Print Friendly and PDF

SEMA OKULU...Yakup Baba (Koyuncu) 7


 

MELEKLERİN, PEYGAMBERLERİN,  SUFİLERİN HAYATTAKİ DENGE SANATI  SEMA HZ.MEVLANA’NIN  KURMUŞ OLDUĞU DEVAM EDEN   SEMA OKULU İRŞAD-ÜS SEMA ADAB VE ERKÂNI HİKMET VE SIRLARI  

DEVAM EDEN  SEMA OKULU

Hazırlayan: Yakup Baba (Koyuncu)

YEDİNCİ BÖLÜM

1—MELEKLERİN PEYGAMBERLERİN SUFİLERİN HAYATTA DENGE SANATI SEMA

2—SEMA – YAŞAYAN BİR OKUL

        Hayata Kanat Açmak

        Merkezde Olmak Hareket Noktasını Belirlemek

3—SEMAYA DAVET HİKMET VE SIRLARI

          Sema Çalışması Hikmet Ve Sırları

4—SEMANIN VE BİSİKLET SÜRMENİN ORTAK TARAFLARI

        İlk Adım

5—İMANDA KÖK SALMAK

        Nerede Olursa Orada Kök Sal

        Sema’nın Şartlarını Tanımak Önemlidir 

6—ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI: SEMA

7—SEMA İÇİN REHBER

        SEMA Öğrenmek İstiyor Musunuz?

        Semayla İlgili Temel Alıştırma

        Sema’nın Temel Pozisyonu:

        Çeyrek Çark

        Yarım Çark Tam Çark sema

        İdrak Etmenin Yolu Bazı Sufi İlkelerinin Özeti:

        Sema’da Ahenk Oluşuncaya Kadar Çalışmak

        Hazırlık İçerisinde Hazırlık

        Yukarıya Doğru Açılış

       

          Sufilikte Manevi Büyümenin Prensipleri

          Açılmanın Eğitimi

          Ahenk Ne Zaman Meydana Gelir Sema Ne Anlama Geliyor?

          Sema’ya Hazırlık

          Temel Pozisyon Ve Kapanma (Mühürlenme)

          Kolların Açılması Ve Ellerin Duruşu

          Ahenk Oluşuncaya Kadar Sema Yapmak

          Temel Güçlerin Sema Öğrenme Sürecinde Eğitilmesi

          Nefes, İdrak Ve Kalp

8—HAYATINLA, YAŞANTINLA SEMAYI BİRLEŞTİR MEK

          Sema’ya Destur Alma

İMANDA İSLAMDA SEMA’DA REHBER

Kim halis niyetle ararsa, aradığına nail olur. Bu basit hikâye bizim üzerimizde güçlü bir etki bıraktı ve içten içe bir yankıya neden oldu. Güneşin arkasındaki ışığı gösterecek bir rehber aramaya koyulduk.

Biz daha önce sufilikle ilgilendiğimizden, bu tür anlatımlar bizim için yeni değildi. Hikâyenin gerçek muhteviyatını anlamak için yerinde bir incelemede bulunup bulunmama konusunu düşündük. Nihayet tereddütlü olsa da SEMA’nın kaynağını bulmak için Konya’ya gitmeye karar verdik. İki aile ve beş kişi olarak yola çıktık. Almanya’dan Fransa’ya, Oradan Hollanda, Belçika, Avustralya, İtalya ve sonra Türkiye’ye geldik. Kamping arabamızla yola çıkarken şehirle ilgili sanki hiçbir bilgiye sahip değildik, ayrıca ne yanımızda bir dervişin adresi, ne de burada herhangi başka bir irtibat kuracağımız kişinin adı vardı. Sadece iki tane müphem tavsiye almıştık: İlki İstanbul’da bulunan bir tanıdığın muhtemelen bir dervişi tanıması; ikincisi ise, Konya’da Mevlâna Rumi müzesi yakınındaki bir kitapçının bulunması ve buradan sorulacak olmasıydı. Yani, atasözünde ifadesini bulan, ağ ve çift zeminden mahrum bir şekilde yolculuğa başlamıştık. İstanbul’a geldiğimizde ani bir kararla buradaki tanıdıkla buluşmaktan vazgeçtik.

Halis niyetle arayan, aradığını bulur düsturuyla yola çıkmıştık. Dün çarpan kalplerimizle Konya’ya ulaşmış, burada nelerle karşılaşabileceğimizi kendi kendimize sormuştuk. Ve bugün sabahleyin her şey bambaşkaydı.

Bugün yıllar sonra -değişik gelse de- bu düsturun bir hakikat olduğunu yaşayarak öğrendik. Bu, gerçekten de olaylarla doğrulandı. Zira biz bir derviş bulmuştuk.

Bu şöyle oldu: Bizim Konya’daki ilk durağımız Mevlâna Rumi müzesi ve Rumi’nin türbesi idi. Bununla birlikte bizim ‘resmi programımız’ da bitmişti. Biz ise, bir dervişi nasıl bulacağımızı düşünüyorduk. Çaresizdik! Kendi kendimize verdiğimiz görev, şu samanlıkta toplu iğne bulma meselesine benziyordu. Garip ve oryantal tarzdaki Konya şehrinde edindiğimiz izlenimlerden kendimizden geçmiş gibiydik. Görevimizi yerine getirmemiz zorlaşmış görünüyordu. Tek aklımıza gelen, daha önce bahsettiğimiz kitapçı idi. Burada bir dervişi sormaya niyetlenmiştik. Ve yola koyulduk.

Kısaca anlatacak olursak: Kitapçıyı bulamadık, ancak 15 dakika geçmemişti ki, kendiliğinden ‘belki ben bir dervişim!’ diyen birisine rastladık. Günün arta kalan kısmını bu kişiyle birlikte geçirdik. Birlikte çay içtik ve yeni tanıdığımızla tesadüf eseri karşılaşmamızı bir şablona oturtmaya ve birbiri ardına gelen çoğu soruya cevap bulmaya çalışıyorduk. Her şeyi hesaba katmıştık da, bir şeyi unutmuştuk! Önümüzdeki günler aydınlığa çıkarılmayı bekleyen cevaplanmayan sorular, karşılaşmalar, yapılanlar ve ‘dur, acele etme!’ çağrısıyla doluydu. Bu soruların karşılığını İstanbul’da Sahaflar Şeyhi Muzaffer Aşkî Hazretlerinin cevaplandırabileceğini söylemişti karşılaştığımız derviş. Kabul edildiğimizi yavaş yavaş anlıyorduk artık.

Bu tavsiye sonucu İstanbul’a geldik. Sahaflar çarşısındaki kütüphanesinde Muzaffer Aşki Hazretlerini bulduk. Kendileri bizi çok hoş karşıladı. Kendilerine sorularımız olduğunu söyledik. Sorularımızı sormamız söyleyince Sufi olmak istediğimizi söyledik.  Kendileri:

— Kolay! Olabilirsiniz. Siz bir şey istiyorsunuz kul olarak, bizi yedirip, içirip, gezdiren ve yaşatan, değişik okyanuslardan getirip buluşturan ALLAH’a Hamdü Senalar olsun. Kulları üzerinde hakkı olan Allahuazimüşşan’da biz kullarından bir şeyler istiyor, biliyor musunuz? Dedi ve ekledi. O’nun istediği sizin iman etmenizdir.

Bunun üzerine: Peki nasıl olacak diye sorduk.

— Gayet kolay. ALLAH’ın Peygamberlerine ve onlara gönderdiklerine inanmak iman etmektir. Bunu yaşamaya ise İslam denir. Bunu lisan ile söyler kalben tasdik ederseniz inşallah bu yol size açılır. Deyince, biz de:

— Başka bir şeye gerek yok mu? Diye sorduk. Bunun üzerine:

— Hayır, hayır bu kadar. Dediler. Bunun üzerine biz orada:

— Aşki hazretleri biz iman ediyoruz hemen talim edelim. Diyerek talip olduk. İmanın altı şartı;

(Amentü billahi ve melaiketihi ve kütübihi verusulihi vel yevmilahiri vebilkaderi hayrihi ve şerrihi minallahiTeâlâ velba’sü badel mevt. Hakkun Eşhedüenlailahe illalah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve rasulühü)

İslamın beş şartı;

(Kelime-i şahadet, Namaz, Oruç, Zekât, Hac) talim buyruldu.

Muzaffer Aşki hazretleri de orada talim ettiler. Yanımızdaki defterler, notlar, aklımızdaki bütün sorular iki cümle ile cevabını bulmuştu. Hayretler içerisinde kalmıştık. Bunun üzerine SEMA öğrenmek istiyoruz dedik. Bize Rehberlik eden Muzaffer Aşki Hazretleri:

—Cerrahi Kültür Vakfında Hz. Mevlana’nın adına devam eden SEMA Okulu var sizi oraya göndereyim. Gidin orada görün isterseniz size orada Semayı, Hz. Mevlana’nın öğretisi üzerine öğretirler.  İbrahim Bey dedi. Bu arkadaşları götür Yakup Efendiye teslim et. Buyurdu.

Bizden Rumi’nin eserlerini incelememiz ve onun hayatıyla ilgilenmemiz istendi. Rumi’nin şiirlerini okuyor ve onun hakkında bilgiler ediniyorduk.

Rumi’nin şahsında ruhani ilim, şairlik sanatı, musiki, cezbe ve ALLAH sevgisi şekilleniyordu. Sufilerin söylediği gibi Rumi, bir ‘ALLAH Aşığıydı’. O, bunu SEMA’da ‘nerede olursa olsun ALLAH’a dönmek’ ile ifade ediyordu.

Bizde SEMA’ya olan aşkımızı gerçekleştirmek istiyorduk.

Rehberler Rehberi İmam-ı Ali Efendimiz

Kısaca bir de Rehberkonusuna değinmek gerekirse:

İslam’ın ilk gelişmesinde Müslümanların sayısı çok az iken müşrikler Müslümanları çok baskı altında tutuyordu. Peygamberimiz SAV de İslam’a girenleri müşriklerin baskı ve zulmünden korumak için Mekke-i Mükerreme’nin dış mahallelerinin farklı yerlerinde İslam’la müşerref olmuş sahabelerin evlerinde toplantı yapıyordu.

O sıralarda Peygamberin ashabından birisi Kâbe-i Muazzama’ya gittiğinde orada garip görünümlü, arayış içerisinde olan birisine rastladı. Yanına yaklaşıp selam verip Nerden gelip nereye gittiğini sordu. Selman-ı Pak efendimiz burada Peygamber olduğu haberini aldığını, çok uzun yoldan gelip bir aydan beri burada arayış içerisinde olduğunu, yiyecek olmadığı için günlerce zemzem içerek yaşadığını söyledi. Sahabe, zemzem kuyusunun başında beklemesini, ona aradığına rehberlik edecek 11–12 yaşlarında bir çocuğun geleceğini söyledi. Onun sizi istediğiniz yere ulaştıracağını söyledi.

Peygamberimize uzaktan misafir geldiğini Zat-ı âlilerinizi görmek istediği haberini ulaştırdılar. Peygamberimiz SAV “Ya Ali!” Dedi. Hz. Ali “Lebbeyk – buyur- Ya Resulallah” dedi. Peygamberimiz SAV “O misafire rehberlik et, onu etrafa hissettirmeden bize getir.”dedi.

İmam-ı Ali kerreme’llâhü veche Efendimiz gitti, buldu. Mekke-i Mükerreme’nin dar sokaklarından Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) in bulunduğu evin önüne kadar getirdi. “Ben şurada ayakkabımı çıkarır gibi yapacağım, benim durduğum yerde bir kapı var kimseye hissettirmeden o kapıdan girersin” dedi. Misafir içeriye girdikten sonra Hz. İmam-ı Ali Efendimiz evin etrafını dolaşıp kontrol etti kendisi de içeri girdi. Hz. İmam-ı Ali Efendimizin rehberliğinde peygamberimizin huzuruna getirilen Selman-ı Pak Efendimize Peygamberimiz “Bizim ehl-i beytimizden” diye buyurdu.  Dervişin de rehberi böyle kıymetli olursa, derviş de pîrin ehl-i beytinden sayılmış olur.

Peygamber Efendimiz sohbet ediyorken, İmam-ı Ali efendimiz ayaklarını mührü-Pay etmiş eşiğin önünde bekliyordu.

İşte Rehberler Rehberi Hazret-i İmam-ı Ali efendimiz...

İşte Rehberlik budur.

Bir hatıramı arzetmek istiyorum. Muzaffer Aşkî Hazretleri bir zarfa yüklü miktarda para koyup bana “Bu zarfı reis-ül Hattat Hamit Aytaç Efendi’ye verip elindeki bütün levhaları al gel, bu yolun yürümesi lazım” buyurdular. Ben de zarfı alıp hazretin atölyesine gittim. Efendim’in Selamlarını arzettim. Selamı alıp bana “Buyurun oturun” dedi. Hazret eline kalemini aldı ve dedi ki; “bak şimdi lafza-i Celâl yazacağım. Eşyadan ilk Sema eden kalemdir, musikisi de kendindendir” dedi. “Eyvallah” dedim. Lafzı Celâl yazmaya başladığında kalemden duyduğumuz musikî tarife gelmez güzellikteydi. Bu güzel Musikinin eşliğinde lafza-i Celâl yazdı.

  Pakistanlı Şair Muhammed İkbal de “Her kalemi elime aldığımda Hz. Mevlâna’ya niyaz ederim ve kalemimle Semaya başlarım. Bizim gönül Semamız da böyle olur” demiştir.

MELEKLERİN PEYGAMBERLERİN

SUFİLERİN HAYATTA DENGE SANATI SEMA

Tanınmayı hasretle bekleyen gizli bir hazine idim, bundan dolayı tanınacağım dünyayı yarattım.[1] (Hadis-i Kudsi)

Sema Töreni

Hayat oyununun başlaması için perdenin kalkmasıyla birlikte ALLAH’ın ışığı içeriye giriyor. Evet, biz bu ışığı çok seyrek görüyoruz. Biz sadece hayatın gölge oyununun suda yansımasını görüyoruz. Sahne hazır. Bir perdenin ardından diğer bir perde açılıyor.

Aynanın önüne oturmuş, oyunu seyrediyoruz, ancak ışığa dönmüyoruz. Cehennem önümüzde. Gölge şekiller hareket ediyorlar ve rüzgârla birlikte eğiliyorlar. Belki de, gölgeler iki düşünce arasında kaybolduğunda bir an için de olsa ışığın tadını alıyoruz.

Daha sonra oyun devam ediyor. Zaman, geçmişten geleceğe ağını örüyor. Biz ondan kaçmaya çalışıyoruz, ancak biz içeriye kapatılmış tutsak haldeyiz. Zaman balının üzerindeki sinekler gibi. Bizim bu dünyamız tatlı. Evet, dönmek mecburiyetindeyiz. Özümüze doğru yönümüzü tekrar çevirmeliyiz.

Çok uzun bir zaman aldı. Bir SEMA merasimine katılmak için davet almamız geciktirilmişti. “Ne zaman yapabiliriz? SEMA ile ne zaman müşerref olacağız?” diye -aceleciliğimden- her defasında sorduğumda, “acele yok, bekleyin!” diye cevap gelirdi. Ancak daha sonra bir gün davetiye masamıza geldi. Belirtilen tarih ve yerde olmamız isteniyordu. Böylelikle SEMA’yı biz de yaşayacaktık. Merasimin daha iyi anlaşılması ve yol gösterilmesi amacıyla aşağıdaki izahat davetiyeye eklenmişti:

Sufilik, asırlardan beri insanların gitmekte oldukları bir yoldur. Daha önce olduğu gibi, bugün de ebedi hayatta yerine getirilen bir gelenektir. Bu geleneğin ifade şekli, SEMA ve ZİKİR’dir.

Dervişler ve sufiler belirli zamanlarda SEMA törenini birlikte kutlarlar. Bu festival, kendine özgü şekillenmiş kültürel ve dini bir olaydır. Belki bu sizin için çok yeni bir şey olabilir. Bu sizin ilgi alanınıza girer mi ve burada bir başlangıç yapmak istemez misiniz, buna lütfen siz kendiniz karar veriniz. Hayal kırıklıklarını önlemek için hemen belirtelim ki, bu gece, turistik bir folklor gecesi olmayıp İslam-Türk Anadolu kültürü içerisinde bir tören olacaktır. Bundan dolayı açık ve gelişmelere hazır olmanızı rica ediyoruz. Lütfen buna hazırlıklı olunuz.

Davetiyenin açık ve anlaşılır olması ve içinde ifade edilen istirham bizi etkilemişti. Öyle veya böyle! Ya olduğu gibi kabul edilecek veya evde kalınacak. Ancak bizim kararımız verilmişti: Bize verildiği şekliyle davetiyeyi kabul ediyoruz.

Ve SEMA gecesine hazırlanmaya başladık. SEMA nedir? SEMA nasıl yapılır? SEMA nasıl öğrenilir? Bizi meşgul eden bu sorulardı. Bu sorulara aldığımız cevapları şimdi sizlere aktaracağız.

SEMA, 800 yıldan beri icra edilen ve günümüzde de canlılığını koruyan hayattaki dengenin dini merasiminin usul ve kaideleridir. SEMA, Mevlâna dervişlerinin tüm manevi kazanımlarını içermektedir. SEMA’dan, sufilerin onunla manevi dünyayı ‘yürürken tuttuklarından’ bahsedilir.

SEMA, dengenin –hayat dengesinin sağlanması sanatıdır. Kendi vücudu ekseninde pervane gibi dönme, ayakta sol bacak üzerinde yapılırken, sağ bacak hız vermede kullanılmaktadır. SEMA’da Semazen’in beyaz elbisesi (tennure), gökyüzüne doğru uzayan ve suya susamış bir gül gibi açılmaktadır.

Güzellik ve zarafet, Semazen’in uyumunda tam ifadesini bulmaktadır. Sağ el yukarıya doğru uzatılmış, sol el ise aşağıya dönüktür. Yukarıdan sağ ile enerji alınmakta, kalpten geçirilerek sol el üzerinden dünyaya iletilmektedir. SEMA, toprakta (yerde – dünyada) kök salmak ve yukarıya uzamak anlamına gelmektedir. SEMA, aynı zamanda hem bu dünyada hem de ahirette olmak anlamını ifade eder.

Sema ve Anlamı

SEMA, kelimenin tercümesi olarak ‘içe doğru duyma’ anlamına gelmektedir. Anlam ve amacı, iç ve dış dengeyi sağlayarak ALLAH’ı arayanın yolunu açmaktır. SEMA, Mevlâna dervişlerinin bir tatbikatıdır. Bu tatbikat, insanın derin anlamda mevcudiyetini ve normal yaşamını ilgilendirirken, geniş anlamda, vücut, akıl ve duygusunu kapsar. Tatbikat, tek kelime ile tüm hayatta dengenin bir uygulamasıdır.

SEMA merasimini uygulayanlara Semazen denilmekte olup, bunlar derviş ve/veya sufilerdir. Bu iki anlam, dünya görüşüne göre konumu belirlemektedir. Derviş, daima İslâm’da kabul görmüştür; yani, sadece dini topluluğun bir üyesi böyle adlandırılabilir anlamına gelmektedir. Sufiler, ‘Mevlâna Rumi’nin dostları’dır. Bunlar, her dinde veya bu dünyadaki değişik görüşe sahip okullarda bulunurlar. ALLAH’ı bulmak isteyen her kişi sufi olabilir. Bu özgürlük, ‘gel, kim olursan ol, gel!’ sözcüğünde ifadesini bulan Mevlânâ Rumi’nin okullarının önemli bir özelliğidir.

Eski zamanlarda SEMA’nın temel eğitimi 1001 gün sürerdi. Sol ayağın ilk iki parmağı arasında bulunan çivinin etrafında dönme ile başlanırdı. Bu uygulama, uygulamayı yapanın SEMA esnasında iç ve dış ahengi sağlayıncaya kadar devam ettirilirdi. Bugün de daha önce olduğu gibi SEMA’nın temel esasları aynıdır. Sol ayak tabanı tamamen yerde kalıyor. Bu, dünyevi gerçekliğe bağlılığın bir sembolüdür. Sağ ayak, hız kazandırmayı sağlıyor. Bununla hareket eden canlı hayati elementleri sembolize etmektedir. Tüm hareket, sufiliğin ruhani temelinin bir temsilidir. Toprağa kök salmak ve yukarıya doğru uzamak –hem bu dünyada, hem de ahirette olmak. Sağ ayak, her çarkta kırmızı bir POST üzerinde durmakta olan şeyhin istikametine doğru atılıyor. Her şeyin ona göre yönlendiği Post, yeni bir günün müjdeleyicisi ve gerçek hayatın olabilirliği anlamına gelen ölümün fecrini sembolize etmektedir. Gelenekte, ‘ölmeden önce öl’ anlamına gelmektedir.

Bu mevkide bir şeyh bulunmakta; o, Mevlâna Rumi’ye uzanan çizgide dini makamın temsilcisidir. İlim, hiyerarşide daha sonra gelmekte olana intikal etmektedir. Rumi, bir manzumesinde bunu şöyle dile getirmektedir:

Öldüğümde mineraldim, oldum bitki,

Bitki iken öldüğümde oldum mahlûk.

Mahlûk iken öldüğümde oldum insan.

Öyleyse korku niye,

Ölümde bir hiç olmak mı?

Bir sonraki ölümümde

Melekler gibi sallanıp

Savrulmuş olacağım

Sonra meleklerden daha yukarılara yükseleceğim

Tahmin edemeyeceğiniz kadar,

Ben olacağım

Büyük salon, hassas ancak hissedilir gül kokusuyla doluyor. Müzisyenler içeriye giriyorlar ve merasimi başlatıyorlar. Kamıştan yapılan bir enstrüman olan ney’den çıkan sıcak tondaki müzik etrafa yayılıyor. Ney, Rumi’nin en çok sevdiği enstrümandır. Kuran tilavetini “La ilahe İllallah ...” (ALLAH’tan başka İlah yoktur) ve “... ALLAH Hu!” şeklinde kısa nidalarla tekrarlanan bir dua olan zikir takip ediyor.

Burada olan, güzelin ötesinde bir şey. Semazenler sanki son kez selama duruyor ve birlikte “Ya ALLAH Hu!” diyerek kendini toprağa bırakıyormuş gibi; bu ‘insani çiçeklerden’ destelenmiş yoğunlaşma ve enerji fışkırıyor.

Sema’da Üç Tur Neleri Sembolize Ediyor

1.      İLİM YOLUNU: İlk tur, ALLAH’ı, ALLAH’ın ilmiyle anlama yolunu ifade ediyor (İlmen Yâkin).

2.      TASAVVUF YOLUNU: İkinci tur, ALLAH’ı görme ve O’nu tanıma imkânını ifade ediyor (Aynel Yâkin).

3.      ALLAH’A KAVUŞMA YOLUNU. Üçüncü tur, mükemmel ve kopmaz bir şekilde kalben ALLAH’a kavuşma yolunu ifade ediyor (Hâkkel Yâkin).

SEMA’da yaratılış,

Hayat oyununu açıyorsa,

Gizemi anlamalıyız.

Bugün olduğu gibi bu ışıkta,

Daha çok seziyor, ancak daha az görüyoruz hayatı.

Sis çekiliyor.

Göründüğü gibi,

Olmayan şeylerin

Ne olduğunu görüyoruz.

Ben hakikatim, O hakikat. (Hallaç)

Sema – Gülün Yansımasında Kendinden Kendine Dönme

Tırtıl açısından,

Koza haline gelmek ölümdür.

Kelebek açısından,

Kozayı terk etmek yeni bir hayattır.

Sufi açısından,

Kelebek gerçek hayatı sembolize eder.

Her insan,

Bu oluşa erişmek için fırsata sahiptir.

SEMA – YAŞAYAN BİR OKUL

SEMA, insanı ve aynı zamanda ruhani olan esas güçleri talim ve terbiye eder. SEMA, insanı hayattan almaz, bilakis onu hayatın içine götürür. Güven, sebat, sadakat, doğruluk, nezaket, şuur, sevgi, itina, kabul etmek ve insana hizmet, insani esas güçlerdir. Talim ve terbiye yolu, görevleri yapmak ve hayatın taleplerinin üstesinden gelmek üzerine kurulmuştur.

SEMA, basitçe sadece kendi ekseni etrafında dönmek değildir. SEMA, gökyüzünün ve yerin, insanın iç ve dış dünyasının dengesini yakalama duygusudur. O, hayatın kendi dengesidir ki, yaradılışa tam bir bağlılık ve ‘gerçeğin arkasındaki gerçek’ ile ‘güneşin arkasındaki ışık’ önünde derin bir saygıdır.

Öte yandan, ben bir ayak üzerinde çok güzel çark atabiliyorsam, fakat hayatım bir kaosun içerisinde kaybolup gidiyorsa bu neye yarar? Kişi, SEMA eğitimine başlamadan önce kendi hayatını sorgulamalıdır. Kişi, SEMA’da ‘tadımlık bir kurs’ üzerinden bir şeyler öğrenmek isterse bunun sonucunun nereye varacağını bilmelidir. Hayatta her şeyin olduğu gibi, SEMA’nın da bir bedeli vardır. SEMA’nın kişiyi kendi ‘dengesizliğiyle’ yüz yüze getiren bir sufi yolu olduğu bilinmelidir.

Sufi yolu, bir ‘görevin kabulünden’, başlayarak idmanda sebata ve ‘istenileni başarmaya’ götüren bir yoldur. Görev, ‘teslim olma’ ile ilgilidir. Binlerce çözülmüş görevler bu yolun kenarını çevrelemekte ve bunlar nefsi (egoyu) frenlemeyi sağlamaktadır. Sufi geleneğinde her insanın bir bağımlılığından hareket edilir. Dünyada bağımlılığın insani esas vasfından faydalanmayan çok az toplumsal ve dini sistem bulunmaktadır. Şayet gerçek hayat keşfedilecek ve ALLAH kalplerde bulunacaksa her türlü bağımlılık terk edilmeli ve üstesinden gelinmelidir.

Göreve (eğitime) inançla bağlılık yolu: Eğitim, denetleme ve yine eğitim. Ne eğitimi yapılır? SEMA ve her bir eğitim kısmı, hem iç dünya durumunu hem de dış hayatın ifasını kapsamaktadır. Eğitim süreci, dışarıdan içeriye ve daha sonra -yerine getirilen her görevle birlikte- tekrar içeriden dışarıya doğru sürdürülmektedir. Temel hayat güçleri talim ve terbiye edilmektedir. Her pozisyon ve her adımda bir anlam, amaç ve görev bulunmaktadır.

SEMA’nın başlangıcında kollar ve ayaklar çapraz duruştadır. Bununla enerji sanki ‘mühürlenmiştir’.  Bu, sınırları çekme ve tekrar kaldırabilme anlamındadır.

Her iki ayakla zemin üstünde sağlam bir şekilde durulması, dayanıklılığı, sağlama almayı ve istikrarı ifade etmektedir.

Kendi ekseni etrafında çark etme, iç âlemde evinde ve yerleşik olma duygusunun verilmesi anlamındadır.

Sol ayak üzerinde sağlam bir vaziyette durmak, yerini belirlemek, değerleri bulmak, bunları şekillendirmek ve hayatta savunmak manasındadır.

Sağ kolun elin açık vaziyette yukarıya uzatılması, amade ve açık olmak ile karşılamak ve kabul etmek anlamındadır.

Kalben şuurlu olmak, hayatta ehemmiyetli olanı ve olamayanı ayırt etmektir.

Sol kolu aşağıya doğru tutmak, vermek, bırakmak (teslim olmak) ve hizmet için özgür olmaktır.

SEMA’da hayatın ritmini bulmak, verme ve almada hayatın dengesini sağlamak, sıkıca tutmak ve bırakmak, alınan enerjiyi dünyaya vermek, hizmet etmek ve kazanmak, dayanmak ve gevşemektir.

Kâinatla bir bütün olmak, ‘ALLAH’la ve ALLAH tarafından çark ettirilme’ şuuruyla yapılmaktadır. Daha aşağı seviyede düşünüldüğünde SEMA, dünyayı hareket ettiren ve –geleneğin tabiriyle- ‘ruhani olarak yaşatan’ bir enerji transformasyonunu gerçekleştiren bir süreçtir. SEMA, verdiği güçle uzun zamandır çözümlenemeyen sorunları ve çoğu soruları çözmeyi mümkün kılmaktadır. SEMA, ruhun gıdası, hayatta uyuma ulaşmayı sağlayan bir yaşayan süreçtir.

Özet   

SEMA, ‘iç kanatları’ açmaya yarayan bir sanattır. O, eskiye ve sonsuza dek genç kalacak sufiliğin yaşayan geleneğine götürecektir.

SEMA, birbirini takip eden aşamalarla öğretilmektedir. Bunlar idrak edilebilir merhalelerle sunulmaktadır. Bundan dolayı eğitimini almayanlarca da gidilebilecek bir yoldur.

SEMA, ‘gök ve yer’ olan her iki kutup arasındaki yoğun bir dönüştürme sürecidir. İnsan, bunun içerisinde önemli bir aracı rolünü üstlenmektedir. Bu süreç insana hizmettir.

SEMA, tükenecek bir enerji kaynağı asla değildir. O, insanı pozitif yönde değiştirmektedir. O, istikrarlı olmamızı ve varlığımızı sağlıklı ve hayata bağlı kalmamıza yardımcı oluyor.

SEMA, ALLAH’a koşulsuz teslimiyette kökleşmedir. O, şuurumuzu bu dünyada ‘yaşadığımız’ ancak bu dünyadan ‘olmadığımız’ hususunda açıyor.

Hayata Kanat Açmak

Vücutta uyum,

Ruh ve akıl

Dönüştürmek

Ölüme terk etmek

Açmak

Kabul etmek                                                                        Hayatın ritmini yaşamak

Almak                                                                                 Açmak ve kapatmak

(sağ el)

                                                                                                                     

vermek,

           bırakmak,

hare/dalga/enerji yaymak

Kalbinde ALLAH’ı bulmak

Ezeldeki güveni sağlamlaştırmak,

Sevmek 

 (kalbi)

Müsaade etmek(geçmek)

Kurtarmak

Azat etmek

ALLAH’ta dönmek

Hareket Noktası Belirlemek

SEMA, bununla “ben kimim?” sorusunun arayıcısına somut tecrübe edilebilecek bir cevap sunmaktadır. Biz sonsuza dek zamanın tekerleğinde dönen görülebilir bir harekete, hayale ve uykuya takılı kalıp bekleyemeyiz. SEMA’da gerçek evimize dönüyoruz. SEMA’da varlığımızın şafağına açılıyoruz.

Konuştuğu ve yaptıkları bir birine uyan,

Ve bilinen

Dünyevi ilişki ve bağlantıları aşan,

Kişi ermiştir.

Muzaffer Aşki

Bu kitap, hem şahsi tecrübe raporu ve hem de pratik rehberdir. Kitap, Sufi kaynaklarından ilham almış olup, SEMA’yı Hz. Mevlana öğretisi üzerine öğretmektedir.

SEMA, manevi gelişmenin bir yolu ve ruhun kurtuluşa ermesidir.

SEMAYA DAVET HİKMET VE SIRLARI

Denizin derinliklerindeki zenginlik sınırsızdır. Ancak sen güvenlik arıyorsan, Kıyıda kal. (Saadi: Gül Bahçesi)

SEMA NEDİR BİLİYOR MUSUN?

SEMA nedir biliyor musun?

Beli (evet) sesini işitmek; kendinden kopmak ve O’na kavuşmaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Dostun halini görüp bilmek ve lâhut (ilahi âlem) perdelerinden ALLAH’ın sırlarını işitmektir.

SEMA nedir biliyor musun?

Varlıktan habersiz olmak ve mutlak fanilik içinde beka zevkini tatmaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Nefisle harp etmek; yarı boğazlanmış bir kuş gibi toprakta kan içinde çırpınmaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Yakub Peygamber’in ilacını ve Yusuf Peygamber’e kavuşmanın kokusunu gömlekten hissedip koklamaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Musa Peygamber’in asası gibi, Firavun’un (büyücülere yaptığı) o sihirlerinin her dem yutmaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Meleğin sığmadığı ‘‘li ma ALLAH’’sırrına vasıtasız olarak ulaşmaktır.

SEMA nedir biliyor musun?

Şems-i Tebrizi gibi gönül açmak ve Kutsi nurları görmektir.

Dini Celil İslam sorar saadet Müslüman’ın malıdır. Niçin mutlu olmuyorsunuz? Yoksa şeriat deliliniz, meşveret kefiliniz, insaniyet sebiliniz, marifet ziynetiniz, çalışmak ameliniz değil mi? Diye sorar aziz din.” Buyuruyor Muzafer Aşki Rahmetullahi Aleyh ve ekliyor: “Dünyanın en mutlu insanları sufilerdir.

SEMA’NIN VE BİSİKLET SÜRMENİN

ORTAK TARAFLARI

SEMA törenine hazırlanırken bir şeyi öğrenmiştik: Sufilikte sormadan hiçbir şey olmuyor. Kim soru sormazsa cevap da almıyor. Her defasında tekrar tekrar sorun! denildiğini duyuyorduk.

Burada her türlü soruya bir cevap alındığı anlamı çıkmamalıdır. Sorular elbette ki belirli nitelikleri taşımalıdır. Sadece merak ve basit bilgi ihtiyacından doğan sorular, daha başlangıçtan itibaren cevaplandırılan soruların dışında kalıyor. Bu tür sorular cevaplansa da, gecikmeli ve istenmeyerek cevaplandırılıyor. Peki, geriye hangi tür sorular kalıyor? Sorular, kalpten gelen sorular olmalıdır. Cevabını buluncaya kadar bir ömür boyunca sorulan sorular. Ve cevaplandırılmasıyla belirli şartlarda hayatı baş aşağı çeviren sorular.

Batı Avrupa’da ve Amerika’da bilgi, enformasyonda ileri olma ve güç anlamındadır – bizde ise bilgi, kalben tanımanın bir aşamasıdır. Bu bilgi icraattan doğmaktadır. Batı Avrupa ve Amerika’dan gelen insanlar daha çok bir iki günde hayatın özünü yakalamak istiyorlar. Bu mümkün olmayacağından, devamlı bir şekilde hayal kırıklığına uğruyorlar. Burada bunlar sadece biraz zaman ve sabrı da beraberinde getirecek olsalar, ne aradıklarını bulabilirler. Zira sufi yolunda ilerlemek belirli şartlara bağlanmıştır. Ancak bundan size daha sonra bahsedeceğim...

Buna karşı ne yapılabilir? Ziyaretçilerin büyük bir kısmı sadece yüzeysel olarak intiba edinmeye çalışıyorlar. Bunlar için ülkemizde yeterince manevi hediyelikler bulunuyor. Sufilerin, dervişlerin ve folklorik türden benzeri şeylerin hatıra fotoğrafları. Böylesi bir tavır üzüntü verici değil mi? Evet, sufi yoluna girmek için bu uygun bir şey değildir. Sufi geleneğinde bir cümle şöyle diyor:

Öğreninceye kadar tetkik edeceğiz!(denetleyeceğiz-araştıracağız!) Ve sırlarımızı kiminle paylaşacağımızı elbette ki çok iyi tetkik edeceğiz.

SEMA eğitimi almaya gelen yerli ve yabancı talebeler ile yukarıdaki değerlendirmeleri yaptıktan sonra, alakalarını görmek beni memnun etti. Bunun üzerine “Şok!” dedim.

Çünkü cevapları beni aşikâr bir halde sevindirdi! “Siz bilmelisiniz” diye müşahede ederek, “şayet insan söylenmeyecek bir şeyle karşılaşırsa şok meydana gelir. Bu meydana gelecek olanın en iyisidir. Zira bu, sizin alakadar olduğunuz anlamına gelmektedir.  Diyerek, izahatla devam ediyorum:

SEMA, kâinat dengesine ait merasimin usul ve kurallarıdır. SEMA nedir biliyor musun? İnsanın yaratılış tiyatrosudur. Açık veya kapalı havada cereyan eder.

Oyuncular

Şaşırtıcı!

Yalnızca bir kişi: SEN!

Kim olursan ol, kadın ol, erkek ol SEMA herkese hitab eder,  siyah ol, beyaz ol, genç ol, yaşlı ol bu sahneye katıldığına göre başrol senin. Tek bir şart var: Aşk ve vecd’in olması.

Her Semazen, derviş veya sufi bunun içinde kendisi için belirlenmiş olan yeri almaktadır. Bütün katılımcıların pozisyonu, güneşin, ayın ve yıldızların birlikteliğini ifade etmektedir. Bununla büyük dönme, SEMA’da imanda kökleşme, kâinattaki seyre benzemektedir. Nasıl ki yıldızlar güneşin etrafında uyum içerisinde dönüyorlar, sufiler de ALLAH’ta ve çevresinde dönüyorlar. Gelenekte bu, SEMA ile ALLAH’ın enerjisinin dünyanın istifadesine sunulması anlamına gelmektedir. Şayet insan bu enerjiyle hazırlıksız olarak temas edecek olursa, burada pekâlâ bir şokun meydana gelmesine sebebiyet verir!

Bunun üzerine eğitime gelen talebelerden yabancı olan biri Sema Dedesi’ne soru soruyor:

Evet, haklısınız. Ben bu şoku yaşadım, ancak bunun altında gizli bir şeyler saklı. Sevinç, ilgi ve hasret” Dedi ve tüm cesaretini toplayarak

SORU:  Ben kendimi SEMA’dan öyle etkilenmiş hissediyorum ki, sadece şunu söyleyebilirim. Şayet bir şekilde olacaksa ben de SEMA’yı yaşamak istiyorum. SEMA’nın şartlarından bahsettiniz. Ben bu şartları yerine getirebilir miyim?

Sema Dedesi cevap veriyor:

CEVAP: Sorusuna “Bisiklet sürebilir misin?” sorusuyla cevap veriyorum.  Şaşırdı. “Evet, elbette!” – “O halde SEMA’nın şartlarını yerine getiriyorsun!” dedim.

Belli ki şüphe ediyor, aklı karışıyor. Ve “Daha önce bazı şeylerin göründüğü gibi olmadığını öğrenmiştim ve bu, bazen konuşulan için de geçerlidir” diye cümleye girip, beklediğim soruyu soruyor:

SORU: - “SEMA’yı bisiklet sürmekle neden karşılaştırıyorsunuz? Birisi ruhani bir yol, bisiklet sürmekse bisiklet sürmek. Bunların ortak noktaları nerede bulunuyor? Sufiler dönüyorlar ve bisikletin tekerleği de. SEMA, bisiklet sürmenin ruhani bir türü mü?

Bu soru beni güldürüyor. Yüz ifadesi ‘Hedef tutmadı’ şeklinde. İncinmiş ve gülünç duruma düşmüş olduğu hissiyle tepki veriyor. Ama her şeye rağmen etrafındakilere baktığında, gülünç olmadığını görüyor ve bundan cesaret alarak tekrar soruyor: “Peki, SEMA’nın bisiklet sürme ile ilgisi nedir?

Sema Dedesi cevap veriyor:

CEVAP: Son bir kez gülerek şu cevabı veriyorum: “SEMA, ruhani bisiklet sürme olarak görülür! Harikulade bir şey değil mi! Bisiklet sürmeyi nasıl öğrendiğini hatırla. Burada ne kadar güvensizliğe düştüğünü hatırla. Bu esnada her defasında serbestçe sürme halini kendinde gördün. Belki düştün ve tekrar sürmeye çalıştın... Hatırla!

Ve hatırlıyor. Anlatıyor:

CEVAP: - “Evet, evet! Bisiklete binerken çekilmiş çocukluk resimlerimi hatırlıyorum. Çoğunlukla beni bisikletin üstünde tutan ve benimle birlikte gelen birisini bulurdum. Eski ve bana göre büyük bir bisikleti sürmeyi deniyor, küçük olduğum için bisikletin üstüne oturamıyordum. Bisiklete binerken oldukça eziyet çekiyordum. Bir gün, -bu anı sanki tüm benliğimde hala hissediyorum- beni yönlendiren kişinin elinden kurtuluyor ve kendi başıma kalıyorum. Bir an büyük bir korkuya kapılıyorum ve ilk kez kendi başıma bisikleti sürebilmiştim. Artık sürmeyi hiç ama hiç bırakmak istemiyordum. Bulduğum vaktin her dakikasını bisiklet sürmek için kullanmak ve bununla kendimi daha çok emniyete almak istiyordum. Bisiklet sürmek hayat ufkumu birdenbire geliştirmişti. O zaman kendimi ne kadar da mutlu ve güçlü hissediyordum!

Bu anlatımının üzerine Sema Dedesi tekrar söze girerek cevap veriyor:

CEVAP: - “Görüyor musun, SEMA için ihtiyacınız olan hedefe yönelik arzu, eğitimde kararlılık ve sabır; cesaretle güvensizliği ve başarısızlığı yenme ve bağları terk etme şartları hepimizde mevcut. En önemli olan bisiklet sürmeye kendini adamakla bisiklet sürme doğuyor. Bunların hepsi, hakiki ve güzel sufi ruhunun esaslarıdır. Biz bunu, esas gücün eğitimi veya nefsin terbiyesi diye adlandırıyoruz.

Bunu size daha açık anlatayım:

Kim gerçekten bisiklet sürmek isterse, bununla ilgili sade bir talimatnameyi yeterli görmeyebilir. O kendi deneyimini gerçekleştirmek için bir gün bisiklete binmeye mecburdur. Batılı insanların yemek yerine mönü kartıyla yetindiklerini söylerken buna işaret etmiştim. Hatta bunlar o yemeklerden tatmasalar bile mönü kartı üzerine ilmi araştırmalar bile yapabilirler! Bu şu anlama geliyor: Bunların bilgileri şahsi deneyimlerle yaşam sürecinde kazanılmayıp, bilakis korunmuş (konserve edilmiş) halde aktarılmaktadır.

Buna karşılık SEMA, her defasında doğrudan elde edilen deneyimle şimdiki zamanda doğmaktadır. SEMA’nın içerisine bizim gerçekten kim olduğumuz hatırlatması konulmuştur. Bunun anahtarı doğrudan elde edilecek kişisel deneyimdir. Bu deneyim olmadan gerçek bir anlama olmaz! Merkezi nokta icraattır. Bisiklet sürmeye hayreti şayan bir paralellik görüyor musun? İcraatsız bisiklet sürme ve icraatsız SEMA olmaz. Kim ki, yönlendiren elin bırakıldığı anda ve bununla bağlantılı olarak o serbestliği yaşamadıysa, buradaki büyüleyici olan şeyi anlayamaz. Kim ALLAH’ın sonsuz nimetlerine SEMA’da dalmadıysa, neyin ne olduğunu nasıl anlayabilir? Ancak şu kadar da olsa kelimelerle ifade etmek mümkün: SEMA, umulmadık özgürlüklerin kapısıdır.

Ve başka bir ortak tarafı daha var. Disiplinsiz ne bisiklet sürme, ne de SEMA olamaz. Hem burada hem de orada eğitim yapmaya ve engelleri aşmaya mecbursunuz. Bu durum bizim geleneğimizde nefsin terbiyesi olarak adlandırılmaktadır. Bizim anlayışımızla nefs, frenlenemeyen, kendi bencilliğimizin bir parçasıdır. Başka bir ifadeyle, içimizdeki hayvandır. En basit şekliyle nefs, ego ile karşılaştırılabilir. Nefs terbiye edilmelidir –aksi takdirde ALLAH’la olan her türlü irtibat ve bağlantı kopmaktadır. SEMA’ya götüren maneviyat, burada dünyamızda doğuyor, eğitiliyor ve adım adım ruhun başka boyutlarına götürüyor.

O halde kim SEMA’nın deneyimine karar verirse, bunun vücut ve ruh jimnastiği olmadığını kabul etmelidir. Aksi takdirde ego yoluna gidilir. SEMA, bir mönü kartı değil, bilakis yemeğin kendisidir! SEMA’nın başındaki inanç, ALLAH’tan başka ilah yoktur! Diye ifade edilir. Bu, İslamiyet’te ve sufi yolundaki en önemli inançtır. Bu, ALLAH’ın dışındaki her şeyin açıkça reddedildiği çok açık bir ifadedir. Aramanın amacı sadece ALLAH’ı bulmaktır. Arama bu doğrultuda olduğu takdirde ALLAH kulunu kendisine yaklaştırıyor. Bundan sonra sufi yolu konusunda endişeye kapılmaya gerek kalmıyor.

Bu Mesnev-i Şerifte şöyle ifade ediliyor:

Sadece susayanlar suyu aramaz

Su susayanları arar!

Ve bu konuda Hıristiyan mistizmi de şöyle diyor:

Kalbim ALLAH’a bağlıysa

O, ben yolda giderken

Yolu bana açacaktır.

Bununla bugünkü görüşmemiz sona eriyor. Çay ve kahve içiyor, tatlılardan yiyoruz.

Muzaffer Aşki (Rahmetullahi Aleyhim)’in müstevhit olduğumuz Çınaraltı sohbetlerinden konunun içeriğine uygun özet olarak dinlediğim hikâyeleri aktarıyorum;

Bir İranlı, bir Türk, bir Arap ve bir Yunanlı dört erkek yol arkadaşı, uzak bir köye gitmek için yolculuk ederler. Bir yere gelince bu dört kişi, sahip oldukları geriye kalan son paralarını nasıl harcayacakları konusunda tartışmaya başlarlar:

İranlı, “Ben angur satın almak istiyorum” der.

Türk, “Ben üzüm almak istiyorum” diye söyler.

Arap, “Hayır, ben inab istiyorum” der.

Yunan, “Daha neler, stafil almalıyız” diye söyler.

Bu esnada oradan geçmekte olan dil uzmanı başka bir yolcu bunlara: “Parayı bana verin. Sizin hepinizin arzusunu yerine getirecek bir yol bulacağım!” der. İlk önce onlar buna inanmak istemezler, ancak sonunda parayı verirler. O, bir manava gider ve 4 tane küçük üzüm salkımı satın alır.

İranlı, “işte benim angurum” der.

Türk, “benim üzüm dediğim işte budur” diye bağırır.

Arap, “Siz bana inabı verdiniz” diye söyler.    

Yunan, “o da ne, benim dilimde bunun adı stafil” der.

Yolcular üzümü kendi aralarında paylaşırken, bütün tartışmanın sadece diğerinin dilini anlamamaktan kaynaklandığını görürler.

Hikâyede, dört adam az daha dil sorunlarından dolayı başarısızlığa uğrayacaklardı. Dil uzmanı, bir sufi, kendi çözümüyle yardımcı oluyor. Burada, bir ve aynı şey için dört farklı ifade, dört din, dört batini yön veya kendi düşüncesini gerçekleştirmek isteyen dört ego bulunuyor ve bunlar asli hususu tamamen dikkatten kaçırıyorlar: Üzüm. Üzüm, şarabın ham şeklini oluşturuyor. Üzüm, maneviyatın ham halini sembolize ediyor. Bu, aramanın ve bulmanın belirli bir halidir.

Bu hikâyenin sırrı: Kişi devamlı surette aradığını bulur. Ne aradığını ise daha çok nefsi belirler. Yalnız niyet çok önemlidir. Nefsin maneviyat ve ALLAH hakkında tasavvuru çok sınırlıdır. Bu böyle olduğu için hep ilk derslerde takılıp kalır. (Muzaffer Aşki Rahmetullahi Aleyh)

İlk Adım

İMANDA KÖK SALMAK

Bir ağaç büyümeye karar verdiği için büyümez,

Ya nasıl büyür,

Toprağı bildiği ve

Toprakla bağlandığı için.

Nerede Olursa Orada Kök Sal

Bir zamanlar kendi kaderiyle mutlu olan bir ağaççık vardı. İyi bol toprağı, kendisine arkadaşlık eden yeterince başka ağaçlar ve büyümesini sağlayan güneş ve yağmur vardı.

Ama bir gün büyük ağaçların birbirleriyle yaptıkları konuşmayı duydu. Diğer ülkelerin ağaçları, tahmin edilemeyecek kadar güzel çiçekleri ve fevkalade topraklarından söz ediliyordu. Evet, aynı zamanda kökleri doğrudan gölün sularına ulaşan ağaçlar da olmalıydı. Ağaç, bunlardan daha çok duydukça kendi talihiyle hoşnutsuzluğu da o ölçüde artıyordu. Her defasında kızarak söyleniyordu. Daha iyi toprakların olduğu, daha çok su ve gölge ile daha az rüzgârın bulunduğu bir yere gitmeyi durmadan hayal ediyordu. Diğer ağaçlar yavaş yavaş ondan ayrılıyorlardı. Artık hemen hemen hiç kimse onunla konuşmuyordu. Ağaççık, kendi kendine buyruk olurken devamlı yalnızlaşıyordu. Onun ihtiraslı hikâyesi, uzun bir ağacın hayatı boyunca sürdü. Zira ona kimse bir şey söyleyemiyordu. Öte yandan o daha iyisine layıktı. Onu sonu olmayan fantezilerinden ve hoşnutsuzluğundan kurtaracak bir iyilik perisi de gelmedi. Zamanla yavaş yavaş kurudu ve sonunda tam olarak öldü.

Işık, hava, güneş, toprak ve yağmur ağacın hayatının esasıdır. Buna karşın biz insanlar güvende kökleşiyoruz. Eğitim bilimcileri, günümüzdeki dünya sorunlarının kökeninde çocuklar ile ebeveynler arasında, eşler arasında, politikacılarla seçmenler arasında ve her şeyden önce insan ve ALLAH arasında güven ilişkisinin koptuğu hususunda hemfikirler. 

Sufi yolunda önemli bir düstur şöyle der: ALLAH’a teslim ol – ve bu teslimiyet içerisinde yaşa! Aksi takdirde korku ve inançsızlığın kendi içimizde yeşermesi kaçınılmaz olacaktır. Asla memnun olmamak, devamlı çok aza sahip olduğumuzu düşünmek, değersiz olmak: Şahsi dünya hayatımın, kendimin ve sahip olduğum şeyleri değersiz addetmem, vücut ve ruhun “devamlılık arz eden açlığa” giden bir yolu. Bunlar, sufi geleneğinde her türlü manevi gelişme sürecini bozan egonun ifade formlarıdır.

Ölmeden önce öl!’ düsturunun uygulanması burada şu anlama gelmektedir: Bırak, seni ALLAH’tan ayıran her şeyi bırak ölsün ve O’na inan. ALLAH’a imandaki mutmainlik, SEMA’daki VECDi kazanmak için kaçınılmaz bir şarttır.

Sema’nın Şartlarını Tanımak Önemlidir 

Önce GÜVEN – sonra SEMA. SEMA ile birlikte imanın da otomatik olarak hâsıl olacağı ümidi daha çok yanıltıcıdır. Bu sadece hediye ve hoş bir duyguya yönelik bir inanma olur. ALLAH’ın önceden yapacağı edimlere bağımlı bir şartlı teslimiyettir bu.

SEMA, teslim olmaya karar verme ile başlıyor. Burada hayatın hiçbir zaman son bulmayan inancın oluşumu sürecine insanın kendisini bırakmasını gerektirmektedir. Yaşanabilir ALLAH’a teslimiyetin gerçekleşmesindeki vasıf, devamlı bir surette kuvvetlice büyüyen kanaatin hakikatten emin olma ve gerçeği tanıma iç elektriğinin ısıtmasıdır.

Teslimiyet ve hakikat; Sol ve sağ Elidir ALLAH’ın

ÖZGÜRLÜĞE AÇILAN KAPI: SEMA

SEMA’nın bütün süreci, manevi hayatta kendine özgü bir anlamı olan, tam olarak tanımlanmış adımlardan oluşmaktadır. Bu kademe düzeninin bütünü, kalbin açılması ve ALLAH’a yakınlaşmayı (ALLAH’ta nefes) sağlamaktadır.

Ekmek hamuru gibi SEMA da hayatı alabildiğine içeriden dışarıya doğru etkilemektedir. Bunun için basit olanı sadece yapmak yeterli değildir. Neyin niçin yapıldığı da anlaşılmalıdır.

Bu kitap, hayatı değiştiren süreçte bir yardımcı ve rehber olması amacıyla yazıldı. Bu kitap hiçbir şekilde beden terbiyesi için bir rehber veya herhangi bir husus için reçete türü bir şey değildir.

Bundan dolayı sufilik ve SEMA’ya ilgi duyanlara, bu yolda gitmeye kararlı olanlara bu taleplerini hayatlarını değiştirecek bir yol olduğunu bildirmek açıklanan amacımızdır. Sufi yolunda temelinden değişikliğe götürecek bu süreci başlatmak için düşüncemiz, duygumuz ve icraatımızdan aynı suretle faydalanılacaktır. SEMA, icraatın, içe dönük sezginin ve daha sonra düşünmenin yoludur.

İlk adımdan ve ilk dönmeden önce ALLAH’a bağlılık süreci başlıyor. Bunun için gerekli olan şart, teslimiyette kararlılıktır. Her teslimiyet ve sevgi sürecinde olduğu gibi, burada ALLAH’a olan irtibat her defasında daha da açılıyor. Bir kez ALLAH’a derinden teslim olmak, insan için özgürlüğe açılmaktır.

Bunların hepsi SEMA’da vuku buluyor. İlk kez dönmeden önce Semazende manevi büyüme, gelişme ve hayat değişikliği süreci artık başlamıştır. Yoğun eğitim süreci bu süreçten sonra gelmektedir. Bu süreç, teslimiyette kökleşmiştir. Kişi sufi elbisesini alır. Sufi elbisesi, uzun ve siyah bir hırkadan, beyaz bir elbise ile uzun bir sikkeden oluşmaktadır. Siyah hırka, hayatı ve ölümü sembolize ediyor. Uzun sikke, nefsinin mezar taşını sembolize ediyor. Semazen siyah hırkasını SEMA için çıkardığında bunun altında taşımakta olduğu beyaz elbise bir gül gibi açılır. O artık ALLAH’a inanmış bir insandır. O, hayatını diğer insanların hizmetine sunmaktadır.

Mevlevilikte SEMA, insanın kendi kendisiyle sulh olma, barışa varmasının aynı zamanda estetik ve artistik bir ifadesidir. Kendi iç âleminde bu barışı kurmaya muvaffak olan insan, başka insanlarla da mutlaka sulh içinde yaşar. Çünkü bu durumda “başka” dediğimiz o ikilik düzeni ortadan kalkmış olur. Böylece de Semazen özgürlüğün kapısı açılmış olur.

Senazen inancı uğruna yürüyerek, sabır yollarında Rabbine boynunu bükerek insanlık için ellerini La-Mekân’a açarak duaya hazır olur. Böylece Rahmet kapıları Semazenin öksüzlüğüne, Rabbine karşı boyun büküklüğüne açılır.

Aşağıdaki atasözünde ifadesini bulan anlam bir sufi için geçerlidir:

Nerede bir tatlı su kaynağı varsa

İnsanlar, kuşlar ve hayvanlar

Onun etrafında toplanırlar

SEMA İÇİN REHBER

Esas itibariyle şu seçeneğe sahibiz

Kendi etrafımızda dönmek veya

ALLAH’ın merkezini oluşturduğu bir dönme

SEMA Öğrenmek İstiyor Musunuz?

Sema Dedesi birkaç gün sonra birdenbire  SEMA öğrenmek istiyor musunuz?” diye soruyor.

Şaşırdıktan kısa bir süre sonra cevapları, “evet!” oldu.

Hz. Mevlana’nın öğretisi üzerine sema öğrenecekler buyursun.

— İyi o zaman yarın herkes boy abdesti alarak gelsin. Bu akşamdan itibaren hazırlık yapmaya başlayın.

—Ve şimdi hemen hazırlıklara başlayalım dedim. Ve gülerek, “daha sonra kendinizi yeni doğmuş gibi hissedeceksiniz. Türk hamamına gideceğiz” diye ekledim. Zira Bektaşilikte ve Mevlevilikte Dervişliğe girecek Canlar önce hamama götürülüyor burada azalarında herhangi bir eksiklik-aksaklık olup olmadığına bakılıyordu. Herhangi bir eksiklik ve aksaklık varsa kabul görmüyordu. Bu geleneği şimdi de dördüncü grupta bu şekilde uygulamaya koyduk. İnşallah bu âdetin şimdiden sonrada bu sahalarda devam ettirecek kişilerin yetişmeni temenni ederiz.

Bugün öğleden önce bir Türk hamamına gittik. Hamamdan sonra talebelere Türk hamamı hakkındaki müşahedelerini sordum.

Erkekler ve kadınların gittikleri yerler ayrı olması yanında Türk hamamını, insanlığa hediye edilen en iyi icatlardan birisi olarak değerlendirmeleri beni memnun etti.

Türk hamamında elbiseler çıkarıldıktan sonra ilk yıkanmanın ardından dış temizlik süreci, kubbe ile kaplı büyük bir yerde buharın etkisiyle uzun süre terlemeyle uyarılmaktadır. Dış temizlik için ise tellak gerekeni yapıyor. Tellak, kese ile vücudu baştan aşağı temizlemeye başlıyor. Tellak deriyi öyle ovuyor ki, kir ve deri tortuları küçük düğümler halinde deriden ayrılıyor ve tarifi mümkünsüz bir rahatlığa kavuşuluyor. Daha sonra sabun köpürtülerek vücuda ovarak dağıtılıyor. Baş, temizce yıkanıyor, kaslar ile kolların ve bacakların hareket kabiliyetleri test ediliyor. Masör, hamamda yıkandıktan sonra her iki ayağıyla sırtına çıktığında, eklemlerde çatırdı sesi gelinceye kadar kolu geriye doğru çektiğinde ve omuriliğin üzerinde bir aşağı bir yukarı gidip geldiğinde zirveye ulaşılıyor. Bacakların kilitlenerek arkaya doğru döndürülen ayakların esnetilmesi ve gerilmesi ayrı bir zevk oluşturuyor! Parmaklar ani çekmeyle test ediliyor ve bunlar çatırdama protestosuyla cevap veriyorlar. Nihayet her şey başarıldı. Evet, hakikat bu. Türk hamamından sonra insan kendisini yeni doğmuş gibi hissediyor.

Daha önceden de söylediğimiz gibi insan kendisini gerçekten temizlenmiş hissediyor. Talebeleri SEMA yapma şartlarına uygun olup olmadığını masöre soruyorum, “Bu canların vücut iklimi SEMA yapmaya uygun mudur?” Masör “Bunların tamamının vücut iklimi SEMA’ya uygundur.” Diyor. Kendisine teşekkür edip bahşişini verdikten sonra hamamdan ayrılıyoruz. Bu grup 18 kişi Türk, 2 Kişi Amerika’lı, 2 Kişi Yunanistan’dan, bir kişi İngiliz, Bir kişi Avustralya’lı olmak üzere 24 kişiden oluşuyordu.

(ARAPÇA ALLAH KALİGRAFİSİ)

Günün geri kalan kısmını sakin bir şekilde birkaç talebe ile birlikte işyerinde geçiriyoruz. Çay ve kahve içiyor, bekliyor, Mevlevilik ile ilgili kitap ve dergi okuyoruz.

Saatlerine her baktıklarında yüz ifadeleri kendilerine sıkça yaptığımız “acele etme, bekle!” ikazını veriyor. Yavaş yavaş şehrin üzerine alaca karanlık çöküyor. Şehir sanki toz içinde boğuluyor. Evler ve camiler ince bir gül örtüsünde gizleniyorlar. Güneşin battığı yerde kâinatın çevresine kırmızı-siyah kadife bir şerit çekmek için gökyüzü kan renginde kırmızıya bürünüyor. Aniden damdan düşercesine gece oluyor. Daha yoğun bir şekilde caddenin gürültüsü kendini hissettiriyor. Saat 20’ye doğru dükkânın önündeki kepenkler gürültüyle aşağıya iniyor ve giriş kapıları kilitleniyor. Her şey hazır gibi görünüyor... Evet, zamanı geldi!

Talebeler SEMA çalışma meydanına alınıyor. 

Sema Çalışması Hikmet Ve Sırları

İlk önce SEMA dedesinin huzurunda saf olunur, üç İhlâs bir Fatiha ve bir ayet el kürsi okunur, Hz. Pir Mevlana Celaleddin Rumi ve bu yoldan göçen meşayih ve dervişanın ruhlarına hediye edilir ve SEMA’ya destur alınır. Buna Mutaakip SEMA dedesi Gülbang-ı Şerif okur.

“Vakt-i şerif hayrola, hayırlar fethola, şerler def’ola, derviş kardeşimizin niyazı kabul ola, âşiyan-ı Mevlevîyye’de rahatı müzdad ola, sema çalışmaları feyizyab ola, demler safalar ziyade ola, dem-i Hazret-i Mevlâna, sırr-ı Şems-i Tebrîzi, kerem-i , İmam-ı Ali Hu diyelim”

Daha sonra çalışacak canlar SEMA ya konsantre olurlar. SEMA için niyaz vaziyeti alınır. Sağ elin parmakları sol omuzun üzerine konarak, sol elin parmakları sağ omuzun üzerine konarak Allah’ın birliğinin tasdiğini temsilen dik durulur. (Mührü-pay)

1- Vücudu dik tutmak

2- Başı hafif sağa ve geriye doğru çekmek

3- Göğsü dışarı çıkarmak

4- Karını içeri çekmek

5- Kalçalarını geriye çıkarmak.

6- Bacakları kasmadan elastiki şekilde tutmak.

Bu pozisyona dikkat etmek gerekir.

SEMA çalışmasına ilk başlandığı günlerde, bizim çalışmalarımızda, yüzde üç veya beş kişide baş dönmesi kusma olmuş idi. Bu gayet normaldir. SEMA çalışmasını ilk günlerde en fazla iki dakika ile beş dakika arasında sınırlı tutmalıdır. Semazenler bu ekzersis sırasında ortaya çıkan bulantı ve kusmayı safra atmak olarak ismlendirirler. Çalışmaların sonuna doğru bu şikâyetlerin kaybolması içindeki safranın temizlenmek tabiriyle ifade edilmektedir. Derviş canın safradan temizlenmesi, mecazen içindeki kötü yabancı veya faydasız düşüncelerden arınma manasınadır. SEMA’a başlamak için herhagi bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Umumiyetle SEMA çalışmasına ilk veya orta mektep çağında ,(7–15) yaşlarında başlanması uygun olur.

Sonra SEMA’yla ilgili çalışmayı gösteriyorum ve bununla ilgili ilk adımı Bu çok basit. Daha sonra sırasıyla geliniz ve adımlarınızı deneyiniz. Ellerimi göğsümün üstünde çapraz şekilde bağlıyor ve bir Mevlevi Dervişinin duruş şeklini gösteriyorum. Bunun Rükû ve Kıyam arasında yapılan bir hareket olan niyaz olduğunu söylüyor, Altın çivili SEMA tahtasını getirtiyorum. Meydana koyuyor, üzerine bir kap içerisinde tuz bırakıyorum. Semazene; SEMA’ya başlamanın sağ elinin dirseğini sol elinin için alarak sağ eliyle SEMA tahtasındaki SEMA çivisine bir avuç tuz koyarak başlanacağını söylüyorum. SEMA’ya başlayacak kişinin SEMA tahtasına ne niyetle niyaz edeceğini ve SEMA Tahtasının neyi sembolize ettiğini anlatıyorum:

SEMA tahtası; Kudüs’teki Mescid-i Aksa Cami’sinin karşısında Mescid-i Sahra’nın olduğu yerde , Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mir’ac’a yükseldiği yer olan Makamı Muhammed Mustafa (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’dan, mübarek ayaklarının altındaki kaya parçası yerinden koparak Resulullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimizin arkasından döne döne SEMA’ya yükseliyordu. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Dur ya mübarek dedi ve o taş parçası muallâkta kaldı. Şimdi o taşa Muallâk taşı denir. O taşın üzerine Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in bastığı mübarek ayak izi çıkmıştır. Şu an Kudüs’te bulunmaktadır. Gidenler ziyaret etmektedir. Aynı zamanda da oraya Mescid-i Sahra adında altın kubbeli bir mescit yaptırılmıştır.  Muallâk taşının altı şu anda mihrap olarak kullanılmakta ve taşın altında namaz kılınmaktadır.

SEMA tahtası Mevlevilikteki 1001 gün çile rakamının sembolünü işaret ediyor. SEMA tahtasının eni 1 metre 10 cm, boyuda 1m 10 cm dir. Merkezdeki altın renkteki çivide Kâbe’yi ve Kâbe’nin Mültezime kapısını ifade ediyor. İşte bu kapıdan SEMA’ya gir ve kalp Kâbe’sini tavaf ederek SEMA’ya başlamış oluyorsunuz.

Kuran’ın diliyle hac, “Allah’ın sembolleri” Şeairillahi’nden oluşan bir ibadettir. Herkes bilir ki, her sembolün sembolize ettiği bir hakikat vardır. Ta­şıdığı hakikatleri bir yana itip sembollere sarılmak, önce insanı öldürüp sonra cesedine sarılmaya ben­zer. İşte hac ibadetini müthiş kılan ruh ve potansi­yelden kastımız da budur.[2]

SEMA tahtasını, burada Resulallah S.A.V. Efendimizin mübarek ayaklarının altındaki muallâk taşı olan kaya parçasını, altın çivi de Kâbe’nin mültezime kapısı olarak rabıta ve niyaz ederek, Salâvat-ı Şerife getirerek SEMA tahtasını ve çiviyi öperek Semazen SEMA’ya girer.

SEMA tahtasında çivi bulunuşu mihveri sabit tuta­rak devir yapmağa alışabilmek içindi; tuz, ayak parmak­larının yaralanmasına mani olmak ve kolay hareket ede­bilmesini sağlamak içindi. Her dönmeyi müteakip biraz durulur, yeniden bir çark yapılır; bu suretle mümarese kazanıldıkça devirler arasına fasıla verilmemekle bera­ber, sürat artırılır ve hareketler tevali eder, dururdu, Ni­hayet, Semazen SEMA tahtasından yere indirilir, SEMA sa­lonunda çivisiz ve tuzsuz olarak talime devam ettirilirdi.

SEMA’ya itiyat ve ünsiyet hâsıl olunca, artık çark ederken sağ ayak sol dize kadar kaldırılmayarak sol aya­ğın biraz üstünden arkaya doğru atılıverirdi.

‘Semazen = SEMA eden’ler kendi mihverleri üze­rinde devir ettikleri gibi, dairevi bir mahrek üzerinde de seyrederlerdi; bu harekette en sonunda talim edilirdi.

SEMA edenler, kolları göğüslerinde çaprazlama bağlı olarak talime başlarlar ve fakat mümarese ilerledikçe (kol açma) talimine de sıra gelirdi. Kolların, gergin bir şekilde iki yana hemen ufki olarak uzatılması, sağ el avucuna - dualarda olduğu gibi - göğe doğru açık ve sol el avu­cunun ise - yağmur dualarında olduğu gibi - yere doğru çevrik ve sarkık olması lazımdı; kolları uzun müddet bu vaziyette açık ve gergin tutmak ancak idman ile kabil olabilirdi. SEMA dedesi, Semazene elleriyle yüksek bir ye­re tutunarak vücudunu sal1andırmasını tekrarlatarak (kol açma) ya alıştırırdı. SEMA ederken başın dik tutul­ması, yüzün biraz sola çevrilerek gözlerin yarı kapalı bir halde kalp nahiyesine dikilmesi mutaddı. İşte bu ‘direk tutma’, ‘dönme veya çark etme’, ‘kol açma’ ve ‘baş tutma’ hareketlerinden ibaretti.

Ve SEMA’ya başlıyorum. Yüzümde şefkatli gülümseyişin ışığı beliriyor. Şaşılacak derecede bir üfleyişle hareket edercesine hafif ve nazikçe kendi ekseni etrafımda dönüyorum. Bu hareketler yerden kalkan bir kuşun kalkışı gibi yavaş ve yumuşak.

Her bir talebe yedişer çark atıyor. Size yaptırdığım bu yedişer çark Kâbe’deki Hacıların yaptığı tavafın sembolüdür. Tavafta da yedi şaft bir tavaf sayılır. İnşallah buna devam edeceğiz. Bir ağacın toprağa kök salması gibi sol ayak üzerindeki direğimiz sağlamlaşacak.

SORU: “Efendim bu ne zamana kadar devam edecek diye soruyorlar.

CEVAP: “Buna kapalı SEMA denir. Kendi kendinize güveniniz gelip direk duruşunuz sağlamlaştığı zaman aşkınız ve imanınız kemale erdikçe bu SEMA nimette size ikram edilecek.

SEMA’daki ilk merhale ikmal olmuş oluyor. SEMA sofrası olan tahtaya niyaz ederekten çiviyi öpüyoruz. Peygamberimizin (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mescid-i Sahra’daki sol ayak izinin bulunduğu Muallâk taşını rabıta ederek ve O’nu öpercesine niyet edip SEMA tahtasını öpüp Salâvat-ı Şerif getirerekten tahtayı yerine kaldırıyoruz. Kollar, sağ kol yukarıya, sol kol aşağıya olmak üzere açılıyor. Çok hafifçe pervane dönüşü etkinleşiyor. Bu bizi duygulandırırken, zamanı da unutturuyor. Odada bir yer çekiminden kurtulmuşluğun duygusunu yaşıyoruz. Zemin üzerinde süzülürken adımların atılışı yerine göre değişiyor! Sağ ayak bir saat gibi kalkıp iniyor ve bununla gerekli olan ivmeyi sağlıyor. Daha sonra SEMA tekrar yavaşlıyor – kollar göğüsün üzerinde çapraz konularak kapanıyor. Durduğumda talebelerin önlerinde derince eğiliyorum, onlarda SEMA dedesinin önünde niyaz ediyorlar.

Toplanma ve dinlenmeden bir müddet sonra talebeleri davet ediyorum:      

Evet, şimdi sizin sıranız. Görüyor musunuz, temel duruş. Her iki ayakla zeminde duruluyor. Sol ayak biraz öne atılmış. Vücut ağırlığı sol ayak üzerinde ve her defasında sağ ayakla vücudun tamamını bir çeyrek döndürüyoruz. Şimdi bunu deneyiniz lütfen!

Sessiz ve dikkatlice SEMA’daki ilk dönme denemelerini yapıyorlar. Bu oluyor mu? Diye soruyorlar. Sol ayak çevresinde dönme, zımpara kâğıdı üzerinde dönme gibi hissediliyor. Buradan sadece yavaşça kaymanın durması gibi bir şey çıkıyor. Diye yorumda bulunuyorlar.

Zorda oldukları belli, teselli ederek cesaret veriyorum. Yine burada ilk düzeltmeyi de yapıyoruz: “Hayır, futbol ayakları üzerinde durulmayacak! Ayak tam olarak zeminde duruyor – bu vals yapmak değil, bilakis bu bir SEMA ...!

Söylemesi yapmasından kolay! Bu iş zahmetli ve alışılmadık bir şey. Zamanla vücutta farklı gerilmeler meydana geliyor. Her şey bilinçli olarak yapılmakta, nedenleri açığa çıkarılmakta ve duruş düzeltilmekte. Ya baş çok fazla eğik veya sol ayak çok hareketsiz, sağ omuz bükülü veya topuk dönmede kalkık bir halde. Buna benzer çoğu şeyi yanlış yapıyorlar ve her defasında tekrar baştan başlatıyoruz. Talebelere şakayla ruhen bisiklet sürmenin ilk dersinin (alıştırmasının) sona erdiğini söylediğimde gerçekten mutlular. Ama biliyorum ki her tarafları ağrıyor. Bu kadarını hangisi düşünebilirdi! Basit gibi görünmesine rağmen, böyle bir etki bırakması. Hafifçe gülümseyerek bu durumu yorumluyorum:

Bu çok iyiydi! Bu temel alıştırmayı (eğitimi) bundan böyle uzun süreli olmamak kaydıyla günde birkaç kez yapınız. Daha sonra bakacağız! Çayımızı içelim ve ben size SEMA ile ilgili bir şeyler anlatayım!” Buna seviniyorlar.

Hep birlikte SEMA Meydanı üzerinde oturuyoruz. Çay önümüzde duruyor ve Sema Dedesi anlatmaya başlıyor:

Şunu öğrenmelisiniz ki, sufi yolu bilmeye, tanımaya ve icraata dayanan öğretinin birliğidir. Ancak gerçek ilim, bizim gelenekte istenildiği kadar bulunan bir meta değildir. Bu daha çok kendisini doğru niyetle yapmaya ve alıştırmaya verenlere açık yaşayan bir niteliktir. Bu sizin için belki anlamakta o kadar kolay olmayabilir, zira Batılı insanlar daha çok inanmaya, bilgiyi kitaplardan almaya veya okullarda ve üniversitelerde edinmeye meyilliler. Bu doğru değil! Kitaplardan sadece enformasyon ve örnek olarak neyi nerede aranacağına dair işaret alınmaktadır! Bunun haricinde başka bir şey yok!

Sema Dedesi devam ediyor:

Şayet siz SEMA ile ilgili gerçek bilgiyi almak isterseniz, SEMA yapmalısınız! Bunun başka bir yolu yoktur! Bisiklet sürmek örneğinde size bilgi ve enformasyon arasındaki hassas farkı göstermek istiyorum: Bisiklet sürme bisiklet sürerek öğreniliyor! Bir kılavuz bana bu konuda gerekli olan enformasyonu ve bununla öğrenmeye başlama fırsatını veriyor. Ancak bu hiç ama hiçbir zaman bisiklet sürmenin yerine geçmiyor. Alıştırmayla bir gün kendi kendine hah işte bu olayı vuku bululuyor: Bisiklet sürebiliyorum!

Sufi yolunda insan ‘bu dünya ve diğer dünyada’ aynı zamanda var olma gayreti gösteriyor. Bu hayattaki dengenin ta kendisidir. SEMA’daki hareket akışı buna bir mecaz oluşturur. Sol ayağın zemin üzerinde tam olarak oturması ve sağ ayağın dönme hareketini akıcı kılmak için kaldırılması SEMA’daki hareketin akışına bir mukayesedir.

Büyük SEMA merasimi bir kozmik halka oyunu gibidir: Kâinatın içerisinde herşey birbirine karşı mükemmel bir şekilde dengelenmiş, birbiriyle ve birlikte tam bir teveccüh içerisinde bulunuyorlar. Öyle ki, istenildiği anda kişi kendi kendine dönmeye başlayamıyor. SEMAzen önce şeyhine gidiyor, ‘SEMA’ için ondan izin istiyor. Her ikisi birbirinin gözüne baktığı esnada izin veriliyor. SEMA’da her şeyin ayrı bir anlamı ve ayrı bir yeri var. SEMA merasimi müzikle birlikte başlıyor. Bu ney ve kudüm eşliğinde ölümün ve yeniden dirilişin bir törenidir. Ölmeden önce öl! İşte mesaj budur.

İlk SEMA ile birlikte ‘iyi haber’in duyulması ifade edilmektedir: Şüphe yok ki, başka ve daha iyi bir hayat mümkündür. Oraya giden yol açıktır. İkinci SEMA ile birlikte SEMAzen hakikate dönüyor. SEMAzen çoğu insanın aradığını ancak herkesin bulamadığını görmeye başlıyor. Üçüncü SEMA’da kalbin hasreti kesinleşmekte ve eve giden yol bulunmaktadır. İnsan ve ALLAH arasındaki ayrılık son bulmuştur. ALLAH, iş yapmak için sadece elimin, duymak için sadece kulağımın ve insan olmak için sadece kalbimin sahibidir. Dördüncü SEMA ile birlikte ‘ALLAH’la uyum içinde olmak’ için SEMA ediliyor. Gösterilen çabalar amacına ulaşmıştır. O ve ben biriz!

Bununla Mevlâna sufilerinin iddialı yolu tanıtılmıştır. Adaylar için neden uzun bir hazırlık ve imtihan süresinin gerekli olduğunu sadece belki daha iyi anlayabilirsiniz. Yolun bu bölümünde, ilme nasıl münasip bir tavırla yaklaşılacağı öğretilmektedir. Arayan şimdi egosunu kontrol altına aldı ve artık hislerinin ve hayali arzularının açlığına daha fazla boyun eğmiyor. Bu yol, doğru bilginin yoludur. Tecrübe, bu bilginin bir devamıdır. Arayan bu ilmi çok sayıda yaptığı alıştırma esnasında eritti. Evet, o, bilgiyi doğru bir şekilde de kullanacağı konumuna geldi.

O, SEMA ile dünyanın her yerinde ve her an sufi yolunda gidebilecek konuma geldi. Bunun için onun ne akideye, ne kendinden vazgeçmeye ve ne de hayattan elini eteğini çekmeye ihtiyacı yoktur. Zira bu yol insan varlığının iç esaslarıyla uyuşmaktadır. ALLAH’a bir kez köklü teslimiyet, insanın gerçek özgürlüğüdür. İmanıyla özgürlüğünü garanti altına almış hür bir insan olunuyor. Semazen aynı zamnada Allah’ın vitrinidir. Dünyanın her yerinde tüm kapılar size açılıyor. SEMA bir duadır ve SEMAzende bütün insanlık için bir barış melekesi oluşuyor. Bu yüzden tüm dünya devletleri tarafından ziyarete çağırılıyoruz, dünyanın barışına katkı yapmak SEMAdaki sevgiyi göstermek sağ elimize haktan rahmet alıp sol elimizle halka saçıyoruz. Bununla ilgili sorularınız var mı? Bu yolu gitmek istiyor musunuz?

Soruları yok. Son soruma “evet!” cevaplarıyla birlikte uzun süreli alıştırma, düzeltme ve azimle hâlâ devam eden iç gelişme başlıyor ve içlerindeki ihtiras, hırs, kin, kasavet, egonun düzeltilmesine geçiliyor.

Gerçekten de biz ALLAH’tan geldik ve O’na döndürüleceğiz [3]

İKİNCİ ADIM:

Semayla İlgili Temel Alıştırma

SEMA, ALLAH’a uzanan bir nefes kordonudur

Hayat boyu süren, hedefe yönelik bir arayış

Teslimiyetle bağlantılı

Bulmanın bir hediyesi

Hazırlık

Sakin bir yerde üzerinde kolayca döneceğiniz düz bir zemin seçiniz. Kaymanızı kolaylaştıracak çoraplarınızı ve meshlerinizi giyiniz. Yerin durumuna göre belki de çıplak ayakla yapmanız daha rahat olacaktır.

SEMA’yı bir sahilde yaptığınızı tahayyül ettiğinizde, tekrar edilen SEMA’da üst figürün kumda yatırılmış çift sekizi çizdiğini göreceksiniz. SEMA’ın, kesin, özenli, dikkatli ve tam bir dengede yapıldığından emin olmak için zemine bir meşk tahtası konulur. Bu tahta 110 x 110 ebadında olup, tam ortasında altın bir çivi bulunur. Öğrenci, dengeyi buluncaya kadar iki ayak parmağı arasındaki çivi ile SEMA’ya devam eder. Bu idman eskiden 1001 gün sürerdi ki bu süre aynı zamanda Mevlevilik yolunun Çile çıkarma süresidir.

Böylesi uzun ve sert alıştırmaları biz bugünkü insanlar sıkıcı buluyoruz. Bunlar egomuza meydan okuyorlar. Yeterli motivasyonumuz olmadığından sormaya başlıyoruz: “Niçin? Daha kaç kez? Ne kadar? Niye?” Sürekli idmanlar bazen zorlanma noktasına getiriyor. Buna dayanmak gerekiyor. İdmanlar her ne kadar uzun süreli yapılmasa da, kısa süreli idmanlar da kesinlik ve sabır gerektiriyor.

Teslimiyet oluştuktan sonra aşağıda tasvir edilen iki ön idmanın konusu, temel duruşun, dengenin ve zeminle temasın alıştırması ve yaşanmasıdır.

LÜTFEN DİKKAT EDİNİZ:

a— Her ne kadar alıştırmalar basit olsa da bir sürü hata yapma ihtimali mevcuttur.

b— 9 – 18 dakikadan daha uzun alıştırma asla yapmayınız. Her alıştırmaya bir iç huzuru ve uyum içerisinde başlayınız ve bitiriniz.

c— SEMA’yı adım adım ilerletiniz. Hiçbir alıştırmayı atlamayınız. Başlangıçta fazla beklentiniz olmasın.

d— Alıştırma yapmak için yeterli yere, düz bir zemine ve bir çift uygun çoraba ihtiyacınız olacaktır. Aşağı yukarı 9 – 18 dakika rahatsız edilmemeye dikkat ediniz.

Ön Alıştırmalar: 

Ayakları omuz genişliğinde açarak dik durunuz. Her iki ayağı hissediniz. Ayaklar paralel bir şekilde yan yana duruyorlar. Vücudun ağırlığını sol ayak üzerine kaydırınız. Hafif ve sessizce nefes alıp veriniz.

Sağ ayağınızı hafifçe kaldırınız. Dengeyi bulacaksınız. Sol ayak oldukça sağlam “toprağa bağlı” bir şekilde zeminde duruyor. Hissediyorsunuz!

Sağ ayakla yarım adım öne çıkınız. Sol ayağınızı vücut ekseni etrafında döndürünüz (bu esnada sol ayak sağlam bir şekilde zeminde kalıyor).

Bu seyri birkaç kez tekrarlayınız (Şekil 2).

Bazı insanların ilk tepkileri: “Bu olmuyor ki!” olabilir. Ancak Semazen dönüyor! Pes etmeyiniz! Zeminin pürüzlülüğü ile çorapların uygun olup olmadığına veya başka rahatsız edici şeyleri gözden geçiriniz.

Şartların yerine getirilip getirilmediğine ve her şeyi doğru yapıp yapmadığınızı bir kez daha gözden geçiriniz. Alıştırmaları sokakta giyilen ayakkabılarla denemeyiniz. Aksi takdirde zeminle temastaki o hissi kaybedersiniz.

O halde tekrar! İlk pozisyonda her iki ayakla zemin üzerinde duruluyor ve ağırlık sol ayak üzerine kaydırılıyor. Bundan sonra çeyrek daire içerisinde kendi ekseni etrafında dönülüyor. SEMA’da devamlı surette sola doğru dönülüyor. Başınız dönecek olursa dengeyi sağlamak için istisnai olarak birkaç kez sağa doğru dönebilirsiniz.

Bütün Semazenlerde bir sonraki şekilde (Şekil 3) bir kez de resimli olarak özetlenmiştir. SEMA, dört çeyrek daire içerisinde saat göstergesine ters istikamette yapılıyor. Baş hafifçe sağ omuza yaslanır biçimde dik durunuz. Semazenin başı hafifçe (takriben 23-25 derece) sağa eğiktir. Bu sayede iç kulaktaki dengeyle ilgili üç semisürküler kanal, eşit nispette aksite olur. Böylece kanallardan birinin aşırı tembih edilmesi, dolayısıyla o kanala uyan planda baş dönmesi olması ihtimali asgariye indirilmiş olur. Semazenin başının 25 derece civarında eğilimli olması, dünya ekseninde görülen 23 derecelik eğime şaşılacak derecede benzemektedir. Sekiz asır evvel dünyanın ekseninin bilinmediği dikkate şayandır.

Bakışlar öne doğru çevrilmiş vaziyette. Adımları kontrol etmek için aşağıya bakmaktan kaçınınız. Tekrar tekrar dönme alıştırmasını yapınız.

Ne kadar bir süre idman yapılmalıdır? Bir hafta boyunca günde 5, 6 ila 11 dakika arası bir süre. Zeminle temastaki his ve dengenin sağlanmasının geliştirilmesi zaman ve sabır gerektiriyor. Alıştırmaları bilinçli, yavaş ve tam yapınız. Böylelikle tüm hareket seyrini düşünmeye gerek kalmadan öğrenecek, ancak tüm dikkatinizle yerine getireceksiniz.

Alıştırma süresi esnasındaki iç tavır, artan bir şekilde bilinçli bir algılama ve sükûnet ile huzur nüfuz etmelidir.

Boyunların öyle bir bükülüşü, başların sağ kol üzerine öyle öksüzce bir yaslanışı vardır ki gökyüzünün, kendine insanlık namına açılan elleri boş çevirmesi düşünülemez.

Derviş, SEMA’da gözlerini kapayarak veya süzerek dış âlemle alakasını büsbütün keser, içinde ‘Lafza-i Celal’ zikri, Lafza-ı Celal zikrinin nuru içinde açılan yolları çıkardı. Seyirci, Semazenlerde bir güneş manzumesi seyrederken onlar, güneşe varmış olurlardı… Ne mutlu görebilenlere!

(ŞEKİL 3)

Algılamanızı tam olarak ayaklarınıza yöneltiniz. Sessiz ve hafifçe nefes alıp veriniz.

Bu alıştırmalar bir kez daha ile hayat bulurlar. O halde hemen ilk defada başarılı olmasanız bile bırakmayınız! Her defasında daha çok toprakta kök salınız. Daha sonra yukarıya doğru “esneyebilir ve açılabilirsiniz”.

Bu alıştırma kısmında zorluk, vücudun dönmesi esnasında sol ayak üzerinde “tam” olarak durmaktır. Buna alışılamamaktadır. Bundan dolayı her defasında tekrar kontrol ediniz: Sol ayakla zemin temasını tam olarak sağlayabiliyor musunuz? Ayak parmaklarını veya topuğu kaldırmıyor musunuz?

Ne kadar alıştırmaya hâkim olursanız, o kadar yavaş yapmalısınız –filmin yavaş çekiminde olduğu gibi akarcasına.

Özet:

Aşağıdaki temel araştırmalar, SEMA’da tam olarak dönmenin ileri safhası için gerekli şartları oluşturmaktadır:

1.      Her iki ayakla bilinçli olarak zeminle temas kurulması,

2.      Sol ayak üzerinde yavaş dönülmesi,

3.      Sağ ayağın hareket ettirici olması,

4.      Çeyrek daireler çarklardan tam daire SEMA’ya geçilmesi,

5.      Zeminin durumuna göre sürtünmenin hissedilmesi,

6.      Dengeyi hissetmeyi ve bunu muhafaza edebilmeyi,

7.      Vücut eksenini yaşamayı,

8.      Yavaşça değişik hızları deneyebilmeyi

Alıştırma aralarına dikkat edilmesi. İkişer dakikalık üçer kez molalı alıştırma yapmak ve kendini iyi hissetmek, birkaç dakika aralıksız süren alıştırmada fazla yorulduktan sonra bırakmaktan daha iyidir. 2-3 hafta aralıksız sürecek alıştırma zamanına kendinizi ayarlayınız!

Sema’nın Temel Pozisyonu:

İlk ön alıştırmalarda sol ayak üzerinde dönme idmanı yapılmıştı, ikinci kısımda ise:

1.      SEMA’nın temel pozisyonunu,

2.      Çarklarınızın hızını ayarlayan sağ ayağın doğru kaldırılması,

3.      Daha sonra tam SEMA’ya geçebilmek için sol ayağın yarım daire yapması.

4.      Şayet siz şimdi alıştırma yapmak istiyorsanız, ısınmak ve zeminle temas sağlamak için daha önceki alıştırmayı 9 – 18 kez tekrarlayınız.

Ağırlık merkezini kaydırınız!

ALIŞTIRMANIN SEYRİ:

1.      Her iki ayakla sağlam bir şekilde zemin üzerinde durunuz.

2.      Sağ ayağınızı yarım adım geriye çekiniz. Bu esnada vücut ağırlığı ortada olacak şekilde rahatça her iki ayak üzerinde durunuz. Bu SEMA’nın ilerideki temel duruşudur. Bu duruş değişmeyecektir.

3.      Şimdi vücut ağırlığını sol ayak üzerine öyle kaydıracaksınız ki, sağ ayağı rahatça hareket ettirebilesiniz.

4.      Sağ ayağınızı baldırın yarısı kadar yukarıya kaldırınız ve onu yan tarafa öne koymak için sol ayak üzerinden geçiriniz. Dengede durmanız hususuna dikkat ediniz. Geriye bu hareketleri yavaşça yapabileceğiniz hedefiniz kalıyor.

Çeyrek Çark

Çeyrek çarklar ilk alıştırmada sizler için çok faydalı olacaktır. Bunu müteakip yarım ve tam çark alıştırmalarına geçilebilecektir.

Yarım Çark

Bu alıştırmada iki hususa dikkat edilmelidir:

1.      Uzun yöndeki paralellik: Bu, dönmeden sonra tekrar doğru duruş yönüne ulaşmayı kolaylaştırıyor.

2.      Sağ ayağın topuğu ve sol ayağın parmakları arasında az bir mesafe bırakılması: Bununla SEMA’nın engelsiz yapılması sağlanıyor.

SEMA noktası

2. SEMA 180 derece dönme

Ana eksen  

Tam Çark Sema

Tam çark SEMA, sağ ayakla seri bir şekilde çıkışla bir biriyle birleşen bir birine eklenen iki yarım çarktan oluşur. Bununla tam bir daire meydana geliyor.

Sol ayak

1. yarım dönme                                                             

2. yarım dönme

360 derece dönme

Atacağınız çarkları ilk önce bir biri ardına gelecek şekilde iki yarım daire yaparak deneyiniz. Daha sonra her iki yarım daire tek daireye dönüşecektir. Yavaşça deneyiniz ve bu arada doğru (dik) durunuz!

SEMA, aynı zamanda her iki ayakla birlikte paralel bir şekilde icra ediliyor. Sol ayak devamlı bir surette zeminde kalıyor (Şekil 7) ve hiçbir zaman kaldırılmıyor. Sağ ayak zeminden kalkıyor ve SEMA akışını sağlıyor.

SEMA, kendi iç ekseni etrafında dönmektir. Bunun bir enerji hattı olduğu düşünüldüğünde; bu hatta şuur, yukarıdan tepe noktasından giriyor ve vücutta yayılarak sol ayak ökçesinden toprağa akıyor. Burada toprağa kök salmak ve gökyüzüne dokunmak ifadesi anlatılmak istenmektedir.

Şayet siz SEMA’da tadımlık bir kurstan öte bir şeyler almak istiyorsanız aşağı yukarı 3 ay boyunca devamlı bir surette yapacağınız alıştırmadan hareket edebilirsiniz.

Her bir adım seri ve süzülürcesine birbirine geçinceye kadar yavaş ve dikkatlice alıştırma yapınız.

SEMA, çok hızlı yapılabilir. Buna rağmen SEMA’nın hızı farklı bir işaret anlamına gelmez. Burada daha çok söz konusu olan, Semazenin vücudundan akan ve ALLAH’ın itimadının kazanılmasına sağlayacak enerjinin tecrübe edilmesidir.

Devamlı bir surette yapılan daha önceki alıştırmalar iç dengeyi, tam bir yaşam dengesini sağlamaktadır.

SEMA ile derin bir dini büyüme tecrübesinin elde edilmesi mümkündür – şartı ise, kim halis niyetle ararsa aradığını bulur ilkesine kişinin tavrının uygunluğudur.

Bu tavır zamanımız için tipiktir. Biraz burada, biraz orada şiarıyla çoğu arayıcı bir idmandan diğerine koşuşturmakta ve bugün bir çalıştay yarın ise başka bir çalıştaya gitmektedir. Samimi olarak kim Sufi yolunda ilerlemek isterse, uzun sürecek bir uğraşa kendini hazırlamalıdır. O, kalben ALLAH’a bağlanmalıdır. Bu aşamadan, aydınlanma ortaya çıkabilir ki, kim bu hal gerçek ilim ile el ele gider.

Aralıklı görmeler yeterli değil

Dönüşüme uğramak için sadece bir sorunun arkasında

Onun sonuna kadar gitmek mecburiyetindeyiz.

ÖZET:

SEMA’da tam çark, iki yarım çarktan meydana geliyor. Sağ ayak zeminden ne kadar hızlı kalkarsa, iki yarım çarkta o denli seri bir şekilde bir birini takip eder.

SEMA’daki temel duruştan (sağ ayak sol ayağın arkasında) sağ ayakla sol ayak geçilir (üzerine aşılır) ve ilki sonrakinin önüne konulur (Şekil 6). Daha sonra 180 derecelik dönüş gerçekleştirilir. O halde, önce sağ ayak sol ayağın öbür tarafına geçirilir ve daha sonra çark atılır, daha sonra sağ ayak sol ayağın öbür tarafına tekrar geçirilir.

Bilinçli, yavaş ve itinalı deneyiniz!

İdrak Etmenin Yolu:  

Mevlevilikte SEMA, insanın kendi kendisiyle sulh olma, barışa varmasının aynı zamanda estetik ve artistik bir ifadesidir. Kendi iç âleminde bu barışı kurmaya muvaffak olan insan, başka insanlarla da mutlaka sulh içinde yaşar. Çünkü bu durumda “başka” dediğimiz o ikilik düzeni ortadan kalkmış olur. Semazen aynı zamanda özgürlükle imanını garanti altına almış olur.

Yaratılanları sevmek, bir bakıma, onları yaratan Hakk’ı sevmektir. Mevleviler, İslami prensiplere uygun olarak Yaradan’dan ötürü yaratılanı hoş görürler. Onlara kin, öfke, nefret beslemeyi ise Hakk’a müteveccih kin, öfke ve nefret olarak değerlendirirler. Bundan dolayı halkla münasebetlerini düzeltenin, Hak’la da düzelteceğine inanırlar. İşte bu hareket tarzı, Yaratıcı ile sulhe varmak manasını taşır.

  SEMA’nın alıştırması için Neyi planlıyorsunuz,  hangi hayat örneğiyle ilgili, böyle bir planın hayatınızda hangi yararları var? soruları geçerlidir. O halde niye SEMA?

Bu sorunun cevabı sadece SEMA’nın devamlı surette yapılmasında bulunabilir –görünen hayatta değil, bilakis sadece iç âlemde: ALLAH’ta var olmada. Sufizm geleneğinde, iç sırlar tekrar tekrar gündeme gelir; ancak bu sırlar –siz okuyucuya bir çelişki gibi gelse de – aslında sır değildir. Belirli bir bilinç aşamasından itibaren bu sırlar açılmakta ve bunlara ulaşılabilmektedir.

Sufilikte hikâyelerin ayrı bir önemi vardır. Bunlar her zaman çok anlamlı olup, hakiki ilmi aktarırlar. İdrak burada bir sürecin veya bir şahsın doğrudan kavranmasıyla ilgili bir olgudur. Bu bir düşünce süreci değildir, hakikat sezgiden ortaya çıkar. İdrak hemen karşımıza çıkıyor. Hah, böyle imiş! –sanki şimdiye kadar tümü görmeyi imkânsız hale getiren koyu perdeler aniden kalkıyor gibi. Bu, hiçbir şüphe olmaksızın bir değişim olup, “başka türlü değil - işte böyle” ifadesindeki kesin bilgiyle desteklenmektedir.

Yukarıdaki hikâyede de böyle bir idrak sürecinden bahsediliyor. SEMA, idrake giden bir yoldur!

Bazı Sufi İlkelerinin Özeti:

Bir önceki hikâyeden alınacak ders, hakiki idrakin ve hakiki ilmin hayatımızdaki karmaşıklığı çözmesi ve böylelikle hayatımızı kolaylaştırmasıdır.

Yeniden yön verme, karar yeteneği, eylem yeteneği ve yeni değerler bununla mümkün olmaktadır.

Çok farklı türden hayat örnekleri varlığımızın kafes demirlerini oluşturuyor. Kendi kendine dönen bir tekerlekte olduğu gibi, bizim içimizde de dışarıya doğru çekmekte olan ve zorlayan merkezkaç bir kuvvet bulunmaktadır: Stres, telaş, korku, hastalıklar, manasızlık hissi ve daha niceleri

Kendi kendine dönen bir tekerlekte olduğu gibi bu güçler, hareketin merkezine içeriye doğru gidildikçe zayıflayacaktır. Bunlar, varlığın merkezinde tamamen durma haline geçecektir. Burada insan varlığı kalpte kökleşmiş bir kalite sıçramasını gerçekleştiriyor.

SEMA, bizleri varlığımızın merkezi ile temasa geçiriyor ve hayat yolumuzda bir dönüşüme götürüyor: O, bizi dışarıdan özümüze götürüyor.

SEMA, özgürlüğe açılan bir kapıdır. Zira biz içimizdeki merkezde kökleşmişsek, tekrar cesaretle ve sağlıkla dışarıya çıkabiliriz.

SEMA’da Ahenk Oluşuncaya Kadar Çalışmak

Rahman ve rahim olan ALLAH’ın adıyla

Sema İle Tecrübe

Suda boğulmakta olan birisinin havayı aradığı gibi

ALLAH’ı arıyorsan,

Bu anda O’nu bulabilirsin.

Alışılagelen sabah selamından sonra birinci ve ikinci çayın arasında dış ülkeden gelen talebelerin bir sorunları olduğunu hissediyorum. Ve çok geçmeden çekinerek ve biraz da üzgün bir şekilde ülkelerine geri dönme zamanının geldiği kararını bildirmek istiyorlar. Sema Dedesine:

-            Baba! Sema Dedesi:

-            Evet, buyurun? diye mukabele ederken tüm dikkatini onlara veriyor.

-            Bizim yarın tekrar yola çıkmak istediğimizi ve sizden ayrılacağımızı arzetmek istiyoruz!  Bununla ilgili ne düşünüyorsun? diyorlar.

Sema Dedesinin cevabım biraz şiddetli bir baş sallamak, tipik bir gürleme ve açık bir:

-            Hayır! Daha çok erken, şimdi gidemezsiniz. Biraz bekleyiniz! Ancak SEMA’yı etraflıca yaşamak istiyorsanız birkaç gün daha kalmalısınız.

Yıldırımla vurulmuş gibi oldukları yüzlerinden belli. Bunun yanında aşikâr olan bir şey daha var o da sadece bu hariç her şeyi hesaba katmış olmaları.

Birkaç gün önce SEMA’yı Sufi kıyafeti içerisinde yapmak için ricada bulunduklarında ihtiyatlı yaklaşmıştım. Cevabım bu arzularını gözden geçireceğimi ve kısa zamanda kendilerine bildireceğim idi. Akabinde ülkelerine geri dönüş gerekçeleriyle ilgili olarak talebelerle ayrıntılı bir görüşme yaptım. Daha sonra bu konu üzerine konuşmadığımdan onlar için de artık bir mesele kalmamıştı. Sufi geleneğinde, doğru kapıların doğru zamanda ve doğru yerde kendiliğinden açılacakları bildiriliyor ve öğretiliyordu.

Daha sonra Sufi geleneğine göre kendilerine büyük bir hediye verildiğini hissediyorlar. Önümüzdeki yılda tekrar gelip SEMA programına iştirak etmeyi planlıyorlar. Bizde tartışmalarını dikkatlice takip ediyoruz. Burada bir şeyler yeniden organize edilmek isteniyor! Ancak biz, kalmalarının önemli olduğundaki ısrarımızda duruyor nihai kararlarını netice olarak bekliyoruz. Sonunda kararları belli oluyor ve sevinçle gelerek haber veriyorlar: Kalıyorlar! Başımı sallayarak memnuniyetimi ifade etmem onlara da doğru yerde doğru kararı verdiklerini anlamalarını sağlıyor.

Ertesi günün sonuna doğru bilgi veriyoruz: “Yarın akşam arzunuz gerçekleşecek. İlk kez SEMA kıyafetiyle SEMA’ya girebileceksiniz!” Buna terzinin SEMA elbiselerinin yarın hazır olacağını söylediğini de ilave ediyorum. Bu haberi ilk duyduklarında sevinçli bir heyecana sevk oluyorlar. Uzun süre dört gözle bekledikleri haber şimdi gökten bir şimşek gibi iniyor!  Nihayet zamanı geldi.

Bundan sonraki gecede küçük çocukların Bayram öncesinde olduğu gibi heyecanlı ve sevinçliler. Düşüncelerini dizginleyemiyorlar. O gün manevi huzur içinde geçti. Kafalarında güzel musiki sedaları oluştu, hepsinin gözlerinden sevinç okunuyordu. Hepsinde yeni bir şeyler oluyor. Lüzumsuz şeylerle uğraştıkça SEMA’da dengeyi kaybedecekleri korkusu artıyor. Birkaç gün daha idmanı devam ettirmek acaba daha iyi olmaz mıydı? Şeklinde düşünüyorlar.

Ruhen bisiklet sürme idmanında bugün bisikletin bırakılma zamanının geldiğini söylüyorum. Ve daha en başta söylediğim bir kısım sufi geleneği tecrübesini tekrar ediyorum: 

- İnşallah bu da olacak. Ve şayet olmayacaksa, olmayacak. Tedirgin olmaya gerek yok!

Kendi kendilerine yaptıkları yorumları biraz insafsızlık olarak görüyordum. Ancak bunun yerine tatlı bir gülümseme ve ışıltılı gözlerle baktığımda her birinin sevgi dairesinde toplandıklarını müşahede ediyorum. Terzi gerçektende elbiseyi bitirmiş ve getiriyor. Elbiseyi paketlenmiş olarak alıp SEMA meşki yapan canlara veriyorum. Onlar için sıkıntı olan şey beklemek!  Bu arada Canlara Tennure hakkında biraz bilgi veriyorum:

-Sufi yolunda arkadaşlarla birlikte beklemek bir sanat. Başaramayacaklarına dair hislerin sıkıntısı yüzlerinden belli. Ancak sınava girmek istedikleri de belli. Sonucun ne olacağı bilinmez ki! Sınavı başarma özleyişi ve sınavda kaybetme korkusu bir biri ardında gidip geliyor. ALLAH’a malum olan bize meçhul olan bir düşünce mevcuttur.

SEMA çalışan Canlar bir yandan birbirlerine tavsiyede bulunurken diğer tarafta da korkularını yorumluyorlardı: Bir diğerine:

— Artık sınavda kaybedemeyiz, kaybedecek olsaydık zaten buralara kadar gelemezdik. Aksi takdirde paşmaklarımızı kapının önüne koyarlardı! diyor ve arkadaşını rahatlatmaya çalışıyordu.

— Ayakkabıların kapının önüne konulması Mevlevi yolunda daha önceleri adaylara imtihanı başaramadıklarını bildirmedeki usuldür. Başarısız olanların ayakkabıları hücrelerinin önüne konur idi. Bununla adaylar tekkeyi terk etmek zorunda kaldıklarını öğrenmekteydi.

Arkadaşlar haklı diye düşünüyorum. İmtihanları şimdiye kadar başardılar, aksi takdirde kalmak için davet alamazlardı. Zira bizim için de kural geçerli: Bilinceye kadar imtihan edeceğiz!

Bu arada tennureyi giyme ve çıkarma usullerini tarif ediyoruz. SEMA tennuresi çıkartılırken iç tarafı dışa dış tarafı içe geliyor, giyerken de Semazen kıbleye müteveccih diz çöker 3 İhlas, 1 Fatiha ve Ayet-el Kürsi’yi okuyup Hz. Mevlana (K.S) ve O yolun saliklerinin ruhuna hediye ettikten sonra dışı içinde olan tennureyi başından geçirir iç yüzü dışına çıkar. Dış tarafı bu sefer dışa gelmek kaydıyla elif-lambendi bağlıyorlar, Güldeste giyiliyor, daha sonra sikke, en son ise Resim hırkası. Tabi burada en önemlisi tüm bu cihaz-ı Tarik giyilirken öpülüp niyaz edilerek giyiliyor. Daha sonra yemeğe gideceğiz. “Bugün bayram günüdür!” İsteğimin yerine geldiğini hissettiriyorum. Böyle olacak – başka türlü değil!

Canlar için en uzun gün de sona eriyor ve nihayet bu akşamki programı bildiriyorum. “Önce ZİKİR’le ALLAH’a yöneleceğiz” (ALLAH’ın adının kelime-i tevhidle “La ilahe illallah” çağrılması. Bu, (Hayır! ‘ALLAH’tan başka ilah yoktur’ anlamındadır.) İlk SEMA’larını Sufi elbisesinde (tennure) yapmak için giyinecekler.

SEMA, aceminin kabiliyetine ve tahammülüne göre, ortalama kırk beş günlük veya üç ay sürer. Artık SEMA, tamamıyla öğrenilince, müptediye tennure giydirilir, Yani Semazen Can’ların Cihaz-ı tarik SEMA kıyafetleri olan tennureleri tekbirlenir. Sonra güldesteyi verilir. Onun arkasından sikke tekbirleniyor. Resim hırkası tekbirleniyor. Dua yapılıp gülbank çekiliyor. Bir müddet de bu resmi kıyafette meşke devam olunur, SEMA kökleştirilir ve pekleştirilirdi.

Müptedinin artık umumla birlikte resmi ayine iştirak edebilecek bir ehliyet kesbettiğine kanaat getiren SEMA dedesi, şeyhin müsaadesile bir (müptedi mukabelesi) tertip ederdi. Bu mukabele, dergâhın resmi (mukabele-i şerif) inden bir kaç saat önce, ayni erkân ve merasim ile fakat kısaca ve bir kaç kişi ile yapılırdı, ziyaretçi vesai­re kabul edilmezdi. Bu tecrübede muvaffak olan, yani düşmeden, çarpmadan ayini bitirebilen müptedi umumi ayine iştirak hakkını kazanırdı, Müptedi mukabelesi yapıldığı gün müptedi, SEMA de­desine ve mukabeleye katılan Semazen ve mıtrıba, vakti ve hali ile mütenasip, birer niyaz, yani hediye sunardı.

Yukarıdaki tariften anlaşılmış olacağı üzere, mihver­lik eden sol ayak yerden kaldırılmaksızın hareket ettiril­diği için SEMA’ın mutlaka yalın ayakla, düzgün cilalı par­ke döşeli salonlarda yapılması icabederdi. Bununla bera­ber, çorapla, mest veya fotinle hasır veya halı serili yer­lerde de SEMA etmeğe mesağ vardı. Bir de çarkın tam daire şek­linde olmayıp yarım ve hatta çeyrek daire şeklinde de ya­pılması mümkün ve caiz idi ki, ihtiyarlarla çocuklar gibi fazla zahmete dayanamayanlara veya zikir esnasında halka içerisinde gayet aheste SEMA etmek isteyenlere mahsus gibiydi.

Bu andan itibaren meydana gelen, açılan ve yoğunlaşan her şey, akılla izahı kabul olamayan ve dille ifade edilemeyen türden. Bu güneşin arkasındaki parlaklığı kelimelerle ifade etmek çok zor. Dil, malum olanın, söylenmeyenin ve o çok özlenenin aranması ve bulunmasına sadece bir işarettir: Bu, âşıkların birbirlerine dokunduklarında o tatlı hassas temasın ruhlarını canlandırarak (seslendirerek) büyük bir sevinç yaşamaları, bu sevincin devam etmesi için birbirlerini tekrar aramaya başlamalarının ancak tekrar ayrılmaları durumunda mümkün olacağının anlatıldığı bir aşk oyununa, bir anda ihsan edilenin tekrar aranması için hemen sonra geri alınmasına benziyor. Aynısı bir yaz günü yüzlerce figürü çimlere işleyen ve mısraları canlandıran iki kelebeğe benziyor:

Ben (ALLAH) gizli bir hazine idim

Bilinmeyi istedim

Bilinmek için

Dünyayı yarattım.

Hadis

Böylece bu akşam SEMA törenimiz, Gönül Evine Hoş Geldiniz! Tarzında gelişti. Bildirildiği üzere bu akşam, alışılagelmiş bir şekilde cereyan etti: ZİKİR, elbise giyme, ilk SEMA, birlikte yemeğe gitme. Dış görüntü itibariyle öyle dramatik olmasa da, manevi süreç çok farklı geçti: İçeriyle derinden temas etmiş olma tecrübesi sessiz, açık bir algılamaya dönüşüyordu. Neyin ne olduğunu idrak etme olayı ön plana çıkıyordu.

Günün sonunda Canlara hislerini soruyorum. Kendileri hissettiklerini paylaşıyorlar:

İlk dönüşle birlikte “can suyunun dalgaları” kalbin içinden ve daha da aşkın akmaya başladı. Bilincin sınırları genişledi. Düşünme tam olarak geri çekildi. Bu, hayatın kanatlarını açtığı ve “ışıkta ışığa” yükseldiği, yazıyla ifade edilemeyecek bir durum. O, öyle bir özleyişti ki, evet, çok çok farklı bir şey. Bu hayretler içerisinde kalmanın tam bir ifadesi. Varlığın bu boyutuna dalındığında ondan tekrar çıkmak için istek yok oluyordu. Bu çıkış zorunlu olarak gerçekleşince de, maddi dünyaya alışmak ve yönünü bulmak zaman alıyordu.     Bu, bir kabul edilişin ya da açılımın yaşanmasıydı.  Bu SEMA töreninden geriye kalan ise kolayca anlatılabilir. Bizim şimdiki hayatımız bundan sonra meydana gelen değişiklikleri aksettiriyor.

Dolayısıyla hali hazırda okumakta olduğunuz bu kitap sadece “ihsan edilen hayat tecrübesinin” bir ifadesi değil. Burada “başarıların zenginliği” anlamında “başarılı olmanın” yaşanması kökleşmiştir: İlişki olarak zenginlik, arkadaş olarak zenginlik, düşünce olarak zenginlik, imkân olarak zenginlik, aşk olarak zenginlik, anlam olarak zenginlik – hayatı güzel ve değerli yapan ne varsa bunların hepsi.

Canlara göre İncil bu durumu “hayatın doluluğu” olarak ifade etmektedir. Ve bu durum devam ediyor mu? Evet, bu durum her defasında daha da inkişaf etmektedir. Bunun sonu tahmin edilemez. Hayat, şimdi evinde olmanın bir bayramıdır.

Yeni bir boyut kapılarını açıyor. Yolun ilk kısmı “... harmoni kuruluncaya kadar”, sonra ikincisi “ALLAH’la uyum içerisinde yaşamak” anlamındadır – ve bununla insanın kendisiyle, yaratılanla ve iyi şeyler yapmaya niyetli insanlarla. O halde birinci kısımda yolumuza devam edelim!

Semazen ayine çıkmasalar bile her gün en az beş dakika SEMA ederler. Her gün yapılan bu çalışma sırasında hiç olmazsa 18 veya 24 çark atarlar. İşte bu muntazaman buna bağlı olarak Semazende baş dönmesi hiç olmamaktadır. Semazenlerin, en dalgalı deniz yolculuğunda, hava yolculuğunda ve kara yolculuğunda baş dönmesi, bulantı, kusma olmadığı görülmüş, safra olmadığını ifade etmişlerdir.

SEMA sadece bir fiziki ve bir beden eğitimi şekli olduğu düşünülse bile son derece müspet tesir icra ettiği gözlenir. SEMA çalışmaları Semazenlik eğitimindeki meşk (ekzersiz) şikâyetlerinin ortaya çıkmaması için, hergün tedricen günde bir buçuk iki saate kadar yükseltilmektedir. Çeyrek çarkın dokuz günde, yarım çarkında on sekiz günde öğrenilmesinden sonra, tam çark atılmaya geçilmektedir. Ortalama kırkbeş günlük veya üç ay sonra SEMA meşki sırasında hızla dönerken, eteklerin bir şemsiye gibi açılıp havalanmasına, tennure açma tabiri kullanılır. Semazen kendini daha hafiflemiş hissetmektedir.

SEMA sıkılma ve açılma şeklinde olan iki safhası “müminin kalbi ALLAH’ın yed-i kudretindedir. Bazen kabz, bazen bast halinde bulunur[4] hadisi şerifini hatırlatmakta, onun beden hareketleriyle yorumunu göstermektedir.

SEMA başlarken kol açan Semazenin sağ eli dua eder gibi yukarıya, sol eli ise aşağıya açıktır. Bu pozisyon “Hak’tan alır, halka saçarız. Hiçbir şeyi kendimize mal etmeyiz. Görünüşte var olan, vasıtalık eden bir suretten başka bir şey değiliz” manasına gelmektedir. Bir başka ifadeyle de “Göğe ağarız, yere yağarız. Varlığımız Hakk’ın rahmetinde yok olmuştur” demektir. Semazenler hem kendi etrafında döner, hem de meydanda devrederler. Dünya ve gezegenlerin, güneşin cazibesiyle hem kendi etrafında, hem de güneşin etrafında döndükleri gibi. SEMA, sembolik olarak, bütün âlemlerin hakiki güneşi olan Hakk’ın huzurunda yapılan bir devr-i âlemdir.

SEMA sırasında da, Sultan Veled devrindeki gibi sessizce ALLAH’ın ismi (İsm-i Celal) zikredilir. Semazen çarkını yerden kaldırırken “Al”, yere basarken lah hecesini söylemek sure­tiyle her çark atışta bir İsm-i Celal okuya­rak zikre devam eder.

SEMA sırasında direk tutmayı kuvvetlendirmek ve yürüyerek SEMA meşkini yapmayı geliştirmek, durmak gereken yerlerde musiki temposu yavaşlatınca Semazenler yüzleri Semahaneye dönük olarak dururlar. Dururken kolları niyaz pozisyonuna getirirler. Gözlerini yukarıya diktikten sonra ayaklarını mühürleyip, gözlerini kapatarak baş dönmesini önlerler. Birbirine yakın Semazenler, yan yana durup omuzlarını birbirine yaslayarak düşmelerine engel olurlar.

Böylece semahanelerde ikişer, üçer, dörder kişilik birbirine dayanmış, Semazen kümeleri meydana gelir.

SEMA ferdi bir hareket (akivizyon) olup, yer çekimi merkezi Semazenin vucudundan geçer Semazenin dönüş ekseniyse kafa kalp ve sol bacaktan geçmektedir.

SEMA sırasında baş hareketlerinden kaçınılmakta ense ve boyun adaleleriyle baş desteklenmektedir.

Semazen SEMA sırasında başı hafif geriye çekip sağ omzuna doğru yaslaması, beyin ile kalp nahiyesinden, sol omzundan gözleri yarı açık olarak ufuk çizgisi yerine geçen sol el başparmağına bakmaktadır.

SEMA’dan evvel fazla yemek yememekte, ayrıca hazmı zor gıdalardan kaçınmalıdır.

SEMA sırasında içten zikir yapılarak zihni uyuşukluğun önüne geçilmektedir. Cezbe-i zikir hali aşkla şevkle SEMA’ya devam ederek SEMA seyrini sürdürmek.

ALLAH cümlemize o güzel halleri nasip etsin.

Her defasında düşünceler yok olduğunda

Ve gerçekler örtüsüz önümüze çıktığında,

Bir tane doğru olan yeniden dirilme var.

Bu nerede vuku bulursa, pişmanlık kalmıyor,

Eğer o gerçek sizi çekiyorsa,

İyi, sonra başka bir şey yok.

Sizi buralara çeken,

İşte bu hakiki varoluş

Hazırlık İçerisinde Hazırlık

SEMA’nın öğrenme sürecinin bir sonraki adımına hazırlık olarak, perde arkasını gün ışığına çıkarmak istiyoruz.

Önce SEMA’nın bir hazır sunulan olgu olmadığını, bilakis zamanı ve sabırla alıştırma yapmaya amade olmayı gerektirdiğini bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. SEMA’nın ilerletilmesi anlamayı gerektirmektedir. Anlamak, SEMA’nın ne olduğu, niçin SEMA vardır sorusu, kökünün ve kaynağının nerede aranacağı ile ilgilidir. SEMA’nın öğrenme sürecindeki farklı adımlar, kutu içerisinde kutu olarak paketlenmiştir: İnsan birisini açtığında, bir şeyler görüyor ve bunun içinde başka bir kutu olduğunu tespit ediyor. Bundan dolayı arasözler, hikâyeler, başka eserlerden iktibas edilen metin parçaları – sözde dolambaçlı yollar - çok önemlidir! Bunlar burada yazdıklarımız karşısında saygımızın bir işaretidir. Sufi yolu, kişinin önemli bir olaya veya bir kişiye yaklaşımının nasıl olacağı hususunda çok açık davranış kuralları ihtiva etmektedir. Karşılaşmanın önemi ne kadar çoksa, insan yaklaşımında ona göre daha hassas olmalıdır. Gelenek bunu böyle istiyor, aksi takdirde iç ve dış kapılar açılmazlar. Bunun için hazırlık önemlidir ve bu da zamanı gerektirmektedir. Farklı açılardan konu aydınlatılmak istendiğinde bir husus tekrarla işaret edilmiştir ki, bu da konunun ayrı bir öneminin olduğuna işarettir. Bu husus burada dikkatten kaçmamalıdır!

Acele işe şeytan karışır sözü, SEMA’nın öğrenilmesinde bundan sonraki adımda geçerlidir. Zira dış şartlar yerine getirilmiş gibi görünse de henüz bunun için çok erkendir.  Bu durumda iç şartlar geliştirilmelidir. SEMA, bunun arkasında ne olduğunu en kısa zamanda bilmek için idmandan idmana koşuşturmakla satın alınmaz! Şayet zaruri olan hazırlık aşaması sadece yüzeysel yapılacak olursa sonuçta hayal kırıklığı yaşanabilir!

O halde, günlük ve devamlı idman yapınız! Her gün biraz daha güvenli ve dengeyi sağlayınız...

Bir Sonraki Merhale:

   

Şimdiye kadar teslimiyette kökleşmek ve toprakta kökleşme eğitimini yaptık. Şimdi ise sırada yana açılma geliyor. Ardından ise yukarıya açılma geliyor: Eğitim gören kişi ilk eğitim sürecinde aşağıya doğru kökleşmiş oluyor ve bundan sonraki eğitim merhalesinde sağ ve sol cihetine açılıyor. En sonda yukarıya doğru uzamaya başlıyor. Bu gelişme, bir ağacın büyüme aşamasına benziyor: Ağaç önce toprakta tutunduktan sonra imanda kökleşiyor ve daha sonra tacını oluşturmak için çaba harcıyor. Ve ağacın başına yeşil bir tac konmuş oluyor. Açılan kolları ve elleriyle meyveli bir ağacı temsil ediyor.

SEMA, kişinin hayat kalitesinin hissedilir bir şekilde artmasını sağlıyor. Semazen, aşağıda belirtilen tecrübeleri kazanır:

Kendisini maddi ve manevi taşınıyor hisseder,

Uçmaya benzer manevi bir haz alır,

Fedakârlık ve etkilenmenin uyumunda ALLAH’la olan bağlantıyı sağlar.

Vücut, ruh ve akıl birbirleriyle uyum içerisinde olumsuz bağlantılardan uzaklaşmayı ve hayatın sorunlarının çözümünü mümkün kılar.

Ancak daha önce: Eğitim yapınız, düzeltiniz ve eğitim yapmaya devam ediniz parolası geçerlidir! Dışarıdan bakıldığında bu alıştırma süreci spordan hemen hemen ayırt edilemez. Burada ve orada amaca ulaşmak için disipline ihtiyaç gereklidir. Manevi olarak bakıldığında ortak taraflar bulunmamaktadır.

SEMA’da bir birini takip eden eğitim kısımlarının mükemmelleştirilmesi ile şahsi bağlantılardan kurtulmayı sağlamaktadır. Bununla iç ve dış kapıların açılması sağlanmaktadır. Bu önemli manevi karşılaşmalara bir hazırlıktır. Hakikatin arkasındaki hakikate giden yolda bizi amacımızdan ayıran her şey bir kenara bırakılmakta ve engeller aşılmaktadır.

SEMA, daimi surette bir niyet beyanıdır. Evet, ben ALLAH’a kavuşmak istiyorum! Bu arzu olmaksızın insani hayatta tanrısal yankının bulunması mümkün olmaz.

Fi-Ma-Fihi adlı kitabında Rumi, tanrısal ışığın insan ruhunun içine yayılmasının izahını yapmak için bir lambanın resmini kullanır.

Lambayı güneşin önüne koyduğunu farz eyle ve bu durumda lamba vasıtasıyla güneşi gördüğünü düşünürsün! ALLAH korusun! Lambayı getirmesen de güneş kendisini gösterecektir – o halde, lambaya niye ihtiyacın olsun?

Bu, Sufi geleneğinde Sufiler dünyayı yürürken tutarlar diye adlandırılır. Bunun anlamı, SEMA’nın kendi kendine bir amaç olmayıp, bilakis dünyaya bir hizmet olarak anlaşılmasıdır. Manevi deneyim dış icraatta kendini belli etmektedir.

Bu anlamda bakıldığında Semazen manevi erime seyrindeki süreciyle yaradılışın dönüştürme aygıtına, pozitif ışınlamanın ebedi gençlik kaynağına dönüşmektedir. Bu kıyaslamada, suyun resmi ruhun ilk resmi olarak esas alınmakta; tüm varlığın sudan teşkil etmesi ve fani dünyaya akması. Tüm dünya dinlerinde su ilhamın, temizliğin, ıslah etmenin, aydınlatmanın, çözümün, merhametin ve hayatın bir sembolüdür. Rumi, sufiyi şu şekilde anlatmaktadır:

Şarapsız sarhoş olmak,

Yemeksiz doymak,

Yemeden ve uyumadan sevincinden kendinden geçmek,

Sade kıyafet içerisinde bir kral,

Enkaz yığını içerisinde bir hazine,

Havadan ve topraktan olmayan,

Ateşten ve sudan olamayan,

Sonsuz bir deniz,

Onun yüzlerce ayı, gökyüzü ve güneşi var.

Onun hikmeti

Son hakikatten geliyor-

O bir kitap yazan birisi değil.

Gönül ovasına adım atmak

gerekir, çünkü toprak ovada

ferahlık yoktur.

Ey dostlar! Gönül güven

yurdudur; orada pınarlar,

gül bahçesi içinde gül

bahçesi vardır.

Ey yürüyen! Kalbine yönel ve

yürü; orada ağaçlar ve akan

pınarlar vardır.

Sema Eğitim Sürecinde Bir Sonraki Adım 

Şimdiye Kadar Yapılan Eğitim:

İmanda bağlılık (kökleşme);

Sol ayak üzerinde yavaşça süzülerek dönmek. Sağ ayak ile öbür tarafa (sol ayak üzerinden) geçme (yarım ve tam dairelerle);

SEMA’da temel duruş;

Akıcı bir şekilde ayağı öbür tarafa geçirme, çark atma ve ayağın bir kez daha öbür tarafa geçirilmesinde ayağı yere koymayarak tam çark yapma;

Hareketin seyri, denge, manen ve madden dikkat kesilme hususlarının birlikteliği.

YUKARIYA DOĞRU AÇILIŞ

ARKA SAYFADAKİ GRAFİK SEMA’NIN ALIŞTIRMA SÜRECİNDE BÜYÜME PRENSİPLERİ Nİ VE ENERJİ HATLARINI GÖSTERMEKTEDİR.

Şimdiye kadar tüm dikkat bacaklar üzerine odaklanmıştı, bundan sonraki eğitim bölümünde ise vücudun üst kısmı da eğitime dâhil edilmektedir. Bu adım, vücudun tüm öğelerinin bir birlikteliğe gidişinin oyunudur.

Açmak ve toplamak (germek ve bir araya getirmek), nefes almak ve vermek birbirleriyle ilişki içerisinde olan şeylerdir. Buna vücudun tevhidi denir. Bunlar varlığın ortası olarak kalbe bağlıdırlar. Vücut, gökyüzü ve yer arasında içerisi ile dışarısı arasında bir bağlantı uzvudur. SEMA eğitim süreci, hayatın irtibat bünyesinde uyumlu bir birlikteliği sağlıyor.

SEMA’da ALLAH’a teslimiyet tekrardan inkişaf etmektedir. Bir sonraki aşama, kalbin aşamasıdır. Bu bilinçte ALLAH’ın adı (ALLAH veya Hüda) yerleşmektedir. ALLAH’ın adının çağrılması olarak bilinen dini merasim ALLAH’ın zikredilmesidir.

Bu dünyadan olmama

Yukarıya açılma

   

(baş) nefes alma – teslimiyet

• (sağ el) içine akmak                                          

                                                               

                                                                  

                                                             

• (sağ taraf) bir araya                                                                                                     

    getirme, med                                        (vücudun ortası)                      (sağ taraf) açma, cezir

                                                                    kalben tanıma,

                                                                sezgi ve ilham, esin

                                                                                                                                         

                                                                                                                            (sol el) akıtmak

                                                                        

(sol zemin) sağlam durma                             (orta)                                    (sağ zemin) bırakmak

                                         

                                             Durma yerini bulmak, merkezde olmak

                                                                          

                                                              (alt orta nokta)

                                                             Yere kök salma

                                                        Dünyada çalışma         

Bu bir ‘ALLAH’ı anma sanatıdır’. La ilahe illalah ifadesinde Semazen, kendini buna bağlıyor. Semazen, ALLAH’a olan bağlılığını SEMA’da ve ZİKİR’de dile getiriyor ve o bu inancını günlük hayatına uyguluyor.

Bedensel anlamda bulunan bu yeni inanç, SEMA’nın esas duruşunda kendini ifade etmektedir. Kollar, önce göğüs üzerinde çapraz şekilde bağlanmış ve ilk çark yaparak sonra çözülerek oldukça uzağa açılıyorlar. Bu esnada el gökyüzünden bir şey alırcasına açılıyor. Sol el açık şekilde sol kolla birlikte aşağıya dönük bir şey verircesine bir vaziyette ve aynı zamanda gökyüzü ve toprak arsasında bir arabulucu gibidir. Semazen bununla “Bir hayat ağacına” benzer.

Batı Avrupa’da ve Amerika’da “dünyanın en asil mistik dansı” kabul edilen SEMA sırasında Semazen kollarını yavaş yavaş açar. Her iki kol pektoral adale hizasına geldiğinde, sağ elin başparmak dışında diğer parmakları bitişik halde, yukarıya doğru açılır. Sol el ise, parmakları hafif kıvrık halde aşağı sarkıtılır. Semazenin başı hafifçe (takriben 23-25 derece) sağa eğiktir. Bu sayede iç kulaktaki dengeyle ilgili üç semisürküler kanal, eşit nispette aksite olur. Böylece kanallardan birinin aşırı tembih edilmesi, dolayısıyla o kanala uyan planda baş dönmesi olması ihtimali asgariye indirilmiş olur. Semazenin başının 25 derece civarında eğik olması, dünya ekseninde görülen 23 derecelik eğime şaşılacak derecede benzemektedir. Sekiz asır evvel dünyanın ekseninin bilinmediğine dikkatinizi çekmek isteriz.

Semazenin yüzü sol koluna, parmaklarına çevrilmiştir. Etrafına değil, sol elinin başparmağı olan ufuk çizgisine bakar. Ancak boş nazarlarla, hafifçe çevresini süzebilir. Böylece pozisyonundan haberdar olup, diğer Semazenler ile veya salonun duvarlarıyla çarpışmaz.

Modern bilgilerin ışığı altında baş dönmesi (vertigo) ve vasıta, deniz tutması, sentoz yani hareket hastalığına karşı başlıca şu tavsiyelerde bulunmaktadır.

Güzel bir söz

Güzel bir ağaç gibidir;

Kökleri sağlam,

Dalları gökyüzüne uzanır.

Sufilikte Manevi Büyümenin Prensipleri

Bir sonraki eğitime gelmeden önce önemli Sufi prensiplerinden bir kaçını özetlemek istiyoruz. Bu “kaynağın (pınarın) hikâyesinin yardımıyla yapılacaktır.

Sular ‘ebkem’ oku, kâinat kitabının sayfalarındaki güzelliği gör. Sular küçük derecikler halinde dağlardan çıkarlar. Bir dağdan çıkan su başka dağlardan çıkan sularla birleşir. Küçük bir derecik ya da ırmak olarak akarlar. Aktıkça büyürler, nihayet denizlere dökülürler. Suyun denizlere dökülüşü, her şeyin aslına dönüşü demektir. Aşıkın maşuka kavuşması bir yok oluş değil, aslında bu yok oluş, büyük bir varlık ta belirsiz bir şekilde ebediyen orda kalıştır.

Bir nehir, kaynağından çıkarak uzak dağlardan, çeşitli ülkelerin arasından geçerek nihayet çöllere ulaşırmış. Nehir nasıl ki diğer tüm engelleri aştıysa çölü de aşmayı denemek ister. Ancak, çölde - ne kadar hızlı ilerlemek istese de - suyunun kaybolduğunu fark eder, feryat etmeye başlar.

Nehir, başka bir yol olmasa da, çölü aşmayı kendisinin belirleyeceğinden emindir. Orada çölden gelen gizli bir sesin fısıldadığını duyar: “Rüzgâr çölü aşıyor, nehir de çölü aşabilir”. Nehir, kuma karşı koyacağını, ancak emileceğini, rüzgârın ise uçabildiğini, bundan dolayı da çölü aşabileceğinden bahisle bu fısıltıya itiraz eder.

“Şayet sen böyle alışılagelen şekilde ilerleyecek olursan çölü aşman mümkün olmaz. Ya kaybolacaksın veya bataklık olacaksın. Rüzgâra seni gideceğin yere götürmesine izin vermek zorundasın”. – “Ancak bu nasıl olabilir?” – “Bu, onun seni yüklenmesi halinde olabilir”.       

Bu düşünce nehir için hiç de hoş değildi. Nitekim kendisi şimdiye kadar hiç emilmemişti. O hiçbir zaman kendi özelliğinin kaybolmasını istemiyordu. Zira kişi kendini bir defa kaybettiğinde tekrar kendini kazanıp kazanamayacağını nasıl bilebilir di?

“Rüzgâr görevini yerine getirir” dedi, kum: “O, suyu alır, çöl üzerinden taşıyarak tekrar bırakır. Yağmur olarak yere iner ve su tekrar nehre dönüşür.”

“Bunun gerçekten hakikat olacağını ben nerden bilebilirim?” – “Bu böyle, şayet inanmazsan sadece bir bataklık olabilirsin. Bu da uzun yıllar sürer; bunun bir nehirle aynı şey olmadığı kesin.”

“Ancak, şimdi olduğum gibi yine aynı nehir olarak kalamaz mıyım?”.  “Bu durumda sen ne isen öyle kalabilirsin” diye esrarengiz ses fısıldadı. “Sende hakikaten esas olarak ne varsa, bu taşınılır ve tekrar bir akım oluşur: Şimdi ne isen, bugün ona göre adlandırılırsın, ancak senin varlığının hangi kısmının esas olduğunu bilemezsin.”      

Nehir bunların hepsini duyduğunda içinde yavaş bir yankı yükseliyordu. Hayal meyal rüzgârın onu –veya yoksa kendisinden bir parçayı mı?- sallayarak taşıdığı vaziyeti hatırladı. Nehir, bunu ve herkese görüneni değil, ne yapılması gerektiği gerçeğini –veya o bunu daha önce yapmış mıydı?- hatırladı.

Nehir kendisine hoş geldin diyen, hafifçe ileriye doğru taşıyan ve onu sanki kilometreler sonra dağın zirvesine ulaştıklarında tekrar yumuşak bir şekilde yere bırakan dumanına bindiği rüzgârın kollarına bırakıyordu. Rüzgâr onu Güzel bir ormanda gül bahçesine bırakıyordu. Ve tam olarak şüphelendiğinden nehir, yalnızca ruhunda deneyimlerini tüm detaylarıyla çok açık bir şekilde tutabiliyor, hatırlayabiliyor ve bunlardan anlatabiliyordu. O, “evet, şimdi ben gerçekten kendimim” diyebiliyordu.

Nehir öğrendi. Ancak, kum çölü fısıldıyordu: “Biz gün be gün neler olduğunu görüyoruz ki biliyoruz, zira biz kum çölleri, nehir kıyısından uzanıp dağlara varıncaya kadar her şeyde varız.”

Bundan dolayı nehrin hayat yolculuğunda takip etmek zorunda olduğu yolun kuma yazıldığı söylenir.

ÜÇÜNCÜ ADIM:

Açılmanın Eğitimi

Bu dünyada rüzgâr halının kenarını üflüyor ve kaldırıyor. Minderler huzursuz oluyorlar ve harekete geçiyorlar.

Rüzgâr, çöpleri ve saman saplarını havaya kaldırıyor, havuzun suyunu zincirli zırh gibi gösteriyor, dalları, ağaçları ve yaprakları dans ettiriyor, lambaları söndürüyor, yarım yanan odunları alevlendirip yangın çıkarıyor.

Tüm bu durumlar farklı ve ayrı görülüyor; ancak nesne, kök ve gerçeklik itibariyle bunların hepsi sadece birdir, zira hareket rüzgârdan gelmektedir.

Rumi

Ahenk Ne Zaman Meydana Gelir

Bu Molla Nasrettin fıkrası, bundan sonraki her eğitim birimi için daima daha önceki eğitim aşamalarının yapılmış olmasını gerektirdiğini hatırlatmalıdır. Ön eğitimler ne kadar seri olursa, bundan sonraki hareketler daha kolay açılacaktır. Ahenk burada eğitime ilgili olmayıp, bilakis kalbin açıklığıyla ilgilidir. Bir Sufi atasözünde: “ALLAH akıl için çok büyüktür, ancak açık kalbe sığar” denilmektedir. Bu, ALLAH’ın kendisini halis niyetle arayanlara gösterdiği anlamındadır. O halde: Kalbini açık tut ve SEMA yap. Niçin? Şayet insan kendi iç kapılarını açmazsa, gerçekten de kayda değer bir şey olmaz. İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in Allah’ı bizi kapılarımızı açmamız için zorlamıyor. Eğer insan kendi kapılarını ona kapalı tutmak isterse, O, insanın karar verme özgürlüğüne saygı duyuyor.

O halde ALLAH’a hazır olmak için parola: “SEMA et, ahengi buluncaya dek SEMA et” olmalıdır. Ahenk bir sestir. ALLAH’ta ahenk, insanla aynı manada olmak, ALLAH’ın himayesinde bir olmak. Bu bir arzunun düşüncesi midir? Korkunç bir küfür mü yoksa hakikat mi? SEMA bu sorulara tecrübe edilebilecek bir cevap veriyor.

Sema Ne Anlama Geliyor?

ALLAH’ın varlığında kaybolan Semazen, her dönmesinde her tür var oluşun kendi içindeki kaynağını çağırıyor. Onun her iki eli kelebeğin kanatlarına benzer şekilde açıldıktan sonra sağ eli gökyüzüne yönelir. Sağ el, ALLAH’ın sevgisini almak için yukarıya doğru açılmıştır. Sol el, aşağıya doğru açık bir vaziyette Semazen’in kalbinin üzerinden akan ALLAH’ın ışığını dünyaya tevdi etmektedir.

Selam diye adlandırılan SEMA merasimi, dört kısımdan oluşmaktadır. Farklı uzunluktaki hakikate yönelme, aşkı (sevgiyi) bulma, nefisten arınma, ALLAH’a açılma ve son olarak dünyaya yeniden dönme olan ödevlerinden oluşan dört selam, ALLAH’a giden yolu göstermektedir. Yeni bir anlayış ve hizmete hazır olma oluşuyor.

Semazen’in aldığı sevgi enerjisini ihtiyacı olanlara vermesi, fiili hizmetin bir bölümüdür. Semazen ALLAH’ın ekseninde dönerken başı hafifçe sola eğik, dudaklarında hafif bir gülümseme vardır.

Dönerken suya susamış gökyüzüne doğru uzayan bir gül gibi elbisesi (tennuresi) açılmakta, güzellik ve zarafet burada gerçek ifadesini bulmaktadır.

Kalp bir darı tanesi gibidir.

Âleme ekmek olarak hizmet için,

SEMA’da öğütülür.

  

SEMA’ya Hazırlık

Eğitim yapmak için uygun bir zeminde yeterli yerin olmasına dikkat ediniz

Zeminde bilinçli ve sağlam durunuz.

SEMA’nın tam dönüşlerini gerilmeden, hafif ve seri bir şekilde yapabilmelisiniz.

Konsantrasyonu kalbinizde tutunuz.

Enerji akımını vücudunuzda hissediniz.

ALLAH’a teslim olmaya hazır olunuz.

Bundan sonra gelen hareketleri bütün süreci seri bir şekilde yapıncaya kadar dönme olmaksızın öncelikle birkaç kez deneyiniz.

1. KISIM

Temel Pozisyon Ve Kapanma (Mühürlenme)

Kollar çapraz şekilde göğüs üzerine konuyor (Şekil 9). Sağ el sol omuzu, sol el de sağ omuzu tutuyor. Bu durumda sağ kol sol kolun altında kalıyor.

Ayaklar kapanıyor. Bu, sağ ayağın başparmağının sol ayağın başparmağının üzerine konması anlamına gelmektedir. Bu duruşa KAPANMA (MÜHÜRLENME) denmektedir. Bu, SEMA’dan önce ve SEMA’dan sonra alınan esas (temel) duruştur.

Bu duruş, ayakların ilk çark etmeleri esnasında bozulur. Hatırlatma: Sol ayak, sağ ayağın yarım adım önünde bulunuyor. Her iki ayak birbirine paralel bir vaziyette duruyor.

Nefes, sessiz ve yavaşça alıp veriliyor. Hafif bir gülümseme yüzü kaplıyor. Gözler yarım açık vaziyette. Vücudunuzu hissediyorsunuz.

SEMA başlamadan önce dikkatinizle birlikte kalbinizde yerinizi alınız.

2. KISIM

Kolların Açılması Ve Ellerin Duruşu

(Lütfen dönüşsüz alıştırma yapınız!) 

Eller omuzlardan orta hızda bir hareketle göğsün üzerinden aşağıya çekiliyorlar. Aynı zamanda sağ kol yukarıya, sol kol da aşağıya açılıyorlar.

Sağ kol yukarıya doğru uzanıyor, tabir caiz ise el gökyüzünden bir şey alırcasına kâse formunda açık vaziyette. Sol kol aşağıya doğru uzanıyor, bu esnada el aşağıya doğru açık bir vaziyette. Başınızı özünüzü dinleyerekten hafif sağa doğru eğiyorsunuz. (23 veya 25 derece dünya eğikline ve ufuk çizgisine bakar)

Semazen şuurunu ve konsantrasyonunu kalbinde tutuyor. Bu esnada hafif bir gülümseme yüzüne yayılıyor.

Sağ el ile enerjiyi alıyor, kalbinde dönüşümünü yapıyor ve sol el ile dünyaya aktarıyor. Bu hizmetin oranı 3:1. Bu, üç kez âlem, bir kez de kendisi için çark ettiği anlamına geliyor.

Ahengi buluncaya dek SEMA etmek: Mekânsal algılama değişiyor; SEMA “mekânın uçması” olarak görülüyor. Bu esnada iç ve dış birbiriyle uyumlu hale getiriliyor.

Kapanma duruşuna gelindiğinde SEMA bitiyor. Kollar bağlanıyor; eller tekrar omuzları tutuyor ve ayaklar da kapalı vaziyete dönüyorlar.

Başınızın döndüğü hissi olursa, birkaç kez ters istikamette dönünüz.

SEMA’dan sonra dinlenmek ve ilham-ı ilahinin tecellisi için zamanınızın olmasına her halükarda dikkat ediniz. Yaşamış olduklarınızı içinizde etkinleştirin. Müzik dinleyiniz. Çok su veya çay içiniz, zira bunlar enerjinin akışını kolaylaştırıyor ve teşvik ediyorlar.

3. KISIM

Ahenk Oluşuncaya Kadar SEMA Yapmak

Temel duruş pozisyonunu alınız.

Kendi ekseniniz etrafında 5–6 kez çark ediniz. Şayet adımlarınızın akıcı olduğunu hissediyorsanız, duruştan çıkınız ve kollarınızı yukarıya ve aşağıya açınız.

Muhtemel acemilikler sizi rahatsız etmesin. Bunlar zamanla eğitim yaptıkça kendiliğinden yok olacaktır.

Başınızın döndüğünü hissettiğinizde dönmeyi derhal sona erdiriniz. Baş dönmesi geçtiğinde yeniden başlayabilirsiniz.

Başlangıçta beş dakikadan fazla çalışmayınız. Sonraları –hissetmeye göre- daha uzunca da çalışabilirsiniz. İsteğinize göre her defasında günde 3-5 dakikalık alıştırma yapınız.

SEMA için hız ölçü değildir! Önemli olan, yavaş, düzgün ve itinalı hareketle insanın kendisiyle uyum içerisinde olmasıdır.

SEMA’yı başkasına göstermekten kaçınınız. Bu sizin kendi işiniz olup, -bir (ibadet) dua gibi- size çok yakın olmayan başkalarını ilgilendirmemektedir.

Öğrenme sürecindeki seyirde günlük yaşamdaki değişikliklere dikkat ediniz. Hayatınızı ne olursa olsun, her şeyiyle uyumlu hale getiriniz.

ÖZET:

Şayet bu alıştırma vücudun, kalbin ve ruhun birbiriyle ahengini sağlıyorsa, şayet içerde ve dışarıda uyum gerçekleşiyorsa bu, “dalgalanma” veya “uçma” olarak, mükemmel mekânsal derin bir intiba bırakan tecrübe olarak hissedilebilir.

Bu alıştırmada bacakların dönmesi vücutla birlikte uyumlu hale getirilmeli ve kol ile elin duruşu koordine edilmelidir. Bunun için sürekli ve sabırla alıştırma yapmak gerekmektedir! Devamlı olmak kaydıyla günde 5 dakikadan fazla alıştırma yapmayınız. Alıştırma sonrasında bol enerjiyle fazlasıyla mükâfatlandırılacaksınız.

Gösterilen yol tutarlı ve sabırlı bir vaziyette gidilecek olursa hayat sürpriz sayfalarını gösterecektir. Sizlere aniden varlığın yeni boyutları açılıyor!

Tüm eğitim için geçerli olan: Bir eğitimin her kısmını önce kendiniz için yapınız, daha sonra bunu bütün sürecin içerisine koyunuz. Burada verilen tüm zaman bildirimlerinin göreceli olduğunu hatırınızda tutunuz! Bütün hareketleri, büyük bir konsantrasyon sarf etmeden seri bir şekilde hâkim oluncaya kadar yapınız.  

Eğitimler tümü ile yorucu gelebilir. Bu durum, muhtemelen vücud itibarıyla, ya da ruhsal türden hatalı duruşun bir işareti olabilir. O halde her halükarda günlük yaşantınızla ilgili değişikliklere de dikkat etmelisiniz.

Aşırıya kaçmayınız. Sebat ettiğiniz sürece daha az yapılan daha fazla olabilir!

Temel Güçlerin Sema Öğrenme Sürecinde Eğitilmesi

Sufi geleneğinde insanın manevi büyümesi bir mekândan diğerine geçmeyle kıyaslanır. Bu mekânların her birisi belirli bir hayat kalitesini sembolize etmekte ve bunların içine girilecek birer kapısı vardır. Manevi pınarlara ilerlemek (yaklaşmak) için yedi kapının yedi manevi mekâna açılması gerekir. Kapılardan birincisinden geçmek hayata güvenin kazanılmasını sağlar. Bu kapılardan her birisinin açılması, insanın kendi şahsi sorumluluğundadır. Bununla ilgili karar verildi ise, buraya giden yolda nefes, bilgi ve tanıma refakat ederler. Bunlar bir spirale benzer manevi büyümeyi helezoni şekilde hep yukarılara doğru yükseltir. Nefes akımı hep yeniden yaşanılan ALLAH’ın güven enerjisidir; her insan bu enerjiye katılabilme yetisine sahiptir.

Kalbim huzursuzdur,

Sende sükûna erinceye kadar

Nefes, bilgi ve kalp SEMA’da aşkınlaşan elementlerdir. Bunlar mekânı ve zamanı aşmakta ve kendilerinden öteyi göstermektedirler. “Güneşin arkasındaki ışığı” aramada ALLAH’ın mevcudiyetinin insandaki yeri kalptir. Kalp, varlığımızın gerçek merkezidir.

Buradan hareketle kalp dile gelir: ALLAH’tan başka ALLAH yoktur! İdrak ve bilgi onda yer bulurlar. İdrak, doğrudan aracısız algılanabilen, aklın değerlendirmesinin dışında kalan insanın iç âleminde gerçekleşen bir olaydır. Sezgi ve ilham, aynı kritere tabidir. Bunlar aynı şekilde aklın kavramasının dışındadır; kâinatın en sağlam gücü olan teslimiyet ile sarmalandığında kaynaklar açılmakta ve tüm insanların iyiliğine amade olmaktadır.

Çin’de olsa da ilmi ara![5] Bu, ilmin sadece kaynakla bağlantılı olarak alınabileceği anlamındadır.

Hele bir defa güneşi gördüysek ve sonra birisi bizden bunu hatırlamamızı istiyorsa işte o zaman hakiki varlığımızı tekrar buluruz. İşte o zaman yolculuğa çıkmaya hazır oluruz.

Yaratılışın örtüsünü

Hakikat için şemsiye olarak yarattım,

Ve yaratılışta sırlar var,

Pınarlara benzer, birden çağlar

Ve yoluna devam eder.

(Şekil)

NEFES, İDRAK VE KALP

Evini yık

Harabesinin altındaki gizli hazine ile

Binlerce yeni ev yapabilirsin

Hazine evinin altında:

Bunu değiştiremezsin.

Bunun için yıkmada tereddüt etme!

Zamanını boşa harcama!

Rumi

Zekâ nesnel gerçekliğin

Bir gölgesidir

Gölge nasıl

Güneş ışığıyla yarışır?

HAYATLA, YAŞANTINLA SEMA’YI

BİRLEŞTİRMEK

Tecrübelerin tasvir edildiği kelimeler,

Sufilikte yaklaşma

Sayılır.

HAYATLA, YAŞANTINLA SEMA’YI BİRLEŞTİR MEK                               

SEMA bittiğinde,

Asıl etkisi başlar.

SEMA, kalpteki bir buğday tanesi,

Ölüyor ve bol mahsul veriyor.

SEMA, taşı

Hilkatte harekete geçiriyor. 

Canların seyahatin sonunda edindiği bilgiler sonunda etkilenmiş, akıllarında bazı sorular oluşmuştu. Bu sorular: Yaşadıklarımız günlük hayatımızda da etkili olur mu? Veya bu, kısa ömürlü kalır mı? Bu hatıra yavaşça sararır ve bir gün yeni intibalarla üzeri kapanır mı? Veya ev sahibimizin veda ederken bize verdiği söz (söylediği) gibi, yeni bir şeyin başlangıcı mı? Bu sorulara cevabımız: “İnanınız! ALLAH büyüktür! Hayat her gün daha da güzelleşecek sürprizlerle doludur!” oldu.

Tekrar gelmeleri için davet edilmelerine rağmen veda zordu. Tüm iyi dileklerle Canların ülkelerine dönmelerine izin verdiğimizde hepsi çok mutlu görünüyordu. Hepsinin içinde bayram sevinci vardı. Daha sonra kendileri ile haberleştiğimizde kendilerinin buradan ülkelerine dönerken mevcut olan soru ve tedirginliklerini kendilerine sorduğumda şu cevabı aldım:

Eve geldiğimizde bu değişim süreci devam etti. Birbirimize ve diğer insanlara olan ilişkimiz çok değişti. Bazı insanlar bizimle karşılaşmaktan kaçıyor, bazıları ise bize karşı büyük ilgi duyuyordu. Yaptıklarımızın tesiri birdenbire artmıştı. Sanki uzun bir kıştan sonra bahar gelmiş gibiydi, kışın uzunluğunun farkına varamamış olsak da.  Bir gün birden bire gözüm açıldı (gözlerimdeki perde kalkıverdi). SEMA hocamızın bize vedadan önce, “Şayet daha fazla isterseniz tekrar gelmelisiniz. Şayet gerçekten öğrenmek isterseniz nefsinizi öldürmelisiniz! İşte bundan sonra gerçek gelişme başlıyor!” diye söylediklerinde haklı olduğunu kabullendim. Nihai olarak bizi Sufi yolunda ikna eden, ne karşılaşma, ne dervişlerle yapılan mükemmel sohbetler ve ne de olağanüstü güzellikteki merasimler. Hayır, bu karşılaşmalarda hayatımızın değişmesi ve güzelleşmesi sayesinde edinilen o harikulade tecrübe. Aniden daha önce uzun yıllar aradığım doğru yolun bu yol olduğunu anladım. “Vardığım menzile eriştiğimi!biliyordum. Arkadaşlarımla konuştum ve Baba’nın çağrısına icabet etmeye karar verdik. Biz tekrar tekrar kaynağa geri gittik.

Canların seyahati SEMA’yı aramakla başladı.

Bu kitabın esasını gelişen hayat teşkil etmektedir. Bizim seyahatimiz de bu kitapla çok şey elde ettik, onları da sizinle paylaşmak istiyoruz. Birlikte başlıyoruz, ancak onun da ötesine götürüyor –o tam bir hayat. Burada somut ve yaşanılan tecrübeler kaydedilmiştir. Kendi tecrübelerini edinmeye teşvik etmek için aşağıdaki hikâyeye yer verilmiştir:

İki genç adam, çok uzaklarda bir tepede bir bilge adamın yaşadığını duyarlar. Bunlar, bu adamın nasıl bir bilge olduğunu öğrenmek için onu aramaya karar verirler. Yolda giderken birisi diğerine, bir kuş tutalım, onu sırtımın arkasında saklayayım ve ona elimde ne tuttuğumu sorayım. Şayet o, onun bir kuş olduğunu söylerse, ona kuşun canlı mı yoksa ölü mü olduğunu sorarız! Kuşun canlı olduğunu söylerse, o zaman arkamdaki kuşu öldürür ve ona ölü kuşu gösteririm. Kuşun öldüğünü söylerse, kuşu bırakırım, uçar gider!”

Söylenenler yapılır. Dik bir yokuşun sonunda bir kulübeye gelirler ve bilge adam tarafından dostça karşılandıktan sonra arzularının ne olduğu sorulur. Kuşu arkada sırtında saklayan genç adam: “Biz senin çok bilge birisi olduğunu duyduk ve bunun doğru olup olmadığını öğrenmek istiyoruz” der. Bilge adam: “Haydi bakalım sorun !” diye onları cesaretlendirir. Gençlerden biri   “O halde, elimde sakladığım nedir?”der –Bilge adam “Bir kuş!” diye cevap verir. Biraz şaşırmış halde genç adam sorar: “Evet, ancak canlı mı yoksa ölü mü?” – “Ey, genç yolcular”, diye başlar bilge adam, “bu sadece senin elinde olan bir şey!” Bu hikâyede Muzaffer Aşki’ dendir.

Bu kitabı yazma görevi bize şu sözlerle verildi: “Bununla insanlara yardımcı oluna!” Kitap, kendisine hitap edildiğini hisseden sizin ve her insan için yazılmıştır. Bu arada biz, Sufi yolumuzda artık yalnız değiliz. Her defasında daha çok insan bizimle birlikte yol arkadaşlığına katılıyor. Dersleri SEMA, ZİKİR ve yaşanan hayat olan yaşayan Sema okulu oluşturuyoruz. Biz, hayatı başarılı kılan mutluluk, mana, yaşam sevinci, medeni cesaret ve yaşayan ilişkiler olan şeylere götüren yoldayız. Evet, bu bir gerçek: Sufiler mutlu ve hayatta cesaretli insanlardır!

Mutlu hayatta manevi kalitenin nelere kadir olduğunu Muzaffer Aşki Rahmetullahi Aleyh Hazretlerinden dinlediğimiz aşağıdaki hikâye anlatıyor:

Bir zamanlar “üç basiretliler” diye adlandırılan, dikkatli (uyanık) ve hayat tecrübesine sahip üç Sufi varmış. Seyahatlerinde bir gün rastladıkları bir deve çobanı bunlara sorar: “Devemi gördünüz mü? Onu kaybettim.” Basiretlilerden ilki bilgi alır: “Devenin bir gözü kör mü?” Basiretlilerden ikincisi: “Ön dişlerinden birisi eksik mi?” Deve çobanı: “Evet, evet” diye cevaplar. Basiretlilerden üçüncüsü: “Bir ayağı aksıyor mu?” diye sorar. Deve çobanı: “Evet, evet, evet” diye tasvip eder. Üç basiretli adam çobana kendilerinin kastettikleri yoldan gitmesini önerirler, böylece belki devesini bulabileceğini söylerler. Deve çobanı, onların deveyi gördükleri inancıyla aceleyle yola koyulur.

Ancak deve çobanı, devesini bulamaz ve üç basiretliden tavsiye almak ümidiyle onlara kavuşmak için acele eder. Deve çobanı onları akşamleyin bir mola yerinde bulur. Basiretlilerden ilki: “Deven bir tarafta bal, diğer tarafta buğday yükü taşıyor muydu?” Deve çobanı “Evet, evet” diye cevap verir. Basiretlilerden ikincisi: “Devenin üzerinde hamile bir kadın var mıydı” diye sorusunu yöneltir. Çoban: “Evet, evet” diye cevap verir. Basiretlilerden üçüncüsü: “Devenin nerede olduğunu biz bilmiyoruz” der.

Deve çobanı artık, üç basiretlinin deveyi yolcu ve yük taşımak için çaldıklarına kanaat getirir, onları hırsızlıktan dolayı dava ederek mahkemeye çıkarttırır. Hâkim, olayı inandırıcı bulur ve üç basiretliyi hırsızlığa teşebbüsten tutuklatır. Kısa bir süre sonra adam, arazide şaşkın şaşkın dolaşan devesini bulur. Bunun üzerine çoban tekrar mahkemeye gider ve üç basiretlinin serbest bırakılmasını sağlar. O zamana kadar tutuklananlara ifadelerini vermeleri için fırsat dahi tanımayan hâkim, üç basiretlinin deveyi muhtemelen bir kez bile olsun görmemelerine rağmen deveyle ilgili o kadar şeyi nasıl bildiklerine merak eder ve olayı araştırır. Basiretlilerden ilki: “Yolda bir devenin ayak izlerini gördük” diye başlar. Basiretlilerden ikincisi: “İzlerden birisi zayıftı –ayak topal olmalıydı” diye devam eder. Basiretlilerden ilki: “Deve çalılıktan sadece bir tarafın yaprağını yemişti –bununla gözün birisi kör olmalıydı” diye mülahaza eder. Basiretlilerden ikincisi: “Yolun sağında ve solunda arılar ve karıncalar küçücük yemek artıklarını taşımaya çalışıyorlardı: Baktığımızda bunların bal ve buğday olduğunu gördük” diye konuşur. Basiretlilerden üçüncüsü: “Birisinin deveyi durdurup üzerinden indiği bir yerde uzun insan saçları bulduk –bunlar bir kadının saçlarıydı” diye söyler. Basiretlilerden ilki: “Bu tanımadığımız kişinin deveden indikten sonra oturduğu yerde elinin içinin izleri kalmıştı, bunlardan kadının muhtemelen hamileliğinin son döneminde olduğu ve bunun için ancak bu şekilde iz bırakarak kalkabildiği kanaatine vardık” diye ifadesini verir.

Hâkim: “Niçin bu durumda dinlenmeniz ve ifadenizi vermek için müracaatta bulunmadınız?” diye sorar.

Basiretlilerden ilki: “Çünkü deve çobanının devesini aramaya devam edeceğini ve kısa sürede bulacağını hesapladık” diye cevaplar. Basiretlilerden ikincisi: “Şayet onun deveyi buluşu bizim serbest bırakılmamızı sağlarsa, deve çobanı kendisini çok âlicenap birisi sanacaktı” diye söyler. Basiretlilerden üçüncüsü: “Hâkimin merakı bir soruşturmaya sebebiyet verecekti” diye düşüncesini açıklar.

Basiretlilerden ilki: “Hâkimin kendi soruşturması neticesinde gerçeğin bulunması, tüm taraflar için, bize karşı açılan ve sabırsızca davranılan davadan daha iyidir” diye düşüncesini ifade eder. Basiretlilerden ikincisi: “Biz, gerçeğe ulaşmada gidilen yolun insanlar için kendi iradelerine göre doğru telakki ettikleri kararla geçilmesinin daha iyi olduğunu tecrübe edindik” diye ekler. Son olarak basiretlilerden üçüncüsü: “Yola devam etmenin zamanı geldi, zira daha yapılacak bir şeyler var” der. Ve Sufi düşünürleri yollarına giderler. Ve insanın içinden şunu söylemek gelir:

Ve onları işlerini icra ettikleri dünya yollarında hâlâ bulabilirsiniz.

ÖZET:

Hayatın mutluluğunun nedeni ve kaynağı, kendi araştırmaları sonucunda hakikati keşfetmektir (gerçeği bulmaktır). Hakikat, Sufi yolunda aranılan ve bulunması gereken sabit bir değerdir.

Güneşin arkasındaki güneşe giden yol, bizi insani anlayışımızla edindiğimiz tecrübelere sevk ediyor. Bu tecrübeler sezgi ve ilhama bağlıdır ve bizim ruhi yeteneklerimizi aşkınlaştırarak üst idrak mertebelerine ulaştırır.

Gelenekte, onlar göründüğü gibi olan şeyler değildir denilmektedir. Bu, yolda dikkat edilmesi ve anlaşılması gereken işaretler bulunduğu anlamına gelmektedir. Bunu başarabilmek için uzun bir eğitim gereklidir.

Arzunun, algılamanın ve dikkatli olmanın eğitimi, duyguların gelişmesini sağlıyor. ALLAH’ın izniyle bir gün perde açılıyor ve biz neyin niçin olduğunu doğrudan anlıyoruz.

İçindeki ışığın aynası

Gökyüzündeki güneştir.

Sen aramanın ve

Bulmanın mekânısın.

Kim halis niyetle ararsa

Bulacaktır

Ve ALLAH’ın istediği anda

Perde kalkar.

Özgürlüğe doğru

SEMAya Destur Alma

Görüşmeler – Sorular - Cevaplar

SEMAYA DESTUR ALMA                                             

SEMA – UYGULAMANIN İÇİNDEN,

UYGULAMA İÇİN

Sufi yolu, ALLAH’a inanmaya ve “ALLAH’a teslim olursan artık bu dünyaya bağımlı olmazsın!” anlayışına götüren bir irşat yoludur. Dünya “bağımlılığından kurtulmak”, ALLAH’a bağlanmayı sağlıyor. Bu düşünce bazı insanları doğrusu çok korkutmakta, zira onlar memnuniyetle dünyaya bağlı kalıyorlar. Buradaki temel hata, iman boyutunun doğru okunmamasıdır. Sufi geleneği açısından bu yanlışlıkla ego güçlendirilmekte ve ALLAH’ın yerini almaktadır. Bunun nereye varacağını bugünkü dünyamız yansıtmaktadır. “ALLAH özgürleştirir!” düsturu ise bunun karşılığında olan gerçektir. Kim ALLAH’ın rahmetiyle ilk deneyimlerini yaptıysa, o bulduğu yolu artık kendi isteği ile terk etmez.

Sufiliğin öğrenme ve öğretme geleneği belirli temeller üzerine kurulmuştur. Buna devamlı surette yol gösteren konuşmalar (sohbet) da dâhildir: “Aşağıya doğru git, sonra sağa, daha sonra doğru. Orada küçük bir yüksek ağaçları olan ormana varacaksın ve ortada bir pınar göreceksin!” Bir sohbet, mükemmel bir yol tarifi yapıyor, çünkü direktif geleneğin içine yerleşmiş ve bu yolda binlerce insan başarıyla gitmiş ve gidecektir. Bütün bu arayanların başarısı, hayatın amacının bulunacağına bir kanıttır. Bu tür yol gösterici sohbetlerden bir parçayı kitabımızın son bölümünde bulabilirsiniz. Şayet onun yeterince yardımcı olamayacağını düşünüyorsanız, bu kitabı okumanıza gerek yoktur. Burada ne söylendiği belki size sonra bir kez daha hitap eder. Sonra her zaman bu konuya dönebilirsiniz.

Daha önce yapılan açıklamalardan bazıları burada tekrarlanmaktadır. Bunun geçerli (iyi) bir sebebi var. Sufi yolunda öğrenmenin düşmanı yüzeysel olmaktır! “Derinlere inmek” için yapılan alıştırmanın ve öğrenilenin “içe işlemesi mutlaka zaruridir. Gerçek öğrenme bundan dolayı tekrardır -hakikati iç âlemin derinliklerinde kavramak ve bunu günlük yaşamda uygulamaktır. Bu bölüm, Sufi prensiplerinin farklı görünüşler altında ve değişik hayat durumlarında tasvirini içermektedir. Şayet burada birisi, “Bunu daha önce duymuştum! Ne zaman yeni bir şeyler gelecek?” diye düşünüyorsa o, mevzunun ne olduğunu anlamamıştır. Böyle bir tavırla Sufi bilgisine geçiş yolu sadece kendi kendisine kapatılır. Şayet kalp atmaya başlar ve bir insan tekrar aramaya karar verirse, ancak o zaman bu yolda gerçekten yeni bir şeylere ulaşılır. Burada yol tarifi sadece bir yardımcıdır.

İnsanlara hitap etmek için mevcut insan sayısınca yol vardır. Sizin için de bu kitaptaki bazı şeyler belki ileride yaşanabilecek ve böylelikle uygulanabilir olacaktır. Benzeri şeyleri daha önce muhakkak bir kez yaşamış olmalısınız: İnsan bir kitabı bilhassa ilgi çekici bulmazsa bir kenara bırakır. Sonra herhangi bir zamanda tesadüfî olarak bu kitabı tekrar eline alır ve birdenbire kitabın mesajına giden geçidi bulur. Söylendiği gibi, belirli durumlarda sadece birazcık daha beklemek önemlidir.

ÖZET:

Sufi yolu, bir yaşayan süreç, bir hayatın okuludur. Bu okul, insanlara ego zırhından nasıl kurtulacağını ve güneşin arkasındaki güneşi nasıl arayacağını göstermektedir.

Bilgi ve bu kitapta takdim edilen ve belirtilen öğrenmenin yolları, isteğe göre mübadele edilemez veya değiştirilemez. Bu bilgi mücevheri asırlar boyu cilalanmış ve bugüne kadar parlaklığından bir şey kaybetmemiştir. Sufi yolunda bugün özü itibariyle bir şeyler eklenebileceğini söylemek ölçüyü kaçırmak olur. Böyle bir düşünce her türlü gerçek dayanaktan yoksundur. Bu düşünce sadece ne kadar çok az şey bildiğini bilmemekten akla gelebilir.

Dünyanın sefaletine yönelik tek bir bakış, bize ürettiğimiz yüksek teknolojilerin son zirvenin bilgeliğine sahip olmadıklarını öğretmektedir. Bunlar, acil dünya sorunlarını çözmede etkili olamıyorlar. İnsanlık, bugün insan varlığındaki esası yani kendi kalbine olan geçişi kaybetmiştir. Buna karşın sufi yolu, bizim onu tanıdığımız şekliyle, her bir insanın ve zamanımız insanlığının sorunlarının çözümü için hakiki bir “anahtar”dır.

Siz de bu yolun gidilip gidilemeyeceğini denemeye davetlisiniz.

Halis niyetle birlikte bilgi, teslimiyet ve icraatın yanında sohbet, öğrenmenin diğer bir sütunudur. Bu, Sufi geleneğinin ayrılmazlarına tabi olup, bu kitabın önemli bir parçasıdır. Bundan dolayı aşağıdaki sohbet parçasını takdim ediyoruz.

SORULAR VE CEVAPLARI HİKMET VE SIRLARI SOHBET HALKASI

 İlim bir takım hazinelerdir. Bu hazinelerin anahtarları da sorulardır. Dikkatli olun da sorunuz; çünkü bu sorma işinden dört kimse mükâfatlanır: Soran kimse, cevab veren âlim, dinleyen ve bir de bunları seven adam.[6]

Peygamberin güzide Ashabı da, sohbet halkasında O’na sualler sorardı. Merak ettikleri her şeyi (varlığın sebebi) Cenab-ı Peygamberden sorarak öğrenirlerdi.

Soru: SEMA hayatıma ne getiriyor?

Cevap: Duruma göre değişebilir. Ego olarak bunun sorusu: Bundan BANA ne? Cevabı sade ve basit. Hiçbir şey. Bu şartlarda en iyisi SEMA’ya başlamamaktır. Ancak bu soru hakikatı ve gerçeği aramanın bir ifadesi ise, bunun cevabı: Çok şey. Zira SEMA olağanüstü bir değişim gücünü kapsamaktadır! Bu durum gelenekte, “SEMA icra edilirken dünyanın manevi yönünü elinde tutuyor.” SEMA, insanın kendisinden bir şeyler (vereceği ve alacağı) mükemmel bir hizmettir, zira icra edilirken insan hayatın kaynağına dalıyor. Ardından kişi yoğun bir huzur duygusuna maruz kalır. Şimdiye kadar önünde pes edilen sorunlar çözülebilir. Sağlık ve yaşama sevinci artar.

Soru: Dervişlerin SEMA’sı her defasında VECD ile birlikte anılmaktadır. Bununla ne denilmek istenmekte ve VECD hali nasıl yaşanmaktadır?

Cevap: SEMA’nın bir VECD hali olduğu doğrudur: Varlığı teyit eden açık VECD hali. Bu, SEMA’nın önemli olanı görebilmek için bakışı berraklaştırması anlamındadır. SEMA ile insanın özünde kökleşmesi ve yukarıya doğru gelişmesi, bu dünyadan yaşaması ve çalışması, ancak bu dünyadan olmaması sağlanmaktadır. Bugünkü zamanda VECD halinden çok fazla konuşmak iyi bir şey değil, çünkü bu manevi tecrübe çok kolay bir şekilde gerçeklerden kaçmayla karıştırılabiliyor. VECD hali, kendi sorumluluğundan ve dünya hayatlarından uzaklaşmak isteyen insanları kendisine çekiyor. Sufi geleneğinin asla böyle bir niyeti olmaz! Mevlana Sufilerinin yolu, hepside egoyu azaltan 1001 görevle döşenmiştir. Ne zaman kibir ve gurur tevazua dönüşürse, ALLAH insanı yoğurur ve onunla bir bayram kutlayabilir.

İslam açısından bu, bu dünyada değil, bilakis şarabın içildiği cennette vuku bulmaktadır. Öte yandan, Rumi’nin kendi hayatında da müşahede edildiği üzere, SEMA’nın mutluluktan esrime hali diye adlandırılan bir hale götürdüğü ihtimal dışı değildir. Rumi, her zaman ve her yerde SEMA’da döndü ve bununla çevresini de teşvik etti. Dört kez dönmede –üç kez dünya ve bir kez kendisi için- Semazen, kendisiyle ve ALLAH’la yalnızdır. Onun burada yaşadıkları kendisine aittir ve tümüyle iptali olmadan.

Soru: SEMA bir dans mıdır? Öyle ki, buna yurt dışında “Dervişlerin pervane dansı” denilmektedir.

Cevap: Kelime anlamının menşei itibariyle SEMA “duymak ve dinlemek” manasına gelmektedir. Mutlaka içinde bir dansı görmek mümkündür. Ancak dans, bugün kesinlikle SEMA’ya uymayan çok şeyle ortak olarak anılmaktadır. SEMA, SEMA’dır. SEMA’daki temel hareket, tam olarak belirlenmiş adım sıralamasında yapılan sola dönüştür. Bilinç bu esnada ALLAH’tadır. Bununla olsa olsa bir “ALLAH’ta dans” olduğu kesindir. Mevlana geleneği içerisinde SEMA’nın dans olarak adlandırılması büyük bir nezaketsizlik kabul edilir.

SEMA mutluluktur. Hür olmaktır. İman ile özgürlüğünü garanti altına almak demektir.

Soru: SEMA öğrenebilmem için ALLAH ‘a inanmaya mecbur muyum?

Cevap: Evet İnanmamız gerekir. Bu inanma iman ve İslam’dan oluşur. İman ALLAH’ın Peygamberleri ile gönderdiklerine inanmaktır. İslam ise ALLAH’ın Peygamberleri ile gönderdiklerini yaşamaktır. Sufi geleneği bizi kendi kendimizi kontrol etmeye davet ediyor. Önerilen yol, insan varlığının bütün düzlemlerindeki fikir mücadelesinin yoludur: Düşünce, hissiyat ve icraat alanlarında. “Bir şeyi gerçek sayma” anlamında inanmaya gerek yoktur, zira iç büyüme sürecindeki gelişme esnasında bilgi artmaktadır. İlginç olan din kelimesinin lisan olarak menşeidir. İçinde Latince daha çok geri bağlanma anlamındaki religio kelimesi bulunmaktadır. Doğru anlaşılması açısından inanç, yani (Allah’a) “geri bağlanma” anlamına gelmektedir. Bundan dolayı “teslimiyet” kelimesi de “din” kelimesinin yerini alabilir. Teslimiyet, Semazenin yolunda çok ama çok önemlidir. ALLAH yolunun hedefine tam teslimiyet olmadan yola çıkıldığında, ego, ene, (benlik duygusu) kişiyi her şeyi sorgulama ve her şeyden şüphelenme zeminine çekecek, bunu yaparken de kendisinin sorgulanmasına fırsat tanımayacaktır. Bununla sorumluluk dışarıya verilmekte ve her tarafa vesvese ve şüphe tohumları ekilmektedir. Bu dünyadaki insanların çoğu, güvenlerinin herhangi bir zamanda bir kez suiistimal edildiğini yaşamaya mecbur edilmiştir. Ne kadar sık duyulur: Artık kimseye güvenemiyorum, kaç kez hayal kırıklığına uğratıldım! Bu, basitçe güvenle aynı anlamda kullanılmakta olup, daha çok sadece aptallıktır veya dışarıya karşı başkalarının bizim için bir şeyler yapmaları beklentisidir. Bu hesap tutmayabilir! Gerçekliğin yetersiz bir denetimden geçirilmesi yerine sözde güvenme konulmaktadır.

Bazı ebeveynler – çocukları yanlış bir şey yaptıklarında- “Şayet sen şimdi bunu yaptıysan, ben artık sana güvenemem!” derler ve bununla çocuklarına bu tavrı tam olarak öğretirler. Çocuk ebeveynlerin güvenini kazanmalıdır, bu çocuğa hiçbir zaman ulaşılamamasına rağmen onu arkasından kovalamaktan başka bir şey değildir.

Hayır, bu türden güven Sufi yolunda sorulmaz. Bununla ilgili iki husus birbirinden ayırt edilmelidir:

Bir kez duyulan güven, insanları aldatarak yönlendirmek için kullanılmamalıdır, zira bu sadece şartlı bir güven olur ve bununla esas itibariyle gerçek güven olmaz. Şayet bir kimse başkalarının güvenini suiistimal ederse, o zaman tam bir denetlemeye çağrı olur, ancak güveni geri almak için gerekçe olmaz.

Güven hayattaki temel güçtür, bu temel güç olmadan yaşayamayız. Bu sana azıcık fazla, biraz daha az veya hiç güvenmiyorum misali bölünemez ve dilim dilim de verilemez. Güven, açık ve belli bir kararı gerektirir. Güvenmek, bundan dolayı kendi içinde devamlı surette bir riski saklamaktadır.

Ama sakin olalım; sufi yolunda ALLAH’ın bizi hayal kırıklığına uğratmadığı ve asla uğratmayacağı sonucu bulunur. Genel olarak bizde ALLAH’la ilgili yanlış bir kanı vardır. Bunun ötesinde güvenin tahrip edilemeyeceğini bilmek teskin edicidir. Zira bu ALLAH’ın bir yaratış vasfı olup, kaynakları kalplerde açılmalıdır. ALLAH’a güvenle ilgili İsa şöyle diyor: “Kimin hardal tanesi kadar imanı varsa, o, dağlara yer değiştirtir.”  

Soru: Siz devamlı olarak egonun törpülenmesi gerektiğini söylüyorsunuz. Bununla ne söylenmek isteniyor? Lütfen bunu daha teferruatlı anlatabilir misiniz?

Cevap: Rumi, bu kısmı insani hayatta NEFS diye adlandırıyor: ALLAH’a karşı gelen ve terbiye edilmesi gereken insanın tabii dürtüleri, nefsi hayvanidir. Biz buna ego diyoruz.

Ego kendine yeterlidir. O, ALLAH’a inanan dini bir topluma tabi olabilir ve öyle ki dışarıya karşı sosyal ve hayırsever etki bırakabilir. O son derece kaypak ve ikiyüzlüdür. “Benim azıcık söz söyleme yetkim olsaydı, yapılmalıydı” gibi gözde ifadeleri kullanır. Ego gökyüzüne bile yükselmek ister, ancak bunun için bir şey yapmaya hazır değildir. En azından kendisini tehlikeye atacak, kendisini feda etmesini gerektirecek durumlarda kalmak istemez. Ego ölmekten korkan içimizdeki yegâne parçadır. Egosuna mahkûm olmuş bir insanın egosundan dolayı ölüm sıkıntısı çektiği söylenebilir.

Bununla ego, her ruhani gelişmenin önünde engel teşkil etmektedir: Burada egoya karşı şuurlu ve sorumlu bir kişilik arasında mücadele kaçınılmaz olur. Sorun, bu mücadelenin isteğe bağlı başlatılma mecburiyetidir. Ego ile hakiki kişilik arasındaki savaş, her halükarda sonuç alıncaya kadar götürülmelidir!

Sufi geleneğinde, kendi arzusuyla nefsini terbiye etmek isteyen insanlar ilgi çeker, çünkü gelecek onlara aittir.  

Soru: SEMA sadece basit bir dini merasim değil midir? SEMA ile günlük yaşam arasında nasıl bir ilişki vardır?

Cevap: SEMA, hayatı düzeltmekte ve canlandırmakta ve hayat SEMA için kendisini teşvik etmektedir. Buna bir örnek: Bir SEMA alıştırmasında, SEMA’yı yapan bir kişinin önce ayaklarını paralel döndüremediği görüldü. Bundan dolayı da o başlangıç pozisyonundan temel pozisyona geçemiyordu, zira vücudunu uygun bir şekilde koordine edemiyordu.

Hayat tarzı ile ilgili bir görüşme esnasında bu kişinin şahsi hayatında (varlığının mevcudiyet vücut) çeşitli yaşam alanlarını başarıyla şekillendirmede oldukça dengesizliklere maruz kaldığı ortaya çıkmıştı. Bu bilgi ile şuurlu olarak bu soruna yönelik çalıştı ve gerekli nefs terbiyesini sağlaması mümkün oldu. Bununla her ikisini de kontrol altın aldı: Günlük mevcudiyeti başarmak ve vücudun koordinasyon yeteneğini sağlamak.

Soru: SEMA’nın yaşı var mıdır?

Cevap: SEMA’a başlamak için bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Umumiyetle SEMA çalışmasına ilk veya orta mektep çağında (7-15) yaşlarında başlanmaktadır.

Soru: SEMA’nın diğer dinlerle uyumu nasıldır?

Cevap: Bir kez alışık olmadık bir resim kullanmak için: Dinler bir filin dişleri ile kıyaslanabilirler. Bunlar güçlü ve ince işler için uygun değildir. Bununla fil, yiyeceklerini küçültemez, parçalayamaz ve sindiremez. Bunun için filin kesme ve öğütme dişleri vardır. Sufilik bir mistik yoludur ve bundan dolayı da –mecazın içinde kalmak için- çok hassas bir “öğütme aletidir”. Bundan dolayı Sufilik, İslam’ın iç çekirdeği olarak da anılır. Tarihsel olarak bakıldığında Sufiliğin Hıristiyan geleneği de vardır. Bununla ilgili Franz von Assisi örnek olarak gösterilebilir. Rumi, hayattayken Hıristiyan olan arkadaşları ve öğrencileri vardı. Bunun nedeni, İslami gelenekteki Sufi dalının bugün içinde dışarıya karşı açık olmasıdır. Burada tek önemli olan husus hakikate bağlı kalmak ve hakikatteki hayattır. SEMA, Derinlere dalmak ve kaynaktan (pınardan) içme yoludur. Bununla SEMA herhangi bir din veya dünya görüşüyle rekabet içerisinde değildir. Sufilik, kendisini daha çok “dinin kalbi” olarak görmektedir: Sufi olmak, mistik tecrübeye sahip olmak ve hakikate dayanan ruhani ekümenikliğin bir parçası olmak anlamındadır.

Soru: SEMA’nın tedavi özelliği var mıdır?

Cevap: SEMA’nın düzenli olarak, sabah, öğlen ve akşamları uygulanması, hayatı hissedilir bir şekilde zenginleştirir. Bu, ruhun ve vücudun hastalıklarını iyileştiren kendini eğiten bir yoldur. Bu bir amaç değil, bilakis eğitim sürecinin bir sonucudur. İnsan, “hayat oyunu”nda konunun ne olduğunu anlamayı öğreniyor. Ben ALLAH’ı buldum, O, beni yaşatıyor. Bununla,  -niyet ve amaç itibariyle bakılacak olursa- çoğu terapinin vereceğinden daha fazlasını verdiğini anlatmak istiyorum. Gerçekten de SEMA, inanca bağlı olarak sağlığı da istikrara kavuşturuyor. Bununla bağlantılı olarak öğrenme süreci, hayat enerjisini, zihnin dayanıklılığını ve huzuru artırmaktadır.

Soru: Bazen dönmede sol ayağımdan sağrı kemiğine doğru ağrı oluyor. Bana yardımcı olabilir misin?

Cevap: Şayet bacaklara eşit şekilde ağırlık yüklenmezse bu sık sık meydana gelebilir. Dönme esnasında her iki bacak üzerinde durmaya ve ikisine de ağırlık vermeye –yani bir ayak üzerinde durmamaya ve diğeriyle iteklememeye dikkat ediniz. Ve: Diğer yönüyle “hayatta nasıl durduğuna” dikkat et. SEMA’da vücut olarak yanlış duruş, hayatında dengenin olmadığına dair farkında olman gereken bir işarettir.

Dönmeyle ilgili düzeltmede şunu söylemek istiyorum: SEMA’da her iki ayağın harekette paralel olması önemlidir. O halde: Sol ayağı hareket ettirmeyi önce ve sonra az bir gecikmeyle (hareket ettiren) ivme veren sağı değil, bilakis her ikisini aynı zamanda hareket ettiriniz!

 

Soru: SEMA’yı başarmak için ne kadar bir süreye ihtiyaç var? Bununla insanın biraz hissetmesi veya benzer şeylerin ne kadar bir zaman alacağını sormak istiyorum?

Cevap: SEMA ile insanın kendisini “iyi hissetmesi” öğrenilebilir. Şayet dönmede birazcık olsun ayaklar koordine edilebilirlerse enerjinin vücutta akmasını hissetmek mümkün olabilir. Bu his, aynı şekilde bir nefes akışına benzer. Biz bunu “inancın akışına dalma (kapılma)” diyoruz. Bu bir kez yapıldıysa, her dönüşte ve sonra diğer durumlarda da aktif hale getirilebilir. Bir balığın suda yüzdüğü gibi, insan bunları bir gün öğreniyor. Balığın canı suda gizlidir. Burada bir açıklık getirmek için kısa bir hikâyeden faydalanabiliriz: Genç bir balık yaşlı ve bilge bir balığa sordu: “ALLAH nerededir?” Yaşlı balık; “Sen O’nun içinde yüzüyorsun!” diye cevapladı. Bu durum çok güzeldir, ancak bilinen anlamda “his”le bir ilgisi yoktur.

Soru: SEMA merasiminde selam diye adlandırılan dört büyük ünite vardır. Bunların ayrı bir anlamı var mıdır?

Cevap: “Selam”ın anlamı selamlamadır. Her selam, ALLAH’ı selamlamada özel bir anlama gelmektedir. Dört selam, ALLAH’a giden yolu göstermektedir, hakikate inanma, aşkla büyüme, egoyu terk etme, ALLAH’a teslim olma ve sonuncusu dünyaya önümüze çıkarılan görevlere geri dönmektir: Sonraki merhale bu görevlerin kavrayışta yeni bir anlayış ve bunlar hizmet etmek amacıyla üstlenmektir.

ALLAH’ı ilk selamlama, insanın hakikate doğuşudur. İlk selamlama, O’nun ALLAH olduğuna ve O’nun beni yarattığına inanmayı ifade etmektedir. Bu arayanın ilk yönelmesini göstermektedir: O, eve gitmek istiyor.       

İkinci selamda, arayan ışığı görmeye başlıyor. O, ALLAH’ın kendisini çağırdığına inanıyor. Burada insanın ALLAH’ın nimetleri ve merhameti karşısındaki sevinç ve hazzı dile getiriliyor. İlim yolu, görme (rüyet) yoluna dönüşüyor.

Üçüncü selamda, bizi bu yola getiren asıl hasret ilme ve manevi bilince dönüşüyor. İlim aşka tabi oluyor.

Dördüncü selamda, her Semazen O’nda kendi hızında dönüyor. Bu, kendisiyle, kendi kaderiyle ve yaratılışında “asıl görevi” üstlenmeye amade olmakla ahenge gelmedir.

Semazen, hizmet eyleminde alınan sevgi enerjisini ihtiyacı olan tüm insanlara vermektedir.

Semazen ALLAH’ın iç ekseni etrafında dönerken baş hafifçe eğik ve dudaklarında hafif bir gülümseme yayılır. Bu esnada Sufi elbisesinin açılışı, estetik ve güzel bir manzara teşkil eder.

Tennurenin açılması; kalıp, kesim ve dikimle yakından ilgilidir. Semazenler, tennure dedikleri beyaz eteğin başlıca yuvarlak, üçlü ve sekizli-dokuzlu olmak üzere üç türlü açıldığını belirtirler. Eteğin dönerken yuvarlak bir şekil almasına “kazan kapağı” adı verilir. Dönüş sırasında Semazenin eteğinin üç köşeli bir manzara alması, Mevleviler arasında, onun “kendinden geçtiğine” ve “Pir aşkına döndüğüne” işaret kabul edilir.

Tennuredeki kesim-dikim farkı veya uzunluk-kısalık gibi durumlar, birkaç santimetre dahi olsa, Semazenin yalpalamasına sebep olmaktadır.

Tennurenin rengi beyaz olmakla beraber, rengin baş dönmesi üzerinde herhangi bir provokatör etkisi bulunmamaktadır.

Tennure evvelce pamuklu dokumadan yapılırken, günümüzde sentetik materyalden hazırlanmaktadır. Bu da tennurenin ağırlığını yarı yarıya azaltmıştır. Tennurenin hafif olması, daha kolay dönmeyi sağlamakta, bu da dizinesin gelişmesine –tabii ilk günler için – kolaylaştırmaktadır.   

Soru: Rahatsızlık durumunda nasıl bir yol takip edilebilir? Örnek olarak bende alıştırmada baş ağrısı meydana geliyor. Bunu görmezlikten gelmeli miyim?

Cevap: Rahatsızlıklara lütfen dikkat ediniz! Öncelikli olarak alıştırmada çok fazla uzatmamak önemlidir. Yapınıza göre 9 – 18 dakika tamamen yeterli olur. SEMA, performansa dayalı bir spor olmayıp, çok yoğun olarak ruha etki eder. Rahatsızlığın geçici mi yoksa uzun süre kalıcı mı olduğu arasında fark vardır. Vücudun bir tepkisi, vücut koordinesinde bir hata veya ciddi bir hastalanmanın işareti de olabilir. Ayrıca belli bir zamanda enerjinin boşaldığı ve böylelikle kas kasılmasının giderilmesiyle ortaya çıkan enerji düğümüyle de ilgili olabilir. Çoğunlukla bu tür rahatsızlıklar kendiliğinden geçer. Böyle bir durum söz konusu değil ise, lütfen doktora başvurunuz! Her zaman dikkatli olunmalıdır.

Doktora gidiniz ve bedensel rahatsızlığınızın olabilecek nedenlerini araştırınız. Doktorunuz gereğini yapacaktır. Şayet sorununuzla ilgili herhangi bedensel bir neden bulunamadı ise, bunun içteki bir tepkinin tezahürüyle bir tutulma olduğundan emin olabilirsiniz. Bu durumda parola: Sabırlı olunuz! Rahatsızlık büyük bir ihtimalle geçecektir.

Soru: Bende SEMA’nın doğru işlemediği hissi var. Bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum. Devamlı surette hiçbir şekilde ilerleyemediğim hissi var bende!

Cevap: Bir şeyin iyi veya kötü olduğu değerlendirmesi duygulara bırakılmamalıdır. Her zaman akılla tetkik edilmeli, değerlendirilmeli ve karar verilmelidir. Sizin söyledikleriniz tamda egonun karşı çıkmasına benziyor. SEMA’yı bu duygularla yapmayı isteyip istemediğinize karar veriniz. Evet veya hayır! Ancak duygulara karşı değil, zira SEMA bir şeylere ulaşmak için bir metot değildir. Şayet siz devamlı surette alıştırma yaparsanız, duygularınızın durumu da değişecektir. Zira siz devamlı olarak teslimiyetin enerjisini ikmal ediyorsunuz.

Soru: İçgüdülerimi SEMA’da nasıl daha güçlendirebilirim?

Cevap: Semazenin Şeyhi, yani Mürşidi tarafından daimi surette sohbetlerden müstevhit olması; Şeyh tarafından talim ve terbiye altında tutulması içgüdülerin gelişmesini sağlar. Sohbet ile Derviş imanda kök salar.

Soru: Yalnız çalışırsam hatalarımı nasıl düzeltebilirim?

Cevap: Sol ayağın dönmede de tam olarak zeminde durduğunu her defasında kontrol etmek önemlidir. Sol ayak sağlam durmalıdır. Alıştırma esnasında her defasında mola veriniz. Sol ayak üzerinde durduğunuzdan emin olduğunuz duygusunu geliştirinceye kadar devamlı surette kendinizi kontrol ediniz.

Diğer bir görünüm patende dönemeç alma biçimine benzer şekilde sol ayak üzerinden sağ ayakla öbür tarafa geçmektir. Bu adım, hızlı ve seri yapılmalıdır. Bu esnada ayak öyle indirilmelidir ki, dönmek için her iki ayak arasında yeterince yer kalsın. Bir aynanın bulunması halinde kontrol için önünde alıştırma yapılması da iyi olur.

Düzeltmede bir video kamera da iyi bir yardımcı olacaktır. Bir tavsiye: Nelere dikkat etmesi gerektiğini anlattığınız bir arkadaşınıza düzeltme yapmasını rica ediniz.

Soru: Sufilikte öğretici önemli bir sohbet arkadaşıdır. Bir insan öğretici olmaksızın SEMA’da ne kadar ilerleye bilir?

Cevap: öğreticinin önemli olduğu gerçektir. Öğretici, öğrenciye ödevini tevdi ediyor, cesaret veriyor ve yapılışta (icraatta uygulamada) düzeltme yapıyor. Bu geleneğin doğasında öğretici, kendi öğreticisine manevi olarak bağlıdır, o da kendi öğreticisine. Bu bağ, geriye doğru Rumi’ye kadar ve hatta daha da öteye gitmektedir.

Bu ilim geleneğinin ağını, su ihtiyacının karşılanması için döşenmiş olan boru ağına benzetebiliriz. Bu ağ üzerinden örneğin güven gibi ALLAH’ın vasıfları akmaktadır. Sonuncusu hayatın suyu olarak adlandırılmaktadır ve kim su tevdi ağına bağlanmış ise, kendi içinden akıp gitmesini sağlayabilir.

Kendi tecrübelerimden bununla ilgili olarak, ALLAH’ı bulmak için çok çaba sarf ettiğimi ve bununla çok az şeye ulaşabildiğimi söyleyebilirim. Bağımsız olmak benim için çok önemliydi. Bu boru ağına bağlandığımda kişiliğimin gelişmesinde nihai açılımı gerçekleştirebildim.

Soru: SEMA’da akıl nasıl bir rol üstleniyor?

Cevap: Aklın yolu bir dağ macerasıyla kıyaslanabilir:1- Bu şirketten yana kararımı veriyorum. 2- Planımı yapıyor, eşyalarımı topluyor ve hazırlanıyorum. 3- Niyetimi somut düşünceye çeviriyorum. Bu andan itibaren kendi niyetinden kaynaklanan yeni bir dinamik etkilidir. Yaptığım etkinlikleri akıl ile açıklayabilir, takviye edebilir, müşahede edebilir ve değerlendirebilirim. Bu görevleri bana zaten dağın kendisi vermekte, zira o benim dikkat etmek zorunda olduğum esas gerçekliktir. Bizim doğru yaşamak, karar vermek ve bir harekette bulunmak için akla ihtiyacımız var. Bilgi eksikliğinden dolayı ALLAH’a giden yolda çok farklı bir algılama organı olan kalbin gerekli olduğunu kavrayamayız. Sufi bunu “kalp ile görme” diye adlandırıyor. Bunu alıştığımız ifade tarzında biraz daha anlaşılır şekilde söyleyecek olursak: Bu yola sezgi ve ilham olmadan yaklaşamayız. Burada aklın kendisini sınırlandırmaya gerek var, bu olmadan iç manevi gelişmenin önüne kendiliğinden engel konmuş olur. Bu soruya Rumi şöyle cevap veriyor: “Bunu ben vermeliyim ki, o alabilsin”.

Soru: Gürültüye karşı çok hassasım, bu beni alıştırmalarda çok rahatsız eder. Buna karşı ne yapabilirim?

Cevap: Genel olarak her türlü rahatsızlıkta geçerli olan şudur ki, şayet insan böyle şeylerin arkasından giderse bunlar çoğalır. İnsan ona ne kadar dikkat kesilirse, o kadar çok sayıdaymış gibi algılanır. Rahatsızlıkları bırakınız “aksın”, bunlar daha fazla dikkatinizi almasın ve kendinizi SEMA yapmaya veriniz. Bu, engel ve konsantrasyonla ilgili bir eğitimdir. Şayet siz kendinizi buna verecek olursanız, bu eğitim süreci birkaç günde tamamlanır.

   Soru: Haktan alır, halka saçarız. Bizler ne anlamamız lazım gelir?

Cevap: Gerçek semazenler, izleyenlere Allah’ı ve Peygamberin zikrini hatırlatır. Ve Salât ü selam getirirler, Allah’ı zikrederler. Gerçek semazen de Allah’ın vitrini mesabesindedir.

Soru: Bunu biraz açar mısınız?

Cevap: Allahüazimüşşanın vitrini olan Semazen, ism-i Celalin nurunu cemal aynasından insanlara seyrettirir. Nasıl olur deme. Açık bu! Biz neyiz? Allah’ın nuru değil miyiz? Allah’tan bir parça değil miyiz? Ben Hak’tanım. Hakk’ın Nûru olarak dünyadaki bedenlerimize girdik.

Nereden geldik, nereden döndük. Allah’tan Nur olarak geldik, bedene girdik. Dönüşümüzde ise bedeni bırakıp nur olarak döneceğiz. Haktan geldik, tekrar Hakka döneceğiz. Demek ki o nur bedene kondu. Elbette onu bedene koyan biz değiliz. İşte ince nokta burada…

Sonra onu ‘düzeltip bir biçime soktu’ ve o bedene ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?[7]

Ey Hakikat-i İnsan! Ruhun gıdasını vermezsen ruhunu bedenine hapsetmiş olarak bırakırsın, varacağın yere ulaşamazsın. Allah’ın Nurunu bedenine aldın. Varlığını bildin. Bilirsen ne ala, Yaratanı ve yaratılmışı seversin. İşte o zaman verilen nuru görmüş olursun. Sevdiğin müddetçe de kullanmış olursun. Yaratanı bilemezsen, yaratılanı sevemezsin. Nurunu da bedene hapsetmiş olursun.

Soru: Akıl ve mantık semazen için nedir?

Cevap: Kulun mantığı kaderini çizmeye değil günlük yaşantısını sürdürmeye yarar.

Soru: Çok Semazen grupları var, organize olarak yola hizmet edebiliyorlar mı?

Cevap: Şu anda yeterli görünmüyor. Baştaki sorumluların ekserisi “Ben bilirim” havasında oldukları için, ekserisi folklorik bir düzen içinde gitmeye çalışıyorlar.

Soru: Efendim Sizce, bu gidişatta Hz Mevlana misyonunu üstlenecek düstur nedir?

Cevap: Hay Allah iyiliğini versin, Mukabele-i Şerif’te “Allah’ın sıfatı ile sıfatlanan canlar” diye duamızı görmüyor musun? İşte böyle sıfatlanırsa o düstura uymuş oluruz.

Soru: Herkes bunu idraka müdrik olur mu?

Cevap: Başta mesuliyete müdrik olanlar bu gidişatın korkulu bir rüya gibi sonu hüsran ile olacağını hissederek yaşar, idraka müdrik olunursa tez zamanda düzelir. Işığın nurunu Hz Pîr Mevlana’dan alan canların duasına ihtiyaç var. İnşallah bu yolda bende-i Evliyaullah ve Salihlarin himmeti üzerimize sayeban olur da tevhid dairesinde karar kılınır. Allah cümlemizi dünyada ve ahrette rezil rüsva olmaktan muhafaza buyursun. Âmin…

Soru: Başarıyı ve başarısızlığı görmek için ne yapmamız lazım ?

Kendiyle barışık kendini tanıyan iç aynasını kendisine tutarsa başarıyı ve başarısızlığı görebilir.

Soru: Artık bu kadar çalışmayla nefsi ve şeytanı kontrol altında tutabilir miyiz?

Cevap: Kesinlikle güvenme. Nefisle ilgili bir nebze cevap vermeye çalışalım. İnşaallah bu cevaplar size ışık tutabilir.

cenab-ı hakk’ın isteğine uydum, nefis ve şeytanın istediklerine muhalefet ettim. Nefsimi hizaya getirip galip olacağım anda şeytan hemen gazap sıfatı ile nefse yardımcı oldu. Böylece ikisi bir olup bana galip geldiler. İbadet ve taata önem vermek suretiyle şeytanı defedip uzaklaştırmak tan geri kalmazdım. Ben böyle yapınca bu sefer nefis şeytana yardım eder, benim de üzerime bir tembellik gelirdi. İbadeti terk etmeyi severdim. bu da bana lezzet verirdi. Böylece bunlarla hep savaşıp durdum. Bazen galip, bazen mağlup oldum. Fakat tamamı ile ellerinden halas bulup şerlerinden emin olamadım.

Sülük ehlini (cenab-ı hakka karşı görevini yapmak isteyen kulu) nefis ile şeytan birlikte hareket ederek saptırmaya çalışırlar.

   Kardeşim, allah’a kulluk görevini yerine getiren derviş ne kadar kahramandır ki sinek kadar cüssesi ile devlerle kahramanca sülayman gibi cenk eder. Nefis ve şeytan yaramaz onun düşmanlarıdır. bu ikisinin elinden veliler ve müminler ağlayıp inlemekten kurtulamamışlardır. Çünkü nefisle şeytanın elinden bir zümre hariç kimse kurtulamamıştır. Ancak fena makamına ulaşmış olanlar nefsin ve şeytanın şerrinden yakalarını kurtarabilmişlerdir.       

Prof.Dr. Fuat Yöndemli/ S.Ü Tıp Fakültesi Öğr. Üyesi

SEMA çalışmasına ilk başlandığı günlerde baş dönmesi, bulantı, kusma gibi vestibüler semptomlar herkeste görülebilir. Bu gayet normal, fizyolojik bir hadisedir. Aslında alışılmışın dışında vestibüler tembihler karşısında baş dönmemesinin olmaması, anormaldir. Bundan dolayı vestibüler sistemi tahrik etmemek için, SEMA hareketlerine yavaş, yavaş tedricen başlanır. İlk günler SEMA müddeti sadece iki dakikadır.

Semazenler bu egzersizler sırasında ortaya çıkan bulantı ve kusmayı, safra atmak olarak isimlendirirler. Kendileri ile görüştüğüm Semazenlerden aldığım bilgiye göre, yaklaşık bir haftada safra atma kaybolmakta, yani vestibüler semptomlar yatışmaktadır.

Çalışmalara bağlı olarak eğitimin sonunda vestibüler şikâyetlerin kaybolması içindeki safradan temizlenmek tabiriyle ifade edilmektedir. Derviş namzedinin safradan temizlenmesi mecazen içindeki kötü, yabancı veya faydasız düşüncelerden arınma manasını da taşımaktadır.

SEMA’a başlamak için bir yaş sınırı bulunmamaktadır. Umumiyetle SEMA çalışmasına ilk veya orta mektep çağında (7-15) yaşlarında başlanmaktadır.

Semazenler ayine çıkmasalar bile her gün en az beş dakika SEMA ederler. Her gün yaptıkları bu çalışmalar sırasında hiç olmazsa 9- 18 çark atarlar. İşte her gün muntazaman yaptıkları bu çalışmalara bağlı olarak Semazenlerde baş dönmesi hiç olmamaktadır. Kendileriyle konuştuğum bütün Semazenler, en dalgalı deniz, hava ve kara yolculuklarında baş dönmesi, bulantı-kusma olmadığını ifade etmişlerdir.

SEMA sadece bir fiziki faaliyet ve beden eğitimi şekli olarak düşünülse bile performans üzerine son derece müspet tesir icra ettiği gözlenir. Hacettepe ve Selçuk üniversitesi tıp fakültelerinde gerçekleştirilen araştırmalarda Semazenlerde serum lipid, kolesterol ve trigliseridleri normal seviyede bulundu. Ayrıca hiçbir Semazende hipertansiyon şikâyeti yoktu.

Semazenlik eğitimindeki meşk (eğitim) müddeti, vestibüler şikâyetlerin ortaya çıkmaması için her gün tedricen artırılarak, günde bir buçuk – iki saate kadar yükseltilmektedir. Yarım çarkın 9–18 günde öğrenilmesinden sonra tam çark atılmaya geçilmektedir. Tam çark atma, ortalama bir ay meşk edilmektedir. Böylece vasati bir buçuk – 3 ay sonra tennure denen beyaz elbise giyilmektedir.

SEMA meşki sırasında hızla dönerken eteklerin bir şemsiye gibi açılıp havalanmasına “tennure açmak” tabiri kullanılır. Tennure giyince aerodinamik bakımdan Semazen, kendini daha hafiflemiş hissetmekte ve daha kolay dönmeye başlamaktadır. Ancak baş dönmesi şiddetli olmayıp daha ziyade dizziness’e benzemekte ve egzersize devam etmekle üç-beş günde kaybolmaktadır.

SEMA sırasında selam başı denen ve durmak gereken yerlerde musiki temposu yavaşlayınca Semazenler, bulundukları yerlerde, yüzleri semahaneye dönük halde dururlar. Dururken kollarını niyaz pozisyonuna getirirler. Gözlerini yukarıya diktikten sonra, ayaklarını mühürleyip gözlerini kapatarak baş dönmesini önlerler. Birbirine yakın Semazenler yan yana gelip, omuzlarını birbirine dayayarak, düşmelerine engel olurlar. Böylece semahanelerde yer yer ikişer, üçer, dörder kişilik, birbirine dayanmış Semazen kümeleri meydana gelir.

Bu görüşlerin ışığında Semazenlerin neden baş dönmesi olmadığı şu sonuçlarla ortaya çıkacaktır.

SEMA ferdi bir hareket olup, yerçekimi merkezi Semazenin vücudundan geçer. Semazenin dönüş ekseni ise kafa, kalp ve sol bacağından geçmektedir.

SEMA sırasında baş hareketlerinden kaçınılmakta ense ve boyun adaleleriyle baş desteklenmektedir.

Semazen SEMA sırasında gözleri yarı açık olarak, ufuk çizgisi yerine geçen sol el başparmağına bakmaktadır.

SEMA’dan evvel fazla yemek yenmemekte, ayrıca hazmı zor gıdalardan kaçınılmaktadır.

Hakiki SEMA sırasında içten zikir yapılarak zihni uyuşukluğun önüne geçilmektedir. Baş dönmesine karşı profilaktik (koruyucu) olarak tavsiye edilen adaptasyon ise, Semazenlerin her gün yaptıkları meşklerle zaten kazanılmaktadır.

Yine baş dönmesine karşı günümüzde tavsiye edilen çareler, yedi yüz senedir tatbik edile gelmektedir; günümüzün modern bilgileriyle yedi asırlık bilgiler tam bir paralellik ve mutabakat halindedir.

Sufiliğin öğrenme ve öğretme geleneği belirli temeller üzerine kurulmuştur. Buna devamlı suretle yol gösteren konuşmalar (sohbet) da dâhildir.

Arayış için yola çıkan iki gencin hikâyesi;

İki genç, Bilge bir adam veya seyyah dervişle karşılaşırlar, ‘‘Dünyadaki hayat yolunun menziline nasıl ulaşılır’’ diye yol sorarlar. Bilge adam veya seyyah derviş;

“Şu yoldan doğru dümdüz gidin, ilerde yolun ortasında büyük bir çınar ağacı göreceksiniz. Yol orada ikiye ayrılacak; sağ cihetteki yol adalet üzere giden yoldur. Yol üzerinde ADALET levhaları görürsünüz, onların altında dinlenirsiniz ve bir pınar görürsünüz. Ona müteakip güzel bir bahçeye ulaşırsınız ve bu bahçede envayi çeşit çiçekler ve meyveli ağaçlar görürsünüz, gezerken yolunuz bir anda ormana çıkar.

  İkinci yol sol cihetten sınırsız hürriyet üzere gider ve yol üzerinde; SINIRSIZ HÜRRİYET levhaları görürsünüz.” dedi.

  Gencin birisi ‘‘Ben sol cihetten yani sınırsız hürriyetten gitmek istiyorum.’’ dedi. Diğer genç de sağ cihetten yani adalet üzerine giden yolu tercih etti.

  Sol cihetten gidenin yolu her türlü meyvesi olan bir bahçeye çıkar, bahçede gezerken yolu bir anda ormanlığa çıkar ve karşısına aniden bir aslan dikilir. Dinlenmeden korkudan kaçmaya başlarken önüne bir kuyu çıkar. Hemen kuyuya girer, duvar taşlarına tutunarak 33 metre aşağıya iner. Meyvesiz bir incir ağacına tutunur, ağacın köklerini iki haşarat fare kemirmekte; birisi beyaz biri siyahtır. 33 metre aşağıdan ise bir ejderha ağzını açmış ona doğru uzanır.        

Yukarıda aslan beklemektedir. O ise takati kesilmiş halde açlıktan ağzından acı sular gelmektedir. İncir ağacına bakar, meyvesi olmadığını görür. Bir anda duvardan bir kapı açılır, ne görsün? Kendisi gibi perişanlık içinde olan insanlar; hiç mecali kalmamış, bitkin düşmüş, ümitsiz devamlı ölümü istiyorlar, hem maddesi hem manası bitmiş yakınları da ölse de kurtulsa diye temenni ediyorlar. Gencin rüyaları da böyle korkuludur.

  Sağ cihetteki adalet üzere giden genç yol üzerinde aşağı doğru giderek büyük bir bahçeye varır. Orada bir pınar görür. Güzel bir meyveli bahçeye ulaşır bahçede gezerken yolu bir anda ormana çıkar. Karşısına aniden bir aslan çıkar ve aslanı görünce kaçmaya başlar. O da kuyuya rastlar kuyuya iner, duvar taşlarına tutunarak 33 metre aşağıya iner, incir ağacına tutunur fakat ne görsün; iki haşarat fare ağacın köklerini kemiriyor. 33 metre aşağıda bir ejderha ağzını açmış bekliyor. Yukarı bakar ki aslan da yukarıda onu bekliyor.         

Hemen Allahuazimüşşan’a tefekkür ederek “Adalet üzere hükmeden sensin Ya Rabbi’’ der. İncir ağacına bakar ki çeşit çeşit meyveler. Ağacın olduğu yerden bir kapı açılır. Muazzam bir bahçede meyve ağaçları çeşit çeşittir, güzel giyimli insanlar sohbet etmektedirler, temiz yüzlü insanlar ya selam, ya selam diye gelenleri selamlıyorlar ve birbirlerine ikram ediyorlardır. Allah’ı zikrediyorlar, Salatü Selam getirerek SEMA ederek kendilerinden başka âlemlere huruc ediyorlardır.

Dua’nın hikmetiyle ejderhanın açılan ağzı o kapıydı; aslan da o kişi için hizmetkârdı. İncir ağacı insanı temsil ediyordu, birisi meyveli birisi meyvesizdi. Meyvelisi kâmil insan, meyvesizi ham insanı temsil ediyordu. Beyaz fare gündüzü, siyah fare geceyi temsil ediyordu.

Bu sohbet mükemmel bir yol tarifi yapıyor; çünkü direktif geleneğin içine yerleşmiş ve bu yolda binlerce insan başarıyla gitmiş ve gidecektir. Bütün bu arayanların başarısı, hayatın amacının bulunacağına bir kanıttır.

Bu tür yol gösterici sohbetlerden bir parçayı kitabımızın son bölümünde bulabilirsiniz. Şayet onun yeterince yardımcı olamayacağını düşünüyorsanız, bu kitabı okumanıza gerek yoktur. Burada ne söylendiği belki size sonra bir kez daha hitap edecektir. Sonra her zaman bu konuya dönebilirsiniz.

Muzaffer Aşkî

Cehennem korkusuyla cennet arzusuyla ibadet yapmak yaraşmaz. O zaman kötü bir işçi muamelesi görürüz. Allah’ı peygamberi darıltırız, sevdiklerimizi incitiriz korkusuyla ibadet yaparız.

SEMAZENLERE TAVSİYEM

HİKMET VE SIRLARI

Süfi geleneğinin öğretisi üzerine O mübarek sema yolculuğa çıkanlara en fazla, sevgi aşk adâb ve erkânı anlatılmalıdır. Âcizane görüşümüz budur. Allah’ın vitrini olan Semazen adayları sema yolculuğuna nasıl hazırlanmalıdır? (Maddî-manevî hazırlık) Beraberinde neler götürmelidir?

Riyazet’, ‘oruç’, ‘perhiz’, ‘inziva’, ‘halvet’, ‘itikâf uzlet’, ‘tecerrüt’, zikir, sohbet ve sabır.

Bu yolun kurucusu olan Hz. Mevlâna beraberinde neler götürmüşse Semazen de onları götürme gayreti içinde olmalı. Semazen de ism-i Celâl nurunu Cemâl aynasından insanlığa seyrettirme gayretinde olmalı.

Müstakim olan Mevlevilik yolunda nasıl davranmalıdır? Arkadaşlarını nasıl seçmeli ve onlar­la nasıl diyalog kurmalıdır? Dergâhta, tekkede, zaviyede ve mescitte ilim, tevazu ve tefekkür üzerine ehl-i şükür, ehl-i zikir, ehl-i sabır olarak adımlarını atmalı ve vaktini nasıl değerlendirmelidir? İbadetlerini yaparken nelere dik­kat etmelidir? Vecdin ve semanın hikmetine uygun olarak neler yapa­bilir? İbadet yerlerinde neler düşünmeli, neler hayal etmelidir? Sevgi, saygı, sema ve vecd hali vazifesini tamamladıktan sonra nasıl davranmalıdır? Semayı öğrendikten sonra yaşayışında ne gibi değişiklikler olacaktır?

Vecd ve sema, tek kelimeyle müthiş bir ibadet. Müthişliği, zarfında değil mazrufunda, yani taşıdığı ruh ve barındırdığı potansiyelde saklı. Eğer sema ibadeti kaybettiği ruhuna yeniden kavuşursa, içerisinde taşı­dığı potansiyel kendisini açığa vuracak, bu insanlık için bir “ba’su ba’del-mevt” (yeniden diriliş) muştusu olacaktır.

SEMA, enbiyadan miras olarak kalmıştır. SEMA bir raks değildir, öyle bir haldir ki insan o halde kendi varlığından geçer; elini, aya­ğını ve aklını kaybeder, tamamiyle mahvolur, işte “nübüvvet” de budur. ALLAH Kur’anda: “Onun Rabbi dağa tecelli ettiği vakit, onu parça parça etti ve Musa da bihuş olarak yere yuvarlandı[8].” buyur­muştur.

SEMA’ın ne olduğunu biliyor musun? SEMA ALLAH’ın; “Ben sizin rabbiniz değil miyim?[9] Sorusuna ruhların; “Evet; rabbi­mizsin!” deyişlerinin sesini duymak, ken­dinden geçmek, rabbine kavuşmaktır!

Hiçbir insan yoktur ki, Allah onunla konuşmamış olsun. Ancak vahy ile yahut perde arkasından yahut bir peygamber gönderip de kendi izni ile dilediğini vahyetmesi sureti ile olur. Çünkü O çok yücedir, hikmet sahibidir.[10]

Nasıl ki Kuran’ın diliyle hac ibadeti, “Allah’ın sembolleri” Şeairillahi’nden oluşan bir ibadettir. Herkes bilir ki, her sembolün sembolize ettiği bir hakikat vardır. Ta­şıdığı hakikatleri bir yana itip sembollere sarılmak, önce insanı öldürüp sonra cesedine sarılmaya ben­zer. İşte sema ibadetini müthiş kılan ruh ve potansi­yelden kastımız da budur.

Bu mütevazı risalenin sayfaları arasında ilerlerken yüreği bedeninden önce harekete geçip; aşk, özgürlük ve güvenlik beldesine doğru kanat çırpan ruhlarla sözleşmeniz şimdiden mübarek olsun.

İnsanın, insanlığın ve doğanın tabiatını bo­zan modern cinnete karşı, iman merkezli yeni bir medeniyet inşası zorunludur. Bu zorunluluk sadece Ümmet-i Muhammed’in kurtuluşu için değil insan­lığın ve hatta doğanın ve ekosistemin selameti için de geçerlidir.

İnsan yüzlü bir medeniyetin yeniden inşası için yeni bir toplumun inşası şarttır. İnşa edilecek bu ye­ni toplumun görevi yeryüzünde tevhid ve adaleti ye­niden ikame etmek olacaktır. Bu kıratta bir toplu­mun en büyük vasfı kendi dışındaki dünya toplumlarına “analık” yapabilecek liyakatte olmasıdır. İşte bu topluma Kur’an “ümmet” adını vermektedir. Ümmet, yani kelime anlamıyla “anne toplum”; in­sanlığa ana gibi yar olan; onları şefkat ve merhamet­le kucaklayıp saadete çağıran; bir mutluluk saikası gibi yürek insanlığa huzur taşıyan; onlara özgürlüğün ve adaletin gerçek kapısını gösteren; kula kulluğu yok edip, Allah’a kulluğa çağıran; insanlığın değişmez değerlerinin öbür adı olan İslam ile mahlûkatın şeref listesinde ilk sırayı alan insanı buluştu­ran toplum.

Yeni bir toplumun inşası için yeni bir insanın inşası kaçınılmazdır. Sema icra edilmekle yeni bir insan; Allah’a, kendisine, topluma ve eşyaya karşı sorumluluğunun bilincine ulaşmış, kendisiyle kavgalı değil barışık olan, dahası kendisiyle ve Rabbiyle tanışık olan bir insan. Beşer olmaktan kurtulup insan olma şerefine ermiş, kendi saadetini üyesi bulunduğu insanlık ailesinin saadetinde gören, kendisine karşı yabancılaşmayan, dolayısıyla hakikate karşı da yabancılaşmamış olan, kendi gerçek yüzünü yürek aynasında seyretmekten kaçınmayacak kadar gerçekçi, sema ile bütünleşen ism-i Celâl nurunu Cemâl aynasından seyrettiren bir sema .

 Bilmekle yetinmeyip tanıma düzeyine erişen, hissetmekle yetinmeyip şuura eren, bakmakla yetinmeyip gören, işitmekle yetinmeyip kavrayan, soyut bir inançla yetinmeyip inancını hayata dönüştüren, şirkten uzak durmakla yetinmeyip İbrahim gibi put kıran, tevbe etmekle yetinmeyip Âdem gibi cennetini arayan, şeytana uymamakla yetinmeyip Hacer gibi şeytanı taşlayan, kurban olmayı kabullenmekle yetinmeyip İs­mail gibi kurban edeni teşvik eden bir insan...

Özgürlük ve güvenliğini imanla garanti altına almış, kimlik ve kişiliğini bedel ödeyerek bulmuş, izzet ve şerefi vazgeçilmeyecek değerler arasında bil­miş, ham iken olmuş, aşkı, semayı ve zikri kendine vird etmiş bir insan…

Yeni bir insanın inşası yeni bir bilinç inşasıyla mümkündür. Bilinç yani eskimez ifadesiyle şuur:

Modern bireyin alt-üst olmuş değer yargısını yeniden asli konumuna döndüren bir şuur. Kendi kendisinin farkında olan ve hemen fark edilen bir şuur. Sahibini sürüden biri olmaktan çıkarıp şahsiyet kılan bir şu­ur... Düşünelim bir; Deve de Mekke’ye gelir, devenin üzerindeki insan da. Deve ile gider Arafat’a, Meş’ari’l-Haram’a, Mina’ya, mazereti varsa eğer deve ile tavaf ve sa’y yapabilir. Siz devenin yerine “arabayı” koya­bilirsiniz, bir şey fark etmez. Ancak deve ya da araba hacı olmaz, insan hacı olur. İkisi arasındaki fark şuur­dur. Deve niçin geldiğinin bilincinde değilken insan niçin geldiğinin bilincindedir, işte bu nedenle bilinç, bir davranışı ibadete dönüştüren yegâne iksirdir. Dervişin de semayı niçin yaptığını bilmesi gerekir.

De ki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünürler[11]

Niçin gereklidir yeni bir bilinç inşası? Çünkü her biri bireysel ve toplumsal hastalıklarımıza ve sorunlarımıza merhem ve çözüm olan ibadetlerin yeniden kazanılması, ancak yeni bir bilinç ile mümkündür.

“İbadetlerin yeniden kazanılmasından” söz ettim. Evet, çünkü ibadetleri kaybettik. Namazı kay­bettik, orucu kaybettik, zekâtı kaybettik, haccı kay­bettik, bayramı kaybettik, kurbanı kaybettik, vecdi ve semanın ruhunu kaybettik. Na­maz kıldık, oruç tuttuk, ama ruhunu kaybettik. Hz. Peygamberin diliyle “yanımıza sadece yorgunluğumuz ve açlığımız” kaldı. Oysaki bütün ibadetler, ferdî ve içtimaî birçok derde derman olma vasfını ta­şıyordu. Örnek olarak, Kuran’a göre

 “Namaz insanı kötülüklerden ve aşırılıklardan alıkoyardı” [12]

“Oruç “İnsanda Allah’a karşı sorumluluk bilinci uyandırırdı” [13]

“Zekât “İnsanı ve toplumu arındırır ve temizlerdi”, “Hac İnsana ayakta durmayı, kıyamı, direnişi, başkaldırıyı öğretirdi” [14]

Sufi geleneğine göre sevgi, saygı, aşk, sema kulu Allah’a yaklaştırır, miraca yükseltirdi.

Bütün bunlar suç, günah, anarşi, haksızlık, zulüm, saldırganlık, ta­hakküm, zillet, meskenet, tembellik, cehalet, mut­suzluk, birbirine tahammülsüzlük, umutsuzluk ve daha birçok illetin dermanıydı.

Kaybolan her bir ibadet saadeti bizden biraz da­ha uzaklaştırıyor, bizi felakete biraz daha yaklaştırıyordu. Ruhunu ve şuurunu yitirdiğimiz ibadetleri bir cenaze gibi sırtımızda taşıyor, onlara bir an evvel defnedilmesi gereken bir ölü muamelesi yapıyorduk. Oysaki her ibadet bizi ebedi mutluluğa taşıyan bir “Burak” olmalı değil miydi? İbadetle uçmaz mıydık uçmağa, Sema miracımız değil miydi? Ruhunu yitirdiğimiz ibadetler bizi cennete değil, ardında bıraktıkları doldurulmaz boşluğun uçurumuna uçurdular.

Her ibadeti insanın Allah’a yolladığı bir mektuba benzetebiliriz. Şuursuz ve ruhsuz ibadetlerimiz içi boş mektuba döndüler. Zarf vardı, hatta pek albe­nili cicili biciliydi, ama mazruf yoktu. Oysaki zarf kıymetini içinde taşıdığı mesajdan alırdı. İçerisinde mektup bulunmayan bir zarf sadece “boş bir zarf” değil, kimi durumlarda gönderilene karşı bir hakaret anlamı da taşırdı. Yani, içerisi boş olarak gönderilen bir zarfın taşıdığı bir mesaj varsa da, bu olumsuz, sahibini mahcup eden bir mesaj idi.

İşte içerisinde şuur bulunmayan bir ibadet de, içi boş bir zarfı andırıyordu. Elbette sonuçta mesaj yerine ulaşmadı, ibadetten beklenen netice istihsal edilemedi. Ve bütün bunların sonucunda ibadetler yitirildi.

Namazı yeniden kazanmak, orucu, zekâtı yeni­den kazanmak, özellikle vecdi semayı yeniden kazanmak gerek. Onları koklamak, tatmak, hissetmek, duy­mak, giymek ve yaşamak gerek, işte o zaman şu Hz. Pey­gamber sözünün anlamını belki kavrayabiliriz:

“Sizin Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi. Birincisi gözümün nuru namaz...” [15]

Peki, kıble bilinci olmadan namaz bilinci nasıl mümkün olabilir? Elbette olamazdı. Kıble, yani coğ­rafya bilincini en güzel uyandıran şey hac ibadetidir.

İbadetler içerisinde haccı; peygamberler içeri­sinde Hz. Muhammed’e (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve semavi mesajlar içerisin­de Kuran’a benzetebiliriz. Nasıl ki Hz. Peygamber her peygamberin en güçlü özelliklerini kendinde bir­leştiren bir şahsiyet, Kur’an da tüm kutsal kitapların özünü bünyesinde barındıran bir kitapsa, hac da tüm ibadetleri bünyesinde birleştiren bir özge iba­dettir.

Sema ve vecd, tıpkı namaz gibi belli zamanlarda ve bel­li mekânlarda yapılan vecdin aşkın zaman şuurunu ve mekân şuurunu kazandırır.

Hac, hem namaz ve oruç gibi bedenî, hem zekât gibi malî, hem cuma ve cihad gibi sosyal ve siya­si bir ibadettir. Bu üç boyutu böylesine vurgulu bir biçimde bünyesinde toplayan tek ibadet hac ibade­tidir. Bu nedenledir ki Hz. Peygamberin dilinden di­ğer hiç bir ibadet için verilmeyen müjdeler hac için verilmiştir. Ne ki bir tek şartla: Makbul olması, mebrur olması, yani kabul görmüş olması” şartıyla. Hz. Peygamber buyurur: “Allah katında mebrur (ka­bul olmuş) haccın karşılığı kesinlikle cennettir.” [16]

Hac ibadetinde olduğu gibi aşk vecd ve semanın makbul olanı ve olmaya­nı vardır. Makbul olmayan sema sıkıntılı bir turistik seyahatten başka bir şey değildir. Bu durumda Sema yapılmaması daha hayırlıdır. Kabul görmüş bir sema ise diğer tüm ibadetleri dirilten bir hayat iksiri­dir. Herkesi temin ederim ki, aşk, vecd, sema ve zikrin diriltici gücü namazı, orucu, zekâtı, cihadı, daveti, feraseti, basireti, fıtratı ve şahsiyeti yeniden diriltecektir. Bu anlayışta vecd ve sema hali, adeta topyekûn bir “ba’s-u ba’de’l-mevt” (yeniden diriliş) hareketidir, ibadetlerin tümünü diriltmenin ve yeniden kazanmanın en kısa ve kesin yolu vecdi ve semayı diriltmekten geçmektedir. Semayı ve vecdi di­rilten bir fert, şahsiyetini diriltmiş olacaktır. Sevgi, adap aşkı ve vecdi dirilten bir ümmet ise kaybettiği onur ve kişiliğine yeniden kavuşacaktır.

Tevhidi, Eğitim merkezleri olmasına rağmen okullarda bulup göremiyorsun. Sonra gündeme gelse bile ilahi bilgilerin ve rahmani ariflerin toplantılarında gündeme geliyor. O da halktan kopuk, Allah’ın varlığından ve ispat biçiminden söz konusu oluyor.

Okullardaki eğitim seni bu sevdadan da mahrum bırakmıştır. Rabbim sana tabiatın atmaca gözü gibi keskin görüşlü göz vermiştir. Ama zihniyet köleliği bu bakışı yarasa hissi yapmış. Okulun senin gözünden sakladığı sırları dağ ve orman vadilerinde ortaya çıkarmıştır.

Sufilik öğretisi üzerine tevhid ve adalet yolundasın. Sen şimdi burada uzun bir yola çıkmaya hüküm giymiş müebbet muhaciri Âdem’in rolünü, İbrahim’in rolünü, Hacer’in rolünü oynamak, hicreti üç boyutlu yaşamak için ön­ce terk etmeyi öğreneceksin. Çünkü terk etmeden bu­lamayacağını aklından çıkarmayacaksın. “Gurbet”in olmadığı yerde “vuslat”tan söz edilemeyeceğini Sema’nın çile ile bütünleştiğini bile­ceksin. Nasıl namaza dururken tekbir için kaldırdığın ellerinle tüm dünyanı, sahibi olduğun her şeyi kaldırıp ardına atıyorsan, “kutlu sefere” çıkarken de aynen öy­le yapacaksın; ancak önce niyet etmelisin.

Niyet, yani “kasıt, kararı neyi niçin yapacağını bilmek”. Neyi niçin yapacağını bilmeyenlerin nasıl yaptığının hiçbir önemi yoktur. Bir ibadete anlam katan, onun bilinçli olarak yapılmasıdır; aşk vecd ve semanın ibadeti de ibadet yapan niyettir.

De ki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünürler[17]

Dil ile söylemenin bir önemi yok. Dil ile söyle­mek sadece dilin niyetidir. Aklın niyeti bilinç, kal­bin niyeti marifet, bedenin niyeti ameldir. Kalbi işe katmadan, aklı işe katmadan yapılacak bir niyet ni­yet olmayacak, papağancasına bir tekrar olacaktır.

Niyet, bir bilinçlilik halidir. Niyet, ibadeti adetten ayıran şeydir.

Maksadınızı biliyorsanız yola çıkabilirsiniz. “Neden ve niçin?” sorularına cevabınızı meşru bir biçimde verdinizse, problem yok.

Hicret yolcususunuz. Kalp kabesinde Semaya çıkıyorsunuz. Kendi Mekke’nizi fetih için medeniyetinizin kıblesine yürüyorsanız, kendi kişisel menkıbenizi yaşamak için yola çıkacaksınız. Menkıbenizi, Hz. İbrahim’in ölümsüz menkıbesiyle tevhid etmek için yola çıkacaksınız. Âdem olarak adam olmaya yürüyorsunuz. Her gün yöneldiğiniz kıblenizle sözleşme yenilemeye, gıyabi tanışıklığı vicahiye çevirmeye yürüyorsunuz. Düşünün bir, Hacer de sizin gibi muhacir değil miydi? Onun için bu adı almamış mıydı? O da kaderine, sevdalandığı ve sevinçlere değişmediği kederine yürümemiş miydi?

Gurbet nedir, sıla ne? Vatan nedir, başkent ne? Mekke nedir, Medine ne? Yeniden düşünerek yürü­yeceksin. Yüreğindeki çarpık vatan anlayışını, doğru­suyla değiştirmek için yürüyeceksin.

 Yürümekle varılmadığını, lakin varmak için mutlaka yürümek gerektiğini akıldan çıkarmadan yürüyeceksin.

Zaman o sevgiliden haber getirir. Sen yolcusun şu anda, niyet Allah’a istikbal, Kıblen olan Kâbe’ye yürümen, sema ile Mirac’a yükselmendir.

Meleklerin Allah’a arzı: “neden insan kâmil akıldan yoksun? Akıl hala dizginsiz, aşk hala yersiz yurtsuz. Ey Allah’ım en güzel yarattığın bu insan hala kemalsiz.”

Yeryüzündeki insanlar birbirinden ayrılmışlar. Dindarı, rindi, zengini, fakiri birbirinden ayrılmış. Bunlar zaman dumanında boğulmakta. Ezelden beri zengin servet sarhoşu, fakir de sefalet çekmekte.  Zavallı yoksullar hala sefalet çekerken başıboş bırakılmış, zenginler ise hala devamlı eğlencedeler.

Âlim, dindar, sanatkâr hepsi nefsin esiri. Sevgi olsaydı insan zorlukları yenerdi. Hayatın cevheri aşk, aşkın cevheri teslimiyet, tevazu ne yazıkki keskin kılınç kında beklemektedir.

Allah’ın meleklerine emri : “Kalkın! Dünyanın yoksullarını uyandırın. Beytullah’a yönlendirin, hem Dünya’nın hem de Ahiret’in zengini olsunlar. Halkın kendi kaderine hükmetme zamanı. Eskiye ait ne varsa hepsini silin. Çiftçiye rızkını vermeyen ne kadar üzüm asması var ise hepsini yıkın. Yaratan ile kulun arasına girip perde geren kim. Bu zorbaların tümünü kiliseden sürün. Günah çıkarıp, Hakka tapıyorlar güya, rağbet putlara asıl.

Batı medeniyeti, dünyayı sarhoşların, ayyaşların, şehvet düşkünlerinin oyun alanına çevirdiler. Topraktan benim için yeni bir Beyt-i Harem yapın.

Ey İnsanlar! Allahüazimüşşan günah çıkarma işini insanlardan alıp mekânlara vermiştir. Mevsiminde Hac’ca gelip Arafat’a çıkan insanların kul hakkı hariç anasından doğduğu gibi günahsız ve tertemiz olacağını vaat ediyor. Sen de Arafat’ta tövbeni yap, biatını yenile sözleşmeni imzala.

Şartlara teslim olmayın, Hazreti Hacer gibi şartları teslim alın. Dünyanın da ahiretin de zengini olun.

Allah’ın Beyt’ine yürüyün, kongre mevsiminde Hac’ca gelin semaya girerek Beytullahı tavaf edin, Dünya’yı İnsan için İslam medeniyeti yaşam alanına çevirin.

Ey sufi: Çık şu karanlık köşeden, yaratılış bütün malını pazara sürdü. Perdesiz tecelliler, yıldızlar, ay, güneş bir bak hepsi ona yönelmiş ayan beyan sema halinde. Bir bakışta hepsi bunların satın alınabilir, senden beklenen yalnızca Halik’ına bir hamd’dir. Her âlemde yüksek bir yaşam coşkusu var.

Ey hakikat-i İnsan ceylan gönlün yüksek tepelerde, çöllerde, sahralarda, dağlarda, denizlerde, göllerde, vadilerde ürkek, ürkek dolaşır. Ne bizimledir hayat, ne bizdendir hayat. Bilmem nerden geliyor her zerrede bir hayat. Sema öyle bir sevda ki akla bahane arama.

“Bu dünyada bir garip yolcu gibi ol.” diyene ku­lak verecek, mahşeri dünyada yaşamak için yürüye­ceksin. Yükün Hacer’in yükünü geçmeyecek. Tüm dünyalığını sırtında taşıyacaksın. Azık getirmeyecek­sin; korkma, kuşlar kadar mütevekkil olursan, kuşlar gibi rızkının ağzına konulacağını bileceksin. Ve unut­ma ki arslan nereye giderse avı da oraya gelir.

Yüreğinin tüm ağırlıklarını boşaltacaksın. Çün­kü bir davete icabet için yola çıktın. Seni davet eden, senden selim bir yürek istiyor. Seni davet edeni ko­nuk edeceğin tek yerindir yüreğin, orayı konuğuna hazırlamalısın.

Yüreğin Kâbe’ndir senin, Yüreğinle sema ederek, Kâbe’ni put­lardan arındırarak İbrahim’in rolüne soyunacaksın. Unutma ki, dünya ve dünyalıklar bir okyanus, yürekse bir gemi. Eğer su geminin içerisine girerse ge­mi batacaktır. Batmamak için yüreğini tahkim et­meli, su almaz hale getirmelisin.

Emanetleri emanet etmeyi öğreneceksin. Al­lah’ın sana emanet ettiklerini, senin Allah’a emanet et­mekten kaçınman ne büyük talihsizlik. Çocuğunu, işini, eşini, aşını, yoldaşını, savaşını Allah’a emanet ede­ceksin. Unutma, O emanete ihanet etmez. Sen ihanet etsen de O etmez. Çıkacağın mahşer provasında O’ndan başka emanetçi aramayacaksın. Çünkü sen zaten O’na aitsin, O’ndan geldin ve yine O’na döneceksin. Unut­ma ki vecd ve sema, işte bu dönüşü dünyada yaşamaktır.

Tıpkı kalbin gibi zihninin ağırlıklarını da bırak­malısın. Yük etmemelisin bu aşk vecd ve sema yolculuğunda. Ge­reksiz yük, yolcunun yürüyüşünü ağırlaştırır.

Yol boyunca her adımda tortularını atarak iler­lemelisin, tıpkı terleyerek toksinlerini atan bir be­den gibi. Yürek teri, alın teri, zihin teri dökmelisin. Yüreğin yanmalı,  gözyaşı dökmelisin.

Hamsın yanmalısın, pişmelisin, olmalısın. Oluş sırrına ermek, marifetin zirvesidir.

Sema, müminlerin kendi aralarında yaptıkları vecd, sema ve zikir nefisle yapılan savaştır. Onlar sema yap­makla nefisle cihat etmiş gibi sevab alırlar.

Sema, fakirliği giderir; bolluğa, berekete vesile olur.

Sema, günah kirlerini yok eder.

Aşk vecd sema, zikir ve devranın ehemmiyetine ve faziletine dair pek çok hadis-i şerif vardır.

Osmanlı İmparatorluğu Pireneler’den Hint Okyanusu’na, Kazan’dan Somali’ye, Puvatya’dan Çin Seddi’ne kadar çok geniş bir dairede akıllara durgunluk verecek şekilde mükemmellerden mükemmel bir idareye muvaffak olmuş ve cihanın en karanlık çağları yaşadığı bir dönemde idare hudutları içinde ve vesayetleri altında bulunan milletlere, adeta hayallerde resmedilen sistemleri yaşatmış ve dünyayı cennetin bir köşesi haline getirmişlerdi. Bu hizmeti sunarken Mevlevîler de elçi vazifesi görmüşlerdir. Semazen can, senin de mensubu olduğun kuruluşun bir üyesi olarak bazı bilgilere sahip olman lazım.

Konya’da Kongre Mevsimi

Sufi geleneğine göre şeb-i arus mevsimi boyunca, bütün İslâm ülkeleri idarecileri, askerî sahadaki üst seviyede kurmayları, tüccarları, sanayicileri, hariciyecileri, gazetecileri, yazarları, ilim adamları, şairler kendi branşlarında kongreler tertipleyip istişarelerde bulunabilirler. Ticari, sınaî ürünler sergilenebilir. Harp teknolojisine dair ürünler sergilenip tanıtılabilir. Dolayısı ile o mübarek beldeye gelenler, hem aşk, vecd ve sema ile vazifeleri­ni îfa etmiş, hem de Hz. Mevlana’nın maddi ve manevi bereketinden faydalanarak hikmetine uygun olarak görü­şüp tanışmış, işbirliği için mühim adımlar atmış olurlar.

İşte şimdi şeb-i arus bütün dünya insanları için her yıl mevsiminde önemli bir davettir. Konya’nın kaderine talip olan siyasiler, vali, belediye başkanı muhtarlar, meşayih, dervişan, semazenler bunları düşünmelidir. Ve olması gereken böylesine kongrelerin, şûraların bir an evvel gerçekleşmesi için dua etmelidir. Konya’nın cömert halkı misafirperverliğiyle gönül öperek buna layıktır.

İngiliz doğu bilimci ve Mevlana araştırmacısı Prof. Dr. Arthur J. Arberry’nin “Mevlana, sekiz yüzyıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa’yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir.” tespitini yapması da dünya insanları açısından Mevlana’nın fikirlerinin önemini vurgulamaktadır. Arberry batı dünyadaki yazarların eserlerin ekserisinde başta Mesnevi-i Şerif olmak üzere Hz. Mevlana’nın eserlerinden, şiirlerinden alıntılar olduğunu ifade etmiştir. Onun için burada Dünya Kitap Fuarının açılması uygundur.

Hamdım,

Piştim

Yandım...!

Rumi



[1] Sehavi, Makasıd: s. 327, Acluni, Keşful- Hafa:2/ 173

[2] İbadetler ve Sembol, Kabede Sembol, Şark Yay. 1966

[3] Sure 2/156

[4] 1- (bkz. Müslim: kader 17, İbn Mace: Dua:2)

[5] Keşfül hafa 1.138

[6] Ebu Nuaym Hilye’de

[7] Secde Suresi Ayet 9

[8] Araf Suresi Ayet: 143

[9] Araf Suresi Ayet: 172

[10] Şura Suresi Ayet: 51

[11] Zümer Sûresi Ayet: 9

[12] Ankebut Suresi, Ayet 45

[13] Bakara Suresi, Ayet 183

[14] Maide Suresi, Ayet 97

[15] A. b. Hanbel 3/128, nu. 12315;Nesaî,5911

[16] Buhari, nu. 1683. Ay. Müslim, Ebu Davud, Tirmizi vd.

[17] Zümer Sûresi Ayet: 9


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar