Print Friendly and PDF

Ah Ben Kimim...Aşkım Beni seviyor musun

Bunlarada Bakarsınız

 



Nefsi ve onun sonradan vaolduğunu (hudûs) tanıdıktan (ma’rifet) sonra Zorunlu Varlık’in varlığına burhan getirilmiştir. Bu nedenle eski sözde (kelâmu’l atik) denilmiştir ki “Ey insan! Kendini tanı, Rabbini tanırsın”.

Sühreverdî, geleneksel telekkiyi tekrarlayarak Hak Teâlâ’yı tanımanın (ma’rifet) kendi nefsini tanımaya bağlı olduğunu söyler. Nitekim Peygamber (salla'llâhü aleyhi ve sellem) “Kendini tanıyan Rabbini tanır” buyurmuştur. Ebû Yezî el-Bistâmî de Hak Teâlâ' nın kendisine şöyle buyurduğunu söylemiştir: “Nefsinizden sefere çıkın, ilk adımda beni bulursunuz.” Nefsten sefere çıkabilmek için önce nefse ulaşıp onu tanımak gerekmektedir. [1]

Sühreverdî, her peygamberin diğerlerinde olmayan kendine özgü miracı ve mertebesi olduğunu, bizim Peygamberimiz salla'llâhü aleyhi ve sellemin en büyük mertebe olan görmek, işitmek ve konuşmak mertebesine yükseldiğini belirtir. Ayrıca peygamberlerin dışındaki kimseler de kendi mertebesine göre ma’rifetullahtan nasibini almıştır. Ali’ye (kerrem'allahü veche radiyallâhü anh)

-“Rabbini gördün mü?” diye sorduklarında “Görmediğim Rabbe ibadet etmem” demiştir.

Ebû Yezîd Bestâmî “Allah beni keramet tacıyla taçlandırdı, sonra bana ‘habibim’ diye seslendi”; Mansûr el-Hallâc ise “Habibimi kalp gözüyle gördüm;

-‘Sen kimsin?’ dedim

-‘Sen’, dedi” demiştir.

[Sühreverdî, “Bustânu’l-kulûp”, s.376-377.]

 

Sühreverdî bununla ilgili bir hikâye anlatır:

Yemen vilayetindeydim, San’a dedikleri yer. Hızlı hızlı yürüyen çok nurlu bir ihtiyar gördüm. Beni görünce güldü ve bana dedi: “Bu gece garip bir rüya gördüm; yaklaş da sana anlatayım. ” Yanına gittim, ihtiyar bana dedi: “Dün gece rüyamda garip bir yer gördüm, nasıl bir yer olduğunu anlatamıyorum. Orada bir şahıs gördüm ki asla onun kadar güzelini görmedim ve işitmedim. Ona baktığımda son derecedeki güzelliğinden dehşete kapıldım, feryad ettim, ansızın gidip hasretinde kalmayayım diye koştum, her iki kulağına iyice yapıştım ve ona asıldım. Uyandığımda her iki kulağımı kendi elimde gördüm. Sonra dedim: “Âh! Bu kim? Bu benim perdem! ” Kendi bedenine işaret ediyor, ağlıyordu.[2]

**

Sühreverdî bununla ilgili şu hikâyeyi anlatır:

Bütün yıldızlar İdris ’le (as) konuşurlardı. Aya sordu:

-Niçin senin nurun bazen az bazen fazla olur? Dedi:

-Benim cismim (cirm) siyah, parlak (saykal) ve safidir. Benim hiç nurum yoktur; fakat güneşin karşısında onun nuruyla karşılaşacak kadar olduğum zaman benim cismimin aynasında diğer cisimlerin aynadaki suretleri gibi bir imge (misal) ortaya çıkar (zahir). Karşılaşmanın zirvesine ulaştığım zaman hilallikten dolunaylığa yükselirim.

İdris ona sordu:

-Onun seninle muhabbeti hangi sınırdadır? Dedi:

-O sınırda ki karşılaşma zamanında kendime her baktığımda güneşi görürüm; zira güneşin nurunun imgesi (misal) bana yansır (zahir). Öyle ki benim yüzümüm bütün pürüsüzlüğü, düzlüğü ve parlaklığı onun nurunun kabulüyle yerleşmiştir, kendime her baktığımda bütünüyle güneşi görürüm.

Görmez misin ki eğer aynayı güneşin karşısına koyarsan güneşin sureti ona yansır (zahir). Eğer aynanın gözünün olduğu farzedilseydi ve güneşin karşısında bulunduğu zaman kendine baksaydı bütünüyle güneşi görürdü. Eğer demir de olsa “ben güneşim” derdi; zira kendisinde güneşten başkasını görmezdi. Eğer “Ben Hakkım” veya “kendimi tenzih/tesbih erdim mertebem ne büyük! ” derse onun özrünün kabulü vacip olur.[3]

Hace Hakîm Senâî şu beyti söylemiştir:

Ey dost! Eğer yaşamak istiyorsan ölmeden önce öl

Ki, İdris böyle öldüğü için bizden önce cennetlik oldu

Sührüverdi vecd halinde Aristoteles’in ona “Kendine dön, senin için çözülecek” cevabıyla dile getirdiği yegâne çözüm, insanın kendine ait idrakinin nasıl gerçekleştiğini bilmekten geçiyordu. Sühreverdî Aristoteles’e bunun nasıl olduğunu sorduğunda ona şöyle cevap veriyordu:

Sen kendini idrak etmektesin. Sen zatını ya zatınla ya da zatından başka bir şeyle idrak etmektesin. Eğer zatından başka bir şeyle idrak ediyorsan, bu durumda sana ait başka bir kuvvet olur veya (başka bir) zat senin zatını idrak eder ki onun imkânsızlığı (istihale) açıktır. Zatını zatınla idrak ettiğin zaman zatında zatına ait bir eser itibariyle mi (gerçekleşiyor)?[4]

Sühreverdî şöyle der

Onlar dünya meşguliyetinin karanlıklarındaki şaşkın (hayran) bir halde iken ne zaman gizli ilimlere (ulûmu’l-mahfî) ehil olmuşlar ve melekûta yol bulmuşlardır? Yüce nurların şurûk melekesi olmayan insan yüce mahalle ulaşamaz. [5]



[1] Sühreverdî,a.g.e.s. 403

[2]   Sühreverdî, “Bustânu’l-kulûp”, s.369-370.

[3]   Sühreverdî, “Lügat-i Mûrân”, Mecmua-i Musannefât-ı Şeyh-iİşrâk III içinde (333-401), s.308-309.

[4]   “Kitâbu’t-Telvîhâti’l-levhiyye ve’l-arşiyye: el-İlmü’s-sâlis”, s.70.

[5] Sühreverdî, “Kitâbu’l-Mesâr’i ve’l-mutârahât: el-İlmü’s-sâlis”, s.438.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar