Print Friendly and PDF

MUSTAFA ÖZEL YAZILARI

 

TÜRK MESELESİ

Sık sık muhatap olduğum sorulardan biri şudur: Musta­fa Özel, sen Ağrı’da doğup *büyüdün; iyi bilirsin, şu Kürt meselesini nasıl hâlledeceğiz? Cevabım son derece kısa oluyor: Azizim, sen de Maraşlı, Ankaralı, Edirneli­sin; iyi bilirsin, şu Türk meselesini nasıl hâlledeceğiz? Pa­zar Postası’nın TOBB raporuyla ilgili soruşturmasına da bu minval üzere cevap verdim. Biraz genişletip dikkatle­rinize sunuyorum.

Bu ülkede esas olarak bir “Kürt” (veya “Laz”, “Çer­kez”...) meselesi yok, bir “Türk” meselesi vardır. Daha doğrusu Türk’ün “ne” olduğunu meşru bir tarzda belirleyememe sıkıntısı çekilmektedir. Ortalıkta çok sayıda kav­ram dolaşmaktadır: Millet, ulus, kavim, halk, ırk, etnik grup, vs. Yirminci asrın ilk çeyreğinde kurulan League of Nations’a “Cemiyet-i Akvam” demeyi uygun görmüştük: “Nation” olsa olsa “kavim” olabilirdi. Sonra siyasî gra­merimiz terakki etti (!). Asrın ortalarında kurulan United Nations’a “Birleşmiş Milletler” dedik. “Nation” bir ka­lem darbesiyle kavim olmaktan çıkıp, millet oldu. Alman, Fransız, Rus kavimleri artık birer millet olduklarına göre, Türk de bir kavim değil milletti artık. Peki Kürtler ve di­ğerleri? Onlara kavim veya halk diyebilirdik. Hatta, her hangi bir isimlendirmeye bile gerek yoktu: Türk milleti­nin mecburi parçaları, dağ veya deniz Türk’ü idiler.

Müslüman bir toplumu, İslâmî olmayan terimlerle isimlendirmek ve o toplumu meydana getiren üyelerin hukukunu (özellikle kültürel haklarını) gayr-ı İslâmî bir tarzda tesbit etmek meşru değildir. Ve meşru olmayan hiç­bir tasarruf uzun ömürlü olamaz. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Kültlerin veya Laziann hiçbir itirazları ol- mamıştı. Osmanlı imparatorluğu’nun geçirdiği büyük, sar­sıntılara rağmen, siyasî gramerleri temelde bozulmamıştı: Müslüman bir “millet”in unsurları idiler ve aralarından bir kavmin (Türklerin) meşru öncülüğünde yeni bir devlet kuruyorlardı. Bu meşruiyetin kaynağı bizzat tarihî tecrübe idi. Kürtler de, diğer bölge kavimleri de sekiz yüzyıla ya­kın bir zamandan beri bu coğrafyada muayyen Türk boy­larının öncülüğünde ve Hıristiyan dünyaya (Dar ül Harb’e) karşı koyan “devletler" kurmuşlardı. İmparatorlu­ğun enkazı üzerinde kuruluyor olsa da, yeni devletin ön­cekilerden temelde farkı yoktu. Yahut hakiki (yani kolo- nizatör olmaya niyeti olmayan) Türk, Kürt ve diğerleri böyle düşünüyorlardı. Misakları bu esasa müstenitti.

Kurulan yeni devletin resmî dili gayet tabii olarak Türk­çe idi ve Meclisinde Kürdistan mebusları, Lazistan me­busları yer alıyordu. Fakat bir süre sonra, kolonizatörler galip geldi. Türk'ün bir kavim değil, “millet" olduğuna “karar verildi”. Üzerinde bütün Müslüman kavimlerin         (yani Anadolu ve Trakya’daki İslam milletinin) ittifak et­miş olduğu 1924 Anayasası’ndaki “Devletin resmî dili Türkçedir” ibaresindeki resmî kelimesi kaldırıldı; “Dev­letin dili Türkçedir” oldu. Herkes Türk olduğuna göre, başka dil de konuşulamazdı.

TOBB anketine cevap veren insanların (özellikle seçil­miş oldukları büyük ihtimal olmasına rağmen) yüzde 97’si kendilerinin “Müslüman" olduğunu açıkça dile ge­tirmişlerdir. Buna rağmen, raporda yapılan yorumlar ve önerilen çözümler arasında İslam'la bağlantılı tek kelime­nin bile edilmiyor olması, problemi ortaya çıkaran güdümlü zihniyetin hakimiyetini devam ettirmekte olduğu­nu göstermektedir. Bu zihniyet sömürgeci güçler tarafın­dan empoze edilmiş, yerli kolonizatörler tarafından uygu­lanmıştır. Raporu hazırlayan ve yayınlayanlar, kolonizatörlerin safında yer alıyorlar. Yani çözümün değil, proble­min parçasıdırlar.

Türk meselesi, kolonizatör zihniyetinin ve kolonizatörlerin bertaraf edilmesiyle hâl yolunu bulabilir ve öyle ya­pılmalıdır. Zira, Avrupa’nın ortasından bir yanda doğuda Çin’e, bir yanda da güneyde Nijerya’ya kadar uzanan ge­niş bir Afro-Avrasya kara kütlesinde “devlet kurma” ira­desine sahip üç büyük insan topluluğundan biridir Türkler (diğerleri Almanlar ile Ruslardır). Bu, bin yıllık bir tarih­sel sürecin ortaya çıkardığı bir gerçektir. Başka kavimler devlet kurmaya ehil değil midirler? Eğer “devlet” ile, bu­günkü dünya sistemi içinde manipüle edilen bir çoğu kar­ton gövdeli ulus-devletleri kasdediyorsanız, o zaman şim­diki gibi 180 devletin değil, belki birkaç bin devletin bile kurulabileceği söylenebilir. Ben devlet ile, belli bir coğ­rafyada harekete geçtiği zaman (ekonomisi, siyasî sistemi ve kültürel yapılarıyla etkin duruma geldiği zaman), sayı­sız topluluğun kendisine katılmayı doğru ve kazançlı bu­lacakları oluşumları kasdediyorum. Bu anlamda bugün yeryüzünde 180 değil, belki bir düzine kadar devlet var­dır. Türkiye, “Türk ulusçuluğu” ideolojisiyle, böyle bir hakiki devlet olma imkânından vazgeçmekte, daha doğru­su vazgeçirilmektedir. Kürt meselesi, bu vazgeçiş senar­yosunun bir perdesinden ibarettir.

DEVAMI İÇİN BAKINIZ

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar