Print Friendly and PDF

Mustafa Hâki Efendi ve Ali Haydar Efendi


(d. r.1272 m. 1855- h.y.t. 15 Kanunisâni Perşembe 1336 (m. 15 Ocak 1920)

 Vez o şud vez Halil Hamdi Paşa, Tokad-i Mustafa Hâki
    Hüseynî Seyyid emced cihan ez feyz-i o ma’mur

 Tokat’ta Soğukpınar Mahallesi’nde doğmuş­tur. Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi’nin yeğenidir.[1] 9 yaşında Kuran’ı ezberlemiş ve şer’i ilimleri tahsil etmiştir.

Mustafa Hâki Efendi, ilk tahsilini Tokat’ta yaptıktan sonra, maneviyatın iştiyakı ile Çorumlu Mustafa Rumî Efendi’ye talebe olup icâzet aldı. Sonra Tokat’a dönüp, talebe yetiştirmeye başladı. Dergâhı hak âşıkları, ilim talipleri ile dolup taşardı. Kalbindeki nurâniyeti mü­barek simalarına aksetmiş olduğundan kendi­lerini yetiştiren Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-azîz Haz­retleri, nuranî simasından dolayı “Melek Hafız” [2] diye hitap etmiştir.

Çorumlu Pir kuddise sırruhu’l-azîzdeki sıkı terbiye, yine Pir’in işareti ile birazcık döneminde hafifletilmiştir. Çünkü meşrep itibarı ile Muhammedî idi.

Tokat Ali Paşa Camii’nde imam-hatiplik de yapmıştır. 1908 de 2. Meşrutiyetin ilanı sebebi ile Tokat Mebusu olarak İstanbul’a mebus olarak gitmiştir. Meclis âzalığı pasif olarak devam ettiği, ancak ittihatçılar tarafından İstanbul’da mecburi ikamete tabi tutulmuştur. [3] Tokat’a dönüşüne izin verilmediğinden Kendisine Mevlana Mustafa İsmet Garîb’u-llah Efendi’nin Fatih-Çarşamba Cebecibaşı Mahallesinde ki, konak 1920 yılına kadar Dergâh olarak verilmiştir.

 Mevlana Mustafa İsmet Garibullah kuddise sırruhu’l-azîz Efendi tarafından h.1289/m:1872 tarihinde yapıldı. 1960 da yeniden ibadete açıldı. Caminin (müştemilatı ile) alanı 3000 m² dir. (Fatih Camileri ve Diğer Tarihi Eserler, D.İ.B, 1991, s.138)

Ali Haydar kuddise sırruhu’l-azîz Efendinin kızı Saide Hanım’ın anlattığına göre; “Ali Haydar Efendi o zamanın Şeyhülislâmı Esa’d kuddise sırruhu’l-azîz Efendiye “Efendim, benim hakkım ne olacak” demiştir. O da “eğer Mustafa Hâki Efendi memlekete giderse fesat durum çıkacak, bir zaman sabret” demiştir. Albay Kenan Bey bu işe yâni tekkenin devrine yelteniyor. Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Efendi ise, “Benim ölüm çıkar, dirim çıkmaz” diyor. Albay Kenan Bey ‘13 Kasım 1919 Ser-katib-i Hazreti Şehriyari Ali Fuad’a cevabi meşihat cevabı ile’ mazbataların hazırlanmasına çalışmış ve Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Efendiye götürmek için hazırlanmıştır. Fakat gazeteler Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Efendinin vefat haberini yazdığını görmüşler. Fakat bu arada Küçük Mustafa Paşa ile Fevzi Paşa Mahalleleri arasında büyük bir yangın çıkmış Ali Haydar Efendinin ve ihvanın birçoğunun evi de yanmıştır.”

 Anlatılanlardan anlaşıldığına göre “Benim ölüm çıkar, dirim çıkmaz” sözü hakikate çıkmıştır.


Daha sonra bu yer Ahıskalı Haydar Efendi’ye meşihat makamının emri ile dergâh olarak verilmiştir. Ali Haydar kuddise sırruhu’l-azîz Efendiyle Tokatlı Pirimiz arasında epeyce bir kırgınlık yaşanması, beş sene kadar bu sorunun sürmesi kaderin garip bir cilvesidir.

Devletin düşmanlar tarafından işgal edildiği bir dönemde dergâh bir sorun haline gelmiştir. Bu acıklı durumunu gösteren belgeleri aşağıda sunulmuştur. Bu olayların oluşunda Mustafa Haki kuddise sırruhu Hazretlerini eleştirenlerin “Tekkeyi gasb eden Şeyh” tabirini kullanmaları garib bir durumdur.

“Hafız Halil Sami Efendi 1919 yılında Padişaha hitaben yazdığı dilekçe:

“Padişah’ın en yüce makamına,

Cenab-ı Hak ve Kadir-i Mutlak Hazretleri Padişahın ömür ve afiyetlerini ziyade ve en son güne kadar saltanat makamını ebedi kılsın. (Âmin!) Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellemin hürmetine Sultan Abdulmecid Han Hazretlerinin türbelerinde her Cuma gecesi on mürid ile “Halidi adabı” üzere “Hatm-i hacegan” icra eylemekle görevlendirilen Sultan Selim Camii yanında Cebecibaşı Mahallesinde Yüce Nakşibendî Tarîkatının Halidi Şeyhlerinden Şeyh Mustafa İsmet Efendi kuddise sırruhu Hazretlerinin vakıf ve ihya buyurdukları “Halidi Dergâhı” nın şeyhlik cihetine, kendilerine mensup halife ve müridlerin seçeceği bir zatı kendilerine şart ve tahsis buyurmuşlardır.  1330 (1914) senesinde Meşihat cihetine vakfın şartına istinaden mezkur cihetin hakkı ile şart koşulmuş olan ve Şeyh İsmet Efendi Hazretleri’nin kuddise sırruhu halifelerinden Şeyh Halil Nurullah Efendi Hazretlerinin kuddise sırruhu halifesi Şeyh Ali Rıza Efendi kuddise sırruhu Hazretlerinden müstahlef; ahlakı, sireti, zahir ve batın ilimlerindeki dirayeti, İhvanın terbiyesinde ehliyeti müsellem ve Şeyh Ali Rıza Efendi kuddise sırruhu Hazretlerinin irtihalinde işaret olunan vakfı silsilesine mensup hemen bütün ihvan ve müridanın kendilerine biatle itimada mazhar-ı merci ve melce olmuş ve o Hazrete mensup mürid ve talebelere Nakşibendiye-i Hâlidiyye-i İsmetiyye Tarîkatını ta’lim, saliklere terbiye, Hatm-i Hacegân ve seyr-i sülûk hizmetlerini aşağıda arz olunacağı üzere dört seneden beri hanelerinde ve cami köşelerinde devam ve ifa zaruretinde kalmış Hazreti İsmet’in yegâne mümessili bulunan Şeyhimiz ve bugün fetvahanede teşekkül etmiş “Muhitu’l Fetava Heyeti” riyasetinde bulunan reşadetlü, faziletlü Ali Haydar kuddise sırruhu Hazretlerine tevcihine dair şart-ı vakıf mucibi bütün halife ve müridlerin mühürleri ile mühürlü intihab mazbatamızı Meclis-i Meşayih’e takdim etmişken; Meclis-i Meşayih’ce şartı vakıf hiç nazar-ı dikkate alınmayarak müşarünileyhin tarîkat silsilesinden hariç sabık Tokat Mebusu Mustafa Haki Efendiye intihabsız tevcih etmişlerdi. Dört seneden beri devam eden çalışmamızın neticesi muamele Şura-i Devlet’ten, Fetvahane’den edilen suallerle bir sene evvel yine Meclis-i Meşayih’ce mezkûr dergâhın “Mustafa Haki Efendi”ye hilafetinin tevcihi şer’ ve kanuna göre yok hükmündedir.” cevabı verildiği halde bir seneden beri mezkûr dergâhta gayr-ı meşru, fuzuli ikamet ettiği gibi sonradan, sabık Şeyhülislâm Tokatlı Mustafa Sabri Efendiye iltica edip kendisini Meclis-i Meşayih’e aza tayin ettirip bu vasıta ile bu meşru olmayan hareketlerini devam ettirdiği ve mezkûr dergâh bir seneden beri Meclis-i Meşayih’ce mahlûl ve şart-ı vakıf mucibince intihabnamemizle gerçek sahibi varken kendisinin şer’an ve kanunen bütün müzakerelerde hariç kalması lazım olduğu halde hazır bulunup türlü desiseler ve tehditlere apaçık olan hakkımızı bu güne kadar sürüncemede bıraktığı ve işaret olunan vakfa mensup ihvan ve müridlerin ötede beride perişan olmalarına vesile olduğunu büyük bir üzüntü ve kederle yüce Makamlarına arz ve ibla’ ve hadisede mukaddes Zatları da alakadar bulunduğunda Meclis-i Meşayih de bu sarih hakkımızı senelerce sürüncemede kalması ile üzüntüyü içine alan bir hal kesbeden mezkûr dergâhımızın biran evvel bu gasplardan kurtarılması ve hak sahibi ve ehli olan, intihap olduğu arz olunan Ali Haydar Efendi Hazretlerine tevcih ve teslimi hususunun emir ve irade-i Şehriyarı kemal-i tazarru’ ile niyaz ve istirham olunur. Bu hususta ve her halde padişahın emir ve iradesi Efendimiz Hazretleri’nindir.”

15 Muharrem 1338/11 Teşrin-i evvel 1335

(24 Ekim 1919)


El-Fakir el-Hac Hafız Halil Sami Kulları.

İsmetullah Efendi Tekkesinin Ali Haydar Efendiye iadesini talep eden dilekçeye, 19 gün sonra “padişah başkâtibi Ali Fuad” imzasıyla aşağıdaki tezkere gönderildi:

“Sultan Selim Camii civarında Cebecibaşı Mahallesinde bulunan Halidi Dergahı’nın kurucusu Şeyh İsmet Efendinin Hakk’a yürüdüğü tarih tarihinden beri mezkûr dergahın şeyhliğine müridler tarafından intihap olunan zatın tayini usulüne riayet olarak sonradan inhilal eden postnişinliğe de icap eden usul üzere Fatih muciz dersiamlarından fetvahanede “Muhitu’l-Fetva Hey’eti” reisi Ali Haydar Efendi intihab (seçilmiş) olunmuşken vaki’ olan intihab (seçim) nazarı itibara alınmaksızın diğeri tayin kılındığından bahisle eski usulün muhafazası istidadına dair Hafız Halil Sami imzası ile padişahlık makamına takdim olunan dilekçe Padişah tarafından görüldü. Halidi Tarîkatı’na mensup Meşihat cihetlerinin inhilalinde Meşihat hizmetine tayin olunacakların müridler tarafından intihabı tarîkatların usulü icabında bulunmuş olduğundan, bu şekil vakıf şartına da muvafık olduğu takdirde mezkûr dergâhın şeyhliğinin seçimi durumunda eski usulün değiştirilmesi cihetine gidilmesi muvafık olamayacağı mülahaza buyrularak, yukarıda zikredilen dilekçe tetkik edilerek icap eden durumun ifası zımmında Padişah’ın emri ve fermanı ilave olunarak Şeyhülİslâmlık Makamı’na gönderildi. Bu hususta emir ve ferman, emir sahibi olan Padişah Hazretleri’nindir.

5 Safer 1338/30 Teşrin-i Evvel 1335

(13 Kasım 1919)

Ser-katib-i Hazreti

Şehriyari Ali Fuad”

(Ahmed Açıkgöz,10 Nisan 2005, İnkişaf Dergisi,)

 (Mustafa Hâki kuddise sırruhu’l-azîz Hazretleri 15 Ocak 1920’de Hakk’a yürüyene kadar dergâh Ali Haydar  Efendiye nasip olmamasındaki durumun açıklanması biraz gerekmektedir.)

Hakikatte bu durum cemâl ve celâl mertebesinde olan iki pirin mücadelesidir. Ali Haydar kuddise sırruhu’l-azîz Hazretlerinin Mustafa Haki kuddise sırruhu’l-azîzin Hakk’a yürümesi ile bu makama gelebilmesi “rahmetim gazabımı geçmiştir” sırrının tecellisidir. Çünkü meşrep itibarı ile Ali Haydar  Efendi celâlî idi.

Konu hakkında şu hadiseyi hatırlatalım ki;

“Hz. Osman radiyallahü anh muhâsara edildiği zaman, namaz kıldırma işine Hz. Ebû Hüreyre radiyallahü anhı tayin etti. Bazen Hz. İbnu Abbas radiyallahü anh kıldırıyordu. Sonra, Hz. Osman radiyallahü anh (isyancılara) elçi yollayıp, “benden ne istiyorsunuz?” diye sordu. Onlar:

“Hilâfetten ayrılmanı istiyoruz” dediler. O da:

“Allah Teâlâ’nın bana giydirdiği bir kaftanı çıkarmam” diyerek reddetti.

“Onlar seni öldürecekler!” dediler. O:

“Beni öldürdüğünüz takdirde, ebediyyen birbirinizi sevmeyecek, düşmanla elbirlik savaşamayacaksınız. Göre göre ihtilâfa düşeceksiniz. Ey kavm, bana karşı çıkardığınız şu ihtilâf sakın ola başınıza, sizden öncekilerin maruz kaldığı belâyı dolamasın!” dedi. İhtilâlcilerin tazyikleri artınca, cuma gününe oruçlu olarak girdi. Gün biraz ilerleyince uyudu. Uyanınca:

“Şu anda rüyamda Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi gördüm. Bana: “Akşam yanımızda iftarını yapacaksın” buyurdu” dedi. O gün öldürüldü. Sonra Hz. Ali radiyallahü anh hutbe okumak üzere kalktı. Hamd ü senâdan sonra:

“Ey insanlar, dedi, bana yaklaşın, gözlerinizi, kulaklarınızı dört açın. Şahsen ben ve sizler hepimizin fitnenin içine düşmemizden korkuyorum. Fitne sırasında, hepimize gayret gerekecek.” Devamla dedi ki;

“Allah Teâlâ bu ümmeti iki edeble terbiye etti: Kitap ve Sünnet. Bunların (tatbiki hususunda), sultan nezdinde gevşeklik olamaz. Öyle ise, Allah Teâlâ’dan korkun, aranızdaki meseleleri halledin.”

Hz. Ali radiyallahü anh bunları söyleyip minberden indi ve beytü’l-maldan arta kalan servete yönelerek Müslümanlar arasında taksim etti.” (Kütüb-ü Sitte)

Tekkenin tekrar el değiştirmesinde çıkan büyük yangın ise, aradaki kırgınlığın, “benim ölüm çıkar” kelamının hakikate çıkması ve yukarıda zikredilen Hz. Osman radiyallahü anhın hali Mustafa Haki kuddise sırruhu’l-azîzin haklılık payını yükseltmektedir.

Mustafa Hakî kuddise sırruhu’l-azîzin Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin devlet tarafından verilen hilafeti terk etmeme emri üzerine hareket etmesi ve Tokat İli’ne gitmekten men edilmesi ile bu tekkedeki misafirliği vukua gelmiştir. Yoksa O’nun bu şekilde bir dileği olmadığı ihvanca meşhurdur. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin ve Meşihat Makamının verdiği bir karar karşısında tekke ihvanların siyasî karar gibi davranmaları ve kendi seçtiklerini şeyh kabul etmeleri de şeyh seçme işinin zahire yöneldiğini gösterir. Çünkü Ulü’l emre itaat etmekte ayrı bir farzdır. 

 Neticede ateş eksiklikleri tamamlamış, kırgınlığa sebep olan maddeyi yâni tekkeyi ve çevresini bertaraf etmiştir. Ali Haydar Efendi Hazretlerinin tekkeyi fazla istemesinden dolayı Allah Teâlâ yenisi ile vermiştir. Fakat sonra başka bir sıkıntı olarak Cumhuriyet dönemi gelmiş ve tekkeler kapatılmış. Bu konu bu minval üzere nihayet bulmuştur.

Büyükler hakkında gelişi güzel yazı yazanlar Mustafa Haki kuddise sırruhu’l-azîz için gasp ifadesi kullanmaları şeyhlerine olan aşırı sevgiden olsa da bu kelamın hatalı tarafı çoktur. Allah Teâlâ’ya sığınırız. 

 Melek Hafız’ın din kardeşi tarafından bilinmemesi cilve-i ilahinin tecellisi olsa gerektir.

Tokatlı Pirimizin Kabri saadetleri Fatih Cami-i Haziresinde olup, Ahmed Amiş kuddise sırruhu’l-azîz Efendi ile komşudur. Mustafa Haki Efendi Fatih Camii haziresine defin edilmesine izin verilmediği gibi, bir rivayet vardır. Fakat asılsız olması gerekir. Çünkü arşiv kayıtlarında adı geçen yere defin edilmek için devlet izni vardır.[4] Belgelerden 17 Ocak 1920 tarihinde defnine izin verildiği anlaşılmaktadır.

Muhalif olan kişilerin rüyalarında “Buraya Hakî gibi bir er yatacak” denilmiştir. Bu durum Çorumlu Mustafa Rumî kuddise sırruhu’l-azîzin Hz. Osman radiyallâhü anhın ayak ucuna defnedilirken de zuhur etmiştir. Nâşı omuzlarda taşınırken şimdi defin edildiği yere gelince kimse ileriye götürememiş. Orada da sırlanmış.

Oğlu Bahâeddîn Efendi ise, Eczacılık tedrisatını bitirmiş lakin siyasi entrikalar yüzünden Medine-i Münevvere’ye gitmiş ve 27 sene orada ders okutmuştur. Daha sonra Hakk’a yürüyene kadar Şam’da ikamet buyurmuşlardır.




[1] Son Şeyhülislâm Mustafa Sabri Efendi

Devlet-i Âli Osmaniye’nin son devir Şeyhülislâmlarından olan Mustafa Sabri Efendi 1869 yılında Tokat’ta doğmuştur. Aynı zamanda siyasetle de ilgilenen Sabri Efendinin babası Ahmed Efendidir. 12 Mart 1954 tarihinde Miraç gecesinin sabahında Kahire’de ahirete irtihal etmiştir. Allah rahmet eylesin.

[2] Mustafa Hâki kuddise sırruhu Efendi, Babasına ders çekerken

Baba meleklerin hışırtısını duyuyor musun”  babası bir cevap verememiştir. Çorumlu Pir’in ihvanı olan babası Çorumlu Pir’i ziyaretlerinde;

Melek Hafız nasıllar” diye sorunca o günden sonra adı “Melek Hafız” diye kalmıştır.

[3] BOA, Fon Kodu: İ..DUİT, Dosya No:17/1, Gömlek No:60 Hakk’a yürüyüşü ile ilgili belgede meclis âzalığı sıfatının devam etmekte olduğu görülmektedir.

[4]  BOA, Fon Kodu: İ..DUİT, Dosya No:17/1, Gömlek No:60



Videolar İçin Alternatif Link


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar