Sâî Mustafa Çelebi YAPILAR KİTABI..Tezkiretü’l-Bünyân
Tezkiretü’l-Bünyân
ve Tezkiretü’l-Ebniye
Çevriyazı, Eleştirel Basım ve Notlar:
Hayati Develi
Günümüz Diline Aktarım: Hayati Develi-Samih Rifat
Mimar
Sinan (1490-1588): Osmanlı İmparatorluğunun yetiştirdiği en önemli mimar ve
yaratıcıdır. Yavuz Sultan Selim döneminde Kayseri’nin Ağırnas köyünden
devşirilmiş, Yeniçeri ocağında dülger ve mimar olarak yetişmiş, gösterdiği
başarıyla mimarbaşılığa dek yükselmiştir. Katıldığı seferlerde Suriye, Mısır,
Irak, İran ve Balkan ülkelerini gezip mimari yapıtlarını inceleyen Sinan, uzun
ömrünün de sağladığı derin bilgi ve deneyimle Osmanlı mimarlığının Bursa’dan
başlayıp Edirne’de süregiden ve 15. yüzyılda özgün bir biçeme ulaşan
çizgisini, en yüksek teknik-estetik düzeyine ulaştırmıştır. Gerek doğrudan
kendi tasarladığı ve uyguladığı, gerekse geniş bir mimarlar örgütü aracılığıyla
ülkenin çeşitli yerlerinde yaptırdığı yapılarla Osmanlı mimarlığına
tartışılmaz bir ‘altın çağ’ yaşatan Mimar Sinan’ın, ömrünün sonlarına doğru
Mustafa Saî Çelebi’ye yazdırdığı anıları, Tezkiretü’l-Bünyân ve onun
değişik bir biçimi olan Tezkiretü’l-Ebniye, bu ilginç yaratıcının
yaşamına ve bu ‘altın çağ’a ışık tutan benzersiz birer otobiyografik metin
niteliği taşımaktadır.
Saî
Mustafa Çelebi: 16. yüzyılda Osmanlı sarayında yetişmiş nakkaş ve şair. Pek-
çok yapının tarih kitabesini yazmıştır. Tezkiretü’l-Bünyân ve Tezkiretü'l-Ebni-
ye’den başka Ravzatü's-Selâtin başlıklı şiir ve tarih yazıları
toplamı biliniyor. 1595 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Hayati
Develi: Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü’nü bitirdi (1983). Doktora çalışmasını İstanbul Üniversitesi’nde tamamladı
(1993). 1998 yılında doçent oldu. Şu anda İstanbul Kültür Üniversitesi’nde
öğretim üyesidir. Kitapları: Azeri Türkçesi Lügati (1983), Evliya
Çelebi Seyahatnamesine Göre 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesinde Ses
Benzeşmeleri ve Uyumlar (1995), 18. Yüzyıl İstanbul Hayatına Dair
Risale-i Garibe (1998), Amet Yesevî (19^9), Osmanlı 1
urltçest-Kılmmıu 111 (2001-200?)
SÂî Mustafa
Çelebi
YAPILAR
KİTABI
Tezkiretü’l-Bünyan ve
Tezkİretü’l-Ebnîye
(Mimar Sînan’in anilari)
ÇEVRİYAZI, ELEŞTİREL BASIM VE NOTLAR:
HAYATİ DEVELİ
Günümüz Dİlİne Aktarim: Hayatİ Develİ-Samîh Rİfat
Önsöz:
Doğan Kuban
TeZKİRETÜ’L-BÜNYAN’IN YENİ BASKISI İÇİN ÖNSÖZ
Sinan’a ait
otobiyografik diğer yazmalar arasında Tezkiretü’l-Bünyan, büyük
sanatçının düşünceleriyle en fazla buluştuğumuz yapıttır. Kuşkusuz Sinan’ın
sanata ilişkin düşüncelerini çok daha ayrıntılı olarak öğrenmek isterdik. Ne
var ki, Osmanlı kültür yapısı içinde Sinan’ın, uygulamaya dönük bir bağlam
dışında, sanata ve mimariye ilişkin düşüncelerini dile getirmiş olacağını
ileri sürmek kolay değildir. Çünkü o dönemin pragmatik yaşam felsefesi ve
dünya görüşü, sıradan teolojik yorumlar dışında, maddi dünyanın ne bilimsel ne
de felsefi boyutlarıyla fazla ilgilenmemiştir. Gerçi Sinan gibi büyük bir
yaratıcının dünyaya ve sanata ilişkin genel yargılar üretmemiş olduğunu
düşünmek olanaksızdır. Ne var ki çağın kültürü, bu tür gözlem ve düşüncelerin
vurgulanıp, toplumun dünya üzerindeki görüşünün ifadesi olarak dışa vurulmasını
kültürel bir etkinlik olarak geliştirmemişti. Yine de Sinan’ın genç dostu Sâî
Mustafa Çelebi’nin ağzından iletilen hikâyeler ve yaşam-öyküsel notlar, bizi
Sinan’ın yapıtına bir ölçüde yaklaştıran bilgiler içerir. Sâî, Tezkire’nin
Sinan’la yapılan bir “hasbıhal” olduğunu yapıtın başında bildirir:
“...sahîfe-i rüzgârda nâm u nişânı kalup du’â-i hayr ile yâd olmasına bâ’is
olmak içün bu hakîr-i şikeste-zamîr, fütâde-i bî-dest-gîr Sâ’î-i dâ’î- den
hasb-i hâllerin nazm u nesr tahrir ü takrîr murâd edindiler.” Tezkiretü’l-Bünyan’da
en büyük yapılara ilişkin anlatıların Sinan’ın kendisine ait olduğu kabul
edilse bile, bazı gözlemlerin Sâî tarafından eklendiğini kabul etmek gerekir.
Örneğin Sinan gibi bir mimarın Selimiye ve Ayasofya kubbe çaplarını ve
yüksekliklerini yanlış bilip, Selimiye’nin daha büyük olduğunu söylemesi kabul
edilemez, “...dev- let-i Sultân Selîm Han’da izhâr-ı kudret edüp bu kubbe-i ‘âlînün
andan [Ayasofya‘dan] altı zira’ kaddin ve dört zira’ devrin ziyâde eyledüm.” Bu
tür ifadelerdeki sayısal yanlışların Sinan’ın yanlış ölçümlerinden
kaynaklandığını kabul etmektense, Sâî’nin sanatçıyı yüceltmek için bunları
kaleme almış olacağını düşünmek daha doğrudur.
Sâî Mustafa Çelebi,
Sinan’ın etkinliklerinin hikâyesini onun ağzından dinleyip, Sinan’la yaptığı
konuşmaları Sinan’ı gelecek kuşaklara anlatmak, ve sanatçıyı yüceltmek
istemektedir. İlginç olan, Sinan’ın Vakfiyesi’ndeki “Büyük mühendislerin
gözbebeği, kurucuların süsü, çağın ustalarının ustası, zamanın gerçeklerinden
haberi olanların başı, bu dönemin ve bütün dönemlerin Öklid’i, sultanın mimarı”
türünden betimlemelerin Tezkiretü’l-Bünyan'da. olmamasıdır. Bu gözlem
yapıttaki anlatıların Sinan’a ait olduğu kanısını güçlendirmektedir. Fakat
satırlar arasında Sinan’ın, iradelerini yerine getirdiği büyük sultanlara yakışan,
belki de onlarla aynı düzeyde bir güçlü insan olduğu inancının Sâî’de de samimi
olarak varolduğunu düşünebiliriz. Sinan’ın yarattığı anıtsal yapı imgeleri,
16. yüzyılın Osmanlı kültürüne bir çerçeve oluşturur. Biz Sultan Süleyman’ı o
çerçeve içinde hayal ederiz. Sâî, içinde yaşadığı ve yüksekliğine haklı olarak
inandığı kültürün dayandığı dünya vizyonunu vurgulamakta ve o vizyon içinde
hayran olduğu büyük ustanın yaratıcılığına yaraşan kimliğini, yapılarını
överek dile getirmektedir.
Sâî’nin Tezkiretü’l-Bünyan’da
sanatsal ve estetik bir mesaj verdiğini söylemek zordur. Fakat güzel
kavramının ağırlıklı bir yer tutmadığı İslam kültürü ortamında bu doğaldır.
İslam’da bütün boyutlarıyla Allah’ın vasıflarından türevlen- miş ululuk
boyutları yüceltilir. Onun için Tezkiretü’l-Bünyan’m pek açık olmayan
bir ikilemi vardır. Bir yandan Peygamber’in ve Sultan’m büyüklükleri Tanrı’nm
sonsuzluğunda erimiştir, öte yandan bir yaratıcı sanatçının büyüklüğü
yapıtlarıyla sonsuzluğa erişecektir. Yazarın Tanrı’nın büyüklüğüne gölge
düşürmeden yaratıcı sanatçının yüceltilme- sinin sözsel yöntemini bulması
gerekmekteydi. Tezkiretü’l- Bünyan’da yüceliğin tek ölçütü eşsizliktir.
Sanatçıya övgü yapıta övgüde kaybolmuştur. Sâî Mustafa Çelebi’nin ne Do- ğu’nun
ne de Batı’nın büyük yapılarıyla ilgili bir bilgisi olduğunu gösteren bir
işaret yoktur. Sinan’ın yapılarıyla karşılaş- tırabileceği yapılar olarak
Mescid-i Aksa, Kabe ve Ayasof- ya’dan söz etmektedir. Özellikle Ayasofya’nın
bir kilise olarak aşılması gerekiyordu. “Ve haik-ı cihan dâyire-i imkândan
hâriç dedüklerinün bir sebebi, Ayasofiya kubbesi gibi böyük kubbe devlet-i
îslâmiyye’de binâ olınmamışdur, deyü kefere-i fecerenün mi’mâr geçinenleri:
‘Müslümânlara gale- bemüz vardur!’ derler idi. Zu’m-ı fâsidlerince ol kadar kubbe
turgurmak gayet müşkildür. ‘Nazire mümkin olsa iderler idi!’ dedikleri bu
hakîrün kalbinde ‘ukde olup kalmış idi.” Sâî, Sinan’ın bu endişesini
vurgulayarak, Selimiye’nin strük- türel amacını belirtir. Fakat bunu yaparken
Sinan’ın söylemiş olamayacağı şeyleri de ekler.
Sâî’nin Tezkiretü’l-Bünyan’ını
bugünün ölçütleriyle değerlendirmek olası değildir. Bu ne bir otobiyografidir,
ne bir biyografidir. Belki de Sinan’ın isteğiyle, o günün anlayışı içinde
yazılmış bazı biyografik bilgiler içermektedir. Dönemin mimari tasarım
eğilimlerini anlatan bir kitap değildir. Fakat birçok yapı hakkında ancak
Sinan’ın bilebileceği ayrıntıları nakleder. Üstelik profesyonel dille yazılmış
bir kitap da değildir. Sâî strüktürel öğeleri nesnel bir gözlemle anlatmaz,
“...kıbâbları deryâ-yı letâfetün habâbları gibi” (kubbeleri güzellik denizinin
kabarcıkları gibi süslenip), büyük kemerler için “...kavs-i kuzah [gökkuşağı]
gibi âsumâna peyveste oldı [ulaştı].” der. Binaların hepsi cennete benzer. Tezkiretii'l-Bünyan'da
en uzun bölüm, İstanbul’a su getirilmesine ilişkindir. Kırkçeşme sularının inşası
hakkında gerçekten ayrıntılı bilgi veren bu bölüm, belki de yapıtın en ilginç
bölümüdür. Sâî’nin Sinan’la konuşmaları, onun yapı etkinliklerini yansıtan bir
edebi yapıt olarak, zamanın aydını için mimariye ilişkin hangi konuların
ağırlık taşıdığını da açıkça göstermektedir. Bunlar bizim beklediklerimiz
olmayabilir, fakat bütün Osmanlı tarihinde başka eşi de yoktur. Ve toplumun
mimari yapıtı hangi bağlamda değerlendirdiğini açıklamaktadır.
Mimar Sinan’a ve eserlerine İlİşkîn KAYNAKLAR
Türk mimarlık
tarihinin şüphesiz en önemli adı olan Mimar Sinan’ın yaşamı konusundaki
bilgilerimizin çoğu, kendi zamanında kaleme alınmış metinlere dayanır. Bu
metinler Mimar Sinan’ın mimari eserlerinin neler olduğu konusunda da birincil
kaynaklar durumundadır. Kütüphanelerde saptanan bu eserler aslında bir ilk
eserin gelişerek birbirini takip eden edisyonları gibi görünmektedir.
♦ Bu kaynakların
birincisi Topkapı Sarayı Arşivi, no. D. 1461/3’te bulunan ve herhangi bir
başlık taşımayan bir metindir ve ilk defa yayınlayan R. M. Meriç tarafından Adsız
Risale olarak adlandırılmıştır. Metin büyük olasılıkla Mimar Sinan’ın
kendisi tarafından kaleme alınmıştır. Kısa biyografisini ve yazmayı düşündüğü
kitabın fihristini içerir. Buna göre kitap on bir bölümden oluşacaktır. Bu
listenin ardında küçük bir boşluk yer almış ve on birinci bölüme ait olan
hamamların listesi verilmiştir. Bu metin, Mimar Sinan’ın yazmayı düşündüğü
otobiyografisinin ilk ve eksik kalmış denemesi olarak kabul edilmektedir (Meriç;
Şeşen, 269).
Nüshaları:
• Tek nüshası
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, no. D. 1461/3 (Şeşen, 269).
♦ İkinci metin,
yine Topkapı Sarayı Arşivi’nde, no. D. 1461/4’te (y. lb-5a) bulunan Risâletü’l-Mi’mâriyye'dir.
Bunda da kısaca, ancak Adsız Risale'dekinden daha ayrıntılı olarak
Mimar Sinan’ın kısa biyografisi verilir. Yine yapıların on bir bölüm halinde
listelenmesi tasarlanmış, fakat bunların yeri boş bırakılmıştır. Bu eserin de
Mimar Sinan tarafından kaleme alınmış ve yarım kalmış bir otobiyografi
denemesi olduğu kabul edilmektedir. Metin, R. M. Meriç tarafından (s. 11-12)
yayınlanmıştır (Şeşen, 269).
Nüshaları:
• Tek nüshası
Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, no. D. 1461/4, y. lb-5a (Şeşen, 269).
♦ Üçüncü metin Tuhfetü’l-Mi’mârîn
adını taşımaktadır ve diğer iki metinle aynı yerde (Topkapı Sarayı Müzesi
Arşivi, no. D. 1461/4, y. 6b-27b) ciltlenmiştir. Yazı özellikleri bakımından
da önceki iki metinle aynıdır. Müsvedde halinde olan bu metin, Risâletü’l-Mi’mâriyye’nin
geliştirilmiş bir edisyonu durumundadır. Başlangıç bölümü Ri-
sâletü’l-Mi’mâriyye ile aynıdır. Daha sonra metnin içindeki konuları
gösteren bir fihrist bölümü yer alır. Ardında bu fihristteki sıraya göre
yapıların listesi verilir. Bu edis- yonda öncekilerden farklı olarak Sinan’ın
mimarlıkla ilgili temel görüşlerinin anlatıldığı kısa “mukaddime” ile bazı
yapıların inşa özelliklerinin anlatıldığı “hâtime” bölümü yer almaktadır.
Yapıların listesi on iki bölüm halinde verilmiştir. Bu haliyle ikinci metnin
tamamlanmış bir edis- yonudur (Şeşen, 269-270). Bu metin de R. M. Meriç tarafından
(s. 15-52) yayınlanmıştır.
Nüshaları:
•
Tek nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, no. D.
1461/4 (Şeşen, 269).
Bu üç metin, hem
fiziksel olarak aynı cilt içinde bulunmaları, hem de içerikleri itibariyle
birarada düşünülmelidir. Metinler doğrudan Mimar Sinan’ın ağzından yazılmış
gibi görünür. Bunların üçünün de Sinan tarafından yazıldığını kabul etmemizi
engelleyecek bir bilgi yoktur. Şu halde bu üç metin, Sinan’ın yazmayı
tasarladığı otobiyografinin üç ayrı safhası (edisyonu) olarak kabul
edilmelidir. Adsız Risale bir ön edisyon, Risâle-i Mi’mâriyye
ikinci edisyon ve Tuhfetü’l-Mi’mârîn otobiyografinin tamamlandığı son
edisyon olmalıdır. Bu metinleri birinci grup başlığı altında değerlendirmek
doğru olur.
Daha sonra
karşımıza, ikinci grup olarak değerlendirdiğimiz, Mimar Sinan’ın hayatının ve
eserlerinin anlatıldığı iki metin daha çıkar. Bunlar Tezkiretü’l-Ebniye
ve Tezkiretü’l-Bünyân adını taşır. Bu iki metnin öncekilerden başlıca
farkı, her ikisinin de Sâî Çelebi adında bir yazar tarafından kaleme
alındığının belirtilmesidir. Ancak bu iki metin arasında da yapısal
farklılıklar vardır.
Tezkiretü’l-Ebniye, birinci gruptaki metinlerin
tamamlanmış şekli olan Tuhfetü’l-Mi’mârîn örnek alınarak oluşturulmuştur.
Her iki metnin yapısı da aynıdır. Tezkiretü’l- Ebniye’de de kısa bir
girişten sonra Mimar Sinan’ın inşa ettiği yapıların listesi on üç bölüm halinde
verilmektedir. Her ne kadar metni Sâî kaleme almışsa da, anlatım Sinan’ın
ağzındandır. Bazı nüshalarda düzyazı bölümden önce yer alan manzum metin yine
Sâî Çelebi’nin kaleminden çıkmış bir Mimar Sinan biyografisidir.
Nüshaları:
•
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Emanet
Hâzinesi, no. 1236, y. 50a-57a (=EH).
•
İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Türkçe
Yazmalar, no. 6826, 13 yaprak (=İÜ).
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi no.
4628, y. 15b-21b. Bu metinde manzum bölüm yoktur. Tezkiretü’l-Ebniye’nin
bittiği yerde Tezkiretü’l-Bünyân metni başlar (=S2).
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad Efendi no. 2258, y.
32b-35b. Bu metinde önce manzum bölüme, arkasından düzyazı bölüme yer
verilmiştir (=S3).
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Nuri Arlasez Bağışları,
no. 81/2, y. 22b-36b, İstinsah H 1206. Tezkiretü’l- Bünyân ile
birleştirilmiş, bir nüshadır. Bu nüshada manzum kısım yoktur.
•
Ankara Millî Kütüphane, no. 06 MK Yz. A 1644, 26
yaprak. Bu metin Tezkiretü’l-Ebniye adıyla kayıtlıdır ve aslında Tezkiretü’l-Bünyân
ile birleştirilmiş bir nüshadır. Süleymaniye Kütüphanesi Nuri Arlasez, no.
81’deki yazma ile benzer özellikler taşır.
•
Kahire, Tal’at Kütüphanesi, Türkî-Mecâmî, no.
119/3, y. lla-17a.
•
Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Tarih, no. 921.
Bu nüsha Tezkiretü’l-Bünyan
ile birleştirilmiş bir nüshadır. Manzum bölüm yoktur. Ahmed Cevdet Bey’in
1897’de yayınladığı metin muhtemelen bu nüshaya dayanmaktadır (=AE).
•
Kahire, Tal’at Kütüphanesi, Türkî-Mecâmî, no.
81/4, y. 83a-92a. Bu nüsha da Tezkiretü’l- Bünyan ile birleştirilmiş bir
nüshadır.
Konuyla ilgili son
metin, Tezkiretü’l-Bünyan adını taşır. Bu metin Sâî Çelebi tarafından
Mimar Sinan’ın ağzından kaleme alınmıştır. Aslında düzyazı olmakla birlikte
araya yer yer manzum parçalar serpiştirilmiştir. Giriş bölümü, Tezkiretü’l-Ebniye’nin
girişine anlatım bakımından büyük ölçüde benzer. Ayrıca Tezkiretü’l-Ebniye’nin
kimi nüshalarında yer alan manzum parçadan birçok beyit, Tezkiretü’l-Bünyan’a
da alınmıştır. İkisi arasındaki temel farklılık, Tezkiretü’l-Bünyan’da
yapıların listesinin verilmemiş, ancak bazılarının yapım süreçleri ve
özelliklerinin ayrıntılı olarak anlatılmış olmasıdır.
Nüshaları:
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no.
4911, 15 yaprak (=S1).
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no.
4628, y. 21b-35b (=S2).
•
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan, no.
1456, 23 yaprak. İstinsah H 1144/M
1732 (=R).
•
Süleymaniye Kütüphanesi, Nuri Arlasez Bağışları,
no. 81/1, y. lb-26b, istinsah. Tezkiretü’l-Ebniye ile birleştirilmiş.
•
Ankara Millî Kütüphane, no. 06 MK Yz. A 1644, 26
yaprak. Bu metin Tezkiretü’l-Ebniye adıyla kayıtlı olup aslında Tezkiretü’l-Bünyan
ile birleştirilmiş bir nüshadır. Süleymaniye Nuri Arlasez, no. 81 ’deki yazma
ile benzer özellikler taşır.
•
Kahire, Tal’at Kütüphanesi, Türkî-Mecâmî, no.
119/4, y. 17b-32b.
•
Millet Kütüphanesi, Ali Emirî, Tarih, 921. Bu
nüsha
Tezkiretü’l-Ebniye ile birleştirilmiş nüshadır.
Ahmed Cevdet Bey’in 1897’deki yayını muhtemelen bu nüsha esas alınarak
yapılmıştır (=AE).
•
Kahire, Tal’at Kütüphanesi, Türkî-Mecâmî, no.
81/4. Bu nüsha da Tezkiretü’l-Ebniye ile birleştirilmiş bir nüshadır
(=DK).
Tezkiretü’l-Ebniye ve Tezkiretü'l-Bünyan\
Mimar Sinan’ın anlatımlarına ve önceki metinlere dayanarak Sâî Çelebi
tarafından kaleme alınmış ve birbirini tamamlayan iki metin olarak
değerlendirmek mümkündür.
Bu iki metin, 18.
yüzyıl civarında birleştirilerek ortak bir metin de oluşturulmuştur (bkz. AE ve
DK). Oluşturulan bu ortak metinde Tezkiretü’l-Ebniye’deki manzum bölüme
yer verilmemiştir. Ahmed Cevdet tarafından yayınlanan metin, bu ortak metnin
nüshalarından birine dayanmaktadır.
Adlarını verdiğimiz
beş metnin ilgisini şu şekilde gösterebiliriz:
Birinci gruptaki
metinleri, her ne kadar Tuhfetü’l Mi’- mârîn yapısal olarak tamamlanmış
görünse de, birer ön edisyon kabul edebiliriz. Bunların yazarlarının Mimar Sinan’ın
kendisi olduğu da düşünülebilir. Büyük olasılıkla daha sonra eserlerinin ve
yaşamının daha geniş bir metinde anlatılmasını arzu ederek ve bu işi Sâî
Çelebi’ye havale etti. Önce Tuhfetü’l-Mi’mârîn’i esas alarak yine liste
tarzında bir metin hazırlayan, hatta Mimar Sinan’ın biyografisini manzum olarak
anlatan Sâî Çelebi, daha sonra farklı yapıda bir metin tasarladı. Bu metni
basitçe bir giriş ve yapıların listesi olarak değil de Mimar Sinan’ın
yaşamının, eserlerini ortaya koymadaki sanatçı bakışı ve ideolojisinin anlatıldığı,
başyapıtlarının yapım sürecinin de verildiği bir metin olarak düşündü ve bunu
uyguladı. Bu ikinci metni yazarken daha önce yazdığı manzum bölümden da
yararlandı. Böylece Sâî Çelebi’nin kaleme aldığı ve Mimar Sinan’ın anlatımına
dayalı iki metin ortaya çıkmış oldu. Bu bizim eldeki metinlerin üretim
süreçleriyle ilgili varsayımımızdır.
Sonraki yüzyıllarda
kim olduğunu bilmediğimiz bir editör, gruplandırılmış bina listelerinden
oluşan Tezkiretü’l- Ebniye’nin Tezkiretü’l-Bünyân içinde yer almasının
yararlı olacağını düşündü ve bu iki metni -birincisindeki manzum bölümü
almayarak- birleştirdi. Bu tamamen pratik bir amaca dayanıyordu. 19. yüzyıl
sonlarında metnin basılı edisyonu hazırlanırken yine aynı pratik amaca dayalı
olarak bu 18. yüzyıl edisyonu esas alınmıştır.
Metinler üstünde
yapılan çalışmalar
Bu metinler üstünde
bugüne kadar yapılan çalışmalar kronolojik sıra içinde şunlardır:
Tezkiretü’l-Ebniye'nin 19. yüzyıl ortalarında on altı
sayfalık bir metin olarak yayınlandığını bazı kaynaklar bildirmektedir (Şeşen,
270). Bu yayın Edhem Paşa’nın Fenn-i Mimari-i Osmanî = L’Architecture
Ottomane (1873) isimli çalışmasında da aynen yer almıştır.
1897 yılında Ahmed
Cevdet Bey, Kütüphane-i İkdam yayınları arasında Tezkiretü’l-Bünyan’ı
yayınlar. Bu yayın, Tezkiretü’l-Bünyân ve manzum bölümü dışarıda
bırakılarak Tezkiretü’l-Ebniye’nin birleştirilmesiyle oluşturulmuş bir
nüshaya (muhtemelen Millet Kütüphanesi Ali Emirî nüshasına) dayanmaktadır.
1931 yılında Ahmed
Refik (Altınay), Mimar Sinan isimli kitabının içinde Tezkiretü’l-Ebniye'ye
yer vermiştir. Ahmed Refik, manzum bölümü yayınlamadığı gibi Tezkiretü’l-Ebniye’de
yer alan kısa Mimar Sinan biyografisine de yer vermemiştir.
1935 yılında Türk
Tarih Kurumu’nun, Atatürk’ün nezaretinde Dolmabahçe Sarayı’nda sürdürdüğü
çalışmalar sırasında “Türk Tarihinin Ana Hatları” projesi çerçevesinde
“Türklerin medeniyete hizmetleri” bölümünün yazılması kararlaştırılmış; bu
bağlamda “Osmanlı mimari tarihi” içinde Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleriyle
ilgili kaynakların yayınlanması kararlaştırılmıştır. Bu görevi üstlenen Rıfkı
Me- lûl Meriç, 1939 yılında Adsız Risale, Risâle-i Mi’mâriyye, Tuhfetü
l-Mi’mârîn ve Tezkiretü’l-Ebniye isimli metinlerin “edisyon
kritiklerini (edition critique=e\eştire\ basım) bitirerek kuruma teslim
etmiş, bu metinler dizilmeye başlanmış, ancak proje kapsamındaki diğer
metinlerin (Tezkiretü’l- Bünyan, Eyyubî’nin Padişah-nâme’si ve
Dayazâde Mustafa Efendi’nin Selimiyye’si) edisyon kritikleri
bitirilemediği için basım işi gerçekleştirilememiştir.
1956 yılında, Türk
Tarih Kurumu’nun bahsettiğimiz projesinde görev alan Afet İnan, Mimar Koca
Sinan isimli bir monografi yayınlar. Bu monografide Tezkiretü’l-Ebniye’nin
manzum bölümüne de yer verilmiştir. Anlaşıldığına göre İnan bu metni, Meriç’in
henüz yayınlanmamış çalışmasından almıştır.
1965 yılında, Rıfkı
Melûl Meriç’in hazırladığı ve daha önceden dizilmiş bulunan edisyon kritikler
yayınlanmıştır. Bu çalışma bilimsel usullere uygun bir eleştirel basımdır.
Nüsha farkları, metnin aparatında Arap harfleriyle verilmiştir. Ne var ki,
Meriç çalışmasını bitiremediği için, kullandığı ve kısaltmalarla gösterdiği
nüshaların nerede ve hangi vasıflarda olduğuna ilişkin açıklamalar kitapta yer
almamıştır. Bu nüshalardan bazılarının özel kütüphanelerde bulunduğu
anlaşılıyor. Bu çalışmada Adsız Risale (s. 5-7), Risâle-i Mi’mâriyye
(s. 11-12), Tuhfetü’l-Mi’mârîn (s. 15- 22), Tezkiretü’l-Ebniye -
manzum bölüm (s. 55-63), Tezkiretü’l-Ebniye - düzyazı bölüm (s. 67-129)
yer almaktadır.
1968 yılında Afet
İnan’ın Mimar Koca Sinan isimli çalışmasının ikinci baskısı yapılır ve
bu baskıda Tezkiretii’l- Ebniye'deki yapılar listesine de yer verilir.
1984 yılında
Muharrem Hilmi Şenalp tarafından Sâî Çelebi, Tezkiretü'l-Bünyan, Mimar Sinan
(Yıldız Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi) adında bir tez yapılır.
1988 yılında Sadık
Erdem Tezkiretü’l-Bünyan’ın 1897’de Ahmed Cevdet Bey tarafından yayınlanan
metnini Latin harflerine çevirerek yayınlar. Bu metinde edisyon kritik yoktur.
Sadece metnin sonuna küçük bir sözlük eklenmiştir.
1988 yılında Zeki
Sönmez, Mimar Sinan ile ilgili metinleri günümüz Türkçesine aktararak
yayınlar. Sönmez, manzum bölümleri günümüz diline aktarmamış, sadece Latin
harflerine aktarmakla yetinmiştir. Ayrıca Sönmez bu çevirileri hangi yayınlara
dayanarak yaptığını belirtmemiştir. Bu çalışmada Tezkiretü’l-Bünyan (s.
21-57), Tezkiretü’l-Ebniye (s. 59-77), Tuhfetü’l-Mi’mârîn (s.
79-95), Risâle-i Mi’mâriyye (s. 96-97) ve Adsız Risâle (s.
98-100) yayınlanmıştır. Çalışmada Tezkiretü’l-Bünyan için muhtemelen
Ahmed Cevdet Bey’in yayını esas alındığından, bu metnin içinde Tezkiretü’l-Bünyan’ın
düzyazı bölümü de yer almış, sonra Tezkiretü’l-Ebniye’nin manzum bölümünün
yanında düzyazı bölümü bir defa daha yayınlanmıştır.
1989’da Suphi
Saatçi, Mimar Sinan ve Tezkiretü’l-Bünyan isimli çalışmasında Tezkiretü’l-Bünyan’ın
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 4911’de kayıtlı bulunan ve
müellif nüshası kabul ettiği nüshayı yayınlamıştır. Bu çalışmada önce metnin
günümüz diline aktarılmış biçimi (s. 44-122), sonra metnin anlaşılmasına
yönelik notlar ve Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan no. 1456’da bulunan
nüshaya dayanan birkaç karşılaştırma (s. 124-129), metnin Latin harflerine
aktarılmış biçimi (s. 136-175) ve nüshanın tıpkıbasımı verilmiştir. Bu çalışma
sadece bir nüshaya dayanması yüzünden bir edisyon kritik sayılamaz. Bunu sadece
belli bir nüshanın yayını olarak değerlendirebiliriz.
Saatçi, 1990
yılında aynı metnin Revan nüshasını bir makale halinde yayınlar. Bu yayın da
söz konusu nüshanın Latin alfabesine aktarılmasından ibarettir.
Bütün bu çalışmalar
ortaya şöyle bir tablo çıkarmaktadır: Mimar Sinan’ın hayatı ve eserleri ile
ilgili söz konusu metinler, parça parça ve ayrı ayrı yayınlanmış durumdadır.
Bir ön edisyon olan birinci gruptaki metinlerin edisyon kritiği sadece Meriç
tarafından yapılmış, bu yayın Sönmez tarafından günümüz Türkçesine
aktarılmıştır.
İkinci grubu
oluşturan iki metin önce 1897’de Arap harfleriyle yayınlanmıştır. Bu yayın,
birleştirilmiş geç bir nüshaya dayanır; Tezkiretü’l-Ebniye’deki manzum
bölümü içermez ve bir edisyon kritik özelliği taşımaz. Erdem, bu metni 1988’de
Latin harflerine çevirmiştir. Saatçi, 1989’da Tezkiretü’l-Bünyan’ın
Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 4911’deki (müellif hattı kabul
ettiği) nüshasını, 1990’da da aynı metnin Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi,
Revan no. 1456’daki nüshasını yayınlamıştır. Saatçi, bu yayınlarda edisyon
kritik yapmamış, Tezkiretü’l-Ebniye metnine yer vermemiştir.
Birinci gruptaki ön
edisyonların daha önce yayınlandıkları ve bunlarda yer alan bilginin esasen Tezkiretü’l-Ebni-
ye’de tekrarlandığı göz önüne alındığında bu grubun yeni bir yayınının
gerekli olmadığı açıktır. Ancak ikinci gruptaki iki metnin, yani Tezkiretü’l-Ebniye
ve Tezkiretü’l-Bün- yan'ın birden fazla nüshaya dayanan bir edisyon
kritiğinin bugüne kadar yapılmamış olması, bu işi bir gereklilik haline
getirmektedir. İşte bizim çalışmamız, bu bütünlüğü ve gerekliliği karşılama
ihtiyacından doğmuştur.
Eleştirel basım
Eleştirel basım,
birden fazla nüshası bulunan bir metnin nüshalarım karşılaştırıp yanlışları
ayıklayarak yeni bir metin kurma işlemidir. Metinler arasındaki farklar
gösterilerek, araştırmacılar için nüsha farklarını da gösteren doğru metnin
kurulması hedeflenir. Bizim amacımız da Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye
metinlerini bu şekilde okuyucuya sunabilmektir.
Tezkiretü’l-Bünyan hazırlanırken Süleymaniye
Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 491 l’deki nüsha esas alınmıştır. Bu esas
alma işi, metne konulan sayfa ve satır numaralarının takibini kolaylaştırma
amacına yöneliktir. Bu metin tarihsiz olmakla birlikte eldekilerin en eskisi
gibi görünüyor. Metne katılmayıp kenara yazılmış kimi bilgilerin olması, satır
ve sayfa kullanımındaki düzensizlik, bunun bir müellif nüshası olabileceğini
düşündürmektedir (Saatçi 1989, 25-27) Bu nüsha Sİ olarak gösterilmiştir. Diğer
nüshalarda bu çıkmalar metne dahil edilmiştir.
Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi, Revan no. 1456’da bulunan nüsha, R olarak gösterilmiştir.
Süleymaniye
Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 4628’de bulunan nüsha, S2 olarak
gösterilmiştir. Bu nüsha 21b’de başlar, bundan önce 15b-21 b sayfalarında Tezkiretü’l-Ebniye’nın
düzyazı bölümü yer almaktadır.
Kahire Tal’at
Kütüphanesi’nde bulunan nüsha, DK olarak gösterilmiştir. Bu nüshanın
Süleymaniye Kütüphanesi mikrofilm arşivinde no. 1727’de bulunan kopyasını
kullandık.
Millet Kütüphanesi,
Ali Emirî, Tarih no. 921’de kayıtlı bulunan nüsha, Tezkiretü’l-Bünyan
ile Tezkiretü’l-Ebniye’nin düzyazı bölümlerinin birleştirilmesinden
oluşmuştur. Ancak Tezkiretü’l-Ebniye’nin başladığı ve bittiği yer belli
olduğundan ve bu yayın yaklaşık yüz yıldır Mimar Sinan araştırmalarının
başlıca kaynağı durumunda bulunan basılı metnin kaynağı olduğu için, edisyon
kritiğe dahil edilmiştir. Bu nüshayı AE ile gösterdik.
Tezkiretü’l-Ebniye’nin manzum bölümü Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi, Emanet Hâzinesi, no. 1236’da kayıtlı nüshada, Süleymaniye
Kütüphanesi, Es’ad Efendi, no. 2258’deki yazmada ve İstanbul Üniversitesi,
Türkçe Yazmalar, no. 6826’daki yazmada bulunmaktadır. Bunları sırasıyla EH,
S3 ve ÎÜ olarak gösterdik. Meriç’in yayınında birden fazla nüshanın
kullanıldığı görülmekteyse de bunların yeri ve nitelikleri belirtilmemiştir.
Tezkiretü’l-Ebniye’nin düzyazı bölümünün edisyon kritiği
ise EH, S2, S3, ÎÜ ve AE nüshalarına dayanılarak yapılmıştır.
Edisyon kritikte
sadece nüsha farkları, ayetlerin Ku- ran-ı Kerim’deki yeri ve meali
verilmiştir. Metinle ilgili diğer açıklamalar ise sadeleştirme bölümünde yer
almıştır.
Çevriyazı
Metinde
yalınlaştırılmış bir transkripsiyon alfabesinden yararlanılmış, yani Arap
harfleriyle metnin aktarılmasında her harf için özel işaretlerden oluşan bir
alfabe sistemi kullanılmamış, bugünkü standart Türk alfabesiyle yetinilmiştir.
Bununla birlikte uzunluklar (A) işaretiyle, ayın ve hemze harfleri
kesme işaretiyle gösterilmiş; art damak ünsüzlerinden sonra gelen uzun ünlüler
ise, ünlünün üzerine kısa bir çizgi konularak (â, ü) gösterilmiştir. Bugünkü
alfabemizde bulunmayan genizsi n sesini gösteren kef harfi için (n) harfi
kullanılmıştır. Türkçe kelimelerde gayın ve kef harfiyle yazılan, ancak iki
ünlü arasında sızıcılaşan ön ve art damaksı /g/ fonemleri (ğ) harfiyle
gösterilmiştir (değil, dağa, olduğı vs.).
16. yüzyıl
Türkçesi’nin henüz Eski Türkiye Türkçesinin ses özelliklerini koruduğunu
düşünerek, yazıda gösterilmeyen ünlüleri bu dönemin ses özelliklerine göre
işaretledik. Türkçe kimi kelimelerde bulunan kapalı e dediğimiz ünlüyü (e)
olarak gösterdik (edüp, verdüm vs.).
Arap harfli
metinlerde bir yazım kalıplaşması esas olduğu için özellikle eklemede
tonluluk/tonsuzluk uyumu gösterilmez; ancak böyle bir uyumun var olduğu da
bellidir. Bu yüzden /t/ ile biten sözcük tabanlarına /t/ ile başlayan bir ek
geldiğinde bunları uyumlu olarak yazdık (ettük, git- tük, gittükten, devlette,
dostta vs.).
Farsça birleşik
sözcükler ve ön ekler yazılırken iki öge arasında (-) konuldu: şikeste-zamîr,
reh-nümâ, kâm-rân, şeh-zâde, nâ-tüvân, tâc-dâr vs.
Farsça son eklerle
yapılan türetmelerde ise araya (-) işareti konulmadı: nâmver, mehveş,
cennetâsâ vs.
Tezkiretii’l-Bünyan için esas aldığımız Sİ nüshası
ile Tez- kiretii’l-Ebniye için esas aldığımız EH nüshalarında sayfa
kenarına yazılmış metinle ilgili bölümleri farklı bir yazı karakteriyle metnin
içine aldık; metinle ilgili olmayan kenar yazılarını ise yalnızca tıpkıbasımda
bırakmakla yetindik. Metinde olmayıp da bizim onarım yoluyla eklediğimiz bölümleri
[ ] ayraçları içinde gösterdik. Eleştirel basımda esas alınan yazmanın sayfası
metin kenarına • işaretinin yanına yazıldı. Bu işaret metnin içinde esas alınan
nüshanın başladığı yeri göstermektedir. Diğer nüshaların sayfa başları da metin
içinde I işaretiyle gösterildi ve metnin yanına hangi sayfa olduğu yazıldı.
Esas alınan metnin satır numaraları beş satırda bir I işaretiyle gösterildi,
metnin yanına yazıldı.
Eleştirel basımın
hazırlanması sürecinde değerli zamanlarını ayırıp metin konusundaki
görüşlerini paylaşan, çeşitli önerilerle katkıda bulunan Prof. Dr. İskender
Pala’ya, Doç. Dr. Mustafa Çiçekler ve Doç. Dr. Musa Duman’a gönülden
teşekkürlerimi sunuyorum.
Çevriyazıda
kullanılan kısaltmalar
Tezkiretü’l-Bünyan
nüshaları
Sİ Süleymaniye
Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 4911.
R Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, Revan, no. 1456.
S2 Süleymaniye
Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, no. 4628.
DK Kahire, Tal’at Kütüphanesi,
Türkî-Mecâmî, no. 81/4.
AE Millet
Kütüphanesi, Ali Emirî, Tarih, 921.
Tezkiretü’l-Ebniye
nüshaları
EH Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, Emanet Hâzinesi, no. 1236.
İÜ İstanbul Üniversitesi
Kütüphanesi, Türkçe Yazmalar, no. 6826.
S3 Süleymaniye Kütüphanesi, Es’ad
Efendi no. 2258.
S2 Süleymaniye
Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi no. 4628.
AE Millet Kütüphanesi, Ali Emirî,
Tarih, no. 921.
DİA Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi
Kaynakça
Ahmcd Refik 1931. Mimar
Sinan, Kanaat Kütüphanesi, İstanbul.
Arseven, Celal Esad
1983. Sanat Ansiklopedisi, 5 cilt, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara.
Ayvansarayî Hüseyin
Efendi 2001. Hadikatü’l-Cevâmi (İstanbul Camileri ve Diğer Dinî-Sivil Mimari
Yapılar), Hazırlayan: Ahmed Nezih Galitekin, İşaret Yayınları, İstanbul,
744 s.
Barkan, Ömer L.
1972. Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), c. I, Ankara
1972, XV-393 s.; c. II, Ankara 1979, 301 s.
Çeçen, Kâzım 1988a.
Mimar Sinan ve Kırkçeşme Tesisleri, İski Yayınları, İstanbul, 238 s.+
haritalar.
Çeçen, Kâzım 1988b.
“Sinan’ın Köprü ve Su Kemerleri”, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve
Sanatı, İstanbul, 79- 101.
Çeçen, Kâzım 1988c.
“Sinan’ın Yaptığı Köprüler”, Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri,
İstanbul.
Çeçen, Kâzım 1991. Halkalı
Suları, İski Yayınları, İstanbul, 176 s.+harita ve planlar.
Danişmend, İsmail
Hami 1948. İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. II, İstanbul.
Develi, Hayati
1997. “Dua ve Yas Motifi Olarak ‘baş açmak’ Tabiri”, Türkiyat Mecmuası,
c. XX, İstanbul, s. 85-111.
Dünden Bugüne
İstanbul Ansiklopedisi,
8 cilt, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul 1993-1995.
Eldem, Sedat Hakkı
1976. Türk Bahçeleri, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul.
Erdem, Sadık. Sâî
Çelebi-Tezkiretü’l-Bünyan, Binbirdirek Yayınları, İstanbul
Evliya Çelebi. Seyahatname,
Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi, Bağdad
304.
Hasol, Doğan 1995. Ansiklopedik
Mimarlık Sözlüğü. Yapı- Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul.
Hüseyin Kâzım
Kadri, 1927-1943. Türk Lügati, Maarif Vekâleti, 4 cilt, Ankara.
İnan, Afet 1956. Mimar
Koca Sinan, Emlak Bankası Yayınları, Ankara. İkinci baskı, Ankara 1968.
Koçu, Reşat Ekrem
1958-1973. İstanbul Ansikolopedisi, 11 c.
Konyalı, İbrahim
Hakkı 1953. Fatihin Mimarlarından Azadlı Sinan (Sinan-ı Atik) Vakfiyeleri,
Eserleri, Hayatı, Mezarı, İstanbul, 110+XV s.
Kuban, Doğan 1997. Sinan’ın
Sanatı ve Selimiye, Tarih Vakfı, İstanbul.
Kunter, Halil Baki
1942. “Kitabelerimiz”, Vakıflar Dergisi, sayı II, Ankara.
Kuran, Aptullah
1988. “Tezkerelerde Adı Geçen Sinan Eserlerinin Yapı Türlerine Göre Alfabetik
Listesi”, Mimarbaşı Koca Sinan, Yaşadığı Çağ ve Eserleri I, Vakıflar
Genel Müdürlüğü Yayınları, İstanbul, s. 155-166.
Manaz, Abdullah
1992. Suriye'nin Başkenti Şam’da Türk Dönemi Eserleri, Kültür Bakanlığı
Yayınları, Ankara.
Mantran, Robert
1990. 17. Yüzyılın İkinci Yarısında İstanbul: Kurumsal, İktisadî, Toplumsal
Tarih Denemesi, çevirenler: M. Ali Kılıçbay-Enver Özcan, TTK Yayınları,
Ankara.
Mehmed Hafid Efendi
1221 [1807]. Ed-Dürretü’l-mensûre fî islâhi’l-galatâti'-meşhûre,
İstanbul.
Mehmed Süreyya. Sicill-i
Osmanî yahud Tezkire-i Meşâhir-i Osnıâniyye, hazırlayanlar: A. Aktan-A.
Yuvalı-M. Hülâgü, Sebil Yayınevi, İstanbul 1996.
Meriç, Rıfkı Melûl
1965. Mimar Sinan, Hayatı, Eseri I. Mimar Sinan’ın Hayatına, Eserlerine Dair
Metinler, TTK Yayınları, Ankara, X+129 s.
Meydan-Larousse
Büyük Lügat ve Ansiklopedi,
Meydan Yayınevi, 12 cilt, İstanbul 1969-1973.
Pakalın, M. Zeki
1983. Osmanlı Tarih Deyimleri ve Sözlüğü, 3 cilt, MEB Devlet Kitapları,
İstanbul.
Pala, İskender
2000. Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Ötüken Yayınları, İstanbul.
Saatçi, Suphi 1989.
Saî Mustafa Çelebi, Tezkiretü’l-Bünyân, 175-15, İstanbul.
Sâî Çelebi. Âsâr-t
Eslaftan: Tezkiretü’l-Bünyân, Kütübhane-i İkdam, Dersaadet 1315.
Selanikî, 1989. Tarih-i
Selânîkî, hazırlayan: Mehmet İpşirli, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Yayınları, İstanbul.
Sönmez, Neslihan
1999. “Osmanlı Mimarlığında Kullanılan Uzunluk Ölçü ve Birimleri”, Osmanlı,
Yeni Türkiye Yayınları, c. X, Ankara.
Sönmez, Zeki 1988. Mimar
Sinan ile İlgili Tarihi Yazmalar- Belgeler, Mimar Sinan Üniversitesi
Yayınları, İstanbul.
Suyolcuzâde Mehmed
Necib 1942. Devha-tül-küttâb, tertib ve tashih eden Kilisli Muallim
Rifat, İstanbul, 160 s.
Şeşen, Ramazan
1988. “Mimar Sinan ile İlgili Yazmalar”, Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı
ve Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, s. 269-275.
Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi,
yayınlayan: Türkiye Diyanet Vakfı, c. 1-24, İstanbul 1988-2002
Uzunçarşılı, İsmail
Hakkı 1988. Osmanlı Tarihi, c. II, TTK
Yayınları, 5.
baskı, Ankara.
Ülgen, Aygün 1999.
“Osmanlı Saray, Kasır ve Köşkleri”, Osmanlı 10, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, s. 400-428.
Yerasimos, Stefanos
2002. Süleymaniye, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 143 s.
Yılmaz, Mehmet
1992. Edebiyatımızda İslami Kaynaklı Sözler (Ansiklopedik Sözlük),
Enderun Kitabevi, İstanbul, 196 s.
BU KİTAP,
USTALARIN USTASI MİMARBAŞI ABDÜLMENNANOĞLU SİNAN’I ANLATAN Tezkİretü’l-Bünyan’dir.
Şükürler olsun yedi
katın temellerini atana ve eşsiz övgüler olsun dokuz katlı gök kemerinin
binasını kurana, ki bu fani işlikte kuralsız pergelsiz, Adem’in can ve gönül
konağı varlık sarayını yarattı; onun yürek camilerini güzel ahlak nakışlarıyla
şenlendirdi.
Mesnevi-i Manevi
Ne güzel Yaratan ki
çıkartıp gizlendiği yerden
Var etti bu köşkü
“ol” buyruğundan
Sütunsuz durdurdu
havada dokuz kubbeyi
Asıp bıraktı ortaya
güneş küreyi
Kudret eliyle
mayalandırdı sonra “yok”u
Âdem’in bedeninin
temelini attı
Bakış, pencere oldu
beden kasrına
Kaşlar kitabe oldu
üstüne
Böyle şenlenince
Âdem’in varlık köşkü
Kabe’yi yapmak da
Hz. İbrahim’e düştü.
Güzel insanların
gönül kâbelerinin mimarına[1]
sayısız övgüler, sonsuz dualar olsun; O, ezelî Yaratıcı’nın kudretli yasalarıyla
Allah yolunda yürüyüp yaşam ve sonsuzluk menzillerine giden, güçsüz, kalbi
kırık ümmetini, sırat köprüsünden cennet bahçelerinin sarayına yolladı ve din
kandilini kılavuz etti onlara.
Mesnevi
Ne büyük kerem var
Allah’ın yaratısında
Örnek getirdi
ahrete, hem de dünyada.
Sırat köprüsüdür o
yüce sevgilinin[2]
emri
Cehennemdir ondan
uzak düşenin yeri.
Dünya ve ahretin
efendisi dört
Seçkin Dost’un[3]
nitelikleri üstüne.
Allah hepsinden
razı olsun.[4]
Birinci Dost,
hakikat kâbesinin mihrabı, tarikat kapısının kandili, temizlik ve doğruluğu
kendinde toplamış kişi, peygamberler önderinin mağara yoldaşı,[5]
din kâbesinin taşı, dört Seçkin Dost’un en gözdesi, Âlemlerin Efendisi’nin
elçisinin yerine geçen, eski dost ve himmetli imam, Ebu Bekir Sıddık. Yüce
Allah ondan razı olsun.
Nazım
Resûl’ün mağara
yoldaşıdır Sıddık
Resûl’ün dert
ortağıdır Sıddık
İkinci Dost, hak ve
adalet camisinin minberi, doğruların yardımcısı, İslam konağının direği,
insanların seçkini, hakla bâtılı ayıran adaletli sultan, temiz din duvarının
kerpiç ustası, Kayser’in gözlerini kör eden Hazret-i Ömer Faruk. Yüce Allah
ondan razı olsun.
Nazım
Gelmemişti dünyaya
Ömer gibi
Din yolunda savaşan
yiğit bir er.
Üçüncü Dost, ahlak
ve güzellik camisinin mahfili, Herşe- yi Bilen Hükümdar’ın[6] kitabını
derleyip toplayan,[7]
[8]
şehitlerin başı, din çatısı tavanının bezeği, çifte nurlu’ Affan oğlu Haz-
ret-i Osman. Yüce Allah ondan razı olsun.
Nazım
Göz nurunu döküp
erdemle
Kuran’ın
toplayıcısı oldu Osman.
Dördüncü Dost, ilim
ve irfan kentinin kapısı,[9]
apaçık bilgi ve cesaret sahibi, Amr-i Anter’i öldüren, Hayber kapısını yıkıp
parçalayan,[10]
din konağının sağlam direği, seçkin imam, Peygamber’in amcaoğlu Ali. Yüce
Allah ondan razı olsun.
Nazım
Allah’ın aslanıdır
İmam Ali
Sonsuzluk
meclisinde kandil alevi.
Hasan ve Hüseyin’in nitelikleri
üstüne
Herkesin örnek
tuttuğu iki imam; Hz. Fatma’nın göz nurları; evrenin övüncü, insanların ve
cinlerin sevgilisi Hz. Muhammed’in gönül bağının meyveleri, iki masum ve mazlum
insan; seçkin İmam Hasan ve İmam Hüseyin,[11] Kerbelâ
çölünün şehidi; Yüce Allah onlardan razı olsun.
Dörtlük
Yeşillikler her
bahar Hasan’ın
Zehirden göçtüğünü
söyler.[12]
Laleler mazlum
Hüseyin’in
Kanlı gömleğini
gözler önüne serer.
Allah’ın yeryüzündeki
gölgesi, ulu ve yüce Padişah’m övgüye değer nitelikleri üstüne. Allah onun
devletini ve saltanatını sonsuza ulaştırsın.
Allah’a şükür ve
Peygamber’e övgüden sonra
Yakışan odur ki
edeyim Padişah’a da dua.
Doğu’nun Batı’nın
sultanı, hakanı denizin ve karanın Kerem göğünün güneşi ve gölgesi Tanrı’nm.
Yeryüzü
sultanlarının en seçkini, din düşmanları diyarının fatihi, Şirvan ülkesini
alan, Kars’ı, Revan’ı bayındır eden, Derbend’in, Kaytak’ın koruyucusu, eşsiz
Tebriz’in kurucusu, Osmanlı sultanları içinde yürekli ve üstün, Süleyman oğlu
Selim oğlu Ebülfeth Gazi Murat Han;[13] Allah
onun saltanatını mahşer ve hesap gününe kadar var etsin.
Kimdir o kadri yüce
Hükümdar Taht sahibi o seçkin Padişah?
Tanrı’nın gölgesi,
sultanı yedi iklimin Elbette Selim oğlu Sultan Murat.
Rafizî[14]
Hükümdarı’na[15]
[16]
sürdü bir at
Hapsetti hanesine,
eyledi mat.’
Şirvan mülkünü ele
geçirdi bir kulu,
Düşmana kapattı
Aslan Van’ın yolunu.
Yedikçe Rumîler’in[17]
yumruğunu “
Kelb-i âhen”[18]
sanırdı pençesini.
Sanma ki yitirdi
sadece Kars’ı, Revan’ı
Yitirdi birlikte
hem canını, hem malını.
Taç sahibi bir
hükümdarken, ne çare
Kendi başına dar
ettiler tacını.
Peygamber’in
dostlarına söven münafıktır
Ne kadar eziyet
edilse ona, layıktır.
Âlemin sığınağı
Padişah sağ olsun
Bu gökyüzü ona otağ
olsun!
Kutlu Şehzâde’nin
övgüye değer halleri üstüne
Devlet ağacının
dalındaki çiçek, saltanat ağacının taze yemişi, Murat bağının gülü, güzel
huylu şehzade, Cihan Padişahının sevgili oğlu, Şehzâde Mehmet Han.[19]
Nun ve sad hakkı için, Cihan Hükümdarı’hin himayesi altında olsun.
Beyit
Bilgiden öğrenimden
nasibini alsın Gözdesi olsun ünlü Padişah’ın.
Sultan Murat Han’ın
sadrazamının nitelikleri üstüne
O ulu ve yüce
sadrazam, kerem sahibi vezir, halkın işlerini yürütenlerin yardımcısı, sağlam
düşünceli ve görüşü temkinli, Tanrı Gölgesi’nin sarayında yönetici, Veziriazam
Siyavuş Paşa Hazretleri,[20]
Allah onun yapmak istediklerini kolaylaştırsın.
Beyit
Devrin Asaf’ı[21]
o büyük vezir, zamanın Siyavuş’u Gizli güçlerin etkisi, âlemin en seçkini yaptı
onu.
Gönle hoş gelen bu eşsiz metnin
yazılmasına başlanması
Bu güzel kitabın
yazılmasının ve bu siyah peçeli güzelin yüzündeki süsün nedeni şudur: Günün
birinde, Padişah’ın artık iyice kocamış olan başmimarı Abdülmennan oğlu Sinan,[22]
zaman sayfasında adı ve izi kalıp hayırla anılmasına vesile olsun diye, bu
kırık gönüllü, değersiz, elinden tutanı olmayan ve düşkün Sâi’den, başından
geçenleri, nazımla düzyazıyı karıştırarak yazmamı istediler. (Bir süre sonra)
gücüm yettiğince yazıp anlatarak, sevinçlere değer katlarına kırık dökük bir
armağanla vardım. Yazdığım bu risaleye de Tezkiretü’l-Bünyan adını verdim.
Bu öyküyü okuyan dostlardan • dileğim, eksiklerini -ola- • 2b bildiği ölçüde-
bağışlama eteğiyle örtüp, bu değersizi, “yapıt veren hedef olur”
meydanına hedef tahtası etmemeleridir.
Zamandan yakınma
Anlam bahçesinin
meyvesidir söz
Canlılığın akıp giden ırmağıdır söz.
Anlamlı ve ölçülü
sözü Kim dinlese büyülenir, însaf sahiplerinin sözüdür bu: Kâmil kişinin
değerini kâmil olan bilir. Dipsiz bir denizdir marifet,[23] Dil
onun en parlak incisidir.
Kimi sedef çıkarır
derinliklerinden Kimi çanak çömlek toplar kenarlarından. Dalgıçlar inseler de
en dibine Doldursalar da torbalarını inciyle Zaman olur hep eşsiz güzellikte
inciler Zaman olur denizin çerçöpü çıkar.
Sözün kısası Allah
vergisidir has şiir Her nisan yağmuru damlasına inci mi denir!
Yoktur dünyada
kusur bulunmayacak şiir Bu yeryüzü bahçesinde her gül dikenlidir.
Herkes her şeyde
arar durur ya kusur
Hüner gibi bedavaya
giden mal yoktur.
Cahilin, bilgisizin
değeri yükseldi
Ayaklar altında
şimdi bilgi, marifet ehli.
Kimse bakmıyor bile
gönül dostlarına Gerçek şu ki artık bir kusur oldu hüner.
O yüce yapıların
nitelikleri üstüne halk arasında anlatılanların her biri yerli yerince yazılıp,
kendi mübarek ağızlarından Lokman hikmeti gibi aktarılanlara göre şöyle
büyütülmüştür.
Bu, dilinden övgü
eksik olmayan duacıya, ustaların piri Ab- dülmennan oğlu Sinan’a, Allah’a
şükürler olsun, Osmanlı Devleti’nde âlemlerin sığınağı dört padişahın[24]
soylu hizmetleriyle onurlanıp sanat ve mesleğinde işinin ehli ve herkesçe tanınıp
bilinen bir mimar olmak nasip oldu. O dört padişahın birincisi,
Osmanoğullarının kılıcı, yüksek yuvalı şahin, Arap ve Acem ülkelerinin fatihi,
âlemin hükümdarı Sultan oğlu Sultan, Sultan Beyazıt oğlu Sultan Selim Han’dır. Allah,
cennet köşklerinden olan kabrini nurlandırsın.
Mesnevi
Cihan şahı, Bayezid
Han oğlu Selim
Savaş kılıcı
Osmanoğullarının.
Acem Şahı’yla o
savaştı
Doğu’yu, Batı’yı
kılıcıyla o açtı.
Onun devşirmesiyim
ben zavallı
Ne iyilikler
etmiştir bu garibe.
Göçüp terkeyledi
dünya bağını
Cennet bahçeleri
olsun mekânı.
O gizli hazine
girdi toprağa Süleyman Han geçti yerine tahta. Allah’ın bir lütfuymuş yetenek
Sanatımı ilerlettim gayret ederek. Tanrı şad etsin onun ruhunu Cennetin en
yücesinde etsin yerini. Beni dülgerlikte usta kılan Ustamın da hakkı helal
olsun.
• Ben zavallı,
Sultan Selim Han’ın saltanat gülbahçesinin 3a devşirmesiyim. Kayseri
sancağından ilk kez onun zamanında oğlan çocuğu devşirilmişti ve devşirilen
erkek çocukların ilki de bendim. Acemioğlanları arasında, yaratılışımdaki
düzgünlük sayesinde seçilip dülgerliğe heveslendim. Ustamın hizmetinde, tıpkı
bir pergelin sabit ayağı gibi kararlı bir biçimde çalıştım, merkezi ve çevreyi
gözledim. Sonra da pergelin gezen ayağı gibi başka diyarları gezmeye özendim.
Bir zaman, padişah hizmetinde, Arap ve Acem diyarlarında gezip dolaşarak her
yüksek eyvandan bir köşe ve her viran tekkeden bir kırıntı belleyip yine
İstanbul’a döndüm; bir süre daha önemli kişilerin hizmetinde bulunduktan sonra
kapıya çıktım.[25]
Mesnevi
Süleyman’ın zamanı
gelip yetişti
Bu zayıf karıncanın
bahtı açıldı.
Onun devrinde nice
hizmetler ettim
Devleti
yönetenlerin gözüne girdim.
Oldum yeniçeri çektim cefayı
Piyade ettim birçok
gazayı.
Orduda silsilemle,
sanatımla, hizmetimle
Ve akranlarım arasında
gayretimle
Ta çocukluk
çağımdan, çok çalıştım
Hacı Bektaş
ocağından yetiştim.
Rodos’la Belgrad’a
sefer ettik Sonra sağ selamet geriye geldik. Silsilemle yaptılar beni atlı
sekban Mohaç’a sefer açtı Süleyman Han. Oradan döndüm yayabaşı1
oldum Zenberekçibaşılık[26]
[27]
verildi ardından. Padişah Alman’m üstüne yürüdü Düşmanın gözüne meydan dar
göründü. Oradan gelip Boğdan’a gittik Kızılbaş[28] ile nice
savaşlar ettik.[29]
Saadetli Sultan
Süleyman Han, rahmet ve bağışlama onun üstüne olsun, İran’a sefer
açtığında,[30]
Van Kalesi yakınlarında, Tatvan Gölü diye bilinen deryanın kıyısında, aşağılık
Kızıl- başlarla çatışma olacağı kesinleşti. Vezir Lütfü Paşa[31]
Hazretleri, Tatvan Gölü üstünden gemilerle geçip gölün öte yakasındaki
Kızılbaş askerlerinin durumunu bilmek isteyince bu zavallıyı çağırıp: “Birkaç
gemi inşa et!” diye sıkı tembihle işi sipariş ettiler. Allah’ın yardımıyla,
sefer hali yüzünden gerekli malzeme ve alet edevat yokken, yoldaşlarımla işi
sıkı tutup az zamanda üç kadırga inşa ederek yelkenini, demirlerini ve küreklerini
tedarik edip savaş gereçleriyle hazırladık. Sözünü ettiğim Paşa hazretleri: •
“Kaptanlığını da sen yap!” diye emre- • 3b dince, emri ve isteği doğrultusunda
yoldaşlarımla denize açılıp Kızılbaş askerinin durumunu öğrendik. Son derece
hoşnut olup bu zavallıyı iltifatlarıyla seçkinleştirdiler.
Mesnevi
Seferden gelince
şah ile âyân
Silsilemle
hasekilik[32]
edildi ihsan.
Sonra Korfuz’la
Pulya’ya sefer ettik[33]
[34]
Oradan
gelip Karaboğdan’a’ gittik.
Hizmet edip savaşta
ve barışta
Üzengisinde
bulundum[35]
çok yerde.
Kâfirler üstüne sefer ve bu
perişan kulun mimar oluşu
Sultan Süleyman
Han, Karaboğdan üstüne yola çıkıp[36]
Prut Nehri kıyısına geldiklerinde ordunun geçmesi için köprü lazım oldu.
Pekçok kimse gayret edip bir nice gün köprü inşa etmeye çalıştılar; ancak
yaptıkları köprü çamura batıp gömüldü. Bataklık bir yer olduğundan köprü
inşasında şaşkın ve çaresiz kaldılar. Merhum Lütfü Paşa Hazretleri: “Saadetli
Padişahım, bu köprünün inşası, Sinan Subaşı ismindeki kulunuzun işi ele
almasıyla mümkün olur. Haseki kulunuzdur, emredin, yoldaşlarıyla işe sarılsın.
Cihan çapında usta ve işbilir bir mimardır.” deyince bu zavallıya yüksek
emirleri çıkıp, sözü edilen ırmak üstünde bir büyük köprü bina ettim.[37]
İslam askeri ve halkın hükümdarı mutlulukla geçtiler. Her neyse, Lütfi
Paşa Hazretleri bu köprüye yakın bir ilgi duyduklarından: “Bu köprüyü biz
gittikten sonra kafir yıkmasa, korunması için bir kule yapılıp bir miktar adam
konsa!” diye tedbir düşündüler. O zamanın veziriazamı olan Ayaş Paşa bu
zavallıya: “Kule yapmak nasıl bir tedbirdir?” diye sorduklarında: “Kesinlikle
uygun değildir! Kâfire gayret düşüp birkaç adamla kuleyi ele geçirirlerse bunun
adı, bir kale alınmış olur. Köprüye değer vermek caiz değildir, Padişah’ın
devletin- • 4a de nerede gerekirse inşası mümkündür.” dedim. • Lütfü Paşa bu
yanıtımdan gücenip: “Senin korkun kalede ağa olup kalmaktır!” dedi. Ben
zavallı da: “Padişah hizmetinin kullarıyız, kutlu emirleri olursa hizmetten
kaçmayız!” dedim.
Dörtlük
Eskiden beri
Padişah’ın kölesiyiz
Kale korumayı bilir
eriyiz.
Eskiden kuluyuz,
yeniçeriyiz
Yanar ateşe giren
semenderiyiz.[38]
O sırada Rumeli
Beylerbeyi olan Sofu Mehmet Paşa, henüz ordunun gerisindeydiler. Çok tedbir
sahibi bir kimseydiler; “Hele o da gelsin!” buyurdular. Neyse, bir zaman sonra
onlar da Rumeli askeriyle birlikte geldiler. Onların huzurunda kule yapımı ve
köprünün korunması konusu açılınca: “Geçmişte Osmanlılar Rumeli’ye
geçtiklerinde gemilerini yakmışlar. Bizim köprüyü kendimizin yıkması gerekirken
varıp bir de kale yapıp savaş kaçkınlarımıza sığınak mı hazırlayalım!”
diyerek kule yapımından vazgeçirdiler.
Sonra düşman
diyarından fetih ve zaferle dönüş nasip oldu. Bu zavallı, Lütfü Paşa’nın
görüşlerine karşı çıkıp tersine hareket ettiğim için bana gücenmiştir diye çok
sıkıntılar içindeydim. Bir yeri gelir, olur ki zararı dokunur diye endişe ederdim.
Hikmet Allah’ındır, Mimar Acem Alisi[39] ölüp
mimarlık makamı[40]
boş kaldı. O sırada Veziriazam Ayaş Paşa da[41] ahrete
göçtüler. Merhumun mezarı konusunda zamanın devlet adamları “Mimar yok; bu
bilime sahip yetkin bir usta olsa!” diye tartışırlarken Lütfi Paşa: “Mimarlığa
haseki olan Sinan Subaşı’nın getirilmesi gerekir. Ondan başka bu işi gereğince
yapabilecek kimse yoktur.” deyince, “Kabul eder mi? Yolundan ayırmak doğru
mudur?” demişler. Bunun üzerine Yeniçeri Ağası, bu zavallıyı çağırtıp: “Paşa
hazretleri seni mimarlığa getirmeye karar verdi. Sence de uygun mudur? Değilse
bir karar ver!” dediler.
Yeniçeri ocağındaki
yolumdan ayrılacak olma düşüncesi • 4b elem verse de sonunda yine mimarlığın, •
camiler inşa edip birçok dünya ve ahret muradına vesile olacağını düşünüp kabul
ettim.
Mesnevi
Diledim ki bir
mimar olayım
Usta olup dünyada
eserler bırakayım.
Derdim ki,
bağışlasa da Hak
Nasip olsa bana
yüce bir cami yapmak.
Olacağı varmış, hikmet Allah’ın
Gelip gözdesi oldum
Padişah’ın.
Hidayetiyle bizi
(bu nimete) kavuşturan Allah’a hamdol- sun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi
kendiliğimizden onu bulacak değildik...' Osmanlı Devleti’nde bunca padişahın yüce
hizmetlerinde çalışmak nasip oldu; birçok ulu, cennet gibi camiler inşa ettim.
Bir nice zaman da kutlu üzengilerinin yanında yürüyüp seğirterek, savaşta ve
barışta sohbetleriyle onurlandım.
Beyit
Şükür ve minnet,
ihsanı sonsuz
Tanrı’ya Eriştirdi
bu kulunu ihsanlara.
Şehzade Sultan
Mehmet’in (Allah’ın
rahmeti ve rızası üstüne olsun)
cennet benzeri binasının anlatılması1
Birgün, mutluluk
göğünün güneşi, yeryüzü padişahlarının en namlısı, saadetli sultan Sultan Selim
oğlu Sultan Süleyman Han Hazretleri (rahmet ve bağış üstüne olsun),
kalplerin sevgilisi, yüce şehzadesi Sultan Mehmet Han’ın temiz ruhları için
İstanbul’un Eski Odalar[42]
semti yakınında bir büyük cami yapılmasını ve yapımına türbeden başlanmasını
buyurdu. Hemen yapı ustaları ve taşçılar toplayıp uğurlu bir zamanda ve kutlu
bir saatte binanın temeli atıldı; yapı yavaş yavaş yükselip kubbeleri güzellik
denizinin kabarcıkları gibi yüceldi; renkli kemerleri gökkuşağı gibi göğe
ulaştı.
Beyit
Bahçesine dikili
mermer direkler sanmayın
Seyre durmuş
sevgili şimali servilerdir onlar.
Gönül açıcı
sofaları, esenlik veren birer mesire gibiydi • ve 5a iki minaresi, aydınlık
gönüllü bir ihtiyarın önünde ayağa kalkmış, uzunboylu, yakışıklı gençler gibi,
hizmete hazır beklemekteydi sanki. Yol tarafında bahçesi, Safâ yolunun bir benzeriydi.
Şükürler olsun, Allah’ın yardımıyla tamamlanması nasip oldu. 950 tarihinin
Rebiülevvelinde başlanıp 955 Recebinde namaz kılındı. “Mabed-i Ümmet-i Resûl-i
emîn” sözleriyle tarih düşürülmüştür.[43] Masrafına
151 yük[44]
akçe sarf olundu.
Mesnevi
Nasıl da yüce
cennet gibi bir bina
Can verir
havasıyla, dupduru suyuyla.
Herkes beğendi bu
güzel camiyi
İltifat gördü Şah’m
da huzurunda.
Temelini atıp çok dikkat
ettim
Bitirilmesi için
çalışıp gayret ettim.
Nice günler
çalıştım Hak yardımıyla
Tamamlanması nasip
oldu hayırla.
O padişah bana çok
iyilikler etti
Ummadığım nice
ihsanlar etti.
Sözün kısası bu
zavallının, dünya padişahları, vezirler ve âyân adına resmini çizip inşa ettiği
seksen cami ve dört yüzden fazla mescid oldu; altmış yerde medrese, otuz iki
saray, on dokuz türbe, yedi darülkurra, on yedi imaret, üç darüşşi- fa, yedi
yerde köprü, on beş suyolu kemeri, altı mahzen, on dokuz han ve otuz üç hamam
bina olundu.
Gökkubeye benzeyen
su kemerlerinin yapımının anlatılması İstanbul’un gözde çeşmelerine su
getirilmesi
İnsanların ve
cinlerin Süleyman’ı Cihan Padişahı’nın (Rahmet ve bağışlama üstüne olsun)
güzel hayrı üstüne
Süleyman Han,
cömertlik ve ihsan kaynağı
Lütfuyle kandırmak
istedi suya cihanı.
Bolluk bulutuyla
ulaşsın susamışlara su
İçip mahşere dek
dua etsin genci yaşlısı.
Bir seher vakti,
saltanat ve hükümdarlık göğünün güneşi, hükümdarlara layık tahtın sahibi,
uğurlu ve bahtlı yiğit, saadet- li, evi gökler olan Sultan Selim oğlu Sultan
Süleyman Han (Allah’ın rahmeti ve bağışlaması üstüne olsun) dünyayı aydınlatan
güneş gibi güzel yüzüyle dünyaya ışık saçıp şehir dışında gezinirken, İstanbul
şehrinin çevresinde Kağıthane kırlarını geçip, yeşillik, gönül çelen bir
çayıra ulaştı. Ne var ki
buranın akarsuları
bir serap gibi çerçöp içinde gizlenmiş, yolları yer yer bozulup harap olmuş;
kara toprağın karanlığı içinde abıhayat[45] gibi
âlemin gözünden saklanmıştı.
Beyit
Meğer o su savaş
kaçkını gibi bozmuş bendini
•
Ve çerçöp içinde gizlemiş kendini.
Alemin sığınağı
Saadetli Padişah bu duru suyu görünce İstanbul şehrine getirilmesi ilk bakışta
gözüne kolay göründü; bu kaçkını yola getirip âlemin susamışlarını suya
kandırmaya niyet ederek yardım atını niyet vadisine sürdü. Saraya geldiklerinde
devletin ileri gelenlerini toplayıp bu şehrin vaktiyle gelişip canlanmasına
neden olan akarsuyun hangi yolla geldiğini sordu. Tarihçilerin
anlattıklarından öyle anlaşıldı ki, vaktiyle Konstantiniyye’nin kurucusu olan
Yanko bin Madyan, bu şehri kurduğunda, yedi dağı surların içine alıp “Yedi Dağ
Adası”[46]
adını vermişler. O zamanlar yüksek binaların yağmur suyunu toplamak için sarnıçlar
yapmışlar. Günümüzdeki Çukur Bostanlar[47] onların
kalıntısıdır. At Meydam’nın altındaki Binbirdirek de[48]
onlardandır. Buralarda biriken yağmur sularını kullanırlarmış. Sonra bir başka
Padişah, Kırkçeşme Kemerleri’ni[49]
inşa edip o taraftan su getirmiş. Zamanla su, toprağa karışmış ve merkezinden
ayrılıp kaybolmuş. Merhum Padişah: “Her sanatın ustası ve her Bîsütun Dağı’nm
bir Ferhad’ı vardır. Bu işi Mimarbaşı’na danışmak gerekir. Bize gereken
uygulamadır, kuram değildir!” deyip insanların ve cinlerin Süleyman’ı, bu
güçsüz karıncaya emir verdiler: “Bu akarsuyun İstanbul’a gelmesi konusuna
dikkat ve özen göstersin, zira bu eşsiz hayrın tamamlanmasını arzu ediyorum!”
diyerek suyolları inşasını bu kölelerine sipariş ettiler.
Beyit
Bağladım künk gibi
nice yerden kemeri
Bu safa veren suyun
olmak için rehberi.
Bu zavallı da
Allah’a tevekkül edip hava terazisiyle[50] vadile- •
6a rin derinliğini ve yüksekliğini ölçüp • o eski suyollarını yer yer aramada
ve bu büyük işin nasıl yapılacağı düşünmekteyken,
gereksinimleri
karşılayan yüce Allah’a: “Ey yaratıp rızık veren! Ey herşeye gücü yeten kudret
sahibi! Bu zavallı güçsüz karıncanın ne haddidir, zamanın Süleyman’ının
katında sözüne itibar edilmesi, eğer senin yardımın olmasa!” diye yalvarırdım.
Kısacası, o
yarlarda kaybolan akarsuların yolu yıkılıp bozulmuş, kaçıp kaybolan su,
yeşillikler arasından kırlara doğru akıp gitmişti. Pınarı başından bağlayıp
dağdan bir hendek açarak kırlara yayılan suyu getirip bende topladık; hendese
bilimince tahtalara lüleler takarak kaç lüleye[51]
dayandığını öğrendikten sonra başka dereleri de yeşilliğine ve görünüşüne
bakıp aynı usulle ve mühendislik bilimince yaklaşık olarak yazıp âlemin
sığınağı Padişah hazretlerine şöyle bildirdik: “Saadetli Padişahım! Bu yerin
karanlığındaki o hayat çeşmesinin izi ve bu zamanımız Hızınnın yeşilliğinde
abıhayatın haberleri, görüş sahibi akıllılara, güneşten daha açıktır. Bu vadilerin
suyu apaçık; yolları da büyük ölçüde hazır. Bunun tamamlanması sadece
Padişah’ın emrine bağlıdır.
Dörtlük
Ey bu zamanın
Süleyman’ı! Budur mutluluk tahtında Bu güçsüz karıncanın, ayağının toprağına
sunduğu. Himmet eyle, su yine akar eskiden aktığı yere Akagelmiştir İstanbul’un
bahçesine, bağına.
İnsanların ve
cinlerin Süleyman’ı bu güçsüz karıncaya[52] danışıp
şöyle buyurdular: “Bu suların İstanbul’a gelmesi hangi yolla olur?” Ben de:
“Padişahım! Bunun iki yolu vardır. Birincisi, sizin sayısız kullarınız vardır;
emrederseniz, hepsi hizmetinizde canlarını verirler. Öbür yol, emeği karşılığı
herkese bir ücret verilmesi; bu iş için hazine harcanıp ustalık bedelinin
verilmesidir.” Merhum: “Birinci tedbirin bize bir faydası olmaz, el hayrı olur.
Tedbir İkincisidir ki, suyu kendi malımızdan ücretiyle getirelim;
• 6b kimsenin zerre
kadar hatırı rencide • olmasın.” dediler.
Nazım
Ne güzel adaletli
Şah, Gazi Sultan Ki incinmez hiçbir gönül ondan.
Sultan, bu güçsüz
karıncanın önerisine aferin deyip bu mutluluk verici hayır işinden gönlü
sevinç ve neşeyle doldu. O zamanki ağalardan, sonradan Mısır paşası olup
Keylon Ali Paşa diye bilinen Ali Ağa, bina emini olarak tayin edildi. İstanbul’dan
ve Topkapı Sarayı ustalarından nice işbilir ustalar toplanıp uğurlu bir zaman
ve güzel bir saatte bu suyollarına el atılıp çevresi açılarak onanma başlandı.
Birkaç gün sonra
akarsuların öyküsü dilden dile aktarılıp, halk arasında yerli yersiz sözler
edilince bina emini olan zat, âyân- la da anlaşarak zamanın Süleyman’ına arz
edip bu işten vazgeçilmesinin daha iyi ve uygun olacağını ileri sürmüşler;
bunun için güzel görüşlü vezirler, mal ve hâzinede sıkı tasarrufun gerekli olduğunu
söyleyerek çalışmanın sona erdirilmesini istemişler. Sunuşlarında şöyle
demişler: “Saadetti Padişahım! Bu akarsu hayrı, “sadaka-i cariye”[53]
olup faydası herkese olan büyük bir hayırdır; ne var ki akıl sahipleri içinde,
daha ortada su yokken yalnızca mimarbaşının sözüyle işe başlayıp bunca para
harcayarak şehre su geleceğini kim bilebilir! Bu mimar, gayb biliminden
haberdar mıdır ki şu kadar lüle su vardır diye saptayıp söyler? Bilmez mi ki
onca hazine döküp nice çeşmenin yollarını yaparlar, ancak su başka tarafa
kaçar. Şurası açıktır ki, her suyolunun varlığı suya kanıt olmayacağı gibi
her yeşillikte de akarsu kaynağı olmaz.
Beyit
Su değil bu, rüya
ancak
Kaynağı bir serap
ancak.
diyerek Merhum’u
bir ölçüde suyun verdiği sevinçten uzaklaştırırlar. Öyle ki kızgınlık
ateşiyle, cihanı yakıp kavuran güneş gibi, bu inleyen kararsız gönlümü incitme
kastıyla yola çıkarlar. Bense bu durumdan • habersiz, önceden derelerin
yukarılarını • 7a kestirip' her derede ne miktar su varsa toplayıp lülelerle
akıtmaya çalışırdım. Şehirden tarafta, en sondaki dereye el atmak üzereyken
Saadetli Padişahım, başka zamanlarda gezinti yoluyla avlanarak gelirlerken bu
kez gayet aceleyle ve yalnızca birkaç adamıyla çıkageldiler. Bina eminiyle bu
zavallı, selamlayıp durduk.
Padişah hazretleri:
“Mimar! Bu derede ne kadar su var?” dediklerinde: “Saadetli Padişahım! Tahmin
olunan üzre yazılmıştır; beş lüle kadar sanırım.” dedim. Bina eminiyse karşı
çıkarcasına: “Padişahım! Mimarağa kulunuz kendi alanında şaşılacak derecede
mahir bir büyük ustadır; yeraltında saklı suyu da yer üstündeki gibi bilir. Bu
konuda herkesin tersine, bir başka düşünceye varmıştır!” deyince anladım ki bu
konuda nice dedikodular olmuştur. Padişah’a ikna edici, doğru bir yanıt vermem
gerekiyordu. Dua edip şöyle dedim:
Mesnevi
Padişahım her zaman
var olasın
Devlet tahtında hep
oturasın.
Ben kimim ki
zamanın Hızır’ı gibi
Abıhayat pınarını
ortaya çıkarayım.
Yine de sanatımda
epeyce ustayım
Ey Padişah, senin
hizmetinde bir Ferhad’ım.
Ne olur, bu inleyen
değersiz karınca
Sen Süleyman’a bu
hayırda kılavuz olsa.
Hayrı
engelleyenlere insaf verse
Hak Ulaşır
menziline bu saf kaynak.
İçip sabah akşam
zengin fukara
Hayır dualar
edecekler Padişah’a.
Padişah’ın
geldiğini görünce yukarıda su olan derelere adamlar gönderip lülelerini
hazırlatmayı ihmal etmemiştim. Padişah hazretleri: “Hani bize bildirdiğin sular
nerededir, gel göster!” dedikleri zaman yola düşüp, düşe kalka ikinci dereye
vardık; cansız bir ölü gibi güçsüz düşünce, ihsanı bol Allah’a yakarmaktan bir
an uzak durmayıp o Dilekler Kabulcü- sü’ne yalvarıp şöyle dedim:
Mesnevi
Ya İlâhî! Herşeyi
bilensin
Bütün kusurlardan
da ötesin.
Beni gam vadisinde
inletme
7b • Padişah’ın
yanında hor, zelil etme.
Sonunda, otuz lüle
su olduğunu yazdığımız bir dereye vardık; baktık ki tahtalarla lüleleri konmuş.
Otuz lüle su akmakta, on lüle kadar fazlası da taşıyor. Saadetli Padişah o duru
suyu görünce biraz keyiflenip: “Mimar, beri gel! Su bundan mı ibaret? Başka
yerlerde de var mı?” deyince: “Evet, Saadetli Padişahım! İki derede daha
bunlara benzer sular, şu anda Padişah devletinde akmaktadır. Padişahıma arz
olunan su yüz lüledir; ama elli lüle kadar daha fazla olması kesindir,
özellikle çok sıcak aylarda sular bundan eksik olmaz.” deyip dua ettim.
Nazım
Padişahım aksın her
dem
Su gibi ayağının
toprağına âlem.
Yaşam pınarı
gibidir sözlerin
Keyif verir
susamışlara her an.
Hayy ve Samed[54]
verir sana umarım ölümsüz Hızır[55]
gibi sonsuz bir yaşam.
Mutlu olasın devlet
tahtında
Baht ve yücelikle
yanyana.
Saadetli
Padişahımla oradan bir başka dereye daha gitmek nasip oldu; orada da aynı
şekilde bir nice lüle suyun aktığını görüp o duru sudan keyifle içtiler ve bu
hayra can ve gönülden karar verip bir başka dereye gittiler. Orada da duru bir
suyun güzelce aktığını gözlemleyip mübarek kaşlarının çatıklığı gitti ve öfke
denizlerinin dalgaları bütünüyle durgunlaştı. Bu zavallıyı, hilat[56]
ve çeşitli armağanlarla mutlu edip yücelttiler ve birçok yönden beni akranım
içinde ayrıcalıklı bir konuma yükselttiler.
Beyit
Zamanın Bîsütun
Dağı’nda o, şirin sözlü Hükümdar
Bu canını tehlikeye
atan köle de hizmetinde Dağdelen.[57]
Nifak ehli başının
keder çerçöpleri, hayat suyunu yok edecekti az daha. Saadetli Padişah, sözünü
ettiğim bina eminine hiç yüz vermezken bu zavallıyı sayısız lütuflarıyla •
sevince • 8a boğup Saray’ına döneceği sırada, Allah’ın hikmetiyle, dilime
şunlar geldi:
“Saadetli
Padişahım! Bu kulunun suyolları inşasında kendine özgü nice bilgisi vardır.
Bunlardan biri, bu derelerin her birinde havuzlar ve kâfirlerin yaptığı mermer
oluklar olması gerekir. Zamanla yıkılıp yeraltında kalmış, izleri kaybolmuştur.
İnşallah, Cihan Sığınağı Padişah zamanında, pek yakında, ortaya çıkması
umulur.” dedim. Bu sözlerime katıldığını belli edip keyifle Topkapı Sarayı’na
gittiler.
Tanrı’nın
hikmetiyle o derelerin her birinde kârgir, büyük havuzlar ve çok güzel, yekpare
mermer oluklar, birçok yerde
ortaya çıktı.
Sözünü ettiğim bina emini, her birinde Saadetli Pa- dişah’a müjdeciler
gönderdi. Yine bir süre sonra Padişah, şerefle gelip ortaya çıkan havuzları ve
mermer olukları seyrederek bu değersizi ihsan hilafıyla, türlü övgüyle ve
onurlandırmayla sevindirdiler; öyle ki zamanın ileri gelenleri bile
kıskandılar.
Nazım
Adaletli Şah’ın
lütfuyla beğenilince
Hemen el attık onun
himmetiyle kemerlere.
Altınla gümüş
döktük o yolda su yerine
Gökkuşağı gibi ulaştı kemerleri göğe.
Yolundan çeşmeye
akıttık o suları
Dua etti bize
insanların ve cinlerin Padişahı.
Yapılan kemerlerden
biri, Uzun Kemer[58]
diye ün kazanmıştır. Yüksekliği yirmi zira[59] [60]
uzunluğu bin iki yüz yirmi zirâdır. Birisi de Kovuk Kemer’dir.’ Bunun boyu,
temeliyle birlikte yetmiş zirâdır. Güzelce Kemer de[61] birkaç
yüksek kemerden oluşur. Mağlova Kemeri[62] üç
kattır. Her katının köprü gibi yolu vardır, atlı geçer. Yüksekliği altmış beş
zira, temeli on sekiz zirâdır. Müderrisköy Kemerleri de[63] birkaç kemerdir.
Büyük Havuz,[64]
derelerin toplandığı yerdir; yeraltındaki yapısı, temeliyle birlikte
düşünülürse Galata Kulesi kadar vardır.
Mesnevi
O gönül çelen yol
ve duru su
“... bir pınardır,
adına selsebil denir.”’
O ay gibi yuvarlak,
güzel havuz
Cennet bağına
Kevser havuzu olur.
Bundan sonra bütün
suyollarını onarıp pek çok para harcayarak ve sayısız zahmetle birgün o
akarsuyu Kırkçeşme • semtine ulaştırdık. Padişah hazretlerine müjdeciler gitti.
8b
Nazım
Dediler ey Cihan
Hükümdarı, yıldızların efendisi
Hüsrev Tahtında her
an daha da artsın gücün, yüceliğin.
Allah’a şükür
Padişahım, geldi o akarsu
Devletinin
devamında insanlar ve cinler huzur buldu.
Meğer Saadetli
Padişah hemen adam gönderip gelen taze sudan Topkapı Sarayı’na getirtmişler.
Bazı kimseler: “Bunda yeni su kokusu yok, bu eski sudur.” demişler ve tartışma
çıkmış. Bu zavallı da suyun sevinciyle ayaklarının toprağına vardığımda,
Ağalar, bu suyun kokusunun olmayışının nedenini sordular. “Saadetli Padişahım
bilir ki bu suyu künklerle getirmedik. Bu bir deredir ve onu kargir yollarla
getirdik. Bu yüzden arı, duru, pırıltılı bir sudur.” diye yanıt verip dua
ettim. O zaman, hilat ve çeşitli nimetlerle yüceltildim.
O zaman veziriazam
olan saadetli kişi, şehir içinde Kırkçeş- me Başı' gibi birçok yerde başçeşmeler
yapılmasını istediler; ta ki, sakalar[65] [66]
oralardan her mahalleye eriştirsin. Merhum Cihan Sığınağı Padişah buyurdular:
“Benim dileğim, bu suyun her mahalleye akıtılmasıdır. Çeşme bina olunacak yerde
çeşme, çeşme yapılması mümkün olmayan yüksek yerlerde tatlı kuyular olsun;
suyolu bunların içinden geçsin. Böylece her yerde yaşlılar, güçsüz dul
kadınlar, küçük çocuklar, testilerini ve su kaplarını doldurup saltanatımın
devamına dua eylesinler.
Beyit
Allah her esirin
yardımcısı etti onu
Zenginin fakirin
koruyucusu oldu.
O ihsanı bol
Hükümdar’a[67]
[68]
[69]
şükürler olsun; zamanın Süleyman’ına bu kadar insanın ve cinin duası kıyamete
kadar yeter; zira sabah akşam, genç yaşlı herkes onun duasını dillerinde
teşbih ve gönüllerinde muska edinmişlerdir.
Mesnevi
Ne güzel sultan,
hayırlar babası, gazi,
Cihan
hükümdarlarının en yücesi.
Çeşmeler getirdi
Sultan Süleyman
Yoktur hayırlarına
bir sınır koyan.
Zamanı gezip
dolaşanlar demişler
Sevabı kesilmez bu
suyun akar gider.
Su yoluna hazine
döktü o şah
Dua etsin diye
herkes akşam sabah.
Mısır halkını Nil
nasıl suluyorsa
İstanbul halkını da
öylece kandırdı suya.
Çekip kılıcını kâfirler üstüne yürüdü
Çaresiz gazadayken
can verdi, öldü.
Bulgar, Frenk, Rus
ülkelerini açtı
Macar kalelerinin
hepsini aldı. İmaretler, medreseler yaptı pek sağlam Camiler, darüşşifalar
yaptı bir yandan.
•
Yararlanır ondan hem yoksul hem zengin 9a
Dursun ta kıyamete
kadar, durdukça âlem.
O şahın ruhu için
her saka Sebil eder suyu, zengin yoksul herkese. Yalınayak Sâî de dönmüş
şaşkına Sakalık eder Kerbela’nın Hüseyin’i aşkına. Hünerli bir pir olur,
Hızır’a erer Su gibi de hayır olmaz ey birader! Bir saka olur yoldaki her çeşme
Allah için su verir sanki her geçene. Dost yolunda hayır isteyen kimse
Yaptırsın Allah için o da bir çeşme. Umarım keyif alır bu sudan içen Duacı olur
hep fakir mimarından.
Ey Rabbim,
yardımını ona yoldaş eyle!
Yerini Resulullah’a
yakın eyle!
962 senesi
Zilkadesinin ilk günlerinde başlanmıştır. Bütün onarmalara, bina ve kemer
yenilemelerine ve öbür yapılarına 402 yük ve 63 bin akçe harcanmıştır. Daha
sonra, 971 tarihindeki büyük selde1 yıkılan Mağlova Kemeri’nin
yeniden yapımına 97 yük ve 91.140 akçe harcanmıştır. Turıınçluk Ke- meri’ne2
300 bin ve 31.325 akçe harcanmıştır.
Sultan Süleyman
Han’ın İstanbul şehrinde
büyük özenle inşa
edilen ve beğenilip onurlandırılan camisinin niteliği üstüne
Bir sabah vakti,
irfan göğünün güneşi, insanların ve cinlerin sevgilisi, mutlu Padişah, rahmetli
Selimoğlıı Süleyman Han’ın mübarek soylu gönüllerine bir yüce cami inşasına
başlama fikri doğdu. Bunun üzerine bu zavallı kulu, Abdülmennan oğlu Mimar
Sinan bendesini çağırıp cami inşası konusunda danışıldı; binanın resmi
belirlendi ve yeri seçildi.
'
Seyl-i azim. Bu sel ve sebep olduğu yıkımlar, Selânikî Tarihi'nde şöyle
anlatılır: 20 Eylül 1563 tarihinde Padişah hazretleri Halkalı Deresi’ne ava
çıkıp, etrafta yağmur işaretleri görülünce deniz kıyısındaki Ayaste- fanos Köyü
yakınındaki İskender Çelebi Bahçesi’ne hızla varıp yetiştiklerinde, gökyüzünün
şekli öyle bir hal aldı ki, hiçbir devirde görülmüş ve işitilmiş değil. Acayip
ve korkutucu seslerle gök kubbe güm güm gütnle- yip inlemeye başladı. Müthiş
bir fırtınayla bir gün ve bir gece boyunca aralıksız, yağmur yağdı. Korkutucu
bir şekilde yetmiş dört defa yıldırım düştü. Öğle namazından sonra Halkalı
Deresi’nden adeta deniz gibi bir sel gelip, geçtiği yerlerde önüne gelen hayvan
ve insanları helak etti. İskender Çelebi Bahçesi’ni de doldurup Saray içine
girdi; bina neredeyse yıkılacaktı. Padişah hazretlerini, saray hizmetçilerinden
güçlü kuvvetli bir yiğit arkasına alıp musandıraya çıkararak kurtardı. O gece
aralıksız yağan yağmurların sebep olduğu büyük sel, yeniden yapılan suyolları
kemerlerinin gözlerini çalı çırpıyla kapatmış ve bu yüzden arkasında biriken
sular kemerlerin üstünden aşıp temellerine akmış, binasına zarar vermiş ve gece
vakti kıyamet kopar gibi korkunç bir gürültü ile önce Mağlova diye bilinen
kemer sonra da diğer kemerler, aynı şekilde yıkılmıştır. Selin izleri,
Kağıthane’deki yüksek çınar ağaçlarının ta tepelerinde idi. Ve Silivri
kasabasındaki köprü ve Büyük Çekmece, Küçük Çekmece ve Harami Deresi’nde ne
kadar sağlam köprüler varsa bu büyük selin şiddetine dayanamayıp harap oldu (Selânikî
Tarihi, 1-2).
2 Turıınçluk suyolu üstündeki
kemer. Turıınçluk (ya da Turunçlu) suyolu, Fatih Sultan Mehmet döneminde Çiçoz
Çiftliği (Taşlılarla) çevresindeki turunç bahçelerini sulamak için çıkartılıp
şehre getirilmiştir. Kaynağı Ayvalı Dere’de, Ali Paşa Kemeri yakınlarındadır.
Mevlihane Kapı- sı’ndan şehre girerek Haseki’de Poyraz Sokağı'ndaki teraziye
gelmekte ve hayrata dağıtılmaktaydı (Çeçen 1988, 32-33).
Mesnevi
O bahtı açık
Padişah buyurdu
Yapayım kendilerine
bir güzel cami.
Düzenleyip Eski
Saray’ı1 hemen
Attım temelini
Süleymaniye’nin.
Bilir eski yeni
hüner sahipleri
Orada ne incelikler
gösterildiğini.
Yüce bir vakit ve
uğurlu bir saatte kutlu caminin temeli atılıp2 kurbanlar kesildi;
yoksullara, iyi insanlara, sınırsız nimet ve ihsanlar dağıtılarak inşaata
başlandı.
Kutlu caminin mermer
sütunlarının getirilmesi
Öncelikle o dört
mermer sütun, ki her biri Dört Seçkin Dost benzeri din bahçesinin ulu
servileridir, her biri bir başka diyardan getirilmiştir. Bunlardan biri,
Kıztaşı Mahallesi denilen yerde kâfir zamanında bir kızın diktiği sütundur.
Kıztaşı’ diye bilinen yekpare bir sütun, minare gibi, Tuba4[70]
benzeri bir mildir.
Nazım
Sanki o temiz
mermerden sütun
Ekseni olmuştu gök
çarkının.
Hazine döküp bir
kız, insanlara, cinlere
Nişan dikmiş onu, adı anılsın diye.
Varıp Dağdelen[71]
gibi bir bilim sahibine
Direk etmiş onu bu direksiz göğe.
9b Sözün kısası,
âlemin sığınağı Padişah’ın yüce emirleriyle • büyük kalyon1
direklerinden sütunlar dikip kat kat sağlam bir iskele yaptık. Sonra büyük
mavna gomenelerini[72]
bir araya getirip insan gövdesi gibi kalın palamarlarla, demirli makaralar bağlayarak,
sözünü ettiğim sütunun gövdesini, durduğu yerde baştan başa kadırga[73]
direkleriyle sarıp bağladık. Sonra iki yerden, adam gövdesi kalınlığında
gomeneleri çelik makaralara takıp ve birçok yerde sağlam vinçler ve gök çarkı
gibi dolaplar kurup binlerce acemioğlanı dolaba girip, Frenk esirlerinden
binlerce Süleyman devi[74]
hep birden “Koma hay!” diye bağırıp çekmeye başladı. Söz ettiğimiz gomeneye
birkaç yedek daha takılıp “Allah Allah!” diye bağırarak sözkonusu sütunu göğün
ekseni gibi yerinde kopardıkları anda makaralardan yıldırım gibi ateşler saçıldı
ve o büyük gömene, bu ağırlığa dayanamayıp top gibi çatladı; adeta sert bir
hallaç yayından pamuk atılır gibi etrafa dağıldı. Sonunda hazırlanan yedeğe
alındı. Yine “Allah Allah” bağırışlarıyla Padişah’ın sayesinde kolaylıkla
indirildi ve bundan dolayı kurbanlar kesilip fakir fukaraya ihsanlar dağıtıldı.[75]
Sonra da Süleyman devleri, kızaklara bindirip kutlu binaya getirdiler.
Bir başka sütununu
İskenderiye’den mavnayla getirdiler.[76] Bir
sütunu, Baalbek’ten deniz kenarına indirilip mavnayla getirildi. Bir başka
sütunsa Topkapı Sarayı’nda bulundu.
Mesnevi
Bu güzel biçimli
cami sanki Kâbe oldu
O dört sütun ona
dört Halife oldu.
Dört direk üstünde
İslam’ın evi
Dört Dost ile
kurulup güçlendi.
Umarım ki bu
inleyen kula
Bulunur çare
onların yüzü suyuna.
Böylece birçok
zaman, gece ve gündüz, işinin ehli sayısız usta, tam ölçülü akıl yardımıyla,
bir an ve bir saat duraklama- yıp her köşesine tam anlamıyla özen gösterdiler.
Bu caminin gök yayına benzer gönül okşayıcı kemerlerini güzellerin kaşları
gibi seyretmek, olgun kişileri hayran bırakır. Âleme ün salan rengârenk
mermerlerinin her biri, bir başka diyardan gelmedir. Tarihçilere göre çoğu,
Hazret-i Süleyman’ın Belkıs Sa- rayı’ndan kalmadır. Ak mermerleri Marmara
Adası’nın madenlerinden kesilmiş, yeşil mermerleri Arabistan’dan gelmiştir; o
somaki şemseler ve kıtalar ise —ki dünyada benzeri yoktur desek doğru olur- •
madeni bilinmeyen değerli incilerdir. • 10a
Nazım
Mermerinin
dalgaları her zaman
Nişan verirdi güzellik denizi dalgalarından.
Sofaları durağıydı
keyif ehlinin
Camları birer ayna,
âlemi gösteren.
Süslü kündekârî
kapılarının her biri, fildişi ve abanozdan yapılmış, sedefkârî nakışlı bir
Erjeng[77]
sayfasıdır ki zamanın ileri gelenlerinin gözdesi olmuş, cümle diyar halkının
beğenisini kazanmıştır. Arşa gölge düşüren kürsü ve kürsü kaidesiyse büyük
bir ustanın yadigârıdır; bu dünyaya tek örnek kalmış, benzeri ne gelmiş, ne de
gelecektir.
Beyit
Âşıklar gelip o
kürsüyü öpseler ne olur
Fildişiyle abanoz
ona sabah ve akşam gibidir.
Caminin kubbeleri,
güzellik denizinin kabarcıkları gibi süslendi; büyük kubbesi gökyüzü gibi,
altın yaldızlı alemiyse üstündeki güneş gibi ışıldamaktaydı. Dört minaresiyle
kubbe, İslam’ın kubbesi Hz. Muhammed’le onun Dört Dostu gibi olmuştu. Ve
eşsiz benzersiz nakışlı camları, Cibril’in[78] [79]
kanatlan gibidir; ne zaman güneşin ışınlarıyla aydınlansa, hep bahar vakti,
süslü bir gülbahçesi olur. Ve rengârenk ışınları, bukalemun renkleri gibi
oynaşır. Zemini en güzel biçimde süslemek için kırmızı, lacivert ve bakır
yeşili kullanılmıştır; öyle nakışlar ve süslemeler yapılmıştır ki görmeyi bilen
gözler onun güzelliğine hayran olur.
Mesnevi
Sefa ehlinin
derneği oldu cami
Gönül açıcı bir
yer, Cennet gibi.
Camları sanki
Cebrail’in kanatları
Resimlerine hayran
kaldı Çin nakkaşları.
Kutlu caminin güzel
kubbesi kapanıp’ diğer yerlerinin inşası da tamamlanınca Kâtiblerin Kıblesi Hasan
Karahisârî,[80]
müsen- na hattıyla göğe benzer kubbesine Allah gökleri ue yeri, düzenleri
bozulmasın diye tutuyor' âyetini ve cennete benzer her bir kapısının
kitabesine, nice beğenilecek, gönül çekici hatlar yazdı. Nakkaşlar onu zaman
sayfasına tarih edip yazdılar ve onunla nam ve nişan sahibi olup adlarını
mermer levhaya kazdılar.
Mesnevi
10b
Kimileri der ki
sülüs ve nesih’i Hasan
Daha iyi yazar
kuşkusuz Hisârî’den.
Kimileriyse der ki Hasan
müsenna hattında[81]
[82]
[83]
İkinci bir Yâkût’ oldu dünyada.
Saadetli Padişah
Edirne’deyken Ferhat Paşa Sarayı bina olundu. Bazı nifak ehli söz birliği
ederek Padişah’a kötü niyetli dilekçeler yazdılar; emin ve kâtiplerin her
birinin, Cami inşası bahanesiyle kendi ev ve saraylarını onarttıklarını, bu
yüzden Cami inşaatının geciktiğini iddia ettiler ve “Bu inşaat sırasında
yapılan evler camiye aittir.” dediler. Gerçi bu konudan sorumlu olan bina
eminidir,[84]
ama bazı ahmaklar benim hakkımda: “Kusuru ortaya çıkacak diye binayı iskeleden
çıkaramıyor!” “Kubbenin duracağı kuşkulu; herif bundan dolayı ne yapacağını
şaşırmış, gününü geçiriyor; elinden birşey gelmiyor, neredeyse aklını yitirmek
üzeredir.” gibi sözler ederler.
Mesnevi
Oldu
derin düşünceyle adetâ deli
Tüm bu
endişeler bulandırdı zihnini.
Madem
ki Padişah da ilgi göstermez
Kuşkuya
yer yok artık, bu iş bitmez.
Bu
sözdür cümle halkın ağzında
Tamamlanır
belki gayretle iki yılda.
Dikkat
ederse eğer işin başındaki
Ve
olursa Saadetli Padişah’ın fermanı.
Padişah
duyunca bu sözleri
Kabardı
denize benzer yüreği .
At
isteyip öfkeyle Cihan Hükümdarı
Öfkeyle çıktı yola
inşaata doğru.
Bu zavallı,
durumdan habersiz, mermerciler işliği olarak kullanılan yerde mihrabın ve
minberin yapımıyla ilgilenirken Saadetli Padişah geldi. Edeple selamlayıp
hizmetlerine hazır bekledim. Merhum Padişah, öfkeyle bu zavallı güçsüzden söz
konusu binaların durumunu sordu ve:
“Neden benim bu
camimle uğraşmayıp önemsiz işlerle zaman geçirirsin. Dedem Sultan Mehmet
Han’ın mimarı[85]
sana örnek olarak yetmez mi? Bu bina ne zaman tamamlanır, tez bana bilgi ver!
Yoksa sen bilirsin!”
Padişah’ı böyle
şiddet ve hiddetle son derece öfkeli görünce, bu güçsüz karınca dilimi yuttum.
Sonunda Allah’ın kudretiyle dilime, hiç düşünmeden şunlar geldi:
“Saadetli
Padişahımın devletinde inşallah iki ayda tamamlanır!” dedim.
Mesnevi
•
Kuluna lütfü olursa Mevlâ’nın
11 a
Her işine yardımcı
olur onun.
Sözdeki etki sanma
ki şendendir
O sözü sana
söyletendendir.
Bunun üzerine
Saadetli Padişah, kutlu üzengilerinde olan ağalara “Bre şuna sual edin, bu bina
bir bütün olarak ne zaman biter?” buyurunca ağalar da:
“Mimar Ağa!
Saadetli Padişah ne buyururlar, işitir misin? Bu bina ne zaman kapısı kapanıp
tamam olur?” dediklerinde ben yine “îki ay sonra bu bina biter.” dedim. Merhum
Padişah orada bulunan ağaları tanık tutup:
“Mimar! Hele iki ay
sonra bitmezse seninle konuşuruz!” deyip Saray’a gittiler. Saray’a
vardıklarında hazinedârbaşıya ve diğer ağalara şöyle buyurdular:
“Mimarın aklını
yitirdiği apaçık belli. Hiç iki ayda, birkaç yıllık işin bitmesi mümkün müdür?
Herif başının korkusundan aklını kaybetti. Çağırıp siz de sorun, bakın bakalım
ne cevap verir? Eğer olmadık sözler ederse inşaatın durumu zorlaşır!”
Bunun üzerine bu
değersize adamlar gelip:
“Saray ağaları seni
çağırırlar” dediler. Aceleyle Saray’a gittim. Ağalar yine: “İnşaatın ne zamana
kadar bitmesi mümkündür?” diye sordular.
“Padişah
hazretlerine iki ayda biter diye yanıt verdim; tanıklar tuttular. İnşallah iki
ayda tamamlayıp zaman sayfasında bir isim bırakayım!” dedim.
Dörtlük
Şirin’in aşkıyla
başarmıştı bu işi
Görün bakın
Ferhad’ın kestiği dağı taşı
Mihnet ile can
verip, can eritir sanatına
Her ne zaman düşse
üstadın iş başına.
Benim bu yanıtımı
ağalar yine âlemlerin sığınağı Padişah’a sunup şöyle derler:
“Saadetli Padişah!
Herife gayret düşmüş, pek akıllı bir kimsedir, inşallah bu gayretle kutlu
caminizde en kısa zamanda namaz kılmak nasip olur.”
Bu zavallı da, ne
kadar yapı ustası, boşta gezer taşçı varsa topladım; bunlara sıkı sıkı
tembihler edip, başlarına becerikli denetçiler koyup ve götürüye vermek mümkün
olan işleri •11b yetenekli ustalara götürü verip her birine grup grup • işe yarar,
becerikli adamlar atadım. Kendim de gece gündüz, bir an ve bir saat durmadan,
elimde demirli asâyla, pergel gibi kubbenin merkezini ve çevresini
dönmekteydim. Bir hafta sonra yine bir gün Saadetli Padişah, inşaatı görmeye
gelip:
“Mimar, nasıl eski
sözünde duruyor musun?” diye sorunca:
“Bağışlayıcı
Tanrı’nın yardımıyla o günden iki ay geçince, Saadetli Padişahım’ın desteğiyle
bu kutlu caminin kapısını kapatıp anahtarlarını soylu ellerine ulaştıracağım.”
dedim. Yine ağaları toplayıp, tanıklarını yeniledi ve Saray’a gittiler.
Dörtlük
Çalışıp Padişah’ın
zamanında
Ayrı bir bezek
eyledim her köşesine.
Hem çabuk, hem
latif, hem de yok eşi
Ustalar iyi bilir, az olur böylesi.
Durmadan Yüce
Tanrı’nın dergâhına yalvarıp yakararak, gece gündüz yanıp yakılarak, o
dilekleri yerine getiren Tan- rı’ya şöyle derdim:
Mesnevi
Îlahî bin bir adına
saygı için
Sevgilin
Mustafa’nın yüceliği için.
Huzuruna yakınlığı
için peygamberlerin
Sır hâzineleri için
evliyaların.
Arttır bu
Padişah’ın devletini
Düşmana
üstünlüğünü, zaferini.
Temelini bu binanın
sağlam eyle F
elek döndükçe onu
var eyle.
Sonunda Allah’ın
yardım edip kolaylaştırmasıyla ve Padişah’ın desteğiyle, iki ay sonra binanın
hiçbir eksiği kalmadı; kapısı kapanıp tamamlandı.
Bir sabah cihanın
sığınağı Padişah, cihanı aydınlatan güneş gibi, kutlu doğuş yerinden[86]
çıkıp geldi; caminin anahtarını, dua ederek uğurlu, soylu ellerine teslim
ettim.
Mesnevi
Şükürler olsun
Padişahım Allah’a
Ulu bir cami inşa
etti Hak sana.
Al bunu,
anahtarıdır Allah evinin Kılavuzudur yoluna bilinçle gidenin. Kapısının her
kanadı bir kitap gibidir Bundan da sana kuşkusuz bir kapı açılır.
Mutlulukla anahtarı
kutlu ellerine verdim. Dua edip el bağladım, bekledim. Saadetli Padişah
odabaşına doğru dönerek “Caminin kapısını açmayı en çok hak eden, bu işe en yakışır
kimdir?” dedikleri zaman bu kişi:
“Padişahım, Mimar
Ağa kulunuz, bir aziz kocadır. Lok- • 12a man Hekim hikmetiyle, bu konuda • en
çok emek veren odur.” deyince insanların ve cinlerin Padişahı, rahmetli ve bağışlanmış
Süleyman Han, Allah'ın rahmeti ve rızası iistiine olsun “Gel azizim,
inşa ettiğin Allah evini doğruluk, yürek temizliği ve duayla yine senin açman
daha uygundur.” deyip dua ve övgülerle anahtarı bu kullarına verdiler.
Nazım
Bulamadım tokgözlülük
hâzinesinin anahtarını Candan gönülden nice kez “Ya Fettâh” demeyince.[87]
Kısacası, o
Padişah’ın nimet ve iyiliklerine bir sınır ve bir son yoktur. Yüce Tanrı, onun
çocuklarının ve yakınlarının dünya ve ahretini bayındır eylesin ve Süleyman’ın
yerine geçmiş olan Sultan Murat Han’ı ömürlü etsin.
Mesnevi
Ben ki gelişi uğurlu bir
mimarım
Ben ki dünya tekkesinin
pîriyim.
Allah bilir, çok Tanrı evi
yaptım ben
Secde edilsin diye nice bin
mihrab diktim.
Şükürler olsun koruyup
İslam’ımı
Hep adaletle verdim
kararlarımı.
Sözlerimi ikiyüzlülük sanmayın
Hayır dua edilmesidir bana
umudum.
Malı olanlar cami inşa ederler
Zengin de yoksul da bir dua
beklerler
Umar bu kul, onlara olmayı
yakın
Allah hepsine
rahmet eylesin.
957 tarihinin
Cemaziyelevvelinde başlanıp 963 tarihinde kubbesi kapanmış ve 964 senesi
Şevvalinin ilk gününde, ilk cumasında namaz kılınmıştır.[88] Bütün
ekleriyle birlikte inşasına 800 bin ve 96 bin üç sikke harcanmıştır.
İhsanı bol Tanrı’nın yardımıyla
Saadetli Padişah’ın bahçesinde dolap kuyusu yapılmasının anlatılması
Birgün rahmetli
Selim oğlu Sultan Süleyman Han, rahmet ve bağışlama üstüne olsun,
İstanbul’un batı tarafında cennet benzeri bir bahçe olan İskender Çelebi
Bahçesi’ne[89]
gezmeye giderler. Yolları, o yakınlarda bulunan Rüstem Paşa’nın hanımı
Mihrimah Sultan’ın bahçesine düşer; bağını bahçesini gezip büyük keyif alır.
Kendi bahçelerinde böyle bir güzellik, yeşilliğinde böyle bir canlılık
olmadığını görür; bostanbaşıya sorar:
“Niçin bizim
bahçemiz, bu bahçe gibi cıvıl cıvıl ve gönül alıcı olmasın? Hele ki bizim
kapımızın hizmetçileri ondan yüce, çevresi daha hoş ve güzeldir!”
Mesnevi
Baştan başa canlı
yeşillik onun bahçesi
Kuru çalıya benzer
bu bağın yeşilliği.
Çiçeklerle donanmış
onun dalları
Gülleri açmış
yepyeni gülbahçesi.
Bunun ağaçları hep
meyvesiz, çıplak
Sanki Allah’tan
korkup dökmüşler yaprak.
Sular akıyor onun
her köşesinden
Abıhayatı anımsıyor
görünce insan.
Suyu, karanlıkta
gizli bir yaşam pınarı.
Sözün kısası,
saltanatın ileri gelenleri ve devlet kapısının büyükleri, şu karşılığı
verirler:
“Padişahım, bir
bahçede akarsu olmazsa o bahçede hoşluk ve canlılık olmaz.”
Mesnevi
Ateşe bak, nasıl
rahat ettirir kış ayında
Her şey ısınıp
pişer onunla.
Bitkilereyse sudan
ulaşır yaşam
“Ve canlı her şeyi
yarattığımız sudan”[90]
Bunun üzerine
Saadetli Padişah, kutlu elleriyle bahçenin güzel bir köşesini işaret edip:
“Göğe benzer bir su dolabı yapımına başlasınlar!” dediler. Ardından da:
“Mimarbaşıyı
çağırsınlar, baksın mümkün müdür. Her işi ustasına emanet etmek gerekir.” deyip
bu güçsüz kullarını getirttiler. Saadetli Padişah’ın huzurunda dua edip şöyle
dedim:
“Saadetli Padişah
güzel düşünmüşler, bu gösterdikleri yerde dolap yapılması mümkündür; ne var ki
bunun en güzel yeri, bahçenin en yüksek yeridir. Böylece her yere su ulaşır;
ama Padişahım’ın buyurduğu yerde yapılırsa kimi yerlere su çıkmaz.”
Âlemin Sığmağı
Padişah Hazretleri “Yüksekte su olur mu?” dediler.
“Evet Padişahım;
pınarların çoğu dağ başlarındadır. Su, alçağa yükseğe bakmaz.”
Beyit
Yeryüzünde alçağa
doğru akar tüm akarsular Ama yeraltına saklanınca yükseklere akar.
Kendi seçtiklerinin
tersine olması, rahmetlinin soylu hatırlarını incitmekle birlikte, saltanat
ululuğu gereğince, bu kulları haklı olduğu için razı oldular.
Dize
Kimseler görmüş
değildir yükseğe aktığını suyun.
“Eğer burada su
çıkmazsa Mimarbaşı’yla görüşürüz.” deyip saadetle yola çıktılar.
“Saadetli
Padişahım! Bu Mimar Ağa kulunuz boş adam değil; sanki evliyalığı var. Ne
şaşılası bir durum oldu!”
Beyit
Sanki Hızır’ıdır
zamanın bu nurlu koca
Görünür kıldı şah
için yaşam suyunu karanlıkta.
Mesnevi
Bir sanattır bu,
dedi şah, görünüşe bakarsan
Bir keramettir hem,
aslını ararsan.
Bir kişi işinin
ustası oldu mu
Açılır önünde
mutluluğun kapısı.
Şükür ve minnet,
ihsanı bol Tanrı’ya
Ki sahibiz böyle
kusursuz bir insana.
Sultan Süleyman Han
(Tanrı’nın rahmeti ve rızası üstüne olsun) zamanında Büyük Çekmece’deki
güzel köprünün yapımının anlatılması
Bir seher vakti,
yine karaların ve denizlerin sultanı ünlü Padişah, Saadetli Hükümdar,
insanların ve cinlerin Süleyman’ı, Sultan oğlu Sultan, Sultan Süleyman Han, Allah’ın
rahmeti ve bağışlaması üstüne olsun, İstanbul şehrinin çevresindeki dağları
ve kırları gezmek niyetiyle dolaşırken yolları Büyük Çek- mece’ye uğrayıp,
fakir fukaranın o geçitten gemilerle geçerken çektikleri büyük sıkıntıyı ve
bir zamanlar burada bir köprü olup[92]
dalgaların etkisiyle yıkılıp harap olduğunu görür ve yine o yerde bir köprü
yaptırmaya, Müslümanlara olan şefkatlerinin çokluğundan ve onların mahzun
gönüllerini sevindirmek düşüncesiyle, karar verirler.
Mesnevi
Nasıl dua ile
anmayayım o Sultan’ı
Dilinde hep
“Müslümanlar kardeşimdir” sözleri.
Bakardı halkın
hâline şefkatle
Lütfunu görüp
herkes duacı olurdu.
Devletin ileri
gelenleri, Saadetli Padişah’ın bu hayra bağlamasını çok yerinde bulup onun
bunca keremini alkışladılar.
•
Beyit 13b
Bu fani dünya, yok
oluş seli üstünde bir köprüdür
Ona yüz vermeyip
geçen tevekkül sahipleri özgürdür, îster yüce, ister alçak, ister kul ol, ister
hükümdar, Dünyada hayra çalışmak gerek, o bir ölmez oğuldur.
Saadetle bu
duacılarına şöyle buyurdular:
“Büyük Çekmece’de
kâfir zamanında köprü yapanlar hangi yolla yapmışlar ve hangi sebepten
yıkılmıştır? Oraya şimdi de bir köprü yapılması gerekiyor; bunu yerinde
araştırıp devlet kapısına sunup bildirin.” diye kutlu fermanları çıkınca, bu
zavallı, kapsamlı bir inceleme yapıp şöyle yanıt verdim:
“Padişahım, bunun
binasının dayanıksız olup yıkılmasının nedeni şudur: Hâzineden para sarfında
gerekeni bütünüyle yapmamışlar, köprüyü denizden uzaklaştırıp kıyıya yakın, bataklık
bir alana düşürmüşler. Bundan dolayı temeli devrilmiş, yıkılıp harap olmuş.
Kısacası, deniz tarafı hem sığ hem de sağlam yer olduğundan köprünün deniz
tarafında yapılması daha uygundur.” diyerek köprünün resmini çizip sundum.
Saadetli Padişah
son derece hoşnut oldu ve onun kutlu emirleriyle, yüzlerce dülger ve taşçılarla
işe sarılıp her ayağa birer kalyon benzeri sandıkçalar çatıldı; Süleyman
devleri, deniz suyunu tulumba ve tulumlarla çekip boşalttılar. Güzel, sağlam
sütunlardan iki üç adam boyu kazıklar, şahmerdanla[93] temellere
çakıldı; onun üstüne döşenen arşın taşları, sağlam demir kenetlerle kenetlenip
aralarına kurşun akıtılarak tek parça haline getirildi. Yapımına toplam 114 yük
ve 73.850 üç akçe harcanmıştır.
Mesnevi
Hazret-i Şah bu kuluna buyurdu
Yapayım denize yol gibi bir
köprü.
Gökkuşağı gibi kemerler çektim
göğe
Bir oldu halk için denizle
kara.
Temeli atıldı denizin dibine
Erişti binası göğün yücesine.
Tamamlandı Allah’ın yardımıyla
O ulu köprü Büyük Çekmece’de.
Gece gündüz sebep oldu duaya
Geçit oldu hep zengine
fukaraya.
14a • Şaşılası, hoş bir
köprüdür, eşsizdir
Uzun boylu, hilal kaşlı bir
güzeldir.
Ayakları toprağın ta altına
iner
Kemerleri göğün tepesine çıkar.
Her bir kemeri direksiz göğe
benzer
Deryanın içinde “nün” harfine
döner.
Nasıl böyle alçakgönüllü
olmasın
Dünyanın insanı
basıp geçiyor üstünden.
Gök yapılı o köprü
zamanın şaşkınlık verici işlerinden biri oldu. Cihan Hükümdarı bu zavallıya
aferin deyip mutlulukla Sigetvar’a doğru yola çıktı.
Sultan Süleyman
Han, rahmet ve bağışlama üstüne olsun, ömrünün sonlarında Allah yolunda
savaşmak niyetiyle, kötü huylu Sigetvar kâfiri üstüne, her zaman zafere ulaşan,
gönlü şen İslam askeriyle yola çıktılar. Kuşkusuz, yay gibi iki büklüm
bedenleriyle dilek oklarını maksat menziline isabet ettirip yaylarını
gevşettiler. Kısacası, uğraş meydanında yiğitlikle kılıçlarını arşa astılar.
İslam Padişahının
himmetiyle on altı günde Sava nehri[94] üstünde
gök yapılı bir köprü inşa edilip on yedinci günde İslam askeriyle zamanın
Süleyman’ına köprüden geçmek nasip oldu. Günahkâr kâfirler, adı güzel Padişah’ın
kutlu gelişlerini haber alınca “Gelsinler bakalım! Bizim İskender sedlerimiz-
den görelim nasıl geçerler? Gemilerle geçmeye kalksalar üç ayda geçilmez; köprü
yapmaya kalksalar inşaatı için gerekli ağacın kesilip hazırlanması üç aydan
fazla sürer. O zamana kadar kış, kar ve yağmur, uçan askeriyle[95]
[96]
onları kaçırır. Siperleri yağmur suyuyla dolup her yanı sel kaplar. Bu sularda
Süleyman devleri bile çaresiz kalır.” deyip hiçbir önlem almadılar. Ancak, on
yedi günde Kayser[97]
köprü yapıp geçti diye kafirlere haber ulaşınca kötü işli kral, üzüntü ve
korkudan perişan oldu; kendi tahtından ve yaşamından umudunu kesip askeriyle
kaleye kapandı, halkı da orman içlerine sürdüler.
Rahmetli Padişah,
Sigetvar kalesini kuşattı; kol kol metrisler belirlenip demir atan toplarla •
kaleyi dövmeye başla- 14b dılar. Sabah akşam birçok kez, ejder soluklu toplar,
düşmanın korkudan kanını dondurup ahlarının dumanlarını göklere çıkardı.
Kalenin düşmesi iyice yaklaşınca Merhum’un hastalığı iyice arttı; fetih ve
zafer haberiyle birlikte, fetihlerle dolu can kuşu, göğü kendisine yurt tuttu.
Biz Allah için varız ve O’na döneriz.[98]
O sırada veziriazam
olan tedbirli ve aydınlık gönüllü Mehmet Paşa,[99] Padişah
hareminin görevlilerinden bu sırrı bilenlere öğüt verip şöyle dedi:
Mesnevi
Ey bu sırrı
bilenler
Onun keremiyle
yücelenler
Cihan Hükümdarı
göçtü diye sakın
Tutmayın yas,
üzüntünüzü açığa vurmayın.
Bu sırrı can gibi
saklayın tende Soluğu çıkmasın düşman ilinde Asla açmayın bu sırrı başkasına
Koruyun, başınız size gerekliyse hele.
“Bilin ki Cihan
Hükümdarı, Cennet bağına gitti ve yüce Şehzâde Selim Han’a haberciler çıktı. En
kısa zamanda saadetle gelip tahta oturması nasip olur. Sizin yapmanız gerekense,
Padişah sağken nasıl çalışıp gayret ederdiyseniz yine aynı İslam gayretiyle
cenge sarılmanız. Hem bu sırrı saklamaya da özen gösteriniz ki düşman
diyarında aşağılanıp hor duruma düşmeyelim!” dedi.
Daha sonra kale
fetholundu; kahramanlık gösterenlerin adları Padişah’a sunuldu; her biri
silsilesine göre dileklerine ulaştırılıp nice yüksek rütbe dağıtıldı. Çevredeki
nice başka kale de fethededilip koruyucular atandı ve eksiksiz bir onurla geri
döndüler.
Yürekleri ayrılık
dikeninin acısıyla gonca gibi kanlı, yaralı, dışlarıysa gül gibi güleç,
yapmacık bir sevinç içindeydi. Vezirler, Padişah’ın arabasına yanaştılar,
sohbet edip konuşur gibi yaptılar; daha nice yollarla halkı oyaladılar. Ta ki
Belgrad’a gelindi ve Cihan Hükümdarı Sultan Selim Han’ın gelişleri belli oldu,
yer gök feryat ve figanla doldu. Vezirler ve ileri gelen devlet adamları,
halkın önde gelenleri, matem elbiseleriyle ve kederli bir tavırla arabanın
önünce yürüdüler. O gün, âlemi 15a aydınlatan • güneş, kara buluttan bir matem
elbisesi giydi,[100]
dolunay başına toprak saçtı;[101] cümle
âlem yas tuttu.
Gür sesli hafızlar
Kuran okuyarak ve seçkin şeyh, Nured- dinzâde Efendi[102]
hazretleri, dervişleriyle araba önünde “tev- hid”ler çekerek yürüdüler.
Mesnevi
Bu fani dünya,
geçici bir evdir
Yalnızca bir
nefestir dirilişin demi
Ömür bağının
baharı, su gibi akar
Geçer yel gibi gençlik
zamanı.
Sultan Süleyman
Han’ın (rahmet
ve bağışlama üstüne olsun)
nitelikleri üstüne
Ömrünün sonlarında
köprü yaptı o din sultanı Doğru yolu olsun diye her zaman, inananların. Çünkü
bir köprüdür Dünya, geçmektedir insanlar Ne dilenci kalır burada, ne mutluluğa
ermiş hükümdar. Kocamışken sonunda gazada şehit oldu o şah Cennet etsin
makamını, âlemin rabbi Allah.
Onun güzel camisini
seyredenler dediler “Ebedî kalın burda, işte size cennetler” Hayır için
çeşmeler getirdi İstanbul’a Mahşer gününde akarsular nasip olsun ona. Kâbe’de
büyük imaret ve medrese inşa etti Adaletiyle yeryüzünü bayındır etti.
Duacı Sâî,
atalarından beri duacılarıdır Allah hepsine rahmet etsin, dese ne olur.
O sabah, Yüce
Padişah Sultan Selim Han gelip devletin ileri gelenleriyle görüştüler.
Beyit
Dediler görenler o
ay yüzlüyü
Her ayrılığın olur
bir kavuşması.
Merhumun vefat
tarihi
Naklederler ki, bu
dünyadan ayrıldıktan sonra
Demiş Sultan
Süleyman, rüyada oğlu Selim Han’a
Selim’im, adaletle
bizden sana yeter tarih
Bilirsin çünkü kalmadı
cihan Melik Süleyman’a.[103]
Merhum Sultan
Süleyman Han’ın (rahmet ve bağışlama üstüne olsun) vefat tarihi,
Peygamber’in hicretinin 974. yılıymış.[104]
Büyük köprünün
inşasına eksiksiz bir dikkat ve özen gösterilirken Sultan Süleyman vefat etti
ve Sultan Selim Han saadetle devlet tahtına oturdular. İslam askerinin
arkasından kâfirlerle gazaya, Sigetvar’a doğru giderken sözü edilen köprünün
yapımından büyük zevk duydular ve bitirilmesi için gereken ilgiyi gösterdiler.
Geldiklerinde köprüden saadetle geçmeleri nasip oldu ve o zamanın şairlerinden
Hüdâyî, köprünün bitirilmesine benzersiz bir tarih düşürerek şu gönül okşayıcı
dizeyi söylediler:
Tamam etti Süleyman
köprüsünü Sultan Selim?
Sultan Selim Han Camisi’nin
inşasının başlangıcı
Sultan Selim Han
hazretleri, saadetle devlet tahtına oturduktan sonra, Edirne şehrine son
derece sevgisi ve şefkati olduğundan, burada, zamanda benzeri olmayan bir cami
yapılmasını buyurdular. Bu zavallı, öyle büyük bir cami tasarısı hazırladım
ki, Edirne içinde dünya halkının beğenisini kazanmayı hak eder. Kubbenin dört
tarafında dört minaresi bulunmaktadır. Minarelerin her biri üçer şerefeli ve
üçer yolludur. İki minarenin yolları ayrı ayrı yapılmıştır. Evvelce yapılmış
olan Üç Şerefeli,[105]
bir kule gibidir, gayet kalındır; ama bunun minaresi hem ince, hem de üç
yolludur ve bunu yapmanın ne derece zor olduğunu, akıl sahipleri iyi bilirler.
Bütün dünya
halkının “Olabilirlik ölçülerinin dışındadır.” demelerinin bir nedeni şudur:
Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe[106] İslam Devleti’nde
yapılmamıştır diye, kâfirlerin mimar geçinenleri “Müslümanlara karşı galebemiz
vardır.” derlerdi. Yanlış görüşlerince, o kadar büyük bir kubbeyi durdurmak son
derece zordur. “Benzerini yapmak mümkün olsa yaparlardı.” dedikleri, bu
zavallının yüreğinde bir ukde olup kalmıştı. Sözü edilen cami binasında çalışıp
çabalayarak, ihsan sahibi Allah’ın yardımıyla, Sultan Selim Han’ın zamanında •
kudret • 15b gösterip bu yüce kubbeyi Ayasofya kubbesinden altı zirâ daha
yüksek ve çevresini dört zirâ daha geniş yaptım.
Mesnevi
Zamanın hükümdarı,
güzel adaletli sultan
Cihan Padişahı, Süleyman oğlu Selim Han.
Edirne
şehrini çok sevdi o
Hayırla eserler bıraktı âleme o.
O
inşa etti bu yüce camiyi
Cihan durdukça hayırla anılsın diye.
İncelik,
dikkat ve güzelduyuyla
Özetlenip tamamlandı onda sanat.
Gerçekten
de direksiz kubbenin altında,
Havada asılı duran bir top oldu o kubbe.
Ayasofya
gibi bir kubbe asla
Yapılamaz diye iddia ederdi dünya.
Bu
yüce kubbe ondan büyük oldu
En iyi Allah bilir, ben bilmem gerisini.
Padişah 3. Murat’ın tahta geçişinin tarihi
Allah’a
şükür, gün gibi doğdu adaletle
Tahtı gök olan bir ay, yüce soylu bir sultan.
Yaşlılar
gibi tedbir sahibi, bahtlı bir genç
Temiz
cevherli tacın sahibi, güzel huylu Hüsrev.[107]
Geldi oturdu devletin başına şerefle
Baş
eğdi cihan halkı onun emrine.
Konuşan
bir bülbül oldu Sâî, söyledi tarihini
Âlemin Padişahı oldu gül gibi Sultan Murat
(Yıl 983)[108]
Yüce cami üstüne kaside
Yüce
Rabbim, nedir bu güzel yer, bu yüce cami
Mescid-i Aksa gibi sanki, Ulu Kâbe’nin örneği.
T
emeli
yeryüzündeydi ezelde bu Beyt-i Ma’mûr’un[109]
Olaylar tufanından kaçıp göğe çekildi sanki.
Nice
taşçı taş yontarken erittiler canlarını
Bu Bîsütun’a akıtmak için güzellik ırmağını.
O
yüce kubbesi, neredeyse en yüksek gök katı
Dokuz kat göğün bir örneği sayar gören göz onu.
Yapılmadı,
yapılmaz, böyle bir kubbe yeryüzünde
Dünyada benzeri yok, mavi gökyüzü dışında.
Kubbesi
asılmış sanki göğe samanyoluyla
Bir top ayna benzeri içinde seyredilir dünya.
Işık
veren son katı göğün, armağan etti dünyaya
Bu
kubbe kapanıp atlas ve ipek kumaşlar asıldığında.[110]
Bunu
duyup gizli bir ses, gökten tarih düşürdü bitirilmesine
Sonuna ulaşıp kapandı bu vakitte, bu yüce kubbe.’
Dört
minare sanki âlemlerin övüncünün Dört Dostudur,
önündeki alemle Peygamber’in nuru anıştırılır.
Toplanınca
o gür sesli güzel melekler
Servilerin tepesini kumru gibi yuva edinip.
Dört
minareden her gün neva ve pençgâhla
Bülbül gibi bu gülbahçesine dünyayı davet ederler.
Dört
sütun, gerçekten direkleridir İslam evinin
Bilgili bir yol göstericidir dört minare arasındaki kubbe.
Gökte
melekler, gök camisine minare oldu sanır
Göğün dokuz katından yüksektir çünkü bu minareler.
Altın
ayçasının parıltısı ışık saçar halka
Besbelli herkes yeni ay sanır onun yansımasını.,
Seher
vakti tepesine güneşin ışığı düşse
Altın indirdi, alem gönderdi derler Hazret-i İsa.[111]
Ne
zaman kova ya da oğlak burcuna gelse tepesinden
Görünür kuyuda Yusuf gibi güneş, o dünyayı süsleyen.
Özellikle
Mimar Ağa Hazretleri, ustaların piri,
Ermişlikle yapar yaptığını diyor bütün dünya.
Öyle
şaşılası bir özen göstermiştir ki sanatına
Söylenip anlatılabilir şeylerden değildir asla.
Derler
ki Hazret-i Hızır çizmiş Ayasofya’nın resmini
Hızır’a erişti bu adam, sanmayın sıradan bir yapı ustası.
Padişah’ın
yüce himmetiyle yapıldı minberle mahfili
Yüksektir biri Arş’tan, Kürsi’den yücedir biri.
Fatiha
suresi yazılmış giriş kapılarına
“Allemelesma”nın sırdaşıdır yüce mihrabı.[112] [113]
Her
köşesi cennet bahçesi, her yanı bahar nakışları
Selsebil ırmağıdır sanki peşpeşe yazıları.
Seleften
kalan hayırlı halef, kâtip Hasan, duacı,
Müsenna hatlarla eşsiz bir mücevher kutusu yaptı.
Koyamaz
harfine bir nokta biraraya gelse dünya
Besbelli güzel yazı kurallarını en iyi o uyguladı.
Süzülmüş
su yeşilidir görklü mihrabı onun
Sevinç kaynağıdır mahfili, cihanı süsleyen Şah’m?
Hatayî,
Rûmî, İslîmî, Irakî,[114] biraraya gelmiş onda
Göz nuru dökmüş ona sayısız eşsiz usta.
Mermerlerin
nakışlarını gören, sanır güzellik denizinde
Dalgalar yaratmış Hakkın gücünün esintisi.
Rengârenk
kemerleri gökkuşağına benzer
Gören der: Allah’ın lütfü yağmura işarettir.
Kandiller,
top aynalar asılıdır içinde
Tubâ’nın meyvesi, yaprakları gibi Cennet bahçesinde.
Yeni
ayla nallanmış bir şişedir gökler
İki altın kandildir ayla güneş, cihanı süsler.
Cennet
gibi açık, sekiz kapısı bu gülbahçesinin,
Herkes lütfunu yağmaya gelir oraya Tanrı’nın
Buraya
giren, Cehennem ateşinden kurtulur
Kuşkusuz inandık, onayladık, bu Tanrı’nın sözüdür.[115]
Keyif
verir, Merve hakkına, avlunun gülbahçesinde dolaşmak
Şaşılır mı, önemli önemsiz, herkesin kıblesi olursa bu sığınak?
Görenin
gönlü kayar, suları akar ağzının,
Sanki kevser havuzudur o benzersiz şadırvan.
Sanmayın
ki mermer direklerdir avlusunda dikilmiş
Nice yasemin yüzlü servi, etrafı seyre durmuş.
Avlusundaki
kemer yayları, demir kirişle
Yaydır besbelli, benzemez mi dua okuna?
Bu
görünümü seyredip bakanlar der ki
Gerçekten benzersiz olmuş, bir daha yoktur eşi.
Tunca,
Edirne şehrinin yüz suyuydu ama
Bu yüksek kubbeli cami de baş tacı gerçekten.
Öyle
bir iyilik ettin ki ey Şah, Edirne halkına
Sığmaz artık sevinçten canları tenlerine.
Haddin
mi senin, anlatmaya kalkışmak onun niteliklerini
Bilirsin ey deli gönül, deniz sığmaz testiye.
Dua
et bu binayı burada yapan Şah’a
Adaletnamesi onun, imzalıdır adıyla.
Rum’un
ve Acem’in Şahı, Mekke ve Zemzem’in emîri
Odur ayağa diken Beytülharâm’ı ve Mescid-i Aksa’yı.
Ulu
hakanların başı, yani dünyadaki gölgesi Tanrı’nın
Güzel yüzlü, güzel düşünceli Süleyman Han oğlu Selim.
Olgunluğu,
erdemi, güzelliği, ahlakı, keremi, adaleti toplamış
Gerçekten bayındır etmiş Mevlâ onun altı yönünü de.
Gündüz
gece kös sesiyle âlemin kulağına
Dinletilir “İnnâ fetahna..."' ayetinin sırları.
Aklını
yitirir, görse bayrağının ayçasını düşmanlar
Süha1 [116] gibi gün doğunca
görünmez olur, kaybolur.
Taşı
taş üstüne koymaya gücü yetmez zamanında onun
O kadar ki, taşı başına, başını taşa vurur düşman.
İkidilli
değil kimse onun zamanında süsen değilse eğer
Kimse ikiyüzlülük etmez, güzelim gülden başka.
Ne
olur düşmana baş eğdirirse kılıcının gücüyle
Kırdaki otlar da güneşin kılıcı önünde baş eğer.
Başının üstüne tablayla altın koysa Doğu’nun hükümdarı
Adaleti sayesinde korkup çekinmeden, doğudan batıya gider.
Ne zaman seyrine gelse Padişah, üzengisi dibine
Çimenler yeşil atlas, dikenler canfes serer.
Yücelik
binasını Kudret Ustası[117] kılsın sağlam
Budur halkın dileği Cenab-ı Allah’tan.
Viran
gönlünü şenlendirir ey duacı Sâî
Gönüller kâbesini yapan odur, Halil İbrahim gibi.
Yüce
kâbesinin yapımı sona erince
Önemli önemsiz nasiplensin herkes, tamamlanınca.
Ayakta tutsun o eşsiz
Tanrı, temellerini
Hem yapının hem de yapanın, felek döndükçe.
Bu temiz ve güzel yer, mabed olsun Müslümanlara
Gök camisinde nesneler ibadet ettikçe.
TEZKİRETÜ’L-EBNİYE
RİSALESİ
TEZKİRETÜ’L-EBNİYE
RİSALESİ
Yok iken evreni var etti.
Su
üstüne kurup yer binasını
Düz etti göğün yedinci katını.
Bu
dokuz kubbeyi direksiz durdurdu
Astı onun içine güneş topunu.
Kudret
eliyle mayalandırdı “yok”u
İnsan bedeninin temelini attı.
Göz
ve ağız, kulak ve dil verdi
Seçkin insan etti böylece bizi.
Halil
İbrahim’in dinine bağlı olanlardan
Sevgilisi Mustafa’nın ümmetinden yarattı.
Eriştik
Osmanlıların hizmetine
Özellikle de bahtı açık Hüsrev’e.
Âlem
hükümdarı Bayezid oğlu Selim Han
Gaza kılıcı Osmanoğullarının.
İran
Şahı’yla[118]
o savaştı
Doğu’yu Batı’yı kılıcıyla açtı.
Onun
devşirmesiyim, ben zavallı
Olmuştur bana çok lütufları.
Sonunda
göçüp bıraktı dünya bahçesini
Cennet bahçeleri olsun şimdi mekânı.
Toprağı
yurt tutunca o gizli hazine
Geçti Şah Süleyman onun yerine.
Onun zamanında nice hizmetler ettim
Devlet âyânının beğenisini kazandım.
Yeniçeri oldum çok zorluğa katlandım
Piyade oldum çok savaşa katıldım.
Hakkın
bir lütfuymuş yetenek
Çok
çalıştım sanatımı olgunlaştırdım.
50b
• Tanrı sevindirsin onun ruhunu
En yüce Cennet’te
etsin yerini.
Beni dülgerlikte
yetiştiren
ustama da aferin
olsun.
Silsilemle,[119]
sanatımla, çabalarımla
Ve gayretimle
akranlarım içinde.
Ta çocukluk
çağından beri çalıştım
Hacı Bektaş
ocağından[120]
[121]
yetiştim.
Katıldım Rodos’la Belgrad
seferlerine
Yine sağsalim
geldim geriye.
Silsilemle atlı
sekban yaptılar beni
Zamanın hükümdarı
Mohaç’a sefer açtı.
Mohaç seferinden
gelip yayabaşı oldum bir süre
Ve sonra getirildim
zenberekçibaşılığa.
Padişah yine
Almanya’ya sefer açtı
Düşmanın gözüne dar
etti meydanı.
Oradan
gelip yürüdük Bağdad üstüne
Çok savaşlar ettik Kızılbaş ile.
Hükümdar
ve devlet âyânı seferden gelince
Silsilemce hasekiliğe yükseltildim ben de.
Sonra
Korfu ve Pulya seferlerine gittik
Oradan
gelip Karaboğdan’a’ üstüne sefer ettik.
Seferde
ve barışta çok hizmetler edip Padişah’a
Üzengisinde[122]
bulundum nice yerde.
Sözün
kısası, birçok dereceler elde ettim böyle
Bulundum nice önemli görevlerde.
Diledim
ki olayım ben de mimar
Ustalığımla bu âlemde bırakayım nice eser.
Der
idim ki, nasip etse bana Hak
Yüce bir cami yapmak.
Olacağı
varmış hikmet Allah’ın
Bir gün gönlüne düşer Padişah’ın.
Şehzâde adına bir cami yapmamı istediler.
Hemen
güzel bir cami resmi çizdim
Pek beğenildi Padişah katında bu resmim.
Temelini
atıp büyük özen gösterdim
Bitirilmesine çok gayretler ettim.
Nice
günler çalışarak Allah’ın yardımıyla
Bitirilmesi nasip oldu sonunda hayırla.
Padişah bana çok iyilikler etti
Hiç ummadığım nice ihsanlar etti.
Buyurdu
bu kez o açık bahtlı
Yapayım adına bir güzel cami.
Hemen hazırlayıp Eski Saray’ı
Süleymaniye’nin temelini attım.
Onda da her türlü özeni, gayreti gösterdim
Bütün sanatların tamamlandığı bir eser yaptım.
Bilirler önceki ve sonraki hüner sahipleri
Onda ne gibi sanatların gösterildiğini.
İstanbul’da
su sıkıntısı çekildi
Kırkçeşme başhavuzunun suyu azaldı.
Yine o taraflarda sular bulundu
Su yolları yapılması buyuruldu.
Gökkuşağı
gibi yüksek kemerler yaptık
Suları ta şehre kadar çıkardık.
Akıtıldı
o dupduru su şehirde
Yapıldı üç yüzden fazla çeşme.
Bundan
sonra Padişah buyurdu yine
Bir köprü yapayım, yol olsun denizde.
Denizin
dibine atıldı temeli
Göğün tepesine ulaştı yapısı.
Tanrı’nın yardımıyla tamamlandı
Büyük Çekmece’deki büyük köprü.
Daha
nice büyük binalar yaptım
Tanımlamaya yetmez dili, usta yazarların.
51b
• Sultan Süleyman iyice kocayınca
Yokluk
âleminden sonsuzluk âlemine göçtü.
Çok iyilikler etti bana o Padişah
Nur etsin yattığı yeri Allah.
Göğü
durak eden Padişah geçti tahta
Selim Han, Adaletli Süleyman Han’ın oğlu.
Edirne
şehrini pek sevdi o
Âlemde hayırla eserler bıraktı o.
Orada
bir yüce cami yaptırdı
Cihan durdukça anılsın diye adı.
Allah
yeryüzünü döşeyeli beri
Öyle bir bina daha inşa edilmedi.
Gerçekten
bu direksiz kümbedin altında
Asılı bir top gibi oldu o kubbe.
Ayasofya
gibi bir kubbe asla
Yapılmaz derdi bütün dünya.
Ondan
büyük oldu bunun kubbesi
Allah bilir, yoktur bir eşi.
Tanrı’nın
lütfü bana rehber oldu
Hayırla bitirlemesi nasip oldu.
Sultan
Selim ahrete göç edince
Sultan Murat’a geçti devlet tahtı.
Cihanı
adaletle bayındır etti
Din düşmanlarını kahretti.
Tanrım,
güçlendir onun devletini
Düşmana üstünlüğünü, galibiyetini.
Artır
Mehmet Han’ın ömrünü
O da muradına erişsin devletle.
Onun zamanında yaptım çok binalar
Nice camiler, nice saraylar.
Şükürler
olsun, bana bu sanatla
Bunca
camiye hizmet nasip oldu Dünya’da.
• Dülgerler piri Habib-i Neccâr’ın[123]
çırağı 52a
Kulun,
Mimar Yusuf bin Abdullah.
Piri
oldum bu fani tekkenin[124]
Devrine eriştim dört padişahın.
Evreni
ibret gözüyle seyrettim
Yoktur kalıcılığı, iyice anladım.
Nice
binasının attım temellerini
Yokluktur sonu insanın, gelmez gerisi.
Yıkılmaya
yüz tuttu beden sarayım
Onun derdiyle sıkıntılara düştüm.
Bu
zamanın elemleri sakalımı ağarttı
Allah korkusu bedenimi titretti.
Kemer
sanmayın iki büklüm bedenimi
Bir köprüdür o, geçit verir gama, kedere.
Ahrete
bir geçit olsun diye ey kardeş
Bu felek sarayının kemerine eğdim baş.
Şükürler
olsun ki işimde doğru bir adamım
Fennimde dosdoğru ve sağlamım.
İsteğim
budur, hüner sahiplerinden
Geçirdiklerinde bu beyitleri gözden.
Din
direğine etsinler duayı
Çünkü onunla durur dünya sarayı.
Beni
de hayırla yad etsinler
Kederli gönlümü sevindirsinler.
Ey
Sâî, kaldır elini dua için
Kımıldat dilini Tanrı’ya şükür için.
İlahî, bin bir adının hürmetine
Sevgilin Mustafa’nın yüceliğine.
Huzuruna yakınlığı için peygamberlerin
Sır hâzineleri için velilerin.
Bütün
Müslümanların, müminlerin
Muhammet ümmetinin cümlesinin.
Yarabbi,
sen cümlesine rahmet et
Hepsinin makamını cennet et.
Yarabbi, sen cümlesine rahmet et Hepsinin makamını cennet et.
Sonsuz hamd olsun
dokuz katlı sarayın[125]
mimarına ki, onun yüksek kemerlerini, yaratıcı eliyle, tartısız ve terazisiz,
pergel- siz ve cetvelsiz, sapasağlam yaptı. Ve sayısız şükürler olsun yedi
tabakalı işliğin ustasına ki, kudret eliyle Âdem’in toprağını mayalandırıp
bütün güzellik ve inceliklerini onda gösterdi. Ve binlerce dua o “varlığı
gerek”[126]
olana ki, onun cömertlik denizinin dalgaları, insanoğlunu saklandığı yokluktan
varlık meydanlarına getirdi; melekleri ve yüksek tahtlarda oturanları ona
secde ettirdi. Ve sınırsız salavat[127] olsun,
günah hastalıklarının hekimi, Allah’ın sevgilisi Hazret-i Muhammed’e ki doğru
yol nurunun ışığını, ümmetin azgınlarına yol gösterici eyleyip, onları
istenebilecek şeylerin en güzeline doğru yolcu etti.
Beyit
Ne güzel o
Peygamberlik divanının Sultanı
Peygamberlik bahçesinin al gülü.
Yüce dergâha kabul
edilenlerin önderi
Başbaşa oturulan “Li-tna’allâh”[128]
sarayının mehtabı.
îki dünyanın[129]
kılavuz imamı
Peygamberlerin
himmetlisi, iki cihanın Sultanı.
Nazım
Allah’a hamd ve
Peygamber’e övgüden sonra
Seçkin Padişah’a
farzdır dua.
Allah’ın gölgesi,
yedi diyarın padişahı
Yani Sultan Murat, Sultan
Selim oğlu.
Küfre engel,
İslam’ın koruyucusu
Zulmü kovan,
adaletli hükmün yayıcısı.
Değer ve yücelikle
mutlu olsun
Devlet tahtında her
zaman otursun.
Bundan sonra, bu
zavallı, günahları çok fazla olan ve esirgeyen Allah’ın bağışlamasını uman
başmimar, Abdülmennan oğlu Sinan, merhum ve bağışlanmış sultan, İslamm kılıcı,
Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han (Rahmet ve bağışlama üstüne olsun)
saltanatları sırasında devşirme olarak gelip İslam’ın yüceliğiyle, inançla ve
büyüklerin hizmetiyle onurlan- • 53a dım. • Merhum Gazi Sultan Süleyman Han
devrinde yeniçeri olup Rodos ve Belgrad seferlerinin ardından atlı sekban
oldum. Daha sonra Mohaç Seferi’ne gidip acemioğlanlar yayabaşılığı nasip oldu.
Eksiksiz bir hizmet ve zaman geçmesiyle kapı yaya- başılığı verildi. Bir zaman
sonra zenberekçibaşılık yoluyla Alman Seferi’ne katıldım. Daha sonra Bağdad
diyarına gitmek nasip oldu. Bu seferden dönüşte haseki yaptılar. Yine Cihan
Hükümdarı’yla Korfu ve Pulya, Karaboğdan[130]
seferleri yapıldı ve nice fetihler nasip oldu. O tarihte bu zavallıyı, hakkıdır
diyerek mimarbaşılığa getirdiler; Yüce Allah’ın yardımıyla.
Bu zamana gelinceye
kadar padişah hizmetinde bulunup hüner sahiplerinin beğenisini kazanacak nice
binalar yapmak nasip oldu; Alemlerin Rabbi’ne şükürler olsun.
Şimdi hatırıma
düştü ve resmini çizip inşa ettiğim cami, mescit ve öbür önemli yapıları on üç
bölüm halinde yazıp benzersiz bir risale oluşturdum; adını da Tezkiretü’l-Ebniye
koydum. Umut ederim ki, zamanın sonuna ve kıyamete dek ona göz gezdirecek
temiz yürekli dostlar, çabamdaki ciddiyet ve gayreti öğrendiklerinde insaflı
bir gözle bakıp beni hayır duayla anarlar; inşallah!
Birinci bölüm Yapılan yüce camilerin adlarını
ve sayılarını bildirir.
İkinci bölüm Yapılan
mescitlerin adlarını ve sayılarını bildirir.
Üçüncü bölüm Yapılan medreselerin
adlarını
ve sayılarını bildirir.
Dördüncü bölüm Yapılan darülkurraların
adlarını
ve sayılarını bildirir.
Beşinci bölüm Yapılan imaretlerin
(aşevlerinin)
ve sayılarını bildirir.
Altıncı bölüm Yapılan dârüşşifaların
(hastanelerin)
adlarını ve sayılarım bildirir.
Yedinci bölüm Yapılan suyollarının
adlarını ve
sayılarını bildirir.
Sekizinci bölüm Yapılan köprülerin
adlarını ve sayılarını
bildirir.
Dokuzuncu bölüm Yapılan sarayların
adlarını ve sayılarını
bildirir.
Onuncu bölüm Yapılan kervansarayların
adlarını ve
sayılarını bildirir.
On birinci bölüm Yapılan mahzenlerin
adlarını ve
sayılarını bildirir.
• On ikinci bölüm Yapılan hamamların
adlarını ve 53b
sayılarını bildirir.
On üçüncü bölüm Yapılan türbelerin adlarını ve sayılarını
Birinci
bölüm
Yapılan yüce camilerin adlarını
ve sayılarını bildirir.
İstanbul’da Süleymaniye Camisi
Merhum Şehzade Sultan Mehmet
Camisi
Avrat Pazarı’nda Haseki Sultan Camisi
Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Camisi
Aksaray yakınlarında Osman Şah Validesi Camisi
Yenibahçe yakınlarında Sultan Bayezid Kızı Camisi
Topkapı yakınlarında Ahmet Paşa
Camisi
Tahtakale yakınlarında Rüstem
Paşa Camisi
Kadırga Limanı’nda Mehmet Paşa
Camisi
Silivrikapı’da İbrahim Paşa
Camisi
Hüsrev Bey Türbesi yakınlarında
Bâlî Paşa Camisi
Yedikule yakınlarında Hacı Evhad
Camisi
Molla Gürani yakınlarında Abdurrahman
Çelebi Camisi
Ahırkapı yakınlarında Kapıağası Mahmut Ağa Camisi
Yenikapı
yakınlarında Odabaşı Camisi
Koca Mustafa Paşa yakınlarında
Hâce Hüsrev Camisi
Sulu Manastır’da Hamâmî Hatun
Camisi
Üsküplü
Çeşmesi yakınlarında Defterdar Süleyman Çelebi Camisi
Balatkapısı içinde Ferah Kethüda
Camisi
Balat tarafında Drağman Yunus Bey
Camisi
Yenibahçe yakınlarında Hürrem
Çavuş Camisi
Kadıçeşme yakınlarında Sinan Ağa
Camisi
İzmir [Yemiş] İskelesi yakınında
Ahi Çelebi Camisi
Unkapanı’nda Süleyman Subaşı
Camisi
Eyüp’te Zal Mahmut Paşa Camisi
Eyüp’te Nişancı Paşa Camisi
Eyüp’te Şah Sultan Camisi
Edirnekapı dışında Emir Buhari
Camisi
Yenikapı dışında Merkez Efendi
Camisi
Sütlüce’de Çavuşbaşı Camisi
Kiremitlik’te Turşucuzâde Hüseyin
Çelebi Camisi
Tersane’de Kasım Paşa Camisi
Azapkapı’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Camisi
Tophane’de Kılıç Ali Paşa Camisi
Tophane’de Muhyiddin Çelebi
Camisi
Tophane ile Beşiktaş arasında
Molla Çelebi Camisi
Tophane’nin üst tarafında
Ebülfazl Camisi
• 54a Tophane’de Şehzâde •
Cihangir Camisi
Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camisi
Üsküdar’da [Mihrimah] Sultan
Camisi
Üsküdar’da Valide Sultan Camisi
Üsküdar’da Şemsi Paşa Camisi
Kanlıca’da İskender Paşa Camisi
Gebze’de [Çoban] Mustafa Paşa
Camisi
İzmit’te Pertev Paşa Camisi
Sapanca’da Rüstem Paşa Camisi
Samanlı’da Rüstem Paşa Camisi
Bolu’da Ferhat Paşa Camisi
İzmit’te Mehmet Bey Camisi
Kayseri’de Osman Paşa Camisi
Kayseri’de Hacı Paşa Camisi
Ankara’da Cenabî Ahmet Paşa
Camisi
Erzurum’da (Lala] Mustafa Paşa
Camisi
Çorum’da Sultan Alaaddin Camisi;
yenileme
İzmit’te Abdüsselâm |İmaret|
Camisi; yenileme
İznik’te Eski Cami |Orhan Camisi]
yanıp yeniden yapıldı.
Halep’de Hüsrev Paşa Camisi
Manisa’da Sultan Murat Camisi
Kütahya’da Orhan Gazi Camisi;
yenileme
Yüce Kabe’nin kubbelerinin tamiri
Kütahya’da Hüseyin Paşa Camisi
Bolvadin’de Rüstem Paşa Camisi
Karapınar’da Sultan Selim Camisi
Şam’da Sultan Süleyman Camisi
Edirne’de Selimiye Camisi
Edirne’de Mahmut Paşa [Taşlık]
Camisi
Defterdar Mustafa Çelebi Camisi
Babaeski’de Ali Paşa Camisi
Hafza’da [Sokollu] Mehmet
Paşazade Camisi
Lüleburgaz’da [Sokollu] Mehmet
Paşa Camisi
Ereğli’de Ali Paşa Camisi
Sofya’da Bosnevî Mehmet Paşa
Camisi
Hersek’te Sofu Mehmet Paşa Camisi
Çatalca’da Ferhat Paşa Camisi
Budin’de Mustafa Paşa Camisi
İsparta’da Firdevs Bey Camisi
Ulaşlı’da Memi Kethüda Camisi
Gözleve’de Tatar Han Camisi
Edirne’de Meriç Nehri üzerindeki
Mustafa Paşa Köprüsü başında
Haseki Sultan Camisi
Rusçuk’ta Rüstem Paşa Camisi
Tırhala’da Osman Paşa Camisi
Kayseri’de bir daha Hacı Paşa
Camisi
Camilerin toplam sayısı: 80.
Yapılan
mescitlerin adlarını ve sayılarını bildirir.
• 54b Esekapı’da • İbrahim Paşa
Mescidi
Yenibahçe’de Sinan Paşa Mescidi
Yenibahçe’de Rüstem Paşa Mescidi
Yenibahçe yakınlarında bu fakirin
Mescidi
Yenibahçe yakınlarında Hafız
Mustafa Çelebi Mescidi
Topkapı yakınlarında Müftü Çivizâde Mescidi
Karagümrük civarında Emir Ali Mescidi
Karagümrük yakınlarında Üçbaş Mescidi
Defterdar Şerifezâde Efendi Mescidi
Defterdar Mehmet Çelebi Efendi
Mescidi
Lütfü Paşa Çarşısı yakınlarında
Simkeş Mescidi
Sultan Mehmet [Fatih] Camisi
ekleri yakınında Hacegizâde
Mescidi
Silivrikapı yakınlarında Çavuş
Mescidi
Davut Paşa yakınlarında Çivizâde
Mescidi[131]
Silivrikapı yakınlarında Takkeci
Ahmet Mescidi
Sarıgüzel yakınlarında Hacı
Nasuhî Mescidi
Aynı yerde Kasap Hacı İvaz
Mescidi
Ağaçayırı yakınında Tabak Hacı
Hamza Mescidi
Kumkapı yakınlarında İbrahim
Paşa’nm eşinin Mescidi
Langakapısı yakınlarında Bayram Çelebi Mescidi
Kumkapı dışında Kürkçübaşı Mescidi
Kemhacılar Atölyesi Mescidi
Kuyumcular Atölyesi Mescidi
Ayasofya’da Hersek Bodrumu üzerinde
bir mescit
Fenerkapısı içinde Yayabaşı Mescidi
Sultan Selim yakınında Abdi Subaşı Mescidi
Sultan Selim yakınında Hüseyin Çelebi Mescidi
Ali Paşa Hamamı yakınında Hacı îlyas Mescidi
Koca Mustafa Paşa’da Duhanîzâde Mescidi
Çukurhamam yakınında Kadızâde Mescidi
Azaplar Hamamı yakınında Müftü
Hâmid Efendi Mescidi
Hisar’ın dışında Unkapanı’nda
Tüfenkhane Mescidi
Edirnekapı dışında Saray Ağası
Mescidi
Eyüp’te Dökmecibaşı Mescidi
Eyüp’te Arpacıbaşı Mescidi
Sütlüce’de Hekim Kaysunîzâde
Mescidi
Eyüp’te Karcı Subaşı Süleyman
Mescidi
İstanbul’da Karcı Subaşı
Süleyman’ın iki adet mescidi
Kiremitlik’te Ahmet Çelebi
Mescidi
Kasım Paşa’da Yahya Kethüda
Mescidi
Şehremini’de Haşan Çelebi Mescidi
Tophane’de Süheyl Bey Mescidi
Topkapı dışında İlyaszâde Mescidi
Sarrafbaşı Mescidi
Kasım Paşa’da
Pazarbaşı Memi • Kethüda Mescidi •
55a
Büyük Çekmece’de [Sokollu] Mehmet
Paşa Mescidi
Üsküdar’da Hacı Paşa Mescidi
Hasköy’de Saraçhane Mescidi
Topkapı dışında Sarraf Mescidi
Sulu Manastır’da Ruznâmeci Abdi
Mescidi
Kumkapı dışında Kürkçübaşı
Mescidi
Langakapısı yakınlarında Şeyh
Ferhat Mescidi
Mescitlerin toplam sayısı: 51.
Yapılan
medreselerin adlarını ve sayılarını bildirir.
Mekke’de Sultan Süleyman
Medresesi
Sultan Süleyman’ın altı adet
medresesi[132]
Halıcılar Köşkü’nde Sultan Selim
Medresesi
Edirne’de Sultan Selim Medresesi
Çorlu’da Sultan Süleyman
Medresesi
İstanbul’da Şehzâde Sultan Mehmet
Medresesi
Avrat Pazarı’nda Haseki Sultan
Medresesi
Sultan Selim yakınlarında
Sultan’ın Kariye Medresesi
Üsküdar’da Mihriınah Sultan
Medresesi
Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Medresesi
Kadırga Limanı’nda [Sokollu] Mehmet Paşa Medresesi
Eyüp’te [Sokollu Mehmet Paşa] merhumun medresesi
Aksaray yakınında Osman Şah Validesi Medresesi
İstanbul’da Rüstem Paşa Medresesi
İstanbul’da Ali Paşa Medresesi
Topkapı’da Ahmet Paşa Medresesi
İstanbul’da Sofu Mehmet Paşa
Medresesi
İstanbul’da İbrahim Paşa
Medresesi
Sinan Paşa Medresesi
İskender Bey Medresesi
Kasım Paşa Medresesi
Babaeski’de Ali Paşa Medresesi
Gebze’de Mısırlı Mustafa Paşa
Medresesi
İzmit’te Ahmet Paşa Medresesi
Esekapı’da İbrahim Paşa Medresesi
Üsküdar’da Şemsi Ahmet Paşa
Medresesi
Kapıağası Mahmut Ağa Medresesi
Kapıağası Cafer Ağa Medresesi
Ahmet Ağa Medresesi
Müftü Hâmid Efendi Medresesi
Malûl Emir Efendi Medresesi
• 55b Ümmülveled Medresesi
Üçbaş Medresesi
Kazasker Perviz Efendi Medresesi
Sultan Mehmet Camisi yakınlarında
Hacegizâde Medresesi
Ağazâde Medresesi
Beşiktaş’ta Yahya Efendi
Medresesi
Defterdar Abdüsselâm Paşa [Bey]
Medresesi
Tuti Kadı Medresesi
Hekim Mehmet Çelebi Medresesi
Hüseyin Çelebi Medresesi
Emir Sinan Efendi Medresesi
Şahkulu Medresesi
Drağman Yunus Bey Medresesi
Karcı Süleyman Bey Medresesi
Hacı Hatun Medresesi
Defterdar Şerifezâde Medresesi
Kadı Hekim Çelebi Medresesi
Baba Çelebi Medresesi
Kirmasti Medresesi; yenileme
Karagümrük’te Sekban Ali Bey
Medresesi
Altımermer’de Nişancı Mehmet Bey
Medresesi
Sultan Selim’de Bedesten kahyası
Hüseyin Çelebi Medresesi
Üsküdar’da Gülfem Hatun Medresesi
Ankara’da Hüsrev Kethüda
Medresesi
Medreselerin toplam sayısı: 46.
Yapılan
darülkurraların adlarını ve sayılarını bildirir.
Sultan Selim Han Darülkurrası
Üsküdar’da Valide Sultan
Darülkurrası
Hüsrev Kethüda Darülkurrası
Eyüp’te [Sokollu] Mehmet Paşa
Darülkurrası
Küçük Karaman’da Müftü Sa’dî
Darülkurrası
Bosna’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Darülkurrası
Müftü Kadızâde Efendi
Darülkurrası
Darülkurraların toplam sayısı: 7.
Yapılan
türbelerin adlarını ve sayılarını bildirir.
Sultan Süleyman Türbesi
Şehzade Mehmet Türbesi
Hüsrev Paşa Türbesi
Sultan Selim Türbesi
Sultan Selim Türbesi yakınında
Şehzâdeler Türbesi
Şehzadeler Türbesi yakınında
Rüstem Paşa Türbesi
Topkapı’da Ahmet Paşa Türbesi
Eyüp’te [Sokollu] Mehmet Paşa
Türbesi
Aynı yerde çocukları için türbe
Siyavuş Paşa Türbesi
Zal Mahmut Paşa Türbesi
Üsküdar’da Şemsi Ahmet Paşa
Türbesi
Beşiktaş’ta Yahya Efendi Türbesi
Arap Ahmet Paşa Türbesi
• 56a Beşiktaş’ta • Hayreddin
Paşa Türbesi
Tophane’de Kılıç Ali Paşa Türbesi
Eyüp’te Pertev Paşa Türbesi
Yenibahçe yakınında Şahıhûbân
Kadın Türbesi
Edirnekapı’da Ahmet Paşa Türbesi
Üsküdar’da Hacı Paşa Türbesi
Türbelerin toplam sayısı: 19.
Altıncı bölüm
Yapılan imaretlerin adlarını ve
sayılarını bildirir.
Sultan Süleyman İmareti
Mekke’de Haseki İmareti
Karapınar’da Sultan Selim İmareti
Şehzâde Sultan Mehmet İmareti
Medine’de Haseki Sultan İmareti
Bir imaret de Edirne’de Meriç
Nehri üzerinde Mustafa Paşa
Köprüsü başında yapılmıştır.
Şam’da Gök Meydan’da Kasrıablak
diye bilinen yerde
Sultan Süleyman İmareti
Çorlu’da Sultan Selim İmareti
Üsküdar’da Valide Sultan İmareti
Üsküdar’da Mihrimah Sultan
İmareti
Manisa’da Sultan Murat Han
İmareti
Rusçuk’ta Rüstem Paşa İmareti
Sapanca’da yine Rüstem Paşa
İmareti
Lüleburgaz’da [Sokollu] Mehmet Paşa İmareti
Hafza’da [Sokollu] Mehmet Paşa İmareti
Gebze’de Mustafa Paşa İmareti
Bosna’da [Sokollu] Mehmet Paşa İmareti
İmaretlerin toplam sayısı: 14
Yapılan
darüşşifaların adlarını ve sayılarını bildirir.
Sultan Süleyman Darüşşifası
Haseki Sultan Darüşşifası
Üsküdar’da Valide Sultan
Darüşşifası
Darüşşifaların toplam sayısı: 3.
Yapılan
suyolu kemerlerinin adlarını ve sayılarını bildirir.
Bend Kemeri
Uzun Kemer
Mağlova Kemeri
Güzelce Kemer
Müderrisköy yakınında kemer ve
havuz ki, sular orada
toplanır.
Mağlova’da Uzun Kemer tekrar
yapıldı.
Suyolu kemerlerinin toplam
sayısı: 6.
Yapılan
köprülerin adlarını ve sayılarını bildirir.
Büyükçekmece’de yapılan köprü
Silivri’de bir köprü
Meriç Nehri üstünde Mustafa Paşa
Köprüsü
Marmara’da[133]
[Sokollu] Mehmet Paşa Köprüsü
Halkalı’da Odabaşı Köprüsü
Haramideresi’de Kapıağası Köprüsü
Sinanlı’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Köprüsü
Bosna Vişegrad’da [Sokollu]
Mehmet Paşa Köprüsü
Köprülerin toplam sayısı: 8.Onuncu bölüm
•
56b • Yapılan kervansarayların adlarını ve sayılarını bildirir.
Sultan Süleyman Kervansarayı
Büyük Çekmece’de Sultan Süleyman
Kervansarayı
Rusçuk’ta Rüstem Paşa
Kervansarayı
Bet[134]
Pazarı’nda Rüstem Paşa’nın Kebeciler Kervansarayı
Galata’da Rüstem Paşa’nın Kervansarayı [Kurşunlu Han]
Bursa’da Ali Paşa Kervansarayı
Bet Pazarı’nda Ali Paşa
Kervansarayı
Vefa’da Pertev Paşa Kervansarayı
Ilgın’da [Lala] Mustafa Paşa
Kervansarayı
Sapanca’da Rüstem Paşa
Kervansarayı
Samanlı’da Rüstem Paşa
Kervansarayı
Karıştıran’da Rüstem Paşa
Kervansarayı
Akbıyık’ta Rüstem Paşa
Kervansarayı
Karaman Ereğlisi’nde Rüstem Paşa
Kervansarayı
İpsala’da Hüsrev Kethüda
Kervansarayı
Hafza’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Kervansarayı
Lüleburgaz’da [Sokollu] Mehmet Paşa Kervansarayı
Edirne’de Rüstem Paşa
Kervansarayı
Edirne’de Ali Paşa Kervansarayı
Kervansarayların toplam sayısı:
19.
Yapılan
sarayların adlarını ve sayılarını bildirir.
Eski Saray yandı ve yeniden
yapıldı.
Yeni Saray[135] yeniden
yapıldı.
Üsküdar Sarayı yeniden yapıldı.
Galata Sarayı yeni yapıldı.
At Meydanı Sarayı yenilendi.
Yenikapı Sarayı yenilendi.
Kandilli Sarayı yenilendi.
Fenerbahçe Sarayı yenilendi.
İskender Çelebi Sarayı yeniden
yapıldı.
Halkalı Sarayı yeniden yapıldı.
Rüstem Paşa Sarayı
Kadırga Limanı’nda [Sokollu]
Mehmet Paşa Sarayı
Ayasofya’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Sarayı
Üsküdar’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Sarayı
Rüstem Paşa Sarayı
İstanbul’da Siyavuş Paşa Sarayı
Ali Paşa Sarayı
At Meydam’nda [Sokollu] Mehmet
Paşa Sarayı
Sultan Bayezid yakınında Ferhat
Paşa Sarayı
Vefa Meydam’nda Pertev Paşa
Sarayı
Sinan Paşa Sarayı
Hoca Paşa’da Sofu Mehmet Paşa
Sarayı
Yenibahçe’de Mahmut Paşa Sarayı
Halkalı yakınlarında [Sokollu]
Mehmet Paşa • Sarayı
Kasım Paşa Çeşmesi yakınlarında
Şahıhûbân Kadın Sarayı
Şehir dışında Pertev Paşa Sarayı
Yine şehir dışında Ahmet Paşa
Sarayı
Eyüp’te Ahmet Paşa Sarayı
Eyüp’te Ali Paşa Sarayı
Rüstem Çelebi Çiftliği’nde [Sokollu]
Mehmet Paşa Sarayı
Bosna’da [Sokollu] Mehmet Paşa
Sarayı
Üsküdar Çiftliği’nde Rüstem Paşa
Sarayı
Sarayların toplam sayısı 33 adet.
Yapılan
mahzenleri bildirir.
Galata köşesinde buğday mahzeni
Tersane’de zift mahzeni
Topkapı Sarayı’nda ambar
Hasbahçe üstünde ambar
Topkapı Sarayı’nda mutfak ve
kiler
Unkapam’nda mahzen
Mahzenlerin toplam sayısı: 6.
Yapılan
hamamların adlarını ve sayılarını bildirir.
Sultan Süleyman Han Hamamı
Topkapı Sarayı’nda üç adet hamam
Üsküdar Sarayı’nda üç adet hamam
Haseki Sultan Hamamı
Yahudiler içinde Haseki Sultan
Hamamı
Üsküdar’da Valide Sultan Hamamı
Karapınar’da Sultan [Selim]
Hamamı
Cibâli’de Valide Sultan Hamamı
Edirnekapı’da Mihrimah Sultan Hamamı
Lütfü Paşa Hamamı
Galata’da [Sokollu] Mehmet Paşa Hamamı
Edirne’de [Sokollu] Mehmet Paşa Hamamı
Yenibahçe’de Koca Mustafa Paşa Hamamı
Silivrikapı’da İbrahim Paşa Hamamı
Sulu Manastır’da Kapıağası Hamamı
Beşiktaş’ta Sinan Paşa Hamamı
Fındıklı’da Molla Çelebi Hamamı
Tophane’de Kaptan [Kılıç] Ali Paşa Hamamı
Fenerkapısı’nda Kaptan Paşa Hamamı
Macuncu Çarşısı’nda Müftü Hamamı
Hafza’da [Sokollu] Mehmet Paşa Hamamı
Yenikapı’da Merkez Efendi Hamamı
Eyüp’te Nişancı Paşa Hamamı
Ortaköy’de Hüsrev Kethüda Hamamı
İzmit’te bir hamam
Çatalca’da bir hamam
Sapanca’da Rüstem Paşa Hamamı,
,Kayseri’de Hüseyin Bey Hamamı
Sarıgüzel’de bir hamam
Zeyrek’te [Barbaros] Hayreddin
Paşa Hamamı
Karagümrük’te [Barbaros] Hayreddin Paşa Hamamı
Tophane’de Yakup Ağa Hamamı
Hamamların toplam sayısı: 36.
Bitti.
[1] Hz.
Muhammed’e.
[2] Hz.
Muhammed’in.
[3]
Dört halifenin.
[5] Hz.
Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicreti (M. 622) sırasında yol arkadaşı Hz. Ebu
Bekir’di ve Mekkeli “müşrik”lerin takibinden kaçmak için birlikte Sevr Dağı’nda
bir mağaraya saklanmışlardı. Bundan dolayı Ebu Bekir’in sıfatlarından biri
yâr-ı gar’dır (mağara yoldaşı).
[6]
Allah’ın.
[7]
Kuran-ı Kerim, Hz. Muhammed döneminde dallara, tahta parçalarına, hurma
yapraklarına vb. yazılarak saklanıyor ve esas olarak ezberleme yoluyla
korunuyordu. İlk halife Ebu Bekir döneminde Kuran’ın bütününü ezberleyenlerden
oluşan bir kurul oluşturuldu ve yazılı olan metinler biraraya getirildi. Bu
kurulda Hz. Osman da vardı. Hz. Osman’ın halifeliği zamanında bu ilk nüsha
esas alınarak dört (ya da yedi) nüsha hâlinde çoğaltılmış ve belli merkezlere
gönderilmiştir.
J
Zinnureyn. Hz. Osman, öncePeygamber’in kızı Rukayya ile evlendi. Bu hanımının
ölümünden sonra Peygamber’in ikinci kızı Üınmü Kül- süm ile evlendi. Bu nedenle
ona iki nur sahibi anlamında (Zinnureyn) denilmiştir.
[9] Hz.
Ali, Kuran, hadis ve fıkıh konularındaki bilimsel yetkinliğiyle Peygamber’in
“ashabı” içinde bir otorite olarak kabul edilmişti, (bkz. “Ali”, M. Yaşar
Kandemir, DİA, I, 375).
[10] Hz.
Ali, Hayber fethinde kalenin ağır demir kapısını kalkan olarak kullanmıştır.
Bu sefer zaferle sonuçlanmış ve Hz. Ali, Yahudilerin yenilmesinde büyük pay
sahibi olmuştur (Ethem Ruhi Fığlalı, DİA, I, 371).
[11]
İmam Hasan, Hz. Ali’nin büyük oğluydu. 625 yılında doğdu. Hz. Ali’nin ölümünden
sonraki mücadelelerde etkin rol oynamayarak Muaviye’yle barış yaptı. 669
yılında eşlerinden biri tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hz. Ali’nin ikinci
oğlu Hz. Hüseyin, 626 yılında doğdu. Muaviye’nin ölümünden sonra, oğlu
Yezid’in İslam devletinin başına geçmesi ve kimi grupların buna karşı
çıkmasıyla başlayan halifelik mücadelesinde Hz. Hüseyin, Kerbela denilen yerde
Yezid’in adamları tarafından kuşatıldı, susuz bırakıldı. 10 Muharrem 61(10 Ekim
680) tarihinde, son bir saldırıyla Hz. Hüseyin ve seksen kişilik grubun büyük
bir bölümü öldürüldü (DİA, “Hasan” ve “Hüseyin” maddeleri).
[12]
Burada Hz. Hasan’ın, eşlerinden Ca’de bint Eş’as b. Kays tarafından zehirlenerek
öldürülmesine işaret edilmektedir. Zehr sözcüğü aynı zamanda Arapçada çiçek,
Hz. Fatma, güzellik (hasen) anlamlarını taşır.
[13]
III. Murat, II. Selim’den sonra tahta geçip 1574-1595 arasında hüküm süren
Osmanlı padişahıdır. 1578’de İran’a açtığı sefer sonucunda Azerbaycan, Tiflis,
Nihavend ve Hemedan, Osmanlı egemenliğine girmiştir.
[14]
Rafızilik, Şia’nın bir kolu olmakla birlikte burada Kızılbaş ve Rafi-
zi terimleri eşanlamlı kullanılmıştır, ikisi de Safcvilere işaret eder.
1
Satranç oyununa gönderme: At ve mat, bugün de kullanılan satranç
terimlerindendir. Hane ise, herhangi bir taşın üstünde bulunduğu karedir.
[17]
Osmanlılar.
[18]
Demir köpek. Bir alet ya da silah adı olabilir.
[19]
III. Murat’ın Venedikli Safiye Sultan’dan olma oğlu Şehzâde Mehmet (III.
Mehmet) 26 Mayıs 1566’da doğmuş, babasının ölümünden sonra 1595 yılında tahta
geçmiştir.
[20]
Siyavuş Paşa Hırvat asıllıdır ve Enderun’da yetişmiştir. III. Murat zamanında
çeşitli tarihlerde üç kez sadrazamlık makamına getirildi. Üçüncü- sünde 1593
yılında azledilerek emekliye ayırıldı. 1601’de öldü. (Siciil-i Osmanî,
III, 128).
[21]
Süleyman Peygamber’in veziri Âsaf bin Berhıye. özel yetenekleri ve bilgisiyle kudret
sahibi, tedbirli, ileri görüşlü bir vezir olduğu söylenir. Zamanla Âsaf
kelimesi “vezir” anlamını kazanmıştır (Pala, 37-38).
’
Mimar Sinan’ın adı, Tezkiretü'l-Bünyan'da Sinan bin Abdülmennan olarak
geçer. Osmanlı döneminde devşirmelerin ya da din değiştirip Müslüman olanların
adlarında baba adı olarak “Allah’ın kulu” anlamında Abdullah, Abdurrahman,
Abdülmennan gibi sözcükler kullanılmaktadır. Tezkiretü’l-Ebniye’nin
nesir bölümünde de bu ad, Sinan bin Abdülmennan olarak geçer. Yine Mimar
Sinan'ın vakıflarının vakfiyelerinin birindeyse Sinan Ağa ibni Abdurrahman
olarak kaydedilmiştir (İnan, 54). Ancak Tezkiretü’l-Ebniye’nin manzum
kısmında yer alan (65) “Bu tilmîz-i habîb-i pîr-i neccâr / Kulun Yûsuf bin’ Ab-
dullâh-ı mi’mâr” beyti, önümüze bazı sorunlar çıkarmaktadır. Burada da anlatıcı
Mimar Sinan’ın kendisidir ve adını Yusuf bin Abdullah olarak vermektedir.
Yusuf bin Abdullah adı, Fatih devri mimarlarından olan ve hapsedilip öldürülen
Fatih Camisi ve Külliyesi’nin mimarı Azadh Sinan'ın (Sinan-ı Atik) da adıdır ve
H 869/M 1464 tarihli vakfiyesinde -bu vakfiyenin elimizdeki kopyasının tarihi
H 1267’dir- adt
[24]
Selim (Yavuz), I. Süleyman (Kanuni), II. Selim ve III. Murat’tır.
[25]
Kapıya çıkmak, saray ağalarıyla kapıcı, bostancı gibi görevlilerin dış
hizmetlere verilmesi ve acemioğlanları kışlalarındaki devşirmelerin, belirli
zamanlarda ya da gerek duyuldukça yeniçeri ocağıyla diğer askeri hizmetlere
geçirilmelerini belirten bir deyimdir (Pakalın, 176).
'
Yaya adı verilen piyade askerlerin komutanı. Komutasında yüz yaya askeri
bulunurdu (Pakalın, 611).
[27]
Yeniçeri ocağının 82. ortasının komutanı. Tüfeğin orduda yaygınlaşmasına kadar
bu silah kullanılmış, zenberekçi sınıfı da yeniçeri ocağının kaldırılmasına
kadar varlığını sürdürmüştür. Zenberekçibaşılar saygın ağalardandı. Terfi
ettikleri zaman haseki olurlardı (Pakahn, 652).
5 Şah
İsmail’in askerleri kızıl başlık giydikleri için bunlara “kızılbaş”
denilmiştir. Bizim metnimizde “Iranh” anlamında kullanılmış ve bu sözcükle Şii
Safevi devleti kastedilmiştir.
[29]
Kanuni’nin, ordunun başında çıktığı seferlerin sayısı on üçtür: 1521 Belgrad,
1522 Rodos, 1526 Mohaç, 1529 Viyana, 1532 Alman, 1533 Irakeyn, 1536Korfu
(Pulya), 1538 Boğdan, 1541 Budin, 1543 Estergon, 1548 Tebriz, 1553 Nahçıvan,
1566 Sigetvar (Uzunçarşılı, 409-410).
[30]
Burada sözü edilen 1533 Irakeyn Seferi’dir.
öğütler
içeren bir siyasetnamesi vardır. Kaynaklar onu bilgisine çok güvenen, kibirli,
inatçı bir kişi olarak tanımlar. Peçevî, onun bilgisine fazla güvenme zaafını
“biraz dilbilgisi görmekle kendini zamanın allamesi sanıp bilginlerin ileri
gelenlerinden meclisine gelenlere kelime sorar dururdu...” diye anlatır.
Kanuni’nin kız kardeşi Şah Sultan’la evlenerek Saray’a damat olmuştur
(Danişmend, 220-221).
[32]
Yeniçeri ocağının cemaat ortalarından 14, 49, 66 ve 67. ortalarına verilen ad
(Pakalın, I, 754).
[33]
“Korfuz’la Pulya ‘azmin ettük”: Pulya (Puglia), İtalya Yarımadasında, Apcnin
Dağı’yla Adriya Denizi arasında, Fortore’den Salento Yarıma- dası’nın ucuna
kadar uzanan bölgedir (Meydan Larousse, X, 374). Bu bölgenin en önemli
kenti, Fatih devrinde bir ara ele geçirilmiş olan Ot- ranto’dur. Kaynaklarda
“Sefer-i Pulya ve Gaza-yı Korfus” olarak geçen 1537 yazındaki bu seferde,
şehzadelerden Mehmet ve Selim de bulunmuştur. Ordu önce Arnavutluk’un güney
sahillerinin karşısında Avlonya’nın güneyinde bulunan Korfu Adası’na çıkarma
yapmış ve adayla aynı adı taşıyan Korfu kenti muhasara edilmiştir. 29
Ağustos’ta adaya ikinci bir çıkarma yapılmış, ancak 6 Eylül tarihinde muhasara
ani bir kararla kaldırılarak seferden dönülmüştür. Bu değişikliğin sebebini
kimi kaynaklar hava koşullarındaki beklenmedik bozulmaya bağlarken,
“Venediklünün istirhamları ve Fransa devletinün tavassutu” nedenine bağlayanlar
da vardır (Danişmend, 2. cilt, 192-196).
[34]
Moldavya. Cclâlzâde, Tabakatü’l-Menıâlik adlı yapıtında şöyle diyor:
“...Meğer vilayet-i Moldav ki Kara Boğdan demekle meşhurdur, vâsi ve mâmur
memleket olup...” (Uzunçarşılı, 343).
[35]
Yanıbaşında, yakın hizmetinde bulundum.
[36]
Karaboğdan Seferi, Temmuz 1538.
[37] 31
Ağustos 1538 (Danişmend, 209).
[38]
Ateşte yanmayan efsanevi bir hayvandır. Deniz atına benzeyen bir kuyruğu olan
semender, rivayete göre yalnız ateşte yaşar, ateşten çıkınca ölürmüş (Pala,
349). Hafîd Efendi’ye göre sözcüğün aslı Far. sânı (ateş) ve der
(içinde) sözcüklerinden oluşan Sâmender “ateşte” kelimesidir.
[39]
Asıl adı Abdülkerim oğlu Alaaddin Ali Bey’dir. Azerbeycan Türklerin- dendir ve
bu yüzden Acem Alisi diye tanınmıştır. H. 944/M. 1537’den sonra ölmüştür. Tezkiretü'l-Bünyan'daki
ifadelerden anlaşıldığına göre Mimar Acem Alisi’nin ve Ayaş Paşa’nın ölümü (13
Temmuz 1539) birbirine çok yakındır. Vezir Lütfi Paşa’nın veziriazam olması da
Ayaş Paşa’nın ölümünden hemen sonradır. Mimarbaşıhk makamının aylar boyu boş
bırakılmayacağını düşünerek Acem Alisi’nin de 1539 yaz başlarında ölmüş
olacağını kabul edebiliriz. Buna göre Mimar Sinan da mimarbaşıhğa 1539
Temmuzunda getirilmiş olmalıdır. Mimar Acem Alisi, Şehremini’de kendi yaptığı
ve bugün Mimar Camisi, Mimar Acem Camisi ve örümceksiz Dede Camisi adlarıyla
anılan caminin önündeki hazirede gömülüdür. Mimar Sinan, ilk yıllarında Acem
Alisi’nin üslûbunu sürdürmüş ve geliştirmiştir (Özkan Ertuğrul, DİA, 1,
322).
[40]
Mimarbaşıhk.
'
Şehzâdebaşı Camisi. Şehzâde Mehmet, Kanuni’nin ikinci oğluydu ve 1520’de
doğmuştu. Kanuni’nin hayattaki beş oğlu arasında en çok Mehmet’i sevdiği ve
veliaht olarak onu düşündüğü söylenir. Ne var ki Şehzâde Mehmet, 5 Kasım
1543’te Manisa’da öldü. Cenazesi İstanbul’a getirildi. Estergon Seferi’nden
dönmekte olan Kanuni hızla İstanbul’a geldi ve cenaze büyük bir törenle Eski
Odalar adı verilen yeniçeri kışlasının karşısına defnedildi. Kanuni, bu
şehzâdesine olan sevgisinin bir sonucu olarak buraya büyük bir cami yaptırdı
(Danişmend, 244-245).
[42]
Yeniçeri kışlalarından biri. Bugün Şehzâdebaşı Camisi’nin karşısında,
Büyükşehir Belediyesi binasından İstanbul Üniversitesi’ne doğru Ace- moğhı
Hamamı’nın bulunduğu yere kadar olan alanı kaplıyordu. Eski Odalar Kışlası
1826’da yeniçeri ocağının kaldırılmasından birkaç gün sonra yıktırılmıştır
(Pakalın, 556).
[44] 100
bin akçe karşılığı bir para birimi (Pakalın, 639). Gümüş para demek olan
akçeyse, Kanuni ve II. Selim zamanında basılan akçelere göre 31/2 kırat ve 85
ayardı (Pakalın, 33).
[45]
Hayat suyu. Âb-ı hayat, âb-ı hayvan, çeşme-i hayvan, çeşme-i hayât, çeşme-i cân
vs. adlarıyla geçen efsanevi ölümsüzlük pınarı. Söylenceye göre bir ülkede
İskender’e, ilerde bir deniz olduğu, denizi geçtikten sonra karanlıklar
diyarının başladığı ve orada ölümsüzlük pınarının bulunduğu haber verilir. Bu
pınarı bulup ölümsüzlüğe ulaşmak isteyen İskender, yanına Hızır ve İlyas’ı da
alarak ordusuyla birlikte yola çıkar. Karanlıklar diyarına ulaştıklarında
İskender bir başka yoldan, Hızır ve İlyas bir başka yoldan ölümsüzlük pınarını
aramaya giderler. Pınarı kim bulursa diğerine haber verecektir. Hızır ve İlyas
ölümsüzlük pınarını bulup suyundan içerler. Durumu İskender’e bildirirlerse de
pınarı bir daha bulamazlar. Hızır ve İlyas o günden beri sağdırlar; Hızır
denizde, İlyas ise karada sıkıntıya düşenlere yardımcı olmaktadır (Pala,
12-13).
[46]
Cezire-i Hcft-Ccbel. İstanbul’un yedi tepe üstüne kurulu olduğu kabul edilir.
Bu yedi tepe, suriçinde yer almaktadır. Birinci tepe Ayasofya, Sultan Ahmet ve
Topkapı Sarayı’mn bulunduğu tepedir. İkinci tepede Nuruosmaniye Külliyesi ve
Çemberlitaş yer alır. Üçüncü tepe üstünde bugün İstanbul Üniversitesi merkez
binası ve Süleymaniye bulunmaktadır ki, Eski Saray adıyla bilinen ilk saray
buraya yapılmıştır. Dördüncü tepenin üstünde Fatih Camisi Külliyesi vardır.
Beşinci tepenin üstünde Sultan Selim Camisi külliyesi bulunur. Altıncı tepe
Mihrimah Sultan Camisi ve Külliyesi’nin bulunduğu Edirnekapı ve Ayvansaray
semtlerinin yerleştiği alandır. Yedinci tepe, Aksaray semtinden surlara ve
Marmara sahiline kadar giden bölgedir. Bu tepe üç yükseltisiyle bir üçgeni
andırır. Topkapı, Aksaray ve Yedikule, bu üçgenin üç köşesini meydana getirir (Dünden
Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, c. 7).
[47]
Kentin su gereksiniminin bir bölümünü karşılamak üzere yapılan sarnıçların
bazılarının üstü açıktı. Büyük birer havuz şeklinde olan bu sarnıçlar
İstanbul’un fethinden sonra aynı işlevi görmez olmuş, içleri bir miktar
toprakla da dolan bu mekanlar, bostan olarak kullanılmıştır. R. Ekrem Koçu, üç
çukur boşlanın adını verir: Edirnekapısı Çu- kurbostanı, Altımermer
Çukurbostanı, Sultan Selim Çukurbostanı (Koçu, 4161-4162).
1
Binbirdirek Sarnıcı, Sultan Ahmet Camisi’yle Çemberlitaş arasındaki bölgede,
Divanyolu’nun arkasındaki çocuk parkının altında bulunan kapalı su sarnıcıdır.
Büyük Constantinus’un 330 yılında İstanbul'u Doğu Roma İmparatorluğunun
başkenti yaptığı sırada yanında bulunan on iki Romalı senatörden Philoxenus’un,
forum yakınına kendisi için yaptırdığı sarayın sarnıcı olduğu kabul edilir.
Uzunluğu 64 m., genişliği 56.40 m.’dir (Meydan Larousse, 11, 382).
[49]
İstanbul’daki ilk suyollarının Geç Roma döneminde yapıldığı bilinmektedir. İlk
suyolu Hadrianus (117-138) zamanında yapılmış, Va- lens (364-378) tarafından
şehrin iki tepesine su verebilmek için 368 yılında 971 m. uzunluğundaki
Bozdoğan Kemeri yapılmıştır. Hadrianus ve lustinianus zamanında şehrin
batısından getirilen suyollarının (Halkalı İsalesi) yapıldığı, Theodosius
(379-395) zamanındaysa Belg- rad Ormanlarından gelen ilk kemerlerin yapıldığı
kabul edilir (S. Eyi- ce’ye dayanan bu bilgiler için Çeçen 1988a, 23).
[50] Bir
tür eski düzeç.
[51] Su
dağıtım şebekesinde suyun debisini ölçmek için, özel yapılmış havuzlarda kullanılan
pirinç boru. Bu borudan bir dakikada akan su miktarı, bir lüle birimini verir.
Debi ölçme ve su dağıtımını sağlamak için, diktörtgen biçiminde, genellikle
mermerden bir sandık yapılır ve fazla suyun taşabilmesi için bu sandığın yan
tarafına bir savak tertiplenir. Sandığın yan yüzüne dik ve savak kenarından
düşey yönde 94-96 mm. aşağıya pirinç lüleler yerleştirilir. Lüleler 26 mm.
çapındadır. Bir lülelik debi, bugünün ölçü sistemine göre 36 It/dakikadır
(Çeçen 1991,144).
[52]
Süleynıan-ı ins ü can bu mûr-ı nâtüvânı. Süleyman, Hz. Davud’un oğlu olan
hükümdar peygamberdir. İnsanlar ve cinlere hükmetmişti; hayvanların dilini
konuşabiliyordu. Mescid-i Aksa gibi anıtsal yapıların ve sarayların inşasında
cinleri (devleri) de çalıştırmıştır. Bir sefer sırasında Süleyman’ın ordusunun
geldiğini duyan karınca beyi, bağırarak diğer karıncalara saklanmalarını
söyler. Onun bu bağırışını duyan Hz. Süleyman onunla konuşur ve çeşitli
konularda görüşlerini öğrenir. Edebiyatta yücelik ve büyüklüğün simgesi
Süleyman, bunun karşısında güçsüzlük ve küçüklüğün simgesi karınca olmuştur
(Pala, 359-360).
[53]
Devamlılık gösteren, yapan kişi öldükten sonra da sevabı kesilmeyen hayır; yol,
köprü, çeşme, okul, bilimsel yapıt, hayırlı evlat vb. gibi.
1 kestirmek: Suyu başka yere akıtmak (Türk Lügati, IV, 76).
[54]
Diri ve kimseye ihtiyacı olmayan Tanrı.
[55] Hz.
Musa zamanında yaşadığına ve kendisine İlâhî bilgi ve hikmet öğretildiğine
inanılan kişi. Aynı zamanda iskender-i Zülkarneyn’e abıhayatı (bengi suyunu)
aramakta arkadaşlık ederek karanlıklar diyarına gitmiş, burada abıhayatı
bularak bu sudan içmiş ve ölümsüzlüğe kavuşmuştur. Hızır’ın darda kalanların
yardımına koştuğu, özellikle denizde kazaya uğrayanlara yardım ettiği inancı
yaygındır.
[56]
Takdir edilen kişiye giydirilen süslü giysi, kaftan.
[57]
Ferhad. Adı ilk defa Nizamî-i Gencevî’nin Hüsrev ü Şirin adlı mesnevisinde
geçen ünlü bir aşk öyküsü kahramanı. Sevgilisi Şirin’e uzaklardan süt
getirebilmek için Bîsütun Dağı’nı delmiştir. Bundan dolayı edebiyatta, bir
emele ulaşmak için olanaksız görünen işleri göze alabilmenin “mazmun”u
olmuştur. Kuh-ken “dağdelen” sözcüğü de Ferhad’ı belirtir (Cemal Kurnaz,
“Ferhad”, DİA, 12, 383).
[58]
Kırkçeşme suyollarının batı kolu üstündedir ve suyollarının en büyük yapısıdır.
Yüksekliği 25 m., uzunluğu 711 m.’dir. Üst katta 50, alt katta 47 kemer vardır
(Çeçen 1988a, 97-108).
[59]
Uzunluk ölçüsü. “Arşın”ın Arapça karşılığıdır. Değişik tanımları vardır.
Mimaride kullanılan “zirâ”nın metrik sistemde karşılığı 75.8 cm.’dir.
[60]
Yüksekliği 35 m., uzunluğu 207 m.’dir. Kırkçeşme şebekesindeki diğer bütün
kemerlerin ilk kez Sinan tarafından inşa edildiği, buna karşılık Kovuk
Kemer’in, Geç Roma kalıntısı bir kemerin onanını ve genişletilmesiyle
yapıldığı kabul edilir. Ancak bu Roma kemerinin Sinan döneminde ne kadarının
sağlam olduğu bilinmemektedir. Kâzım Çeçen, kemerlerin Sinan tarafından
yapılmamış olduğunu belirtir (Çeçen 1988a,109-116.).
[61]
Kırkçeşme suyollarında ana galerinin Cebeciköy deresini geçen bölümü.
Başhavuz’dan Güzelce Kemer’e kadar olan galerinin uzunluğu 4772 m.’dir. Kemerin
tabandan yüksekliği 29,5 m.’dir. Temelden yüksekliği ise 34,5 m. olarak tahmin
edilmektedir. Kemerin ayaklarının alt bölümü, bugün Alibeyköy Barajı’nın
suları altında kalmıştır. Bu kemer Gözlüce Kemer adıyla da tanınır (Çeçen
1988a, 127-130).
mimari
tarzı ve malzemesiyle özgün bir Osmanlı yapısı olduğu kanıtlanmıştır. Bu
kemerin üstünde irili ufaklı 33 kemer vardır. Ayrıca bir yaya geçidi de
bulunmaktadır. Kemerin temeliyle birlikte yüksekliği 47 m. olarak
hesaplanmıştır (Çeçen 1988a, 117-126).
[63]
Süleymaniye suyolu Aypah kolu üstündeki Avasköy ya da Karakc- mer’dir (Çeçen
1988b, 85).
[64]
Havz-ı âlî. Kırkçeşme suyolları sisteminin sularının toplandığı başha- vuz.
Kemerburgaz’ın 2,5 km kadar güneybatısında, Kovuk Kemer’den çıkan yolun
tepesinde, Mağlova Kemeri’ne giden yolun üstündedir. Büyükbent, Karanlıkbent
ve Kirazlıbent ile Paşa Deresi katmasını toplayan ve Kovuk Kemer üstünden geçen
Kırkçeşme isale- sinin doğu koluyla, Ayvad Bendi, Ortadere ve Bakraçdcre’nin
sularını toplayan ve Uzun Kemer üstünden geçen batı kolu, Başhavuz’da
birleşir. Silindir şeklinde olan başhavuzun duvar kalınlığı üstte 1,14 m.,
ortada 3,09 m., en altta 4,05 m.’dir. Havuzun derinliği duvar üstünden 14
m.’dir (Çeçen 1988, 69-71).
’ Kuran-ı Kerim, lnsan/18.
[65]
Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki Kırkçeşme suyollarına ait krokide, Ccbe- ciköy
kolunun başı Kırkçeşmebaşı olarak geçmektedir. “Baş” sözcüğü sisteme verilecek
suların toplandığı havuzları ifade ediyor olmalıdır. Kırkçeşme tesislerinin
suyolları iki koldan oluşur: Doğu kolu, Kirazlı, Topuz ve Paşa derelerinden;
batı koluysa Ayvad Deresi, Ortadere ve Bakraçdere’den su alır. Bu iki koldan
gelen su, Kemerburgaz’ın güneybatısındaki Başhavuz’da birleşir. Buradan ana
galeriye girerek Mağlova Kemeri’nden geçer. Bu suyolu hattı üstünde irili
ufaklı 33 su kemeri vardır. Bunların çoğu küçük ve bir gözlüdür. Kovuk Kemer,
Paşa Kemeri, Uzun Kemer, Mağlova Kemeri ve Güzelce Kemer ise anıtsal yapılardır
(Çeçen 1988,51-52). Kırkçeşme suyolu, Eğrikapı’daki surlar dışında Savak
Kubbesi ya da Eğrikapı Makscmi adıyla bilinen dağıtım noktasında son bulur. Bu
maksemden şehrin çeşitli yerlerindeki başka makscmlere su dağıtılır (Çeçen
1988, 152-176). Ancak “baş” kelimesi bu bağlamda büyük çeşmeleri de ifade
ediyor olabilir. Sisteme adını veren ve birden fazla çeşmeden oluşan
“Kırkçeşme” Bozdoğan Kemeri’nin altındaydı.
[66]
Şehrin çeşmelerinden, deriden yapılmış “kırba”lara doldurduğu suyu
atla ya da sırtında taşıyarak şehre getirip satan kimse. Evliya Çelebi,
sakaların,
İstanbul’un 9999 çeşmesinden su taşıdıklarını yazar. Evli-
ya’nm kaydına göre at sakalarının sayısı 1400, arka sakalarının sayısı
8000’dir. Bunlar, “Sakka! Sebil, sebil! İçene rahmet!” diye bağırarak
[69]
Allah’a.
1
[70] İstanbul’un
fethinden sonra yapılan ilk saray. Bu saray, bugün İstanbul Üniversitesi
merkez binasının ve Süleymaniye Camisi’nin olduğu alanları kaplıyordu. Büyük
ölçüde ahşap malzemeden yapılan bu bina, günümüze ulaşamamıştır. (Ülgen,
405-406).
2
Burada
sözü edilen temel atma tarihi tartışmalıdır. Kaynaklarda verilen tarihler 5
Haziran, 7 Haziran, 13 Haziran, 13 Temmuz 1550 vs.’dir. Temel atma töreninde
Sultan Süleyman ve vezirleri hazır bulunmuş, ilk temel taşını, yerine
Şeyhülislâm Ebussuud Efendi koymuştur. (Danişmend, 262-263).
3
Metinde
geçen “kıztaşı” adh mermer sütunun, bugün İstanbul Üniversitesi merkez
binasının yerindeki Eski Saray’la Vefa semti arasında ya da Ayasofya Tahrir
Defteri’ndeki kayda göre Ali Paşa Camisi mahallesinde bulunduğu tahmin
edilmektedir. Fatih devri mimarlarından Sinan-ı Atik (Azadlı Sinan) vakfının
vakfiyesinde de şöyle bir kayıt vardır: “Anılan evde kıztaşı adıyla bilinen
bir mermer direk olup Sultan Süleyman Han cami-i şerif bina ettikleri zaman
taşı alıp evleri harap etmişler.” (Barkan, 344, 19. dipnot).
4
Cennette
bulunan bir ağaç.
[71]
Ferhat.
1 İki ya da üç ambarlı, yelkenli ve kürekli, büyük, ahşap savaş
gemisi.
[72]
Komena. Denizcilikte gemi çapasına bağlı bulunan kalın halat. (İt. gomena). ’
Kürek ve yelkenle hareket eden savaş gemileri. Bunların güverteleri son
derece
alçak, neredeyse su düzeyinde olurdu. Hızlı ve hareket yeteneği yüksek gemiler
olduğu için savaşlarda kalyonlara göre daha kullanışlıydılar (Pakalın, II,
129).
[74]
Süleyman devleri. Hz. Süleyman insanlara ve cinlere hükmeder, öbür canlıların
dilini de konuşabilirdi. Anıtsal yapıların inşasında cinleri (devleri)
çalıştırdığına inanılır. Burada mecaz yoluyla kastedilen, iri yapılı, güçlü
kuvvetli amelelerdir.
çekmeye
yarayan âletler olması lazım gelir. Fransızca ‘trenil’ namıyla taş ocaklarında
bu nevi dolapların kullanıldığı anlaşılmaktadır.”(Bar- kan, 345, 20. dipnot).
[76]
İskenderiye ve Baalbek’ten getirilen sütunların İstanbul’a taşınmasıyla ilgili
resmi yazışmanın ayrıntıları için bkz. Barkan, s. 336-344. Barkan, her biri
9,02 m. uzunluğunda ve 28 ton ağırlığında olan bu sütunların nakil işinin
epeyce geciktiğini, hatta bu yüzden bunların birinin inşaatta kullanılmamış
olabileceğini yazar, özellikle Baalbek’tcki sütun, 1170 m. yükseklikteki
Baalbek’ten kaldırılıp en yakın liman olan Beyrut’a kadar 80 km.’lik bozuk bir
yol üstünden kızaklarla sürüklenerek getirilmiştir (Barkan, 343).
[77]
Çinli nakkaş. Kimi araştırmacılara göre de Manicilik’in kurucusu Mani’nin resim
derlemesi.
[78]
Cebrail.
’
Celâlzâde’nin Tabakatii’l-Memâlik'de caminin kubbesinin kapanması tarihi
olarak verdiği 9 Şevval 963 Cumartesi günü (16 Ağustos 1556) arşiv belgelerine
de uygunluk göstermektedir (Barkan, c. I, 61-64).
Esadullah
Kirmanî’den öğrenmiş ve “müsenna” türü yazıda eşsiz bir hattat olmuştur.
1555’te ölmüştür. Mezarı Sütlüce’dedir (Devha- tü’l-kiittâb, 9-10)
Metindeki Hasan Karahisârî adım, Hasan bin Kara- hisârî olarak anlamak doğru
olur. Bu kişi, Hasan Çelebi diye tanınan hattattır. Çerkez asıllı bir köleyken
efendisi Hattat Ahmet Karahisâ- rî’nin öğrencisi ve manevi oğlu olmuş, bu
yüzden zaman zaman imzasını Hasan bin Karahisârî biçiminde atmıştır. Selimiye
Camisi’ndeki bütün yazıları, Süleymaniye Camisi’ndekilerin de büyük bölümünü Hasan
Çelebi yazmıştır. 1594’ten sonra ölmüş, Sütlüce’dc ustası ve manevi babası
Ahmet Karahisârî’nin yanına gömülmüştür (M. Uğur Derman, “Hasan Çelebi”, DM).
Kaynaklar onun “nesih”te Karahisâ- rî’den ilerde olduğunu söylemekte ve
metnimizle aynı görüşü paylaşmaktadır.
[81]
Kuranı Kerim, Fâtır/41.
[82]
Sülüs, nesih, müsenna, hat sanatının yazı türleridir. Sülüs, “ümmü’l-hat”
(yazının anası) olarak değerlendirilmiştir ve sanat göstermeye en uygun olan
yazı çeşididir. Yuvarlak ve gergin karakteri, sülüse, biçim zenginliği ve yeni
istiflere açık olma olanağım vermiştir. Bu durum, anıtlarda kullanılan ve uzaktan
okunabilmesi için ağzı çok geniş kalemle yazılan ya da satranç yöntemiyle
büyütülen celî (iri) sülüs hattında daha çarpıcıdır. Sülüsün sözcük ya da harf
grupları birbirinden koparılmadan yazılan biçimine “müselsel”, aynı ibarenin
karşılıklı yazılarak ortada kesiştiği biçimine de “müsennâ” (aynalı) denir.
Nesih hattının harflerinde yuvarlaklık belirgin olmakla birlikte her zaman
satır düzenine bağlı olduğundan istife uygun değildir. Bu nedenle nesih, uzun
metinlerin, özellikle “mushaf’ın yazımında kullanılmıştır. Eski yazıyla matbaa
harfleri de nesihle hazırlanmıştır (M. Uğur Derman, “Hat”, DM, XVI, 429).
[83]
İkinci Yakut (Yakut-ı Sânî). Burada İslam hat sanatının en önemli düzenleyici
ve ustalarından biri olan Yakut el-Musta’sımî’ye (ö. 1298) gönderme vardır.
[84]
Kocanişancı Celâlzâde Mustafa’nın Tabakatü’l-Menıâlik'me göre bina
emini olarak Hüseyin Çelebi adında biri atanmıştır. Bu kişi 956- 960 tarihleri
arasında bina emini görevinde bulunmuş, 961-966 tarihlerindeyse bina eminliğini
Sinan Bey yapmıştır (Barkan, 1,44-45).
[85]
Ceddüm Sultan Muhammed Han mimarı: Metinde geçen bu sözlere bakılırsa Sultan
Süleyman, Fatih Sultan Mehmet’in mimarının başına gelenleri anımsatarak Mimar
Sinan’ı korkutmak istemektedir. Söz konusu mimar, Fatih Camisi ve Külliyesi’nin
mimarı olduğu kabul edilen Sinaneddin Yusuf bin Abdullah (Sinan-ı Atik, Azadlı
Sinan) olmalıdır. Evliya Çelebi, sütunlarını biraz kısa tutup yaptırdığı
caminin yüksekliğinin Ayasofya’dan az olmasına neden olduğu için
öfkelendiğini, mimarın ellerini kestirdiğini, mimarın da Fatih Sultan Mehmet’i
mahkemeye verdiğini, mahkeme sonucunda Fatih’in tazminat ödemeye mahkûm olduğunu;
sonra da caminin mimarlığına bu mimarın öğrencisi olan Sinan'ın getirildiğini
yazar (Seyahatname, I. 40b). Ancak Evliya Çelebi bu ilk mimarın adım
vermez. Büyük olasılıkla Evliya burada adları ve olayları karıştırmıştır.
Fatih devri bilginlerinden Beşir Çelebi, Tevârîh-i Âl-i Osman adlı
yapıtında, bizzat tanık olduğu cezalandırmayı anlatır ve söz konusu mimarın
adını Sinan olarak verir. Tezkiretil’l-Biinyan'da anıştınlan olay bu
olmalıdır: “Minnet Huda’ya kim gendü gözimüz ile gördük kim Sultan Muhammed
İstanbul’da Yeni Câmi’i (Fatih Camisi) ve Sekiz Medreseyi |Sahn-ı Semân
Medresesi] ve imâret ve bîmârhâneyi yapan mi’mâr merhûm Sinân’ı habs içinde
döğe döğe öldürdi. Aceb anun günâhı nece olaydı kim ol hâl ile ölmeğe müstahak
olaydı...” (Beşir Çelebi, 162; ayrıca bk. Konyalı, 57-60).
[86]
Saray’dan.
[87]
Tanrı’nm adını anmayınca.
[88]
Şadırvanlı taş avluya açılan büyük iç kapının üstünde Hasan bin Ka- rahisârî
hatlıyla yazılmış kitabeye göre caminin inşasına 957 (1550) senesi
Cemaziyelevvelinin evahirinde başlanmış ve 964 (1557) yılı Zilhiccesi
evahirinde inşaat sona ermiştir, inşaatın başlama tarihini Âli, Kiinhii’l-Ahbar'ında
ve Âşık Çelebi (Trabzonlu Mehmet bin Ömer) de Menâzırü’l-Avâlinı adlı
yapıtında 956 hicri olarak kaydeder. Bu farklılık, temellerin atılmasıyla asıl
yapıya başlanması arasındaki farktan kaynaklanıyor olabilir. Evliya Çelebi,
inşaatın başlama tarihini 951 olarak vermiş, temelin kazılıp hazırlanması
işinin en az üç yıl sürdüğünü belirtmiştir (Barkan, I, 47-64).
[89]
Kaynaklarda Kanuni zamanı bahçeleri arasında sözü edilir (Eldem, Bahçeler).
Sclânikî’deki bir kayda göre Yeşilköy “Ayastefanos” yakınlarındadır: “...leb-i
deryada vâki Ayastefanoz dimekle meşhûr karye kurbında mîri İskender Çelebi
Bağçesine sür’atle yetişüp...” (Selânikî Tarihi, 1).
[90]
Kuran-ı Kerim, Enbiya/30.
[91]
Dolap ya da bostan dolabı, sebze bahçelerinde ve bostanlarda kuyudan su çekmek
için kullanılan ve bir at tarafından döndürülen, üstüne kovalar asılmış
çarktır. Metinde sözü edilen dolap kuyusu, Topka- pı Sarayı’nın bahçesinde,
bugünkü bilet gişelerinin arkasında bulunmaktadır. Burada bugün iki dolap
kuyusu bulunmaktadır. Küçük Dolap denilen birinci kuyunun çapı 5,20 m.,
derinliği 26 m.’dir. Kuyunun girişinden helezon biçiminde aşağı inen bir
merdivenden 360°lik bir dönüşle yaklaşık 10 m. derinliğe inilmektedir. İkinci
kuyunun çapı 6.50 m, derinliği 22 m.’dir. Bu kuyu depo görevi görmüş, su yalnız
birinci kuyudan çekilmiştir. Bu iki kuyu bir galeri ve künklerle birbirine
bağlanmıştır (Çeçen 1988, 177-180).
[92]
...vaktiyle burada bir köprü olup: Mimar Sinan'ın yaptığı köprüden önce de
bölgedeki bataklık araziden geçişi sağlayan, Roma döneminden kalma bir köprü
vardı. İstanbul’u batıya bağlayan Via Egnatia adlı ana yolun üzerinden geçtiği
bu köprü, bütün Ortaçağ boyunca hizmet etmiş, Bizans’ın son dönemlerindeyse
bakımsızlıktan harap olmuştur. “Athyras Köprüsü” denilen bu yapının iki başında
birer koruma kulesi bulunuyordu. Fatih tarafından onartılarak bir süre daha
kullanılmıştır (Semavi Eyice, “Büyük Çekmece Köprüsü”, DİA, VI,
520-521). Mimar Sinan’ın bunun yerine yaptığı Büyük Çekmece Köprüsü uç uca birleşen
dört büyük köprüden oluşmaktadır. Köprülerin yollarının genişliği 7,17 m. ve
dördünün birlikte uzunluğu 635,57 m.’dir (Çeçen 1988c, 432-433; Semavi Eyice,
“Büyükçekmece Köprüsü” DİA, VI, 520-521).
[93]
Şahmaran. Toprağa iri kazık çakmayan yarayan çok ağır bir çeşit tokmak (Hasol,
Mimarlık Sözlüğü).
[94]
Nehr-i Sava. Yugoslavya’da Tuna’yla birleşen ırmak. Bazı nüshalarda yazılmayan
bu nehrin adı sadece bir nüshada Sava olarak kaydedilmiştir. Ancak İ. H.
Danişmend’in İzahlı Osmanlı Tarihi Kronoloji- si'nde Sigetvar Seferi
sırasında Drava Nehri üzerine kurulan büyük ve
sağlam
bir köprüden sözedilir. Bu köprü kimi kaynaklara göre 7-8 günde, kimi
kaynaklara göre 17 günde bitirilmiştir (Danişmend, II, 345). Bu son rakam,
bizim metnimizde verilen tarihle de uyuşmaktadır. Buna göre nüshaların birinde
geçen bu Sava adını, Drava olarak anlamak da mümkündür.
[96]
Metinde geçen asker-i perrân ibaresini “uçan askerler” (bataklık sinekleri,
böcekler) olarak yorumladık.
[97]
Sultan Süleyman
[98] Kuran-ı
Kerim, Bakara/156.
4 Sokollu Mehmet Paşa. 1505’te Bosna’nın Sokol köyünde doğmuş,
devşirme olarak önce Edirne Sarayı'na, sonra Enderun’a alınarak eğitilmiş,
Semiz Ali Paşa’nın ölümünden sonra, 1565 yılında sadrazam olmuştu. 1579 yılında
bir suikast sonucunda öldürüldü (Meydan La- rousse 11, 435-436).
[100]
Burada yas belirtisi olarak siyahlar giyme âdetine işaret edilmiştir. Türklerde
yas belirtilerinden biri de siyah elbiseler giymekti (Develi 1997, 98-103).
[101]
Başa toprak (ya da kül) saçmak, eski metinlerde ve folklorda rastlanılan bir
yas belirtisidir (Develi 1997, 100).
[102]
Nureddinzâde Muslihiddin Mustafa Efendi, Filibe’de doğmuş (d.?), İstanbul’da
ölmüştür (1573). Sofyalı Bâlî Efendi’nin öğrencisidir. Şeyh Bedreddin’in Varidât'ma,
Sadrüddin Konevî’nin Fı«ıîs’una şerh yazmıştır. Vahdet-i Vücûd ve Miraç üzerine
birer risalesi vardır (Meydan Larousse, IX, 433).
[103]
"Bilürsin çünki kalmadı cihan mülkfi] Süleyman’a” dizesi ebced hesabıyla
974/1566 tarihini göstermektedir.
[104] 7
Eylül 1566.
■' Büyük Çekmece Köprüsü’nün yapımına 1563’te başlanmış, 1567’de
bitirilmiştir. Bu dize, ebced hesabıyla 972/1565 tarihine denk gelmektedir.
Yine Hüdayî’nin, Edirne’den gelirken köprünün sağ tarafında kalan kitabede yer
alan tarih manzumesinin ebcede göre karşılığı 975/1567’dir: “Dedi târihin
Hüdâyî ol zamân / Yapdı âb üzre bu cis- ri Şeh Selîm” Halil Baki Kunter’in
verdiği tarih dizesiyse 973 tarihini vermektedir (Kunter, 449).
[105] Üç
Şerefeli. II. Murat’ın 1437-47 yılları arasında yaptırdığı, Edirne’ deki ikinci
büyük selatin camisi.
[106]
Ayasofya’nın kubbesi çeşitli dönemlerde yapılan onarımlar yüzünden tam yuvarlak
olmaktan çıkmıştır. 1990-93 yılları arasında yapılan la- zerli okumalarda
Ayasofya kubbesinin çapı kuzey-güney ekseni üstünde duvardan duvara 34,709 m.
(galeri kornişleri arasında 31,805 m.) ve doğu-batı ekseninde 33,092 m. (galeri
kornişleri arasında 30,855 m.) olarak saptanmıştır. Selimiye’de D. Kuban’ın
teodolitle yaptığı ölçümlerde, kubbe genişliği kuzey-güney aksında 31,7 m., do-
ğu-batı aksında 31,2 m. olarak saptanmıştır. Buna karşın Selimiye kubbesi,
yarım küre profiliyle daha basık profilli Ayasofya kubbesinden 20-30 cm. daha
yüksektir (Kuban, 245, 30. not). Buna karşılık kubbenin yerden yüksekliği
Ayasofya’da çok daha fazladır. Üç büyük caminin yükseklikleri şöyledir:
Ayasofya 55,60 m., Süleymaniye 49,50 m., Selimiye 42,25 m (Yerasimos, 139). Bu
konunun bir yorumu için bkz. Önsöz, s. 9.
[107]
Sasaniler sülalesinden bir hükümdar ve Nuşirevan’ın torunudur. Metinler-
de Hüsrev sözcüğü genellikle “padişah” anlamında kullanılır (Pala, 197).
[108]
Burada H 983 tarihi verilmiş olmakla birlikte 111. Murat’ın tahta geç-
tiği tarih 8 Ramazan 982’dir.
Firdcvs Cennetinde bir köşk. Âdem peygamberle yeryüzüne indiril-
miş, tufandan sonra yine Cennet’teki yerine alınmıştır.
[110]
Yapımı bittiğinde.
’ Hicri 983.
[111]
İslam inancına göre Hz. İsa, Yahudiler tarafından çarmıha gerilerek
öldürülmek istendiğinde Allah tarafından dördüncü kat göğe çıkarıl-
mış ve kendisine sonsuza kadar ömür verilmiştir.
[112]
Knran-ı Kerim, Bakara, 31 “(Allah Âdem’e) isimleri öğretti”.
[113]
Hünkâr mahfili.
[114]
Hatayî ve Rûmî: “Hatayî tarzı ya da üslubu, Orta Asya’dan gelen ve Çin
süslemelerine benzeyen üsluplanmış yaprak ve çiçek motiflerin- den oluşan bir
bezeme tarzıdır. Rûmî tarz ise genellikle Anadolu Sel- çuklularının
kullandıkları bir bezeme tarzıdır; bu tarzda eski hayvani motifleri
üsluplaştınlarak ne olduğu belli olmayan kıvrımlar ve girift dallardan oluşan
süsleme biçimleri içine sokulmuştur; genellikle taş ve tahta oymalarla çini
bezemelerinde ve mimari satıhların süslenmesin- de kullanılır (Sanat
Ansiklopedisi, I., 210). İslîmî ve Irakî de birer süs- leme üslubudur.
[115]
Kuran-ı Kerim, Fetih/1. “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.”
[116]
Büyükayı takımyıldızından parlak bir yıldız.
[118] Şah İsmail.
[119] Yeniçeri ocağındaki silsilemle.
[120] Yeniçeri ocağı kurulurken, oluşturulan bu yeni askeri
örgüte adını Ha-
cı Bektaş-ı Veli’nin verdiği, yeniçeri börkünün de aslında Hacı Bektaş-ı
Veli’nin cübbesinin sarkan kol bölümünden esinlendiği biçiminde bir
söylence vardır. Tarihsel açıdan yeniçeri ocağının Hacı Bektaş-ı Veli ile
doğrudan ilgisi olanaksızdır. Ancak 14. yüzyıl sonları ve 15. yüzyıl baş-
larında Bektaşilik, yeniçeri ocağına nüfuz, etmiş ve bu kurumun üyeleri,
Hacı Bektaş-ı Veli’yi pirleri saymışlardır. Bektaşîlikle ilgili uygulamalar,
ritüeller ve buna dayalı bir söylem, yeniçeri ocağı kaldırılıncaya kadar
yeniçeriler arasında varlığını sürdürmüştür (Pakahn, 617-620).
[121] Moldava’ya.
[122] Çok yakın hizmetinde.
[123] Kuran tefsirlerine göre Hz. İsa'nın üç havarisi,
Antakya’ya, yeni di-
ni anlatmak için geldiklerinde, onları ölümle tehdit eden kent hal-
kına Habib-i Neccâr adında biri karşı çıkmış, halkı bu elçilere uy-
maya, inanmaya çağırdığı için de hemşerileri tarafından öldürül-
müştür.
[124] Dünyanın.
[125]
Göklerin.
[127]
Peygamber’e okunan dua.
[128]
“Benim Allah ile öyle anlarım olur ki, ne bir mukarreb melek ne de gönderilmiş
bir nebi öyle bir yakınlığı elde edebilir” biçiminde aktarılan sözden
alınmadır (Yılmaz, 115).
[129] Bu
dünyanın ve ahretin.
[130]
Moldava.
[131] Çivizâde’nin kızı Ümmügülsüm Hatun tarafından
yaptırılmıştır.
Etyemez civarındadır (Hadikatü’l-Ceuânıi, 121).
[132] Bu medreseler Süleymaniye Evvel Medresesi, Sânî
Medresesi, Salis
Medresesi, Râbi Medresesi, Ebussuud Efendi Darülhadisi ve Darüt-
tıb’dır (Kuran, 161).
[133] Tekirdağ, Marmaracık.
[134] Bit.
[135] Topkapı Sarayı.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar