Yol
Hazırlayan:
OSMAN BAYKAL
Yol,
Türk mitolojisinde temel anlamıyla, ulaşımı sağlaması yönüyle kullanılmıştır.
Özellikle Ergenekon Destanı’nda Türkler yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayken
dağın içine doğru giden bir yol bulmaları sayesinde kurtulmuşlardır. Burada
çoğalıp büyük bir topluluk haline gelen Türkler, dış dünyaya açılmak için de
tekrar yol gereksinimi duymuşlardır. Bu nedenle dağın içindeki demiri eriterek
bir yük hayvanın geçebileceği kadar yol açıp dış dünyaya yeniden dahil
olmuşlardır.
Oğuz
Kağan Destanı’nda ırmaktan askerlerini geçiremeyen Oğuz Kağan’ın ulaşımı
sağlayan Ordu Uluğ Bey’e Kıpçak Bey adını vermesi, Dede Korkut Destanı’nda Deli
Dumrul’un köprü inşa edip geçenden de geçmeyende para alma hikâyesi destanlarda
tespit edilen geçiş, yol vurgularıdır. Aynı zamanda göksel yolculuk yaptığına
inanılan şamanın dünya ağacı üzerinden bir yol takip etmesi ve bunun belli bir
çizgi üzerinde olması yolun hem destanlarda hem de dini öğelerde ulaşım
boyutuyla, somut şekliyle ele alındığını göstermektedir.
Türk
kültüründe de yol, öncelikle sosyal alanda konar-göçer yaşam tarzıyla
bağlantılı olarak ulaşım amacıyla kullanılmıştır. Türkler, göç esnasında
ordunun ağırlıklarını ve kendi araç gereçlerini araba ile taşımışlardır.
Arabaların geçtiği yola Kanglı yolı denilmiştir.
Yol,
siyasi alanda ise Türkler için hakimiyet anlamı taşımaktaydı. Özellikle İpek ve
Kürk yolu gibi ticaret yollarının geçtiği güzergâhlar üzerinde bulunan Türkler,
bu yolları korumak için güçlü idari merkezlere ihtiyaç duymuşlardır. Ayrıca
ticaret yollarının denetimini elinde bulundurmak, onların getireceği
zenginliklerden de faydalanmak anlamına geliyordu. Bu sebeple yol aynı zamanda
ekonomik olarak da Türklerin hayatında önemli bir etken olmuştur.
Yol,
inanış boyutuyla da Türk kültüründe yer edinmiştir. Türk inanç ve tasavvuruna
göre yeri kontrolleri altında tutan iyeler vardır, bunlar daha çok geçilmesi güç
olan sarp yollarda, dağ geçitlerinde yaşardı. Bu iyelere yol iyesi denilirdi.
Yakut Türkleri, onları “aul iççite’’(yol iyesi) ve “attuk iççite’’(geçit iyesi)
gibi isimlerle çağırırdı. Yollardan ve geçitlerden geçen yolcular, buralarda
bir kazaya, bir felakete uğramamak için bu iyelerin gönüllerini hoş tutmak
maksadıyla oraya bir taş bırakıp giderlerdi. Aynı zamanda yolda kalanların
yardımına yetiştiğine inanılan bir de Boz/Atlı Yol Tengrisi vardır. Bu varlık
İslami sahada Hızır Nebi veya Hızır-İlyas/Hıdırellez olarak karşımıza çıkar.
Dilsel
alanda ise atasözü ve deyimlere, âşık şiirine, manilere, ninnilere, türkülere,
ağıtlara ve neredeyse diğer tüm türlere konu olan yol; özellikle destan, masal,
halk hikâyesi ve efsane gibi anlatı türlerinde kahramanın erginleşme sürecini
tamamlaması için bir araç olmuştur. Yol sadece sözlü kültüre ait öğelerde değil
yazılı kültürde de daha ilk örneklerden itibaren kullanılmıştır. Orhun
Yazıtları’nda “Kögmenin yolu bir imiş, Az ülkesinin yolu, bir at yolu” gibi
yolla ilgili örnekler mevcuttur.
Yolun
anlam dünyasını daha iyi kavrayabilmek adına nesiller arası aktarımda önemli
rol oynayan ve kültürel belleğin kodlarını içeren atasözleri ve deyimlerde
yolun geçtiği örnekler taranmıştır. Ömer Asım Aksoy, Atasözleri ve Deyimler
Sözlüğü’nde yolla ilgili 44 atasözüne yer vermiştir. Yolla ilgili deyimlerde
ise Ömer Asım Aksoy’un sözlüğü yanı sıra Ahmet Turan Sinan’ın Türkçenin Deyim
Varlığı kitabı da esas alınmıştır. Sözlüklerde yolun yer aldığı 94 deyim
saptanmıştır. Daha sonra tespit edilen atasözleri ve deyimler taranan
divanlardakilerle karşılaştırıldığında yolla ilgili 2 atasözüne ve 16 deyime
yer verildiği görülmüştür. Divanlarda kullanılan atasözlerinin her biriyle
ilgili sadece bir örnek mevcutken deyimlerde bu sayı oldukça fazla olup 276
tanedir. En fazla örneğe sahip deyim ise “yoluna canını vermek” tir. Bu deyim
129 yerde geçer.
İslam’ın
temel kaynağı Ku’ran-ı Kerim ise inancı yolla ilişkilendirerek doğru ve yanlış
yol diye bir ayrım esas alır. Doğru yol Allah’a götüren iyilik, güzellik ve
mükâfat yolu iken, yanlış yol ise Şeytan’ın, sapkınların ve kötülerin yoludur.
Kur’an’ın hedefi doğru yola iletmek olduğu için ayetlerde baskın olarak daha
ilk sure Fatiha’dan itibaren doğru yol vurgusu vardır. Ku’ran’da 143 yerde doğru
yol ifadesi geçer. Buna bağlı olarak Allah yolu ifadesi de 90 yerde geçer.
Allah yolundaki rehber ise Kur’an-ı Kerim’in kendisi ve Hz. Muhammed’tir. Bu
yüzden 30 yerde de rehberlik sözcüğü geçer.
Kur’an’da
toplamda ise yaklaşık olarak 440 yerde yol ifadesinin geçtiği saptanmıştır.
İslam’ın
doğuşundan neredeyse 200 yıl sonra ortaya çıkan tasavvuf, Vahdet-i Vücud
anlayışına dayanan bir ilim yolu olarak kabul görür. Kulluk görevini yerine
getirmeyi, nefsini kötülüklerden koruyup Allah’a kavuşmayı, kâmil insan olmayı
ilke edinen tasavvuf, kurtuluşu manevi yolculukta arar. Seyr ü sülûk denilen bu
seyahatte kişi on aşamadan geçer. Buna usûl-i aşare denir. Bunlar sırasıyla
tevbe, zühd, tevekkül, kanaat, uzlet, zikir, Allah'a teveccüh, sabır, murâkebe
ve rızadır. Bunu da nefsin etvarı seb'a denen yedi mertebesinde gerçekleştirmek
esastır. Nefs vahdet makamına bu aşamalardan sonra erişir ve fenâfillâh
gerçekleşir. Bunu bekâbillâh takip eder. Artık tasavvuf, görevini tamamlamış
olur. Zaman içinde, mezhepleşme ve tasavvuf bilgisinin gelişmesi sonucu
“Allah’a ulaşan yollar” ya da “Allah’ı bulmada izlenecek yollar” anlamını
taşıyan tarikatlar ortaya çıkmıştır.
Tarikatlar
da nefis terbiyesine öncelik tanımışlardır ve onlara göre hakikate varmak için
bir yola girmek yani sülûk etmek gerekir. Bir tarikat yoluna giren, ona sülûk
eden kişiye sâlik denilir. Mutlak hakikatı/aslını aramak için sâlik, o
tarikatın şeyhi/pîri rehberliğinde aşkla uzun ve meşakkatli bir yola revan
olur; seyr ile’lllâh, seyr fi’llâh, seyr ma’a’llâh, seyr ani’llâh gibi
menzillerden geçer. Mutlak varlığa varıp cüzi varlığını onda yok etme şuur ve
bilincine varıncaya kadar yol alır. Bu yol boyunca “murâkabe, kurb, mahabbet,
havf, recâ, şevk, üns, itminan, müşahede, yakîn” gibi hâlleri deneyimler.
Tasavvuf ehlilerine göre tüm insanların, hatta bütün yaratıkların alıp verdiği
nefes sayısınca Allah’a yol gider. Bu yüzden tarikatlar arasında ortak esaslar
bulunduğu gibi birçok farklı yönde olmuştur.
Yol,
Farsça râh/reh; Arapça minhâc/menhec, sebîl, sırât ve tarîk kelimeleriyle
birlikte Divan şiirinin geniş motif dünyasında çok faklı benzetmelere,
terkiplere konu olmuştur. Yol kat edilecek mesafenin yanında insanlar için
süreç zaman manası da taşımaktadır. Çünkü bireyin belli bir uzaklığı aşması, o
yolda vakit harcaması demektir. Özellikle ulaşım hızının düşük olduğu
zamanlarda buna zahmette ekleniyordu. Dolayısıyla mesafe, süreç ve zahmet
içeren durumlar Divan şairleri tarafından yolla ilişkili bir şekilde ele
alınmıştır. Aşk bu kavramların başında gelir.
Aşk
tehlikelerle, belalarla, zorluklarla dolu; durağı ve menzili olmayan bir
yoldur. Âşık ise bu meşakkatli yolun kararlı yolcusudur. Başını, canını sevgili
uğruna vermeye hazırdır. Türlü eziyetlere maruz kalmasına karşın yolculuğundan
asla geri kalmaz. Ciğer kanını kendisine azık yapar. Gam ve kederle arkadaş
olur.
Âşık,
aşk acısıyla o kadar ağlar ki gözyaşları yüzünde yollar oluşturur. Bazı şairler
âşığın gözyaşlarını onun hazinesi olarak görürler ne var ki âşık bu
zenginliğini de sevgili yolunda tüketir. Yüzünü ona yol yapar, onun yoluna
serer. Kirpiklerini bu yolda süpürge yapar. Sinesinde elif şeklinde yollar
açar. Çektiği eziyetler karşısında beli bükülüp dal harfi haline gelen âşık,
içindeki birikmişliği dışa vurmak için yürekten bir âh çeker yukarı doğru
yükselen bu âh dahi gökyüzünde yol şeklini alır.
Aşk
yolunun cefakâr yolcusu âşığın menzili ise sevgilidir. Ama sevgili âşığa karşı
umursamazdır, acımasızdır. Onu yolundan etmek için çeşitli eziyetler gösterir.
Ama âşık yine de onu sevmekten vazgeçmez. Sevgilinin cennete ya da gül
bahçesine benzeyen mahallesine varmak için yoluna devam eder. Ağlamaktan
kurumuş gözlerinin tedavisini onun yolundan elde edilen sürmede arar.
Aynı
zamanda Divan şairleri sevgilinin dış güzellikleri ve yol arasında da ilişki
kurar. Örneğin âşığın güzergâhını sevgilinin boyuna benzetip dümdüz bir yol
şeklinde tasvir ederler. Ama kimi zaman ise bu güzergâh onun saçına benzetilip
dolaşık bir hal alır. Çünkü sevgilinin saçı çok kıvrımlı, hileli ve karanlık
bir yoldur. Buna rağmen âşık oradan geçmek ister. Lakin geçemez çünkü bu sefer
sevgili, eşkıya şekline girip onun yolunu keser, onu yakalayıp saçının teline
asar.
Kan
dökmekte marifetli olan sevgilinin gözleri ise aşk yolunda ilerleyen âşığın
önüne çıkan bir katil, cellât, harami ya da yol kesici olarak tasvir edilir. Bu
haraminin silahları ise gamzelerdir. Bunlar ok ve kılıca benzetilir.
Sevgilinin
yüzü ve yanağı ise aşk yolunda âşığa yardımcı olan unsurlardır. Âşık zülfün
karanlığında sevgilinin yüzünün aydınlığıyla yolunu bulur. Onun güneş gibi
parlak yanağının rehberliğiyle aşk yolunda yürür.
Âşık,
hedefine varmada sevgilinin engelleyici tutumları yanı sıra sevgiliyi seven
diğer kişinin kötülükleriyle de uğraşır. Rakip olarak görülen bu şahıs âşığı
yolundan etmeye çalışır. Onun sevgiliye ulaşmasına ve sevgiliden ilgi görmesine
engel olur ya da yalan yanlış söz söyleyip sevgiliyle âşığın arasını bozar.
Şairler, rakibi bu tavırlarından dolayı köpeğe, domuza veya dikene benzetir.
Yolla
benzerlik ilişkisi kuran diğer önemli bir kavram ise tasavvuftur. Nefis
terbiyesini, ahlaki olgunlaşmayı, inancını uygulama da yaratıcının rızasını
esas almayı ilke edinen tasavvuf belli bir silkte(yolda) olmayı mecbur kılar.
Bu yol esas itibariyle Allah’ın yoludur. Kişi ancak O’nun yoluna sülûk ederek
gerçek mutluluğu yakalayabilir. Kötülüklerden, belalardan korunup selamete
ulaşabilir. Sülûk etme belli bir tarikat pirine intisap etme şeklinde de ifade
edilir. Çünkü birey kendisini Allah yoluna iletecek ve ona bu yolda yardım
edecek rehberin o olduğunu düşünür.
Allah
yolu şairler tarafından aşk yolu olarak da ele alınır. Çünkü Divan şiirinde
aklın sınırlı bir idrak sahasına sahip olduğu ve bu nedenle de sadece akılla
Allah'a ulaşılamayacağı, O'na ulaşmanın ancak aşkla mümkün olduğu
düşünülmüştür. Ve insanın aşka düşmesi ise bazı şairlere göre Elest Bezmi’nde
başlamıştır.
Aşkla
Allah yoluna sülûk eden ve insan-ı kâmil olmak amacıyla manevi yolculuğuna
başlayan sâlikin emeline ulaşması için tecrit, edep, sabır, kararlılık,
alçalgönüllülük gibi tutumlara sahip olması ve çeşitli menzillerden geçmesi
gerekir. Bu makamların ilki ibrettir. Kalp gözü açılan sâlik artık bu noktadan
sonra her şeyde Allah' ı ve O'nun sıfatlarını görmeye başlar. Allah’ın
hikmetleri karşısına şaşkınlığa düşen sâlik bu sefer kendini hayret makamında
bulur. Tasavvufta hayret makamı, sâlikin mutlak hakikati bulma yolculuğunda
önemli bir merhaledir. Çünkü cezbe içindeki sâlik eğer bu makamı aşamazsa,
cünûna (deliliğe) düşme tehlikesi ile karşı karşıya gelir, vahdet yerine,
deliliğe varır. Divan şairleri mutasavvufların aksine deliliği övücü şekilde
alıp akıldan bağlarını koparmaya çalışırlar. Çünkü onlar âşıkların piri
Mecnun’un izindedirler.
Hayret
vadisinde başı dönmüş bir halde olan sâlik âhının şulesini kendisine rehber
edinerek fenâ menziline doğru ilerlemeye devam eder. Ama oraya varması için de
öncelikle belâ diyarından geçmesi gerekir. Çöle benzeyen belâ aşamasında sâlik
çok gam çeker, gözyaşı akıtır. Sonunda olgunlaşıp fenâ makamına varır. Fenâdan
sonrası ise mekânsızlıktır. Bu mekânsız şehir bekâbillahtır. Yolun bitiş
noktasıdır. Bu mertebe de sadece baki olan vardır. Sâlik ebedî ve ezelî olan
Allah’ın bekâsı ile bâkî olma haline burada erişir.
Divan
şiirinde gösteriş meraklısı, yol yordam bilmeyen, kaba saba davranışlara sahip
biri olarak tarif edilen zâhid tipiyle yol arasında da ilişki kurulmuştur.
Şairlere göre zâhid Allah yolundan sapmış, elinde tespihi ve sırtında hırkasıyla
ibadetlerinde ve tavırlarında ikiyüzlü birisidir. Zâhid aynı zamanda Allah
yolunda olan kişileri de yoldan çıkarmaya çalışandırr. Çünkü o şeytana bile
kötülük yollarını öğretecek kadar maharetlidir.
Zâhidin
zıddı bir yaşam süren rindler ise Allah yolunun yolcusu olarak kabul edilirler.
Onlar inanışlarında Allah rızasını her şeyden üstün tutarlar. Davranışlarında
ise meyhane müdavimi olan içmeye düşkün kimseler gibidirler. Böyle
davranmalarındaki sebep gösterişten uzak ibadet etmeleri içindir. Bu yüzden
onların kalpleri Allaha, yönleri meyhaneye doğru olduğu söylenilebilir. Bu
gelenekte meyhane yolu da önemlidir. Çünkü Allaha çıkan yol budur. Orada pîr-i
mugan gibi bir rehber vardır. Onun elinden aşk şarabı içilip doğru yol bulunur.
Elde
edilen bulgulardan tasavvuf mantığının yol üzerine inşa edildiği
görülmektektedir. Kullanılan terimlerin yol ve yol anlamını veren kelimelerden
türemiş olması yahut neredeyse her kavramın yolla benzerlik ilişkisi içinde ele
alınması da bunu kanıtlamaktadır. Aynı zamanda tasavvuf üzerinden ihtiyât,
rıza, takva, ihsan, edep, meskenet, marifet, küfür gibi kavramların da yolla
teşbih ilgisi içinde ele alındığı tespit edilmiştir. Ayrıca çalışmamızda ases,
bâgbân, Ferhad, gümrâh, hâdî’s-sübül, Halil, hemrâh, Hz. İsa, muktedâ, peyk,
rehber rehzen, tâcir, yolcu gibi kişilerin ve ceres, gül bahçesi, kârbân,
kehkeşân, meşale, nemed, nişan, rehgüzar, rüzgâr, su gibi unsurların yolla
ilişkisi de ortaya konulmuştur.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar