve Kıbrıs ile geliştirdiği yakın ilişkilere ışık tutmayı ve üçlü ilişkinin
ihmal edilmiş boyutlarından birini öne çıkarmayı amaçlamaktadır.
Bu tez, FKÖ’nün Kıbrıs (özellikle Kıbrıs Rum
tarafı) ve Yunanistan ile olan özel ilişkilerinin, Türk-İsrail ilişkileri
üzerindeki etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Arap- İsrail çatışmasına
yönelik Türkiye’nin politikaları farklı bakış açılarıyla ve özenli bir şekilde
çeşitli akademik çalışmalarda ilgilenilen bir konu olmasına rağmen, FKÖ’nün
Türkiye’nin sorunlu olduğu bazı ülkelerle olan "samimi" ilişkilerine
gereken önem verilmemiştir. Filistin’e coğrafi ve tarihsel yakınlıkları
sonucunda, bu iki ülke Arap amacını destekleyen ve İsrail’in bölgedeki
politikalarını eleştiren ülkeler olmaya devam etmişlerdir. FKÖ’nün bu iki ülke
ile yakın ilişkileri olması Türkiye’nin organizasyona yönelik politikasında
gerginliklere sebep olmuştur. Bu tez, FKÖ’nün Yunanistan ve Kıbrıs ile
geliştirdiği yakın ilişkilere ışık tutmaya çalışmakta ve üçlü ilişkilerin ihmal
edilmiş boyutlarından birini öne çıkarmayı amaçlamaktadır.
Bu tez, bu kadar çok insanın yardımı olmadan
tamamlanamazdı. Öncelikle, tüm düzeltmelerimi sabırla okuyan ve araştırmam
boyunca bana manevi destek veren danışmanım Profesör Dr. Gencer Özcan'a en
derin şükranlarımı sunmak istiyorum. Ayrıca, mükemmel rehberliği, sabrı ve
engin bilgisi için Profesör Dr. Gencer Özcan'a teşekkür etmek istiyorum. Yüksek
lisans tezim için ondan daha iyi bir danışmanım olabileceğini hayal edemezdim.
Ayrıca, tez komitemdeki diğer üyelerim Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Tuğtan ve Ögr. Gör.
Dr. Can Cemgil'e de anlayışlı yorumları, rehberlikleri ve destekleri için
teşekkür etmek istiyorum. Yardımları paha biçilemez. Ayrıca, Program
Koordinatörü Doç. Dr. Yaprak Gürsoy'a tüm bu yıllar boyunca verdiği sürekli
destek, yardım ve cesaretlendirme için teşekkür etmek istiyorum. Ayrıca,
röportaj talebimi kabul eden ve benimle paylaştıkları özel bilgiler için
Kıbrıslı Rum politikacılar Vassos Lyssarides, Donis Christofinis ve Takis
Hadjidemetriou'ya da içten teşekkürlerimi sunuyorum. Ayrıca, Kıbrıslı Rum
politikacılarla yapacağım röportajlar konusunda bana rehberlik ve cesaret veren
Tarih Profesörü ve Gazeteci Maria Chrysanthou'ya da teşekkür etmek istiyorum.
Son olarak, aileme ve tüm arkadaşlarıma destekleri, cesaretlendirmeleri,
sabırları ve manevi destekleri için teşekkür etmek istiyorum.
Kısaltmalar Listesi ……………… ..................................................................... ii
İngilizce
Özet ………………………………………………………………………………..iv
Türkçe
Özet ……………………………………………………………………………..v
Teşekkürler
……………………………………………………………………………..vi
Giriş ………………………………………………………………………………...1
Bölüm 1:
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu ve Türkiye-İsrail İlişkileri 1964-
1977 ……………………………………………………………………………………...8
•
Bölüm…………………………………………………………………8’e
Giriş
•
1.
Kuruluşun ilk yılları…………… .................................................................. 9
•
1.1.
Filistin Sorununun Evrimi………………………………………9
•
1.2.
Türkiye-İsrail ilişkileri 1949-1964………………………………………..12
•
1.3.
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu………………………………………………..15
•
1.4.
1967 Altı Gün Savaşı……………………………………………………….17
o 1.4.1. Altı Gün Savaşı sırasında Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün rolü……………………19
•
1.5.
FKÖ'nün dönüşümü ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ortaya çıkışı
milliyetçilik……………………………………………………………………...20
o 1.5.1. Mültecilerin Filistin Kurtuluş
Örgütü'nün dönüşümündeki rolü………..21
•
2.
Bölgesel ve uluslararası gelişmeler
1970'ler .................................................................................................... 23
•
2.1.
1973 Yom Kippur Savaşı……………………………………………...23
o 2.1.1. Yom Kippur Savaşı sırasında Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün rolü……………..26
•
2.2
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Uluslararasılaşması ve Üçlü Örgüt Üzerindeki
Etkisi
İlişkiler………………………………………………………………………………28
o 2.2.1 Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Bölgesel ve
Uluslararası Tanınması…………..32
•
3. Mısır
ve İsrail Arasındaki Barış Görüşmeleri Süreci…………………34
o 3.1. 1978 Camp David
Anlaşmaları………………………………...37 o 3.2.
1979 Mısır-İsrail Barış Antlaşması………………………….39
Bölüm 2:
Bölgesel ve Uluslararası Gelişmeler ve Üçlü İlişkiler, 1980-1993 …………………………………………………………………………41
•
Bölüme
Giriş………………………………………………………………………….41
•
1.
Lübnan iç savaşı…………………………………………………………..43
o 1.1. Lübnan'daki iç savaşın
nedenleri……………………………...43
o 1.2. İç savaşın patlak vermesi ve
FKÖ……………………………...45
o 1.3. İsrail'in Lübnan'ı işgali,
1982…………………………………48
o 1.4. İsrail işgalinin sonuçları……………………………...51
• 2. Filistin Ayaklanması – İntifada,
1987………………………………………….54
o 2.1. İntifada'nın patlak vermesi ve İsrail'in
tepkileri…………………55
o 2.2. Ayaklanma ve Ortaya Çıkış Sırasında
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Politikaları
Hamas……………………………………………………………………………57
o 2.3. 1988'de Filistin Devleti'nin Kurulması ve
Barış
Süreç…………………………………………………………………………59
• 3. Türkiye-FKÖ İlişkisi ve Türkiye-İsrail
İlişkilerine Etkisi……64
o 3.1.
Bölgesel gelişmeler ve Türkiye-İsrail ilişkileri……………..67
o 3.2.
FKÖ'nün Türk ulusal çıkarlarına ilişkin politikaları………………………69
Bölüm 3:
Yunanistan, Kıbrıs ve Arap-İsrail çatışması, 1947-
1993 ………………………………………………………………………………………….75
•
Bölüme
Giriş……………………………………………………………………..75
•
1.
Yunanistan ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993……………………………76
o 1.1 Yunanistan, Arap devletleri ve İsrail, ilk
aşamalar, 1947-1966……..77
o 1.2. Askeri rejim ve bölgesel gelişmeler,
1967-1974……80
o 1.3. Yeni Demokrasi hükümeti,
1974-1981………………………83
o 1.4. Sosyalist-PASOK hükümeti,
1981-1989……………………..84
o 1.5. Yeni Demokrasi hükümeti ve Arap-İsrail
anlaşmazlığı, 1989-
1993………………………………………………………………………….87
•
2.
Türkiye'nin İsrail ve FKÖ ile ilişkilerinde Kıbrıs faktörü……………….88
o 2.1. Kıbrıs'ın Araplar ve Araplarla
ilişkilerinin tarihsel arka planı
İsrail………………………………………………………………………………..89
o 2.2. Kıbrıs Cumhuriyeti
ve Arap-İsrail çatışması, 1960-
1974…………………………………………………………………………...93
o 2.3.
1974 Kıbrıs krizi Arap
devletleri, FKÖ ve
İsrail…………………………………………………………………………97
o 2.4. Rum-Kıbrıs'ın Arap devletleri, Filistin
Kurtuluş Örgütü ve İsrail ile ikili ilişkileri,
1975-1994……………………………………………………………………...99
Sonuçlar …………………………………………………………………………………………108
Referans
Listesi ……………………………………………………………………………………112
Ek ………………………………………………………………………………………………120
Bu tez, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
Yunanistan ve Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı) ile olan özel ilişkisini ve bu
ilişkinin 1964'ten 1990'ların başına kadar Türkiye ve İsrail arasındaki ikili
ilişkilere etkisini analiz etmeyi amaçlamaktadır. Bu belirli zaman dilimini
seçmemin nedeni, 1964'te FKÖ'nün kurulmuş olması, 1980'lerin sonlarında
Filistin halkının ayaklanmasının ardından, 1987'deki ilk Filistin
İntifadası'nda FKÖ'nün Filistin devletinin kuruluşunu ilan etmesi (1988) ve
İsrail ile FKÖ arasında barış sürecinin başlamasıdır. Barış sürecinin bir
sonucu olarak, İsrail ve FKÖ 1991'de Madrid'deki Barış Konferansı'na katıldı ve
iki rakip parti 1993'te İlkeler Bildirgesi'ni (DOP) imzaladı.
Araştırmamda, 1948'de İsrail devletinin
kuruluşundan 1990'ların başına kadar Türkiye ve İsrail arasındaki ilişkilere
dair literatürü kısaca inceledim. Ayrıca, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs
tarafı) Arap ülkeleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerine dair literatürü de
inceledim. Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs tarafı) FKÖ ile olan özel
ilişkisine dair araştırmam, çoğunlukla Kıbrıs Rum basını ve internet makaleleri
olmak üzere birincil kaynaklara dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte FKÖ ve Yaser
Arafat ile ilişkileri olan Kıbrıslı Rum politikacıların yanı sıra diğer
Filistinli hareketler ve şahsiyetlerle de görüşmeler yaptım.
Araştırmam üç bölümden oluşmaktadır. Tezimin
ilk bölümünde, Filistin sorununun evrimini ve 1979 yılına kadar Orta Doğu'daki
bölgesel gelişmeleri kısaca analiz ediyorum. Bu bağlamda, İsrail devletinin
kuruluşunun tarihsel arka planını ve Türkiye ile İsrail arasındaki ikili
ilişkileri 1979 yılına kadar inceliyorum.
1964, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
kuruluşu ve 1979'a kadar Ortadoğu'daki bölgesel gelişmeler. Ayrıca, ilk bölümde
iki büyük Arap-İsrail savaşı - 1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı -
Altı Gün Savaşı'ndan sonra Filistin liderliğindeki değişim ve Filistin
milliyetçiliğinin ortaya çıkışı, Yom Kippur Savaşı sırasında ortaya çıkan ilk
petrol krizi, 1970-1971 yıllarında Ürdün'de yaşanan ve FKÖ'nün Ürdün'den atılıp
merkezinin Lübnan'a taşınmasıyla sonuçlanan iç savaş, Filistin hareketinin uluslararasılaşması
ve Mısır ile İsrail arasındaki barış müzakereleri süreci analiz edilmektedir.
Altı Gün Savaşı sırasında Filistin hareketi,
Arap devletlerine bağımlılığı nedeniyle herhangi bir rol oynamadı. Bunun
sonucunda Filistin liderliği değişti ve Yaser Arafat 1969'da örgütün yeni
lideri oldu. Bu dönemde Filistin hareketi, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs gibi
bölgedeki diğer ülkelerle ilişkilerinin yanı sıra Doğu Bloku ülkeleri ve
çeşitli kurtuluş hareketleriyle de ilişkiler kurmaya çalıştı.
Dahası, Filistin hareketi Yom Kippur Savaşı
sırasındaki çatışmalarda hiçbir rol oynamadı. Bu durum, 1970-1971 Ürdün İç
Savaşı'ndaki yenilgisinin bir sonucuydu. İç savaşın sona ermesinin ardından
mağlup olan FKÖ, merkezini Lübnan'a taşıdı ve 1970'lerin ortalarında burada
yeni sorunlarla karşılaştı. Buna rağmen, Filistin hareketi 1970'lerin
ortalarında bölgesel ve uluslararası alanda tanınmayı başardı. Filistin
hareketi, 1974'te İslam Konferansı Örgütü tarafından Filistin halkının
temsilcisi olarak tanındı ve Kasım 1974'te FKÖ, BM'nin gözlemci üyesi oldu.
1975'te BM Genel Kurulu bir karar aldı:
Siyonizmi ırkçılıkla eş tutan bir karar. Aynı
yıl Filistin hareketi Bağlantısızlar Hareketi'ne üye oldu, 1976'da ise Arap
Birliği'ne üye oldu.
Türkiye,
1967 ve 1973'teki iki büyük Arap-İsrail savaşı sırasında tarafsızlığını
korurken, diplomatik düzeyde Arap devletlerini desteklemiştir. Bu durum, Kıbrıs
konusunda Arap desteğine ihtiyaç duymasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca,
özellikle 1970'lerin ortalarında yaşadığı ekonomik sorunlar ve petrol ihtiyacı,
Türk makamlarını Arap devletlerini diplomatik düzeyde desteklemeye zorlamıştır.
Ayrıca, 1974 Kıbrıs krizinin ardından Türkiye'nin Batı'da yalnız kalması, Türk
devletini politikalarını yeniden gözden geçirmeye ve Arap devletlerine
yakınlaşmaya zorlamıştır. Sonuç olarak Türkiye, 1975'te Siyonizmi ırkçılıkla
özdeşleştiren ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi
olarak tanıyan kararı kabul etmiştir.
Ayrıca Türkiye, 1970'lerin sonlarında İsrail
ile yürüttüğü barış müzakereleri sonucunda Mısır'ın Arap dünyasındaki
yalnızlığından faydalanarak Arap ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirmeye
çalışmıştır. Bu bağlamda Türkiye, 1979 yılında FKÖ'nün Ankara'da bir
temsilcilik açmasına izin vermiş ve Kudüs'ün İsrail devleti tarafından ilhak
edilmesinin ardından İsrail'deki temsilciliğini azaltmıştır. Bununla birlikte,
Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler düşük seviyede olsa da, ekonomik,
askeri ve istihbarat iş birliği geçmişte olduğu gibi devam etmiştir.
Ancak 1980'lerin başından bu yana yaşanan
bölgesel gelişmeler, Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri bir kez daha
etkiledi. Tezimin ikinci bölümünde, 1980'lerin başından bu yana yaşanan
bölgesel gelişmeler analiz ediliyor. Bu bağlamda, 1975'te başlayıp 1990'a kadar
süren Lübnan iç savaşı, ardından gelen İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali, işgal
altındaki topraklarda Filistin ayaklanması - intifada - 1988'de Filistin
devletinin kurulması ve Filistin hareketi ile İsrail arasındaki barış müzakereleri
süreci. Ayrıca, ikinci bölümde 1980'lerin başından itibaren Türkiye ile İsrail
arasındaki ilişkiler ve FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik
politikaları incelenmektedir.
İsrail'in Lübnan'ı işgali Türk kamuoyu
tarafından eleştirilmiş ve iki ülke arasındaki ikili ilişkiler 1980'lerin
başlarında oldukça düşük bir seviyedeydi. Ancak Türkiye, İsrail ile ikili
ilişkilerini kesmemiş ve 1980'lerin ortalarından itibaren, işgal altındaki
topraklarda Filistin ayaklanması başlayana kadar iki ülke arasındaki ikili
ilişkiler yeniden iyileşmeye devam etmiştir. Türk kamuoyu, genç Filistinli
protestoculara hayranlık duymuş ve İsrail'in Filistin halkına yönelik
uygulamalarını eleştirmiştir. Bununla birlikte, 1988'de Filistin devletinin
kuruluşunun ilan edilmesi ve İsrail ile FKÖ arasında barış müzakerelerinin
başlamasıyla birlikte Türkiye, İsrail ile ilişkilerini geliştirmekte özgür
hissetmiştir.
Ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri iyi
değildi. Bu durum, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik
politikalarının ve radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkilerinin bir
sonucuydu. İkinci bölüm, FKÖ'nün THKO, ASALA ve PKK gibi radikal ve ayrılıkçı
hareketlerle ilişkilerinin ve bunun Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkiler
üzerindeki etkisinin analiziyle sona eriyor. Ayrıca, Türkiye'nin Arap
devletleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerindeki bir diğer engel de, Müslüman
Türklerin Bulgaristan'dan sürülmesine karşı tepki göstermemeleriydi. 1989'da
Bulgar yetkililer Türk toplumunu sınır dışı etme kararı aldı ve ne Arap
devletleri ne de FKÖ Türkiye'yi destekledi.
Bu durum, Türkiye'nin FKÖ ve Arap devletleriyle
ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir. Dahası, FKÖ'nün Yunanistan ve
Kıbrıs'la –özellikle de Kıbrıs Rum liderliğiyle– ilişkileri, FKÖ'nün Türkiye
ile ilişkilerinde bir başka engel teşkil etmiştir.
Tezimin üçüncü bölümünde, Yunanistan ve Kıbrıs
(Rum-Kıbrıs tarafı) ile Arap devletleri ve özellikle FKÖ ile ilişkilerinin
tarihsel arka planını kısaca inceliyorum. Bu bağlamda, Yunanistan ve Kıbrıs'ın
Arap-İsrail savaşları sırasındaki politikalarını ve Arap devletleri, FKÖ ve
İsrail ile ikili ilişkilerini inceliyorum. Yunanistan, Filistin'in bölünme
planına karşı oy kullanan ülkeler arasındaydı ve Arap-İsrail savaşları
sırasında Arap devletlerinin yanında yer aldı. Yunanistan'ın Filistin'in
bölünmesine karşı oy kullanmasının nedeni, çeşitli Arap ülkelerindeki Yunan
azınlıkların varlığıydı.
Ayrıca Yunanistan, Kıbrıs meselesinde desteğe
ihtiyaç duyması nedeniyle Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir politika
benimsedi. Yunanistan'ı Arap devletlerine ve Filistin hareketine destek vermeye
iten bir diğer neden de Arap petrolüne olan ihtiyacı ve özellikle 1970'lerde
yaşadığı ekonomik sorunlardı. Yunan devletinin politikaları, Yunanistan ve
İsrail arasındaki ikili ilişkileri olumsuz etkiledi ve hatta Yunanistan, İsrail
devletini fiilen tanımasına rağmen İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerini geliştirmeyi
reddetti. FKÖ ve İsrail arasındaki barış müzakereleri sonucunda Yunanistan,
1990 yılında İsrail devletini fiilen tanıdı ve İsrail'e bir büyükelçi atadı.
Dahası, Kıbrıs'ın İsrail ile diplomatik
ilişkiler kurmasının bile çok düşük bir seviyede olduğunu, Kıbrıs Rum
Kesimi'nin ise Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerinin oldukça sıcak olduğunu
gözlemleyebiliriz. Bu durum, Türk tarafını memnun etmedi.
Yetkililer, Filistin hareketine karşı şüpheci
bir tavır takınırken, İsrail de Kıbrıs Rum tarafının politikalarından
rahatsızdı. Arap-İsrail savaşları sırasında, dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı
Makarios ile dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Nasır arasındaki sıcak ilişkiler ve
özellikle sol ve sosyalist partilerden olmak üzere Kıbrıslı Rum siyasetçilerin
Filistin hareketinin önde gelen isimleriyle olan özel ilişkileri nedeniyle, Kıbrıs Rum tarafı Arap
devletlerini ve FKÖ'yü destekledi. Dahası, 1974 Kıbrıs krizi sırasında Arap devletleri ve
FKÖ, Yunanistan'ı ve Kıbrıs Rum tarafını destekleyerek Türkiye'yi hayal
kırıklığına uğrattı.
1974 Kıbrıs krizinden sonra Arap devletleri ve
FKÖ, Kıbrıs Rum tarafını desteklemeye devam etti ve bu durum Türkiye ile
ilişkilerini önemli ölçüde etkiledi. Dahası, Kıbrıs Rum tarafı bu dönemde
Filistinlilere ve FKÖ'ye destek verdi, ancak İsrail devletiyle ilişkileri çok
düşük bir seviyedeydi. Dahası, İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali sırasında
Kıbrıs Rumları, Filistin halkına ekonomik yardım ve manevi destek sağladı.
Ayrıca, 1987'de işgal altındaki topraklarda Filistin Ayaklanması - İntifada
başladığında, Kıbrıslı Rum siyasetçiler ve sivil halk, İsrail'in baskıcı
uygulamalarını kınarken Filistin halkını destekledi. Dahası, Kıbrıs Rum tarafı
1988'de kurulan Filistin devletini tanıdı. Barış müzakereleri sürecinin bir
sonucu olarak, Kıbrıs Rum tarafı İsrail ile ilişkilerini iyileştirdi ve 1994'te
Arap yanlısı politikasından vazgeçmeden İsrail'de bir büyükelçilik açtı.
Bu tez, Filistin hareketinin Yunanistan ve
Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı) ile olan özel ilişkisini ve bu özel ilişkinin
Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkilere olan etkisini analiz etmeyi
amaçlamaktadır.
Geçmişte Türkiye ve İsrail arasındaki ikili
ilişkiler ve Türkiye'nin Arap-İsrail çatışması ve Filistin meselesine ilişkin
tutumu analiz edilmişti. Ancak bu tez, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına
yönelik politikalarını ve FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs Rum kesimiyle
ilişkilerinin Türkiye ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler üzerindeki etkisini
incelemeyi amaçlamaktadır. FKÖ'nün bu ülkelerle olan özel ilişkisinin Türkiye
ve İsrail arasındaki ikili ilişkileri ve Türkiye'nin Filistin hareketine
yönelik tutumunu nasıl etkilediğini anlamak büyük önem taşımaktadır.
Bölüm 1: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Kuruluşu
ve Türkiye-İsrail İlişkileri, 1964-1979
Bölüme giriş
Birinci bölümde Filistin sorununun evrimi,
1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşu ve 1979'a kadar üç taraf
(Türkiye, İsrail ve FKÖ) arasındaki ilişkileri etkileyen uluslararası ve
bölgesel değişimler incelenmektedir. Altı Gün Savaşı, Yom Kippur Savaşı ve
ardından gelen petrol krizi, 1974 Kıbrıs krizi ve 1970'lerin sonlarında Mısır
ile İsrail arasındaki barış süreci gibi bölgesel değişimler üçlü ilişkiler
üzerinde belirleyici bir etki yaratmıştır.
İlk bölüm üç kısma ayrılmıştır. İlk kısım,
Filistin meselesinin gelişimini, Filistin hareketinin kuruluşunu ve Arap
kontrolündeki bir örgütten bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketine dönüşümünü
ele almaktadır. İlk kısım, 1947'deki Filistin taksim planından, 1964'te FKÖ'nün
kuruluşundan, 1967 Altı Gün Savaşı'ndan, Altı Gün Savaşı'nın sonuçlarından ve
1969'da FKÖ liderliğindeki değişimden bu yana geçen dönemi incelemektedir.
İkinci bölüm, 1973 Yom Kippur Savaşı ve
1970'lerin ortalarında patlak veren petrol krizi gibi bölgesel ve uluslararası
krizleri ele almaktadır. Bu bölümde ayrıca, söz konusu krizlerin sonuçları ve
Türkiye'nin bu krizler sırasında benimsediği politikalar da analiz
edilmektedir. Türkiye'nin Yom Kippur Savaşı ve petrol krizi sırasında ve
sonrasında izlediği politikaların, İsrail ve FKÖ ile ikili ilişkileri üzerinde
önemli bir etkisi olduğu açıktır. Birinci bölümün ikinci kısmı, 1970'lerin
ortalarında çeşitli ülkeler tarafından Filistin halkının meşru temsilcisi
olarak tanınan FKÖ'nün uluslararasılaşmasının analiziyle sona ermektedir.
Bizim durumumuzda Türkiye de 1975'te Filistin
örgütünü Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdı; bu durum İsrail
makamlarını memnun etmedi. Bu bağlamda, FKÖ'nün Doğu Bloku ülkeleri,
Bağlantısızlar ülkeleri ve çeşitli ulusal kurtuluş hareketleri gibi Orta Doğu
dışındaki ülkelerle olan diplomatik ilişkilerini inceliyorum. Türkiye'nin FKÖ
ile ilişkileri ve FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına ilişkin politikaları
ikinci bölümde incelenecektir. FKÖ'nün hem Yunanistan hem de Kıbrıs ile
ilişkileri (Kıbrıs örneğinde, FKÖ ile Kıbrıs Rum toplumu, siyasi partiler ve
bireyler arasındaki ilişkileri analiz edeceğim) üçüncü bölümde incelenecektir.
Üçüncü bölüm, Mısır ve İsrail arasındaki barış
müzakere sürecini ve ardından iki ülke arasında imzalanan 1978 Camp David
Anlaşmalarını ele almaktadır. Camp David Anlaşmaları, 1979'da Mısır ve İsrail
arasında imzalanan bir barış anlaşmasının imzalanmasına yol açmış, ancak bu
anlaşma Arap devletleri ve FKÖ tarafından reddedilmiştir. Türkiye, Orta
Doğu'daki yeni durumdan yararlanarak Arap devletleri ve FKÖ'ye yakınlaşma
yoluna gitmiştir. Birinci bölümün üçüncü kısmı, FKÖ ve Arap devletlerinin
Mısır'ın İsrail ile barış anlaşması imzalama kararına verdiği tepkilerin
analiziyle sona ermektedir.
1.1.
Filistin
Sorununun Evrimi
İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar Filistin
toprakları bir İngiliz sömürgesiydi ve bu topraklarda hem Yahudi hem de Arap
Filistinliler yaşıyordu. İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminden önce bile Yahudi ve
Arap Filistinliler arasında çatışmalar yaşanıyordu. Bu nedenle, İngiliz Mandası
yönetiminin sona ermesinden sonra bu bölgede homojen bir ulus devlet kurmak
zordu. Durum daha da kötüleştikçe,
Filistin Büyük Britanya, Filistin sorununa
çözüm bulmak amacıyla yeni kurulan BM'den arabuluculuk yapmasını istedi
(Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 3).
BM, Filistin sorununu çözmek için 11 ülkenin
katılacağı BM SCOP adlı bir komite kurmaya karar verdi. Birkaç toplantının
ardından (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 4-5):
Komite
üyelerinin çoğunluğu, Filistin'in Birleşmiş Milletler idari otoritesi altında
Kudüs şehrine özel uluslararası statü tanınarak bir Arap ve bir Yahudi devleti
olarak bölünmesini önerdi. Bu üç yapı ekonomik bir birlik içinde birbirine
bağlanacaktı. Azınlık planı ise, bir Arap devleti ve bir Yahudi devletinden
oluşan ve başkenti Kudüs olan bağımsız bir federasyon yapısı öngörüyordu.
Sonuç olarak, 1947 yılında Birleşmiş Milletler,
Filistin topraklarının iki devlete, bir Arap devleti ve bir Yahudi devleti
olmak üzere bölünmesini öngören 181 (II) sayılı Kararı kabul etti, “…çoğunluğun
önerdiği gibi… küçük değişikliklerle…” (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler,
2008, 7). Elbette, bölme planına karşı ve ona karşı tepkiler de vardı (Filistin
Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 9):
Yahudi
Ajansı, Avrupa'dan Yahudi göçü ve önerilen Yahudi devletinin toprak sınırları
gibi konulardaki memnuniyetsizliğine rağmen kararı kabul etti. Plan, Filistinli
Araplar ve Arap devletleri tarafından, insanlara kendi kaderlerini belirleme
hakkı tanıyan Birleşmiş Milletler Şartı hükümlerini ihlal ettiği gerekçesiyle
kabul edilmedi.
Filistin'in taksim planına karşı oy kullanan
ülkeler arasında Yunanistan ve Türkiye de vardı. Türkiye, taksimin toplumlar
arası çatışmalara yol açıp büyük çaplı bir bölgesel savaşı tetikleyebileceği
endişesiyle plana karşı oy kullandı.
Ankara'yı bölünme konusunda endişelendiren bir
diğer neden ise Filistin'de sosyalist bir Yahudi devletinin ortaya çıkma
olasılığıydı (Bozdağlıoğlu, 2003, 116).
Yunanistan örneğinde, çeşitli Arap
ülkelerindeki Yunan azınlıkların varlığı nedeniyle, Yunanistan Filistin'in
taksim planına lehte oy kullanamadı ve Arap devletlerini memnun edecek şekilde
plana karşı oy kullandı. Dolayısıyla, Yunanistan'ın taksim planına karşı oy
kullanma kararının, Yunan politikacıların antisemitik duygularıyla hiçbir
ilgisi olmadığını, aksine Arap ülkelerindeki Yunan azınlıkların varlığını ve
haklarını koruma ihtiyacının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz (Abadi, 2000,
42).
Filistin'in bölünmesine ilişkin kararın
onaylanmasının ardından, Filistin'de Arap Filistinliler ile Yahudiler arasında
çatışmalar başladı. 16-14 Mayıs 1948 tarihleri arasında Birleşmiş Milletler
Genel Kurulu, Arap-İsrail çatışmasıyla ilgili bir toplantı düzenledi. Bunun
sonucunda Güvenlik Konseyi, karşıt tarafları çatışmaları sona erdirmeye çağırdı
(17 Nisan). 23 Nisan'da ise Güvenlik Konseyi, ateşkes anlaşmasının
uygulanmasını denetlemekle görevli Ateşkes Komisyonu'nun kurulmasına karar
verdi (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 9).
Daha sonra, 14 Mayıs 1948'de
İngilizler Filistin'den ayrıldı. Dahası, İsrail devletinin bağımsızlığının
ilanından (14 Mayıs 1948) sonra, Arap devletleri onu tanımayı reddetti ve 181
sayılı Karar uyarınca Filistin'in Arap topraklarını işgal etti. Bir yandan,
Arap devletleri arasındaki farklı çıkarlardan yararlanan İsrail savaşı kazandı
ve topraklarını genişletti. Diğer yandan, Mısır ve Ürdün orduları sırasıyla
Gazze Şeridi ve Batı Şeria'yı kontrolleri altına aldı. Arap ülkeleri ile İsrail
arasındaki çatışmalar Ekim 1948'de yeniden başladı ve Mart 1949'a kadar sürdü.
Çatışmalar sırasında İsrail, önerilen toprakların bazı bölgelerini ilhak etti.
Arap devleti. BM arabuluculuğunda Arap
devletleri, 1949 ortalarına kadar İsrail ile ateşkes anlaşmaları imzaladılar
(Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 10):
Arap ülkeleri ise Filistin topraklarında bir
Yahudi devletinin varlığını kabul etmediler ve mücadelelerinin İsrail devleti
ortadan kalkana kadar süreceğini iddia ettiler. Arap devletlerinin aksine
Türkiye, 1947'de Filistin'in bölünmesine karşı oy kullanmasına rağmen, 1949'da
İsrail devletini tanıdı ve söz konusu ülkeyle diplomatik ilişkiler kurdu.
Yunanistan da İsrail devletini 1949'da yalnızca fiilen tanıdı ve
"...hukuki olarak tanınmayı reddetti" (Abadi, 2000, 42). Türkiye
örneğinde olduğu gibi, Yunanistan da İsrail ile ilişkilerini iyileştirme
niyetinde değildi.
Türkiye, Orta Doğu'daki çıkarlarını güvence
altına almak için İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkilerinde denge
sağlamaya çalışmıştır. İki ülke arasındaki ilişkiler, 1950'deki elçilik
değişimiyle resmiyet kazanmış, ancak Türkiye ilişkilerini büyükelçilik
seviyesine çıkarmayı planlamamıştır (Gauze, 2011, 27). Dolayısıyla, Arap-İsrail
çatışması sırasında Türkiye'nin tarafsız göründüğünü söyleyebiliriz.
1.2.
Türkiye-İsrail
ilişkileri 1949-1964
İsrail'in bağımsızlığından sonraki dönemde, sol
parti ve örgütlerin İsrail'de iktidara gelmesi (özellikle 1950'lerin
başlarında) nedeniyle Türkiye'nin, Soğuk Savaş'ın ilk yıllarında İsrail'e ve
onun tarafsızlığını savunmasına karşı bazı şüpheleri olduğunu gözlemleyebiliriz
(Robins, 1991, 75). Türkiye, İsrail'in tarafsız politikalarına şüpheyle
yaklaşıyor ve Sovyetler Birliği'nin Yahudi devletini etki alanına alması
durumunda Orta Doğu'daki güç dengesinin kökten değişebileceğinden korkuyordu.
Nachmani: “Türk görüşüne göre İsrail’in
tarafsızlığı köklü bir komünizmin kamuflajı olarak hizmet ediyordu ” (1987,
6-7).
Ancak bu şüpheler, İsrail hükümetinin Kore
Savaşı sırasında Batı bloğuna destek vermesiyle ortadan kalktı. Kore Savaşı'nın
ardından iki ülke ilişkilerini geliştirerek ekonomik ve askeri anlaşmalar
imzaladı. Bu dönemde iki ülke yalnızca ticaret ve kültür anlaşmaları
imzalamakla kalmadı, aynı zamanda diplomatik ilişkilerini geliştirmeye yönelik
görüşmeler de başlattı (Liel, 2001, 203).
Aksine, Türkiye 1955 yılında Irak, Pakistan,
İngiltere ve İran ile Bağdat Paktı'nı imzaladığında, Türkiye ile İsrail
arasındaki ikili ilişkiler diplomatik çerçeveyle sınırlı kalmıştı . Robins'e
(1991, 76-7) göre:
Türkiye,
Irak'ı bu ittifaka dahil ederek, başta İsrail pahasına olmak üzere bir dizi dış
politika tavizi vermek zorunda kaldı. Bunlar arasında, İsrail'in egemenliğine
ve toprak bütünlüğüne destek beyanı yayınlamayı reddetmek ve kriz zamanlarında
askeri yardıma ilişkin maddelerin Filistin sorunu bağlamında ve özellikle
Filistin sorunuyla ilgili olarak geçerli olacağını belirten bir ek madde yer
alıyordu.
Dahası, Süveyş krizi sırasında Türk hükümeti,
İsrail'deki diplomatik temsilciliğini en düşük elçilik seviyesine indirmeye
karar verdi. Bu kararın, İsrail'in Sina Yarımadası'nı işgalinin bir sonucu
olduğu anlaşılıyor (Robins, 1991, 77). Ancak Türk yetkililer, İsrail tarafına,
Türk büyükelçisinin geri çağrılmasının "İsrail'e karşı düşmanca bir eylem
değil, Bağdat Paktı'nı kurtarma çabası" olduğunu bildirdi (Bozdağlıoğlu,
2003, 145).
Daha sonra iki ülke arasındaki ilişkiler
yeniden gelişmeye başladı. Bengio'nun (2004, 33) belirttiği gibi, "1958'de
İsrail ve Türkiye, "çevre ittifakı" veya "Hayalet Paktı"
olarak bilinen, gizli bir askeri ve istihbarat iş birliği içeren çok gizli bir
ittifak kurdular."
Ancak, Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit
eden küresel ve bölgesel krizler, İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkilerini
önemli ölçüde etkiledi. 1962'deki Küba Füze Krizi, 1963'teki Kıbrıs Krizi ve
1964 ortalarına kadar süren Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler arasındaki
çatışmalar gibi krizler, Türkiye'nin Batı Bloku'ndaki konumunu tehdit etmiş ve
Türkiye'nin iki rakip partiyle ilişkilerini etkilemiştir.
Küba Füze Krizi, Sovyetler Birliği'nin 1962'de
Küba'ya nükleer füze yerleştirme niyetinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Füzelerin yerleştirildiği tarihten krizin sonuna kadar, iki süper gücün
liderleri arasında ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir süper güç savaşına
yol açabilecek bir tartışma yaşandı. Nihayetinde Küba Füze Krizi, rakip
taraflar arasında bir anlaşmayla sona erdi. Türk yetkililer, ABD hükümeti
tarafından Türk ulusal çıkarlarının dikkate alınmaması nedeniyle ABD ile
Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmadan memnun değildi. Nachmani'nin (2003, 14)
sözleriyle:
Ankara,
ABD'nin Türkiye'nin güvenliğini göz ardı ettiği izlenimini edindi: Moskova ile
görünüşte bir karşılıklılık anlaşmasıyla Washington, Türkiye topraklarındaki
üslerinden Jüpiter füzelerini kaldırmayı kabul etti. Buna karşılık Moskova da
Küba'daki saldırı silahlarını kaldırmak zorunda kaldı.
Dahası, Kıbrıs krizi, 1963 yılında Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Başpiskoposu Makarios'un Kıbrıs Türk toplumu tarafından kabul
edilmeyen anayasa değişiklikleri önermesiyle başladı. Kriz sırasında Türkiye,
Batı,
Arap devletlerinin desteğini kazanmak için onlarla yakınlaşmaya çalıştı, ancak
bunda başarılı olamadı. Aksine, Arap devletleri Kıbrıslı Rumları desteklerken,
bazı Arap devletleri (özellikle Mısır ve Suriye) Kıbrıslı Rumlara silah sağladı
(Nachmani, 2003, 14).
Böylece
Türkiye, Arap ülkeleriyle yakınlaşmanın önemini anlamıştı. FKÖ kurulduğunda
(1964'te), Türkiye'nin İsrail'e destek vermesi veya bu ülkeyle diplomatik
ilişkilerini geliştirmesi zordu.
1.3.
Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) kuruluşu
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), 1964 yılında
Kahire'de düzenlenen ilk Arap zirvesi sırasında kuruldu. İlk yıllarında FKÖ,
başta Mısır olmak üzere Arap devletlerinin tam kontrolü altındaydı. FKÖ'nün,
başta Mısır olmak üzere Arap devletleri tarafından iki amaçla kurulduğu iddia
edilmektedir. İlk amaç, örgütü Arap Birliği'ne dahil etmek; ikinci amaç ise
Filistin hareketini kontrol ederek, Arap devletleri ile İsrail arasında yeni
bir çatışmaya yol açabilecek İsrail'e karşı herhangi bir Filistin faaliyetini engellemekti
(Hassassian, 1997, 75):
Ancak FKÖ, kuruluşundan bu yana, bir devlet
değil, bir örgüt olmasına rağmen, bağımsız bir devlet yapısına sahipti. Bir
anayasası -Ulusal Tüzüğü-, yürütme komitesi, yasama meclisi,
"hükümet" birimleri, ordusu, denetlenen bütçesi ve iç tüzükleri vardı
(Rubin, 1994, 2). Sayigh'e (1997, 29) göre ise:
FKÖ
kendisini Filistin “varlığı”, Filistin milliyetçiliğinin vücut bulmuş hali
olarak tanımladı ve aynı zamanda özellikle Nasır’ın Mısır’ı olmak üzere yaygın
Arap devlet yapılarının imajında şekillendi.
O dönemde, Yaser Arafat tarafından 1959'da
kurulan El Fetih, Filistin kurtuluş mücadelesinde liderlik için FKÖ ile rekabet
halindeydi. FKÖ ve El Fetih'in temel hedefi İsrail devletinin yıkılması ve
Filistin'in kurtuluşuydu. Her iki örgüt de ulusal hedeflerine ulaşmak için Arap
devletlerine güvenmeleri gerektiği konusunda hemfikirdi. Ancak FKÖ ve El Fetih,
Filistin ulusal hareketinin rolü konusunda farklı görüşlere sahipti.
Bir yandan, FKÖ'nün ilk lideri Ahmed Şukeyri,
Arap devletlerinin Filistin hareketinin herhangi bir askeri faaliyeti
olmaksızın Filistin'i kurtaracağını varsayıyordu. Diğer yandan, Fetih lideri
Yaser Arafat, Filistin gerilla saldırılarının Arap devletlerini İsrail'le
savaşa zorlayacağına inanıyordu (Rubin, 1994, 9) .
Dolayısıyla, Arap devletlerinin FKÖ'yü
kurmalarının temel nedenlerinden birinin, tüm Filistin topraklarının
kurtuluşunu sağlayabilecek bir Filistin kurtuluş hareketi örgütleme ihtiyacı
olmadığını varsayabiliriz. Bunun nedeni, Arap devletlerinin, Filistin tamamen
kurtulana kadar İsrail'e karşı savaşı sürdürmek isteyen, milliyetçilik duygusu
yüksek bir halk grubunun ortaya çıktığını fark etmeleriydi (Sahliyeh, 1997,
16). Bu insanları kontrol altına almak için Arap devletlerinin kendi ulusal
kurtuluş hareketlerini kontrol etmeleri gerekiyordu.
Ancak, Arap devletleri Arap dünyasının
liderliği için birbirleriyle rekabet halinde olduğundan, her Arap ülkesi yeni
kurulan ulusal hareketi kendi kontrolü altında tutmak istiyordu.
"Filistinliler, Araplar arası rekabet ortamında 1964 yılında FKÖ'yü
kurdular" (Hassassian, 1997, 75) iddia edilmiştir. Bu nedenle, desteklenen
gerilla grupları da mevcuttu.
ve/veya Suriye ve Irak gibi diğer Arap
devletleri tarafından kontrol ediliyordu. Suriye ve Irak, sırasıyla Arapçada
"fırtına" anlamına gelen el-Sâika ve Arap Kurtuluş Cephesi'ni (ALF)
kontrolleri altında tutuyordu (Sahliyeh, 1997, 15).
Dahası, Arap devletleri, Filistinli askeri
grupların gerilla saldırıları sonucunda İsrail'e karşı yeni bir kanlı savaşa
girme riskini göze alamazdı. Bu nedenle Arap devletleri, Orta Doğu'daki
çıkarlarını güvence altına almak için FKÖ'yü kontrol etmeyi tercih ettiler.
Dolayısıyla FKÖ, ilk yıllarında Arap devletlerine derinden bağımlıydı. Ancak
1967 Altı Gün Savaşı, örgütün yapısı üzerinde muazzam bir etki yarattı ve onu
Arap kontrolündeki bir örgütten bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketine
dönüştürdü.
İsrail devleti ile Arap devletleri, özellikle
de Mısır arasındaki gerginlik yüksekti ve iki rakip taraf arasında yeni bir
savaş kaçınılmazdı. Reich'ın (2004, 127) ifade ettiği gibi, "Tiran
Boğazı'nın kapatılacağının duyurulmasının savaş nedeni, İsrail'in Mısır'a karşı
önleyici bir saldırıya yol açtı." Tiran Boğazı, Akabe Körfezi'ni
Kızıldeniz'e bağlıyor ve İsrail'in Orta Doğu'daki ulusal çıkarları açısından
çok önemliydi.
Bu nedenle, Mısır hükümeti Tiran Boğazı'nı
İsrail gemilerine kapatmaya karar verdiğinde İsrail hükümeti kendini tehdit
altında hissetmişti (Cleveland ve Bunton, 2009, 338). Bu dönemde Mısır
hükümeti, başta Batı ülkeleri olmak üzere diğer ülkeler tarafından Boğazları
açması için baskı altına alınmıştı. Türkiye, Batı Bloku üyesi olmasına rağmen,
kriz sırasında Batılı müttefiklerinden farklı bir politika benimseyerek
Mısır'ın tutumunu desteklemiştir. Robins'in (1991, s. 78) belirttiği gibi:
Türkiye,
Mısır'ın tutumunu anlayışla karşıladı ve Akabe Körfezi'nin İsrail gemilerine
yeniden açılmasını talep eden 'deniz güçleri' grubuna katılmayı reddetti.
Buna ek
olarak, Türkiye, Altı Gün Savaşı sırasında İsrail'e destek sağlamak amacıyla
ABD'nin İncirlik Üssü'nü kullanmasına izin vermemiştir (Bengio, 2004, 74). Nachmani'nin (1987, 69-70) de belirttiği gibi,
"... Türkiye, Arap-İsrail çatışmasında iddia ettiği tarafsızlığını terk
ederek, İsrail ile olan çatışmalarında Arap devletleriyle dayanışma içinde
olduğunu ifade etmiştir."
Altı Gün Savaşı, 5 Haziran 1967'de İsrail hava
kuvvetlerinin önce Mısır hava kuvvetlerine, ardından Suriye ve Ürdün hava
kuvvetlerine saldırmasıyla başladı. İsrail, Mısır uçaklarının çoğunu karada
imha etti. Daha sonra, hava sahasının tam kontrolü sayesinde İsrail ordusu
Mısır kuvvetlerini ezmeyi başardı ve Süveyş Kanalı'nın doğusuna doğru ilerledi.
Son olarak, Mısır ve İsrail 9 Haziran'da bir ateşkes anlaşması imzaladı ( Cleveland
ve Bunton, 2009, 338-9).
İsrail, Mısır ile anlaşmayı imzaladıktan sonra
Suriye ve Ürdün ile cephe hattına yöneldi. İsrail, güçlerini ilerletmeye devam
etti ve birkaç gün içinde Batı Şeria ve Golan Tepeleri'ni işgal etti. Sonunda
İsrail, 11 Haziran'da Suriye ile ateşkes anlaşması imzaladı (Cleveland ve
Bunton, 2009, 339).
Altı Gün Savaşı, Arap devletlerinin yenilgisi
ve İsrail güçlerinin Batı Şeria ve Gazze Şeridi, Mısır'dan Sina Yarımadası ve
Suriye'den Golan Tepeleri dahil olmak üzere tüm Filistin'i işgal etmesiyle sona
erdi (Rubin, 1994, 13). Taraflar ateşkes konusunda anlaştıktan sonra Birleşmiş
Milletler Genel Kurulu 242 Sayılı Kararı kabul etti. Türkiye ve Yunanistan,
Bengio'ya (2004, 74) göre "İsrail'in geri çekilmesini talep eden" 242
Sayılı Kararı destekleyen ülkeler arasındaydı.
Çatışmalar sırasında işgal ettiği topraklardan,
güvenli sınırlar karşılığında”. Dahası, 242 sayılı Karar, rakip tarafları
(Rubin, 1994, 14) “mülteci sorununun adil bir şekilde çözülmesini” talep
ediyordu.
Türkiye, Altı Gün Savaşı sırasında Arap
devletlerini desteklemiş olsa bile, Arap devletlerinin ve İsrail'in ulusal
çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu anlamıştı. Bu nedenle Türkiye,
İsrail ile diplomatik ilişkilerini kesmemiş veya dondurmamış olsa da, Arap
devletleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmış ve uluslararası forum ve
kuruluşlarda onlara destek vermiştir (Liel, 2001, 191).
1.4.1
Altı Gün
Savaşı'nda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü
FKÖ liderliği, Altı Gün Savaşı sırasındaki
politikaları ve Arap devletlerine bağımlılığı nedeniyle eleştirildi. Altı Gün
Savaşı sırasında FKÖ ve El Fetih çatışmalarda herhangi bir rol oynamadı. Bir
yandan, yeni kurulan örgütün bağımsız olmaması, Altı Gün Savaşı sırasında aktif
rol almasını zorlaştırdı. Diğer yandan, maddi kaynakların yetersizliği, FKÖ'nün
İsrail güçlerine karşı ciddi bir eylemde bulunmasını engelledi.
Altı Gün Savaşı'nın Filistin halkı için en
dramatik sonucu, bir kez daha mülteci konumuna düşmeleri ve anavatanlarını terk
etmek zorunda kalmalarıydı. Dahası, işgal altındaki topraklarda kalan ve
İsrail'in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Filistinliler de vardı
(Hassassian, 1997, 75). Esas olarak mülteciler, ancak işgal altındaki
topraklarda kalanlar da FKÖ'yü etkilemiş ve hem dönüşümünde hem de Filistin
milliyetçiliğinin yükselişinde önemli bir rol oynamışlardır. 1967 yenilgisinden
sonra Arap milliyetçiliğinin yerini Filistin milliyetçiliği almıştır.
(Sahliyeh, 1997, 11) ve 1969'dan itibaren FKÖ
mümkün olduğunca daha bağımsız olmaya çalıştı.
Elbette, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
bünyesindeki Filistinli gerilla grupları Arap devletlerinin kontrolü veya
etkisi altında olduğundan Arap devletlerinden kaçınmak kolay değildi. Bir
yandan, FKÖ'nün politikaları Arap devletleri arasındaki rekabetlerden
etkilenmişti ve Arap devletlerinin bunda büyük bir etkisi olduğunu kabul
edebiliriz (Hassassian, 1997, 75). Diğer yandan, Arap devletleri arasındaki
rekabet ve bazı gerilla grupları üzerindeki kontrolleri, FKÖ içindeki gerilla
grupları arasında çatışmalara yol açtı. Özellikle 1970'lerde gerilla grupları
arasındaki rekabet, FKÖ için kritik sonuçlar doğurdu ve örgütün 1980'lerde
bölünmesine yol açtı.
1.5.
Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün dönüşümü ve Filistin Milliyetçiliğinin ortaya çıkışı
Altı Gün Savaşı yenilgisinin ardından
Filistinliler, ulusal hedeflerine ulaşmak için kendi güçlerine güvenmeleri
gerektiğini anladılar. Sonuç olarak, FKÖ'nün yapısı kökten değişti ve Filistin
hareketi, Filistin halkı adına hareket eden ve birçok Filistinli militan grubun
katıldığı bir ulusal kurtuluş hareketine dönüştü (Sela, 1997, viii).
Altı Gün Savaşı yenilgisinin ardından,
özellikle anavatanlarından göç ettirilenler arasında Filistin milliyetçiliği
kitleler arasında yükselişe geçti. Ayrıca, FKÖ'nün Altı Gün Savaşı sırasında
herhangi bir rol oynamaması, diğer silahlı gruplar tarafından Arap devletlerine
bağımlılığı nedeniyle eleştirilmesine yol açtı. Bu nedenle, FKÖ liderliğindeki
değişim apaçık ortadaydı.
Bu değişim, 1968'de Kahire'de gerçekleşen
dördüncü Filistin Ulusal Konseyi toplantısının sona ermesinin ardından geldi.
Toplantıda, Yaser Arafat'ın Fetih'i, diğer Filistinli gruplarla koordinasyon
halinde Filistin hareketini kontrolü altına almayı başardı ve Yaser Arafat,
Şubat 1969'da FKÖ'nün lideri oldu (Rubin, 1994, 19). 1969'dan itibaren FKÖ
kendini ulusal bir kurtuluş hareketine dönüştürdü ve çeşitli kurtuluş
hareketleri ve diğer birçok ülkeyle sıcak ilişkiler kurmaya çalıştı.
1.5.1
Mültecilerin
Filistin Kurtuluş Örgütü'nün dönüşümündeki rolü
Mülteciler, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
bir Arap aracı olmaktan çıkıp ulusal bir örgüte dönüşmesinde önemli bir rol
oynadılar. Bu insanlar anavatanlarından zorla kovuldular ve çoğu hayatlarında
ikinci kez mülteci durumuna düştü. Bir yandan, Arapların Filistin'i
özgürleştirme konusundaki zayıflığından bıkmış olan yerinden edilmiş
Filistinliler, o dönemden itibaren ulusal hedeflerine ulaşmak için kendi
güçlerine güvenmeleri gerektiğini anladılar. Diğer yandan, Filistinli
mültecilerin ev sahibi Arap ülkelerinde karşılaştıkları düşmanca ortam,
kitleler arasında Filistin milliyetçiliğini körükledi (Sahliyeh, 1997, 9).
Dahası, Filistin milliyetçiliğinin işgal
altındaki topraklar dışında ve içinde yükselişinin bir diğer önemli nedeni de,
İsrail devletinin işgal altındaki topraklarda kalan Filistinlilere yönelik
politikalarıydı. Dahası, İsrail yetkilileri, işgal altındaki topraklarda
İslam'ın kutsal mekanlarına, özellikle de El Halil ve Kudüs'e yönelik herhangi
bir Yahudi "aşırılıkçı" saldırısını engellemedi (Sahliyeh, 1997,
9-10). Bu saldırılar, Filistinlileri, mültecileri ve işgal altındaki
topraklarda kalanları, Yahudi devletini suçlayıp yıkılmasını isteyerek
öfkelendirdi.
Böylece, FKÖ bünyesindeki gerilla grupları,
politikalarını ilerletmek ve Filistin halkını mümkün olduğunca etkilemek için
elverişli bir zemin buldular. Bu nedenle, FKÖ Yürütme Kurulu'nda yer alan
gruplar, İsrail'in var olma hakkını savunan 242 sayılı Kararı kabul etmediler
ve Filistin'in tamamen kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılması gerçekleşene
kadar mücadeleye devam etme isteklerini dile getirdiler. Filistin'den
sürüldükten sonra, bir dizi mülteci Arap ve Körfez ülkelerine giderek iş ve
daha iyi bir yaşam fırsatı buldular. Bu kişiler, ev sahibi ülkeler tarafından
toplanan vergiler yoluyla FKÖ'ye ekonomik destek sağladılar. Filistinli
mülteciler, bu bağlamda FKÖ liderliğini etkilemeye çalıştılar. Örgüte
sağladıkları ekonomik destekle, örgüt içindeki gerilla gruplarına, Filistin'in
tamamen kurtuluşunu ve tüm mültecilerin evlerine dönüşünü sağlamayacak hiçbir
diplomatik çözümü kabul etmemeleri yönünde baskı yaptılar.
Sonuç olarak, FKÖ ve FKÖ liderliğindeki gerilla
grupları, İsrail ile herhangi bir diplomatik anlaşmayı veya Batı Şeria ve Gazze
Şeridi'nde bir "mini devlet" kurma olasılığını reddettiler (Sayigh,
1997, 28). Mücadelelerinin Filistin'in tamamen kurtuluşuna ve İsrail devletinin
yıkılmasına kadar devam edeceğini iddia ettiler. Ancak Ürdün'de Ürdün ordusu
ile FKÖ arasında yaşanan iç savaş, yeni bir Arap-İsrail savaşı, 1973'teki Yom
Kippur Savaşı ve 1970'lerin sonlarında Mısır ile İsrail arasında başlayan barış
müzakereleri, FKÖ'nün politikalarına meydan okudu ve örgütün Ulusal Tüzüğü'nün
dönüşümüne yol açtı.
2.
1970'lerde
bölgesel ve uluslararası gelişmeler
2.1.
1973 Yom
Kippur Savaşı
Yom Kippur Savaşı başlamadan önce bile, iki
ülke arasındaki cephelerde, özellikle Süveyş Kanalı'nda Mısır ve İsrail
askerleri arasında çatışmalar yaşanıyordu. Bu dönemde Filistinliler de
Ürdün'den İsrail hedeflerine gerilla saldırıları düzenledi ve İsrail devleti bu
saldırılara hem Ürdün'e hem de Mısır'a misillemelerle karşılık verdi (Cleveland
ve Bunton, 2009, 342). Dolayısıyla, rakip taraflar arasındaki gerilim yüksekti
ve Orta Doğu'da yeni bir savaşın işaretleri fazlasıyla belirgindi. Sayigh'e
(1997, 30) göre, "1973 Yom Kippur Savaşı, barış sürecini yeniden
canlandırmak amacıyla başlatılmıştı..."
Dolayısıyla, Yom Kippur Savaşı'nın, her iki
tarafın da bölgede istikrara, rakip taraflar arasındaki çatışmaları sona
erdirebilecek bir istikrara duyduğu ihtiyacın bir sonucu olduğunu
söyleyebiliriz. Ancak, Yom Kippur Savaşı'nın patlak vermesine yol açan iki
neden daha vardı. İlki, Arap devletlerinin Altı Gün Savaşı sırasında toprak
kayıpları, ikincisi ise İsrail'e karşı yeni bir savaş başlatarak İsrail'in
askeri üstünlüğüne meydan okuma arzusuydu. Arap devletleri Altı Gün Savaşı
sırasında toprak kaybettiler ve bu toprakları geri almak istediler.
Dahası, Altı Gün Savaşı'ndan bu yana İsrail'in
askeri üstünlüğü tartışılmazdı ve Arap devletleri, Orta Doğu'daki güç dengesini
kendi lehlerine çevirmek için İsrail'in askeri üstünlüğüne meydan okuma hırsına
sahipti. Yom Kippur Savaşı, Mısır ve Suriye ordularının İsrail'e eş zamanlı
saldırı düzenlemesiyle başladı. Mısır ordusu, 6 Ekim 1973'te Süveyş Kanalı
üzerinden İsrail'i işgal etti.
Suriye ordusu Golan Tepeleri'ndeki İsrail
güçlerine saldırırken, Sina Yarımadası'na bir kanal açıldı. (Cleveland ve
Bunton, 2009, 375)
Çatışmanın ilk günlerinde Mısır ve Suriye
orduları, 1967 Altı Gün Savaşı'nda kaybettikleri bölgelerin bir kısmını kontrol
altına almayı başarmıştı. Ancak İsrail, Mısır ve Suriye ordularının
ilerleyişini durdurmayı başardı ve kaybedilen toprakların bir kısmını geri
aldı. Yom Kippur Savaşı sırasında, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü)
üyesi Arap ülkeleri, İsrail hükümeti Arap topraklarındaki işgalini sonlandırana
kadar petrol üretimlerini azaltma kararı aldılar (Cleveland ve Bunton, 2009,
376).
Bu karar, küresel ekonomi için kritik sonuçlar
doğuran ve ABD ile Sovyetler Birliği'ni çatışmaya çözüm bulmak için müdahale
etmeye zorlayan ilk petrol krizinin ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. İki süper güç
olan ABD ve Sovyetler Birliği'nin de katılımıyla, rakip taraflar 22 Ekim'de bir
ateşkes anlaşması imzaladı. Ancak Yom Kippur Savaşı sırasında hem ABD hem de
Sovyetler Birliği sırasıyla İsrail'e ve Mısır-Suriye'ye askeri yardımda
bulundu.
Rakip partiler arasında ateşkes imzalanmadan
önce, ABD ve Sovyetler Birliği liderleri Yom Kippur Savaşı ve ortaya çıkan
petrol krizi hakkında Moskova'da bir araya geldi. Süper güçler, BM Güvenlik
Konseyi'ne 338 sayılı Kararname şeklinde önerdikleri bir çözüm üzerinde
anlaştılar. Sonuç olarak, (Filistin Sorunu ve Birleşmiş Milletler, 2008, 18):
Güvenlik
Konseyi, 22 Ekim'de, 242 sayılı kararın ilkelerini teyit eden ve "Orta
Doğu'da adil ve kalıcı bir barış" hedefleyen müzakereler çağrısında
bulunan 338 sayılı kararı kabul etti. Ateşkes çağrısı daha sonra 23 Ekim'de 339
sayılı kararla teyit edildi.
Ekim
ayında, Genel Sekreter'den Birleşmiş Milletler gözlemcilerini derhal göndermesi
istendi
Dahası, Reich'a (2004, 127) göre,
"...savaşın sonucu, İsrail ile Mısır (1974) ve İsrail ile Suriye (1974)
arasında başlangıçta askeri ayrışmaları gerekli ve mümkün kılmıştır". O
tarihten itibaren, rakip taraflar soruna diplomatik bir çözüm bulmak amacıyla
bir müzakere süreci başlatmışlardır.
Yom Kippur Savaşı sırasında Türkiye ve
Yunanistan'ın Arap ülkelerini desteklediğini gözlemleyebiliriz. Her iki ülkenin
de çatışma sırasında ve sonrasında Arap tarafını desteklemelerini sağlayan
ekonomik ve siyasi nedenleri vardı. Türkiye örneğinde ise, 1970'lerde ve hatta
petrol krizinin ortaya çıkmasından önce bile ülkenin ekonomik sorunlar ve iç
istikrarsızlıkla mücadele etmek zorunda kaldığı görülmektedir. Petrol krizinin
ortaya çıkışı, Türk ekonomisi için kritik sonuçlar doğurmuş ve Türk hükümetini Orta
Doğu politikalarını yeniden yönlendirmeye zorlamıştır.
Türkiye'yi Arap ülkelerini desteklemeye
yönelten bir diğer neden de Kıbrıs konusunda BM Genel Kurulu'nda desteğe
ihtiyaç duymasıydı. Petrol krizi ve 1974'teki Kıbrıs müdahalesinin ardından
Batı'da diplomatik olarak yalnızlaşması sonucunda Türkiye, Arap ülkelerine
yönelik yeni bir yaklaşımın önemini anlamıştı. Nitekim, Yom Kippur Savaşı'nın
başlangıcından ve petrol krizinin ortaya çıkışından bu yana Türkiye'nin,
özellikle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda Arap ülkeleri lehine oy kullanan
kararlar alınması sürecinde Arap yanlısı bir politika benimsediğini
gözlemliyoruz.
Aynı durum Yunanistan için de geçerliydi.
Yunanistan, Türkiye ile Kıbrıs anlaşmazlığı ve petrol tedarik ihtiyacı
konusunda Arap desteğine ihtiyaç duyuyordu. Arap ülkelerindeki Yunan kökenli
azınlıkların varlığı, Yunanistan'ın Yom Kippur sırasında İsrail yanlısı bir
politika benimsemesini daha da zorlaştırıyordu.
Savaş. (Yunanistan'ın Yom Kippur Savaşı
sırasındaki tutumu hakkında daha fazla bilgi üçüncü bölümde verilecektir.)
Dolayısıyla, her iki ülkenin de Kıbrıs'taki çatışan çıkarları ve 1970'lerin
ortalarında başa çıkmak zorunda kaldıkları ekonomik sorunlar, her ikisini de
Yom Kippur Savaşı sırasında Arap tutumunu desteklemek zorunda bırakmıştır.
2.1.1
Yom
Kippur Savaşı'nda Filistin Kurtuluş Örgütü'nün rolü
1967 Altı Gün Savaşı'nda olduğu gibi, FKÖ Yom
Kippur Savaşı sırasındaki çatışmalarda herhangi bir rol oynamadı. Bu dönemde
FKÖ, Kara Eylül sırasında Ürdün'de aldığı ölümcül darbelerin üstesinden gelmeye
ve yeni karargahının taşındığı Lübnan'daki silahlı kanadını yeniden
konuşlandırmaya çalışıyordu.
Ürdün'deki iç savaş veya Ürdün ordusu ile FKÖ
arasındaki savaş, Ürdün Kralı Hüseyin ile FKÖ arasında Ürdün topraklarındaki
mülteci kamplarının kontrolü konusunda yaşanan rekabetin bir sonucu olarak
ortaya çıktı. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 362) vurguladığı gibi:
1970
yılına gelindiğinde komandolar (FKÖ'nün) Kral'ın otoritesinden bağımsız olarak
faaliyet gösteriyor, mülteci kamplarında kendi idari ağlarını kuruyor, İsrail'e
baskınlar düzenliyor ve bu baskınlar İsrail'in her zamanki misillemelerine yol
açıyor ve genel olarak örgütlerinin Ürdün devletinin yargı yetkisinden muaf
olduğu gibi davranıyordu.
İsrail'e yönelik bu baskınlar ve gerilla
gruplarının mülteci kamplarında elde ettiği bağımsızlık, Kral Hüseyin'in
otoritesine meydan okuyordu. Dahası, gerilla saldırıları nedeniyle İsrail,
Ürdün'ü işgal ederek Ürdün ile İsrail arasında yeni bir savaşa yol açabilirdi.
Sonuç olarak, Kral Hüseyin'in yalnızca mülteci kamplarını değil, aynı zamanda
Filistin Kurtuluş Örgütü'nü de kontrol etme arzusu nedeniyle Kral Hüseyin ile
Filistin Kurtuluş Örgütü arasındaki gerilim yüksekti.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve liderliği.
Filistinliler ile Ürdün ordusu arasındaki çatışmalar 15 Eylül 1970'te başladı ve
Kral Hüseyin ile FKÖ lideri Arafat arasında ateşkes anlaşmasının
imzalandığı 25 Eylül'e kadar sürdü.
İç savaş sırasında yaklaşık 3.000 Filistinli
hayatını kaybetti ve Eylül ayında ateşkes anlaşması imzalanmasına rağmen
çatışmalar yeniden başladı ve Temmuz 1971'e kadar sürdü. Daha sonra FKÖ,
karargahını Lübnan'a taşıdı ve Filistin hareketi oradan İsrail'e karşı gerilla
saldırılarını sürdürdü. Ancak 1970'lerin ortalarında, Lübnan'daki iç
istikrarsızlık ve dini topluluklar arasındaki iç savaş nedeniyle FKÖ, Hristiyan
milislere karşı askeri harekât başlattı ve örgüt yeni sorunlarla karşı karşıya
kaldı.
1982'deki İsrail işgali, İsrail'e karşı ana
harekât üssünü kaybeden FKÖ ve liderliği için kritik sonuçlar doğurdu.
1970'lerin sonlarında İsrail ve Mısır arasında yaşanan barış süreci,
Filistinlilerin Filistin'in kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılması mücadelesinde
FKÖ liderliği için bir başka zorluktu. Bölgesel gelişmeler sonucunda FKÖ
politikalarını dönüştürmeye ve iki devletli çözüm fikrini değerlendirmeye
başladı (Sayigh, 1997, 30).
FKÖ liderliği, Arap devletlerinin, özellikle de
Mısır'ın örgütü görmezden geldiğini ve Orta Doğu'da barışı sağlayabilecek
İsrail ile diplomatik bir çözüme doğru gerekli adımları atmaya hazır
olduklarını anlamıştı. Müzakere süreci, Arap devletlerinin Filistin halkının ve
temsilcilerinin ulusal çıkarlarını hiçe sayarak İsrail ile bir barış anlaşması
imzalayabileceğini anlayan FKÖ'yü zorladı. Sayigh'in (1997, 30-1) tanımladığı
gibi:
Bu
dönemde FKÖ üç temel, pratik hedefi takip etti:
Lübnan'da
fiziksel öz savunma, siyasi kazanımlarını koruma ve diplomatik statüsünü
güçlendirme ve ABD'yi bir Filistin devleti kurulmasını müzakere gündemine
almaya ikna etme amaçlarına yönelikti. Son iki amaca yönelik olarak,
Beyrut'taki sürgündeki liderlik, işgal altındaki topraklardaki Filistinlileri,
FKÖ'nün meşruiyetini ve siyasi üstünlüğünü savunma arayışında önemli bir
müttefik olarak görüyordu.
2.2.
Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün Uluslararasılaşması ve Üçlü İlişkiler Üzerindeki Etkisi
FKÖ, 1964'teki kuruluşundan 1967 Altı Gün
Savaşı'ndan sonraki dönüşümüne kadar Arap devletlerinin etkisi ve/veya kontrolü
altındaydı. Dahası, FKÖ dünyadaki diğer kurtuluş hareketleriyle ilişkiler
kurmaya çalıştı ve dönüşümünden bu yana esnek ve bağımsız bir politika
benimsedi. Dünyadaki sömürge karşıtı ulusal hareketlerin, FKÖ'nün
politikalarının dönüşümünde büyük etkisi oldu.
1960'lar ve 1970'ler boyunca birçok ülke,
silahlı mücadele yoluyla sömürgeci ülkelerden bağımsızlığını kazandı. Ulusal
kimliklerine ve kendi kaderini tayin haklarına odaklanan dünya çapındaki ulusal
kurtuluş hareketleri, FKÖ içindeki gerilla gruplarını ve FKÖ liderliğini
etkiledi. FKÖ, bu ulusal kurtuluş hareketlerinin sömürgeci yöneticilerinden
bağımsızlıklarını kazanma yöntemlerini benimsemeye çalıştı. Sahliyeh'in (1997,
11) ifade ettiği gibi:
Ulusötesi
ağların, aktörlerin ve grupların varlığı, Filistinlilere sayısız kaynak ve
fırsat sağladı. Cezayirlilerin 1962'de ulusal kurtuluş savaşı stratejisiyle
bağımsızlıklarını elde etmeleri, Filistinlilere Arap kolektif yaklaşımına bir
alternatif sundu.
Dahası, ulusal kurtuluş hareketleri ve diğer
ülkeler, özellikle de Bağlantısızlar ve Doğu Bloku ülkeleri, Filistin
hareketine askeri ve manevi destek verdi. Bu nedenlerle, FKÖ liderliği,
geçmişte olduğu gibi Arap devletlerine bağımlı olmaya devam etmektense,
bağımsız bir ulusal kurtuluş hareketi olarak hareket etmeleri durumunda ulusal
hedeflerine ulaşma fırsatlarının çok daha fazla olduğunu anlamıştı.
Sonuç olarak, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ),
Filistin halkı arasında meşruiyet kazandı ve halk, örgütü anavatanlarını
İsrail'den kurtarmanın tek yolu olarak gördü. Sahliyeh'in (1997, 12)
sözleriyle, "Böylesine çok yönlü bir destek, Filistinlilerin aktivizmini
önemli ölçüde artırdı ve siyasi liderlere taraftarlarını harekete geçirmeleri
için alan ve fırsat verdi." Bu görüş doğrudur, çünkü Filistinlilerin
morali Altı Gün Savaşı'ndan sonra çökmüştü. Anavatanlarını kaybeden ve bir kez
daha mülteci konumuna düşen bu insanlar, Arap devletlerinin Filistin'i
kurtaramayacağını veya kurtarmak istemediğini anlamışlardı.
Aksine, FKÖ politikalarını değiştirip işgal
altındaki topraklardaki İsrail otoritesine meydan okuyarak gerilla saldırıları
başlattığında, moralleri yükseliyordu. Bu faaliyetler, Filistin halkının
Filistin'in kurtuluşunu herhangi bir Arap devletine veya diğer dış etkenlere
değil, kendilerine güvenerek başarabileceklerini fark etmelerine de yardımcı
oldu. Sayigh'in (1997, 27) belirttiği gibi, "Askeri eylem,
Filistinlilerin, her şeyden önce, kendi kaderlerini şekillendirmede pasif
kurbanlar değil, aktif katılımcılar olduklarını doğruladı." FKÖ'nün bakış
açısına göre, Filistin'in tamamen kurtuluşu için verdikleri mücadele, dünya
çapındaki çeşitli ulusal kurtuluş hareketlerinin sömürgeci yöneticilerinden
bağımsızlıklarını kazanma mücadelesi bağlamındaydı (Sahliyeh, 1997, 16) .
İşte bu bağlamda, FKÖ ulusal kurtuluş
hareketiyle sıcak ilişkiler geliştirdi.
ve radikal hareketler. Sonuç olarak, FKÖ birçok
radikal ve ulusal hareketi destekledi ve bu örgütlerin üyeleri, çoğunlukla
Lübnan'dakiler olmak üzere, FKÖ kamplarında eğitim aldı. Bu dönemde, Filistinli
gerilla grupları, Filistin meselesine uluslararası dikkat çekmek amacıyla
çeşitli Avrupa şehirlerinde ve hatta İsrail içinde İsrailli ve İsrail yanlısı
hedeflere saldırılar düzenledi (Becker, 1984, 192). Filistinli gerillalar
tarafından, özellikle 1970'lerde, adam kaçırma, uçak kaçırma ve İsrailli veya İsrail
yanlısı politikacı ve bireylere yönelik suikastlar gibi çeşitli saldırılar
gerçekleştirildi (Cleveland ve Bunton, 2009, 363).
Bu saldırılardan biri, "Kara Eylül"
adlı Filistinli bir grubun üyelerinin İsrail milli Olimpiyat takımının on bir
üyesini rehin aldığı Münih katliamıydı (1972). Hadawi'ye (1979, 189) göre,
"Münih olayı, İsrail hapishanelerinde yargılanmadan çürüyen
Filistinlilerin serbest bırakılmasını sağlamak için bir kaçırma eylemi olarak
başladı." Sonunda, on bir rehine kaçırıcılar tarafından öldürüldü ve
kurtarma operasyonu sırasında Filistinli gerillalar öldürüldü. İki Filistinli
ise tutuklanarak İsrailli sporcuların kaçırılması ve öldürülmesiyle suçlandı.
İsrail yetkilileri bu saldırılara misilleme
olarak Lübnan ve Ürdün'deki hedeflere hava saldırıları düzenlerken, İsrail
istihbarat servisleri çeşitli Avrupa şehirlerinde ve Lübnan'ın başkenti
Beyrut'ta Filistinli önde gelen isimlere karşı faaliyetler yürütmektedir
(Cleveland ve Bunton, 2009, 363). Uçak kaçırma ve adam kaçırma gibi birçok
saldırı 1970'ler ve 1980'lerde Filistinli gerilla grupları tarafından
gerçekleştirilmiş ve İsrail bu saldırılara misillemelerle karşılık vermiştir.
Bazı durumlarda, yabancı
Bu saldırılara, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
kamplarında eğitim gören radikal ve ayrılıkçı hareketler de katılmıştı.
Ancak Arap devletleri, Filistin hareketini
kendi himayeleri altına almak istedikleri için, gerilla gruplarının kendi
topraklarından İsrail'e karşı gerilla saldırıları düzenlemesine izin
vermediler. Sela'nın (1997, ix) tanımladığı gibi:
Arap
devletleri, hem bireysel hem de kolektif olarak Filistin direnişini, BM
Güvenlik Konseyi'nin 242 sayılı kararına dayalı, sınırlı toprak hedefleri olan,
uluslararası alanda tanınan bir ulusal harekete dönüştürmeye sürekli olarak
çabaladılar.
Özellikle 1970'ler ve 1980'lerde FKÖ'yü kontrol
etme arzuları, FKÖ ile Arap devletleri arasında çatışmalara yol açtı. 1970'ler
ve 1980'lerde FKÖ, Ürdün ve Lübnan'daki iç savaşla uğraşmak zorunda kaldı ve bu
iç savaşların ardından FKÖ her iki ülkedeki karargahlarını kaybetti. Eylül
1970'te başlayıp Temmuz 1971'e kadar süren Ürdün iç savaşı, FKÖ üzerinde büyük
bir etki yarattı. Ancak örgüt için en kritik nokta, Lübnan iç savaşı (1975) ve
ardından İsrail'in bu ülkeyi işgal etmesiydi (1982). Bu işgal, FKÖ'nün yenilgisine
ve Lübnan'dan çıkışına yol açtı.
Bununla birlikte, Arap devletleri, bağımsızlığı
ve meşruiyeti konusundaki muhalefetlere rağmen, 1970'lerin ortalarında FKÖ'yü
Filistin halkının temsilcisi olarak tanıdılar. Daha sonra uluslararası toplum,
ABD ve İsrail'in baskılarına rağmen FKÖ'yü Filistin halkının temsilcisi olarak
tanıdı.
2.2.1
Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün Bölgesel ve Uluslararası Tanınması
Ürdün'deki iç savaşın sona ermesinin ardından,
yenilen FKÖ, karargahını Lübnan'a taşıdı ve buradan İsrail'e karşı gerilla
saldırılarını sürdürmeye çalıştı.
1973'teki Yom Kippur Savaşı ve ardından İsrail
ile Mısır arasında başlayan barış görüşmeleri, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
Filistin halkının temsilcisi olarak meşruiyetini sorguladı.
FKÖ liderliği, Arap devletlerinin Filistin
hareketini ve Filistin halkının ulusal çıkarlarını göz ardı ederek İsrail
devletiyle bir barış anlaşmasına varmaya hazır olduğunu anlamıştı. Muslih'e
(1997, 39) göre, "Hem Mısır hem de Suriye, BM Güvenlik Konseyi'nin 242
sayılı Kararını kabul etmiş ve İsrail ile kuvvetlerin geri çekilmesi
anlaşmaları imzalamıştı." FKÖ, bu noktadan itibaren politikalarını
dönüştürdü ve silahlı mücadeleden vazgeçmeden daha esnek bir diplomatik tutum
benimsedi.
1974'te Kahire'de düzenlenen on ikinci Filistin
Ulusal Konseyi (FUK) toplantısındaki tartışmalar sırasında, Filistin ulusal
özlemlerinden vazgeçmeden programında bir değişiklik yapıldı. Toplantının
ardından FUK, FKÖ'nün politikalarına rehberlik edecek yeni bir program
benimsedi. Bu on maddelik program, FKÖ'nün 1970'lerin ortalarından beri başa
çıkmak zorunda kaldığı Orta Doğu'daki yeni gerçeklerin bir sonucu olarak ortaya
çıktı. Muslih'in (1997, 39) sözleriyle:
...FKÖ,
önceki programlardan farklı bir program benimsedi ve ister Yahudi, ister
Hristiyan, ister Müslüman olsun tüm vatandaşların paylaştığı laik, demokratik
bir devlet olarak tamamen özgürleştirilmiş bir Filistin öngördü. Ayrıca, bu
hedefe ulaşmak için tercih edilen yolun silahlı mücadele olduğunu vurguladı.
Dahası, Batı Şeria ve Gazze'de bir Filistin "mini devleti" fikrini
reddetti.
Ancak, Filistin Ulusal Konseyi'nin Filistin
sorununu çözebilecek diplomatik bir çözüm fikrini reddetmediğini
gözlemleyebiliriz. Hassasian'ın (1997, 82) gözlemlediği gibi, "On ikinci
Filistin Ulusal Konseyi'nden itibaren, 'silahlı mücadele' kavramı siyasi
diplomasiye göre ikincil hale geldi, ancak hiçbir zaman bir seçenek olarak göz
ardı edilmedi." Yeni Filistin Ulusal Konseyi programı
Sonuç olarak FKÖ'nün bölgesel ve uluslararası
alanda tanınması sağlandı. İlk olarak İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) bünyesinde,
ardından da BM Genel Kurulu'nda FKÖ tanındı. Ancak, ilk başta İKÖ bağlamında
Ürdün'ün, BM Genel Kurulu bağlamında ise ABD ve İsrail'in tepkilerine rağmen.
İslam İşbirliği Teşkilatı toplantıları
sırasında Arap ülkeleri, Filistin hareketini Filistin halkının tek temsilcisi
olarak tanımış, bir ay sonra ise FKÖ lideri Yaser Arafat, BM Genel Kurulu
önünde bir konuşma yapmıştır (McDowall 1990, 33). Dahası, FKÖ uluslararası
alanda tanınmayı başarmış ve Hadawi'nin (1979, 200) belirttiği gibi, 25 Kasım
1974'te FKÖ BM'nin gözlemci üyesi olmuştur:
'Genel
Kurul oturumlarına ve çalışmalarına; Genel Kurul himayesinde toplanan bütün
uluslararası konferansların oturumlarına ve çalışmalarına; ve BM'nin diğer
organlarının himayesinde toplanan bütün uluslararası konferansların
oturumlarına ve çalışmalarına katılma hakkına sahiptir.
Bir yıl sonra, BM Genel Kurulu, Siyonizmi
ırkçılıkla özdeşleştiren bir karar aldı. Dahası, FKÖ 1975'te Bağlantısızlar
Ülkeleri'nin ve 1976'da Arap Birliği'nin tam üyesi oldu (Rubin, 1994, 47).
Dahası, Filistin hareketi Batı bloğu ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleriyle
diplomatik ilişkiler kurmayı başardı; FKÖ'nün önde gelen isimleri ise İsrailli
gruplar ve bireylerle temaslarda bulundu (Muslih, 1997, 42).
Ayrıca, 1977 yılında FKÖ'nün İsrail Komünist
Partisi ile yakın temaslarda bulunduğu yönünde haberler de vardı. Bu haberlere
göre (FKÖ ile İsrail Komünist Partisi arasındaki ilk görüşme, Haravgi gazetesi
6 Mayıs 1977, Yunanca 8):
(Prag'da
düzenlenen) toplantı, PNC'nin kararları sonucunda gerçekleşti,
Buna
göre FKÖ, İsrail içindeki demokratik ve ilerici partilerle yakın temaslar ve
görüşmeler kurarak iki taraf arasında istikrarlı ve yapıcı ilişkiler
kurulmasını sağlayacak.
Ancak, 1970'lerin sonlarında ABD Başkanı Jimmy
Carter'ın girişimiyle başlayan ve 1978'de Camp David Anlaşması'nın imzalanması
ve 1979'da iki ülke arasında barış anlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanan Mısır
ve İsrail arasındaki barış süreci, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Filistin
halkının temsilcisi olarak meşruiyetini tehdit etti. FKÖ ve diğer Arap
ülkeleri, Mısır'ın İsrail ile barış anlaşması imzalama kararını eleştirdiler ve
Mısır hükümetine karşı öfkelerini, Mısır'a ekonomik yaptırımlar uygulayarak ve
Mısır'ı Arap Birliği'nden ihraç ederek dile getirdiler.
3.
Mısır ve
İsrail Arasındaki Barış Görüşmeleri Süreci
Daha önce de belirttiğim gibi, 1973 Yom Kippur
Savaşı'nın sona ermesinin ardından rakip taraflar geri çekilme anlaşmaları
imzaladılar. Bu anlaşmalar, rakip taraflar olan İsrail ve Arap devletleri
arasındaki barış süreci üzerinde belirleyici bir etkiye sahipti. Morris'in
(2001, 444) belirttiği gibi:
İsrail-Mısır
arasındaki iki ayrılık anlaşması (Sina I ve Sina II olarak bilinir), yine
Amerikan arabuluculuğunun da yardımıyla, 1979'da barış anlaşmasının
imzalanmasıyla sonuçlanan sürecin önünü açtı.
Ancak, önce geri çekilme anlaşmaları, ardından
Mısır ve İsrail arasındaki barış antlaşması için yürütülen müzakere süreci, iki
ülke arasındaki çatışan çıkarlar nedeniyle zorlu bir tartışmaya dönüştü.
Dahası, her iki taraf da talepleri karşı tarafça dikkate alınmazsa müzakere
sürecini terk etmeye hazırdı. Örneğin Mısır, 1967 Altı Gün Savaşı'nda
kaybettiği toprakları, özellikle de İsrail için büyük önem taşıyan Sina
Yarımadası'nı geri almak istiyordu.
Mısır'ın ulusal çıkarları. Öte yandan İsrail,
Sina üzerindeki kontrolünü veya en azından bölgedeki yerleşim yerlerini elinde
tutmayı arzuluyordu.
Dahası, hem Mısır hem de İsrail, müzakere
sürecine başlama kararlarına karşı muhalefetle karşılaştı. Mısır örneğinde,
diğer Arap devletleri, Mısır'ın İsrail devletiyle müzakere etme kararını sert
bir şekilde eleştirdi. Morris'e (2001, 445) göre, " Ön saflardaki
Arap devletlerinin hepsi, komşusunun İsrail ile ayrı bir anlaşma yaparak kendi
pazarlık gücünü zayıflatacağından korkarak, birebir, ayrı müzakereleri
reddetti." Mısır içinde de müzakere sürecine karşı çıkan birçok kişi
vardı.
İsrail örneğinde, baskı ülke içinde, özellikle
de milliyetçi hareketler ve işgal altındaki topraklardaki yerleşimciler
arasında hissedildi. 1977 seçimleri ve eski Başbakan Golda Meir'e kıyasla çok
daha katı bir tutum sergileyen Menachem Begin yönetimindeki yeni hükümet
(Lesch, 2001, 42), Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat'ın politikaları üzerinde
önemli bir etki yarattı.
İsrail ile çatışmaya barışçıl bir çözüm
bulunmasını arzulayan Enver Sedat, yeni İsrail hükümetinin müzakere sürecinde
kabul edilemez öneriler sunabileceğini anlamıştı. Dahası, İsrail hükümeti
müzakere sürecine katılmayı kabul edemezdi. Bu nedenle Mısır hükümeti, İsrail
tarafını bir barış anlaşması imzalamaya hazır olduğuna ikna etmek için bir jest
yapmak zorundaydı. Sonuç olarak, Mısır Cumhurbaşkanı Kasım 1977'de İsrail'e
resmi bir ziyarette bulunmaya karar verdi; bu ziyaret, bir Arap liderin ilk
resmi ziyaretiydi (Lesch, 2001, 43).
Mısır Cumhurbaşkanı, 9 Kasım 1977'de Mısır
Ulusal Meclisi önünde yaptığı açıklamada, İsrail Başbakanı ile görüşmek üzere
Kudüs'e uçmaya hazır olduğunu söyledi.
İsrail Başbakanı Menahem Begin ile (Morris,
2001, s. 449). Birçok Arap ülkesi Mısır Cumhurbaşkanı'nın kararını eleştirdi ve
İsrail devletiyle herhangi bir diplomatik çözüme karşı çıktı. Ancak
Cumhurbaşkanı Sadat Kudüs'ü ziyaret etti ve İsrail parlamentosu önünde bir
konuşma yaptı. İsrail parlamentosu Knesset önündeki konuşmasında Sadat,
İsrail'e resmi bir ziyarette bulunma amacının İsrail Başbakanı ile Filistin
meselesini görüşmek olduğunu, İsrail devletiyle ikili bir anlaşma imzalamak
olmadığını belirtti (Morris, 2001, s. 452).
İki ülke liderleri barış müzakereleri süreci
hakkında fikir alışverişinde bulundu ve her ikisi de Orta Doğu'da diplomasi
yoluyla sağlanabilecek bir barış arzusunu dile getirdi. Bu görüşme, ABD'nin
dikkatini bölgeye çekti ve ABD hükümetine, Orta Doğu'da kalıcı bir barış ve
istikrarın ABD'nin bölgedeki çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu
anlamasını sağladı. Her iki tarafın da barışa doğru uygun adımları atmaya hazır
olması, ABD Başkanı Jimmy Carter'ın inisiyatifiyle gerçekleşti.
Mısır ve İsrail yetkilileri arasında,
Cumhurbaşkanı Sadat'ın Kudüs ziyaretinin hemen ardından gizli görüşmeler
gerçekleştirildi. Ancak, müzakere sürecinin bir parçası olarak 1977'de
düzenlenen Kahire konferansı başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun birkaç nedeni
vardı. Bir yandan, İsrail, ABD ve BM temsilcilerinin bakanlık yapmaması,
Mısır'ın İsrail'in taleplerine, Mısır'ın da İsrail'in taleplerine karşı çıkması
gibi. Diğer yandan, diğer Arap devletleri konferansa katılmayarak İsrail
devletiyle herhangi bir barış anlaşmasına karşı çıktılar (Morris, 2001, 456).
Ancak Begin, Mısır'a yaptığı bir ziyarette
Sadat ile görüşmelerde bulunarak barışçıl bir çözüm planını dile getirdi; ancak
bu plan Mısır hükümeti tarafından kabul edilmedi. Dahası, Sina Yarımadası'nda
yeni İsrail yerleşim birimlerinin inşası nedeniyle müzakereler çıkmaza girmişti
ve her iki taraf da taleplerinden vazgeçmek istemiyordu. Tam da bu sırada, ABD
Başkanı Jimmy Carter devreye girerek iki ülke liderlerini Camp David'de bir
toplantıya davet ederek iki ülke arasındaki barış müzakere sürecine destek olmak
istedi.
3.1.
1978
Camp David Anlaşmaları
ABD Başkanı Jimmy Carter, hem Begin'i hem de
Sadat'ı barış müzakere sürecini yeniden başlatmak için Camp David'e davet etti.
İsrail Başbakanı'nın toplantıya dair bazı şüpheleri olmasına rağmen, ikisi de
Camp David toplantısına katılmayı kabul etti (Morris, 2001, 463).
Bir yandan, Begin o dönemde kamuoyu ve İsrail
siyasi partileri tarafından diplomatik bir çözüme ulaşıp imzalaması ve barış
sürecinden vazgeçmemesi yönünde baskı görüyordu. Diğer yandan Arap devletleri,
Mısır'a İsrail devletiyle müzakere sürecinden vazgeçmesi için baskı yapıyordu.
Ancak her iki tarafın da diplomatik çözüm arzusu, ABD'nin her ikisine de
yaptığı baskı ve bu öneriyi reddetmeleri halinde barış sürecinin
başarısızlığından sorumlu tutulma ihtimali, hem Sadat'ı hem de Begin'i barışa
doğru gerekli adımları atmaya zorladı.
Bununla birlikte, Camp David'deki müzakere
süreci başladığında, her iki taraf da başa çıkmaları gereken çatışan çıkarları
olduğunu anladı. Örneğin, Sadat, İsrail birliklerinin ve yerleşimcilerin
Sina'dan tamamen çekilmesini talep ederken, İsrail...
İsrail, uygun sayıda İsrail askerini elinde
tutmak istiyordu ve Sina'daki İsrail yerleşimlerini yok etmek istemiyordu
(Morris, 2001, s. 463). Sonuç olarak, müzakere sürecinde yeni bir çıkmaz
kaçınılmaz görünüyordu. Buna rağmen, her iki tarafa da sert tutumlarından
vazgeçmeleri yönündeki Amerikan baskıları ve Morris'in (2001, s. 466)
belirttiği gibi "ne Sadat ne de Begin, Camp David'den ayrılmayı
düşünmemişti", müzakereler devam etti.
Müzakere sürecinin sonucunda, iki taraf 1978'de
Camp David Anlaşması'nı imzaladı. Anlaşmaya göre, İsrail kuvvetleri Sina'dan
aşamalı olarak çekilecek ve iki ülke diplomatik, ekonomik ve kültürel ilişkiler
kuracaktı. Ayrıca, iki ülke Arap-İsrail anlaşmazlığı ve Filistin meselesine
BM'nin 242 sayılı Kararı'na tam olarak uygun bir barış çözümü sağlanması
konusunda anlaştı (Lesch, 2001, 44-5).
Eş zamanlı olarak, Batı Şeria ve Gazze
Şeridi'nin önerilen yeni statüsü konusunda bir anlaşmaya varıldı. Anlaşmaya
göre, Mısır, Ürdün ve İsrail'in Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin önerilen statüsü
hakkında yaklaşık beş yıl boyunca toplantı ve görüşmelerde bulunacağı bir geçiş
dönemi olacaktı. Üç ülke, müzakereler sırasında, Batı Şeria ve Gazze'den
Filistinlilerin de müzakerelere katılabileceği, kendi kendini yöneten bir
otoritenin kurulacağı süreci ele alacaktı (Morris, 2001, 473).
Beş yıllık süre zarfında Batı Şeria ve Gazze
Şeridi'nde tam özerklik sağlanacak, İsrail askeri ve sivil yönetimi çekilecek
ve yerine seçilmiş bir Arap otoritesi getirilecektir. Ayrıca, İsrail, Ürdün,
Mısır ve yerel Filistinliler arasında nihai bir çözüm için üç yıllık bir
müzakere süreci olacaktır.
(Morris, 2001, 473). Arap devletleri ve FKÖ,
Camp David Anlaşmaları ve anlaşmaya, özellikle işgal altındaki topraklar ve
Filistinli mültecilerin gelecekteki statüsüne ilişkin olarak Mısır'a sert
eleştirilerde bulundu. Bu anlaşma, FKÖ'nün Filistin halkının tek temsilcisi
olarak meşruiyetini sorguladı. Sonuç olarak, Filistin hareketi işgal altındaki
topraklardaki Filistinlileri Camp David Anlaşmaları'na karşı harekete geçirmeye
başladı (Sarraj, 1997, 177).
Üstelik Filistin perspektifinden bakıldığında
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin "özerkliği", İsrail'in bu
topraklardaki işgalinin devam etmesinden ve en azından Batı Şeria ve Gazze
Şeridi bölgesinde bir Filistin devleti kurma hayalinin sona ermesinden başka
bir şey ifade etmiyordu (Morris, 2001, 476).
3.2.
Mısır-İsrail
Barış Antlaşması, 1979
Camp David Anlaşmaları'nın imzalanmasının
ardından iki ülke, anlaşmazlıklarına kalıcı bir çözüm bulmak ve bir barış
anlaşması imzalamak için müzakere sürecini sürdürdü. Mısır Cumhurbaşkanı Sedat,
İsrail ile barış anlaşması imzalanmadan önce, anlaşmayı Mısır'ın ihaneti olarak
gören Arap devletleri tarafından baskı altına alındı. Mısır içinde de,
özellikle sol gruplar ve örgütler ile kökten dinciler arasında anlaşmalara
karşı çıkanlar vardı.
Camp David Anlaşmaları'nın ardından diğer Arap
ülkeleri Mısır'la diplomatik ilişkilerini kestiler, Mısır'ı Arap Birliği'nden
çıkardılar ve örgütün ofisleri Tunus'a taşındı (Doran, 2004, 116). Dahası,
Mısır Cumhurbaşkanı Araplara ve Filistin halkına ihanet etmekle suçlandı ve
müzakere sürecinde daha sert bir tutum sergilemek zorunda kaldı. Böylece Sadat,
Mısır-İsrail barış görüşmeleri Filistin
sorununa çözüm bulmada engel teşkil etmiştir (Morris, 2001, 477-8).
Öte yandan, İsrail hükümeti (İsrail için kabul
edilemez olan) Mısır taleplerini kabul etmek istemedi. Ancak iki ülkenin
liderleri, ABD Başkanı Jimmy Carter'ın girişimi üzerine ikili görüşmelerini
sürdürdüler. İkili görüşmeler sırasında taraflar farklı öneriler sunsa da, bir
anlaşmaya varıldı ve 1979'da barış anlaşması imzalandı. Cleveland ve Bunton'ın
(2009, 380) belirttiği gibi, "26 Mart 1979'da Sadat ve Begin,
Washington'da resmi bir Mısır-İsrail anlaşması imzaladılar."
Mısır ve İsrail arasındaki barış anlaşması,
Camp David Anlaşmaları'nın ardından geldi ve Orta Doğu ile Arap-İsrail
çatışmasında karşılıklı tanınma ve yeni bir dönemin başlangıcını beraberinde
getirdi. İki ülke bu tarihten itibaren diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurdu.
Arap devletleri, İsrail ile herhangi bir diplomatik çözümü kabul etmeyi
reddederek, Mısır-İsrail barış anlaşmasına tepki göstererek Mısır'a ekonomik
yaptırımlar uyguladı.
Üstelik İsrail devleti, bu yeni durumdan
faydalanarak Lübnan'daki FKÖ karargahını yıkmaya karar verdi ve Filistin
hareketi bu sayede İsrail'e karşı gerilla saldırıları başlattı. 1982'de İsrail,
FKÖ'nün Lübnan'daki kamplarını yok etme stratejik hedefiyle Lübnan'ı işgal
etti. İsrail'in Lübnan'ı işgali, İsrail ile yeni bir barış anlaşması imzalamış
olan Mısır makamlarını memnun etmedi. Ancak bu durum, iki devlet arasındaki
barış anlaşması veya Mısır'ın ABD ile ikili ilişkileri açısından herhangi bir
sorun teşkil etmedi (Doran, 2004, 116).
Bölüm 2: Bölgesel ve Uluslararası Gelişmeler ve
Üçlü
İlişkiler, 1980-1993
Bölüme Giriş
İkinci bölüm, 1980-1993 yılları arasındaki
bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele almaktadır. 1975'te başlayıp 1990'a
kadar süren Lübnan iç savaşı sonucunda İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgal etmesi
ve Filistin devletinin kurulmasıyla sonuçlanan 1987 Filistin
ayaklanması-intifadası gibi bölgesel gelişmeler, üçlü ilişkiler üzerinde
muazzam bir etki yaratmıştır. Ayrıca, FKÖ-İsrail barış müzakereleri süreci,
Türkiye'nin bölgesel politikalarını etkilemiştir. Bu dönemde Türkiye, hem
İsrail hem de FKÖ ile diplomatik ilişkilerini geliştirmiştir.
İkinci bölüm üç kısma ayrılmıştır. İlk kısım,
1975 iç savaşı ve bunun sonucunda 1982'de gerçekleşen İsrail işgali sırasında
Lübnan'daki durumu incelemektedir. Bu bağlamda, söz konusu ülkede iç savaşın
patlak vermesinin nedenlerini ve FKÖ'nün çatışma sürecindeki rolünü ele
alacağım. Ayrıca, bu bölümde İsrail'in Lübnan'ı işgalini ve İsrail işgaline
karşı bölgesel ve uluslararası tepkileri analiz edeceğim.
İkinci bölüm, işgal altındaki topraklardaki
Filistin ayaklanması - intifada - ile ilgili. Bu bağlamda, Filistin
ayaklanmasının nedenlerini, FKÖ'nün ayaklanma sürecindeki politikalarını,
İslami hareket Hamas'ın ortaya çıkışını ve İsrail'in işgal altındaki
topraklardaki Filistin halkına karşı tepkilerini kısaca analiz ediyorum.
Ayaklanma, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde Filistin devletinin kurulmasıyla ve
iki rakip parti arasında barış müzakerelerinin başlamasıyla sonuçlandı. İkinci
bölüm, FKÖ ve İsrail arasındaki barış müzakerelerinin bir analiziyle sona
eriyor.
İkinci bölümün üçüncü kısmı, Türkiye ve İsrail
arasındaki ikili ilişkileri 1980'den bu yana incelemektedir. Bu dönemde,
bölgesel gelişmeler nedeniyle iki ülkenin ikili ilişkileri, özellikle
diplomatik düzeyde, oldukça düşük bir seviyedeydi. Buna karşılık, iki ülke
ekonomik, askeri ve istihbarat alanlarında ilişkilerini geliştirmiştir.
Türkiye, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başında Orta Doğu'daki yeni gelişmeler
sonucunda Orta Doğu'da daha esnek bir politika benimsemekte özgür hissetmiştir.
Orta Doğu'daki barış sürecinden yararlanan Türk hükümeti, hem İsrail hem de FKÖ
ile ilişkilerini geliştirmiş ve 1990'ların başından itibaren İsrail'e bir
büyükelçi atayarak İsrail devletiyle ikili ilişkilerini geliştirmiştir.
Üçüncü bölüm, FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin
ve kuruluşundan bu yana üçlü ilişkiler üzerindeki etkisinin bir analiziyle sona
eriyor. Bu bağlamda, FKÖ'nün Türkiye'nin ulusal çıkarlarına yönelik
politikalarını ve THKO, ASALA ve PKK gibi radikal ve ayrılıkçı hareketlerle
ilişkilerini analiz ediyorum. FKÖ'nün bu örgütlerle olan ilişkileri, Türkiye
ile ikili ilişkileri üzerinde önemli bir etkiye sahipti.
Dahası, FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasındaki
politikaları Türk makamlarını memnun etmedi. FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi
sırasındaki politikaları üçüncü bölümde incelenecektir. Ayrıca, FKÖ'nün 1989'da
Müslüman Türklerin Bulgaristan'dan sürülmesi sırasında Arap ülkelerindeki
tepkilere benzer şekilde tepki vermesi de Türk hükümetini memnun etmedi. Bu
nedenlerle, Türkiye'nin 1979'da FKÖ'ye Ankara'da bir ofis açma izni vermesi
bile Filistin örgütüne karşı şüphe uyandırdı.
1.1.
Lübnan'daki
iç savaşın nedenleri
İsrail'in Lübnan'ı işgali ve FKÖ'nün Lübnan'dan
çıkışıyla sonuçlanan Lübnan iç savaşının nedenlerini anlamak için, Lübnan'daki
dini topluluklar arasındaki güç dağılımına bakmamız gerekir. Ayrıca, FKÖ'nün
Lübnan içindeki, özellikle de Lübnan devleti içinde bir devlet oluşturan ve
1975'teki iç savaşın patlak vermesinin bir diğer nedeni olan mülteci
kamplarındaki statüsünü de anlamamız gerekir.
Lübnan devletinin kuruluşundan bu yana, iktidar
dağılımı dini topluluklar, daha doğrusu Lübnan'daki Müslüman, Dürzi ve Maruni
toplulukları arasında bölünmüştü. Bu nedenle, Lübnan'daki dini topluluklar,
1943'te Fransa'dan tam bağımsızlığını kazanmadan önce bile, bir dereceye kadar
eşit haklara ve parlamento ve hükümette eşit temsil hakkına sahipti.
Ancak dini topluluklar, hükümette ve
parlamentoda güç dağılımı konusunda birbirleriyle rekabet halindeydi. Buna ek
olarak, dini topluluklar haklarını güvence altına almak ve geliştirmek için
hükümette ve parlamentoda daha fazla güç elde etmeyi temel hedefleri olarak
görüyorlardı. 1943 tarihli Milli Pakt'a göre, Lübnan'ın iki güçlü topluluğu
Maruni Hıristiyanlar ve Sünni Müslümanlardı. Ancak 1970'lerden itibaren
Lübnan'ın Şii topluluğu en güçlü topluluklardan biri haline geldi ve bu durum
1943 tarihli Milli Pakt'ı tehdit etti. Bu durum, Lübnan'daki iç istikrarın
önünde başka bir engel de oluşturabilirdi (Fraser, 2004, 111). Dahası, Lübnan
anayasasının
Lübnan toplumunda homojen bir ulusal kimlik
yaratma çabaları, farklılıkları ve gerginlikleri artırdı.
Filistinlilerin Lübnan'daki varlığı durumu daha
da kötüleştirirken, FKÖ'nün İsrail'e yönelik gerilla saldırıları ve İsrail'in
misilleme eylemleri Lübnan'daki Hristiyan toplumunu öfkelendirdi. FKÖ,
kuruluşundan bu yana, İsrail'e karşı gerilla saldırıları düzenleyebileceği bir
Arap topraklarında kendi üslerine sahip olmayı arzuluyordu.
Arap ülkeleri, özellikle Mısır ve Suriye örgütü
desteklese de, Filistin hareketinin kendi topraklarından İsrail'e karşı gerilla
saldırıları düzenlemesine izin vermediler. Ürdün ise İsrail ile olan sınırını
kontrol etmeyi başardı. Aksine, Lübnan devleti Filistinlilerin İsrail'e yönelik
faaliyetlerini durduramadı veya kontrol edemedi (Brown, 2004, 283). 1969'da
Mısır Devlet Başkanı Nasır'ın girişimi, FKÖ'nün genel olarak Lübnan'daki ve
özellikle de mülteci kamplarındaki statüsünü kesinleştirdi. Anlaşmaya göre,
Filistin hareketi Güney Lübnan'da İsrail'e karşı bağımsız olarak faaliyet
gösterebilecek ve Filistinli gerillalar kamplarda eğitim alabileceklerdi
(Bickerton, 2009, 148).
Dahası, 1971'de Ürdün'deki iç savaşın sona
ermesinin ardından FKÖ, karargahını Lübnan'a taşıdı ve İsrail'e karşı gerilla
saldırılarını burada sürdürdü. Filistin hareketi, Lübnan hükümetinin
otoritesinin sona erdiği Güney Lübnan'daki mülteci kamplarının statüsünü
değiştirdi (Morris, 2001, 499). İsrail hükümeti, bu saldırılara Güney Lübnan'a
hava saldırılarıyla karşılık verdi ve bu saldırılar Lübnan devletine çok sayıda
kayıp verdirdi. Cleveland ve Bunton'ın (2004, 383) belirttiği gibi:
İsrail
güçlerinin kendi komando baskınlarını gerçekleştirmedeki göreceli kolaylığı,
1968'de Beyrut Uluslararası Havaalanı'na yapılan saldırı ve
1973
yılında Beyrut'ta üç Filistinli liderin öldürülmesi, Filistinlilere karşı bir
tepkiye yol açtı.
Arap
milliyetçileri ve radikal reformculardan oluşan bir hükümet.
Ancak Hristiyan cemaati, FKÖ'nün İsrail'e karşı
gerilla saldırılarını sürdürmesi nedeniyle öfkeliydi. Bu durum, İsrail'in yeni
misillemelerine yol açtı ve (ki öyle de oldu) İsrail'in Lübnan'ı tam kapsamlı
bir şekilde işgal etmesine sebep olabilirdi. Bickerton'ın (2009, 149)
sözleriyle, "Maruniler, Filistinlilerle hiçbir Arap dayanışması
hissetmiyor ve Lübnan'ı ilgilendirmediğini düşündükleri bir anlaşmazlığa
sürüklenmek istemiyorlardı."
Lübnan hükümeti, İsrail hava saldırılarına
tepki gösteremedi ve FKÖ'nün gerilla faaliyetlerini bir ölçüde bile olsa
engelleyemedi veya kontrol altına almaya çalışamadı. Bu durum, ülke içinde
gerginliklere yol açtı. Buna dini topluluklar arasındaki güç dengelerine
ilişkin siyasi gerginlikler de eklendiğinde, Lübnan'da bir iç savaşın patlak
vermesi kaçınılmazdı. Dolayısıyla, dini topluluklar arasında iktidarın
dağılımı, güneydeki Filistin varlığı ve FKÖ'nün merkezi hükümetin müdahale
edemediği mülteci kamplarındaki devlet içinde devlet statüsü konusundaki
anlaşmazlıkların, 1975'te iç savaşın patlak vermesine yol açtığı sonucuna
kolayca varabiliriz.
1.2.
İç
savaşın patlak vermesi ve FKÖ
Dini topluluklar arasındaki çatışmalar 13 Nisan
1975'te başladı ve 13 Ekim 1990'a kadar sürdü. İç savaş,
Hristiyan Falanjistlerin bir otobüse ateş açması ve yaklaşık 30 Filistinlinin
ölmesiyle başladı (Cleveland ve Bunton, 2009, 384-5). İç savaş yeni başlamıştı
ve FKÖ, Hristiyan militanlarla çatışmadan kaçınamadı. FKÖ'yü çatışmalara
katılmaya zorlayan iki neden vardı. İlk neden, FKÖ içinde radikal grupların
olması ve FKÖ'nün
Liderlik onları kontrol edemedi. FKÖ liderliği
iç savaş sırasında tarafsız kalmaya çalışsa da, radikal gruplar ve bireyler,
onu Müslümanların lehine ve Hristiyanların aleyhine olan çatışmalarda aktif rol
almaya zorladı (Morris, 2001, 500).
İkinci neden, Falanjistlerin Lübnan'daki
Filistin varlığına karşı yürüttükleri faaliyetler sonucu ortaya çıktı ve
Filistinli mülteci kamplarını hedef aldı. Örneğin, Morris'in (2001, 500)
belirttiği gibi, iç savaşın ilk günlerinde "Beyrut'ta iki mülteci kampı
Hristiyan saldırılarına maruz kaldı ve sakinlerinin çoğu katledildi". FKÖ
buna tepki gösterdi ve diğer Müslüman askeri gruplarla işbirliği yaparak
Hristiyan Marunilere karşı bir saldırı düzenledi. İsrail ve Suriye de çatışmaya
dahil oldu. İsrail, iç savaşın ilk yıllarında Hristiyan Marunilere yardım
ederek dolaylı olarak müdahil oldu. Wagner'in (2002, 66) belirttiği gibi,
"Bir bakıma Lübnan iç savaşı, yabancı topraklarda yürütülen bir tür
Filistin-İsrail çatışmasına dönüştü".
FKÖ-Müslüman askeri grupların koalisyonu
sayesinde Suriye, Haziran 1976'da bir müdahalede bulunarak Maruni toplumunu
FKÖ-Müslüman militan faaliyetlerinden kurtardı. Suriye'nin müdahalesi,
Hristiyan Marunilerin askeri kolu olan Lübnan Cephesi'nin yardım talebi üzerine
gerçekleşti (Bickerton, 2009, 149). Bickerton'ın (2009, 149) gözlemlediği gibi,
"Esad'ın amacı Lübnan'ı Suriye'nin uydusu haline getirmekti ve bunu
başarmak için FKÖ'yü zayıflatmaya hazırdı". Suriye'nin müdahalesi
sonucunda 9 Haziran'da bir ateşkes anlaşması imzalandı ve rakip
taraflar arasında müzakere süreci başladı.
İsrail hükümeti, Suriye ordusunun Lübnan'daki
varlığına herhangi bir itirazda bulunmadı, ancak İsrail hükümeti Suriye
ordusunun Güney Lübnan'a doğru daha fazla ilerlemesini kabul edemedi
(Bickerton, 2009, 149). Bununla birlikte,
Rakip taraflar arasındaki müzakere süreci
çıkmaza girdi ve çatışmalar yeniden başladı. Bu dönemde Suriye ordusu Maruni
militanlarla işbirliği yaptı ve 16 Ekim'e kadar Suriye , Beyrut ve
Sayda'yı işgal etti (Morris, 2001, 500).
Bu arada, FKÖ iç savaş sırasında İsrail'e
yönelik saldırılarını sürdürdü ve İsrail bu saldırılara Güney Lübnan'daki
hedeflere hava saldırılarıyla karşılık verdi (Morris, 2001, 501). Dahası,
İsrail Maruni güçlerine destek vererek dolaylı müdahalesini sürdürdü. Nihayet,
rakip taraflar arasında Ekim 1976'da bir ateşkes anlaşması imzalandı. Cleveland
ve Bunton'a (2009, 385) göre, "18 Ekim 1976'da Suriye ve FKÖ, Arap devlet
başkanları tarafından hazırlanan bir ateşkesi kabul etti ve çatışmaların en
şiddetli kısmı sona erdi."
Ancak, 1978'de Filistinli radikal bir grubun
bir İsrail otobüsünü kaçırması ve 30 İsrailli sivil yolcunun ölmesi (Bickerton,
2009, 150), İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesine yol açtı. İsrail güçleri,
Lübnan'ı işgal ederek, stratejik olarak FKÖ'nün oradaki altyapısını ortadan
kaldırmayı hedefledi (Bickerton, 2009, 150). Ayrıca, Morris'e (2001, 501) göre,
İsrail güçlerinin işgal sırasındaki bir diğer stratejik amacı da
"...sınırın Lübnan tarafındaki mevcut Hristiyanların elindeki bölgeleri
genişletmek ve süreklilik sağlamak"tı. Sonuç olarak İsrail güçleri
"...Litani Nehri'nin güneyindeki bölgenin çoğunu" işgal etmeyi
başardı (Bickerton, 2009, 150).
Bu arada, BM Güvenlik Konseyi "Litani
Harekâtı" hakkında bir toplantı düzenledi ve tüm askeri operasyonların
durdurulmasını ve İsrail'in Lübnan topraklarından çekilmesini talep eden 425
sayılı Kararı kabul etti. Ayrıca, geri çekilmeyi denetlemek üzere Lübnan'daki
Birleşmiş Milletler Geçici Gücü (UNIFIL) kuruldu.
İsrail güçlerinin Lübnan'dan çekilmesi ve
bölgenin silahsızlandırılması (Morris, 2001, 502). Ancak, Bickerton'ın (2009,
150-1) gözlemlediği gibi, "İsrailliler üç ay sonra geri çekilmiş olsalar
da, Binbaşı Haddad'ın kontrolü altında dokuz mil genişliğinde bir 'Güvenlik
Bölgesi' kurdular."
Bununla birlikte, dini topluluklar arasındaki
çatışmalar, FKÖ'nün kuzey İsrail'deki hedeflere yönelik gerilla saldırıları ve
İsrail güçlerinin misilleme eylemleri devam etti. Sonunda, FKÖ'nün İsrail'e
yönelik faaliyetleri, İsrail güçlerinin Haziran 1982'de büyük bir işgaline yol
açtı. İsrail hükümeti, işgali Filistin hareketini Lübnan'dan çıkarmak ve
ülkedeki askeri altyapısını çökertmek amacıyla başlattı (Morris, 2001, 508).
İşgalin nedeni, radikal bir Filistinli grubun Londra'daki İsrail büyükelçisine
suikast girişimiydi.
1.3.
İsrail'in
Lübnan'ı işgali, 1982
FKÖ'nün kuzey İsrail'deki İsrail yerleşimlerine
ve örgütün Lübnan içinde bir devlet oluşturan güney Lübnan'daki siyasi gücüne
karşı gerilla saldırıları, 1982 İsrail işgaline yol açtı. İsrail'in Lübnan'ı
işgali, 1982'nin ilk aylarından itibaren apaçık ortadaydı. Bu dönemde İsrail
hükümeti, İsrail güçlerinin Sina Yarımadası'ndan çekilmesini sağlıyordu. Bu
nedenle, İsrail'in Lübnan'ı işgal etmesi durumunda Mısır hükümetinin herhangi
bir tepki vermesi söz konusu değildi (Bickerton, 2009, 152).
İşgalin başlıca nedenlerinden biri, elbette
FKÖ'nün kuzey İsrail'deki İsrail yerleşimlerine yönelik faaliyetleriydi. İsrail
hükümeti işgale çoktan karar vermiş olsa da, Lübnan'ı işgal kararını haklı
çıkaracak bir olay bekliyordu. İç savaş sırasında, İsrail işgaline kadar
İsrail'e karşı birçok saldırı gerçekleşti ve
İsrail yetkilileri, bu saldırılara Lübnan'daki
hedeflere yönelik misillemelerle karşılık verdi. İsrail hükümeti, mülteci
kamplarına yönelik saldırılarını gerekçelendirerek, İsrail yerleşimlerine
yönelik saldırılardan Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) sorumlu tuttu.
Ancak Filistinli bir grup olan Ebu Nidal
Örgütü'nün (ANO) Londra'daki İsrail büyükelçisine suikast girişimi, İsrail'e
Lübnan'ı işgal etmek için gerekli bahaneyi verdi. İstihbarat servislerinden,
suikast girişiminden FKÖ'nün sorumlu olmadığı ve olaydan sorumlu grubun FKÖ'ye
muhalif olduğu yönünde bilgi gelmesine rağmen, İsrail hükümeti Lübnan'ı işgal
etti (Fraser, 2004, 125).
İsrail işgalinin stratejik amacı, FKÖ'nün Güney
Lübnan'daki karargahını yıkmak ve Lübnan topraklarından çıkarmaktı. Ayrıca,
İsrail hükümeti FKÖ'nün siyasi gücünü azaltmayı, Suriye güçlerini Lübnan
topraklarından çıkarmayı ve nihai hedef olarak Lübnan devletinin İsrail ile bir
barış anlaşması imzalayabileceği uygun siyasi ortamı oluşturmayı hedefliyordu
(Reich, 2004, 128).
Tam kapsamlı işgalin resmen 6 Haziran'da
başlamış olmasına rağmen ; İsrail hava kuvvetleri 4 Haziran 1982'den itibaren
hava saldırılarına başlamıştır . Saldırının ilk saatlerinde İsrail hava
kuvvetleri Lübnan'daki Filistin Kurtuluş Örgütü üslerini hedef almış, ardından
Filistinli gerillalar İsraillilere ateş açmış ve İsrail hava saldırıları ertesi
gün de devam etmiştir (Morris, 2001, 515).
Bu olayların ardından İsrail hükümeti, 6
Haziran'da Lübnan'a tam kapsamlı bir işgal başlattı . İsrail
güçlerinin, İsrail'in stratejik hedeflerine ulaşmak için dayanması gereken bir
işgal planı vardı.
Plana göre İsrail güçleri, Güney Lübnan'daki
FKÖ askeri altyapısını yok edecek, aynı zamanda Güney Lübnan'da güvenli bir
bölge inşa etmeye çalışacaktı (Bickerton, 2009, 152).
İsrail güçleri ile FKÖ savaşçıları arasındaki
çatışmalar sert geçti, ancak İsrail güçlerinin özellikle hava sahasındaki
askeri üstünlüğü, Güney Lübnan'daki ilerlemelerini engelledi. Bu nedenle İsrail
ordusu hedeflerine ulaşmayı başardı ve birkaç gün sonra Lübnan'ın başkenti
Beyrut, İsrail güçleri tarafından kuşatıldı (Cleveland ve Bunton, 2009, 388).
İsrail güçleri Lübnan'a doğru ilerlemeye devam
ederken, o zamana kadar çatışmanın seyrinde hiçbir rol oynamayan Suriye
ordusuyla çatışmalardan kaçınamadı. Nihayet, uluslararası toplumun baskıları ve
İsrail içinde bile İsrail işgaline karşı yapılan gösteriler sonucunda bir
anlaşmaya varıldı.
Bickerton'un (2009, 153) sözleriyle, "ABD
sonunda BM destekli bir barış anlaşmasına aracılık etti . Suriye 7 Ağustos'ta,
İsrail, Lübnan ve FKÖ ise 18'inde anlaşmaya vardı ." Barış
anlaşması, FKÖ savaşçılarının Beyrut'tan çıkışını öngörüyordu ve bu çıkış,
Fransız, İtalyan ve Amerikan güçlerinin de dahil olacağı Lübnan'daki Çokuluslu
Güç (MNF) adlı uluslararası bir güç tarafından denetlenecekti. Uluslararası güç
ayrıca, mülteci kamplarında kalacak olan Filistinli sivillerin güvenliğinden de
sorumlu olacaktı (Cleveland ve Bunton, 2009, 388). FKÖ gerillalarının çekilmesi
sırasında yaklaşık 15.000 Filistinli ve Suriyeli Beyrut'tan ayrıldı ve
Filistinli militanlar Suriye, Irak ve Ürdün gibi diğer Arap ülkelerine
giderken, örgütün merkezi Tunus'a taşındı (Morris, 2001, 538).
Bachir Gemayel, İsrail'in baskısıyla Lübnan'ın
yeni cumhurbaşkanı seçildi. Daha sonra Çok Uluslu Güçler (MNF), 10 Eylül'de
güçlerini Lübnan'dan çekmeye başladı ( Bickerton, 2009, 153). Ancak
14 Eylül'de Lübnan cumhurbaşkanı Gemayel suikasta kurban gitti ve
suikasttan Filistinli gerilla gruplarını sorumlu tutan Falanjistler, Sabra ve
Şatilla mülteci kamplarına girerek Filistinli sivilleri katletti. Daha sonra
barış gücü, Lübnan devletindeki tüm askeri faaliyetlerin durdurulmasını
denetlemek üzere Lübnan'a geri döndü ve Emin Gemayel, Lübnan'ın yeni
cumhurbaşkanı seçildi. Lübnan'ın yeni hükümeti, İsrail hükümetiyle bir anlaşma
imzaladı, ancak Bickerton'un (2009, 154) belirttiği gibi, "... 5 Mart
{1984}'te, Suriye ve Müslüman milislerin baskısı altında, Lübnan Ulusal
Meclisi, İsrail ile yapılan Mart 1983 anlaşmasını iptal etti".
1.4.
İsrail
işgalinin ardından
İsrail hükümeti, 1982 yılında Lübnan'ı işgal
ederek, FKÖ'nün Lübnan'daki karargahını yok etmeyi ve kuzey sınırındaki bir
tehlikeyi ortadan kaldırmayı başardı.
Ancak İsrail hükümeti tüm hedeflerine ulaşamadı
ve hatta İsrail güçleri 1985'te Lübnan'dan çekildikten sonra bile, Güney
Lübnan'da kurulan Güvenlik Bölgesi'nde kaldılar. Dahası, İsrail hükümetinin iç
savaş sırasında desteklediği Hristiyan cemaati zayıflarken, Müslüman cemaat,
özellikle de en radikal cemaat olan Şiiler, savaş sonrasında daha fazla güç
kazandı. Brown'a (2004, 284) göre, "Kısa süre sonra Lübnanlı Şiiler,
özellikle de siyasi ve askeri parti Hizbullah, FKÖ'nün daha önce yarattığı
askeri sıkıntıyla fazlasıyla başa çıktı."
Öte yandan, İsrail'in Lübnan'ı işgali, Suriye
birliklerinin bu ülkedeki varlığını sona erdirmedi. Aksine, İsrail ordusu Güney
Lübnan'ı kontrol ederken, Suriye ordusu ülkenin geri kalanını kontrol ediyordu
(Brown, 2004, 284). Dahası, İsrail'in Lübnan'ı işgali, Sovyetler Birliği'nin
Orta Doğu'ya, özellikle Suriye'ye askeri yardım şeklinde müdahalesine yol açtı
(Hale, 2000, 166). Sovyetler Birliği, Suriye ordusuna uçaksavar silahları
sağladı ve bu da İsrail'in ulusal güvenliğini tehdit etti.
Dahası, İsrail işgali ve Hristiyan milislerin
mülteci kamplarındaki Filistinli sivilleri katletmesi, İsrail içinde büyük
gösterilere ve müttefikleri de dahil olmak üzere uluslararası eleştirilere yol
açtı. İsrail hükümeti, mülteci kamplarındaki Filistinlilerin katledilmesiyle
ilgili bir soruşturma başlatan ve katliamdan sorumlu olanları bulmaya çalışan
"Kahan Komisyonu" adlı bir komisyon kurdu. Morris'in (2001, 548)
belirttiği gibi:
8 Şubat
1983'te Kahan Komisyonu oybirliğiyle bulgularını yayınladı ve katliamda IDF ve
İsrail'in dolaylı sorumluluğunu üstlendi... Siyasi düzeyde komisyon Begin'e
'belirli bir sorumluluk' yükledi... Başlıca suçlama Şaron'a yöneltildi...
Savunma Bakanlığı'ndan alındı - ancak kabinede portföysüz bakan olarak kaldı.
Lübnan iç savaşı ve 1982'deki İsrail işgali,
FKÖ'nün bu ülkeden çıkışına yol açarak FKÖ'ye meydan okumuş ve Filistin
hareketinin politikalarını ve programını yeniden şekillendirmiştir (Budeiri
2010, 330). FKÖ liderliğinin işgal altındaki topraklara yönelmesi ve yerel
halkı etkilemeye başlaması bu bağlamda olmuştur. Hassassian'ın (1997, 78-9)
ifade ettiği gibi, " Politik mücadelenin odağı Batı Şeria ve
Gazze'ye kaydı çünkü FKÖ'nün resmi kurumları ve altyapısı
"Kısmen parçalandı". O dönemden
itibaren FKÖ, bir barışın
Çözüm diplomasi yoluyla sağlanabilirdi.
Dolayısıyla, Hassassian'ın (1997, 83) belirttiği gibi:
Filistinlilerin
İsrail ile müzakerelere ve Filistin'deki haklarının iadesine ilişkin 'hayır'
oyu iki önemli gelişmeyle değişti: (a) FKÖ'nün iki devletli çözümü benimsemesi
ve ilgili BM kararlarını kabul etmesi ve (b) işgal altındaki topraklardaki
Filistinlilerin müzakere sürecinde öncü rol oynama konusundaki isteksizliği.
Ancak FKÖ içindeki radikal gruplar, İsrail ile
herhangi bir müzakere anlaşmasına yanaşmadıklarını ve Filistin'in tamamen
kurtuluşu ve İsrail devletinin yıkılışı gerçekleşene kadar silahlı mücadeleyi
sürdürme isteklerini dile getirdiler. Bu çerçevede, söz konusu gruplar,
Filistin hareketinin lideri Arafat'ı Lübnan'daki yenilgiden ve Filistin
meselesinde diplomatik bir çözüme ulaşma çabalarından dolayı suçladılar
(Bickerton, 2009, 156).
Bu yeni gelişme Ürdün Kralı Hüseyin'in
dikkatini çekti. Kral Hüseyin, Arafat ile koordinasyon halinde, genel olarak
Orta Doğu'da ve özellikle Filistin'de bir barış çözümü planı önerdi.
Bickerton'a (2009, 156) göre bu plan, "... İsrail'in çekilmesinin ardından
Batı Şeria'da bir Ürdün-Filistin konfederasyonunun kurulması ve karşılığında
İsrail ile bir anlaşma yapılması"nı öngörüyordu.
İsrail ve ABD hükümetleri Ürdün'ün teklifini
kabul etmedi ve yeni bir Filistin gerilla saldırıları dalgası başladı. İsrail,
gerilla saldırılarına misillemelerle karşılık vererek Orta Doğu'da barış
taleplerini daha da zorlaştırdı. Bickerton'ın (2009, 156) belirttiği gibi,
"FKÖ aşırılıkçıları, 2009'un sonlarında Kıbrıs'ta üç İsrailliyi
öldürdü."
Eylül ayında, bir hafta sonra Arafat'ın
Tunus'taki karargahına İsrail hava saldırısı düzenlendi”.
Ancak Kıbrıs Rum basınının haberlerine göre,
katillerin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile hiçbir bağlantısı yoktu. Bu
haberlere göre (Üç İsraillinin katilleri FKÖ muhalifleridir, Aneksartitos
gazetesi, 9 Aralık 1985, Yunanca, s. 3), "üç İsraillinin öldürülmesinden
yargılanan üç kişiden biri, yargılama sırasında FKÖ'ye karşı olduğunu iddia
etti."
Bununla birlikte, işgal altındaki topraklarda,
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde yaşanan yeni bir gelişme, iki rakip partiyi
barışa doğru uygun adımlar atmaya zorladı. 1987'deki Filistin Ayaklanması -
İntifada, kendiliğinden gelişen gençlik gösterileri sonucunda, işgal altındaki
topraklardaki istikrara ve FKÖ'nün Filistin davasına olan liderliğine meydan
okudu. FKÖ, İsrail'in var olma hakkını bu çerçevede tanıdı ve bir yıl sonra
(1988) işgal altındaki toprakların bazı kısımlarında Filistin devletinin kuruluşunu
ilan etti.
2.
Filistin
Ayaklanması – İntifada, 1987
Cleveland ve Bunton'ın (2009, 473) sözleriyle:
Batı
Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinliler, İsrail işgaline son verip bağımsız
bir Filistin devleti kurmak için kitlesel bir ayaklanmaya katıldı. İntifada adı
verilen ayaklanma, yaklaşık beş yıl sürdü ve İsrail'i işgalin Filistinliler
üzerindeki etkisini kabul etmeye zorladı.
İntifada'nın patlak vermesinin temel
nedenlerinden biri, İsrail'in işgal altındaki topraklarda Filistin halkına
yönelik baskıcı uygulamalarıydı. Öte yandan, İsrail hükümeti işgal altındaki
topraklarda yeni yerleşim birimleri inşa etmeye devam etti ve bu durum, Batı
Şeria ve Gazze'nin ilhakına yol açabilirdi.
Öte yandan, işgal altındaki topraklarda
Filistinlilere yönelik baskıcı önlemler, Filistin halkının hayatını daha da
zorlaştırdı. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 474) belirttiği gibi, Filistinliler:
… kimlik
taşımaları ve özel vergiler ödemeleri gerekiyordu; en temel lisansları ve iş
izinlerini almak için bürokratik engeller ve güvenlik kontrollerinden oluşan
bir labirenti aşmak zorundaydılar; ve en ufak bir siyasi aktivizm şüphesinde
İsrail yetkilileri tarafından tutuklanıyor, hapse atılıyor ve bazen işkenceye
uğruyorlardı.
Ayrıca, işgal altındaki topraklardaki ekonomik
sorunlar da Filistin ayaklanmasının bir diğer nedeniydi. İşgal altındaki
topraklarda yaşayan Filistinliler, 1980'lerin ortalarına kadar genel olarak
Körfez ülkelerinin ve özellikle Arap ülkelerine göç eden Filistinlilerin
ekonomik yardımına bel bağlamışlardı. Ancak, Arap devletlerinin, özellikle de
Körfez ülkelerinin 1980'lerin ortalarından itibaren başa çıkmak zorunda kaldığı
ekonomik sorunlar, işgal altındaki topraklardaki Filistinliler için durumu daha
da zorlaştırdı (Sahliyeh, 1997, 10).
2.1.
İntifada'nın
patlak vermesi ve İsrail'in tepkileri
İşgal altındaki topraklarda yeni yerleşim
birimlerinin inşasıyla birlikte ortaya çıkan ekonomik sorunlar ve İsrail'in
Filistinli sivil halka yönelik baskıcı uygulamaları, Filistinlileri yormuş ve
öfkelendirmiştir. Dahası, hem FKÖ'nün hem de Arap devletlerinin İsrail işgaline
son verememesi, durumun yakın gelecekte değişmeyeceğini anlayan Filistin
halkının moralini bozmuştur (Morris, 2001, 562).
Batı Şeria'da bir gençlik gösterisi olarak
başlayan ayaklanma, işgal altındaki topraklarda Filistin halkının geniş çaplı
bir gösterisine dönüştü. Aralık 1987'de dört Filistinlinin ve altı kişinin daha
hayatını kaybettiği bir olay.
(Morris, 2001, 573) yaralandı, Gazze Şeridi ve
Batı Şeria'da büyük gençlik gösterilerine yol açtı.
Bu olay, Gazze Şeridi'nde gençlik
gösterilerinin patlak vermesine neden oldu. Cleveland ve Bunton'ın (2009, 475)
belirttiği gibi, "Binlerce Filistinli olayı protesto etmek için toplandı
ve İsrail ordusu göstericilerden bazılarını vurup öldürdüğünde, tüm Gazze açık
bir isyana girişti." Filistin ayaklanması - intifada - yeni başlamıştı.
Filistin ayaklanmasının hedeflerine bakan biri,
hedeflerin ve gerekçelerin bir bakıma aynı olduğunu kesinlikle anlayacaktır.
Dolayısıyla, Filistinlilerin ayaklanma yoluyla, İsrail yetkililerini Batı Şeria
ve Gazze Şeridi'nde yeni yerleşim birimlerinin inşasını durdurmaya zorlamayı,
uluslararası toplumun ilgisini Filistin davasına çekmeyi ve nihai hedefleri
olarak İsrail işgalini sona erdirip işgal altındaki topraklarda bir Filistin
devleti kurmayı amaçladıklarını söyleyebiliriz (Cleveland ve Bunton, 2009, 475).
Filistinliler hedeflerine ulaşmak için büyük
gösteriler ve genel grevler başlattılar, dükkanlarını kapalı tuttular, İsrail
ürünlerini boykot ettiler ve ayrıca İsrail yetkilileri tarafından kendilerine
yüklenen vergileri ödemeyi reddettiler (Cleveland ve Bunton, 2009, 475).
Filistinlilerin hedefleri hem İsrailliler, askerler ve yerleşimciler hem de
muhbirler veya casuslar gibi Filistinli işbirlikçileriydi (Cleveland ve Bunton,
2009, 476).
İsrail güçleri, ayaklanmanın ilk döneminde
gösterileri durdurmak için her türlü yolu kullandı, hatta protestoculara ateş
açtı. Dahası, Cleveland ve Bunton'a (2009, 476) göre:
Ordu
ayrıca geniş çapta toplu cezalandırma uyguladı, taş attığından şüphelenilen
kişilerin evlerini yıktı, tüm köyleri yirmi dört saatlik sokağa çıkma yasağı
altına aldı
Günlerce
su ve elektrik kesintisi yaşandı, Batı Şeria'daki okullar ve üniversiteler
kapatıldı.
Ayaklanma sırasında 1.000'den fazla Filistinli
ve 56 İsrailli hayatını kaybederken, 37.000 kişi yaralandı ve yaklaşık 35.000
Filistinli tutuklandı (William ve Bunton, 2009, 476-477). İyi silahlanmış
İsrail güçlerinin Filistinli sivil halka yönelik baskıcı uygulamaları,
uluslararası toplumun İsrail hükümetine yönelik sert eleştirilerine yol açtı.
Türkiye ve Yunanistan, Filistin ayaklanması sırasında İsrail politikalarını
eleştiren ülkeler arasındaydı. Bengio'nun (2004, 77) belirttiği gibi,
"...çoğu Türk, Filistinli gençlerin ağır silahlı İsrail askerlerine karşı
gösterdikleri cesarete hayran kalmaya başladı."
Ancak Türkiye, İsrail'in Filistinli sivil halka
yönelik politikalarını eleştirmesine rağmen, yeni gelişmeler sonucunda İsrail
ile ilişkilerini dondurmadı veya kesmedi. Robins'in (1991, 80) belirttiği gibi,
"Türkiye, bölgede 1960'ların sonlarını anımsatan tarafsız bir politika
izleyebildi". Öte yandan, Yunan hükümeti, İsrail'in Filistinli
göstericilere yönelik baskıcı uygulamalarına sert eleştirilerde bulundu.
Yunanistan'ın İntifada sırasında İsrail'in baskıcı uygulamalarına verdiği
tepkiler, üçüncü bölümde daha ayrıntılı olarak incelenecektir.
2.2.
Ayaklanma
sırasında Filistin Kurtuluş Örgütü'nün politikaları ve Hamas'ın ortaya çıkışı
Birinci bölümde de belirttiğim gibi, FKÖ'nün
kuruluşundan bu yana temel amacı İsrail devletini yıkmak ve tüm Filistin
topraklarında bir Arap Filistin devleti kurmaktı. İsrail'in yıkılması ancak
silahlı mücadeleyle mümkündü ve örgüt, İsrail ile herhangi bir müzakereyi veya
diplomatik çözümü kabul etmedi.
Ancak 1970'lerin sonundan itibaren FKÖ
liderliği, Arap devletlerinin FKÖ'den ve Filistin ulusal taleplerinden
kaçınarak İsrail ile barış karşılığında toprak takası yapabileceklerini anladı.
En önemli Arap ülkelerinden biri olan Mısır, 1979'da İsrail ile bir barış
anlaşması imzalamıştı ve diğer Arap ülkeleri de Mısır'ın örneğini
izleyebilirdi. 1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan yeni gelişmeler, Arap
devletlerinin FKÖ'yü atlayarak Filistin meselesinde İsrail ile nihai bir
anlaşmaya varabilecekleri yönünde FKÖ'yü zorladı. Bu nedenle FKÖ, çatışmaya
diplomatik yaklaşımı destekleyenler ile herhangi bir diplomatik çözümü kabul
etmeyen ve Filistin'in tamamen kurtuluşuna kadar mücadelelerinin devam etmesini
isteyenler arasında bölünmüştü (Muslih, 1997, 38-9).
12. Filistin Ulusal Konseyi'nden sonra FKÖ, silahlı mücadeleyi terk etmeksizin
hedeflerine ulaşmanın bir yolu olarak diplomasiyi benimsedi (Muslih, 1997, 40).
Dahası, 12. Filistin Ulusal Konseyi'nden sonra FKÖ içindeki bölünme , Lübnan'daki
iç savaş ve İsrail'in bu ülkeyi işgal etmesi ve bunun sonucunda FKÖ'nün
Lübnan'dan çıkması ve Arap devletlerinin diplomatik bir çözümü kabul etmesi
yönündeki baskıları, FKÖ'nün politikalarını yeniden şekillendirdi. Ancak işgal
altındaki topraklarda yeni bir gelişme - 1987 Filistin Ayaklanması İntifadası -
FKÖ'nün Filistin mücadelesindeki liderliğini sorguladı ve örgütü, BM
Kararları'nı ve İsrail'in var olma hakkını kabul ederek İsrail ile diplomatik
bir çözümü kabul etmeye zorladı ve 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan
etti (Sela, 1997, ix).
İntifada'nın ilk aylarında FKÖ, Filistin
mücadelesindeki hakimiyetine herhangi bir tehditten kaçınmak için yerel halkı
kendi lehine etkilemeye çalıştı. Morris'in (2001, 575) ifade ettiği gibi:
Tunus'taki
Fetih faaliyetlerini yöneten adam Arafat'ın yardımcısıydı.
Halil
el-Vezir, nam-ı diğer Ebu Cihad... Ancak o ve Arafat, sadece geçici bir isyan
halinin değil, yıllarca sürecek bir isyanın başlangıcının tanık olduklarını
kavramakta gecikmediler.
Bu nedenle, FKÖ liderliği işgal altındaki
topraklardaki Filistinlilerin gerçeklerini anlayamadı ve liderliği ayaklanmanın
önde gelen isimleri tarafından tehdit edildi. Ancak FKÖ için en büyük zorluk,
işgal altındaki topraklarda kurulan yeni İslami hareket Hamas'tan geldi (Litvak
1997, 183). Hamas'ın işgal altındaki topraklarda kurulmuş olması, örgüte yerel
halkı etkileme ve oradaki Filistinlilerin gerçek sorunlarını anlama avantajı
sağladı. Dahası, Hamas İsrail'e karşı bir "cihad" başlatmayı arzuluyordu,
İsrail tarafıyla herhangi bir diplomatik çözümü kabul etmiyordu ve temel
hedeflerinden biri Arap devletlerini İsrail'e karşı savaşa zorlamaktı (Morris,
2001, 577).
Dolayısıyla, Hamas'ın kuruluşundan bu yana FKÖ
için ciddi bir tehdit oluşturduğunu ve FKÖ ile İsrail arasındaki barış müzakere
sürecine birçok engel çıkardığını söyleyebiliriz. Ancak, FKÖ içindeki bölünme
ve İslami hareket Hamas'ın ortaya çıkışına rağmen, FKÖ iki devletli çözümü
onaylamış ve Filistin meselesine çözüm bulmak için İsrail ile müzakere sürecine
başlamaya hazır olduğunu açıklamıştır. Yaser Arafat, 1988'de Filistin
devletinin kuruluşunu ilan etmiş ve İsrail devletini tanımıştır. Bu bağlamda, Yaser
Arafat 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etmiş ve İsrail devletini
tanımıştır.
2.3.
1988'de
Filistin Devleti'nin Kurulması ve Barış Süreci
Hassassian'ın (1997, 83) sözleriyle:
Kasım
1988'de, on dokuzuncu Filistin Ulusal Konseyi Cezayir'de bir bildirge kabul
etmek üzere toplandı.
Bağımsızlık
ve siyasi bir açıklama. Bu belgelerde, BM'nin 242 ve 338 sayılı Kararları
temelinde açık ve öz bir barış stratejisi ortaya konmuştur. Bu FUK, FKÖ'nün
İsrail ile siyasi uzlaşmaya varma hedeflerinin açık bir formülasyonunu
oluşturmuştur.
1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan bölgesel
gelişmeler, FKÖ'yü politikalarını değiştirmeye ve Orta Doğu'daki yeni
gerçeklere uyum sağlamaya zorladı. Ancak işgal altındaki topraklardaki Filistin
ayaklanması, FKÖ üzerinde yeni bir baskı oluşturdu ve FKÖ, Filistin sorununa
bir barış anlaşması ve diplomatik bir çözüm bulmak için politikalarını
değiştirmesi ve İsrail ile müzakerelere başlaması gerektiğini fark etti. Daha
doğrusu, Cleveland ve Bunton'ın (2009, 477) gözlemlediği gibi:
"İntifada'daki Filistinliler adına hareket etme baskısı altında Arafat,
FKÖ'nün tutumunu değiştirmek için başarılı bir şekilde çalıştı."
, Cezayir'de düzenlenen 19. Filistin Ulusal
Konseyi'nin (FUK) sona ermesinin ardından İsrail devletini tanıdı ve işgal
altındaki toprakların bazı kısımlarında Filistin devletinin kurulduğunu ilan
etti (Muslih, 1997, 47). 19. FUK toplantısında, FKÖ'nün Orta
Doğu'da barışı sağlayabilecek diplomatik bir çözüme ulaşmak amacıyla İsrail
devleti ve ABD ile barış müzakerelerine başlamaya hazır olduğu vurgulandı.
Filistin Ulusal Konseyi'nin kararlarına göre,
Filistin hareketi 242 ve 338 sayılı Kararları kabul etmiş, İsrail devletini ve
İsrail'in var olma hakkını tanımış ve İsrail devletiyle barış sağlamanın bir
yolu olarak diplomasiyi benimsemiştir (Muslih, 1997, 48-9). Ayrıca, FKÖ
"barış karşılığında toprak takası" ilkesini kabul etmiş ve terörizmin
her türlüsünden vazgeçmiştir (Robins, 1991, 80). Arap ülkeleri, Doğu Bloku
ülkeleri, Bağlantısızlar Hareketi ülkeleri ve üçüncü dünya ülkeleri Filistin devletini
tanımıştır.
Ancak Rubin'in de belirttiği gibi (1994, 107),
"Batılı devletler iddiayı kabul etmedi ve Moskova'nın tepkisi, yalnızca
bağımsızlık ilanını dikkate alarak, FKÖ için özellikle hayal kırıklığı
yarattı". Türkiye ise, yeni kurulan Filistin devletini tanıyarak, Batı
bloğu içinde bu devleti tanıyan ilk devletlerden biri oldu (Robins, 1991, 80).
İsrail devleti, Türkiye'nin Filistin devletini
tanımasından duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Dahası, İsrail ve ABD
hükümetleri Filistin devletini tanımadı ve örgüt İsrail'in var olma hakkını
tanıyana ve terörizmi terk edene kadar FKÖ ile herhangi bir diplomatik temas
kurmayı reddetti. Son olarak, Yaser Arafat, Aralık 1988'de Cenevre'de yaptığı
konuşmada İsrail'i tanıdı ve terörizmi reddetti (Rubin, 1994, x).
Bu bildiri, FKÖ ile ABD arasında bir müzakere
turunun başlamasına yol açarken, İsrail hükümeti ABD-FKÖ müzakerelerinden
memnun değildi. Morris'e (2001, 608) göre, "Amerikalı ve FKÖ temsilcileri,
sonraki haftalarda Tunus'ta birkaç tur görüşme gerçekleştirdi". İsrail
hükümeti, işgal altındaki topraklardaki Arap devletleri ve Filistinlilerle
müzakerelere başlamaya hazırken, o tarihe kadar FKÖ ile müzakere etmeyi kabul
etmemişti.
Dolayısıyla, İsrail'in işgal altındaki
topraklar ve Arap devletleri içindeki Filistinlilerle diplomatik bir çözüme
ulaşmayı tercih ettiğini ve FKÖ'yü sürecin dışında bıraktığını söyleyebiliriz.
Ancak, Amerikan ve Arap baskıları nedeniyle İsrail hükümeti 1989'da bir barış
önerisi başlattı. Morris'in (2001, 609) belirttiği gibi: O dönem İsrail
Başbakanı olan Rabin,
İsrail'in
Ürdünlüler ve Filistinlilerden oluşan ortak bir heyetle ('dış' FKÖ yetkilileri
yerine) müzakere etmesini; üç ila altı ay arasında sessiz ve
Batı
Şeria ve Gazze'de Filistinli temsilcilerin seçilebileceği 'siyasi' seçimlerin
görüşmelerden önce yapılacağı; Camp David Anlaşmaları doğrultusunda
görüşmelerin hem geçici 'genişletilmiş özerklik' aşamasına hem de nihai çözüm
müzakerelerine olanak sağladığı belirtildi.
Bir yandan, FKÖ, Mısır ve Ürdün, Rabin'in barış
önerisini, planın FKÖ'nün müzakerelere katılım fikrini reddettiğini ve yeni
kurulan Filistin devletini kabul etmediğini belirterek reddetti (Morris, 2001,
609). Öte yandan, FKÖ, Morris'in (2001, 609) de gösterdiği gibi, alternatif bir
öneri sundu:
...seçimler
yapılmadan önce İsrail ordusunun en azından kısmi olarak bölgeden çekilmesi;
yirmi yedi ay içinde tam geri çekilme taahhüdü; mültecilerin İsrail'deki ve
bölgedeki eski evlerine 'dönüş hakkının' kabul edilmesi; ve bağımsız bir
Filistin devleti konusunda anlaşmaya varılması.
Rabin'in barış önerisi hiçbir sonuç vermedi. Bu
arada, ABD ile FKÖ arasındaki diyalog çıkmaza girmişti. FKÖ'nün iki devletli
çözümü kabul etmeye ve terörizmden vazgeçmeye istekli olmasına rağmen, İsrail
hükümeti, İsrail lobisiyle koordinasyon halinde, ABD temsilcilerine FKÖ ile
müzakere sürecini terk etmeleri için baskı yaptı. Bu arada, müzakere sürecini
durdurmak isteyen Filistinli gerillaların İsrailli sivil halka yönelik saldırı
girişimi durumu daha da kötüleştirdi (Cleveland ve Bunton, 2009, 477-8). Bu olaydan
sonra ABD-FKÖ diyalogları kesildi.
Ancak, İsrail içinde FKÖ ile nihai bir
anlaşmaya varılması yönündeki baskılar ve ABD ile Arap ülkelerinin hem FKÖ'ye
hem de İsrail'e yönelik baskıları nedeniyle, İsrail ile FKÖ arasında
müzakereler başladı. Ayrıca, 1990-1991 Körfez Krizi ve Aralık 1991'de Sovyetler
Birliği'nin dağılması gibi küresel ve bölgesel gelişmeler, FKÖ ile İsrail
arasındaki müzakere sürecini önemli ölçüde etkiledi.
Körfez krizi sırasında FKÖ, Saddam Hüseyin'in
Kuveyt'i işgal etme kararını destekledi. Bu karar nedeniyle FKÖ Arap dünyasında
yalnız kaldı ve Arap ülkeleri, Irak işgalini destekleme kararını eleştirdi.
Önce Suudi Arabistan, ardından diğer Körfez ülkeleri, Irak'ın Kuveyt'i işgal
kararını desteklemesi nedeniyle FKÖ'ye ekonomik yardımlarını askıya aldı
(Rolef, 1997, 265).
Dahası, FKÖ'nün kararı uluslararası arenada,
özellikle de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ve İslam Konferansı'nda önemli
etkiler yarattı. 1991'deki BM Genel Kurulu oturumunda, Siyonizmi ırkçılıkla
özdeşleştiren karar iptal edilirken, 1991'de Senegal'de düzenlenen İslam
İşbirliği Teşkilatı (İİT) zirvesinde Arap delegeler, geçmişte olduğu gibi,
İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalinin sona ermesi ve Filistin'in
kurtuluşu konusunda bir karar sunmadılar (Rubin, 1994, 186).
Ayrıca, işgal altındaki topraklardaki
Filistinliler, devam eden ayaklanma ve Körfez krizi nedeniyle ekonomik sorunlar
yaşıyor ve tükenmişlerdi. Sonuç olarak, 1991'de Cezayir'de tekrar düzenlenen
Filistin Ulusal Konseyi toplantısında yeni bir program benimsenmesine karar
verildi. Rubin'e (1994, 188) göre: yeni program
BM'nin
242 ve 338 sayılı kararları temelinde bir barış konferansı; Doğu Kudüs de dahil
olmak üzere işgal altındaki topraklardan İsrail'in tamamen çekilmesi; barış
karşılığında toprak değişimi; İsrail yerleşimlerinin durdurulması;
Filistinlilerin ulusal ve siyasal haklarının kabul edilmesi; müzakerelerin ara
ve nihai aşamaları arasında güçlü bir bağ; Ürdün ve Filistin arasında bir
konfederasyon; ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün Filistinlilerin tüm kararlarını
almadaki rolü çağrısında bulundu.
Son olarak, FKÖ ile İsrail arasında ilk başta
gizli olarak müzakereler başladı ve müzakere süreci rakip tarafların karşılıklı
olarak tanınması ve Barış'ın sağlanmasıyla sonuçlandı.
1991 yılında Madrid'de düzenlenen konferansa ve
1993 yılında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında İlkeler
Bildirgesi'nin (Oslo Anlaşmaları I) imzalanmasına kadar uzanıyor.
Cleveland ve Bunton'ın (2009, 502)
ifadeleriyle, "... anlaşma İsrail ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
arasında karşılıklı tanınmayı öngörmüş ve Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde
Filistin özerkliğinin temellerini atmıştır." DOP'a göre, İsrail güçleri
Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden aşamalı olarak çekilecek ve ardından Filistin
liderliği bu bölgelerde siyasi yönetimi ele geçirecektir (Cleveland ve Bunton,
2009, 504). Ancak, Cleveland ve Bunton'ın (2009, 504) belirttiği gibi:
... Oslo
I bir barış antlaşması değil, aşama aşama nihai bir barış çözümüne yol açacak
bir ara anlaşmaydı... İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin
halkının meşru temsilcisi olarak tanıdı ve onunla müzakere etmeyi kabul etti.
Ancak FKÖ, İsrail'in var olma hakkını tamamen tanımıştı.
3.
Türkiye-FKÖ İlişkisi ve Türkiye-İsrail İlişkilerine Etkisi
Daha önce de belirttiğim gibi, İsrail'in
bağımsızlığından 1960'ların ortalarına kadar Türkiye-İsrail ilişkileri, başta
ABD olmak üzere Batı bloku ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerden
etkilenmiştir. Özellikle 1960'ların ortalarında Türkiye'nin ulusal çıkarlarını
tehdit eden bölgesel ve uluslararası gelişmeler, iki ülkenin ikili ilişkilerini
önemli ölçüde etkilemiştir.
Özellikle 1962 Küba Füze Krizi ve 1963-1964
Kıbrıs Krizi, Türkiye'nin Batı bloğundaki konumunu sınamıştır. Bu durum,
özellikle Kıbrıs krizi sırasında Batı bloğunda yaşadığı izolasyonun bir sonucu
olarak ortaya çıkmış ve Türkiye ile İsrail arasındaki ikili ilişkileri büyük
ölçüde etkilemiştir. Bu dönemde Türk yetkililer, Arap dünyasının Türkiye'nin
ulusal çıkarları açısından ne kadar önemli olduğunu dikkate almışlardır.
Dolayısıyla,
1960'lı yılların ortalarından itibaren
Türkiye'nin, özellikle Kıbrıs sorununa ilişkin BM Genel Kurulu toplantılarında
Arap ülkelerinin desteğini alabilmek amacıyla Arap ülkeleriyle yakınlaşma
yoluna gittiği görülmektedir.
Dahası, 1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
(FKÖ) kurulması, iki ülkenin ikili ilişkilerini etkileyen bir diğer gelişmeydi.
Bu nedenle, FKÖ'nün kuruluşundan bu yana Türkiye ile İsrail arasındaki
ilişkilerin, özellikle Türkiye ile Filistinliler ve genel olarak Türkiye ile
Arap devletleri arasındaki ilişkilerle iç içe olduğunu söyleyebiliriz. Bu
dönemde Arap devletleri, Türkiye'yi İsrail ile ilişkilerini dondurmaya, hatta
daha da kötüsü kesmeye zorladı. Arap devletleri, bu amaçları doğrultusunda,
Kıbrıs konusunda Birleşmiş Milletler'e verdikleri oyları bile kullanarak Türk
makamlarını ikna etmeye çalıştılar (Bengio, 2004, 56).
Türk hükümeti, İsrail ile diplomatik
ilişkilerini geliştirmemiş olsa bile, İsrail devletiyle ilişkilerini kesmeyi
reddetti. Ancak Arap devletleri, Türkiye'ye İsrail ile diplomatik ilişkilerini
kesmesi veya dondurması yönünde baskı yapmaya devam etti ve 1969'da Fas'ta
düzenlenen İslam Zirvesi toplantıları sırasında birçok ülke bu konuda
Türkiye'ye baskı yaptı (Liel, 2001, 206). Ancak Türk tarafı Arap devletlerinin
talebini kabul etmezken, Türk temsilcisi, Arap devletlerinin Arap-İsrail
çatışmasını sona erdirmek ve Filistin sorununu çözmek amacıyla İsrail ile barış
görüşmeleri başlattığını iddia ederek Türkiye'nin tutumunu güçlendirdi (Liel,
2001, 207).
Daha önce de belirttiğim gibi, 1967 Altı Gün
Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında Türk devleti Arap yanlısı bir
politika benimsedi ve Gause'un (2011, 27) belirttiği gibi, "... 1973-74
petrol ambargosundan sonra Türkiye, Arap yanlısı bir politika izleme eğiliminde
oldu.
Arap-İsrail meselelerinde Arap tarafıyla
alenen”. Öte yandan Türkiye, askeri operasyonlarda herhangi bir rol almamış,
bir tarafa veya diğerine askeri yardımda bulunmamış ve Arap devletlerinin
İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerini kesme taleplerini reddetmiştir
(Bengio, 2004, 74).
Petrol
krizinin ortaya çıkmasıyla birlikte, 1970'lerin başından beri ekonomik sorunlar
ve siyasi istikrarsızlık yaşayan Türkiye için durum daha da zorlaştı. Türkiye,
ekonomik sorunları ve 1974 Kıbrıs krizi sonrasında Batı'da içine düştüğü
yalnızlık nedeniyle Arap devletlerine yakınlaşma yoluna gitti, BM Genel Kurulu
toplantılarında Arap devletlerine destek verdi ve Arap-İsrail çatışması ve
Filistin meselesiyle ilgili kararlarda Arap devletleri lehine oy kullandı.
Örneğin, Bengio'nun (2004, 74) tanımladığı
gibi, "... 1974'te {Türkiye} Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin
halkının tek temsilcisi olarak tanıdı ve 1975'te Siyonizmi ırkçılıkla eşitleyen
BM Kararı'na oy verdi". Dahası, 1970'lerin sonlarından bu yana yaşanan
bölgesel ve küresel gelişmelerin Türkiye, İsrail ve FKÖ arasındaki ilişkiler
üzerinde önemli sonuçları oldu.
1979 Mısır-İsrail barış antlaşması, Lübnan'daki
iç savaş ve sonrasında İsrail'in 1982'de bu ülkeyi işgal etmesi, 1987'de işgal
altındaki topraklarda Filistinlilerin ayaklanması ve Filistin devletinin
kurulması, FKÖ ile İsrail arasında barış müzakereleri süreci gibi gelişmeler,
Türk yetkililerin Arap-İsrail ihtilafına ilişkin yeni bir politika
benimsemesine yol açtı.
3.1.
Bölgesel
gelişmeler ve Türkiye-İsrail ilişkileri
Mısır ile İsrail arasında Camp David Anlaşması
ve barış antlaşmasının imzalanmasının ardından Türkiye, Mısır'ın yalnızlığından
faydalanmaya çalıştı ve bölgedeki çıkarlarını güvence altına almak için Arap
ülkeleriyle ilişkilerini geliştirdi. Bu dönemde Türkiye, 1975'te Filistin
hareketini Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıdı ve 1979'da Türk
hükümeti örgüte Ankara'da diplomatik bir ofis açma izni verdi. Bu durum,
1970'lerin sonlarından itibaren Türkiye'nin İsrail ve Arap ülkeleriyle
ilişkilerini etkileyen yeni gelişmelerin bir sonucuydu. Liel'in (2001, 192)
sözleriyle:
Mescid-i
Aksa yangını, Kudüs yasası, Lübnan savaşı -özellikle 1982'de Sayda
yakınlarındaki Filistinli mülteci kamplarında yaşanan katliam- Beyrut'un
bombalanması ve sonrasında Filistin ayaklanması gibi olaylar, Türkiye-İsrail
ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.
İsrail hükümeti, İsrail devletinin başkenti
olan Kudüs'ü ilhak etme kararı aldı ve bu karar, Arap devletlerinin yanı sıra
Türkiye'den de İsrail'e yönelik birçok eleştiriye yol açtı. Bu kararın ardından
Türkiye, İsrail'deki diplomatik temsilciliğini sekreterlik düzeyine indirmeye
karar verdi. İki ülke arasındaki ikili ilişkiler, 1980'lerin ortalarına kadar
oldukça düşük bir seviyedeydi; ancak bu dönemde iki ülke arasında gizli
istihbarat ve askeri ilişkiler vardı (Bengio, 2004, 74-75).
Dolayısıyla, Türkiye'nin İsrail ile diplomatik
ilişkilerini düşürmesine rağmen, iki ülke arasındaki istihbarat ilişkilerinin
gizli ve istikrarlı kaldığı sonucuna varabiliriz. İsrail hükümeti Lübnan'ı
işgal ettiğinde ise, İsrail istihbaratı, FKÖ'nün radikal ve ayrılıkçı güçlerle
ilişkileri konusunda Türk hükümetini bilgilendirdi.
ASALA ve THKO gibi hareketler İsrail ordusu
tarafından tutuklanarak Türkiye'ye götürülürken (Hale, 2000, 171). Bu bağlamda
Türkiye, İsrail'in Lübnan'da soykırım yapmakla suçlandığı BM karar tasarısında,
FKÖ'nün ayrılıkçı gruplarla ilişkileri nedeniyle FKÖ lehine oy kullanmamıştır
(Aras, 2004, 57).
1980'lerin ortalarından itibaren, İsrail'in
Lübnan'daki güçlerini çekmeye başlamasıyla Türkiye ve İsrail arasındaki ikili
ilişkiler bir kez daha iyileşti (Liel, 2001, 211). Filistin ayaklanmasının
patlak vermesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler daha da kötüleşti. Türk
yetkililer, İsrail'in Filistinli göstericilere yönelik uygulamalarına karşı
çıkarken, Türkiye kamuoyu Filistinli sivilleri destekledi.
Durum, 1988'de Filistin devletinin kuruluşunun
ilanının ardından Türkiye'nin yeni bağımsız devleti tanımasıyla daha da
kötüleşti. İsrail devleti, Türkiye'nin Filistin devletini tanımasına tepki
gösterdi ve bunu, Türkiye'nin 1949'da İsrail'i tanımasıyla karşılaştırdı
(Robins, 1991, 80). Ancak bu gelişme, 1980'lerin ortalarından beri iyileşen iki
ülke arasındaki ikili ilişkilere zarar vermedi.
Bu arada, Bulgaristan ve Yunanistan sırasıyla
1990 ve 1991'de İsrail ile diplomatik ilişkiler kurdu. Türkiye bu gelişmelerden
endişe duydu ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmenin önemini anladı. Son
olarak, Aras'ın (2004, 58) belirttiği gibi, "Ankara hem Filistinliler hem
de İsrail ile ilişkilerini büyükelçilik düzeyine yükseltti". Bu karar,
müzakere süreci sırasında FKÖ ile İsrail arasında Madrid'de düzenlenen 1991
Barış Konferansı'nın bir sonucuydu.
Ancak FKÖ'nün uluslararası gerilla saldırıları,
Türkiye içindeki ayrılıkçı ve radikal hareketlerle ilişkileri, Kıbrıs sorunu ve
1974 Kıbrıs krizi konusunda izlediği politikalar, Türk makamlarını rahatsız
etmiş ve FKÖ'ye karşı şüphe duymalarına yol açmıştır. FKÖ'nün Türkiye'nin
ulusal çıkarlarına yönelik politikaları, Türkiye'nin Filistin hareketiyle olan
ikili ilişkilerini önemli ölçüde etkilemiştir.
3.2.
FKÖ'nün
Türk ulusal çıkarlarına yönelik politikaları
Daha önce de belirttiğim gibi, Türk yetkililer
1970'lerde Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir politika benimsemiş ve
Arapları ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nü diplomatik düzeyde desteklemişlerdi.
Oysa Türkiye'nin İsrail ile diplomatik ilişkilerinde sorunlar var gibiydi.
Diğer yandan, iki ülke arasındaki askeri ve istihbarat iş birliği, ikili
ilişkilerin çok düşük seviyelerde seyrettiği dönemlerde bile gelişiyordu
(Makovsky, 1996, 150).
Türkiye,
Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanımış
olsa da, FKÖ'nün Türkiye içindeki radikal ve ayrılıkçı hareketlerle ilişkileri,
Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkiler üzerinde önemli bir etkiye sahipti.
1960'lar ve 1970'ler boyunca Türk radikal sol örgütlerinin FKÖ'yü
desteklediğini ve bu örgütlerin üyelerinin Ürdün ve Lübnan'daki FKÖ kamplarında
eğitim aldığını gözlemleyebiliriz (Bengio, 2004, 75-6 ).
Saflarında
çok sayıda üniversite öğrencisi bulunan radikal sol gruplar, Filistin Kurtuluş
Örgütü (FKÖ) ile yakın temaslarda bulunuyordu. Radikal sol grupların önde gelen
isimlerinden biri Deniz Gezmiş'ti. Deniz Gezmiş, Türkiye Halk Kurtuluş
Ordusu'nun (THKO) liderlerinden biriydi ve Ulus'a (2011, 126) göre, "Deniz
Gezmiş, 1969 kışında El Fetih kamplarında askeri eğitim almak için Filistin'e
gitti."
İsrail Konsolosu Ephraim Elrom'un İstanbul'da
öldürülmesi, Mart 1971 askeri darbesinin ardından Mayıs 1971'de İstanbul'da
sokağa çıkma yasağı ve sıkıyönetim ilan edilmesine yol açmıştı (Ulus, 2011,
128). İsrail konsolosunu kaçıranlar, "Elrom'un hayatı karşılığında
Türkiye'de gözaltında tutulan tüm devrimcilerin serbest bırakılmasını talep
ettiler" (Israeli Leaders Shocked, Outraged at Elrom's Assassination, JTA,
24 Mayıs 1971). Türk yetkililer, kaçıranların taleplerini kabul etmeyi reddetti
ve kaçıranları ve İsrail konsolosunu bulmak için bir soruşturma başlattı, ancak
herhangi bir sonuç alamadılar.
Raporlara göre, "İstanbul'daki askeri
komutan tarafından 15 saatlik sokağa çıkma yasağı ve ev ev arama emri
verildi" (İsrailli Liderler Elrom Suikastı Karşısında Şok Oldu ve
Öfkelendi, JTA, 24 Mayıs 1971). Soruşturmaların sona ermesinin ardından İsrail
hükümeti, Ephraim Elrom'un kaçırılıp öldürülmesinden sorumlu olanları suçladı.
Ayrıca İsrail hükümeti, konsolosu bulma çabaları için Türk yetkililere teşekkür
etti.
Dahası, Türk yetkililer İsrail konsolosunun
kaçırılıp öldürülmesine tepki göstererek sıkıyönetimi uzattı ve radikal sol
grupların üyelerini tutukladı. Dahası, Türk hükümeti İsrail konsolosunu öldüren
gerillaların Suriye'de Filistin hareketi El Fetih tarafından eğitildiğini iddia
etti (Kushner, 1987, 98). Suriye hükümeti bu iddiaları reddetse de, bu olay
Türkiye'nin hem Suriye hem de FKÖ ile ikili ilişkilerini olumsuz etkiledi. Bu
dönemde askeri hükümet, öğrencileri ve öğretmenleri kovalayıp tutukladı ve onları
radikal hareketlere karıştıkları gerekçesiyle suçladı. THKO liderleri
tutuklandı ve bir dizi suçlamayla itham edildi. Örneğin, Ulus'un (2011, 128)
belirttiği gibi:
Deniz
Gezmiş, ABD askerlerinin kaçırılmasını itiraf etti (serbest bıraktılar)
(sağlam)
ve iki banka soygunu. Askeri mahkeme, Gezmiş ve on yedi kişiyi 9 Ekim 1971'de
idama mahkûm etti.
Bu arada, THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş
Partisi-Cephesi) üyeleri, İsrail konsolosu Ephraim Elrom'un kaçırılması ve
öldürülmesi de dahil olmak üzere çeşitli suçlardan tutuklandı ve yargılandı
(Ulus, 2011, 129). İsrail istihbarat servisleriyle iş birliği içinde çalışan
Türk yetkililer, FKÖ'nün bu radikal örgütleri desteklediğini ve Lübnan'daki
kamplarında eğittiğini bilmekten memnuniyetsizdi. Ancak, 1970'lerin ortalarında
Yom Kippur Savaşı'nı izleyen petrol krizi, 1974'te Kıbrıs'a müdahalesinin
ardından Batı bloğunda tecrit edilmesi ve ardından gelen Amerikan silah
ambargosu, Arap dünyasında müttefiklere ihtiyaç duyulmasına yol açtı.
1974 Kıbrıs krizi sırasında Arap devletleri ve
FKÖ, Kıbrıs Rum tarafını destekledi ve Türkiye, Arap devletlerine karşı bir
yakınlaşma başlatarak Arap tarafını kendi lehine çekmeye çalıştı. (FKÖ'nün Kıbrıs kriziyle ilgili politikaları
üçüncü bölümde analiz edilecektir.) Bu nedenle, Kıbrıs krizinin ardından
Türkiye, Kıbrıs sorununda desteklerini kazanmak amacıyla, Arap devletlerinin
İsrail ile olan anlaşmazlıkları konusunda uluslararası arenada Arap
devletlerini destekledi. Türkiye içinde siyasal İslam'ın ortaya çıkışı da Arap
devletlerine yönelik yeni yaklaşımda büyük bir etkiye sahipti. İslami siyasi
partinin baskısı altında Türk hükümeti Arap ülkeleriyle ilişkilerini
iyileştirmeye başladı ve BM Genel Kurulu kararlarında Arap tarafı lehine oy
kullandı (Harris, 2004, 267).
Bu bağlamda, Robins'in (1991, 79) gözlemlediği
gibi, "Ocak 1975'te {Türkiye} Filistin Kurtuluş Örgütü'nü Filistinlilerin
tek sözcüsü olarak tanıdı..." ve aynı şekilde
Türkiye, BM Genel Kurulu toplantısında
Siyonizmi ırkçılıkla eşitleyen Karar'ı 1991'de kabul etti (Robins, 1991, 79).
Ayrıca, daha önce de belirttiğim gibi, Mısır'ın Arap dünyasındaki
yalnızlığından yararlanan Türkiye, Mısır'ın 1978'de İsrail ile Camp David
Anlaşması'nı ve 1979'da barış anlaşmasını imzalamasının ardından diğer Arap
ülkeleriyle ilişkilerini iyileştirdi.
Bu dönemde Türkiye, 1979'da FKÖ'nün Ankara'da
bir temsilcilik açmasına izin vermiş ve o tarihten itibaren BM kararları
doğrultusunda Filistin yanlısı bir politika benimsemiştir (Harris, 2004, 267).
Dahası, İsrail hükümeti 1982'de Lübnan'ı işgal etmeye başladığında, Türkiye,
İsrail'in Lübnan'ı işgal kararını eleştiren ülkeler arasındaydı.
Ancak
Türkiye, özellikle İslami hareketler içindeki iç ve siyasi baskılara rağmen
İsrail ile ilişkilerini kesmedi. Dahası, Türk ve İsrail istihbarat servisleri
arasındaki iş birliği geçmişte olduğu gibi devam etti ve İsrail'in Lübnan'ı
işgali sırasında, İsrail istihbarat servisleri Türk makamlarını FKÖ'nün
ayrılıkçı hareketler ASALA ve PKK ile ilişkileri konusunda bilgilendirdi.
Ermeni hareketi ASALA'nın üyeleri, Lübnan'daki FKÖ kamplarında eğitim aldı ve
Zürcher'in belirttiği gibi (1998, 291), "İsrail'in 1982'de Lübnan'ı
işgaline kadar ASALA'nın karargahı Beyrut'taydı."
FKÖ'nün ayrılıkçı PKK hareketi ile ilişkileri,
Filistin hareketlerinin Türkiye ile ilişkilerine bir engel daha oluşturuyordu.
Nachmani'nin (2003, 15) ifadesiyle, "1984'te Partiya Karkeran Kurdistan
(PKK) ayaklanmasının patlak vermesi, Türkiye tarafından Suriye ve FKÖ'nün
desteğine bağlandı." Kürdistan İşçi Partisi - PKK
1984 yılında kurulan ve Türkiye'nin iç
istikrarını tehdit eden Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakın ilişkiler
kurmuştur. Bengio'nun (2004, 137) belirttiği gibi:
Türk
güvenlik yetkililerine göre, bu bağlar 1979 sonlarında Ankara'daki bir FKÖ
yetkilisi aracılığıyla kurulmuştu. Daha sonra PKK, önemli sayıda savaşçısını ve
lider kadrosunu Lübnan'daki Filistin kamplarına nakletmişti.
PKK gerillaları, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)
kamplarında eğitim aldı ve 1982'de İsrail'in Lübnan'ı işgaline kadar orada
kaldı. FKÖ'nün Lübnan'dan çekilmesi ve karargahının Tunus'a taşınmasının
ardından PKK savaşçıları Suriye'ye gitti. (Bengio, 2004, 137) iddia edildiği
gibi:
Suriye,
PKK'nın Suriye topraklarında eğitim almasına izin verdi. Suriye'nin ve
Ankara'nın
kendi iç işi olarak gördüğü FKÖ ile ilişkileri soğuttu ve Suriye ile yeni bir
sürtüşme alanı yarattı.
Ayrıca,
1980'lerin sonlarında Türkiye'nin ulusal çıkarlarını tehdit eden bir diğer
bölgesel gelişme, Türkiye'nin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Arap
devletleriyle ikili ilişkilerini etkiledi. 1989'da Bulgar yetkililer, Müslüman
Türkleri Bulgaristan'dan sürmeye karar verdi. Hale'nin (2000, 169) belirttiği
gibi:
Bulgar yetkililer, 1984'ten itibaren Bulgar
Türklerinin Bulgar isimleri almaya zorlandığı veya dini tören yapmalarının
engellendiği bir zorunlu asimilasyon ve baskı kampanyası başlattı. Binlerce
kişi tutuklanıp hapse atıldı veya zorla iç sürgüne gönderildikten sonra
evlerinden koparıldı.
Daha sonra,
1989'da yaklaşık 300.000 Müslüman Türk Türkiye'ye sürüldü. Türkiye, Arap
devletlerinin ve FKÖ'nün Bulgaristan'ın politikalarına tepki göstereceğini ve
Müslüman Türklerle dayanışma göstereceğini bekliyordu. Ancak ne Arap devletleri
ne de FKÖ Bulgaristan'a tepki gösterdi. Bengio'nun (2004, 22) sözleriyle,
"Türkiye'nin Arap dünyasından destek çağrısı dikkate alınmadı ve bir dizi
talebi karşılamak zorunda kaldı."
Bu mültecilerin sayısı çok fazlaydı. Bu durum
Türk makamlarını memnun etmedi ve bölgedeki dengeli politikalarına meydan
okudu.
Ayrıca, Körfez krizinin patlak vermesi
sırasında, FKÖ'nün Irak'ın Kuveyt'i işgalini Türkiye'nin 1974'teki Kıbrıs
müdahalesine benzetmesi nedeniyle Türkiye ile FKÖ arasındaki ilişkiler daha da
kötüleşti. Nachmani'nin (2003, s.23) belirttiği gibi:
Ancak
1990'da, Körfez krizi ve savaşı boyunca Saddam Hüseyin'i hararetle
destekledikten sonra, uluslararası toplumun Irak konusundaki ikiyüzlülüğünden
şiddetle şikayet eden Arafat oldu. Dünya, Irak'ın 1990'daki Kuveyt eylemleri
karşısında ayaklanmıştı, ancak aynı dünya, Türkiye'nin Kıbrıs'taki
saldırganlığıyla 1974'ten beri yüzleşmişti. Yunanistan bu benzetmeden keyif
alırken, Türkiye'de Irak'a karşı açıklamaları daha da alevlendirdi.
Bu açıklama Türk makamlarını tatmin etmedi ve
onları FKÖ liderliğine karşı bir kez daha şüphelendirdi. Türkiye-FKÖ
ilişkilerindeki bir diğer engel de FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasında Kıbrıs
Rum tarafı lehine izlediği politikalardı. FKÖ'nün Yunanistan ve Kıbrıs Rum
liderliğiyle devam eden ilişkileri durumu daha da kötüleştirdi.
Bölüm 3:
Yunanistan, Kıbrıs ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993
Bölüme
Giriş
Üçüncü bölümde, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Kıbrıs
söz konusu olduğunda Rum tarafı) 1947'den bu yana Arap devletleri ve İsrail ile
ilişkileri ele alınmaktadır. Bu bağlamda, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Kıbrıs söz
konusu olduğunda yine Rum tarafı) Arap-İsrail çatışması sürecindeki
politikalarını, Arap ülkeleriyle (öncelikle Mısır ve Suriye) ikili
ilişkilerini, İsrail ile ikili ilişkilerini ve Filistin hareketi - FKÖ - ile
olan özel ilişkilerini analiz ediyorum.
Üçüncü bölüm iki kısma ayrılmıştır. İlk kısım,
Yunanistan'ın o dönemde Arap devletleri ve İsrail ile ilişkilerini ve Filistin
meselesine ilişkin politikalarını incelemektedir. Bu çerçevede, Yunanistan'ın
1947 BM Filistin paylaşım planı sırasındaki tutumunu, çeşitli Arap-İsrail
savaşları sırasındaki politikalarını ve Arap devletleri, FKÖ ve İsrail ile
diplomatik ilişkilerini inceleyeceğim.
Üçüncü bölümün ikinci kısmında ise, Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin (1960) kurulmasından önceki Arap-İsrail savaşları sırasında
Kıbrıs Rum Kesimi'nin politikaları, 1974 Kıbrıs krizine kadar Kıbrıs'ın hem
Arap devletleri hem de İsrail ile ikili ilişkileri ve Kıbrıs Rum kesimi ile FKÖ
arasındaki özel ilişki incelenmektedir. Ayrıca, 1974 krizinden sonra ve FKÖ ile
İsrail arasında barış sürecinin başladığı 1990'ların başına kadar Kıbrıs'ın
(Rum kesimi) İsrail ve Arap devletleriyle ikili ilişkilerini analiz ediyorum.
Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Rum siyasi
partileri ile FKÖ arasındaki bu özel ilişki, Kıbrıslı Rumların ve FKÖ'nün
sırasıyla İsrail ve Türkiye ile ilişkileri üzerinde önemli bir etkiye sahipti.
Bir yandan da Türk yetkililer,
FKÖ'nün 1974 Kıbrıs krizi sırasında ve
sonrasındaki politikaları ve Kıbrıslı Rum siyasi partilerle ilişkileri
konusunda. Öte yandan, Kıbrıslı Rumlar ile FKÖ arasındaki ilişkiler,
Arap-İsrail çatışması konusunda bölge ülkelerinin desteğini almaya çalışan İsrail
hükümetini rahatsız etti. İsrailli sivillerin katledilmesinin yanı sıra FKÖ'nün
Filistinli üyelerinin öldürülmesi ve Kıbrıs'taki FKÖ ofislerine yönelik
saldırılar durumu daha da kötüleştirdi. Dolayısıyla, FKÖ'nün Kıbrıslı Rum
siyasi partilerle ilişkilerinin, FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri ve Kıbrıslı
Rumların İsrail ile ilişkileri üzerinde önemli bir etkisi olduğunu
söyleyebiliriz.
Yunan ve Kıbrıs Rum Kesimi'nin Arap-İsrail
çatışmasına yönelik politikaları ve Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü
(FKÖ) ve İsrail ile ikili ilişkileri hakkında literatür eksikliği nedeniyle,
araştırmam birincil kaynaklara (özellikle 1974 sonrası Arap devletleri ve
İsrail ile ikili ilişkileri hakkında), çoğunlukla Kıbrıs Rum basını ve internet
makalelerine dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte FKÖ ve Yaser Arafat ile ilişkileri
olan Kıbrıs Rum siyasetçileri ve diğer Filistinli hareketler ve şahsiyetlerle
görüşmeler yaptım.
Elbette Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve İsrail
ile ikili ilişkileri üzerine literatür mevcut, ancak bunlar oldukça sınırlı.
Amikam Nachmani, 1987 tarihli "İsrail, Türkiye ve Yunanistan: Doğu
Akdeniz'de Huzursuz İlişkiler" adlı kitabıyla Yunanistan ve İsrail
arasındaki ikili ilişkilere ışık tutuyor, Yunanistan'ın Arap-İsrail çatışmasına
ve İsrail'in Kıbrıs sorununa ilişkin tutumunu inceliyor. Ayrıca, John Sakkas,
"Yunanistan, Kıbrıs Sorunu ve Arap Devletleri, 1947-1974, Soğuk Savaş
Döneminde Diplomasi ve Strateji" adlı kitabıyla Yunanistan'ın iki rakip
tarafla ikili ilişkilerinin kısa bir tarihsel analizini yapıyor. Ayrıca, ...
tarafından yazılan makaleler:
Jacob Abadi, John Sakkas, Levey Zach ve
diğerleri, Yunanistan ve Kıbrıs'ın (Rum-Kıbrıs tarafı) Filistin hareketi,
İsrail ve Arap ülkeleriyle ikili ilişkileri hakkında daha fazla bilgi
veriyorlar.
1.
Yunanistan
ve Arap-İsrail çatışması, 1947-1993
Bu bölümde Yunanistan'ın Arap devletleri ve
İsrail ile ikili ilişkilerini ve özellikle 1960'ların ortası ve 1970'lerde
yaşanan çeşitli bölgesel krizlerde Yunan devletinin benimsediği politikaları
analiz ediyorum.
Öncelikle Yunanistan, Arap devletleri ve İsrail
arasındaki ilişkilerin tarihsel arka planını analiz ediyorum. Bu bağlamda
Yunanistan'ın Filistin'in taksim planına karşı oy vermesinin nedenlerini, 1956
Süveyş Krizi sırasındaki politikalarını ve 1966'ya kadar Arap ülkeleri ve
İsrail ile ikili ilişkilerini analiz ediyorum. Ayrıca, cunta rejimi sırasında
Yunanistan'ın rakip partilerle ilişkilerini inceliyorum. Askeri rejim,
1967-1974 yılları arasında diplomatik olarak Arap yanlısı bir duruş benimsedi.
Ancak 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sırasında resmi olarak tarafsız
kalmasına rağmen askeri rejim, ABD'ye Yunanistan'daki üslerini kullanma izni
verdi. Öte yandan Yunan devleti, BM Genel Kurulu'nda Arap tutumunu destekledi.
Ayrıca, 1974'te askeri rejimin çöküşünden
1990'ların başına kadar Yunanistan'ın Arap ülkeleri ve İsrail ile ikili
ilişkilerini ele alıyorum. Bu dönemde, hem Yeni Demokrasi hem de PASOK
hükümetlerinin (özellikle 1980'lerin ortalarına kadar) Arap yanlısı bir tutum
benimsediğini ve İsrail ile ilişkilerinde mesafeli durmaya çalıştığını
gözlemleyebiliriz. Bununla birlikte, Körfez Savaşı'nın (1990-1991) ortaya
çıkması ve İsrail ile FKÖ arasındaki barış müzakereleri süreci, Yunan
hükümetlerini Orta Doğu politikalarını yeniden yönlendirmeye zorladı.
Yunanistan, bu bağlamda,
1990 yılında İsrail devleti fiilen kuruldu ve
İsrail'e bir büyükelçi atandı (Abadi, Jacob, 2000, s.65)
1.1.
Yunanistan,
Arap devletleri ve İsrail, ilk aşamalar, 1947-1966
Daha önce de belirttiğim gibi, Yunanistan
1947'de Filistin'in taksim planına karşı oy kullanan ülkeler arasındaydı. O
tarihten itibaren Yunanistan'ın, 1949'da İsrail devletini fiilen tanımasına
(Abadi, 2000, 42) rağmen, Arap-İsrail çatışması sırasında Arap yanlısı bir
tutum benimsediğini gözlemleyebiliriz. Yunan politikalarına Ortadoğu'da yön
veren çeşitli nedenler vardı. Yunanistan çeşitli Arap ülkelerindeki Yunan
azınlıklarını korumak istiyordu. Dahası, Yunan devleti Kıbrıs konusunda Arap
desteğine ihtiyaç duyuyordu. Ayrıca, Yunanistan'ın Arap devletlerine karşı
tutumunun bir diğer nedeni de ekonomik refahı için hayati önem taşıyan ucuz
petrole olan ihtiyacıydı (Sakkas, 2007, 1).
Buna karşılık, Yunanistan'ın İsrail ile
ilişkileri oldukça düşük bir seviyedeydi ve Nachmani'nin (1987, 90) ileri
sürdüğü gibi, "...1949'da kurulan temel bir model, ister iyi ister kötü
olsun, en ufak bir değişikliğe uğramadı". Dolayısıyla, Yunan-İsrail
ilişkilerinin istikrarlı bir şekilde düşük bir seviyede olduğunu ve Yunan
devletinin İsrail ile ikili ilişkilerini geliştirme niyetinde olmadığını
söyleyebiliriz. Dahası, Abadi'nin (2000, 42) belirttiği gibi, "İsrail ve
Yunanistan 1952'de konsolosluk ilişkileri kurdu". Ancak Yunan devleti,
İsrail'in çok sayıda küresel örgüte katılma talebini, hatta bazı örgütlerin
Uluslararası Posta Birliği vb. gibi siyasetle hiçbir ilgisi olmamasını bile
desteklemedi (Nachmani, 1987, 91).
Ancak 1956'daki bölgesel bir kriz olan Süveyş
Krizi, Orta Doğu'daki güç dengesini değiştirdi ve Yunanistan'ın Mısır'la
ilişkilerini zora soktu. 1956'da Mısır
Cumhurbaşkanı Nasır, Mısır ve Süveyş
Kanalı'ndaki yabancı şirketleri millileştirmeye karar verdi. Batı, Mısır'daki
hayati çıkarlarını etkileyen millileştirme sürecine tepki gösterdi.
Millileştirme sürecinden etkilenen ülkelerden biri de, Mısır'da müreffeh bir
topluluğa sahip olan Yunanistan'dı. Abadi'nin (2000, 43) belirttiği gibi:
O
dönemde, çoğunluğu Mısır'da yaşayan iki yüz binden fazla Yunanlı vardı. Ülkenin
gelirlerinin büyük kısmını oluşturan Yunan denizcilik sektörü, sürekli Arap iş
birliğine dayanıyordu ve Süveyş Kanalı'ndan serbest geçiş, ülkenin refahı için
olmazsa olmaz kabul ediliyordu.
Bu nedenle, Yunanistan'ın Mısır'la ikili
ilişkileri o dönemde bazı sorunlar yaşamış ve Yunan hükümeti, Mısır'ın
vatandaşlarına yönelik politikalarına tepki göstermiştir. Ancak Yunanistan,
millileştirme süreci sonucunda Mısır'la diplomatik ilişkilerini kesmemiş ve
Yunan devleti, Ağustos 1956'da Londra'da düzenlenen konferansa katılmayı
reddetmiştir (Sakkas, 2012, 58). Bu arada, Süveyş Kanalı'nın
millileştirilmesini protesto eden yabancı denizciler ve çalışanlar, Mısır
hükümetini bu niyetlerinden vazgeçmeye zorlamak amacıyla Süveyş Kanalı'ndaki
işlerinden istifa etmişlerdir.
Aksine, Yunan denizciler ve çalışanlar Süveyş
Kanalı'ndaki görevlerinde kalmış ve Süveyş Kanalı hizmetlerinin devamına
katkıda bulunmuşlardır (Sakkas, 2012, 62). Ayrıca, İsrail ordusu 1956'da
İngiliz ve Fransız birlikleriyle koordineli olarak Mısır'ı işgal ettiğinde,
Yunan hükümeti işgali kınamış ve Mısır'ın yanında yer almıştır (Sakkas, 2007,
2). Dolayısıyla, Yunanistan'ın, Yunan azınlığın Mısır'daki millileştirme
sürecinden etkilenmiş olmasına rağmen, Mısır'ın üçlü işgalini desteklemediğini
gözlemleyebiliriz.
Bununla
birlikte, 1950'lerin sonlarında patlak veren bölgesel krizler, Yunanistan'ın
Orta Doğu politikalarını zorladı. 1958'deki Irak, Ürdün ve Lübnan krizleri
sırasında ABD, Ürdün Kralı ve Lübnan cumhurbaşkanını desteklemek amacıyla
Amerikan kuvvetleri için Yunan hava sahasından ve limanlarından serbest geçiş
talep etti. Yunan devleti ABD'nin talebini reddetmedi, ancak ABD ordusundan
Yunan hava sahasını ve limanlarını mümkün olduğunca gizli kullanmasını istedi
(Sakkas, 2012, 75). Bu gerçek, Kıbrıs sorununun ortaya çıkması ve Arap
devletlerinden destek ihtiyacının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Yunan
devleti, Yunanistan'ın sırasıyla Lübnan ve Ürdün'deki Amerikan ve İngiliz
operasyonlarına dolaylı olarak katkıda bulunduğunu öğrenirlerse, Arap
devletlerinin Kıbrıs sorununda Türkiye'yi destekleyebileceklerinden endişe
duyuyordu (Sakkas, 2012, 75).
Bu krizlerin sona ermesinin ardından
Yunanistan, 1960'larda da geçmişte olduğu gibi tüm uluslararası platformlarda
Arap ve Filistin tarafını desteklemeye devam ederken, İsrail ile ilişkileri
soğuk kaldı. Dolayısıyla, Mısır ve Suriye'deki Yunan azınlıklar 1960'larda yeni
sorunlarla karşı karşıya kalsa ve bu azınlıkların büyük bir kısmı Arap
ülkelerinden ayrılsa da, Yunan devleti Arap ülkeleriyle ilişkilerini
dondurmadı. Bu durum, Kıbrıs meselesi ve Yunanistan'ın BM'de Arap desteğine
ihtiyaç duymasının bir sonucuydu. Sakkas'ın (2007, 3-4) belirttiği gibi:
1950'lerde
Arap devletleri, BM Genel Kurulu'nda Kıbrıs sorununun BM tarafından ele
alınması lehine oy kullandılar (Rum-Kıbrıslıların talebi) ve 1960'larda,
Kıbrıslı Rumların, cumhurbaşkanı yardımcılığı makamını ve üç kabine koltuğunu
Kıbrıslı Türklere ayırarak Türk "azınlığa" ülkenin politikalarında
önemli bir söz hakkı veren 1960 anayasasını iptal etme girişimlerini
desteklediler. Aralık 1965'te Mısır, Irak ve Suriye, Rum egemenliğindeki
Kıbrıs'ın egemenliğini ve dış (Türk) müdahalelerinin yasadışı olduğunu teyit
eden 2077 sayılı BM kararını kabul etti.
Ayrıca, 1960'ların başlarında Yunanistan, Arap
ülkeleriyle ticaret ve turizm alanlarında çeşitli anlaşmalar imzaladı.
Dolayısıyla, bu dönemde Yunanistan ile Arap ülkeleri arasındaki ikili
ilişkilerin iyileştiğini, ancak Yunanistan'ın İsrail ile ilişkilerinde mesafeli
durmaya çalıştığını gözlemleyebiliriz. Bu durum, albayların askeri darbe yapıp
1974'e kadar Yunanistan'ı kontrol altında tutmalarına kadar devam etti. Yedi
yıllık hakimiyetleri boyunca, Orta Doğu'daki bölgesel gelişmeler, Yunanistan'ın
bölgedeki politikalarını ve hem İsrail hem de Arap ülkeleriyle ilişkilerini
tehdit etti.
1.2.
Askeri
rejim ve bölgesel gelişmeler, 1967-1974
Albaylar darbe yapıp Yunanistan'da liderliği
ele geçirdikten sonra, tüm uluslararası platformlarda Arap tarafını
desteklemeye devam ettiler (Sakkas, 2012, 168). Ancak Yunanistan'da liderliği
ele geçirdikten hemen sonra, Orta Doğu'da yeni bir kriz patlak verdi: 1967 Altı
Gün Savaşı. Altı Gün Savaşı patlak verdiğinde, askeri rejim resmi olarak
tarafsız kaldı. Ancak Yunan cuntası, ABD ordusuna Yunanistan'daki askeri üsleri
kullanma izni verirken, İsrail ordusunun da Rodos Adası'nda helikopterlerine
yakıt ikmali yapmasına olanak sağladı (Sakkas, 2004, 252).
Aksine, askeri rejim, BM Genel Kurulu'nun Altı
Gün Savaşı tartışmalarında Arap devletlerini desteklemiş ve Araplar lehine,
İsrail aleyhine oy kullanmıştır. Bu durum, Kıbrıs sorununda desteğe ihtiyaç
duymasının bir sonucu olarak ortaya çıkmış ve albayları o dönemde Arap yanlısı
bir politika benimsemeye zorlamıştır. Buna rağmen, askeri rejim Arap-İsrail
çatışmasında tarafsız görünmeye çalışmış ve geçmişte olduğu gibi Birleşmiş
Milletler'de Arap devletleri lehine oy kullanmaya devam etmiştir (Abadi, 2000, 51).
Cuntanın tarafsız politikalarına meydan okuyan
bir diğer önemli gelişme ise Filistin gerillalarının Yunanistan içindeki İsrail
hedeflerine yönelik saldırılarıydı. 1968'de Filistinli gerillaların bir İsrail
uçağına ateş açması ve 1973'te havaalanında yolculara yönelik Filistin
saldırısı gibi saldırılar rejime baskı yaptı. İlk olayda (1968'de), Sakkas'ın
(2004, 253) ileri sürdüğü gibi: "Ancak cunta saldırıyı kınarken basına
Filistinli komandoları 'terörist' olarak göstermekten kaçınmaları talimatını verdi".
İkinci olayda, dört sivilin öldüğü ve 53 kişinin yaralandığı 1973 saldırısında,
cunta saldırıyı kınadı, ancak "siyasi suç" olarak adlandırmaktan
kaçındı (Sakkas, 2012, 170). İsrail hükümeti saldırıya tepki gösterdi ve askeri
rejimi Filistinli gerillalara karşı etkisiz önlemleri nedeniyle suçladı
(Sakkas, 2004, 253).
Bu olayın ardından askeri rejim
havaalanlarındaki güvenliği artırmak için bazı önlemler aldı. Ayrıca Yunan
rejimi, tarafsızlığından ödün vermeden İsrail devletiyle ilişkilerini
iyileştirmeye çalıştı. Abadi'ye (2000, 53) göre: "1969'da her iki ülkede
de diplomatik temsilciler atandı. Her ikisi de büyükelçi rütbesine ve rolüne
sahipti. Ancak fiili tanıma yürürlükte kaldı." Ayrıca, Ürdün krizi patlak
verdiğinde (1970-1971), ABD Ürdün'e giderken Yunan hava sahasından serbest
geçiş talep etti ve askeri rejim bu talebi kabul etti. Bu olaydan sonra ABD,
rejime karşı uyguladığı silah ambargosunu kaldırdı (Sakkas, 2004, 253).
Bununla birlikte, bir başka bölgesel kriz -1973
Yom Kippur Savaşı- cuntanın bölgesel politikalarını sınadı ve onu rakip
partilerle ilişkilerini yeniden yönlendirmeye zorladı. Yom Kippur Savaşı, Mısır
ve Suriye ordularının İsrail'e eş zamanlı bir saldırı başlatmasıyla 1973'te
başladı. Askeri rejim, Altı Gün Savaşı'nda olduğu gibi, resmi olarak tarafsız
kaldı. Bu karar, Yunanistan'ın ekonomik istikrarsızlığının bir sonucuydu.
Sorunlar ve ucuz Arap petrolüne olan ihtiyacı.
Ancak askeri rejim, ABD ordusuna Atina ve Girit'teki (Souda Körfezi) hava
üslerini kullanma izni verdi (Sakkas, 2004, 255).
1974 yılında Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskopos
Makarios'a karşı düzenlenen askeri darbe ve birkaç gün sonra Türkiye'nin adaya
müdahalesinin ardından patlak veren Kıbrıs krizi, Yunanistan'daki askeri
rejimin çökmesine yol açtı. Yeni Demokrasi ve PASOK (Pan-Helenik Sosyalist
Hareket) hükümetleri, Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail
ile ilişkilerini yeniden şekillendirdi. 1980'lerin ortalarına kadar özellikle
PASOK hükümetinin, ancak Yeni Demokrasi hükümetinin de Arap yanlısı bir politika
benimsediğini gözlemleyebiliriz. Ancak 1980'lerin ortalarından itibaren yeni
bölgesel gelişmeler ve Arap devletleri ile İsrail ve sonrasında İsrail ile FKÖ
arasındaki barış süreci, Yunan makamlarını rakip partilerle ikili ilişkilerini
yeniden gözden geçirmeye zorladı.
1.3.
Yeni
Demokrasi hükümeti, 1974-1981
Askeri rejimin çöküşünün ardından muhafazakâr
Yeni Demokrasi Partisi ilk serbest seçimleri kazanarak Yunanistan'da liderliği
ele geçirdi. Yeni Demokrasi'nin yeni hükümeti Arap yanlısı bir duruş benimsedi
ve İsrail devletini uzak tutarak ulusal çıkarlarını güvence altına almaya
çalıştı.
Yunan devletinin, İsrail ile olan
çatışmalarında Arap devletlerini desteklemesini gerektiren çeşitli nedenleri
vardı. Ucuz Arap petrolüne ve Arap yatırımlarına duyulan ihtiyaç, Arap
devletleriyle ticari bağların güçlendirilmesi ve Kıbrıs konusunda BM Genel
Kurulu'nda desteğe ihtiyaç duyması (Sakkas, 2007, 5) gibi nedenler, İsrail ile
ilişkilerinde herhangi bir iyileşmeyi engelledi. Arap devletleri ve FKÖ ise
Kıbrıs konusunda Yunan tarafını desteklemeye devam etti. Dahası,
Arap devletleri ve FKÖ, Türk-Kıbrıs devletinin
ilanını tanımadı (Sakkas, 2007, 5) ve bu durum Türk yetkililerini öfkelendirdi.
Aksine, Yeni Demokrasi'nin muhafazakâr
hükümeti, İsrail ile ticaret ve kültürel anlaşmalar gibi diğer alanlarda ticari
bağlantılar ve anlaşmalar kurma olanaklarını araştırdı. Abadi'nin (2000, 56)
sözleriyle, "... iki ülke akademisyen ve bilim insanı değişimini
kolaylaştıran bir kültürel anlaşma imzaladı." Ancak Yunan hükümeti, İsrail
ile yapılan anlaşmaları gizli tutmak isterken, geçmişte olduğu gibi resmi
olarak Arap yanlısı kalmayı tercih etti (Abadi, 2000, 56). Bu bağlamda, Yunan
devleti, İsrail ordusunun işgal altındaki topraklardan çekilmesi ve
uluslararası toplumun Filistinlilerin kendi kaderini tayin hakkını tanıması
gerektiğini ileri sürerek Mısır ve İsrail arasındaki Camp David Anlaşmaları'nı
onaylamadı (Sakkas, 2007, 6).
Öte yandan İsrail, bu dönemde Yunanistan ile
ilişkilerini ve diplomatik temsilciliğini geliştirmeye çalıştı, ancak başarılı
olamadı. İsrail devleti, Yunanistan'ın Avrupa Topluluğu'na katılım sürecinden
yararlanarak Yunanistan ile ikili ilişkilerini geliştirmeye çalıştı. Bu
dönemde, AB üyeleri Yunanistan'a İsrail devletini fiilen tanıması ve İsrail ile
ikili ilişkilerini iyileştirmesi için baskı yaptı (Abadi, 2000, 57). Ancak
Yunan devleti, İsrail ile diplomatik temsilciliğini geliştirmedi ve Filistin yanlısı
sosyalist parti PASOK 1981'deki seçimleri kazandığında, Yunanistan ile İsrail
arasındaki ikili ilişkiler soğuk kaldı ve bu durum 1980'lerin ortalarına kadar
değişmedi.
1.4.
Sosyalist
- PASOK hükümeti, 1981-1989
Sosyalist parti PASOK 1981'de seçimleri
kazandı, hükümeti kurdu ve 1980'lerde Yunan siyasetine hakim oldu. Ancak,
sosyalist parti kuruluşundan bu yana Arap-İsrail çatışmasında Arap yanlısı bir
duruş benimsemiş olmasına rağmen, Yunanistan'ın 1980'lerin ortalarından
itibaren İsrail'e yakınlaştığını gözlemleyebiliriz. Abadi'nin (2000, 57)
belirttiği gibi:
PASOK
1981'de iktidara geldiğinde, Papandreu İsrail'e karşı olağanüstü bir karalama
kampanyası başlattı ve FKÖ lideri Yaser Arafat'ı örgütünün Atina'daki
diplomatik temsilciliğini yükseltme olasılığını görüşmeye davet etti... Arafat
Aralık 1981'de Atina'ya geldi ve Papandreu FKÖ'ye İsrail'in sahip olduğu fiili
diplomatik statüyü verdi.
Bu karar, İsrail tarafından Yunan hükümetine ve
politikalarına yönelik sert eleştirilere yol açtı. 1981'de İsrail hava
kuvvetleri Irak'taki nükleer reaktörü imha etti (Nachmani, 1987, 116) ve
Yunanistan, Irak nükleer reaktörünün imhasını eleştiren ülkeler arasındaydı.
Dahası, İsrail hükümeti 1982'de Lübnan'ı işgal etmeye başladığında, Yunan
hükümeti işgali kınadı ve iki ülke arasındaki ikili ilişkiler daha da
kötüleşti. Dahası, Nachmani'nin (1987, 116) iddia ettiği gibi,
"...Yunanistan bu olayları, düşük tanınırlığını sürdürmek için bahane
olarak kullandı."
Buna ek olarak, Yunan hükümeti İsrail işgalini
"insanlığa karşı bir suç" olarak nitelendirirken, uluslararası
toplumdan İsrail'e ambargo uygulanmasını talep etti (Abadi, 2000, 58).
Yunanistan'ın İsrail'e yönelik politikalarının bir sonucu olarak,
"...İsrail'in, Yunanistan'ın Lübnan'daki çok uluslu barış gücüne
katılımına güçlü bir şekilde itiraz ettiği" ileri sürülmüştür (Abadi,
2000, 58). O dönemde,
Yunanistan ve İsrail arasındaki ikili ilişkiler
çok düşük seviyedeydi ve İsrail'in Lübnan'ı işgaline karşı Yunanistan'da birçok
gösteri düzenlendi. Nachmani'ye (1987, 120) göre:
...liman
işçileri İsrail bayrağı taşıyan gemileri boykot etti. Yunan gönüllüler
Lübnan'da Filistinlilerle birlikte savaşmak için gönüllü oldu ve Yunanistan
Başbakanı Margaret Papandreu'nun eşi, Atina'daki İsrail elçiliğinin önünde
düzenlenen büyük bir gösteriye başkanlık etti.
PASOK hükümetini Filistin hareketini
desteklemeye ve İsrail'e ve Orta Doğu politikalarına karşı bu kadar sert
eleştirilerde bulunmaya iten birkaç neden vardı. Yunan hükümeti, Kıbrıs
meselesinde ve Türkiye ile Ege Denizi'ndeki anlaşmazlıkta Arap desteğine, Arap
devletlerinin yatırımları ve petrol kaynakları şeklinde ekonomik yardıma
ihtiyaç duyuyordu (Abadi, 2000, 58). Ayrıca, PASOK ve Yunan Komünist Partisi
içindeki siyasetçiler, Yunan devletinin İsrail ile ikili ilişkilerinde herhangi
bir iyileşmeye karşıydı (Abadi, 2000, 59). Bu durum, İsrail ile herhangi bir
yakınlaşmayı daha da zorlaştırdı. FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasının ardından
Arafat'ın Yunanistan'a gelişi, FKÖ'nün Yunan devletiyle ilişkilerini
iyileştirirken, Yunanistan'ın İsrail ile ilişkilerini daha da geriletti. Rory
Miler'ın (2004, s. 141) belirttiği gibi:
Arafat,
1 Eylül 1982'de Papandreu'nun coşkulu karşılamasıyla geldi. Papandreu, Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün 'kahramanca davranışını, zorlu mücadelesini, cesaretini ve
özverisini' övdü. Yunan Başbakanı ayrıca ziyareti 'tarihi bir an' ve 'büyük bir
onur' olarak nitelendirdi ve 'Filistin halkının tam anlamıyla kendi kaderini
tayin etme ve kendi ülkesini ve devletini kurma mücadelesini' desteklemek için
elinden gelen her şeyi yapacağına söz verdi.
Arafat ise, Yunanistan'ın Filistin'in kurtuluş
mücadelesine uzun süredir verdiği desteği takdir ediyordu (Miler, 2004, 141).
FKÖ yetkililerine göre, Yaser Arafat, örgütün İsrail'in Lübnan işgali sırasında
izlediği politikalar için Yunan devletine takdirini göstermek ve aynı zamanda
FKÖ'nün işgal sırasında Arap politikalarından duyduğu memnuniyetsizliği dile
getirmek için Yunanistan'a gitmişti (Nestor, 1982). Öte yandan İsrail, Yaser
Arafat'ın Yunanistan'a gelmesinden rahatsız olmuş ve Yunanistan ile FKÖ arasındaki
ilişkilerin iyileştirilmesine karşı çıkmıştı.
Bu gelişmelere ek olarak, 1980'lerin
ortalarından itibaren PASOK yönetimindeki Yunan hükümeti İsrail'e karşı bir
yakınlaşmaya gitti. Sakkas'a (2007, 7) göre "...PASOK'un Tel Aviv'e karşı
daha dostane bir tavır takındığı" dönem de bu dönemdi. Yunan hükümeti bu
dönemde İsrail devletiyle kültürel ve ticari anlaşmalar imzaladı (Abadi, 2000,
61), ancak Arap yanlısı politikasından vazgeçmedi. Yunan devleti, bir yandan
Arap devletlerini memnun etmemek, diğer yandan da Orta Doğu'daki çıkarlarını
güvence altına almak için İsrail devletine karşı yeni yaklaşımında son derece
dikkatliydi.
Öte yandan, İsrail hava kuvvetleri Tunus'taki
FKÖ karargahına hava saldırısı düzenlediğinde (1985), Yunan hükümeti İsrail
saldırısını "... iğrenç bir savaş biçimi olan bir devlet terörizmi
eylemi" olarak eleştirdi (Abadi, 2000, 62). Ancak bu gerçek, iki devlet
arasındaki ikili ilişkilerin iyileştirilmesine engel teşkil etmedi. Aksine,
1987'deki Filistin ayaklanması, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin
iyileştirilmesine engel teşkil etti. Ayaklanma sırasında Yunanistan, Filistin
halkını destekledi ve İsrail politikalarına karşı protesto gösterisinde
bulundu. 1989 seçimlerinden sonra Yeni Demokrasi'nin kazanıp hükümeti
kurmasıyla Yunanistan'ın İsrail ile ilişkileri hızla iyileşti.
1.5.
Yeni
Demokrasi hükümeti ve Arap-İsrail anlaşmazlığı, 1989-
1993
Yeni Demokrasi hükümeti, 1990 yılında İsrail
devletini fiilen tanımaya karar verdi ve Tel Aviv'e büyükelçi atadı. İki
ülkenin ikili ilişkileri gelişiyordu; hatta Yunanistan geçmişte olduğu gibi
Arap devletlerini desteklemeye devam ediyordu (Abadi, 2000, 65). Dahası,
Yunanistan'ın çeşitli Arap ülkeleri ve FKÖ ile ilişkileri bozulmadan kaldı ve
Arap devletlerinin çoğu Kıbrıs konusunda Yunan ve Rum tarafını destekledi.
Sakkas'ın (2007, 8) da belirttiği gibi:
Arap
dünyası, ne BM'de ne de İslam İşbirliği Teşkilatı'nda Kıbrıslı Türklerin ayrı
bir ulusal kimlik talebini kabul etti... Birçok Arap devleti ve Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Kıbrıslı Rumlarla dostane ilişkiler içindeydi ve Kıbrıs
Rum hükümetini adadaki tek meşru yönetim olarak tanıyordu. Bu durum, yalnızca
Yunanistan ve Kıbrıs'ın Arap yanlısı tutumundan değil, aynı zamanda Türkiye'nin
Suriye ve Irak ile kötü ilişkilerinden de kaynaklanıyordu.
Dolayısıyla, Yunanistan'ın İsrail ile
ilişkilerinin iyileştirilmesinin önündeki en büyük sorunlardan birinin Türkiye
ile Kıbrıs anlaşmazlığı olduğunu söyleyebiliriz. Her iki ülke de Kıbrıs
anlaşmazlığında Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerini iyileştirmeye ve
onların desteğini almaya çalıştı. Ancak Arap devletlerinin ve Filistin
hareketinin çoğunluğu Yunanistan ve Kıbrıs Rum tarafının yanında yer aldı.
Türkiye, Arap devletleri ve FKÖ'nün Yunanistan ile ilişkilerinden memnun
değildi. Türkiye'nin FKÖ ve Arap devletleriyle ilişkilerinin önündeki bir diğer
engel de Kıbrıs meselesiydi. Arap devletleri ve FKÖ'nün Kıbrıs meselesine
ilişkin politikaları, 1974 Kıbrıs krizinden sonraki politikaları ve Kıbrıs Rum
tarafıyla ikili ilişkileri,
Türkiye. Bir sonraki bölümde, Kıbrıs faktörünün
Türkiye ile FKÖ arasındaki ikili ilişkileri ne ölçüde etkilediğini anlamak
amacıyla, Kıbrıs Rum liderliğinin Arap devletleri ve FKÖ ile ikili ilişkilerini
inceleyeceğim.
2.
Türkiye'nin
İsrail ve FKÖ ile ilişkilerinde Kıbrıs faktörü
Kıbrıs
ve Kıbrıs meselesi, Türkiye'nin bölgesel ve küresel politikaları ile Arap
devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ikili ilişkilerinde en
büyük sorunlardan birini teşkil ediyordu. Arap devletleri ve Filistin hareketi
(1964'teki kuruluşundan bu yana), Kıbrıs meselesinin 1950'lerin ortalarında
ortaya çıkmasından bu yana Kıbrıs Rum tarafını desteklemiş, bu durum Türk
makamlarını memnun etmemiştir.
Bu bölümde, 1950'lerin ortalarından itibaren
Rum-Kıbrıs liderliği ile Arap devletleri arasındaki ilişkilerin tarihsel
kökenlerini ve 1960'ta Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşuna kadar bölgesel krizler
sırasındaki politikalarını analiz ediyorum. Ayrıca, 1974 Kıbrıs krizine kadar
Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Arap devletleri, İsrail ve FKÖ ile ikili ilişkilerini
analiz ediyorum. Bu çerçevede, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaşları sırasında
Kıbrıs'ın politikalarını ve 1964 ve 1974 Kıbrıs krizleri sırasında Arap devletleri,
İsrail ve FKÖ'nün benimsediği politikaları analiz ediyorum.
Ayrıca, 1974 krizi sonrasında Kıbrıs Rum
tarafının Arap devletleri ve FKÖ ile ilişkilerini ve BM'de aralarındaki destek
alışverişini sunuyorum. Arap devletleri ve FKÖ, Kıbrıs konusunda geçmişte
olduğu gibi Kıbrıs Rum tarafını desteklemeye devam ederken, Kıbrıs Rum
liderliği geçmişte olduğu gibi Arap ve Filistin yanlısı politikasını sürdürdü.
Türkiye ve İsrail, sırasıyla Arap devletlerinden (FKÖ) ve Kıbrıs Rum
liderliğinden (Rum liderliği) memnun değildi. Türkiye'nin Arap devletleri ve
FKÖ ile ikili ilişkilerinde, Kıbrıs sorununa ilişkin politikaları nedeniyle
gerginlikler yaşandı.
Ayrıca, Kıbrıs Rum Kesimi'nin Filistin Kurtuluş
Örgütü (FKÖ) ile olan özel ilişkisi, İsrail ile ikili ilişkilerinin
iyileştirilmesinin önünde engel teşkil ediyordu.
Kıbrıslı Rumların Arap devletleri, Filistin
Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail ile ilişkilerine dair literatür eksikliği
nedeniyle, araştırmam ağırlıklı olarak Kıbrıs Rum basınındaki makalelere ve
bazı internet sitelerindeki makalelere dayanmaktadır. Ayrıca, geçmişte Filistin
hareketiyle sıcak ilişkileri olan üç Kıbrıslı Rum siyasetçiyle röportajlar
yaptım.
2.1.
Kıbrıs'ın Araplar ve İsrail ile ilişkilerinin tarihsel arka planı
Kıbrıs'ın Arap ve Yahudi halklarıyla ilişkileri
antik çağlardan beri uzun bir geçmişe sahiptir. Kıbrıs, Orta Doğu'ya yakınlığı
ve Doğu Akdeniz'de bir ada olması nedeniyle o dönemden itibaren en önemli
ticaret merkezlerinden biriydi. Bu nedenle Kıbrıs, o dönemden itibaren Yahudi
ve Arap halklarıyla yakın ticari ilişkiler kurmuştur. Bu durum, Kıbrıs'ın ilk
dönemlerinden 19. yüzyılın sonlarına kadar çeşitli krallıklar ve
imparatorluklar tarafından fethedilmesinin bir sonucudur .
Kıbrıs, 1878'den beri İngiliz yönetimi
altındaydı ve 1914'ten itibaren İngiliz İmparatorluğu'nun mandası haline geldi.
Dahası, İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Yahudi Avrupa'dan ayrılarak
Kıbrıs'a gitti ve oradan Filistin'e göç etmeye çalıştı (Tel Aviv'deki Kıbrıs
Cumhuriyeti Büyükelçiliği, son ziyaret 28/11/2014). "1946-49 yılları
arasında tahminen 53.000 Yahudi, İngilizler tarafından Kıbrıs'taki kamplarda
alıkonuldu ve burada Kıbrıs halkından teselli ve dayanışma gördüler"
denildi (Tel Aviv'deki Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği, son ziyaret
28/11/2014).
Kıbrıslı Rum siyasetçi Doni Christofini ile
yaptığı bir röportajda [*],
AKEL'in çabalarından bahsederek bu gerçeği doğruladı. "O dönemde AKEL,
Nazi kamplarından kaçıp yasadışı yollarla Kıbrıs'a gelen ve Britanya
İmparatorluğu tarafından başka bir kampa yerleştirilen Yahudi halkının
Kıbrıs'tan kaçıp Filistin'e yerleşmesine yardımcı oldu. AKEL olarak, Nazi
Almanyası'nın kurbanı olan bu insanların antifaşist olduğuna inandığımız için
Yahudi halkını destekledik."
Ancak bu durumda bile, Kıbrıslı Rum siyasi ve
dini liderlik, 1960'ta Kıbrıs'ın bağımsızlığından önce bile, çeşitli
Arap-İsrail savaşları sırasında Arap yanlısı bir politika benimsedi. 1948'deki
ilk Arap-İsrail savaşı sırasında, Donis Christofinis'in de belirttiği gibi,
"AKEL, İsrail devletinin tek taraflı ilanını ve 1948 savaşının sona
ermesinden sonra Filistin halkının anavatanlarından zorla sürülmesini
kınadı." 1956 Süveyş krizi sırasında Kıbrıs, Mısır'a karşı düzenlenen
operasyonlarda İngiliz ve Fransız kuvvetleri tarafından askeri üs olarak
kullanıldı (Pavlides, 1978, cilt A, 451).
Bu arada, Britanya İmparatorluğu, Kıbrıslı
Rumların Yunanistan ile birleşme talebi nedeniyle Kıbrıs'ta sorunlarla karşı
karşıyaydı. 1955-1959 yıllarında Kıbrıslı Rumlar, Büyük Britanya'yı Kıbrıs'tan
ayrılmaya zorlamak ve Yunanistan ile birleşmeyi sağlamak amacıyla EOKA (Ethniki
Organosis Kyprion Agoniston - Kıbrıslı Savaşçıların Ulusal Örgütü) adı altında
silahlı bir mücadele başlattı. Savunulan görüş (Sakkas, 2012, 62):
İngiliz
ve Fransız operasyonları sırasında Mısırlılar arasında koordinasyon vardı.
İstihbarat
servisleri ve EOKA. Kıbrıs, İngiliz-Fransız işgali sırasında bir harekât üssü
olarak kullanıldığından, Nasır, EOKA lideri Grivas'tan adadaki İngiliz ve
Fransız birlikleri, askeri gemileri ve uçakları hakkında bilgi alışverişinde
bulunmasını istedi.
O dönemde, Kıbrıslı Rum milliyetçi hareketi
adadaki İngiliz varlığına yönelik saldırılarını artırdı. Sonuç olarak, Eylül
ayında (1956) bir saldırıda Kıbrıslı Rum milliyetçi hareketi, Akrotiri'deki
İngiliz üssünün havaalanını yok etmeyi başardı (Sakkas, 2012, 63). Taki
Hadjidemetriou ile bir röportaj yaptığımda [†],
Kıbrıslı Rum siyasetçi bu olayları doğruladı ve İngiliz uçaklarının da
patlatıldığını iddia etti. Nitekim, şöyle diyor:
“O
dönemde, Kıbrıs Rumlarının (Yunanistan ile bağımsızlık ve birlik) mücadelesi
ile Mısır arasındaki ilişkiler ve Yunanistan'ın Mısır ile ikili ilişkileri
gelişiyordu. Bunun nedeni, bir yandan Yunan denizcilerin Süveyş Kanalı
operasyonlarının devamına katkıda bulunması, diğer yandan EOKA'nın Kıbrıs'taki
İngiliz üslerini ve varlığını hedef almasıydı. Dahası, Kıbrıs Rum milliyetçi
hareketi, İngiliz uçaklarının patlatılmasını başlatarak Mısır halkıyla
dayanışmasını göstermişti.”
Rum-Kıbrıs liderliği ile Mısır arasındaki ikili
ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunan bir diğer önemli gelişme ise 1955
yılında Endonezya'da (Bandung) düzenlenen Afrika ve Asya Devletleri
Konferansı'ydı. Kıbrıs Başpiskoposu Makarios konferansa katılmış ve Mısırlı
yetkililerle özel görüşmelerde bulunmuştu.
Çeşitli ülkelerin siyasi liderleri.
Ker-Lindsay'in (2008, 537) belirttiği gibi, "Makarios orada adanın yeni
başlayan kendi kaderini tayin kampanyasına destek sağlamaya çalıştı."
Makarios'un temas kurduğu liderlerden biri de Nasır'dı.
Nasser ve Makarios arasında samimi ve güçlü bir
ilişki vardı (Ker-Lindsay, 2008, 537).
O dönemden bu yana, Kıbrıs Rum liderliği ile
Arap devletleri, özellikle de Mısır ile ilişkilerin hızla iyileştiğini
gözlemleyebiliyoruz. Bandung'daki Afro-Asya Konferansı'nın sona ermesinden
hemen sonra Makarios, Mısır'ı ziyaret ederek Mısır cumhurbaşkanı ile görüştü.
Görüşmeler sırasında Makarios, Kıbrıs sorunu konusunda Mısır'dan destek istedi
ve Nasır da Mısır'ın Kıbrıs Rumlarının kendi kaderini tayin talebine verdiği
desteği yineledi (Pavlides, 1978, 297). 1956 Süveyş krizi sırasında Makarios,
Nasır'ın yanında yer aldı ve Mısır'ın üçlü işgaline karşı çıktı. Krizin sona
ermesinden sonra, "...Makarios Arap devletlerine desteğini açıkladı"
(Mallinson, 2005, 51). Makarios ile Nasır ve Kıbrıslı Rumlar ile Mısır
arasındaki ilişkiler o dönemden bu yana istikrarlı bir şekilde iyileşti.
2.1.
Kıbrıs
Cumhuriyeti ve Arap-İsrail çatışması, 1960-1974
Ağustos 1960'ta Kıbrıs bağımsızlığını kazandı
ve Başpiskopos Makarios ilk cumhurbaşkanı, Fazıl Küçük ise ilk cumhurbaşkanı
yardımcısı olarak seçildi. Cumhurbaşkanı Makarios, Arap-İsrail çatışmasında
geçmişte olduğu gibi Arap yanlısı olmaya devam etti ve Soğuk Savaş'ta taraf
tutmaktan kaçındı.
Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Makarios ilk resmi
ziyaretini 1960 yılında Yunanistan'a değil Mısır'a gerçekleştirmiş (Ker-Lindsay
2008, 537), aynı zamanda Eylül 1961'de Belgrad'da düzenlenen Bağlantısızlar
Hareketi'nin ilk konferansına katılmıştır (O'Malley ve Craig, 2001, 89). Bunun
sonucunda Kıbrıs, Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi olmuştur.
Hareket,
Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin itirazlarına rağmen devam etti. Takis Hadjidemetriou ise kendi cephesinden,
"Fazıl Küçük'ün (o zamanki Cumhurbaşkanı Yardımcısı) bazı çekinceleri
olmasına rağmen, Makarios'un niyetlerine veto koymadığını" iddia etti.
İsrail devleti, 1960 yılında Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin kurulmasından bu yana, yeni devletle tam diplomatik ilişkiler
kurmak istiyordu. İsrail'in Kıbrıs ile ilişki kurmak istemesinin birkaç nedeni
vardı. İsrail, Orta Doğu'da izole edilmiş ve düşman devletlerle çevriliydi.
Dahası, İsrail devleti Kıbrıs ile normal ilişkilerin Türkiye ve Yunanistan ile
ikili ilişkilerinin gelişmesine yol açabileceğini düşünürken, İsrail Kıbrıs ile
ticari bağlantılar kurmayı arzuluyordu (Levey, 2003).
Arap devletleri, İsrail'i tanımaması ve İsrail
devletiyle diplomatik ilişki kurmaması için Kıbrıs ve Makarios'a baskı
uyguladı. Arap baskıları, Kıbrıs'ın İsrail devletini tanımasının önünde bir
engel teşkil etse de, başka engeller de vardı. Levey'e (2003) göre:
Ancak
İsrail'in Lefkoşa'daki diplomasisini engelleyen dört temel engel vardı:
Yunanistan hükümetinin İsrail'e yönelik tutumu, Mısır'daki Rum diasporasının
(ayrıca Rum diasporası da vardı) durumu, Kıbrıs Rum toplumunun Atina ile
özdeşleşmesi ve bu toplumun lideri Başpiskopos Michael Mouskos Makarios'un
tutumu.
İsrail devleti, Makarios'a İsrail ile tam
diplomatik ilişkiler kurması için baskı yapmak amacıyla Türkiye ve Kıbrıs Türk
toplumuna baskı uyguladı. Mısır da Kıbrıs'ın İsrail'i tanımaması için yoğun
baskılar uyguladı. Levey'in (2003) iddia ettiği gibi, Kıbrıs'ın İsrail
devletini tanımasını engellemek için, "Mısırlılar, Kıbrıs'ın İsrail'in bir
büyükelçilik açmasına izin vermesi durumunda, tüm
Arap ülkelerindeki pazarlar Kıbrıs ticaretine
kapatılacaktı”. Ancak, bu doğru değildi dava.
Taki Hadjidemetriou'ya göre, "İsrail
Kıbrıs'ta bir büyükelçilik açmış olsa da, Arap ülkeleriyle ilişkilerimiz
kesilmedi ve sıcak ve samimi kaldı." Vassos Lyssarides [‡]de
bu iddiaları yalanlayarak, "İsrail başından beri diplomatik ilişkiler
kurmak için acele etti. Öte yandan Cumhurbaşkanı Makarios, Mısır temsilcisini
(Mısır ile gerginliği önlemek için) ilk önce bekliyordu. Bu nedenle, Arap
ülkelerinden herhangi bir tepki geleceğini sanmıyorum, çünkü Kıbrıs'ın BM'nin
tüm üye devletlerini tanıması gerekiyordu." dedi.
1963-1964 Kıbrıs krizinin ortaya çıkışına kadar
durum aynıydı.
Cumhurbaşkanı Makarios, 1963 yılında Kıbrıs
Türk toplumu tarafından kabul edilmeyen anayasa değişiklikleri önerdi. Bunun
sonucunda Kıbrıs'ta Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler arasında iki toplumlu
çatışmalar başladı. Bu dönemde Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunu korumak için
Kıbrıs'a müdahale etmekle tehdit etti. ABD ve Sovyetler Birliği'nin yoğun
baskıları sonrasında Türkiye adaya müdahale etmedi ve iki toplum arasında
müzakereler başladı.
Arap devletleri kriz sırasında BM Genel
Kurulu'nda Kıbrıs Rum tarafını ve Yunanistan'ı destekledi. Krizin sona
ermesinin ardından Makarios, Arap ülkelerinden (başta Mısır ve Suriye olmak
üzere) ve Bağlantısızlar Hareketi'nden yardım istedi. Sonuç olarak, O'Malley ve
Craig'e (2001, 121) göre:
Makarios…
47 bağımsız ülkenin katıldığı bir konferansı zaferle ikna etmişti.
Kahire'nin,
adanın dışarıdan herhangi bir müdahale olmaksızın kendi geleceğini özgürce
belirleyebilmesi gerektiği görüşünü desteklemesi.
*
Makarios ayrıca Arap ülkelerinden, özellikle
Mısır ve Suriye'den askeri yardım talep etti. Mısır ve Suriye, Makarios'un
askeri yardım talebini kabul etti. Vassos Lyssarides, "Suriye'den sınırlı
bir askeri yardım vardı" dedi. Takis Hadjidemetriou, "Arap
devletleri, özellikle de bize sınırlı askeri yardımda bulunan Mısır, davamızla
dayanışma gösterdi" dedi. Bu arada Kıbrıs, Sovyet füzeleri satın aldı ve
füzeler gizlice Mısır'a transfer edildi ve füzeler Kıbrıs'a nakledildi. Ancak
yoğun baskıların ardından Sovyet füzeleri Mısır'da kaldı (Sakkas, 2012, 157).
Dahası, O'Malley ve Craig'in (2001, 121) belirttiği gibi:
Klerides
daha sonra Mısırlıların, Süveyş krizi öncesinden beri Sovyetlerin tedarik
ettiği karadan havaya füzeler, tanklar ve toplar da dahil olmak üzere Doğu
Bloku silahlarının kullanımı konusunda Kıbrıslı Rumlara eğitim verdiğini itiraf
etti.
Dahası, Kıbrıs, 1967 ve 1973 Arap-İsrail
savaşları boyunca Arap devletlerini desteklemiştir. 1967 Altı Gün Savaşı
sırasında, "Cumhurbaşkanı Makarios, Dışişleri Bakanı Spiros Kiprianu
aracılığıyla Arap devletlerine destek mesajını göndererek, Kıbrıs'ın İsrail
saldırganlığına karşı Arap devletleriyle dayanışmasını ifade etmiştir"
(Makarios'un Nasır'a dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi, 7 Haziran 1967,
Yunanca, 1). Ayrıca, diğer Kıbrıs Rum siyasi partilerinin liderleri de Arap
devletleriyle dayanışmalarını ve İsrail politikalarına karşı çıktıklarını ifade
etmişlerdir.
Kıbrıs'ta İsrail işgalini kınayan büyük
gösteriler düzenlendi (Makarios'un Nasır'a dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi,
7 Haziran 1967, Yunanca, 7). Yerel halk ve gençlik örgütleri de gösterilere
katılarak Arap devletleriyle dayanışmalarını gösterdi. 1970-1971 yıllarında bir
başka bölgesel kriz patlak verdi: Ürdün iç savaşı, yani Ürdün ordusu ile
Filistin hareketi arasındaki savaş. Ürdün iç savaşı sırasında Kıbrıs hükümeti
Filistinlilere manevi destek verdi.
Bu durum, Kıbrıs'ın Arap-İsrail çatışmasına
ilişkin politikalarının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Vassos Lyssarides'e
göre:
"Genel
olarak Kıbrıs daha Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum siyasi partileri, Filistin
halkını diğer tüm Arap devletlerinden daha fazla destekledi."
Aynı durum 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında da
yaşandı. Yom Kippur Savaşı sırasında Kıbrıs yönetimi Arap devletleriyle
dayanışma içinde olduğunu ifade etti. Dahası, Kıbrıs'ta yerel halk tarafından
İsrail'e karşı büyük gösteriler başlatıldı. Bu gösterilere siyasi partiler,
gençlik örgütleri ve siviller katılarak Arap devletleriyle dayanışmalarını
gösterdiler. O dönemde ABD, İsrail'e askeri yardım sağlamak amacıyla Kıbrıs
hükümetinden İngiliz hava üslerini kullanma izni istedi; ancak Makarios
hükümeti bu talebi reddetti (Sakkas, 2012, 196). İngiliz hükümeti ayrıca
Amerikan kuvvetlerinin İngiliz üslerini kullanmasını da reddetti.
2.2.
1974
Kıbrıs krizi, Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail
1974 yazında, Doğu Akdeniz'deki istikrarı
tehdit eden yeni bir bölgesel kriz patlak verdi. 15 Temmuz 1974'te,
Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu, Yunan komutanlarla işbirliği yaparak, Kıbrıs
Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios'a karşı askeri darbe düzenledi. Harris'in
(2004, 266) belirttiği gibi:
Makarios'un
devrilmesiyle Kıbrıs Anayasası açıkça ihlal edilmişti ve bu durum Atina'nın
adayı yönetmesi ve Türkiye çıkarlarına zarar verecek şekilde enosis'i
(Yunanistan'la birleşme) gerçekleştirmesi olasılığını ortaya çıkarmıştı.
Kıbrıs Anayasası'na göre garantör ülke olan
Türkiye, Kıbrıs Türk toplumunu korumak amacıyla 20 Temmuz'da müdahalede bulundu
. Müdahalenin ardından Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs temsilcileri
arasında ihtilafa bir çözüm bulmak için müzakereler başladı. Ancak müzakere
süreci sona erdi.
14-16 Ağustos 1974 tarihleri
arasında Türkiye, Kıbrıs'ın kuzey kısmını (Kıbrıs topraklarının yaklaşık
%37'si) işgal ederek adaya bir müdahale daha yaptı. Uluslararası toplum,
Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesine tepki gösterdi ve Harris'in (2004, 266)
belirttiği gibi:
Ne yazık
ki Türkiye açısından, ilk operasyon uluslararası toplum tarafından Atina'daki
cuntanın genel olarak nefretle karşılandığı bir durum olarak kabul edilirken,
demokratik güçlerin devreye girmesinden sonra gerçekleştirilen ikinci dalga
operasyon dış dünya tarafından hiçbir zaman meşru olarak kabul edilmedi.
Türkiye'nin Kıbrıs'a müdahalesi, Batı'da
yalnızlaşmasına ve ABD'nin silah ambargosuna (1979'a kadar) yol açtı. Batı'daki
yalnızlaşmasının bir sonucu olarak Türkiye, Sovyetler Birliği, Arap devletleri
ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile yakınlaşmaya gitti. Ancak FKÖ, Kıbrıs
konusunda Türk tarafını desteklemedi ve bu durum Türk makamlarını memnun
etmedi. Donis Christofinis'in de belirttiği gibi, "Öte yandan Filistin
hareketi ve Filistin halkı, Arap dünyasında bizim tarafımızın {Kıbrıs Rum
tarafı} birincil destekçisiydi/destekçisidir. Bunun nedeni, Kıbrıs Rum
liderliği, AKEL ve Kıbrıs Rum sivil halkının Filistin hareketini ve
Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini her zaman desteklemiş
olmasıdır." Dahası, Aras'ın (2004, 56) da belirttiği gibi:
FKÖ, Türk askerinin Kıbrıs'ta bulunma
hakkının olmadığı ve derhal geri çekilmesi gerektiği yönündeki Rum tarafının
tutumunu her zaman desteklemiş, Mayıs 1976'da İstanbul'da toplanan Yedinci
İslam Dışişleri Bakanları Konferansı'nın kararlarını onaylamamış, Türk tarafını
desteklemiştir.
Bununla birlikte, Arap devletlerinin 1970'lerin
ortalarından bu yana bölünmüş olması nedeniyle, çoğunluğunun Kıbrıs sorununda
Kıbrıs Rum tarafının tutumunu desteklediğini söyleyemeyiz. Takis
Hadjidemetriou'nun da belirttiği gibi, "Kıbrıs krizinden sonra Arap
tepkileri
1974'teki durum, Türkiye ile ikili ilişkilerine
bağlıydı. Örneğin, Suudi Arabistan'ın Kıbrıs {Rum-Rum tarafı} ile günümüze
kadar hiçbir diplomatik ilişkisi yoktu; hatta Kıbrıslı Rumların Suudi Arabistan
ile ekonomik bağları olduğu gerçeği bile... Kıbrıs {Rum-Rum tarafı} ise,
Türkiye'ye düşman bir devlet olan Suriye ile samimi ve sıcak ilişkiler
içindeydi. Öte yandan Vassos Lyssarides, "Ne Arap devletleri ne de FKÖ,
Türk-Kıbrıs'ın ayrı bir devlet ilanını tanımadı" iddiasında bulunuyor.
Türkiye'nin Türkiye lehine müdahalesi sırasında
İsrail'in rolüne dair doğrulanmamış bazı haberler de vardı (Sakkas, 2012, 203).
Kıbrıslı Rum siyasetçiler ise böyle bir durumun söz konusu olmadığını savundu.
Takis Hadjidemetriou'ya göre, "O dönemde İsrail'in askeri darbeye dair
herhangi bir kanıt veya makale bulmak için bir araştırma yaptım, ancak başarılı
olamadım. Jerusalem Post, askeri darbeden yalnızca bahsetti ve daha fazla
ayrıntı vermedi. İsrail'e karşı şüphelerimiz Arap yanlısı politikamızdan
kaynaklanıyordu. İsrail'i baş düşmanlarımızdan biri olarak görüyorduk."
2.3.
Rum-Kıbrıs'ın
Arap devletleri, Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail ile ikili ilişkileri, 1975-1994
Kıbrıs krizinin ardından, Kıbrıs Rum liderliği
Arap-İsrail anlaşmazlığına ilişkin Arap ve Filistin yanlısı politikalarını
sürdürdü. 1974 krizinden sonra Türkiye, Arap devletlerinin desteğini kazanmak
için onlarla yakınlaşma yoluna gitti. Daha sonra, Kıbrıs Türk liderliği adanın
kuzeyinde ayrı bir devlet kurulduğunu ilan ettiğinde, Türkiye Arap devletlerini
Türk-Kıbrıs devlet ilanını tanımaya ikna etmeye çalıştı. Ker-Lindsay'in (2008,
538) belirttiği gibi:
Kıbrıslı
Türklerin İslam Konferansı Örgütü'ne (İKÖ) tam üyeliğini güvence altına almak
için özel çabalar sarf edildi. Bunu önlemek için Kıbrıs hükümeti, güçlü
ilişkiler geliştirdiği Orta Doğu'daki Müslüman devletlerin yardımını almaya
çalıştı. Bu nedenle hem Ankara hem de Lefkoşa bölge genelinde yoğun lobi
faaliyetleri yürüttü. Kıbrıs Rum tarafının çabaları daha başarılı oldu.
İsrail hükümeti 1970'lerin ortalarında işgal
altındaki topraklarda yeni yerleşim birimleri inşa etmeye başladığında,
Kıbrıslı Rum liderler bu politikaya karşı çıktılar. Bu arada, Kıbrıslı Rum
siyasetçiler, Kıbrıs ve Filistin meseleleri hakkında görüş alışverişinde
bulundukları FKÖ üyeleriyle temaslarda bulundular. Bu görüşmeler sırasında FKÖ,
Kıbrıslı Rumlara Filistin meselesindeki destekleri için teşekkür etti ve Kıbrıs
meselesine verdikleri desteğin devam edeceğine dair güvence verdi.
FKÖ, 1977 yılında Sol Komünist siyasi partisi
AKEL'i Beyrut'a davet etti. Burada FKÖ ve AKEL liderleri bir araya gelerek
bölgesel gelişmeler hakkında fikir alışverişinde bulundular (AKEL ve FKÖ ortak
bildirisi, Haravgi gazetesi, 10 Şubat 1977, Yunanca, 1). Ayrıca AKEL, FKÖ
liderlerini Kıbrıs'a davet etti. Burada da iki parti bir araya gelerek
dayanışmalarını dile getirdiler (Aynı düşman ve aynı mücadele…, Fileleftheros
gazetesi, 4 Ekim 1977, Yunanca, 10).
Ayrıca, Kıbrıslı Rum örgütleri ve siyasi
partileri, İsrail'in 1978 ve 1982 yıllarında Lübnan'ı işgali sırasında Filistin
halkına dayanışma ve desteklerini ifade ettiler. Bu dönemde Kıbrıslı Rum
örgütleri, Filistin ve Lübnan halkına ekonomik ve maddi yardımlarda bulundu. Bu
arada, Kıbrıslı Rum siyasi partileri, bireyler ve örgütler,
Mısır ile İsrail arasında 1979'da imzalanan
barış anlaşmasına itiraz. Raporlara göre, siyasi partilerin çoğu Mısır-İsrail
barış anlaşmasını suçladı ve Mısır Cumhurbaşkanı'nı Arap dünyasına ihanet
etmekle suçladı (AKEL'in FKÖ'ye dayanışma mesajı, Haravgi gazetesi, 27 Mart
1979, Yunanca 1, 7).
İsrail'in 1982'de Lübnan'ı işgali sırasında,
Kıbrıslı Rum siyasi partiler, İsrail politikalarına karşı duruşlarını dile
getirirken, Filistin ve Lübnan halkına manevi ve ekonomik destekte bulundular.
Falanjlar Filistinli mülteci kamplarına girerek Filistin halkını katlettiğinde
ise, Kıbrıs'ta suçu kınayan gösteriler düzenlendi ve bu gösterilere birçok
Kıbrıslı Rum siyasi parti ve örgüt katıldı (EDEK'in İsrail karşıtı gösterisi,
Fileleftheros gazetesi, 20 Eylül 1982, Yunanca, 12).
Ayrıca, 1987'de işgal altındaki topraklarda
Filistin ayaklanması - İntifada başladığında, Kıbrıslı Rum politikacılar ve
sivil halk, İsrail'in baskıcı uygulamalarını kınarken Filistin halkını
desteklediler. Vassos Lyssarides, "Eminim ki {Kıbrıslı Rum}
destekçileriydiler. Ancak Filistinlilere herhangi bir yardım olup olmadığını
bilmiyorum. Elbette Filistinlilere manevi destek verdik ve onları diplomatik
olarak destekledik." dedi. FKÖ, işgal altındaki topraklarda Filistin
devletinin kuruluşunu ilan ettiğinde (1988), Kıbrıslı Rum liderliği bunu hemen
tanıdı.
FKÖ ise, Filistin meselesindeki Rum-Kıbrıslı
tutumundan ve aralarındaki samimi ve sıcak ilişkilerden memnundu. Bu çerçevede,
Filistin hareketi Kıbrıs meselesindeki Rum-Kıbrıslı politikalarını destekledi.
Dolayısıyla, FKÖ'nün Kıbrıs Rum liderliğiyle ikili ilişkilerinin hızla
iyileştiğini söyleyebiliriz.
Bu dönemde gelişmeler yaşandı. Ayrıca, Yaser
Arafat'ın Türkiye ziyaretinin ardından, FKÖ'nün Kıbrıs'ın kuzeyinde yeni bir
ofis açacağı bilgisi geldi. Ankara ziyareti sırasında FKÖ siyasi temsilcisi
Kaddumi (Kaddumi, FKÖ ofisinin kurulmasını reddetti… Simerini gazetesi, 19
Ağustos 1979, Yunanca, 1) şunları söyledi: "Kıbrıs'taki örgütü temsil eden
Lefkoşa'da zaten bir FKÖ ofisi var… Bir ülkede iki ofis açmaya gerek yok."
1980'de Pakistan'da düzenlenen İslam Konferansı sırasında (Kıbrıs'ın bölünmesine
karşı on Arap ülkesi, Haravgi gazetesi, 15 Haziran 1980, Yunanca, 5):
Lübnan
ve Filistin temsilcileri, Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş'ın 'Kıbrıs Türk
Devleti'nin başkanı olarak selamlanmasını kabul etmediler ve onu Müslüman
toplumunun şefi olarak anmayı tercih ettiler... Konferans sırasında, Kıbrıs'ın
bölünmesine karşı çıkan on Arap ülkesi vardı... Bunlar arasında Suriye, Ürdün
ve FKÖ de vardı.
Dahası, 1989'un başlarında Yaser Arafat'ın
Kıbrıs sorununa çözüm bulmak için arabuluculuk yapmaya hazır olduğuna dair
haberler de vardı. Bu haberlere göre (Arafat Kıbrıs sorununda arabulucu,
Simerini gazetesi, 24 Ocak 1989, Yunanca, 16):
Kıbrıs'ın
Lefkoşa kentindeki Filistin temsilcisi, Kıbrıs'a resmi bir ziyaret
gerçekleştirecek olan Yaser Arafat'ın, Kıbrıs sorununa çözüm bulunması için
Yunanistan Başbakanı Andrea Papandreu ve Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile
iyi ilişkilerini kullanacağını doğruladı.
Öte yandan, Yaser Arafat'ın Kıbrıs'a resmi bir
ziyaret planlayarak Kıbrıslı Rum liderlerle görüşmelerde bulunması Türk
makamlarını memnun etmedi. Kıbrıs Rum basınına göre (Arafat'ın ziyareti,
Fileleftheros gazetesi, 9 Şubat 1989, Yunanca, 13), "Türkiye Dışişleri
Bakanlığı
Yaser Arafat'ın Kıbrıs'a resmi ziyareti
hakkındaki bilgilerden memnun kalmamıştı…” Son olarak, Kıbrıs ziyaretini Yaser
Arafat başlatmadı. Ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkileri, FKÖ'nün Kıbrıs
konusundaki politikalarını değiştirmedi ve FKÖ'nün Kıbrıslı Rum siyasi
partilerle ilişkilerini tehdit etmedi.
Bununla birlikte, özellikle 1970'lerin
ortalarından bu yana Kıbrıs'ta yaşanan bazı olaylar bu özel ilişkiyi tehdit
etti. En ciddi olaylardan biri, Yusuf Sebai'nin Arap gerillalar tarafından
öldürülmesiydi. Bu olay, Mısır'ın Kıbrıslı Rumlarla ikili ilişkilerinin
bozulmasına yol açtı. Dimitrakis'e (2010, 159) göre: "...18 Şubat 1978
sabahı, önde gelen Sedat yanlısı Mısırlı editör Yusuf Sebai, bir Kuveytli ve
bir Ürdünlü tarafından Lefkoşa Hilton Oteli'nde öldürüldü."
Daha sonra saldırganlar 50 delegeye saldırdı ve
Kıbrıs'tan Larnaka Uluslararası Havalimanı üzerinden ayrılmaya çalıştılar.
Kaçıranlar ve Kıbrıslı Rum yetkililer arasındaki müzakere sürecinde Kıbrıs'tan
ayrılmayı kabul ettiler, ancak 12 Arap delegesi rehin aldılar. Daha sonra 12
rehineli kaçıranlar bir uçağa binerek Kıbrıs'tan ayrılıp bir Arap ülkesine
gitmeye çalıştılar ancak başarılı olamadılar. Bu nedenle Cibuti'ye gittiler ve
uçak yakıt ikmali yaptıktan sonra Larnaka Havalimanı'na geri döndüler (Dimitrakis,
2010, 159). Sonunda uçak Larnaka Havalimanı'na ulaştı ve Kıbrıslı Rum
yetkililer kaçıranlarla müzakerelere başladı. Dimitrakis'e (2010, 160) göre,
"...Cumhurbaşkanı Kiprianu, kaçıranlara Kıbrıs pasaportlarının yanı sıra
adanın güvenli geçişini de teklif etti..."
Bu arada, FKÖ lideri Yaser Arafat, rehine
gemisinin ortadan kaldırılması için yardım teklifinde bulundu. Bunun sonucunda
16 FKÖ savaşçısı Kıbrıs'a gelerek Rum yetkililere yardım teklifinde bulundu
(Dimitrakis, 2010, 160). Ayrıca, Mısır yetkilileri
çözüm bulmak için arabuluculuk yapmaya hazır
olduklarını ifade ettiler ve Larnaka'ya bir Mısır temsilcisi geldi. Ancak Mısır
temsilcisi yerine Larnaka havaalanına Mısır birlikleri geldi.
Daha sonra Mısır güçleri bir kurtarma
operasyonu düzenlemeye çalıştı ve rehineleri ve kaçıranları taşıyan uçağa ateş
açtı. Rum Ulusal Muhafızları, Mısırlı komandolara ateş açtı ve Rum-Kıbrıslı ve
Mısırlı askerler arasında çatışma çıktı. Sonuç olarak 15 Mısırlı hayatını
kaybederken, birçok Mısırlı ve Rum askeri yaralandı (Dimitrakis, 2009).
O olaydan sonra Mısır ile Kıbrıslı Rumlar
arasındaki ilişkiler dondu ve her iki taraf da çatışmadan birbirini sorumlu
tuttu. Dahası, FKÖ, Mısırlı editörün suikastından ve kaçırılmasından sorumlu
olduğu yönündeki suçlamaları reddetti (Dimitrakis, 2009). FKÖ ile Kıbrıslı Rum
liderler arasındaki ilişkiler istikrarını korudu. Ancak Kıbrıslı Rumların Mısır
ile ilişkileri kesildi. "...Sedat'ın, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş
yönetimindeki Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin uluslararası statüsünü tanımakla
tehdit ettiği" öne sürüldü (Dimitrakis, 2010, 164). 50 rehineden biri olan
Vassos Lyssarides, olayla ilgili anılarını bana anlattı.
“Bu
Sadat’ın hatasıydı… {Cumhurbaşkanı} Kiprianu, Sadat’a “Onları tutuklayacağız ve
ya yargılayacağız, ya da size göndereceğiz” güvencesini verdi… {Sadat}
rehineleri kurtarmak için bir Mısır komando birliği gönderdi… Bu gerçekten
üzücü bir olaydı, önlenmesi gereken bir olaydı”.
Ayrıca Kıbrıs'ta 1971'de bir İsrailli
işadamının, 1979'da iki Filistin Kurtuluş Örgütü üyesinin, 1984'te bir başka
Filistin Kurtuluş Örgütü üyesinin öldürüldüğü ve aynı yıl bir bombanın
patlatıldığı başka olaylar da yaşandı.
Lefkoşa'daki İsrail Büyükelçiliği yakınlarında
patlayan bomba can kaybına yol açmadı. 1986'da iki Kıbrıslı Rum öğrenci İslamcı
bir hareket tarafından rehin alındı ve Yaser Arafat'ın yardım teklif ettiği
haftalarca süren müzakerelerin ardından iki Kıbrıslı Rum öğrenci serbest
bırakıldı (Arafat'ın çabaları onları özgürleştirdi Aneksartitos gazetesi, 23
Haziran 1986, Yunanca 1). Ayrıca, 1985'te üç İsrailli radikal bir Filistinli
grup tarafından öldürüldü, 1988'de bir arabada patlayan bomba üç FKÖ üyesinin ölümüne
yol açtı, aynı yıl Limasol'daki Filistin 'Dönüş Gemisi'nde bir bomba patladı ve
İsrail Büyükelçiliği yakınlarında bir araba bombası patladı, iki Kıbrıslı Rum
ve bir Arap öldü.
Kıbrıs Rum makamları ile FKÖ arasındaki
ilişkiler, Kıbrıs'ta İsrailli sivillerin katledilmesinden bir ölçüde
etkilenmiştir. Bu durum, İsrail'in Kıbrıslı Rum siyasetçilere FKÖ ile
ilişkilerini yeniden değerlendirmeleri yönündeki baskılarının bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda (Kıbrıs sorun oldu, Simerini gazetesi, 10 Şubat
1987, Yunanca, 1):
İsrail
Deniz Kuvvetleri Komutanı, FKÖ'nün Kıbrıs'taki ofislerini bir operasyon
merkezine dönüştürmesi nedeniyle Kıbrıs'ın İsrail'in Ortadoğu'daki ulusal
çıkarları açısından sorun haline geldiğini ileri sürdü.
FKÖ'nün Kıbrıslı Rum siyasi partiler ve
bireylerle ilişkileri bu dönemde istikrarlı seyretmiş ve barış müzakereleri
sürecinde daha da güçlenmiştir. FKÖ, sol ve sosyalist partiler AKEL ve EDEK ile
sıcak ilişkiler sürdürürken, bu partiler FKÖ'nün yürütme kurulunda yer alan
diğer Filistinli gruplarla da yakın ilişkiler içindeydi. FKÖ'nün karizmatik
liderlerinden Ebu Cihad, 1988'de Tunus'ta İsrail istihbarat servisleri
tarafından öldürüldüğünde, tüm Kıbrıslı Rum siyasi partiler saldırıyı kınamış
ve dayanışmalarını dile getirmiştir.
Filistin halkıyla. FKÖ ve Kıbrıs Rum
yönetiminin sırasıyla Türkiye ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmeleri, ikili
ilişkilerini etkilemedi.
Kıbrıs Rum yetkilileri, Filistin halkı ve
ulusal haklarıyla dayanışma içinde olduklarını ifade ederken, FKÖ Kıbrıs
konusunda Kıbrıs Rum tarafını destekledi ve Kıbrıs'ın bölünmesine karşı çıktı.
Dolayısıyla, İsrail ve Türkiye'nin Kıbrıs Rum tarafına ve FKÖ'ye yönelik
baskılarına rağmen ikili ilişkilerin bozulmadığını söyleyebiliriz.
Öte yandan, Kıbrıslı Rumların İsrail ile
ilişkileri soğuk ve çok düşük bir seviyede seyretti. Kıbrıs, İsrail'i 1960'taki
kuruluşundan bu yana tanıyor olmasına rağmen, Kıbrıslı Rumların Arap-İsrail
çatışmasına yönelik tutumu ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) yanlısı
politikaları, iki taraf arasındaki ikili ilişkilerde herhangi bir iyileşmeye
izin vermedi. 1978'de, Kıbrıslı Rum gazeteci Panagiotis Paschalis, Tel Aviv'de
İsrail polisi tarafından tutuklanarak İsrail'e karşı casusluk faaliyetlerinde
bulunmakla suçlandı (Siyonistler, Kıbrıslı Rum gazeteciyi tutukladı, Ta Nea,
gazete, 18 Ocak 1978, Yunanca, 1).
Kıbrıs'ta büyük gösteriler düzenlendi ve tüm
Kıbrıslı Rum siyasi partiler, Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadı.
İsrail Komünist Partisi bile Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadı
(Paskalya iki hafta gözaltında tutuldu, Ta Nea, gazete, 20 Ocak 1978, Yunanca,
8). Donis Christofinis'e göre, "Paskalya uzun yıllar hapis cezasına
çarptırıldı, ancak bir buçuk yıl sonra serbest bırakıldı. Bu durum, Kıbrıs'taki
İsrail büyükelçiliği önünde düzenlenen büyük gösterilerin bir sonucuydu."
Üstelik 1978 yılının ortalarında İsrail
Mossad'ının üyeleri tutuklandı
Kıbrıs'ı hükümet birimlerine, sosyalist parti
(EDEK) ve FKÖ ofislerine karşı casusluk faaliyetlerinde bulunmaktan suçlu buldu
(Organize casusluk faaliyetleri Aneksartitos, gazete, 15 Mayıs 1978, Yunanca
1). Ancak Kıbrıslı Rum siyasetçiler bu gerçeği herhangi bir ayrıntı vermeden
dile getirdiler. Takis Hadjidemetriou, "Kıbrıslı bir sivilden bilgi alan
Rum polisi, Mossad ajanlarını tutukladı" iddiasında bulundu. Dahası,
Vassos Lissaridis, "Tüm Kıbrıslı Rum siyasi partileri bu faaliyetleri kınadı...
Elbette İsrailliler tarafından herhangi bir itirafta bulunulmadı" dedi.
Dolayısıyla, Kıbrıs ve Kıbrıs Rum liderliğinin
Arap-İsrail çatışması sırasında Arap ve Filistin yanlısı bir politika
benimsediğini söyleyebiliriz . Kıbrıslı Rumlar, Mısır (1970'lerin sonuna ve
tekrar 1980'lerin ortalarına kadar), Suriye ve FKÖ ile samimi ve sıcak
ilişkiler sürdürürken, İsrail ile ilişkileri soğuk kaldı. Ancak Soğuk Savaş'ın
sona ermesinin ve İsrail ile FKÖ arasındaki barış müzakere sürecinin ardından
Kıbrıs Rum liderliği İsrail ile yakınlaşmaya gitti. Levey'in (2003) de
belirttiği gibi, "Kıbrıs İsrail'e elçi göndermedi ve ancak 1994'te Tel
Aviv'de bir büyükelçilik açtı."
Bu tez, FKÖ'nün Kıbrıs ve Yunanistan ile
ilişkilerinin Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkilediğini incelemiştir.
Türkiye'nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinin, Türkiye'nin İsrail politikalarının
her zaman önemli, hatta çoğu zaman belirleyici bir parametresi olduğu açıktır.
Türkiye, Arap baskısından uzak bir şekilde İsrail'e yönelik politikalarını
yönlendirmeyi tercih edebilirdi; ancak Arap-İsrail çatışmasının dinamikleri,
Türkiye'yi Arap taleplerine karşı savunmasız hale getirmiştir.
Bu bağlamda, Mısır ve Suriye gibi bir dizi Arap
ülkesinin politikalarının yanı sıra, FKÖ'nün Kıbrıs sorununa ilişkin
politikaları Ankara'nın başa çıkmakta zorlandığı bir konu haline geldi.
Ankara'daki politika yapıcıların gözünde, zorluklar neredeyse FKÖ'nün 1964'teki
kuruluşundan bu yana belirginleşti ve örgütün Türkiye'nin yasadışı ilan ettiği
bir dizi örgütle gizli ilişkiler geliştirdiği 70'li ve 80'li yıllarda daha da
aşılmaz hale geldi. Dolayısıyla, FKÖ uluslararası konumunu güçlendirdikçe ve
sonunda Filistin halkının meşru ve tek temsilcisi haline geldikçe, Türkiye'nin
çıkmazı daha da aşılmaz hale geldi. Türkiye'nin FKÖ ile ilişkilerinin ve
Türkiye'nin Arap ülkeleriyle ilişkilerinin bu yönü göz ardı edildi. Bu tez,
FKÖ'nün Kıbrıs ve Yunanistan ile ilişkilerine odaklanıyor ve bunun Türkiye'nin
İsrail ile ilişkileri üzerindeki etkisini değerlendiriyor.
1964'te Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
kuruluşunun, adada cumhuriyetin ilanından bu yana Kıbrıs'ta patlak veren ilk
ciddi krizle aynı zamana denk gelmesi ilginçtir. 1962'deki Küba Füze Krizi gibi
krizlerin, özellikle 1962'deki Kıbrıs krizinin ardından, Türkiye'nin Batı ile
ilişkilerini zaten zedelemiş olduğunu belirtmek de önemlidir.
1963-1964 yılları arasında Türkiye, Batı
bloğunda kendini yalnız hissederken, Arap ülkeleri Kıbrıs politikalarını
desteklemedi. Bu nedenle Türkiye, Arap ülkeleri ve Sovyetler Birliği ile
yakınlaşmaya giderek ABD ve İsrail ile ilişkilerini yeniden değerlendirdi.
Türkiye'nin yeni politikalarının temel amacı, Kıbrıs konusunda Arap
devletlerinin desteğine ihtiyaç duymaktı.
1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı
da Türkiye'nin bölgeye yönelik politikalarının dönüşümünü hızlandırdı. Her iki
savaşta da Türkiye, Arap-İsrail çatışmasındaki az çok tarafsız tutumunu
sürdürerek Arap devletlerine desteğini sürdürdü: 1975'te BM Genel Kurulu'nda
Siyonizm'i ırkçılıkla özdeşleştiren kararı kabul ederken, 1975'te Türkiye,
Filistin Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının temsilcisi olarak tanıyarak
ve örgütün 1979'da Ankara'da bir temsilcilik açmasına izin vererek bir adım daha
ileri gitti.
Türkiye, İsrail'in Kudüs'ü ilhak etme kararını
protesto etmek için İsrail ile ilişkilerini düşürdü. İsrail hükümetinin 1982 yazında Lübnan'ı işgal
etmesiyle Türk-İsrail ilişkileri daha da kötüleşti. Ancak 1980'lerin
ortalarından itibaren iki ülke arasındaki ikili ilişkiler yeniden iyileşmeye
başladı. Ancak Filistin ayaklanması sırasında Türkiye kamuoyu, İsrail'in
Filistinli aktivistlere yönelik politikalarını eleştirdi ve iki ülke arasındaki
ikili ilişkiler düşük bir seviyedeydi. Dahası, 1988'de Filistin devletinin
ilanından sonra Türkiye, Filistin devletini tanıyan ilk ülkeler arasındaydı. Bu
durum İsrail makamlarını memnun etmedi. Buna rağmen, iki ülke arasındaki ikili
ilişkiler 1988'den itibaren iyileşmeye başladı.
Bu dönemde FKÖ liderliği İsrail devletini
tanıdı ve iki rakip parti arasında bir müzakere süreci başladı. 1990'lardaki
Körfez kriziyle birlikte gelen müzakere süreci, Türkiye'nin politikalarını
dönüştürmesine ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmesine olanak sağladı. Bu
dönemde Türk yetkililer, Filistin devleti ile de aynısını yapacaklarını
duyurdu. 1993 yılında FKÖ ile İsrail arasında İlkeler Bildirgesi'nin
imzalanmasının ardından Türkiye, İsrail ile ilişkilerini geliştirmekte özgür
hissetti.
FKÖ, kuruluşundan bu yana Türkiye ve İsrail
arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Türkiye, 1960'ların ortalarında ve 1974'te
patlak veren Kıbrıs krizinden bu yana ve 1970'lerdeki petrol krizi nedeniyle,
Kıbrıs konusunda Arap devletlerinin desteğini kazanmak için onlarla sıcak
ilişkiler kurmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Türkiye'nin Filistin meselesinin ve
FKÖ'nün Araplar için önemini anladığı ve 1970'lerin ortalarında FKÖ'yü
tanıyarak BM Genel Kurulu'nda Arap devletleri lehine oy kullandığı sonucuna
rahatlıkla varabiliriz.
Bununla birlikte, FKÖ'nün Türk radikal ve
ayrılıkçı hareketlerle, Yunanistan'la ve Kıbrıs meselesine ilişkin
politikalarıyla ilişkileri Türk makamlarını memnun etmedi. İsrail
istihbaratıyla iş birliği yapan Türk makamları, FKÖ'nün Lübnan'daki FKÖ kamplarında
destek ve eğitim alan gruplarla yakın ilişkileri olduğunu tespit etti. Ayrıca,
FKÖ'nün Kıbrıs Rum siyasi partileriyle yakın temaslar kurması ve Kıbrıs'ta
(adanın güney kesiminde) bir ofis açması da Türk makamlarını rahatsız etti.
Dahası, FKÖ ile Kıbrıs arasındaki yakın ilişkiler, iki taraf arasındaki iş
birliğinin İsrail'in çıkarlarına zarar verdiğini iddia eden İsrail makamları
tarafından her zaman gündeme getirildi ve
Türkiye.
Dolayısıyla, FKÖ'nün birçok örgütle gizli ilişkileri ve Kıbrıslı Rumları
destekleyen politikaları, Türkiye'nin örgütle ilişkilerini iyileştirme
çabalarını yavaşlattı. Dahası, bu yapılanma, Türkiye'nin İsrail ile diplomatik
düzeylerin çok ötesine geçen ilişkilerini sürdürme pozisyonuna meşruiyet
kazandırdı.
1) Aras, Bülent, 2004, Türkiye ve Büyük
Ortadoğu, Tasam Yayınları, İstanbul.
2) Baracskay, Daniel, 2011, Filistin Kurtuluş
Örgütü: Kutsal Topraklarda Terörizm ve Barış Beklentisi, Kaliforniya.
Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu, Bilgi Üniversitesi,
{02/12/2014}
3) Becker, Jillian, 1984, Filistin Kurtuluş
Örgütü: Filistin Kurtuluş Örgütü'nün yükselişi ve düşüşü, St. Martin's
Press, New York.
4) Bengio, Ofra, 2004, Türk-İsrail İlişkileri,
Ortadoğulu Yabancıların Değişen Bağları, Palgrave Macmillan, New York.
5) Bickerton, J. Ian, 2009, Arap-İsrail
Çatışması, Bir Tarih, Reaktion Books Ltd, Londra.
6) Bozdağlıoğlu, Yücel, 2003, Türk Dış
Politikası ve Türk Kimliği, Yapılandırmacı Bir Yaklaşım, Ed. Charles G.
MacDonald, Routledge, New York.
7) Brom, Shlomo, 2011, 'İsrail-Türkiye
İlişkileri', Sorunlu Üçgen: Yeni Orta Doğu'da ABD, Türkiye ve İsrail, editör.
Quandt, B. William, Just World Books, Charlottesville.
8) Brown, L. Carl, 2004, 'Diğer Orta Doğu
Devletleri', Orta Doğu'da Diplomasi, editör. Brown, L. Carl, IB Tauris,
Londra.
9) Budeiri, Musa, 2010, 'Demokrasi… ve Ulusal
Kurtuluş Deneyimi: Filistin Örneği', Duvarın Ötesinde, İsrail-Filistin
Tarihi Anlatıları, editörler. Ilan ve Hilal, Jamil, IB Tauris, Londra.
10)
Cleveland,
L. William ve Bunton, 2009, Modern Orta Çağın Tarihi
Doğu, 4. baskı . Westview Press, Colorado.
11)
Çelik,
Yasemin,1999, Çağdaş Türk Dış Politikası, Connecticut: Praeger,
Westport.
12)
Dimitrakis,
Panagiotis, 2010, Birinci Dünya Savaşı'ndan Ortadoğu krizlerine Kıbrıs'ta
askeri istihbarat, Tauris Akademik Çalışmalar, Londra.
13)
Doran,
Michael, 'Mısır: Tarihsel Bağlamda Pan-Arabizm', Brown, L. Carl'ın
editörlüğünde. Op. cit.
14)
Gause,
F. Gregory, 'ABD-İsrail-Türkiye Stratejik Üçgeni: Soğuk Savaş Yapıları ve İç
Politik Süreç', Quandt, B. William, ed. Op. cit.
15)
Hadawi,
Sami, 1979, Acı Hasat, Filistin'in Modern Tarihi, 2. basım .
Caravan Books, Los Angeles.
16)
Hale,
William M. 2000, Türk Dış Politikası, 1774-2000, Frank Cass, Londra.
17)
Harris,
S. George, 'Türkiye'nin Dış Politikası: Bağımsız mı, Reaktif mi?', Brown, L.
Carl'ın editörlüğünde. Op. cit.
18)
Hassassian,
S. Manuel, 1997, 'Filistin Kurtuluş Örgütü'nde Politika ve Tutum 1965-1994:
Oluşum Aşamasında Bir Demokrasi', Filistin Kurtuluş Örgütü ve İsrail:
Silahlı Çatışmadan Siyasi Çözüme, 1964-1994, editörler. Sela, Avraham ve
Moshe Ma'oz, St. Martin's Press, New York.
19)
Kushner,
David, 1987, 'Türkiye-Suriye İlişkilerinde Çatışma ve Uyum'
İlişkiler , İç Kısıtlamalar ve Bölgesel
Riskler,
düzenlemeler. Moshe Ma'oz ve Yaniv, Avner,
Croom Helm, Londra.
20)
Lesch,
W. David, 2001, 1979, Modern Ortadoğu'yu Şekillendiren Yıl, Westview
Press, Colorado.
21)
Liel,
Alon, 2001, Ortadoğu'da Türkiye: Petrol, İslam ve Siyaset, çev. Lottem,
Emanuel, Lynne Rienner Yayınları, Colorado.
22)
Litvak,
Meir, 'İçeride ve Dışarıda: Yerel Liderliğin Meydan Okuması, 1967-1994', Sela,
Avraham ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.
23)
Makovsky,
Alan, 1996, 'İsrail-Türkiye İlişkileri: Bir Türk “Çevre Stratejisi mi?”, İsteksiz
Komşu: Türkiye'nin Orta Doğu'daki Rolü, editör. Barkey, J. Henri, Barış
Enstitüsü Yayınları, Washington DC.
24)
Mallinson,
William, 2005, Kıbrıs modern bir tarih, IB Tauris, Londra.
25)
McDowall,
David, 1990, Filistin ve İsrail: Ayaklanma ve Ötesi, IB Tauris, Londra.
26)
Morris,
Benny, 2001, Haklı Kurbanlar, Siyonist-Arap Çatışmasının Tarihi, 1881-2001, Vintage
Books, New York.
27)
Muslih,
Muhammad, 'FKÖ barış girişimleri üzerine bir çalışma, 1974-1988', Sela, Avraham
ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.
28)
Nachmani,
Amikam, 1987, İsrail, Türkiye ve Yunanistan: Doğu Akdeniz'deki huzursuz
ilişkiler, F. Cass, Londra
29)
——,
2003, Türkiye yeni bir milenyumla karşı karşıya: İç içe geçmiş çatışmalarla
başa çıkmak, Manchester. Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu,
Bilgi
Üniversite, {02/12/2014}
30)
O'Malley,
Brendan ve Craig, Ian, 2001, Kıbrıs komplosu Amerika, casusluk ve Türk
işgali , IB Tauris, Londra.
31)
Pavlides,
Andros, 1978, Makarios, yeni bir biyografi, 1913-1977, cilt. a
Prometheus yayınları, Lefkoşa.
32)
Reich,
Bernard, İsrail Dış Politikası, Brown L. Carl'ın editörlüğünde. Op. cit.
33)
Robins,
Philip, 1991, Türkiye ve Ortadoğu, Dış İlişkiler Konseyi, New York.
34)
Rolef,
Susan, Hattis, İsrail'in Filistin Kurtuluş Örgütü'ne Yönelik Politikası:
Reddedilişten Tanınmaya, Sela, Avraham ve Moshe Ma'oz'un editörlüğünde. op.
cit.
35)
Rubin,
M. Barry, 1994, Zafere kadar devrim mi? Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
siyaseti ve tarihi, Harvard University Press, Cambridge.
36)
Sahliyeh,
Emile, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Etnik-Ulusal Seferberliğin Siyaseti, Sela,
Avraham ve Moshe Ma'oz editörlüğünde. op. cit.
37)
Sakkas,
John, 2012, Yunanistan, Kıbrıs sorunu ve Arap devletleri, 1947-1974 , Soğuk
Savaş döneminde diplomasi ve strateji , Yunanca, Pataki yayınları, Atina.
38)
Sarraj,
Eyad El, Filistin Yönetimi için Ruh Sağlığı Zorlukları: İntifadanın
Psiko-politik Mirası, Sela, Avraham ve Moshe, Ma'oz, editörler. A.g.e.
39)
Sayigh,
Yezid, Silahlı Mücadele ve Filistin Milliyetçiliği, Sela'da,
Avraham ve Moshe, Ma'oz, editörler. Op. cit.
40)
Sela,
Avraham, Giriş, Sela, Avraham ve Moshe, Ma'oz, düzenlemeleri. Op. cit.
41)
TG
Fraser, 2004, Arap-İsrail çatışması, 2. basım . Palgrave
Macmillan, New York.
42)
Filistin
Sorunu ve Birleşmiş Milletler , 2008,
New York. Şuradan edinilebilir: eBook Akademik Koleksiyonu, Bilgi Üniversitesi,
{02/12/2014}
43)
Ulus,
Mutlu, Özgür, Türkiye'de Ordu ve Radikal Sol: Askeri darbeler, sosyalist
devrim ve Kemalizm, IB Tauris, Londra.
44)
Wagner,
Lehr, Heather, 2002, Anlaşmazlık İçindeki İnsanlar, İsrail ve Arap Dünyası, Chelsea
House Yayınları, Londra.
45)
Zürcher,
J. Eric, 1998, Türkiye Modern Bir Tarih, IB Tauris, Londra. Dergi
Makaleleri
1) Abadi, Jacob, 'Yunanistan'ın İsrail'e Yönelik
Politikasındaki Kısıtlamalar ve Düzenlemeler', Akdeniz Dergisi, cilt 11,
sayı 4 (2000), s.40-70. Şuradan
edinilebilir:
http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}
2) Dimitrakis, Panagiotis, '1978 Larnaka Havaalanı
Muharebesi, Kıbrıs ve İngiltere Diplomasisi', MERIA , 07, Haziran 2009.
Şuradan edinilebilir: http://www.gloria-center.org/ {03/12/2014}
3) Ker-Lindsay, James, 'Avrupa'nın Doğu Karakolu:
Kıbrıs Cumhuriyeti ve Orta Doğu' Yuvarlak Masa, cilt 97, sayı 397,
(Ağustos 2008), s. 535-545. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}
4) Levey, Zach, 'İsrail'in Kıbrıs'a Girişi,
1959-1963: Doğu Akdeniz'de Diplomasi ve Strateji' MERIA , cilt 7, sayı 3
(Eylül 2003). Şuradan edinilebilir: http://www.gloria-center.org/ {03/12/2014}
5) Miller, Rory, '1964-1992 yılları arasında
Avro-İsrail ilişkilerinde FKÖ faktörü' İsrail İşleri, cilt 10, sayı 1-2
(2004) s.123-155. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}
6) Sakkas, John, 'Yunan diktatörlüğü, ABD ve
Araplar, 1967-1974', Güney Avrupa ve Balkanlar Dergisi , cilt 6, sayı 3
(2004), s.245-257. Şuradan edinilebilir: http://library.ucy.ac.cy/en {02/12/2014}
7) Sakkas, John, Yunanistan, Arap dünyası ve
İsrail, Doğu Akdeniz'de sorunlu bir üçgen”, (2007) s.1-12. Academia.edu adresinden edinilebilir.
{02/12/2014}
1) Haravgi Gazetesi. “Makarios’un Nasır’a
Dayanışma Mesajı” , 07/06/1967, Yunanca, s.1, 5.
2) 'İsrail liderleri Elrom suikastı karşısında şok
oldular, öfkelendiler, cenaze töreni düzenlendi' JTA , 23/05/1971,
Şuradan ulaşılabilir: http://www.jta.org/ {02/12/2014}
3) Haravgi Gazetesi. “AKEL ve FKÖ'nün dayanışma
mesajı” , 10/02/1977,
Yunanca, s.1.
4) Haravgi Gazetesi. “FKÖ ile İsrail Komünist
Partisi arasındaki ilk görüşme” , 06/05/1977, Yunanca, s.8.
5) Fileleftheros Gazetesi. “AKEL ve FKÖ şunu
vurguluyor: Düşman aynı, mücadele aynı” , 04/10/1977, Yunanca, s.10.
6) NEA Gazetesi'nden
.
"Siyonistler bir Kıbrıslı Rum gazeteciyi tutukladı "
18/01/1978, Yunanca, s.1.
7) Ta NEA Gazetesi. “Paschalis
iki hafta
gözaltında tutuldu ”
20/01/1978, Yunanca, s.8.
8) Aneksartitos Gazetesi. “Organize casusluk
faaliyetleri” , 15/05/1978, Yunanca, s.1.
9) Haravgi Gazetesi. “AKEL’in FKÖ’ye Dayanışma
Mesajı” , 27/03/1979, Yunanca, s.1, 7.
10) Simerini Gazetesi. “Kaddumi, işgal
bölgelerinde FKÖ bürolarının kurulmasını reddetti” , 19/08/1979, Yunanca,
s.1.
11) Haravgi Gazetesi. “Kıbrıs’ın bölünmesine
karşı on Arap ülkesi” , 15/06/1980, Yunanca, s.5.
12) Nestor, John, 1982, 'Papandreou, Filistin
Kurtuluş Örgütü'nün Arafat'ı için Yunan karşılama paspası serdi', The
Christians Science Monitor , 3 Eylül. Şuradan erişilebilir:
http://www.csmonitor.com/ {02/12/2014}
13) Fileleftheros Gazetesi. “EDEK'in İsrail'e
Karşı Gösterisi” , 20/09/1982, Yunanca, s.12.
14) Aneksartitos Gazetesi. “Üç İsraillinin
katilleri FKÖ muhalifleridir” , 09/12/1985, Yunanca, s.3.
15) Aneksartitos Gazetesi. “Arafat'ın çabaları
onların özgürlüğünü getirdi” , 23/06/1986,
Yunanca,
s.1.
16) Simerini Gazetesi. “Bir İsrailli donanma
subayı şöyle dedi: Kıbrıs,
“sorun” , 10/02/1987, Yunanca, s.1.
17) Simerini Gazetesi. “Arafat Kıbrıs Sorununda
Arabulucu Olarak” , 24/01/1989, Yunanca, s.16.
18) Fileleftheros Gazetesi. “ Arafat'ın
ziyareti” , 09/02/1989, Yunanca, s.13.
1) Kıbrıs Cumhuriyeti Tel Aviv Büyükelçiliği. Şu
adresten ulaşılabilir: http://www.mfa.gov.cy/mfa/embassies/embassy_telaviv.nsf {28/11/2014}
Vassos
Lyssarides ile röportaj
Vassos Lyssarides, Kıbrıslı Rum siyasetçi ve
Kıbrıslı Rum sosyalist partisi EDEK'in (EDEK 1969'da kurulmuştur) kurucusu ve
tarihi lideridir. Vassos Lyssarides, 1969-2001 yılları arasında EDEK'in
başkanlığını yapmıştır. Vassos Lyssarides ayrıca, 1960 yılında Kıbrıs
Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana Parlamento Üyesi olarak seçilmiş ve altı
yıl (1985-1991) boyunca Parlamento Başkanlığı yapmıştır. Ayrıca, Vassos
Lyssarides, 1959 yılında Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak düzenlenen Londra
konferansına da katılmıştır. Sayın Vassos Lyssarides ile yapılan röportaj, 14
Kasım 2014 tarihinde Kıbrıs'ın Lefkoşa kentindeki ofisinde yayınlanmıştır.
Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka
planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır
arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler
ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?
{Rum-Kıbrıs tarafı} ilişkilerimiz, özellikle
Makarios'un Nasır'la ilişkileri sıcaktı. Bağlantısızlar Hareketi bağlamındaki
iş birliklerinin ötesinde kişisel bir dostlukları vardı. Her ikisi de
Bağlantısızlar Hareketi'nin önde gelen isimleri arasındaydı . Kıbrıs'ın Arap
devletlerinin çoğunluğuyla ilişkileri sıcak ve saftı. Ancak tüm Arap
devletleriyle ilişkilerimizin sıcak olduğunu söyleyemem. Elbette Filistin halkı
ve Filistin hareketi için de durum aynıydı. Filistin meselesine gelince, Kıbrıs
{Rum-Kıbrıs tarafı}, BM kararlarının uygulanması ve gerçek anlamda bağımsız bir
Filistin devletinin kurulması yönünde net bir politika benimsedi. Sonuç olarak,
Kıbrıs ve Kıbrıs Rum tarafı, önce FKÖ ile, ardından da Filistin Yönetimi ile
samimi ve sıcak ilişkiler sürdürdü. Günümüze kadar Kıbrıs Rumları ile FKÖ-PA
arasındaki ilişkiler sıcak ve samimi kaldı. Makarios'un halefleri, Arap
devletleriyle olan sıcak ilişkilerini büyük bir başarıyla sürdürdüler.
1956 Süveyş Krizi sırasında, Büyük Britanya'nın
sömürgesi altındaki Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik
operasyonlarında üs olarak kullanıldı. Makarios, Kıbrıslı Rum veya Türk
siyasetçiler veya kişilerden herhangi bir tepki geldi mi? Makarios, Nasır'ın
Süveyş Kanalı'nı millileştirme kararını destekledi mi?
Elbette tepkiler vardı. Ancak Makarios o
dönemde Kıbrıs cumhurbaşkanı değildi; Kıbrıslı Rumların lideriydi. Burada bir
şey eklemeliyim. Anti-komünist olan Grivas (EOKA lideri), Nasır'ın Mısır'daki
politikalarını destekledi. Hatırladığım kadarıyla, onun komutası altında,
Kıbrıslı Rumların Nasır'ın mücadelesine desteklerini göstermek amacıyla
Kıbrıs'taki İngiliz üssünde iki İngiliz uçağı havaya uçuruldu. Ancak bunu teyit
etmelisiniz, çünkü ben bundan emin değilim. Dahası, o dönemin tüm
politikacıları (elbette 1950'lerde bu kadar çok politikacı ve siyasi parti
yoktu) Nasır'ı destekledi ve saldırıyı kınadı. İşgale karşı bir seferberlik
vardı ve kriz sırasında Süveyş Kanalı'nda sadece Yunan denizciler görev
yerlerinde kaldı. Nasır bu olayı asla unutmaz ve Yunan denizcilerin katkıları
sayesinde Süveyş Kanalı {işgale kadar} açık kaldı.
Son noktanızla ilgili olarak Süveyş Kanalı'nda
Rum denizcilerin olup olmadığını sormak istiyorum.
Bilmiyorum.
Araştırmam sırasında, Kıbrıs'ın bağımsızlığını
kazanmasının ardından (16 Ağustos 1960), Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının
baskıları altında Kıbrıs'ın İsrail'i tanıdığını ve İsrail'e Lefkoşa'da
büyükelçilik açma izni verdiğini öğrendim. Kıbrıs'ın adada İsrail'e
büyükelçilik açma izni verme kararına, özellikle Mısır olmak üzere Arap
devletlerinin tepkilerini bana anlatabilir misiniz?
Bunu duymadım ve durumun böyle olduğunu da
sanmıyorum. İsrail başından beri diplomatik ilişkiler kurmak için acele etti.
Cumhurbaşkanı Makarios ise (Mısır ile gerginliği önlemek için) öncelikle Mısır
temsilcisini bekliyordu. Bu nedenle, Arap devletlerinden herhangi bir tepki
geleceğini sanmıyorum, çünkü Kıbrıs'ın BM'nin tüm üye devletlerini tanıması
gerekiyordu. Makarios Seyşeller'de sürgündeyken, Nasır ona Kıbrıs'a dönmeden
önce Mısır'da kalmasını önerdi. Makarios ise Yunanistan'a gitmeyi tercih etti.
Makarios, Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak ilk resmi
ziyaretini 1961'de Mısır'a yaptı. Dahası, Eylül 1961'de Kıbrıs, Kıbrıslı
Türklerin ve Türkiye'nin itirazlarına rağmen Bağlantısızlar Hareketi'ne üye
oldu. Yunanistan, Türkiye ve İsrail, Makarios'un bu hamlelerine nasıl tepki
verdi?
Arap devletlerinin bundan memnun olduğunu
düşünüyorum. Üstelik neredeyse tüm Arap devletleri, Kıbrıs'ın da üye olduğu
Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesiydi. Bu, mümkün olan tek karardı. Kıbrıs NATO
üyesi olamazdı. Makarios bile Kıbrıs'ın NATO üyesi olmasını istemişti, Türkiye
kesinlikle kabul etmezdi. Bağlantısızlar Hareketi'nin BM Genel Kurulu'ndaki
etkinliğinden bahsetmek önemli. Hatırladığım kadarıyla İsrail, Kıbrıs'ın
Bağlantısızlar Hareketi'ne katılmasına tepki göstermemişti .
1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde,
Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974
yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair
haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de
Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?
Nasır, Suriye ve çeşitli Arap ülkelerinin
tarafımızı desteklediğini söyleyebilirim. Bunu teyit edebilirim çünkü
Makarios'un Mısır/Kahire'ye yaptığı resmi ziyaretlerde hazır bulundum.
Makarios'un Nasır'la dostluğu sıcak ve
istikrarlıydı. Yani, Kıbrıs (çoğunlukla Kıbrıs Rum kesimi) ile Arap devletleri
arasındaki ilişkiler sıcaktı. Elbette bu, 1963'teki iki toplumlu çatışmalar
sırasında Arapların tavrıydı. Arap devletlerinin çoğu, biz Kıbrıslı Rumlara
ihtiyaç duyduğumuz her türlü yardımı sağlayacaklarını iddia etti. Suriye'den
ise sınırlı bir askeri yardım (sadece hafif silahlar) vardı.
Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Haziran 1964'te
kuruldu. Filistin hareketiyle ilk yıllarında herhangi bir siyasi parti veya
hükümetin teması oldu mu?
FKÖ'nün ilk lideri Ahmed Şukayri ile bazı
temaslarım oldu. Ancak, Arafat'ın FKÖ lideri olmasından bu yana Arap dünyasıyla
ve özellikle Filistin hareketiyle yakın, sıcak ve samimi ilişkilerim oldu.
Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti,
1967 Altı Gün Savaşı, 1970-1971 Ürdün Krizi ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında
nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında Arap devletlerine
herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki gösterdi mi?
İngiltere, bu krizler sırasında adadaki üslerini İsrail lehine kullandı mı?
Kullandıysa Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol krizinin Kıbrıs
üzerindeki etkileri neler oldu?
Elbette manevi destek vardı. Diplomasi dışında
başka bir yardım yoktu, çünkü bunun ötesinde bir yardımda bulunamazdık. İngiliz
üslerinin İsrail lehine kullanıldığını sanmıyorum. Ama bu soruyu cevaplayacak
kişi ben değilim. Genel olarak Kıbrıs daha Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum
siyasi partileri, Filistin halkını diğer tüm Arap devletlerinden daha fazla
destekledi. Yardım isterlerse elbette verirdik, ancak belirli örnekleri
hatırlayamıyorum.
Kıbrıs
Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz 1974'te Makarios'a karşı askeri darbe
yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz 1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap
devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz
sırasında İsrail'in Türk ordusuna lojistik destek sağladığına dair haberler de
vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e
tepkisi ne oldu?
Hatırladığım kadarıyla Suriye'den hafif
silahlar gönderilmişti, ama ne zaman ve nasıl olduğunu hatırlamıyorum.
Türkiye'nin müdahalesi sırasında kendi silahlarımızı bile kullanmadık. Türkiye'nin müdahalesi sırasında
Arap devletlerinden herhangi bir yardım gelmedi. İsrail'in o dönemdeki
politikalarına gelince, bunu teyit edemem, ancak Türkiye'nin müdahalesi
sırasında tarafsız olmadıkları anlaşılıyor.
Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar
Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?
Bildiğim kadarıyla, herhangi bir FKÖ üssü
yoktu. Bazı bağlantılarımız vardı, üslerimiz yoktu. FKÖ bizimkinden daha
örgütlüydü.
1975 yılında Kıbrıs Rum liderliği, Filistin
Kurtuluş Örgütü'nü (FKÖ) Filistin halkının tek temsilcisi olarak tanıdı. İsrail
hükümetinin Kıbrıs Rum Yönetimi'nin FKÖ'yü tanıma kararına tepkisi ne oldu?
Bildiğim kadarıyla, Kıbrıs Rum liderliği,
hükümeti ve siyasi partiler Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini
destekledi. Biz de Filistinlilerin kendi kaderini tayin ve özgür ve bağımsız
bir Filistin devleti kurulması talebini günümüze kadar destekliyoruz.
Aynı yıl Rauf Denktaş, "Kıbrıs Türk Federe
Devleti"nin kuruluşunu ilan etti. Arap devletleri veya FKÖ bu devleti
herhangi bir forum veya kuruluşta tanıdı mı? Kıbrıslı Rumlar, Arap
devletlerinin ve FKÖ'nün "Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni tanımasını
engellemek için ne yaptı? İsrail tanıdı mı?
Ne Arap devletleri ne de FKÖ,
Türk-Kıbrıslıların ayrı bir devlet ilanını tanımadı. Arap politikaları günümüze
kadar değişmedi ve yalnızca Rum liderliğini ve her ardıl hükümeti tanıyorlar.
1975'te Orta Doğu'da bir başka bölgesel kriz
patlak verdi: Lübnan iç savaşı. Bu iç savaş, sırasıyla 1976 ve 1978'de Suriye
ve İsrail'in müdahalesine ve 1982 yazında İsrail'in bu ülkeyi büyük çapta
işgaline yol açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e karşı tepkileri ne oldu?
Kıbrıs Rumları Filistinlileri ve FKÖ'yü destekledi mi ve desteklediyse nasıl
destekledi?
Genel olarak Filistinlilere karşı bir tutum ve
genel bir Filistin yanlısı politika vardı, ancak belirli olayları
hatırlayamıyorum. Ayrıca Kıbrıs, FKÖ'nün temsilcilik açmasına izin veren ilk
ülkelerden biriydi ve Filistin hareketiyle ilişkilerimiz dostane ve sıcaktı.
Dahası, 1975'te BM Genel Kurulu, Siyonizmi
ırkçılıkla özdeşleştiren bir karar aldı. Kıbrıs ve Yunanistan bu karara evet
oyu verdi mi?
Evet elbette.
1970'lerin sonlarında, ABD'nin girişimiyle
Mısır ve İsrail arasında barış görüşmeleri başladı. Barış sürecinin bir sonucu
olarak, iki ülke ilk olarak Kamp'ı imzaladı.
1978'deki Davut Anlaşmaları ve 1979'daki barış
antlaşması. Kıbrıs Rum yönetimi veya herhangi bir siyasi parti, Mısır ve İsrail
arasındaki antlaşmaların imzalanmasına tepki gösterdi mi? Kıbrıs'ın Mısır veya
İsrail ile ikili ilişkilerinde herhangi bir etkisi oldu mu?
Tepkileri hatırlamıyorum. İsrail ile Mısır
arasındaki anlaşmaya ilişkin tartışmalı tepkiler vardı. Ancak siyasi partilerin
ne ölçüde tepki verdiğini hatırlamıyorum.
İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Kıbrıslı Rum
gazeteci Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay
hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz? Kıbrıslı Rum yönetimi gazeteciyi
serbest bırakmak için ne gibi adımlar attı? Arap devletlerinden herhangi bir
tepki geldi mi?
Kıbrıs Rum hükümetinin gerekli adımları
attığını biliyorum, ancak hangi adımların atıldığını bilmiyorum. Elbette,
gazetecinin üyesi olduğu AKEL dışında tüm Kıbrıs Rum siyasi partileri
tutuklamayı kınadı. Arap devletlerinin de, Kıbrıs Rum tarafına yönelik genel
tutumlarına dayanarak, Kıbrıslı Rum gazetecinin tutuklanmasını kınadığını
tahmin ediyorum.
1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri
olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan
Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve
kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir
çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu
olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler
oldu?
Sadat'ın hatasıydı. Onlar (kaçıranlar) politik
olarak amatördüler. Bizi rehin aldıklarında, Arap olmayan delegeleri serbest
bırakacaklarını söylediler ve sadece Arap delegeleri tuttular. Ben de
ayrılamayacağımı söyledim çünkü o insanlar...
Konuklar, daha sonra dönemin bakanı Benyamin,
rehin olarak kendini teklif etti. Müzakere süreci sırasında, onların {siyasi}
seviyelerinin çok düşük olduğunu anladım. Cumhurbaşkanı {Rum Cumhurbaşkanı}
Spyros Kyprianou ile birlikteydim ve Sadat onu aradığında ben de oradaydım.
Kyprianou, Sadat'a "Onları tutuklayacağız ve ya yargılayacağız ya da size
göndereceğiz" diye güvence verdi. Hiçbir ülkeden karaya çıkmak için izin
alamayınca, kaçırıcılar Larnaka havaalanına geri döndüler ve yolcu olarak Atina'ya
gidebilmek için Rum pasaportu talep ettiler. Orada elbette tutuklanacaklardı ve
ya suçu işledikleri ülkeye geri döneceklerdi ya da mağdurun ülkesine, yani
Mısır'a gönderileceklerdi. Elbette tutuklanacaklardı, ancak pasaportlarında
fotoğraflarının olmasını istedikleri ve yanımızda fotoğraf makinesi olmadığı
için süreç gecikti. Sanırım Sadat, sadece kaçıranların tutuklanmasıyla
yetinmemiş, dünyaya bu tür olayları önleyebileceğini göstermek istemişti.
Kiprianu'nun benim de fikrim olan "birazdan size teslim edeceğiz"
fikrini kabul etmek yerine, çatışma devam ederse öldürülecek olan rehineleri
kurtarmak için bir Mısır komando birliği göndermişti. Kaçıranlar silahlarını
çoktan bırakmıştı. Kaçıranlarla herhangi bir çatışma yaşanmamıştı. Çatışma, Rum
askerleri ile Mısırlı komandolar arasındaydı. Bu bir hataydı. Ben de oradaydım.
Kaçıranları silahlarını teslim etmeye ve Yunan pasaportlarıyla Atina'ya yolcu
olarak gitmeye ikna ettiğimi biliyorum. Pasaportlarımızın onlar için bir çıkış
yolu olduğunu düşünüyorlardı. Dolayısıyla çatışmanın bir anlamı yoktu ve bu
kadar çok insan haksız yere öldü. Gerçekten üzücü bir olaydı, önlenmesi gereken
bir olaydı.
Bazı haberlere göre, Mayıs 1978'de iki
İsrailli, Kıbrıs'ta hükümet binalarına ve EDEK ile FKÖ ofislerine karşı
casusluk faaliyetlerinde bulunmaktan tutuklanıp yargılandı. Bana durumu tam
olarak anlatabilir misiniz? Hükümet ve siyasi partiler nasıl tepki verdi?
Kıbrıs Rum siyasi partilerinin tamamı bu
faaliyetleri kınadı. Olayla ilgili daha fazla ayrıntı bilmiyorum ama herkesin
bu faaliyetleri kınadığından emin olabilirsiniz. Elbette İsrailliler tarafından
herhangi bir itirafta bulunulmadı.
Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik
açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin
iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi
parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti
mi?
Sanmıyorum. Aslında bir devleti tanıdığımızda,
dünyadaki tüm ülkelerin onu tanımasını bekleriz. Türkiye ile anlaşmazlığımız
bir şey. Filistin meselesi başka bir şey. Zaten bunu yapmışken, bir devlete
"Filistin hareketini tanımamalısınız" diyebilir miyiz?
Kıbrıs Türk lideri Rauf Denktaş, 15 Kasım
1983'te "Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti"nin kuruluşunu ilan etti.
Herhangi bir Arap devleti veya FKÖ bu devleti tanıdı mı? Kıbrıs Rum liderliği
bu ilana nasıl tepki verdi ve Arap devletlerinin ve FKÖ'nün bu devleti
tanımasını engellemek için ne gibi çabalar sarf etti?
Çok az sayıda istisna dışında tüm Arap
devletleri tanımaya karşı çıktı. Ancak bazı İslam İşbirliği Teşkilatı zirveleri
sırasında, herhangi bir tanıma olmaksızın, Türk-Kıbrıs ayrı devletiyle bağlantı
kurma seçeneği gündeme geldi.
Aralık 1987'de Filistin Ayaklanması-İntifada
patlak verdi. Kıbrıs Rum liderliği Filistinlileri destekledi mi ve İsrail'in
protestoculara yönelik baskıcı uygulamalarını suçladı mı?
Destekçi olduklarından eminim. Ancak
Filistinlilere herhangi bir yardım yapılıp yapılmadığını bilmiyorum. Elbette
Filistinlilere manevi destek verdik ve onları diplomatik olarak destekledik.
Giysi, ilaç, yiyecek vb. gibi ek yardım talep ederlerse elbette onlara verdik,
ancak elimde buna dair bir kanıt yok.
Filistin İntifadası'nın patlak vermesinin
ardından, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve rakip
partiler İsrail'in var olma hakkını kabul ederek barış müzakereleri sürecini
başlattı. Kıbrıs Rum liderliği Filistin devletini tanıdığında, Yunanistan gibi
diğer devletlere Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı
mı? İsrail ile FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?
Öyle olup olmadığını bilmiyorum. Bizim
politikamız, Filistinlilerin sorunlarını kendi başlarına çözmeleri yönündedir.
Tutumumuz, Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebine ilişkin politikamıza
dayanıyordu.
1970'lerin başlarından itibaren, Kıbrıs Rum
siyasi partileri Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile temaslarda bulundu ve başta
Sol Komünist ve Sosyalist partiler olmak üzere çeşitli Kıbrıs Rum siyasi
partileri, Lübnan'daki FKÖ genel merkezine resmi ziyaretlerde bulundu. Ayrıca,
FKÖ'nün önde gelen isimleri Kıbrıs'a resmi ziyaretlerde bulundu ve bu
ziyaretler sırasında Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumunun siyasi partilerinin
önde gelen isimleriyle görüşmelerde bulundu. Bu görüşmelerin bir analizini
yapmak ve bu görüşmelerin FKÖ ile Kıbrıs/Kıbrıslı Rumlar arasındaki ilişkileri
ne ölçüde etkilediğini açıklamak mümkün müdür?
Genel olarak Filistin hareketiyle her zaman saf
ve sıcak ilişkilerimiz oldu. Geçmişte olduğu gibi Filistin hareketiyle yakın
temaslarımızı sürdürüyoruz ve
Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini
destekliyorum. Hatırladığım kadarıyla AKEL de aynı politikaları benimsemişti.
Ancak sanırım tüm Kıbrıs Rum siyasi partileri Filistin yanlısıydı. Kıbrıs Rum
siyasi partileri içinde herhangi bir olumsuz tutum hatırlamıyorum.
Kıbrıs'ta 1970'lerin ortalarından bu yana
Filistinlilere yönelik suikastlar, Filistinli gerillalar tarafından
İsraillilere yönelik suikastlar vb. gibi birçok olay yaşandı. Elbette tüm
olaylardan bahsedemeyiz. Tüm bu olaylar hakkında bir yorum yapabilir misiniz?
Kıbrıs Rum liderliği bu saldırıların ardından nasıl tepki verdi?
Kıbrıs Rum siyasi partilerinin tamamı
suikastları ve diğer tüm saldırıları kınadı. Ülkemizde bize dost örgüt
mensuplarının katledilmesini kabullenemedik.
Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
(FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum
yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?
Onu {Ebu Cihad} şahsen tanıyordum ve
arkadaştık. Ölüm haberini duyduğumda elbette çok üzüldüm. Ancak basında çıkan
haberlerin ötesinde, tepkiler hakkında daha fazla ayrıntı bilmiyorum.
Donis Christofinis ile röportaj
Donis Christofinis, 1950'lerden beri Kıbrıs'ın
sol komünist partisi AKEL'in üyesidir. Ayrıca, 1964-1974 yılları arasında sol
komünist gençlik örgütü EDON'un genel sekreterliğini yapmıştır. 1973-2009
yılları arasında Halk Dayanışma Komitesi'nin genel sekreterliğini yapmıştır.
Donis Christofinis ayrıca AKEL Yürütme Kurulu üyeliğine seçilmiş ve birkaç yıl
bu kurulda görev yapmıştır. Sayın Donis Christofinis ile yapılan röportaj, 19
Kasım 2014 tarihinde Donis Christofinis'in Lefkoşa, Kıbrıs'taki evinde gerçekleştirilmiştir.
Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka
planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır
arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler
ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?
AKEL siyasi bir parti olarak, Makarios ve
hükümet, Filistinliler ve Arap devletleriyle sıcak ilişkilere sahipti.
Makarios, Kıbrıs'ın NATO üyesi değil, Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi olması
gerektiğini en başından beri anlamıştı. Arap devletleri de Bağlantısızlar
Hareketi'nin üyesiydi. O dönemde {II. Dünya Savaşı} AKEL, Nazi kamplarından
kaçarak yasadışı yollarla Kıbrıs'a gelen ve Britanya İmparatorluğu tarafından
başka bir kampa yerleştirilen Yahudi halkının Kıbrıs'tan kaçmasına ve
Filistin'e yerleşmesine yardımcı oldu. AKEL olarak Yahudi halkını destekledik
çünkü bu insanların Nazi Almanyası'nın kurbanları olduğuna inanıyorduk ve
onları anti-faşist olarak görüyorduk. İsrail devletinin kurulmasından sonra
İsrail devletinin Filistin halkına zulmedeceğini tahmin edemezdik. İsrail,
parlamentosu, seçilmiş temsilcileri vb. olan demokratik bir devlettir. Ancak
Filistinlilere zulmettiler ve Filistin halkına karşı anti-komünist ve insanlık
dışı politikalar benimsediler. Elbette Filistin halkına karşı İsrail politikalarını
kabul etmeyen ve kınayan, Filistinlilerle barış içinde yaşamayı arzulayan
ilerici ve komünist İsraillilerin de olduğunu söylemeliyim.
Filistin devleti 1967 öncesi sınırlarda
kurulmalıdır. Hatırladığım kadarıyla AKEL olarak resmi politikamız, Filistin
meselesinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasıyla adil bir çözüme
ulaşılmasıdır. Süveyş krizi sırasında Kıbrıs, İngiliz ve Fransız birlikleri,
hatta muhaliflerimiz tarafından askeri üs olarak kullanıldı. Elbette Arap
devletlerine ve Filistin halkına da elimizden geldiğince manevi destek ve
yardımda bulunduk, çünkü ekonomik sorunlarımız da vardı. İki halk (Rum ve
Filistin halkı) arasında bir dayanışma vardı; bu dayanışma günümüze kadar devam
etti. AKEL olarak sadece FKÖ ve El Fetih ile değil, aynı zamanda Filistin
Kurtuluş Cephesi, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, komünistler ve genel olarak
tüm Filistinli örgütlerle ilişkilerimiz vardı. 1982'de İsrail'in Lübnan'ı
işgali sırasında Filistin ve Lübnan halkına yardım gönderdiğimiz belirli bir
olayı hatırlıyorum. O dönemde kendi sorunları olan, bazıları gidecek yeri
olmayan ve mülteci kamplarında kalan Kıbrıslı Rum mültecilerin taşıdığı ilaç,
giysi ve yiyecekle dolu bir kamyon vardı. Ayrıca, Filistin halkıyla
dayanışmamızı göstermek amacıyla İsrail politikalarına karşı büyük gösteriler
düzenleyen Halk Dayanışma Komitesi'ni (EPAL) kurduk ve yardım etkinlikleri
düzenledik. Ayrıca, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat ile
kişisel temaslarım ve görüşmelerim oldu.
1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde,
Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974
yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair
haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de
Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?
Bu bilgiyi doğrulayamıyorum çünkü bilmiyorum.
Elbette Arap devletleri bizim tarafımızı (Rum tarafını) destekledi, tıpkı bizim
yaptığımız gibi. Ancak, Amerika yanlısı bir politika benimseyen Suudi
Arabistan'ı dahil etmiyorum.
Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti,
1967'deki Arap-İsrail savaşları, 1970-1971 Ürdün krizi ve 1973 Yom Kippur
Savaşı sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında
Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki
gösterdi mi? Büyük Britanya, bu krizler sırasında adadaki üslerini İsrail
lehine kullandı mı ve kullandıysa Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol
krizinin Kıbrıs üzerindeki sonuçları neler oldu? Cevap:
İlk Arap-İsrail savaşı 1948'de patlak verdi.
AKEL, 1948 savaşının ardından İsrail devletinin tek taraflı olarak ilan
edilmesini ve Filistin halkının anavatanlarından zorla sürülmesini kınadı.
Süveyş Krizi sırasında Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik askeri
operasyonlarında üs olarak kullanıldı ve biz de bunu kınadık. 1967 Altı Gün
Savaşı sırasında İsrail'in saldırganlığını/saldırısını kınadık. O dönemde,
hatırladığım kadarıyla, Doğu Almanya'dan Suriye'ye bir röntgen cihazı
gönderdik. Genel olarak, Arap-İsrail savaşları sırasında Arap devletlerini ve
Filistin hareketini destekledik.
Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz
1974'te Makarios'a karşı askeri darbe yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz
1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü
(FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz sırasında İsrail'in Türk ordusuna
lojistik destek sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir
misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e tepkisi ne oldu?
İsrail'in 1974'teki Türk müdahalesi sırasında
Türk ordusuna herhangi bir yardımda bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Yakın
ilişkileri vardı, ancak kriz sırasında onların (İsraillilerin) müdahil olduğunu
söyleyemem. Öte yandan Filistin hareketi ve Filistin halkı, Arap dünyasında
bizim tarafımızın (Rum tarafı) birincil destekçisiydi/destekçisidir. Bunun
nedeni, Kıbrıs Rum liderliğinin, AKEL'in ve Kıbrıs Rum sivil halkının Filistin
hareketini ve Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini her zaman desteklemiş
olmasıdır. Ve inanıyorum ki...
Kıbrıs sorununa ilişkin politikalarını
sürdüreceklerini ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çerçevesinde Türk-Kıbrıs
ayrı devletinin tanınmasını engelleyeceklerini belirtti.
Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar
Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?
FKÖ Kıbrıs'ta üs kurmadı çünkü buna ihtiyaçları
yoktu. Kıbrıs'ta zaten bir temsilcilikleri vardı. Elbette Filistinli mülteciler
Kıbrıs'a gelip adada kaldılar, ancak Filistin liderleri kalmadı. Çünkü Kıbrıs
küçük bir ada ve Mossad ajanları için kolay hedef olabilirlerdi.
İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Kıbrıslı Rum
gazeteci Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay
hakkında bana biraz bilgi verebilir misiniz? Kıbrıslı Rum yönetimi gazeteciyi
serbest bırakmak için ne gibi adımlar attı? Arap devletlerinden herhangi bir
tepki geldi mi?
Paschalis, AKEL üyesi ve Haravgi gazetesinin
muhabiriydi. Tel Aviv'e muhabir olarak gitti ve İsrail polisi tarafından
tutuklanarak casuslukla suçlandı. Paschalis uzun yıllar hapis cezasına
çarptırıldı, ancak bir buçuk yıl sonra serbest bırakıldı. Bu durum,
Lefkoşa'daki İsrail Büyükelçiliği önünde düzenlenen büyük gösterilerin ardından
gerçekleşti.
1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri
olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan
Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve
kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir
çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu
olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler
oldu?
Elbette Sebai suikastını da bu tür tüm
olaylarda olduğu gibi kınadık. O olayın ayrıntılarını hatırlamıyorum ama
Kıbrıs'taki en ciddi olaylardan biriydi.
Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik
açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin
iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi
parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti
mi?
Filistin hareketinin uluslararası tanınma talep
etmesi elbette mantıklıdır ve bu durumda Türkiye'den de talep etmesi gerekir.
Çekincelerimiz ve endişelerimiz daha çok, Türkiye ile ilişkilerin kurulmasının
Filistin hareketiyle ilişkilerimizi olumsuz etkilemesiyle ilgiliydi. FKÖ'nün
Ankara'da temsilcilik açmasının Filistin hareketiyle olan sıcak ilişkilerimize
zarar verebileceğinden endişeleniyorduk.
Aralık 1987'de Filistin Ayaklanması-İntifada
patlak verdi. Kıbrıs Rum liderliği Filistinlileri destekledi mi ve İsrail'in
protestoculara yönelik baskıcı uygulamalarını suçladı mı?
Filistin ayaklanması - İntifada, işgal
altındaki topraklarda İsrail'in baskıcı uygulamalarına maruz kalan Filistin
halkının genel grevi/gösterisidir. Elbette onları diplomatik düzeyde
destekledik ve Filistin halkına elimizden geldiğince yardım ettik. Onlara ilaç,
giysi, yiyecek vb. gönderdik.
Filistin İntifadası'nın patlak vermesinden
sonra, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve İsrail'in var
olma hakkını kabul ederek rakip partiler ortaya çıktı.
Barış müzakereleri süreci. Kıbrıs Rum liderliği
Filistin devletini tanıdığında ne oldu? Yunanistan gibi diğer devletlere
Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı mı? İsrail ile
FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?
Bana göre Filistin devletinin kurulması,
Filistin halkının ve Filistin hareketinin bir zaferidir. İsrail ordusu Filistin
topraklarından çekilmeli ve uluslararası toplum da İsrail'e baskı yapmalıdır.
İsrail ayrıca Gazze Şeridi'ne uyguladığı ablukayı da kaldırmalıdır. Kıbrıs Rum
liderliği, Filistinlilerin kendi kaderini tayin talebini elbette
desteklemektedir.
Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
(FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum
yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?
Ebu Cihad'ı şahsen tanıyordum. İsrail
istihbaratının yasadışı bir eylemiydi ve elbette Ebu Cihad suikastını kınadık.
Filistinli gerillalar bu tür saldırılar gerçekleştirdiğinde de tavrımız
aynıydı.
Taki Hadjidemetriou ile röportaj
Takis Hadjidemetriou, sosyalist parti EDEK'in
kurucu liderlerinden biriydi. Ayrıca, Parlamento Üyesi olarak seçildi ve aynı
zamanda Savunma Komitesi ve Avrupa Kültür Mirası Alt Komisyonu başkanlığını
yürüttü. Aynı zamanda İKME - Sosyopolitik Araştırmalar Enstitüsü başkanlığını
da yürütüyor. Sayın Takis Hadjidemetriou ile yapılan röportaj, 25 Kasım 2014
tarihinde Takis Hadjidemetriou'nun Kıbrıs, Lefkoşa'daki evinde gerçekleşti.
Öncelikle, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ)
kuruluşuna kadar Kıbrıs'ın Arap devletleriyle ilişkilerinin tarihsel arka
planını analiz etmenizi rica ediyorum. Bu bağlamda, Makarios ile Nasır
arasındaki özel ilişkiyi bana anlatabilir misiniz? İlk kez ne zaman görüştüler
ve bu görüşme nasıl gerçek bir dostluğa dönüştü?
Öncelikle Kıbrıs meselesinin Arap
milliyetçiliğiyle bağlantılı olduğunu söylemek isterim. Özellikle Faruk'un
devrildiği ve önce Muhammed Nakib'in, ardından Nasır'ın iktidara geldiği
1950'li ve 1960'lı yıllarda Arap milliyetçiliği Arap dünyasında yayılmış ve
anti-emperyalist duygular yaratmıştır. Bu dönemde Yunanistan ile birleşme
talebi (Kıbrıslı Rumların talebi) radikalleşmiştir. Bu dönemde Batı ve ABD ile
bağlantılı ve NATO üyesi olan Türkiye, Arap milliyetçiliğinin yükselişinden ve
Arap devletlerinin Sovyetler Birliği ile bağlarından tehdit hissetmiştir. Sonuç
olarak, Türkiye bir yandan Arap dünyası içinde yalnızlaşırken, Kıbrıs da
sömürge karşıtı mücadelesi (Büyük Britanya'ya karşı) nedeniyle Arap
milliyetçiliğiyle bağdaştırılmıştır. Bu dönemde Kıbrıs ve Arap devletlerinin el
ele verdiğini söyleyebiliriz. Makarios, Kıbrıs meselesinin ilk yıllarında
(muhtemelen 1955'te) Mısır'ı ziyaret etmiştir. Makarios, 1955'te Bandung'da
düzenlenen ve yıllar sonra Bağlantısızlar Hareketi'nin kurulmasına yol açan Afro-Asya
Konferansı'nın toplantılarına katıldı . Bu durum, yeni kurulan Kıbrıs
devletinin Bağlantısızlar Hareketi'ne üye olmasının nedenini açıklıyor. Arap
devletleri, BM'de Kıbrıs Rum tarafını, ilgili kararlar sırasında desteklediler.
Kıbrıs meselesi. O dönemde Türkiye'nin Arap
devletleriyle ilişkilerinde kopukluklar yaşandığını söyleyebilirim. Sonrasında
Kıbrıs bağımsızlığını kazanınca Bağlantısızlar Hareketi'nin de üyesi oldu.
Hatta Fazıl Küçük'ün (o zamanki Cumhurbaşkanı Yardımcısı) bazı çekinceleri
vardı; Makarios'un niyetlerine veto koymadı. Sonuç olarak Kıbrıs,
Bağlantısızlar Hareketi'nin üyesi oldu ve sömürge karşıtı hareketlerle bir
bağlantı, daha doğrusu bu bağlantının devamı oldu. Kıbrıs'ın Bağlantısızlar
Hareketi ve elbette Arap dünyasıyla bağlantısının sürdüğünü söyleyebilirim.
Sonuç olarak Kıbrıs, Filistin örgütü El Fetih ve elbette Filistin hareketiyle
de bağlantılıydı. Arap devletleriyle ve Filistin hareketiyle o kadar yakın ve
sıcak ilişkilerimiz vardı ki, 1967 Altı Gün Savaşı sırasında Kıbrıs
parlamentosunda bu konu tartışıldı. Altı Gün Savaşı'nın sona ermesinden sonra,
Nasır ve Arap milliyetçiliğinin zayıfladığına dair genel bir görüş vardı;
Filistin hareketi ve radikalleşen El Fetih yükselişe geçti. Bu dönemde Kıbrıs,
önce El Fetih ile, ardından da FKÖ ile ilişkilendirildi. Elbette, Filistin
hareketiyle ilişkilerimiz 1967'den beri hızla gelişiyordu. Arap devletleri ve
Filistin hareketiyle birkaç yıl boyunca samimi ve sıcak ilişkiler yaşadık. Şunu
söylemeliyim ki, Türkiye Sovyetler Birliği ile yakınlaşmaya başlasa bile, Arap
devletleriyle ikili ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadı. Bu,
Türkiye'nin özellikle ekonomik ve istihbarat alanlarında İsrail ile
ilişkilerinin bir sonucuydu. Bana göre, İsrail varlığını Kıbrıs'ın ötesinde
büyük ölçüde Türkiye'ye borçludur, çünkü birçok Yahudi, Filistin'e giderken
Kıbrıs'tan geçmiştir. Şimdi, İsrail ile ilişkilerimize gelince, Kıbrıs,
kuruluşundan bu yana (1960'ta) İsrail ile diplomatik ilişkiler kurmuştur. Ancak
ilişkilerimiz soğuktu. Kıbrıs, İsrail'de büyükelçilik açmadı; Bizim de bir
temsilcimiz yoktu. İsrail devletiyle hiçbir temasımız yoktu ve gözlemlediğim
kadarıyla İsrail, Kıbrıs meselesinde, iki toplumlu çatışmalarda vb. tarafsız
kaldı. Ancak 1970'lerin ortalarından itibaren yeni bir gelişme yaşandı: Kıbrıs,
birkaç yıl boyunca Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve İsrail'in savaş alanı
haline geldi. 1970'lerin ortalarından itibaren Mossad ajanları, FKÖ üyesi
Filistinlileri öldürüyor. Olympia Oteli'nde bir olay yaşandı (1973'te Kıbrıs'ta
Hüseyin el Beşir Fetih'in temsilcisinin öldürülmesi).
1972 Münih katliamına misilleme olarak}. Daha
sonra Larnaka'da bir İsrail yatına saldırı oldu. Ayrıca Sebai'nin suikasta
uğradığı olay da yaşandı {Larnaka havaalanı olayı 1978}, ancak suikast 1973 Yom
Kippur Savaşı'ndan sonra gerçekleşti. Bu dönemde Arap devletleri bölünmüştü,
Mısır Arap dünyasının kara koyunuydu ve özellikle Kıbrıs'ın günümüze kadar
dostane ilişkiler içinde olduğu Suriye'den tecrit edilmişti. O dönemde Mısır'la
ilişkilerimiz 1978 Larnaka havaalanı olayı ve Camp David anlaşmalarının ardından
sona erdi. O dönemde Arap devletleriyle de ekonomik ilişkilerimiz vardı.
Kıbrıslı Rum şirketleri Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinde, bazı
durumlarda Libya'da, Cezayir'de ve bir dereceye kadar Suriye'de faaliyet
gösteriyordu. Yani bazı Arap devletleriyle ekonomik ilişkilerimizde, hatta
genel Arap yanlısı politikamızda bir iyileşme vardı. Arap devletleriyle
ekonomik ilişkilerimiz uzun yıllar devam etti. Daha sonra, Yunanistan'ın
arabuluculuğuyla Mısır'la ilişkilerimiz de normalleşti. Bu arada Türkiye Arap
ülkeleriyle yakınlaşırken, özellikle Camp David Anlaşmaları ve İsrail-Mısır
ittifakının ardından ABD'nin varlığı güçlendi. Bu dönemde Kıbrıs'ın Arap
ülkeleriyle diplomatik ilişkileri zayıflarken, ekonomik ilişkilerimiz hızla
iyileşiyordu. Bu, küresel ve bölgesel gelişmeler bağlamında (1970'lerin
sonlarından bu yana) gerçekleşti. Arap ülkeleri ve İsrail ile ilişkilerimizin
genel hatları böyledir.
1956 Süveyş Krizi sırasında, Büyük Britanya'nın
sömürgesi altındaki Kıbrıs, İngiliz ve Fransızların Mısır'a yönelik
operasyonlarında üs olarak kullanıldı. Makarios, Kıbrıslı Rum veya Türk
siyasetçiler veya kişilerden herhangi bir tepki geldi mi? Makarios, Nasır'ın
Süveyş Kanalı'nı millileştirme kararını destekledi mi?
O dönemde, Rum-Kıbrıs mücadelesi (bağımsızlık
ve Yunanistan ile birlik) ile Mısır arasındaki ilişkiler ve Yunanistan'ın Mısır
ile ikili ilişkileri gelişiyordu. Bunun nedeni, bir yandan Yunan denizcilerin
Süveyş Kanalı operasyonlarının devamına katkıda bulunması, diğer yandan
EOKA'nın Kıbrıs'taki İngiliz üslerini ve varlığını hedef almasıydı. Dahası,
patlatma başlatarak
İngiliz uçakları, Rum milliyetçi hareketinin
Mısır halkıyla dayanışmasını gösterdi.
Araştırmam sırasında, Kıbrıs'ın bağımsızlığını
kazanmasının ardından (16 Ağustos 1960), Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafının
baskıları altında Kıbrıs'ın İsrail'i tanıdığını ve İsrail'e Lefkoşa'da
büyükelçilik açma izni verdiğini öğrendim. Kıbrıs'ın adada İsrail'e
büyükelçilik açma izni verme kararına, özellikle Mısır olmak üzere Arap
devletlerinin tepkilerini bana anlatabilir misiniz?
İsrail büyükelçiliğine saldırı düzenlendi.
Silahlı bir Filistinli grup İsrail büyükelçiliğine ateş açtı, ancak can kaybı
yaşanmadı. Kıbrıs'taki İsrail büyükelçiliği birkaç yıl boyunca İsrail karşıtı
ve Filistin yanlısı gösterilerin merkezi haline geldi. Bu konuda (Arapların
İsrail büyükelçiliğinin açılmasına tepkileri) hiçbir bilgim yok. İsrail
Kıbrıs'ta bir büyükelçilik açmış olmasına rağmen, Arap devletleriyle
ilişkilerimiz kesilmedi ve sıcak ve samimi bir ilişki sürdürdük.
1963-1964 Kıbrıs krizi patlak verdiğinde,
Mısır'ın Kıbrıslı Rumlara silah sağladığına dair haberler vardı. Ayrıca, 1974
yılına kadar Suriye'nin Kıbrıslı Rumlara gizlice silah sağladığına dair
haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir misiniz? Diğer Arap ülkeleri de
Kıbrıslı Rumlara silah sağladı mı?
Arap devletleri, özellikle bize sınırlı askeri
yardımda bulunan Mısır, davamıza dayanışma gösterdi. Mısır ile sıcak
ilişkilerimiz geçmişte olduğu gibi devam etti. Burada size bir şey
söylemeliyim: Nasır, bizim {Rum-Kıbrıslıların} Yunanistan ile birleşme talebimize
karşı değildi, çünkü "Tüm Arap devletleriyle bir birlik oluşturmak
istiyorum ve Mısır zaten Suriye ile birleşti. Dolayısıyla, eğer siz bu anlamda
Yunanistan ile birleşmek istiyorsanız, hiçbir çekincem yok" diyordu.
Mısır, aşırı milliyetçi olanlar da dahil olmak üzere, Rum-Kıbrıs politikalarını
destekledi. Arap devletleri elbette BM'de bizim {Rum-Kıbrıslı} tarafımızı
destekledi. Durum 1967'den beri değişmiş gibi görünüyordu. Nasır Mısır'ın
lideri olarak kaldı, ancak zayıflamıştı ve dolayısıyla Arap milliyetçiliği de
zayıflamıştı.
Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti,
1970-1971 Ürdün krizi sırasında nasıl tepki verdi? Kıbrıslı sivil halk, bu
krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir yardımda bulundu mu?
İsrail'den herhangi bir tepki geldi mi?
Elbette, FKÖ Ürdün Krallığı içinde bir devletti
ve Kral Hüseyin'in otoritesini tehdit ediyordu. El-Fetih ve FKÖ ile yakın
temaslarımız vardı ve genel olarak daha çok Filistin yanlısıydık.
Kıbrıs Rum siyasi partileri ve Kıbrıs Hükümeti,
1967 Altı Gün Savaşı ve 1973 Yom Kippur Savaşı sırasında nasıl tepki verdi?
Kıbrıslı sivil halk bu krizler sırasında Arap devletlerine herhangi bir
yardımda bulundu mu? İsrail herhangi bir tepki gösterdi mi? İngiltere, bu
krizler sırasında adadaki üslerini İsrail lehine kullandı mı? Kullandıysa,
Kıbrıslı Rumların tepkisi ne oldu? Petrol krizinin Kıbrıs üzerindeki etkileri
neler oldu?
Bunu kanıtlayacak bir delilimiz yok. 1967 Altı
Gün Savaşı sırasında İngiliz üslerinin İsrail lehine kullanılıp kullanılmadığı
şüphelidir, çünkü İsrail kuvvetleri hızla ilerliyordu ve mühimmat dahil hiçbir
yardıma ihtiyaç duymuyordu. Her halükarda, İngiliz üsleri İsrail'in ihtiyaç
duyabileceği her türlü yardımı sağlamaya hazırdı. 1973 Yom Kippur Savaşı'na
gelince, bilgi alışverişi ve üslerin kullanımı söz konusuydu, ancak sanırım
Kıbrıs'takiler değil, Girit ve Suda'daki üsler kullanıldı.
Burada sizden, 1972 Münih Olimpiyat
Oyunları'nda Filistinli bir grubun İsrail Olimpiyat takımı üyelerini katletmesi
olayıyla ilgili bir yorum yapmanızı rica ediyorum.
Olimpiyat Oyunları'nın ruhu olan barışla hiçbir
ilgisi olmayan bir cinayetti. Elbette suikastı kınadık.
Kıbrıs Milli Muhafız Ordusu'nun 15 Temmuz
1974'te Makarios'a karşı askeri darbe yapmasının ardından Türkiye, 20 Temmuz
1974'te Kıbrıs'a müdahale etti. Arap devletleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü
(FKÖ) Türkiye'ye nasıl tepki verdi? Kriz sırasında İsrail'in Türk ordusuna
lojistik destek sağladığına dair haberler de vardı. Bu haberleri doğrulayabilir
misiniz? Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e tepkisi ne oldu?
Türkiye'ye İsrail'in herhangi bir yardımına
dair elimde bir kanıt yok. Burada size bir şey söylemem gerekiyor. O dönemde,
İsrail'in askeri darbeye dair herhangi bir kanıt veya makale bulmak için bir
araştırma yaptım, ancak başarılı olamadım. Jerusalem Post, askeri darbeden
sadece bahsetti ve daha fazla ayrıntı vermedi. İsrail, askeri darbe sırasında
tarafsız görünüyordu. İsrail'e karşı şüphelerimiz Arap yanlısı politikamızdan
kaynaklanıyordu. İsrail'i baş düşmanlarımızdan biri olarak görüyorduk. Ancak, Makarios'un
hâlâ hayatta olduğuna dair duyurunun uluslararası topluma bir İsrail radyo
istasyonu aracılığıyla iletildiğini unutmamalıyız.
Aynı yıl Rauf Denktaş, "Kıbrıs Türk Federe
Devleti"nin kuruluşunu ilan etti. Arap devletleri veya FKÖ bu devleti
herhangi bir forum veya kuruluşta tanıdı mı? Kıbrıslı Rumlar, Arap
devletlerinin ve FKÖ'nün "Kıbrıs Türk Federe Devleti"ni tanımasını
engellemek için ne yaptı? İsrail tanıdı mı?
Tepkilerini hatırlamıyorum. Ayrıca Arap
devletleri bölünmüştü. Arapların 1974 Kıbrıs krizinden sonraki tepkileri
Türkiye ile ikili ilişkilerine bağlıydı. Örneğin, Suudi Arabistan'ın Kıbrıs ile
diplomatik ilişkisi yoktu {Yunanistan-
Kıbrıs tarafı, günümüze kadar, Kıbrıslı
Rumların Suudi Arabistan ile ekonomik bağları olduğu gerçeğini bile göz ardı
etti. Ancak Suudi Arabistan ile yakınlaşmaya çalıştık, ancak başarılı olamadık.
Diğer Körfez ülkeleriyle herhangi bir temas veya ilişkimiz olup olmadığını
hatırlamıyorum. Öte yandan Kıbrıs {Rum tarafı}, Türkiye'ye düşman bir devlet
olan Suriye ile samimi ve sıcak ilişkiler içindeydi.
Türkiye'nin 1974'teki müdahalesine kadar
Kıbrıs'ta FKÖ'nün üsleri var mıydı?
Hayır, böyle bir durum söz konusu değildi;
ayrıca Filistin hareketinin Kıbrıs'ta bir üsse ihtiyacı yoktu. Ürdün ve
Lübnan'daki üsleri ve altyapıları muhteşemdi. Ürdün'de bulunmuştum ve büyük
ölçüde örgütlü olan üslerini/kamplarını görmüştüm. Kütüphaneleri, çocuklar için
okulları vb. vardı. Kıbrıs {Rum tarafı} onları ancak diplomatik yollarla
destekleyebilirdi ve Kıbrıslı Rumlar adada kalan Filistinlilere karşı dostane
bir tavır sergiliyordu. Kıbrıslı Rumlar bundan fazlasını sunamazdı ve bundan
fazlasını sunmaları da gerekmezdi. Kıbrıs'ta herhangi bir üs olmadığından
eminim. Kıbrıs, Mossad ile FKÖ arasında bir savaş alanına dönüştüğünde,
Filistinlilere "Lütfen bizi bırakın, bizim kendi sorunlarımız var"
dedik; Filistinliler de bu talebe saygı duydu.
1975'te Orta Doğu'da bir başka bölgesel kriz
patlak verdi: Lübnan iç savaşı. Bu iç savaş, sırasıyla 1976 ve 1978'de Suriye
ve İsrail'in müdahalesine ve 1982 yazında İsrail'in bu ülkeyi büyük çapta
işgaline yol açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin İsrail'e karşı tepkileri ne oldu?
Kıbrıs Rumları Filistinlileri ve FKÖ'yü destekledi mi ve desteklediyse nasıl
destekledi?
Size Lübnan'daki FKÖ altyapısını hatırladığımı
söyleyebilirim, çünkü İsrail ajanları Kıbrıs'ta iki FKÖ üyesini öldürdüğünde,
cenazelerini FKÖ lideri Yaser Arafat'a teslim etmek için Lübnan'a gitmiştim.
1970'te Ürdün'de olduğu gibi, FKÖ de Lübnan devleti içinde bir devletti. İsrail
işgali sırasında Kıbrıs (Rum-Kıbrıs tarafı)
Filistinlilere, Lübnan'dan sınır dışı
edilmelerini kolaylaştırmak dışında hiçbir yardımda bulunamadı (birçok
Filistinli Lübnan'ı terk etti ve diğer Arap ülkelerine giderken Kıbrıs'tan
geçtiler).
1978'de Kıbrıs'ta, bence en önemlilerinden biri
olan bir olay yaşandı. Arap gerillalar, Mısırlı Sedat yanlısı bir editör olan
Yusuf Sebai'yi öldürdü. Sonrasında gerillalar 12 Arap delegesi rehin aldı ve
kriz, Mısırlı komandolar ile Kıbrıs Rum ordusu askerleri arasında çıkan bir
çatışmayla sona erdi. Bildiğim kadarıyla siz de rehin alındınız. Bana bu
olayları anlatır mısınız? Mısır neden müdahale etti? Bu olayın sonuçları neler
oldu?
Sebai suikastı Ebu Nidal Örgütü (AON)
tarafından gerçekleştirildi. Bu olaydan sonra Arap diplomatları rehin aldılar
ve bir uçağı kaçırdılar. Uçak Cibuti'de yakıt ikmali yaptıktan sonra Larnaka
havaalanına geri döndü ve Kıbrıs Rum hükümeti kaçıranlarla müzakerelere
başladı. Bu arada, Filistinli arabulucuların getirilmesi fikri ortaya çıktı.
Ben şahsen, Filistinli arabulucuları Kıbrıs'a getirerek kaçırma olaylarının
sona erdirilmesine katkıda bulunmak için Beyrut'a gittim. Beyrut'a vardığımda,
Filistinli arabulucular yerine Filistinli gerillalarla görüştüm ve onlarla
birlikte Larnaka'ya döndüm. Larnaka havaalanına indiğimizde yetkililere
arabulucu olmadıklarını, savaşçı olduklarını bildirdim ve uçak diğer uçaktan
çok uzağa indi. Mısırlı komandolarla Rum askerleri arasındaki çatışmada,
Filistinli gerillalar da (Mısırlı komandolara karşı) yer aldı. Bu durum, Mısır
ile ilişkilerimizi daha da karmaşık hale getirdi. Bu olayın ardından Butros
Butros-Gali, mağdurları teslim almaya geldi ve Mısır ile Kıbrıs Rum kesimi arasındaki
ikili ilişkiler donduruldu.
İsrail güçleri 1978'de Tel Aviv'de Rum gazeteci
Panagioti Paschali'yi tutukladı ve casus olduğunu iddia etti. Bu olay hakkında
bana biraz bilgi verebilir misiniz?
Gazetecinin serbest bırakılması için Rum
yönetimi tarafından hangi adımlar atıldı?
Arap devletlerinden herhangi bir tepki geldi
mi?
Paschalis çok iyi bir arkadaşımdı ama bu konu
hakkında konuşmadık ve İsrail'e casusluk faaliyetleri için mi gitti yoksa
İsrail yetkilileri aşırı tepki mi verdi emin değilim. Size şunu söyleyebilirim
ki, bazı durumlarda Filistinliler Kıbrıslı Rumlardan İsrail'i ziyaret
etmelerini, orada birkaç fotoğraf çekip geri dönmelerini istediler. Ancak
bildiğim kadarıyla casusluk faaliyetleri düzenlemiyorlardı. Örneğin, Kıbrıslı
Rumlar bir yatla İsrail'i ziyaret edebilir, birkaç fotoğraf çekip geri
dönebilirlerdi. Amatör oldukları için ciddi bir şey organize edemezlerdi. Ancak
Kıbrıs'ta Mossad ajanları casusluk faaliyetleri nedeniyle tutuklandı. Kıbrıslı
Rum bir sivilden bilgi alan Rum polisi, Mossad ajanlarını tutukladı.
Ayrıca, 1979'da FKÖ Ankara'da bir temsilcilik
açtı. Kıbrıs Rum liderliğinin FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin
iyileştirilmesine karşı herhangi bir çekincesi var mıydı? Herhangi bir siyasi
parti veya kuruluş FKÖ ile ilişkilerin yeniden değerlendirilmesini talep etti
mi?
Bunu teyit edemem. Aksine, Türkiye ile
ilişkileri konusunda bir kafa karışıklığı vardı. FKÖ ile olan sıcak
ilişkilerimizden memnunduk, ancak FKÖ'nün Türkiye ile ilişkilerinin iyileşmesi
konusunda şüpheciydik. Bizim (Kıbrıslı Rumların) FKÖ ile ilişkilerimizi yeniden
gözden geçirmemiz için hiçbir sebep veya fırsat yoktu. Filistinliler kendi
yaşam mücadelelerini veriyorlardı ve uluslararası desteğe ihtiyaçları vardı.
Filistin İntifadası'nın patlak vermesinin
ardından, FKÖ 1988'de Filistin devletinin kuruluşunu ilan etti ve rakip
partiler İsrail'in var olma hakkını kabul ederek barış müzakereleri sürecini
başlattı. Kıbrıs Rum liderliği Filistin devletini tanıdığında, Yunanistan gibi
diğer devletlere Filistin devletini tanımaları için herhangi bir baskı yapıldı
mı? İsrail ile FKÖ arasındaki barış sürecini desteklediler mi?
Bunu teyit edemem. Bildiğim kadarıyla Kıbrıs
(Rum tarafı), Gazze'de bir havaalanı inşasına destek vermeyi teklif etti. Oysa
FKÖ ve El Fetih ile sıcak ilişkileri olan PASOK, Yunanistan'da iktidardaydı.
Ayrıca, Arafat (FKÖ'nün Lübnan'dan çıkarılmasının ardından) Beyrut'tan
ayrılırken Atina'ya resmi bir ziyarette bulundu. Bu nedenle Yunanistan'a
herhangi bir baskı yapılmasına gerek yoktu. Öte yandan Yunanistan, İsrail'i
(1990'ların başına kadar) fiilen tanımadı. Dolayısıyla, Yunanistan'ın Arap
ülkeleri ve FKÖ ile ikili ilişkileri sıcaktı.
Son sorum, 1988'de Filistin Kurtuluş Örgütü'nün
(FKÖ) önde gelen isimlerinden Ebu Cihad'ın öldürülmesiyle ilgili. Kıbrıs Rum
yönetimi veya siyasi partiler bu suikasta herhangi bir tepki gösterdi mi?
İsrail ajanlarının Ebu Cihad'ı öldürdüğü eve
gittim. Suikastı Filistin İntifadası bağlamında gerçekleşti. Sürgündeki Tunus
liderleri ile işgal altındaki topraklardaki Filistinliler arasında koordinasyon
vardı. Bu nedenle İsrailliler, Ebu Cihad'ı öldürmeye karar verdiler.
[*]Donis
Christofinis, 1950'lerden beri Kıbrıs'ın sol komünist partisi AKEL'in üyesidir.
Ayrıca, 1964-1974 yılları arasında sol komünist gençlik örgütü EDON'un genel
sekreterliğini yapmıştır. 1973-2009 yılları arasında ise Halk Dayanışma
Komitesi'nin genel sekreterliğini yapmıştır. Donis Christofinis ayrıca AKEL
Yürütme Kurulu üyeliğine seçilmiş ve birkaç yıl bu görevde bulunmuştur.
Takis
Hadjidemetriou, sosyalist parti EDEK'in kurucu liderlerinden biriydi. Ayrıca,
Parlamento Üyesi seçildi, aynı zamanda Savunma Komitesi ve Avrupa Kültür Mirası
Alt Komisyonu başkanlığını yürüttü. Ayrıca, İKME - Sosyopolitik Araştırmalar
Enstitüsü'nün de başkanıdır.
[‡]Vassos
Lyssarides, Kıbrıslı Rum bir siyasetçi ve Kıbrıslı Rum sosyalist partisi
EDEK'in (EDEK 1969'da kurulmuştur) kurucusu ve tarihi lideridir. Vassos
Lyssarides, 1969-2001 yılları arasında EDEK'in başkanlığını yapmıştır. Vassos
Lyssarides ayrıca, 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana
Parlamento Üyesi olarak seçilmiş ve altı yıl (1985-1991) Parlamento Başkanlığı
yapmıştır. Ayrıca, Vassos Lyssarides, 1959 yılında Kıbrıs sorunuyla ilgili
olarak düzenlenen Londra konferansına da katılmıştır.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder