SEKİZİNCİ SİFR [FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] KIRK SEKİZİNCİ KISMI
Rahman ve
Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kefenler
Ölü için kefen,
namaz kılan için elbise gibidir. Elbise, içinde
değil, üzerinde namaz kılınan şeydir. Örnek olarak üzerinde namaz kılınan
hasırı veya insanla toprak arasında perde olan elbiseyi verebiliriz. Çünkü
elbise, secde edilirken secde yerinde bulunur. Böylece üzerinde namaz kılınan
şeye benzetilir.
Kadının kefenlenme sırası şöyledir:
Cenazeyi yıkayan kadın önce bir örtü serer; örtü, insanın yarı boyu
uzunluğundaki gömlektir. Ardından başka bir kat serilir, o da tam boy bir
gömlektir. Sonra, başına bir başörtüsü örtülür, sonra hepsini kuşatan başka bir
elbise içine konulur. Bütün bunlar, bir sıraya göre dizilen beş elbisedir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem, kızı Ümmü Gülsûm’ü yıkayan Leyla es-Sakafıye’ye
kendi eliyle peş peşe örtüler uzatmış ve zikrettiğimiz sıraya göre örtmesini
emretmişti. Kadının kefenlenmesinde sünnet budur. Erkeğin nasıl kefenleneceği
hakkında ise, elimizde herhangi bir nas yoktur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem vefat ettiğinde üç beyaz elbise içinde kefenlendi. Orada bulunan
sahabenin bilginlerinin tanıklığına göre, bu elbiseler içinde gömlek veya
sarık yoktu. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in cenazesine tanıklık
edenlerden ya da bu rivayetin ulaştığı kimselerden hiç birinin onu reddettiği
veya hadisle ilgili tartışmaya girdiği bize ulaşmamıştır. Fakat hadisi rivayet
edenin ‘onların içinde gömlek ya da sarık yoktu’ ifadesinde açık bir yorum
vardır. Üç elbise ifadesi, hiç kuşkusuz, ravidendir. Şu var ki, ‘kefenlerde
sayının tek olması müstehaptır.’
Zikrettiğimiz rivayeti dikkate alarak
bazı bilginler, erkeğin üç, kadının beş elbise içinde kefenleneceğini
söylemiştir. Bazı insanlar ise, erkeğin kefenleneceği elbisenin en az iki,
sünnet olanın ise üç olduğunu kabul etmiştir. Onlara göre kadının kefenleneceği
elbisenin sayısının en azı üçtür; bu konudaki sünnet ise beş elbisenin
bulunmasıdır. Bazı insanlar, bu konuda bir sınır görmemiş, fakat tek sayıyı
müstehap saymıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, büyük suç işlemiş
olarak ölen biri hakkında, ‘İki elbisede kefenlensin’ demişti.
VASIL
Batınî Yorum
Cenazeyi kefenlemenin amacı, ölüyü gözlerden
saklamaktır. Mus’ab b. Umeyr, Uhud savaşında üzerinde bulunan tek elbiseyle
kefenlendiğinde -ki elbise çok kısaydı ve bütün bedenini örtmüyorduRasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem elbiseyle başının örtülmesini, ayaklarına ise ot
konulup gözlerden gizlenmesini emretmişti. İnsan topraktan yaratıldığı için, sürekli
Allah Teâlâ karşısında bulunduğunun bilincinde olan Allah Teâlâ ehli, toprağı
gördüklerinde yaratıldıkları şeyi hatırlamış ve ‘Sizi
ondan yarattık, ona döndüreceğiz ve tekrar ondan çıkaracağız1212 ayetini düşünmüşlerdir. Namaz kılan
insan, Rabbiyle konuşur ve O’na yakarır. Namazda yakarışa başlayıp toprakla
arasında bir engel bulunmadığında, toprağı görmesi ona yaratılışıyla
yaratıldığı şeyin düşüklük ve zelilliğini hatırlatır. Çünkü Allah Teâlâ
yeryüzünü ‘zelûl (hor, çok değersiz)’ yapmıştır. Bu ifade, mübalağa kipinde
gelmiştir ve ‘çokça zelil’ olan demektir. Şair bu kip hakkında şöyle der:
Kılıcın
demiriyle çokça vurmuşsun (darûb) '
Rızıktan mahrum
kaldıklarında, sen de yoksul kalırsın
Şair cömertlikteki abartıyı anlatmak
için mübalağa kipini kullanmıştır. Hor ve zelil varlıkların üzerine bastığı
yerden daha zelil ve değersiz bir şey olamaz. Biz insanlar ve bütün
yaratıklar, toprağın üstüne basarız. Bizler kuluz, başka bir ifadeyle hor
varlıklarız.
Namaz kılanın kendisine ve yaratıldığı şeye bakması
kendi sözüyle Rabbiyle konuşmaktan onu alıkoyabilir. Bu durumda Hakk’a
söylediği ya da Hakk’ın söylediği şeylerden gafil kalabilir. Bu, okuyanın bir
saygısızlığıdır. Bu nedenle, (insanın toprağı görmesini engelleyecek bir)
engel daha uygundur. İnsanın kıblesinde kendisi gibi bir adama ya da tam önünde
bulunan sütreye yönelmesi yasaklanmış, engeli sağ ya da sol kaşının önüne
koyması istenmiştir. Bütün bunlar, engelin namaz kılanın karşısında put yerini
almaması içindir. Çünkü onlar, puüarı insan biçiminde tasvir ediyordu. Bu
nedenle Şari, ölünün örtülmesini emretti. Çünkü ölü namaz kılanın önündedir.
Namaz kılan ise, o ölüye şefaatçi olarak kıblesinde Hakk’a yakarır. Meselenin
batınî yorumu, Allah Teâlâ izin verirse, ölüye namaz bölümünde gelecektir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenazeyle Birlikte Yürümek
Cenazeyle
yürümek, namaza yürümek gibidir. Bazı
bilginler, cenazenin önünde yürümenin sünnet olduğunu söylerken, bazı
bilginler ardında yürümenin daha faziledi olduğunu söylemiştir. Benim görüşüm,
namazı kılınmazdan önce ardında yaya yürüyüp ölüyü namazda olduğu gibi önüne
almak; namazının kılınmasından sonra ise, menziline -ki kabirdirvarıncaya
kadar kendisine hizmet etmek amacıyla önünde yürümektir. Yürürken insan,
cenaze namazı esnasında yapılan şefaatin Allah Teâlâ tarafından kabul edilip
kabrin onun adma cennet bahçelerinden bir bahçeye dönüştüğü şeklinde bir hüsnü
zan besler. Çünkü Allah Teâlâ kendisi hakkında hüsnü zan sahibi olmayı teşvik
etmiş ve ‘Ben kulumun bana olan zannına göreyim, benim hakkımda iyi zanda
bulunsun’ demiştir. Bir rivayete göre Allah Teâlâ’ya şöyle sorulmuş: ‘Hangisi
daha sevimli gelir: (Sürekli tebessüm eden) İsa mı, (yoksa sürekli ağlayan)
Yahya mı?’ Allah Teâlâ şöyle cevap vermiş: ‘Bana daha iyi zan besleyen!’ Yani
İsa, çünkü Yahya’ya baskın olan hal, korkuydu.
Cenazeyle yürürken en uygunu -başka
bir nedenle değilsadece meleklere saygının gereği olarak binek üzerinde
yürümemektir. Çünkü melekler, çığlıkla ağlanmadığı sürece, cenazeyle birlikte
yürür. Bir çığlık olduğunda ise, o zaman melekler cenazeyi terk eder. Artık
insan, binekle gitmek veya yürümek arasında serbesttir. Çünkü tabut üzerinde
ölü, tahtırevan üzerinde taşman bir adama benzer. Arkadaşımız Ebu’lMütevekkil
ile birlikte üzerinde ölü taşman bir tabut gördüğümüzde, ona işaret etmiş ve
şöyle demişti:
O bizi taşıyor, insanlar da
onu Taşıyan-taşınana hayret!
VASIL
Batınî Yorum
Cenazenin önünde yürünür. Çünkü yürüyen kişi, Allah
Teâlâ nezdinde cenazenin şefaatçisidir. Bu nedenle ölünün durumu hakkında Allah
Teâlâ ile baş başa kalmak için öne geçer. Çünkü şefaatçi, ölüye yaptığı
şefaatin kabul edilip edilmediğini bilemez. Cenaze kabrine vardığında ise, şefaatçinin
duasının kabul edilmesine yönelik Allah Teâlâ’nın cömertliğiyle, bağışlanmış
olarak kabrine ulaşır. Cenaze namazı kılınmazdan önce zaten bağışlanmış
kişilerden ise, menziline giderken -ki kabirdirkimin önünde yürüdüğünü
bilenlerden olur. Böyle bir insan, kendisine saygı gereği önünde yürüyen
teşrifatçı gibidir. Bütün keşif ehli buna tanıklık eder.
Cenazenin arkasından yürüyen kişi
ise, namaz kılarken olduğu gibi (kabrine götürürken de) cenazeyi önüne alması
gereğine riayet eden kimsedir. Bu sayede cenazeye bakarak ibret alır. Çünkü
ölüm, bir korkudur ve melek onunla beraberdir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem, bir yahudinin cenazesini görünce ayağa kalkmış. ‘O bir Yahudi
cenazesiydi’ denilmiş,
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem ise, ‘onunla beraber bir melek yok mu?’ diye yanıt vermiştir; Başka bir
defasında, ‘kuşkusuz ölüm korkunçtur’, başka bir ifadesinde ise, ‘o bir nefs
değil niidir?’ demişti. Her sözün bir yorumu vardır. Bu sözlerin eh uygunu ise,
meseleyi anlayan için, ‘o bir nefs değil midir?’ ifadesidir. Bu olayda Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem, meleğin karşısmda ayağa kalkmıştı. Bize ve
meleklerin genel anlamda insanlardan üstün olduğunu kabul edenlere göre,
hadiste daha faziletli olan için ayağa kalkmaya bir işaret vardır. Bana
gösterilmiş doğru bir rüyada (miibeşşire) bizzat Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem böyle demişti.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemin Yahudi için söylediği ‘O bir nefs değil midir’ ifadesi, keşfe
ulaşmamış, lâkin basiretleri (iç gözü), düşünen nefsin (nefs-i natıka) şerefi
hakkında imanla aydınlanmış olduğu sürece, Allah Teâlâ ehlinin tutunabileceği
en uygun ifadedir. Bu nefsin sahibi ateşe girmekle bedbaht olsa bile, onun
durumu dünya hayatında bir takım hastalıklarla mutsuz olan kimseye benzer.
Örnek olarak, malın yok olması, evin yıkılması ve değerli görülen şeyin
yitirilmesini verebiliriz. Burada duyulan acı, duyusal değil, manevi bir
acıdır. Bu acı, hayvanı ruhun payıdır. Bütün bunlar, düşünen nefsin şerefine
ve üstünlüğüne bir etki yapmaz, söz konusu ruh, kendisini şereflendirmek
amacıyla Allah Teâlâ’ya tamlama yapılmış ruhtan üflenmiştir. Dolayısıyla
kaynağı ve aslı değerlidir. Düşünen nefis en şerefli âlemden olduğuna göre,
bir nefis olması yönüyle Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem Yahudi’nin cenazesi karşısında ayağa kaikmıştı. O halde ayağa
kalkmak, bizzat onun hakikati yapılmıştır. Bu durum, nefislerin asıldaki
eşitliğini ve denkliğini gösterir.
Kuşeyri, Risale’sinde salih bir
insanın şöyle söylediğini aktarır: ‘Nefsini Firavun’un nefsinden daha iyi gören
kimse marifete ulaşmamıştır.’ Böylece onu kınamış ve insanın böyle düşünmemev
gerektiğini bildirmiştir: Bu durum, en önemli meselelerden biridir. Bu meseleyi
bilmek, rahmetin her nefsi kapsadığını ve içerdiğini öğrenmeye imkân verir.
Nefisler iki diyarı [dünya ve ahiret] imar etseler bile -ki hadiste geçtiğine
göre iki diyarın imarı kaçınılmazdırhiç kuşkusuz Allah Teâlâ, sadece Allah
Teâlâ ehlinin bileceği bir sır nedeniyle nefislere şereflerinin gereğine göre
karşılık verecektir. Bü sırrı sadece Allah Teâlâ ehlinin bilmesi, onlara öz gü
sırlardan olmasından kaynaklanır. O halde, had (tanım) onları birleştirdiği
gibi aynı şekilde -Allah Teâlâ dilersezatlarından dolayı makam da onları
birleştirir. ,
Allah Teâlâ bedbahtlar hakkında ‘Rabbin
dilediğini yapar’2'3 demiş,
ancak ‘O'nun azabı sınırsızdır’ dememiştir. Mudular hakkında ise, (nimetiyle
ilgili) böyle ifadeler kullanmıştır. Allah Teâlâ ‘Ey
İnsan!’2'4 der ve
herhangi bir şahsı ayırmaz. Bilakis burada, emrine itaat edenler değil, genel
olarak emrine karşı gelen ve isyan edenlere hitap ettiği anlaşılıyor. ‘Rabbine
karşı seni kışkırtan nedir.’2ts Böylece
Hakk’ın cömerdik ve kerem niteliğinden gafil olana dikkat çekmiştir. Çünkü Allah
Teâlâ insanı cömerdiği ve kereminden dolayı yarattı. Bu nedenle insana şöyle
der: ‘Seni yaratan, düzelten ve itidal veren.’2'6 Başka bir
ifadeyle Allah Teâlâ, insana ‘seni keremiyle yarattı’ demiştir ki kul da
kendisine ‘Rabbim! Keremin beni sana karşı kışkırtmıştır’ diye bilsin. Allah
Teâlâ, bazı insanlara bunu kendisine gelen düşüncede veya okuduğunu düşünürken
söyler ve bu durum onun tövbe sebebi olur. Bazen dirilişte, bazen cehennemde
söyler. Her halükârda bunu söylemek, bulunduğu her yerde insanın nimedenme
sebebidir. Allah Teâlâ, kendisine kerem ve cömerdikle muamele etmek istediği
zaman insana böyle söyler. Çünkü ‘Allah Teâlâ’nın rahmeti gazabını geçmiştir’
ve ‘Allah Teâlâ’nın rahmeti her şeyi kuşatmıştır.’ Öyleyse bütün bunlar,
kendisinden bir ihsan ve Hakk ediş olarak Allah Teâlâ’nın ihsanı ve lütfudur.
Asıl bakımından ise, (kulun ameliyle) Hakk ettiği nimet de bir ihsandır. Çünkü Allah
Teâlâ, kendisinden sakınan için ‘nefsi üzerine rahmeti yazandır (Hakk edişin
kaynağı).’ insan ise ancak Allah Teâlâ’nın ihsanıyla takva sahibi olabilir. Allah
Teâlâ, onu takva sahibi ve salih amel için (uygun bir) yer yapmıştır.
FASIL
Cenaze Namazının Niteliği
Bilginler, cenaze namazının niteliği hakkında çeşidi hususlarda görüş
ayrılığına düşmüştür. Bu konulardan biri, tekbirin sayısıdır. İlle nesil, bu
konuda üç ile yedi arasında görüş ayrılığına düşmüştür ki, bu görüş ayrılığının
nedeni konuyla ilgili rivayetlerin farklılığıdır. Bir hadiste Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellemin cenazeye dört, beş, altı, yedi ve sekiz kez
tekbir getirdiği, başka bir rivayette ise üç tekbir getirdiği aktarılır. Habeş
hükümdarı Necaşi öldüğünde, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem cenaze
namazını kılmış ve dört tekbir getirmiştir. Allah Teâlâ, kendisini katına
alıncaya kadar, cenaze namazında dört tekbir getirdiği sabittir.
VASIL
Batınî Yorum
Farzların sayısının azamîsi dörttür. Cenaze namazında
rükû yoktur. Bilakis o, bütünüyle ayakta durmaktır. Okumak için cenaze namazındaki
her duruşun bir tekbiri vardır. Böylece Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
farz namazın rekâtlarının en yetkinine dört tekbir getirmiştir. Birinci tekbir,
ihram tekbiridir (başlama ve yasaklama tekbiri). Bu tekbir ile namaz kılan
kişinin ölü için Allah Teâlâ’dan başkasından mağfiret istemesi yasaklanır.
İkinci tekbirde ise, ölümsüz diri olması yönünden Allah Teâlâ yüceltilir. Çünkü
her nefis ölümü tadıcıdır ve ‘O'nun yüzünün dışında her şey helak olacaktır.’
Üçüncü tekbir, şefaatçi olunan ya da dua edilen hakkında şefaatin kabul
edilmesinde Allah Teâlâ’nın cömertlik ve rahmetini (celbetmek) için getirilir.
Bu durum, vefat etmiş olduğu halde Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleme
salat ü selam getirmeye benzer. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bize
şunu bildirmiştir: ‘Her kim Peygamber için Allah Teâlâ’dan vesile isterse, onun
adına şefaat helal olur.’ Çünkü salat ü selam getiren kişi, Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve selleme şefaat edemez, sadece Allah Teâlâ’dan vesile isteyebilir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem de ümmetini buna teşvik etmiştir. Dördüncü tekbir
ise, şükür tekbiridir. Bunun sebebi, namaz kılanın cenazeye yapılan duayı kabul
ettiğine dair Rabbine duyduğu hüsn ü zandır. Çünkü Allah Teâlâ, cenaze
namazını sadece namaz kılanın cenaze için yaptığı şefaati kabül ettiğini
öğrenmemiz için emretti. Başka bir ifadeyle cenaze namazı, cenazeye dua için Allah
Teâlâ’dan verilmiş bir izindir. Allah Teâlâ, dilek sahibinin dileğini kabul
etmediği halde izin vermez.
Allah Teâlâ kıyamet günündeki şefaat
hakkında şöyle der: ‘Onlar
sadece razı olunmuş kimseye şefaat eder.’217 Başka bir ayette ise ‘O’nun izni olmadan katında kim şefaat edebilir.’21" Başka bir ayette ise ‘İzin verdiklerinin dışında hiçbir şefaat onun
katında fayda vermez’2'9 buyurur. Öyleyse Allah Teâlâ,
namazını
kılmamızla bu ölüye şefaat iznini bize vermiştir. Böylelikle duamızın
kesinlikle kabul edildiğini anlarız. .
İnsan dördüncü tekbir olan şükür
tekbirinin ardından selam verir. Bu selam, ölüden ayrılış selamıdır. Başka bir
ifadeyle, (ölüye, artık sen) ‘es-Selam olan Rabbinle karşılaştın’ demektir.' Bu
nedenle, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ölüleri kötü yâd etmeyi
yasaklamıştır. Çünkü namaz kılan kişi, \ namazının sonunda ‘Üzerinize selam
olsun (es-Selam aleyküm)’ demiş, ölünün artık kendisinden (dilinden) selamette
olduğunu bildirmiştir. Artık ölüyü kötü yâd ederse, hiç kuşkusuz, ‘Size selam
olsun’ derken kendisini yalanlamış demektir. Böyle yaptığında, ölümünden sonra
kötü yâd ettiği kişi ondan kurtulmuş (salim) değildir. Ölü böyle bir şeyi
sevmeyeceği gibi Allah Teâlâ da yaşayan adına bu durumdan hoşlanmaz. Çünkü
yaşayan kişi ölüyü kötülükle yâd eder, fakat kendisi de aynı kötülüğü
yapmaktan geri kalmaz. Bu ise, insanın Rabbinin karşısında utanma duygusunun
azalmasına yol açar.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazında Elleri
Kaldırmak ve Bunun Niteliği
Her
tekbirde ve elleri her bağlayışta, elleri
kaldırmak hususunda görüş ayrılığı vardır. Elleri kaldırmak, muhtaçlığı ifade
eder ve tekbirin her bir halinde namaz kılan kişi ‘Elimizde bir şey yok’ der.
‘Bu ellerimizi sana kaldırdık, içlerinde bir şey yoktur ve herhangi bir şeye
sahip değiller.’ Elleri bağlamaya gelirsek, daha önce zikrettiğimiz gibi,
namaz kılan kişi (Allah Teâlâ katında) ölünün şefaatçisidir. Şefaatçi ise
isteyendir. İstek, konusu, insanın kendisi ya da başkası olsa da, zillet ve
yoksunluk içinde yapılır. Başkası hakkında bir şey isteyen kişi, isteğinde onun
vekilidir, dolayısıyla söz konusu kişinin muhtaç olduğu konuda zelil ve muhtaç
bir halde durmalıdır.
Elleri bağlamak, zelil insanların bir
niteliğidir. Bunun tarzı ise, avucu çekerek bir elin diğer bileğinin ve kolun
üzerine konulmasıdır. Bu durum, anlaşma yapan tarafların arasında elleri
birleştirmede söz-
leşmeye benzer. Başka bir ifadeyle bu
davranışla insan şöyle der: Sana dua edeceğimiz hususunda bizden söz aldın, biz
de duamıza cömertliğinle karşılık vereceğine dair Sen’den söz aldık. Çünkü
şöyle buyurdun:
‘Kullarım beni sana sorar, ben çok
yakınım, dua edenin duasına karşılık veririm.’220 Burada Allah
Teâlâ, kendisi ya da başkası hakkında ‘dua eden’ ifadesini kullanmadı.
Sonra, bize ölüye dua etmek ve Senin
nezdinde ona şefaat için izin verdin. Artık, geride sadece o duaya icabet etmek
ve olumlu karşılık vermek kalmıştır. Dolayısıyla Hakk’ın (ölüye yapılan) duaya
olumlu karşılık vereceği mümin için kesindir. Bu nedenle, son tekbiri şükür
tekbiri saydığımız gibi namazdaki selamı da (ölüden) ayrılış ile ölünün
karşılaşacağı es-Selam’ı ve Allah Teâlâ katındaki esenliği bildirme selamı saydık.
Bu ‘selam’ın bizim yönümüzden anlamı ise, ölüye merhamet ve onu kötü yad
etmekten uzak durmaktır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazında Okuma
Bazı
bilginler, cenaze namazında
okumanın bulunmadığını, namazdaki okumanın sadece dua olduğunu ileri
sürmüştür. Bazı bilginler ise, birinci tekbirden sonra Allah Teâlâ’ya hamd ve
övgü yapıldığını, ikinci tekbir getirilip peygambere salat ü selam okunduğunu,
üçüncü tekbir getirilip ölüye şefaat
edildiğini, sonra dördüncü tekbir getirilerek selam verildiğini söylemiştir.
Başka bir grup âlim ise şöyle demiştir: Birinci tekbirden sonra Fatiha suresi
okunur, diğer tekbirlerde de ille tekbirde yapılan yapılır. Ben de bu
görüşteyim. Çünkü cenaze namazında hamd ve övgü gerektiğine göre, bunun Allah
Teâlâ’nın kelamıyla yapılması en uygunudur. Cenaze duasına salat, yani namaz
denilmiştir. O halde, Fatiha suresini okumaktan yüz çevirmek iyi değildir. İmam
Şafii, Ahmed ve Davud bu görüştedir.
Batınî Yorum
Ebu Yezid el-Bestami şöyle der: ‘Yaratıklara baktım, hepsini ölü gördüm, üzerlerine
dört tekbir getirdim.’ Şeyhlerimizden biri şöyle demiş: ‘Ebu Yezid, nefsinin
âlemini görmüştü.’ Bu hal, Rabbi hakkında bilgisi olmayan ve Rabbinin kendisini
bildirmediği insanda gerçekleşebileceği gibi aynı zamanda Allah Teâlâ’yı
bilmede insanların en kamili için de gerçekleşebilir. O halde kemale ermiş arif
kendisini Rabbinin önünde bir ölü diye görür. Çünkü Allah Teâlâ onun kulağı,
gözü, eh ve dilidir. Allah Teâlâ ona salat eder. Nitekim Allah Teâlâ şöyle
buyurur: ‘O size salat [Allah Teâlâ’nın salat etmesi mağfiret ve
merhamet etmesidir] edendir.’22' Salat eden
Hakk ise, bu durumda O’nun sözü Kuran olur.
O halde arifler, Allah Teâlâ’nın
onlarm dilleriyle okuyup kendilerine ‘salat ettiği (merhamet)’ Fatiha suresini
okumalıdır. Allah Teâlâ da kendi sözüyle kendisini över. Ardından huzurunda
kılınan kulunun cenaze namazında -Ki bu esnada Rahman kıblededir ve O’ndan
istenirkendisini kulunun diliyle överken, (kuluyla arasındaki) bitişikliği ve
vuslatı karşısında kendi zatını bu kez yüceltir (tenzih). Bu durumda namaz
kılan, el-Hay ve el-Kayyum isimleri olur.
ikinci tekbirin ardından ise vahyini
tebliğ eden peygambere salat ü selam getirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ ve melekleri peygambere salat ve selam getirir.’222 Meleklerin insan türünden
üstünlüğünü anlatmak için ayette Allah Teâlâ ile beraber çoğul olarak
zikredildiklerini gösteren zamirden başka bir kanıt olmasaydı, bu durum bile
onların üstünlüğü hakkında yeterli olabilir ve artık başka bir kanıta gerek
kalmazdı. Zamirin zikredilenlerin hepsini içerdiğini göstermek için melekler,
bağlaçla gelmiştir.
Sonra Hakk, namaz kılan arifin
diliyle bir vehimden kendisini yüceltir (tekbir). Bu vehim, Hakk ile kulları
arasındaki ilişkilerin dereceli üstünlüğü indirgenmesiyle ilgilidir. Bu durum,
bir yandan ortak oldukları yönden iken öte yandan üstünlük derecelerinden
birbirlerinden farklılaşmadıkları yönündendir. Bu vehim, kulların dereceli
üstünlüğü nedeniyle ilahi hakikatlerin birbirlerinden üstün olduğu (kabulüne)
yol açar. Çünkü her kul her halinde ilahi bir hakikatle irtibadıdır. İlahi
hakikatler
ise, birbirlerine göre üstün olmaktan
münezzeh bağıntılar ve niteliklerdir. Bu nedenle ikinci tekbir getirilir.
Cenaze namazını kılan insan Fatiha
suresini okuduktan ve Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e salavat
getirdikten sonra, ölüye duaya başlar. Bu durum ‘Kuran
ile dağlar yürüse ya da yer parçalansa ya da ölüler konuşsa’223 ayetiyle ilgilidir. Hal böyle
olunca, ölü duyumsayan ruhun gitmesi nedeniyle görünüşte donuklara benzer.
Dolayısıyla onun hükmü, donukların (cemadat: cansızlar) hükmü gibidir. Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Bu Kur'an-ı Kerim’i bir dağa indirseydik,
Allah Teâlâ korkusundan parçalandığını görürdün.’224 Allah Teâlâ, dağı korkmak
özelliğiyle niteledi. Dağın korkması, kendisine indirilen şeyi bilmekle
nitelenmesinin aynısıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ’dan bilen kulları korkar.’225 Öyleyse korkmamanın nedeni, ruhun
bedenle irtibatıdır. Ruh ve beden birleştiğinde her biri diğerine arzu duyduğu
için, bu durum korkunun bırakılmasına yol açar. Ayrıştırıldıklarında ise, her
biri kendi zatıyla Rabbine döner ve bileşik iken bilmediği şeyi öğrenir. Bu
nedenle, bilgisinden dolayı bir korku kendisine eşlik eder.
Cenaze namazında ölüye yapılan ilk
dua ve Allah Teâlâ’ya yapılan ilk övgü, Kur'an-ı Kerim okumaktır. Çünkü ölü,
hem ruhu hem de bedeni yönünden korku makamındadır. Dolayısıyla arif (bunu)
bildiğinde, sadece Kur'an-ı Kerim ile konuşur ve söyler: insanın bütün
hallerinde cenaze namazı kılan kişi gibi olması gerekir. Dolayısıyla zatını
Rabbinin önünde bir cenaze gibi görmelidir. Bu durumda insan, bütün hallerinde
Rabbinin kelamıyla [ölü mesabesindeki] nefsine sürekli namaz kılar. O halde
namaz kılan kişi, sürekli dua ediciyken kendisine namaz kılınan ise ölü ya da
sürekli uyuyandır. Bu meyanda, kendi nefsiyle uyuyan kişi ölü; Rabbi
vasıtasıyla ölen kişi ise ‘düğün gecesi’ uykusu gibi uyur. Hakk onun vekili
olur. Bu konu da birkaç mısramız vardır:
Ey uykucu! Daha ne kadar
uyuyacaksın?
Çağrılıyorsun uyansana! Allah Teâlâ senin vekilin
oldu '
Senin kalbin uyuyor .
Seni çağırdığı şey
karşısında; uyan!
Seni yok eden oluş
âlemindesin Belki de orada ölmüşsün.
Yürümekten önce nefsine bak!
Senin azığın pek karışıktır
(Cenaze namazında yapılan duanın
yorumu şudur): ‘Allah Teâlâ’m! Onun şimdiki yerini daha iyi bir yer ile
değiştir.’ Yani, kendisine başka bir yaratılış ver! Allah Teâlâ şöyle karşılık
verir: ‘Değiştirdim.’ Çünkü ölünün bulunduğu yer, dünya hayatıydı. Burası
hastalıkları ve dertleri çok olan, arzu ve istekleri farklılaşan, gece ve
gündüzün (zaman) tahrip ettiği sıkıntı veren bir yerdi. Ölünün geldiği yer
ise, Şari Teala’nın nitelediği gibi bir yerdir. ‘Oradaki insanlar bevl etmez,
def-i hacet etmez ve sümkürmez.’ Allah Teâlâ orayı pisliklerden ya da tahrip
olabilir bir yer olmaktan ya da arzuların etkisinden tenzih etmiştir.
Sonra (duada) şöyle der: ‘Bulunduğu
toplumu daha iyi bir toplulukla değiştir.’ Allah Teâlâ ‘yaptım’ der. Çünkü
dünyadaki toplumu taşkınlık, haset, kovuculuk, nefret, dedikodu ve cimrilik
yapan insanlardı. Ölünün göçtüğü diyarın ahalisi hakkında ise Allah Teâlâ
şöyle der: ‘Onların gönüllerindeki kini söküp aldık. Onlar,
karşılıklı döşekler üzerinde kardeş olmuşlardır™6
Sonra şöyle der: ‘Eşinden daha
hayırlı bir eş ver.’ Oradaki eşler ‘çekik gözlü ve çadırlarda uzanmış iken’,
nasıl daha hayırlı olmazlar ki? O eşlerin gözünde bu ölüden daha güzel kimse
bulunmadığı gibi ölü de onlardan daha güzelini görmez. Eşler ona süslenmiş, o
da eşleri için süslenmiş, onlar onun için temizlenmiş, o da onlar için
temizletilmiştir. Allah Teâlâ cennet hakkında şöyle der: ‘Onları,
kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.’227 Yani, kendilerinden dolayı temiz
yaptığı cennete sokar. Müminlerin orada kokladıkları, güzel koku, gördükleri
ise güzel şeylerdir!
Müminlerin cenaze namazındaki duaları
kabul edilmiştir. Çünkü bu dua, ölünün gıyabında yapılmıştır. Ölüye istedikleri
her iyilik-için bir melek, namaz kılan kişiye ‘bir katı da sana, bir katı da
sana’ diye dua eder. Bu ifade, ölünün yerine söylenmiştir ve kendisine yaptığı
dua için namaz kılana verilmiş bir karşılıktır. Ayrıca o, doğru bir haber ve
gerçek bir sözdür. Namaz kılan ve üzerinde namaz kılınan ldşi için iyilik
gerçekleşmiştir. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den şöyle rivayet
edilir: ‘Mümin insan gıyabında kardeşine dua ettiğinde bir melek ‘bir misli de
sana, İki misli de sana diye’ karşılık verir.’ ‘Meleğin böyle söylemesi, dua
edene Allah Teâlâ’dan bir bildirimdir. Meleğin verdiği haber doğrudur ve ona
kuşku giremez. Dolayısıyla insan gerçekte kendi nefsine namaz kılmıştır.
Ölünün Rabbiyle kendisine namaz kılan arasındaki uzanışı ne hoştur!' ; ' . '
İnsan Rabbini bilen ve ‘Hakkin
kulağı, gözü ve dili olduğu’ kimseler gibi Hakk tarafından sevilen biriyse,
namaz kılan Rab’den başkası değildir. O halde, namazda Rabbe dönmelidir. Bıı
durumda ölü, Rabbi ile [kulun organları haline gelmiş] rabbi arasında bulunur.
Bundan daha yüce bir yatış yoktur! Keşke sonsuza dek burada kalsaydı! Allah
Teâlâ’dan kendimiz ve kardeşlerimiz için dileğimiz şudur ki: Ecelimiz
geldiğinde namazımızı kılacak insan, ‘Hâkk’ın kulağı, gözü ve dili olduğu’
kimselerden olsun! Bunu kendimiz, kardeşlerimiz, çocuklarımız, babalarımız,
ailemiz, tanıdıklarımız, insan ve cinlerden bütün müslümanlar için dileriz.
Amîn! Keremin ve izzetin uğruna kabul buyur! .
Ölünün hali, ölünün Râbbi ile
karşılaşma ve onunla bir araya gelme halidir. [Cenaze namazında okunan] Kuran ise, diğer
indirilmiş kitap ve sayfalarda ayrışmış şeyleri birleştirdiği için [toplayan
anlamında] kuran diye isimlendirilmiştir. Bu nedenle
Şari, cenaze namazında Kuran’dan Fatiha suresini okumayı emretti. Çünkü bu
sure, kutsi bir hadise göre, Allah Teâlâ ile kulu arasında ikiye taksim
edilmiştir. Allah Teâlâ onu salat [namaz]
diye isimlendirmiş ve şöyle demiştir: ‘Namazı kendim ile lculum arasında İlciye
böldüm.’ Burada, diğer Kuran sureleri değil, bilhassa Fatiha suresini
zikretmiştir. Bu nedenle, cenaze namazında ölüye Fatiha suresinin okunması
gerekmiştir. Çünkü bu sure, övgü ve dua içerir.
Şefaatçi, nezdinde şefaat edileni
şefaate layık şeylerle övmelidir. [Fatiha suresinde geçen] er-Rahman ve
er-Rahim’den daha büyüle hanği övgü olabilir ki? Medih, kendisinden dolayı
övülmüştür. Güvenilir bir rivayette Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin
şöyle buyurduğu bildirilir: ‘Allah Teâlâ’ya övülmelcten daha sevimli gelen bir
şey yoktur.’ Allah Teâlâ, mümin kullarını övenler diye nitelemiş, yoksulluk ve
cimrilik gibi kendisine yaraşmayan özelliklerle Allah Teâlâ’nın katını
kötüleyen ve bunları onunla ilişkilendirenleri kötülemiş ve lanedemiştir.
Yahudiler ‘Allah Teâlâ’nın eli sıkıdır’ demiştir. Bu ifade, cimriliği anlatır.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, ‘İki eli de açıktır, dilediği
gibi infak eder’228 ifadesiyle
onları yalanlamış, her iki elini: cömerdilde nitelemiştir. Öyleyse Allah Teâlâ’nın rahmetinden ümit
kesmeyiniz! Bizce bu ayet, bize okunmuş en umut veren ayettir.
Binaenaleyh,
şefaatçinin hiç kuşkusuz, Rabbini methetmesi gerektiği belli olmuştur. Çünkü
böyle yapmak, daha önce izin verilmiş şefaatin kabulüne imkân verir. Övgü
yapıldıktan sonra, artık kabulü engelleyecek bir şey yoktur. Güvenilir bir
rivayette, kıyamet günü çatıp Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şefaat
etmek istediğinde öncelikle Allah Teâlâ’ya hamd edeceği bildirilir. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem şefaatten önce, şimdi bilmediği bütün övgülerle Allah
Teâlâ’ya hamd eder. Bunlar, kıyamet gününün gerektirdiği övgülerdir. Çünkü
nezdinde şefaat istenilenin övülmesi, haltlarında şefaat istenilenlerin
(ümmet) suçlarına göre yapılır. Bu nedenle, şefaatçi şefaatinden önce o yerin
gerektirdiği Hakk göre övgüsünü sunar. Kıyamet yeri ise, şimdi görülmemiş ve
var olmamıştır. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, ‘şimdi
bilmediğim’ demiştir. .
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazında Selam Vermek
İnsanlar bu konuda görüş ayrılığına düşmüştür: Acaba bir selam mı
verilir, yoksa iki selam mı? Çoğunluk, tek selam verileceği görüşündedir. Bir
grup ise iki selam verileceğini söylemiştir. Selamın açıktan mı, yoksa gizli mi
verileceği hususunda da görüş ayrılığı vardır. Benim vardığım ve benimsediğim
görüş ise şudur: İmam ve cemaat için cenaze namazının selamı, tıpkı diğer
namazların selamı gibidir.
VASIL
Batınî Yorum
Şefaatçi,
nezdinde şefaat ettiği kimsenin
önünde durur ve yardım etmek amacıyla şefaat istenilen kimseyi kendisiyle Rabbi
arasına yerleştirir. Şefaatçi, şefaat istenilen kimsenin nezdinde kendisi
adına şefaat istenilenin hadisesini zikreder. Böylece O’nun önüne günahkârın
getirilişini -günahkârı getirmiş olmasa bilezikredeceği günahın (veya davanın)
getirilişi sayar. Bu esnada şefaatçi, kendisine yönelir ve Rabbinin dışındaki
her şeyden habersizdir. Şefaatini bitirince yanında bulunan insan, melek, cin
ve müminlere döner ve onlara selam verir. Nitekim namazda da aynısı yapılır.
Selam Allah Teâlâ’dan ölü hakkında bir müjdedir. Adeta yanlarına geldiği
kimselere.şöyle der: ‘Sizin için ve ölü için sadece selamet [esenlik] vardır ve
Allah Teâlâ, ifade ettiğimiz izinle, şefaati kabul etmiştir.’
‘Ölü namazı
kılınabilenlerden ise ve cenazesi kılınıp yapılan şefaat kabul edilmezse hiçbir
hayra sahip değildir’ gibi ifadeler söylenir. Allah Teâlâ’ya yemin olsun İti,
bunlar yanlış sözlerdir. Bilakis cenaze namazı kılınan ölü, hiç kuşkusuz
mutludur. Onun günahlarının sayısı kum, taş ve toprakların sayısı kadar bile
olsa, yine de mutludur. Günahlarından Allah Teâlâ ile ilgili olanlar
affedilmiştir. Kul haklarıyla ilgili olanlara gelince, bilindiği gibi, Allah
Teâlâ kıyamet günü kullarını barıştıracaktır. Her halükârda, gecikse bile hayır
ölünün iyiliğe mazhar olması kaçınılmazdır. Bu nedenle cenaze namazı kılan
insan, namazıyla Allah Teâlâ’nın nezdinde şefaat ettiğinde, bizzat bir günahı belirlemeyip
ölüyle mutluluğu araşma girecek şekilde günah olduğu söylenen her fiili
zikretmesi gerekir. Cenaze namazını kılan insan, Allah Teâlâ’dan ölünün genel
olarak günahlarını bağışlamasını ve bütün günahlarını affetmesini dilemelidir.
Genelleme yapmazsa, Allah Teâlâ dilerse günahların hepsini affeder, dilerse
ölüye şefaatin gerçekleşmesine göre muamele eder. Bu nedenle cenaze namazında Allah
Teâlâ’dan ölüyü azaptan kurtarması istenmelidir. Yoksa, cennete girmesi için
dilekte bulunulmamalıdır. Zaten cennet ve cehennemin dışında , üçüncü bir yer
yok ki! Namaz kılan insan ölünün cennete girmesini dilerse, Allah Teâlâ bu
konudaki duasını kabul edebilir. Fakat ölü, cennete giden yolda büyük
sıkıntılar görebilir. O halde namaz kılanın şefaati, Allah Teâlâ’nın ölüyü
kendisiyle afiyeti arasına girecek ve afiyetini engelleyecek şeylerden
kurtarması hakkında olmalıdır. Ölü için en yararlı olan budur. Böyle
yaptığında ise, cenaze namazından selam vererek ayrılmak geçerli olabilir. Bu
durumda selam, ölünün kerih ve nahoş göreceği her işten esenliğe çıktığı
anlamına gelir.
Cenaze Namazında Nerede Durulur
ı
Bilginler, imamın cenazenin neresinde duracağı hususunda
görüş ayrılığına düşmüştür. Bir grup, cenaze erkek de olsa kadın da olsa, ortasında
durulacağını söylemiştir. Bir grup ise, erkek olduğunda başında; kadın
olduğunda ise ortada durulacağını söylemiştir. Bir grup ise, her iki cinste de
göğüs hizasında durulacağını söylemiştir. Bir grup da imamın dilediği yerde
durabileceğini ve bu konuda bir sınırlama olmadığını söylemiştir ki, benim
görüşüm de budur.
VASIL
Batınî Yorum
Hayal ve vehim
güçlerinin insanın üzerinde
bir otoritesi ve etkisi vardır. Namaz kılanın maksadı, Allah Teâlâ’dan istemek,
ölü hakkında O’nunla konuşmak ve ölüyü O’nun huzuruna getirmektir (günahları
saymaktır). Dolayısıyla cenazenin neresinde durulacağının bir önemi yoktur.
Çünkü bu konuda tereddüt göstermek, bilhassa cenaze kadın ise düşünceyi
hedeften saptırır, imam, kadın cenazenin ortasında durduğunda, kadını ardında
bulunandan gizleyip kendisinden gizlemediği vehminde bulunabilir. Bu vehim ise,
ölü hakkında Allah Teâlâ karşısındaki bilincine zarar verir. Çünkü Hakk’a
yönelen, gerçekte insanın kalbidir. Namaz kılanın kalbi bu gibi dağınık ve
uygunsuz şeyleri barındırırsa, hiç kuşkusuz ki, şefaatte saygısızlık etmiş
demektir. Bu haldeki bir insan ise şefaatçi olamaz ve gerek Allah Teâlâ ve
gerek ölü karşısındaki saygısızlığı nedeniyle böyle bir insana ölü demek, namazı kılınana ölü demekten daha uygundur. Dolayısıyla cenaze namazı kılan
insan, cenazenin neresinde duracağını düşünmemelidir. Bunun yerine, himmetini
nezdinde ölü için şefaatçi olmaya çağıran Allah Teâlâ’ya yöneltmelidir. Nice
cenaze na-
mazı kılan vardır ki, gerçekte cenaze kendisine şefaatçi
olur ! Allah Teâlâ, bizi yaşarken ve ölürken şefaat edenlerden eylesin! .
İnsan, başından
ayaklarına kadar bütün organlarıyla sorumludur. Bu nedenle insan dinen bakması
helal olmayan şeylere bakmamak zorundadır. Başındaki diğer organlarıyla ilgili
yükümlülüklerden de sorumludur. Aynı zamanda, insana gitmesi helal olmayan bir
şeye/yere, o şeyden ve o şey içinde yürümemesi emredilmiştir. Gözüyle ayakları
arasında ise, Allah Teâlâ’nın kendi tasarrufunda korumak için insanı sorumlu
tuttuğu organlar bulunur. Bunlar el, mide, cinsel organ ve kalp gibi organlardır.
Namaz kılan kişi, zatıyla ölüyü bütünüyle ihata edebilseydi, bunu yapmalıydı.
Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın ona ilham ettiği yerde durması gerekir.:
Ancak, cenazenin kalbinin ya da göğsünün hizasında durmak daha uygundur. Kalp,
iyilik ve kötülükle bütün organlara hizmet eden organdır. Bu organ, hiç
kuşkusuz, namaz kılan-şefaatçinin durup onu kendisiyle Allah Teâlâ’nın arasına
yerleştirmesi için en uygun organdır. Kalbe mağfiret edildiğinde, bütün bedene
mağfiret edilir. Çünkü bütün organlar, dünya ve ahirette her durumda kalbe
uyar. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kalp için şöyle der: ‘Bedende bir
organ vardır, düzgün olduğunda bedenin diğer kısımları da düzelir, bozulduğunda
ise, bedenin diğer kısımları da bozulur. Dikkat edin! O kalptir.’ Aynı şekilde,
kalp için [cenaze namazı kılmanın gayesi olan] şefaat kabul edildiğinde, diğer
organlar için de şefaat kabul edilir.
Şeriat burada kalp derken göğsün içindeki et parçasını kastetmişse, insanın latife [insanın hakikati] ve ahîmı kast etmemiştir. Bu uyanda,
anlayan kişi için bir sır ve ancak keşif sayesinde meydana gelen bir bilgi vardır. Allah
Teâlâ şöyle: der: ‘Bunda kalbi olan için bir öğüt vardır.’229 Başka bir ayette ise ‘Akıl sahipleri ibret alın’230
buyurduğu gibi ‘Gözler
değil, gönüllerdeki (sudur) kalpler körelir’231 der. Bu ayette geçen sudûr kelimesinde, işaret yoluyla Haktan sudur etmeye (meydana gelme) bir işaret vardır. Şari, (kalp
derken aklı ve insanın hakikatini değil de) organı kastettiğinde iyilik ve
bozulmadan söz ederken,, bedende ortaya çıkan hastalık sağlık ve ölüm gibi
hâlleri kasteder. Çünkü bu organdan ibaret olan kalp, hayvani ruhun bulunduğu
yerdir. Hayvani ruh, bedendeki duyumsayan ve gelişen bütün parçalara oradan yayılır. O, kalbin nefes alıp vermesiyle
ortaya çıkan buhardır. Bu buharı kan, kanı ise karaciğer verir. Kan, uygun
olduğunda onun verdiği buhar da onun gibidir. Böylece beden sağlıklı olur. Aynı
şey, bunun tersi için geçerlidir. Şu halde bu durum, Şari’nin bize işin
kendiliğinde bulunduğu durumu ifade etmek için bir uyarısıdır.
Çünkü bilmek,
unsurdan meydana gelmiş bu doğal bedende işin nasıl olduğunu bilmeye bağlıdır.
Söz konusu cisim, Şari’nin sorumlu tuttuğu organlara özgü itaatleri ortaya
çıkarmada insanın sorumlulatifesinin (düşünen nefs, hakikat) bir aracıdır.
İnsan, beslenmesine dikkat etmez; bedenin doğasını yöneten hayvani ruh ve
imzacının düzgün olmasına bakmazsa, güçler dağılır ve zayıflar, hayal ve
tasavvur kalpten ortaya çıkan bozuk buharlardan dolayı bozulur, fikir gücü zayıflar,
hıfz (ezberleme) gücü azalır, araçları bozulduğu için akıl işlevsiz kalır. Halbuki
insan, işleri ve şeyleri söz konusu araçlar vasıtasıyla algılar. Çünkü bir
hükümdar görevlileri ve reayası sayesinde hükümdar olduğu gibi aynı zamanda
hükümdar iyi olduğunda reaya ve görevlileri de iyi olur. Öyleyse Şari, kendisi
bozulduğunda bu (algıyı sağlayan) araçları da bo. zan; düzgün olduğunda ise bu
araçları da ıslah eden aslı dikkate almıştır. Çünkü insan Rabbinin kendisini
sorumlu tuttuğu işleri bu araçlar düzgün olmadan, istikamet bulmadan, onlara
dönük yıkıcı durumlardan esenliğe kavuşmadan yerine getiremez. Bütün bunları
ise kalp yapabilir. İşte bu ifade, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e
verilmiş cevâmiü’l-kelim (hakikatleri
toplama) özelliğinden kaynaklanır.
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem kalp derken aklı kastetmiş olsaydı, kalp ile
anlatılmak istenilen yararları bir araya getiremezdi. Bu nedenle, başka bir
şey akla gelmesin ve dinleyen söyleneni alda yormasın diye, kuşkuyu ortadan kaldırmak
için hadiste ‘et parçası’ denildi. Aynı şekilde Allah Teâlâ, ‘Gözler
değil gönüllerde bulunan kalpler körelir’232 der.
Yani, onlar bozulur ve gerekli şeyi algılamaktan körelir. Çünkü gözün verisini
iç gözün görmemesi, göz bozukluğundan kaynaklanır. Gözün bozulduğu, mahallinin
bozukluğu, mahallinin bozukluğu ise, hayvani ruhun bozulduğundan kaynaklanır.
Onun bulunduğu yer ise kalptir.
O halde, namaz
kılan kişinin namaz esnasmda cenazenin göğsü hizasında bulunması daha uygun ve
daha doğrudur. Bunun nedeni, bozukluk ve düzgünlükte asıl olan kalbin orada bulunmasıdır.
Namazda Cenazelerin Dizilişi
Bilginler, kadın ve erkek cenazeler namazda bir araya geldiğinde,
cenazelerin nasıl dizileceği hakkında görüş ayrılığına düşmüştür. Bazı
bilginler, erkeklerin imamın tarafına, kadınların ise kıbleye doğru konulacağını;
bazı bilginler ise, tersini söylemiştir. Başka bir gruba göre ise önce
erkeklerin, ardından kadınların namazı kılınır. Benim görüşüm şudur: İki erkek
cenaze varsa, biri diğerinin ardına, diğeri ise kıbleye doğru yerleştirilir.
Kadınlar ise, kendi aralarına yerleştirilir. Bir erkek cenaze var ise, imamın
önüne konulur. Kıbleye doğru konulması ise daha uygundur. Bütün bunlar,
benimsenecek meşru bir sınır olmadığında böyledir. Bu konuda şeriattan bir
hüküm bulmaya çalıştık, fakat bulamadık.
Bir sahabe, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem devrinde erkekleri kıble tarafına, kadınları ise
imam tarafına koyduklarını aktarmıştır. Bunun sebebi sorulduğunda ise şöyle
demiş: ‘Sünnet böyledir.’ Bana göre en uygunu budur. Böyle bir sorun ortaya
çıktığında, sahabeye göre, kadınlar da böyle dizilirdi. Hükümde çekingen
olmak, daha uygundur. Bu nedenle erkek ve kadınlar arasında namazda ayrım yapan
kişi, ihtiyatlı davranmış demektir. Bana göre tercihe şayan davranış,
erkekleri kıbleye doğru öne geçirmektir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem Uhud şehiderini defnederken daha üstün olanı kıbleye doğru koymuş,
hepsini tek bir kabre gömmüştür. O halde üstün olanın kıbleye doğru konması,
daha uygundur. Çünkü söz konusu kişi dinen Allah Teâlâ’ya daha yakındır. Allah
Teâlâ en iyisini bilir!
VASIL
Batınî Yorum
Kadınlar,
oluşturma (tekvin, yaratma) mahallidir.
Dolayısıyla' onlar, Yaratan’a daha yakın olduğu gibi kıbleye erkeklerden daha
uygun
sayılırlar. Erkeklerde
de bir kez oluşturma gerçekleşmiş olsa bile -ki bu Havva’nın Adem’den
yaratılmasıydıhüküm çoğunluğa göre verilir. Havva’nın Adem’den oluşmasının
karşılığında, Hz. İsa meni olmaksızın Hz. Meryem’den oluşturulmuştu. Öyleyse
kadınlarda yaygın durum, onların oluşma yeri ve mahalli olmalarıdır. Onlar,
‘her doğan fıtrat üzerine doğsun diye’, kıbleye daha uygundur. Çünkü çocuk
doğduğunda bizim (dünyamıza) çıkar. Bu durum ‘Rabbinin katından yeni gelmiş kişi’
ifadesinde dile getirilir. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem
yağmur hakkında şöyle demiş: ‘Yağmur Rabbinin katından yeni gelmektedir.’
Binaenaleyh erkeklerin imamın tarafına konulması daha uygundur.
Diğer yorum şudur: Erkek cenaze, imam tarafına
konulduğunda, imamı kadından perdeleyen bir örtü olur. Çünkü kadın avrettir ve
şehvetten yoksun bir ölünün kendisine komşu olması, ona bir canlının komşu
olmasından daha iyidir. O halde kadınları kıbleye doğru koymak, erkekleri
koymaktan daha uygundur. Hakk ise, kadın kullarına ve onları imamdan ya da
cenaze namazı kılanlardan engelleyen bir perde olmaya daha layıktır. .
İmam Hakk’ın
‘kulağı ve gözü’ olduğunu kendi nefsinden bilebilecek biriyse, kadın ya da
erkeklerin önüne geçmesi önemli değildir. Kadınları bu nitelikteki birinin
önüne, erkekleri kıble tarafına yerleştirmek batını bakımdan daha güvenlidir.
Çünkü doğal durumların çoğunu Allah Teâlâ sebepler vesilesiyle oluşturur. Bu
durumda kadınların bu nitelikteki bir imamın önüne koyulması daha uygundur. Bu,
muhakkikin (kesin bilgiye ulaşmış kişi) değerlendirmesidir. Böyle bir nitelikle
nitelenmiş imam bir araçtır. Hakk ise, kendi işine galip gelendir, fakat insanların'
çoğu bilemez.
Bu meselede
şaşırtıcı-olağanüstü öyle sırlar vardır ki, akıl sahipleri onları öğrenseydi,
hiç kuşkusuz şaşırır, hayrete düşer, Allah Teâlâ’nın eşyadaki hikmetini
öğrenir, Allah Teâlâ’nın nuru ve karanlığın anlamını fark eder, bu perdenin
nasıl tanımlanacağını bilirlerdi. Allah Teâlâ sınır kabul etmez. O’ndan hiçbir
şey perdelenmediği gibi hiçbir şey O’nu perdeleyemez. Çünkü herhangi bir şey
O’nu perdeleseydi, bu perde O’nun hakkında sınırlanma hükmü verirdi. Allah
Teâlâ’nın ise perde kabul etmesi geçerli değildir. Dolayısıyla kulun Allah
Teâlâ’dan perdeli olması doğru (bir ifade) değildir. Fakat kul, belirli bir ilişki
yönünden Haktan perdelenebilir.
Allah Teâlâ,
günahkârlar hakkında şöyle der: ‘Onlar o gün Rablerinden perdelenmiştir:233 Burada Rab kelimesini onlara tamlama yapmıştır. Bu, Haktan ümit edip
bulamadıkları bir bağıntıdır. Çünkü onlar, içinde bulundukları yönden başka
bir yönden onu istemişlerdi. Böylece doğuya gitmeye niyetlenip bedeniyle batıya
doğru yürüyen kişiye benzemişlerdi. İnsan, hareketinin niyetlendiği yöne doğru
olduğunu zanneder. Bu durum, cHesap etmedikleri şey Allah Teâlâ’dan
onların adına meydana geldi'23* ayetinin anlamıdır. Onlar, gaflet uykularından uyanıp bir
konaklama yerine vararak bineklerinden indiklerinde amaçladıkları şeyi
isterler. Bunun üzerine onlara ‘ilk adım atışta ondan ayrıldınız, yürümekle de
ondan sadece uzaklaştınız’ denilir. Bunun üzerine ‘keşke geri dönebilsek’
derler. Halbuki geri dönmeye bir yol bulamazlar. Bu nedenle onlar, kendileri
adına belirlenmiş yolun dışına yönelerek O’nu aradıkları için ‘Rablerinden
perdelenmiş olmak’ özelliğiyle nitelenmişlerdi.
Bu yorumlarımızı
öğrendiğinde artık cenazeleri kendi makamına göre sırala ve kendiliğinden hüküm
verme! Çünkü hüküm verme yetkisi sana değil, Şari’ye aittir. Şari’ tarafından
o makamda keşif yoluyla sabit ve geçerli hükme ulaştırıldığında, artık onunla
amel et, onu aşma ve onun sınırında dur. Gerçekten sonra sapkınlıktan başka ne
vardır ki?
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Tekbirine Yetişemeyenin
Durumu
Cenaze namazında tekbiri kaçıran kişinin
durumu hakkında birkaç noktada görüş ayrılığına düşülmüştür. Bunlardan biri şudur:
Acaba bir tekbirle yetinir mi (girer mi), yetinmez mi? Görüş ayrılıklarından
biri de kaçırılan tekbirlerin kaza edilip edilmeyeceğidir. Kaza edilirse, tekbirler
arasında dua okunur mu, okunmaz mı? Bazı bilginler, namaza ilk girişinde tekbir
getirir demiştir. Bazı bilginler ise, imam tekbir getirinceye kadar bekler, o
zaman tekbir getirir der. Kaçırdığı tekbirlere gelince, bazı bilginler
kaçırılan tekbir ya da duanın kaza edilmesi gerektiği görüşündedir. Bazı
bilginler ise, kaçırılan tekbirlerin sırasına göre kaza edilip dua okunmayacağı
görüşündedir. .
Benim görüşüm
şudur: imamla beraber yetiştiği ilk tekbir, onun ilk tekbiridir. Sonra
tekbirlerle namazını ve duayı tamamlar.
VASIL
Batınî Yorum
Tekbir, Halck’ı
yüceltmek demektir. Dolayısıyla
insan Ö’na koşmalı ve imamı beklememelidir. Bir dua okumaksızın, kaçırdığı
tekbirleri sırasıyla kaza eder. Çünkü Allah Teâlâ bir kutsi hadiste şöyle der:
‘Beni zikretmenin benden bir şey istemekten alıkoyduğu kimseye dua edenlere
verdiğimden daha hayırlısını veririm.’ Burada kendisine dua edilen, ölüdür.
Böyle bir durumda ölüye Allah Teâlâ, namaz kılan kendisine dua etseydi
vereceğinden daha üstününü verir. Ölüye dua etmenin amacı, sadece fayda
sağlamaktır. En büyük fayda ise, zikirle gerçekleşmiştir.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazını
Kaçıranın Kabirde Namaz Kılması
' - ' V
Bazı bilginler, kabirde namaz kılamayacağını, bazı bilginler ise cenaze namazını kaçırmış
ve velisinden başkası namazını kılmış ise ölünün velisinin kabirde namaz
kılabileceğini ileri sürmüştür. Bir grup ise, cenaze namazını kaçıran kişinin
kabirde namaz kılabileceğini söylemiştir. Kabirde cenaZe namazının
kılınabileceğini kabul edenler, bu namazın defin gerçekleştikten sonra
olabileceğinde görüş birliğine varmış, süresi hususunda ise görüş ayrılığına
düşmüştür. Sürenin en uzunu bir aydır. Benim görüşüm ise, kabirde cenaze namazı
kılınabileceği ve bu konuda herhangi bir sürenin de olmadığıdır.
Batınî Yorum
Kefenleri içinde
gözden kaybolmadıkça ölüye namaz kılınmaz. Dolayısıyla
kefenlerde ya da kabirde gözden kaybolmak arasında bir fark yoktur. Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle söylediği sabittir: ‘Kabrinde gömüldükten
sonra ölüye namaz kılınabiİir.’ Bunun batım yorumu şudur: Beden topraktan
yaratılmış ve ölümle, yaratıldığı aslına dönmüştür. Ruhun bedenden ayrılması ve
uzaklaşması halinde, ölünün toprağın üzerinde bulunmasıyla toprağın altında
bulunması arasmda bir fark yoktur, insan, her durumda topraktandır.
Bu namazda
dikkate alınan şey bedeni yöneten ruh ise, hiç kuşkusuz, ruh Yaratanına
yükselmiştir ve bedenden ayrılmıştır. Dolayısıyla ona namaz kılmaya bir engel
yoktur. Ruh değil de beden ise, bedenin toprağın üstünde veya altında olması
birdir. Çünkü Şari bu konuda bir ayrım yapmamıştır. Öyleyse insanın her bir
parçası, ölümden sonra kendi aslma döner. Başka bir ifadeyle ruhu ruhlara,
topraktan yaratılmış bedeni ise unsurlara katılır.
FASILLAR
Kime Cenaze Namazı Kılınır ve Kim
Kıldırır?
Bilginler arasında bu konuda görüş ayrılığı vardır. Görüş ayrılıklarından biri, ‘Allah Teâlâ’dan
başka ilah yoktur’ diyenlere cenaze namazı kılmak hakkındadır. Bazı bilginler,
büyüle günah sahibi, bidatçi ve arzularının peşinde koşan insanlar bile olsa,
genel anlamda tevhidi kabul eden herkesin cenaze namazının kılınacağım ileri
sürmüştür. Bazı insanlar ise, bidat çıkaranların cenaze namazını kılmayı mekruh
saymıştır. Ben, birinci görüşü benimsiyorum. Bazı bilginler ise, büyük günah
işleyen ya da taşkınlık (anarşi) ve bidat çıkaranların cenaze namazının
kılınamayacağını söylemiştir. Keşke bu görüşte olanlar, cenaze namazı kılan
kişi-
nin cenazenin
şefaatçisi olduğunu bilseydi! Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle
buyurduğu sabittir: ‘Benim şefaatim ümmetimden büyük günah işleyenler
içindir.’
VASIL
Batınî Yorum
Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur diyen herkesin (men kale: kim derse)
namazını kılın’ demiş, herhangi bir ayrıntı veya özel durum zikretmemiş, ‘men’
[o kişi, herhangi bir kimse] edatıyla ifadesini genellemiştir. Bu ifade,
herkesi içine alan genel bir ifadedir. Hadisten anlaşılan şey, ister tevhitleri
teorik düşünceden, ister inançtan isterse hem düşünce ve hem de inançtan
kaynaklansın, tevhidi kabul edenlerin cenaze namazlarının kılınabileceğidir.
İnanç ile derken peygamberi taklit etmeyi kastediyorum. ‘Allah Teâlâ’dan başka
ilah yoktur’ ifadesinde imanın anlamı, bu cümleyi söyleyen kimsenin dince
geçerli (Allah Teâlâ’ya) yalanlık tarzında bunu söylemiş olmasıdır. Bir şeyin
yakınlık sağlayıp sağlayamayacağı ise, vahiy ya da keşif olmaksızın bilinemez.
Çünkü bu konu, bilinmezlerdendir ve Allah Teâlâ, insanı yapamayacağı şey ile
sorumlu tutmaz. Bu nedenle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem zikredilen
ifadeyi ‘söyleme’ye bağlamıştır.
Tevhit cümlesini
söylemesi düşünülemeyen ya da söylediği duyulmayan İçimseler olabilir. Birinci
duruma örnek olarak konuşamayan bebeği verebiliriz. Bebek, babasına katılır ve
bu nedenle namazı kılınır. Bu ifadeyi söylediği duyulmamış insan ise yaşadığı
bölgeye katılır. Bölge, İslam bölgesi ise ve Müslümanların arasında yaşadığı
halde müslüman ya da başka bir dinde olduğu bilinmiyorsa, yaşadığı bölgeye göre
hakkında hüküm verilir ve namazı kılınır. Bölgenin inayeti o kişiyi müslüman
olduğu kesin olan zümreye katıyorsa, Allah Teâlâ’nın inayetinin ne yapacağını
hesap edin? ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur’ diyenler her anlamda ve her
durumda ebedi olarak cehennemde kalamaz. Şu var ki şirk koşan ya da şirk âdeti
çıkaran kişiler, hiçbir zaman cehennemden çıkamaz.
Arzuların,
bid’atlerin ve ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktür’ ifadesine zarar vermeyen
bütün büyük günahların kelime-i tevhit ehlini etkiyebilecekleri kabul
edilemez. Çünkü kulun nefsinde tevhit bulunduğunda, hiç bir şey ona karşı
koyamaz. Müşrik ya da şirk adeti çıkaran kişi hakkındaki nas olmasaydı, hiç
kuşkusuz şefaat, birlemese bile varlığı kabul eden herkesi kapsardı. Şirk
koşanın da, bir tür tevhidi vardır ki, burada yüceilahi mertebeyi birlemeyi
kastediyorum. Çünkü müşrik, ortak koştuğu şeyi Allah Teâlâ nezdinde şefaatçi
yapar ye şöyle der: ‘Bunlar Allah Teâlâ katında bizim şefaatçilerimizdir.’ Aynı
zamanda şöyle derler: ‘Biz sadece bizi Allah Teâlâ’ya daha çok yaklaştırsınlar
diye puüara tapıyoruz.’ Allah Teâlâ’nın büyüklüğüne ortak koşan bu kişinin
nezdinde ortak koştuğu şeyin böyle bir derecesi yoktur. Çünkü böyle bir
dereceye sahip olsaydı,, onu şefaatçi edinmezdi. Şefaatçi hüküm veren olamaz.
Dolayısıyla Allah Teâlâ’ya ortak koşanlar için de tevhitten bir pay ve koku
vardır. Bu koku sayesinde, ateşten çıkamasalar bile, acılara bitişen
sebeplerde Allah Teâlâ’nın cehennemde onlar için bir tür nimet yaratması uzak
değildir. Söz konusu kimselerin cehennemdeki en düşük nimeti, sıcaklıkta
yerleşik olan kimsenin soğuğa konulmasıdır -ya da bunun tersi-, Böylece her
biri, dünyada kısmî bir tevhit kokusuna sahip olduğu gibi cehennemde de kısmî
bir haz bulur. Allah Teâlâ, onları öyle bir mizaçta yaratır ki, alışık
sebeplerin nimetini ona uygun olmayan mizaçta acının varlığıyla kabul
edebilirler. Bu, Allah Teâlâ’ya zor gelmez. Çünkü Allah Teâlâ, dilediğini
yapandır.
Zikrettiğimiz
hükmü geçersiz kılacak' bir nas rivayet edilmemiştir. Öyleyse bu meselede imkân
(olabilirlik), aslı üzerinde kalmıştır. Şeriatta ise görüşümüzü destekleyecek
‘Rahmetim her şeyi kaplamıştır’ ve ‘Benim rahmetim gazabımı geçmiştir’ gibi
ifadeler vardır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
Ceza Olarak Öldürülen Kişinin
Durumu
Bazı insanlar, imamın (hükümdar veya halcim) böyle bir
insanm namazını kılmayacağı, bazı insanlar ise kılabileceği görüşündedir, ben
de bu görüşteyim.
Batınî Yorum
Cenaze
yıkayıcısı, yıkadığı kimsenin namazını kılmaktan
engellenemez. Hadleri (şerî cezalar) uygulamada imam da bir yıkayıcıdır. Çünkü
bir insanı kısastan dolayı öldürmek, manevi bir temizlik ve onun günahına
kefarettir (bedel). Bu konuda bir rivayet vardır. Dolayısıyla temizlik
gerçekleştiği için imam böyle bir kişinin namazını kılabilir. İmamın had cezası
uygulanmış birinin cenaze namazını kılabileceğini reddeden kimseye şaşılır! Ona
göre böyle bir ceza üzerindeyken ölen birinin namazını imam kılabilir. Halbuki
bu durumda ölenin üzerinde cezaî sorumluluk kalmıştır ve nefsi arınmamıştır.
Çünkü onun durumu Allah Teâlâ’ya kalmıştır; dilerse bundan dolayı onu
cezalandırır, dilerse affeder. Rivayetler böyle gelmiştir.
O halde en
uygunu, had cezasıyla öldürülmüş bir insanın cenaze namazını imamın kılmasıdır.
Bu durumda, had cezasını
uygulayan imam ile cenaze yıkayıcısı birdir. Çünkü dünyada müminlere cezalan
uygulamanın yegâne anlamı, ahirette bu cezaları kendilerinden gidermektir. Had
cezasıyla değil, siyaseten ya da din değiştirme nedeniyle öldürülen kimsenin
durumu ise farklıdır.
FASIL
İÇİNDE VASIL
İntihar Edenin Namazı Kılınırı mı
Kılınmaz mı?
Bazı bilginler intihar edenin namazının kılınmayacağı, bazı bilginler ise kılınacağı
görüşündedir. Benim görüşüm, intihar edenin cenaze namazının kılınacağıdır.
Batınî Yorum
Allah Teâlâ
namazını kılarak cenazeye şefaate izin vermiştir.
Buradan Allah Teâlâ’nın (cenazesi kılınan her) ölüden razı ve yapılan duanın
makbul olduğunu anladık. ‘İntihar edenin ebedi olarak cehennemde kalacağı’ ve
‘cennetin intihar edene haram olduğu’ bildirilmiştir. Halbuki' intihar edenin
cenaze namazının yasaklandığı hakkında bir ifade gelmemiştir. Öyleyse hadisteki
ifade, intihar eden ve cenazesi kılınmayan kimseye yorumlanmalıdır. Dolayısıyla
bu yorum nedeniyle, müminlerin intihar edenin namazını kılmaları vaciptir. Bu
sayede Allah Teâlâ, namaz kılanın ölü hakkındaki şefaatini kabul edebilir.
Özellikle güvenilir rivayeder ve ilkeler, onun da ateşten çıkmasına hükmeder.
Bu durumda, cehennemde ebedi kalacağı hakkındaki rivayet tehdit olarak
yorumlanır.
Bu meselede
işaret edilen hikmet Allah Teâlâ’nın ‘Kendi isteğiyle bana koşana (canına
kıyana) cenneti haram kıldım’ ifadesinde yer alır. Burada bir işaret ve hakikat
vardır. İşaret ‘koşarlar’, ‘koşunuz’, ‘bana bir karış yaklaşana ben bir arşın
yaklaşırım’ gibi ifadelerdir. Ölüm, Allah Teâlâ’ya kavuşma sebebidir. İnsan
hayatında yolculuk eder ve Rabbine kavuşuncaya kadar nefesleriyle menziller
aşar. Allah Teâlâ onun için özel bir sınır (ömür) belirlemiştir. O ise kavuşma
vaktini öne almak istemiş, bu sınıra ulaşmazdan önce ona koşmuştur. İşte bu,
kavuşmada bir etkisi olmayan sebeptir. (Kulun kavuşmaya koşması) Hakk’a
kavuşma özleminden kaynaklanmışsa, perdeleri ortadan kaldırarak O’na. kavuşur
(seyr ü sülük). Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Ona cenneti haram ederim.’ Cennet
örtmek, gizlemek demektir. Başka bir ifadeyle, ‘benden gizlenmesini
engellerim.’ Çünkü o bana canıyla koşmuştur. Bunu ayrıntılı olarak
söylememiştir. Dolayısıyla hadisin mümin için en hayırlı olan anlama
yorumlanması, esasların da bunu desteklemesi bakımından daha uygundur.
Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘kılıçla veya zehir içerek ya da dağdan
atlayarak’ intihar eden kişi hakkındaki ifadesinde ise müminler ya da mümin olmayanlar
denilmemiştir. Dolayısıyla ifade yoruma açıktır. İhtimal ortaya çıktığında
ise, ilkelere ve asıllara döneriz. Asıllara döndüğümüzde
ise, imanın
otoritesinin güçlü olduğunu, sonsuza dek cehennemde kalmanın imanın gücü
karşısında duramayacağını görürüz. Böylelikle Şari’nin bu ifadesiyle ebedi
çekecekleri azabı belirlemede Allah Teâlâ’ya şirk koşanlardan söz ettiğini
kesin olarak anladık. Şöyle der: ‘Nefsini kesici' bir şey ile öldüren’, yani
bir müşrik, ‘elindeki kılıcıyla cehennem ateşine döner ve orada ebedi kalır.’
Yani cehennemde çekeceği azabın böyle bir azap olması onun hakkında verilmiş
bir yargıdır. Aynı şekilde, zehir içip kendini öldüren kişi de cehennem
ateşinde sonsuza değin kalmak üzere azap çeker. Başka bir ifadeyle ö kâfire böyle
azap edilir. Bir rivayette ‘herhangi bir şey ile kendisini öldürene cehennemde
öldürdüğü şey ile azap edilir’denilir.
Bu bağlamda
mümine gelirsek, Allah Teâlâ’nın birliğine inanmak karşısında hiçbir şey
duramaz. Öyleyse ifadenin müşrik hakkında olduğu ortaya çıkmıştır. Şari, bu
ifadede bizzat bir türü belirlemese bile, dinî kanıtlar farklı kaynaklardan
alınabilir ve kanıdar birbirlerini destekleyecek şekilde birbirlerine eklenir.
Çünkü mümin için mümin, birbirini tutan binaya benzer. Aynı şekilde, bir şeye
inanmak başka bir şeye inanmakla desteklenir, Böylelikle birbirlerini
güçlendirirler. Çünkü cennet ehli, cennete girdikten sonra bir nimet olarak,
rablerıni görür. Nitekim rivayette Rabbi ‘ziyaret etmek’ hakkında böyle
bildirilmiştir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem: ‘İnsanlar cennetteki
mekânlarına yerleştiğinde, Hakk’ı görmeye davet edilir’ buyurmuştur.
Binaenaleyh
acele edip intihar eden kişi hakkındaki ‘Cenneti ona haram kıldım’ ifadesinin
‘benimle kavuşmazdan önce’ (cenneti ona haram kıldım) anlamında söylenmiş
olması mümkündür. Bu durumda intihar eden insanın nimeti görmesi Rabbine
kavuşmayı önceler ve sonra cennete girer. Çünkü intihar eden kişi, onu bu
davranışa zorlayan halden, yani içinde bulunduğu durumdan Allah Teâlâ’nın ona daha
merhamedi olacağını görmüştür. İçinde bulunduğu azaba karşı Allah Teâlâ’nın
nezdindeki rahatı hayalinde canlandırmasaydı, kendini öldürmeye kalkışmazdı.
Allah Teâlâ
şöyle der: ‘Ben kulumun zannına göreyim, hakkımda iyi zanda bulunun.’ intihar
eden insan mümin ise Rabbi hakkındaki zanm iyidir. Rabbi hakkında iyi zan
beslemesi onu intihara sevk etmiştir. Bu kutsi rivayetin lafzının
yorumlanabileceği en uygun anlam budur. Çünkü bu tevile aykırı açık bir nas
yoktur. Bu yorum uzak görülebilir. Fakat uzak görmek, sabit ilkeleri inceleyen
kişinin düşüncesindeki uzaklıktan kaynaklanır. Onları zihnine getirip tartarsa
söylediğimizi anlar. Güvenilir bir rivayette şöyle denilir: ‘Kalbinde zerre
miktarı iman bulunan herkesi cehennemden çıkarın.’ Dolayısıyla geride ancak
zikrettiğimiz yorum kalmıştır ve Allah Teâlâ bu rivayette, özel anlamda cenneti
ona haram kıldığını söylemekten başka bir şey dememiştir.
İntihar eden
kimsenin bir ceza çekeceğini kabul etsek bile -ki bu kaçınılmazdırcennetin ona
yasaklanması, ceza çekmezden oraya girmesinin yasaklanması anlamına gelir.
Onun durumu, büyük günah işlemiş kişilere benzer. Dolayısıyla bu ifade,
intihar eden ve büyük günah işleyenlerin Allah Teâlâ’nın mutlak iradesinin
hükmü altında bulunduklarını ifade eder. Çünkü sicilli İçimseler, büyük günah
sahibi olsalar bile cehenneme girmezler. Böyle bir insanın dünya hayatı
boyunca söylediği yegâne şey, ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur’ ifadesi olsa
bile, bu ona yeterlidir.
O halde
söylenebilecek nihaî şey, intihar eden için tehdidin cennete girmezden önce
uygulanacağı ve oha mağfiret edilmeyeceğidir. Halbuki Allah Teâlâ, tehdidini
gerçekleştirmenin kendisiyle ilişkilendirilmeyecek kadar cömerdik ve kerem sahibidir. Bunun yerine, mutlak iradeyi ve cömerdiği
yeğlemek Allah Teâlâ ile ilişlcilendirilebilir. Bir bedevi dünyevi gayeleri
olsa bile kendisine şöyle niteler:
Ona bir vaatte bulunsam veya tehdit etsem Vaadimi
yerine getiririm de tehdidimden vazgeçerim
Bu nedenle,
şeriatta tehdit hakkında bir ifade geçtiği her yerde vaat de geçer. Söz gelişi Allah
Teâlâ şöyle buyurur: ‘Allah Teâlâ’nın vaadinden döneceğini
zannetme.’235 Öyleyse tehdit, özel olarak kötülük hakkında kullanılırken,
vaat iyilik ve kötülük hakkında beraberce kullanılır.
Savaşta Öldürülen
Şehidin Cenaze Namazının Hükmü
Bazı bilginler, şehidin yıkanmayacağını ve namazının kılınmayacağım söylemiş, bazı bilginler ise
namazının kılınacağını, fakat yıkanmayacağını söylemiştir.
VASIL
Batınî Yorum
Çatışmada şehit
düşen kişi canlı kabul edilir.
Allah Teâlâ’nın şehidin canlı olduğunu algılamaktan gözlerimizi alıkoyduğunu
kabul eden kişi, şehidin namazının kılınmayacağım söyler. Şehit canlıdır ve
rızıklanır. Onun canlı olması, tıpkı Ali’nin ve Mehmet’in canlı olmasına
benzer. Vakıa, bu durumdaki birine namaz kılınamaz.
Namazın dua
olduğunu kabul eden kimse ise -çünkü dünyada ameli kesilmiştir ve Rabbinin
katında olsa bile amel işlememektedirnamazının kılınabileceğini söyler. Başka
bir ifadeyle, şehit için ölüye yapıldığı gibi dua edilebilir. Çünkü onu sadece
amel vesilesiyle ya da amelinde vekili olan kişilerin yapacağı şeyler
vesilesiyle meydana gelen derecelere yaklaştıracak ameli kesilmiştir. Amelde
vekâlet konusuna örnek olarak, öldüğünde velisi adına oruç tutan ya da öldüğü
veya gücü yetmediği için velisi adına hac yapan kişiyi verebiliriz. Bu durumda
şehide cenaze namazı kılmak, ameli kesilmeyecek bir durumda olsaydı, onun adına
amel etmeye benzer.
Bebeğin Cenaze Namazı
Bazı bilginler,
ses çıkaracak yetişkinliğe ermeden namazının kılınmayacağım,
bazı bilginler ise bu sürede ruh meydana geleceği için dört ayı tamamladığında
namazının kılınabileceğini ileri sürmüştür.
VASIL
Batınî Yorum
Allah Teâlâ,
sünnette bize ölüye namaz kılmayı
emretti ve bunu yaşanmış bir hayattan ölmek diye sınırlamadı. Dolayısıyla,
yumurtadan küçük bile olup insan olduğu anlaşılacak şekilde uzuvları
biçimlenmiş ise, -kendisine ruh üflenmemiş olsa bilebir ceninin suretine dinen
‘ölü’ adı verilebilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Ölü
idiniz, size hayat verdi, sonra sizi öldürecek, sonra yine hayat verecek.’236
Böylece ruh üflemezden önce bize ölü adını vermiştir. Öyleyse cenin düşük
tarzında doğmuş ve görünür ^ de bedenine ruh üflenmese bile cenine namaz kılan
kişi onu bir beden olarak görmüş ve cenin ölü adını Hakk etmiş ise, herhangi
bir şekilde namaz kılmaya engel yoktur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem,
daha önce yaşayıp ölmüş birine namaz kılınır demedi. Burada bir çelişki yoktur.
Bununla beraber ölü isminin yaşadıktan sonra ölen kimseye verilmesi adettir.
Rivayetin olmayışı, hükmün kalktığını göstermez. Bilakis şeriattan anlaşılan
şey, herhangi bir sınırlama olmaksızın, ölüye namaz kılmaktır. Şari’nin namaz
kılmayı yasakladığı kâfir ya da namazı kılınamayacak kimseler bunun
dışındadır. Tıfıl ise (cenaze namazı kılınmayanlarla ilgili) bu bahse girmez.
Üstelik Tirmizi,
Cabir b. Abdullah’tan Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in şöyle
söylediğini aktarır: ‘Tıfıla (bebek) namaz kılınır, varis olamaz, ses
çıkarıncaya kadar kendisine varis olunur.’ Böylece Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellem, tıpkı yaşayarak ölen kimsenin namazının kılınması gibi tıfılın
namazının lalına-
bileceğine
hükmetmiş, ama miras elde edebileceğine hükmetmemiştir. Bu rivayet, (cenaze
namazını kılmada) yaşayarak mı öldüğü yoksa ölü mü doğduğunu bilmesek bile,
insan bedeninin varlığının (yeterli olduğu) hakkındaki görüşümüzü destekler.
Görüşümüzü desteldeyen başka bir hadis ise, Muğire’nin Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem’den aktardığı ‘Tıfıla namaz kılınır’ hadisidir. Bazı
bilginler ise, hiçbir şekilde tıfıla namaz kılınmayacağım ileri sürmüştür. Bu
konuda ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin sekiz aylık bir çocuk olan
oğlu İbrahim’e cenaze namazı kılmayışını delil gösterirler. Halbuki bu iddiada
bulunan bilgin, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin oğlu İbrahim’e namaz
kıldığıyla çelişir. Nitekim Cabir ve Muğire hadisleri de (peygamberin tıfıla
namaz kıldırdığıyla ilgili) bu durumu destelder. .
FASIL
İÇİNDE VASIL
Kâfirlerin Çocuklarının Ölümdeki
Durumu
Bir görüşe göre, kâfirlerin çocuklarının hükmü babaları gibidir ve namazları kılınmaz. Bir görüşe
göre ise, onların hükmü müslümanların çocuklarının hükmüyle birdir. Benim
görüşüm şudur: Müslüman kişi, temyiz ya da akı1 gücüne erişmemiş küçük bir
çocuğun cenazesini kılma fırsatı bulursa, onu kılmalıdır. Çünkü onlar, İslâm
fıtratı üzerinedir.
VASIL
Batınî Yorum
Tıfl (çocuk, bebek) ‘tafel’ kelimesinden türetilmiştir. Tafel, akşam sabah gökten
yağan çiğ demektir. Çiğ, gökten yağan en zayıf sudur. O halde küçük çocuk,
karşısında büyüle, ince yağmur, sağanak ve dolu gibi yağmur yağma tarzlarına
benzer. Hal böyle olup zayıfa her zaman açındığı için, ölen tıfıla her durumda
namaz kılınır. Binaenaleyh tıfıla cenaze namazı kılmayı terk etmenin hiçbir
anlamı yoktur.
Cenaze Namazında Öne Kim Geçmelidir
Bilginler, cenaze namazını kıldırmaya kimin liyakatli olduğu
hususunda görüş ayrılığına düşmüş, bazı bilginler, ‘cenazenin velisi’, bazı
bilginler ise, ‘yöneticidir’ demiştir ki, ben de bu görüşteyim. Çünkü Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in cenaze namazlarını kıldırdığı rivayet edilmiş,
cenazenin velisini dikkate aldığı ya da onu sorduğu sabit olmamıştır. Hüseyin
b. Ali, Said b. Asi’yi -ki Medine valisiydiHasan b. Ali’nin önüne geçirmişti.
Bu meselede cenaze namazı imamlığının Cuma ve cemaat namazına bırakılması;
gömülme ve defin işleminin ise veliye bırakılması daha uygundur.
VASIL
Batınî Yorum
Vali, genel ve
özel anlamda mutlak hüküm
sahibidir, dolayısıyla bazı durumlarda hüküm sahibi olan kimseden daha
güçlüdür. Bu yönüyle vali, cenaze namazı kıldırmaya, Hakk’a yakarmaya, ölü
hakkında şefaat istemeye [velisinden ya da başka birinden] daha uygundur. Çünkü
o, Allah Teâlâ’nın vekilidir. Halck’ın halife yaptığı kimseye bakması, böyle
genel bir halifelik görevi vermediği birine bakmasından daha üstün olduğu gibi
aynı şekilde onun konuşması da Hakk’ın nezdinde [başkalarının kelamından] daha
makbuldür. Çünkü Allah Teâlâ, görevli yaptığı işte hükmü ona bırakmıştır.
Vali (yönetici),
gerçekte Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla bu isim kime genel ve en genel tarzda
verilmişse, cenaze namazı kıldırmaya en layık kişi odur. Vali, vaktin hükmünün
kendisine ait olduğu ilahi isimdir. Bu durumda [vali olan] isim, kendisini ölü
hakkında görevlendiren ve kendisinden daha genel içeriği olan ismin nezdinde
[ölüye] şefaat eder. Bu isim, er-Rahmatı ismidir. Çünkü ‘Allah Teâlâ’nın rahmeti, her şeyi
kapsamıştır.’
Cenaze Namazının Vakti
Bazı bilginler
namaz kılmanın yasaklandığı vakitlerde cenaze namazının
kılınamayacağını söylemiş, bazı bilginler ise, güneşin doğma ve batma vaktinde
kılınamayacağını söylemiş, bazı bilginler de aydınlık olmadan sabah namazından
sonra ve sararma olmadan ikindi namazından sonra bile kılınabileceğini
söylemiştir. Bazı bilginler ise, her vakitte kılınabileceğini söylemiştir ki,
benim görüşüm de budur. Şu var ki, üç vakitte cenaze kabre konulmaz. Gerçi o üç
vakitte de namazın kılınabileceğini kabul ettik. Çünkü bu üç vakitle ilgili
cenazenin defnini yasaklayan bir rivayet vardır. Bunlar, güneşin doğuşu,
batması ve tam tepe noktasında (istiva) bulunduğu vakiderdir.
VASIL
Batıiıî Yorum
Namaz, müşahede
ve bilinçli olarak yapılan
bir münacat ve duadır. Dolayısıyla şeriat sınırlamadığı sürece herhangi bir
vakide sınırlanmaz. Şari ise, secdesi olmadığı için, cenaze namazını (belirli
bir vakiüe) sınırlamamıştır. Güneşin tepe noktada bulunduğu Hakk gelince, bu
vakit, ateşin tutuşturulma vaktidir. ‘Kabir ise, ahiret menzillerinden ilk menzildir.’
Hadiste ‘ölüm’ denilmemiştir. Çünkü ölüm, bir menzil değil haldir, kabir ise,
menzildir. Dolayısıyla cenaze o vakitte defnedildiğinde, ölü, ateşin
tutuşturuluşunu gözler, bu nedenle belki de korkuya kapılır. Allah Teâlâ,
mümine karşı şefkadidir. Bu nedenle, kendilerine merhamet ederek, o vakitte
ölülerimizi gömmeyi mübah saymamıştır.
Güneşin doğuş ve
batış vakti ise, kâfirlerin secde vakitleridir. Cehennem, bu yaptıklarından
dolayı onları ele geçirmek için hamle yapar. Bu vakitte ölü defnedildiğinde,
cehennemin bu gruplan ele geçirmek için hamle yaptığını görebilir ve cehennem
önüne çıkıp belki kendisini
de ister diye
korkuya kapılabilir. Bu durum, arkasında aranan bir adam bulunduğu halde bir
yolda yürüyen kişinin durumuna benzer. Bu esnada önünde arkasındaki adamı
yakalamak isteyen bir adam görür. Önündeki adamın öyle korkunç bir görüntüsü
vardır ki, korkusundan ondan kaçar. Adam, belki de önündeki kişinin yakalamak
istediği kişinin (arkasından gelen değil) kendisi olduğunu zanneder. Kendisine
yaklaşıncaya kadar ondan emin olamaz. Yakınına geldiğinde de onun başkasını
aradığını anlar.
Kâfir Allah
Teâlâ’dan başkasına secde ettiğinde cehennem, Allah Teâlâ’dan başkasına secde
edilmesinden dolayı gayrete gelerek onu cezalandırmaya koşar. Başını secdeden
kaldırdığında ise, belki tekrar secde etmez ve tövbe eder diye, Allah Teâlâ’nın
emriyle geriye döner. Çünkü insan, [başkasına secde etse bile, henüz] tövbenin
kabul edileceği bir yerdedir. Bu nedenle cehennemin ona hücumu tamamlanmaz.
İnsan yaşadığı
sürece kâfir ise müslüman olması ümit edilirken müslümanın da küfre düşmesinden
korkulur. Çünkü dünya, Allah Teâlâ tarafından müjdelenmediği sürece, herhangi
bir yaratılmışın, halinden mutmain olacağı bir yer değildir. Müjdeyle birlikte
korku kalkar ve korkunun yerini utanmak ve huşu duygusu alır. Bunun nedeni,
haber verenin doğruluğudur. O halde, müjdelenmiş kişinin korkması ve (güneşin
sararma halinin batınî anlamıyla ilişkili olarak) sararması, korkudan değil,
özellikle utanmasından kaynaklanır.
FASIL
Cenaze Namazının Mescitte Kılınması
Bazı bilginler, cenaze namazının mescitte kılınabileceğini
kabul etmiş, bazı bilginler bunu mekruh saymıştır. Mescidin dışındaki cenazeye mescidin içinden
namaz kılmak hakkında da görüş ayrılığı vardır. Birden çok cenazeye namaz
kılmak hususunda da görüş ayrılığı vardır. Bütün bu konularda ben, (bunların)
caiz olduğunu kabul ediyorum.
Batınî Yorum
Cenaze namazı
kılan kişi, şefaatçidir. Binaenaleyh her nerede bulunursa bulunsun, cenazeye şefaat
eder. Çünkü Allah Teâlâ, ‘Her nerede bulunursanız, O sizinle
beraberdir’237 diye buyuruyor. Dolayısıyla Allah Teâlâ her nerede
bulunursa cenazeyle beraber olduğu gibi her nerede bulunursam Allah Teâlâ’nın
benimle/bizimle beraber olduğunu da'biliyoruz. Binaenaleyh, Allah Teâlâ mekânla
sınırlanamaz. O halde, herhangi bir sınırlama olmaksızın, cenazeye her yerde
namaz kılınabilir. Firavun’un bulunduğu yerden daha pis bir yer yoktu, çünkü
müşrik pistir. Buna rağmen Musa ve Harun ona gitmiş, Allah Teâlâ da
kendilerine ‘Ben sizinle beraberim, duyarım ve görürüm’2™ demişti. Ben, mescit ya da başka bir yer, her nerede
bulu-'"" nursa bulunsun cenaze namazının kılınabileceğini
düşünüyordum. Ta ki rüyamda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemi gördüm,
cenazeleri mescide sokmayı ve mescitte namazlarını kılmayı yasaklıyordu. Ben
de, hemen o görüşümden vazgeçtim. Artık, bir daha mescitte cenaze namazı kılmadım.
Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Beni gören beni
görmüştür, şeytan beni oluşturamaz [tekevvün].’
FASIL
İÇİNDE VASIL
Cenaze Namazının Şartı
Çoğunluk, temizliğin [abdest] kıbleye dönmek gibi
bir şart olduğunda görüş birliğine varmıştır. Bununla beraber, namazı
kaçırmaktan korkan insanın teyemmümle yetinip yetinmeyeceği hususunda görüş
ayrılığına düşülmüştür. Bazı bilginler teyemmüm alabileceğini, bazı bilginler
ise teyemmüm alamayacağını ve teyemmümle cenaze namazı kılamayacağını
söylemiştir. Benim görüşüm şudur: Cenaze namazında temizlik, kesinlikle şart
değildir. Fakat yine de Allah Teâlâ’ya ve O’nu zikretmeye abdestsiz bir
şekilde yönelmeyi kerih görürüm. .
VASIL
Batınî Yorum
Hz. Aişe şöyle
demiştir: ‘Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem her
halinde Allah Teâlâ’yı zikrederdi.’ Dolayısıyla işin böyle olması gerekir.
Çünkü Allah Teâlâ her durumda kuluyla, özellikle de mümin ile beraberdir.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar