Sûfi Meşâyıhın Görüşleri
Namaz (Salât) İbadetinin Terki Meselesi Üzerine Şeyh
Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.) ve Sûfi Meşâyıhın Görüşleri
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.)
ve genel olarak Tarikat-ı Âliyye (Yüce Tarikat) pirlerinin görüşleri, İslâm
Şeriatının (İslâm Hukuku) temel rüknü olan Namaz'ın (Salât)
mutlak terkini, mânevi yolun dışına düşmek, hatta küfür ve şekavet (bedbahtlık)
olarak kabul etmektedirler. Bu yüksek itaat gerekliliği, kulun eriştiği mânevî
makam ne olursa olsun devam etmek zorundadır; zira namaz, sadece bir amel
değil, Fenâ fillah (Allah’ta yok olma) halinin bile bir edebi ve
vasıtasıdır.
I. Şeyh Abdülaziz Debbağ’a Göre Namazı Terk Etmenin
İmkânsızlığı
Debbağ Hazretleri, Gavs-ı Â’zam (en
büyük kutup) mertebesinde bir velî olarak, mânevi makamı en yüksek seviyeye
ulaşmış kâmil bir velînin dahi namazı terk etmesinin, keşf (manevi
görüş) ve müşahede (kesintisiz tefekkür) gerçeğine aykırı olduğunu kesin
bir dille ifade etmiştir.
A. Velâyet ve Nübüvvet Kıvılcımları Altında Daimî İtaat
Fukahânın (İslâm Hukukçularının) ileri
gelenlerinden birkaç zâtın kendisine "Velînin namazı terk etmesi mümkün müdür?" diye
sorduğunda, Debbağ Hazretleri bu soruyu büyük bir vurguyla reddetmiştir. O’na
göre namazın terki, erişilen mânevi makamla tamamen çelişir:
- İki Müşahede Kıvılcımı: Velî, devamlı olarak iki ayrı kıvılcım
aletiyle dağlanmaktadır; zâtı (bedeni), Resûlüllah’ı (salla’llâhu
aleyhi ve sellem) müşahede
kıvılcımıyla, ruhu ise Cenâb-ı Hakk’ı müşahede kıvılcımıyla
dağlanır. Bu iki kesintisiz müşahede hali, velîye mutlaka namaz ile ve
şeriatın esrarı ile emreder.
- Nübüvvet Sırrına Uyum Zorunluluğu: Velî, Resûlüllah’ın
(salla’llâhu aleyhi ve sellem) zâtının esrarıyla sulanır ve manevi
olarak beslenir. Böyle bir zâtın, Hazreti Peygamber’in yaptığını
yapmaması, işlediğini işlememesi mümkün değildir; zira Resûlüllah’ın
nurundan feyz alan velî, O'nun Şeriatına tam bir bağlılık göstermek
zorundadır.
- Ariflerin Namazı: Arifler (Tanrı’yı bilenler), her ne kadar ruhlarıyla
namaz kılsalar da, aynı zamanda zahirî olarak zâtlarıyla da
kılmaktadırlar. Bunun sebebi, âdetin böyle sürüp gitmesi ve şeriatın
zahirini korumaya matuf (yönelik) bulunmasıdır. Bu, ruhun
makbuliyeti ile şeriatın zahirinin uyumunun zorunlu olduğunu gösterir.
Zira zahirî namazın meşru kılınmasının sebebi, çoğu insanın ruhî namaz
kılmaktan âciz olmasıdır.
B. Zahirî İbadetteki Niyetin Eksikliği (Münâfıklar)
Debbağ Hazretleri, namaz kılıp oruç tutsa
dahi bu amelleri ruhunda olmayanları Münâfık olarak niteler. Münafığın
durumu şudur: Namaz kılar,
oruç tutar, hac ve zekât verir, ancak içinden sürekli "senin
namazın namaz değil" diye bir ses gelir; çünkü bütün bu
ameller, kalpteki küfür sebebiyle, sadece sureten yapılmış şeylerdir.
Dolayısıyla, namazın terki, bu suretî namazı dahi terk etmek anlamına geleceği
için, tamamen bir mânevi yıkımdır.
II. Diğer Sûfi Meşâyıhın Namazı Terk Etmeye Yönelik Kesin
Reddiyesi
Sûfi yolun önde gelen pirleri, mânevi
makam iddialarıyla namazı terk etmeye yeltenenleri sapkınlık (zındıklık)
olarak görmüşler ve bu duruma karşı net bir duruş sergilemişlerdir.
A. Cehenneme Erişim İddiası
Büyük Sûfi Yahya b. Muaz'a (r.a.) sorulmuştur: "Bazıları, 'Biz
öyle bir makama ulaştık ki artık namaz kılmaya ihtiyacımız yok,' diyorlar. (Bu
konuda siz ne dersiniz?)" Yahya b. Muaz’ın cevabı kesindir:
"Evet, eriştiler ama Cehenneme eriştiler,".
Bu yanıt, namazı terk etme iddiasının
hakikatteki (ezoterik) karşılığının, İlahi Gazaba ve Cehennem azabına düşmek
olduğunu vurgular.
B. Şeriatın Terki, Manevi Ölüm Demektir
Şeyhlerin genel kabulüne göre, şeriatın
emirlerinden sapmak, manevi ölüm demektir:
"Şeyhler derler ki, mürid (şer’i
ahkâmın ve) ilmin haricine çıktı mı (o artık ölmüştür. Cenaze namazını
kılmak için) durumuna dört tekbir getir ve artık onu elden bırak!".
Namaz, şeriatın en temel emri olduğu için,
onu terk eden, mânevi olarak ölü kabul edilir.
C. Riyazet ve Sükût Hallerinde Bile İtaat
Velîlerin en derin uzlet (inziva)
ve riyazet (nefsi terbiye) pratikleri bile namazı terk etmeyi gerektirmez:
- Nûrî (k.s.) gibi büyük meşâyıhlar, bir yıl viranede
kalmış, namaz için hariç hiç dışarı çıkmamışlardır.
- Abdullah b. Mübarek (r.a.) gibi velîler, Gaza sırasında
kafirle anlaşma yaptığında bile namaz vaktine riayet etmiş ve sözleşmesine
sadık kalmıştır.
III. Namazı Terk Etme Sanılan Haller ve Sır
Tasavvuf tarihinde, bazı velîlerin namazı
terk ettiğine dair zâhirî (dışsal) gözlemler, genellikle ya yanlış anlamadan ya
da velînin halini (manevi durumunu) gizleme (setr)
çabasından kaynaklanmıştır.
- Hızır'ın (A.S.) Tavsiyesi ve Vird: Debbağ
Hazretlerinin bizzat Hızır’dan (A.S.) aldığı güçlü vird (dua), dünyada
âhiretten önce Seyyidimiz Muhammed bin Abdullah ile benim aramı cem eyle
duasıydı. Bu dua, Resûlüllah ile ittisal (bağlantı) kurmayı
amaçlar. Bu virdin yoğunluğu ve devamlılığı, namazı terk etmeyi değil,
bilakis Hz. Peygamber’e tam bir ittibayı (uyumu) amaçlamıştır
(Önceki Cevaplar).
- Gizlenme (Setr) ve Keramet: Bazı velîlerin (örneğin
Süleyman Türkmenî) Ramazan'da oruç tutmadığı veya namaz kılmadığı
zannedilirdi. Ancak İmam Yafiî bu konuda, "namazını kıldığında onu
kimse göremiyordu" ve davranışları hal ve durumunu örtmek
kabilinden olma ihtimali vardır.
- Tasavvufta Yorum Farkı: Şeyh Vasıtî'ye atfedilen,
"Ben ve O", "O ve ben" gibi ifadeler, tevhid
(birlik) makamını anlatır. Ancak bu ifadeler, namazı terk etme zannedilse
bile, Şeyhülislâm'a göre bu tür Şatahât (cezbe ile söylenen sözler)
manen doğru olsa dahi, zahiren şeriata uygunluk aranır. Nitekim Şeyh
Vefâ’nın bu tür bir soruyu yanıtlarken, "Biz işaret bekleriz, biz
kuluz. Ne zaman emir ve işaret gelirse ona uyarız" demesi, mutlak
teslimiyetin zahirdeki itaati kaldırmadığını, tam tersine pekiştirdiğini
göstermiştir.
Sonuç
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin ve Sûfi meşâyıhın görüşleri, namazı
terk etme konusunda sıfır toleranslıdır. Fenâ (yokluk) makamına
ulaşan Arif için namaz, İlahi Huzurda kalmanın, nübüvvet ve risâlet
nurundan kesintisiz faydalanmanın ve nefsin kibir tuzağından (önceki
yazılarımızda şeytanın hileleri olarak bahsedilen istidrac) korunmanın
en temel şartıdır. Namazı terk etme iddiası, büyük Sûfiler için, manevi yoldan
sapma ve Cehenneme erişme alameti olarak kabul görmüştür.
Kaynakça Listesi
Attar, F. (t.y.). Tezkiretül Evliya.
(Aktarılan bölümler: 66, 170, 206, 210). Debbağ, A. (t.y.). El-İbriz
(Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat). (Aktarılan bölümler: 317, 318, 336,
356, 357, 359, 489). Molla Câmî. (t.y.). Nefahatül Üns Tercümesi.
(Aktarılan bölümler: 259, 277).
**
Geçim Darlığı (Fakr/İhtiyaç Hâli) Meseleleri Üzerine Şeyh
Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.) ve Tasavvuf Ehlinin Görüşleri
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.)
ve Sûfi meşâyıhın (rehberlerin) geçim darlığı (fakr) hakkındaki
görüşleri, bu durumu sadece ekonomik bir sıkıntı olarak değil, kulun İlahi
Takdir karşısındaki tevekkül (Allah’a güven) seviyesini ölçen kritik
bir manevi sınav (ibtila) olarak ele alır. Geçim sıkıntısı, kulu ya
büyük bir manevi mertebeye yükseltir ya da dininden taviz vermeye iten
tehlikeli bir duraktır.
I. Geçim Darlığının (Rızkın) Mutlak Takdir Edilmiş Olması
Debbağ Hazretlerinin kader (Qadar) ve kaza
(Kazâ) hakkındaki temel öğretisine göre, kulun başına gelen her türlü sıkıntı,
genişlik ve rızık, ezelde belirlenmiş İlahi Hükmün bir sonucudur.
- Kaderin Mutlakiyeti: Allah'ın kulları arasında taksim
ettiği rızık, ecel (ölüm vakti), sevinç, üzüntü ve keder gibi ne
varsa, hepsi adalet ölçülerine göre düzenlenmiştir ve katıksız bir
haktır; içinde zulüm yoktur. İlahi meşiet (dileme) ezelde böyle
düzenlemiştir ve O’nun hükmünü geri çevirecek kimse yoktur.
- Rızkın Garanti Edilmişliği: Gerçek imana sahip olan
bir kul, rızkı hususunda endişe duymamalıdır. Zira Hızır (A.S.) ile sohbet
eden Kürz b. Vebr gibi velîler, rızıklarının Allah tarafından
gönderildiğine tanık olmuşlardır (mesela koyunun ağzında sıcak somun ekmek
bulması gibi). Tevekkül sahibi Zünnûn-i Mısrî’nin bir kuşun ağzındaki
susam ve gülsuyu ile rızıklanmasını görmesi üzerine "tevekküle itimad
hali" ortaya çıkmıştır.
- İlahi Nazarın Yeterliliği: Geçim darlığı karşısında
endişelenmek, mânevi bir körlüktür. Zira Bayezid-i Bistâmî, Allah'ın rızık
ve nimetlerini gördüğü için halkın muamelesini hiçe saymış ve kendisine
"Şu halk senin nazarında nasılsa, sen ve bütün mahlûkat da benim
nazarımda aynen öylesin" nidâsına mazhar olmuştur.
II. Geçim Darlığının Manevi Yıkımla İlişkisi (Fakirlik
Korkusu)
Geçim darlığının yol açtığı en büyük
manevi tehlike, kulun bu darlıktan korkarak harama yönelmesi veya kalbini
tamamen dünyaya bağlamasıdır.
- Tevekkül Eksikliği ve Nifak: Mânevi yolun rehberleri,
fakirlikten (geçim darlığından) korkmayı büyük bir kusur olarak
görmüşlerdir. Attar’ın kaynaklarında nakledilen bir hadiste: Fakirlikten
korkan münafıktır. Zira fakirlik korkusu, kulun kalbinde Allah’a olan
tam güveni (tevekkülü) zedeler.
- Haram Lokmaya Gerekçe Göstermek: Geçim darlığı çeken
ve bu yüzden harama yönelen pervasız kişilerin en büyük delili: "Ailem
viran olası hanede evladu iyal (çoluk çocuk) var" sözüdür. Bu,
ailenin geçimini sağlama kaygısının, haramı meşrulaştırmaya iten mânevi
bir hastalık olduğunu gösterir.
- Hırs ve Tama Hastalığı: Geçim darlığının temel sebebi,
kalbin dünyaya, hırsa ve tamaha (açgözlülüğe) bulaşmasıdır. Âlimlerin
canının hırsa bulaştığı için anlamsız sözlerinin sona ermediği
belirtilmiştir. Hırs ve tama, dini zayi eder, kalpte haset, riya
(gösteriş) ve kötü sıfatların zuhur etmesine neden olur.
- Sıkıntının Kaynağı: Sıkıntı ve keder (gam), bu
âleme (dünyaya) gönül bağlanmaktan doğar. Kimseyle didişmek istemeyenler
bile, fakirlerle didişmemek ve zenginlerle çekişmemek gerektiğini fütüvvet
(civânmertlik) olarak görmüşlerdir.
III. Sûfi Çözüm: Fakr ve Tevazu ile Huzur Kazanmak
Allah’ın sevdiği kulun bu zorluğu aşma
yolu, geçim darlığını gönül rızasıyla karşılamak, nefsini terbiye etmek ve
manevi kazancını korumaktır.
- Manevi Sermaye Olarak Mal: Geçim darlığı çekmekten
korkup harama yönelmemek için, malın meşru yoldan elinde tutulması
caizdir. "Harcamak maksadıyla elinde tuttuğun bir malın sana bir
zararı olmaz. Zira halka muhtaç olan bir kimsenin bazen onlar için
dininden fedakârlık yapması kaçınılmaz olabilir." Bu mal, halka
muhtaç olmamak için bir güvence olarak görülür.
- Hakiki Fakirlik: Attar’a göre, âlemde tam anlamıyla
fakir, "Kendi fakrı ile gönlü kararmış kişidir". Bu,
kişinin dünyevi ihtiyaçlardan bağımsız olarak, sadece Allah’a muhtaç olma
bilinciyle yaşamasıdır.
- Terk ve İnziva: Dervişliğin bir amacı da dünya
sıkıntılarından kurtulmak ve rahata kavuşmaktır. Şeyh Ebu Said,
aradığı sırrı gördüğü zaman denize karışmış bir damla gibi kaybolduğunu ve
aradığı şeyi bulamadığını söyleyerek fâniliğin nihai manevi hedefini
işaret eder. Bu, maddi kaygıların tamamen terk edilmesidir.
Kaynakça Listesi
Attar, F. (t.y.). Esrarname. Attar,
F. (t.y.). Tezkiretül Evliya. Debbağ, A. (t.y.). El-İbriz (Şeriat,
Tarikat, Marifet, Hakikat). Molla Câmî. (t.y.). Nefahatül Üns Tercümesi.
Zalim İdarecilerden Kurtuluş
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.)
ve genel olarak tasavvuf yolunun rehberlerinin zulüm eden idareciler (idareci)
ve yöneticilerden kurtulma (necat) meselesine dair yaklaşımları, Şeriat’ın
gerektirdiği sabır ve rıza (rıza) ile Hakikat’in gerektirdiği mânevi
inziva (uzlet) ve İlahi Takdire tam teslimiyet (tevekkül) prensipleri
üzerine kurulmuştur. Zira İlahi Hüküm ve Kazâ (kader) mutlak ve
değiştirilemezdir.
Bu bağlamda, zalim idarecilerden kurtuluş,
fiilî bir isyan yerine, kulun kendi manevi âleminde özgürleşmesi (hürriyet)
olarak görülür.
I. Mutlak İnziva (Uzlet) ve İlahi Takdire Teslimiyet
Sûfi meşâyıh (rehberler), zalim
yöneticilerle ilişki kurmayı ve onlara muhalefet etmeyi genellikle manevi
ilerlemeye (sülûk) engel teşkil eden tehlikeli bir meşguliyet (iştigal)
olarak görmüşlerdir. Kurtuluş, dünya ehlinden tamamen yüz çevirmekle mümkündür.
A. Zalimin Unutulmasını Talep Etmek
Tasarruf ehli velîler (Allah dostları),
zulmeden iktidarlardan kurtulmanın en kestirme yolunu, onlardan tamamen
uzaklaşmakta bulmuşlardır. Bu, mânevi yolun pratik bir tedbiridir.
- Hapse
atılan büyük velî Zünnûn-i Mısrî ve arkadaşları, Halife tarafından
yanlarına çağrılıp dileklerinin ne olduğu sorulduğunda, şöyle cevap
vermişlerdir: "Bizim dileğimiz senin bizi unutmandır".
- Bu talep, zalim otorite tarafından kabul görmenin veya
reddedilmenin manevi açıdan bir fark yaratmadığını vurgular. Zira velîye
göre, Halife’nin "bizi kabul etmen reddetmen gibi; reddetmen de
kabul etmen gibidir". Kurtuluş, yöneticinin nazarından (gözünden)
düşüp, kendi hallerine terk edilmekle sağlanır.
- Hak Teâlâ ile meşgul olduğun nisbette halk senin işinle
meşgul olur.
B. Dünya Kaygılarından Kaçınmak
Zalim yönetimlerin en büyük gücü,
insanları dünya meşguliyetlerine ve fakirlik korkusuna (fakr) mahkûm
etmesidir. Geçim darlığı hakkındaki önceki tahlillerimizde de vurgulandığı
gibi, fakirlikten korkan münafıktır.
- Dünyaya Gönül Bağlamamak: Dünya, hükümdarlar için
gelin, zahidler için ise aynadır. Hükümdarlar (zalimler de
dâhil) dünyayla güzellenir ve onu sahiplenirler. Zahidler (dünyadan el
çekmişler) ise o aynada dünyevi afetleri (sıkıntı, darlık, zulüm)
görüp, onu terk ederler. Zulümden kurtuluş, kulun gönlünde dünyayı terk
etmesiyle başlar.
- İhtiyaçsızlık Hâli: Geçim darlığı ve zulümden
kurtulmanın manevi garantisi, halka muhtaç olmamaktır. Zira halka muhtaç
olan bir kimse, bazen onlar için dininden fedakârlık yapması kaçınılmaz
olabilir.
II. Mânevi Tasarruf ve Zalimi Yok Etmenin Sınırları
(Debbağ’ın Tahlili)
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretleri’nin keşf
ve tasarruf (manevi güçle etki etme) makamına dair tahlilleri, velîlerin
mutlak bir güçle hareket etseler bile, zalim yöneticileri hemen helak
etmelerinin, İlahi Takdir ve Şeriat prensiplerine aykırı olduğunu gösterir.
A. Kâfirler Üzerine Tasarruf Yasağı
Tasavvuf ehlinin, yeryüzündeki kâfirleri
(ve bu, zalim Müslüman yöneticilere karşı şiddet kullanma arzusu için bir
analoji teşkil eder) neden yok etmedikleri sorulduğunda Debbağ Hazretleri şu
cevabı vermiştir:
- Savaş Alanı Şartı: Tasarruf ehli bir velî,
yeryüzündeki herkesi helak etmeye güç yetirebilir. Ancak velînin
müslümanlarla kâfirlerin bulunduğu bir alanda (bir ülkede) kâfirler
aleyhine tasarrufta bulunması haramdır.
- Sünnete Uygunluk: Sadece savaş meydanında, sünnete
uygun bir biçimde, ellerinde kılıç, mızrak ve benzeri bir silâh olduğu
halde çarpışırlar. Bu, Debbağ'ın, zahirî (fiziksel) zorunluluklar
olmadan manevi güçle toplu helakın Şeriat'a uygun olmadığını savunduğunu
gösterir.
B. Tedbirin Faydasızlığı ve Kaderin Mutlak Hükmü
Zalim yöneticilerden kurtulmak için çaba
göstermek, kulun tedbir alma ihtiyacından doğar. Oysa Debbağ’a göre,
Hakîkat ehli, tedbirin külfetinden (zorluğundan) kurtulmalıdır.
- Zalimler de dâhil olmak üzere, yeryüzünde yaşanan her şey, hüküm
ve kazâdır ki bunun yerine gelmesi vâcibdir. Sana dokunacak olan şey,
isabetinde hatâ yapmış olmaz. Zalim bir yöneticinin varlığı da bu kaderin
bir tecellisidir.
- Bu hâdiseler karşısında "tedbir almanın bir yarar
sağlamadığını bilmektir".
- Zalime karşı isyan etmeye kalkışan, aslında kendi ömrü
olan urganın kopma ihtimalini göz ardı eden, aklını kullanmayı
bilmeyen kimselere benzer. Onlar, urganı elinde bulunduran Allah'ı (Fâil-i
Muhtar) unutmuşlardır.
III. Adil Olmaya Çalışan İdareciye Destek
Sûfiler, zulümden uzak durulmasını tavsiye
etmekle birlikte, adaleti sağlamaya çalışan yöneticilerin manevi olarak
desteklenmesini caiz görmüşlerdir.
- Pûrânî Hazretleri: Şeriat ahkâmına riâyeti sebebiyle
yüce makamlara erişen Ebû Yezîd Pûrânî, çoğunlukla müslümanların
işlerini görmekle vakit geçirir, bu konularda ileri gelen devlet
adamları nezdinde dahi koruyucu tarzda konuşmalar yapardı.
- Ayrılıkta Kötülük: Sûfî dervişlerin işlerinin
görülmesi için çalışan Ebû Bekir Vasıtî gibi şeyhlerin sohbetine
gelen bir kişi, ondan ayrılınca üzgün ve sıkıntılı olmuştur. Zira sıkıntı
bu âleme gönül bağlanmaktan doğar. Zalim bir idareciyi devirme
meşguliyeti de böylesi bir dünyaya gönül bağlama riski taşır.
Sonuç
Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin
öğretisinde, zalim idarecilerden kurtulmak, fiilî bir mücadele ve ayaklanma ile
değil; zâttan (beden) ve nefsten gelen dünyevi hırsı ve fakirlik korkusunu
(münafıklık alameti) temizlemekle mümkündür. Gerçek kurtuluş, Rıza ve
Teslimiyet gösterme vaktinin gelmesinde ve kalbi dünya işlerinden çekip
tamamen İlahi Huzura (huzur) vermekte yatar. Kul, kendi iç
âleminde hür olduğunda, dışarıdaki zulüm ona ancak bir ayna görevi görerek onu
daha da Hakk'a yaklaştırır.
Helal Rızık (meşru geçim kaynağı)
Bu derinlikli inceleme, Şeyh Abdülaziz
Debbağ Hazretlerinin (k.s.) ve Tasavvuf Ehlinin Helal Rızık (meşru geçim
kaynağı) konusundaki görüşlerini, bu meselenin sadece şer’i (hukuki) bir
zorunluluktan ibaret olmayıp, aynı zamanda mânevî kemâlâtın
(olgunlaşmanın) ve İlahi Huzurda (Huzur) kalmanın en temel şartı
olduğunu ortaya koyan prensiplere odaklanmaktadır.
Debbağ Hazretleri’nin keşf (manevi açılım)
temelli öğretisinde, bir kazancın helal olması için sadece zahirî (dışsal)
meşruiyet yetmez; aynı zamanda kalbin temizliğini koruması ve kulu Allah’tan
koparıp uzaklaştırmaması gerekir.
I. Rızkın Mutlak Kaderi ve Fakirlik Korkusunun Mânevî
Tehlikesi
Sûfi meşâyıh (rehberler), kulun rızık
(geçim) konusunda endişelenmesini, İlahi Takdire karşı güvensizlik ve büyük bir
mânevi hastalık olarak görmüşlerdir.
A. Rızkın İlahi Taksimi ve Zulüm Yokluğu
Debbağ Hazretleri’nin kader (Qadar)
hakkındaki mutlak teslimiyet prensibine göre:
Allah'ın kulları arasında taksim ettiği rızık,
ecel (ölüm vakti), sevinç, ferahlık, üzüntü, keder, acizlik, kudret, îman,
küfür, itaat ve günah ne varsa hepsi de adalet ölçülerine göre
düzenlenmiştir. Katıksız bir haktır; içinde zulüm yoktur.
Rızkın miktarı ve çeşidi ezelde
belirlenmiştir; dolayısıyla kulun bu konuda aşırı kaygı duyması yersizdir.
B. Fakirlikten Korkmanın Nifak Sayılması
Geçim darlığı (fakr) hali, kulun
nefsini terbiye etmesi için bir fırsat olsa da, fakirlikten korkmak büyük bir
mânevi kusurdur:
- Nifak Alâmeti: Şeyh Yahya b. Muaz Râzî'ye göre, fakirlikten
korkan münafıktır. Bu korku, kulun kalbinde Allah'a olan tam güveni (tevekkül)
zedeler.
- İblis’in Sevinci: Geçim darlığı kaygısı, haram lokmaya
yönelmeye gerekçe gösterilebilir. Bu durum, kulun kalbinin hırs (greed) ve
tamah (açgözlülük) ile dolmasına yol açar.
II. Helal Rızık İçin Debbağ’ın Manevi Kriteri: Fayda ve
Kopmama
Şeyh Debbağ, bir kazancın helal olması
için sadece şer’i açıdan temiz olmasını değil, aynı zamanda kulun zâtı
(özü) için faydalı olmasını ve Allah ile arasına perde çekmemesini şart
koşmuştur.
A. Haramın Tek Sebebi: Allah’tan Koparma
Debbağ Hazretleri’ne göre, haram kılınan bütün fiillerin tek bir ortak
sebebi vardır: "insanı Allah'tan koparıp uzaklaştırmasıdır".
Helal rızık ise bunun tam tersini sağlamalıdır.
"Her kim helal yerse yedi organı taatta bulunur; haram yiyen bir
insanın yedi organı günaha girer".
B. Tütün Örneğiyle Helal ve Haramın Ayırımı (İlginç Konu)
Debbağ Hazretleri, tütün (sigara içmek)
meselesini ele alırken, helal rızık tanımının zirvesine ulaşmıştır. Tütünün
vücuda zarar vermesinin haram olmasının yanı sıra, asıl sorun şudur:
- Faydasızlık: Sarımsak ve soğan gibi kokusu fena olan şeyler, insanoğlu
için açık yararlar taşıdığı için haram kılınmamıştır, melekler
tiksinse bile. Ancak tütün (sigara) içmekte insanoğlu
için bir yarar yoktur.
- Manevi Zarar: Tütün, kullananları zevkine daldırarak
Allah'a ibadetten alıkoymakta ve Allah ile aralarındaki bağı
koparmaktadır.
- Meleklerin Nefreti: Tütün gibi fena kokular, o zâtla
(kulun özüyle) ilgili melekleri tiksindirir.
Dolayısıyla Debbağ’a göre, bir rızkın
helalliği sadece kaynağının meşruiyetiyle değil, aynı zamanda tüketildiğinde zâta
fayda sağlayıp sağlamadığı ve Allah’tan uzaklaştırıp uzaklaştırmadığı
ile de ölçülür. Faydasız ve uzaklaştırıcı olan şey, haram veya en azından
şüphelidir.
C. Helal Kazancı Tevekkül İçin Tutmak
Molla Câmî’nin naklettiği Davud-ı Tâî’nin
kıssası, helal rızkın sadece tüketilmesi değil, aynı zamanda manevi bir güvence
olarak saklanmasını da destekler:
- Harun'a nasihat eden Davud-ı Tâî, helal yoldan miras
kalan bir evini sattığını ve bu parayı harcadığını söylemiştir. Niyazı
şudur: "Hak
Teâlâ’dan diledim ki, bu para bitince canımı alsın. Bu suretle kimseye
muhtaç olmayayım".
- Bu durum, helal rızkın, kulun zenginlere karşı gururlu
ve başkasına muhtaç olmama erdemini korumak için
kullanılabileceğini gösterir. Harcamak maksadıyla helalden elde edilen
mal, halka muhtaç olup dininden fedakârlık yapma riskini ortadan
kaldırır.
III. Helal Rızık ve Manevi Gelişime Etkisi
Helal rızık, kulun manevi gayretinin (mücahede)
meyvesini verebilmesi için zorunlu bir zemindir.
- Farzların Önceliği: Fakirlik korkusu veya geçim
darlığı nedeniyle farz olan amelleri (ibadetleri) terk etmek veya zayi
etmek, manevi kazancın en büyük düşmanıdır. İlmin neticesi, Allah korkusu
ve zühdün neticesi rahatlıktır; en faziletli amel ise üzerine farz
olandır.
- Riyazet ve Açlık: Açlık (riyâzet), hikmet
yağmurundan başka bir şey yağdırmayan bir buluttur. Ancak bu açlık, helal
rızık bulamama korkusuyla değil, nefsi terbiye etmek (mücahede) ve
haramdan kaçınmak maksadıyla olmalıdır. Nitekim Bayezid-i Bestamî bile,
kırk yıl halkın yediğini yemediğini, çünkü kendi gıdasının başka yerden
geldiğini ima etmiştir.
Sihir (Magic), Büyü ve Kötü Tesirlere Karşı Korunma (Duâ ve
Zikir) Yolları Üzerine Şeyh Abdülaziz Debbağ Hazretlerinin (k.s.) ve Tasavvuf
Ehlinin Görüşleri
Şeyh Abdülaziz Debbağ
Hazretlerinin (k.s.) mânevi ve keşfî (ezoterik) öğretisinde, sihir (magic) ve
büyü gibi kötü tesirlere karşı korunma, sadece sözle yapılan dualarla (duâ)
değil, aynı zamanda İlahi İsimlerin Nuru (nûr) ve kâmil
teslimiyet (tevekkül) haliyle mümkündür. O’na göre, sihrin ve kötü
etkilerin varlığı inkâr edilemez; ancak bu etkiler, ancak İlahi Takdir (kader)
dâhilinde ve kulun mânevi zafiyeti (gaflet) durumunda gerçekleşebilir.
Bu tahlilimizde, sihir
ve kötü tesirlerden korunmada kullanılan manevi yaklaşımları ve özel duaları
(zikir/vird) ele alacağız.
I. Sihir ve Kötü Tesirlerin İmkânı ve Şer’i Hükmü
Debbağ Hazretleri’nin
yaşadığı dönem ve coğrafyada sihrin varlığı, tasavvufi ve hukuki (şer’i) olarak
kabul gören bir gerçeklikti.
A. Sihrin Varlığı ve Haram Oluşu
Sihir, Debbağ’ın
kaynaklarında haktır (gerçekliği sabittir, vâkidir) şeklinde tanımlanır.
Ancak hükmü mutlak bir yasaktır:
- Şer'i Hüküm: Bize göre sihir haktır, yani
sâbittir, vâkidir, ama yapılması haramdır, helâl diyen kâfirdir.
- Mu'tezile’nin Görüşü: Mutezile, Râfizîler ve Dehriye
sihri inkâr ederler; onlara göre sihir, harikulâde yoldan (keramet)
vâki olmaz, gizli sebeplere teşebbüs ve eşyanın özellikleriyle ilgilidir.
Sünni tasavvuf ise sihrin varlığını kabul eder.
- Zararını Defetme İzni: Sihri, zararını defetme
maslahatı ve Hakk'ın hikmetlerine vâkıf olmak için öğrenmek caizdir.
B. Niyet ve İblis’in (Şeytanın) Rolü
Sihir ve kötü
tesirlerin temel amacı, insanları Allah’tan koparıp uzaklaştırmaktır. Şeytan bu
konuda en büyük yardımcısıdır:
- Şeytan, insanı kan damarlarından girerek vesveselerle
hayırlardan mahrum edinceye kadar devam eder.
- Cenâb-ı Hak, kâfirlerin kalbine atar ve yaşayışlarını böyle
gam ve kedere sokup sıkıntılı bir hayat yaşatır; bu, sihrin ve kötü
tesirlerin amaçladığı sonuçlara benzer bir haldir.
II. Sihir ve Büyüye Karşı Manevi Korunma (Zikir ve Dua)
Yolları
Debbağ Hazretlerinin ve
diğer velîlerin tecrübeleri, bu tür kötülüklerden korunmada en etkili yolun,
kalbi sürekli İlahi Huzurda tutmak ve belirli zikirleri uygulamaktan geçtiğini
gösterir.
A. Hızır (A.S.) Tarafından Talim Edilen Özel Vird (En Büyük
Korunma)
Daha önceki
tahlillerimizde (Hızır’ın virdi) detaylandırdığımız üzere, Şeyh Abdülaziz
Debbağ Hazretlerinin mânevi hayatında aldığı en önemli ve güçlü vird, onu Resûlüllah
Efendimiz (s.a.v.) ile mânevi buluşmaya hazırlamıştır. Bu virdin kendisi,
bütün mânevi tehlikelere karşı en büyük kalkandır:
- Virdin Metni (7000 Defa): "Allahümme Ya Rabbi!
Bicâhi Seyyidinâ Muhammed bin Abdillâh sallallâhü aleyhi ve sellem icma'
beynî ve beyne seyyidinâ Muhammed ibni Abdillâhi fi'd-dünyâ
kablel-âhireti." (Allah'ım, Ey Rabbim! Seyyidimiz Muhammed bin
Abdullah'ın makamı hürmetine, dünyada âhiretten önce Seyyidimiz Muhammed
bin Abdullah ile benim aramı cem eyle.) [230, Önceki Cevaplar].
- Tesiri: Bu vird, Debbağ'ın ruhaniyetini öyle hızlı
güçlendirmiştir ki, kısa süre sonra O'nu feth-i müyesser (manevi
açılış) makamına taşımıştır. Bu makama erişen kimse, kötü ve karanlık (zulmanî)
tesirlere karşı doğal olarak korunmuş olur.
B. Tecrübe Edilmiş Dualar (Örnekler)
Bazı velîlerin, sihir
veya maddi kayıplar gibi durumlara karşı kullandıkları, denenmiş ve tecrübe
edilmiş özel dualar ve yakarışlar mevcuttur:
- Yüzük Kaşı Duası: Şeyh Ebu Nasr Serrac tarafından
aktarılan tecrübe edilmiş bir dua, Dicle’ye düşen yüzük kaşını geri
getirmiştir. Bu dua şudur: "Ey vukuunda şüphe bulunmayan bir günde
ahaliyi toplayacak olan! Yiğitimi bana iade et!". Bu dua, sihir
gibi kayıp veya uzaklaştırma amaçlı eylemlere karşı da
kullanılabilir.
C. Şifa Ayeti Tavsiyesi (Zehir/Hastalıklara Karşı)
Debbağ Hazretleri,
zehirli bir bitki yediği için korku ve endişe içinde gelen bir müridine,
şifanın sadece İlahi Kudretle mümkün olduğunu belirterek, Kur'an'dan bir âyeti
okumasını tavsiye etmiştir:
- Tavsiye: Şeyh, zehirli bitki (bîş) yiyen
müridine, yukarıdaki bir ayeti (kaynakta tam metni verilmemiştir)
okumasını tavsiye etmiştir. Mürid, kısa zamanda ummadığı şekilde şifâ
bulmuş, dert ondan kalkmıştır. Bu, sihrin yol açtığı hastalık veya
zehirlenme gibi fiziksel zararlara karşı Kur'an ayetleriyle korunmanın
gücünü gösterir.
D. Genel Korunma Prensipleri
Sihir ve kötü niyetli
kişilerin tesirinden korunmanın en kalıcı yolu, mânevi disiplin (riyazet) ve
ahlaki erdemlerdir:
- Halvet ve Uzlet: "Kimsenin seni, senin de kimseyi
görmeyeceğin bir yerde ikamet etmen mümkün ise, öyle yap. Zira bu, gayet
iyi bir şeydir". Uzlet (yalnızlık), kötü niyetli insanların
nazarlarından ve sihirlerinin etkisinden korunmanın en iyi fiziksel
yoludur.
- Kalbin Devamlı Uyanıklığı: Rüyalar üzerinden de
görüldüğü gibi, küfürden ve karanlıktan (zulmet) gelen tesirler,
kişinin kalbindeki iman nurunu zayıflatır. Kalbin daima uyanık
olması ve Allah'ı zikretmesi gerekir: "Allah benimledir, Allah
nazırımdır, Allah şahidimdir" (Yataktayken bile) .
- Haya (Utanma Duygusu): Haya, bir taraftan verilen
nimetleri, diğer taraftan yapılan kusurları görmektir. Bu iki hal
arasından doğan hâl, kişiyi manevi olarak korur.
- Helal Rızık: Helal rızıkla beslenmek, kişinin
organlarının hayır ve taatla meşgul olmasına yol açar. Haram ise, insanın
yedi organını günaha sokar ve şeytanın nüfuzunu artırır. Bu, sihrin
tutunabileceği manevi zafiyet alanlarını yok eder.
III. İlginç Tarihi Olay: Kerametle Hükmü Bozma
Sihir ve entrikalara
karşı korunmanın yanı sıra, Debbağ Hazretleri, keramet yoluyla bile olsa, zahirî
(görünen) hükmü batınî (içsel) durumla reddetmenin bir örneğini
göstermiştir:
- Bir davada hakimin önünde bulunan yakut, davalı tarafından
burnuna sokularak gizlenmişti. Mahkeme, davalının yemin etmesini
isteyecekti (yani zahirî hükme göre hareket edecekti). Ancak Debbağ, adam
mendille sümüğünü silerken mendili kaptığı an, yakut sümüğün içinden
çıkmıştır.
- Debbağ bu hareketi, "bâtının zahiri reddetme
konusunda bir çâre" olarak nitelendirmiş, ancak hakimi, keşif ve
kerametle yükümlü tutmanın doğru olmadığını belirtmiştir. Bu durum, ilahi
destekle sihir ve hilelerin dahi ortaya çıkarılabileceğini gösterir.
Özetle: Şeyh
Abdülaziz Debbağ Hazretleri'nin sihir ve kötü tesirlerden korunma konusundaki
öğretisi, Hızır (A.S.)'dan alınan duanın kesintisiz tekrarı ve Kur'an'daki şifa
ayetleriyle korunmanın gücüne dayanır; ancak bu korunmanın temeli, kulun
kalbini dünyevi arzulardan ve gafletten temizleyerek tam bir tevekkül ve
müşahede halinde tutmasıdır.
Zekât (Zakat) İbadeti Üzerine Şeyh Abdülaziz Debbağ
Hazretlerinin (k.s.) ve Sûfi Meşâyıhın Görüşleri: Malın Manevi Temizliği ve
Cömertliğin Üstünlüğü
Şeyh Abdülaziz Debbağ
Hazretleri’nin (k.s.) ve Tasavvuf Ehlinin Zekât ibadetine dair yaklaşımları, bu
farzın yerine getirilmesini, bir Müslümanın Şeriat (İslâm Hukuku) üzerindeki istikametinin
(doğruluğunun) temel bir göstergesi olarak kabul eder. Zekât, malın sadece
ekonomik bir yükümlülükten öte, kişinin kalbini hırs (greed) ve tamah
(açgözlülük) gibi manevi hastalıklardan arındıran bir nûr (ışık)
kaynağıdır.
I. Zekâtın Şer’i Farz Oluşu ve Velîlerin Hassasiyeti
Zekât, İslâm'ın beş
şartından biri olarak kabul edilir ve velîler (Allah dostları) bu farzı yerine
getirme hususunda son derece hassastırlar.
A. Namaz ve Zekâtın Terk Edilemezliği
Daha önceki
tahlillerimizde (namaz kılmamak hakkındaki görüşler) belirtildiği gibi, Debbağ
Hazretleri, kâmil bir velînin dahi şer’i emirleri, özellikle namazı terk
etmesinin imkânsız olduğunu belirtir. Zekât da bu temel şer’i hükümlere
dâhildir. Namaz kılınsa bile, kalpteki küfür sebebiyle o amelin sureten
(görünüşte) kalacağı gibi , zekâtın verilmemesi de imanın ve taatin sıhhatini
tehlikeye atacaktır.
B. Helal Malın Önemi ve Nifak Tehlikesi
Helal rızık kazanmanın
ve zekâtın verilmesinin asıl amacı, kalbi dünya sevgisinin (hevâ ve heves)
yıkıcı etkisinden korumaktır:
- Hırs ve Şehvetin Doğuşu: Molla Câmî’nin aktardığına
göre, âlimlerin canı hırsa ve tamaha bulaştı da anlamsız sözleri
sona ermedi. Haram malı kabul etmemek gerekir; zira şüpheli bir lokmadan
sakınmazsa, hırs, şehvet, hased (kıskançlık), riya (gösteriş) ve çeşit
çeşit kötü sıfatlar zuhur eder. Zekâtın tam olarak verilmesi, malın
şüpheden arınmasını ve bu kötü sıfatların ortaya çıkmasını engellemeyi
hedefler.
- Münafıklık Korkusu: Geçim darlığından (fakirlik)
korkmak, nifak (ikiyüzlülük) alameti sayılmıştır (önceki
yazılarımızda belirtildi). Zekât, kişinin malını gönül rahatlığıyla Allah
yolunda harcayarak bu korkuyu yenebileceği bir sınavdır.
II. Zekâtın Manevi Karşılığı: Feyiz ve Bereket
Zekâtın veya genel
anlamda hayır ve cömertliğin (cömertlik) mânevî alanda bıraktığı izler,
verilen malın karşılığında kat be kat mânevi bereketin (feyz)
alınmasıdır.
A. Zekât ve Sadakanın Nuraniyet Üzerindeki Etkisi
Zekât ve sadaka, alan
kişinin ihtiyaçlarını karşılamaktan öte, verenin kalbine feyz ve nûr
(ilahi ışık) getirir.
- Sadakanın Gücü (Habib-i Acemî Kıssası): Habib-i
Acemî’nin on günlük sürenin dolduğu akşam, "Bu gece eve ne
götüreyim" diye endişelenmeye başladığı vakit, Hak Teâlâ'nın ona bir
yük yağ, bir yük bal, bir yük et ve üç yüz dirhem bulunan bir kese
(zekât/sadaka malı) göndermesi, bu ibadetlerin rızkı artırmadaki İlahi
garantiyi gösterir.
- Gözyaşının Mânevî Karşılığı (Huri Kıssası): Bayezid-i
Bistâmî’nin rüyasında gördüğü bir Huri’ye, "Bu cazibeyi nereden
aldın?" diye sorduğunda, Hurinin: "Gözünden akan birkaç damla yaşı getirip
yüzüme çaldılar, bütün bunlar işte onun eseridir" diye
cevap vermesi, maddi fedakârlıkların (zekât/sadaka) mânevi alanda nasıl
yüce bir karşılığı olduğunu sembolize eder.
- Veliye Karşı Cömertlik: Abdullah b. Mübarek, parayı
dayısı Seri’ye götürdüğünde, dayısının malı kabul etmemesi, o üç-beş
kuruşun "Hakk dostlarından hiçbir dosta lâyık değil"
endişesi taşımasından kaynaklanmıştır. Bu, Allah dostlarına sunulan malın
bile ancak en temiz ve helalinden olması gerektiğini vurgular.
B. Riyâ (Gösteriş) Tehlikesinden Uzak Durmak
Zekât ve sadakanın
kabulü için en önemli şart, ihlâs (samimiyet) ve riyâdan
(gösterişten) uzak durmaktır.
- İhlasın Tanımı: İhlas; bir iş yapınca, bununla
anılmayı arzu etmemen, bu yüzden saygı görmeyi istememen, Hak Teâlâ hariç
amelinin sevabını hiçbir kimseden beklememendir. Zekâtın sırf takdir
edilmek için verilmesi, ameli bir illet (nefsi gaye) haline
getirir.
- Taatin Zevki: Vasıtî'ye göre, taatlarınızın hazzı
ile aldanmaktan sakınınız, ki o helâk edici bir zehirdir. Zekâtı
verirken hissedilen gurur veya tatmin duygusu, şirk (ortak koşma)
ile bir tutulmuştur. Dolayısıyla zekât, sünnete göre yapılıp, amel
Allah'a havale edilmelidir.
III. Helal Zenginliğin Mânevî Korunma Kalkanı Olarak
Kullanılması
Zekât ve malın
temizliği, Müslümanı halka muhtaç olmaktan kurtararak dinini korumaya yardımcı
olur.
- Halka Muhtaç Olmamak: Halka muhtaç olan bir kimsenin, bazen
onlar için dininden fedakârlık yapması kaçınılmaz olabilir. Helal
rızık biriktirmek, bu tür bir zilletten kaçınmak için bir tedbirdir.
- Zâhidlerin Tasnifi: Ahiret ve Cennet talibi olan sülûk
(manevi yolculuk) erbabının dört tâifesinden biri Zâhidlerdir.
Onlar dünyayı çirkin görüp, maddi âlemin süslerine iltifat etmezler.
Zekât, bu zenginlik ve mal biriktirme eğilimini, dünyadan tecrid
(ayrılma) etme pratiğiyle dengeler.
- Sûfilerin Zekât ve Hizmet Anlayışı: Sûfiler asla
hizmeti ve ameli (zekât da dâhil) terk etmezler, tersine bu hususta
herkesten ileri giderler. Ancak yaptıkları hizmetleri nazarı itibare
almazlar, buna karşılık ücret, sevab ve mükâfat talebetmezler. Zekât,
onlar için ibadet değil, hizmet ve borçtur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Yorumlar
Yorum Gönder