Print Friendly and PDF

DÜNYALIK İSTEYENLERE...Ne Olacaksa





/280/ Şeyh Ya'kûb Efendi Hazretleri

 

Anadolu'da Germiyân ilinde Şeyhli nâm karyede dünyâya gelmiştir. Eben-an-ced siyâhî-zâdedir. Ulûm-ı zâhireyi tahsîl ile berâber, îş ü işrete dalmakla, gördüğü bir rü'yânın te'sîriyle tevbe-kâr olarak Hz. Sünbül'ün dâmen-i irfânına gâyet sâdıkâne bir sûrette yapışmıştır.

Öyle mücâhede eder imiş ki, altı ay su içmez, üç günde bir iftâr eder, halaka-i zikrde kendisini pâre pâre eyler imiş. Hayli zamân lâ-ya'kıl bir hâlde kalır imiş. Hz. Sünbül, "Dervîş olunca Germiyânlı Ya'kûb Dede gibi olmalı." buyururlardı. Bir buçuk yıl böylece mücâhededen sonra icâzet vermişlerdir.

Ba'dehû Hz. Merkez'den hilâfet alarak Yanya cânibine irşâden li'l-ibâd me'mûr olmuş. Orada mahsûsan inşâ olunan bir mescidde imâm olup, halkın pek ziyâde teveccüh ve rağbetini celb ile nice vîrân kalbleri ma'mûr buyurmuşlardır.

Ya'kûb Efendi, bir azîz-i nûrânî idi. Hânkâh-ı Sünbülî meşîhati kendilerine teveccüh ettikten sonra hâli büsbütün kesb-i ulviyyet eyledi. Envâr-ı rûhâniyyeti, âsâr-ı velâyeti nümâyân oluyordu. Meclis-i va'zında hâzır bulunan kimse, husûle gelen te'sîrâttan ağlardı. Bir kerre meclisine gelen bir daha terk edemezdi.

Âdâb-ı meşâyıha çok riâyet-kâr idi. Fukarâ ve dervîşânı sıyânet eder idi.

"Kırk sene namâzda kalbime mâ-sivâ gelmemiştir" diye hamd ederler imiş. Namâzda iken kendinden geçerlerdi.

Bir cum'a günü Dâvûdpaşa Câmii'nde, salât-ı Cum'a edâ olunurken, kubbeden bir büyük sıva düşmüş, halk, "Kubbe yıkılıyor." diye câmi'den firâr etmiş. Ya'kûb Efendi, huzûr-ı Hak'da mâ-sivâdan tecerrüd ettiğinden, bu vak'adan haber-dâr bile olmayarak namâzına devâm eylemiştir.

Dervîşlerinden biri dûçâr olduğu dîk-ı hâlden dolayı müşârünileyhe mürâcaatında, "Oğul! Duâyı rızâ-yı Hak içün yap. Nefsin içün bir şey taleb etme." buyurmuşlar. Bu sözün te'sîriyle kendinden geçen o zât, bu sebebe mebnî dervîşleri sırasına girmiştir.

Bir gün mürîdânından biri şeyhinin hücresine gelip içeri gireceği sırada, içeride musâhabe sadâsı işitince edeb edip beklemiş, ses kesilince müsâade alarak huzûruna girdiğinde kendilerinden başka kimseyi göremeyince, "Sultânım! Sesler işittim, edeben girmedim. Halbuki kimse yok, mütehayyir oldum." demesiyle Hz. Ya'kûb,

"Kimseye söyleme /281/ nâ-mahreme ızhâr etme, Hz. Hızır ve İlyâs aliyhime's-selâm geldiler, bana duâ ta'lîm eylediler."

buyurunca,

"Sultânım! O duâ nedir? Bu kemterinize da ta'lîm buyurunuz."diye ricâ edince, "

يا خالق الخلايق يا مالك الملك يا حى ياقيوم يا ذا الجلال والإكرام

dir."

buyurmuşlardır.

Ya khaliqa'l khalayiqı, Ya malike'l meliki, Ya hayye Ya qayum, Ya dha'l calal wel ' ikram

"Ey bütün varlıkların yaratıcısı! Ey mülkün sâhibi! Ey Hayyolan! Ey herşeyi ayakta tutan! Ey celâlet ve ikrâm sâhibi!"

Seyyid Seyfullâh Efendi, Câmiu'l-Avârif'inde nakl ediyor : "İşrâk namâzından sonra yirmi beş def'a okumağa mülâzım olan, iki cihânda ne isterse bulur." diyor.

Yine mürîdânından biri, bir gece salât-ı teheccüdü edâ kasdıyla câmi'-i şerîfe giderken ortalığı tabîî ağyârdan hâlî bulup, fakat câmiin önünde zencîrli servinin dibinde, şeyhini diz çökmüş oturuyor görmüş. Biriyle musâhabe ediyormuş. Ba'dehû duâ edip, câmie girmişler. Bu hâli istîzâh ettiğinde, "O servi önünde Rasûl-i ekrem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri, ahyânen bu abd-i kem-terlerine hadîs-i şerîf ta'lîm buyururlar. Servinin yanında el açar duâ ederim ve gâyet edeble geçerim." dediklerini Câmiu'l-Avârif yazıyor. Servi hakkındaki rivâyetin en sıhhate karîb olanı budur.

Sultân Süleymân-ı Kanûnî zamânında yağmursuzluktan pek ziyâde ıztırâb çekilen bir zamânda, ekâbir ü a'yân u ahâlî müctemian Şeyhü'l-İslâm'a mürâcaatla pâdişâh-ı enâmın duâ etmesini ricâ etmişler. O da "Hânkâh-ı Sünbül'de seccâde-nişîn-i reşâdet olan Şeyh Ya'kûb Efendi hazretleri duâ buyursunlar." demişler. Hz. Şeyh'i aramışlar, bulmuşlar, güç hâl ile cebren minbere çıkarıp duâ ettirdiler. Rahmet-i ilâhiyye ile âlem tâze hayât buldu.

Şeyh Ya'kûb Efendi, kemâl-i mahviyyetlerinden ve dûçâr-ı şöhret olmasından nâşî, "Ben vahdette yaşar bir adamım, beni kesrete uğratıp ömrümde çekmediğim sıkıntıyı çektirdiler. Kâşki dünyâya gelmeyeydim." diye beyân-ı şikâyet buyurmuşlardır. Kendilerine, "Efendim! Vücûnunuz mahz-ı hayrdır. Ale'l-husûs bu kadar fazâil ü fevâide mukârin olup nice kimselere fâideniz dokundu. Bundan tehâşîye sebeb nedir?" diye sordular. Cevâbında, "Bende evvelâ bu kelâm, âlem-i vahdetin lezzetinden müfârekat elemi tezekkür olunduğu zamânda lisân-ı hâlden lisân-ı kalbe gelmiştir. Sâniyen, şerâit-i ni'met-i vücûd ki, edâsında nice ehl-i şuhûd âciz ve mertebe-i kemâli az kimse hâiz görüldüğü esnâda makâm-ı aczde vârid olmuş kelâmdır. Sâlisen bu kelâm, makâm-ı kâlimde denilmiş değildir. Ba'zı hâlin muktezâsıdır. Bu mertebede Fahr-ı âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem) efendimiz hazretleri


(يا ليت رب محمد لم يخلق محمداً )


"Keşke Muhammed'in Rabbı, Muhammed'i yaratmasaydı. "

/282/ buyurmuşlardı. Hz. Ali (kerema'llâhu vechehû ve radıyallâhu anh) efendimiz dahi,

"Hiç kimseye reşk etmem, illâ dünyâya gelmeyenlere reşk ederim."

 (f. i.) : 1) kıskanma, hased günü. 2) s. kıskanılmış. reşk-i âlem : herkesi kıskandıracak kadar üstün durumda olan.

buyurmuşlardır. Nice evliyâ-yı kirâmın bu makâmda birer sözü vardır." diye bir çok hakâyıktan bahs eylemişlerdir.

Hicret-i nebeviyyenin 979/(1571) sâlinde cihân-ı mihnetten sarâ-yı vahdete çekildiler. Türbe-i münevvereleri Hz. Sünbül'e muttasıldır. Türbeyi, Sultân Süleymân-ı Kânûnî inşâ eylemişlerdir.

 

                                   Şeyh Ya'kûb ol azîz-i pâk-dîn

                                   Eyledi azm-i reh-i dârü'l-karâr

 

                                   Geldi yapdı üstüne bu kubbeyi

                                   Pâdişâh-ı âlem-i gerdûn-vakâr

 

                                   Cem' olup bu ravzaya kerrûbiyân

                                   Hıdmet itmekle iderler iftihâr

 

                                   İdicek târîh-i fevtinden suâl

                                   Didi hâtif gitdi kutb-ı rûz-gâr

                                   (كتدى قطب روزكار)

 

Cenâb-ı Hak, sırlarını takdîs ve bizleri mazhar-ı şefâati buyursun. Âmîn.

 

c.3. sh: /280-282/

Kaynak: SEFÎNE-İ EVLİYÂ- Osmânzâde Hüseyin VASSÂF, hzl: Prof. Dr. Mehmet AKKUŞ, Prof. Dr. Ali YILMAZ,  2005, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar