Print Friendly and PDF

FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN ON ALTINCI KISMI

 


Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM

Menziller Menzilinin Bilinmesi ve Bütün Kevnî İlimlerin Sınıflandırılması

Göksel nefislerin sözlerine hayret Menziller menzillerde sirayet edicidir.

Düşükten yükseklere yükseliş nasıl gerçekleşebilir,

Müteal mertebenin zorlaması olmadan!

Miraç olurken parçalara ayrışma sanatı vardır Sırlara ve göksel durumlara olan miraçta.

Nefsin dönüşünde ise parçaların birleşme sanatı Varlığın yücesiyle değersizliğin karanlıklarına olan dönüşte.

Allah Teâlâ sana yardım etsin, bilmelisin ki: Allah Teâlâ’ya nispet edilen ilim, ça­lışmayla elde edilmiş ve kazanılmış ilim olmadığı için, çokluk ve sırala­mayı kabul etmez. Allah Teâlâ’nın ilmi, O’na nispet edilen diğer nitelikler ve isimlendirildiği isimler gibi, ‘zatının aym’dır. Allah Teâlâ’nın dışındakilerin ilimleri ise ister verilmiş ister çalışma ile elde edilmiş ilimler olsun, sınır­lı ve düzenlenmiş ilimler olmalıdır. Bütün ilimler, zikredeceğimiz bu sı­ralamanın dışında değildir. Bu sıralama, önce tekilin, sonra bileşimin, sonra bileşiğin bilinmesidir. Dördüncü bir şey yoktur. Bileşimi kabul etmeyen tekillerden ise, insan onu teldi olarak bilir. Diğerleri de böyle­dir. Çünkü bilinen her şey, ya tekil ya da bileşiktir. Bileşik, zorunlu ola­rak bileşimin bilgisinin önce gelmesini gerektirir. Bu durumda bileşiğin bilinmesi gerçekleşir.

Böylece bütün kevnî ilimlerin sıralanışını öğrendin. Şimdi de, bu menzildeki mertebelerin sayısını açıklayalım. Bunlar sayıca çoktur. Biz burada kendi yöntemimizin belirginleştiği ve ayrıştığı konuyla ilgili olanları zikretmekle yetineceğiz. Yoksa başka mezhep ve yöntem men­suplarıyla aramızda ortaklık bulunan mertebeleri zikretmeyeceğiz. Bun­ların hepsi, on dokuz ana mertebedir ki, bir kısmı alt kısımlara ayrışır, bir kısmı ayrışmaz. Şimdi bu mertebelerin isimlerini zikredelim ve on­lara menziller (konaklar) adını verelim. Çünkü ilahi mertebede bize böyle öğretildi. Edebe uymak lazım!

Şimdi, bu menzillerin lakaplarını, mensuplarının ve onlara ulaşan kutupların özelliklerini, hallerini ve bu hallerden her birinin özelliğini zikredelim. Ardından, Allah Teâlâ izin verirse, on dokuz sınıftan her birini zikredeceğiz ve onların içerdiği ana menzilleri belirteceğiz. Menzillerin hepsini zikretmeyeceğiz. Çünkü öyle menziller vardır ki, yüce nurları gösteren yüzden fazla delalet ve belirti menzili içerir; gizli sırları ve yü­ce nitelikleri içeren binden az veya çok gaye menzillerini içeren menzil vardır. Sonra, zikrettiklerimizi eskisiyle ve yenisiyle mevcudarın menzil­lerinin sayısına benzeyen şeylerle zikredeceğiz. Ardından, bu menzilin anlamlarının bir kısmıyla ilgili şeyleri -Allah Teâlâ izin verirseözetle ve yak­laşık olarak zikredeceğiz.

(Menziller)

Bu menziller şunlardır: Keşif ve fetih sahiplerine ait övme ve met­hetme menzilleri; hakikat ve mecaz ehline ait remiz ve simge (lugaz) menzilleri; işaret ve uzaklık ehline ait dua menzilleri; hal ve kavuşma ehline ait fiiller menzilleri; ima ve fısıltı ehline ait başlangıç menzilleri; bakılan şeyleri yönlendirme ve hüküm çıkarma ehline ait tenzih menzil­leri; İlahi huylarla ahlâklanan gariplere ait olan yakınlık menzilleri; (Hakkın zatının) haşmetinden dolayı burka takanlara ait umut menzilleri; hareket ehline ait bereketler menzilleri; ruhanilerden tedbir ehline ait yeminler menzilleri, zevk ehline ait dehr menzilleri, gözle görme ehline ait zat menzilleri; ilahi huylarla ahlâklanmakla meydana gelen sarılma ehline ve bilinmeyen sır ehline ait Lam ve Elif menzilleri; doğal ve ruhsal kimyayı bilenlere ait takrir menzili; Hakkın yaratıkla­rından sakındığı-kendinden geçmiş kimselere ait Oluşların yok oluş menzilleri; odalar ehlinden eman sahiplerine ait ülfet menzilleri; en şe­refli Arş’ın direğine sarılmış kimselere ait tehdit (vaîd) menzilleri; mah­rem sırlar ehline ait haber öğrenme menzilleri; Hakk’ın kendilerindeki sırrın bilincine varmışlara ait emir menzilleri.

Söz konusu menzil sahiplerinin niteliklerine gelince, övgü ehlinin özelliği ihtişam ve büyüklüktür. Remiz ehlinin özelliği, itirazdan kur­tulmaktır. İlahi huylarla ahlâklanan kimselerin niteliği, ilahi huylarla ahlâklarıma nedeniyle kendilerinden geçmektir. Hal ve kavuşma ehlinin özelliği, hakikate ulaşmış olmaktır. İşaret ehlinin özelliği, tebliğde hay­rettir. Hüküm çıkarrrıa ehlinin özelliği ise, yanılmak veya isabet etmek­tir. Onlar, korunmuş kimseler değildir. Gariplere gelince, kırılganlık onlara aittir. Burka takanların özelliği, korkmaktır. Hareket ehli, sebep­leri görür. Yönetenlerin özelliği, düşünmektir. Temkin ehli, hadleri bi­lir. Müşahede ehlinin özelliği, inkâr etmektir. Gizleyenler ise, kurtuluşa erer. Bilgi sahipleri, bilinen hakkında hüküm verme hakkına sahiptir. Örtülüler, örtünün kalkmasını belder. Eman sahipleri, tuzağa düşmek­ten korku içindedir. Ayakta duranların özelliği, oturmaya sahip olmak­tır. İlham ehli, hükümran olmak özelliğine sahiptir. Tahkik ehlinin ise üç elbisesi vardır: iman, küfür ve nifak.

Söz konusu kimselerin hallerinin zikredilmesine gelince, bilmelisin ki: Allah Teâlâ, konaklayan için menzilleri hazırlamış; düşünen için düşünülen şeyleri yaratmış, yolcu için merhaleleri belirlemiş, bilen için belirtileri yüceltmiş, bölen için kısımları ayırmış, koruyan için korunan şeyleri açıklamış, ayakta olan için direkleri yükseltmiş, gözleyen için gözlem araçlarını düzenlemiş, binen için binekleri amade kılmış, giden için yolları yaklaştırmış, öven için övgüleri dizmiş, yönelen için maksat­ları kolaylaştırmış, arif için marifetleri yaratmış, duran için duraldan tespit etmiş, yürüyen için yolları göstermiş, ibadet eden için tarzları, müşahede eden için ise müşahede yerlerini, dinlenen için istirahat yerle­rini belirlemiştir.

Onların Hallerinin Zikredilmesi

Zira Allah Teâlâ konaklayanı güç yetiren, akıllıyı düşünen, bileni müşa­hede eden, böleni direnen, korunanı yardım eden, oturanı arif, gözle­yeni duran, bineni taşınan, gideni nedenli, öveni Mutlu, yöneleni mak­bul, arifi övülen, duranı suskun, sâliki reddedilen; ibadet edeni mabud, tanığı hüküm veren, uyuyanı salim yapmıştır.

Böylece, bu on dokuz sınıfın hallerindeki niteliklerini zikretmiş ol­duk. Şimdi, her sınıfın içerdiği ana menzilleri (konakları) zikredelim. Ana menzillerden her biri, dört sınıf içindir. Birinci sınıf, delalet men­zilleri; ikinci sınıf, tanım menzilleri; üçüncü sınıf, seçkinlerin menzille­ri; dördüncü sınıf ise, sır menzilleri diye isimlendirilir. Menzillerin çok­luğu kısıtlanamaz. Biz şimdilik on dokuzunu zikretmekle yetiniyoruz ve içermiş olduldarı ana menzillerin sayılarını zikredeceğiz.

Övgü Menzili

Söz konusu menzillerin birincisi, övgü menzilidir. Açma, yani iki sırrın açılma menzili ona aittir ve o ille anahtarların menzilidir. Bu ko­nuda gaybın anahtarları diye isimlendirdiğimiz bir bölümümüz vardır. Ayrıca bu menzil, sırlar menzili, berzah âlemindeki ruhların amade kı­lınması menzili, yüce ruhlar menzilini içerir.

• Bu meyanda birkaç mısraımız vardır:

Övgü ve gururlanma menzilleri Bir sonu olmayan menzillerdir.

Kavmin meddahları yeryüzünde Yükseklikte bir övgü aramazlar

Nefsini cihada alıştıran kimse Suların en tatlısından kanar

Kölenin, efendisinin nitelikleriyle nitelenmesi, onun adına bir övgü değildir. Böyle bir davranış, saygısızlıktır. Efendinin de tevazu gereği kölenin nitelikleriyle nitelenmesi övünülecek bir davranış değildir. Efendi, kimse ona hükmedemeyeceği için, tenezzül edebilir. Efendinin kölenin' niteliklerine inmesi, onu rahadatmak için köleye dönük bir ih­sanıdır. Çünkü efendinin kölenin kalbindeki haşmeti, kendisine tenez­zül etmediği sürede, ona yaklaşmayacak kadar yücedir. Köle ise, ne efendisinin huzurunda ne de -Allah Teâlâ kendisini onlarm üzerine yönetici yapsa bilekardeşleri mesabesindeki diğer kölelerin katında efendisinin nitelikleriyle nitelenemez. Bu son duruma örnek olarak Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Ben Ademoğlunun efendisiyim, iftihar etmem!’ Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur: ‘işte burası ahiret yurdudur. Biz orayı yeryüzünde büyüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmak istemeyen kim­selere veririz.*43 Yani o kişiyi buna sahip yaparız. Çünkü yeryüzünü Allah Teâlâ zelil yapmış, dolayısıyla kul da zelildir ve zillet yükseldiği gerektir­mez. Kendi kıymetini ve kadrini aşan kimse yok olur. Şöyle denilir: ‘Kadrini bilen yok olmaz.’

Şiirde geçen ‘Bir sonu olmayan’ ifadesine gelince; kulun, Allah Teâlâ’ya kul­luğunda kendisine ulaşıp rab olarak geri döneceği bir son bulunmadığı gibi Rabbin kendisine ulaşıp kul olarak geri döneceği bir sınır yoktur. O halde Rab sonsuza kadar rab, kul da sonsuza kadar kuldur. Bu ne­denle şair ‘Topraktaki (serâ) kavmin övgüleri’ demiştir. Serâ, toprağın en hor tarafıdır.

‘Suyun tadını ancak susamış bilir’ şu anlama gelir: Kulluk ile nite­lenmenin hazzını, rablik özelliğiyle nitelenip acıları ve yaratıkların ken­disine muhtaçlığını tadan kimse bilebilir. Örnek olarak, Allah Teâlâ’dan kulla­rın maddi rızıklarını kendi vasıtasıyla vermesini isteyen Süleyman Peygamber’i verebiliriz. Bu dua üzerine Allah Teâlâ onun yanında bulunan besin­leri toplamış ve denizden gıdasını isteyen bir canlı çıkmış. Süleyman ona şöyle demiş:

-‘Şundan her gün için yiyeceğin kadar al!’

Hayvan bitinceye kadar jonu yemiş ve Süleyman’a dönüp şöyle demiş:

-‘Daha fazla ver! Rızkımı tamamlamadın. Allah Teâlâ bana her gün bu kadarını on kez veriyor. Benim dışımdaki hayvanlar ise, benden büyüle­nir ve onlarm daha çok rızka ihtiyaçları vardır.

Bunun üzerine Süleyman Peygamber, Allah Teâlâ’ya tövbe etmiş ve yara­tana layık olan bir şeyin kulun gücünde olamayacağını anlamıştır. Çün­kü o Allah Teâlâ’dan ‘başka hiç kimsenin sahip olmayacağı bir mülk’ istemiş, bu durumu gördüğünde ise, isteğinden dolayı utanmıştır. Rızıklarını isteyen hayvanlar her taraftan gelip onun başına üşüşmüş, bu istekler karşısında Süleyman daralmıştı. Allah Teâlâ duasını kabul edip yerine getirdi­ğinde ise değeri takdir edilemeyecek bir haz duymuştur.

Remizler Menzili

Allah Teâlâ seni başarıya erdirsin, bilmelisin ki: remizler menzili, bir menzil olsa bile, çeşidi menzilleri içerir, içerdiği menzillerden biri, bir­lik menzilidir. Diğerleri; ille Akıl menzili, en büyük Arş, yankı menzili, Amâ’dan Arş’a gelmek menzili, temessül ilmi menzili, kalpler menzili, perde menzili, şifahî yerleşme menzili, her şeye nüfûz eden ulûhiyet, kahinlere yardım menzili, Dehr, sebatı olmayan ve kimsenin de kendi­sinde sebat gösteremediği menziller, berzah menzilleri, ilahi menziller, artış menzili, gayret menzili, bulma ve kaybetme menzili, gayret menzi­li, kuşkuları kaldırma menzili, gizlenmiş cömertlik menzili, kahır men­zili, tutulma menzili, geniş yer menzili. -

Tunus’tayken bu menzile girdiğimde, benden bir feryat koptu. Böyle bir feryadın benden çıktığının farkında değildim ve onu duyan herkes bayılıp düştü. Evin üstünde bulunan ve bizi gören komşu kadın­lar da bayıldı. Bir kısmı, yükseldiğine rağmen evin üstünden avluya düştü, fakat bir sakatlanma olmadı. İlk aydan, bendim. İmamın arka­sında namazdaydık. Bu esnada herkesin bayıldığını gördüm. Bir müd­det sonra ayıldıklarında kendilerine sordum?

-Ne oldu size böyle?

Cevap verdiler:                                                                   ,

-Sen nasılsın? Öyle bir çığlık attın ki, cemaatte gördüğün etki meydana geldi!

Şöyle cevap verdim:

-Vallahibağırdığımın farkında bile değildim!

Remizler menzilinin içermiş olduğu hususlardan biri de, garip olaylar, ilahi hikmetier ve istidat ve ziynet menzilidir. Ayrıca, Allah Teâlâ’nın kendisiyle göksel melekleri ayakta tuttuğu sebep, zikir ve olumsuzlama menzili de remizler menzili içindedir. Bu menziller hakkında şu mısra­ları yazdık:

Varlıkta oluş menzilleri                                                                      .

Hepsi remiz olan menzillerdir                                         .

Onlarda akıllara ait menziller

Hepsi 'caizdir’ şeklindeki kanıtlardır

Gerçeği arayanlar bu niyetle yöneldiklerinde

Bir şey elde etmeye, karşılığını alırlar

Ey, var olanların köleleri! Alınız!

Sizi arayışa sevk eden bu şeyi ve sonra ayrılınız!

Remiz ve simgeler, lafzın zahirinin, söyleyenin amaçlamadığı bir an­lamı verdiği her sözdür. İşte varlıkta âlemin yeri de böyledir. Allah Teâlâ, onu âlemin kendisi için yaratmamış, Allah Teâlâ için yaratmıştır. Hâlbuki âlem, yaratılmış olduğunun dışındaki bir gayeyle ilgilenmiş, Yaratan’ın mak­sadına' aykırı davranmıştır. Bu nedenle, diğerlerinden hal bakımından daha iyi durumdaki bir grup âlim şöyle der: ‘Allah Teâlâ, bizi bizim için ya­ratmıştır.’ Muhakkik ve kul olan ise böyle söylemez, aksine şöyle der: ‘Allah Teâlâ bizi bize bir ihtiyaç duymadan kendisi için yarattı. Dolayısıyla ben, Rabbimin simgesi ve remziyim!’ Simgelerin göstergelerini bilen kişi, söylemek istediğimizi anlar.

Şairin ‘Gerçeği arayanlar bu niyerie yöneldiklerinde, bir şey elde etmeye; karşılığını alırlar’ ifadesine gelince: ‘Karşılığını alırlar’, ‘cezalandırma’dan gelir. Şöyle demek ister: Allah Teâlâ’yı bir neden için arayan kişi, talep ettiği şeye aittir ve Allah Teâlâ’dan aradığından başka bir şeyi elde edemez. Şairin ‘Ey oluşun kulları’ ifadesi şu anlama gelir: Allah Teâlâ’ya her­hangi bir şey nedeniyle ibadet eden kişinin taptığı ve rabbi, söz konusu şeydir. Allah Teâlâ onun taptığı şeyden uzaktır ve o taptığına aittir. Şairin ‘alınız’ demesi, ‘kendisi uğruna geldiğiniz şeyi alınız’ demektir. ‘Ayrılı­nız’, yani ‘bizden ayrılınız’. Çünkü siz ne bize, ne de bizim sebebimizle geldiniz!

Dua Menzili

Bu menzil, bir takım menzilleri içerir. Bunlardan biri, benzerle ün­siyet etmek menzilidir. Ayrıca, beslenme menzili; Meleke, Taif ve per­deler menzili, kusurlar ve denenme menzili, toplanma, ayrılma ve en­gelleme menzili, takdis menzili, gelişenler menzili bu menzilin içinde­dir. Bu menzil hakkında şu dizeleri söyledim:      .

Rahman’m hitabı için sende menziller vardır

Hakkın şendeki hitabına karşılık ver, ey falanca!

Elçiler avuçlarını sana yükseltir

Sen hediye istersin, isteyen ise hüsrana uğramaz

Sen delilin üstünlüğünü belirttiği kimsenin

. Bu konuda kanıt ve tanıklarımız da var

Sen o hakikate tahsis edilmeseydin, gururlanmazdı

Yanlarına yüksek inişinle menziller.

Hakkın kullarına nidası, Hakk’ın isimlerinden birini talep eden elçi­lerin dilidir. Nida edilen kul, o esnada söz konusu ismin otoritesi altın­dadır. Şiirdeki elçiler, yaratıkların sırlarıdır. Onlar, ellerinde bulunduk­ları isimlere avuçlarını açar; İstenilen, daima isimler üzerinde otorite sahibi olan isimlerdir. Örnek olarak el-Habîr, el-Hasîb, el-Muhsî, elMufaddıl gibi isimlere karşı önceliği olan el-Alîm ismini verebiliriz. Bu nedenle şair şöyle demiş: ‘Sen, delilin üstünlüğünü belirttiği kimsesin.’ Bu isme özgü hakikat, mertebe bakımından altında bulunan ilahi isim­leri içermiş olmaktır. Çünkü el-Kadîr, el-Mürîd isminden mertebe ba­kımından daha aşağı olduğu gibi el-Alîm de el-Mürîd isminden üstün­dür. el-Hayy ismi ise, hepsinden üstündür. el-Câmi isminin içerdiği menziller (isimler), o ismin istelderine olumlu cevap vererek kendilerine inmesinden övünç duyarlar.            '

Fiiller Menzili

Bu menzil, çeşidi menzilleri içerir. Bazıları şunlardır: Fazilet ve il­ham menzili, ruhsal İsrâ menzili, lütuf menzili, yok oluş menzili. Bu menziller hakkında şu dizeleri söyledim:

Fiil menzillerinin parlayan bir şimşeği vardır

Rüzgârları bulutları harekete geçirir

Okları ise âlemlere nüfuz eder Kılıçları tüm var olanlarda kesicidir

Gerçek izzete işini aktarmıştır Artık göz görür, anlamak güçtür

İnsanlar kulların fiilleri hakkında ikiye ayrılır: Bir kısmı, fiillerin kullardan, bir kısmı ise, Allah Teâlâ’dan olduğunu görür. Herkes, kendi dü­şüncesine inanmakla birlikte, parlayan bir şimşek kendilerine görünür. Bu şimşek, fiilin kendisinden düşürüldüğü kimsenin fiile belirli bir nis­peti olduğunu bildirir. Her grubun fiilin kendisine nispet edilmediği kimseyle arasına giren bir bulutu vardır. ‘Rüzgârları’ ifadesine gelince, rüzgârlar güçlüdür. Başka bir ifadeyle, her grubun fiilleri nispet etme hakkında -kime nispet etmişlersegetirdiği sebep ve kanıdar, kendisine göre güçlüdür. Şair, her grubun oklarını ‘kendilerine inananların gönül­lerine nüfuz edici’ olmakla nitelemiştir. Aynı şekilde, her grubun kılıçla­rı, kendi düşüncelerine inanan insanların arasında keskindir.

‘Gerçek izzete işini aktarmıştır’ ifadesi ise, her grubun kanıtlarının karşıt grubun etkisini bertaraf edecek ‘engelleyici bir koru’ ile sakınılmış olması demektir. Böylece herkes, Allah Teâlâ’nın kendisi hakkındaki iradesine göre kalır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Her ümmete amelini süsledik:44 ‘Göz gö­rür’ ifadesine gelince, duyu fiilin kula ait olduğuna tanıklık eder, insan, fiilde kendi seçiminin bulunduğunu görmelde kendi deneyiminden bu­nu bilir. ‘Anlamak zordur’, başka bir anlatımla, fiilin duyunun bildirdi­ğinden başkasına nispeti güçtür. Şu var ki, onda ‘parlayan bir şimşek’ bulunmalıdır. Bu şimşek, fiilin kendisinden düşüldüğü kimsenin söz konusu fiille inkâr edilemeyecek bir nispeti olduğunu gösterir.

Başlangıç Menzili

Başlangıç menzili, çeşidi menzilleri içerir: sertlik ve heybeder men­zili, tenezzül menzili, ilahi birliği bilme menzili, yüce rahmet (rahamût) menzili, Hakk ve korku menzili. Bu menzil hakkında şu dizeleri söyle­dim:

Başlangıcın tanık ve delilleri vardır Binekler yola çıkınca, konaklama yerleri onundur

Hükmü hadiseleri içerir

Kerim ve fail Allah Teâlâ ona yardım eder

Kendisiyle ilahı arasında bulunan yegâne nispet ilişme ve meydana gelmiş varlıktır

Bir cahilin şöyle demesine kulak verme

‘Varlığın dayanağı hakikatler ve batıllardır’ (yokluk)

Varlığın dayanağı görünen hakikatlerdir Varlığın dışındaki ise, sadece imkansız batıldır

Varolanların başlangıcının kimi tanıkları vardır. Bu tanıklar, onla­rın kendi başlarına var olmadığını gösterir, ikinci mısradaki ‘onundur’ zamiri, başlangıç kelimesine döner. ‘Binekler yola çılanca’ ifadesi şuna işaret eder: Var olanların nereden geldiğini tümevarımsal olarak incele­diğinde, var edenin katından (geldiklerini) görürsün. Bu nedenle ‘beka’ (kalıcılık), O’na özgüdür. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ katındaki bakîdir.’45 Onun mertebesine ulaştığında ise, bulunduğu konumünu -çünkü o kendisi nedeniyle var olmamıştırkendisinden öğrenirsin. Bu menzil, ‘O ilktir’ (el-Evvel)46 ayetinde geçen ‘Hakkın İlk Oluşu’dur. Bu ‘ilk oluş’tan oluşun başlangıcı meydana çıkmış, bütün yaratılmışlar O’ndan yardım istemiştir. O, yaratıklarda hükümran olduğu gibi onlar da O’nun hükmüne göre yürür. Nispetleri O’ndan düşülmüştür. Çünkü Hakk’ın ille olması, kulun ilk oluşuna yardım ettiği halde âlemin ille olu­şunun bir şeye yardımı söz konusu değildir. Şu halde ‘inayetten başka nispet, hükümden başka sebep, ezelden başka vakit yoktur. Kavmin yo­lu budur. ‘Kalan ise,’ yani bu üç sınıfın altına girmeyen ise, körlük ve karıştırmadan ibarettir. .             

Mehâsinü’l-Mecâliskitabının yazarı bunu böyle belirtmiştir.

‘Varlığın dayanağı, hakikatler ve batıllardır’ iddiasına gelince, bu doğru değildir. Çünkü batıl, yolduk demektir. Başka bir açıdan ise bu ifade doğrudur. Çünkü kazanılmış varlık, yok hükmündedir. Gerçek Varlık ise varlığının kaynağı kendisi olandır. Var olan her yokluk, ken­disi değil başkasından dolayı nitelendiği bir varlıktan var olmuştur. Varlılc kazanan ise, bizzat varlıktır. İmkânsız-batıl ise, ne kendisinden dolayı ne de başkasından dolayı varlığı olmayandır.

Bu menzil çeşitli menzilleri içerir: Şükür menzili, ümitsizlik menzi­li, yayılma menzili, yardım ve toplanma menzili, kazanma, hüsran ve başkalaşmalar menzili bunların bir kısmıdır. Bu menzil haldcında da birkaç mısraımız vardır.

Tenzih ve takdis menzillerinin Hükmü söylenen akledilir bir sırrı vardır

Hükmü tenzih yapana dönen bir bilgidir o Kutsiyet firdevs’i, bahçesi ise meydana çıkmıştır

Apaçık Hakkı tenzih eden kimse

Meramı saptırma olsa da, söylediği mümkün olandır

Gerçekte tenzih edilen, özü gereği nezîh olandır. Sıdece, tenzihin konusunun hakkında mümkün olduğu kimse, tenzih yapabilir ki o da, yaratılmıştır. Bu nedenle tenzih, tenzihi yapana döner. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘İşte bunlar size dönecek amellerinizdir.’ Kimin ameli tenzih ise, kendisine tenzih (ameli) döner ve böylece onun idrak mahal­li, Hakka yaraşmayan bir şeye inanmaktan uzaklaşmış olur. Bu noktada biri, Allah Teâlâ’nın büyüklüğünü yüceltmek için, ‘sübhanî', (kendimi tenzih ederim) demiştir. Bunun için şair şöyle der: ‘Bahçesi meydana çıkmış­tır.’ Bu durum, tenzihin Yaratıcısını tenzih eden kulun mahalline inme­sinden ibarettir. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.’

Yakınlık Menzili

Bu menzil iki menzil içerir. Alışkanlıkların aşılması menzili ve kürtün, ‘ol’ sözünün birliği menzili. Bu menzil haldcında şu mısraları söyledim:

Yaklaşma menzillerinin bilinen bir şartı vardır Onlar var olanlar üzerinde hükümrandır -

Kıyamet şartı gelip o günün hâkimi tecelli ettiğinde Varlık boyun eğer ve hizmet eder


Heyhat! Nefisler meyvelerini devşiremez.

Sadece, bedende iken bir şey yapanlar devşirir

Yakınlaşmak, yaratıkların niteliklerinden biridir. Onlar, yaklaşma ve zıddına konu olabilir. Hakk, kendisini yaklaşan olmakla nitelese de, çok yakındır. Kelimenin mastarı, takrib ve takarrub (yaklaştırma, yakın­laşma) şeklindedir. Şair ‘bilinen bir şartı vardır’ -ki o etkilenmedirder­ken, şunu demek ister: İş, genel olarak ancak ahirette bilinir ve ortaya çıkar. Diğer mısrada şöyle demiştir: Nefisler ancak dünya hayatında et­tikleri iyilik veya kötülüğü devşirir. Şu halde onların Hakka yaklaşması-, amellerinden meydana gelir. ‘Kim zerre kadar iyilik yaparsa, onu görür, kim zerre miktarı kötülük işlerse onu görür.’47

Umut Menzili

Bu menzil, iki menzil içerir: İlahi yol menzili ve duyma menzili. Bu konuda şu mısraları söyledim:

Umut için apaçık menziller ortaya çıkmıştır.

Meyveleri yaklaşan kimsenin eline sarkmış .

Yakınlık dallarından meyvelerini derle

Sakın sıradan dallardan bir şey derleme

Zinhar, onlar seni itidalden çıkarmasın

Orta yolu takip et, hakikatleri apaçık görürsün

(Şair) şöyle der: İnsanın umduğu şey, ortaya çıkmıştır. Çünkü in­san, ancak içinde bir şekilde ortaya çıkmış şeyi umabilir. Söz konusu şey, Hakk edenin gaybmdan bâtınına çıkmış, sonra, onun şehadet âle­minde ortaya çıkması umulur. Bu durumda, elde etmeye daha da yakla­şır. Bu durum şu sözle dile getirilmiştir: ‘Meyveleri sarkmış halde,4\ baş­ka bir ifadeyle, toplayanın eline yakındır. Şair şöyle der: ‘İtidal yolunu tut, ondan sapma.’ İtidal, kendi hakikatine bağlanman demektir. Ve sen, kibirliler gibi o yoldan çıkmamalısın. İki yol arasında bir berzah olan kimse, her ikisini birden gözedeyebilir. Bu ikisinden birine yöne­len ise, diğerinden habersizdir.

Bereketler Menzili

Bereketler menzili, iki menzil içerir. Toplama ve ayırma menzili, berzahtaki-hasımlık menzili. Burası, mülk ve kahır menzilidir. Onun hakkında şu mısraları söyledim:

Bereketler menzilinin parlayan bir nuru vardır

Kalplerin tohumlarıyla umut ona aittir

Onlarda müşahede etmek isteyen herkes için artış vardır

Onlar nedeniyle varlığın kendisini öğrenir                                                                             

Bir hikmeti talep edenin sırrı erdiğinde                                                   '

Bereketler hakikatlerine; matla’ (doğum yeri, ayn-ı sabite) istisna olur.

O halde hamd Allah Teâlâ’yadır, O Allah Teâlâ ki,

A'yânı (sâbiteleri) O’nun varlığa getirişinde görülen ve duyulandır

Berekeder, artmadır ve onlar, şükrün sonuçlarındandır. Hakk, yeri­ne getirelim diye bize farz kıldığı amelleri daha çok yapmamız için ken­disini eş-Şâlcir ve eş-Şekûr diye isimlendirdi. Hakk da şükrümüzün karşı­lığında nimederini arttırır. Dolayısıyla herkes artışı gözler.

Şair şöyle der: Hikmetieri isteyen, (nimette) artışı görünce, artışın o türden olması için, kimsenin kendisine ortak olmamasına gayret ettiği bir takım durumlara sahiptir. Bu makam sahibinin hali, talep ettiği hali gözetmektir.

Yeminler Menzili

Bu menzil, çeşidi menzilleri içerir: Bunların arasmda Rahman is­minden gelen şifahî hitap menzili, ruhsal yeminler menzili, işareder menzili, ışığın düştüğü yer menzili, şairlerin menzili, ruhsal mertebeler menzili, tümel nefs menzili, kutup menzili, nurların gayb âlemine ya­yılması menziü, nefs-i nâtıkanın (düşünen nefs) mertebelerinin menzil­leri, yolların ayrışması menzili, dosduk menzili, ilham ilimleri menzili, hayvani nefisler menzili, ikindi namazı menzili bulunur.

Bu konuda şu mısraları söyledim:

Yeminler menzilleri genişliktedir Hükümleri ise yeryüzü âleminde bulunur

Mutluların felekleriyle akar Sünneti ve farzı yerine getiren üzerinde

Onların ilmi hakikatleri üzerinde durmaktır Hükümleri ise uzunluk ve genişliktedir '

Yemin, töhmetin bir sonucudur. Hakk, kendisinin bulunduğu du­ruma göre değil, onların bulunduğu durum bakımından yaratıklarına muamele eder. Bu nedenle Hakk meleklerine karşı yemin etmemiştir. Çünkü onlar, töhmet âleminden değildir. Hiçbir yaratılmışın başka bir yaratılmış adına yemin etmesi söz konusu değildir. Bizim görüşümüz budur. Bir yaratılmış adına yemin edilirse, bize göre, böyle biri isyan­kârdır ve yemini bozduğunda kefaret borcu yoktur. Böyle bir insanın yapacağı,tek şey, yaptığı işten tövbe etmektir, başka bir şey değil.

Allah Teâlâ, yemin ettiğinde sadece kendisi üzerine yemin etmiş, bu meyanda yaratıkları zikretmiş ve ismi hazf etmiştir. Yüce Kur’an’da çeşitli yerlerde ismi ortaya koyması, buna delildir. Söz gelişi şöyle der: ‘Gö­ğün ve yerin rabbine yemin olsun ki!’49Doğuların ve batıların rabbine yemin olsun/’50 Böylece bu ismin açıkça zileredilmediği çeşitli yerlerde Haklc’ın dilediği bir şey nedeniyle ismin gizlendiğini bildirir. Gizleme­sinin nedenini ise, sadece Hakkın bildirmiş olduğu peygamber ve ilham alan veli bilebilir. Çünkü yemin, üzerine yemin edilen şeyin yüceliğine kanıttır.

|

Allah Teâlâ yeminde görülen ve görülmeyen şeyleri zikretmiş, böylece yülcselc-düşülc razı olunan-öfkelenilen, sevilen-kızılan, mümin-leâfır, var olan-olmayan her şey bu yemine katılmıştır. Yeminlerin menzillerini, sadece gayb âlemini bilen kişi öğrenebilir ve böylece ilahi ismin yemin­de gizli olduğunu güçlü bir zanla kabul eder. Kuşkusuz gayb âleminin uzunluk, şehadet âleminin ise genişlik olduğunu sana bildirmiştik.

Zât Menzili

Bu da, çeşitli menziller içerir: Peygamberler içinden Süleyman Peygamber’in menzili, tam örtme menzili, yaratıkların farklılığı menzili, ruh menzili ve ilimler menzili. Bu menziller hakkında şu dizeleri söyle­dim:

Mukaddes ve müşahede edilir zât’ın

Varlığının adamlar nezdinde menzilleri vardır

Suret olarak tecelli edince, var olanları siler

Belirtileri birbirine göre üstün olan bir sürede

Sana sende gösterir, nitelikleriyle varlığını

Perdelerin ardında, seni kuşatan varlığını

Tenzih nitelikleriyle nitelenmiş ilahi hakikat görüldüğünde, kendi­sinden başka her varlığı yok eder. Bununla birlikte, hallerine göre tek bir şahısta ya da hallerinin farklılığı nedeniyle farklı şahıslarda O’nu müşahede, derece derecedir. Bunun nedeni, hakikatin şunu gerektirme­sidir: içimizden herhangi bir müşahede sahibi ancak kendi nefsini mü­şahede ettiği gibi her hakikat de bizden ancak kendisini müşahede eder. Dolayısıyla her hakikat diğeri için bir aynadır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır.’ Allah Teâlâ ise, şöyle buyu­rur:‘O’nun benzeri yoktur.’51

Dehirler Menzili

Bu menzil bir takım menzilleri içerir: Yarışma menzili, izzet men­zili, felelderin ruhsallığı menzili, ilahi emir menzili, doğum menzili, denkleştirme menzili, kavuşmayla müjdelenme menzili. Bu menzil hak­kında şu dizeleri söyledim:

Menzillerden biri de belirlenmiş menzildir.

Tıpkı zaman gibi, çünkü o, mevhum bir şeydir.

Dönüşleriyle daireler onu gösterir.                                                       .

Tasarruf ve en büyük makam ona aittir

Hakk için ezel mevhum bir durum olduğu gibi zaman da O’nun için mevhum bir durumdur. Başka bir ifadeyle zaman, felelderin hareketlerinin kat ettiği mevhum bir süredir. Çünkü ezel, tıpkı yaratıklara ait zaman gibidir.

Lam-Elif Menzili

Bu menzil, sarılma (Elifin Lam harfiyle sarmal Hakk gelmesi) men­zilidir. Bu menzile baskın olan şey, farklılık değil uzlaşmadır. Allah Teâlâ şöy­le buyurur: ‘Ayak ayağa dolanır. O gün gidiş Rabbinedir.’52 Bu menzil, çe­şitli menzilleri içerir: İld denizin birleşim yeri menzili, iki işin toplanma menzili, benzersizin mertebesini Muhammedî teşrif menzili. Bu menzil hakkında şu mısraları söylerim:

Kesin bilgide, Lam ve Elifin kavuşmadaki menzilleri .

Kavuşma halinde ayrışmadır

O ikisi kuşkusuz şu kimseye delildir:

‘Ben varlığın sırrı ve onun aynıyım. ’

Ne güzel delildirler! Çünkü o ikisi halleriyle delildir

Sözleriyle delil olup sonra çekip giden gibi değil

Lâm harfi Elife ilişip bağlandığında ve tek varlık haline geldikle­rinde (Onun iki direği o ikisinin iki şey olduğunu gösterir), bu harf, yani Lam-Elif, sahihlik ve illediğin ait olduğu Vav ve Ye arasında harf­lerin çift olanında yirmi sekizinci harf olarak ortaya çıkar. Lam-Elifte bulunan illedik ve Lam harfinde bulunan sahihlik ile Lam-Elif ile bu iki harf arasmda bir ‘ilişki’ meydana gelmiştir. Böylece sahih olanı, yani Lam harfini sahihlik harfi (Vav), illetli olanı ise (Elif), illet harfi (Ya) takip etmiştir. Lam-Elifin iki elinden biri rahmet ile açılmışken, diğeri gazap ile dürülmüştür.

Lâm-EliPin tek başına sıralanışta sabit bir formu yoktur, bilakis görünmezdir. Bulunduğu haldeki yeri, Vav ve Ya arasındadır. Kuşku­suz onun mekânına Ze, Ha ve Kuru-Tı harfleri yerleşmiştir. Gayb ha­linde iken ona ait mertebeler, yedinci, sekizinci ve dokuzuncu mertebe­dir. Onun menzili, dolunay ve hilal arasında ay olduğu gibi görünmez­ken ve görünürken berzahlık rütbesi ona eşlik eder. Dolayısıyla yirmi dördüncüdür. Çünkü Ze harfi nedeniyle yedi, Ha nedeniyle sekiz, Tı harfi nedeniyle dokuz ona aittir. Gün yirmi dört saattir. Kabulle amel etme ölçütüne göre, hangi saatte onunla amel edersen amelin başarıya ulaşır. Çünkü o, rakam harflerindedir, doğa harflerinde bulunmaz. Do­ğa harflerinde ona ait sadece Lam harfi vardır.

Lam-Elif, boğaz ve iki dudak arasında dil harflerinden biridir. Elif ise, doğa harflerinden değildir. Dolayısıyla ancak bir tek harfin yerini almıştır ki o da, harekesi işba’ edildiğinde Elifin kendisinden doğduğu Lam’dır. Harekesi işba’ edilmezse, Hemze ortaya çıkar. Bu nedenle bazı âlimler, Elifi harfin yarısı saymıştır. Hemze de, doğal lafızda değil, ka­bule bağlı rakamda harfin yarısıdır.

Sonra konumuza dönüp deriz ki: Lam, daha önce belirttiğimiz gi­bi, Elif ile birleştiğinde, onlar tek bir harf haline gelirler. Çünkü LamElif in iki ayağı, onların iki olduğunu gösterir. Onun ismini telaffuz da, yine iki harf olduklarını gösterir. Şu halde Lam-Elif, iki varlığa ait iki isimden bileşik tek bir isimdir. Birinci harf Lam, diğeri Eliftir. Falca t onlar, şekilde tek bir tarzda göründüğü için, bakan onları ayırt edeme­miş ve İki dirsekten hangisinin Lam, hangisinin Elif olduğu fark edil­memiştir. Hattatlar da bu harf hakkmda görüş ayrılığına düşmüştür: Bu meyanda bir kısmı telaffuzu dikkate almış, bir kısmı ise kendisiyle başlanıp çizgi çizilen şeyi dildcate almış ve onu ilk saymıştır. Böylece her iki grup, Elifi Lam’dan önce zikretmede görüş birliğine varmıştır. Çünkü Elif, burada, hiç kuşkusuz Lam harfinden meydana gelmiştir. Aynı şekilde Hemze de, ‘Kuşkusuz siz, =le-entüm) daha şiddetli bir korku salarsınız53 ayetinde olduğu gibi Lam’ı takip eder.

İşte bu harf, yani Lam-Elif, fiillerde şaşırtma harfidir. Böylece yara­tılmışın elinde ortaya çıkan fiilin gerçekte kime ait olduğu belli olma­mıştır. Bu ‘fiil Allah Teâlâ’ya aittir’ dersen, doğru söylemiş olursun; yaratılmışa aittir dersen, yirie doğru söylemişsindir. Böyle olmasaydı, ne yükümlü tutma ne de Allah Teâlâ yönünden amelin kula izafe edilmesi geçerli olabilir­di. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Bunlar amellerinizdir, size iade olu­nurlar.’ Allah Teâlâ ise şöyle buyurur: ‘Onların yaptığı hiçbir iyilik karşılıksız bı­rakılmayacaktır .’54 Başka bir ayette ise ‘Dilediğinizi yapın: O, yaptığınız her şeyi görür’55 buyrulur. Allah Teâlâ doğru söyler.

(Fiilin Allah Teâlâ’ya ve kula izafe edilmesindeki duruma benzer olarak), hangi ayağı Lam sayarsan say, haklısın. Bilginlere göre, formu bildiği için amel şeklin konuşlanmasında farklılık gösterebilir. Fiilin diğerine değil de (Lam-Elifin) ayaklarından sadece birine ait olduğunu her kim iddia ederse etsin, bu doğru değildir. Onun sahibi de kesilir ve sabit olmaz. Konuyu bilen bir başkası da, bu konuda ona karşı çıkar ve kendi inancına göre kanıt getirir. Ona söylenecek şey de, diğeri hakkında söy­lenecek söz gibidir. Böylece durum, Allah Teâlâ’nın, basiretini nurlandırıp doğru yola ulaştırdığı kimsenin dışındakilerde çelişir ve müşkülleşir.

Takrir Menzili

Bu menzil, çeşidi menzilleri içerir. Bunların arasında nimetleri sayma menzili, zararların giderilmesi menzili, mutlak ortaklık menzili vardır. Bu menzil hakkında şu mısraları söylerim:

Menziller durağanlık ile karar kıldı Ortaya çıkmayı gizlenmeye yeğlediler

Gözler ile ‘göz’lere (pınarlara) delil oldular ,

Derindeki bir su kaynağından fışkıran

Şimşekler ile yağmur bulutlarına delil oldular Apaçık bir nur üstüne çaktıklarında

Allah Teâlâ sana yardim etsin, bilmelisin ki: Sâbidik, menzilleri ortaya çıkarır. Kim sabit ise, gelişir ve hakikati üzere her göze görünür. Hare­ketin hızının verdiği kuşkuyu görmez misin? Bir şeye bakan, o şey hak­kında onun bulunduğu Hakk aykırı hüküm verir. Böylece, genleşme ha­reketi hızlandırıldığında kordaki ateş ya da fitilin başındaki ateşin uza­yan bir çizgi olduğunu iddia eder. Ya da hızla çevrildiğinde, havada bir ateş dairesi görür. Bunun nedeni, sabitliğin olmayışıdır. Menziller sabit olduğunda ise, içermiş oldukları ilahi ilimleri gösterirler.

Müşahede Menzili

Müşahede menzili, tek bir menzildir ve o, oluşun yok oluş menzi­lidir. Onda ‘olmamış olan’ fâni olur, ezeli olan ise kalır. Onun hakkında şu mısraları söyledim:

Oluşun yok oluşunda bir menzil vardır ki Ruhu bize tenezzül etmiştir

O benim kadir gecemdir

Ne nuru ne gölgesi vardır

O mutlak nurun kendisidir.

Ondan ayrılması mümkün değildir.

işte ben gerçek anlamda imamım

Birinci safta hükümdar olan

Benim işimin anahtarı onun katindadır.

Böylece sizi görevlendirir ve azleder

Benim mızraklarım uzundur

Ben ışık saçan güney yıldızı değilim

Gerçek makam sizdedir

Süreklidir ve değişmez

O bu makamdan yücedir.

O en adil imamdır                                                                   '

O benzeri olan nur değildir.

O güneşten daha yetkindir.

Ben onun hakkında inanırım

En faziletli sırrın mekânına

Gözün gözüyle yücelirim,                                                                                                              -

Emrin emriyle inerim.

Fenâ (yok olma) hali, tıpkı kadir gecesi gibi, ne nurdur ne de göl­gedir. Ardından ekler: O, gerçek ışık ve gerçek gölgedir. Çünkü o, hiç bir zıddı olmayan asildir. Işıkların zıddı karanlıklardır. Oysa onun asla zıddı yoktur. ‘Ben imamım’ sözü ise, Haklcı müşahede etmesinin özel yönden olduğu anlamına gelir. Söz konusu yön, Hakk’tan sözün sahi­bine dönüktür. ‘Birinci saftadır.’ Bu makamdan, ayrışma, suretlerdeki çokluk ve sayı meydana gelir. ‘Mızraklar’ kelimesini ise, âlemi ayakta tutmanın simgesi yapmıştır. Onun özelliği, sabit olmaktır. Bu nedenle şöyle demiştir: ‘Değişmez.’ Onun özelliği, ezmek ve adalettir. O ben­zerlik kabul etmez. O halde zatı müşahedeyle yücelirim, ilahi emir ile de âleme bir imam olarak inerim.

Ülfet Menzili

Ülfet menzili tek bir menzildir. Bu menzil hakkında şu mısraları söyledim:

Ülfet menzilleri bilinir                                                                                                                          .

Onlar bu özellikle tanınır

0 menzillerde konaklayana ‘kalk’ de.

Çünkü onlar güvenle gizlenmiştir

Onlar iki kişiye dayanır.

Yalnızlık azabından ise uzaklaşmışlardır.

Burası evlilik, sevinç ve ferahlık menzilidir. Bu, Allah Teâlâ’nın peygambe­rine ihsan ettiği şeylerdendir. Şöyle buyurur: ‘Yeryüzündeki her şeyi in­fak etseydin, kalplerini ısındıramazdın.’ Yani, kendine ısındıramazdın. ‘Fakat Allah Teâlâ onları ısındırmıştır.’56 Allah Teâlâ onların kalplerini senin sevgine, sana olumlu cevap vermeye ve seni doğrulamaya ısındırmıştır.

Haber Öğrenme Menzili

Haber öğrenme menzili, çeşitli menzilleri içerir. Bunların arasında ruhsal çekişme menzili, mutluların bedbahdara ya da bedbahdarın mut­lulara üstün gelmesinin keyfiyeti menzili, insandan önceki oluş menzili vardır. Bunun hakkında şu mısraları söyledim:

Kalbimi dostlarımdan sormak istediğimde

Beni lafzımı incelemeye yönelttiler

Onlarm senin lafzınla menzilleri sadece

Benim talihsizliğim ve hissemin kötülüğüdür

Nefse öğüt verdim onlara bakma diye

Öğüdüm nedeniyle onlarm düşüncelerine yönelmedi .

Onlarla konuştum, belki bir oluşa ulaşırım diye

Onlar da varlığımın ve ulaştığım şeyin aynı olur.

Şöyle der: ‘Onlar, kendilerinden sorduğumda dilimde bulunur; kendilerine baktığımda, göz bebeğimdedirler. Onları hatırladığımda ve özlediğimde, kalbimdedirler. Onlar bulunduğum her yerde benimle be­raberdir. Dolayısıyla onlar, benim aynım, ben ise onların aynı değilim. Çünkü onlardan bende bulunan şey, benden onlarda bulunmaz.

Onlara arzu duymama şaşılır!

Benimle oldukları halde gördüğümü onlardan isterim

Onları gözüm gözetler, onlar ise gözün karanlığında bulunur.

Kalbim onlara arzu duyar, onlar ise kalbin içindedir.

Tehdit Menzili

Bu menzil, haksızlığı ve oluşa tutunmayı içeren tek bir menzildir. Bu menzil hakkında şu dizeleri derim:

Kuşkusuz tehdit iki menzildir ki onlar

En sağlam yol üzere yürümeyi terk edene aittir

Varlığı yetkinlikle gerçekleştiğinde

Ve en kadim yücelik hükmüyle yürüdüğünde

Bu iki menzil onun nezdinde bir nimete döner.

Artık onun ateşte gördüğü nimet, ikrama kavuşan herkesin nimetlendiğidir

Ruhsal menzil, nefislerin çektiği azap, cisimsel menzil ise duyulur azaptır. Bu azap, ancak içinde ve dışında meşru yoldan sapan kknse için olabilir. Söz konusu kişi, dosdoğru yola erdirilip hakkında iyilik öne geçtiğinde, bu azaptan kurtulur, müşahede cenneti yolunda mücahede ateşiyle nimedenir.

Emir Menzili

Emir menzili, çeşitli menzilleri içerir. Bunların arasında, berzahtaki ruhlar menzili, öğretme menzili, İsrâ menzili, nispeder menzili, tamlıklar menzili, kutup ve iki imam menzili vardır. Bu menzil hakkında şu mısraları söylerim:

Emir menzilleri zatın konuşmasıdır.                                                             .

Sevinçlerimi ve kazlarımı onunla elde ederim.

Keşke ömrüm boyunca o menzillerde bulunsaydım

Kavuşma vaktine kadar ayrılmasaydım

Seçilenin gözü aydın!

Münacatın başında dışarı çıktığında.                                                                      ,

İlahi emir, kelam sıfatındandır ve hüküm koyma yönünden velilere kapalıdır. İlahi mertebedeki her yükümlü tutucu emir, ancak şeriat tara­fından belirlenmiş olabilir. Dolayısıyla veli için kalan şey, peygamberle­re emrettiğinde sadece bu mertebenin emrini dinlemektir. Bu emri işit­tiğinde velinin varlığına yayılan bir haz meydana gelir. Fakat içinde em­rin bulunmadığı Hakk ile münacat veliler için kalıcıdır: Bu münacat, ko­nuşma ve sohbet şeklindedir.

Keşif ehlinden biri, hareket ve duruşlarında Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in ge­tirdiği şerî yükümlülüğe aykırı ilahi emir aldığını iddia ederse, ‘duydu­ğunu’ söylerken doğru söylemiş olsa bile gerçeği karıştırmıştır. Ona peygamberinin suretinde ilahi bir tecelli görünmüş ve peygamberi ona hitap etmiş olabilir. Ya da, peygamberinin hitabını duyma mertebesine yerleştirilmiş olabilir. Şöyle ki: Peygamber, Allah Teâlâ’nın emrini kullarına ulaştıran kimsedir. Belirli bir mertebede daha önce peygamberin getir­diği bu emri Haktan duymak mümkün olabilir. Keşif sahibi şöyle iddia eder: ‘Hakk bana emretti.’ Hâlbuki bu durum, söz konusu şeyin (pey­gambere) emredildiğinin bildirimidir. Bu nispetler Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ile kesilmiştir. Allah Teâlâ’dan gelen meşru emirlerin dışındaki işlerde ise, veliler derinlik sahibidir.

Böylece on dokuz menzilin sayımını tamamladık. Şimdi ise, her menzilin en temel özelliğini zikredebiliriz.

VASIL

On dokuz Menzilden Her Birinin En Özel Niteliği

Övgü menzilinin temel özelliği, bilginin sonsuza ilişmesidir. Re­miz menzilinin. en temel özelliği, bilginin sayı ve isimlerin özelliğine ilişmesidir -ki onlar kelime ve harflerdir. Simya ilmi, bununla ilgilidir Dua menzilinin en temel özelliği, işaret ilimleri ve arınmadır. Fiil men­zillerinin temel özelliği, şimdiki zamanın bilgisidir. Başlangıç menzili­nin temel özelliği, mebde’ ve mead ilmi, her şey hakkındaki ilksellerin bilgisidir.

Tenzihin en temel özelliği, soyutlama ilmi, yaklaşmanın en temel özelliği, delalet ilmidir. Umut menzilinin en temel özelliği, nispet ve izafeder; berekeder menzilinin en temel özelliği, sebepler, kanıdar, şart­lar, nedenler ve hakikat ilmidir. Yeminlerin en temel özelliği, yücelik bilgileridir. Dehr menzilinin en temel özelliği, ezelin bilgisi ve elBari’nin varlık olarak sürekliliğini bilmektir. Zat menzilinin en temel özelliği, zatı bilmektir. Lam-Elif menzilinin en temel özelliği, Yaratan’a yaratmanın nispetinin bilgisidir. Taler ir menzilinin en temel özelliği, huzur (Hakkın karşısında olduğunun bilinci) bilgisidir. Oluşun yok oluşu menzilinin en temel özelliği ise, varlıkların değişmesinin bilgisi­dir. Ülfet menzilinin en temel özelliği, kaynaşmanın bilinmesidir. Teh­dit menzilinin en temel özelliği, mertebeleri bilmektir. Soruşturma (haber öğrenme) menzilinin en temel özelliği, ‘O’nun benzeri yoktur’ ifadesini bilmektir. Emir menzilinin en temel özelliği ise, kulluğu bil­mektir.

VASIL

(İlahi Menziller ve Mümkünlerden Onlara Tekabül Eden Şeyler)

Bilmelisin ki: On dokuz menzilden her birinin mümkünlerden bir sınıfı vardır. Meleklerden bir sınıf da onlardandır. Onlar, halleri farklı olsa bile, tek sınıftır. Cisimlerin ilmi, on sekiz türdür: Felelder on bir tür, unsurlar dört, türeyenler ise üç türdür. Bu menzillerin ilahi merte­bede mukabilleri şu mümkünler olan başka bir yönleri daha vardır. Za­ta ait cevher -ki o tiktir. İkincisi, arazlardır. Bunlar özelliklere aittir. Üçüncüsü zamandır. Zaman ezele aittir. Dördüncüsü mekândır. Me­kân, istiva veya özelliklere aittir. Beşincisi görelilere ait tamlamalardır. Altıncısı konuşmaya ait ilkelerdir. Yedincisi isimlere ait niceliklerdir.

Sekizincisi, tecellilere ait niteliklerdir. Dokuzuncusu cömertliğe ait te­sirlerdir. Onuncusu, inanç suretlerinde görünmeye ait edilginliklerdir. On birincisi, mutlak birliğe ait özelliktir. On İkincisi, hayrettir. Hayret inme, sevinme ve borçlanma gibi (Allah Teâlâ’ya izafe edilmiş fiillere bağlı) ni­teliklere aittir. On üçüncüsü, el-Hayy’a ait varlıkların hayatıdır. On dördüncüsü, bilgiye ait marifettir. On beşincisi, iradeye ait dürtülerdir. Ön akıncısı, görene ait göstermedir. On yedincisi, duyana ait duyma­dır. On sekizincisi, yetkinliğe ait insandır. On dokuzuncusu, nura ait ışık ve karanlıklardır.

VASIL

On Dokuz Menzilin Benzerleri

. Bu menzillerin Kuran’dan olan benzerleri, surelerin başındaki hece harfleridir. Bu harfler, beş mertebede bulunan on dört harftir. Bunlar birli, ikili, üçlü, dörtlü ve beşli mertebedir. Cehennemden benzerleri, on dokuz melekten ibaret olan cehennem bekçileridir. Tesirdeki ben­zerleri ise, on iki burç ve yedi felektir. Kuran’dan benzerleri, besmele­nin harfleridir. Rical’den (adamlar) benzerleri, on iki nakip ve yedi be­deldir. Bu yedi bedelden dördü evtad (direkler), iki tanesi iki imam, bi­ri kutuptur. Bu menzillerin ilahi mertebeden ve varlıklardan benzerleri çoktur.

VASIL

Menzillerin Menzili veya Apaçık İmam

Bilmelisin ki: Menzillerin menzili, Arş’tan en aşağıdaki toprağa ka­dar dünya âleminde ortaya çıkan bütün menzilleri içeren menzildir. O ‘apaçık imam’ diye isimlendirilen şeydir. Allah Teâlâ onun hakkında şöyle bu­yurur: ‘Her şeyi apaçık imamda saydık:57 ‘Saydık’ ifadesi, ona konulan şeylerin sonlu bilgiler olduğunu gösterir. Böylece şunu düşündük: Aca­ba onların sayısı herhangi bir kimse için sınırlanabilir mi? Bu bilgiler sonlu olsa bile, sınırlamanın dışındadırlar. Çünkü ‘apaçık imam’da Allah Teâlâ’nın âlemi yarattığı günden dünya hayatının sona erip hayatın ahirete göçeceği zamana kadar var olacak her şey bulunur.

Allah Teâlâ’yı bilenlerden güvendiğim birine sordum: ‘Bu ‘apaçık imam’ın içerdiği ilimlerin esasları sınırlı mıdır?’ Şöyle yanıt verdi: ‘Evet.’ Böylece güvenilir, emin, doğru sözlü arkadaşım, kendi adını zikretmemem şar­tıyla, bana ana ilimleri bildirdi. Her biri sayılamayacak kadar ilim içeren ana ilimlerdir. Bunlar sayısal olarak yüz yirmi dokuz bin altı yüz tür il­me ulaşır. Her tür, başka genel ilimleri de içerir ve onlar menziller diye ifade edilir.

Bu güvenilir arkadaşıma sordum: ‘Allah Teâlâ’nın yarattıklarından onlara ulaşan ve tam olarak bilen kimse var mıdır? ‘Hayır5 dedi. Sonra şu ayeti okudu: ‘Rabbinin ordularım kendisinden başka kimse bilemez.’58 Askerleri­ni Allah Teâlâ’dan başkası bilemediğine göre, askerlerin savaşması gereken Hakk’a karşı çıkan bu kadar kimse de yoktur. Bunun üzerine şöyle de­di: ‘Şaşırma! Göğün ve yerin rabbine yemin olsun ki bundan daha ga­ribi vardır. Allah Teâlâ’nın Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in eşlerinden ikisi hakkında zikret­miş olduğu ayeti okuyup şöyle devam etti: ‘Onlar karşı çıkarlarsa, Allah Teâlâ, Cebrail, salih müminler ve melekler O’nun dostu ve yardımcısıdır.’59 Bu, as­kerlerin zikredilmesiyle ilgili en garip olanıydı. Allah Teâlâ’nın sırları şaşırtıcı­dır!

Bunu bana söyleyince, Allah Teâlâ’dan bu meselenin faydasını öğretmesi­ni istedim: Allah Teâlâ’nın kendisini, Cebrail’i, salih müminleri ve melekleri karşısına yerleştirdiği bu şey neydi? Bu isteğim üzerine, o şey bana bil­dirildi. Onu öğrenince, hiçbir şeyden sevinmediğim kadar sevindim. Bu iki kadının neye dayandığını ve onlara güç veren şeyi öğrendim Allah Teâlâ, yardımda bizzat kendisini zikretmeseydi, melekler ve müminler o ila kadına karşı koyamazdı. Böylece, o iki kadının Allah Teâlâ’yı bilmek ve âlemde tesirle ilgili bu gücün kendilerine verdiği şeyi elde ettilderini aaladım. Bu bilgi, saldı bir bilgidir. Allah Teâlâ’ya şükrettim. Allah Teâlâ’nın yaratıklarından kimsenin bu iki kadının dayandığı güce dayandığını zannetmiyorum.

Lut (a.s) şöyle der: ‘Size karşı gücüm olsa ya da güçlü bir şeye dayansaydım.’60 Hâlbuki Lut’un yanında ‘güçlü bir dayanak’ vardı, o ise bu­nun farkında değildi. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem onun hakkında buna ta-

nıklık etmiş ve şöyle demiştir: ‘Allah Teâlâ kardeşim Lut’a merhamet etsin. O güçlü bir rükne dayanıyordu.’ İşte Hz. Aişe ve Hafsa da o gücü biliyor­du. İnsanlar o ikisinin sahip olduğu bilgiyi bilseydi, söz konusu ayeti anlarlardı. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.’

YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Korunmuş Kutupların Bilinmesi ve Onlarm Korunmasının Sırları

Allah Teâlâ’nın varlığımda gizlediği bir hikmeti var Onu görebilecek hiçbir göz yoktur

Allah Teâlâ bedeni eğlence ve ünsiyet diyarı yapmış Onu bina etmiş, cömertliği onu düzenlemiş

Sonra beden itidal bulup düzeldiğinde                                                   ,

Hakkın katından bir ruh gelip ona can verdi

Sonra Hakk anlayınca

Nefsin arzusuna olan sevgisini ve boyun eğişini

Ölüme dedi ki: ‘Kulcağızımı kendine al.’

Ona giydirdiği şeyle kulunu kendisine çağırdı

Kendisine tecelli ettiğinde, kul dedi ki: İlahi!

Benim ünsiyetim nerede? Cevap verdi: ‘Neyle ünsiyet edersin?’ '

‘Böyle bir yere nasıl alışırım?

Güçlerini sizin güçlerinizden yapmışsınız, onlar (bana) benzemez.

Allah Teâlâ’m, Efendim ve Güvencem!

Onlarm sadece anlamlarına âşığız

Bizden istediğini bize bildirdiler

Onlarm en yücesinden, peygamberin diliyle                                                         

' Günlerimizi sevinç içinde kat ettik

Senin sayende, Efendim! Ne kadar da hoştur!                                                            .

Dedi ki: Arzu diyarım ona geri verin Ruh onu arzuladığını söylerken doğru söyledi

Böylece kendilerinden geçmiş kalıcılar olarak geri çevrildik Daima sevinçli olarak arzunun diyarına.

(Melâmîler veya Velayette Yakınlık Makamı)

Allah Teâlâ sana yardım etsin, bilmelisin ki: bu bölüm, melâmîler diye isimlendirilen Allah Teâlâ’nın kullarıyla ilgilidir. Onlar, veliliğin en ileri derece­lerine yerleşmiş kimselerdir. Artık bulundukları derecenin üzerinde sa­dece peygamberlik derecesi kalmıştır. Bu mertebe, velilikte yalcınlık makamı diye isimlendirilir. Onlara işaret eden ayet, ‘çadırlarda saf ve çe­kingen, yumuşak huylu eşleri’61 ayetidir. Allah Teâlâ, cennet kadınları ve hurile­rinin özellikleriyle kendisine çekip koruduğu ve bir göz görür de kendi­lerini meşgul eder korkusuyla, âlemin köşelerinde ilahi kıskançlığın ko­ruma çadırında hapsettiği Allah Teâlâ adamları’nm (Ricâlullah) nefislerine dikkat çeker. Hayır! Yemin olsun ki, yaratıkların onlara bakmaları onla­rı meşgul edemez. Fakat konumlarının yüksekliği nedeniyle, insanların melâmilerin üzerlerindeki haklarını yerine getirebilmeleri mümkün de­ğildir. Böylece kullar, hiçbir zaman ulaşamayacakları bir sorumlulukla yüz yüze gelir. Bunun üzerine, onların görünen tarafları alışkanlık ve ibadet çadırlarında hapsedilmiştir. Söz konusu çadır, zahiri amellere, farz ve amellere sabırla devam etmedir. Bu nedenle Melâmîler âdeti aş­mayı bilmedikleri gibi bundan dolayı hürmet de görmezler. Kendile­rinden bir bozukluk ortaya çıkmadığı gibi, genelin örfünde tanımlan­mış iyilik (yapmaları nedeniyle) ile parmakla gösterilmezler. Onlar gizli­ler, iyiler, âlemde güvenilirler ve insanlar içinde bilinmeyenlerdir.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem lcutsî bir hadiste Rabbinden şöyle aktarır: ‘Benim katımda en gıpta edilir velim, namazdan payı olan, gizlide ve açıkta Rabbine güzelce ibadet ve itaat eden ve insanlar içinde gizli kalan bir mümindir.’ Kastedilen şudur: Söz konusu kimseler, insanlar arasında ibadederinin büyüklüğüyle tanınmadığı gibi açıkta ve gizlide Allah Teâlâ’nın yasakladığı şeyleri işlemeyen kimselerdir.

Arifin kim olduğu sorulduğunda adamlardan biri, onları nitelerken şöyle demiştir: ‘Arif, dünya ve ahirette yüzü kara kimsedir.’ Bu ifadesiy­le, sözü edilen grubun halleri hakkında zikrettiğimiz şeyi kastetmişse, o zaman ‘yüz karalığı’ deyimiyle, arifin dünya ve ahirette bütün vakideriiıi Hakkın tecellilerine ayırmasını kastetmiş olmalıdır. Bize göre insan, kendisine tecelli ettiğinde Hakk’ın aynasında kendisinden ve makamın­dan başkasını göremez. İnsan, var olanlardan biridir ve oluş, Hakkın nurunda karanlıktır. Dolayısıyla insan, ancak kendi karanlığını görebi­lir. Çünkü bir şeyin yüzü, onun zatı ve hakikati demektir.

İlahi tecelli, özel olarak sadece bu grupta sürer. Dolayısıyla onlar, tecellinin sürekliliği hakkında ifade ettiğimiz üzere, dünya ve ahirette Allah Teâlâ ile beraberdir. Onlar E/r ad’ dır (Tekler).

Yüz karalığı ile efendilik, yüz ile insanın hakikati kastedilirse, bu du­rumda hadisin anlamı, ‘dünya ve ahirette o efendidir’ demek olur. Bu yorum mümkün olsa bile, efendilik, özel anlamda sadece Peygamberler için geçerli olabilir. Binaenaleyh efendilik, onların yetkinliği iken veli­lerde bir eksikliktir. Çünkü peygamberler, hüküm koyma nedeniyle gö­rünmek ve üstün olmak zorundadır. Velilerin ise, böyle bir zorunluluğu yoktur.

Baksanıza! Allah Teâlâ dini tamamladığında Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle em­retmiştir: ‘Allah Teâlâ’nın yardımı ve fetih geldiğinde, insanların Allah Teâlâ’nın dinine grup grup girdiğini gördüğünde, Rabbinin övgüsünü teşbih et ve mağfiret di­le.’62 Yani, Rabbinin tenzihiyle ve kendisine yaraşan övgüyle ilgilen. Böylece Allah Teâlâ, kendisini göndermelde amaçladığı risaletin tebliğini ta­mamladığında, peygamberini bu emirle dünyadan çekip almış, bağış­lanma dileyerek sürekli Allah Teâlâ ile kalsın diye koruma perdesi altında ya­rattıklarından gizlemek istemiştir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem tebliğ, irşat ve risaleti yerine getirmekle ilgilenmek devrindeydi. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘Rabbinden başkasının giremediği bir vakti vardı.’ Diğer vakitleri ise, yapmakla sorumlu olduğu insanların işlerini gözetmeye adanmıştı. Böy­lece Allah Teâlâ, kendisini -Haldcın emrinden olsa bileyaratıkların işleriyle ilgilendiği vakitlerinden ayırdığı bu tek vakte döndürmüştür.

‘Allah Teâlâ tövbeleri kabul edicidir.’63 Yani Hakk, seninle beraber bulunan insanlar herhangi bir şekilde yanına girme fırsatı bulamayacak şekilde, sana eşlik edici olarak döner. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu sureyi okuduğunda, mecliste bulunanlar içinden sadece Hz. Ebû Bekir ağlamış ve Allah Teâlâ’nın peygamberi çağırdığını anlamıştır. Çünkü Ebû Bekir, Allah Teâlâ’yı en iyi bi­len insandı. Mecliste hazır olanlar ise, onun ağlamasına şaşmış, ağlama­nın sebebini anlamamıştı.

Büyük veliler özgür bırakılsaydı, hiç biri görünmeyi yeğlemezdi. Bilirler ki, Allah Teâlâ -sırf kendisiyle ilgilensinler diyeonları öncelikli olarak kendileri ya da başka bir yaratık için yaratmadı. Onları sadece kendisi için yarattı. Böylelikle, yaratılış gayeleriyle ilgilenirler. Hakk, iradeleri olmaksızın, yaratıkların kalplerine yerleştirmiş olduğu saygıyla onları kullarına göstermek isterse, bu durum, Hakka döner ve onlarm bu işte bir çabaları yoktur; onları gizler ve hürmet görmelerini sağlayan bir kıymet insanların kalplerinde yaratımsa, bu da, Allah Teâlâ’ya döner. Allah Teâlâ’nın dilemesi karşısında onlarm dilemesi söz konusu bile değildir. Dolayısıy­la Allah Teâlâ onları serbest bırakırsa, mudaka yaratıklardan gizlenmeyi ve Allah Teâlâ’ya yönelmeyi yeğlerler. Onların halleri mertebelerini kendilerinden bile gizlemek olduğuna göre -nerede kaldı başkaları!onların korunma menzillerini açıklamamız gerekti.

Onların korunma menzillerinden biri, farzları cemaatlerle kılmak, insanlarla beraberken her şehre o şehir ahalisinin süsleriyle girmek, mescitte belirli bir yer ayırmamaktır. Varlığı insan kitlesi içinde kaybol­sun diye, söz konusu velinin Cuma’nın kılındığı mescitte namaz kılma yerleri değişir, insanlar onunla konuştuğunda, o da onlarla konuşur ve Allah Teâlâ’nın konuşurken kendisini gözedediğini bilir, insanların sözünü de böyle dinler. Farkına varılmasın diye, komşularının dışında insanlarla oturup kalkmayı azaltır. Küçüklerin ve düşkünlerin ihtiyacını giderir, çocukları ve ailesiyle Allah Teâlâ’nın hoşnut olacağı şekilde şakalaşır ve sadece doğruyu söyler. Bir yerde tanınırsa, başka bir yere göçer; göç edemez­se, kendisini tanıyandan uzaklaşır ve kendisinden yüz çevirsinler diye insanların ihtiyaçlarında onlara sıkıntı verir. Şekil değiştirme imkanı

varsa, şeklini değiştirir. Sûreterde başkalaşmaya örnek olarak, melek .... A olduğu bilinmediği halde, ruhsal varlığın Ademoğlunun suretinde şekil­lenmesini verebiliriz. Kadîb el-Bân böyleydi.

Bütün bunlar, Hakk kendisini izhar etmek istemeyip şöhret kazan­masını engellemek istediğinde, farkında olmaksızın gerçekleşir.

Bu taife, Allah Teâlâ katındaki bu mertebeye kalplerini Allah Teâlâ’dan başka­sından koruduğu ya da Allah Teâlâ’dan başka herhangi bir varlığa ilişmesini engelledikleri için ulaşabilmiştir. Dolayısıyla onlar, sadece Allah Teâlâ ile otu­rur, sadece Allah Teâlâ ile konuşur. Onlar, Allah Teâlâ ile ayakta durur, Allah Teâlâ’yı dü­şünür, Allah Teâlâ’ya gider ve yönelir, Allah Teâlâ’dan konuşur, Allah Teâlâ’dan alır, Allah Teâlâ’ya tevekkül eder ve Allah Teâlâ katında durur. Onların Allah Teâlâ’dan başka bildikleri ya da O’ndan başka gördükleri yoktur. Onlar, nefislerini nefislerinden korumuştur. Dolayısıyla nefisleri de onları bilemez. Şu halde onlar, gaybın bilinmezlikleri içinde perdelenmiştir. Onlar, Hakk’ın kendisine seçtiği sakındıklarıdır. Onlar, yemek yer ve sokaklarda gezerler. Bu ye­mek ve de gezmek, gerçekte üzerindeki bir perdedir. Bu bölümde zik­redilen grubun hali budur.

BU BAB'A DEĞERLİ BİR EK

(Veli Peygambere Uyar)

Şöyle deriz: Bu mertebeden peygamberler (Allah Teâlâ’nın selamı hepsi­nin üzerine olsun) hüküm koyucu olarak gönderilmiş, onlarla birlikte bu velileri de kendilerine uyan ve emirlerini yerine getiriciler olarak yönlendirmiştir. Peygamber ve resullerin getirdikleri hükümleri aldıkla­rı kaynaktan veliler peygamberlere uydukları şeyi almıştır. Binaenaleyh veliler, basiret üzere uyanlar; uydukları kimseyi ve uyduldarı şeyi bilen­lerdir. Onlar, peygamberlerin menzillerini, yolların yöntemlerini ve Allah Teâlâ katındaki değerlerini Allah Teâlâ’dan öğrenen kimselerdir. ‘Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.’

On altıncı kısım sona ermiştir. Allah Teâlâ’ya hamd olsun!

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar