FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN ON ALTINCI KISMI
Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
YİRMİ
İKİNCİ BÖLÜM
Menziller Menzilinin
Bilinmesi ve Bütün Kevnî İlimlerin Sınıflandırılması
Göksel
nefislerin sözlerine hayret Menziller menzillerde sirayet edicidir.
Düşükten yükseklere
yükseliş nasıl gerçekleşebilir,
Müteal mertebenin
zorlaması olmadan!
Miraç olurken parçalara ayrışma sanatı
vardır Sırlara ve göksel durumlara olan miraçta.
Nefsin dönüşünde ise parçaların birleşme
sanatı Varlığın yücesiyle değersizliğin karanlıklarına olan dönüşte.
Allah Teâlâ sana yardım etsin, bilmelisin
ki: Allah Teâlâ’ya nispet edilen ilim, çalışmayla elde edilmiş ve kazanılmış
ilim olmadığı için, çokluk ve sıralamayı kabul etmez. Allah Teâlâ’nın ilmi,
O’na nispet edilen diğer nitelikler ve isimlendirildiği isimler gibi, ‘zatının
aym’dır. Allah Teâlâ’nın dışındakilerin ilimleri ise ister verilmiş ister
çalışma ile elde edilmiş ilimler olsun, sınırlı ve düzenlenmiş ilimler
olmalıdır. Bütün ilimler, zikredeceğimiz bu sıralamanın dışında değildir. Bu
sıralama, önce tekilin, sonra bileşimin, sonra bileşiğin bilinmesidir. Dördüncü
bir şey yoktur. Bileşimi kabul etmeyen tekillerden ise, insan onu teldi olarak
bilir. Diğerleri de böyledir. Çünkü bilinen her şey, ya tekil ya da
bileşiktir. Bileşik, zorunlu olarak bileşimin bilgisinin önce gelmesini
gerektirir. Bu durumda bileşiğin bilinmesi gerçekleşir.
Böylece bütün kevnî ilimlerin sıralanışını
öğrendin. Şimdi de, bu menzildeki mertebelerin sayısını açıklayalım. Bunlar
sayıca çoktur. Biz burada kendi yöntemimizin belirginleştiği ve ayrıştığı
konuyla ilgili olanları zikretmekle yetineceğiz. Yoksa başka mezhep ve yöntem
mensuplarıyla aramızda ortaklık bulunan mertebeleri zikretmeyeceğiz. Bunların
hepsi, on dokuz ana mertebedir ki, bir kısmı alt kısımlara ayrışır, bir kısmı
ayrışmaz. Şimdi bu mertebelerin isimlerini zikredelim ve onlara menziller (konaklar) adını verelim. Çünkü ilahi
mertebede bize böyle öğretildi. Edebe uymak lazım!
Şimdi, bu menzillerin lakaplarını,
mensuplarının ve onlara ulaşan kutupların özelliklerini, hallerini ve bu
hallerden her birinin özelliğini zikredelim. Ardından, Allah Teâlâ izin
verirse, on dokuz sınıftan her birini zikredeceğiz ve onların içerdiği ana
menzilleri belirteceğiz. Menzillerin hepsini zikretmeyeceğiz. Çünkü öyle
menziller vardır ki, yüce nurları gösteren yüzden fazla delalet ve belirti
menzili içerir; gizli sırları ve yüce nitelikleri içeren binden az veya çok
gaye menzillerini içeren menzil vardır. Sonra, zikrettiklerimizi eskisiyle ve
yenisiyle mevcudarın menzillerinin sayısına benzeyen şeylerle zikredeceğiz.
Ardından, bu menzilin anlamlarının bir kısmıyla ilgili şeyleri -Allah Teâlâ
izin verirseözetle ve yaklaşık olarak zikredeceğiz.
(Menziller)
Bu menziller şunlardır: Keşif ve fetih
sahiplerine ait övme ve methetme menzilleri; hakikat ve mecaz ehline ait remiz ve simge (lugaz) menzilleri; işaret ve uzaklık ehline ait dua menzilleri; hal ve kavuşma ehline ait fiiller menzilleri; ima ve fısıltı ehline ait başlangıç menzilleri; bakılan şeyleri yönlendirme
ve hüküm çıkarma ehline ait tenzih menzilleri; İlahi huylarla ahlâklanan
gariplere ait olan yakınlık menzilleri; (Hakkın zatının) haşmetinden
dolayı burka takanlara ait umut menzilleri; hareket ehline ait bereketler menzilleri; ruhanilerden tedbir ehline
ait yeminler menzilleri, zevk ehline ait dehr menzilleri, gözle görme ehline ait zat menzilleri; ilahi huylarla ahlâklanmakla
meydana gelen sarılma ehline ve bilinmeyen sır ehline ait Lam ve Elif menzilleri; doğal ve ruhsal kimyayı
bilenlere ait takrir menzili; Hakkın yaratıklarından
sakındığı-kendinden geçmiş kimselere ait Oluşların yok oluş menzilleri; odalar ehlinden eman
sahiplerine ait ülfet menzilleri; en şerefli Arş’ın direğine
sarılmış kimselere ait tehdit
(vaîd) menzilleri; mahrem
sırlar ehline ait haber
öğrenme menzilleri;
Hakk’ın kendilerindeki sırrın bilincine varmışlara ait emir menzilleri.
Söz konusu menzil sahiplerinin
niteliklerine gelince, övgü ehlinin özelliği ihtişam ve büyüklüktür. Remiz
ehlinin özelliği, itirazdan kurtulmaktır. İlahi huylarla ahlâklanan kimselerin
niteliği, ilahi huylarla ahlâklarıma nedeniyle kendilerinden geçmektir. Hal ve
kavuşma ehlinin özelliği, hakikate ulaşmış olmaktır. İşaret ehlinin özelliği,
tebliğde hayrettir. Hüküm çıkarrrıa ehlinin özelliği ise, yanılmak veya isabet
etmektir. Onlar, korunmuş kimseler değildir. Gariplere gelince, kırılganlık
onlara aittir. Burka takanların özelliği, korkmaktır. Hareket ehli, sebepleri
görür. Yönetenlerin özelliği, düşünmektir. Temkin ehli, hadleri bilir.
Müşahede ehlinin özelliği, inkâr etmektir. Gizleyenler ise, kurtuluşa erer.
Bilgi sahipleri, bilinen hakkında hüküm verme hakkına sahiptir. Örtülüler,
örtünün kalkmasını belder. Eman sahipleri, tuzağa düşmekten korku içindedir.
Ayakta duranların özelliği, oturmaya sahip olmaktır. İlham ehli, hükümran
olmak özelliğine sahiptir. Tahkik ehlinin ise üç elbisesi vardır: iman, küfür
ve nifak.
Söz konusu kimselerin hallerinin
zikredilmesine gelince, bilmelisin ki: Allah Teâlâ, konaklayan için menzilleri
hazırlamış; düşünen için düşünülen şeyleri yaratmış, yolcu için merhaleleri
belirlemiş, bilen için belirtileri yüceltmiş, bölen için kısımları ayırmış,
koruyan için korunan şeyleri açıklamış, ayakta olan için direkleri yükseltmiş,
gözleyen için gözlem araçlarını düzenlemiş, binen için binekleri amade kılmış,
giden için yolları yaklaştırmış, öven için övgüleri dizmiş, yönelen için maksatları
kolaylaştırmış, arif için marifetleri yaratmış, duran için duraldan tespit
etmiş, yürüyen için yolları göstermiş, ibadet eden için tarzları, müşahede eden
için ise müşahede yerlerini, dinlenen için istirahat yerlerini belirlemiştir.
Onların Hallerinin Zikredilmesi
Zira Allah Teâlâ konaklayanı güç yetiren,
akıllıyı düşünen, bileni müşahede eden, böleni direnen, korunanı yardım eden,
oturanı arif, gözleyeni duran, bineni taşınan, gideni nedenli, öveni Mutlu,
yöneleni makbul, arifi övülen, duranı suskun, sâliki reddedilen; ibadet edeni
mabud, tanığı hüküm veren, uyuyanı salim yapmıştır.
Böylece, bu on dokuz sınıfın hallerindeki
niteliklerini zikretmiş olduk. Şimdi, her sınıfın içerdiği ana menzilleri
(konakları) zikredelim. Ana menzillerden her biri, dört sınıf içindir. Birinci
sınıf, delalet menzilleri; ikinci sınıf, tanım menzilleri; üçüncü sınıf,
seçkinlerin menzilleri; dördüncü sınıf ise, sır menzilleri diye
isimlendirilir. Menzillerin çokluğu kısıtlanamaz. Biz şimdilik on dokuzunu
zikretmekle yetiniyoruz ve içermiş olduldarı ana menzillerin sayılarını
zikredeceğiz.
Övgü Menzili
Söz konusu menzillerin birincisi, övgü
menzilidir. Açma, yani iki sırrın açılma menzili ona aittir
ve o ille anahtarların menzilidir. Bu konuda gaybın anahtarları diye
isimlendirdiğimiz bir bölümümüz vardır. Ayrıca bu menzil, sırlar menzili,
berzah âlemindeki ruhların amade kılınması menzili, yüce ruhlar menzilini
içerir.
• Bu meyanda birkaç mısraımız vardır:
Övgü ve gururlanma
menzilleri Bir sonu olmayan menzillerdir.
Kavmin meddahları yeryüzünde Yükseklikte
bir övgü aramazlar
Nefsini cihada alıştıran kimse Suların
en tatlısından kanar
Kölenin, efendisinin nitelikleriyle
nitelenmesi, onun adına bir övgü değildir. Böyle bir davranış, saygısızlıktır.
Efendinin de tevazu gereği kölenin nitelikleriyle nitelenmesi övünülecek bir
davranış değildir. Efendi, kimse ona hükmedemeyeceği için, tenezzül edebilir.
Efendinin kölenin' niteliklerine inmesi, onu rahadatmak için köleye dönük bir
ihsanıdır. Çünkü efendinin kölenin kalbindeki haşmeti, kendisine tenezzül
etmediği sürede, ona yaklaşmayacak kadar yücedir. Köle ise, ne efendisinin
huzurunda ne de -Allah Teâlâ kendisini onlarm üzerine yönetici yapsa
bilekardeşleri mesabesindeki diğer kölelerin katında efendisinin nitelikleriyle
nitelenemez. Bu son duruma örnek olarak Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
şöyle buyurmuştur: ‘Ben Ademoğlunun efendisiyim, iftihar etmem!’ Allah Teâlâ da
şöyle buyurmuştur: ‘işte
burası ahiret yurdudur. Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve
bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere veririz.*43 Yani o kişiyi buna sahip yaparız. Çünkü
yeryüzünü Allah Teâlâ zelil yapmış, dolayısıyla kul da zelildir ve zillet yükseldiği
gerektirmez. Kendi kıymetini ve kadrini aşan kimse yok olur. Şöyle denilir:
‘Kadrini bilen yok olmaz.’
Şiirde geçen ‘Bir sonu olmayan’ ifadesine gelince; kulun, Allah Teâlâ’ya
kulluğunda kendisine ulaşıp rab olarak geri döneceği bir son bulunmadığı gibi
Rabbin kendisine ulaşıp kul olarak geri döneceği bir sınır yoktur. O halde Rab
sonsuza kadar rab, kul da sonsuza kadar kuldur. Bu nedenle şair ‘Topraktaki
(serâ) kavmin övgüleri’ demiştir. Serâ, toprağın en hor tarafıdır.
‘Suyun tadını ancak susamış bilir’ şu
anlama gelir: Kulluk ile nitelenmenin hazzını, rablik özelliğiyle nitelenip
acıları ve yaratıkların kendisine muhtaçlığını tadan kimse bilebilir. Örnek
olarak, Allah Teâlâ’dan kulların maddi rızıklarını kendi vasıtasıyla vermesini
isteyen Süleyman Peygamber’i verebiliriz. Bu dua üzerine Allah Teâlâ onun
yanında bulunan besinleri toplamış ve denizden gıdasını isteyen bir canlı
çıkmış. Süleyman ona şöyle demiş:
-‘Şundan her gün için yiyeceğin kadar al!’
Hayvan bitinceye kadar jonu yemiş ve Süleyman’a
dönüp şöyle demiş:
-‘Daha fazla ver! Rızkımı tamamlamadın. Allah
Teâlâ bana her gün bu kadarını on kez veriyor. Benim dışımdaki hayvanlar ise,
benden büyülenir ve onlarm daha çok rızka ihtiyaçları vardır.
Bunun üzerine Süleyman Peygamber, Allah Teâlâ’ya
tövbe etmiş ve yaratana layık olan bir şeyin kulun gücünde olamayacağını
anlamıştır. Çünkü o Allah Teâlâ’dan ‘başka hiç kimsenin sahip olmayacağı bir
mülk’ istemiş, bu durumu gördüğünde ise, isteğinden dolayı utanmıştır.
Rızıklarını isteyen hayvanlar her taraftan gelip onun başına üşüşmüş, bu
istekler karşısında Süleyman daralmıştı. Allah Teâlâ duasını kabul edip yerine
getirdiğinde ise değeri takdir edilemeyecek bir haz duymuştur.
Allah Teâlâ seni başarıya erdirsin, bilmelisin ki: remizler
menzili, bir menzil olsa bile, çeşidi menzilleri içerir, içerdiği menzillerden
biri, birlik menzilidir. Diğerleri; ille Akıl menzili, en büyük Arş, yankı
menzili, Amâ’dan Arş’a gelmek menzili, temessül ilmi menzili, kalpler menzili,
perde menzili, şifahî yerleşme menzili, her şeye nüfûz eden ulûhiyet, kahinlere
yardım menzili, Dehr, sebatı olmayan ve kimsenin de kendisinde sebat
gösteremediği menziller, berzah menzilleri, ilahi menziller, artış menzili,
gayret menzili, bulma ve kaybetme menzili, gayret menzili, kuşkuları kaldırma
menzili, gizlenmiş cömertlik menzili, kahır menzili, tutulma menzili, geniş
yer menzili. -
Tunus’tayken bu menzile girdiğimde, benden
bir feryat koptu. Böyle bir feryadın benden çıktığının farkında değildim ve onu
duyan herkes bayılıp düştü. Evin üstünde bulunan ve bizi gören komşu kadınlar
da bayıldı. Bir kısmı, yükseldiğine rağmen evin üstünden avluya düştü, fakat
bir sakatlanma olmadı. İlk aydan, bendim. İmamın arkasında namazdaydık. Bu
esnada herkesin bayıldığını gördüm. Bir müddet sonra ayıldıklarında
kendilerine sordum?
-Ne oldu size böyle?
Cevap verdiler: ,
-Sen nasılsın? Öyle bir çığlık attın ki,
cemaatte gördüğün etki meydana geldi!
Şöyle cevap verdim:
-Vallahibağırdığımın farkında bile
değildim!
Remizler menzilinin içermiş olduğu
hususlardan biri de, garip olaylar, ilahi hikmetier ve istidat ve ziynet
menzilidir. Ayrıca, Allah Teâlâ’nın kendisiyle göksel melekleri ayakta tuttuğu
sebep, zikir ve olumsuzlama menzili de remizler menzili içindedir. Bu menziller
hakkında şu mısraları yazdık:
Varlıkta oluş
menzilleri .
Hepsi remiz olan
menzillerdir .
Onlarda
akıllara ait menziller
Hepsi
'caizdir’ şeklindeki kanıtlardır
Gerçeği
arayanlar bu niyetle yöneldiklerinde
Bir şey
elde etmeye, karşılığını alırlar
Ey, var olanların
köleleri! Alınız!
Sizi
arayışa sevk eden bu şeyi ve sonra ayrılınız!
Remiz ve simgeler, lafzın zahirinin, söyleyenin amaçlamadığı
bir anlamı verdiği her sözdür. İşte varlıkta âlemin yeri de böyledir. Allah
Teâlâ, onu âlemin kendisi için yaratmamış, Allah Teâlâ için yaratmıştır.
Hâlbuki âlem, yaratılmış olduğunun dışındaki bir gayeyle ilgilenmiş, Yaratan’ın
maksadına' aykırı davranmıştır. Bu nedenle, diğerlerinden hal bakımından daha
iyi durumdaki bir grup âlim şöyle der: ‘Allah Teâlâ, bizi bizim için yaratmıştır.’
Muhakkik ve kul olan ise böyle söylemez, aksine şöyle der: ‘Allah Teâlâ bizi
bize bir ihtiyaç duymadan kendisi için yarattı. Dolayısıyla ben, Rabbimin
simgesi ve remziyim!’ Simgelerin göstergelerini bilen kişi, söylemek
istediğimizi anlar.
Şairin ‘Gerçeği arayanlar bu niyerie
yöneldiklerinde, bir şey elde etmeye; karşılığını alırlar’ ifadesine gelince:
‘Karşılığını alırlar’, ‘cezalandırma’dan gelir. Şöyle demek ister: Allah Teâlâ’yı
bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah Teâlâ’dan
aradığından başka bir şeyi elde edemez. Şairin ‘Ey oluşun kulları’ ifadesi şu
anlama gelir: Allah Teâlâ’ya herhangi bir şey nedeniyle ibadet eden kişinin
taptığı ve rabbi, söz konusu şeydir. Allah Teâlâ onun taptığı şeyden uzaktır ve
o taptığına aittir. Şairin ‘alınız’ demesi, ‘kendisi uğruna geldiğiniz şeyi
alınız’ demektir. ‘Ayrılınız’, yani ‘bizden ayrılınız’. Çünkü siz ne bize, ne
de bizim sebebimizle geldiniz!
Dua Menzili
Bu menzil, bir takım
menzilleri içerir. Bunlardan biri, benzerle ünsiyet etmek menzilidir. Ayrıca,
beslenme menzili; Meleke, Taif ve perdeler menzili, kusurlar ve denenme
menzili, toplanma, ayrılma ve engelleme menzili, takdis menzili, gelişenler
menzili bu menzilin içindedir. Bu menzil hakkında şu dizeleri söyledim: .
Rahman’m hitabı için
sende menziller vardır
Hakkın şendeki
hitabına karşılık ver, ey falanca!
Elçiler avuçlarını
sana yükseltir
Sen hediye istersin,
isteyen ise hüsrana uğramaz
Sen delilin
üstünlüğünü belirttiği kimsenin
. Bu konuda kanıt ve
tanıklarımız da var
Sen o hakikate tahsis
edilmeseydin, gururlanmazdı
Yanlarına yüksek
inişinle menziller.
Hakkın kullarına nidası, Hakk’ın
isimlerinden birini talep eden elçilerin dilidir. Nida edilen kul, o esnada
söz konusu ismin otoritesi altındadır. Şiirdeki elçiler, yaratıkların sırlarıdır. Onlar,
ellerinde bulundukları isimlere avuçlarını açar; İstenilen, daima isimler
üzerinde otorite sahibi olan isimlerdir. Örnek olarak el-Habîr, el-Hasîb,
el-Muhsî, elMufaddıl gibi isimlere karşı önceliği olan el-Alîm ismini
verebiliriz. Bu nedenle şair şöyle demiş: ‘Sen, delilin üstünlüğünü belirttiği
kimsesin.’ Bu isme özgü hakikat, mertebe bakımından altında bulunan ilahi isimleri
içermiş olmaktır. Çünkü el-Kadîr, el-Mürîd isminden mertebe bakımından daha
aşağı olduğu gibi el-Alîm de el-Mürîd isminden üstündür. el-Hayy ismi ise,
hepsinden üstündür. el-Câmi isminin içerdiği menziller (isimler), o ismin
istelderine olumlu cevap vererek kendilerine inmesinden övünç duyarlar. '
Fiiller Menzili
Bu menzil, çeşidi menzilleri içerir. Bazıları şunlardır:
Fazilet ve ilham menzili, ruhsal İsrâ menzili, lütuf menzili, yok oluş
menzili. Bu menziller hakkında şu dizeleri söyledim:
Fiil menzillerinin
parlayan bir şimşeği vardır
Rüzgârları bulutları
harekete geçirir
Okları ise âlemlere nüfuz eder Kılıçları
tüm var olanlarda kesicidir
Gerçek izzete işini aktarmıştır
Artık göz görür, anlamak güçtür
İnsanlar kulların fiilleri hakkında ikiye
ayrılır: Bir kısmı, fiillerin kullardan, bir kısmı ise, Allah Teâlâ’dan
olduğunu görür. Herkes, kendi düşüncesine inanmakla birlikte, parlayan bir
şimşek kendilerine görünür. Bu şimşek, fiilin kendisinden düşürüldüğü kimsenin
fiile belirli bir nispeti olduğunu bildirir. Her grubun fiilin kendisine
nispet edilmediği kimseyle arasına giren bir bulutu vardır. ‘Rüzgârları’
ifadesine gelince, rüzgârlar güçlüdür. Başka bir ifadeyle, her grubun fiilleri
nispet etme hakkında -kime nispet etmişlersegetirdiği sebep ve kanıdar,
kendisine göre güçlüdür. Şair, her grubun oklarını ‘kendilerine inananların gönüllerine
nüfuz edici’ olmakla nitelemiştir. Aynı şekilde, her grubun kılıçları, kendi düşüncelerine inanan insanların
arasında keskindir.
‘Gerçek izzete işini aktarmıştır’ ifadesi
ise, her grubun kanıtlarının karşıt grubun etkisini bertaraf edecek ‘engelleyici
bir koru’ ile sakınılmış olması demektir. Böylece herkes, Allah Teâlâ’nın
kendisi hakkındaki iradesine göre kalır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Her ümmete amelini süsledik:44 ‘Göz görür’ ifadesine gelince, duyu
fiilin kula ait olduğuna tanıklık eder, insan, fiilde kendi seçiminin
bulunduğunu görmelde kendi deneyiminden bunu bilir. ‘Anlamak zordur’, başka
bir anlatımla, fiilin duyunun bildirdiğinden başkasına nispeti güçtür. Şu var
ki, onda ‘parlayan bir şimşek’ bulunmalıdır. Bu şimşek, fiilin kendisinden
düşüldüğü kimsenin söz konusu fiille inkâr edilemeyecek bir nispeti olduğunu
gösterir.
Başlangıç Menzili
Başlangıç menzili, çeşidi menzilleri
içerir: sertlik ve heybeder menzili, tenezzül menzili, ilahi birliği bilme
menzili, yüce rahmet (rahamût) menzili, Hakk ve korku menzili. Bu menzil
hakkında şu dizeleri söyledim:
Başlangıcın tanık ve delilleri vardır Binekler
yola çıkınca, konaklama yerleri onundur
Hükmü hadiseleri içerir
Kerim ve fail Allah Teâlâ ona yardım
eder
Kendisiyle ilahı arasında bulunan yegâne
nispet ilişme ve meydana gelmiş varlıktır
Bir cahilin şöyle demesine kulak verme
‘Varlığın dayanağı hakikatler ve
batıllardır’ (yokluk)
Varlığın dayanağı görünen hakikatlerdir
Varlığın dışındaki ise, sadece imkansız batıldır
Varolanların başlangıcının kimi tanıkları
vardır. Bu tanıklar, onların kendi başlarına var olmadığını gösterir, ikinci
mısradaki ‘onundur’ zamiri, başlangıç kelimesine döner. ‘Binekler yola çılanca’
ifadesi şuna işaret eder: Var olanların nereden geldiğini tümevarımsal olarak
incelediğinde, var edenin katından (geldiklerini) görürsün. Bu nedenle ‘beka’
(kalıcılık), O’na özgüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ katındaki bakîdir.’45 Onun mertebesine ulaştığında ise,
bulunduğu konumünu -çünkü o kendisi nedeniyle var olmamıştırkendisinden
öğrenirsin. Bu menzil, ‘O
ilktir’ (el-Evvel)46 ayetinde geçen ‘Hakkın İlk Oluşu’dur. Bu
‘ilk oluş’tan oluşun başlangıcı meydana çıkmış, bütün yaratılmışlar O’ndan
yardım istemiştir. O, yaratıklarda hükümran olduğu gibi onlar da O’nun hükmüne
göre yürür. Nispetleri O’ndan düşülmüştür. Çünkü Hakk’ın ille olması, kulun ilk
oluşuna yardım ettiği halde âlemin ille oluşunun bir şeye yardımı söz konusu
değildir. Şu halde ‘inayetten başka nispet, hükümden başka sebep, ezelden başka
vakit yoktur. Kavmin yolu budur. ‘Kalan ise,’ yani bu üç sınıfın altına
girmeyen ise, körlük ve karıştırmadan ibarettir. .
Mehâsinü’l-Mecâliskitabının yazarı bunu böyle belirtmiştir.
‘Varlığın dayanağı, hakikatler ve
batıllardır’ iddiasına gelince, bu doğru değildir. Çünkü batıl, yolduk
demektir. Başka bir açıdan ise bu ifade doğrudur. Çünkü kazanılmış varlık, yok
hükmündedir. Gerçek Varlık ise varlığının kaynağı kendisi olandır. Var olan her
yokluk, kendisi değil başkasından dolayı nitelendiği bir varlıktan var olmuştur.
Varlılc kazanan ise, bizzat varlıktır. İmkânsız-batıl ise, ne kendisinden
dolayı ne de başkasından dolayı varlığı olmayandır.
Bu menzil çeşitli menzilleri içerir: Şükür
menzili, ümitsizlik menzili, yayılma menzili, yardım ve toplanma menzili,
kazanma, hüsran ve başkalaşmalar menzili bunların bir kısmıdır. Bu menzil
haldcında da birkaç mısraımız vardır.
Tenzih ve takdis menzillerinin Hükmü
söylenen akledilir bir sırrı vardır
Hükmü tenzih yapana dönen bir bilgidir o
Kutsiyet firdevs’i, bahçesi ise meydana çıkmıştır
Apaçık Hakkı tenzih
eden kimse
Meramı saptırma olsa
da, söylediği mümkün olandır
Gerçekte tenzih edilen, özü gereği nezîh
olandır. Sıdece, tenzihin konusunun hakkında mümkün olduğu kimse, tenzih
yapabilir ki o da, yaratılmıştır. Bu nedenle tenzih, tenzihi yapana döner. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘İşte bunlar size dönecek
amellerinizdir.’ Kimin ameli tenzih ise, kendisine tenzih (ameli) döner ve
böylece onun idrak mahalli, Hakka yaraşmayan bir şeye inanmaktan uzaklaşmış
olur. Bu noktada biri, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü yüceltmek için, ‘sübhanî', (kendimi tenzih ederim) demiştir. Bunun
için şair şöyle der: ‘Bahçesi meydana çıkmıştır.’ Bu durum, tenzihin
Yaratıcısını tenzih eden kulun mahalline inmesinden ibarettir. ‘Allah Teâlâ
hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.’
Bu menzil iki menzil içerir. Alışkanlıkların aşılması
menzili ve kürtün, ‘ol’ sözünün birliği menzili. Bu menzil
haldcında şu mısraları söyledim:
Yaklaşma menzillerinin bilinen bir şartı
vardır Onlar var olanlar üzerinde hükümrandır -
Kıyamet şartı gelip o günün hâkimi
tecelli ettiğinde Varlık boyun eğer ve hizmet eder
Heyhat! Nefisler
meyvelerini devşiremez.
Sadece, bedende iken
bir şey yapanlar devşirir
Yakınlaşmak, yaratıkların niteliklerinden
biridir. Onlar, yaklaşma ve zıddına konu olabilir. Hakk, kendisini yaklaşan
olmakla nitelese de, çok yakındır. Kelimenin mastarı, takrib ve takarrub
(yaklaştırma, yakınlaşma) şeklindedir. Şair ‘bilinen bir şartı vardır’ -ki o
etkilenmedirderken, şunu demek ister: İş, genel olarak ancak ahirette bilinir
ve ortaya çıkar. Diğer mısrada şöyle demiştir: Nefisler ancak dünya hayatında
ettikleri iyilik veya kötülüğü devşirir. Şu halde onların Hakka yaklaşması-,
amellerinden meydana gelir. ‘Kim zerre kadar iyilik yaparsa, onu görür,
kim zerre miktarı kötülük işlerse onu görür.’47
Umut Menzili
Bu menzil, iki menzil
içerir: İlahi yol menzili ve duyma menzili. Bu konuda şu mısraları söyledim:
Umut için apaçık
menziller ortaya çıkmıştır.
Meyveleri yaklaşan kimsenin
eline sarkmış .
Yakınlık dallarından
meyvelerini derle
Sakın sıradan
dallardan bir şey derleme
Zinhar, onlar seni
itidalden çıkarmasın
Orta yolu takip et,
hakikatleri apaçık görürsün
(Şair) şöyle der: İnsanın umduğu şey,
ortaya çıkmıştır. Çünkü insan, ancak içinde bir şekilde ortaya çıkmış şeyi
umabilir. Söz konusu şey, Hakk edenin gaybmdan bâtınına çıkmış, sonra, onun
şehadet âleminde ortaya çıkması umulur. Bu durumda, elde etmeye daha da yaklaşır.
Bu durum şu sözle dile getirilmiştir: ‘Meyveleri sarkmış halde,4\ başka bir ifadeyle, toplayanın eline
yakındır. Şair şöyle der: ‘İtidal yolunu tut, ondan sapma.’ İtidal, kendi
hakikatine bağlanman demektir. Ve sen, kibirliler gibi o yoldan çıkmamalısın.
İki yol arasında bir berzah olan kimse, her ikisini birden gözedeyebilir. Bu
ikisinden birine yönelen ise, diğerinden habersizdir.
Bereketler Menzili
Bereketler menzili, iki menzil içerir. Toplama ve ayırma
menzili, berzahtaki-hasımlık menzili. Burası, mülk ve kahır menzilidir. Onun
hakkında şu mısraları söyledim:
Bereketler menzilinin
parlayan bir nuru vardır
Kalplerin
tohumlarıyla umut ona aittir
Onlarda müşahede
etmek isteyen herkes için artış vardır
Onlar
nedeniyle varlığın kendisini öğrenir
Bir
hikmeti talep edenin sırrı erdiğinde '
Bereketler hakikatlerine; matla’ (doğum
yeri, ayn-ı sabite) istisna olur.
O halde hamd Allah
Teâlâ’yadır, O Allah Teâlâ ki,
A'yânı (sâbiteleri)
O’nun varlığa getirişinde görülen ve duyulandır
Berekeder, artmadır ve onlar, şükrün
sonuçlarındandır. Hakk, yerine getirelim diye bize farz kıldığı amelleri daha
çok yapmamız için kendisini eş-Şâlcir ve eş-Şekûr diye isimlendirdi. Hakk da
şükrümüzün karşılığında nimederini arttırır. Dolayısıyla herkes artışı gözler.
Şair şöyle der: Hikmetieri isteyen,
(nimette) artışı görünce, artışın o türden olması için, kimsenin kendisine
ortak olmamasına gayret ettiği bir takım durumlara sahiptir. Bu makam sahibinin
hali, talep ettiği hali gözetmektir.
Bu menzil, çeşidi menzilleri içerir: Bunların arasmda
Rahman isminden gelen şifahî hitap menzili, ruhsal yeminler menzili, işareder
menzili, ışığın düştüğü yer menzili, şairlerin menzili, ruhsal mertebeler
menzili, tümel nefs menzili, kutup menzili, nurların gayb âlemine yayılması
menziü, nefs-i nâtıkanın (düşünen nefs) mertebelerinin menzilleri, yolların
ayrışması menzili, dosduk menzili, ilham ilimleri menzili, hayvani nefisler
menzili, ikindi namazı menzili bulunur.
Bu konuda şu mısraları söyledim:
Yeminler menzilleri genişliktedir
Hükümleri ise yeryüzü âleminde bulunur
Mutluların felekleriyle akar Sünneti ve
farzı yerine getiren üzerinde
Onların ilmi hakikatleri üzerinde
durmaktır Hükümleri ise uzunluk ve genişliktedir '
Yemin,
töhmetin bir sonucudur. Hakk, kendisinin bulunduğu duruma göre değil, onların
bulunduğu durum bakımından yaratıklarına muamele eder. Bu nedenle Hakk
meleklerine karşı yemin etmemiştir. Çünkü onlar, töhmet âleminden değildir.
Hiçbir yaratılmışın başka bir yaratılmış adına yemin etmesi söz konusu
değildir. Bizim görüşümüz budur. Bir yaratılmış adına yemin edilirse, bize
göre, böyle biri isyankârdır ve yemini bozduğunda kefaret borcu yoktur. Böyle
bir insanın yapacağı,tek şey, yaptığı işten tövbe etmektir, başka bir şey
değil.
Allah
Teâlâ, yemin ettiğinde sadece kendisi üzerine yemin etmiş, bu meyanda
yaratıkları zikretmiş ve ismi hazf etmiştir. Yüce Kur’an’da çeşitli yerlerde
ismi ortaya koyması, buna delildir. Söz gelişi şöyle der: ‘Göğün ve yerin
rabbine yemin olsun ki!’49
‘Doğuların ve batıların
rabbine yemin olsun/’50
Böylece bu ismin açıkça zileredilmediği çeşitli yerlerde Haklc’ın dilediği bir
şey nedeniyle ismin gizlendiğini bildirir. Gizlemesinin nedenini ise, sadece
Hakkın bildirmiş olduğu peygamber ve ilham alan veli bilebilir. Çünkü yemin,
üzerine yemin edilen şeyin yüceliğine kanıttır.
|
Allah
Teâlâ yeminde görülen ve görülmeyen şeyleri zikretmiş, böylece yülcselc-düşülc
razı olunan-öfkelenilen, sevilen-kızılan, mümin-leâfır, var olan-olmayan her
şey bu yemine katılmıştır. Yeminlerin menzillerini, sadece gayb âlemini bilen
kişi öğrenebilir ve böylece ilahi ismin yeminde gizli olduğunu güçlü bir zanla
kabul eder. Kuşkusuz gayb âleminin uzunluk, şehadet âleminin ise genişlik
olduğunu sana bildirmiştik.
Zât Menzili
Bu
da, çeşitli menziller içerir: Peygamberler içinden
Süleyman Peygamber’in menzili, tam örtme menzili, yaratıkların farklılığı
menzili, ruh menzili ve ilimler menzili. Bu menziller hakkında şu dizeleri
söyledim:
Mukaddes ve müşahede
edilir zât’ın
Varlığının adamlar
nezdinde menzilleri vardır
Suret olarak tecelli
edince, var olanları siler
Belirtileri birbirine
göre üstün olan bir sürede
Sana sende gösterir,
nitelikleriyle varlığını
Perdelerin ardında,
seni kuşatan varlığını
Tenzih
nitelikleriyle nitelenmiş ilahi hakikat görüldüğünde, kendisinden başka her
varlığı yok eder. Bununla birlikte, hallerine göre tek bir şahısta ya da
hallerinin farklılığı nedeniyle farklı şahıslarda O’nu müşahede, derece
derecedir. Bunun nedeni, hakikatin şunu gerektirmesidir: içimizden herhangi
bir müşahede sahibi ancak kendi nefsini müşahede ettiği gibi her hakikat de
bizden ancak kendisini müşahede eder. Dolayısıyla her hakikat diğeri için bir
aynadır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Mümin, mümin
kardeşinin aynasıdır.’ Allah Teâlâ ise, şöyle buyurur:‘O’nun benzeri yoktur.’51
Bu
menzil bir takım menzilleri içerir: Yarışma
menzili, izzet menzili, felelderin ruhsallığı menzili, ilahi emir menzili,
doğum menzili, denkleştirme menzili, kavuşmayla müjdelenme menzili. Bu menzil
hakkında şu dizeleri söyledim:
Menzillerden biri de
belirlenmiş menzildir.
Tıpkı zaman gibi,
çünkü o, mevhum bir şeydir.
Dönüşleriyle
daireler onu gösterir. .
Tasarruf ve en büyük
makam ona aittir
Hakk
için ezel mevhum bir durum olduğu gibi zaman da O’nun için mevhum bir durumdur.
Başka bir ifadeyle zaman, felelderin hareketlerinin kat ettiği mevhum bir
süredir. Çünkü ezel, tıpkı yaratıklara ait zaman gibidir.
Bu
menzil, sarılma (Elifin Lam harfiyle sarmal Hakk
gelmesi) menzilidir. Bu menzile baskın olan şey, farklılık değil uzlaşmadır. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ayak
ayağa dolanır. O gün gidiş Rabbinedir.’52
Bu menzil, çeşitli menzilleri içerir: İld denizin birleşim yeri menzili, iki
işin toplanma menzili, benzersizin mertebesini Muhammedî teşrif menzili. Bu
menzil hakkında şu mısraları söylerim:
Kesin bilgide, Lam ve Elifin kavuşmadaki
menzilleri .
Kavuşma halinde ayrışmadır
O ikisi kuşkusuz şu kimseye delildir:
‘Ben varlığın sırrı ve onun aynıyım. ’
Ne güzel delildirler! Çünkü o ikisi
halleriyle delildir
Sözleriyle delil olup sonra çekip giden
gibi değil
Lâm
harfi Elife ilişip bağlandığında ve tek varlık haline geldiklerinde (Onun iki
direği o ikisinin iki şey olduğunu gösterir), bu harf, yani Lam-Elif, sahihlik
ve illediğin ait olduğu Vav ve Ye arasında harflerin çift olanında yirmi
sekizinci harf olarak ortaya çıkar. Lam-Elifte bulunan illedik ve Lam harfinde
bulunan sahihlik ile Lam-Elif ile bu iki harf arasmda bir ‘ilişki’ meydana
gelmiştir. Böylece sahih olanı, yani Lam harfini sahihlik harfi (Vav), illetli
olanı ise (Elif), illet harfi (Ya) takip etmiştir. Lam-Elifin iki elinden biri
rahmet ile açılmışken, diğeri gazap ile dürülmüştür.
Lâm-EliPin
tek başına sıralanışta sabit bir formu yoktur, bilakis görünmezdir. Bulunduğu
haldeki yeri, Vav ve Ya arasındadır. Kuşkusuz onun mekânına Ze, Ha ve Kuru-Tı
harfleri yerleşmiştir. Gayb halinde iken ona ait mertebeler, yedinci,
sekizinci ve dokuzuncu mertebedir. Onun menzili, dolunay ve hilal arasında ay
olduğu gibi görünmezken ve görünürken berzahlık
rütbesi ona eşlik eder. Dolayısıyla yirmi dördüncüdür. Çünkü Ze harfi nedeniyle
yedi, Ha nedeniyle sekiz, Tı harfi nedeniyle dokuz ona aittir. Gün yirmi dört
saattir. Kabulle amel etme ölçütüne göre, hangi saatte onunla amel edersen
amelin başarıya ulaşır. Çünkü o, rakam harflerindedir, doğa harflerinde
bulunmaz. Doğa harflerinde ona ait sadece Lam harfi vardır.
Lam-Elif,
boğaz ve iki dudak arasında dil harflerinden biridir. Elif ise, doğa
harflerinden değildir. Dolayısıyla ancak bir tek harfin yerini almıştır ki o
da, harekesi işba’ edildiğinde Elifin kendisinden doğduğu Lam’dır. Harekesi işba’
edilmezse, Hemze ortaya çıkar. Bu nedenle bazı âlimler, Elifi harfin yarısı
saymıştır. Hemze de, doğal lafızda değil, kabule bağlı rakamda harfin
yarısıdır.
Sonra
konumuza dönüp deriz ki: Lam, daha önce belirttiğimiz gibi, Elif ile
birleştiğinde, onlar tek bir harf haline gelirler. Çünkü LamElif in iki ayağı,
onların iki olduğunu gösterir. Onun ismini telaffuz da, yine iki harf
olduklarını gösterir. Şu halde Lam-Elif, iki varlığa ait iki isimden bileşik
tek bir isimdir. Birinci harf Lam, diğeri Eliftir. Falca t onlar, şekilde tek
bir tarzda göründüğü için, bakan onları ayırt edememiş ve İki dirsekten
hangisinin Lam, hangisinin Elif olduğu fark edilmemiştir. Hattatlar da bu harf
hakkmda görüş ayrılığına düşmüştür: Bu meyanda bir kısmı telaffuzu dikkate
almış, bir kısmı ise kendisiyle başlanıp çizgi çizilen şeyi dildcate almış ve
onu ilk saymıştır. Böylece her iki grup, Elifi Lam’dan önce zikretmede görüş
birliğine varmıştır. Çünkü Elif, burada, hiç kuşkusuz Lam harfinden meydana
gelmiştir. Aynı şekilde Hemze de, ‘Kuşkusuz siz, =le-entüm) daha şiddetli bir
korku salarsınız53
ayetinde olduğu gibi Lam’ı takip eder.
İşte
bu harf, yani Lam-Elif, fiillerde şaşırtma harfidir. Böylece yaratılmışın
elinde ortaya çıkan fiilin gerçekte kime ait olduğu belli olmamıştır. Bu ‘fiil
Allah Teâlâ’ya aittir’ dersen, doğru söylemiş olursun; yaratılmışa aittir
dersen, yirie doğru söylemişsindir. Böyle olmasaydı, ne yükümlü tutma ne de Allah
Teâlâ yönünden amelin kula izafe edilmesi geçerli olabilirdi. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Bunlar amellerinizdir, size iade
olunurlar.’ Allah Teâlâ ise şöyle buyurur: ‘Onların yaptığı hiçbir iyilik karşılıksız bırakılmayacaktır
.’54
Başka bir ayette ise ‘Dilediğinizi
yapın: O, yaptığınız her şeyi görür’55
buyrulur. Allah Teâlâ doğru söyler.
(Fiilin
Allah Teâlâ’ya ve kula izafe edilmesindeki duruma benzer olarak), hangi ayağı
Lam sayarsan say, haklısın. Bilginlere göre, formu bildiği için amel şeklin
konuşlanmasında farklılık gösterebilir. Fiilin diğerine değil de (Lam-Elifin)
ayaklarından sadece birine ait olduğunu her kim iddia ederse etsin, bu doğru
değildir. Onun sahibi de kesilir ve sabit olmaz. Konuyu bilen bir başkası da,
bu konuda ona karşı çıkar ve kendi inancına göre kanıt getirir. Ona söylenecek
şey de, diğeri hakkında söylenecek söz gibidir. Böylece durum, Allah Teâlâ’nın,
basiretini nurlandırıp doğru yola ulaştırdığı kimsenin dışındakilerde çelişir
ve müşkülleşir.
Takrir Menzili
Bu
menzil, çeşidi menzilleri içerir. Bunların arasında nimetleri sayma menzili,
zararların giderilmesi menzili, mutlak ortaklık menzili vardır. Bu menzil
hakkında şu mısraları söylerim:
Menziller durağanlık ile karar kıldı
Ortaya çıkmayı gizlenmeye yeğlediler
Gözler ile ‘göz’lere
(pınarlara) delil oldular ,
Derindeki bir su
kaynağından fışkıran
Şimşekler ile yağmur bulutlarına delil
oldular Apaçık bir nur üstüne çaktıklarında
Allah
Teâlâ sana yardim etsin, bilmelisin ki: Sâbidik, menzilleri ortaya çıkarır. Kim
sabit ise, gelişir ve hakikati üzere her göze görünür. Hareketin hızının
verdiği kuşkuyu görmez misin? Bir şeye bakan, o şey hakkında onun bulunduğu Hakk
aykırı hüküm verir. Böylece, genleşme hareketi hızlandırıldığında kordaki ateş
ya da fitilin başındaki ateşin uzayan bir çizgi olduğunu iddia eder. Ya da
hızla çevrildiğinde, havada bir ateş dairesi görür. Bunun nedeni, sabitliğin
olmayışıdır. Menziller sabit olduğunda ise, içermiş oldukları ilahi ilimleri
gösterirler.
Müşahede Menzili
Müşahede
menzili, tek bir menzildir ve o, oluşun yok oluş menzilidir. Onda ‘olmamış
olan’ fâni olur, ezeli olan ise kalır. Onun hakkında şu mısraları söyledim:
Oluşun yok oluşunda bir menzil vardır ki
Ruhu bize tenezzül etmiştir
O benim kadir gecemdir
Ne nuru ne gölgesi vardır
O mutlak nurun
kendisidir.
Ondan ayrılması
mümkün değildir.
işte ben gerçek
anlamda imamım
Birinci safta
hükümdar olan
Benim işimin anahtarı
onun katindadır.
Böylece sizi
görevlendirir ve azleder
Benim mızraklarım
uzundur
Ben ışık saçan güney
yıldızı değilim
Gerçek makam sizdedir
Süreklidir ve
değişmez
O bu makamdan
yücedir.
O
en adil imamdır '
O benzeri olan nur
değildir.
O güneşten daha
yetkindir.
Ben onun hakkında
inanırım
En faziletli sırrın
mekânına
Gözün
gözüyle yücelirim, -
Emrin emriyle inerim.
Fenâ
(yok olma) hali, tıpkı kadir gecesi gibi, ne nurdur ne de gölgedir. Ardından
ekler: O, gerçek ışık ve gerçek gölgedir. Çünkü o, hiç bir zıddı olmayan
asildir. Işıkların zıddı karanlıklardır. Oysa onun asla zıddı yoktur. ‘Ben
imamım’ sözü ise, Haklcı müşahede etmesinin özel yönden olduğu anlamına gelir.
Söz konusu yön, Hakk’tan sözün sahibine dönüktür. ‘Birinci saftadır.’ Bu
makamdan, ayrışma, suretlerdeki çokluk ve sayı meydana gelir. ‘Mızraklar’
kelimesini ise, âlemi ayakta tutmanın simgesi yapmıştır. Onun özelliği, sabit
olmaktır. Bu nedenle şöyle demiştir: ‘Değişmez.’ Onun özelliği, ezmek ve
adalettir. O benzerlik kabul etmez. O halde zatı müşahedeyle yücelirim, ilahi
emir ile de âleme bir imam olarak inerim.
Ülfet Menzili
Ülfet
menzili tek bir menzildir. Bu menzil hakkında şu mısraları söyledim:
Ülfet
menzilleri bilinir .
Onlar bu özellikle
tanınır
0 menzillerde
konaklayana ‘kalk’ de.
Çünkü onlar güvenle
gizlenmiştir
Onlar iki kişiye
dayanır.
Yalnızlık azabından
ise uzaklaşmışlardır.
Burası
evlilik, sevinç ve ferahlık menzilidir. Bu, Allah Teâlâ’nın peygamberine ihsan
ettiği şeylerdendir. Şöyle buyurur: ‘Yeryüzündeki her şeyi infak etseydin,
kalplerini ısındıramazdın.’ Yani, kendine ısındıramazdın. ‘Fakat Allah Teâlâ onları ısındırmıştır.’56
Allah Teâlâ onların kalplerini senin sevgine, sana olumlu cevap vermeye ve seni
doğrulamaya ısındırmıştır.
Haber Öğrenme Menzili
Haber
öğrenme menzili, çeşitli menzilleri içerir. Bunların arasında ruhsal çekişme
menzili, mutluların bedbahdara ya da bedbahdarın mutlulara üstün gelmesinin
keyfiyeti menzili, insandan önceki oluş menzili vardır. Bunun hakkında şu
mısraları söyledim:
Kalbimi dostlarımdan
sormak istediğimde
Beni lafzımı
incelemeye yönelttiler
Onlarm senin lafzınla
menzilleri sadece
Benim talihsizliğim
ve hissemin kötülüğüdür
Nefse öğüt verdim
onlara bakma diye
Öğüdüm nedeniyle
onlarm düşüncelerine yönelmedi .
Onlarla konuştum,
belki bir oluşa ulaşırım diye
Onlar da varlığımın
ve ulaştığım şeyin aynı olur.
Şöyle
der: ‘Onlar, kendilerinden sorduğumda dilimde bulunur; kendilerine baktığımda,
göz bebeğimdedirler. Onları hatırladığımda ve özlediğimde, kalbimdedirler.
Onlar bulunduğum her yerde benimle beraberdir. Dolayısıyla onlar, benim aynım,
ben ise onların aynı değilim. Çünkü onlardan bende bulunan şey, benden onlarda
bulunmaz.
Onlara arzu duymama
şaşılır!
Benimle oldukları
halde gördüğümü onlardan isterim
Onları gözüm
gözetler, onlar ise gözün karanlığında bulunur.
Kalbim onlara arzu
duyar, onlar ise kalbin içindedir.
Tehdit
Menzili
Bu menzil, haksızlığı ve oluşa tutunmayı içeren tek bir menzildir. Bu
menzil hakkında şu dizeleri derim:
Kuşkusuz tehdit iki
menzildir ki onlar
En sağlam yol üzere
yürümeyi terk edene aittir
Varlığı yetkinlikle
gerçekleştiğinde
Ve en kadim yücelik
hükmüyle yürüdüğünde
Bu iki menzil onun
nezdinde bir nimete döner.
Artık onun ateşte gördüğü nimet, ikrama
kavuşan herkesin nimetlendiğidir
Ruhsal
menzil, nefislerin çektiği azap, cisimsel menzil ise duyulur azaptır. Bu azap,
ancak içinde ve dışında meşru yoldan sapan kknse için olabilir. Söz konusu
kişi, dosdoğru yola erdirilip hakkında iyilik öne geçtiğinde, bu azaptan
kurtulur, müşahede cenneti yolunda mücahede ateşiyle nimedenir.
Emir
Menzili
Emir menzili, çeşitli menzilleri içerir. Bunların arasında,
berzahtaki ruhlar menzili, öğretme menzili, İsrâ menzili, nispeder menzili,
tamlıklar menzili, kutup ve iki imam menzili vardır. Bu menzil hakkında şu
mısraları söylerim:
Emir
menzilleri zatın konuşmasıdır. .
Sevinçlerimi ve
kazlarımı onunla elde ederim.
Keşke ömrüm boyunca o
menzillerde bulunsaydım
Kavuşma vaktine kadar
ayrılmasaydım
Seçilenin gözü aydın!
Münacatın
başında dışarı çıktığında. ,
İlahi
emir, kelam sıfatındandır ve hüküm koyma yönünden velilere kapalıdır. İlahi
mertebedeki her yükümlü tutucu emir, ancak şeriat tarafından belirlenmiş
olabilir. Dolayısıyla veli için kalan şey, peygamberlere emrettiğinde sadece
bu mertebenin emrini dinlemektir. Bu emri işittiğinde velinin varlığına
yayılan bir haz meydana gelir. Fakat içinde emrin bulunmadığı Hakk ile münacat
veliler için kalıcıdır: Bu münacat, konuşma ve sohbet şeklindedir.
Keşif
ehlinden biri, hareket ve duruşlarında Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in
getirdiği şerî yükümlülüğe aykırı ilahi emir aldığını iddia ederse, ‘duyduğunu’
söylerken doğru söylemiş olsa bile gerçeği karıştırmıştır. Ona peygamberinin
suretinde ilahi bir tecelli görünmüş ve peygamberi ona hitap etmiş olabilir. Ya
da, peygamberinin hitabını duyma mertebesine yerleştirilmiş olabilir. Şöyle ki:
Peygamber, Allah Teâlâ’nın emrini kullarına ulaştıran kimsedir. Belirli bir
mertebede daha önce peygamberin getirdiği bu emri Haktan duymak mümkün
olabilir. Keşif sahibi şöyle iddia eder: ‘Hakk bana emretti.’ Hâlbuki bu durum,
söz konusu şeyin (peygambere) emredildiğinin bildirimidir. Bu nispetler Hz.
Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ile kesilmiştir. Allah Teâlâ’dan gelen
meşru emirlerin dışındaki işlerde ise, veliler derinlik sahibidir.
Böylece
on dokuz menzilin sayımını tamamladık. Şimdi ise, her menzilin en temel
özelliğini zikredebiliriz.
VASIL
On dokuz Menzilden Her
Birinin En Özel Niteliği
Övgü
menzilinin temel özelliği, bilginin sonsuza
ilişmesidir. Remiz menzilinin. en temel özelliği, bilginin sayı ve isimlerin
özelliğine ilişmesidir -ki onlar kelime ve harflerdir. Simya ilmi, bununla ilgilidir
Dua menzilinin en temel özelliği, işaret ilimleri ve arınmadır. Fiil menzillerinin
temel özelliği, şimdiki zamanın bilgisidir. Başlangıç menzilinin temel
özelliği, mebde’ ve mead ilmi, her şey hakkındaki ilksellerin bilgisidir.
Tenzihin
en temel özelliği, soyutlama ilmi, yaklaşmanın en temel özelliği, delalet
ilmidir. Umut menzilinin en temel özelliği, nispet ve izafeder; berekeder
menzilinin en temel özelliği, sebepler, kanıdar, şartlar, nedenler ve hakikat
ilmidir. Yeminlerin en temel özelliği, yücelik bilgileridir. Dehr menzilinin en
temel özelliği, ezelin bilgisi ve elBari’nin varlık olarak sürekliliğini
bilmektir. Zat menzilinin en temel özelliği, zatı bilmektir. Lam-Elif
menzilinin en
temel özelliği, Yaratan’a yaratmanın nispetinin bilgisidir. Taler ir menzilinin
en temel özelliği, huzur (Hakkın karşısında olduğunun bilinci) bilgisidir.
Oluşun yok oluşu menzilinin en temel özelliği ise, varlıkların değişmesinin
bilgisidir. Ülfet menzilinin en temel özelliği, kaynaşmanın bilinmesidir. Tehdit
menzilinin en temel özelliği, mertebeleri bilmektir. Soruşturma (haber öğrenme)
menzilinin en temel özelliği, ‘O’nun benzeri yoktur’ ifadesini bilmektir. Emir
menzilinin en temel özelliği ise, kulluğu bilmektir.
VASIL
(İlahi
Menziller ve Mümkünlerden Onlara
Tekabül Eden Şeyler)
Bilmelisin
ki: On dokuz menzilden her birinin
mümkünlerden bir sınıfı vardır. Meleklerden bir sınıf da onlardandır. Onlar,
halleri farklı olsa bile, tek sınıftır. Cisimlerin ilmi, on sekiz türdür:
Felelder on bir tür, unsurlar dört, türeyenler ise üç türdür. Bu menzillerin
ilahi mertebede mukabilleri şu mümkünler olan başka bir yönleri daha vardır.
Zata ait cevher -ki o tiktir.
İkincisi, arazlardır. Bunlar özelliklere aittir. Üçüncüsü zamandır. Zaman ezele
aittir. Dördüncüsü mekândır. Mekân, istiva veya özelliklere aittir. Beşincisi
görelilere ait tamlamalardır. Altıncısı konuşmaya ait ilkelerdir. Yedincisi
isimlere ait niceliklerdir.
Sekizincisi,
tecellilere ait niteliklerdir. Dokuzuncusu cömertliğe ait tesirlerdir.
Onuncusu, inanç suretlerinde görünmeye ait edilginliklerdir. On birincisi,
mutlak birliğe ait özelliktir. On İkincisi, hayrettir. Hayret inme, sevinme ve
borçlanma gibi (Allah Teâlâ’ya izafe edilmiş fiillere bağlı) niteliklere
aittir. On üçüncüsü, el-Hayy’a ait varlıkların hayatıdır. On dördüncüsü,
bilgiye ait marifettir. On beşincisi, iradeye ait dürtülerdir. Ön akıncısı,
görene ait göstermedir. On yedincisi, duyana ait duymadır. On sekizincisi,
yetkinliğe ait insandır. On dokuzuncusu, nura ait ışık ve karanlıklardır.
VASIL
On Dokuz Menzilin
Benzerleri
.
Bu menzillerin Kuran’dan olan benzerleri, surelerin
başındaki hece
harfleridir. Bu harfler, beş mertebede bulunan on
dört harftir. Bunlar birli, ikili, üçlü, dörtlü ve beşli mertebedir.
Cehennemden benzerleri, on dokuz melekten ibaret olan cehennem bekçileridir.
Tesirdeki benzerleri ise, on iki burç ve yedi felektir. Kuran’dan benzerleri,
besmelenin harfleridir. Rical’den (adamlar) benzerleri, on iki nakip ve yedi
bedeldir. Bu yedi bedelden dördü evtad (direkler), iki tanesi iki imam, biri
kutuptur. Bu menzillerin ilahi mertebeden ve varlıklardan benzerleri çoktur.
VASIL
Menzillerin Menzili
veya Apaçık İmam
Bilmelisin
ki: Menzillerin menzili, Arş’tan en
aşağıdaki toprağa kadar dünya âleminde ortaya çıkan bütün menzilleri içeren
menzildir. O ‘apaçık imam’ diye isimlendirilen şeydir. Allah Teâlâ onun
hakkında şöyle buyurur: ‘Her
şeyi apaçık imamda saydık:57
‘Saydık’ ifadesi, ona konulan şeylerin sonlu bilgiler olduğunu gösterir.
Böylece şunu düşündük: Acaba onların sayısı herhangi bir kimse için sınırlanabilir
mi? Bu bilgiler sonlu olsa bile, sınırlamanın dışındadırlar. Çünkü ‘apaçık
imam’da Allah Teâlâ’nın âlemi yarattığı günden dünya hayatının sona erip
hayatın ahirete göçeceği zamana kadar var olacak her şey bulunur.
Allah
Teâlâ’yı bilenlerden güvendiğim birine sordum: ‘Bu ‘apaçık imam’ın içerdiği
ilimlerin esasları sınırlı mıdır?’ Şöyle yanıt verdi: ‘Evet.’ Böylece
güvenilir, emin, doğru sözlü arkadaşım, kendi adını zikretmemem şartıyla, bana
ana ilimleri bildirdi. Her biri sayılamayacak kadar ilim içeren ana ilimlerdir.
Bunlar sayısal olarak yüz yirmi dokuz bin altı yüz tür ilme ulaşır. Her tür,
başka genel ilimleri de içerir ve onlar menziller
diye ifade edilir.
Bu
güvenilir arkadaşıma sordum: ‘Allah Teâlâ’nın yarattıklarından onlara ulaşan ve
tam olarak bilen kimse var mıdır? ‘Hayır5 dedi. Sonra şu ayeti okudu: ‘Rabbinin ordularım kendisinden başka kimse
bilemez.’58 Askerlerini Allah Teâlâ’dan başkası
bilemediğine göre, askerlerin savaşması gereken Hakk’a karşı çıkan bu kadar
kimse de yoktur. Bunun üzerine şöyle dedi: ‘Şaşırma! Göğün ve yerin rabbine
yemin olsun ki bundan daha garibi vardır. Allah Teâlâ’nın Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in eşlerinden ikisi hakkında zikretmiş olduğu
ayeti okuyup şöyle devam etti: ‘Onlar karşı çıkarlarsa, Allah Teâlâ, Cebrail,
salih müminler ve melekler O’nun dostu ve yardımcısıdır.’59
Bu, askerlerin zikredilmesiyle ilgili en garip olanıydı. Allah Teâlâ’nın
sırları şaşırtıcıdır!
Bunu
bana söyleyince, Allah Teâlâ’dan bu meselenin faydasını öğretmesini istedim: Allah
Teâlâ’nın kendisini, Cebrail’i, salih müminleri ve melekleri karşısına
yerleştirdiği bu şey neydi? Bu isteğim üzerine, o şey bana bildirildi. Onu
öğrenince, hiçbir şeyden sevinmediğim kadar sevindim. Bu iki kadının neye
dayandığını ve onlara güç veren şeyi öğrendim Allah Teâlâ, yardımda bizzat
kendisini zikretmeseydi, melekler ve müminler o ila kadına karşı koyamazdı.
Böylece, o iki kadının Allah Teâlâ’yı bilmek ve âlemde tesirle ilgili bu gücün
kendilerine verdiği şeyi elde ettilderini aaladım. Bu bilgi, saldı bir
bilgidir. Allah Teâlâ’ya şükrettim. Allah Teâlâ’nın yaratıklarından kimsenin bu
iki kadının dayandığı güce dayandığını zannetmiyorum.
Lut
(a.s) şöyle der: ‘Size
karşı gücüm olsa ya da güçlü bir şeye dayansaydım.’60
Hâlbuki Lut’un yanında ‘güçlü bir dayanak’ vardı, o ise bunun farkında
değildi. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onun hakkında buna ta-
nıklık
etmiş ve şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ kardeşim Lut’a merhamet etsin. O güçlü bir
rükne
dayanıyordu.’ İşte Hz. Aişe ve Hafsa da o gücü biliyordu. İnsanlar o ikisinin
sahip olduğu bilgiyi bilseydi, söz konusu ayeti anlarlardı. ‘Allah Teâlâ hakkı
söyler ve doğru yola ulaştırır.’
YİRMİ
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Korunmuş Kutupların
Bilinmesi ve Onlarm Korunmasının Sırları
Allah
Teâlâ’nın varlığımda gizlediği bir hikmeti var Onu görebilecek hiçbir
göz yoktur
Allah Teâlâ bedeni eğlence ve ünsiyet
diyarı yapmış Onu bina etmiş, cömertliği onu düzenlemiş
Sonra beden itidal
bulup düzeldiğinde ,
Hakkın katından bir ruh gelip ona can
verdi
Sonra Hakk anlayınca
Nefsin arzusuna olan sevgisini ve boyun
eğişini
Ölüme dedi ki: ‘Kulcağızımı kendine al.’
Ona giydirdiği şeyle kulunu kendisine
çağırdı
Kendisine tecelli ettiğinde, kul dedi
ki: İlahi!
Benim ünsiyetim nerede? Cevap verdi:
‘Neyle ünsiyet edersin?’ '
‘Böyle bir yere nasıl alışırım?
Güçlerini sizin güçlerinizden
yapmışsınız, onlar (bana) benzemez.
Allah Teâlâ’m, Efendim ve Güvencem!
Onlarm sadece anlamlarına âşığız
Bizden istediğini bize bildirdiler
Onlarm en yücesinden,
peygamberin diliyle ‘
' Günlerimizi sevinç içinde kat ettik
Senin
sayende, Efendim! Ne kadar da hoştur! .
Dedi ki: Arzu diyarım ona geri verin Ruh
onu arzuladığını söylerken doğru söyledi
Böylece kendilerinden geçmiş kalıcılar
olarak geri çevrildik Daima sevinçli olarak arzunun diyarına.
(Melâmîler
veya Velayette Yakınlık Makamı)
Allah
Teâlâ sana yardım etsin, bilmelisin ki: bu bölüm, melâmîler
diye isimlendirilen Allah Teâlâ’nın kullarıyla ilgilidir. Onlar, veliliğin en
ileri derecelerine yerleşmiş kimselerdir. Artık bulundukları derecenin
üzerinde sadece peygamberlik
derecesi kalmıştır. Bu mertebe, velilikte yalcınlık makamı diye isimlendirilir.
Onlara işaret eden ayet, ‘çadırlarda saf ve çekingen, yumuşak huylu
eşleri’61 ayetidir. Allah Teâlâ, cennet
kadınları ve hurilerinin özellikleriyle kendisine çekip koruduğu ve bir göz
görür de kendilerini meşgul eder korkusuyla, âlemin köşelerinde ilahi
kıskançlığın koruma çadırında hapsettiği Allah Teâlâ adamları’nm
(Ricâlullah) nefislerine dikkat çeker. Hayır! Yemin olsun ki, yaratıkların
onlara bakmaları onları meşgul edemez. Fakat konumlarının yüksekliği
nedeniyle, insanların melâmilerin üzerlerindeki haklarını yerine
getirebilmeleri mümkün değildir. Böylece kullar, hiçbir zaman ulaşamayacakları
bir sorumlulukla yüz yüze gelir. Bunun üzerine, onların görünen tarafları
alışkanlık ve ibadet çadırlarında hapsedilmiştir. Söz konusu çadır, zahiri
amellere, farz ve amellere sabırla devam etmedir. Bu nedenle Melâmîler âdeti aşmayı
bilmedikleri gibi bundan dolayı hürmet de görmezler. Kendilerinden bir
bozukluk ortaya çıkmadığı gibi, genelin örfünde tanımlanmış iyilik
(yapmaları nedeniyle) ile parmakla gösterilmezler. Onlar gizliler, iyiler,
âlemde güvenilirler ve insanlar içinde bilinmeyenlerdir.
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem lcutsî bir hadiste Rabbinden şöyle aktarır: ‘Benim
katımda en gıpta edilir velim, namazdan payı olan, gizlide ve açıkta Rabbine
güzelce ibadet ve itaat eden ve insanlar içinde gizli kalan bir mümindir.’
Kastedilen şudur: Söz konusu kimseler, insanlar arasında ibadederinin
büyüklüğüyle tanınmadığı gibi açıkta ve gizlide Allah Teâlâ’nın yasakladığı
şeyleri işlemeyen kimselerdir.
Arifin
kim olduğu sorulduğunda adamlardan biri, onları nitelerken şöyle demiştir:
‘Arif, dünya ve ahirette yüzü kara kimsedir.’ Bu ifadesiyle, sözü edilen
grubun halleri hakkında zikrettiğimiz şeyi kastetmişse, o zaman ‘yüz karalığı’
deyimiyle, arifin dünya ve ahirette bütün vakideriiıi Hakkın tecellilerine
ayırmasını kastetmiş olmalıdır. Bize göre insan, kendisine tecelli ettiğinde Hakk’ın
aynasında kendisinden ve makamından başkasını göremez. İnsan, var olanlardan
biridir ve oluş, Hakkın nurunda karanlıktır. Dolayısıyla insan, ancak kendi
karanlığını görebilir. Çünkü bir şeyin yüzü, onun zatı ve hakikati demektir.
İlahi
tecelli, özel olarak sadece bu grupta sürer. Dolayısıyla onlar, tecellinin
sürekliliği hakkında ifade ettiğimiz üzere, dünya ve ahirette Allah Teâlâ ile
beraberdir. Onlar E/r ad’ dır (Tekler).
Yüz karalığı
ile efendilik, yüz
ile insanın hakikati kastedilirse, bu durumda hadisin anlamı, ‘dünya ve
ahirette o efendidir’ demek olur. Bu yorum mümkün olsa bile, efendilik, özel
anlamda sadece Peygamberler için geçerli olabilir. Binaenaleyh efendilik,
onların yetkinliği iken velilerde bir eksikliktir. Çünkü peygamberler, hüküm
koyma nedeniyle görünmek ve üstün olmak zorundadır. Velilerin ise, böyle bir
zorunluluğu yoktur.
Baksanıza!
Allah Teâlâ dini tamamladığında Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle
emretmiştir: ‘Allah Teâlâ’nın
yardımı ve fetih geldiğinde, insanların Allah Teâlâ’nın dinine grup grup
girdiğini gördüğünde, Rabbinin övgüsünü teşbih et ve mağfiret dile.’62
Yani, Rabbinin tenzihiyle ve kendisine yaraşan övgüyle ilgilen. Böylece Allah
Teâlâ, kendisini göndermelde amaçladığı risaletin tebliğini tamamladığında,
peygamberini bu emirle dünyadan çekip almış, bağışlanma dileyerek sürekli Allah
Teâlâ ile kalsın diye koruma perdesi altında yarattıklarından gizlemek
istemiştir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem tebliğ, irşat ve
risaleti yerine getirmekle ilgilenmek devrindeydi. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem’in ‘Rabbinden başkasının giremediği bir vakti
vardı.’ Diğer vakitleri ise, yapmakla sorumlu olduğu insanların işlerini
gözetmeye adanmıştı. Böylece Allah Teâlâ, kendisini -Haldcın emrinden olsa
bileyaratıkların işleriyle ilgilendiği vakitlerinden ayırdığı bu tek vakte
döndürmüştür.
‘Allah Teâlâ tövbeleri kabul edicidir.’63
Yani Hakk, seninle beraber bulunan insanlar herhangi bir şekilde yanına girme
fırsatı bulamayacak şekilde, sana eşlik edici olarak döner. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem bu sureyi okuduğunda, mecliste bulunanlar içinden
sadece Hz. Ebû Bekir ağlamış ve Allah Teâlâ’nın peygamberi çağırdığını
anlamıştır. Çünkü Ebû Bekir, Allah Teâlâ’yı en iyi bilen insandı. Mecliste
hazır olanlar ise, onun ağlamasına şaşmış, ağlamanın sebebini anlamamıştı.
Büyük
veliler özgür bırakılsaydı, hiç biri görünmeyi yeğlemezdi. Bilirler ki, Allah
Teâlâ -sırf kendisiyle ilgilensinler diyeonları öncelikli olarak kendileri ya
da başka bir yaratık için yaratmadı. Onları sadece kendisi için yarattı.
Böylelikle, yaratılış gayeleriyle ilgilenirler. Hakk, iradeleri olmaksızın,
yaratıkların kalplerine yerleştirmiş olduğu saygıyla onları kullarına göstermek
isterse, bu durum, Hakka döner ve onlarm bu işte bir çabaları yoktur; onları
gizler ve hürmet görmelerini sağlayan bir kıymet insanların kalplerinde
yaratımsa, bu da, Allah Teâlâ’ya döner. Allah Teâlâ’nın dilemesi karşısında
onlarm dilemesi söz konusu bile değildir. Dolayısıyla Allah Teâlâ onları
serbest bırakırsa, mudaka yaratıklardan gizlenmeyi ve Allah Teâlâ’ya yönelmeyi
yeğlerler. Onların halleri mertebelerini kendilerinden bile gizlemek olduğuna
göre -nerede kaldı başkaları!onların korunma menzillerini açıklamamız gerekti.
Onların
korunma menzillerinden biri, farzları cemaatlerle kılmak, insanlarla beraberken
her şehre o şehir ahalisinin süsleriyle girmek, mescitte belirli bir yer
ayırmamaktır. Varlığı insan kitlesi içinde kaybolsun diye, söz konusu velinin
Cuma’nın kılındığı mescitte namaz kılma yerleri değişir, insanlar onunla
konuştuğunda, o da onlarla konuşur ve Allah Teâlâ’nın konuşurken kendisini
gözedediğini bilir, insanların sözünü de böyle dinler. Farkına varılmasın diye,
komşularının dışında insanlarla oturup kalkmayı azaltır. Küçüklerin ve
düşkünlerin ihtiyacını giderir, çocukları ve ailesiyle Allah Teâlâ’nın hoşnut
olacağı şekilde şakalaşır ve sadece doğruyu söyler. Bir yerde tanınırsa, başka
bir yere göçer; göç edemezse, kendisini tanıyandan uzaklaşır ve kendisinden
yüz çevirsinler diye insanların ihtiyaçlarında onlara sıkıntı verir. Şekil
değiştirme imkanı
varsa, şeklini değiştirir. Sûreterde
başkalaşmaya örnek olarak, melek .... A olduğu bilinmediği
halde, ruhsal varlığın Ademoğlunun suretinde şekillenmesini verebiliriz. Kadîb
el-Bân böyleydi.
Bütün
bunlar, Hakk kendisini izhar etmek istemeyip şöhret kazanmasını engellemek
istediğinde, farkında olmaksızın gerçekleşir.
Bu
taife, Allah Teâlâ katındaki bu mertebeye kalplerini Allah Teâlâ’dan başkasından
koruduğu ya da Allah Teâlâ’dan başka herhangi bir varlığa ilişmesini
engelledikleri için ulaşabilmiştir. Dolayısıyla onlar, sadece Allah Teâlâ ile
oturur, sadece Allah Teâlâ ile konuşur. Onlar, Allah Teâlâ ile ayakta durur, Allah
Teâlâ’yı düşünür, Allah Teâlâ’ya gider ve yönelir, Allah Teâlâ’dan konuşur, Allah
Teâlâ’dan alır, Allah Teâlâ’ya tevekkül eder ve Allah Teâlâ katında durur.
Onların Allah Teâlâ’dan başka bildikleri ya da O’ndan başka gördükleri yoktur.
Onlar, nefislerini nefislerinden korumuştur. Dolayısıyla nefisleri de onları
bilemez. Şu halde onlar, gaybın bilinmezlikleri içinde perdelenmiştir. Onlar, Hakk’ın
kendisine seçtiği sakındıklarıdır.
Onlar, yemek yer ve sokaklarda gezerler. Bu yemek ve de gezmek, gerçekte
üzerindeki bir perdedir. Bu bölümde zikredilen grubun hali budur.
BU
BAB'A DEĞERLİ BİR EK
(Veli
Peygambere Uyar)
Şöyle
deriz: Bu mertebeden peygamberler (Allah Teâlâ’nın selamı hepsinin üzerine
olsun) hüküm koyucu olarak gönderilmiş, onlarla birlikte bu velileri de kendilerine
uyan ve emirlerini yerine getiriciler olarak yönlendirmiştir. Peygamber ve
resullerin getirdikleri hükümleri aldıkları kaynaktan veliler peygamberlere
uydukları şeyi almıştır. Binaenaleyh veliler, basiret üzere uyanlar; uydukları
kimseyi ve uyduldarı şeyi bilenlerdir. Onlar, peygamberlerin menzillerini,
yolların yöntemlerini ve Allah Teâlâ katındaki değerlerini Allah Teâlâ’dan
öğrenen kimselerdir. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.’
On
altıncı kısım sona ermiştir. Allah Teâlâ’ya hamd olsun!
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar