TÂHİRÜ'L-MEVLEVÎ (MEHMED TAHİR OLGUN) (1877 – 1951 ) -2-
Çalışmamızın, müellifin hayatını ele aldığımız birinci bölümü ve tasavvufî şahsiyetini ele aldığımız ikinci bölümün ilk kısmında da görüldüğü gibi, Tâhirü'l-Mevlevî'nin şahsiyetinin önemli bir yönü de, onun edebî kişiliğidir. Çünkü o; çok sayıda eser vermiş, yüzlerce makale yazmış, dergi ve gazete çıkarmış; manzum ve mensur olarak düşüncelerini, duygularını, inançlarını, sevinç ve üzüntülerini ifade etmiştir.
Onun edebiyatla ilgisi ilk defa şiirle başladığı için, edebî şahsiyetini ele alırken şairliğini öncelikle incelemenin uygun olacağı kanaatindeyiz. Daha sonra da nesirciliğini inceleyerek onun bu yönünü ortaya koymaya çalışacağız.
Hayatını incelerken de gördüğümüz gibi Tâhirü'l-Mevlevî; aile muhiti olarak edebiyata aşina olan bir çevrede yetişmiştir. Babasının Farsça'ya meraklı olması sebebiyle çocukluğundan itibaren bu dile karşı bir alaka duymuş, XV. y.y.'m meşhur şairlerinden İranlı Hafız-ı Şirâzî (Ö. 791/1389) ([281])'nin Divân'ından manzum tercümeler yapmaya çalışmıştır (147).
"Bahar eyyâmı gül elde tutar peymâne-i safî
Olur bin dil ile bülbül anın guya-yı evsâfı
Alub divan-ı eş'ârı ele çık sen de sahrâya
Bırak endişe-i dersi düşünme keşf-i Keşşâfı
Fakıh-i medrese dün mest idi verdi bu fetvâyı
Şarâba hürmet et yutma sakın emvâl-i evkafı" ([282])
Yukarıda bir örneğini verdiğimiz Hafız Divân'ından yaptığı tercümeleri hocası Esad Dede Efendi'ye göstererek eksiklerini anlayan T.Mevlevî, bu zâtın Fatih Camii'ndeki Mesnevî derslerine devam etmiş ve özel dersler alarak Farsça'sını ilerletmiştir ([283]l
Farsça yazdığı Divânçe'sine yazdığı “Bir İki Söz" başlıklı önsözde yer alan “On beş on altı yaşımdan yani yarım asırdan fazlaca bir müddetden beri manzûm söz söylemeye çalışmakla ömrümü heder ettim" (15°) ifadelerinden, yaklaşık 1892-1893 yıllarında şiir yazmaya başladığını anlıyoruz.
Çalışmamızın "Giriş" bölümünde de, belirttiğimiz gibi T.Mevlevî'nin şiire başladığı bu dönemde, edebî çevrelerde iki temel fikir mevcuttu.
Sinasî, Ziya Paşa, Namık Kemal'le başlayan Tanzimat edebiyatının etkisinde bulunanlar; Türk Edebiyatı'nda yenilik yapılabilmesi için şark kültür atmosferinden, garb batı kültür atmosferine geçilmesi ve garb tesirinin hakimiyetini istiyorlardı.
Muallim Nâci'nin öncülük yaptığı grup ise; Garb Edebiyatı’nın kıymetini takdirle beraber, yüz yıllar boyunca kültürümüzün temelini oluşturan, şark (doğu) medeniyetinden tamamen kopmamak ve bu medeniyetten faydalanmak gerektiğini ifade ediyorlardı
(151).
Tâhirü'l-Mevlevî, şiire ilk başladığı zaman, eski edebiyatımızı korumak, ondan faydalanmak görüşünü savunan Muallim Nâci'nin etkisi altında kalmış ve divân edebiyatının önde gelen şairlerini taklit ederek şiir yazmaya başlamıştır.
Müellifin, Divânçe-i Tâhir adlı eserinde yer alan şu ifadeleri, onun şiirde takip ettiği yolu açıklamaktadır: .
"Ben, Fuzûlî, Nef'i, Sezâyî, Nedim, Nâcî vesâ'ire gibi esâtiz-i edebî taklide çalışdım. Bu hareketimle zevk-i millîden behre-dâr olduğumu işbât etdîm. Bundan hazzı olmayanlar varsınlar udebâ-yı efrencin peyrevî olsunlar" ([284]).
Görüldüğü gibi o, divân edebiyatının meşhur şâirlerini taklidle şiir yazmasını millî zevkten nasibdar olmasına bağlarken, bu tarz şiirden zevk almayan kişilerin ise millî bir zevke sahip olmadığını ima etmektedir.
15-16 yaşlarında şiir yazmaya başlayan Tâhirü'l-Mevlevî'nin şiirleri ilk önce Mekteb dergisinde yayınlanmıştır. Hatırat'ında ilk defa şiirinin yayınlandığı o günleri şöyle anlatmaktadır:
"Hicretin 1310 (1892-1893) -1311 (1893-1894) tarihlerinde idi ki bende genç idim ve şâir olduğumu tevehhüm ediyordum. Çünkü manzum lakırdılarla sahifeleri kabarmış sayısız defterim vardı. Bunların muhteviyâtını toptan yahut parakende olarak bastırmak emelini besliyor, gazetelerde benim için yazılacak 'genç ve muktedir şâirlerimizden...' genel tavsifine kendimi müstahak görüyordum. Fakat edebî bir mecmuaya göndereceğim bir yazının dere olunmaması şâirane izzet-i nefsimi kıracağı için eser takdimine pek de cür'et gösteremiyordum.
O vakit ki mevcut mecmu'alar arasında Mekteb ünvanlı bir risale vardı. Bidayeten çocuklara mahsus olmak üzere çıkmışken sonradan İlmî ve edebî bir mecmua şekline inkılap etmişti. Münderecatı meyanında kıymetli yazılar görülüyor ve ağır başlı kimseler tarafından okunuyordu.
Bin türlü tereddüt ve heyecan içinde gönderdiğim iki eser, bu mergub mecmuada neşr edildi ki, biri Na't-ı Şerif, diğeri de gazel idi. Ve her ikisi de nazire olmak üzere yazılmıştı. Hangisinin çıkışının öncelik kazanmış olduğunu unutmuşum. İlk imzâmı-ki Bâb- ı Seraskeriye mensub Tâhir diye atılmıştı-mecmuada gördüğüm gün duyduğum sevinci tarif edecek tabir bulamıyorum. Hakikaten şâir olduğuma inanıyor, inanmamı da eserlerimin Mekteb'e dere edilmesiyle itmi'nan derecesine çıkarıyordum"[285]
Biz araştırmamız sırasında, Mekteb de yayınlanan ilk şiirinin 26 Zilkade 1311/19 Mayıs 1310 (31 Mayıs 1894) tarihinde yayınladığını tebbit ettik. Bu şiir; Edebiyât-ı Şar- kiyye" üst başlığı ile yayınlanan ve nazire olarak yazıldığı ifade edilen şu Na't-ı Şerif'dir:
Mest etdi beni nûr-ı tecellâ-yı Muhammed
Oldum ezeli âşık-ı Şeydâ-yı Muhammed
Çeşmânıma etdirmede taktîrle'âli
Şevk-i ezel lülü-i lâlâ-yı Muhammed
Yakdı dili 'âteşlere de kalmadı sabrım
Envâr-ı ruh câzibe-efzâ-yı Muhammed
Etdi beni ham-geşte-i hicran hırâmi
Fikr rûş kâmet tûbâ-yı Muhammed
Kaldım şeb-i târih firâkında mededhâh
Ey hâdi-i râh şeb-i yeldâ-yı Muhammed
Meş’al-keş-i râhım olan Allah için olsun
Ey râhle-i bâdiye-i peymây-ı Muhammed
Siz söyleyin ey şibr u sevdâsı olanlar
Âyâ nerede Yesrib u Bathâ-yı Muhammed
Ey nûr-ı sevdâ ey şeb-i târ olmada rengin
Âyine-i gisû-yı safazâ-ı Muhammed
Ey bâd-ı seher hîz-i Harem başla vezâne
Dehri bürüsün büy-ı dilârâ-yı Muhammed
Ey hâme-i çâlâk sükût et! Edemezsen
Eşgim gibi sen arz-ı tevellâ-yı Muhammed
Dünyada vü 'ukbâda beni etme yâ Rab
Mahrûm-ı nazar-ı şefkat-iulyâ-yı Muhammed
Mehmed Tâhir"[286]
Hatırat'ında ilk yayınlanan şiirindeki imzasının "Bab-ı Seraskeriye Mensub Tâhir" şeklinde atıldığını belirtmesine rağmen, biz Mekteb dergisi külliyatında yaptığımız incelemede, yayınlanan ilk şiirindeki imzasının, yukarıda da geçtiği gibi Mehmet Tâhir olduğunu tesbit ettik.
Müellifin Mekteb dergisinde yayınlanan ikinci şiiri, Nef'i'ye nazire olarak yazılmış ve Mevlana'yı metheden bir kasidedir. Bu kasideyi gönderirken yazdığı notta yer alan ifadelerden, Mekteb dergisinin, hem edebiyatımızda yenilik taraftarı olanların, hem de eski usul şiir yazanların şiirlerine yer verdiğini öğrenmekteyiz ([287]).
Bu şekilde ilk şiirleri Mekteb dergisinde yayınlana Tâhirü'l-Mevlevî'nin çileye girdikten sonra da şiir yazmaya devam ettiğini bilmemize rağmen herhangi bir dergide şiirlerinin yayınlandığına dâir elimizde bir bilgi mevcut değildir. H. 1313-1316 yılları arasında çile çıkarırken Mevlana'nın hilyesini manzum olarak kaleme almış ve çileyi ikmalî sonrası açtığı Tahir Dede Kütüphanesi'nin ilk kitabı olarak Mir’ât-ı Hazreti Mevlana adıyla R. 1315/1899 tarihinde yayınlamıştır.
Divân edebiyatı geleneğine uygun olarak; doğum, ölüm, tarikata giriş, çiliye ikmal gibi önemli olaylara manzum tarihler de düşüren Tâhirü'l-Mevlevî; R. 1318/1902-1903 tarihinde Divânçe-i Tahir adını verdiği şiir kitabını Mehmet Tahir imzasıyla yayınlatmıştır.
(156).
Beyanü'l-Hak, Sırat-ı MüstakimjSebilü'r-Reşad ve kendi çıkardığı Mahfil dergilerinde de Divân edebiyatı geleneğine uygun tarzda çok sayıda manzumesi yayınlanmış olan Tâhirü'l-Mevlevî, 1352/1933 tarihinde tertip etmiş olduğu Divân'ında, o tarihe kadar yazmış olduğu bütün şiirlerini toplamıştır ([288])
Bilgi Yurdu, İslâm Yolu ve İslâm'ın Nuru dergileri müellifin şiirlerinin yayınlandığı diğer yayın organlarıdır. Buralarda hem aruz, hem de hece vezniyle şiirler yazmış ve ikinci bir divan tanzim ederek 20 Rebiülahir 1364 (3 Nisan 1945)'den sonra nazmettiği şiirlerini burada toplamıştır ([289]).
Tâhirü'l-Mevlevî Muallim Naci'nin yanısıra Mehmet Âkif'ten de etkilenmiştir. Mehmet Âkif'le ilgili yazdığı bir yazıdan; Âkif'i 1892-1893'den itibaren ismen tanıdığını ve "Kadar" redifli bir şiirine nazire yazdığını öğrenmekteyiz. Ticaret ve Ziraat Nezaretinde memurken, aynı bakanlıkta çalışan Âkifle aralarında büyük bir samimiyet doğmuş ve onun isteği ile Sırat-ı Müstakim de yazmaya başlamıştır. Âkif'ten, Muallakat-ı Seb'a Şerhi Zevzeni'yi de okumuştur ([290]).
Âkif'le olan bu yakınlığı sebebiyle bu dönemlerde yazdığı ve Sırat-ı Müstakim'de yayınladığı, "Eli Baltalı Çocuk", "Sadi ile Şeyhi" gibi manzum hikâyelerde Âkif tesiri görülmektedir (16°).
Onun, Akif'in şiiri ve şâiriiği için yaptığı tesbitlerden bazıları kendisi için de geçerlidir. Ona göre Âkif; şiiri gaye değil, duygu ve düşüncelerinin tebliği için bir vasıta görmüş, sanatını sanatkâr görünmek için değil, memlekete ve millete faydalı olmak için kullanmıştır. Akif'in ilham kaynağı ise, her büyük şâir gibi her şeydir ([291]).
Tâhirü'l-Mevlevî de aynı Âkif gibi şiiri ve sanatını duygu ve düşüncelerinin tebliğinde bir vasıta olarak görmüş ve "sanat müfîd olmalı" ([292]) kaidesine göre memleket ve millete faydalı olacak tarzda şiirler yazmıştır. Onun şiirlerinde "samimilik", "ince hislilik", "ideale vefâkârlık" sıfatları açıkça görülmekte ve şiirlerinin konularında idealistliği bilhassa göze çarpmaktadır(163).
Ona göre şiir; aşırı hassasiyetin ürünüdür ve şairlerde son derece hassas kişilerdir. Divân'ına yazdığı mukaddimede bu konuyla ilgili şunları söylemiştir:
"Şiir için fart-ı hassâsiyet mahsûlü denilir. Tahassüsdeki ifrâtın hastalık olduğu o nev' mütehassisin hasta bulunduğu söylenilir.
Şu kavle göre en hisli şâ'irler en marîz insânlardır. Ma'al-esef ben de o zavallılardan biriyim. Çünkü hassâsiyet-i devâ nâ-pezîr‘illetin şifâ nâ-ümîd mübtelâsıyım." ([293])
Yine ona göre bir şâir, bir şeyden mütehassıs olup da başka şeylerden teessür duymazsa onun şâirliğinde noksanlık vardır ([294]l
Tâhirü'l-Mevlevî'nin şiirlerinde işlediği temalara baktığımızda, onun hemen hemen her şeyden etkilenerek şiirler yazdığını görmekteyiz. O; şiirlerinde, Allah'ın varlığı birliği, yüceliği, Peygamber'in özellikleri, ona itaat, mevlid-i nebî, leyle-i miraç, Allah'ın görülmesi, vahdet-i vücud, hac, oruç, ramazan v.b.dinî konuların yanında, vatanın savunması, vatan için savaşmak, birlik ve beraberlik gibi millî muhtevalı konulara da yer vermiştir.
Şiirlerinde ayet ve hadislerden alıntılar yapmış,telmihlerde bulunmuştur. Bazı ayet ve hadislerden mülhem olarak şiirler de tanzim etmiştir. Çalışmamızın dördüncü bölümünde bu konuyla ilgili örneklere yer vereceğim için burada sadece iki örneğin yeterli olacağı kanaatindeyiz.
"Dünya müminin zindanı ve kâfirin cennetidir"*[295]) hadisinin mealini şu şekilde nazmetmiştir:
"Olanlar cevher-i iman ile gencûr-i rûhânî
Ya illetten, ya kılletten, ya zilletten değil hâlî
Bu hâle bir de dervişlik ederse inzimâm, ol dem
Üçü birlikte mahveyler o merd-i fakr-i hoş hâli" (167)
"Cennet, anaların ayakları altındadır" ([296]) hadisini açıklayıcı olarak ise şu şiiri nazmetmiştir:
Evladım diyerek candan kucaklar
Bulsa imkânını ruhunda saklar
Bu kadar şefkat, bu kadar sevgi
Bulunmaz sanırım babada belki
Onun için demiş Nebiyy-i zîşân:
Ananın ayağı altında cinân
Ey evlâd, ananın bastığı yere
Sür yüzünü, ruhun cennete gire
*(169)
Birinci dünyâ savaşı sırasında yazdığı bir şiirde, Osmanlı ordusunu, Bedir savaşında ki orduya benzeterek, bu ordunun mağlubiyetinin İslâm'ın yok olması demek olduğunu duygulu bir şekilde dile getirmiştir:
Şiirlerinde dinî ve millî konuların yanısıra, aşk, tabiat, ayrılık, ölüm v.b. temaları da işlemiş olan Tâhirü'l-Mevlevî'nin kullandığı dil; ilk şiirlerinde Farsça'ya olan aşırı ilgisi dolayısıyla ağır ve ağdalı bir Osmanlıca iken, daha sonraları, sade bir Türkçe kullanmayı tercih etmiştir (174). Özellikle hece veznini kullanarak yazdığı, Edebiyat Tarihimize Dâir Manzum Bir Muhtıra adlı eseri ile, Bilgi Yurdu, İslâm Yolu gibi dergilerdeki hece vezniyle yazılmış şiirlerde kullandığı Türkçe çok sadedir.
Onu yakından tanıyan dostlarının ifadelerine göre; en önemli özelliklerinden birisi de nüktedan ve keskin dilli bir heccav olmasıdır ([297]). Divân edebiyatımızın meşhur hicivcilerinden Nef'î'nin, kendisine kelb (köpek) diyen, zamanının meşhur simalarından Tâhir Efendi hakkında söylediği;
"Tahir Efendi bana kelb demiş
İltifatı bu sözde zahirdir
Malikî mezhebim benim zira
Itikadımca kelb Tâhirdir"
kıtasına karşı asırlar sonra Tâhirü'l-Mevlevî, bütün Tahirler adına Nef'î'ye şu kıtayla cevap vermiştir:
Zehr-i hicvî cihâna neşredenin
Dili bî-şek zebân-ı ef'îdir
Tâhir olmaz köpek, fakat beşere
Nef'î vardır, o halde Nefî'dir.
Demek ister ki: “Hiciv zehrini cihana yayan kimsenin dili engerek yılanının dili gibi zehirlidir. Köpek temiz –tahir- değildir, insanlara faydası [nef’i] vardır; o halde faydalı (NEF’Î’)dir.”
Nef'î'ye verdiği bu cevapta da görüldüğü gibi hicivde keskin ifadeye sahip bir heccav olan müellifin bu yönü "Mizahî" mahlasıyla yazdığı lâtifelerde de açıkça görülmektedir. Bu latifelerinde, hayat pahalılığı, yolsuzluk, rüşvet, ulaşım problemi, ücret azlığı gibi bir çok sosyal konuyu hicvetmiştir. Bu hicivlerinden bazıları şunlardır:
"O kadar bolluğu varken odunun
Çıktı yirmi liraya bir çekisi
İhtikârın yed-i mel'uniyle
Soyulur halkımızın pöstekisi
Yirmiyi geçti bugün bir kilosu
Siyah elmas gibi kıymetli kömür
Hele kar yağsın o esnada onun
Tozunu sürme gibi çeşmine sür" ([298])
**
“Otobüs namı olan vasıtaya
Garbın insanı biner, hoşça gezer
Bize geldikte o menhus araba
Yolda çarpar, düşürür insar ezer" ([299])
**
Gelir vergisinden ümide düşen
Memurlar boğuldu yine kedere
Alıp vermeyişte hükümet haklı
Bakılır gelire, sonra gidere"
"Düzgünle gerilmez buruşuk bir yüz
Boyayla incelmez kaim bir dudak
İnsaf aynasına bir kerre bak da
Kendini maskara etmeyi bırak
**
"Takılıp çocuklar tramvaylara
Bedava eğlence diye geziyor
Atlarken düşüyor bazıları da
Vagonlar onları kesip eziyor
Bu haylaz güruhun men edilmesi
Selâmet namına icap etmez mi?
Kazalara karşı memurlarının
Aldırmayışları daha yetmez mi?" ([300])
**
"Tatsız oldu şekerin fırlaması
Halkı uğrattı şeker kıİletine
Bir cihetten yine nef'î vardır
Uğramaz kimse şeker illetine" ([301])
**
"Demokrat Partisi dâim şikâyet
Etmekte görülen resmî baskıdan
Benim şikayetim matbaadaki
Aşınmış harflerle olan baskıdan" (183)
Şiirlerinde işlediği konulardan birisi de, dil, kurumu ile başlayan dildeki sadeleşme çalışmalarıdır. O bu çalışmaları uydurmacılık ve yozlaşma olarak nitelemiştir. Dildeki bu hızlı değişme karşısında öz vatanında kendini gurbette gibi hissetmeye başlamış, bu duygularını aşağıdaki şiirde şöyle dile getirmiştir:
Edebî çevreler ve tanıdığı şâirlerle de mektuplaşan Tâhirü'l-Mevlevî, yakın dostu Şâir Ali İffet Bey'e yazdığı manzum bir mektupda, edebî çevrelerde hecenin, aruza göre daha çok tercih edildiğini, şiirde anlamın önemini yitirdiğinden şikayet etmiştir. ([302]) Ahmet Talat Onay'ın, Türk Edebiyatı'nda Mazmunlar kitabına yazdığı manzum takrizde de dilin bozulması dolayısıyla nesillerin birbirini anlayamaz hale geldiğini ve bu çalışmanın dilin yozlaşmasını önlemek bakımından önemli olduğunu ifade etmiştir ([303]).
Tâhirü'l-Mevlevî'nin dil üzerinde hassasiyetle durduğunu ve birçok şiirle dilin önemini vurguladığını görmekteyiz. O, Farsça divançesine yazdığı bir önsözde, dildeki bozulma dolayısıyla, daha yaşarken anlaşılmaz duruma düşmekten büyük üzüntü duyduğunu ve yıllarca şiirle uğraşmasının bu yüzden boşa verilmiş bir emek olduğunu şu şiirle dile getirmiştir:
Hiç Nazma Çalışmamak Gerekmiş
Sinnim bu yıl oldu altmış altı
Mazi nazarımda bir karaltı
Altmış bu kadar sinin bî-süd
Olmuş yalñiz hayât fersüd
Beyhüde bu müddetin mesiri
Mahsûlü nedir? Za'f-i pîrî
Gafletle dem-i şebâb geçmiş
Lâkin ne kadar harâb geçmiş
Şâirliğe yeltenüb de hâme
Biçmiş baña bir siyâh câme
Bak bende olan hatâya cürmle
Uğraşmışım elli yıl şi'irle
Sermâye-i ömrümün yegâne
Meksûbu olan beş on terâne
Guyâ ki nişâne-i kemâlât
Divân-ı muhaccem-i hayâlât
Bunlar ile şâ'ir oldu kaydım
Keşke çatışup da yazmasaydım
Hem-râz ederek zebân-ı 'aşkı
Nazm etmiş idim beyân-ı aşkı
Olmuşdu o âteşîn beyânım
Âlâm-ı derûna tercemânım
Bir âh idi sineden kabarmış
Yazmış da fezâ-yı çerha varmış
Onlarda olan mev'âl-i derdi
Guyâ ki gönül hââya verdi
Ahlardı göreydi sınf-i eslâf
Fehm etmeyecek gürüh-ı ahlâf
Ahlâfı bırak da hâle bak ki
Kaç zihnin olur karîn-i derki
Bilmem ki buna nasıl şaşılmaz
Oldum daha sağken anlaşılmaz
Nazm etmesi pek de boş emekmiş
Tedvine çalışmamak gerekmiş
Onlardan ümîd edib de yardım
Rahmetle yâdımı umardım
Dili bağlamışım çürük hayâle
Karyağdı güvendiğim cibâle
His eyleyerek nedâmet-kâr
Yaz ey kalemim şu beyti tekrar
Altmış bu kadar sinin bi-sûd
Olmuş yalnız hayât fersüd
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar