SEMA OKULU...Yakup Baba (Koyuncu) 7
MELEKLERİN, PEYGAMBERLERİN,
SUFİLERİN HAYATTAKİ DENGE SANATI SEMA HZ.MEVLANA’NIN KURMUŞ OLDUĞU DEVAM EDEN SEMA
OKULU İRŞAD-ÜS SEMA ADAB VE ERKÂNI HİKMET VE SIRLARI
DEVAM EDEN SEMA OKULU
Hazırlayan:
Yakup Baba (Koyuncu)
YEDİNCİ BÖLÜM
1—MELEKLERİN
PEYGAMBERLERİN SUFİLERİN HAYATTA DENGE SANATI SEMA
2—SEMA
– YAŞAYAN BİR OKUL
Hayata Kanat Açmak
Merkezde
Olmak Hareket
Noktasını Belirlemek
3—SEMAYA
DAVET HİKMET VE SIRLARI
Sema
Çalışması Hikmet Ve Sırları
4—SEMANIN
VE BİSİKLET SÜRMENİN ORTAK TARAFLARI
İlk
Adım
5—İMANDA
KÖK SALMAK
Nerede
Olursa Orada Kök Sal
Sema’nın
Şartlarını Tanımak Önemlidir
6—ÖZGÜRLÜĞE
AÇILAN KAPI: SEMA
7—SEMA
İÇİN REHBER
SEMA
Öğrenmek İstiyor Musunuz?
Semayla
İlgili Temel Alıştırma
Sema’nın
Temel Pozisyonu:
Çeyrek Çark
Yarım
Çark Tam Çark sema
İdrak
Etmenin Yolu Bazı Sufi İlkelerinin Özeti:
Sema’da
Ahenk Oluşuncaya Kadar Çalışmak
Hazırlık
İçerisinde Hazırlık
Yukarıya
Doğru Açılış
Sufilikte
Manevi Büyümenin Prensipleri
Açılmanın
Eğitimi
Ahenk
Ne Zaman Meydana Gelir Sema Ne Anlama Geliyor?
Sema’ya
Hazırlık
Temel
Pozisyon Ve Kapanma (Mühürlenme)
Kolların
Açılması Ve Ellerin Duruşu
Ahenk
Oluşuncaya Kadar Sema Yapmak
Temel
Güçlerin Sema Öğrenme Sürecinde Eğitilmesi
Nefes,
İdrak Ve Kalp
8—HAYATINLA,
YAŞANTINLA SEMAYI BİRLEŞTİR MEK
Sema’ya
Destur Alma
İMANDA İSLAMDA SEMA’DA REHBER
Kim
halis niyetle ararsa, aradığına nail olur. Bu basit hikâye bizim üzerimizde
güçlü bir etki bıraktı ve içten içe bir yankıya neden oldu. Güneşin arkasındaki ışığı gösterecek bir
rehber aramaya koyulduk.
Biz
daha önce sufilikle ilgilendiğimizden, bu tür anlatımlar bizim için yeni
değildi. Hikâyenin gerçek muhteviyatını anlamak için yerinde bir incelemede
bulunup bulunmama konusunu düşündük. Nihayet tereddütlü olsa da SEMA’nın
kaynağını bulmak için Konya’ya gitmeye karar verdik. İki aile ve beş kişi
olarak yola çıktık. Almanya’dan Fransa’ya, Oradan Hollanda, Belçika,
Avustralya, İtalya ve sonra Türkiye’ye geldik. Kamping arabamızla yola çıkarken
şehirle ilgili sanki hiçbir bilgiye sahip değildik, ayrıca ne yanımızda bir
dervişin adresi, ne de burada herhangi başka bir irtibat kuracağımız kişinin
adı vardı. Sadece iki tane müphem tavsiye almıştık: İlki İstanbul’da bulunan
bir tanıdığın muhtemelen bir dervişi tanıması; ikincisi ise, Konya’da Mevlâna
Rumi müzesi yakınındaki bir kitapçının bulunması ve buradan sorulacak
olmasıydı. Yani, atasözünde ifadesini bulan, ağ ve çift zeminden mahrum bir şekilde
yolculuğa başlamıştık. İstanbul’a geldiğimizde ani bir kararla buradaki
tanıdıkla buluşmaktan vazgeçtik.
Halis
niyetle arayan, aradığını bulur düsturuyla yola çıkmıştık. Dün çarpan
kalplerimizle Konya’ya ulaşmış, burada nelerle karşılaşabileceğimizi kendi
kendimize sormuştuk. Ve bugün sabahleyin her şey bambaşkaydı.
Bugün
yıllar sonra -değişik gelse de- bu düsturun bir hakikat olduğunu yaşayarak
öğrendik. Bu, gerçekten de olaylarla doğrulandı. Zira biz bir derviş bulmuştuk.
Bu
şöyle oldu: Bizim Konya’daki ilk durağımız Mevlâna Rumi müzesi ve Rumi’nin
türbesi idi. Bununla birlikte bizim ‘resmi programımız’ da bitmişti. Biz ise,
bir dervişi nasıl bulacağımızı düşünüyorduk. Çaresizdik! Kendi kendimize
verdiğimiz görev, şu samanlıkta toplu iğne bulma meselesine benziyordu. Garip
ve oryantal tarzdaki Konya şehrinde edindiğimiz izlenimlerden kendimizden
geçmiş gibiydik. Görevimizi yerine getirmemiz zorlaşmış görünüyordu. Tek
aklımıza gelen, daha önce bahsettiğimiz kitapçı idi. Burada bir dervişi sormaya
niyetlenmiştik. Ve yola koyulduk.
Kısaca
anlatacak olursak: Kitapçıyı bulamadık, ancak 15 dakika geçmemişti ki,
kendiliğinden ‘belki ben bir dervişim!’ diyen birisine rastladık. Günün arta
kalan kısmını bu kişiyle birlikte geçirdik. Birlikte çay içtik ve yeni tanıdığımızla
tesadüf eseri karşılaşmamızı bir şablona oturtmaya ve birbiri ardına gelen çoğu
soruya cevap bulmaya çalışıyorduk. Her şeyi hesaba katmıştık da, bir şeyi
unutmuştuk! Önümüzdeki günler aydınlığa çıkarılmayı bekleyen cevaplanmayan
sorular, karşılaşmalar, yapılanlar ve ‘dur, acele etme!’ çağrısıyla doluydu. Bu
soruların karşılığını İstanbul’da Sahaflar Şeyhi Muzaffer Aşkî Hazretlerinin
cevaplandırabileceğini söylemişti karşılaştığımız derviş. Kabul edildiğimizi
yavaş yavaş anlıyorduk artık.
Bu
tavsiye sonucu İstanbul’a geldik. Sahaflar çarşısındaki kütüphanesinde Muzaffer
Aşki Hazretlerini bulduk. Kendileri bizi çok hoş karşıladı. Kendilerine
sorularımız olduğunu söyledik. Sorularımızı sormamız söyleyince Sufi olmak
istediğimizi söyledik. Kendileri:
—
Kolay! Olabilirsiniz. Siz bir şey istiyorsunuz kul olarak, bizi yedirip,
içirip, gezdiren ve yaşatan, değişik okyanuslardan getirip buluşturan ALLAH’a
Hamdü Senalar olsun. Kulları üzerinde hakkı olan Allahuazimüşşan’da biz
kullarından bir şeyler istiyor, biliyor musunuz? Dedi ve ekledi. O’nun istediği
sizin iman etmenizdir.
Bunun
üzerine: Peki nasıl olacak diye sorduk.
—
Gayet kolay. ALLAH’ın
Peygamberlerine ve onlara gönderdiklerine inanmak iman etmektir. Bunu yaşamaya
ise İslam denir. Bunu lisan ile söyler kalben tasdik ederseniz inşallah bu yol
size açılır. Deyince, biz de:
—
Başka bir şeye gerek yok mu? Diye sorduk. Bunun üzerine:
—
Hayır, hayır bu kadar. Dediler. Bunun üzerine biz orada:
—
Aşki hazretleri biz iman ediyoruz hemen talim edelim. Diyerek talip olduk.
İmanın altı şartı;
(Amentü billahi ve
melaiketihi ve kütübihi verusulihi vel yevmilahiri vebilkaderi hayrihi ve
şerrihi minallahiTeâlâ velba’sü badel mevt. Hakkun Eşhedüenlailahe illalah ve
eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulühü)
İslamın beş şartı;
(Kelime-i şahadet, Namaz,
Oruç, Zekât, Hac) talim buyruldu.
Muzaffer
Aşki hazretleri de orada talim ettiler. Yanımızdaki defterler, notlar,
aklımızdaki bütün sorular iki cümle ile cevabını bulmuştu. Hayretler içerisinde
kalmıştık. Bunun üzerine SEMA öğrenmek istiyoruz dedik. Bize Rehberlik eden
Muzaffer Aşki Hazretleri:
—Cerrahi
Kültür Vakfında Hz. Mevlana’nın adına devam eden SEMA Okulu var sizi oraya
göndereyim. Gidin orada görün isterseniz size orada Semayı, Hz. Mevlana’nın
öğretisi üzerine öğretirler. İbrahim Bey
dedi. Bu arkadaşları götür Yakup Efendiye teslim et. Buyurdu.
Bizden
Rumi’nin eserlerini incelememiz ve onun hayatıyla ilgilenmemiz istendi. Rumi’nin
şiirlerini okuyor ve onun hakkında bilgiler ediniyorduk.
Rumi’nin
şahsında ruhani ilim, şairlik sanatı, musiki, cezbe ve ALLAH sevgisi şekilleniyordu.
Sufilerin söylediği gibi Rumi, bir ‘ALLAH Aşığıydı’. O, bunu SEMA’da ‘nerede olursa olsun ALLAH’a
dönmek’ ile ifade ediyordu.
Bizde
SEMA’ya
olan aşkımızı gerçekleştirmek istiyorduk.
Rehberler Rehberi İmam-ı Ali Efendimiz
Kısaca
bir de ‘Rehber’ konusuna değinmek gerekirse:
İslam’ın
ilk gelişmesinde Müslümanların sayısı çok az iken müşrikler Müslümanları çok
baskı altında tutuyordu. Peygamberimiz SAV de İslam’a girenleri müşriklerin
baskı ve zulmünden korumak için Mekke-i Mükerreme’nin dış mahallelerinin farklı
yerlerinde İslam’la müşerref olmuş sahabelerin evlerinde toplantı yapıyordu.
O
sıralarda Peygamberin ashabından birisi Kâbe-i Muazzama’ya gittiğinde orada
garip görünümlü, arayış içerisinde olan birisine rastladı. Yanına yaklaşıp
selam verip Nerden gelip nereye gittiğini sordu. Selman-ı Pak efendimiz burada
Peygamber olduğu haberini aldığını, çok uzun yoldan gelip bir aydan beri burada
arayış içerisinde olduğunu, yiyecek olmadığı için günlerce zemzem içerek
yaşadığını söyledi. Sahabe, zemzem kuyusunun başında beklemesini, ona aradığına
rehberlik edecek 11–12 yaşlarında bir çocuğun geleceğini söyledi. Onun sizi
istediğiniz yere ulaştıracağını söyledi.
Peygamberimize
uzaktan misafir geldiğini Zat-ı âlilerinizi görmek istediği haberini
ulaştırdılar. Peygamberimiz SAV “Ya Ali!”
Dedi. Hz. Ali “Lebbeyk – buyur- Ya Resulallah” dedi. Peygamberimiz SAV “O misafire rehberlik et, onu etrafa hissettirmeden bize
getir.”dedi.
İmam-ı
Ali kerreme’llâhü veche Efendimiz gitti, buldu. Mekke-i Mükerreme’nin dar
sokaklarından Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in bulunduğu
evin önüne kadar getirdi. “Ben şurada ayakkabımı çıkarır gibi
yapacağım, benim durduğum yerde bir kapı var kimseye hissettirmeden o kapıdan
girersin” dedi. Misafir içeriye girdikten sonra Hz. İmam-ı Ali
Efendimiz evin etrafını dolaşıp kontrol etti kendisi de içeri girdi. Hz. İmam-ı
Ali Efendimizin rehberliğinde peygamberimizin huzuruna getirilen Selman-ı Pak
Efendimize Peygamberimiz “Bizim ehl-i beytimizden” diye buyurdu. Dervişin de rehberi böyle kıymetli olursa,
derviş de pîrin ehl-i beytinden sayılmış olur.
Peygamber
Efendimiz sohbet ediyorken, İmam-ı Ali efendimiz ayaklarını mührü-Pay etmiş
eşiğin önünde bekliyordu.
İşte
Rehberler Rehberi Hazret-i İmam-ı Ali efendimiz...
İşte
Rehberlik budur.
Bir
hatıramı arzetmek istiyorum. Muzaffer Aşkî Hazretleri bir zarfa yüklü miktarda
para koyup bana “Bu zarfı reis-ül Hattat Hamit Aytaç Efendi’ye verip elindeki
bütün levhaları al gel, bu yolun yürümesi lazım” buyurdular. Ben de zarfı alıp
hazretin atölyesine gittim. Efendim’in Selamlarını arzettim. Selamı alıp bana “Buyurun
oturun” dedi. Hazret eline kalemini aldı ve dedi ki; “bak şimdi lafza-i Celâl
yazacağım. Eşyadan ilk Sema eden kalemdir, musikisi de kendindendir” dedi. “Eyvallah”
dedim. Lafzı Celâl yazmaya başladığında kalemden duyduğumuz musikî tarife
gelmez güzellikteydi. Bu güzel Musikinin eşliğinde lafza-i Celâl yazdı.
Pakistanlı Şair Muhammed İkbal de “Her kalemi
elime aldığımda Hz. Mevlâna’ya niyaz ederim ve kalemimle Semaya başlarım. Bizim
gönül Semamız da böyle olur” demiştir.
MELEKLERİN PEYGAMBERLERİN
SUFİLERİN HAYATTA DENGE SANATI SEMA
Tanınmayı hasretle bekleyen gizli bir hazine idim, bundan dolayı
tanınacağım dünyayı yarattım.[1]
(Hadis-i Kudsi)
Sema Töreni
Hayat
oyununun başlaması için perdenin kalkmasıyla birlikte ALLAH’ın ışığı içeriye giriyor.
Evet, biz bu ışığı çok seyrek görüyoruz. Biz sadece hayatın gölge oyununun suda
yansımasını görüyoruz. Sahne hazır. Bir perdenin ardından diğer bir perde
açılıyor.
Aynanın
önüne oturmuş, oyunu seyrediyoruz, ancak ışığa dönmüyoruz. Cehennem önümüzde.
Gölge şekiller hareket ediyorlar ve rüzgârla birlikte eğiliyorlar. Belki de,
gölgeler iki düşünce arasında kaybolduğunda bir an için de olsa ışığın tadını
alıyoruz.
Daha
sonra oyun devam ediyor. Zaman, geçmişten geleceğe ağını örüyor. Biz ondan
kaçmaya çalışıyoruz, ancak biz içeriye kapatılmış tutsak haldeyiz. Zaman balının
üzerindeki sinekler gibi. Bizim bu dünyamız tatlı. Evet, dönmek
mecburiyetindeyiz. Özümüze doğru yönümüzü tekrar çevirmeliyiz.
Çok
uzun bir zaman aldı. Bir SEMA merasimine katılmak için davet almamız
geciktirilmişti. “Ne zaman yapabiliriz? SEMA ile ne zaman
müşerref olacağız?” diye -aceleciliğimden- her defasında sorduğumda, “acele
yok, bekleyin!” diye cevap gelirdi. Ancak daha sonra bir gün davetiye
masamıza geldi. Belirtilen tarih ve yerde olmamız isteniyordu. Böylelikle SEMA’yı
biz de yaşayacaktık. Merasimin daha iyi anlaşılması ve yol gösterilmesi
amacıyla aşağıdaki izahat davetiyeye eklenmişti:
Sufilik,
asırlardan beri insanların gitmekte oldukları bir yoldur. Daha önce olduğu
gibi, bugün de ebedi hayatta yerine getirilen bir gelenektir. Bu geleneğin
ifade şekli, SEMA
ve ZİKİR’dir.
Dervişler
ve sufiler belirli zamanlarda SEMA törenini birlikte kutlarlar. Bu festival,
kendine özgü şekillenmiş kültürel ve dini bir olaydır. Belki bu sizin için çok
yeni bir şey olabilir. Bu sizin ilgi alanınıza girer mi ve burada bir başlangıç
yapmak istemez misiniz, buna lütfen siz kendiniz karar veriniz. Hayal
kırıklıklarını önlemek için hemen belirtelim ki, bu gece, turistik bir folklor
gecesi olmayıp İslam-Türk Anadolu kültürü içerisinde bir tören olacaktır.
Bundan dolayı açık ve gelişmelere hazır olmanızı rica ediyoruz. Lütfen buna
hazırlıklı olunuz.
Davetiyenin
açık ve anlaşılır olması ve içinde ifade edilen istirham bizi etkilemişti. Öyle
veya böyle! Ya olduğu gibi kabul edilecek veya evde kalınacak. Ancak bizim kararımız
verilmişti: Bize verildiği şekliyle davetiyeyi kabul ediyoruz.
Ve
SEMA
gecesine hazırlanmaya başladık. SEMA nedir? SEMA nasıl yapılır? SEMA nasıl öğrenilir? Bizi meşgul
eden bu sorulardı. Bu sorulara aldığımız cevapları şimdi sizlere aktaracağız.
SEMA,
800 yıldan beri icra edilen ve günümüzde de canlılığını koruyan hayattaki
dengenin dini merasiminin usul ve kaideleridir. SEMA, Mevlâna dervişlerinin tüm
manevi kazanımlarını içermektedir. SEMA’dan, sufilerin
onunla manevi dünyayı ‘yürürken tuttuklarından’ bahsedilir.
SEMA,
dengenin –hayat dengesinin sağlanması sanatıdır. Kendi vücudu ekseninde pervane
gibi dönme, ayakta sol bacak üzerinde yapılırken, sağ bacak hız vermede
kullanılmaktadır. SEMA’da Semazen’in beyaz elbisesi (tennure),
gökyüzüne doğru uzayan ve suya susamış bir gül gibi açılmaktadır.
Güzellik
ve zarafet, Semazen’in uyumunda tam ifadesini bulmaktadır. Sağ el yukarıya
doğru uzatılmış, sol el ise aşağıya dönüktür. Yukarıdan sağ ile enerji
alınmakta, kalpten geçirilerek sol el üzerinden dünyaya iletilmektedir. SEMA,
toprakta (yerde – dünyada) kök salmak ve yukarıya uzamak anlamına gelmektedir. SEMA,
aynı zamanda hem bu dünyada hem de ahirette olmak anlamını ifade eder.
Sema ve Anlamı
SEMA,
kelimenin tercümesi olarak ‘içe doğru duyma’ anlamına gelmektedir. Anlam ve
amacı, iç ve dış dengeyi sağlayarak ALLAH’ı arayanın yolunu açmaktır. SEMA,
Mevlâna dervişlerinin bir tatbikatıdır. Bu tatbikat, insanın derin anlamda
mevcudiyetini ve normal yaşamını ilgilendirirken, geniş anlamda, vücut, akıl ve
duygusunu kapsar. Tatbikat, tek kelime ile tüm hayatta dengenin bir
uygulamasıdır.
SEMA
merasimini uygulayanlara Semazen denilmekte olup, bunlar derviş ve/veya
sufilerdir. Bu iki anlam, dünya görüşüne göre konumu belirlemektedir. Derviş,
daima İslâm’da kabul görmüştür; yani, sadece dini topluluğun bir üyesi böyle
adlandırılabilir anlamına gelmektedir. Sufiler, ‘Mevlâna Rumi’nin dostları’dır.
Bunlar, her dinde veya bu dünyadaki değişik görüşe sahip okullarda bulunurlar. ALLAH’ı
bulmak isteyen her kişi sufi olabilir. Bu özgürlük, ‘gel, kim olursan ol, gel!’
sözcüğünde ifadesini bulan Mevlânâ Rumi’nin okullarının önemli bir özelliğidir.
Eski
zamanlarda SEMA’nın
temel eğitimi 1001 gün sürerdi. Sol ayağın ilk iki parmağı arasında bulunan
çivinin etrafında dönme ile başlanırdı. Bu uygulama, uygulamayı yapanın SEMA
esnasında iç ve dış ahengi sağlayıncaya kadar devam ettirilirdi. Bugün de daha
önce olduğu gibi SEMA’nın temel esasları aynıdır. Sol ayak tabanı tamamen yerde
kalıyor. Bu, dünyevi gerçekliğe bağlılığın bir sembolüdür. Sağ ayak, hız
kazandırmayı sağlıyor. Bununla hareket eden canlı hayati elementleri sembolize
etmektedir. Tüm hareket, sufiliğin ruhani temelinin bir temsilidir. Toprağa kök
salmak ve yukarıya doğru uzamak –hem bu dünyada, hem de ahirette olmak. Sağ
ayak, her çarkta kırmızı bir POST üzerinde durmakta olan şeyhin istikametine
doğru atılıyor. Her şeyin ona göre yönlendiği Post, yeni bir günün
müjdeleyicisi ve gerçek hayatın olabilirliği anlamına gelen ölümün fecrini
sembolize etmektedir. Gelenekte, ‘ölmeden önce öl’ anlamına gelmektedir.
Bu
mevkide bir şeyh bulunmakta; o, Mevlâna Rumi’ye uzanan çizgide dini makamın
temsilcisidir. İlim, hiyerarşide daha sonra gelmekte olana intikal etmektedir.
Rumi, bir manzumesinde bunu şöyle dile getirmektedir:
Öldüğümde
mineraldim, oldum bitki,
Bitki
iken öldüğümde oldum mahlûk.
Mahlûk
iken öldüğümde oldum insan.
Öyleyse
korku niye,
Ölümde
bir hiç olmak mı?
Bir
sonraki ölümümde
Melekler
gibi sallanıp
Savrulmuş
olacağım
Sonra
meleklerden daha yukarılara yükseleceğim
Tahmin
edemeyeceğiniz kadar,
Ben
olacağım
Büyük
salon, hassas ancak hissedilir gül kokusuyla doluyor. Müzisyenler içeriye
giriyorlar ve merasimi başlatıyorlar. Kamıştan yapılan bir enstrüman olan ney’den
çıkan sıcak tondaki müzik etrafa yayılıyor. Ney, Rumi’nin en çok sevdiği
enstrümandır. Kuran tilavetini “La ilahe İllallah ...” (ALLAH’tan
başka İlah yoktur) ve “... ALLAH Hu!”
şeklinde kısa nidalarla tekrarlanan bir dua olan zikir takip ediyor.
Burada
olan, güzelin ötesinde bir şey. Semazenler sanki son kez selama duruyor ve
birlikte “Ya ALLAH Hu!” diyerek kendini
toprağa bırakıyormuş gibi; bu ‘insani çiçeklerden’ destelenmiş
yoğunlaşma ve enerji fışkırıyor.
Sema’da Üç Tur Neleri Sembolize Ediyor
1. İLİM
YOLUNU: İlk tur, ALLAH’ı, ALLAH’ın ilmiyle anlama yolunu ifade ediyor (İlmen
Yâkin).
2. TASAVVUF
YOLUNU: İkinci tur, ALLAH’ı görme ve O’nu tanıma imkânını ifade ediyor
(Aynel Yâkin).
3. ALLAH’A KAVUŞMA YOLUNU. Üçüncü tur,
mükemmel ve kopmaz bir şekilde kalben ALLAH’a kavuşma yolunu ifade ediyor (Hâkkel
Yâkin).
SEMA’da
yaratılış,
Hayat
oyununu açıyorsa,
Gizemi
anlamalıyız.
Bugün
olduğu gibi bu ışıkta,
Daha
çok seziyor, ancak daha az görüyoruz hayatı.
Sis
çekiliyor.
Göründüğü
gibi,
Olmayan
şeylerin
Ne
olduğunu görüyoruz.
Ben
hakikatim, O hakikat. (Hallaç)
Sema – Gülün Yansımasında Kendinden Kendine
Dönme
Tırtıl
açısından,
Koza
haline gelmek ölümdür.
Kelebek
açısından,
Kozayı
terk etmek yeni bir hayattır.
Sufi
açısından,
Kelebek
gerçek hayatı sembolize eder.
Her
insan,
Bu
oluşa erişmek için fırsata sahiptir.
SEMA – YAŞAYAN BİR OKUL
SEMA,
insanı ve aynı zamanda ruhani olan esas güçleri talim ve terbiye eder. SEMA,
insanı hayattan almaz, bilakis onu hayatın içine götürür. Güven, sebat,
sadakat, doğruluk, nezaket, şuur, sevgi, itina, kabul etmek ve insana hizmet,
insani esas güçlerdir. Talim ve terbiye yolu, görevleri yapmak ve hayatın
taleplerinin üstesinden gelmek üzerine kurulmuştur.
SEMA,
basitçe sadece kendi ekseni etrafında dönmek değildir. SEMA, gökyüzünün ve yerin, insanın
iç ve dış dünyasının dengesini yakalama duygusudur. O, hayatın kendi dengesidir
ki, yaradılışa tam bir bağlılık ve ‘gerçeğin arkasındaki gerçek’ ile ‘güneşin
arkasındaki ışık’ önünde derin bir saygıdır.
Öte
yandan, ben bir ayak üzerinde çok güzel çark atabiliyorsam, fakat hayatım bir
kaosun içerisinde kaybolup gidiyorsa bu neye yarar? Kişi, SEMA eğitimine başlamadan önce kendi
hayatını sorgulamalıdır. Kişi, SEMA’da ‘tadımlık bir kurs’ üzerinden bir
şeyler öğrenmek isterse bunun sonucunun nereye varacağını bilmelidir. Hayatta
her şeyin olduğu gibi, SEMA’nın da bir bedeli vardır. SEMA’nın
kişiyi kendi ‘dengesizliğiyle’ yüz yüze getiren bir sufi yolu olduğu
bilinmelidir.
Sufi
yolu, bir ‘görevin kabulünden’, başlayarak idmanda sebata ve ‘istenileni
başarmaya’ götüren bir yoldur. Görev, ‘teslim olma’ ile
ilgilidir. Binlerce çözülmüş görevler bu yolun kenarını çevrelemekte ve bunlar
nefsi (egoyu) frenlemeyi sağlamaktadır. Sufi geleneğinde her insanın bir
bağımlılığından hareket edilir. Dünyada bağımlılığın insani esas vasfından
faydalanmayan çok az toplumsal ve dini sistem bulunmaktadır. Şayet gerçek hayat
keşfedilecek ve ALLAH
kalplerde bulunacaksa her türlü bağımlılık terk edilmeli ve üstesinden
gelinmelidir.
Göreve
(eğitime) inançla bağlılık yolu: Eğitim, denetleme ve yine eğitim. Ne eğitimi
yapılır? SEMA
ve her bir eğitim kısmı, hem iç dünya durumunu hem de dış hayatın ifasını
kapsamaktadır. Eğitim süreci, dışarıdan içeriye ve daha sonra -yerine getirilen
her görevle birlikte- tekrar içeriden dışarıya doğru sürdürülmektedir. Temel
hayat güçleri talim ve terbiye edilmektedir. Her pozisyon ve her adımda bir
anlam, amaç ve görev bulunmaktadır.
SEMA’nın
başlangıcında kollar ve ayaklar çapraz duruştadır. Bununla enerji sanki ‘mühürlenmiştir’. Bu, sınırları çekme ve tekrar kaldırabilme
anlamındadır.
Her
iki ayakla zemin üstünde sağlam bir şekilde durulması, dayanıklılığı, sağlama
almayı ve istikrarı ifade etmektedir.
Kendi
ekseni etrafında çark etme, iç âlemde evinde ve yerleşik olma duygusunun
verilmesi anlamındadır.
Sol
ayak üzerinde sağlam bir vaziyette durmak, yerini belirlemek, değerleri bulmak,
bunları şekillendirmek ve hayatta savunmak manasındadır.
Sağ
kolun elin açık vaziyette yukarıya uzatılması, amade ve açık olmak ile
karşılamak ve kabul etmek anlamındadır.
Kalben
şuurlu olmak, hayatta ehemmiyetli olanı ve olamayanı ayırt etmektir.
Sol
kolu aşağıya doğru tutmak, vermek, bırakmak (teslim olmak) ve hizmet için özgür
olmaktır.
SEMA’da
hayatın ritmini bulmak, verme ve almada hayatın dengesini sağlamak, sıkıca
tutmak ve bırakmak, alınan enerjiyi dünyaya vermek, hizmet etmek ve kazanmak,
dayanmak ve gevşemektir.
Kâinatla
bir bütün olmak, ‘ALLAH’la ve ALLAH
tarafından çark ettirilme’ şuuruyla yapılmaktadır. Daha aşağı seviyede
düşünüldüğünde SEMA,
dünyayı hareket ettiren ve –geleneğin tabiriyle- ‘ruhani olarak yaşatan’
bir enerji transformasyonunu gerçekleştiren bir süreçtir. SEMA, verdiği güçle uzun zamandır
çözümlenemeyen sorunları ve çoğu soruları çözmeyi mümkün kılmaktadır. SEMA,
ruhun gıdası, hayatta uyuma ulaşmayı sağlayan bir yaşayan süreçtir.
Özet
SEMA,
‘iç
kanatları’ açmaya yarayan bir sanattır. O, eskiye ve sonsuza dek genç
kalacak sufiliğin yaşayan geleneğine götürecektir.
SEMA,
birbirini takip eden aşamalarla öğretilmektedir. Bunlar idrak edilebilir
merhalelerle sunulmaktadır. Bundan dolayı eğitimini almayanlarca da
gidilebilecek bir yoldur.
SEMA,
‘gök
ve yer’ olan her iki kutup arasındaki yoğun bir dönüştürme sürecidir.
İnsan, bunun içerisinde önemli bir aracı rolünü üstlenmektedir. Bu süreç insana
hizmettir.
SEMA,
tükenecek bir enerji kaynağı asla değildir. O, insanı pozitif yönde
değiştirmektedir. O, istikrarlı olmamızı ve varlığımızı sağlıklı ve hayata
bağlı kalmamıza yardımcı oluyor.
SEMA,
ALLAH’a
koşulsuz teslimiyette kökleşmedir. O, şuurumuzu bu dünyada ‘yaşadığımız’
ancak bu dünyadan ‘olmadığımız’ hususunda açıyor.
Hayata Kanat Açmak
Vücutta
uyum,
Ruh
ve akıl
Dönüştürmek
Ölüme
terk etmek
●
Açmak
Kabul
etmek Hayatın
ritmini yaşamak
Almak Açmak
ve kapatmak
(sağ
el)
● ●
vermek,
bırakmak,
hare/dalga/enerji
yaymak
●
Kalbinde
ALLAH’ı
bulmak
Ezeldeki
güveni sağlamlaştırmak,
Sevmek
(kalbi)
Müsaade
etmek(geçmek)
Kurtarmak
Azat
etmek
ALLAH’ta
dönmek
●
Hareket Noktası Belirlemek
SEMA,
bununla “ben kimim?” sorusunun arayıcısına somut tecrübe edilebilecek
bir cevap sunmaktadır. Biz sonsuza dek zamanın tekerleğinde dönen görülebilir
bir harekete, hayale ve uykuya takılı kalıp bekleyemeyiz. SEMA’da gerçek evimize dönüyoruz. SEMA’da
varlığımızın şafağına açılıyoruz.
Konuştuğu
ve yaptıkları bir birine uyan,
Ve
bilinen
Dünyevi
ilişki ve bağlantıları aşan,
Kişi
ermiştir.
Muzaffer
Aşki
Bu
kitap, hem şahsi tecrübe raporu ve hem de pratik rehberdir. Kitap, Sufi
kaynaklarından ilham almış olup, SEMA’yı Hz. Mevlana öğretisi üzerine
öğretmektedir.
SEMA,
manevi gelişmenin bir yolu ve ruhun kurtuluşa ermesidir.
SEMAYA DAVET HİKMET VE SIRLARI
Denizin
derinliklerindeki zenginlik sınırsızdır. Ancak sen güvenlik arıyorsan, Kıyıda
kal. (Saadi: Gül Bahçesi)
SEMA NEDİR BİLİYOR MUSUN?
SEMA nedir biliyor musun?
Beli
(evet) sesini işitmek; kendinden kopmak ve O’na kavuşmaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Dostun
halini görüp bilmek ve lâhut (ilahi âlem) perdelerinden ALLAH’ın sırlarını işitmektir.
SEMA nedir biliyor musun?
Varlıktan
habersiz olmak ve mutlak fanilik içinde beka zevkini tatmaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Nefisle
harp etmek; yarı boğazlanmış bir kuş gibi toprakta kan içinde çırpınmaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Yakub
Peygamber’in ilacını ve Yusuf Peygamber’e kavuşmanın kokusunu gömlekten
hissedip koklamaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Musa
Peygamber’in asası gibi, Firavun’un (büyücülere yaptığı) o sihirlerinin her dem
yutmaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Meleğin
sığmadığı ‘‘li ma ALLAH’’sırrına vasıtasız olarak ulaşmaktır.
SEMA nedir biliyor musun?
Şems-i
Tebrizi gibi gönül açmak ve Kutsi nurları görmektir.
“Dini
Celil İslam sorar saadet Müslüman’ın malıdır. Niçin mutlu olmuyorsunuz? Yoksa
şeriat deliliniz, meşveret kefiliniz, insaniyet sebiliniz, marifet ziynetiniz,
çalışmak ameliniz değil mi? Diye sorar aziz din.” Buyuruyor Muzafer
Aşki Rahmetullahi Aleyh ve ekliyor: “Dünyanın en mutlu insanları sufilerdir.”
SEMA’NIN VE BİSİKLET SÜRMENİN
ORTAK TARAFLARI
SEMA
törenine hazırlanırken bir şeyi öğrenmiştik: Sufilikte sormadan hiçbir şey
olmuyor. Kim soru sormazsa cevap da almıyor. Her defasında tekrar tekrar sorun!
denildiğini duyuyorduk.
Burada
her türlü soruya bir cevap alındığı anlamı çıkmamalıdır. Sorular elbette ki
belirli nitelikleri taşımalıdır. Sadece merak ve basit bilgi ihtiyacından doğan
sorular, daha başlangıçtan itibaren cevaplandırılan soruların dışında kalıyor.
Bu tür sorular cevaplansa da, gecikmeli ve istenmeyerek cevaplandırılıyor.
Peki, geriye hangi tür sorular kalıyor? Sorular, kalpten gelen sorular
olmalıdır. Cevabını buluncaya kadar bir ömür boyunca sorulan sorular. Ve cevaplandırılmasıyla
belirli şartlarda hayatı baş aşağı çeviren sorular.
Batı
Avrupa’da ve Amerika’da bilgi, enformasyonda ileri olma ve güç anlamındadır –
bizde ise bilgi, kalben tanımanın bir aşamasıdır. Bu bilgi icraattan doğmaktadır.
Batı Avrupa ve Amerika’dan gelen insanlar daha çok bir iki günde hayatın özünü
yakalamak istiyorlar. Bu mümkün olmayacağından, devamlı bir şekilde hayal
kırıklığına uğruyorlar. Burada bunlar sadece biraz zaman ve sabrı da beraberinde
getirecek olsalar, ne aradıklarını bulabilirler. Zira sufi yolunda ilerlemek
belirli şartlara bağlanmıştır. Ancak bundan size daha sonra bahsedeceğim...
Buna
karşı ne yapılabilir? Ziyaretçilerin büyük bir kısmı sadece yüzeysel olarak
intiba edinmeye çalışıyorlar. Bunlar için ülkemizde yeterince manevi
hediyelikler bulunuyor. Sufilerin, dervişlerin ve folklorik türden benzeri şeylerin
hatıra fotoğrafları. Böylesi bir tavır üzüntü verici değil mi? Evet, sufi
yoluna girmek için bu uygun bir şey değildir. Sufi geleneğinde bir cümle şöyle
diyor:
“Öğreninceye
kadar tetkik edeceğiz!(denetleyeceğiz-araştıracağız!) Ve sırlarımızı kiminle
paylaşacağımızı elbette ki çok iyi tetkik edeceğiz.”
SEMA
eğitimi almaya gelen yerli ve yabancı talebeler ile yukarıdaki
değerlendirmeleri yaptıktan sonra, alakalarını görmek beni memnun etti. Bunun
üzerine “Şok!” dedim.
Çünkü
cevapları beni aşikâr bir halde sevindirdi! “Siz bilmelisiniz” diye
müşahede ederek, “şayet insan söylenmeyecek bir şeyle karşılaşırsa şok meydana gelir. Bu
meydana gelecek olanın en iyisidir. Zira bu, sizin alakadar olduğunuz anlamına
gelmektedir.” Diyerek, izahatla
devam ediyorum:
“SEMA, kâinat dengesine ait merasimin usul ve kurallarıdır.
SEMA nedir
biliyor musun? İnsanın yaratılış tiyatrosudur. Açık veya kapalı havada cereyan
eder.
Oyuncular
Şaşırtıcı!
Yalnızca
bir kişi: SEN!
Kim
olursan ol, kadın ol, erkek ol SEMA herkese hitab
eder, siyah ol, beyaz ol, genç ol, yaşlı
ol bu sahneye katıldığına göre başrol senin. Tek bir şart var: Aşk ve vecd’in
olması.
Her
Semazen, derviş veya sufi bunun içinde kendisi için belirlenmiş olan yeri
almaktadır. Bütün katılımcıların pozisyonu, güneşin, ayın ve yıldızların
birlikteliğini ifade etmektedir. Bununla büyük dönme, SEMA’da
imanda kökleşme, kâinattaki seyre benzemektedir. Nasıl ki yıldızlar güneşin
etrafında uyum içerisinde dönüyorlar, sufiler de ALLAH’ta
ve çevresinde dönüyorlar. Gelenekte bu, SEMA ile
ALLAH’ın enerjisinin dünyanın istifadesine
sunulması anlamına gelmektedir. Şayet insan bu enerjiyle hazırlıksız olarak
temas edecek olursa, burada pekâlâ bir şokun meydana gelmesine sebebiyet verir!”
Bunun
üzerine eğitime gelen talebelerden yabancı olan biri Sema Dedesi’ne soru
soruyor:
“Evet,
haklısınız. Ben bu şoku yaşadım, ancak bunun altında gizli bir şeyler saklı.
Sevinç, ilgi ve hasret” Dedi ve tüm cesaretini toplayarak
SORU: “Ben kendimi SEMA’dan
öyle etkilenmiş hissediyorum ki, sadece şunu söyleyebilirim. Şayet bir şekilde
olacaksa ben de SEMA’yı yaşamak istiyorum. SEMA’nın şartlarından bahsettiniz. Ben bu şartları yerine
getirebilir miyim?”
Sema
Dedesi cevap veriyor:
CEVAP:
Sorusuna “Bisiklet sürebilir misin?” sorusuyla cevap veriyorum. Şaşırdı. “Evet, elbette!” – “O halde SEMA’nın şartlarını yerine getiriyorsun!”
dedim.
Belli
ki şüphe ediyor, aklı karışıyor. Ve “Daha önce bazı şeylerin göründüğü gibi
olmadığını öğrenmiştim ve bu, bazen konuşulan için de geçerlidir” diye
cümleye girip, beklediğim soruyu soruyor:
SORU:
- “SEMA’yı bisiklet sürmekle neden karşılaştırıyorsunuz?
Birisi ruhani bir yol, bisiklet sürmekse bisiklet sürmek. Bunların ortak
noktaları nerede bulunuyor? Sufiler dönüyorlar ve bisikletin tekerleği de. SEMA, bisiklet sürmenin ruhani bir türü mü?”
Bu
soru beni güldürüyor. Yüz ifadesi ‘Hedef tutmadı’ şeklinde. İncinmiş ve
gülünç duruma düşmüş olduğu hissiyle tepki veriyor. Ama her şeye rağmen
etrafındakilere baktığında, gülünç olmadığını görüyor ve bundan cesaret alarak
tekrar soruyor: “Peki, SEMA’nın bisiklet sürme ile ilgisi
nedir?”
Sema
Dedesi cevap veriyor:
CEVAP:
Son bir kez gülerek şu cevabı veriyorum: “SEMA, ruhani
bisiklet sürme olarak görülür! Harikulade bir şey değil mi! Bisiklet sürmeyi
nasıl öğrendiğini hatırla. Burada ne kadar güvensizliğe düştüğünü hatırla. Bu
esnada her defasında serbestçe sürme halini kendinde gördün. Belki düştün ve
tekrar sürmeye çalıştın... Hatırla!”
Ve
hatırlıyor. Anlatıyor:
CEVAP:
- “Evet,
evet! Bisiklete binerken çekilmiş çocukluk resimlerimi hatırlıyorum. Çoğunlukla
beni bisikletin üstünde tutan ve benimle birlikte gelen birisini bulurdum. Eski
ve bana göre büyük bir bisikleti sürmeyi deniyor, küçük olduğum için bisikletin
üstüne oturamıyordum. Bisiklete binerken oldukça eziyet çekiyordum. Bir gün,
-bu anı sanki tüm benliğimde hala hissediyorum- beni yönlendiren kişinin
elinden kurtuluyor ve kendi başıma kalıyorum. Bir an büyük bir korkuya
kapılıyorum ve ilk kez kendi başıma bisikleti sürebilmiştim. Artık sürmeyi hiç
ama hiç bırakmak istemiyordum. Bulduğum vaktin her dakikasını bisiklet sürmek
için kullanmak ve bununla kendimi daha çok emniyete almak istiyordum. Bisiklet
sürmek hayat ufkumu birdenbire geliştirmişti. O zaman kendimi ne kadar da mutlu
ve güçlü hissediyordum!”
Bu
anlatımının üzerine Sema Dedesi tekrar söze girerek cevap veriyor:
CEVAP:
- “Görüyor
musun, SEMA için ihtiyacınız olan hedefe yönelik
arzu, eğitimde kararlılık ve sabır; cesaretle güvensizliği ve başarısızlığı
yenme ve bağları terk etme şartları hepimizde mevcut. En önemli olan bisiklet
sürmeye kendini adamakla bisiklet sürme doğuyor. Bunların hepsi, hakiki ve
güzel sufi ruhunun esaslarıdır. Biz bunu, esas gücün eğitimi veya nefsin
terbiyesi diye adlandırıyoruz.”
Bunu
size daha açık anlatayım:
“Kim
gerçekten bisiklet sürmek isterse, bununla ilgili sade bir talimatnameyi
yeterli görmeyebilir. O kendi deneyimini gerçekleştirmek için bir gün bisiklete
binmeye mecburdur. Batılı insanların yemek yerine mönü kartıyla yetindiklerini
söylerken buna işaret etmiştim. Hatta bunlar o yemeklerden tatmasalar bile mönü
kartı üzerine ilmi araştırmalar bile yapabilirler! Bu şu anlama geliyor:
Bunların bilgileri şahsi deneyimlerle yaşam sürecinde kazanılmayıp, bilakis
korunmuş (konserve edilmiş) halde aktarılmaktadır.”
“Buna
karşılık SEMA, her defasında doğrudan elde
edilen deneyimle şimdiki zamanda doğmaktadır. SEMA’nın
içerisine bizim gerçekten kim olduğumuz hatırlatması konulmuştur. Bunun
anahtarı doğrudan elde edilecek kişisel deneyimdir. Bu deneyim olmadan gerçek
bir anlama olmaz! Merkezi nokta icraattır. Bisiklet sürmeye hayreti şayan bir
paralellik görüyor musun? İcraatsız bisiklet sürme ve icraatsız SEMA olmaz. Kim ki, yönlendiren elin bırakıldığı anda
ve bununla bağlantılı olarak o serbestliği yaşamadıysa, buradaki büyüleyici
olan şeyi anlayamaz. Kim ALLAH’ın sonsuz
nimetlerine SEMA’da dalmadıysa, neyin ne
olduğunu nasıl anlayabilir? Ancak şu kadar da olsa kelimelerle ifade etmek
mümkün: SEMA, umulmadık özgürlüklerin kapısıdır.”
“Ve
başka bir ortak tarafı daha var. Disiplinsiz ne bisiklet sürme, ne de SEMA olamaz. Hem burada hem de orada eğitim yapmaya ve
engelleri aşmaya mecbursunuz. Bu durum bizim geleneğimizde nefsin terbiyesi
olarak adlandırılmaktadır. Bizim anlayışımızla nefs, frenlenemeyen, kendi
bencilliğimizin bir parçasıdır. Başka bir ifadeyle, içimizdeki hayvandır. En
basit şekliyle nefs, ego ile karşılaştırılabilir. Nefs terbiye edilmelidir
–aksi takdirde ALLAH’la olan her türlü irtibat
ve bağlantı kopmaktadır. SEMA’ya götüren
maneviyat, burada dünyamızda doğuyor, eğitiliyor ve adım adım ruhun başka
boyutlarına götürüyor.”
“O
halde kim SEMA’nın deneyimine karar verirse,
bunun vücut ve ruh jimnastiği olmadığını kabul etmelidir. Aksi takdirde ego
yoluna gidilir. SEMA, bir mönü kartı değil,
bilakis yemeğin kendisidir! SEMA’nın başındaki
inanç, ALLAH’tan başka ilah yoktur! Diye ifade
edilir. Bu, İslamiyet’te ve sufi yolundaki en önemli inançtır. Bu, ALLAH’ın dışındaki her şeyin açıkça reddedildiği çok
açık bir ifadedir. Aramanın amacı sadece ALLAH’ı
bulmaktır. Arama bu doğrultuda olduğu takdirde ALLAH
kulunu kendisine yaklaştırıyor. Bundan sonra sufi yolu konusunda endişeye
kapılmaya gerek kalmıyor.”
Bu
Mesnev-i Şerifte şöyle ifade ediliyor:
Sadece
susayanlar suyu aramaz
Su
susayanları arar!
Ve
bu konuda Hıristiyan mistizmi de şöyle diyor:
Kalbim
ALLAH’a
bağlıysa
O,
ben yolda giderken
Yolu
bana açacaktır.
Bununla
bugünkü görüşmemiz sona eriyor. Çay ve kahve içiyor, tatlılardan yiyoruz.
Muzaffer
Aşki (Rahmetullahi Aleyhim)’in müstevhit olduğumuz Çınaraltı sohbetlerinden
konunun içeriğine uygun özet olarak dinlediğim hikâyeleri aktarıyorum;
Bir
İranlı, bir Türk, bir Arap ve bir Yunanlı dört erkek yol arkadaşı, uzak bir
köye gitmek için yolculuk ederler. Bir yere gelince bu dört kişi, sahip
oldukları geriye kalan son paralarını nasıl harcayacakları konusunda tartışmaya
başlarlar:
İranlı,
“Ben angur satın almak istiyorum” der.
Türk,
“Ben üzüm almak istiyorum” diye söyler.
Arap,
“Hayır, ben inab istiyorum” der.
Yunan,
“Daha neler, stafil almalıyız” diye söyler.
Bu
esnada oradan geçmekte olan dil uzmanı başka bir yolcu bunlara: “Parayı bana
verin. Sizin hepinizin arzusunu yerine getirecek bir yol bulacağım!” der. İlk
önce onlar buna inanmak istemezler, ancak sonunda parayı verirler. O, bir
manava gider ve 4 tane küçük üzüm salkımı satın alır.
İranlı,
“işte benim angurum” der.
Türk,
“benim üzüm dediğim işte budur” diye bağırır.
Arap,
“Siz bana inabı verdiniz” diye söyler.
Yunan,
“o da ne, benim dilimde bunun adı stafil” der.
Yolcular
üzümü kendi aralarında paylaşırken, bütün tartışmanın sadece diğerinin dilini
anlamamaktan kaynaklandığını görürler.
Hikâyede,
dört adam az daha dil sorunlarından dolayı başarısızlığa uğrayacaklardı. Dil
uzmanı, bir sufi, kendi çözümüyle yardımcı oluyor. Burada, bir ve aynı şey için
dört farklı ifade, dört din, dört batini yön veya kendi düşüncesini
gerçekleştirmek isteyen dört ego bulunuyor ve bunlar asli hususu tamamen
dikkatten kaçırıyorlar: Üzüm. Üzüm, şarabın ham şeklini oluşturuyor. Üzüm,
maneviyatın ham halini sembolize ediyor. Bu, aramanın ve bulmanın belirli bir
halidir.
Bu
hikâyenin sırrı: Kişi devamlı surette aradığını bulur. Ne aradığını ise daha
çok nefsi belirler. Yalnız niyet çok önemlidir. Nefsin maneviyat ve ALLAH
hakkında tasavvuru çok sınırlıdır. Bu böyle olduğu için hep ilk derslerde
takılıp kalır. (Muzaffer Aşki Rahmetullahi Aleyh)
İlk Adım
İMANDA KÖK SALMAK
Bir
ağaç büyümeye karar verdiği için büyümez,
Ya
nasıl büyür,
Toprağı
bildiği ve
Toprakla
bağlandığı için.
Nerede Olursa Orada Kök Sal
Bir
zamanlar kendi kaderiyle mutlu olan bir ağaççık vardı. İyi bol toprağı,
kendisine arkadaşlık eden yeterince başka ağaçlar ve büyümesini sağlayan güneş
ve yağmur vardı.
Ama
bir gün büyük ağaçların birbirleriyle yaptıkları konuşmayı duydu. Diğer
ülkelerin ağaçları, tahmin edilemeyecek kadar güzel çiçekleri ve fevkalade
topraklarından söz ediliyordu. Evet, aynı zamanda kökleri doğrudan gölün
sularına ulaşan ağaçlar da olmalıydı. Ağaç, bunlardan daha çok duydukça kendi
talihiyle hoşnutsuzluğu da o ölçüde artıyordu. Her defasında kızarak
söyleniyordu. Daha iyi toprakların olduğu, daha çok su ve gölge ile daha az
rüzgârın bulunduğu bir yere gitmeyi durmadan hayal ediyordu. Diğer ağaçlar
yavaş yavaş ondan ayrılıyorlardı. Artık hemen hemen hiç kimse onunla
konuşmuyordu. Ağaççık, kendi kendine buyruk olurken devamlı yalnızlaşıyordu.
Onun ihtiraslı hikâyesi, uzun bir ağacın hayatı boyunca sürdü. Zira ona kimse
bir şey söyleyemiyordu. Öte yandan o daha iyisine layıktı. Onu sonu olmayan
fantezilerinden ve hoşnutsuzluğundan kurtaracak bir iyilik perisi de gelmedi. Zamanla
yavaş yavaş kurudu ve sonunda tam olarak öldü.
Işık,
hava, güneş, toprak ve yağmur ağacın hayatının esasıdır. Buna karşın biz
insanlar güvende kökleşiyoruz. Eğitim bilimcileri, günümüzdeki dünya
sorunlarının kökeninde çocuklar ile ebeveynler arasında, eşler arasında, politikacılarla
seçmenler arasında ve her şeyden önce insan ve ALLAH arasında güven ilişkisinin
koptuğu hususunda hemfikirler.
Sufi
yolunda önemli bir düstur şöyle der: ALLAH’a teslim ol – ve bu teslimiyet içerisinde
yaşa! Aksi takdirde korku ve inançsızlığın kendi içimizde yeşermesi kaçınılmaz
olacaktır. Asla memnun olmamak, devamlı çok aza sahip olduğumuzu düşünmek,
değersiz olmak: Şahsi dünya hayatımın, kendimin ve sahip olduğum şeyleri
değersiz addetmem, vücut ve ruhun “devamlılık arz eden açlığa” giden bir yolu.
Bunlar, sufi geleneğinde her türlü manevi gelişme sürecini bozan egonun ifade
formlarıdır.
‘Ölmeden
önce öl!’ düsturunun uygulanması burada şu anlama gelmektedir: Bırak,
seni ALLAH’tan
ayıran her şeyi bırak ölsün ve O’na inan. ALLAH’a imandaki mutmainlik, SEMA’daki VECD’i kazanmak için kaçınılmaz bir
şarttır.
Sema’nın Şartlarını Tanımak Önemlidir
Önce
GÜVEN – sonra SEMA.
SEMA
ile birlikte imanın da otomatik olarak hâsıl olacağı ümidi daha çok yanıltıcıdır.
Bu sadece hediye ve hoş bir duyguya yönelik bir inanma olur. ALLAH’ın
önceden yapacağı edimlere bağımlı bir şartlı teslimiyettir bu.
SEMA,
teslim olmaya karar verme ile başlıyor. Burada hayatın hiçbir zaman son
bulmayan inancın oluşumu sürecine insanın kendisini bırakmasını
gerektirmektedir. Yaşanabilir ALLAH’a teslimiyetin gerçekleşmesindeki vasıf,
devamlı bir surette kuvvetlice büyüyen kanaatin hakikatten emin olma ve gerçeği
tanıma iç elektriğinin ısıtmasıdır.
Teslimiyet
ve hakikat; Sol ve sağ Elidir ALLAH’ın
ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI: SEMA
SEMA’nın
bütün süreci, manevi hayatta kendine özgü bir anlamı olan, tam olarak
tanımlanmış adımlardan oluşmaktadır. Bu kademe düzeninin bütünü, kalbin
açılması ve ALLAH’a
yakınlaşmayı (ALLAH’ta
nefes) sağlamaktadır.
Ekmek
hamuru gibi SEMA
da hayatı alabildiğine içeriden dışarıya doğru etkilemektedir. Bunun için basit
olanı sadece yapmak yeterli değildir. Neyin niçin yapıldığı da anlaşılmalıdır.
Bu
kitap, hayatı değiştiren süreçte bir yardımcı ve rehber olması amacıyla
yazıldı. Bu kitap hiçbir şekilde beden terbiyesi için bir rehber veya herhangi
bir husus için reçete türü bir şey değildir.
Bundan
dolayı sufilik ve SEMA’ya ilgi duyanlara, bu yolda gitmeye kararlı
olanlara bu taleplerini hayatlarını değiştirecek bir yol olduğunu bildirmek
açıklanan amacımızdır. Sufi yolunda temelinden değişikliğe götürecek bu süreci
başlatmak için düşüncemiz, duygumuz ve icraatımızdan aynı suretle
faydalanılacaktır. SEMA, icraatın, içe dönük sezginin ve daha sonra
düşünmenin yoludur.
İlk
adımdan ve ilk dönmeden önce ALLAH’a bağlılık süreci başlıyor. Bunun için
gerekli olan şart, teslimiyette kararlılıktır. Her teslimiyet ve sevgi sürecinde
olduğu gibi, burada ALLAH’a olan irtibat her defasında daha da açılıyor.
Bir kez ALLAH’a
derinden teslim olmak, insan için özgürlüğe açılmaktır.
Bunların
hepsi SEMA’da
vuku buluyor. İlk kez dönmeden önce Semazende manevi büyüme, gelişme ve hayat
değişikliği süreci artık başlamıştır. Yoğun eğitim süreci bu süreçten sonra
gelmektedir. Bu süreç, teslimiyette kökleşmiştir. Kişi sufi elbisesini alır.
Sufi elbisesi, uzun ve siyah bir hırkadan, beyaz bir elbise ile uzun bir
sikkeden oluşmaktadır. Siyah hırka, hayatı ve ölümü sembolize ediyor. Uzun
sikke, nefsinin mezar taşını sembolize ediyor. Semazen siyah hırkasını SEMA
için çıkardığında bunun altında taşımakta olduğu beyaz elbise bir gül gibi
açılır. O artık ALLAH’a
inanmış bir insandır. O, hayatını diğer insanların hizmetine sunmaktadır.
Mevlevilikte
SEMA,
insanın kendi kendisiyle sulh olma, barışa varmasının aynı zamanda estetik ve
artistik bir ifadesidir. Kendi iç âleminde bu barışı kurmaya muvaffak olan
insan, başka insanlarla da mutlaka sulh içinde yaşar. Çünkü bu durumda “başka”
dediğimiz o ikilik düzeni ortadan kalkmış olur. Böylece de Semazen özgürlüğün
kapısı açılmış olur.
Senazen
inancı uğruna yürüyerek, sabır yollarında Rabbine boynunu bükerek insanlık için
ellerini La-Mekân’a açarak duaya hazır olur. Böylece Rahmet kapıları Semazenin
öksüzlüğüne, Rabbine karşı boyun büküklüğüne açılır.
Aşağıdaki
atasözünde ifadesini bulan anlam bir sufi için geçerlidir:
Nerede
bir tatlı su kaynağı varsa
İnsanlar,
kuşlar ve hayvanlar
Onun
etrafında toplanırlar
SEMA İÇİN REHBER
Esas
itibariyle şu seçeneğe sahibiz
Kendi
etrafımızda dönmek veya
ALLAH’ın
merkezini oluşturduğu bir dönme
SEMA Öğrenmek İstiyor Musunuz?
Sema
Dedesi birkaç gün sonra birdenbire “SEMA öğrenmek istiyor musunuz?” diye soruyor.
Şaşırdıktan
kısa bir süre sonra cevapları, “evet!” oldu.
Hz.
Mevlana’nın öğretisi üzerine sema öğrenecekler buyursun.
—
İyi o zaman yarın herkes boy abdesti alarak gelsin. Bu akşamdan itibaren
hazırlık yapmaya başlayın.
—Ve
şimdi hemen hazırlıklara başlayalım dedim. Ve gülerek, “daha sonra kendinizi yeni doğmuş
gibi hissedeceksiniz. Türk hamamına gideceğiz” diye ekledim. Zira
Bektaşilikte ve Mevlevilikte Dervişliğe girecek Canlar önce hamama götürülüyor
burada azalarında herhangi bir eksiklik-aksaklık olup olmadığına bakılıyordu.
Herhangi bir eksiklik ve aksaklık varsa kabul görmüyordu. Bu geleneği şimdi de
dördüncü grupta bu şekilde uygulamaya koyduk. İnşallah bu âdetin şimdiden
sonrada bu sahalarda devam ettirecek kişilerin yetişmeni temenni ederiz.
Bugün
öğleden önce bir Türk hamamına gittik. Hamamdan sonra talebelere Türk hamamı
hakkındaki müşahedelerini sordum.
Erkekler
ve kadınların gittikleri yerler ayrı olması yanında Türk hamamını, insanlığa
hediye edilen en iyi icatlardan birisi olarak değerlendirmeleri beni memnun
etti.
Türk
hamamında elbiseler çıkarıldıktan sonra ilk yıkanmanın ardından dış temizlik
süreci, kubbe ile kaplı büyük bir yerde buharın etkisiyle uzun süre terlemeyle
uyarılmaktadır. Dış temizlik için ise tellak gerekeni yapıyor. Tellak, kese ile
vücudu baştan aşağı temizlemeye başlıyor. Tellak deriyi öyle ovuyor ki, kir ve
deri tortuları küçük düğümler halinde deriden ayrılıyor ve tarifi mümkünsüz bir
rahatlığa kavuşuluyor. Daha sonra sabun köpürtülerek vücuda ovarak dağıtılıyor.
Baş, temizce yıkanıyor, kaslar ile kolların ve bacakların hareket kabiliyetleri
test ediliyor. Masör, hamamda yıkandıktan sonra her iki ayağıyla sırtına
çıktığında, eklemlerde çatırdı sesi gelinceye kadar kolu geriye doğru
çektiğinde ve omuriliğin üzerinde bir aşağı bir yukarı gidip geldiğinde zirveye
ulaşılıyor. Bacakların kilitlenerek arkaya doğru döndürülen ayakların
esnetilmesi ve gerilmesi ayrı bir zevk oluşturuyor! Parmaklar ani çekmeyle test
ediliyor ve bunlar çatırdama protestosuyla cevap veriyorlar. Nihayet her şey
başarıldı. Evet, hakikat bu. Türk hamamından sonra insan kendisini yeni doğmuş
gibi hissediyor.
Daha
önceden de söylediğimiz gibi insan kendisini gerçekten temizlenmiş hissediyor.
Talebeleri SEMA
yapma şartlarına uygun olup olmadığını masöre soruyorum, “Bu canların vücut iklimi SEMA yapmaya uygun mudur?” Masör “Bunların
tamamının vücut iklimi SEMA’ya uygundur.”
Diyor. Kendisine teşekkür edip bahşişini verdikten sonra hamamdan ayrılıyoruz.
Bu grup 18 kişi Türk, 2 Kişi Amerika’lı, 2 Kişi Yunanistan’dan, bir kişi
İngiliz, Bir kişi Avustralya’lı olmak üzere 24 kişiden oluşuyordu.
(ARAPÇA ALLAH
KALİGRAFİSİ)
Günün
geri kalan kısmını sakin bir şekilde birkaç talebe ile birlikte işyerinde
geçiriyoruz. Çay ve kahve içiyor, bekliyor, Mevlevilik ile ilgili kitap ve
dergi okuyoruz.
Saatlerine
her baktıklarında yüz ifadeleri kendilerine sıkça yaptığımız “acele
etme, bekle!” ikazını veriyor. Yavaş yavaş şehrin üzerine alaca
karanlık çöküyor. Şehir sanki toz içinde boğuluyor. Evler ve camiler ince bir
gül örtüsünde gizleniyorlar. Güneşin battığı yerde kâinatın çevresine
kırmızı-siyah kadife bir şerit çekmek için gökyüzü kan renginde kırmızıya
bürünüyor. Aniden damdan düşercesine gece oluyor. Daha yoğun bir şekilde
caddenin gürültüsü kendini hissettiriyor. Saat 20’ye doğru dükkânın önündeki
kepenkler gürültüyle aşağıya iniyor ve giriş kapıları kilitleniyor. Her şey
hazır gibi görünüyor... Evet, zamanı geldi!
Talebeler
SEMA
çalışma meydanına alınıyor.
Sema Çalışması Hikmet Ve Sırları
İlk
önce SEMA
dedesinin huzurunda saf olunur, üç İhlâs bir Fatiha ve bir ayet el kürsi
okunur, Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi ve bu yoldan göçen meşayih ve dervişanın
ruhlarına hediye edilir ve SEMA’ya destur alınır. Buna Mutaakip SEMA
dedesi Gülbang-ı Şerif okur.
“Vakt-i şerif hayrola, hayırlar
fethola, şerler def’ola, derviş kardeşimizin niyazı kabul ola, âşiyan-ı
Mevlevîyye’de rahatı müzdad ola, sema çalışmaları feyizyab ola, demler safalar
ziyade ola, dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Şems-i Tebrîzi, kerem-i , İmam-ı Ali
Hu diyelim”
Daha
sonra çalışacak canlar SEMA ya konsantre olurlar. SEMA için niyaz vaziyeti alınır.
Sağ elin parmakları sol omuzun üzerine konarak, sol elin parmakları sağ omuzun
üzerine konarak Allah’ın birliğinin tasdiğini temsilen dik durulur. (Mührü-pay)
1-
Vücudu dik tutmak
2-
Başı hafif sağa ve geriye doğru çekmek
3-
Göğsü dışarı çıkarmak
4-
Karını içeri çekmek
5-
Kalçalarını geriye çıkarmak.
6-
Bacakları kasmadan elastiki şekilde tutmak.
Bu
pozisyona dikkat etmek gerekir.
SEMA
çalışmasına ilk başlandığı günlerde, bizim çalışmalarımızda, yüzde üç veya beş
kişide baş dönmesi kusma olmuş idi. Bu gayet normaldir. SEMA çalışmasını ilk günlerde en
fazla iki dakika ile beş dakika arasında sınırlı tutmalıdır. Semazenler
bu ekzersis sırasında ortaya çıkan bulantı ve kusmayı safra atmak olarak
ismlendirirler. Çalışmaların sonuna doğru bu şikâyetlerin kaybolması içindeki
safranın temizlenmek tabiriyle ifade edilmektedir. Derviş canın safradan
temizlenmesi, mecazen içindeki kötü yabancı veya faydasız düşüncelerden arınma
manasınadır.
SEMA’a başlamak için herhagi bir yaş sınırı bulunmamaktadır.
Umumiyetle SEMA
çalışmasına ilk veya orta mektep çağında ,(7–15) yaşlarında başlanması uygun
olur.
Sonra
SEMA’yla
ilgili çalışmayı gösteriyorum ve bununla ilgili ilk adımı Bu çok basit. Daha
sonra sırasıyla geliniz ve adımlarınızı deneyiniz. Ellerimi göğsümün üstünde
çapraz şekilde bağlıyor ve bir Mevlevi Dervişinin duruş şeklini gösteriyorum.
Bunun Rükû ve Kıyam arasında yapılan bir hareket olan niyaz olduğunu söylüyor,
Altın çivili SEMA
tahtasını getirtiyorum. Meydana koyuyor, üzerine bir kap içerisinde tuz
bırakıyorum. Semazene; SEMA’ya başlamanın sağ elinin dirseğini sol elinin
için alarak sağ eliyle SEMA tahtasındaki SEMA çivisine bir avuç tuz koyarak
başlanacağını söylüyorum. SEMA’ya başlayacak kişinin SEMA tahtasına ne niyetle niyaz
edeceğini ve SEMA
Tahtasının neyi sembolize ettiğini anlatıyorum:
SEMA tahtası; Kudüs’teki Mescid-i Aksa Cami’sinin karşısında
Mescid-i Sahra’nın olduğu yerde , Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mir’ac’a
yükseldiği yer olan Makamı Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan,
mübarek ayaklarının altındaki kaya parçası yerinden koparak Resulullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Efendimizin arkasından döne döne SEMA’ya yükseliyordu. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Dur ya mübarek dedi ve o taş parçası muallâkta kaldı. Şimdi o taşa Muallâk taşı
denir. O taşın üzerine Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bastığı
mübarek ayak izi çıkmıştır. Şu an Kudüs’te bulunmaktadır. Gidenler ziyaret
etmektedir. Aynı zamanda da oraya Mescid-i Sahra adında altın kubbeli bir
mescit yaptırılmıştır. Muallâk taşının
altı şu anda mihrap olarak kullanılmakta ve taşın altında namaz kılınmaktadır.
SEMA
tahtası Mevlevilikteki 1001 gün çile rakamının sembolünü işaret ediyor. SEMA
tahtasının eni
Kuran’ın diliyle hac, “Allah’ın sembolleri” Şeairillahi’nden
oluşan bir ibadettir. Herkes bilir ki, her sembolün sembolize ettiği bir
hakikat vardır. Taşıdığı hakikatleri bir yana itip sembollere sarılmak, önce
insanı öldürüp sonra cesedine sarılmaya benzer. İşte hac ibadetini müthiş
kılan ruh ve potansiyelden kastımız da budur.[2]
SEMA
tahtasını, burada Resulallah S.A.V. Efendimizin mübarek ayaklarının altındaki muallâk
taşı olan kaya parçasını, altın çivi de Kâbe’nin mültezime kapısı olarak rabıta
ve niyaz ederek, Salâvat-ı Şerife getirerek SEMA tahtasını ve çiviyi öperek
Semazen SEMA’ya
girer.
SEMA tahtasında çivi bulunuşu mihveri sabit tutarak
devir yapmağa alışabilmek içindi; tuz, ayak parmaklarının yaralanmasına mani
olmak ve kolay hareket edebilmesini sağlamak içindi. Her dönmeyi müteakip
biraz durulur, yeniden bir çark yapılır; bu suretle mümarese kazanıldıkça
devirler arasına fasıla verilmemekle beraber, sürat artırılır ve hareketler
tevali eder, dururdu, Nihayet, Semazen SEMA tahtasından
yere indirilir, SEMA
salonunda çivisiz ve tuzsuz olarak talime devam ettirilirdi.
SEMA’ya
itiyat ve ünsiyet hâsıl olunca, artık çark ederken sağ ayak sol dize kadar
kaldırılmayarak sol ayağın biraz üstünden arkaya doğru atılıverirdi.
‘Semazen = SEMA eden’ler kendi mihverleri üzerinde devir ettikleri
gibi, dairevi bir mahrek üzerinde de seyrederlerdi; bu harekette en sonunda
talim edilirdi.
SEMA
edenler, kolları göğüslerinde çaprazlama bağlı olarak talime başlarlar ve fakat
mümarese ilerledikçe (kol açma) talimine de sıra gelirdi. Kolların, gergin bir
şekilde iki yana hemen ufki olarak uzatılması, sağ el avucuna - dualarda olduğu
gibi - göğe doğru açık ve sol el avucunun ise - yağmur dualarında olduğu gibi
- yere doğru çevrik ve sarkık olması lazımdı; kolları uzun müddet bu vaziyette
açık ve gergin tutmak ancak idman ile kabil olabilirdi.
SEMA dedesi, Semazene
elleriyle yüksek bir yere tutunarak vücudunu sal1andırmasını tekrarlatarak
(kol açma) ya alıştırırdı. SEMA ederken başın dik tutulması, yüzün biraz sola çevrilerek
gözlerin yarı kapalı bir halde kalp nahiyesine dikilmesi mutaddı. İşte bu ‘direk
tutma’, ‘dönme veya çark etme’, ‘kol açma’ ve ‘baş tutma’
hareketlerinden ibaretti.
Ve
SEMA’ya
başlıyorum. Yüzümde şefkatli gülümseyişin ışığı beliriyor. Şaşılacak derecede
bir üfleyişle hareket edercesine hafif ve nazikçe kendi ekseni etrafımda
dönüyorum. Bu hareketler yerden kalkan bir kuşun kalkışı gibi yavaş ve yumuşak.
Her
bir talebe yedişer çark atıyor. Size yaptırdığım bu yedişer çark Kâbe’deki
Hacıların yaptığı tavafın sembolüdür. Tavafta da yedi şaft bir tavaf sayılır.
İnşallah buna devam edeceğiz. Bir ağacın toprağa kök salması gibi sol ayak
üzerindeki direğimiz sağlamlaşacak.
SORU:
“Efendim
bu ne zamana kadar devam edecek diye soruyorlar.”
CEVAP:
“Buna
kapalı SEMA denir. Kendi kendinize güveniniz
gelip direk duruşunuz sağlamlaştığı zaman aşkınız ve imanınız kemale erdikçe bu
SEMA nimette size ikram edilecek.”
SEMA’daki
ilk merhale ikmal olmuş oluyor. SEMA sofrası olan tahtaya niyaz ederekten çiviyi
öpüyoruz. Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mescid-i Sahra’daki
sol ayak izinin bulunduğu Muallâk taşını rabıta ederek ve O’nu öpercesine niyet
edip SEMA
tahtasını öpüp Salâvat-ı Şerif getirerekten tahtayı yerine kaldırıyoruz.
Kollar, sağ kol yukarıya, sol kol aşağıya olmak üzere açılıyor. Çok hafifçe
pervane dönüşü etkinleşiyor. Bu bizi duygulandırırken, zamanı da unutturuyor.
Odada bir yer çekiminden kurtulmuşluğun duygusunu yaşıyoruz. Zemin üzerinde
süzülürken adımların atılışı yerine göre değişiyor! Sağ ayak bir saat gibi kalkıp
iniyor ve bununla gerekli olan ivmeyi sağlıyor. Daha sonra SEMA tekrar yavaşlıyor – kollar
göğüsün üzerinde çapraz konularak kapanıyor. Durduğumda talebelerin önlerinde
derince eğiliyorum, onlarda SEMA dedesinin önünde niyaz ediyorlar.
Toplanma
ve dinlenmeden bir müddet sonra talebeleri davet ediyorum:
“Evet,
şimdi sizin sıranız. Görüyor musunuz, temel duruş. Her iki ayakla zeminde
duruluyor. Sol ayak biraz öne atılmış. Vücut ağırlığı sol ayak üzerinde ve her
defasında sağ ayakla vücudun tamamını bir çeyrek döndürüyoruz. Şimdi bunu
deneyiniz lütfen!”
Sessiz
ve dikkatlice SEMA’daki
ilk dönme denemelerini yapıyorlar. Bu oluyor mu? Diye soruyorlar. Sol ayak
çevresinde dönme, zımpara kâğıdı üzerinde dönme gibi hissediliyor. Buradan
sadece yavaşça kaymanın durması gibi bir şey çıkıyor. Diye yorumda
bulunuyorlar.
Zorda
oldukları belli, teselli ederek cesaret veriyorum. Yine burada ilk düzeltmeyi
de yapıyoruz: “Hayır, futbol ayakları üzerinde durulmayacak! Ayak tam olarak zeminde
duruyor – bu vals yapmak değil, bilakis bu bir SEMA
...!”
Söylemesi
yapmasından kolay! Bu iş zahmetli ve alışılmadık bir şey. Zamanla vücutta
farklı gerilmeler meydana geliyor. Her şey bilinçli olarak yapılmakta,
nedenleri açığa çıkarılmakta ve duruş düzeltilmekte. Ya baş çok fazla eğik veya
sol ayak çok hareketsiz, sağ omuz bükülü veya topuk dönmede kalkık bir halde.
Buna benzer çoğu şeyi yanlış yapıyorlar ve her defasında tekrar baştan başlatıyoruz.
Talebelere şakayla ruhen bisiklet sürmenin ilk dersinin (alıştırmasının) sona
erdiğini söylediğimde gerçekten mutlular. Ama biliyorum ki her tarafları
ağrıyor. Bu kadarını hangisi düşünebilirdi! Basit gibi görünmesine rağmen, böyle
bir etki bırakması. Hafifçe gülümseyerek bu durumu yorumluyorum:
“Bu çok
iyiydi! Bu temel alıştırmayı (eğitimi) bundan böyle uzun süreli olmamak
kaydıyla günde birkaç kez yapınız. Daha sonra bakacağız! Çayımızı içelim ve ben
size SEMA ile ilgili bir şeyler anlatayım!”
Buna seviniyorlar.
Hep
birlikte SEMA
Meydanı üzerinde oturuyoruz. Çay önümüzde duruyor ve Sema Dedesi anlatmaya başlıyor:
“Şunu
öğrenmelisiniz ki, sufi yolu bilmeye, tanımaya ve icraata dayanan öğretinin
birliğidir. Ancak gerçek ilim, bizim gelenekte istenildiği kadar bulunan bir
meta değildir. Bu daha çok kendisini doğru niyetle yapmaya ve alıştırmaya
verenlere açık yaşayan bir niteliktir. Bu sizin için belki anlamakta o kadar
kolay olmayabilir, zira Batılı insanlar daha çok inanmaya, bilgiyi kitaplardan
almaya veya okullarda ve üniversitelerde edinmeye meyilliler. Bu doğru değil!
Kitaplardan sadece enformasyon ve örnek olarak neyi nerede aranacağına dair
işaret alınmaktadır! Bunun haricinde başka bir şey yok!”
Sema
Dedesi devam ediyor:
“Şayet
siz SEMA ile ilgili gerçek bilgiyi almak isterseniz,
SEMA yapmalısınız! Bunun başka bir yolu yoktur!
Bisiklet sürmek örneğinde size bilgi ve enformasyon arasındaki hassas farkı
göstermek istiyorum: Bisiklet sürme bisiklet sürerek öğreniliyor! Bir kılavuz
bana bu konuda gerekli olan enformasyonu ve bununla öğrenmeye başlama fırsatını
veriyor. Ancak bu hiç ama hiçbir zaman bisiklet sürmenin yerine geçmiyor.
Alıştırmayla bir gün kendi kendine hah işte bu olayı vuku bululuyor: Bisiklet
sürebiliyorum!”
“Sufi
yolunda insan ‘bu dünya ve diğer dünyada’ aynı zamanda var olma gayreti gösteriyor.
Bu hayattaki dengenin ta kendisidir. SEMA’daki
hareket akışı buna bir mecaz oluşturur. Sol ayağın zemin üzerinde tam olarak
oturması ve sağ ayağın dönme hareketini akıcı kılmak için kaldırılması SEMA’daki hareketin akışına bir mukayesedir.”
“Büyük
SEMA merasimi bir kozmik halka oyunu gibidir: Kâinatın
içerisinde herşey birbirine karşı mükemmel bir şekilde dengelenmiş, birbiriyle
ve birlikte tam bir teveccüh içerisinde bulunuyorlar. Öyle ki, istenildiği anda
kişi kendi kendine dönmeye başlayamıyor. SEMAzen
önce şeyhine gidiyor, ‘SEMA’ için ondan izin
istiyor. Her ikisi birbirinin gözüne baktığı esnada izin veriliyor. SEMA’da her şeyin ayrı bir anlamı ve ayrı bir yeri
var. SEMA merasimi müzikle birlikte başlıyor. Bu
ney ve kudüm eşliğinde ölümün ve yeniden dirilişin bir törenidir. Ölmeden önce
öl! İşte mesaj budur.”
“İlk SEMA ile birlikte ‘iyi haber’in duyulması ifade
edilmektedir: Şüphe yok ki, başka ve daha iyi bir hayat mümkündür. Oraya giden
yol açıktır. İkinci SEMA ile birlikte SEMAzen hakikate dönüyor. SEMAzen
çoğu insanın aradığını ancak herkesin bulamadığını görmeye başlıyor. Üçüncü SEMA’da kalbin hasreti kesinleşmekte ve eve giden yol
bulunmaktadır. İnsan ve ALLAH arasındaki ayrılık
son bulmuştur. ALLAH, iş yapmak için sadece
elimin, duymak için sadece kulağımın ve insan olmak için sadece kalbimin
sahibidir. Dördüncü SEMA ile birlikte ‘ALLAH’la uyum içinde olmak’ için SEMA ediliyor. Gösterilen çabalar amacına ulaşmıştır.
O ve ben biriz!”
“Bununla
Mevlâna sufilerinin iddialı yolu tanıtılmıştır. Adaylar için neden uzun bir
hazırlık ve imtihan süresinin gerekli olduğunu sadece belki daha iyi anlayabilirsiniz.
Yolun bu bölümünde, ilme nasıl münasip bir tavırla yaklaşılacağı
öğretilmektedir. Arayan şimdi egosunu kontrol altına aldı ve artık hislerinin
ve hayali arzularının açlığına daha fazla boyun eğmiyor. Bu yol, doğru bilginin
yoludur. Tecrübe, bu bilginin bir devamıdır. Arayan bu ilmi çok sayıda yaptığı
alıştırma esnasında eritti. Evet, o, bilgiyi doğru bir şekilde de kullanacağı
konumuna geldi. “
“O, SEMA ile dünyanın her yerinde ve her an sufi yolunda
gidebilecek konuma geldi. Bunun için onun ne akideye, ne kendinden vazgeçmeye
ve ne de hayattan elini eteğini çekmeye ihtiyacı yoktur. Zira bu yol insan
varlığının iç esaslarıyla uyuşmaktadır. ALLAH’a
bir kez köklü teslimiyet, insanın gerçek özgürlüğüdür. İmanıyla özgürlüğünü
garanti altına almış hür bir insan olunuyor. Semazen aynı zamnada Allah’ın
vitrinidir. Dünyanın her yerinde tüm kapılar size açılıyor. SEMA bir duadır ve SEMAzende
bütün insanlık için bir barış melekesi oluşuyor. Bu yüzden tüm dünya devletleri
tarafından ziyarete çağırılıyoruz, dünyanın barışına katkı yapmak SEMAdaki sevgiyi göstermek sağ elimize haktan rahmet
alıp sol elimizle halka saçıyoruz. Bununla ilgili sorularınız var mı? Bu yolu
gitmek istiyor musunuz?”
Soruları
yok. Son soruma “evet!” cevaplarıyla birlikte uzun süreli alıştırma, düzeltme ve
azimle hâlâ devam eden iç gelişme başlıyor ve içlerindeki ihtiras, hırs, kin,
kasavet, egonun düzeltilmesine geçiliyor.
Gerçekten de biz ALLAH’tan geldik ve O’na döndürüleceğiz [3]
İKİNCİ
ADIM:
Semayla İlgili Temel Alıştırma
SEMA,
ALLAH’a
uzanan bir nefes kordonudur
Hayat
boyu süren, hedefe yönelik bir arayış
Teslimiyetle
bağlantılı
Bulmanın
bir hediyesi
Hazırlık
Sakin
bir yerde üzerinde kolayca döneceğiniz düz bir zemin seçiniz. Kaymanızı
kolaylaştıracak çoraplarınızı ve meshlerinizi giyiniz. Yerin durumuna göre
belki de çıplak ayakla yapmanız daha rahat olacaktır.
SEMA’yı
bir sahilde yaptığınızı tahayyül ettiğinizde, tekrar edilen SEMA’da
üst figürün kumda yatırılmış çift sekizi çizdiğini göreceksiniz. SEMA’ın,
kesin, özenli, dikkatli ve tam bir dengede yapıldığından emin olmak için zemine
bir meşk tahtası konulur. Bu tahta 110 x 110 ebadında olup, tam ortasında altın
bir çivi bulunur. Öğrenci, dengeyi buluncaya kadar iki ayak parmağı arasındaki
çivi ile SEMA’ya
devam eder. Bu idman eskiden 1001 gün sürerdi ki bu süre aynı zamanda
Mevlevilik yolunun Çile çıkarma süresidir.
Böylesi
uzun ve sert alıştırmaları biz bugünkü insanlar sıkıcı buluyoruz. Bunlar
egomuza meydan okuyorlar. Yeterli motivasyonumuz olmadığından sormaya
başlıyoruz: “Niçin? Daha kaç kez? Ne kadar? Niye?” Sürekli idmanlar bazen
zorlanma noktasına getiriyor. Buna dayanmak gerekiyor. İdmanlar her ne kadar
uzun süreli yapılmasa da, kısa süreli idmanlar da kesinlik ve sabır
gerektiriyor.
Teslimiyet
oluştuktan sonra aşağıda tasvir edilen iki ön idmanın konusu, temel duruşun,
dengenin ve zeminle temasın alıştırması ve yaşanmasıdır.
LÜTFEN
DİKKAT EDİNİZ:
a— Her ne kadar alıştırmalar
basit olsa da bir sürü hata yapma ihtimali mevcuttur.
b— 9 – 18 dakikadan daha uzun
alıştırma asla yapmayınız. Her alıştırmaya bir iç huzuru ve uyum içerisinde
başlayınız ve bitiriniz.
c— SEMA’yı adım adım ilerletiniz.
Hiçbir alıştırmayı atlamayınız. Başlangıçta fazla beklentiniz olmasın.
d— Alıştırma yapmak için
yeterli yere, düz bir zemine ve bir çift uygun çoraba ihtiyacınız olacaktır.
Aşağı yukarı 9 – 18 dakika rahatsız edilmemeye dikkat ediniz.
Ön Alıştırmalar:
Ayakları
omuz genişliğinde açarak dik durunuz. Her iki ayağı hissediniz. Ayaklar paralel
bir şekilde yan yana duruyorlar. Vücudun ağırlığını sol ayak üzerine
kaydırınız. Hafif ve sessizce nefes alıp veriniz.
Sağ
ayağınızı hafifçe kaldırınız. Dengeyi bulacaksınız. Sol ayak oldukça sağlam “toprağa
bağlı” bir şekilde zeminde duruyor. Hissediyorsunuz!
Sağ
ayakla yarım adım öne çıkınız. Sol ayağınızı vücut ekseni etrafında döndürünüz
(bu esnada sol ayak sağlam bir şekilde zeminde kalıyor).
Bu
seyri birkaç kez tekrarlayınız (Şekil 2).
Bazı
insanların ilk tepkileri: “Bu olmuyor ki!” olabilir. Ancak Semazen dönüyor! Pes
etmeyiniz! Zeminin pürüzlülüğü ile çorapların uygun olup olmadığına veya başka
rahatsız edici şeyleri gözden geçiriniz.
Şartların
yerine getirilip getirilmediğine ve her şeyi doğru yapıp yapmadığınızı bir kez
daha gözden geçiriniz. Alıştırmaları sokakta giyilen ayakkabılarla denemeyiniz.
Aksi takdirde zeminle temastaki o hissi kaybedersiniz.
O
halde tekrar! İlk pozisyonda her iki ayakla zemin üzerinde duruluyor ve ağırlık
sol ayak üzerine kaydırılıyor. Bundan sonra çeyrek daire içerisinde kendi
ekseni etrafında dönülüyor. SEMA’da devamlı surette sola doğru dönülüyor.
Başınız dönecek olursa dengeyi sağlamak için istisnai olarak birkaç
kez sağa doğru dönebilirsiniz.
Bütün
Semazenlerde bir sonraki şekilde (Şekil 3) bir kez de resimli olarak
özetlenmiştir. SEMA, dört çeyrek daire içerisinde saat
göstergesine ters istikamette yapılıyor. Baş hafifçe sağ omuza yaslanır
biçimde dik durunuz. Semazenin başı hafifçe (takriben 23-25 derece) sağa
eğiktir. Bu sayede iç kulaktaki dengeyle ilgili üç semisürküler kanal, eşit
nispette aksite olur. Böylece kanallardan birinin aşırı tembih edilmesi,
dolayısıyla o kanala uyan planda baş dönmesi olması ihtimali asgariye
indirilmiş olur. Semazenin başının 25 derece civarında eğilimli olması, dünya ekseninde
görülen 23 derecelik eğime şaşılacak derecede benzemektedir. Sekiz asır evvel
dünyanın ekseninin bilinmediği dikkate şayandır.
Bakışlar
öne doğru çevrilmiş vaziyette. Adımları kontrol etmek için aşağıya bakmaktan
kaçınınız. Tekrar tekrar dönme alıştırmasını yapınız.
Ne
kadar bir süre idman yapılmalıdır? Bir hafta boyunca günde 5, 6 ila 11 dakika
arası bir süre. Zeminle temastaki his ve dengenin sağlanmasının geliştirilmesi
zaman ve sabır gerektiriyor. Alıştırmaları bilinçli, yavaş ve tam yapınız.
Böylelikle tüm hareket seyrini düşünmeye gerek kalmadan öğrenecek, ancak tüm
dikkatinizle yerine getireceksiniz.
Alıştırma
süresi esnasındaki iç tavır, artan bir şekilde bilinçli bir algılama ve sükûnet
ile huzur nüfuz etmelidir.
Boyunların
öyle bir bükülüşü, başların sağ kol üzerine öyle öksüzce bir yaslanışı vardır
ki gökyüzünün, kendine insanlık namına açılan elleri boş çevirmesi düşünülemez.
Derviş,
SEMA’da
gözlerini kapayarak veya süzerek dış âlemle alakasını büsbütün keser, içinde ‘Lafza-i
Celal’ zikri, Lafza-ı Celal zikrinin nuru içinde açılan yolları
çıkardı. Seyirci, Semazenlerde bir güneş manzumesi seyrederken onlar, güneşe
varmış olurlardı… Ne mutlu görebilenlere!
(ŞEKİL 3)
Algılamanızı
tam olarak ayaklarınıza yöneltiniz. Sessiz ve hafifçe nefes alıp veriniz.
Bu
alıştırmalar bir kez daha ile hayat bulurlar. O halde hemen ilk defada başarılı
olmasanız bile bırakmayınız! Her defasında daha çok toprakta kök salınız. Daha
sonra yukarıya doğru “esneyebilir ve açılabilirsiniz”.
Bu
alıştırma kısmında zorluk, vücudun dönmesi esnasında sol ayak üzerinde “tam”
olarak durmaktır. Buna alışılamamaktadır. Bundan dolayı her defasında tekrar
kontrol ediniz: Sol ayakla zemin temasını tam olarak sağlayabiliyor musunuz? Ayak
parmaklarını veya topuğu kaldırmıyor musunuz?
Ne
kadar alıştırmaya hâkim olursanız, o kadar yavaş yapmalısınız –filmin yavaş
çekiminde olduğu gibi akarcasına.
Özet:
Aşağıdaki
temel araştırmalar, SEMA’da tam olarak dönmenin ileri safhası için
gerekli şartları oluşturmaktadır:
1. Her
iki ayakla bilinçli olarak zeminle temas kurulması,
2. Sol
ayak üzerinde yavaş dönülmesi,
3. Sağ
ayağın hareket ettirici olması,
4. Çeyrek
daireler çarklardan tam daire SEMA’ya geçilmesi,
5. Zeminin
durumuna göre sürtünmenin hissedilmesi,
6. Dengeyi
hissetmeyi ve bunu muhafaza edebilmeyi,
7. Vücut
eksenini yaşamayı,
8. Yavaşça
değişik hızları deneyebilmeyi
Alıştırma
aralarına dikkat edilmesi. İkişer dakikalık üçer kez molalı alıştırma yapmak ve
kendini iyi hissetmek, birkaç dakika aralıksız süren alıştırmada fazla
yorulduktan sonra bırakmaktan daha iyidir. 2-3 hafta aralıksız sürecek
alıştırma zamanına kendinizi ayarlayınız!
Sema’nın Temel Pozisyonu:
İlk
ön alıştırmalarda sol ayak üzerinde dönme idmanı yapılmıştı, ikinci kısımda
ise:
1. SEMA’nın temel pozisyonunu,
2. Çarklarınızın
hızını ayarlayan sağ ayağın doğru kaldırılması,
3. Daha
sonra tam SEMA’ya
geçebilmek için sol ayağın yarım daire yapması.
4. Şayet
siz şimdi alıştırma yapmak istiyorsanız, ısınmak ve zeminle temas sağlamak için
daha önceki alıştırmayı 9 – 18 kez tekrarlayınız.
Ağırlık
merkezini kaydırınız!
ALIŞTIRMANIN
SEYRİ:
1. Her
iki ayakla sağlam bir şekilde zemin üzerinde durunuz.
2. Sağ
ayağınızı yarım adım geriye çekiniz. Bu esnada vücut ağırlığı ortada olacak
şekilde rahatça her iki ayak üzerinde durunuz. Bu SEMA’nın ilerideki temel duruşudur.
Bu duruş değişmeyecektir.
3. Şimdi
vücut ağırlığını sol ayak üzerine öyle kaydıracaksınız ki, sağ ayağı rahatça
hareket ettirebilesiniz.
4. Sağ
ayağınızı baldırın yarısı kadar yukarıya kaldırınız ve onu yan tarafa öne
koymak için sol ayak üzerinden geçiriniz. Dengede durmanız hususuna dikkat
ediniz. Geriye bu hareketleri yavaşça yapabileceğiniz hedefiniz kalıyor.
Çeyrek Çark
Çeyrek
çarklar ilk alıştırmada sizler için çok faydalı olacaktır. Bunu müteakip yarım
ve tam çark alıştırmalarına geçilebilecektir.
Yarım Çark
Bu
alıştırmada iki hususa dikkat edilmelidir:
1. Uzun
yöndeki paralellik: Bu, dönmeden sonra tekrar doğru duruş yönüne ulaşmayı
kolaylaştırıyor.
2. Sağ
ayağın topuğu ve sol ayağın parmakları arasında az bir mesafe bırakılması: Bununla
SEMA’nın
engelsiz yapılması sağlanıyor.
SEMA
noktası
2.
SEMA
180 derece dönme
Ana
eksen
Tam Çark Sema
Tam
çark SEMA,
sağ ayakla seri bir şekilde çıkışla bir biriyle birleşen bir birine eklenen iki
yarım çarktan oluşur. Bununla tam bir daire meydana geliyor.
Sol
ayak
1.
yarım
dönme
2.
yarım dönme
360
derece dönme
Atacağınız
çarkları ilk önce bir biri ardına gelecek şekilde iki yarım daire yaparak
deneyiniz. Daha sonra her iki yarım daire tek daireye dönüşecektir. Yavaşça
deneyiniz ve bu arada doğru (dik) durunuz!
SEMA,
aynı zamanda her iki ayakla birlikte paralel bir şekilde icra ediliyor. Sol
ayak devamlı bir surette zeminde kalıyor (Şekil 7) ve hiçbir zaman kaldırılmıyor.
Sağ ayak zeminden kalkıyor ve SEMA akışını sağlıyor.
SEMA,
kendi iç ekseni etrafında dönmektir. Bunun bir enerji hattı olduğu
düşünüldüğünde; bu hatta şuur, yukarıdan tepe noktasından giriyor ve vücutta
yayılarak sol ayak ökçesinden toprağa akıyor. Burada toprağa kök salmak ve
gökyüzüne dokunmak ifadesi anlatılmak istenmektedir.
Şayet
siz SEMA’da
tadımlık bir kurstan öte bir şeyler almak istiyorsanız aşağı yukarı 3 ay
boyunca devamlı bir surette yapacağınız alıştırmadan hareket edebilirsiniz.
Her
bir adım seri ve süzülürcesine birbirine geçinceye kadar yavaş ve dikkatlice
alıştırma yapınız.
SEMA,
çok hızlı yapılabilir. Buna rağmen SEMA’nın hızı farklı bir işaret anlamına gelmez.
Burada daha çok söz konusu olan, Semazenin vücudundan akan ve ALLAH’ın
itimadının kazanılmasına sağlayacak enerjinin tecrübe edilmesidir.
Devamlı
bir surette yapılan daha önceki alıştırmalar iç dengeyi, tam bir yaşam
dengesini sağlamaktadır.
SEMA
ile derin bir dini büyüme tecrübesinin elde edilmesi mümkündür – şartı ise, kim
halis niyetle ararsa aradığını bulur ilkesine kişinin tavrının uygunluğudur.
Bu
tavır zamanımız için tipiktir. Biraz burada, biraz orada şiarıyla çoğu arayıcı
bir idmandan diğerine koşuşturmakta ve bugün bir çalıştay yarın ise başka bir
çalıştaya gitmektedir. Samimi olarak kim Sufi yolunda ilerlemek isterse, uzun
sürecek bir uğraşa kendini hazırlamalıdır. O, kalben ALLAH’a bağlanmalıdır. Bu aşamadan,
aydınlanma ortaya çıkabilir ki, kim bu hal gerçek ilim ile el ele gider.
Aralıklı
görmeler yeterli değil
Dönüşüme
uğramak için sadece bir sorunun arkasında
Onun
sonuna kadar gitmek mecburiyetindeyiz.
ÖZET:
SEMA’da
tam çark, iki yarım çarktan meydana geliyor. Sağ ayak zeminden ne kadar hızlı
kalkarsa, iki yarım çarkta o denli seri bir şekilde bir birini takip eder.
SEMA’daki
temel duruştan (sağ ayak sol ayağın arkasında) sağ ayakla sol ayak geçilir
(üzerine aşılır) ve ilki sonrakinin önüne konulur (Şekil 6). Daha sonra 180
derecelik dönüş gerçekleştirilir. O halde, önce sağ ayak sol ayağın öbür
tarafına geçirilir ve daha sonra çark atılır, daha sonra sağ ayak sol ayağın
öbür tarafına tekrar geçirilir.
Bilinçli, yavaş ve itinalı deneyiniz!
İdrak Etmenin Yolu:
Mevlevilikte
SEMA,
insanın kendi kendisiyle sulh olma, barışa varmasının aynı zamanda estetik ve
artistik bir ifadesidir. Kendi iç âleminde bu barışı kurmaya muvaffak olan
insan, başka insanlarla da mutlaka sulh içinde yaşar. Çünkü bu durumda “başka”
dediğimiz o ikilik düzeni ortadan kalkmış olur. Semazen aynı zamanda özgürlükle
imanını garanti altına almış olur.
Yaratılanları
sevmek, bir bakıma, onları yaratan Hakk’ı sevmektir. Mevleviler, İslami
prensiplere uygun olarak Yaradan’dan ötürü yaratılanı hoş görürler. Onlara kin,
öfke, nefret beslemeyi ise Hakk’a müteveccih kin, öfke ve nefret olarak
değerlendirirler. Bundan dolayı halkla münasebetlerini düzeltenin, Hak’la da
düzelteceğine inanırlar. İşte bu hareket tarzı, Yaratıcı ile sulhe varmak
manasını taşır.
SEMA’nın alıştırması için Neyi
planlıyorsunuz, hangi hayat örneğiyle
ilgili, böyle bir planın hayatınızda hangi yararları var? soruları geçerlidir.
O halde niye SEMA?
Bu
sorunun cevabı sadece SEMA’nın devamlı surette yapılmasında bulunabilir
–görünen hayatta değil, bilakis sadece iç âlemde: ALLAH’ta var olmada. Sufizm geleneğinde,
iç sırlar tekrar tekrar gündeme gelir; ancak bu sırlar –siz okuyucuya bir
çelişki gibi gelse de – aslında sır değildir. Belirli bir bilinç aşamasından
itibaren bu sırlar açılmakta ve bunlara ulaşılabilmektedir.
Sufilikte
hikâyelerin ayrı bir önemi vardır. Bunlar her zaman çok anlamlı olup, hakiki
ilmi aktarırlar. İdrak burada bir sürecin veya bir şahsın doğrudan
kavranmasıyla ilgili bir olgudur. Bu bir düşünce süreci değildir, hakikat sezgiden
ortaya çıkar. İdrak hemen karşımıza çıkıyor. Hah, böyle imiş! –sanki şimdiye
kadar tümü görmeyi imkânsız hale getiren koyu perdeler aniden kalkıyor gibi.
Bu, hiçbir şüphe olmaksızın bir değişim olup, “başka türlü değil - işte böyle”
ifadesindeki kesin bilgiyle desteklenmektedir.
Yukarıdaki
hikâyede de böyle bir idrak sürecinden bahsediliyor. SEMA, idrake giden bir yoldur!
Bazı Sufi İlkelerinin Özeti:
Bir
önceki hikâyeden alınacak ders, hakiki idrakin ve hakiki ilmin hayatımızdaki
karmaşıklığı çözmesi ve böylelikle hayatımızı kolaylaştırmasıdır.
Yeniden
yön verme, karar yeteneği, eylem yeteneği ve yeni değerler bununla mümkün
olmaktadır.
Çok
farklı türden hayat örnekleri varlığımızın kafes demirlerini oluşturuyor. Kendi
kendine dönen bir tekerlekte olduğu gibi, bizim içimizde de dışarıya doğru
çekmekte olan ve zorlayan merkezkaç bir kuvvet bulunmaktadır: Stres, telaş,
korku, hastalıklar, manasızlık hissi ve daha niceleri
Kendi
kendine dönen bir tekerlekte olduğu gibi bu güçler, hareketin merkezine içeriye
doğru gidildikçe zayıflayacaktır. Bunlar, varlığın merkezinde tamamen durma haline
geçecektir. Burada insan varlığı kalpte kökleşmiş bir kalite sıçramasını
gerçekleştiriyor.
SEMA,
bizleri varlığımızın merkezi ile temasa geçiriyor ve hayat yolumuzda bir
dönüşüme götürüyor: O, bizi dışarıdan özümüze götürüyor.
SEMA,
özgürlüğe açılan bir kapıdır. Zira biz içimizdeki merkezde kökleşmişsek, tekrar
cesaretle ve sağlıkla dışarıya çıkabiliriz.
SEMA’da Ahenk Oluşuncaya Kadar
Çalışmak
Rahman
ve rahim olan ALLAH’ın
adıyla
Sema İle Tecrübe
Suda
boğulmakta olan birisinin havayı aradığı gibi
ALLAH’ı
arıyorsan,
Bu
anda O’nu bulabilirsin.
Alışılagelen
sabah selamından sonra birinci ve ikinci çayın arasında dış ülkeden gelen
talebelerin bir sorunları olduğunu hissediyorum. Ve çok geçmeden çekinerek ve biraz
da üzgün bir şekilde ülkelerine geri dönme zamanının geldiği kararını bildirmek
istiyorlar. Sema Dedesine:
-
Baba!
Sema Dedesi:
-
Evet,
buyurun? diye mukabele ederken tüm dikkatini onlara veriyor.
-
Bizim
yarın tekrar yola çıkmak istediğimizi ve sizden ayrılacağımızı arzetmek istiyoruz! Bununla ilgili ne düşünüyorsun? diyorlar.
Sema
Dedesinin cevabım biraz şiddetli bir baş sallamak, tipik bir gürleme ve açık
bir:
-
Hayır!
Daha çok erken, şimdi gidemezsiniz. Biraz bekleyiniz! Ancak SEMA’yı
etraflıca yaşamak istiyorsanız birkaç gün daha kalmalısınız.
Yıldırımla vurulmuş gibi oldukları
yüzlerinden belli. Bunun yanında aşikâr olan bir şey daha var o da sadece bu
hariç her şeyi hesaba katmış olmaları.
Birkaç
gün önce SEMA’yı
Sufi kıyafeti içerisinde yapmak için ricada bulunduklarında ihtiyatlı
yaklaşmıştım. Cevabım bu arzularını gözden geçireceğimi ve kısa zamanda
kendilerine bildireceğim idi. Akabinde ülkelerine geri dönüş gerekçeleriyle
ilgili olarak talebelerle ayrıntılı bir görüşme yaptım. Daha sonra bu konu
üzerine konuşmadığımdan onlar için de artık bir mesele kalmamıştı. Sufi
geleneğinde, doğru kapıların doğru zamanda ve doğru yerde kendiliğinden
açılacakları bildiriliyor ve öğretiliyordu.
Daha
sonra Sufi geleneğine göre kendilerine büyük bir hediye verildiğini
hissediyorlar. Önümüzdeki yılda tekrar gelip SEMA programına iştirak etmeyi
planlıyorlar. Bizde tartışmalarını dikkatlice takip ediyoruz. Burada bir şeyler
yeniden organize edilmek isteniyor! Ancak biz, kalmalarının önemli olduğundaki
ısrarımızda duruyor nihai kararlarını netice olarak bekliyoruz. Sonunda
kararları belli oluyor ve sevinçle gelerek haber veriyorlar: Kalıyorlar! Başımı
sallayarak memnuniyetimi ifade etmem onlara da doğru yerde doğru kararı
verdiklerini anlamalarını sağlıyor.
Ertesi
günün sonuna doğru bilgi veriyoruz: “Yarın akşam arzunuz gerçekleşecek. İlk kez SEMA kıyafetiyle SEMA’ya
girebileceksiniz!” Buna terzinin SEMA elbiselerinin yarın hazır olacağını
söylediğini de ilave ediyorum. Bu haberi ilk duyduklarında sevinçli bir
heyecana sevk oluyorlar. Uzun süre dört gözle bekledikleri haber şimdi gökten
bir şimşek gibi iniyor! Nihayet zamanı
geldi.
Bundan
sonraki gecede küçük çocukların Bayram öncesinde olduğu gibi heyecanlı ve
sevinçliler. Düşüncelerini dizginleyemiyorlar. O gün manevi huzur içinde geçti.
Kafalarında güzel musiki sedaları oluştu, hepsinin gözlerinden sevinç
okunuyordu. Hepsinde yeni bir şeyler oluyor. Lüzumsuz şeylerle uğraştıkça SEMA’da
dengeyi kaybedecekleri korkusu artıyor. Birkaç gün daha idmanı devam ettirmek
acaba daha iyi olmaz mıydı? Şeklinde düşünüyorlar.
Ruhen
bisiklet sürme idmanında bugün bisikletin bırakılma zamanının geldiğini
söylüyorum. Ve daha en başta söylediğim bir kısım sufi geleneği tecrübesini
tekrar ediyorum:
- İnşallah bu da olacak. Ve şayet
olmayacaksa, olmayacak. Tedirgin olmaya gerek yok!
Kendi
kendilerine yaptıkları yorumları biraz insafsızlık olarak görüyordum. Ancak
bunun yerine tatlı bir gülümseme ve ışıltılı gözlerle baktığımda her birinin
sevgi dairesinde toplandıklarını müşahede ediyorum. Terzi gerçektende elbiseyi
bitirmiş ve getiriyor. Elbiseyi paketlenmiş olarak alıp SEMA meşki yapan canlara veriyorum.
Onlar için sıkıntı olan şey beklemek! Bu
arada Canlara Tennure hakkında biraz bilgi veriyorum:
-Sufi
yolunda arkadaşlarla birlikte beklemek bir sanat. Başaramayacaklarına dair
hislerin sıkıntısı yüzlerinden belli. Ancak sınava girmek istedikleri de belli.
Sonucun ne olacağı bilinmez ki! Sınavı başarma özleyişi ve sınavda kaybetme
korkusu bir biri ardında gidip geliyor. ALLAH’a malum olan bize meçhul olan bir düşünce
mevcuttur.
SEMA
çalışan Canlar bir yandan birbirlerine tavsiyede bulunurken diğer tarafta da
korkularını yorumluyorlardı: Bir diğerine:
—
Artık sınavda kaybedemeyiz, kaybedecek olsaydık zaten buralara kadar
gelemezdik. Aksi takdirde paşmaklarımızı kapının önüne koyarlardı! diyor ve
arkadaşını rahatlatmaya çalışıyordu.
—
Ayakkabıların kapının önüne konulması Mevlevi yolunda daha önceleri adaylara
imtihanı başaramadıklarını bildirmedeki usuldür. Başarısız olanların
ayakkabıları hücrelerinin önüne konur idi. Bununla adaylar tekkeyi terk etmek
zorunda kaldıklarını öğrenmekteydi.
Arkadaşlar
haklı diye düşünüyorum. İmtihanları şimdiye kadar başardılar, aksi takdirde
kalmak için davet alamazlardı. Zira bizim için de kural geçerli: Bilinceye
kadar imtihan edeceğiz!
Bu
arada tennureyi giyme ve çıkarma usullerini tarif ediyoruz. SEMA
tennuresi çıkartılırken iç tarafı dışa dış tarafı içe geliyor, giyerken de
Semazen kıbleye müteveccih diz çöker 3 İhlas, 1 Fatiha ve Ayet-el Kürsi’yi
okuyup Hz. Mevlana (K.S) ve O yolun saliklerinin ruhuna hediye ettikten sonra
dışı içinde olan tennureyi başından geçirir iç yüzü dışına çıkar. Dış tarafı bu
sefer dışa gelmek kaydıyla elif-lambendi
bağlıyorlar, Güldeste giyiliyor, daha sonra sikke, en son ise Resim hırkası.
Tabi burada en önemlisi tüm bu cihaz-ı Tarik giyilirken öpülüp niyaz edilerek
giyiliyor. Daha sonra yemeğe gideceğiz. “Bugün bayram günüdür!” İsteğimin
yerine geldiğini hissettiriyorum. Böyle olacak – başka türlü değil!
Canlar
için en uzun gün de sona eriyor ve nihayet bu akşamki programı bildiriyorum. “Önce
ZİKİR’le ALLAH’a
yöneleceğiz” (ALLAH’ın
adının kelime-i tevhidle “La ilahe illallah” çağrılması. Bu, (Hayır! ‘ALLAH’tan
başka ilah yoktur’ anlamındadır.) İlk SEMA’larını Sufi elbisesinde (tennure) yapmak için
giyinecekler.
SEMA, aceminin kabiliyetine ve tahammülüne göre,
ortalama kırk beş günlük veya üç ay sürer. Artık SEMA, tamamıyla öğrenilince, müptediye tennure
giydirilir, Yani Semazen Can’ların Cihaz-ı tarik SEMA kıyafetleri olan tennureleri
tekbirlenir. Sonra güldesteyi verilir. Onun arkasından sikke tekbirleniyor.
Resim hırkası tekbirleniyor. Dua yapılıp gülbank çekiliyor. Bir müddet de bu
resmi kıyafette meşke devam olunur, SEMA kökleştirilir ve pekleştirilirdi.
Müptedinin
artık umumla birlikte resmi ayine iştirak edebilecek bir ehliyet kesbettiğine
kanaat getiren SEMA dedesi,
şeyhin müsaadesile bir (müptedi mukabelesi) tertip ederdi. Bu mukabele, dergâhın
resmi (mukabele-i şerif) inden bir kaç saat önce, ayni erkân ve merasim ile
fakat kısaca ve bir kaç kişi ile yapılırdı, ziyaretçi vesaire kabul edilmezdi.
Bu tecrübede muvaffak olan, yani düşmeden, çarpmadan ayini bitirebilen müptedi
umumi ayine iştirak hakkını
kazanırdı, Müptedi mukabelesi yapıldığı gün müptedi, SEMA dedesine ve mukabeleye katılan Semazen ve mıtrıba,
vakti ve hali ile mütenasip, birer niyaz, yani hediye sunardı.
Yukarıdaki
tariften anlaşılmış olacağı üzere, mihverlik eden sol ayak yerden
kaldırılmaksızın hareket ettirildiği için SEMA’ın mutlaka yalın ayakla, düzgün cilalı parke döşeli
salonlarda yapılması icabederdi. Bununla beraber, çorapla, mest veya fotinle
hasır veya halı serili yerlerde de SEMA etmeğe mesağ vardı. Bir de çarkın tam daire şeklinde
olmayıp yarım ve hatta çeyrek daire şeklinde de yapılması mümkün ve caiz idi
ki, ihtiyarlarla çocuklar gibi fazla zahmete dayanamayanlara veya zikir
esnasında halka içerisinde gayet aheste SEMA etmek
isteyenlere mahsus gibiydi.
Bu
andan itibaren meydana gelen, açılan ve yoğunlaşan her şey, akılla izahı kabul olamayan
ve dille ifade edilemeyen türden. Bu güneşin arkasındaki parlaklığı kelimelerle
ifade etmek çok zor. Dil, malum olanın, söylenmeyenin ve o çok özlenenin
aranması ve bulunmasına sadece bir işarettir: Bu, âşıkların birbirlerine
dokunduklarında o tatlı hassas temasın ruhlarını canlandırarak (seslendirerek)
büyük bir sevinç yaşamaları, bu sevincin devam etmesi için birbirlerini tekrar
aramaya başlamalarının ancak tekrar ayrılmaları durumunda mümkün olacağının
anlatıldığı bir aşk oyununa, bir anda ihsan edilenin tekrar aranması için hemen
sonra geri alınmasına benziyor. Aynısı bir yaz günü yüzlerce figürü çimlere
işleyen ve mısraları canlandıran iki kelebeğe benziyor:
Ben
(ALLAH)
gizli bir hazine idim
Bilinmeyi
istedim
Bilinmek
için
Dünyayı
yarattım.
Hadis
Böylece
bu akşam SEMA
törenimiz, Gönül Evine Hoş Geldiniz! Tarzında gelişti. Bildirildiği üzere bu
akşam, alışılagelmiş bir şekilde cereyan etti: ZİKİR, elbise giyme, ilk SEMA,
birlikte yemeğe gitme. Dış görüntü itibariyle öyle dramatik olmasa da, manevi
süreç çok farklı geçti: İçeriyle derinden temas etmiş olma tecrübesi sessiz,
açık bir algılamaya dönüşüyordu. Neyin ne olduğunu idrak etme olayı ön plana
çıkıyordu.
Günün
sonunda Canlara hislerini soruyorum. Kendileri hissettiklerini paylaşıyorlar:
İlk
dönüşle birlikte “can suyunun dalgaları” kalbin içinden ve daha da aşkın akmaya
başladı. Bilincin sınırları genişledi. Düşünme tam olarak geri çekildi. Bu,
hayatın kanatlarını açtığı ve “ışıkta ışığa” yükseldiği, yazıyla ifade
edilemeyecek bir durum. O, öyle bir özleyişti ki, evet, çok çok farklı bir şey.
Bu hayretler içerisinde kalmanın tam bir ifadesi. Varlığın bu boyutuna
dalındığında ondan tekrar çıkmak için istek yok oluyordu. Bu çıkış zorunlu
olarak gerçekleşince de, maddi dünyaya alışmak ve yönünü bulmak zaman alıyordu. Bu, bir kabul edilişin ya da açılımın
yaşanmasıydı. Bu SEMA töreninden geriye kalan ise
kolayca anlatılabilir. Bizim şimdiki hayatımız bundan sonra meydana gelen
değişiklikleri aksettiriyor.
Dolayısıyla
hali hazırda okumakta olduğunuz bu kitap sadece “ihsan edilen hayat tecrübesinin”
bir ifadesi değil. Burada “başarıların zenginliği” anlamında “başarılı olmanın”
yaşanması kökleşmiştir: İlişki olarak zenginlik, arkadaş olarak zenginlik,
düşünce olarak zenginlik, imkân olarak zenginlik, aşk olarak zenginlik, anlam
olarak zenginlik – hayatı güzel ve değerli yapan ne varsa bunların hepsi.
Canlara
göre İncil bu durumu “hayatın doluluğu” olarak ifade etmektedir. Ve bu durum
devam ediyor mu? Evet, bu durum her defasında daha da inkişaf etmektedir. Bunun
sonu tahmin edilemez. Hayat, şimdi evinde olmanın bir bayramıdır.
Yeni
bir boyut kapılarını açıyor. Yolun ilk kısmı “... harmoni kuruluncaya kadar”,
sonra ikincisi “ALLAH’la
uyum içerisinde yaşamak” anlamındadır – ve bununla insanın kendisiyle,
yaratılanla ve iyi şeyler yapmaya niyetli insanlarla. O halde birinci kısımda
yolumuza devam edelim!
Semazen
ayine çıkmasalar bile her gün en az beş dakika SEMA ederler. Her gün yapılan bu
çalışma sırasında hiç olmazsa 18 veya 24 çark atarlar. İşte bu muntazaman buna
bağlı olarak Semazende baş dönmesi hiç olmamaktadır. Semazenlerin, en dalgalı
deniz yolculuğunda, hava yolculuğunda ve kara yolculuğunda baş dönmesi,
bulantı, kusma olmadığı görülmüş, safra olmadığını ifade etmişlerdir.
SEMA
sadece bir fiziki ve bir beden eğitimi şekli olduğu düşünülse bile son derece
müspet tesir icra ettiği gözlenir. SEMA çalışmaları Semazenlik eğitimindeki meşk
(ekzersiz) şikâyetlerinin ortaya çıkmaması için, hergün tedricen günde bir
buçuk iki saate kadar yükseltilmektedir. Çeyrek çarkın dokuz günde, yarım
çarkında on sekiz günde öğrenilmesinden sonra, tam çark atılmaya geçilmektedir.
Ortalama kırkbeş günlük veya üç ay sonra SEMA meşki sırasında hızla dönerken, eteklerin bir
şemsiye gibi açılıp havalanmasına, tennure açma tabiri kullanılır. Semazen
kendini daha hafiflemiş hissetmektedir.
SEMA
sıkılma ve açılma şeklinde olan iki safhası “müminin
kalbi ALLAH’ın yed-i kudretindedir. Bazen kabz, bazen bast halinde bulunur”[4]
hadisi şerifini hatırlatmakta, onun beden hareketleriyle yorumunu göstermektedir.
SEMA
başlarken kol açan Semazenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli ise
aşağıya açıktır. Bu pozisyon “Hak’tan alır, halka saçarız. Hiçbir şeyi
kendimize mal etmeyiz. Görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka
bir şey değiliz” manasına gelmektedir. Bir başka ifadeyle de “Göğe
ağarız, yere yağarız. Varlığımız Hakk’ın rahmetinde yok olmuştur”
demektir. Semazenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanda devrederler.
Dünya ve gezegenlerin, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin
etrafında döndükleri gibi. SEMA, sembolik olarak, bütün âlemlerin hakiki
güneşi olan Hakk’ın huzurunda yapılan bir devr-i âlemdir.
SEMA sırasında da, Sultan Veled devrindeki gibi
sessizce ALLAH’ın ismi (İsm-i Celal)
zikredilir. Semazen çarkını
yerden kaldırırken “Al”, yere
basarken “lah” hecesini söylemek suretiyle her çark
atışta bir İsm-i Celal okuyarak zikre devam eder.
SEMA
sırasında direk tutmayı kuvvetlendirmek ve yürüyerek SEMA meşkini yapmayı geliştirmek,
durmak gereken yerlerde musiki temposu yavaşlatınca Semazenler yüzleri
Semahaneye dönük olarak dururlar. Dururken kolları niyaz pozisyonuna
getirirler. Gözlerini yukarıya diktikten sonra ayaklarını mühürleyip, gözlerini
kapatarak baş dönmesini önlerler. Birbirine yakın Semazenler, yan yana durup
omuzlarını birbirine yaslayarak düşmelerine engel olurlar.
Böylece
semahanelerde ikişer, üçer, dörder kişilik birbirine dayanmış, Semazen kümeleri
meydana gelir.
SEMA
ferdi bir hareket (akivizyon) olup, yer çekimi merkezi Semazenin vucudundan
geçer Semazenin dönüş ekseniyse kafa kalp
ve sol bacaktan geçmektedir.
SEMA
sırasında baş hareketlerinden kaçınılmakta ense ve boyun adaleleriyle baş
desteklenmektedir.
Semazen
SEMA
sırasında başı hafif geriye çekip sağ omzuna doğru yaslaması, beyin ile kalp
nahiyesinden, sol omzundan gözleri yarı açık olarak ufuk çizgisi yerine geçen
sol el başparmağına bakmaktadır.
SEMA’dan
evvel fazla yemek yememekte, ayrıca hazmı zor gıdalardan kaçınmalıdır.
SEMA
sırasında içten zikir yapılarak zihni uyuşukluğun önüne geçilmektedir. Cezbe-i
zikir hali aşkla şevkle SEMA’ya devam ederek SEMA seyrini sürdürmek.
ALLAH
cümlemize o güzel halleri nasip etsin.
Her
defasında düşünceler yok olduğunda
Ve
gerçekler örtüsüz önümüze çıktığında,
Bir
tane doğru olan yeniden dirilme var.
Bu
nerede vuku bulursa, pişmanlık kalmıyor,
Eğer
o gerçek sizi çekiyorsa,
İyi,
sonra başka bir şey yok.
Sizi
buralara çeken,
İşte
bu hakiki varoluş
Hazırlık İçerisinde Hazırlık
SEMA’nın
öğrenme sürecinin bir sonraki adımına hazırlık olarak, perde arkasını gün
ışığına çıkarmak istiyoruz.
Önce
SEMA’nın
bir hazır sunulan olgu olmadığını, bilakis zamanı ve sabırla alıştırma yapmaya
amade olmayı gerektirdiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. SEMA’nın
ilerletilmesi anlamayı gerektirmektedir. Anlamak, SEMA’nın ne olduğu, niçin SEMA
vardır sorusu, kökünün ve kaynağının nerede aranacağı ile ilgilidir. SEMA’nın
öğrenme sürecindeki farklı adımlar, kutu içerisinde kutu olarak paketlenmiştir:
İnsan birisini açtığında, bir şeyler görüyor ve bunun içinde başka bir kutu
olduğunu tespit ediyor. Bundan dolayı arasözler, hikâyeler, başka eserlerden
iktibas edilen metin parçaları – sözde dolambaçlı yollar - çok önemlidir!
Bunlar burada yazdıklarımız karşısında saygımızın bir işaretidir. Sufi yolu,
kişinin önemli bir olaya veya bir kişiye yaklaşımının nasıl olacağı hususunda
çok açık davranış kuralları ihtiva etmektedir. Karşılaşmanın önemi ne kadar
çoksa, insan yaklaşımında ona göre daha hassas olmalıdır. Gelenek bunu böyle
istiyor, aksi takdirde iç ve dış kapılar açılmazlar. Bunun için hazırlık önemlidir
ve bu da zamanı gerektirmektedir. Farklı açılardan konu aydınlatılmak
istendiğinde bir husus tekrarla işaret edilmiştir ki, bu da konunun ayrı bir
öneminin olduğuna işarettir. Bu husus burada dikkatten kaçmamalıdır!
Acele
işe şeytan karışır sözü, SEMA’nın öğrenilmesinde bundan sonraki adımda
geçerlidir. Zira dış şartlar yerine getirilmiş gibi görünse de henüz bunun için
çok erkendir. Bu durumda iç şartlar
geliştirilmelidir. SEMA, bunun arkasında ne olduğunu en kısa zamanda
bilmek için idmandan idmana koşuşturmakla satın alınmaz! Şayet zaruri olan
hazırlık aşaması sadece yüzeysel yapılacak olursa sonuçta hayal kırıklığı
yaşanabilir!
O
halde, günlük ve devamlı idman yapınız! Her gün biraz daha güvenli ve dengeyi
sağlayınız...
Bir Sonraki Merhale:
Şimdiye
kadar teslimiyette kökleşmek ve toprakta kökleşme eğitimini yaptık. Şimdi ise
sırada yana açılma geliyor. Ardından ise yukarıya açılma geliyor: Eğitim gören
kişi ilk eğitim sürecinde aşağıya doğru kökleşmiş oluyor ve bundan sonraki
eğitim merhalesinde sağ ve sol cihetine açılıyor. En sonda yukarıya doğru
uzamaya başlıyor. Bu gelişme, bir ağacın büyüme aşamasına benziyor: Ağaç önce
toprakta tutunduktan sonra imanda kökleşiyor ve daha sonra tacını oluşturmak
için çaba harcıyor. Ve ağacın başına yeşil bir tac konmuş oluyor. Açılan
kolları ve elleriyle meyveli bir ağacı temsil ediyor.
SEMA,
kişinin hayat kalitesinin hissedilir bir şekilde artmasını sağlıyor. Semazen,
aşağıda belirtilen tecrübeleri kazanır:
Kendisini
maddi ve manevi taşınıyor
hisseder,
Uçmaya
benzer manevi bir haz alır,
Fedakârlık
ve etkilenmenin uyumunda ALLAH’la olan bağlantıyı sağlar.
Vücut,
ruh ve akıl birbirleriyle uyum içerisinde olumsuz bağlantılardan uzaklaşmayı ve
hayatın sorunlarının çözümünü mümkün kılar.
Ancak
daha önce: Eğitim yapınız, düzeltiniz ve eğitim yapmaya devam ediniz parolası
geçerlidir! Dışarıdan bakıldığında bu alıştırma süreci spordan hemen hemen
ayırt edilemez. Burada ve orada amaca ulaşmak için disipline ihtiyaç
gereklidir. Manevi olarak bakıldığında ortak taraflar bulunmamaktadır.
SEMA’da
bir birini takip eden eğitim kısımlarının mükemmelleştirilmesi ile şahsi
bağlantılardan kurtulmayı sağlamaktadır. Bununla iç ve dış kapıların açılması
sağlanmaktadır. Bu önemli manevi karşılaşmalara bir hazırlıktır. Hakikatin arkasındaki
hakikate giden yolda bizi amacımızdan ayıran her şey bir kenara bırakılmakta ve
engeller aşılmaktadır.
SEMA,
daimi surette bir niyet beyanıdır. Evet, ben ALLAH’a kavuşmak istiyorum! Bu arzu
olmaksızın insani hayatta tanrısal yankının bulunması mümkün olmaz.
Fi-Ma-Fihi
adlı kitabında Rumi, tanrısal ışığın insan ruhunun içine yayılmasının izahını
yapmak için bir lambanın resmini kullanır.
Lambayı
güneşin önüne koyduğunu farz eyle ve bu durumda lamba vasıtasıyla güneşi
gördüğünü düşünürsün! ALLAH korusun! Lambayı getirmesen de güneş
kendisini gösterecektir – o halde, lambaya niye ihtiyacın olsun?
Bu,
Sufi geleneğinde Sufiler dünyayı
yürürken tutarlar diye adlandırılır. Bunun anlamı, SEMA’nın kendi kendine bir amaç
olmayıp, bilakis dünyaya bir hizmet olarak anlaşılmasıdır. Manevi deneyim dış
icraatta kendini belli etmektedir.
Bu
anlamda bakıldığında Semazen manevi erime seyrindeki süreciyle yaradılışın
dönüştürme aygıtına, pozitif ışınlamanın ebedi gençlik kaynağına dönüşmektedir.
Bu kıyaslamada, suyun resmi ruhun ilk resmi olarak esas alınmakta; tüm varlığın
sudan teşkil etmesi ve fani dünyaya akması. Tüm dünya dinlerinde su ilhamın,
temizliğin, ıslah etmenin, aydınlatmanın, çözümün, merhametin ve hayatın bir
sembolüdür. Rumi, sufiyi şu şekilde anlatmaktadır:
Şarapsız
sarhoş olmak,
Yemeksiz
doymak,
Yemeden
ve uyumadan sevincinden kendinden geçmek,
Sade
kıyafet içerisinde bir kral,
Enkaz
yığını içerisinde bir hazine,
Havadan
ve topraktan olmayan,
Ateşten
ve sudan olamayan,
Sonsuz
bir deniz,
Onun
yüzlerce ayı, gökyüzü ve güneşi var.
Onun
hikmeti
Son
hakikatten geliyor-
O
bir kitap yazan birisi değil.
“Gönül
ovasına adım atmak
gerekir,
çünkü toprak ovada
ferahlık
yoktur.
Ey
dostlar! Gönül güven
yurdudur;
orada pınarlar,
gül
bahçesi içinde gül
bahçesi
vardır.
Ey
yürüyen! Kalbine yönel ve
yürü;
orada ağaçlar ve akan
pınarlar
vardır.”
Sema Eğitim Sürecinde Bir
Sonraki Adım
Şimdiye Kadar Yapılan Eğitim:
İmanda
bağlılık (kökleşme);
Sol
ayak üzerinde yavaşça süzülerek dönmek. Sağ ayak ile öbür tarafa (sol ayak
üzerinden) geçme (yarım ve tam dairelerle);
SEMA’da
temel duruş;
Akıcı
bir şekilde ayağı öbür tarafa geçirme, çark atma ve ayağın bir kez daha öbür
tarafa geçirilmesinde ayağı yere koymayarak tam çark yapma;
Hareketin
seyri, denge, manen ve madden dikkat kesilme hususlarının birlikteliği.
YUKARIYA DOĞRU AÇILIŞ
ARKA SAYFADAKİ GRAFİK SEMA’NIN
ALIŞTIRMA SÜRECİNDE BÜYÜME PRENSİPLERİ Nİ VE ENERJİ HATLARINI GÖSTERMEKTEDİR.
Şimdiye
kadar tüm dikkat bacaklar üzerine odaklanmıştı, bundan sonraki eğitim bölümünde
ise vücudun üst kısmı da eğitime dâhil edilmektedir. Bu adım, vücudun tüm
öğelerinin bir birlikteliğe gidişinin oyunudur.
Açmak
ve toplamak (germek ve bir araya getirmek), nefes almak ve vermek birbirleriyle
ilişki içerisinde olan şeylerdir. Buna vücudun tevhidi denir. Bunlar varlığın
ortası olarak kalbe bağlıdırlar. Vücut, gökyüzü ve yer arasında içerisi ile
dışarısı arasında bir bağlantı uzvudur. SEMA eğitim süreci, hayatın irtibat bünyesinde
uyumlu bir birlikteliği sağlıyor.
SEMA’da
ALLAH’a
teslimiyet tekrardan inkişaf etmektedir. Bir sonraki aşama, kalbin aşamasıdır.
Bu bilinçte ALLAH’ın
adı (ALLAH
veya Hüda) yerleşmektedir. ALLAH’ın adının çağrılması olarak bilinen dini
merasim ALLAH’ın
zikredilmesidir.
Bu
dünyadan olmama
Yukarıya
açılma
•
(baş)
nefes alma – teslimiyet
•
(sağ el) içine akmak
•
(sağ taraf) bir araya •
•
getirme, med
(vücudun ortası)
(sağ taraf) açma, cezir
kalben tanıma,
sezgi ve ilham, esin
•
(sol el) akıtmak
• • •
(sol
zemin) sağlam durma
(orta) (sağ zemin)
bırakmak
Durma yerini bulmak, merkezde olmak
•
(alt
orta nokta)
Yere
kök salma
Dünyada
çalışma
Bu
bir ‘ALLAH’ı anma sanatıdır’. La ilahe illalah
ifadesinde Semazen, kendini buna bağlıyor. Semazen, ALLAH’a olan bağlılığını SEMA’da
ve ZİKİR’de dile getiriyor ve o bu inancını günlük hayatına uyguluyor.
Bedensel
anlamda bulunan bu yeni inanç, SEMA’nın esas duruşunda kendini ifade etmektedir.
Kollar, önce göğüs üzerinde çapraz şekilde bağlanmış ve ilk çark yaparak sonra
çözülerek oldukça uzağa açılıyorlar. Bu esnada el gökyüzünden bir şey
alırcasına açılıyor. Sol el açık şekilde sol kolla birlikte aşağıya dönük bir
şey verircesine bir vaziyette ve aynı zamanda gökyüzü ve toprak arsasında bir
arabulucu gibidir. Semazen bununla “Bir hayat ağacına” benzer.
Batı
Avrupa’da ve Amerika’da “dünyanın en asil mistik dansı” kabul
edilen SEMA
sırasında Semazen kollarını yavaş yavaş açar. Her iki kol pektoral adale
hizasına geldiğinde, sağ elin başparmak dışında diğer parmakları bitişik halde,
yukarıya doğru açılır. Sol el ise, parmakları hafif kıvrık halde aşağı
sarkıtılır. Semazenin başı hafifçe (takriben 23-25 derece) sağa eğiktir. Bu
sayede iç kulaktaki dengeyle ilgili üç semisürküler kanal, eşit nispette aksite
olur. Böylece kanallardan birinin aşırı tembih edilmesi, dolayısıyla o kanala
uyan planda baş dönmesi olması ihtimali asgariye indirilmiş olur. Semazenin
başının 25 derece civarında eğik olması, dünya ekseninde görülen 23 derecelik
eğime şaşılacak derecede benzemektedir. Sekiz asır evvel dünyanın ekseninin
bilinmediğine dikkatinizi çekmek isteriz.
Semazenin
yüzü sol koluna, parmaklarına çevrilmiştir. Etrafına değil, sol elinin
başparmağı olan ufuk çizgisine bakar. Ancak boş nazarlarla, hafifçe çevresini
süzebilir. Böylece pozisyonundan haberdar olup, diğer Semazenler ile veya
salonun duvarlarıyla çarpışmaz.
Modern
bilgilerin ışığı altında baş dönmesi (vertigo) ve vasıta, deniz tutması, sentoz
yani hareket hastalığına karşı başlıca şu tavsiyelerde bulunmaktadır.
Güzel
bir söz
Güzel
bir ağaç gibidir;
Kökleri
sağlam,
Dalları
gökyüzüne uzanır.
Sufilikte Manevi Büyümenin Prensipleri
Bir
sonraki eğitime gelmeden önce önemli Sufi prensiplerinden bir kaçını özetlemek
istiyoruz. Bu “kaynağın (pınarın) hikâyesinin yardımıyla yapılacaktır.
Sular
‘ebkem’ oku, kâinat kitabının sayfalarındaki güzelliği gör. Sular küçük
derecikler halinde dağlardan çıkarlar. Bir dağdan çıkan su başka dağlardan
çıkan sularla birleşir. Küçük bir derecik ya da ırmak olarak akarlar. Aktıkça
büyürler, nihayet denizlere dökülürler. Suyun denizlere dökülüşü, her şeyin
aslına dönüşü demektir. Aşıkın maşuka kavuşması bir yok oluş değil, aslında bu
yok oluş, büyük bir varlık ta belirsiz bir şekilde ebediyen orda kalıştır.
Bir
nehir, kaynağından çıkarak uzak dağlardan, çeşitli ülkelerin arasından geçerek
nihayet çöllere ulaşırmış. Nehir nasıl ki diğer tüm engelleri aştıysa çölü de
aşmayı denemek ister. Ancak, çölde - ne kadar hızlı ilerlemek istese de - suyunun
kaybolduğunu fark eder, feryat etmeye başlar.
Nehir,
başka bir yol olmasa da, çölü aşmayı kendisinin belirleyeceğinden emindir.
Orada çölden gelen gizli bir sesin fısıldadığını duyar: “Rüzgâr çölü aşıyor,
nehir de çölü aşabilir”. Nehir, kuma karşı koyacağını, ancak emileceğini,
rüzgârın ise uçabildiğini, bundan dolayı da çölü aşabileceğinden bahisle bu
fısıltıya itiraz eder.
“Şayet
sen böyle alışılagelen şekilde ilerleyecek olursan çölü aşman mümkün olmaz. Ya
kaybolacaksın veya bataklık olacaksın. Rüzgâra seni gideceğin yere götürmesine
izin vermek zorundasın”. – “Ancak bu nasıl olabilir?” – “Bu, onun seni
yüklenmesi halinde olabilir”.
Bu
düşünce nehir için hiç de hoş değildi. Nitekim kendisi şimdiye kadar hiç
emilmemişti. O hiçbir zaman kendi özelliğinin kaybolmasını istemiyordu. Zira
kişi kendini bir defa kaybettiğinde tekrar kendini kazanıp kazanamayacağını
nasıl bilebilir di?
“Rüzgâr
görevini yerine getirir” dedi, kum: “O, suyu alır, çöl üzerinden taşıyarak
tekrar bırakır. Yağmur olarak yere iner ve su tekrar nehre dönüşür.”
“Bunun
gerçekten hakikat olacağını ben nerden bilebilirim?” – “Bu böyle, şayet
inanmazsan sadece bir bataklık olabilirsin. Bu da uzun yıllar sürer; bunun bir
nehirle aynı şey olmadığı kesin.”
“Ancak,
şimdi olduğum gibi yine aynı nehir olarak kalamaz mıyım?”. “Bu durumda sen ne isen öyle kalabilirsin”
diye esrarengiz ses fısıldadı. “Sende hakikaten esas olarak ne varsa, bu
taşınılır ve tekrar bir akım oluşur: Şimdi ne isen, bugün ona göre
adlandırılırsın, ancak senin varlığının hangi kısmının esas olduğunu
bilemezsin.”
Nehir
bunların hepsini duyduğunda içinde yavaş bir yankı yükseliyordu. Hayal meyal
rüzgârın onu –veya yoksa kendisinden bir parçayı mı?- sallayarak taşıdığı
vaziyeti hatırladı. Nehir, bunu ve herkese görüneni değil, ne yapılması
gerektiği gerçeğini –veya o bunu daha önce yapmış mıydı?- hatırladı.
Nehir
kendisine hoş geldin diyen, hafifçe ileriye doğru taşıyan ve onu sanki
kilometreler sonra dağın zirvesine ulaştıklarında tekrar yumuşak bir şekilde
yere bırakan dumanına bindiği rüzgârın kollarına bırakıyordu. Rüzgâr onu Güzel
bir ormanda gül bahçesine bırakıyordu. Ve tam olarak şüphelendiğinden nehir,
yalnızca ruhunda deneyimlerini tüm detaylarıyla çok açık bir şekilde
tutabiliyor, hatırlayabiliyor ve bunlardan anlatabiliyordu. O, “evet, şimdi ben
gerçekten kendimim” diyebiliyordu.
Nehir
öğrendi. Ancak, kum çölü fısıldıyordu: “Biz gün be gün neler olduğunu görüyoruz
ki biliyoruz, zira biz kum çölleri, nehir kıyısından uzanıp dağlara varıncaya kadar
her şeyde varız.”
Bundan
dolayı nehrin hayat yolculuğunda takip etmek zorunda olduğu yolun kuma
yazıldığı söylenir.
ÜÇÜNCÜ
ADIM:
Açılmanın Eğitimi
Bu
dünyada rüzgâr halının kenarını üflüyor ve kaldırıyor. Minderler huzursuz
oluyorlar ve harekete geçiyorlar.
Rüzgâr,
çöpleri ve saman saplarını havaya kaldırıyor, havuzun suyunu zincirli zırh gibi
gösteriyor, dalları, ağaçları ve yaprakları dans ettiriyor, lambaları
söndürüyor, yarım yanan odunları alevlendirip yangın çıkarıyor.
Tüm
bu durumlar farklı ve ayrı görülüyor; ancak nesne, kök ve gerçeklik itibariyle
bunların hepsi sadece birdir, zira hareket rüzgârdan gelmektedir.
Rumi
Ahenk Ne Zaman Meydana Gelir
Bu
Molla Nasrettin fıkrası, bundan sonraki her eğitim birimi için daima daha
önceki eğitim aşamalarının yapılmış olmasını gerektirdiğini hatırlatmalıdır. Ön
eğitimler ne kadar seri olursa, bundan sonraki hareketler daha kolay açılacaktır.
Ahenk burada eğitime ilgili olmayıp, bilakis kalbin açıklığıyla ilgilidir. Bir
Sufi atasözünde: “ALLAH akıl için çok büyüktür, ancak açık
kalbe sığar” denilmektedir. Bu, ALLAH’ın kendisini halis niyetle arayanlara
gösterdiği anlamındadır. O halde: Kalbini açık tut ve SEMA yap. Niçin? Şayet insan kendi
iç kapılarını açmazsa, gerçekten de kayda değer bir şey olmaz. İbrahim, Musa,
İsa ve Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Allah’ı bizi kapılarımızı
açmamız için zorlamıyor. Eğer insan kendi kapılarını ona kapalı tutmak isterse,
O, insanın karar verme özgürlüğüne saygı duyuyor.
O
halde ALLAH’a
hazır olmak için parola: “SEMA et,
ahengi buluncaya dek SEMA et” olmalıdır. Ahenk bir sestir. ALLAH’ta
ahenk, insanla aynı manada olmak, ALLAH’ın himayesinde bir olmak. Bu bir arzunun
düşüncesi midir? Korkunç bir küfür mü yoksa hakikat mi? SEMA bu sorulara tecrübe
edilebilecek bir cevap veriyor.
Sema Ne Anlama Geliyor?
ALLAH’ın
varlığında kaybolan Semazen, her dönmesinde her tür var oluşun kendi içindeki
kaynağını çağırıyor. Onun her iki eli kelebeğin kanatlarına benzer şekilde
açıldıktan sonra sağ eli gökyüzüne yönelir. Sağ el, ALLAH’ın sevgisini almak için
yukarıya doğru açılmıştır. Sol el, aşağıya doğru açık bir vaziyette Semazen’in
kalbinin üzerinden akan ALLAH’ın ışığını dünyaya tevdi etmektedir.
Selam
diye adlandırılan SEMA merasimi, dört kısımdan oluşmaktadır. Farklı
uzunluktaki hakikate yönelme, aşkı (sevgiyi) bulma, nefisten arınma, ALLAH’a
açılma ve son olarak dünyaya yeniden dönme olan ödevlerinden oluşan dört selam,
ALLAH’a
giden yolu göstermektedir. Yeni bir anlayış ve hizmete hazır olma oluşuyor.
Semazen’in
aldığı sevgi enerjisini ihtiyacı olanlara vermesi, fiili hizmetin bir
bölümüdür. Semazen ALLAH’ın ekseninde dönerken başı hafifçe sola
eğik, dudaklarında hafif bir gülümseme vardır.
Dönerken
suya susamış gökyüzüne doğru uzayan bir gül gibi elbisesi (tennuresi)
açılmakta, güzellik ve zarafet burada gerçek ifadesini bulmaktadır.
Kalp
bir darı tanesi gibidir.
Âleme
ekmek olarak hizmet için,
SEMA’da
öğütülür.
SEMA’ya Hazırlık
Eğitim
yapmak için uygun bir zeminde yeterli yerin olmasına dikkat ediniz
Zeminde
bilinçli ve sağlam durunuz.
SEMA’nın
tam dönüşlerini gerilmeden, hafif ve seri bir şekilde yapabilmelisiniz.
Konsantrasyonu
kalbinizde tutunuz.
Enerji
akımını vücudunuzda hissediniz.
ALLAH’a
teslim olmaya hazır olunuz.
Bundan
sonra gelen hareketleri bütün süreci seri bir şekilde yapıncaya kadar dönme
olmaksızın öncelikle birkaç kez deneyiniz.
1.
KISIM
Temel Pozisyon Ve Kapanma (Mühürlenme)
Kollar
çapraz şekilde göğüs üzerine konuyor (Şekil 9). Sağ el sol omuzu, sol el de sağ
omuzu tutuyor. Bu durumda sağ kol sol kolun altında kalıyor.
Ayaklar
kapanıyor. Bu, sağ ayağın başparmağının sol ayağın başparmağının üzerine
konması anlamına gelmektedir. Bu duruşa KAPANMA (MÜHÜRLENME) denmektedir. Bu, SEMA’dan
önce ve SEMA’dan
sonra alınan esas (temel) duruştur.
Bu
duruş, ayakların ilk çark etmeleri esnasında bozulur. Hatırlatma: Sol ayak, sağ
ayağın yarım adım önünde bulunuyor. Her iki ayak birbirine paralel bir vaziyette
duruyor.
Nefes,
sessiz ve yavaşça alıp veriliyor. Hafif bir gülümseme yüzü kaplıyor. Gözler
yarım açık vaziyette. Vücudunuzu hissediyorsunuz.
SEMA
başlamadan önce dikkatinizle birlikte kalbinizde yerinizi alınız.
2.
KISIM
Kolların Açılması Ve Ellerin Duruşu
(Lütfen
dönüşsüz alıştırma yapınız!)
Eller
omuzlardan orta hızda bir hareketle göğsün üzerinden aşağıya çekiliyorlar. Aynı
zamanda sağ kol yukarıya, sol kol da aşağıya açılıyorlar.
Sağ
kol yukarıya doğru uzanıyor, tabir caiz ise el gökyüzünden bir şey alırcasına
kâse formunda açık vaziyette. Sol kol aşağıya doğru uzanıyor, bu esnada el
aşağıya doğru açık bir vaziyette. Başınızı özünüzü dinleyerekten hafif sağa
doğru eğiyorsunuz. (23 veya 25 derece dünya eğikline ve ufuk çizgisine bakar)
Semazen
şuurunu ve konsantrasyonunu kalbinde tutuyor. Bu esnada hafif bir gülümseme
yüzüne yayılıyor.
Sağ
el ile enerjiyi alıyor, kalbinde dönüşümünü yapıyor ve sol el ile dünyaya
aktarıyor. Bu hizmetin oranı 3:1. Bu, üç kez âlem, bir kez de kendisi için çark
ettiği anlamına geliyor.
Ahengi
buluncaya dek SEMA
etmek: Mekânsal algılama değişiyor; SEMA “mekânın uçması” olarak görülüyor. Bu esnada
iç ve dış birbiriyle uyumlu hale getiriliyor.
Kapanma
duruşuna gelindiğinde SEMA bitiyor. Kollar bağlanıyor; eller tekrar
omuzları tutuyor ve ayaklar da kapalı vaziyete dönüyorlar.
Başınızın
döndüğü hissi olursa, birkaç kez ters istikamette dönünüz.
SEMA’dan
sonra dinlenmek ve ilham-ı ilahinin tecellisi için zamanınızın olmasına her
halükarda dikkat ediniz. Yaşamış olduklarınızı içinizde etkinleştirin. Müzik
dinleyiniz. Çok su veya çay içiniz, zira bunlar enerjinin akışını kolaylaştırıyor
ve teşvik ediyorlar.
3.
KISIM
Ahenk Oluşuncaya Kadar SEMA Yapmak
Temel
duruş pozisyonunu alınız.
Kendi
ekseniniz etrafında 5–6 kez çark ediniz. Şayet adımlarınızın akıcı olduğunu
hissediyorsanız, duruştan çıkınız ve kollarınızı yukarıya ve aşağıya açınız.
Muhtemel
acemilikler sizi rahatsız etmesin. Bunlar zamanla eğitim yaptıkça kendiliğinden
yok olacaktır.
Başınızın
döndüğünü hissettiğinizde dönmeyi derhal sona erdiriniz. Baş dönmesi geçtiğinde
yeniden başlayabilirsiniz.
Başlangıçta
beş dakikadan fazla çalışmayınız. Sonraları –hissetmeye göre- daha uzunca da
çalışabilirsiniz. İsteğinize göre her defasında günde 3-5 dakikalık alıştırma yapınız.
SEMA
için hız ölçü değildir! Önemli olan, yavaş, düzgün ve itinalı hareketle insanın
kendisiyle uyum içerisinde olmasıdır.
SEMA’yı
başkasına göstermekten kaçınınız. Bu sizin kendi işiniz olup, -bir (ibadet) dua
gibi- size çok yakın olmayan başkalarını ilgilendirmemektedir.
Öğrenme
sürecindeki seyirde günlük yaşamdaki değişikliklere dikkat ediniz. Hayatınızı
ne olursa olsun, her şeyiyle uyumlu hale getiriniz.
ÖZET:
Şayet
bu alıştırma vücudun, kalbin ve ruhun birbiriyle ahengini sağlıyorsa, şayet
içerde ve dışarıda uyum gerçekleşiyorsa bu, “dalgalanma” veya “uçma” olarak,
mükemmel mekânsal derin bir intiba bırakan tecrübe olarak hissedilebilir.
Bu
alıştırmada bacakların dönmesi vücutla birlikte uyumlu hale getirilmeli ve kol
ile elin duruşu koordine edilmelidir. Bunun için sürekli ve sabırla alıştırma
yapmak gerekmektedir! Devamlı olmak kaydıyla günde 5 dakikadan fazla alıştırma
yapmayınız. Alıştırma sonrasında bol enerjiyle fazlasıyla
mükâfatlandırılacaksınız.
Gösterilen
yol tutarlı ve sabırlı bir vaziyette gidilecek olursa hayat sürpriz sayfalarını
gösterecektir. Sizlere aniden varlığın yeni boyutları açılıyor!
Tüm
eğitim için geçerli olan: Bir eğitimin her kısmını önce kendiniz için yapınız,
daha sonra bunu bütün sürecin içerisine koyunuz. Burada verilen tüm zaman
bildirimlerinin göreceli olduğunu hatırınızda tutunuz! Bütün hareketleri, büyük
bir konsantrasyon sarf etmeden seri bir şekilde hâkim oluncaya kadar
yapınız.
Eğitimler
tümü ile yorucu gelebilir. Bu durum, muhtemelen vücud itibarıyla, ya da ruhsal
türden hatalı duruşun bir işareti olabilir. O halde her halükarda günlük
yaşantınızla ilgili değişikliklere de dikkat etmelisiniz.
Aşırıya
kaçmayınız. Sebat ettiğiniz sürece daha az yapılan daha fazla olabilir!
Temel Güçlerin Sema Öğrenme Sürecinde
Eğitilmesi
Sufi
geleneğinde insanın manevi büyümesi bir mekândan diğerine geçmeyle kıyaslanır.
Bu mekânların her birisi belirli bir hayat kalitesini sembolize etmekte ve bunların
içine girilecek birer kapısı vardır. Manevi pınarlara ilerlemek (yaklaşmak)
için yedi kapının yedi manevi mekâna açılması gerekir. Kapılardan birincisinden
geçmek hayata güvenin kazanılmasını sağlar. Bu kapılardan her birisinin
açılması, insanın kendi şahsi sorumluluğundadır. Bununla ilgili karar verildi
ise, buraya giden yolda nefes, bilgi ve tanıma refakat ederler. Bunlar bir
spirale benzer manevi büyümeyi helezoni şekilde hep yukarılara doğru yükseltir.
Nefes akımı hep yeniden yaşanılan ALLAH’ın güven enerjisidir; her insan bu enerjiye
katılabilme yetisine sahiptir.
Kalbim
huzursuzdur,
Sende
sükûna erinceye kadar
Nefes,
bilgi ve kalp SEMA’da
aşkınlaşan elementlerdir. Bunlar mekânı ve zamanı aşmakta ve kendilerinden
öteyi göstermektedirler. “Güneşin arkasındaki ışığı” aramada ALLAH’ın
mevcudiyetinin insandaki yeri kalptir. Kalp, varlığımızın gerçek merkezidir.
Buradan
hareketle kalp dile gelir: ALLAH’tan başka ALLAH yoktur! İdrak ve bilgi onda
yer bulurlar. İdrak, doğrudan aracısız algılanabilen, aklın değerlendirmesinin
dışında kalan insanın iç âleminde gerçekleşen bir olaydır. Sezgi ve ilham, aynı
kritere tabidir. Bunlar aynı şekilde aklın kavramasının dışındadır; kâinatın en
sağlam gücü olan teslimiyet ile sarmalandığında kaynaklar açılmakta ve tüm
insanların iyiliğine amade olmaktadır.
“Çin’de olsa da ilmi ara!”[5] Bu,
ilmin sadece kaynakla bağlantılı olarak alınabileceği anlamındadır.
Hele
bir defa güneşi gördüysek ve sonra birisi bizden bunu hatırlamamızı istiyorsa
işte o zaman hakiki varlığımızı tekrar buluruz. İşte o zaman yolculuğa çıkmaya
hazır oluruz.
Yaratılışın
örtüsünü
Hakikat
için şemsiye olarak yarattım,
Ve
yaratılışta sırlar var,
Pınarlara
benzer, birden çağlar
Ve
yoluna devam eder.
(Şekil)
NEFES,
İDRAK VE KALP
Evini
yık
Harabesinin
altındaki gizli hazine ile
Binlerce
yeni ev yapabilirsin
Hazine
evinin altında:
Bunu
değiştiremezsin.
Bunun
için yıkmada tereddüt etme!
Zamanını
boşa harcama!
Rumi
Zekâ
nesnel gerçekliğin
Bir
gölgesidir
Gölge
nasıl
Güneş
ışığıyla yarışır?
HAYATLA, YAŞANTINLA SEMA’YI
BİRLEŞTİRMEK
Tecrübelerin
tasvir edildiği kelimeler,
Sufilikte
yaklaşma
Sayılır.
HAYATLA,
YAŞANTINLA SEMA’YI BİRLEŞTİR MEK
SEMA
bittiğinde,
Asıl
etkisi başlar.
SEMA,
kalpteki bir buğday tanesi,
Ölüyor
ve bol mahsul veriyor.
SEMA,
taşı
Hilkatte
harekete geçiriyor.
Canların
seyahatin sonunda edindiği bilgiler sonunda etkilenmiş, akıllarında bazı
sorular oluşmuştu. Bu sorular: Yaşadıklarımız günlük hayatımızda da etkili olur
mu? Veya bu, kısa ömürlü kalır mı? Bu hatıra yavaşça sararır ve bir gün yeni
intibalarla üzeri kapanır mı? Veya ev sahibimizin veda ederken bize verdiği söz
(söylediği) gibi, yeni bir şeyin başlangıcı mı? Bu sorulara cevabımız: “İnanınız!
ALLAH büyüktür! Hayat her gün daha da
güzelleşecek sürprizlerle doludur!” oldu.
Tekrar
gelmeleri için davet edilmelerine rağmen veda zordu. Tüm iyi dileklerle Canların
ülkelerine dönmelerine izin verdiğimizde hepsi çok mutlu görünüyordu. Hepsinin
içinde bayram sevinci vardı. Daha sonra kendileri ile haberleştiğimizde
kendilerinin buradan ülkelerine dönerken mevcut olan soru ve tedirginliklerini
kendilerine sorduğumda şu cevabı aldım:
“Eve
geldiğimizde bu değişim süreci devam etti. Birbirimize ve diğer insanlara olan
ilişkimiz çok değişti. Bazı insanlar bizimle karşılaşmaktan kaçıyor, bazıları
ise bize karşı büyük ilgi duyuyordu. Yaptıklarımızın tesiri birdenbire artmıştı.
Sanki uzun bir kıştan sonra bahar gelmiş gibiydi, kışın uzunluğunun farkına
varamamış olsak da. Bir gün birden bire
gözüm açıldı (gözlerimdeki perde kalkıverdi). SEMA
hocamızın bize vedadan önce, “Şayet daha fazla isterseniz tekrar gelmelisiniz.
Şayet gerçekten öğrenmek isterseniz nefsinizi öldürmelisiniz! İşte bundan sonra
gerçek gelişme başlıyor!” diye söylediklerinde haklı olduğunu kabullendim.
Nihai olarak bizi Sufi yolunda ikna eden, ne karşılaşma, ne dervişlerle yapılan
mükemmel sohbetler ve ne de olağanüstü güzellikteki merasimler. Hayır, bu
karşılaşmalarda hayatımızın değişmesi ve güzelleşmesi sayesinde edinilen o
harikulade tecrübe. Aniden daha önce uzun yıllar aradığım doğru yolun bu yol
olduğunu anladım. “Vardığım menzile eriştiğimi!” biliyordum. Arkadaşlarımla
konuştum ve Baba’nın çağrısına icabet etmeye karar verdik. Biz tekrar tekrar
kaynağa geri gittik.”
Canların
seyahati SEMA’yı
aramakla başladı.
Bu
kitabın esasını gelişen hayat teşkil etmektedir. Bizim seyahatimiz de bu
kitapla çok şey elde ettik, onları da sizinle paylaşmak istiyoruz. Birlikte
başlıyoruz, ancak onun da ötesine götürüyor –o tam bir hayat. Burada somut ve yaşanılan
tecrübeler kaydedilmiştir. Kendi tecrübelerini edinmeye teşvik etmek için
aşağıdaki hikâyeye yer verilmiştir:
İki genç adam, çok uzaklarda bir tepede bir bilge adamın
yaşadığını duyarlar. Bunlar, bu adamın nasıl bir bilge olduğunu öğrenmek için
onu aramaya karar verirler. Yolda giderken birisi diğerine, bir kuş tutalım,
onu sırtımın arkasında saklayayım ve ona elimde ne tuttuğumu sorayım. Şayet o,
onun bir kuş olduğunu söylerse, ona kuşun canlı mı yoksa ölü mü olduğunu
sorarız! Kuşun canlı olduğunu söylerse, o zaman arkamdaki kuşu öldürür ve ona
ölü kuşu gösteririm. Kuşun öldüğünü söylerse, kuşu bırakırım, uçar gider!”
Söylenenler yapılır. Dik bir yokuşun sonunda bir kulübeye gelirler
ve bilge adam tarafından dostça karşılandıktan sonra arzularının ne olduğu
sorulur. Kuşu arkada sırtında saklayan genç adam: “Biz senin çok bilge birisi
olduğunu duyduk ve bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istiyoruz” der. Bilge
adam: “Haydi bakalım sorun !” diye onları cesaretlendirir. Gençlerden biri “O halde, elimde sakladığım nedir?”der
–Bilge adam “Bir kuş!” diye cevap verir. Biraz şaşırmış halde genç adam sorar: “Evet,
ancak canlı mı yoksa ölü mü?” – “Ey, genç yolcular”, diye başlar bilge adam, “bu
sadece senin elinde olan bir şey!” Bu hikâyede Muzaffer Aşki’ dendir.
Bu
kitabı yazma görevi bize şu sözlerle verildi: “Bununla insanlara yardımcı
oluna!” Kitap, kendisine hitap edildiğini hisseden sizin ve her insan için
yazılmıştır. Bu arada biz, Sufi yolumuzda artık yalnız değiliz. Her defasında
daha çok insan bizimle birlikte yol arkadaşlığına katılıyor. Dersleri SEMA,
ZİKİR ve yaşanan hayat olan yaşayan Sema okulu oluşturuyoruz. Biz, hayatı
başarılı kılan mutluluk, mana, yaşam sevinci, medeni cesaret ve yaşayan ilişkiler
olan şeylere götüren yoldayız. Evet, bu bir gerçek: Sufiler mutlu ve hayatta
cesaretli insanlardır!
Mutlu hayatta manevi kalitenin nelere kadir olduğunu Muzaffer Aşki
Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinden dinlediğimiz aşağıdaki hikâye anlatıyor:
Bir zamanlar “üç basiretliler” diye adlandırılan, dikkatli
(uyanık) ve hayat tecrübesine sahip üç Sufi varmış. Seyahatlerinde bir gün
rastladıkları bir deve çobanı bunlara sorar: “Devemi gördünüz mü? Onu
kaybettim.” Basiretlilerden ilki bilgi alır: “Devenin bir gözü kör mü?”
Basiretlilerden ikincisi: “Ön dişlerinden birisi eksik mi?” Deve çobanı: “Evet,
evet” diye cevaplar. Basiretlilerden üçüncüsü: “Bir ayağı aksıyor mu?” diye
sorar. Deve çobanı: “Evet, evet, evet” diye tasvip eder. Üç basiretli adam
çobana kendilerinin kastettikleri yoldan gitmesini önerirler, böylece belki
devesini bulabileceğini söylerler. Deve çobanı, onların deveyi gördükleri
inancıyla aceleyle yola koyulur.
Ancak deve çobanı, devesini bulamaz ve üç basiretliden tavsiye
almak ümidiyle onlara kavuşmak için acele eder. Deve çobanı onları akşamleyin
bir mola yerinde bulur. Basiretlilerden ilki: “Deven bir tarafta bal, diğer
tarafta buğday yükü taşıyor muydu?” Deve çobanı “Evet, evet” diye cevap verir.
Basiretlilerden ikincisi: “Devenin üzerinde hamile bir kadın var mıydı” diye
sorusunu yöneltir. Çoban: “Evet, evet” diye cevap verir. Basiretlilerden üçüncüsü:
“Devenin nerede olduğunu biz bilmiyoruz” der.
Deve çobanı artık, üç basiretlinin deveyi yolcu ve yük taşımak
için çaldıklarına kanaat getirir, onları hırsızlıktan dolayı dava ederek
mahkemeye çıkarttırır. Hâkim, olayı inandırıcı bulur ve üç basiretliyi
hırsızlığa teşebbüsten tutuklatır. Kısa bir süre sonra adam, arazide şaşkın
şaşkın dolaşan devesini bulur. Bunun üzerine çoban tekrar mahkemeye gider ve üç
basiretlinin serbest bırakılmasını sağlar. O zamana kadar tutuklananlara
ifadelerini vermeleri için fırsat dahi tanımayan hâkim, üç basiretlinin deveyi
muhtemelen bir kez bile olsun görmemelerine rağmen deveyle ilgili o kadar şeyi
nasıl bildiklerine merak eder ve olayı araştırır. Basiretlilerden ilki: “Yolda
bir devenin ayak izlerini gördük” diye başlar. Basiretlilerden ikincisi: “İzlerden
birisi zayıftı –ayak topal olmalıydı” diye devam eder. Basiretlilerden ilki: “Deve
çalılıktan sadece bir tarafın yaprağını yemişti –bununla gözün birisi kör
olmalıydı” diye mülahaza eder. Basiretlilerden ikincisi: “Yolun sağında ve
solunda arılar ve karıncalar küçücük yemek artıklarını taşımaya çalışıyorlardı:
Baktığımızda bunların bal ve buğday olduğunu gördük” diye konuşur.
Basiretlilerden üçüncüsü: “Birisinin deveyi durdurup üzerinden indiği bir yerde
uzun insan saçları bulduk –bunlar bir kadının saçlarıydı” diye söyler. Basiretlilerden
ilki: “Bu tanımadığımız kişinin deveden indikten sonra oturduğu yerde elinin
içinin izleri kalmıştı, bunlardan kadının muhtemelen hamileliğinin son
döneminde olduğu ve bunun için ancak bu şekilde iz bırakarak kalkabildiği
kanaatine vardık” diye ifadesini verir.
Hâkim: “Niçin bu durumda dinlenmeniz ve ifadenizi vermek için
müracaatta bulunmadınız?” diye sorar.
Basiretlilerden ilki: “Çünkü deve çobanının devesini aramaya devam
edeceğini ve kısa sürede bulacağını hesapladık” diye cevaplar. Basiretlilerden
ikincisi: “Şayet onun deveyi buluşu bizim serbest bırakılmamızı sağlarsa, deve
çobanı kendisini çok âlicenap birisi sanacaktı” diye söyler. Basiretlilerden
üçüncüsü: “Hâkimin merakı bir soruşturmaya sebebiyet verecekti” diye
düşüncesini açıklar.
Basiretlilerden ilki: “Hâkimin kendi soruşturması neticesinde
gerçeğin bulunması, tüm taraflar için, bize karşı açılan ve sabırsızca
davranılan davadan daha iyidir” diye düşüncesini ifade eder. Basiretlilerden
ikincisi: “Biz, gerçeğe ulaşmada gidilen yolun insanlar için kendi iradelerine
göre doğru telakki ettikleri kararla geçilmesinin daha iyi olduğunu tecrübe
edindik” diye ekler. Son olarak basiretlilerden üçüncüsü: “Yola devam etmenin
zamanı geldi, zira daha yapılacak bir şeyler var” der. Ve Sufi düşünürleri yollarına
giderler. Ve insanın içinden şunu söylemek gelir:
Ve onları işlerini icra ettikleri dünya yollarında hâlâ
bulabilirsiniz.
ÖZET:
Hayatın
mutluluğunun nedeni ve kaynağı, kendi araştırmaları sonucunda hakikati
keşfetmektir (gerçeği bulmaktır). Hakikat, Sufi yolunda aranılan ve bulunması
gereken sabit bir değerdir.
Güneşin
arkasındaki güneşe giden yol, bizi insani anlayışımızla edindiğimiz tecrübelere
sevk ediyor. Bu tecrübeler sezgi ve ilhama bağlıdır ve bizim ruhi
yeteneklerimizi aşkınlaştırarak üst idrak mertebelerine ulaştırır.
Gelenekte,
onlar göründüğü gibi olan şeyler değildir denilmektedir. Bu, yolda dikkat
edilmesi ve anlaşılması gereken işaretler bulunduğu anlamına gelmektedir. Bunu
başarabilmek için uzun bir eğitim gereklidir.
Arzunun,
algılamanın ve dikkatli olmanın eğitimi, duyguların gelişmesini sağlıyor. ALLAH’ın
izniyle bir gün perde açılıyor ve biz neyin niçin olduğunu doğrudan anlıyoruz.
İçindeki
ışığın aynası
Gökyüzündeki
güneştir.
Sen
aramanın ve
Bulmanın
mekânısın.
Kim
halis niyetle ararsa
Bulacaktır
Ve
ALLAH’ın
istediği anda
Perde
kalkar.
Özgürlüğe
doğru
SEMAya Destur Alma
Görüşmeler
– Sorular - Cevaplar
SEMAYA DESTUR ALMA
SEMA
– UYGULAMANIN İÇİNDEN,
UYGULAMA
İÇİN
Sufi
yolu, ALLAH’a
inanmaya ve “ALLAH’a
teslim olursan artık bu dünyaya bağımlı olmazsın!” anlayışına götüren bir irşat
yoludur. Dünya “bağımlılığından kurtulmak”, ALLAH’a bağlanmayı sağlıyor. Bu
düşünce bazı insanları doğrusu çok korkutmakta, zira onlar memnuniyetle dünyaya
bağlı kalıyorlar. Buradaki temel hata, iman boyutunun doğru okunmamasıdır.
Sufi geleneği açısından bu yanlışlıkla ego güçlendirilmekte ve ALLAH’ın
yerini almaktadır. Bunun nereye varacağını bugünkü dünyamız yansıtmaktadır. “ALLAH özgürleştirir!” düsturu ise bunun
karşılığında olan gerçektir. Kim ALLAH’ın rahmetiyle ilk deneyimlerini yaptıysa, o
bulduğu yolu artık kendi isteği ile terk etmez.
Sufiliğin
öğrenme ve öğretme geleneği belirli temeller üzerine kurulmuştur. Buna devamlı
surette yol gösteren konuşmalar (sohbet) da dâhildir: “Aşağıya doğru git, sonra sağa,
daha sonra doğru. Orada küçük bir yüksek ağaçları olan ormana varacaksın ve
ortada bir pınar göreceksin!” Bir sohbet, mükemmel bir yol tarifi
yapıyor, çünkü direktif geleneğin içine yerleşmiş ve bu yolda binlerce insan
başarıyla gitmiş ve gidecektir. Bütün bu arayanların başarısı, hayatın amacının
bulunacağına bir kanıttır. Bu tür yol gösterici sohbetlerden bir parçayı
kitabımızın son bölümünde bulabilirsiniz. Şayet onun yeterince yardımcı
olamayacağını düşünüyorsanız, bu kitabı okumanıza gerek yoktur. Burada ne
söylendiği belki size sonra bir kez daha hitap eder. Sonra her zaman bu konuya
dönebilirsiniz.
Daha
önce yapılan açıklamalardan bazıları burada tekrarlanmaktadır. Bunun geçerli
(iyi) bir sebebi var. Sufi yolunda öğrenmenin düşmanı yüzeysel olmaktır! “Derinlere
inmek” için yapılan alıştırmanın ve öğrenilenin “içe işlemesi mutlaka
zaruridir. Gerçek öğrenme bundan dolayı tekrardır -hakikati iç âlemin
derinliklerinde kavramak ve bunu günlük yaşamda uygulamaktır. Bu bölüm, Sufi
prensiplerinin farklı görünüşler altında ve değişik hayat durumlarında
tasvirini içermektedir. Şayet burada birisi, “Bunu daha önce duymuştum! Ne
zaman yeni bir şeyler gelecek?” diye düşünüyorsa o, mevzunun ne olduğunu
anlamamıştır. Böyle bir tavırla Sufi bilgisine geçiş yolu sadece kendi
kendisine kapatılır. Şayet kalp atmaya başlar ve bir insan tekrar aramaya karar
verirse, ancak o zaman bu yolda gerçekten yeni bir şeylere ulaşılır. Burada yol
tarifi sadece bir yardımcıdır.
İnsanlara
hitap etmek için mevcut insan sayısınca yol vardır. Sizin için de bu kitaptaki
bazı şeyler belki ileride yaşanabilecek ve böylelikle uygulanabilir olacaktır.
Benzeri şeyleri daha önce muhakkak bir kez yaşamış olmalısınız: İnsan bir
kitabı bilhassa ilgi çekici bulmazsa bir kenara bırakır. Sonra herhangi bir
zamanda tesadüfî olarak bu kitabı tekrar eline alır ve birdenbire kitabın
mesajına giden geçidi bulur. Söylendiği gibi, belirli durumlarda sadece
birazcık daha beklemek önemlidir.
ÖZET:
Sufi
yolu, bir yaşayan süreç, bir hayatın okuludur. Bu okul, insanlara ego zırhından
nasıl kurtulacağını ve güneşin arkasındaki güneşi nasıl arayacağını
göstermektedir.
Bilgi
ve bu kitapta takdim edilen ve belirtilen öğrenmenin yolları, isteğe göre
mübadele edilemez veya değiştirilemez. Bu bilgi mücevheri asırlar boyu
cilalanmış ve bugüne kadar parlaklığından bir şey kaybetmemiştir. Sufi yolunda
bugün özü itibariyle bir şeyler eklenebileceğini söylemek ölçüyü kaçırmak olur.
Böyle bir düşünce her türlü gerçek dayanaktan yoksundur. Bu düşünce sadece ne
kadar çok az şey bildiğini bilmemekten akla gelebilir.
Dünyanın
sefaletine yönelik tek bir bakış, bize ürettiğimiz yüksek teknolojilerin son
zirvenin bilgeliğine sahip olmadıklarını öğretmektedir. Bunlar, acil dünya
sorunlarını çözmede etkili olamıyorlar. İnsanlık, bugün insan varlığındaki
esası yani kendi kalbine olan geçişi kaybetmiştir. Buna karşın sufi yolu, bizim
onu tanıdığımız şekliyle, her bir insanın ve zamanımız insanlığının
sorunlarının çözümü için hakiki bir “anahtar”dır.
Siz
de bu yolun gidilip gidilemeyeceğini denemeye davetlisiniz.
Halis
niyetle birlikte bilgi, teslimiyet ve icraatın yanında sohbet, öğrenmenin diğer
bir sütunudur. Bu, Sufi geleneğinin ayrılmazlarına tabi olup, bu kitabın önemli
bir parçasıdır. Bundan dolayı aşağıdaki sohbet parçasını takdim ediyoruz.
SORULAR VE CEVAPLARI
HİKMET VE SIRLARI SOHBET HALKASI
“İlim bir takım hazinelerdir. Bu
hazinelerin anahtarları da sorulardır. Dikkatli olun da sorunuz; çünkü bu sorma
işinden dört kimse mükâfatlanır: Soran kimse, cevab veren âlim, dinleyen ve bir
de bunları seven adam.”[6]
Peygamberin
güzide Ashabı da, sohbet halkasında O’na sualler sorardı. Merak ettikleri her
şeyi (varlığın sebebi) Cenab-ı Peygamberden sorarak öğrenirlerdi.
Soru:
SEMA
hayatıma ne getiriyor?
Cevap:
Duruma göre değişebilir. Ego olarak bunun sorusu: Bundan BANA ne? Cevabı sade
ve basit. Hiçbir şey. Bu şartlarda en iyisi SEMA’ya başlamamaktır. Ancak bu soru
hakikatı ve gerçeği aramanın bir ifadesi ise, bunun cevabı: Çok şey. Zira SEMA
olağanüstü bir değişim gücünü kapsamaktadır! Bu durum gelenekte, “SEMA
icra edilirken dünyanın manevi yönünü elinde tutuyor.” SEMA, insanın kendisinden bir şeyler
(vereceği ve alacağı) mükemmel bir hizmettir, zira icra edilirken insan hayatın
kaynağına dalıyor. Ardından kişi yoğun bir huzur duygusuna maruz kalır. Şimdiye
kadar önünde pes edilen sorunlar çözülebilir. Sağlık ve yaşama sevinci artar.
Soru:
Dervişlerin SEMA’sı
her defasında VECD
ile birlikte anılmaktadır. Bununla ne denilmek istenmekte ve VECD
hali nasıl yaşanmaktadır?
Cevap:
SEMA’nın
bir VECD
hali olduğu doğrudur: Varlığı teyit eden açık VECD hali. Bu, SEMA’nın önemli olanı görebilmek
için bakışı berraklaştırması anlamındadır. SEMA ile insanın özünde kökleşmesi ve yukarıya
doğru gelişmesi, bu dünyadan yaşaması ve çalışması, ancak bu dünyadan olmaması
sağlanmaktadır. Bugünkü zamanda VECD halinden çok fazla konuşmak iyi bir şey
değil, çünkü bu manevi tecrübe çok kolay bir şekilde gerçeklerden kaçmayla
karıştırılabiliyor. VECD hali, kendi sorumluluğundan ve dünya hayatlarından
uzaklaşmak isteyen insanları kendisine çekiyor. Sufi geleneğinin asla böyle bir
niyeti olmaz! Mevlana Sufilerinin yolu, hepside egoyu azaltan 1001 görevle
döşenmiştir. Ne zaman kibir ve gurur tevazua dönüşürse, ALLAH insanı yoğurur ve onunla bir bayram
kutlayabilir.
İslam
açısından bu, bu dünyada değil, bilakis şarabın içildiği cennette vuku
bulmaktadır. Öte yandan, Rumi’nin kendi hayatında da müşahede edildiği üzere, SEMA’nın
mutluluktan esrime hali diye adlandırılan bir hale götürdüğü ihtimal dışı
değildir. Rumi, her zaman ve her yerde SEMA’da döndü ve bununla çevresini de teşvik etti.
Dört kez dönmede –üç kez dünya ve bir kez kendisi için- Semazen, kendisiyle ve ALLAH’la
yalnızdır. Onun burada yaşadıkları kendisine aittir ve tümüyle iptali olmadan.
Soru:
SEMA
bir dans mıdır? Öyle ki, buna yurt dışında “Dervişlerin pervane dansı”
denilmektedir.
Cevap:
Kelime anlamının menşei itibariyle SEMA “duymak ve dinlemek” manasına gelmektedir.
Mutlaka içinde bir dansı görmek mümkündür. Ancak dans, bugün kesinlikle SEMA’ya
uymayan çok şeyle ortak olarak anılmaktadır. SEMA, SEMA’dır. SEMA’daki temel hareket, tam olarak
belirlenmiş adım sıralamasında yapılan sola dönüştür. Bilinç bu esnada ALLAH’tadır.
Bununla olsa olsa bir “ALLAH’ta dans” olduğu kesindir. Mevlana geleneği
içerisinde SEMA’nın
dans olarak adlandırılması büyük bir nezaketsizlik kabul edilir.
SEMA
mutluluktur. Hür olmaktır. İman ile özgürlüğünü garanti altına almak demektir.
Soru:
SEMA
öğrenebilmem için ALLAH ‘a inanmaya mecbur muyum?
Cevap:
Evet İnanmamız gerekir. Bu inanma iman ve İslam’dan oluşur. İman ALLAH’ın
Peygamberleri ile gönderdiklerine inanmaktır. İslam ise ALLAH’ın Peygamberleri ile
gönderdiklerini yaşamaktır. Sufi geleneği bizi kendi kendimizi kontrol etmeye
davet ediyor. Önerilen yol, insan varlığının bütün düzlemlerindeki fikir
mücadelesinin yoludur: Düşünce, hissiyat ve icraat alanlarında. “Bir şeyi
gerçek sayma” anlamında inanmaya gerek yoktur, zira iç büyüme sürecindeki
gelişme esnasında bilgi artmaktadır. İlginç olan din kelimesinin lisan olarak
menşeidir. İçinde Latince daha çok geri bağlanma anlamındaki religio kelimesi
bulunmaktadır. Doğru anlaşılması açısından inanç, yani (Allah’a) “geri bağlanma”
anlamına gelmektedir. Bundan dolayı “teslimiyet” kelimesi de “din” kelimesinin
yerini alabilir. Teslimiyet, Semazenin yolunda çok ama çok önemlidir. ALLAH
yolunun hedefine tam teslimiyet olmadan yola çıkıldığında, ego, ene, (benlik
duygusu) kişiyi her şeyi sorgulama ve her şeyden şüphelenme zeminine çekecek,
bunu yaparken de kendisinin sorgulanmasına fırsat tanımayacaktır. Bununla
sorumluluk dışarıya verilmekte ve her tarafa vesvese ve şüphe tohumları
ekilmektedir. Bu dünyadaki insanların çoğu, güvenlerinin herhangi bir zamanda
bir kez suiistimal edildiğini yaşamaya mecbur edilmiştir. Ne kadar sık duyulur:
Artık kimseye güvenemiyorum, kaç kez hayal kırıklığına uğratıldım! Bu, basitçe
güvenle aynı anlamda kullanılmakta olup, daha çok sadece aptallıktır veya
dışarıya karşı başkalarının bizim için bir şeyler yapmaları beklentisidir. Bu
hesap tutmayabilir! Gerçekliğin yetersiz bir denetimden geçirilmesi yerine
sözde güvenme konulmaktadır.
Bazı
ebeveynler – çocukları yanlış bir şey yaptıklarında- “Şayet sen şimdi bunu yaptıysan,
ben artık sana güvenemem!” derler ve bununla çocuklarına bu tavrı tam
olarak öğretirler. Çocuk ebeveynlerin güvenini kazanmalıdır, bu çocuğa hiçbir
zaman ulaşılamamasına rağmen onu arkasından kovalamaktan başka bir şey
değildir.
Hayır,
bu türden güven Sufi yolunda sorulmaz. Bununla ilgili iki husus birbirinden
ayırt edilmelidir:
Bir
kez duyulan güven, insanları aldatarak yönlendirmek için kullanılmamalıdır,
zira bu sadece şartlı bir güven olur ve bununla esas itibariyle gerçek güven
olmaz. Şayet bir kimse başkalarının güvenini suiistimal ederse, o zaman tam bir
denetlemeye çağrı olur, ancak güveni geri almak için gerekçe olmaz.
Güven
hayattaki temel güçtür, bu temel güç olmadan yaşayamayız. Bu sana azıcık fazla,
biraz daha az veya hiç güvenmiyorum misali bölünemez ve dilim dilim de verilemez.
Güven, açık ve belli bir kararı gerektirir. Güvenmek, bundan dolayı kendi
içinde devamlı surette bir riski saklamaktadır.
Ama
sakin olalım; sufi yolunda ALLAH’ın bizi hayal kırıklığına uğratmadığı ve
asla uğratmayacağı sonucu bulunur. Genel olarak bizde ALLAH’la ilgili yanlış bir kanı
vardır. Bunun ötesinde güvenin tahrip edilemeyeceğini bilmek teskin edicidir.
Zira bu ALLAH’ın
bir yaratış vasfı olup, kaynakları kalplerde açılmalıdır. ALLAH’a güvenle ilgili İsa şöyle
diyor: “Kimin hardal tanesi kadar imanı varsa, o, dağlara yer değiştirtir.”
Soru:
Siz devamlı olarak egonun törpülenmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bununla ne
söylenmek isteniyor? Lütfen bunu daha teferruatlı anlatabilir misiniz?
Cevap:
Rumi, bu kısmı insani hayatta NEFS diye adlandırıyor: ALLAH’a karşı gelen ve terbiye
edilmesi gereken insanın tabii dürtüleri, nefsi hayvanidir. Biz buna ego
diyoruz.
Ego
kendine yeterlidir. O, ALLAH’a inanan dini bir topluma tabi olabilir ve
öyle ki dışarıya karşı sosyal ve hayırsever etki bırakabilir. O son derece
kaypak ve ikiyüzlüdür. “Benim azıcık söz söyleme yetkim olsaydı,
yapılmalıydı” gibi gözde ifadeleri kullanır. Ego gökyüzüne bile
yükselmek ister, ancak bunun için bir şey yapmaya hazır değildir. En azından
kendisini tehlikeye atacak, kendisini feda etmesini gerektirecek durumlarda
kalmak istemez. Ego ölmekten korkan içimizdeki yegâne parçadır. Egosuna mahkûm
olmuş bir insanın egosundan dolayı ölüm sıkıntısı çektiği söylenebilir.
Bununla
ego, her ruhani gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir: Burada egoya karşı
şuurlu ve sorumlu bir kişilik arasında mücadele kaçınılmaz olur. Sorun, bu
mücadelenin isteğe bağlı başlatılma mecburiyetidir. Ego ile hakiki kişilik
arasındaki savaş, her halükarda sonuç alıncaya kadar götürülmelidir!
Sufi
geleneğinde, kendi arzusuyla nefsini terbiye etmek isteyen insanlar ilgi çeker,
çünkü gelecek onlara aittir.
Soru:
SEMA
sadece basit bir dini merasim değil midir? SEMA ile günlük yaşam arasında nasıl bir ilişki vardır?
Cevap:
SEMA,
hayatı düzeltmekte ve canlandırmakta ve hayat SEMA için kendisini teşvik
etmektedir. Buna bir örnek: Bir SEMA alıştırmasında, SEMA’yı yapan bir kişinin önce
ayaklarını paralel döndüremediği görüldü. Bundan dolayı da o başlangıç
pozisyonundan temel pozisyona geçemiyordu, zira vücudunu uygun bir şekilde
koordine edemiyordu.
Hayat
tarzı ile ilgili bir görüşme esnasında bu kişinin şahsi hayatında (varlığının
mevcudiyet vücut) çeşitli yaşam alanlarını başarıyla şekillendirmede oldukça
dengesizliklere maruz kaldığı ortaya çıkmıştı. Bu bilgi ile şuurlu olarak bu
soruna yönelik çalıştı ve gerekli nefs terbiyesini sağlaması mümkün oldu.
Bununla her ikisini de kontrol altın aldı: Günlük mevcudiyeti başarmak ve
vücudun koordinasyon yeteneğini sağlamak.
Soru:
SEMA’nın yaşı var mıdır?
Cevap:
SEMA’a
başlamak için bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Umumiyetle SEMA çalışmasına ilk veya orta
mektep çağında (7-15) yaşlarında başlanmaktadır.
Soru:
SEMA’nın
diğer dinlerle uyumu nasıldır?
Cevap:
Bir kez alışık olmadık bir resim kullanmak için: Dinler bir filin dişleri ile
kıyaslanabilirler. Bunlar güçlü ve ince işler için uygun değildir. Bununla fil,
yiyeceklerini küçültemez, parçalayamaz ve sindiremez. Bunun için filin kesme ve
öğütme dişleri vardır. Sufilik bir mistik yoludur ve bundan dolayı da –mecazın
içinde kalmak için- çok hassas bir “öğütme aletidir”. Bundan dolayı Sufilik, İslam’ın
iç çekirdeği olarak da anılır. Tarihsel olarak bakıldığında Sufiliğin
Hıristiyan geleneği de vardır. Bununla ilgili Franz von Assisi örnek olarak
gösterilebilir. Rumi, hayattayken Hıristiyan olan arkadaşları ve öğrencileri
vardı. Bunun nedeni, İslami gelenekteki Sufi dalının bugün içinde dışarıya
karşı açık olmasıdır. Burada tek önemli olan husus hakikate bağlı kalmak ve
hakikatteki hayattır. SEMA, Derinlere dalmak ve kaynaktan (pınardan)
içme yoludur. Bununla SEMA herhangi bir din veya dünya görüşüyle rekabet
içerisinde değildir. Sufilik, kendisini daha çok “dinin kalbi” olarak
görmektedir: Sufi olmak, mistik tecrübeye sahip olmak ve hakikate dayanan
ruhani ekümenikliğin bir parçası olmak anlamındadır.
Soru:
SEMA’nın
tedavi özelliği var mıdır?
Cevap:
SEMA’nın
düzenli olarak, sabah, öğlen ve akşamları uygulanması, hayatı hissedilir bir
şekilde zenginleştirir. Bu, ruhun ve vücudun hastalıklarını iyileştiren kendini
eğiten bir yoldur. Bu bir amaç değil, bilakis eğitim sürecinin bir sonucudur.
İnsan, “hayat oyunu”nda konunun ne olduğunu anlamayı öğreniyor. Ben ALLAH’ı
buldum, O, beni yaşatıyor. Bununla,
-niyet ve amaç itibariyle bakılacak olursa- çoğu terapinin vereceğinden
daha fazlasını verdiğini anlatmak istiyorum. Gerçekten de SEMA, inanca bağlı olarak sağlığı da
istikrara kavuşturuyor. Bununla bağlantılı olarak öğrenme süreci, hayat
enerjisini, zihnin dayanıklılığını ve huzuru artırmaktadır.
Soru:
Bazen dönmede sol ayağımdan sağrı kemiğine doğru ağrı oluyor. Bana yardımcı
olabilir misin?
Cevap:
Şayet bacaklara eşit şekilde ağırlık yüklenmezse bu sık sık meydana gelebilir.
Dönme esnasında her iki bacak üzerinde durmaya ve ikisine de ağırlık vermeye
–yani bir ayak üzerinde durmamaya ve diğeriyle iteklememeye dikkat ediniz. Ve:
Diğer yönüyle “hayatta nasıl durduğuna” dikkat et. SEMA’da vücut olarak yanlış duruş,
hayatında dengenin olmadığına dair farkında olman gereken bir işarettir.
Dönmeyle
ilgili düzeltmede şunu söylemek istiyorum: SEMA’da her iki ayağın harekette paralel olması
önemlidir. O halde: Sol ayağı hareket ettirmeyi önce ve sonra az bir gecikmeyle
(hareket ettiren) ivme veren sağı değil, bilakis her ikisini aynı zamanda
hareket ettiriniz!
Soru:
SEMA’yı
başarmak için ne kadar bir süreye ihtiyaç var? Bununla insanın biraz hissetmesi
veya benzer şeylerin ne kadar bir zaman alacağını sormak istiyorum?
Cevap:
SEMA
ile insanın kendisini “iyi hissetmesi” öğrenilebilir. Şayet dönmede birazcık
olsun ayaklar koordine edilebilirlerse enerjinin vücutta akmasını hissetmek
mümkün olabilir. Bu his, aynı şekilde bir nefes akışına benzer. Biz bunu “inancın
akışına dalma (kapılma)” diyoruz. Bu bir kez yapıldıysa, her dönüşte ve sonra
diğer durumlarda da aktif hale getirilebilir. Bir balığın suda yüzdüğü gibi,
insan bunları bir gün öğreniyor. Balığın canı suda gizlidir. Burada bir açıklık
getirmek için kısa bir hikâyeden faydalanabiliriz: Genç bir balık yaşlı ve
bilge bir balığa sordu: “ALLAH nerededir?” Yaşlı balık; “Sen O’nun içinde
yüzüyorsun!” diye cevapladı. Bu durum çok güzeldir, ancak bilinen anlamda “his”le
bir ilgisi yoktur.
Soru:
SEMA
merasiminde selam diye adlandırılan dört büyük ünite vardır. Bunların ayrı bir
anlamı var mıdır?
Cevap:
“Selam”ın anlamı selamlamadır. Her selam, ALLAH’ı selamlamada özel bir anlama gelmektedir.
Dört selam, ALLAH’a
giden yolu göstermektedir, hakikate inanma, aşkla büyüme, egoyu terk etme, ALLAH’a
teslim olma ve sonuncusu dünyaya önümüze çıkarılan görevlere geri dönmektir:
Sonraki merhale bu görevlerin kavrayışta yeni bir anlayış ve bunlar hizmet
etmek amacıyla üstlenmektir.
ALLAH’ı
ilk selamlama, insanın hakikate doğuşudur. İlk selamlama, O’nun ALLAH
olduğuna ve O’nun beni yarattığına inanmayı ifade etmektedir. Bu arayanın ilk yönelmesini
göstermektedir: O, eve gitmek istiyor.
İkinci
selamda, arayan ışığı görmeye başlıyor. O, ALLAH’ın kendisini çağırdığına inanıyor. Burada
insanın ALLAH’ın
nimetleri ve merhameti karşısındaki sevinç ve hazzı dile getiriliyor. İlim
yolu, görme (rüyet) yoluna dönüşüyor.
Üçüncü
selamda, bizi bu yola getiren asıl hasret ilme ve manevi bilince dönüşüyor.
İlim aşka tabi oluyor.
Dördüncü
selamda, her Semazen O’nda kendi hızında dönüyor. Bu, kendisiyle, kendi
kaderiyle ve yaratılışında “asıl görevi” üstlenmeye amade olmakla ahenge
gelmedir.
Semazen,
hizmet eyleminde alınan sevgi enerjisini ihtiyacı olan tüm insanlara
vermektedir.
Semazen
ALLAH’ın
iç ekseni etrafında dönerken baş hafifçe eğik ve dudaklarında hafif bir
gülümseme yayılır. Bu esnada Sufi elbisesinin açılışı, estetik ve güzel bir manzara
teşkil eder.
Tennurenin
açılması; kalıp, kesim ve dikimle yakından ilgilidir. Semazenler, tennure
dedikleri beyaz eteğin başlıca yuvarlak, üçlü ve sekizli-dokuzlu olmak üzere üç
türlü açıldığını belirtirler. Eteğin dönerken yuvarlak bir şekil almasına “kazan
kapağı” adı verilir. Dönüş sırasında Semazenin eteğinin üç köşeli bir
manzara alması, Mevleviler arasında, onun “kendinden geçtiğine” ve “Pir aşkına
döndüğüne” işaret kabul edilir.
Tennuredeki
kesim-dikim farkı veya uzunluk-kısalık gibi durumlar, birkaç santimetre dahi
olsa, Semazenin yalpalamasına sebep olmaktadır.
Tennurenin
rengi beyaz olmakla beraber, rengin baş dönmesi üzerinde herhangi bir
provokatör etkisi bulunmamaktadır.
Tennure
evvelce pamuklu dokumadan yapılırken, günümüzde sentetik materyalden
hazırlanmaktadır. Bu da tennurenin ağırlığını yarı yarıya azaltmıştır.
Tennurenin hafif olması, daha kolay dönmeyi sağlamakta, bu da dizinesin
gelişmesine –tabii ilk günler için – kolaylaştırmaktadır.
Soru:
Rahatsızlık durumunda nasıl bir yol takip edilebilir? Örnek olarak bende
alıştırmada baş ağrısı meydana geliyor. Bunu görmezlikten gelmeli miyim?
Cevap:
Rahatsızlıklara lütfen dikkat ediniz! Öncelikli olarak alıştırmada çok fazla
uzatmamak önemlidir. Yapınıza göre 9 – 18 dakika tamamen yeterli olur. SEMA, performansa
dayalı bir spor olmayıp, çok yoğun olarak ruha etki eder. Rahatsızlığın geçici
mi yoksa uzun süre kalıcı mı olduğu arasında fark vardır. Vücudun bir tepkisi,
vücut koordinesinde bir hata veya ciddi bir hastalanmanın işareti de olabilir. Ayrıca
belli bir zamanda enerjinin boşaldığı ve böylelikle kas kasılmasının
giderilmesiyle ortaya çıkan enerji düğümüyle de ilgili olabilir. Çoğunlukla bu
tür rahatsızlıklar kendiliğinden geçer. Böyle bir durum söz konusu değil ise,
lütfen doktora başvurunuz! Her zaman dikkatli olunmalıdır.
Doktora
gidiniz ve bedensel rahatsızlığınızın olabilecek nedenlerini araştırınız.
Doktorunuz gereğini yapacaktır. Şayet sorununuzla ilgili herhangi bedensel bir
neden bulunamadı ise, bunun içteki bir tepkinin tezahürüyle bir tutulma
olduğundan emin olabilirsiniz. Bu durumda parola: Sabırlı olunuz! Rahatsızlık
büyük bir ihtimalle geçecektir.
Soru:
Bende SEMA’nın
doğru işlemediği hissi var. Bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Devamlı
surette hiçbir şekilde ilerleyemediğim hissi var bende!
Cevap:
Bir şeyin iyi veya kötü olduğu değerlendirmesi duygulara bırakılmamalıdır. Her
zaman akılla tetkik edilmeli, değerlendirilmeli ve karar verilmelidir. Sizin söyledikleriniz
tamda egonun karşı çıkmasına benziyor. SEMA’yı bu duygularla yapmayı isteyip
istemediğinize karar veriniz. Evet veya hayır! Ancak duygulara karşı değil,
zira SEMA
bir şeylere ulaşmak için bir metot değildir. Şayet siz devamlı surette
alıştırma yaparsanız, duygularınızın durumu da değişecektir. Zira siz devamlı
olarak teslimiyetin enerjisini ikmal ediyorsunuz.
Soru:
İçgüdülerimi SEMA’da
nasıl daha güçlendirebilirim?
Cevap:
Semazenin Şeyhi, yani Mürşidi tarafından daimi surette sohbetlerden müstevhit
olması; Şeyh tarafından talim ve terbiye altında tutulması içgüdülerin
gelişmesini sağlar. Sohbet ile Derviş imanda kök salar.
Soru:
Yalnız çalışırsam hatalarımı nasıl düzeltebilirim?
Cevap:
Sol ayağın dönmede de tam olarak zeminde durduğunu her defasında kontrol etmek
önemlidir. Sol ayak sağlam durmalıdır. Alıştırma esnasında her defasında mola
veriniz. Sol ayak üzerinde durduğunuzdan emin olduğunuz duygusunu
geliştirinceye kadar devamlı surette kendinizi kontrol ediniz.
Diğer
bir görünüm patende dönemeç alma biçimine benzer şekilde sol ayak üzerinden sağ
ayakla öbür tarafa geçmektir. Bu adım, hızlı ve seri yapılmalıdır. Bu esnada
ayak öyle indirilmelidir ki, dönmek için her iki ayak arasında yeterince yer
kalsın. Bir aynanın bulunması halinde kontrol için önünde alıştırma yapılması
da iyi olur.
Düzeltmede
bir video kamera da iyi bir yardımcı olacaktır. Bir tavsiye: Nelere dikkat
etmesi gerektiğini anlattığınız bir arkadaşınıza düzeltme yapmasını rica
ediniz.
Soru:
Sufilikte öğretici önemli bir sohbet arkadaşıdır. Bir insan öğretici olmaksızın
SEMA’da
ne kadar ilerleye bilir?
Cevap:
öğreticinin önemli olduğu gerçektir. Öğretici, öğrenciye ödevini tevdi ediyor,
cesaret veriyor ve yapılışta (icraatta uygulamada) düzeltme yapıyor. Bu
geleneğin doğasında öğretici, kendi öğreticisine manevi olarak bağlıdır, o da
kendi öğreticisine. Bu bağ, geriye doğru Rumi’ye kadar ve hatta daha da öteye
gitmektedir.
Bu
ilim geleneğinin ağını, su ihtiyacının karşılanması için döşenmiş olan boru
ağına benzetebiliriz. Bu ağ üzerinden örneğin güven gibi ALLAH’ın vasıfları akmaktadır.
Sonuncusu hayatın suyu olarak adlandırılmaktadır ve kim su tevdi ağına
bağlanmış ise, kendi içinden akıp gitmesini sağlayabilir.
Kendi
tecrübelerimden bununla ilgili olarak, ALLAH’ı bulmak için çok çaba sarf ettiğimi ve
bununla çok az şeye ulaşabildiğimi söyleyebilirim. Bağımsız olmak benim için
çok önemliydi. Bu boru ağına bağlandığımda kişiliğimin gelişmesinde nihai
açılımı gerçekleştirebildim.
Soru:
SEMA’da
akıl nasıl bir rol üstleniyor?
Cevap:
Aklın yolu bir dağ macerasıyla kıyaslanabilir:1- Bu şirketten yana kararımı
veriyorum. 2- Planımı yapıyor, eşyalarımı topluyor ve hazırlanıyorum. 3-
Niyetimi somut düşünceye çeviriyorum. Bu andan itibaren kendi niyetinden
kaynaklanan yeni bir dinamik etkilidir. Yaptığım etkinlikleri akıl ile
açıklayabilir, takviye edebilir, müşahede edebilir ve değerlendirebilirim. Bu
görevleri bana zaten dağın kendisi vermekte, zira o benim dikkat etmek zorunda
olduğum esas gerçekliktir. Bizim doğru yaşamak, karar vermek ve bir harekette
bulunmak için akla ihtiyacımız var. Bilgi eksikliğinden dolayı ALLAH’a
giden yolda çok farklı bir algılama organı olan kalbin gerekli olduğunu kavrayamayız.
Sufi bunu “kalp ile görme” diye adlandırıyor. Bunu alıştığımız ifade tarzında
biraz daha anlaşılır şekilde söyleyecek olursak: Bu yola sezgi ve ilham olmadan
yaklaşamayız. Burada aklın kendisini sınırlandırmaya gerek var, bu olmadan iç
manevi gelişmenin önüne kendiliğinden engel konmuş olur. Bu soruya Rumi şöyle
cevap veriyor: “Bunu ben vermeliyim ki, o alabilsin”.
Soru:
Gürültüye karşı çok hassasım, bu beni alıştırmalarda çok rahatsız eder. Buna
karşı ne yapabilirim?
Cevap:
Genel olarak her türlü rahatsızlıkta geçerli olan şudur ki, şayet insan böyle
şeylerin arkasından giderse bunlar çoğalır. İnsan ona ne kadar dikkat
kesilirse, o kadar çok sayıdaymış gibi algılanır. Rahatsızlıkları bırakınız “aksın”,
bunlar daha fazla dikkatinizi almasın ve kendinizi SEMA yapmaya veriniz. Bu, engel ve
konsantrasyonla ilgili bir eğitimdir. Şayet siz kendinizi buna verecek
olursanız, bu eğitim süreci birkaç günde tamamlanır.
Soru: Haktan alır, halka saçarız. Bizler ne
anlamamız lazım gelir?
Cevap:
Gerçek semazenler, izleyenlere Allah’ı ve Peygamberin zikrini hatırlatır. Ve Salât
ü selam getirirler, Allah’ı zikrederler. Gerçek semazen de Allah’ın vitrini mesabesindedir.
Soru:
Bunu biraz açar mısınız?
Cevap:
Allahüazimüşşanın vitrini olan Semazen, ism-i Celalin nurunu cemal aynasından
insanlara seyrettirir. Nasıl olur deme. Açık bu! Biz neyiz? Allah’ın nuru değil
miyiz? Allah’tan bir parça değil miyiz? Ben Hak’tanım. Hakk’ın Nûru olarak
dünyadaki bedenlerimize girdik.
Nereden
geldik, nereden döndük. Allah’tan Nur olarak geldik, bedene girdik. Dönüşümüzde
ise bedeni bırakıp nur olarak döneceğiz. Haktan geldik, tekrar Hakka döneceğiz.
Demek ki o nur bedene kondu. Elbette onu bedene koyan biz değiliz. İşte ince
nokta burada…
Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve o bedene ruhundan üfledi.
Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?[7]
Ey
Hakikat-i İnsan! Ruhun gıdasını vermezsen ruhunu bedenine hapsetmiş olarak
bırakırsın, varacağın yere ulaşamazsın. Allah’ın Nurunu bedenine aldın.
Varlığını bildin. Bilirsen ne ala, Yaratanı ve yaratılmışı seversin. İşte o
zaman verilen nuru görmüş olursun. Sevdiğin müddetçe de kullanmış olursun.
Yaratanı bilemezsen, yaratılanı sevemezsin. Nurunu da bedene hapsetmiş olursun.
Soru:
Akıl ve mantık semazen için nedir?
Cevap:
Kulun mantığı kaderini çizmeye değil günlük yaşantısını sürdürmeye yarar.
Soru:
Çok Semazen grupları var, organize olarak yola hizmet edebiliyorlar mı?
Cevap:
Şu anda yeterli görünmüyor. Baştaki sorumluların ekserisi “Ben bilirim”
havasında oldukları için, ekserisi folklorik bir düzen içinde gitmeye
çalışıyorlar.
Soru:
Efendim Sizce, bu gidişatta Hz Mevlana misyonunu üstlenecek düstur nedir?
Cevap:
Hay Allah iyiliğini versin, Mukabele-i Şerif’te “Allah’ın sıfatı ile sıfatlanan
canlar” diye duamızı görmüyor musun? İşte böyle sıfatlanırsa o düstura uymuş
oluruz.
Soru:
Herkes bunu idraka müdrik olur mu?
Cevap:
Başta mesuliyete müdrik olanlar bu gidişatın korkulu bir rüya gibi sonu hüsran
ile olacağını hissederek yaşar, idraka müdrik olunursa tez zamanda düzelir.
Işığın nurunu Hz Pîr Mevlana’dan alan canların duasına ihtiyaç var. İnşallah bu
yolda bende-i Evliyaullah ve Salihlarin himmeti üzerimize sayeban olur da
tevhid dairesinde karar kılınır. Allah cümlemizi dünyada ve ahrette rezil rüsva
olmaktan muhafaza buyursun. Âmin…
Soru:
Başarıyı ve başarısızlığı görmek için ne yapmamız lazım ?
Kendiyle
barışık kendini tanıyan iç aynasını kendisine tutarsa başarıyı ve başarısızlığı
görebilir.
Soru:
Artık bu kadar çalışmayla nefsi ve şeytanı kontrol altında tutabilir miyiz?
Cevap:
Kesinlikle güvenme. Nefisle ilgili bir nebze cevap vermeye çalışalım. İnşaallah
bu cevaplar size ışık tutabilir.
cenab-ı hakk’ın isteğine
uydum, nefis ve şeytanın istediklerine muhalefet ettim. Nefsimi hizaya getirip
galip olacağım anda şeytan hemen gazap sıfatı ile nefse yardımcı oldu. Böylece
ikisi bir olup bana galip geldiler. İbadet ve taata önem vermek suretiyle
şeytanı defedip uzaklaştırmak tan geri kalmazdım. Ben böyle yapınca bu sefer
nefis şeytana yardım eder, benim de üzerime bir tembellik gelirdi. İbadeti terk
etmeyi severdim. bu da bana lezzet verirdi. Böylece bunlarla hep savaşıp
durdum. Bazen galip, bazen mağlup oldum. Fakat tamamı ile ellerinden halas
bulup şerlerinden emin olamadım.
Sülük ehlini (cenab-ı hakka
karşı görevini yapmak isteyen kulu) nefis ile şeytan birlikte hareket ederek
saptırmaya çalışırlar.
Kardeşim, allah’a kulluk görevini yerine
getiren derviş ne kadar kahramandır ki sinek kadar cüssesi ile devlerle
kahramanca sülayman gibi cenk eder. Nefis ve şeytan yaramaz onun düşmanlarıdır.
bu ikisinin elinden veliler ve müminler ağlayıp inlemekten kurtulamamışlardır. Çünkü
nefisle şeytanın elinden bir zümre hariç kimse kurtulamamıştır. Ancak fena
makamına ulaşmış olanlar nefsin ve şeytanın şerrinden yakalarını
kurtarabilmişlerdir.
Prof.Dr.
Fuat Yöndemli/ S.Ü Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi
SEMA
çalışmasına ilk başlandığı günlerde baş dönmesi, bulantı, kusma gibi vestibüler
semptomlar herkeste görülebilir. Bu gayet normal, fizyolojik bir hadisedir. Aslında
alışılmışın dışında vestibüler tembihler karşısında baş dönmemesinin olmaması,
anormaldir. Bundan dolayı vestibüler sistemi tahrik etmemek için, SEMA
hareketlerine yavaş, yavaş tedricen başlanır. İlk günler SEMA müddeti sadece iki dakikadır.
Semazenler
bu egzersizler sırasında ortaya çıkan bulantı ve kusmayı, safra atmak olarak
isimlendirirler. Kendileri ile görüştüğüm Semazenlerden aldığım bilgiye göre,
yaklaşık bir haftada safra atma kaybolmakta, yani vestibüler semptomlar
yatışmaktadır.
Çalışmalara
bağlı olarak eğitimin sonunda vestibüler şikâyetlerin kaybolması içindeki
safradan temizlenmek tabiriyle ifade edilmektedir. Derviş namzedinin safradan temizlenmesi
mecazen içindeki kötü, yabancı veya faydasız düşüncelerden arınma manasını da
taşımaktadır.
SEMA’a
başlamak için bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Umumiyetle SEMA çalışmasına ilk veya orta
mektep çağında (7-15) yaşlarında başlanmaktadır.
Semazenler
ayine çıkmasalar bile her gün en az beş dakika SEMA ederler. Her gün yaptıkları bu
çalışmalar sırasında hiç olmazsa 9- 18 çark atarlar. İşte her gün muntazaman
yaptıkları bu çalışmalara bağlı olarak Semazenlerde baş dönmesi hiç
olmamaktadır. Kendileriyle konuştuğum bütün Semazenler, en dalgalı deniz, hava
ve kara yolculuklarında baş dönmesi, bulantı-kusma olmadığını ifade etmişlerdir.
SEMA
sadece bir fiziki faaliyet ve beden eğitimi şekli olarak düşünülse bile
performans üzerine son derece müspet tesir icra ettiği gözlenir. Hacettepe ve
Selçuk üniversitesi tıp fakültelerinde gerçekleştirilen araştırmalarda
Semazenlerde serum lipid, kolesterol ve trigliseridleri normal seviyede
bulundu. Ayrıca hiçbir Semazende hipertansiyon şikâyeti yoktu.
Semazenlik
eğitimindeki meşk (eğitim) müddeti, vestibüler şikâyetlerin ortaya çıkmaması
için her gün tedricen artırılarak, günde bir buçuk – iki saate kadar
yükseltilmektedir. Yarım çarkın 9–18 günde öğrenilmesinden sonra tam çark
atılmaya geçilmektedir. Tam çark atma, ortalama bir ay meşk edilmektedir.
Böylece vasati bir buçuk – 3 ay sonra tennure denen beyaz elbise giyilmektedir.
SEMA
meşki sırasında hızla dönerken eteklerin bir şemsiye gibi açılıp havalanmasına “tennure
açmak” tabiri kullanılır. Tennure giyince aerodinamik bakımdan Semazen, kendini
daha hafiflemiş hissetmekte ve daha kolay dönmeye başlamaktadır. Ancak baş
dönmesi şiddetli olmayıp daha ziyade dizziness’e benzemekte ve egzersize devam
etmekle üç-beş günde kaybolmaktadır.
SEMA
sırasında selam başı denen ve durmak gereken yerlerde musiki temposu
yavaşlayınca Semazenler, bulundukları yerlerde, yüzleri semahaneye dönük halde
dururlar. Dururken kollarını niyaz pozisyonuna getirirler. Gözlerini yukarıya
diktikten sonra, ayaklarını mühürleyip gözlerini kapatarak baş dönmesini
önlerler. Birbirine yakın Semazenler yan yana gelip, omuzlarını birbirine
dayayarak, düşmelerine engel olurlar. Böylece semahanelerde yer yer ikişer,
üçer, dörder kişilik, birbirine dayanmış Semazen kümeleri meydana gelir.
Bu
görüşlerin ışığında Semazenlerin neden baş dönmesi olmadığı şu sonuçlarla
ortaya çıkacaktır.
SEMA
ferdi bir hareket olup, yerçekimi merkezi Semazenin vücudundan geçer. Semazenin
dönüş ekseni ise kafa, kalp ve sol bacağından geçmektedir.
SEMA
sırasında baş hareketlerinden kaçınılmakta ense ve boyun adaleleriyle baş
desteklenmektedir.
Semazen
SEMA
sırasında gözleri yarı açık olarak, ufuk çizgisi yerine geçen sol el
başparmağına bakmaktadır.
SEMA’dan
evvel fazla yemek yenmemekte, ayrıca hazmı zor gıdalardan kaçınılmaktadır.
Hakiki
SEMA
sırasında içten zikir yapılarak zihni uyuşukluğun önüne geçilmektedir. Baş
dönmesine karşı profilaktik (koruyucu) olarak tavsiye edilen adaptasyon ise,
Semazenlerin her gün yaptıkları meşklerle zaten kazanılmaktadır.
Yine
baş dönmesine karşı günümüzde tavsiye edilen çareler, yedi yüz senedir tatbik
edile gelmektedir; günümüzün modern bilgileriyle yedi asırlık bilgiler tam bir
paralellik ve mutabakat halindedir.
Sufiliğin
öğrenme ve öğretme geleneği belirli temeller üzerine kurulmuştur. Buna devamlı
suretle yol gösteren konuşmalar (sohbet) da dâhildir.
Arayış
için yola çıkan iki gencin hikâyesi;
İki
genç, Bilge bir adam veya seyyah dervişle karşılaşırlar, ‘‘Dünyadaki hayat
yolunun menziline nasıl ulaşılır’’ diye yol sorarlar. Bilge adam veya seyyah
derviş;
“Şu
yoldan doğru dümdüz gidin, ilerde yolun ortasında büyük bir çınar ağacı
göreceksiniz. Yol orada ikiye ayrılacak; sağ cihetteki yol adalet üzere giden
yoldur. Yol üzerinde ADALET levhaları görürsünüz, onların altında dinlenirsiniz
ve bir pınar görürsünüz. Ona müteakip güzel bir bahçeye ulaşırsınız ve bu
bahçede envayi çeşit çiçekler ve meyveli ağaçlar görürsünüz, gezerken yolunuz
bir anda ormana çıkar.
İkinci yol sol cihetten sınırsız hürriyet
üzere gider ve yol üzerinde; SINIRSIZ HÜRRİYET levhaları görürsünüz.” dedi.
Gencin
birisi ‘‘Ben sol cihetten yani sınırsız hürriyetten gitmek istiyorum.’’ dedi.
Diğer genç de sağ cihetten yani adalet üzerine giden yolu tercih etti.
Sol cihetten gidenin yolu her türlü meyvesi olan
bir bahçeye çıkar, bahçede gezerken yolu bir anda ormanlığa çıkar ve karşısına
aniden bir aslan dikilir. Dinlenmeden korkudan kaçmaya başlarken önüne bir kuyu
çıkar. Hemen kuyuya girer, duvar taşlarına tutunarak
Yukarıda aslan
beklemektedir. O ise takati kesilmiş halde açlıktan ağzından acı sular
gelmektedir. İncir ağacına bakar, meyvesi olmadığını görür. Bir anda duvardan
bir kapı açılır, ne görsün? Kendisi gibi perişanlık içinde olan insanlar; hiç
mecali kalmamış, bitkin düşmüş, ümitsiz devamlı ölümü istiyorlar, hem maddesi
hem manası bitmiş yakınları da ölse de kurtulsa diye temenni ediyorlar. Gencin
rüyaları da böyle korkuludur.
Sağ cihetteki adalet üzere giden genç yol
üzerinde aşağı doğru giderek büyük bir bahçeye varır. Orada bir pınar görür.
Güzel bir meyveli bahçeye ulaşır bahçede gezerken yolu bir anda ormana çıkar.
Karşısına aniden bir aslan çıkar ve aslanı görünce kaçmaya başlar. O da kuyuya
rastlar kuyuya iner, duvar taşlarına tutunarak
Hemen
Allahuazimüşşan’a tefekkür ederek “Adalet üzere hükmeden sensin Ya Rabbi’’ der.
İncir ağacına bakar ki çeşit çeşit meyveler. Ağacın olduğu yerden bir kapı
açılır. Muazzam bir bahçede meyve ağaçları çeşit çeşittir, güzel giyimli
insanlar sohbet etmektedirler, temiz yüzlü insanlar ya selam, ya selam diye
gelenleri selamlıyorlar ve birbirlerine ikram ediyorlardır. Allah’ı
zikrediyorlar, Salatü Selam getirerek SEMA ederek kendilerinden başka âlemlere
huruc ediyorlardır.
Dua’nın
hikmetiyle ejderhanın açılan ağzı o kapıydı; aslan da o kişi için hizmetkârdı.
İncir ağacı insanı temsil ediyordu, birisi meyveli birisi meyvesizdi. Meyvelisi
kâmil insan, meyvesizi ham insanı temsil ediyordu. Beyaz fare gündüzü, siyah
fare geceyi temsil ediyordu.
Bu
sohbet mükemmel bir yol tarifi yapıyor; çünkü direktif geleneğin içine
yerleşmiş ve bu yolda binlerce insan başarıyla gitmiş ve gidecektir. Bütün bu
arayanların başarısı, hayatın amacının bulunacağına bir kanıttır.
Bu
tür yol gösterici sohbetlerden bir parçayı kitabımızın son bölümünde
bulabilirsiniz. Şayet onun yeterince yardımcı olamayacağını düşünüyorsanız, bu
kitabı okumanıza gerek yoktur. Burada ne söylendiği belki size sonra bir kez
daha hitap edecektir. Sonra her zaman bu konuya dönebilirsiniz.
Muzaffer
Aşkî
Cehennem
korkusuyla cennet arzusuyla ibadet yapmak yaraşmaz. O zaman kötü bir işçi
muamelesi görürüz. Allah’ı peygamberi darıltırız, sevdiklerimizi incitiriz korkusuyla
ibadet yaparız.
SEMAZENLERE
TAVSİYEM
HİKMET VE
SIRLARI
Süfi geleneğinin öğretisi üzerine O mübarek sema yolculuğa
çıkanlara en fazla, sevgi aşk adâb ve erkânı anlatılmalıdır. Âcizane görüşümüz
budur. Allah’ın vitrini olan Semazen adayları sema yolculuğuna nasıl
hazırlanmalıdır? (Maddî-manevî hazırlık) Beraberinde neler götürmelidir?
‘Riyazet’, ‘oruç’, ‘perhiz’,
‘inziva’,
‘halvet’,
‘itikâf
uzlet’, ‘tecerrüt’, zikir, sohbet
ve sabır.
Bu yolun kurucusu olan Hz. Mevlâna beraberinde neler götürmüşse
Semazen de onları götürme gayreti içinde olmalı. Semazen de ism-i Celâl nurunu
Cemâl aynasından insanlığa seyrettirme gayretinde olmalı.
Müstakim olan Mevlevilik yolunda nasıl davranmalıdır?
Arkadaşlarını nasıl seçmeli ve onlarla nasıl diyalog kurmalıdır? Dergâhta,
tekkede, zaviyede ve mescitte ilim, tevazu ve tefekkür üzerine ehl-i şükür,
ehl-i zikir, ehl-i sabır olarak adımlarını atmalı ve vaktini nasıl değerlendirmelidir?
İbadetlerini yaparken nelere dikkat etmelidir? Vecdin ve semanın
hikmetine uygun olarak neler yapabilir? İbadet yerlerinde neler düşünmeli,
neler hayal etmelidir? Sevgi, saygı, sema ve vecd hali vazifesini tamamladıktan sonra nasıl davranmalıdır? Semayı
öğrendikten sonra yaşayışında ne gibi değişiklikler olacaktır?
Vecd ve sema, tek kelimeyle
müthiş bir ibadet. Müthişliği, zarfında değil mazrufunda, yani taşıdığı ruh ve
barındırdığı potansiyelde saklı. Eğer sema ibadeti kaybettiği ruhuna yeniden
kavuşursa, içerisinde taşıdığı potansiyel kendisini açığa vuracak, bu insanlık
için bir “ba’su ba’del-mevt”
(yeniden diriliş) muştusu olacaktır.
SEMA,
enbiyadan miras olarak kalmıştır. SEMA bir raks değildir, öyle bir haldir ki insan o
halde kendi varlığından geçer; elini, ayağını ve aklını kaybeder, tamamiyle
mahvolur, işte “nübüvvet” de budur. ALLAH Kur’anda: “Onun Rabbi dağa tecelli ettiği
vakit, onu parça parça etti ve Musa da bihuş olarak yere yuvarlandı[8].”
buyurmuştur.
“SEMA’ın ne olduğunu biliyor musun? SEMA ALLAH’ın; “Ben sizin rabbiniz değil miyim?”[9] Sorusuna
ruhların; “Evet; rabbimizsin!” deyişlerinin sesini duymak, kendinden geçmek,
rabbine kavuşmaktır!”
“Hiçbir insan yoktur ki, Allah
onunla konuşmamış olsun. Ancak vahy ile yahut perde arkasından yahut bir peygamber
gönderip de kendi izni ile dilediğini vahyetmesi sureti ile olur. Çünkü O çok
yücedir, hikmet sahibidir.”[10]
Nasıl ki Kuran’ın diliyle hac ibadeti, “Allah’ın sembolleri”
Şeairillahi’nden oluşan bir ibadettir. Herkes bilir ki, her sembolün sembolize
ettiği bir hakikat vardır. Taşıdığı hakikatleri bir yana itip sembollere
sarılmak, önce insanı öldürüp sonra cesedine sarılmaya benzer. İşte sema ibadetini müthiş
kılan ruh ve potansiyelden kastımız da budur.
Bu mütevazı risalenin sayfaları arasında ilerlerken yüreği
bedeninden önce harekete geçip; aşk, özgürlük ve güvenlik beldesine doğru kanat
çırpan ruhlarla sözleşmeniz şimdiden mübarek olsun.
İnsanın, insanlığın ve doğanın tabiatını bozan modern cinnete
karşı, iman merkezli yeni bir medeniyet inşası zorunludur. Bu zorunluluk sadece
Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için değil insanlığın ve hatta doğanın ve ekosistemin
selameti için de geçerlidir.
İnsan yüzlü bir medeniyetin yeniden inşası için yeni bir toplumun
inşası şarttır. İnşa edilecek bu yeni toplumun görevi yeryüzünde tevhid ve
adaleti yeniden ikame etmek olacaktır. Bu kıratta bir toplumun en büyük vasfı
kendi dışındaki dünya toplumlarına “analık” yapabilecek liyakatte olmasıdır.
İşte bu topluma Kur’an “ümmet” adını vermektedir. Ümmet, yani kelime anlamıyla “anne
toplum”; insanlığa ana gibi yar olan; onları şefkat ve merhametle kucaklayıp
saadete çağıran; bir mutluluk saikası gibi yürek insanlığa huzur taşıyan;
onlara özgürlüğün ve adaletin gerçek kapısını gösteren; kula kulluğu yok edip,
Allah’a kulluğa çağıran; insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam
ile mahlûkatın şeref listesinde ilk sırayı alan insanı buluşturan toplum.
Yeni bir toplumun inşası için yeni bir insanın inşası
kaçınılmazdır. Sema icra edilmekle yeni bir insan; Allah’a, kendisine, topluma
ve eşyaya karşı sorumluluğunun bilincine ulaşmış, kendisiyle kavgalı değil
barışık olan, dahası kendisiyle ve Rabbiyle tanışık olan bir insan. Beşer olmaktan
kurtulup insan olma şerefine ermiş, kendi saadetini üyesi bulunduğu insanlık
ailesinin saadetinde gören, kendisine karşı yabancılaşmayan, dolayısıyla
hakikate karşı da yabancılaşmamış olan, kendi gerçek yüzünü yürek aynasında
seyretmekten kaçınmayacak kadar gerçekçi, sema ile bütünleşen ism-i Celâl
nurunu Cemâl aynasından seyrettiren bir sema .
Bilmekle yetinmeyip tanıma
düzeyine erişen, hissetmekle yetinmeyip şuura eren, bakmakla yetinmeyip gören,
işitmekle yetinmeyip kavrayan, soyut bir inançla yetinmeyip inancını hayata
dönüştüren, şirkten uzak durmakla yetinmeyip İbrahim gibi put kıran, tevbe
etmekle yetinmeyip Âdem gibi cennetini arayan, şeytana uymamakla yetinmeyip
Hacer gibi şeytanı taşlayan, kurban olmayı kabullenmekle yetinmeyip İsmail
gibi kurban edeni teşvik eden bir insan...
Özgürlük ve güvenliğini imanla garanti altına almış, kimlik ve
kişiliğini bedel ödeyerek bulmuş, izzet ve şerefi vazgeçilmeyecek değerler
arasında bilmiş, ham iken olmuş, aşkı, semayı ve zikri kendine vird etmiş bir
insan…
Yeni bir insanın inşası yeni bir bilinç inşasıyla mümkündür.
Bilinç yani eskimez ifadesiyle şuur:
Modern bireyin alt-üst olmuş değer yargısını yeniden asli konumuna
döndüren bir şuur. Kendi kendisinin farkında olan ve hemen fark edilen bir
şuur. Sahibini sürüden biri olmaktan çıkarıp şahsiyet kılan bir şuur...
Düşünelim bir; Deve de Mekke’ye gelir, devenin üzerindeki insan da. Deve ile
gider Arafat’a, Meş’ari’l-Haram’a,
Mina’ya, mazereti varsa eğer deve ile tavaf ve sa’y yapabilir. Siz
devenin yerine “arabayı” koyabilirsiniz, bir şey fark etmez. Ancak deve ya da
araba hacı olmaz, insan hacı olur. İkisi arasındaki fark şuurdur. Deve niçin
geldiğinin bilincinde değilken insan niçin geldiğinin bilincindedir, işte bu
nedenle bilinç, bir davranışı ibadete dönüştüren yegâne iksirdir. Dervişin de
semayı niçin yaptığını bilmesi gerekir.
“De ki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri
bunları hakkıyla düşünürler”[11]
Niçin gereklidir yeni bir bilinç inşası? Çünkü her biri bireysel
ve toplumsal hastalıklarımıza ve sorunlarımıza merhem ve çözüm olan ibadetlerin
yeniden kazanılması, ancak yeni bir bilinç ile mümkündür.
“İbadetlerin yeniden kazanılmasından” söz ettim. Evet, çünkü ibadetleri
kaybettik. Namazı kaybettik, orucu kaybettik, zekâtı kaybettik, haccı kaybettik,
bayramı kaybettik, kurbanı kaybettik, vecdi ve semanın ruhunu kaybettik. Namaz
kıldık, oruç tuttuk, ama ruhunu kaybettik. Hz. Peygamberin diliyle “yanımıza
sadece yorgunluğumuz ve açlığımız” kaldı. Oysaki bütün ibadetler, ferdî ve
içtimaî birçok derde derman olma vasfını taşıyordu. Örnek olarak, Kuran’a göre
“Namaz insanı
kötülüklerden ve aşırılıklardan alıkoyardı” [12]
“Oruç
“İnsanda Allah’a karşı sorumluluk bilinci uyandırırdı” [13]
“Zekât “İnsanı ve toplumu arındırır ve temizlerdi”, “Hac İnsana
ayakta durmayı, kıyamı, direnişi, başkaldırıyı öğretirdi” [14]
Sufi geleneğine göre sevgi, saygı, aşk, sema kulu Allah’a
yaklaştırır, miraca yükseltirdi.
Bütün bunlar suç, günah, anarşi, haksızlık, zulüm, saldırganlık,
tahakküm, zillet, meskenet, tembellik, cehalet, mutsuzluk, birbirine
tahammülsüzlük, umutsuzluk ve daha birçok illetin dermanıydı.
Kaybolan her bir ibadet saadeti bizden biraz daha uzaklaştırıyor,
bizi felakete biraz daha yaklaştırıyordu. Ruhunu ve şuurunu yitirdiğimiz
ibadetleri bir cenaze gibi sırtımızda taşıyor, onlara bir an evvel defnedilmesi
gereken bir ölü muamelesi yapıyorduk. Oysaki her ibadet bizi ebedi mutluluğa
taşıyan bir “Burak” olmalı değil miydi? İbadetle uçmaz mıydık uçmağa, Sema
miracımız değil miydi? Ruhunu yitirdiğimiz ibadetler bizi cennete değil,
ardında bıraktıkları doldurulmaz boşluğun uçurumuna uçurdular.
Her ibadeti insanın Allah’a yolladığı bir mektuba benzetebiliriz.
Şuursuz ve ruhsuz ibadetlerimiz içi boş mektuba döndüler. Zarf vardı, hatta pek
albenili cicili biciliydi, ama mazruf yoktu. Oysaki zarf kıymetini içinde taşıdığı
mesajdan alırdı. İçerisinde mektup bulunmayan bir zarf sadece “boş bir zarf”
değil, kimi durumlarda gönderilene karşı bir hakaret anlamı da
taşırdı. Yani, içerisi boş olarak gönderilen bir
zarfın taşıdığı bir mesaj varsa da, bu olumsuz, sahibini mahcup eden bir mesaj
idi.
İşte içerisinde şuur bulunmayan bir ibadet de, içi boş bir zarfı
andırıyordu. Elbette sonuçta mesaj yerine ulaşmadı, ibadetten beklenen netice
istihsal edilemedi. Ve bütün bunların sonucunda ibadetler yitirildi.
Namazı yeniden kazanmak, orucu, zekâtı yeniden kazanmak,
özellikle vecdi semayı yeniden kazanmak gerek. Onları koklamak, tatmak, hissetmek, duymak,
giymek ve yaşamak gerek, işte o zaman şu Hz.
Peygamber sözünün anlamını belki
kavrayabiliriz:
“Sizin
Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Birincisi gözümün nuru namaz...” [15]
Peki, kıble bilinci olmadan namaz bilinci nasıl mümkün olabilir?
Elbette olamazdı. Kıble, yani coğrafya bilincini en güzel uyandıran şey hac
ibadetidir.
İbadetler içerisinde haccı; peygamberler içerisinde Hz. Muhammed’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve semavi mesajlar içerisinde Kuran’a benzetebiliriz. Nasıl ki
Hz. Peygamber her peygamberin en güçlü özelliklerini kendinde birleştiren bir
şahsiyet, Kur’an da tüm kutsal kitapların özünü bünyesinde barındıran bir
kitapsa, hac da tüm ibadetleri bünyesinde birleştiren bir özge ibadettir.
Sema ve vecd, tıpkı namaz gibi
belli zamanlarda ve belli mekânlarda yapılan vecdin aşkın zaman şuurunu ve
mekân şuurunu kazandırır.
Hac, hem namaz ve oruç gibi bedenî, hem zekât gibi malî, hem cuma
ve cihad gibi sosyal ve siyasi bir ibadettir. Bu üç boyutu böylesine vurgulu
bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadet hac ibadetidir. Bu nedenledir ki
Hz. Peygamberin dilinden diğer hiç bir ibadet için verilmeyen müjdeler hac
için verilmiştir. Ne ki bir tek şartla: Makbul olması, mebrur olması, yani
kabul görmüş olması” şartıyla. Hz.
Peygamber buyurur: “Allah katında mebrur (kabul olmuş) haccın karşılığı kesinlikle
cennettir.” [16]
Hac ibadetinde olduğu gibi aşk vecd ve semanın makbul olanı ve
olmayanı vardır. Makbul olmayan sema sıkıntılı bir turistik seyahatten başka
bir şey değildir. Bu durumda Sema yapılmaması daha hayırlıdır. Kabul görmüş bir
sema ise diğer tüm ibadetleri dirilten bir hayat iksiridir. Herkesi temin
ederim ki, aşk, vecd, sema ve zikrin diriltici gücü namazı, orucu, zekâtı, cihadı, daveti, feraseti,
basireti, fıtratı ve şahsiyeti yeniden diriltecektir. Bu anlayışta vecd ve sema
hali, adeta topyekûn bir “ba’s-u ba’de’l-mevt” (yeniden diriliş)
hareketidir, ibadetlerin tümünü diriltmenin ve yeniden kazanmanın en kısa ve
kesin yolu vecdi ve semayı diriltmekten geçmektedir. Semayı ve vecdi dirilten
bir fert, şahsiyetini diriltmiş olacaktır. Sevgi, adap aşkı ve vecdi dirilten
bir ümmet ise kaybettiği onur ve kişiliğine yeniden kavuşacaktır.
Tevhidi, Eğitim merkezleri olmasına rağmen okullarda bulup
göremiyorsun. Sonra gündeme gelse bile ilahi bilgilerin ve rahmani ariflerin
toplantılarında gündeme geliyor. O da halktan kopuk, Allah’ın varlığından ve
ispat biçiminden söz konusu oluyor.
Okullardaki
eğitim seni bu sevdadan da mahrum bırakmıştır. Rabbim sana tabiatın atmaca gözü
gibi keskin görüşlü göz vermiştir. Ama zihniyet köleliği bu bakışı yarasa hissi
yapmış. Okulun senin gözünden sakladığı sırları dağ ve orman vadilerinde ortaya
çıkarmıştır.
Sufilik öğretisi üzerine tevhid ve adalet yolundasın. Sen şimdi
burada uzun bir yola çıkmaya hüküm giymiş müebbet muhaciri Âdem’in rolünü,
İbrahim’in rolünü, Hacer’in rolünü oynamak, hicreti üç boyutlu yaşamak için önce
terk etmeyi öğreneceksin. Çünkü terk etmeden bulamayacağını aklından
çıkarmayacaksın. “Gurbet”in olmadığı yerde “vuslat”tan söz edilemeyeceğini Sema’nın
çile ile bütünleştiğini bileceksin. Nasıl namaza dururken tekbir için
kaldırdığın ellerinle tüm dünyanı, sahibi olduğun her şeyi kaldırıp ardına
atıyorsan, “kutlu sefere” çıkarken de aynen öyle yapacaksın; ancak önce niyet
etmelisin.
Niyet,
yani “kasıt, kararı neyi niçin yapacağını bilmek”. Neyi niçin yapacağını
bilmeyenlerin nasıl yaptığının
hiçbir önemi yoktur. Bir ibadete anlam katan, onun bilinçli olarak
yapılmasıdır; aşk vecd ve semanın ibadeti de ibadet yapan niyettir.
“De ki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri
bunları hakkıyla düşünürler”[17]
Dil ile söylemenin bir önemi yok. Dil ile söylemek sadece dilin
niyetidir. Aklın niyeti bilinç, kalbin niyeti marifet, bedenin niyeti ameldir.
Kalbi işe katmadan, aklı işe katmadan yapılacak bir niyet niyet olmayacak,
papağancasına bir tekrar olacaktır.
Niyet, bir bilinçlilik halidir. Niyet, ibadeti adetten ayıran
şeydir.
Maksadınızı biliyorsanız yola çıkabilirsiniz. “Neden ve niçin?”
sorularına cevabınızı meşru bir biçimde verdinizse, problem yok.
Hicret yolcususunuz. Kalp kabesinde Semaya çıkıyorsunuz. Kendi
Mekke’nizi fetih için medeniyetinizin kıblesine yürüyorsanız, kendi kişisel
menkıbenizi yaşamak için yola çıkacaksınız. Menkıbenizi, Hz. İbrahim’in ölümsüz
menkıbesiyle tevhid etmek için yola çıkacaksınız. Âdem olarak adam olmaya
yürüyorsunuz. Her gün yöneldiğiniz kıblenizle sözleşme yenilemeye, gıyabi
tanışıklığı vicahiye çevirmeye yürüyorsunuz. Düşünün bir, Hacer de sizin gibi
muhacir değil miydi? Onun için bu adı almamış mıydı? O da kaderine,
sevdalandığı ve sevinçlere değişmediği kederine yürümemiş miydi?
Gurbet nedir, sıla ne? Vatan nedir, başkent ne? Mekke nedir,
Medine ne? Yeniden düşünerek yürüyeceksin. Yüreğindeki çarpık vatan
anlayışını, doğrusuyla değiştirmek için yürüyeceksin.
Yürümekle
varılmadığını, lakin varmak için mutlaka yürümek gerektiğini akıldan çıkarmadan
yürüyeceksin.
Zaman
o sevgiliden haber getirir. Sen yolcusun şu anda, niyet Allah’a istikbal,
Kıblen olan Kâbe’ye yürümen, sema ile Mirac’a yükselmendir.
Meleklerin
Allah’a arzı: “neden insan kâmil akıldan yoksun? Akıl hala dizginsiz, aşk hala
yersiz yurtsuz. Ey Allah’ım en güzel yarattığın bu insan hala kemalsiz.”
Yeryüzündeki
insanlar birbirinden ayrılmışlar. Dindarı, rindi, zengini, fakiri birbirinden
ayrılmış. Bunlar zaman dumanında boğulmakta. Ezelden beri zengin servet sarhoşu,
fakir de sefalet çekmekte. Zavallı
yoksullar hala sefalet çekerken başıboş bırakılmış, zenginler ise hala devamlı
eğlencedeler.
Âlim,
dindar, sanatkâr hepsi nefsin esiri. Sevgi olsaydı insan zorlukları yenerdi.
Hayatın cevheri aşk, aşkın cevheri teslimiyet, tevazu ne yazıkki keskin kılınç
kında beklemektedir.
Allah’ın
meleklerine emri : “Kalkın! Dünyanın yoksullarını uyandırın. Beytullah’a
yönlendirin, hem Dünya’nın hem de Ahiret’in zengini olsunlar. Halkın kendi kaderine
hükmetme zamanı. Eskiye ait ne varsa hepsini silin. Çiftçiye rızkını vermeyen
ne kadar üzüm asması var ise hepsini yıkın. Yaratan ile kulun arasına girip
perde geren kim. Bu zorbaların tümünü kiliseden sürün. Günah çıkarıp, Hakka
tapıyorlar güya, rağbet putlara asıl.
Batı
medeniyeti, dünyayı sarhoşların, ayyaşların, şehvet düşkünlerinin oyun alanına
çevirdiler. Topraktan benim için yeni bir Beyt-i Harem yapın.
Ey
İnsanlar! Allahüazimüşşan günah çıkarma işini insanlardan alıp mekânlara
vermiştir. Mevsiminde Hac’ca gelip Arafat’a çıkan insanların kul hakkı hariç
anasından doğduğu gibi günahsız ve tertemiz olacağını vaat ediyor. Sen de
Arafat’ta tövbeni yap, biatını yenile sözleşmeni imzala.
Şartlara
teslim olmayın, Hazreti Hacer gibi şartları teslim alın. Dünyanın da ahiretin
de zengini olun.
Allah’ın
Beyt’ine yürüyün, kongre mevsiminde Hac’ca gelin semaya girerek Beytullahı
tavaf edin, Dünya’yı İnsan için İslam medeniyeti yaşam alanına çevirin.
Ey
sufi: Çık şu karanlık köşeden, yaratılış bütün malını pazara sürdü. Perdesiz
tecelliler, yıldızlar, ay, güneş bir bak hepsi ona yönelmiş ayan beyan sema
halinde. Bir bakışta hepsi bunların satın alınabilir, senden beklenen yalnızca
Halik’ına bir hamd’dir. Her âlemde yüksek bir yaşam coşkusu var.
Ey
hakikat-i İnsan ceylan gönlün yüksek tepelerde, çöllerde, sahralarda, dağlarda,
denizlerde, göllerde, vadilerde ürkek, ürkek dolaşır. Ne bizimledir hayat, ne
bizdendir hayat. Bilmem nerden geliyor her zerrede bir hayat. Sema öyle bir
sevda ki akla bahane arama.
“Bu dünyada bir garip yolcu gibi ol.” diyene kulak verecek,
mahşeri dünyada yaşamak için yürüyeceksin. Yükün Hacer’in yükünü geçmeyecek.
Tüm dünyalığını sırtında taşıyacaksın. Azık getirmeyeceksin; korkma, kuşlar
kadar mütevekkil olursan, kuşlar gibi rızkının ağzına konulacağını bileceksin.
Ve unutma ki arslan nereye giderse avı da oraya gelir.
Yüreğinin tüm ağırlıklarını boşaltacaksın. Çünkü bir davete
icabet için yola çıktın. Seni davet eden, senden selim
bir yürek istiyor. Seni
davet edeni konuk edeceğin tek yerindir yüreğin, orayı konuğuna
hazırlamalısın.
Yüreğin Kâbe’ndir senin, Yüreğinle sema ederek, Kâbe’ni putlardan
arındırarak İbrahim’in rolüne soyunacaksın. Unutma ki, dünya ve dünyalıklar bir
okyanus, yürekse bir gemi. Eğer su geminin içerisine girerse gemi batacaktır.
Batmamak için yüreğini tahkim etmeli, su almaz hale getirmelisin.
Emanetleri emanet etmeyi öğreneceksin. Allah’ın sana emanet
ettiklerini, senin Allah’a emanet etmekten kaçınman ne büyük talihsizlik.
Çocuğunu, işini, eşini, aşını, yoldaşını, savaşını Allah’a emanet edeceksin.
Unutma, O emanete ihanet etmez. Sen ihanet etsen de O etmez. Çıkacağın mahşer
provasında O’ndan başka emanetçi aramayacaksın. Çünkü sen zaten O’na aitsin, O’ndan
geldin ve yine O’na döneceksin. Unutma ki vecd ve sema, işte bu dönüşü dünyada
yaşamaktır.
Tıpkı kalbin gibi zihninin ağırlıklarını da bırakmalısın. Yük
etmemelisin bu aşk vecd ve sema yolculuğunda. Gereksiz yük, yolcunun yürüyüşünü
ağırlaştırır.
Yol boyunca her adımda tortularını atarak ilerlemelisin, tıpkı
terleyerek toksinlerini atan bir beden gibi. Yürek teri, alın teri, zihin teri
dökmelisin. Yüreğin yanmalı, gözyaşı
dökmelisin.
Hamsın yanmalısın, pişmelisin, olmalısın. Oluş sırrına ermek,
marifetin zirvesidir.
Sema, müminlerin kendi
aralarında yaptıkları vecd, sema ve zikir nefisle yapılan savaştır. Onlar sema yapmakla nefisle cihat
etmiş gibi sevab alırlar.
Sema, fakirliği giderir;
bolluğa, berekete vesile olur.
Sema, günah kirlerini
yok eder.
Aşk vecd sema, zikir ve devranın
ehemmiyetine ve faziletine dair pek çok hadis-i şerif vardır.
Osmanlı
İmparatorluğu Pireneler’den Hint Okyanusu’na, Kazan’dan Somali’ye, Puvatya’dan
Çin Seddi’ne kadar çok geniş bir dairede akıllara durgunluk verecek şekilde
mükemmellerden mükemmel bir idareye muvaffak olmuş ve cihanın en karanlık
çağları yaşadığı bir dönemde idare hudutları içinde ve vesayetleri altında
bulunan milletlere, adeta hayallerde resmedilen sistemleri yaşatmış ve dünyayı
cennetin bir köşesi haline getirmişlerdi. Bu hizmeti sunarken Mevlevîler de
elçi vazifesi görmüşlerdir. Semazen can, senin de mensubu olduğun kuruluşun bir
üyesi olarak bazı bilgilere sahip olman lazım.
Sufi geleneğine göre şeb-i arus mevsimi boyunca, bütün İslâm
ülkeleri idarecileri, askerî sahadaki üst seviyede kurmayları, tüccarları,
sanayicileri, hariciyecileri, gazetecileri, yazarları, ilim adamları, şairler
kendi branşlarında kongreler tertipleyip istişarelerde bulunabilirler. Ticari,
sınaî ürünler sergilenebilir. Harp teknolojisine dair ürünler sergilenip
tanıtılabilir. Dolayısı ile o mübarek beldeye gelenler, hem aşk, vecd ve sema ile vazifelerini
îfa etmiş, hem de Hz. Mevlana’nın maddi ve manevi bereketinden faydalanarak hikmetine
uygun olarak görüşüp tanışmış, işbirliği için mühim adımlar atmış olurlar.
İşte şimdi şeb-i arus bütün dünya insanları için her yıl
mevsiminde önemli bir davettir. Konya’nın kaderine talip olan siyasiler, vali,
belediye başkanı muhtarlar, meşayih, dervişan, semazenler bunları düşünmelidir.
Ve olması gereken böylesine kongrelerin, şûraların bir an evvel gerçekleşmesi
için dua etmelidir. Konya’nın cömert halkı misafirperverliğiyle gönül öperek
buna layıktır.
İngiliz
doğu bilimci ve Mevlana araştırmacısı Prof. Dr. Arthur J. Arberry’nin “Mevlana,
sekiz yüzyıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde
Avrupa’yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” tespitini yapması da
dünya insanları açısından Mevlana’nın fikirlerinin önemini vurgulamaktadır.
Arberry batı dünyadaki yazarların eserlerin
ekserisinde başta Mesnevi-i Şerif olmak üzere Hz. Mevlana’nın eserlerinden,
şiirlerinden alıntılar olduğunu ifade etmiştir. Onun için burada Dünya Kitap
Fuarının açılması uygundur.
Hamdım,
Piştim
Yandım...!
Rumi
[1] Sehavi, Makasıd: s. 327, Acluni, Keşful- Hafa:2/ 173
[2] İbadetler ve Sembol, Kabede Sembol, Şark Yay. 1966
[3] Sure 2/156
[4] 1- (bkz. Müslim: kader 17, İbn Mace: Dua:2)
[5] Keşfül hafa 1.138
[6] Ebu Nuaym Hilye’de
[7] Secde Suresi Ayet 9
[8] Araf Suresi Ayet: 143
[9] Araf Suresi Ayet: 172
[10] Şura Suresi Ayet: 51
[11] Zümer Sûresi Ayet: 9
[12] Ankebut Suresi, Ayet 45
[13] Bakara Suresi, Ayet 183
[14] Maide Suresi, Ayet 97
[15] A. b. Hanbel 3/128, nu. 12315;Nesaî,5911
[16] Buhari, nu. 1683. Ay. Müslim, Ebu Davud, Tirmizi vd.
[17] Zümer Sûresi Ayet: 9
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar