TÜRK İSLAM EDEBİYATI’NDA HZ. FATIMA aleyhisselâm
Hazırlayan: Atila GÖKDEMİR
...
BİRİNCİ
BÖLÜM
HZ. FÂTIMA’NIN HAYATI VE ŞAHSİYETİ
HZ.
FÂTIMA’NIN [aleyhisselâm] HAYATI
İslâm
Tarihi gerek zühd ve takvâları gerekse sehâvet, yardımseverlik ve cesâretleri
ile tebârüz etmiş pek çok kadın şahsiyeti bünyesinde barındırmaktadır. Bu örnek
şahsiyetler hem yaşadıkları devirdeki hem de kendilerinden sonraki mü’minler
için model olarak ön plana çıkmışlar; inançları uğruna yapmış oldukları
fedâkârlıkları, hayat tarzları ve Allah’ın gönderdiği elçileri vâsıtası ile
çizilen yolda gösterdikleri ihlâslı duruşları ile kadın-erkek bütün Müslümanlar
için numûne-i imtisâl olagelmişlerdir. Bu kadın şahsiyetlerin en önemlilerinden
birisi de Hz. Fâtıma’dır.
Hz.
Fâtıma, Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ’in Hz. Hatice ile yaptığı
evliliği neticesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir[1].
Doğum yeri ile ilgili olarak herhangi bir ihtilaf bulunmamakla birlikte doğum
tarihi husûsunda farklı rivâyetler mevcuttur. Bazı rivâyetlere göre Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e risâletin gelmesinden bir yıl önce,
m. 609 senesinde; bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş’in Ka’be’yi yeniden
inşası esnâsında, m. 605 senesinde dünyaya gelmiştir[2].
Şia kaynaklarında ise Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
nübüvvetinin 1. veya 5. senesinde dünyaya geldiği belirtilmektedir[3]. Hz.
Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in çocukları arasında en
küçüğü olup Kâsım, Abdullah, Rukıyye, Zeyneb ve Ümmü Külsüm adlı kardeşleri
bulunmaktadır[4]. Fâtıma isminin
yanı sıra en çok bilinen lakapları Zehrâ ve Betül’dür[5].
Bazı kaynaklarda ise, Hz. Fâtıma ile birtakım âyet ve hadisler arasında
münâsebet kurulmuş, buradan yola çıkarak Hz. Fâtıma’nın altmışa yakın isim ve
lakabı zikredilmiştir[6]. Bunlar
arasında en meşhur olanları Fâtıma, Betül, Zehrâ, Kevser, Sıddîka, Hisan,
Hurre, Seyyide, Azrâ, Havrâ, Mübâreke, Tâhire, Zekiyye, Râziye, Merziye,
Muhaddese, Mansûre, Meymûne, Ma’sûme, Seyyidetü’l- Kübrâ, Meryemü’l-Kübrâ ve
Sıddîkatü’l-Kübrâ’dır[7]. Hz.
Fâtıma, isimlerinin yanı sıra çeşitli künyelerle de anılmıştır. En fazla
kullanılan künyelerinin başında Ümmü’l- Hasaneyn, Ümmü’l-Eimme ve Ümmü Ebîhâ
gelmektedir. Ümmü’l-Hasaneyn künyesi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in anneleri
olmasına istinâden verilmiş olup iki Hasan’ın annesi mânâsına gelmektedir.
Ümmü’l-Eimme künyesi ise Şia inancında yer alan İsnâaşere inancına istinaden
verilmiştir[8]. Buna göre
Hz. Ali’den sonraki imamlar Hz. Fâtıma’nın soyundan gelmiştir, dolayısıyla Hz.
Fâtıma bu imamların annesidir. Diğer bir künyesi ise Ümmü Ebîhâ’dır. Bu lakab
Hz. Fâtıma’ya Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Hz. Fâtıma, fiziksel
özellikleri ve mânevî yaşantısı itibariyle babasına olan benzerliğinden dolayı,
babasının annesi mânâsına gelen bu künye ile anılmıştır[9].
Bununla birlikte kaynaklarda Hz. Peygamber’in, kızını anne sevgisi ile
sevmesinden dolayı bu adı aldığı da yer almaktadır[10].
Hz.
Fâtıma’nın çocukluk yılları ile ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Bazı
kaynaklarda Hz. Hatice’nin Hicret’ten üç yıl önce 619 senesinde vefât ettiği ve
bu esnâda Hz. Fâtıma’nın henüz üç yaşında olduğu bilgisi yer almaktadır. Diğer
bir rivâyete göre ise Hz. Hatice vefât ettiğinde Hz. Fâtıma yedi veya dokuz
yaşında bulunmaktadır[11]. Hz.
Fâtıma ile ilgili bir rivâyete göre, Hz. Peygamber bir gün Ka’be’de namaz
kılarken, Ebû Cehil’in kışkırtması sonucu Ukbe b. Ebî Muayt adlı müşrik Hz.
Peygamber’in omuzlarına bir devenin işkembesini atmıştır. Olayın vukû bulduğu
esnâda henüz çocuk olan Fâtıma koşarak babasının yanına gelmiş, deve
işkembesinin neden olduğu necâseti Hz. Peygamber’in üzerinden temizlemiş ve
yaptıkları kötülükten dolayı müşriklere sitem etmiştir[12].
Hz.
Fâtıma’nın; kız kardeşi Ümmü Külsüm, Hz. Ali’nin annesi Fâtıma bint Esed, Hz.
Peygamber’in hanımlarından Sevde ve Hz. Ebû Bekir’in ailesi ile beraber
Medîne’ye hicret ettiği bilinmektedir[13].
Hz. Fâtıma’nın Uhud Savaşı’na iştirak ettiği de rivâyetler arasındadır. Buna
göre Hz. Fâtıma, 16 veya 20 yaşlarında iken on kadınla birlikte Uhud Savaşı’nda
gâzilere yiyecek ve su taşımış, aynı zamanda yaralıları tedâvî etmiştir. Bu
savaşta Hz. Peygamber’in dişi kırılmış ve yüzü kanamış, Hz. Fâtıma, babasının
yüzündeki kanın dinmemesi üzerine bir hasır parçasını yakarak küllerini yaranın
üzerine bastırmak sûretiyle kanı dindirmiştir[14].
Hz.
Fâtıma ile ilgili rivâyetlere en fazla konu olan hususlardan biri de Hz. Ali
ile evliliğidir. Hz. Fâtıma ile önce Hz. Ebû Bekir, ardından Hz. Ömer evlenmek
istemiştir. Ancak Hz. Peygamber her ikisine de olumsuz yanıt vermiştir. Bunun
ardından Hz. Ali, Hz. Fâtıma’ya tâlip olmuştur. Bu talebin hem Hz. Peygamber
hem de Hz. Fâtıma tarafından müsbet karşılanması neticesinde 624 senesinde
evlilik gerçekleşmiştir[15].
Kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın evlendiğinde 19 yaşında olduğu[16]
ve kendisi için oldukça mütevâzı bir çeyiz hazırlandığı belirtilmektedir[17]. Hz.
Fâtıma 625 yılında Hz. Hasan’ı, bir yıl sonra da Hz. Hüseyin’i dünyaya
getirmiştir. Daha sonraki yıllarda da Muhsin, Ümmü Külsüm, Zeyneb ve Rukiyye
adlı çocukları doğmuştur[18].
Hz.
Ali, Hz. Fâtıma vefât edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemiştir. Hz.
Fâtıma henüz hayatta iken Mekke’nin fethinin ardından Ebû Cehil’in kızı olan
Cüveyriye ile evlenmek istemişse de bunu öğrenen Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin
ikinci bir evlilik yapmasını uygun görmemiş, Hz. Fâtıma’yı boşaması durumunda
bu evliliğe onay verebileceğini ifade etmiştir[19].
Bazı yakın dönem kaynaklarına göre ise Hz. Fâtıma, Hz. Ali’ye dönemin
şartlarına uygun olarak başka bir kadınla evlenmesi yönünde telkinde bulunmuş,
ancak Hz. Ali bunu kabul etmemiştir[20].
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evliliği, içinde bulundukları fakirlik, sıkıntı ve
acılar karşısında örnek bir dayanışma ve aile saâdeti görüntüsü çizmekle
birlikte[21],
evliliklerinin ilk yıllarında aralarında küçük çaplı anlaşmazlıklar meydana
gelmiş, ancak Hz. Peygamber’in arabuluculuğu neticesinde bu anlaşmazlıklar
nihayete ermiştir[22]. Bu
husustaki bir rivâyete göre Hz. Peygamber bir gün kızını ziyârete gitmiş, ancak
Hz. Ali’nin evde olmadığını görmüştür. Evde bulunmama sebebini sorunca Hz.
Fâtıma, aralarında bir tatsızlık olduğunu ve Hz. Ali’nin kızarak evden
gittiğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin mescitte
olduğunu öğrenerek yanına gitmiş ve birtakım telkinlerde bulunarak aralarını
düzeltmiştir[23].
Vefâtının
ardından Hz. Peygamber’in bıraktığı terekesi, Fedek[24] ve
Hayber’deki hurmalıklar ile Medîne’de bulunan bir bahçeden ibârettir.
Bu arazilerin gelirleri Hz. Peygamber hayatta iken amme işleri, yolcuların
ve misafirlerin masrafları ile Hz. Peygamber’in ailesinin giderlerinde
harcanmak üzere kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine Hz. Fâtıma,
Abbas b. Abdulmuttalib ile birlikte o esnâda halîfe olan Hz. Ebû Bekir’e
gelerek babasının mirasından kendisine düşen payı istemiştir. Hz. Ebû Bekir
peygamberlerin miras bırakmayacakları yönündeki hadisi[25]
hatırlatarak Hz. Fâtıma’nın bu talebine olumsuz yanıt vermiş; ancak Hz.
Peygamber’in ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi buralardan karşılanacağını
bildirmiştir. Hz. Âişe ile birlikte bazı sahâbîlerin bu hadisi tasdik
etmelerinin ardından miras talebinden vazgeçilmiştir[26].
Bazı kaynaklar ise, Hz. Peygamber’in, Fedek arazisini kızı Fâtıma’ya
bıraktığı görüşündedirler. Peygamberlerin miras bırakmayacakları yönündeki
hadisin sahih olmadığını öne sürerek Hz. Ebû Bekir’in Fedek’i Hz. Fâtıma’ya
vermemesini haksızlık olarak değerlendirmektedirler. Onlara göre Hz. Fâtıma, Hz. Ebû
Bekir’in bu tavrına gücenmiş ve vefât edinceye kadar onunla konuşmamıştır[27].
Diğer bir rivâyete göre ise, Hz. Ebû Bekir, Hz. Fâtıma’yı vefatından kısa bir
süre önce ziyâret ederek gönlünü almıştır[28].
Hz.
Muhammed, vefât ettikten sonra kendisine ilk kavuşacak kişinin kızı Fâtıma
olduğunu bizzat haber vermiştir[29]. Nitekim Rasûl-i Ekrem’in
vefâtından takriben beş buçuk, altı ay sonra[30] Hicret’in
on birinci senesinde, 22 Kasım 632 tarihinde 27 ya da 28 yaşında iken Hz.
Fâtıma vefât etmiştir. 29 yaşında vefât ettiğine dair rivâyetler de mevcuttur.
Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali gasletmiştir[31]. Diğer
bir rivâyete göre ise, vasiyeti üzere vücûdunu kimsenin görmemesi için Hz. Ali
ile beraber Hz. Ebû Bekir’in hanımı Esmâ bint Umeys gasletmiştir[32].
Hz. Fâtıma’nın cenâze namazı Hz. Ali veya Hz. Abbas tarafından kıldırılmıştır.
Hz. Fâtıma, henüz hayatta iken kadın cenâzelerinin erkeklerinki gibi
üzerilerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde
bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ bint Umeys’e söylemiş ve o da cenâzelerin
tabut içinde taşındığı bilgisini vermiştir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma, kendi
cenâzesinin de bu yöntemle taşınmasını vasiyet etmiştir. Nitekim cenâzesi Esmâ
bint Umeys’in tarif ettiği şekilde tabut içerisinde taşınmıştır[33]. Yine
Hz. Fâtıma’nın vasiyeti üzere cenâzesi geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ve oğlu
Fazl tarafından Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmiştir[34].
Bazı kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın cenâze namazının Hz. Ebû Bekir tarafından
kıldırıldığı yer almaktadır[35] [36]. Hz.
Fâtıma’nın vefâtı üzerine Hz. Ali’nin şu mersiyeyi söylediği nakledilmiştir:
لكل اجتماع من خليلين فرقة
وكل الذي دون الفراق قليل
وان افتقادي واحدا بعد واحد
دليل على
أن لا يدوم خليل
“İki
dostun (sevgilinin) her vuslatının bir de ayrılığı var / Ayrılık olmasa her şey
ne kolay! /Birer birer sevdiklerimi kaybetmemde /Hiçbir dostun bakı
olmayacağına delil var ..
Hz. Fâtıma ile ilgili en önemli
hususlardan biri de, Hz. Peygamber’in hayatta kalan erkek evlâdı
bulunmamasından dolayı, soyunun kızı Fâtıma vâsıtasıyla devam etmiş olmasıdır[37].
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evlatları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vâsıtasıyla
Hz. Peygamber’in soyundan gelenler, “seyyid” veya “şerif’ unvanları ile
anılmaktadır[38].
Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’den on sekiz
hadis rivâyet etmiştir. Bu hadislerin tamamı Kütüb-i Sille'de, ikisi ise
sadece Sahîh-i Buharî ve Sahîh-i Müslim'de yer almaktadır[39].
Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Hz.
Peygamber’in hizmetkârı Ümmü Râfi ve Enes bin Mâlik, hadis rivâyetinde
bulunmuşlardır[40].
HZ. FÂTIMA’NIN ŞAHSİYETİ
Hz.
Fâtıma, ibadet hayatı ile birlikte iffet, sabır, tevâzu, cömertlik, edep,
diğerkâmlık, cesâret gibi ahlâkî faziletleri de şahsında barındırmak sûretiyle
çağdaşları arasında temayüz etmiştir. Sâde yaşantısı ile de zamanının
kadınlarına önderlik etmiş, şahsında topladığı üstün özellikler ve örnek ahlâkı
ile hem yaşadığı devirdeki hem de kendisinden sonra gelen dönemlerdeki
Müslümanlar için model olmuştur. Hz. Fâtıma’nın örnek şahsiyetinin
şekillenmesindeki en önemli etken, şüphesiz Hz. Peygamber’in yanında, nebevî
terbiye altında yetişmiş olmasıdır[41].
Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin vefâtının ardından bazı gazâlarda bile yanından
hiç ayrılmayan Hz. Fâtıma ile daha yakından ilgilenmiş, evlendikten sonra dahi
onunla olan ilgisini kesmemeye ihtimam göstermiştir. Bir rivâyete göre Hz.
Peygamber, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi evliliklerinin ilk altı ayı boyunca sabah
namazı için uyandırmıştır[42]. Nebevî
terbiye altında yetişmiş olan Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in hem takvâya dayalı
yaşamı, hayâ ve edebi vs. mânevî hasletlerini iktisap etmiş hem de konuşma ve
yürüyüş tarzı gibi fiziksel özellikleri ile babasına en fazla benzeyen kişi
olmuştur[43].
Hz.
Fâtıma’nın oldukça sabırlı, kanaatkâr ve şükreden bir kimse olması, onun ön
plana en fazla çıkan vasıflarındandır[44].
Bir rivâyete göre, Hz. Fâtıma el değirmeninde sürekli un öğütmekten yorgun
düşmüş, Hz. Ali ise kuyudan su taşımaktan şikâyet etmeye başlamıştır. Bunun
üzerine Hz. Peygamber’den ev işlerinde kendilerine yardım edecek bir hizmetçi
talep etmeye karar vermişlerdir. Hz. Peygamber’e bu taleplerini iletmeleri
üzerine, Hz. Peygamber savaş esiri olarak ellerinde bulunan köleyi, mescitte
barınan fakir Müslümanların hizmeti için istihdam edeceğini bildirerek olumsuz
yanıt vermiştir. Ardından kızı ve damadına evlerinde hizmetçi istihdam etmek
yerine, yatağa girdiklerinde otuz üçer kez Subhanallah, Elhamdülillah ve Allahu
Ekber demelerini, zira bu tesbîhâtın kendileri için daha hayırlı olacağını
söylemiştir. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma da Hz. Peygamber’in bu yöndeki tavsiyesine
riâyet göstererek sabır ve kanaat yolunu tercih etmişlerdir[45].
Hz.
Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de, Hz. Peygamber ile arasındaki
karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı münâsebettir. Rivâyetlere göre Hz. Peygamber,
özellikle Hz. Hatice’nin vefatının ardından kızı ile yakından ilgilenmiştir.
Öyle ki, onu görünce ayakta karşılamış, elini tutarak yanaklarından öpmüş, ona
iltifat ederek yanına, hatta kendi yerine oturtmuştur. Hz. Fâtıma da babası
ziyârete geldiğinde aynı şekilde mukâbelede bulunmuştur[46].
Hz. Peygamber’in Hz.
Fâtıma’ya olan sevgisinin kanıtı niteliğinde olan diğer bir husus ise, Hz.
Peygamber’in sefere çıkarken ziyâret ettiği en son kişi ile seferden döndüğünde
ziyâret ettiği ilk kişinin kızı Fâtıma olmasıdır[47].
Bununla birlikte Hz. Peygamber’in, kadınlar arasında en sevdiği kişinin Hz.
Fâtıma olduğunu ifade ettiği rivâyetler de mevcuttur. Bir gün Hz. Âişe’ye Hz. Peygamber’in kadınlar ve
erkekler arasında en çok kimi sevdiği sorulmuş, Hz. Âişe cevâben kadınlardan
Fâtıma’yı, erkeklerden ise Ali’yi sevdiğini söylemiştir[48].
Hz.
Fâtıma, cömertliği ve fakir Müslümanları kendi nefsine tercih etmesi yönüyle de
İslâm büyükleri arasında mühim bir yere sahiptir. Bu husustaki meşhur bir
rivâyete göre bir gün, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali iftar için sofraya oturdukları
esnâda bir fakir kapıyı çalmış ve onlardan, kendisini doyurmalarını istemiştir.
Hz. Fâtıma ve Hz. Ali, kapıya gelen fakir Müslümanın talebini reddetmemiş ve
kendileri gün boyu oruçlu olmalarına rağmen yiyeceklerini ona vermişlerdir. Bu
durum üç gün üst üste aynı şekilde vukû bulmuştur[49].
Kaynaklarda
Hz. Fâtıma’ya ait olduğu iddia edilen şiirler ve beyitler bulunmakta, bu
şiirleri Hz. Peygamber’in vefâtının ardından söylediği ifade edilmektedir[50] [51]. Bu
şiirlerden birkaçı şöyledir:
“Ahmed’in
toprağını koklayana
Bir başka toprağı koklaması
Gerekmez hiçbir zaman
Üzerime musibetler döküldü
Şâyet günlerin üzerine dökülseydi
Günler geceye çevriliverirdi5.”
****
“Göğün ufukları karardı
Gündüzün güneşi dürüldü
Zaman ve yer karardı
Hz. Peygamberin ardından
Hüzünler saçlarını ağarttı
Ülkelerin doğusu ve batısı
Ağlasın ağlasın şimdi
Mısır, Yemen ağlasın şimdi
Yüzlerde yaşlar süzülsün
Örtü sahibi Ka’be
ağlasın şimdi .
***
وا أبتاه ! من ربه ما ادناه
و ابتاه ! جنات الخلد مأواه
و ابتاه ! رب العرش يكرمه اذا
أتاه
وابتاه !
ربناوالرسل تسلم عليه حين تلقاه
“Ah babacığım!
Rabbine
ne kadar da yakın şimdi!
Ah
babacığım! Ebedi cenneti onun yurdu şimdi!
Ah
babacığım! Huzuruna varınca arşın Rabbi ağırlıyor onu!
Ah
babacığım!
Rabbimiz ve bütün peygamberler
karşılaştıklarında selamlıyorlar onu! [52] [53]
HZ. FÂTIMA İLE İLİŞKİLENDİRİLEN ÂYET VE
HADİSLER
Türklerin
İslâm dinini kabul etmeleri ile beraber dinî bir karaktere bürünen ve neredeyse
her alanında doğrudan veya dolaylı olarak İslâm dininin etkileri görülen Türk
edebiyatı, İslâm’ın kutsal kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm ile Hz. Peygamber’in
hadislerinden büyük oranda etkilenmiştir. Türk edebiyatı sahasında eser veren
müellifler, Kur’ân âyetleri ile Hz. Peygamber’in hadislerinden bazen lafzen
veya meâlen iktibas yoluyla istifâde etmişler, bazen de dolaylı bağlantı
kurarak telmih unsurlarına yer vermişlerdir. Öyle ki Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler
Türk edebiyatı açısından iki temel kaynak haline gelmiştir.
Kur’ân-ı
Kerîm’de yer alan birtakım âyetlerin bazı hâdiselere binâen nâzil olduğu, bazı
hadislerin de muhtevâlarında İslâm tarihi açısından mühim kişileri ve olayları
barındırdığı görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan sûrelerin nüzûl
sebepleri ile ilgili hadisler ve esbâb-ı nüzûl üzerine yazılmış çeşitli eserler
incelendiğinde Kur’ân-ı Kerîm’in müstakil herhangi bir sûresinin doğrudan Hz.
Fâtıma hakkında nâzil olduğuna dair bir bilgiye rastlamak mümkün değildir[54]. Ancak
bazı kaynaklarda müstakil olarak Kevser sûresinin onun hakkında nâzil olduğu,
bununla birlikte Âl-i İmrân sûresinin 61. âyeti, Ahzâb sûresinin 33. âyeti,
Şûrâ sûresinin 23. âyeti, İnsan sûresinin 5-31. âyetleri, İsrâ sûresinin 1. ve
26. âyetleri, Duhâ sûresinin 5. ve Meryem sûresinin 5. âyetlerinin Hz. Fâtıma
ile ilgili birtakım hususları ihtivâ ettiği öne sürülmektedir.
İslâm
tarihinde mühim bir şahsiyet olarak ön plana çıkan Hz. Fâtıma’nın mezkûr
âyetlerin yanı sıra doğumu, isim, sıfat, lakap ve künyeleri, Hz. Peygamber
nezdindeki değeri, zühd ve takvâya dayalı hayatı ve birtakım ahlâkî
özelliklerinin hadîs-i şeriflerde yer aldığı görülmektedir. Hz. Ali ile
evliliği, Hz. Peygamber’in âhirete intihalinin akabinde içinde bulunduğu derin
üzüntü, İslâm’ın ilk halîfesi Hz. Ebû Bekir ile yaşadığı Fedek Arazisi
meselesi, insanlık tarihi boyunca yaşamış kadınlar arasındaki üstün konumu ve
âhiret hayatındaki yüce makamı hadislerde yer alan diğer önemli hususlardandır.
HZ. FÂTIMA İLE İLİŞKİLENDİRİLEN ÂYETLER
Ehl-i
Sünnet kaynaklarında Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir sûresi veya âyetinin
doğrudan Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğuna dair bir ibâre bulunmamaktadır.
Ancak özellikle Şiî kaynaklarda Kevser, Âl-i İmrân, Ahzâb, Şûrâ, İnsan, İsrâ,
Duhâ ve Meryem sûrelerinde yer alan bazı âyetlerin Hz. Fâtıma ile ilgili
birtakım hâdiselerle ilişkilendirildiği ve bu durumun Türk-İslâm edebiyatı
sahası şairlerinin kaleme aldıkları manzumelere de yansıdığı görülmektedir.
Kur’ân-ı
Kerîm’in en kısa sûresi olan Kevser sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur ve 3
âyetten müteşekkildir. Adını ilk âyette geçen “ ” kelimesinden almıştır[55]. Kevser kelimesi
sözlükte “bolluk, bereket, iyilik, hayrın bolluğu, Cennette bir ırmak” vs. anlamlarına
gelmektedir[56].
Kaynaklarda bu sûrenin nüzûl sebebi olarak Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının
tamamının vefât etmesi üzerine Kureyş Kabilesi’nin Hz. Peygamber’in “ebter”[57] olduğu
şeklinde dedikodu yapmaları gösterilmektedir[58].
Sûreye adını veren Kevser ifadesinin de yer aldığı ilk ayet meâlen şöyledir:
“Şüphesiz ki biz sana Kevser’i verdik”[59].
Sûrenin nüzûl sebebi husûsunda ihtilaf bulunmamakla birlikte ilk âyette geçen kelimesinin
anlamı ile ilgili olarak farklı görüşler ortaya
atılmıştır.
Bu ifade, tefsir kitapları ve esbâb-ı nüzûle dair hadis rivâyetlerinde
“Cennette bir ırmak, havuz, Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in ümmetinin bilginleri, peygamberlik, Kur’ân, İslâm,
taraftarların çokluğu, faziletlerin çok olması, ilim, şefâat, iyilik, neslin
çokluğu, bereket, hayrın çokluğu” şeklinde izah edilmektedir[60]. Bunların yanı sıra müstakil olarak yazılmış
bazı Kevser sûresi tefsirleri ile bazı hadis rivâyetlerinde “>j^” kelimesi,
daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır[61]. Buna göre, “ilim ve amel bakımından
zenginlik, iki dünyada elde edilen şeref, hayrın bolluğu” mânâları ile beraber
“Cennette bulunan ve suyu baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kardan daha
soğuk, kaymaktan daha yumuşak olan bir nehir[62]” şeklinde detaylı olarak tarif edilmiştir. Bu
bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, meşhûr ve sahih olan görüşe göre
kevserin, cennette bir havuz veya ırmak olduğu, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’i,
özellikle de Hz. Fâtıma ile doğrudan bir ilgisinin bulunmadığı görülmektedir[63]. Ancak bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’in
neslinin Hz. Fâtıma vâsıtasıyla devam etmiş olması göz önünde bulundurularak,
sûrenin ilk âyetinde geçen “ >A” ifadesi Hz. Fâtıma’ya nisbet edilmekte,
bazı tefsirlerde ise Hz. Peygamber’in neslini devam ettiren Hz. Fâtıma’ya ve
onun soyundan gelenlere atıfta bulunulmaktadır[64]. Yapılan taramalar neticesinde Türk-İslâm
edebiyatı sahasında kaleme alınan eserlerde Hz. Fâtıma ile Kevser sûresi
arasında münasebet kurulan herhangi bir manzume tespit edilememiştir.
Âl-i İmrân Sûresi 61. Âyet
(Mübâhele Âyeti)
Âl-i
İmrân sûresinin 61. âyeti, Mübâhele âyeti olarak adlandırılır[65].
Mübâhele, J$j fiilinden türemiş
Arapça bir kelime olup lânetleşme mânâsına gelmektedir[66].
Terim olarak ise bir tartışma esnâsında haksız ve yalancı olanın Allah’ın
lânetine uğraması için bedduâ edilmesi şeklinde tarif edilir[67]. Âl-i İmrân sûresi genel itibariyle
peygamberlik konusuna açıklık kazandırmak, peygamberlerin Allah’a, birbirlerine
ve diğer insanlara karşı görev ve sorumluluklarını belirlemek ve onlar
hakkındaki yanlış inanışları düzeltmek maksadıyla nâzil olmuştur[68]. Sûrenin
ilk seksen âyeti Necran[69] Hıristiyanlarından
bir heyetin Hz. Peygamber ile yaptıkları tartışmaları ihtivâ etmektedir[70]. Sûrenin
61. âyeti meâlen şöyledir:
“Sana
(gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa,
de ki: “Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı,
kendimizi ve kendinizi çağıralım, biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden duâ
edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”
Rivâyetlere göre, Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarına Hz. İsa’nın Allah’ın
oğlu olmadığı husûsunda deliller getirir, onlar da bu hususta Hz. Peygamber’e
muhâlefette ısrar ederler. Hz. Peygamber, onlara
“Eğer
getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-ı Hak bana,
sizinle lânetleşmemi emretmiştir.” der. Bunun
üzerine onlar, “Ey Ebu’l-Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına
varıp, bu husûsu aramızda konuştuktan sonra, tekrar sana gelelim.” derler.
Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan sonra gelen ve içlerinde söz
sahibi olan kimseye: “Ey Abdu’l-Mesih, söyle bakalım ne dersin?” diye
sorarlar. Bunun üzerine Abdu’l- Mesih, “Ey Hıristiyan topluluğu, Allah’a
yemin ederim ki, siz Muhammed’in gönderilmiş bir peygamber olduğunu anladınız.
Yine O’nun, sizin sahibiniz (Îsâ) hakkında hak olan sözü ve görüşü getirdiğine
de yemin ederim. Yine Allah ’a yemin ederim ki, herhangi bir peygamberle
lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır ne de çocukları büyür, hepsi
mahvolur. Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz
kurur ve tükenir. Ama bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve
bulunduğunuz hali sürdürmeye devam ederseniz, o adamla (Muhammed) anlaşın ve
memleketlerinize geri dönün!” şeklinde cevap verir. Bu esnâda,
Hz. Peygamber de, üzerinde
siyah kıldan bir örtü olduğu halde evinden dışarı çıkmıştır. Hz. Hüseyin’i
kucağına almış, Hz. Hasan’ı elinden tutmuş, Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in, Hz.
Ali de Hz. Fâtıma’nın peşindedir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ben duâ
ettiğim zaman siz “Âmin” deyiniz.” Bunun üzerine Necran’ın piskoposu, “Ey
Hıristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah’tan, bir
dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden
götürür. Binâenaleyh, lânetleşmeyin, aksi halde helâk olursunuz. Yeryüzünde,
kıyâmete kadar tek bir Hıristiyan kalmaz.” der. Bunun üzerine Hıristiyanlar “Ey
Ebû’l-Kâsım, biz seninle lânetleşmemeye ve dinin husûsunda sana müdâhale
etmemeye karar verdik.” derler[71].
Hz.
Peygamber ile Necranlı Hıristiyanlar arasında vukû bulan hâdise ile ilgili
hadis rivâyetlerinden de anlaşılacağı üzere Allah, Hz. Peygamber’e Hz. Îsâ
hakkında kendisi ile tartışmaya devam etmeleri durumunda Necranlılarla
lânetleşmesini, bu lânetleşme esnâsında kendisini, kadınlarını ve oğullarını
çağırmasını emretmiştir. Hz.
Peygamber Necranlılarla lânetleşmek için erkeklerden Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’i, kadınlardan ise Hz. Fâtıma’yı yanına almıştır[72].
Kaynaklarda bu rivâyete istinâden âyette yer alan “kadınlarımız” ifadesi ile
Hz. Fâtıma’nın kastedildiği belirtilmektedir[73].
Hz.
Peygamber, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’ya olan sevgisini ifade etmek maksadı ile
kaleme aldığı dörtlükte Haydârî, öncelikle Hz. Peygamber’in aslının nur üstüne
nur olduğunu söyleyerek özellikle tasavvuf ehli tarafından kabul gören ve
âlemde ilk yaratılan varlığın nûr-ı Muhammmedî olduğuna inanılan görüşe işaret
etmiştir. Ardından O’na duyulan muhabbete doyum olmayacağını söylemiştir. Şair,
Hz. Hatice ve özellikle de Hz. Fâtıma ile beraber, Mübâhele âyetini ihtivâ eden
ve ^1 âyeti ile başlayan Âl-i İmrân sûresini zikretmek sûretiyle ilgili
hâdiseye telmihte bulunmuştur:
Nûru’n-„alâ
nûrdur aslı zâtının
Doyub
usanılmaz muhabbetinin
Hatîce
Fâtıma hâl-i hâzırın
Elif
Lam Mîm Âl-i İmrân okunur[74]
Ahzâb Sûresi 33. Âyet
(Tathîr Âyeti)
Medîne
döneminde nâzil olan Ahzâb sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in 33. sûresi olup, 73
âyetten ibârettir. Hizb kelimesinin cemîi olan ahzâb kelimesi “parça, kısım,
cemaat, harp aleti” mânâlarına gelir[75].
Sûrenin 20 ve 22. âyetlerinde İslâm tarihinin dönüm noktalarından birini
oluşturan Hendek Savaşı’na (Ahzab Savaşı) yer verilmesi dolayısıyla sûre bu
adla anılmaktadır[76]. Ahzâb
sûresinde Müslümanlar, İslâm düşmanlarının İslâmiyet’i yıkmaya ve zayıf
düşürmeye yönelik saldırılarına karşı uyarılmaktadır. Sûrede ayrıca Hz.
Peygamber’in şahsı ve aile hayatı ile ilgili iftira ve dedikodular neticesinde
İslâmiyet’i gözden düşürmeye yönelik çabalardan bahsedilmektedir[77].
Ahzâb
sûresinin 33. âyeti Tathîr âyeti olarak isimlendirilmiştir. Tathîr, sözlük
mânâsı itibariyle “temizlemek, pak etmek” demektir[78].
Âyetin ilgili kısmı meâlen şöyledir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri
(günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.”[79].
Bu ayet, Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu sırada nâzil olmuştur.
Âyetin nüzûlünün hemen ardından Hz. Fâtıma, Hz. Ali ile oğulları Hasan ve
Hüseyin’i yanına çağıran Hz. Peygamber, üzerlerine bir örtü örtmüş ve “Allahım!
Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Onlardan günahları gider ve onları tertemiz
kıl.” şeklinde duâ etmiştir[80].
Söz
konusu âyeti Hz. Fâtıma ile bağlantılı olarak iktibas eden Sâdık Ağazâde Sıdkî
(ö. 1925), ilk olarak “ فاطمة بضعة مني [81]”
hadisinden lafzî iktibasta bulunmak
sûretiyle
Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber’in bir parçası olduğunu ve babası nezdindeki
kıymetini vurgulamaktadır. Ardından Tathîr âyetinde yer alan “يريد الله ليذهب عنكم الرجس ” (Allah
sizden günâhı gidermek istiyor.) ifadesinden kısmî iktibas yaparak Hz.
Fâtıma’nın bu âyete mazhar olduğunu söylemektedir:
Hadîs-i
bid'atün minnî eder mâhiyetin îmâ
Ve
yüzhib ankümü’r-rics âyetinin mazharı Zehrâ[82]
Şûrâ Sûresi 23. Âyet
(Meveddet Âyeti)
Mekke
döneminde nâzil olan Şûrâ sûresi, 53 âyetten müteşekkildir. Sûrede genel
itibariyle Allah’ın varlığı ve birliği, nübüvvet ve âhiret hayatı konularına
temas edilir. Sûrenin “İşte bu lütfunu Allah, iman edip de sâlih amel
işleyen kullarına müjdelemektedir. (Rasûlüm) De ki: Bunu duyurmama karşılık
sizden (Allah ’a) yakınlıkta sevgiden başka bir şey istemiyorum. Kim bir iyilik
işlerse onun bu iyiliği karşısında alacağı sevabı artırırız. Şüphesiz ki Allah
çok bağışlayan, güzel amele bol karşılık verendir[83].”
meâlindeki 23. âyeti Meveddet âyeti olarak adlandırılır[84].
“Meveddet” sevmek, sevgi beslemek ve muhabbet mânâlarına gelmektedir[85].
Rivâyete göre, müşrikler bir gün
toplantı hâlinde iken içlerinden birisinin “Görüyor musunuz, Muhammed
yaptığı şeye karşılık ücret istiyor” demesi üzerine bu ayet nâzil olmuştur[86].
Âyette Kur’ân ve İslâm mesajının sevgi ve yakınlıktan başka herhangi bir ilkeye
ve amaca dayanmadığı ifade edilir[87].
Âyette geçen “El Kurba” ifadesi
mânâsı itibari ile çeşitli ihtilafları beraberinde getirmiştir. Bazı âlimler
lügat mânâsı yakınlık[88] olan bu
ifadeyi Allah’a yakınlık[89], Allah’a
yaklaştıracak sâlih amel[90],
Rasûlullah sevgisi[91], akrabâ
sevgisi[92], sıla-i
rahim yapmak[93] şeklinde
değerlendirirken, bazıları da Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve evlâdına has sevgi[94] şeklinde
izah etmişlerdir. Bununla birlikte, âyetin genel mânâsı dikkate alındığında Hz.
Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine de işaret eden bu ifadenin, Allah’a yakınlık ve
O’nu sevmek şeklinde izahı mâkul görünmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in
yakınlarına, akrabâ ve ıtresine[95] sevgi
beslenmesi görüşü de doğru kabul edilmektedir[96].
İbn
Abbas’tan nakledilen bir rivâyete göre Tathîr âyetinin nüzûlünün ardından bir
kısım sahâbî Hz. Peygamber’e “Sevgisi bizlere vâcip olan akrabânız kimlerdir?”
diye sormuş, Hz. Peygamber “Ali, Fâtıma ve evlatlarıdır.” şeklinde cevap
vermiştir[97]. Hz.
Peygamber Ehl-i Beyt’i sevmek husûsundaki bir başka hadîs-i şerifinde de
“Allah’ı sizi rızıklandırdığından dolayı seviniz. Allah’ı sevdiğiniz için beni
seviniz. Beni sevdiğinizden dolayı Ehl-i Beyt’imi seviniz.”[98]
buyurmuştur. Bu hadisler, Ehl-i Beyt’in Müslümanlar tarafından sevgi ve hürmet
görmelerinin temel saiklerindendir.
Yapılan
taramalar neticesinde söz konusu ayetle bağlantılı olarak değerlendirilebilecek
iki beyite rastlanmıştır. İlki, 19. asır şairlerinden Molla Murad’a (ö. 1848)
aittir. Şair, Hz. Peygamber’in ailesini sevmenin farz olduğunu ve bunda şüphe
bulunmadığını söylemekte, buna delil olarak da hem Şûrâ sûresini ismen
zikretmekte hem de kısmî iktibas yapmak sûretiyle sûrenin 23. âyetine yer
vermektedir. Nitekim mezkûr âyet nâzil olunca ashâb, Hz. Peygamber’e ailesinden
kimleri sevmenin farz olduğunu sormuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ali,
Fâtıma ve gözünün nûru olan Hasan ve Hüseyin’i sevmenin farz olduğunu
bildirmiştir. Şair, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’in sevilmesi durumunda
Allah’ın da bizi seveceğini, onların düşmanlarına düşmanlık edilmesi halinde de
âhiret hayatında kişinin yerinin cennet olacağını ifade etmektedir:
Sevmek
âl-i Ahmed’i farz oldığında şübhe yok
Sûre-i
Şûrâ’da fi ’l-kurbâ’ ya ol nazrâkünân
Nâzil
olunca bu âyet sordı ashâb-ı Rasûl
Kimdir
âlinden meveddet farz olan eyle beyân
Pes
buyurdı ki ‘Ali’dir birisi hem Fâtıma
İkisi
dahı Hasan ile Hüseyin kurretân
Bunları
sev ki seni sevsin Hudâ-yı lem-yezel
Düşmenine
düşmen ol ki olasın cennet-mekân[99]
Seyyid Nigârî (ö. 1886) ise, Hz. Fâtıma
ve Hz. Ali’yi sevmenin farz olduğunu söylemektedir. Nitekim beyitte geçen
“burhân” kelimesi delil mânâsına gelmekte olup, “celî” vasfı ile Allah ve
Peygamber’in bunları sevmesinin de âyet ve hadis ile bu farziyetin delili
durumunda bulunduğunu ifade etmektedir:
Farzdur
‘Alini Fâtımanı sevmek
Allah
u Nebi sevdügi burhân celîmdir[100]
İnsan Sûresi 5-31. Âyetler
(Ebrâr Âyetleri)
Adını
insanın yaratılmadan önceki hiçliğini ifade eden ve ilk âyette zikredilen insan
kelimesinden alan sûre, muhtevâsı bakımından insanın yaratılışının ve kendisine
verilen nimetlerin hikmetini kavramaya, Allah’ı tanıyıp O’nun verdiklerine
şükretmeye, azâbından sakınmaya ve âhiret nimetlerini elde etmenin şartlarını
gerçekleştirmeye bir çağrı niteliğindedir[101].
31 âyetten müteşekkil sûrenin 5-31. âyetleri Ebrâr âyetleri olarak
adlandırılmaktadır. Ebrâr kelimesi, hayır sahipleri, iyiler mânâsına
gelmektedir[102] [103] [104]. Bazı
103 kaynaklarda Hz. Fâtıma ve Hz. Ali ile ilgili olduğu belirtilen 8,9 ve 10.
âyetler meâlen şöyledir: “ Yoksula, yetime ve esire kendilerinin arzu ve
ihtiyaçları varken seve seve yemek yedirirler. Doğrusu biz sizi sâdece Allah’ın
rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür de istemiyoruz. Çünkü
biz yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan dehşetli ve kara bir günde
Rabbimizden korkarız, derlerdi10.” İbn Abbâs’tan rivâyet edildiğine
göre ilgili âyetlerin nüzûl sebebi olarak şu hâdise gösterilmektedir: Günün
birinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hastalanırlar. Hz. Peygamber, bir grup
ashâbıyla birlikte torunlarını ziyârete gelir. Bu ziyâret esnâsında Hz. Ali’ye
oğullarının şifa bulması için bir adakta bulunmasını tavsiye eder. Bu tavsiye
üzerine Hz. Ali ve Hz. Fâtıma, oğulları iyileştiği takdirde üç gün oruç
tutacaklarını söyler. Bir süre sonra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin iyileşirler. Hz.
Ali adaklarını yerine getirmek maksadıyla bir miktar arpa satın alır. Hz.
Fâtıma da satın alınan arpayı un değirmeninde öğüterek ekmek pişirir. İlk oruç
tuttukları gün ekmekleri ile iftar edecekleri sırada kapıyı fakir bir Müslüman
çalar ve “Bana bir şeyler verin yiyeyim. Allah da size Cennet nimetlerini nasip
etsin.” der. Ekmeklerin hepsini fakire verirler. Kendileri de sâdece su ile
iftar ederler. Ertesi gün yine oruç tutarlar. İftar edecekleri vakit bir yetim
kapılarını çalar. Yiyeceklerini yetime verirler. Üçüncü gün yine iftar
edecekleri vakit bir esir gelir. Yiyeceklerini esire verirler ve sâdece su ile
iftar ederler[105]. Üç gün
bu şekilde iftar ederek oruç tutan Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’i yanına
alarak Hz. Peygamber’i ziyârete gider. Hz. Peygamber torunlarının açlıktan
solan yüzlerini görür ve Hz. Ali’ye şöyle sorar: “Sizlerde müşâhede ettiğim bu
hal nedir?” Sonra onları alarak Hz. Fâtıma’nın yanına giderler. Evinde ibadetle
meşgul olan Hz. Fâtıma’nın çehresinde de açlık ve zayıflık belirtisi
görülmektedir. Hz. Peygamber bu durumu görünce müteessir olur. Bu hâdise
üzerine Cebrâil (a.s.), İnsan sûresini indirir ve Hz. Peygamber’e Allah’ın
Ehl-i Beyt’e gönderdiği bu hediyenin mübârek olmasını müjdeler[106].
Hz.
Fâtıma’nın cömertliği ve diğerkâmlığı, şairlerin onu tavsif ederken en çok
kullandıkları özelliklerinin başında gelmektedir. Bu yönü ile Hz. Fâtıma
şairler tarafından cömertliğin kaynağı, kapısına gelen fakirlerin yardımcısı ve
her daim kollayıp gözeticisi olması, kendisi ihtiyaç içinde bile olsa onları
geri çevirmemesi gibi vasıfları ile ele alınmıştır.
Behiştî
(ö. 1571), hadiste geçen olayın fakir, yetim ve esir kimselerin yemek istemeye
gelmeleri kısmı olmamakla birlikte manzum bir şekilde bir benzerini kaleme
almıştır. Buna göre, Şi’r-i Yezdân[107]
[108] Hz.
Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin hastalanmışlar, gül gibi yüzleri sararmıştır.
Onların hastalığını haber alan Hz. Peygamber, torunlarını ziyârete gitmiştir.
Ziyâret esnâsında Hz. Ali’ye Hasan ve Hüseyin’in sağlıklarına kavuşmaları için
bir adakta bulunmalarını tavsiye etmiş, Hz. Ali de adak olarak üç gün oruç
tutacağını söylemiştir. Bu adağına Hz. Fâtıma da katılmıştır.
Uç
gün oruç tuttuktan sonra Hasan ve Hüseyin sağlıklarına kavuşmuştur :
Hasanla
Şîr-i Yezdânun Hüseyni
Cihânun
anlar iken zîr ü zeyni
İkisi
bir uğurdan haste oldı
İşidenler
anı dem-beste oldı
Gül-i
nev ‘arz iderken deste deste
Sarardı
ol iki rûy-ı huceste
Cihân
fahrı işitdi ol belâyı
Göre
vardı ol iki mübtelâyı
Sahâbe
birle ol sâhib-saâdet
Varub
anları itdiler 'iyâdet
Hitâb
idüp ‘Aliyy-i Murtazâya
Didi
ger çâre istersen şifâya
Zirâ’at
hâkine ilkâ-yı bezr it
Rızâ-yı
Hakk içün bir nesne nezr it
Kulag
urdı çü Haydâr ol kelâma
Hemân
nezr eyledi üç gün sıyâma
Yanınca
Fâtıma ol hûb sîret
Bile
itdi ol üç gün savma niyyet
Bir
iki gün geçüp bu hâlet üzre
İkisi
dahı oldı sıhhat üzre[109]
İsmail
Sâdık Kemal Paşa (ö. 1892), kaleme aldığı beyitlerde ilgili hadisi
muhtasar
olarak izah etmekte, bununla birlikte Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın, iftar için
hazırladıkları yemeklerini fakir, yetim ve esire vermelerinin Kur’an’da övgü ve
senâ vesilesi olduğunu söylemektedir:
Cenâb-ı
Fâtımâ ile sıyâmı nezr iderek
Şacîr hubzı
bulunmuş idi berâ-yı gıdâ
Gelüp
gurûbda miskîn ile yetîm ü esîr
Rızâ-yı
Hakk içün ol hubzı itdiler i’tâ
Sıyâmı
aç yatarak tutdılar üç gün
Cenâb-ı
Hak dahı Kur’ânı içre kıldı senâ[110]
İsrâ
sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in on yedinci sûresi olup adını ilk âyette yer alan ve
gece yürüyüşü mânâsına gelen “^'j-” kelimesinden almıştır[111].
111 âyetten müteşekkil olan sûre Mekke’de nâzil olmuştur[112].
Sûrede Hz. Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürülüşünden bahseden İsrâ olayı,
İsrâiloğullarının kötülükleri nedeniyle başlarına gelen yıkım ve işgal,
birtakım dinî ve ahlakî emirler, yeniden dirilme ve âhiret, Allah’ın ilmi, ilk
insanın yaratılışı, şeytanın isyan etmesi, mü’min ve müşriklerin bazı özellikleri
ele alınmıştır[113] [114].
Sûrenin
ilk âyeti meâlen şöyledir: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını
gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübârek
kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O,
gerçekten işitendir, görendiri]A” Hadis kaynaklarında İsrâ
sûresinin ilk âyetinde yer alan gece yolculuğu hâdisesinin, Hz. Peygamber’in
Mi'râc’ı ile ilgili olduğu bildirilmektedir[115].
Ayrıca Mi'râc esnâsında vukû bulan birtakım olaylarla ilgili olarak da çok
sayıda hadis rivâyeti mevcuttur[116].
Sûrenin
ilk âyeti mânâ ve muhtevâ itibariyle doğrudan Hz. Fâtıma ile ilgili değildir.
Bununla beraber, âyetin bazı Şiâ kaynaklarında yer alan tefsirlerinde Hz.
Peygamber’in Mi'râc’da Cennet’i ziyâreti esnâsında yediği bir meyve ile Hz.
Fâtıma’nın dünyaya gelişi arasında irtibat kurulmaktadır. Buna göre, Hz.
Peygamber Mi'râc’da Cennet’i ziyâreti sırasında yaprakları beyaz ve meyvesi hoş
olan bir ağacın altında durmuş ve bu ağacın meyvesinden kendisine ikrâm
edilmiştir. Bu meyve Hz. Peygamber’in sulbünde nutfeye dönüşmüştür. Yeryüzüne
döndüğünde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve Hz. Hatice, Hz. Fâtıma’ya hâmile
kalmıştır[117].
Hz.
Peygamber’in Mi'râc esnâsında cennette ikram edilen meyveyi yemesi, meyvenin
sülbünde nutfeye dönüşmesi ve dünyaya rücu etmesinin ardından Hz.
Hatice’nin
Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması vb. hâdiseler dîvân şairlerinin kaleme aldığı
beyitlere de konu olmuştur. Şairler, Mi'râc hâdisesinde ve sonrasında vukû
bulan bu tür olaylara şiirlerinde yer vermişler, Hz. Fâtıma ile Mi'râc olayı
arasındaki bu bağlantıyı telmih unsuru olarak kullanmışlardır.
Hâfî’nin
Zâdü’l-Meâd (Kitabü Mevlüdü’n-Nebî) adlı eserinde yer aldığı üzere Hz.
Peygamber, Mi'râc esnâsında cenneti ziyâret etmiş ve orada bulunan Rıdvan adlı
melek kendisine bir elma ikram etmiştir. Hz. Peygamber bu elmanın yarısını
yemiş ve dünyaya döndüğünde hanımı ile bir araya gelmiştir. Bu birliktelik
neticesinde Hz. Hatice, Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Hz. Peygamber, bu hâdise
ile bağlantılı olarak Hz. Fâtıma’nın insan nev’inden bir hûri olduğunu beyan
etmiştir. Şair, Hz. Peygamber’in cenneti görmeyi arzuladığı zaman Hz. Fâtıma’yı
öptüğünü, cennet elması yemek istediği zaman ise Hz. Fâtıma’nın dilini emdiğini
belirtmektedir:
Dahi
didi virdi Rıdvân-ı cinân
Elüme
bir elma şâkk idüb hemân
Nimet-i
dâr-ı naîmidi çün ol
Nısfın
elmanun yidim didi Rasûl
Yidiğüm
dem şehvetüm oldu ziyâd
Fâtıma
Hâtûn’a oldur asl u zâd
Hem
hadîsinde buyurmuşdur Rasûl
Fâtıma
hûrî-yi insî diyü ol
Cennet
istedükçe her dem Mustafâ
Gönline
andan gelüben iştihâ
Fâtımanun
ağzına alub dilin
Sorub
anunla su yidürdi dilin
Sîb-i
cennet lezzetin dâim tamâm
Andan
alurdı Rasûl-i niknâm[118]
Mekkî sûrelerden olan İsrâ sûresinin 26.
âyetinin Medine’de nâzil olduğu rivâyet edilmektedir[119].
“Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver[120].”
meâlindeki ayet, doğrudan Hz. Fâtıma ile bağlantılı görünmese de kaynaklarda
belirtildiğine göre Hz. Peygamber, bu âyetin nüzûlünün ardından Hz. Fâtıma’yı
çağırarak Fedek arazisini kendisine bağışlamış ve şöyle buyurmuştur: “Ey
Fâtıma, Fedek senindir. Bu, Allah’ın senin ve neslin için belirlediği semâvî
bir paydır. Buna engel olana yazıklar olsun[121].”
Yapılan taramalar neticesinde ilgili âyet ile Hz. Fâtıma arasında münasebet
kurulan bir manzumeye tesadüf edilmemiştir.
Kur’ân-ı
Kerîm’in 93. sûresi olan Duhâ sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur ve 11 âyetten
müteşekkildir. Adını ilk âyette yer alan ve kuşluk vakti anlamına gelen “^^”[122] kelimesinden
almıştır. Vahyin bir müddet kesilmesi üzerine Mekkeli müşrikler arasında çıkan,
“Rabbi Muhammed’i terk etti, ona küstü” şeklindeki dedikodulardan dolayı Hz.
Peygamber’in üzüntü duyması üzerine nâzil olmuştur[123]
[124].
Sûrenin
5. âyeti meâlen şöyledir: “Ve elbette yakında Rabbin öyle şeyler verecek ki
sana, sonunda razı olacaksınn\ Sünnî kaynaklarda yer almamakla
beraber Duhâ sûresinin 5. âyetinin nüzûl sebebi ile ilgili olarak Hz. Peygamber
ile Hz. Fâtıma arasında geçen bir diyalog gösterilir[125].
Buna göre Hz. Peygamber bir gün kızı Hz. Fâtıma’nın devetüyünden bir abaya
bürünüp buğday öğüttüğünü görür ve ağlamaya başlar. Akabinde kızına “Ey Fâtıma,
dünya acılarına sabret ki yarın âhiretin bol nimetlerine kavuşasın.” buyurur.
Bunun üzerine Duhâ sûresinin 5. âyeti nâzil olur[126].
Hz. Fâtıma ile mevzubahis âyetin ilişkilendirldiği bir manzume tespit
edilememiştir.
Mekkî
sûrelerden olan Meryem sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in 19. sûresi olup 98 âyetten
ibârettir. Hz. Peygamber’in risâletinin beşinci veya altıncı yılında nâzil
olmuştur[127]. Adını,
sûrede kendisinden geniş şekilde bahsedilen Hz. Meryem’den alır. Sûre tevhîd
inancı, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığına dâir
konuları ihtivâ etmektedir. Sûrenin yaklaşık üçte ikisini peygamberlerle ilgili
kıssalar oluşturmaktadır[128].
Kaynakların çoğunda Meryem sûresinin, husûsen de 96. âyetinin Hz. Fâtıma ile
bağlantılı olduğuna dair bir ibâre yer almamakla birlikte, bazı Şia
kaynaklarında ilgili ayet ile Ehl-i Beyt arasında bağlantı kurulduğu
görülmektedir[129] [130]. Ayet
meâlen şöyledir: “O kimseler ki imân ettiler ve güzel amellerde bulundular.
Muhakkak ki Rahmân onlar için kalplerde bir sevgi vücûda getirmiştir™”.
Ehl-i Beyt ile ilgili âyetleri ihtivâ ettiğinin iddia edilmesi, özellikle
Alevî-Bektaşî şairlerin şiirlerinde sûreye yer vermelerine sebep olmuş;
şairler, gerek telmîhen Hz. Meryem’den gerekse de iktibas yoluyla sûrenin
âyetlerinden istifâde etmişlerdir.
Haydârî,
kaleme aldığı bir beyitte ilk âyetinden iktibas yapmak sûretiyle Meryem
sûresinin Ehl-i Beyt’in ismet sıfatını hâiz olması ve mâsûmiyeti husûsunda
nâzil olduğunu söylemekte, bununla birlikte Hz. Hatice ve Fâtıma’yı da aşk
nurlarının ışığı olarak tavsif etmektedir. Şairin, iffeti ile ön plana çıkmış
olan Hz. Meryem ile yine iffet ve mâsûmiyeti ile tebârüz etmiş bulunan Hz.
Fâtıma arasında dolaylı olarak bağlantı kurduğu görülmektedir:
Ehl-i
Beyt’in ismetine nâzil oldu Kâf-Hâ
Hem
Hadîce Fâtımadır pertev-i envâr-ı aşk[131]
HZ. FÂTIMA İLE İLGİLİ HADİSLER
Hz.
Fâtıma’nın, Hz. Peygamber nezdinde son derece mühim bir konuma sahip olduğu ve
aralarındaki münâsebetin derinliği bütün Müslümanlar tarafından kabul
görmektedir. Nitekim Hz. Fâtıma, annesinin vefatının ardından babasının en
büyük destekçisi olmuş, evlendikten sonra bile yakın münâsebetini devam
ettirmiştir. Hz. Fâtıma, Mekkeli müşrikler babasına eziyet ederken hep onun en
yakınında yer almış, beraberinde cihatlara katılmış, en zor zamanlarında
yanından hiç ayrılmamış, kısacası Hz. Peygamber’in hayatının birçok aşamasında
aktif rol üstlenmiştir. Hz. Peygamber- Hz. Fâtıma münâsebetindeki en önemli
hususlardan biri de, şüphesiz Hz. Fâtıma’nın, oğulları Hasan ve Hüseyin
vâsıtası ile babasının neslini devam ettiren kişi durumunda bulunmasıdır. Bu
sâiklerle Hz. Fâtıma babasının derin sevgi ve teveccühüne mazhar olmuştur. Bu
durum, onu İslâm tarihinde önemli bir konuma getirmiş ve hakkında birçok hadis
rivâyet edilmiştir. Nitekim Hz. Fâtıma’nın mevzubahis olduğu hadisler
genellikle onun dünyaya gelişi, fiziksel özellikleri, mânevî yaşantısı, Hz.
Peygamber nezdindeki konumu, Hz. Ali ile evliliği, âhiret hayatındaki durumu,
cömertliği, sabrı vs. konular etrafında yoğunlaşmaktadır. En meşhur rivâyetlere
göre Hz. Fâtıma cennet kadınlarının efendisi, Hz. Peygamber’in bir parçası ve
en sevdiği insandır. Hz. Peygamber’den sonra insanların en doğru sözlüsüdür. Kemal
mertebesine ermiş az sayıdaki kadından biridir. Dünyaya gelmiş en şerefli dört
kadın arasında yer alır. Mânevî ilim ve hikmet sahibidir. Hz. Peygamber ile
beraber cennete ilk girecek kimselerdendir.
Hz.
Fâtıma ile ilgili olarak rivâyet edilen hadislerin bir kısmı hem Ehl-i Sünnet
hem de Şia kaynaklarında müşterek rivâyet edilmiş olmakla birlikte sâdece Şia
kaynaklarında yer alan hadisler de mevcuttur. Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer
alan hadisler genelde Hz. Fâtıma’nın kadınların en hayırlısı olması, Hz. Ali
ile evliliği, Hz. Peygamber’in ona duyduğu derin sevgi ve gösterdiği teveccüh
gibi hususlara dâirken, Şia kaynaklarında Hz. Fâtıma ile ilgili aşırı
ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Bu kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın nurdan
yaratılması[132], Hz.
Hatice ona hâmile iken annesi ile konuşması[133],
kıyâmete kadar olmuş ve olacak her şeyi bilmesi, Hz. Ali ile olan evliliğinin
Allah tarafından kararlaştırılması, nikâhlarının Allah tarafından kıyılması[134], cennete
girecek ilk kişi olması[135] ve onu
sevenlerin âhirette elde edeceği yüksek mertebe vb. rivâyetler ön plana
çıkmaktadır.
Hz. Fâtıma, Kadınların En
Fazîletlisidir
Hz.
Fâtıma, zühd ve takvâ üzerine binâ ettiği hayatı ve bünyesinde barındırdığı iffet,
kanaatkârlık, diğerkâmlık, tevâzu, cesâret vb. üstün ahlâkî vasıfları ile
tekaddüm etmiş, bu yönü ile insanlık tarihinin en fazîletli kadınlarından olma
pâyesine erişmiştir. Nitekim bu husus Hz. Peygamber’in bir hadisinde şöyle
karşılık bulmuştur: “Cennet
ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fâtıma,
Muzâhim kızı ve Fir ’avn’un eşi Asiye ile îmrân kızı Meryem’dir[136].” Şia kaynaklarında ise,
Hz. Fâtıma’nın geçmiş ve gelecek kadınların hepsinden üstün olduğuna dair
rivâyetler göze çarpmaktadır[137].
Söz
konusu rivâyete işaret eden İsmail Sâdık Kemal Paşa, kadınların en hayırlısının
dört kişi olduğunun hadislerde belirtildiğini, kadınlar arasında üstün bir
konumu bulunan Hz. Fâtıma’nın da bu dört kadından biri olarak zikredildiğini
söylemektedir:
Cenâb-ı
Fâtıma mevlidce sonradır lîkin
Cemî-i
nisveye tercîh olunur hattâ
Cemî-i
nisvenin içinde dört olup efdal
Birisi
o idügin eyledi hadîs inbâ[138]
Süleyman
el-Celvetî, Mevlidinde cennet yoluna ulaşmak isteyenlerden Fâtiha okumak
sûretiyle kendisini yâd etmelerini, akabinde başta Hz. Âişe olmak üzere
hadislerde en hayırlı dört kadın olarak yer alan Hz. Fâtıma, Hz. Havvâ, Hz.
Asiye ve Hz. Meryem ile bütün annelerin ruhları için Fâtiha ve salavât
okunmasını talep etmektedir:
Her
kim ister bula cennet yolını
Fâtihayla
yâd ide ben kulunı
Muzaff
Süleyman el-Celvetî rûhiçün Hazret-i ‘Âişe Sıddıka Fâtımatü’z-Zehrâ Havva Ana
Asiye Ana Meryem Ana cümle analar rûhiçün ruhları şâd ola el-Fâtiha
ma'a’s-salavâP9
Sâdık
Ağazâde Sıdkî; hayru’n-nisâ demek sûretiyle Hz. Peygamber’in kızı Zehrâ’nın
diğer kadınlara üstünlüğünü dile getirdiğini söylemektedir. Buna binâen Hz.
Fâtıma’yı ihtiyaç içerisinde bulunan kadınların kendisine ilticâ etmekten gurur
duydukları bir kimse olarak vasıflandırmaktadır:
Dedi
fahrü’r-Rasûl hayrü’n-nisâ şân-ı azîminde
Havâtîn-i
cihânın mültecâ-yı mefhari Zehrâ[139]
[140]
Karamanlı
Aynî (ö. 1490), Hz. Fâtıma’yı kadınların bihteri yani en üstün ve iyisi olarak
tavsif etmekte, buna bağlı olarak da kadınların en hayırlısı şeklinde
adlandırıldığını söylemektedir:
Bihteridür
Fâtıma hâtunların
Ol
sebebden dinilür hayru’n-nisâ[141]
Şeyh
Hasan Haydar (ö. 1901), Hz. Fâtıma’ya salât ve selâm getirdiği beyitinde onu
edep incisi ve kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmek sûretiyle iffetli
yaşantısını ve özellikle de mü’min kadınlar nezdindeki mertebesini
vurgulamaktadır:
Es-salâtü
ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ
Es-salâtü
ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[142]
Hz. Fâtıma, Ehl-i Beyt’tendir
“Ehl-i
Beyt” ifadesi, ilk dönemlerden itibâren İslâm âlimleri arasında tartışma konusu
olmuş ve kapsamı ile nitelikleri husûsunda günümüze kadar süregelen ihtilaflar
meydana gelmiştir. Ehl-i Beyt terkîbi, “ev halkı, aynı nesebden gelen kimseler,
ev sâkinleri veya baba tarafından olanlar” mânâlarına gelmektedir[143]. Bu
ifade, Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçmekte olup, âyetlerin ikisinde Hz.
Muhammed[144] ile Hz.
İbrahim’in hanımları[145];
diğerinde ise Hz. Musa’nın ev halkı[146]
kastedilmektedir[147].
Kaynaklarda “Ehl-i Beyt” kavramı ile ekseriyetle Hz. Peygamber’in hanımları,
kızları ve hatta Selman-ı Fârisî’nin de kastedildiği ifade edilmekle birlikte
özellikle Şia telakkîsinde Ehl-i Beyt’in sâdece Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin’den müteşekkil olduğu ileri sürülmektedir[148].
Hz.
Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu sırada Ahzâb sûresinin “Ey Ehl-i
Beyt! Allah sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.”
meâlindeki 33. âyeti nâzil olmuştur. Hz. Peygamber, âyetin nüzûlünün hemen
ardından Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’i yanına çağırarak üzerlerine bir
örtü örtmüş ve “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Onlardan günahları
gider ve onları tertemiz kıl.” şeklinde duâ etmiştir. O esnâda orada bulunan
Ümmü Seleme “Yâ Nebiyallah! Ben de onlarla beraber miyim?” diye sormuş, Hz.
Peygamber ise “Acele etme, sen hayır üzeresin.” buyurmuştur[149].
Hz. Âişe’den nakledilen rivâyete göre ise, bir sabah Hz. Muhammed, üzerinde
yünden siyah nakışlı bir kumaştan örtü (aba) olduğu hâlde evden çıkar. O sırada
Hz. Hasan gelir, onu örtünün altına alır. Ardından Hz. Hüseyin gelir, onu da
örtünün altına alır. Sonra sırasıyla Hz. Fâtıma ve Hz. Ali gelir.
Hz.
Peygamber, onları da örtünün altına alır. Sonra Tathîr âyetini okuyarak, bu
dört kişinin Ehl-i Beytten olduğunu söyler[150].
İslâm tarihinde bu hâdise Kisa Hâdisesi; Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin de “ehl-i kisâ” veya “Âl-i Abâ” şeklinde adlandırılmıştır. Bu
tabir aynı zamanda, pençe-i Âl-i Abâ veya hamse-i Âl-i Abâ olarak da
bilinmektedir.
Hâşim
Baba (ö. 1783), bir manzûmesinde Kisâ Hâdisesi’ne işaret ederek
peygamberlerin
şâhı olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Hz. Fâtıma, Hz. Ali,
Hasan ve Hüseyin’i abasının altına almak sûretiyle şereflendirdiğini ve “Bunlar
benim Ehl-i Beyt’imdir.” dediğini ifade etmektedir:
Fâtıma
Haydar Hasanla hem Hüseynin şânına
Hâülâ’i
Ehl-i Beytî didi şâh-ı enbiyâ[151]
Ali
Emîrî Efendi (ö. 1924), Âl-i Abâ olarak nitelendirilen beş şerefli kimsenin
başta Cenâb-ı Mustafâ olmak üzere Murtazâ lakabı ile maruf Hz. Ali, Hz.
Peygamber’in iki torunu Hasan ve Hüseyin ile Zehrâ lakaplı kızı Fâtıma’dan
ibâret olduğunu ifade etmektedir:
Budur
Âl-i Abâ-yı hamsenin esmâ-yı zî-şânı
Cenâb-ı
Mustafâ vü Murtazâ sıbteyn ile Zehrâ[152]
Bendî
Mustafa Baba, Hz. Hasan ve Hüseyin’i hikmet denizinden çıkan tertemiz incilere
benzetmekte ve bu incilerin Hz. Zehrâ’ya ait olduğunu söylemektedir. Nitekim
Hasan ve Hüseyin; Hz. Peygamber’in gözünün nûru, Şâh-ı Merdân Ali’nin tertemiz
sermâyeleridir. Hz. Zehrâ’nın sevgili çocukları oluşu, “ciğer-gûşe-i Zehrâ”
terkîbi ile ifade edilmiştir:
Bular
pâkîze-i güherdir ki çıkdı bahr-ı hikmetden
Hasan
ile Hüseyin ki bil lü’lü-i ey Zehrâdır
Ciğer-gûşe-i
Zehrâ Mustafâ’nın kurretü’l-‘aynı
Nakd-i
pâk-i Şâh-ı Merdân ki bunlar Âl-i Abâdır[153]
[154]
Ayıntablı
Hamdi Baba (ö. 1908) ise, ilk mısrada tecâhül-i ârif yapıp pence-i abânın kim olduğunu
sormakta, akabinde bunların Ali ve Fâtıma ile Şebbîr ve Şebber lakaplı Hasan ve
Hüseyin olduklarını söylemek sûretiyle cevabı kendisi vermektedir. Aslı Şepper
ve Şüpeyr olan bu iki kelime Süryanice olup Hz. Harun’un iki oğlunun
isimleridir. Bu isimler Hz. Muhammed tarafından torunları Hasan ve Hüseyin’e
154 verilmiştir :
Nedir
pence-i abâ bildin mi ey cân
Ali
hem Fâtıma Şebbîr ü Şebber[155]
Hz. Fâtıma, Ehl-i Beyt’ten Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e
İlk Kavuşacak Kişidir
Hadis
rivâyetlerinde Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinden hemen önce yatağında hasta
yatarken Hz. Fâtıma ile aralarında geçen bir diyaloga sıkça yer verilir. Buna
göre Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in yürüyüşüne benzer bir yürüyüşle gelir ve
yanına oturur. Hz. Peygamber kızına bir şeyler fısıldar ve Fâtıma ağlamaya
başlar. Ardından bir şeyler daha fısıldar. Bu kez Hz. Fâtıma tebessüm eder.
Orada bulunan Hz. Âişe, Hz. Fâtıma’ya “Bugüne kadar böylesine üzüntüyle sevinci
bir arada görmemiştim. Rasûlullah sana ne söyledi?” der. Hz. Fâtıma, o an bu
sırrı açıklamak istemez. Hz. Peygamber’in vefatının ardından kendisine bu
hâdise hatırlatılınca şöyle cevap verir: “Hz. Peygamber ilk olarak “Cebrâil
yılda bir kez Kur’an’ı sunmak için gelirdi. Ama bu yıl iki kez geldi. Bu
ecelimin yaklaştığına işarettir.” buyurdu. Ben de bu söz üzerine ağladım.
İkinci kez ise kulağıma “Ehl-i Beyt’im içinde bana ilk kavuşacak olan sensin.
Acaba cennet hanımlarının seyyidesi veya mü’min hanımların seyyidesi olmak
istemez misin?” dedi. Bunun üzerine güldüm[156].”
Hz. Fâtıma’nın Cennet hanımlarının en üstünü olması ile ilgili Huzeyfe’nin bir
hadis rivâyeti ise şöyledir: “Hz. Peygamber’i akşam ile yatsı namazı arasında
ziyâret etmiştim. Bana şöyle dedi: “Allah seni, anneni ve babanı bağışlasın. Bu
gördüğüm melek, bu geceden önce yeryüzüne aslâ inmemiş bir melektir. O, bana
Rabbinin selâmını ulaştırmak ve Fâtıma’nın cennet hanımlarının en üstünü, Hasan
ve Hüseyin’in cennet gençlerinin efendileri olduğunu müjdelemek için gelmiştir[157].”
Yazıcıoğlu
Mehmed (ö. 1451), Muhammediyye adlı eserinde Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in, kızı Fâtıma’ya Ehl-i Beyt’ten kendisine ilk kavuşacak
kişinin kendisi olduğunu bizzat haber verdiğine dair hadisi şöyle aktarmıştır:
Gel
dedi bana yakın ya Fâtıma
Ömrüm
az kaldı erişdi hâtime
Geldi
çün katına etti iltizâm
Sırr
ile kulağına dedi kelâm
Ağladı
ağlayıcak emr eyledi
Geri
kulağına bir söz söyledi
Başını
kaldıruban güldü bu kez
Şâd
olub katımıza geldi bu kez
Âişe
dedi ki sorduk ne dedi sana kelam
Dedi
ki bugün ömrüm olusar ihtimâm
Ağladığım
ol idi sonra sevindirdi beni
Dedi
Allah’tan diledim verdi Hayyu lâ-yenam
Cümle
ehlimden sen evvel eresin bana dedi
Güldüğüm
ol idi kim gönlüm tuttu ona nizâm[158]
İsmail
Sâdık Kemal Paşa’nın mevzûbahis hadisi aktardığı beyitlerine göre, Hz.
Peygamber kızına gizli bir şeyler söylemiş, bunun üzerine Hz. Fâtıma önce
ağlamış, ardından neşelenmiştir. Bu durumun hikmeti sorulduğunda babasının
vefât edeceğini duyunca ağladığını, ailesinden ilk kavuşacak kişinin kendisi
olduğunu müjdeleyince de sevindiğini söylemiştir:
Hazret-i
Fâtımaya gizlüce ba’âzı sohbet
Söyleyüp
itdi bükâ sonra da oldı handân
Hikmeti
sorılıcak didi ki kendi fevtin
Bana
ihbâr buyurdı ana oldum giryân
Sonra
bana ehlimden sen geleceksin evvel
Buyurup
itdi bu tebşiri beni pek şâdân[159]
Yusuf
Fâhir Baba (ö. 1967), Hz. Fâtıma’ya hitâben kaleme aldığı beytinde onu, Hz.
Muhammed Mustafa’nın şerefli nutfesi ve dünyadaki seyyitlerin efendisi olarak
tavsif etmekte ve cennet kadınlarının efendisi olduğuna dair rivâyet edilen
hadise istinâden cennetin sultanı olduğunu söylemektedir:
Sen
Muhammed Mustafâ’nın nutfe-i zî-şânısın
Seyyidü’s-sâdât-ı
‘âlem cennetin sultânısın[160]
İshâk
b. Hasan Tokâdî er-Rızâî (ö. 1679), Betül lakabı ile beraber zikrettiği Hz.
Fâtıma’yı saâdet ehli şeklinde tavsif ederek onun âhirette cennete girme
bahtiyarlığına ereceğini ve cennet kadınlarının efendisi olacağını ifade
etmektedir:
Betûl-i
Fâtıma ehl-i saâdet
Kılur
Cennet nisâsına siyâdet[161]
Hz.
Peygamber’in, vefâtının ardından ailesinden kendisine ilk kavuşacak kişinin
kızı olduğuna dair haberi gerçekleşmiş ve babasından altı ay sonra Hz. Fâtıma
vefât etmiştir. İsmail Sâdık Kemal Paşa, bu durumu şöyle ifade etmiştir:
Vefât-ı
Hazret-i Fahr-i rusülden altı mâh
Mürûr
idince vefât itdi Hazret-i Zehrâ[162]
Hz. Fâtıma’nın Dünyaya Gelişi
Hz.
Fâtıma’nın doğum tarihi Sünnî kaynaklara göre Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi
ve sellem]in nübüvvetinden öncedir. Bunun yanı sıra Sünnî kaynaklarda Hz.
Fâtıma’nın doğumu ile ilgili menkabevî olaylara yer verilmediği görülür162
[163]. Ancak
Şia kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın nübüvvetten sonra Mi'râc hâdisesinin hemen
ardından dünyaya geldiği yer almaktadır[164].
Buna göre, Hz. Peygamber Mi'râcda iken kendisine cennet gezdirilmiş, bu esnâda
yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağacın altında durmuş ve bu ağacın
meyvesinden yemiştir. Akabinde yediği meyve Hz. Peygamber’in sülbünde nutfeye
dönüşmüş, yeryüzüne döndüğünde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve Hz. Hatice,
Hz. Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Bu olay hadis kaynaklarında şöyle yer
almaktadır: “Mi'râc’a götürüldüğümde beni cennete dâhil ettiler ve ben cennet
ağaçlarından bir ağacın yanında durdum; öyle bir ağaçtı ki cennette onun gibi
güzel, yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağaç görmemiştim. Onun
meyvesinden alıp yedim, bu benim sulbümde nutfeye dönüştü. Yeryüzüne döndüğümde
Hatice ile bir araya geldim ve o, Fâtıma’ya hâmile kaldı. O zamandan beri ne
zaman cennet kokusu arzulasam Fâtıma’yı kokluyorum[165].”
Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleyme ile Ebû Talha el-Ensârî’nin hanımı Ümmü
Süleym ise hâdiseyi şöyle nakletmişlerdir: “Rasûlullah’ın kızı Fâtıma aslâ
hayız ve nifas kanı görmemiştir. Rasûlullah İsrâ yolculuğuna çıkarıldığında
cennet meyvelerinden yemiş, cennetin suyundan içmiştir. Dönünce de Hatice ile
birleşmiş ve Hatice, Fâtıma’ya gebe kalmıştır[166].”
Başka bir rivâyete göre ise Cebrâil, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]e cennetteki meyvelerden getirmiş, Hz. Muhammed de bu meyvelerden
yemiştir. Akabinde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve böylelikle Hz. Fâtıma
doğmuştur[167].
Müellifi
meçhul olan Destân-ı Ejderhâ adlı eserde Hz. Peygamber’in melekler
vâsıtası ile gönderilen cennet meyvesini yemesi ve akabinde Hz. Fâtıma’nın
dünyaya gelmesi hâdisesi farklı bir üslupla aktarılmaktadır:
Elmayı
gönderdi Hakk Çalap Muhammed’e
Uçmakdan
getirmişler idi Ahmed’e
Aldı
Rasûl elmayı dişledi
Allah
ana Fâtıma’yı bağışladı[168]
Mehmed
Şemseddin’in (ö. 1936), Hz. Fâtıma hakkında kaleme aldığı müstakil mevlidine
göre ise Cebrâil, cennetten iki elma getirmiş, elmalardan birisini Hz.
Muhammed, diğerini Hz. Hatice yemiş ve Hz. Fâtıma bunun neticesinde dünyaya
gelmiştir:
Bazı
râvîler rivâyet itdiler
Şöyle
arz-ı hikâyet itdiler
Aldı
dü-elma cinândan Cebrâil
Yâ
Habîballâh didi emr-i Celîl
Bu
gice eyle tenâvül birini
Hadîce
Kübrâya vir diğerini
İşte
andan halk olınmışdır Betûl
Yani
Zehrâ nûr-ı çeşmân-ı Rasûl[169]
Hz. Fâtıma’nın Soyundan Gelenler Cehenneme Gitmeyecektir
Hz.
Fâtıma’ya Arap lîsânında “f k ^” kökünden müştak olan ve “(sütten) kesen,
ayıran” mânâsına gelen[170] Fâtıma
isminin verilmesi husûsunda çeşitli hadis rivâyetleri mevcuttur. Buna göre Hz.
Peygamber, Hz. Fâtıma’ya neden böyle isimlendirildiğini bilip bilmediğini
sorar. Akabinde “Çünkü Allah kıyâmette Fâtıma ve onun soyundan gelenleri
cehennem ateşinden kesmiş, ayırmıştır.” buyurur[171].
Erzurumlu
İbrahim Hakkı (ö. 1780), Hz. Peygamber tarafından dünyada iken cennete
girecekleri müjdelenen ve kaynaklarda aşere-i mübeşşere olarak isimlendirilen
on kişi[172] [173] ile
beraber Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de cennetlik olduklarını
söylemekte, bunların haricindekilerin kesin olarak cennete gideceklerine dair
hüküm vermenin yanlış olduğunu ve bu husûsu yalnız Allah’ın bileceğini
belirtmektedir:
Aşere-i
mübeşşere ve Fâtıma Hasan Hüseyn
Bu
ümmetten bulara cennet ile neşhedü billâh
Ve
gayrı kimseye ayniyle cennetlik denilmez kim
173
gayba
hükm olur gaybı ne bilsin kimse gayrullah
Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin Evliliği
İslâm
tarihi açısından önem arz eden Hz. Ali-Hz. Fâtıma evliliği, aralarında rivâyet
farkları bulunmakla birlikte hem Ehl-i Sünnet hem de Şia tarafından kabul
edilen hadislere konu edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan
rivâyetlere göre, ilk olarak Hz. Ebû Bekir, Hz. Fâtıma ile evlilik talebini Hz.
Peygamber’e bildirir. Ancak Hz. Peygamber, kızı hakkında ilâhî hükmü
beklediğini beyan ederek Hz. Ebû Bekir’in bu talebini geri çevirir. Ardından
Hz. Ömer, Hz. Fâtıma ile evlenmek istediğini ifade eder. Hz. Peygamber, ona da
aynı şekilde mukâbelede bulunur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in müsbet yanıt
bulamamasının ardından yakınları Hz. Ali’ye Hz. Fâtıma ile evliliğe tâlip
olması husûsunda ısrarcı olurlar. Hz. Ali, reddedilmekten çekindiği için önce
kabul etmek istemez. Ancak ısrarlar üzerine Hz. Peygamber’i ziyâret eder ve Hz.
Fâtıma’ya tâlip olduğunu bildirir. Hz. Ali’nin bu talebi üzerine Hz. Peygamber,
kızına fikrini sorar ve neticede evliliğin yapılmasına karar verilir. Hz.
Ali’nin mihir olarak vermek üzere atı ve zırhından başka bir şeyi
bulunmamaktadır. Hz. Peygamber, atın ona lazım olacağını, ancak zırhını satarak
evliliğin gerçekleşmesi için gereken mihri karşılayabileceğini ifade eder. Hz.
Ali, zırhını satmak üzere çarşıya gider. Hz. Osman, zırhı Hz. Ali’den satın
alır. Ancak âlîcenaplığının bir göstergesi olarak satın aldığı zırhı düğün
hediyesi olarak geri verir. Bu olayın Hz. Peygamber tarafından işitilmesi
üzerine Hz. Peygamber’in duâsına mazhar olur. Ardından Hz. Fâtıma ile Hz.
Ali’nin nikâhları kıyılır. Hz. Fâtıma’nın çeyizi ve Hz. Ali’nin ev eşyasının
azlığı da bu evlilikle ilgili rivâyetlerde dikkat çeken diğer bir husus
olmuştur[174]. Şia
kaynaklarında ise Hz. Ali-Hz. Fâtıma evliliğinin Allah tarafından murat
edildiği, nikâhlarının Allah tarafından kıyıldığı ve meleklerin de nikâh
şâhitliği yaptığı telakkîsi yer almaktadır. Bu nikâhın Mi’râc esnâsında
Sidretü’l-Müntehâ’da kıyıldığı da Şia rivâyetleri arasındadır[175]. Alevî-
Bektaşî kaynaklarında yer alan bir rivâyete göre ise Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali,
aynı anda Hz. Fâtıma ile evlenmek isterler. Bu durum karşısında Hz. Peygamber
kızını Kur’ân-ı Kerîm’i önce hatmedene vereceğini söyler. Hz. Ali üç İhlâs ve
bir Fâtiha okuyarak hatim yaptığını söyler[176]
ve Hz. Fâtıma ile evlenmeye hak kazanır[177].
Türk-İslâm
edebiyatı’nda müellifler eserlerinde Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evillik bağına
işaret ederken genellikle Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali’nin eşi olarak ele almışlar ve
“zevce-i Haydar, zevce-i Şîr-i Hudâ, zevce-i sâki-i Kevser vb.” terkîblerle
sıkça tavsif etmişlerdir. Bazı şairler de Şia inancında yer bulan ve Hz.
Ali-Hz. Fâtıma nikâhının Allah katında meleklerin şahitliğinde kıyıldığına
yönelik telakkîye de zaman zaman eserlerinde yer vermişlerdir. Hz. Ali-Hz.
Fâtıma evliliğinin şairlerin manzûmelerinde yer bulmasının yanı sıra bu hususla
ilgili olarak az sayıda da olsa müstakil mensur eserlerin de kaleme alındığı ve
bu tür eserlerin “Tezvîc-i Fâtıma” şeklinde isimlendirildiği müşâhede edilmektedir[178].
Hz.
Fâtıma ile Hz. Ali’nin evliliği husûsundaki diğer bir rivâyet ise şöyledir: Bir
gün Rasûl-i Ekrem'in huzuruna vardım. Bana “Yâ Ali” diye seslendiler. Ben de:
“Buyrun ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. Rasûlullah: “Evlenmeye rağbetin var mı?”
diye sordu. Ben de cevaben: “Allah Rasûlü daha iyi bilir.” dedim. Hazret-i
Peygamber, bana: “Ey Ali, müjde! Allah beni mahzun etmekte olan senin evlenme
işini kendi üzerine aldı.” buyurdu. Ben: “Bu iş nasıl oldu ey Allah’ın Rasûlü?”
dediğimde şöyle buyurdular: “Cebrâil cennet sümbülü ve cennet karanfili ile
bana geldi ve onları bana verdi. Ben onları alıp kokladım ve Cebrail’e “Ey
Cebrâil, bunun sebebi nedir?” diye sordum. Cebrâil şöyle dedi: “Allah Teâlâ
cennette bulunan meleklere ve diğer cennet ehline bütün cennetleri ağaç, nehir,
meyve ve saraylarıyla beraber süsleyip donatmalarını, cennet rüzgârlarına
çeşitli güzel kokularla esmelerini, cennet hûrilerine de “Tâ-Hâ (Tâ-Hâ sûresi
)”, “Tâ-Sîn (Neml sûresi)” ve “Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf (Şûrâ sûresi)” ile başlayan
sûreleri okumalarını emretti. Daha sonra bir münâdîye şöyle nidâ etmesini
söyledi: “Ey benim meleklerim ve ey cennetimin sâkinleri! Şahit olun ki,
Muhammed'in kızı Fâtıma’yı, Ali bin Ebî Tâlib ile evlendirdim. Bu işten dolayı
hoşnut ve razıyım. Bu ikisi birbirlerinindir.” Sonra Allah, melekler içinde
belâgatte üstüne olmayan Rahil adlı meleğe bir hutbe okumasını emretti. O da
yer ve gök ehlinin okuyamadığı bir hutbe okudu. Ardından bir münâdiye şöyle
seslenmesini emretti: “Ey benim meleklerim ve ey benim cennetimin sakinleri!
Muhammed’in habîbi Ali bin Ebû Tâlib’i ve Muhammed’in kızı Fâtıma’yı tebrik
edin. Çünkü ben, onlara hayır ve bereket verdim.” Rahil: “Ey Rabbim! Cennette
ve katında gördüğümüzden başka onlara verdiğin bereket nedir?” dedi. Allah-u
Teâla şöyle buyurdu: “Onlara ihsân ettiğim bereketimden bazıları şudur ki
onları sevgim üzere bir araya topluyor ve yaratıklarıma hüccetim olarak
kılıyorum. İzzet ve celâlime and olsun onlardan öyle bir nesil ve evlatlar
vücûda getireceğim ki onları yeryüzünde hazînedârlarım ve hikmetimin madenleri
kılacağım. Peygamber ve rasûllerden sonra onlarla yaratıklarıma delil
göstereceğim.” Öyleyse müjde ey Ali! Ben de Allah Teâla’nın evlendirmesi
üzerine kızım Fâtıma’yı seninle evlendirdim. Hz Ali: “Allahım! Bana verdiğin
nimete şükretmemi bana ilham et!” Rasûl-i Ekrem de: “Âmin” dedi[179].
Nakşibendî
Mehmed Murad, asıl itibari ile Şia inancında yer alan Hz. Ali ile Hz.
Fâtıma’nın nikâhının öncelikle Allah katında kıyılması olayına manzûmesinde yer
vermiştir. Buna göre Allah, Beytü’l-Ma’mûr’da[180]
toplanan meleklere Muhammed kızı Fâtıma’yı Ali’ye nikâhladığını söylemiş ve
meleklerden bu nikâha şahitlik etmelerini istemiştir. Şair, ayrıca Hz. Ali ile
Hz. Fâtıma’nın nikâhının bu şekilde kıyıldığı husûsunda hiçbir şüphenin
bulunmadığını da ifade etmiştir:
Didi
kim Beyt-i Ma’mûrda melekler hâsıl oldular
Buyurdı
cümlesin mazhârına Rabb-i bî-hemtâ
Nikâh
itdim Alî’yi Fâtıma bint-i Muhammed’e
Olun
şâhid biliniz böyle itdi Rabbimiz kat’â[181]
Nakşibendî
Mehmed Murad’ın, konu ile ilgili diğer bir beytine göre Hz. Peygamber,
meleklerin Beyt-i Ma’mûr’da toplandıklarını ve Fâtıma ile Ali’nin nikâhının
burada kıyıldığını söylemiştir:
Melekler
Beyt-i Ma’mûre bugünde cem olmuşlar
Nikâh
olmuş Aliye duhterim Fâtımatü’z-Zehrâ[182]
Nakşibendî
Mehmed Murad, Hz. Ali-Hz. Fâtıma nikâhının Allah katında kıyıldığını beyan
etmesinin ardından Hz. Fâtıma’nın alacağı mehir husûsuna değinmiştir. Buna göre
Hz. Peygamber nikâhın Allah’ın emri üzere gerçekleştiğini söylemiş ve kızına
mehir olarak talebinin ne olduğunu sormuştur. Hz. Fâtıma ise dünya malına karşı
bir rağbetinin bulunmadığını, mehir olarak âhiret günü ümmet-i Muhammed’in
günahkâr olanlarına şefâat etmeyi arzuladığını söylemiş ve bu arzusunun kabul
edilmesi halinde Allah’ın kendisine bir senet vermesini istemiştir. Bunun
üzerine Hz. Peygamber, kızının talebini Cebrâil’e iletmiş ve Cebrâil, bu
talebin kabul edildiğine dair senedi getirmiştir:
Nikâh
emri tamâm oldı buyurdu server-i ‘âlem
Kızım
mehrin ne olsun söyle gel ey duhter-i e’nâ
Cevabında
buyurdı Fâtıma ey validî erham
Bilürsin
yok dilimde mâl-ı dünya hem ve mâ-fihâ
Şefâat
murâdım ümmetin isyânına Hakdan
Senet
virsün şefâ'at itmeğe hem Rabbi’l-a’lâ
Beyân
itdi Rasûlullah murâdın Cibrîle hem
Getürdi
bir sened Hakdan murâdı üzre pek a’lâ[183]
Yazıcıoğlu
Mehmed Bican, Muhammediyye adlı eserinin Vefât-ı Fâtıma kısmında
Hz. Fâtıma-Hz. Ali evliliği husûsunu ele alırken Hz. Fâtıma’nın dünyalık mehir
yerine Muhammed ümmetinin günahkârları için âhiret günü şefâatçi olmayı talep
ettiğini, Cenâb-ı Allah’ın da Cebrâil vâsıtası ile haber göndererek onun bu
isteğini uygun bulduğunu ifade etmiştir. Zira kaynaklarda yer alan rivâyete
göre Hz. Fâtıma, peygamber kızı olması hasebi ile başka insanlar ile kendisi
arasında fark olması gerektiğini düşünerek dünyalık bir mehir istememiş, bunun yerine
günahkâr ümmet için âhiret günü şefâatçi olmayı talep etmiştir183 [184]:
Dedim
olmazam ben bu cihân mehrine
Dedi
pes Rasûl yâ kızım eyledin çünki âr
Dilerven
olam kıyâmet gününde şefîi’
Buların
suçun ben dileyem edem i’tizâr
Gelip
dedi Cebrâil Allah selâm eyledi
Ne
kim dedise Fâtıma eyle olsun bu kâr[185]
Şah
Hatayî (ö. 1524), günahlarının mağfiret olunması amacı ile Cenâb-ı Hakk’a
niyâzda bulunmakta, bu esnâda Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Muhammed Mehdî
ve Hz. Ali’nin katırı Düldül’ü niyâzının makbûliyeti için vesile kılmaktadır.
Şair, Hz. Fâtıma’nın ezelden beri Hz. Ali’nin zevcesi olduğunu söyleyerek
nikâhlarının yeryüzünde kıyılmadan önce Allah katında kıyıldığına dair inanca
işaret etmektedir:
Bendeyem
şâha ezel nûr-ı sıfâtın hakkiçün
Sâki-i
mahşer Muhammed Mustafâ’nın hakkiçün
Mahremi
Şâhın ezelden Fâtıma bint-i Nebi
Düldül-î
Kamber Aliyye’l-Murtazâ’nın hakkiçün
Ya
İlâhî! Bu Hatâyî’nin günâhın afv kıl
Sâhib-i
zamân Muhammed Mehdi’nin hakkîçün[186]
Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in Bir Cüz’üdür
Hz.
Peygamber’i anlatan kaynaklarda kızına gösterdiği sevgi ve teveccüh ile ilgili
çok sayıda hadis rivâyeti mevcuttur. Bu rivâyetlerin çoğunluğu, Hz. Fâtıma’nın
Hz. Peygamber nezdindeki müstesnâ konumu üzerine yoğunlaşmaktadır. Konuyla
ilgili en meşhur hadislerinden birisi: “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır.
Ona eziyet eden bana eziyet eder. Onun canını sıkan şey benim canımı sıkar186
[187].”
meâlindedir. Bu rivâyetten iktibasta bulunan şairlerden biri Sâdık Ağazâde
Sıdkî’dir. Sıdkî, ilgili rivâyetten hareketle Hz. Peygamber’in, kızı Fâtıma’nın
kendi nezdindeki kıymetini beyan ettiğini söylemiş ve onu Hz. Peygamber’in
gözünün nûru şeklinde tavsif etmiştir:
Bid’atün
minnî dedi şânında Fahrü’l-enbiyâ
Kurretü’l-„ayn-i
Rasûl-i kibriyâdır Fâtımâ[188]
Sukûtî
(ö. 1896), kadınların en hayırlısı olan kızı Fâtıma hakkında âlemlerin övünç
kaynağı olan Hz. Peygamber’in “Benim bir parçamdır.” buyurduğunu
nakletmektedir:
Fâtıma
Hayru’n-nisâya biz’ate minnî didi
Ol
Nebî-i fahr-i âlem Şâfi-i mahşerdir[189]
Nakşibendî
Mehmed Murad da, Hz. Peygamber’in “Fâtıma benim bir cüz’ümdür. Onu öfkelendiren
beni öfkelendirir.” şeklindeki hadisini manzum şekilde kaleme almıştır:
Buyurdu
bir gün ol server ki cüzdür Fâtıma benden
Anı
iğzâb iden iğzâb ider bilsün beni hâ[190]
Sâdeddin
Sırrî Efendi (ö. 1936), Hz. Fâtıma’yı yaratılmışların övüncü olan Hz.
Peygamber’in bir cüz’ü olarak tavsif etmiştir. Ehl-i Beyt’in en hayırlı kadını
olan Hz. Fâtıma’nın dünyada gün yüzü görmediğini, oldukça sıkıntılı bir hayat
sürdüğünü söylemiştir:
Âh
yüzbin âh kim dünyâda bir gün görmedi
Bid’a-i
Fahri’l-beşer Hayru’n-nisâ-yı Ehl-i Beyt[191]
[192]
Sukûtî,
Hz. Hüseyin’e hitaben annesi Fâtıma’nın şanında söylenen rivâyeti söz konusu
etmiş, Hz. Hüseyin’i ise kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın gözünün
nûru şeklinde nitelendirmiştir:
Mâderin
şânında gelmiş bid’atü minnî bugün
192
Nûr-ı
ayn-ı Fâtıma hayrü n-nisâsın yâ Hüseyn
Sâdık
Ağazâde Sıdkî de, hadisten lafzî iktibas yapmış, ayrıca Tathîr âyeti olarak
adlandırılan “(Allah) sizden günahı gidermek (ve tertemiz yapmak istiyor.)”
meâlindeki Ahzâb sûresinin 33. âyetinin Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğunu
ifade etmiştir:
Hadîs-i
bid’atün minnî eder mâhiyetin îmâ
Ve
yüzhib „ankümü’r-rics âyetinin mazharı Zehrâ[193]
Pir
Muhyiddîn, Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma’yı kendisinin bir parçası olarak nitelendirdiğini
söylemiş ve Hz. Fâtıma’nın gönüle huzur bahşeden yönünü vurgulamıştır:
Fâtıma
didi bir cüz’ümdürür
Dâimâ
gönlüm açan kızımdurur[194]
Hz. Fâtıma’nın Cennete Girişi
Hz.
Fâtıma’nın cennete girişi ile ilgili olarak kaynaklarda çeşitli rivâyetler yer
almaktadır. Bir rivâyete göre Hz. Ali, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: “Kıyâmet
günü bir görevli perdelerin arkasından şöyle seslenir: Ey cemâat, Muhammed’in
kızı Fâtıma geçinceye kadar gözlerinizi kapatın, başlarınızı indirin, ona
bakmayın[195]”. Hz.
Fâtıma’nın cennete girmesi husûsundaki diğer bir rivâyette ise şöyle ifade
edilmektedir: “Ey mahşer topluluğu! Gözlerinizi kapatın ki Fâtıma sırattan
geçecektir. O anda Fâtıma yetmiş bin câriye ve hûri ile sırattan geçer, cennete
girer[196].”
Nakşibendî
Mehmed Murad, kaleme aldığı bir manzumede bu hadiseyi şöyle ifade etmektedir:
Buyurmuşdur
Rasûlullâh kıyâmet oldukda
Nidâ
eyler münâdîler sebîle tolar arsa-i penhâ
Buyuyur
ehl-i cum’a gün bu men tenkîs-i re’siyle
Geçicek
Fâtıma bint-i Muhammed râd u berk emsâ
Yürür
nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bin
Cinânın
hûr-ı aynı böyle gider cennete Zehrâ[197]
Sâdık
Ağazâde Sıdkî’nin beytine göre ise, Hz. Fâtıma mahşer yerine ayak basınca
Cenâb-ı Hak orada bulunan insanlara bizzat kendisi nidâ ederek Hz. Fâtıma’ya
hürmet etmeleri maksadı ile gözlerini kapatmalarını söyleyecektir:
Gelir
halka nidâ göz yummana ta’zîm için Hak’dan
Kudûmuyla
müşerref eyledikde mahşer-i Zehrâ[198]
Hz. Peygamber Sefere Çıkacağı Zaman En Son Hz. Fâtıma’ya Uğrardı
Hz.
Peygamber’in, kızı Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve teveccühü ile ilgili olarak
şöhret bulmuş ve Enes b. Mâlik’ten rivâyet edilmiş olan bir hadis şöyledir:
“Peygamberimiz kızı Fâtıma’yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona
uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi[199].”
Nakşibendî
Mehmed Murad, Hz. Peygamber’in gazâ dönüşünde ilk olarak kızı Zehrâ ile
torunları Hasan ve Hüseyin’i ziyâret ettiğini, onları öpüp hasret giderdiğini
şu şekilde ifade etmektedir:
Gazâdan
avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr
Büyunundan
olurdı binti Zehrâ hazrete ahvâ
Ziyâret
eyler idi duhter-i pâkîzesin levlâ
Hasan
ile Hüseyn’i hem görürdü cedd-i a’lâ[200]
Hz. Peygamber’in En Sevdiği Kişi
Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma’ya olan
sevgi ve teveccühü ile ilgili bir rivâyete göre, Hz. Âişe’ye insanların içinde
Rasûlullâh’ın en çok kimi sevdiği sorulmuş, Hz. Âişe de Hz. Peygamber’in
insanlar içinde en çok Hz. Fâtıma’yı sevdiğini söylemiştir[201].
Başka rivâyetlerde ise, Hz. Peygamber’in, kızı Hz. Fâtıma kendisini ziyârete
geldiğinde ayağa kalktığı, onu öptüğü ve derin muhabbetinin bir tezâhürü olarak
ona yerini verdiği ifade edilmektedir[202].
Nakşibendî
Mehmed Murad’ın beyitlerinde Hz. Peygamber ve Hz. Fâtıma’nın birbirlerine olan
karşılıklı sevgi ve hürmetleri ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Buna göre,
Hz. Fâtıma, babasının en kıymetli çocuğu durumundaydı. Hz. Peygamber onu diğer
Ehl-i Beyt’inden daha çok sever ve üstün tutar, ona daha fazla teveccüh
gösterirdi. Hz. Fâtıma babasını ziyârete gittiğinde Hz. Peygamber ayağa kalkar,
onu öper, kızının oturması için hırkasını serer ve kızına yer verirdi. Hz.
Peygamber de kızının evine ziyârete gidince Hz. Fâtıma babası için ayağa
kalkar, onu öper ve babasına aynı şekilde mukâbelede bulunurdu:
Rasûlün
efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ
Ki
cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ
Kıyâm
iderdi geldikde öperdi vech-i pâkinden
Ridâsın
bast iderdi hem mekânında virirdi câ
Rasûl-i
Kibriyâ da vardığı dem beytinde anın
Kıyâm
idüb öperdi eyler idi mislini icrâ[203]
Nakşibendî
Mehmed Murad’ın başka bir beyitinde de Peygamber nezdinde en sevgili kimsenin
Hz. Fâtıma olduğu şeklindeki hadise şöyle işaret edilmektedir:
Suâl
itdi birisi Hazret-i Âişe’den bir gün
Nisâdan
sevgili kimdir Rasûle söyle gel cânâ
Cevâbı
pür-savâba eylediler Hadîcedür dahı
Didi
kim Fâtıma bint-i Muhammed’dür ehabb ana[204]
Hz. Peygamber’in Vefatının Ardından Hz. Fâtıma
Hz.
Peygamber’in âhirete irtihâli ashâbı arasında büyük üzüntüye yol açmış,
özellikle Hz. Fâtıma’yı derinden sarsmıştır. Hadis kaynaklarında yer aldığı
üzere Hz. Fâtıma babasının vefatının ardından üzüntüsünün tesiriyle “Eyvah
babacığım, Rabbinin davetine icabet eden baba! Eyvah babacığım, yeri Firdevs
cenneti olan baba!” şeklinde ağıtlar yakmıştır. Ayrıca Hz. Fâtıma babasının
defin işlemlerinin tamamlanmasından sonra Enes b. Mâlik’i görmüş ve ona: “Ey
Enes! Rasûlullah’ın üzerine toprak dökmeye gönlünüz nasıl râzı oldu?”[205] diyerek
babasının vefâtından duyduğu derin üzüntüyü ifade etmiştir.
Hoca
Ahmed Yesevî (ö. 1166), hikmetlerinden birinde Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine
Hz. Fâtıma’nın içine düştüğü hüznü dile getirmektedir. Zira Hz. Peygamber’in
vefâtı esnâsında melekler yeryüzüne inmişler ve âlem Hz. Peygamber’in nûru ile
dolmuştur. Ardından Hz. Fâtıma babasının vefâtı ile yetim kaldığı için gözyaşı
dökmüştür:
Âsmândagi
ferişteler yerge indi
Peygamberin
nûrı ile âlem toldı
Babam
teyu Fâtıma giryân kıldı
Babasudun
yetim bolub kalmak içün[206]
Süleyman
Çelebi (ö.1422), Vesîletü’n-Necât adlı mevlidinde “kurratüTayn” (gözümün
nûru) diye başlarını okşayıp seven dedelerinin vefâtı üzerine torunları Hasan
ve Hüseyin’in çok üzüldüklerini, Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Âişe ve kızı Hz.
Fâtıma’nın da Hz. Peygamber’in vefâtına son derece müteessir olup gözyaşı
döktüklerini belirtmektedir:
Hasret
ile dir Hüseyn ile Hasan
N’idevüz
biz i dede gitdün çü sen
Gitdünüz
siz bizi kim okşayısar
Kurretü’l-„ayneyn
bize kim diyiser
Fâtımayla
Âişe kılub figân
Dirler
idi el-amân u el-amân[207]
Fuzûlî
(Ö.1556), Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine Hz. Fâtıma’nın duyduğu derin hüznü
ifade ederken feleğin Fâtıma’nın kara bağrını lâle goncası gibi kan içinde bıraktığını,
hayatı boyunca kanla dolu yüreğinde binlerce gizli yara bulunduğunu
söylemektedir:
Veh
ki devrân-ı felek Fâtıma-i Zehrânın
Gonçe-i
lâle gibi kıldı kara bağrını kan
Biz
zamân geçmedi eyyâm-ı hayâtından kim
Dil-i
pür-hûnuna yandırmadı bin dâğ-ı nihân[208]
Mehdî, Hz. Fâtıma’nın Soyundan Gelecektir
İslâm
inancında, âhir zamanda zuhûr edeceğine ve zulümle dolan dünyada adâleti hâkim
kılacağına inanılan bir kurtarıcının geleceği beklentisi bulunmaktadır. Bu
kurtarıcı Mehdî olarak adlandırılmakta ve Hz. Fâtıma’nın neslinden geleceğine
inanılmaktadır. Bu telakkîye göre Mehdî beş, yedi ya da dokuz yıl hüküm sürecek
ve bütün Müslümanları hâkimiyeti altına alacaktır[209].
Bu hâkimiyetin ardından da kıyâmet kopacaktır. Sünnî kaynaklarda Mehdî ile
ilgili rivâyetlerin sayısı 40 civarında iken, Şia kaynaklarında bu sayı 200’e
ulaşmaktadır. Mehdî ile ilgili bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:“Mehdî benim
zürriyetimdendir. Kızım Fâtıma’nın evlatlarındandır[210]
[211].”
Elvân-ı
Şirâzî, kaleme aldığı Gülşen-i Râz mesnevisinde âhir zamanda zuhûr
edeceğine inanılan Mehdî’nin bir takım özelliklerini zikretmektedir. Buna göre
Mehdî, Hz. Peygamber’in bâtınî manada aynası hükmündedir. Döneminin en yüce
mertebeye sahip velîsi olacak, ona müsâvî bir velî artık dünyaya gelmeyecektir.
Dünyayı şer’î kurallara göre yönetecektir. Âhir zamanda gelecek olan Mehdî,
nesep itibari ile de Hz. Fâtıma’nın neslinden olacaktır:
Rasûlun
bâtınî âyinesidür
Kıyâs
itgil kim anun nesi dür
Rasûlündür
velîliğine hâtem
Şerîat
içre âmildür âlem
Bunun
gibi velî bir dahı olmaz
Anun
gibi bu mülke kimse gelmez
Velî
olmaz cihânda andan ulu
Verilmez
bundan özgeye bu ulu
Anun
birisi Mehdî-yi zamândur
Rasûlün
elidür şâh-ı cihândur
Olur
ol Fâtıma oğlanlarından
Bu
deryânındur ol gevherlerinden
Ulusu
olısar âhir zamânun
211
Kesîrüdür
göğün şekk ü gümânun
HZ. FÂTIMÂ’NIN İSİM, KÜNYE, LAKAB VE SIFATLARI
İslâm
Tarihi kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın çok sayıda isim, sıfat, lakab ve künyeleri
zikredilmektedir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda Sünnî ve Şiî kaynaklar
arasında önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Sünnî kaynaklarda ekseriyetle
Fâtıma ismi ile birlikte Zehrâ ve Betül adlarından söz edildiği hâlde[212], Şia
kaynaklarında birtakım ayet ve hadislerle ilişkilendirilerek altmışa yakın isim
ve lakap zikredilmektedir. Bunlardan en meşhur olanları Fâtıma, Betül, Zehrâ,
Kevser, Sıddîka, Hisân, Hurre, Seyyide, Azrâ, Havrâ, Mübâreke, Tâhire, Zekiyye,
Râziye, Merziye, Muhaddese, Mansûre, Meymûne, Ma’sûme, Seyyidetü’l-Kübrâ,
Meryemü’l-Kübrâ ve Sıddîkatü’l-Kübrâ isimleridir[213].
Hz. Fâtıma, bu isimlerinin yanı sıra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması
sebebiyle Ümmü’l-Hasaneyn, Şii düşüncede yer alan İsnâaşere telakkîsine dayalı
olarak Ümmü’l-Eimme ve Hz. Peygamber ile aralarındaki hususi münâsebetten
dolayı Ümmü Ebîhâ[214]
lakaplarıyla da anılmıştır.
HZ. FÂTIMA’NIN İSMİ
Fâtıma
ismi Arap lisânında “…” kökünden türemiş olup “kesen, ayıran” mânâlarına
gelmektedir[215]. Hz.
Fâtıma’ya bu ismin verilmesi husûsunda kaynaklarda çeşitli rivâyetler yer
almaktadır. Buna göre, Hz.
Peygamber bir gün, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma ile birlikte bulunduğu esnâda kızına
“Niçin Fâtıma diye adlandırıldığını biliyor musun?” diye sorar. Bu soruya Hz.
Ali mukâbelede bulunarak “Niçin böyle adlandırılmıştır?” der. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, “Allah onu ve neslini kıyâmet günü cehennem ateşinden ayırmıştır.”
buyurur[216].
Bir başka rivâyette ise, Hz. Fâtıma doğduğunda Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’in
kızına Fâtıma ismini koyması için bir meleği görevlendirdiği ve Hz. Fâtıma’nın
hayız ve nifas gibi kadınlara mahsus birtakım hâllerden uzak olmasına istinâden
bu şekilde isimlendirildiği yer almaktadır[217].
Türk-İslâm
edebiyatı sahasında telif edilen eserlerde Hz. Peygamber’in kızından
bahsedilirken en fazla kullanılan isminin “Fâtıma” olduğu görülmektedir.
Şairler, kaleme aldıkları beyitlerde Hz. Fâtıma’yı zikrederken bu ismi hem
müstakil olarak hem de farklı terkîblerle birlikte kullanmışlardır. Nitekim
edebî metinlerde Hz. Fâtıma ismi zikredilirken bazen yalnızca Fâtıma bazen de
Hazret-i Fâtıma, Fâtıma Ana
Fatma
Ana, Cenâb-ı Fâtıma, Fâtıma Hanım, Fâtıma-i Gülizâr, Fâtıma Âlî Cenâb vb.
terkîblerle kullanıldığı görülmektedir.
Hacı
Nûreddin Efendi, Maktel-i Hüseyin isimli eserinde yer alan beyitte Hz.
Fâtıma’dan “Rasûlullah’ın kızı Fâtıma” şeklinde bahsetmektedir:
Didiler
bilmek istersen bizi
Fâtımâdır
ol Rasûlullâh kızı[218]
Süleyman
Nahifi (ö. 1738), Mevlüdü’n-Nebî adlı mesnevîsinde Hz. Muhammed’in kızları olan Zeynep, Gülsüm,
Rukiyye ve Fâtıma’nın ruhlarına selâm göndermekte ve makamlarının cennet olması
için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Şairin, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in diğer üç kızını sâdece isimleri ile zikretmekle beraber, Hz.
Fâtıma’yı cömertliği ve Hasan ve Hüseyin’in annesi olması yönüyle ön plana
çıkardığı görülmektedir:
Sonra
olup çâr-benât-ı kirâm
Oldu
ol duhterlere ferhunde nâm
Zeyneb
ü Gülsüm ü Rukiyye dahi
Fâtıma
ümmü’l-Hasaneyn-i sahî
Cümlesinin
rûhuna olsun selâm
Eyleyeler
adn-i berîni makâm[219]
Yûnus
Emre, kaleme aldığı bu dörtlükte tâbiîn neslinden Yemenli bir zahid olan ve
annesine bağlılığı ile bilinen Üveys el-Karânî’nin ziyâret maksadıyla Hz.
Peygamber’in evine gelmesi olayına yer vermiştir. Kaynaklarda yer aldığı üzere
Üveys el-Karânî, Yemen’e gelen Müslümanlar vâsıtası ile İslâm dinine girmiştir.
Yemen’de deve çobanlığı yaparak ve hurma çekirdeği toplayarak geçimini
sağlamaktadır. Müslüman olmasının akabinde Medîne’ye giderek Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]i ziyâret etmeyi arzulamakta, ancak annesinin
yaşlılığı dolayısı ile bu arzusunu yerine getirememektedir. Üveys el-Karânî bir
gün annesinden kısa süreliğine izin almış ve Medîne’ye gitmiştir. Hz.
Peygamber’in evine vardığında O’nu evde bulamamış, ancak kızı Fâtıma ile
görüşmüş ve aynı gün Yemen’e geri dönmüştür. Yûnus Emre’nin de şiirinde
belirttiğine göre Hz. Peygamber eve geldiğinde kapıda Üveys’in nurunu müşâhede
etmiş ve kızı Fâtıma’ya eve gelenin kim olduğunu sormuştur. Hz. Fâtıma, cevâben
eve Yemenli Üveys adında birisinin geldiğini söylemiştir[220]:
Peygamber
mescitten evine döndü
Üveysin
nûrunu kapıda gördü
Sordu
Fâtıma’ya eve kim geldi
Yemen
ellerinde Veysel Karânî[221]
Hasan
Kenzî (ö. 1680), kaleme aldığı bu dörtlükte Hz. Peygamber’in cemâlini görmeyi
temennî etmekte ve bu arzusunun yerine gelmesi için kızı Fâtıma, Hz. Ali ve
torunları Hasan ile Hüseyin’i vesile kılmaktadır:
Duhterin
Fâtıma hürmetiyçün
‘Aliyyü’l-Mürtezâ
rifati içün
Hasan
u Hüseyin izzeti içün
Göster
cemâlini yâ Rasûlallâh[222]
Farsça
ağırlıklı olarak söylediği na’t-ı şerifinde Eşref Paşa (ö. 1894), hata ve
günahlar sebebi ile yakıcı ve dehşetli kıyâmet gününde zelil duruma düşmemek
için günahkârların şefâatçisi ve bütün muhtaçların yardımcısı olarak
nitelendirdiği Hz. Peygamber’den şefâat istemektedir. Bununla birlikte, Hz.
Peygamber açısından mühim bir konumda bulunan Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin
ile diğer Ehl-i Beyt mensupları ve sahâbeye tevessül ederek, şefâat talebinin
Hz. Peygamber nezdinde makbul olmasını dilemektedir:
Be-Haydarî-i
‘Ali vü be-hürmet-i ashâb
Be-Fâtıma
be-Hüseyn ü Hasan be-âl-i harem
Bırakma
hâk-i mezelletde rûz-ı sûz u güdâz
Eyâ
şefî’-i usât u meded-res-i âlem[223]
Tevhîde
Hanım (ö. 1901), Dîvânında İslâm Tarihinin en meyus hâdiselerinden olan
Kerbelâ Vak’ası’na yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin’in Kerbelâ Çölü’nde
şehit edilmesi esnâsında üzerinde bulunan gömlek mahşer meydanına getirilecek
ve oğlunun kanlı gömleğini gören Hz. Fâtıma figân etmeye başlayacaktır. Bununla
birlikte şair, Hz. Hüseyin’in şehâdetinde büyük rol oynayan Şimr’in Allah’ın
huzûruna çıkacak yüzü olmadığını söylemekte ve onu mel’un olarak
nitelendirmektedir. Böyle birinin cennete girmemesi için de Allah’a niyâzda
bulunmaktadır:
Kanlı
pireheni gelince mahşerin meydânına
Ehl-i
mahşer hayran kalır Fâtıma efgânına
Ne
yüz ile varıcak bilmem Hakk’ın dîvânına
Ya
İlâhi koyma Şibr-i mel’ûnu cinânına
Nûr-ı
Hakk’a karışıp gitti o dem mehpâreler
Haşre
dek kan ağlasınlar âşık-ı âvâreler[224]
İbrahim
ibni Bâlî, manzûmesinde Hz. Fâtıma ve Hz. Âişe’nin dünya ve âhiret hayatındaki
üstün konumlarını ele almaktadır. Buna göre dünyada ve âhirette mânevî mertebe
itibariyle benzeri olmayan iki kadından ilki Zehrâ lakabı ile tanınan Hz.
Fâtıma, diğeri ise Hümeyrâ lakaplı Hz. Âişe’dir. Hz. Fâtıma, peygamberler
arasında seçkin bir konumda yer alan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in kızı olduğu için, Hz. Âişe ise Hz. Peygamber’in hanımlarından,
dolayısı ile Ehl-i Beyt’inden olmakla üstün bir mevki elde etmiştir:
Şol
iki seyyide kim ra’ye-gâne
Dü
hâtun-ı beşerdür dû-cihâne
Birisi
Fâtımadur örf-i Zehrâ
İkinci
Âişe dirler Humeyrâ
Birisi
nesl-i Nebiyy-i müctebâdır
Birisi
Ehl-i Beyt-i Mustafâdır[225]
Kenzî,
Hazret-i Fâtıma’nın kokusunu yaseminin kokusuna, oğulları Hasan ile Hüseyin’in
kokusunu ise ambere teşbih etmektedir. Hz. Fâtıma’nın yasemin çiçeğine
teşbihinde koku ilgisinin yanında renginin beyaz oluşu da dikkat çekmektedir.
Bu husûsu Hz. Fâtıma’nın saf ve temiz oluşunun, mâsûmiyetinin ifadesi olarak
düşünmek de mümkündür:
Râyiha-yı
Fâtıma açılmış yâsemindir
Anber
kokusu ise Hüseyn ile Hasandır[226]
Mustafa
Fevzi Efendi, Kerbelâ Vak’ası’nın meydana geldiği yeri gördüğünü ve işitenin
gönlünü yakan bu hâdiseden dolayı içindeki yaranın tazelendiğini söylemektedir.
Bununla birlikte şair, Hz. Fâtıma’nın gözünün nûru olan Hz. Hüseyin başta olmak
üzere Hz. Peygamber’in bütün ailesine binlerce kez salât ü selâm getirerek
Ehl-i Beyt’e olan sevgi ve hürmetini ifade etmektedir:
Tâzelendi
vakâ-yı dil-sûz-i deşt-i Kerbelâ
Çünkü
gördüm ben seni ey mevzi-i re’y-i a’lâ
Es-salâ
ey nûr-i çeşm-i Fâtıma sâd es-salâ
Ve’s-selâm
ey hânedân-ı Mustafâ’nın ecmeli[227]
Hazret-i Fâtıma
Sözlükte
“yakında yanında olmak, önünde bulunmak” mânâlarına gelen “hazret”[228] kelimesi
tasavvvufî bir terim olarak ilâhî ya da kevnî bir hakîkat ve bunun âlemdeki
tecellîleri mânâsına gelmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından
geliştirilen hazret teorisinin etkisi, dinî ve siyâsî hayat üzerinde de
derinlemesine görülmüştür. Buna istinâden hazret kelimesi, saygı, hürmet
ve yücelik ifade etmek kasdı ile Allah, peygamberler, sahâbeler, melekler,
pâdişahlar ve devletin ileri gelenleri için kullanılmıştır[229].
Müslüman Türkler, İslâm dini açısından mühim şahsiyetlerin başında gelen
peygamberler, dört halîfe ve sahâbeleri “Hz. Muhammed, Hz. Âdem, Hz. Ali, Hz. Fâtıma” vs.
şeklinde zikretmektedirler. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri de saygı ve
hürmetin bir ifadesi olarak din büyüklerinin isimlerini zikrederken eserlerinde
hazret ifadesine çokça yer vermişlerdir.
Yenişehirli
Avnî (ö. 1883), Hz. Hüseyin’in şehâdeti ile neticelenen Kerbelâ Vak’ası’na
işaret ettiği beyitlerde öncelikle Hz. Hüseyin’i Hz. Fâtıma’nın sevgili bir
dânesi olarak nitelendirmekte; onun parçası ve evlâdı oluşuna işaret
etmektedir. Ardından Hz. Hüseyin’i kendisi de bir Müslüman olan Yezîd’in
hunharca şehit etmesi hâdisesini işiten bir kimsenin bu durum karşısında Yezîd
ve ailesine lânet edeceğini ifade etmektedir:
Hazret-i
Fâtıma’nın sevgili bir dânesi
Allah
Allah ne cesâretle şehîd etti Yezîd
Bu
ta’addîyi düşündükçe demezler mi aceb
La’enallâh
Yezîdâ ve „alâ âl-i Yezîd[230]
Şeref
Hanım (ö. 1861), beyitlerinde Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Fâtıma’nın
gözbebeği
ve Rasûlullah’ın torununun canına kast eden kişiyi câhil ve kendini bilmez
olarak nitelendirmektedir. Hz. Peygamber’den bile çekinmeden torununu şehit
eden bu kâtilin utanması olmayan, kâfir ve dinsiz
imansız
kimse olduğunu söylemektedir:
Hazret-i
Fâtımanın merdüm-i çeşmânına sen
Nice
dikdin çıkası gözlerini ey nâdân
Cedlerinden
de mi hiç eylemedin havf ü hirâs
Aceb
ey kâfir-i bî-dîn ü hayâ vü îmân[231]
Kul
Yusuf (ö. 1789), Hz. Hüseyin’in şehâdetinin ardından hayatta kalan
kadınların
bitkin ve üstleri perişan vaziyette develere bindirildiklerini ve Cebrail’in Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i bu durumdan haberdâr ettiğini
söylemektedir. Hz. Fâtıma’nın, evlâdının başına gelen bu elim hâdiseyi duyması
ile beraber üzüntüyle yanıp yakılmasından ise endişe duymaktadır. Hz. Fâtıma
hakkında sorduğu husus aslında cevabını bildiği bir sorudur:
Ehl-i
Beyt’in hâli zaîf olunca
Üryân
olub develere binince
Muhammed’e
Hak’dan Cibrîl gelince
Hazret-i
Fâtıma yanar mı bilmem[232]
Fatma Ana/ Fâtıma Ana/ Fâtime Zehrâ Ana
Müslüman
Türk milleti, “Onun hanımları, mü’minlerin anneleridir”[233]
meâlindeki âyetin bir tezâhürü olarak Hz. Peygamber’in hanımlarının yanı
sıra kızı Hz. Fâtıma’ya da büyük bir saygı ve hürmet göstermektedir. Bu
durumdan hareketle Hz. Fâtıma, hem Ehl-i Sünnet mensupları hem de Alevî
Bektaşî
meşrep kimseler tarafından ekseriyetle “Fatma Ana
Fâtıma
Ana” ismiyle anılmaktadır. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in kızı, özellikle de bu
kültürde önemli bir yere sahip olan Hz. Ali’nin hanımı ve Hz. Hasan ile Hz.
Hüseyin’in annesi olmasının yanısıra, cömertliği, yardımseverliği, bereket
kaynağı olması, doğumların rahat gerçekleşmesi maksadıyla kendisine tevessül
edilmesi vb. yönleri ile önemli bir yere sahip olmuş, Alevî
Bektaşî
inancında önemli bir mânevî konum olan analık en fazla Hz. Fâtıma’ya
yakıştırılmıştır[234]. Bu
bağlamda şairler kaleme aldıkları şiirlerde Hz. Fâtıma’yı zikrederken onu
“Fâtıma Ana
Fatma Ana
Fâtime
Zehrâ Ana” şeklinde isimlendirmeyi tercih etmişlerdir. Bunun yanı sıra Fatma
Ana
Fâtıma
Ana vasfının ekseriyetle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgili manzûmelerde
kullanıldığı göze çarpmaktadır.
Yûnus,
ilâhisinde Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in şehâdetleri vesilesiyle Hz. Fâtıma ve
onları seven âşıkların hüznünü dile getirmektedir. Anneleri Fâtıma’nın
merhametini ve onlara olan muhabbetini ifade etmek üzere şairin “Fatma Ana
kuzuları” ibâresini kullanması da dikkat çekicidir:
Şehitlerin
ser-çeşmesi evliyânın bağrı başı Fatma Ana gözü yaşı Hasan ile Hüseyin’dir
Kerbelâ’nın
yazıları şehit oldu gâzileri
Fatma
Ana kuzuları Hasan ile Hüseyin’dir[235]
Müştak
Baba (ö. 1832), kaleme aldığı dörtlükte Hz. Hüseyin’in şehid edildiği Kerbelâ
Vak’ası’nın Muharrem ayında vukû bulduğunu, bu elim hâdise karşısında Fâtıma
Ana’nın oğlu için figân ederek gözyaşı döktüğünü söylemektedir. Şair, gönlüne
hitâben Muharrem ayında meydana gelen bu hâdise dolayısı ile gözlerinden kanlı
yaşlar akıtmasını ve yasa ortak olmasını istemektedir:
Sabâh-ı
haşredek Fâtıma Ana Ciger-köşem deyu başlar figâne
Gözünden
kanlar aksın dâne dâne
Muharremdir
meded ey dil Muharrem[236]
Pir
Sultan Abdal ise Fâtıma Ana’nın Kerbelâ Vak’ası’nın gerçekleşeceğini rüyasında
gördüğünü belirtmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’nın rüyasını Hz. Ali’ye anlattığına
işaret ederek Hz. Ali’nin duydukları karşısında gözyaşlarına boğulduğunu ve
köleleri Kanber’in onun gözyaşlarını silerek tesellî etmeye çalıştığını ifade
etmektedir. Şair, Hz. Hüseyin’i bir altın karşılığında şehit eden kişiyi keşiş
olarak tavsif etmek sûretiyle bu hâdiseyi gerçekleştirenin Müslüman olarak
kabul edilemeyeceğine vurgu yapmaktadır:
Fatma
Ana evvel gördü düşünü
Ali
ağladı Kanber sildi yaşını
Keşîş
bir altuna aldı başını
İmâm
Hüseyinin yasıdır deyu[237]
Dedemoğlu,
Yezîd’in adamlarının Kerbelâ Çölü’nde kana kana su içtikleri halde Hz.
Hüseyin’e bir yudum bile su vermediklerini, Hz. Hüseyin’in zâlimce şehit
edilmesi karşısında Fâtıma Ana ile birlikte gökteki melekler ve yerdeki
insanların dahi gözyaşı döktüklerini ifade etmektedir:
Bir
su vermediler ol âdil hâna
İçtiler
yezitler hem kana kana
Çok
figân eyledi hem Fatma Ana
Gökde
melek yerde insân ağladı[238]
Hüseyin
Nazmi Kâzmî Efendi (ö. 1991), Habîb-i Kibriyâ’nın sevgili kızı Fâtime Zehrâ
Ana’nın tertemiz rûhunun hatırı için Kerbelâ’da şehit olanların arkasından
hüzünlenerek gözyaşı dökmek gerektiğini ifade etmektedir:
Ol
Hâbîb-i Kibriyâ’nın sevgili bir dânesi
Rûh-i
pâk-i Fâtime Zehrâ Ana’nın aşkına
Ağla
âşık ağla durma yan şehidler aşkına[239]
Cenâb-ı Fâtıma
Lügatte
“bir şeyin yakını, çevresi” veya “bir şeyin uzağı” şeklinde zıt mânâlar ifade
eden “cenâb” kelimesi, Türk İslâm kültüründe Allah, Peygamber, bazı din
büyükleri ve pâdişahlar için kullanılan bir saygı ifadesi olup “hazret” ile
aynı mânâyı taşımaktadır[240].
Şiirlerde Hz. Fâtıma için de bu hürmet ifadesinin kullanıldığı görülmektedir.
Hersekli
Arif Hikmet Bey (ö. 1903), kaleme aldığı beyitte Hz. Hüseyin’e seslenmekte ve
babasının Şâh-ı Merdân Hz. Ali, annesinin ise Cenâb-ı Fâtıma olması dolayısı
ile Hz. Hüseyin’in seçilmiş bir evlat olduğunu dile getirmektedir:
Şâh-ı
Merdân vâlidin ümmün Cenâb-ı Fâtıma
Öyle
bir necl-i güzînsin yâ Hüseyn’i-bin-i ‘Ali[241]
Bektaşî
meşrep bir şair olan ve Dîvâriında Ehl-i Beyt sevgisini yoğun bir
şekilde işleyen Mehmed Ali Hilmi Dede Baba (ö. 1907), Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da
şehit edilişine işaret etmekle birlikte, onu kadınların en hayırlısı olan
Cenâb-ı Fâtıma’nın sevgili oğlu ve Hz. Peygamber’in neslinden gelenlerin
efendisi olarak tavsif etmektedir:
Cân-ı
şîrin-i Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâ
Seyyidü’s-sâdât-ı
ekremdir Hüseyn-i Kerbelâ[242]
Şeref
Hanım ise Zülfikâr adlı kılıcın sahibi Hz. Ali ile yüksek mânevî mertebelere
ulaşmış Cenâb-ı Fâtıma’nın evlatları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in suikast
sonucu katledilmelerinin kabul edilemez olduğunu vurgulamakta, buna sebep olan
alçaklara ise gece gündüz lânet ettiğini söylemektedir:
İmâmeyn-i
hümâmeyne olur mu sû-i kasd etmek
Le’îmâna
hediyye la’netim leyl ü nehâr olsun
Peder
mâder o iki şâh-ı âlî-câha el-insâf
Cenâb-ı
Fâtımayla zât-ı sâhib Zülfikâr olsun[243]
Tevfîk
(ö. 1844), Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i Âl-i Abâ’nın en seçkin
mensubu
olarak nitelendirmekte, annesinin ise kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı
Fâtıma olduğunu ifade etmektedir:
Mâderin
olmuş Cenâb-ı Fâtıma hayru’n-nisâ
Zübde-i
Âl-i Abâsın yâ Hüseyn ibn-i Ali[244]
Kadîmî
(ö. 1957), Hz. Peygamber’in torununu boynundan öpmeye kıyamadığı halde, akıldan
yoksun kimselerin Allah’tan korkmadan ona saldırdıklarını söylemektedir. Şair,
Hz. Hüseyin’in şehâdetinde ön planda olan Şemr’in Hz. Hüseyin’in tertemiz
başını bedeninden ayırdığını ve oğlunun başına gelen bu hâdise karşısında
Cenâb-ı Fâtıma’nın son derece üzüldüğünü ifade etmektedir. Kerbelâ’da Hz.
Hüseyin’in şehâdetine sebep olan Şemr’in ellerinin kırılması, başını vücudundan
ayırdığı için Mervan’ın gözlerinin kör olması, tabutlarının yanarak
cesetlerinin iz bırakmayacak şekilde yok olması yönünde bedduâda bulunmaktadır:
Kıyamazken
o nâzik gerdanı bûs etmeye Rasûl
Hudâ’dan
korkmadan saldırdılar hâric-i ez-ukûl
Ayırıp
re’s-i pâkini bedenden ol Şemîr fusûl
Cenâb-ı
Fâtıma oldu bu halden gâyetle melül
Kırılsın
ellerin Şemîr kör olsun gözlerin Mervân
Tutuşsun
âteşin tabut içinde kalmasın nişân[245]
Şiirlerinde
Şiîlik, Hurûfîlik ve Bektaşîliğe meyilli olduğu görülen Eşref Paşa[246], Cenâb-ı
Fâtıma redifli medhiyesinde Hz. Fâtıma’yı din ve imanın ışığı, kalp hazînesinin
mücevheri, iki cihandaki yardımcısı ve kale gibi sağlam sığınağı şeklinde
nitelendirmektedir:
Pertev-i
îmân u dînimdir Cenâb-ı Fâtıma
Cevher-i
kalb-i hazînemdir Cenâb-ı Fâtıma
Gavs-ı
dâreyn-i muînimdir Cenâb-ı Fâtıma
Merca
u hısn-ı hasînimdir Cenâb-ı Fâtıma246 [247]
Fâtıma Bint-i Rasûl
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Hasan’ın medhiyesine dair kaleme aldığı beyitte Hz. Fâtıma’yı
Hz. Peygamber’e nisbetle “Rasûl’ün kızı Fâtıma” mânâsına gelen Fâtıma bint-i
Rasûl şeklinde zikretmiştir. Şair, Hz. Hasan’ı öncelikle Rasûl’ün kızı
Fâtıma’nın gözünün nûru şeklinde tavsif etmiş, ardından parlak bir inci
tanesine benzeterek seçkin bir kimse olduğunu söylemiştir:
Nûr-i
dîde-i Fâtıma bint-i Rasûl
Gevher-i
rahşân Hasan-ı müctebâ[248]
Tüfekçizâde
Salih Baba (ö. 1907), öncelikle Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinin ardından
hilâfet görevini icrâ eden ve çâr-yâr olarak isimlendirilen Hz. Ebû Bekir, Hz.
Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye karşı duyduğu derin sevgisini dile getirmektedir.
Ardından Kerbelâ’da uzun süre susuz bırakılan ve akabinde şehit olan Ehl-i Beyt
mensuplarını Fâtıma bint-i Rasûl’ün gözünün nurları şeklinde tavsif etmektedir:
Sevmişiz
cân u gönülden çâr-yâr-ı serveri
Ol
Ebûbekr ü Ömer Osmân Alî-yi Hayderi
Fâtıma
bint-i Rasûlün dîde-i enverleri
Biz
şehîd-i Kerbelâyız cümle atşân bizdedir[249]
Fâtıma Bint-i Nebî
“Fâtıma
bint-i Rasûl” terkibinin yanında şiirlerde “Fâtıma bint-i Nebî” şekli de
görülmektedir. Âdile Sultan (ö. 1899), Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve muhabbetini
dile getirdiği beyitte onu aşk derdinin çâresi, kimsesizlerin sultanı olarak
nitelendirmekte ve böylece Hz. Fâtıma’nın en önemli özelliklerinden olan
yardımseverlik ve sehâvet yönüne atıfta bulunmaktadır. Fâtıma bint-i Nebî’nin
kadınların en hayırlısı olduğunu söylemek sûretiyle onun diğer kadınlar
nezdindeki kıymeti ve mertebesine vurgu yapmaktadır:
Derd-i
aşkın çâresi bî-keslerin sultânı kim
Fâtıma
bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[250]
Fâtıma Bint-i Muhammed
Molla
Murad, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nikâhının Allah tarafından Beyt-i Ma’mûr’da ve
meleklerin şahitliğinde kıyıldığına yönelik olan ve genelde Şia inancında
karşılık bulan telakkîye yer vermektedir. Buna göre melekler Beyt-i Ma’mur’da
iken Allah’ın “Ali ile Fâtıma bint-i Muhammed’i nikâhladım.” şeklindeki
hitabına mazhar olmuşlar ve bunun üzerine Allah tarafından semada kıyılan bu
nikâha şahitlik etmişlerdir:
Didi
kim Beyt-i ma’mûrda melekler hâsıl oldular
Buyurdı
cümlesin mazharına Rabb-i bî-hemtâ
Nikâh
itdim Ali’yi Fâtıma bint-i Muhammed’e
Olun
şâhid biliniz böyle itdi Rabbimiz kat’â[251]
Bahrî,
ilk olarak Hz. Hüseyin’i Hz. Peygamber’in inci tanesi olarak nitelendirmekte ve
madeninin Fâtıma olduğunu söylemek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın oğlu olduğuna
işaret etmektedir. Yoluna canını bile fedâ kılabileceğini belirterek Hz.
Hüseyin’e olan sevgisini dile getirmektedir. Ardından annesinin “Fâtıma bint-i
Muhammed Mustafâ” olduğunu, kelimelerin kendisinin medhinde yetersiz kalacağını
belirtmektedir:
Dürr-i
pâk-i Mustafâ’sın ma’denin Fâtımâ
Râhına
fedâ-yı cânım yâ Hüseyn-i Kerbelâ
Fâtıma
bint-i Muhammed Mustafâ ümmdür sana zv252
Medhine
âciz zebânım yâ Hüseyn-i Kerbelâ
HZ. FÂTIMÂ’NIN KÜNYELERİ
Hz.
Fâtıma; Hz. Muhammed nezdindeki değeri, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi
olması ve Şiîlerin On İki İmam telakkisine istinaden çeşitli künyelerle
anılmıştır. Bu künyelerin başında “Ümmü Ebîhâ, Ümmü’l-Hasaneyn ve Ümmü’l-eimme”
gelmektedir. Türk-İslâm edebiyatı sahasında telif edilen manzumelerde,
şairlerin Hz. Fâtıma’ya sıkça kullanılan isim ve sıfatlarının yanı sıra sahip
olduğu künyelerle de yer verdikleri görülmektedir.
Ümmü Ebîhâ
Hz. Fâtıma’nın en çok bilinen
künyelerinin başında “Ümmü Ebîhâ” gelmektedir. Sahâbînin ittifakla belirttiğine
göre Hz. Fâtıma, insanlar arasında Hz. Peygamber’e gerek fiziksel gerekse de
mânevî özellikleri bakımından en çok benzeyen kimsedir[252] [253].
Bu sebeple Hz. Fâtıma’ya “babasının annesi” mânâsına gelen “Ümmü Ebîhâ” künyesi
verilmiştir. Kaynaklarda Hz. Fâtıma’ya bu lakabın bizzat babası tarafından
verildiğine dair rivâyetler yer almaktadır[254]. Bununla
birlikte Hz. Peygamber’in, kızını anne sevgisi ile sevmesinden dolayı bu adı
aldığı da belirtilmektedir[255].
Türk-İslâm
edebiyatı sahasında telif edilen dîvânlarda Hz. Fâtıma’ya nisbet edilen birçok
isim, künye, lakap ve sıfat yer almakla birlikte, yapılan dîvân taramaları neticesinde bu künyenin doğrudan veyahut telmîhen yer aldığı
bir manzûme tespit edilememiştir.
Ümmü’l-Hasaneyn
Hz.
Fâtıma’nın en sık kullanılan künyelerinden olan “Ümmü’l-Hasaneyn”, Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden verilmiş olup, “iki Hasan’ın annesi” mânâsına
gelmektedir.
Hâce
Muhammed Lutfî (ö. 1956), dörtlüğünde kadınların en hayırlısı olan Hz.
Fâtımatü’z-Zehrâ’yı Ümmü’l-Hasaneyn lakabı ile zikretmektedir. Bununla birlikte
Hz. Fâtıma’yı “Allah’ın birtakım tecellîlerini kendinde barındıran kişi” mânâsına
gelen “zarf-ı Hudâ” şeklinde vasıflandırmaktadır:
Fâtımatü’z-Zehrâ
hayru’n-nisâdır
Ümmü’l-Hasaneyn
hem zarf-ı Hudâdır
Evlâd-ı
Peygamber Hakk’a fedâdır
Ağlar
gözü gönlü al kan iledir[256]
Süleyman
Nahîfî, Mevlidün-Nebî adlı eserinde yer alan beyitlerde Hz. Peygamber’in
şerefli dört kızının Zeyneb, Gülsüm, Rukiyye ve iki Hasan’ın cömert annesi
Fâtıma olduğunu söylemektedir. Ardından Hz. Peygamber’in kızlarının ruhlarına
selâm yollamakta ve makamlarının Adn cenneti olması için duâ etmektedir:
Sonra
olub çâr-benât-ı kirâm
Oldu
ol duhterlere ferhunde nâm
Zeyneb
ü Gülsüm ü Rukiyye dahî Fâtıma ümmü’l-Hasaneyn-i sahî
Cümlesinin
rûhuna olsun selâm
Eyleyeler
adn-i berîni makâm[257]
Ümmü’l-Eimme
Şia
inancında yer alan On İki İmam, Hz. Peygamber’in soyundan gelmiştir. Buna istinâden
Hz. Fâtıma’ya “İmamların annesi” mânâsına gelen “Ümmü’l-Eimme” künyesi
verilmiştir.
Karamanlı
Aynî (ö. 1490
94),
Hz. Fâtıma’nın “İmamların Annesi” olduğunu ve bu yönü ile de kadınlar arasında
en yüksek konuma ulaşarak kadınların en hayırlısı namını elde ettiğini
söylemektedir. “Mâderem” ifadesi, samimiyetin ve hürmetin ifadesi olarak dikkat
çekmektedir:
Fâtıma
ümmü’l-e’imme oldı hakk
Ya’ni
ol hayrü’n-nisâdur mâderem[258]
HZ. FÂTIMA’NIN LAKAPLARI
Hz.
Fâtıma, sahip olduğu birtakım fizikî mânevî özellikleri ve hadîs-i şeriflerde
kendisi hakkında zikredilen hususiyetlerine istinaden “Zehrâ, Betül,
Hayru’n-nisâ ve Fahru’n-nisâ” lakabları ile de anılmaktadır. Türk-İslâm
edebiyatı şairlerinin kaleme aldıkları manzumeler incelendiğinde bu lakablara
ve bunları ihtivâ eden çeşitli terkiblere sıklıkla yer verdikleri
görülmektedir.
Zehrâ
Hz.
Fâtıma’nın kaynaklarda en sık rastlanılan lakaplarından olan Zehrâ; “parlak,
beyaz ve aydınlık yüzlü kadın” mânâsına gelmektedir[259].
Nitekim Hz. Fâtıma’nın yüzünün son derece parlak, nurlu ve beyaz olduğu husûsu
ile ilgili olarak Hz. Âişe’nin “Ben karanlık gecede Fâtıma’nın yüzünün
aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim.” dediği rivâyet edilmiştir[260]. İslâm
Tarihi ve hadis kaynaklarının yanısıra Türk-İslâm edebiyatına dair eserlerde de
Hz. Fâtıma, yüzünün nurlu oluşu ve ay gibi parlaması yönü ile ele alınmış, Hz.
Fâtıma’nın yüzünün parlaklığı ile ilgili Hz. Âişe’ye atfedilen ifadeye sıkça
yer verilmiştir. Böylelikle Hz. Fâtıma, manzûmelerde bazen yalnız Zehrâ lakabı
ile zikredilmekte, zaman zaman da Fâtımatü’z-Zehrâ, Hazret-i Zehrâ, Cenâb-ı
Zehrâ vb. terkîbler ile göze çarpmaktadır.
Yazıcıoğlu
Mehmed, Muhammediyye’sinde Hz. Fâtıma’yı dünyevî ilgilerden uzak, zühd
ve takvâ ehli, âhiret hayatına yönelmiş bir kadın olarak nitelendirmiş, yüzünün
son derece parlak ve nurlu olmasına istinâden ona Zehrâ lakabının verildiğini
söylemiştir. Şair, bu hususta Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği Fâtıma’nın yüzünün
parlaklığı ile iğneye iplik geçirdiği şeklindeki rivâyete, başka ışık kaynağına
ihtiyaç duymadan iplik eğirebildikleri şeklinde yer vermektedir:
Rivâyet
iderler sahîh dinle ey bahtiyâr
Kim
ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr
Lakab
virdiler ana Zehrâ deyu zîrâ ol
Kim
ay yüzinin nûrına gark olurdu diyâr
Şu
denli idi kim hikâyet eder Âişe
Ki
nûrunda iplik eğirir idik yokdu nâr[261]
İbrahim
İbn Bâlî, Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma’yı zikrettiği beyitlerde her ikisini de eşi
benzeri bulunmaz kadınlar olarak tavsif etmekte, hem dünyada hem de âhirette
insanların efendileri olacaklarını söylemektedir. Bunlardan ilki olan Fâtıma,
Zehrâ lakabı; Âişe ise Hümeyrâ (kırmızıcık) lakabı ile bilinmektedir:
Şol
iki seyyide kim ra’ye-gâne
Dü
hâtun-ı beşerdür dü cihâne
Birisi
Fâtımadır örf-i Zehrâ
İkinci
Âişe dirler Hümeyrâ[262]
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Peygamber’in annesi Hz. Âmine’yi izzet tacı, hanımı Hz.
Hatice’yi İslâm’ın ilk yıllarında Hz. Peygamber’e ve dolayısı ile İslâm’a
yaptığı yardımlar ve fedâkârlıklardan ötürü dinin yardımcısı, kızı Hz.
Fâtıma’yı ise yüzünün nurlu oluşu ve parlaklığına matuf olarak Zehrâ şeklinde
tavsif etmekte, sevgi ve hürmetinin bir göstergesi olarak onlara yüzlerce selâm
göndermektedir. Akabinde Hz. Peygamber’in abasının altına aldığı ve İslâm
Tarihinde “Âl-i Abâ” olarak adlandırılan kimselerin başta Hz. Peygamber olmak
üzere, Murtazâ, Zehrâ ve oğulları Hasan ile Hüseyin olduğunu söylemektedir:
Tâc-ı
izzet Âmine Zehrâ’ya benden sâd selâm
Hazret-i
Kübrâ Hadîce avn-ı dîne sâd selâm
Budur
Âl-i Abâ-yı hamsenin esmâ-yı zî-şânı
Cenâb-ı
Mustafâ vü Murtezâ sıbtayn ile Zehrâ[263]
Karamanlı
Aynî’nin ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber, kendisine bile verilmeyen beş
ihsânın Hz. Ali’ye verildiğini söylemiştir. Bu ihsânlar hanımı Hz. Zehrâ,
bineği Düldül, kılıcı Zülfikar, zehirlenerek şehit edilen Hz. Hasan ile
Kerbelâ’da susuz bırakılan, zulme uğrayan ve neticede şehit olan Hz.
Hüseyin’dir:
Beş
ihsân virdi mahlûkun birine virmedi Allah
Muhammed
virmedi didi bana dahı ol ihsânı
Biri
Zehrâ biri Düldül biri hem Zülfikâr oldı
Biri
Mesmûmıdur anun biri Mazlûm-u atşânı[264]
Hâce
Muhammed Lutfî, beyitlerinde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ Vak’ası neticesinde
hunharca şehit edilmesinden dolayı duyduğu derin hüznü dile getirmekte,
Allah’ın seçkin kulu ve habîbi olan Hz. Peygamber’in torununu severken öptüğü
boynuna hançer vuran talihsiz mel’ûnun hem dünyada hem de âhirette mahcup
olması yönünde bedduâda bulunmaktadır. Hz. Muhammed Mustafa, Haydar-ı Kerrâr ve
Zehrâ’nın Kerbelâ şehitleri için gözyaşı döktüklerini, ancak bu elim hâdise
karşısında Allah’ın takdirine rızâ göstermek ve sabretmekten başka çare
bulunmadığını söylemektedir:
bûsegâh-ı
muhtâr-ı İlâhî gerdene hançer
Çeken
mel’ûn-i bed-ahter dü-âlem şerm-sâr olsun
Döker
kan gözleri Zehrâ berâber Hayder-i Kerrâr
Muhammed
Mustafâ ağlar bugün sabr ihtiyâr olsun[265]
Fahrî-i
Celvetî (ö. 1799), Kerbelâ Çölü’nde boynu kesilerek şehit edilen Hz. Hüseyin
ile yakınlarının çöl şartlarında uzun müddet susuz bırakılmalarına işaret
etmektedir. Buna göre göğün en yüksek katı olan arşta sâkîlik ile vazifeli
melekler, Hz. Hüseyin ile yakınlarının susuz kalmalarından son derece müteessir
olmuş ve üzüntülerinden feryat etmişlerdir. Oğlunun başına gelen elim hâdisenin
verdiği hüzünle Hz. Zehrâ’nın ciğeri yanmış, döktüğü kanlı gözyaşları sel olmuş
ve Hz. Peygamber’in kabrini kırmızıya boyamıştır:
‘Alem
çekdi o şâh-ı Kerbelâ çün deşt-i bî-dâda
Melâik
sâki-i arşda başladı nâlân u feryâda
Rasûlün
ravzasın hûn-âb-ı gamm-ı gark-ı seyl eyledi
Tahammül
kalmadı âh-ı ciğer-sûzıyla Zehrâda[266]
Kemâhî,
Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin için bir mersiye kaleme almış ve Kerbelâ’da
yaşanan elim hâdisenin bu ayda vukû bulduğunu, yaratılmışların en hayırlısı
olan Hz. Peygamber, Murtazâ ve Zehrâ’nın Hz. Hüseyin için bu ayda gözyaşı
döktüklerini söylemiştir. Hz. Hüseyin’in şehit edildiği, Hz. Muhammed, Hz. Ali
ve Hz. Fâtıma’nın ise gözyaşına boğulduğu Muharrem ayında kaleminin mahzun
olduğunu ve neşeli sözler yazamayacağını belirtmiştir:
Hâme-i
bî-hurremem yazma meserretten kelâm
Ağladı
bu ayda Zehrâ Murtazâ Fahrü’l-enâm[267]
Kemâhî
(ö. 1924), Mersiye-i Berây-ı Kerbelâ adlı mersiyesinde kan saçan
kaleminden
Kerbelâ Vak’asını haber vermesini istemektedir. Âl-i Abâ’nın suskunu olarak
tavsif ettiği Hz. Hüseyin’in kendisine yapılan zulüm karşısında çektiği âhın
ateşiyle herşeyin yanıp kavrulmasını, cehennemin de Hüseyin’in çektiği âhın
ateşinden dolayı gözyaşı dökerek sevinmesini istemektedir. Şair, Hz. Hüseyin’in
Kerbelâ’da uğradığı zulümden dolayı şehit olmasının yedi kat gökleri hüzne
boğduğunu ifade etmekte ve bu elîm hâdise sebebiyle Hz. Muhammed,
Aliyyü’l-Murtazâ ve Zehrâ’nın yardıma gelmemeleri karşısında sitem etmektedir:
Hâme-i
hûn-bâr haber vir mâcerâ-yı Kerbelâ
N’oldu
hâl u şânı şöyle hâmuş-ı Âl-i Abâ
Âteş-i
âhıyla ihrâk eylesin Hak mâsivâ
Eşk-i
çeşmiyle sevinsün turmasun nâr-ı lazâ
Dâhil-i
dârü’l-gumûm oldı bütün seb’-i semâ
Nerde
kaldı Mustafâ Zehrâ ‘Aliyyü’l-Murtazâ[268]
Muhammed
Lutfî, Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Peygamber’in torunu ve Hz. Ali’nin oğlu
Hüseyin’in başı kesilerek şehit edilmesini gülün dalından koparılarak yere
düşmesine benzetmekte, bu duruma göklerin bile ağladığını söylemektedir.
Meydana gelen elim hâdise karşısında Hüseyin’in babası Hz. Ali ile annesi Zehrâ
kanlı gözyaşı dökmüşler, bu durumu müşâhede eden Hz. Peygamber de gözyaşlarına
boğulmuştur:
Bugün
hûn-bâr olur elbet gözü Hayder-i Kerrârın
Görür
Zehrâyı hûn-efşân Rasûl-i âli-şân ağlar
Bugün
evlâd-ı Hayder hem dahi ahfâd-ı Peygamber
Döküldü
gül gibi yerler yüzüne âsumân ağlar[269]
Üsküdarî
Osman Şemsî’nin (ö. 1893) Kerbelâ Vak’ası ile ilgili olarak kaleme
aldığı
mersiyesine göre âhirete irtihâl etmiş bulunan peygamberlerin şahı Hz.
Muhammed, Haydar ve Zehrâ’nın, Hüseyin’in başına gelen elim hâdiseye muttali
olduklarını ve Hüseyin’i Cenâb-ı Hakk’ın âhiret yurdundaki nehirlerine davet
ederek ona kırmızı şarap dolu bir kadeh sunduklarını ifade etmektedir:
Olub
meşhûd hem şâh-ı Rusûl u Haydar ü Zehrâ
İmâm-ı
Kerbelâya sundular bir câm-ı pür-sahbâ
Dediler
cânımız soldurmasun gel rûyun istiğnâ
Buyur
enhâr-ı lâ-mekâna ey gül-i ra’nâ
Leb-i
lâ’linle lâyık cûybâr-ı Kerbelâ olmaz[270]
Kutup
Osman Fazlî (ö. 1691), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öncelikle Mekke ve Medine’nin
emirleri olarak vasıflandırmakta, ardından Hz. Ali ve Hz. Zehrâ’nın evlâdı
olduklarını söylemektedir:
Ol
kurretü’l-ayneyn vü emîrü’l-harameyni
Yani
ki o Zehrâ vü Ali’nin veledeyni[271]
Virânî,
Hz. Peygamber’in bûsegâhı olan Hüseyin’in boynunun kılıçla kesildiğini
söylemekte ve bu durumu Zehrâ’nın gül bahçesindeki gonca gülün koparılmasına
benzetmektedir:
Rasûlün
bûse-gâhın tîg-i kahr-ı mâcerâ kıldın
Kopardun
gonce-i nevrestesin gülzâr-ı Zehrânun[272]
Kadîmî,
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi hâdisesinin müsebbibi olan yüzü kara
Yezîd’in mü’minlerin kalplerinde derin bir hüzne sebep olduğunu
vurgulamaktadır. Oğlunun başına gelen bu kanlı hâdisenin, Hz. Zehrâ’nın
ciğerini yaktığını, Hüseyin’in aldığı kılıç darbelerinden dolayı vücûdunun
parça parça olduğunu söylemekte ve Hz. Ali’den oğlunun imdâdına yetişmesini
istemektedir:
Hüseynin
mâtemi yakdı kulûb-ı mü’minânı âh
Edip
âzürde dilleri o dinsiz hem o rû-siyah
Ciğerin
yakdı Zehrânın bu hûn-âlûd cefâ billâh
Vücûdu
çâk çâk oldu yetiş imdâdına ey şâh[273]
Et-Tâmmetü’l-Kübrâ
adlı müseddesinde Şirzâd, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in başı kesilerek şehit
edilmesi hâdisesinden o esnâda vefât etmiş bulunan Hz. Zehrâ’nın haberinin
olması ihtimaline karşı endişe duymaktadır. Bu elim hâdiseye muttalî olması
durumunda ise, Hz. Zehrâ’nın çekeceği âh ile kudsi âlemin ateşler içinde
kalacağını söylemektedir. Zira üzüntüsünden dolayı atacağı nara kâinatı
sarsacak, çektiği âh ise, gökyüzüne ateş saçacaktır:
Eyvâh
eğer bu işden Zehrâ olursa âgâh
Eyler
cihânı-ı kudsî ma’rûz-ı şûle-i âh
Bir
na’ra ile sarsar hep kâinâtı billâh
Mazlûmenin
bu âhı âteş saçar semâya
Düşdü
Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâya
Cibrîl
git haber ver Sultân-ı Enbiyâya[274]
Hz.
Hasan ile Hz. Hüseyin’in sırasıyla zehirlenerek ve Kerbelâ’da şehit edilmesine
işaret eden Şeref Hanım, bu hâdiseye sebep olan kâfirlerin, şehit ettikleri
kişilerin Hz. Peygamber’in mübârek torunları olduklarını hiç hatırlarına
getirmediklerinden yakınmaktadır. Nitekim şair, babaları Allah’ın arslanı Hz.
Ali, anneleri ise Hz. Zehrâ olan Hasan ve Hüseyin’in hunharca şehit edilmeleri
karşısında hayrete düşmekte ve bu durumu büyük bir edepsizlik ve rezillik
olarak nitelendirmektedir:
İki
şehzâdeye kasd eyledi kâfir demedi
Nesl-i
Peygamber ü evlâd-ı muazzamdır bu
Pederi
şîr-i Hudâ mâderi olsun Zehrâ
Ne
cesâret ne fezâhat nasıl âdemdir bu[275]
Haydarî
(ö. 1942), güzellik itibariyle sevgilinin yüzünü ay gibi parlak ve güzel yüzlü
olan Hz. Zehrâ’ya benzetmektedir. Nitekim sevgilinin ay gibi parlayan yüzü,
güneşin etrafı aydınlatması gibi ışıklar saçmaktadır. Beyitte Zehrâ, mâh,
âfitâb, enver ve münevver kelimelerinin tenâsüplü kullanıldığı görülmektedir:
Melâhatda
sıfatı zât-ı Zehrâya müşâbihtir
Münevver
mâh-cemâlin âfitabdır enverin gördüm[276]
Seyyid
Hamza Nigârî (ö. 1886), Hz. Hüseyin’in kâtillerinin nesline seslenmekte ve
onları Hz. Zehrâ’nın ailesinin kâtili olan Şimrân’ın torunları, kendilerini ise
Hz. Hüseyin’in şehâdetinden dolayı hüzünlenen Hz. Mustafa’nın mâtemdarları
olarak nitelendirmektedir:
Siz
kâtil-i Âl-i Zehrâ biz mâtem-dâr-ı Mustafâ
Siz
Şimrânî biz hüznânî siz bir taraf biz bir taraf[277]
Nâilî
(ö. 1666), Dîvânı’nda Hz. Hüseyin ile ilgili olarak Der-Menkabe-i
Kurretü’l-‘Ayn-i
Rasûl-i Müctebâ Şehîd-i Kerbelâ Hazret-i Hüseyin
adlı bölüme yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin ile Hz. Hasan kardeş olup,
Hz. Peygamber’in yanında yetişmişlerdir. Onlar, mübârek imam Hz. Ali ile Hz.
Zehrâ’nın göz nurudurlar:
Hasan
birâderi perverde-i kinâr-ı Rasûl
Fürûğ-ı
nûr-ı dü-çeşm-i Alı imâm-ı saıd
Sipehbud-ı
süedâ nûr-ı dîde-i Zehrâ
Ki
levh-i arşa olunmuş müessiri[278]
Ayıntablı
Mahremî (ö. 1911), Hz. Hüseyin’i Murtazâ’nın göz nûru ve Zehrâ’nın bağının gülü
olarak tavsif etmekte ve boynunun kesilip kan revan içinde kaldığını söyleyerek
Kerbelâ Vak’ası’na işaret etmektedir:
Nûr-ı
ayn-ı Murtazâ hem bâğ-ı Zehrânın gülü
Kana
müstağrak olunca cümle insan ağlasın[279]
Aşkî
Mustafa (ö. 1871
77),
kendisine mânevî ihsânlarda bulunması maksadı ile Allah’a niyâzda bulunmakta,
duâsının kabulü için ise başta Hz. Zehrâ olmak üzere Hz. Ebû Bekir Sıddîk, Hz.
Ömer Fâruk ve bütün mânevî büyüklere tevessül etmektedir:
Beni
bahş eyle Zehrâya dahı Sıddîk u Fârûka
Tevessül eyledüm sâdâta cümle pür-figân yâ
Rab[280]
Fâtımâtü’z-Zehrâ
Leyla
Hanım (ö. 1848), Fâtımatü’z-Zehrâ’nın ayak bastığı yollardaki tozları sürme
gibi gözlerine çekmek istediğini söylemekte ve bu tozların işlediği hata ve
günahlardan dolayı gönlünde hissettiği isyan sızısına devâ olacağını
söylemektedir. Sürmenin gözdeki hastalıklar için bir tedâvî yöntemi oluşu
düşünülecek olursa, şairin isyan hastalığı ile zikretmesi gönül gözünün
hastalıklarına deva olacağı düşüncesini akla getirmektedir:
Renc-i
isyâna devâdır çekeyim kuhl-âsâ
Dîdeme
hâk-i reh-i Fâtımatü’z-Zehrâyı[281]
Nakşibendî
Mehmed Murad, mahşer günü Hz. Ali ile beraber haşrolmak için Cenâb-ı Hakk’a
niyâzda bulunmakta ve âhiret günü kadınların en hayırlısı olan
Fâtımatü’z-Zehrâ’ya komşu olmayı talep etmektedir:
İlâhî
rûz-ı mahşerde Ali ile bizi haşr it
Dahı
hayru’n-nisâ Fâtımatü’z-Zehrâ’ya eyle câr[282]
Molla
Murad, Hz. Peygamber’in gözünün nûru, kadınların en hayırlısı ve tertemiz kızı
olan Fâtımatü’z-Zehrâ’ya tevessül etmekte ve Hz. Peygamber’den kendisine şefâat
etmesini ve günahlarının bağışlanmasını talep etmektedir:
Dahi
ol duhter-i pâkîze hayrü’n-nisâ hakkı
Buyurdun
nâm-ı pâkinde anın Fâtımatü’z-Zehrâ
Bizi
ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallah
Nigâh
u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[283]
Hâce
Muhammed Lutfî, Aliyyü’l-Murtazâ’nın hanımı Fâtımatü’z-Zehrâ’nın başına gelen
her türlü belâya sabırla karşılık verdiğini, rızâ gösterdiğini, buna mukâbil
cennetin en yüksek makamlarından olan Firdevs ile mükâfatlandırılacağım
söylemektedir:
Belâya
sabreden kazaya rızâ
Cennet-i
a’lâdır sabrına cezâ
Fâtımatü’z-Zehrâ
câr-ı Murtazâ
Firdevs ravzasına mülâkat eyler[284]
Fâtımâ
Zehrâ/ Fâtımâ-i Zehrâ
Kemahlı
İbrâhim Hakkı (ö. 1924), ez- Lisân-ı Şâh-ı Şehîdân-ı Kerbelâ adlı
mersiyesinde Hz. Hüseyin’in şehâdetinden hemen önce düşmanlarına söylediği
birtakım sözlere yer vermiştir. Buna göre Hz. Hüseyin yılana benzettiği
düşmanına annesinin Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve kadınların en hayırlısı
Fâtma Zehrâ olduğunu söylemekte ve hal böyle iken kendisini katletmeye cesâret
etmesini şaşkınlık ve sitemle karşılamaktadır:
Mâderimdür
mâr-ı a’dâ kurratü’l-aynu’r-Rasûl
Fâtıma
Zehrâ lakab hayrü’n-nisâ bilmez misiz[285]
Molla
Murad işlemiş olduğu kusurlardan dolayı gönlünün perişan halde ve mahcûbiyet
içerisinde bulunduğunu söylemektedir. Akabinde peygamberlerin şâhı olan Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e seslenerek kendisine merhamet etmesini
niyâz etmekte, niyâzının makbûliyetine vesile olmaları için ise Hz.
Peygamber’in torunları Hasan ve Hüseyin, damadı Haydar-ı Kerrâr lakaplı Ali,
kızı Fâtıma-i Zehrâ, amcaları Hamza ve Abbas ile Câfer-i Tayyâr’a tevessül
etmektedir:
Eyâ
Şâh-ı Rusûl rahm it dil-i âvâre gelmişdir
Murâd
ardında turmuşdur mukarrâr şermle ammâ
Be
câh-ı kurre-i ayn-ı tu-nâm-ân-ı Hasan bâşed
Diğer
kurre kûyen-deş Hüseyn-i Kerbelâ isrâ
Be
hakk-ı Hamza vü Abbâs bi-hakk-ı Cafer-i Tayyâr
Be-hakk-ı
Haydar-ı Kerrâr be-hakk-ı Fâtıma-i Zehrâ[286]
Leyla
Hanım, Hz. Ali’nin kılıcından çekinmeden oğlu Hüseyin’i Kerbelâ’da katleden
kişiye hayıflanmakta, Fâtıma-i Zehrâ’dan utanmadan ve Allah’tan korkmadan böyle
bir katli gerçekleştirmesinden dolayı sitem etmektedir:
İhtirâz
eylemeyüb seyf-i Alîden kat’â
Ne
cesâretle hücûm itdi sefîh-i bed-hâh
Katı
bî-dîn idi havf eylemeyüb Mevlâdan
Hîç âr eylemedi Fâtıma-i Zehrâdan[287]
Fadimetü’z-Zehrâ
Fâtıma
ismi Anadolu halk kültüründe zaman zaman Fadime, Fâtime vb. şekillerde
kullanılmakta ve bu isimlendirme özellikle halk şairlerinin söyleyişlerinde
açıkça görülmektedir. Sevilen ve hoşlanılan kişilere ya da kendisine yapılan
iyilik karşısında memnûniyetin dile getirilmesi maksadıyla Fadime Ana’ya komşu
olması için duâ edilmektedir[288].
20.
yüzyıl halk ozanlarından olan Bayburtlu Hicrânî Baba (ö. 1968), 1940’lı
yıllarda meydana gelen kıtlık günlerinde ziyâret ettiği bir köyde aç susuz vaziyette
iken bir evin kapısını çalar ve yiyecek ister. Evde ikamet eden kadın
kendisinin de çok fakir olduğunu söylerek bu talebi reddeder. Ancak Hicrânî
Baba’nın ısrarı üzerine yemek hazırlar ve Baba’nın karnını doyurur. Ardından
yolda yemesi için bir poğaça verir. Bu durum karşısında son derece memnun olan
Hicrânî Baba, ev sahibi kadının yaptığı ikramlardan ötürü teşekkür mâhiyetinde
yukarıdaki dörtlüğü terennüm eder[289].
Şair, yedirdiği yemeklerden ve yolda yemek üzere verdiği poğaçadan dolayı
öylesine memnun olmuştur ki ev sahibi kadının âhirette Fadimetü’z-Zehrâ’ya
komşu olması için duâda bulunur ve onu âhiret kardeşi olarak kabul ettiğini
ifade eder:
Sen
yedirdin bacı eyledin hacı
Cebime
indirdin yağlı pağacı
Fadimetü’z-Zehrâya
komşu olasın
Ben seni eyledim âhiret bacı[290]
Hazret-i
Fâtımâ Zehrâ
Cemil
Mahmud Bey (ö. 1914), annesinin ölümü karşısında büyük bir hüzne gark olmuş,
üzüntüsünden adeta kan ağlamıştır. Şair, annesinin vefatını harman yerinde
tozun toprağın savrulup gitmesine benzetmektedir. Çektiği derin elemin yanı
sıra annesinin mübârek rûhunun azap görmemesi ve cennet nurlarına mazhar olması
için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Ayrıca annesinin mânevî yaşantı itibari ile
daima Hz. Fâtıma Zehrâ’ya uymaya çalıştığını söylemekte ve ondan annesine şefâatçi
olmasını talep etmektedir. Manzûmede Hz. Fâtıma’nın mü’min hanımlara örnekliği
de dikkat çekmektedir:
Hecr-i
mâder bizi kan ağlatarak gitti meded
Hırmen-i
ömre esip gerd-i ecel gitti meded
Dilerim
Hazret-i Hakk’dan dahı her rûz-ı şa’bân
Ola
firâk-ı azîm ana delîl ü bürhân
Görmeye
rûy-ı azâb ol rûh-ı pâki bir ân
Vermeye
nâr-ı cahîm Hazret-i Rabb-i Mennân
Eylesin
rûhunu Hakk mazhar-ı envâr-ı cinân
Kıl
meded eyle şefî Hazret-i Fâtıma Zehrâ
^291
Oldu
hep sana mutî Hazret-i Fâtıma Zehrâ[291]
Fâtımâtü’z-Zehrâ Bacı
Harâbî
(ö. 1918), yaratılan ilk kadın olan Hz. Havvâ ile Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz.
Hatice ve Fâtımatü’z-Zehrâ’dan Kurân’ı Kerim’de övgüyle bahsedildiğini
söylemektedir. Şair, içerisinde yetiştiği Alevî kültürünün de bir yansıması
olarak mukaddes kabul edilen mezkur kadınlar için Bacı lakabını kullanmıştır :
Vâlidemiz
Havvâ Bacı değil mi?
Hadîcetü’l-Kübrâ
Bacı değil mi?
Fâtımatü’z-Zehrâ
Bacı değil mi?
Kur’an’da bunların var senâları[292] [293]
Fâtımâ
Hatun-ı Zehrâ
Münîrî
(ö. 1521), kaleme aldığı manzum Siyer-i Nebfnin Güftâr-ı Fâtımatü’z- Zehrâ
der-Mersiyye-i Rasûl Aleyhi’s-selâm adlı bölümünde Hz. Fâtıma’yı yüzü ay
gibi parlayan kadın mânâsına gelen hâtun-ı Zehrâ terkîbi ile zikretmekte ve
babasının vefatı neticesinde Hz. Fâtıma’nın duyduğu derin hüzne şöyle işaret
etmektedir:
Bu
kerre Fâtıma hâtun-ı Zehrâ
Diyüp
vâ hasretâ didi dirigâ
Kanı
ol şâhıbâz-ı kâbe kavseyn
Ki merdüm içre yokdur zâtına ayn[294]
Fâtımâ
Zehrâ Güzin
Haydarî’nin
Hz. Fâtıma ile Hz. Hüseyin’in övgüsüne yer verdiği beyitlerde Hz. Peygamber’in
gözünün nUru olan Fâtıma Zehrâ Güzîn, gerek babasının gerekse mü’min kadınların
nezdinde seçkin bir konuma sahip olmasıyla ön plana çıkarılmıştır:
Pâk-dâmendir
Hüseyn bahr-i tayyibât-ı tâhirîn
Kurretü’l-„ayn-u
Nebîdir Fâtıma Zehrâ Güzîn
Birisi
ol Hayderî cem-i nîsâ el-mü’minîn
Birisi
‘amm-i umûmî nesl-i âl-i seyyidîn[295]
Hazret-i Zehrâ
Mevlevî
şairlerden Sâkıb Dede (ö. 1735), Hz. Zehrâ’yı yetimler deryâsının eşsiz inci
tanesi olarak nitelendirmekte, ay gibi parlayan cemâlinin etrafında meleklerin
pervâne olduklarını ifade etmektedir:
Dür-i
yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ
Ki
şem’-i cem’ine etmiş Hudâ pervâne hûrâyı[296]
Ali
Emîrî Efendi, zehrâ kelimesinin parlak anlamı ve inci arasında bağ kurmakta,
Hz. Zehrâ’yı yüzünün nûru sebebiyle Allah’ın kudretinin tecellîsi olarak
yarattığı bir inci tanesine benzetmektedir. Bununla birlikte şair, Hz.
Zehrâ’nın merhametinin tasavvur edilebilenin çok üstünde olduğunu söyleyerek
onun Müslümanlara karşı son derece merhametli ve diğerkâm olmasına vurgu
yapmaktadır:
Dürr-i
sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ
Mâ
fevk-i tasavvurda idi ref’et-i Zehrâ[297]
Nakşibendî
Mehmed Murad, Hz. Peygamber’in çocukları arasında fazîlet bakımından en üst
konumda bulunan kişinin Hz. Zehrâ olduğunu, bütün Ehl-i Beyt mensupları
arasında da en fazla teveccüh gösterdiği ve kıymet verdiği kişinin yine Hz.
Zehrâ olduğunu belirtmektedir[298]:
Rasûlün
efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ
Ki
cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ[299]
Leyla
Hanım, Kerbelâ’da katledilerek kendisine şehitler şâhı lakabı tevdî edilen Hz. Hüseyin’in
annesi Hz. Zehrâ’ya seslenmekte ve onu mahşer günü aciz ve bîçâre düşmüş
kimselerin yardımcısı olarak tavsif etmektedir. Şair, Hz. Hakk’ın her bir
kuluna çeşit çeşit ihsânlarda bulunduğunu, bizlere ise ihsân olarak Hz.
Zehrâ’yı verdiğini söylemektedir:
Ey
mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ
Mahşerde
muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ
Her
bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân
Sensin
bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ [300]
Müseddes
mersiyesinde Şeref Hanım, Hz. Hüseyin’in dedesinin zengin-fakir, pâdişah-köle
herkesin tâbi olduğu Hz. Muhammed, annesinin Hz. Zehrâ, babasının ise Allah’ın
arslanı Hz. Ali olduğunu belirterek, bu denli üstün konuma sahip kimselerin
torunu ve evlâdı olan Hüseyin’e insanların yaptıkları zulme sitem etmektedir.
Bunu yapanları dinsiz ve utanmaz kâfirler olarak tavsif etmek sûretiyle
Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in katledilmesinden duyduğu derin hüznü dile
getirmektedir. Bu elim vak’a karşısında duyulan derin hüznü göstermek kasdı ile
yaka yırtıp, feryâd u figân etmek ve derin bir âh çekerek âlemi yıkmak
gerektiğini ifade etmektedir:
Cedd-i
âlîlerinin bendesi her şâhu gedâ
Mâderi
Hazret-i Zehrâ pederi Şîr-i Hudâ
Nic’olur
öyle zevâta bu cefâ vü bu ezâ
Dâd
elinden senin ey kâfir-i bî-dîn ü hayâ
Yakalar
çâk ederek nâle vü feryâd edelim
Yıkalım
âlemi bir âh ile berbad edelim[301]
Müsemmen
“Mersiye-i Cenâb-ı Şehîd-i Kerbelâ” başlıklı şiirinde Baharzâde Ferîde
Hanım (ö. 1903), Hazret-i Hüseyin’in acıması olmayan bir kâtil tarafından
günlerce susuz bırakıldığını ve akabinde katledildiğini, babası Hz. Ali’nin
mahşer günü oğluna bu kötülüğü yapanlarla hesaplaşacağını belirtmektedir.
Ardından şair, kâtile “eşek” şeklinde hitap ederek mahşer günü Hazret-i Zehrâ
ile karşılaştığında vereceği cevabı sormaktadır:
Leb-teşne
şehîd itdi Hüseyn şâhı o gaddâr
Kor
mı size bu işleri ol Haydar-ı Kerrâr
Gör
sâki-i Kevser sana mahşerde ne eyler
Ya Hazret-i Zehrâya cevâbın nedir ey har[302]
“Kâfir
Yezîd” redifli gazelinde Haydarî, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in boynu kesilerek
şehit edilmesine sebep olan Yezid’e sitem etmekte ve bu zulmü yaparken babası
Haydar-ı Kerrâr’dan neden korkmadığını, mahşer günü Hz. Zehrâ’nın huzûruna
vardığında ne şekilde özür beyân edeceğini sormaktadır:
Hayder-i
Kerrârdan havf etmedin mi ey lâîn
Hançer
urdun şâh gerdânına kâfir Yezîd
Hazret-i
Zehrâ’dan çün özrün nedir rûz-i cezâ
Varır
isen mahşerin dîvânına kâfir Yezîd[303]
Hâce
Muhammed Lutfî, Kerbelâ Vak’ası hakkında kaleme aldığı beyitlerinde feleğe
seslenmekte ve Hz. Peygamber’in torunlarını belâ deryasına saldığını, alçaklar
ordusunun ise bu duruma seyirci kaldığını söylemektedir. Şair, vukû bulan
hâdisenin Hz. Müctebâ, Aliyyü’l-Murtezâ ve Hz. Zehrâ’nın ciğerini yaktığını
ifade etmektedir:
Evlâd-ı
Peygamberi saldın belâ deryasına
Leşker-i
ehl-i şekâ ederdi seyrân ey felek
Mürtezâyı
Müctebâyı Hazret-i Zehrâ’yı hem
Yakdı
âteş-i ciğer eyledi büryân ey felek[304]
Hüseyin
Vassâf (ö. 1929), Kasîde-i İstişfâ’iyye’sinde Allah’ın Habîbi olan Hz.
Peygamber’den başka sığınılacak kapı bulunmadığını söylemektedir. Hz.
Peygamber’in kapısında bir Kıtmîr olduğunu, Hz. Zehrâ’nın hatırı için bu
kapıdan uzaklaştırılmamasını talep etmektedir:
Kapından
başka yokdur mültecâ mahbûb-ı Rahmânım
Dâhil-i
bâb-ı ihsânım inâyet yâ Rasûlallâh
Beni
dûr etme cânânım bi-hakk-ı Hazret-i Zehrâ
Senin
kıtmîr-i bâbındır himâyet yâ Rasûlallâh[305]
Matlau’l-Belâ
Der-Menkabet-i Mihr-i Sipihr-i Kerbelâ adlı
mersiyesinde Keçecizâde İzzet Molla (ö. 1829), Hz. Hüseyin için güneşin yastık,
ayın yatak, arş-ı âzâmın ise oda olduğunu, Hz. Hüseyin’in ebeveyni Hz. Ali ve
Hz. Zehrâ’dan ümid edilen zerre kadar ihsânın bile ay ve güneşten daha değerli
bulunduğunu söylemektedir. Şair bu düşüncesini pekiştirmek maksadıyla, eline ay
ve güneşi para olarak verseler bile Hz. Peygamber’in ihsânına mazhar olmaması
halinde bir kıymet teşkil etmeyeceğini belirtmektedir:
Mihr
bâlin mâh bister arş-ı a’zâm hacle-gâh
Vâlidindir
Hazret-i Zehrâ’ya hem-ser rûz u şeb
Vâlideyninden
ümîd-i zerre-i ihsân eden
Mihr
ü mâhı neylesin ey bedr-i enver rûz u şeb
Mihr
ü mâh nakd olsa dest-i İzzete bir pul mudur
Ceddinin
ihsânına olmazsa mazhar rûz u şeb[306]
Nehcî
(ö. 1680), Hz. Zehrâ’nın göz nûru olan Hasan ve Hüseyin’i, İslâm
pazarını
şereflendiren iki mücevher olarak nitelendirmektedir:
İki
gevherle hem virdi şeref bâzâr-ı İslâma
Hasan biri Hüseyn ol nûr-ı çeşm-i Hazret-i
Zehrâ[307]
Zehrâ-yı
İsmet
Tâhir
Olgun (ö. 1951), Hz. Hüseyin’e niyâzda bulunmakta ve Hz. Ali’nin kölesi Kanber
misâli kapısında bende olmayı talep etmektedir. Bu talebinin kabul olması
maksadıyla Hz. Hüseyin nezdinde yüce kıymetleri bulunan ve peygamberlerin şâhı
olan dedesi Hz. Muhammed, babası Murtazâ-yı kibriyâ, annesi Zehrâ-yı ismet ile
kardeşi Hasan’a tevessül etmektedir:
Cedd-i
kudsî hilkatin şâh-ı risâlet aşkına
Murtazâ-yı
kibriyâ Zehrâ-yı ismet aşkına
Dâder-i
ekrem o sermest-i şehâdet aşkına
Eyle Tâhir bendeni bâbında bir Kanber Hüseyn[308]
Zehrâ
Nebâhat
Hz.
Fâtıma, şairler tarafından bazen “şan ve şeref sahibi kadın” [309] mânâsına
gelen “Nebâhat” sıfatı ile de vasıflandırılmıştır. Nitekim Alevî-Bektaşî tekke
şairlerinden olan Yanbolulu Ali Turâbî Baba (ö. 1868), beyitlerinde Hz. Ali’nin
oğlu Hz. Hüseyin’i velâyet kapısının şahı ve Hz. Peygamber’in gözünün nûru
şeklinde tavsif etmekte, mübârek dedesinin ise iki cihanın sultanı Hz.
Muhammed, annesinin şan ve şeref sahibi Zehrâ olduğunu söylemektedir:
Ey
şeh-i der-i velâyet yâ Hüseyn ibn-i Ali
Kurretü’l-ayn-ı
risâlet yâ Hüseyn ibn-i Ali
Cedd-i
pâkin Hazret-i Sultân-ı kevneyn-i Rasûl
Mâderin Zehrâ Nebâhat yâ Hüseyn ibn-i Ali[310]
Zehrâ-yı
İffetkâr
Mûsâ
Kâzım Paşa (ö. 1948), Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da hunharca şehit
edilmesinden
dolayı duyduğu derin üzüntü karşısında hayıflanmaktadır. Öyle ki, Hz.
Hüseyin’in şehâdeti ile birlikte Zehrâ-yı iffetkâr’ın gözünün nûru sönmüştür:
Söndü
nûr-ı dîde-i Zehrâ-yı iffetkâr hayf
Muntafî
oldu çerâğ-ı sîne-i Kerâar hayf
Bûse-gâh-ı
Ahmed-i Muhtâr olan câ-yı latîf
Oldu yâ Râb arsa-i şemşîr-i âteş-bâr hayf[311]
Zehrâ-yı
Minhâr
“Minhâr”
kelimesi, Arapça olup lügatte “misâfir kabul eden, misâfirperver” mânâlarına
gelmektedir. Haydarî, Hz. Ali’yi kadınların en hayırlısı ve iffetlisi (Betül)
olan, cömertliği ve misâfirperverliği ile tekaddüm etmiş bulunan Zehrâ-yı
minhâr’ın eşi olarak nitelendirmektedir:
Zevc-i
Zehrâ-yı minhâr hayr-i nisvân-ı Betül
Ey çerâğ-ı çârem-i çarh-ı melâhat yâ Ali[312]
Zehrâ-yı
Ekrem
Mûsâ
Kâzım Paşa’nın mersiyesine göre, Hz. Zeyneb, Kerbelâ Çölü’nde ağabeyi Hz. Hüseyin’in
başının kesildiğini görünce dedesi ve annesinin kabirlerinin bulunduğu
Medîne’ye doğru yönelmiş ve başlarına gelen bu musîbetten dolayı şikâyette
bulunmuştur. Ardından Rasûl’ün parçası ve imamların nûru Zehrâ-yı Ekrem’den
kendilerini görüp gözetmesini, nazarını üzerlerinden eksik etmemesini talep
etmiştir:
Fi’l-cümle
arz-ı maksad edüp Fahr-i ‘Âleme
Döndü
o gamla dedi ki Zehrâ-yı ekreme
Yâ
biz’ate’r-Rasûl eyâ Kurrete’l-ümem
Bizden nigâh-ı lütfunu lütfunla kılma kem[313]
Cenâb-ı
Zehrâ
Serbestzâde
Ahmed Hamdî İskilîbî (ö. 1939), Hz. Peygamber’in abâsının altına girmek
sûretiyle Âl-i Abâdan olan ve annesi Cenâb-ı Zehrâ’nın kucağında nazlı bir
şekilde büyütülen Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da katledilerek şehitlik tahtına
oturduğunu söylemektedir:
Oldu
evreng-i şehâdet şeref-i Âl-i Abâ
Nâz-perverde-i
âgûş-ı Cenâb-ı Zehrâ[314]
Cenâb-ı Fâtımâ Zehrâ
Hüseyin
Vassâf, hem dünyada hem de âhirette baş tacı olduğunu ifade etmek sûretiyle,
Cenab-ı Fâtıma Zehrâ’ya duyduğu derin sevgi ve muhabbeti dile getirmekte,
kendisini kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’dan ayırmaması için Allah’a
niyâzda bulunmaktadır:
Cenâb-ı
Fâtıma Zehrâ iki âlemde ser-tâcım
Beni
hayrü’n-nisâdan dûr u mehcûr etme yâ Rabbî[315]
Betül
Hz.
Fâtıma’nın en sık kullanılan lakaplarından birisi Betül’dür. Lügatte kesmek,
koparmak, ayırmak vs. mânâlarını ihtivâ eden “Jû” fiilinden müştak olan “JjSj” kelimesi, “erkeğe şehevi bakımdan
rağbeti olmayan, namuslu, temiz, bakire kadın” mânâlarına gelmektedir. Bununla
birlikte aynı kökten müştak “Juj”
fiili iffetli olmak, namuslu bir yaşam sürmek, insanlardan uzaklaşıp kendisini
Allah’a vermek mânâsında kullanılmaktadır[316].
Bazı kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın Betül şeklinde adlandırılmasının çeşitli
sebeplerinin bulunduğu yer almaktadır. Bunlardan ilki eşi benzerinin
bulunmaması, kendi zamanının kadınlarından fazîlet, din ve asalet bakımından
üstün, dünyadan kopmuş ve tamamiyle Allah’a yönelmiş olmasıdır[317]. Hz.
Fâtıma’ya Betül denilmesinin diğer bir sebebi birtakım özelliklerinin Hz.
Meryem ile benzerlikler taşımasıdır. Nitekim Kur'an'da ve hadislerde en çok
övülen kadınların başında gelen Hz. Meryem[318]
iffet, ismet ve takvâ gibi fazîletleri kendinde toplamış bir şahsiyet olup
fiziksel ve mânevî temizliği, kendisini Allah’a kulluğa adamış olması, iffet ve
namusunu muhafaza etmesi sebebiyle “JjSjİI”
şeklinde isimlendirilmiştir. Hz. Meryem mânevî bakımdan zamanının en üstün
kadını konumundadır[319]. Hz.
Fâtıma da fazîlet, mânevî yaşantı ve ahlâkî özellikleri itibariyle muasırı
kadınlar arasında üstün bir konuma sahip olup takvâ, iffet, ismet ve asaletinin
üstünlüğü bakımından Hz. Meryem’e benzemektedir. Bunların yanısıra özellikle
Şia kaynaklarında yer alan bir rivâyete göre, Hz. Peygamber’e kızına neden
Betül ismini verdiği sorulmuş, Hz. Peygamber diğer kadınlar için beğenilmeyen
bir durum olan hayız ve nifastan münezzeh bulunması, meleklerin bütün
fazîletlerine ve cennet hûrilerinin vasıflarına sahip olması münâsebetiyle
kızına Betül ismini verdiğini ifade etmiştir[320].
Şehrî
(ö. 1660), Harem-i Şerifi ziyâret etmeyi arzulamakta ve bu hususta yaptığı
duâsının kabulü için Allah’a yalvarmaktadır. Duâsının makbûliyeti için Şehper,
Şehîr ve Betûl’ü vesile kılmakta, Cenâb-ı Allah’tan duâsını reddederek zavallı
kulunu mahzun bırakmamasını dilemektedir:
Yâ
Râb duâ-yı hayrumı eyle kabul
Bulsun
Harem-i Şerîfi te’sîre vusûl
Red
itme o dermendânı nev-meydâne
Yâ
Rab be-hakk Şehper ü Şehîr ü Betûl[321]
Manzum
Siyer-i Nebisinde Münirî, Tebük Gazvesi’ne ayrıntılı olarak yer
vermektedir. Buna göre seferden dönüşlerinde ordu ile beraber konakladıkları
bir bölgede Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi yanına çağırarak sevinçli bir şekilde
kendilerinden önce Medîne’ye dönmesini ve kızı Fâtıma ile torunları Hasan ve
Hüseyin’e selâm götürmesini istemiştir. Hem torunlarını hem de sevgili kızı
Betül’ü çok özlediğini ve bir an önce onlara kavuşmak istediğini ifade
etmiştir. “Ezhereyn” ifadesi iki parlak cisim, ay ve güneş” anlamına
gelmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’nın lakabı olan Zehrâ ile aynı kökten müştak
“ezhereyn” vasfını kullanmak sûretiyle, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ay ve güneşe
benzetmiş ve onların yüce konumlarına işaret etmiştir:
Buyurdı
Murtazâya zât-ı a’zâm
Ki
var sen önce şehre şâd u hurrem
Selâm
it Fâtımayla ezhereyne
Ki
müştâkam ol iki nûr-ı „ayne
Bi-aynih
hem ciğer-gûşem Betûle
Hak
inşaallâh irgüre vusûle[322]
Arpaemînizâde
Mustafa Sâmi (ö. 1734), Allah’a niyâz etmekte ve Hz.
Peygamber’in
kızı kadri yüce Betül ile damadı Hz. Ali başta olmak üzere Ehl-i Beyt’in diğer
mensuplarının hatırı için duâlarının makbûliyetini talep etmektedir:
Yâ
Rab be kadr-i ref’-i Betül ü be-Ehl-i Beyt
Yâ
Rab be sıhr-i cây-nişîn-i Muhammedî
Eyle
kabul Sâmî-i zârun niyâzını[323]
Hâşim
Baba, beyitinde Hz. Peygamber’in “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır. Ona
eziyet eden bana eziyet eder.” [324]
şeklindeki hadisine telmihte bulunmaktadır. İlgili hadisten hareketle de Betül
ismiyle zikrettiği Hz. Fâtıma’ya eziyet edenleri Hâricî ve münafık olarak
nitelendirmektedir. Bu iddiasına delil olarak ise seçilmiş mânâsına gelen
“Müctebâ” lakaplı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bu hadisini
göstermektedir:
Hâricîdir
hem münafık bil Betüle cevr iden
Şâhidim
ashâb-ı Kur’an kavl-i pâk Müctebâ[325]
Safâyî
Ali Dede, gözlerden kan akıncaya kadar yaş dökmek gerektiğini, zira Betül’ün
göz nûru olan Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edildiğini söylemektedir:
Eşk-rîz
ol ol kadar kim çeşmin olsun lâle-reng
Kurretü’l-ayn-ı
Betûl oldu şehîd-i Kerbelâ[326]
Cinanî
(ö. 1595), Molla Efendi adında bir kişinin vefât eden zevcesi hakkında mersiye
kaleme almıştır. Beyitten anlaşıldığına göre merhume, Hz. Zehrâ ile aynı adı
taşımakta, bunun da ötesinde ahlaki özellikleri bakımından Hz. Peygamber’in
kızı Betül’e benzemektedir:
Fi’l-mesel
hulk ile mânend-i Betül olmuş idi
Nâm
ile oldı ise n’ola semiyy-i Zehrâ[327]
Vuslatî
Ali Bey (ö. 1688), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i anneleri Betül’ün iki gonca gülü,
Hz. Peygamber’in ise kıymetli incileri olarak tavsif etmekte, Cennet
meclislerini aydınlatan nur olduklarını söylemektedir:
Dü-gül-gonca-i
âl-i bâğ-ı Betül
Dü-dürr-i
girân-kadr-i genç-i Rasûl
Cinân
bezmine oldı pertev-fiken
Celî-nûr-rûy-ı
Hüseyn ü Hasen[328]
Lebîb
(ö. 1768
69),
ilk olarak Hazret-i Hüseyin’i Peygamberler Sultanı’nın kana bulanmış
ciğerpâresi ve cennetin en yüce makamında bulunan bahçenin gülü olarak
nitelendirmektedir. Ardından Betül’ün ailesinden olan bu değerli kimsenin
ciğerinin yanmaması ve parlak renkli kırmızı kadehinin heder olmaması
gerektiğini ifade ederek Hz. Hüseyin’in başının kesilmek sûretiyle
katledilmesine işaret etmekte ve Kerbelâ Vak’ası’ndan duyduğu hüznü dile
getirmektedir:
Hûn-ı
mahkûn-ı ciğer-pâre-i Sultân-ı Rusûl
Gül-i
rûy-ı seped-i bağçe-i huld-i berîn
Kalmaya
seri ciğer-suhte-i âl-i Betûl
Gel
ke’si heder olmaya o la’l-i rengîn[329]
Fasih
Ahmed Dede (ö. 1699), Fâtıma Hanım isimli bir yakınının vefâtı sebebi ile
kaleme aldığı beyitlerde onu iffetli bir gül olarak nitelendirmekte ve dünya
gülistanını terk ettiğini söyleyerek vefatına işaret etmektedir. Şair, Fâtıma
Hanım’ın âhirette mekânının cennet olması maksadıyla, ismini taşıdığı Hz.
Betül’ün hürmetine Allah’a niyâzda bulunmaktadır:
Berâyı
Fâtıma Hanım
Fâtıma
Hanım ol gül-i iffet
Eyledi
terk-i gülistân-ı cihan
Yâ
İlâhi be-hakk-ı rûh-ı Betül
İde
gülşen-serây-ı huld-ı mekân[330]
Kafzade
Faizî (ö. 1622), Hz. Hüseyin’in annesinin Betül, babasının Haydar, dedesinin
Hz. Muhammed olduğunu, kendisinin ise tevhîd sırlarına dair birtakım gizli mânevî
hazînelere vâkıf bulunduğunu belirtmektedir:
Betül-i
mâder ü Haydar peder Muhammed cedd
Emin-i sırr-ı ahad vâkıf-ı künûz-ı rumuz[331]
Hazret-i
Betül
Kâzım
Mûsa Paşa, Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Hüseyin’in mübârek başının kesilmesi
hâdisesini dile getirmektedir. Buna göre, yaptıklarından utanmaz kimseler Hz.
Hüseyin’in dedesi Hz. Muhammed ve annesi Betül tarafından öpüp koklanan boynunu
kılıçla vurmak sûretiyle kesmişlerdir. Şair, annesi Hz. Betül ile babası
Murtazâ’nın oğulları Hüseyin’i başı kesilmiş vaziyette görmeleri durumunda son
derece büyük bir üzüntüye kapılacaklarını vurgulamaktadır:
Tîğ
urdu bûsegâh-ı Betül ü Muhammed’e
Devletlü
başın almağa ol bî-hayâ Hüseyn
Bî-ser
yatur turâb-ı siyâh içre el-meded
Perverde-i
kenâr-ı Habîb-i Hudâ Hüseyn
Al
kan içinde böyle gelip Hazret-i Betül
332
Bu hâl ile göreydi seni Murtazâ Hüseyn
Cenâb-ı
Betül
Selânikli
Meşhurî Ahmed Efendi (ö. 1857), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in
Cenâb-ı
Betül’ün sevgili yavruları, Hz. Peygamber’in kendileri ile gözümün nûru diyerek
iftihar ettiği torunları olduğunu söylemektedir. Şaire göre varlık âlemine
kendilerine bu kadar büyük şeref bahşedilmiş başka kimse gelmemiştir. Bunlardan
ilki Hz. Hasan olup, felek ona denk birisini henüz görmemiştir. Diğeri ise
herkesin saygı, hürmet ve teveccühüne mazhar olan Kerbelâ şehidi Hz.
Hüseyin’dir:
Ya’ni
can-pâre-i Cenâb-ı Betül
Kurre-i
ayn-ı iftihâr-ı Rasûl
İki
sultan ki gelmemiş aslâ
Kevne
onlar gibi şeref-bahşâ
Ol
ikinin biri İmam Hasan
Görmemiş
mislini bu çarh-ı köhen
Biri
de Hazret-i Hüseyin-i şehîd
Cümle âlem onu eder temcîd[332] [333]
Hazret-i
Fahrü’l-Betül
Tâhir
Olgun’un kaleme aldığı manzûmeye göre, Hz. Hüseyin mübârek dedesi Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in omuzuna aldığı abanın altına girmekle müşerref
olmuştur. O, aynı zamanda babası Hz. Ali’nin kucağına ve annesi Hz.
Fahrü’l-Betül’ün çoşan gönlüne aydınlık vermiş, onlar için sevinç kaynağı
olmuştur. Şair, Hz. Hüseyin’in nur gibi aydınlık olan bedenini ziynete
benzetmiştir:
Cedd-i
pâkin nâil olmuşdur rübûb-ı dûşuna
Fer
verirdin vâlid-i zî-şânının âgûşuna
Hazret-i
Fahrü’l-Betûlün sîne-i pür-cûşuna
Cism-i pür-nûrundu el-hak zînet-i zîver
Hüseyn[334]
Betül-i
Zehrâ
Edirneli
Kâmî (ö. 1724), Hz. Hüseyin’den söz ettiği beyitinde Mi’rac hâdisesine telmîhen
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i “Şâh-ı İsrâ” şeklinde tavsif
etmekte, Hz. Hüseyin’in ise Şâh- ı İsrâ’nın ciğerparesi ve Betül-i Zehrâ’nın
inci tanesi olduğunu söylemektedir:
Ol
filze-i kebd-i Şâh-ı İsrâ
Dürr-i
sadef-i Betül-i Zehrâ[335]
Haydarî,
Hz. Hüseyin’in babası olan Hz. Ali’nin evliyânın şâhı olduğunu ifade
etmektedir. Hz. Fâtıma ise beyitte en bilinen lakapları olan Betül Zehrâ
şeklinde zikredilmiş olup kadınların en hayırlısı ve cennet kadınlarının
efendisi olduğu yönündeki hadislere mebni olarak da “seyyidü’l-insa” şeklinde
tavsif edilmiştir. “Seyyidü’l-insâ” terkîbi aslında “seyyidü’n-nisâ” şeklinde
olup vezne uygun hale getirmek için bu şekilde kullanılmıştır:
Hem
Aliyye’l-Murtezâdır şah-velîdir pederin
Seyyidü’l-insâdurur Betül Zehrâdır mâderin[336]
Zehrâ-yı
Betül
Kadîmî
Baba’nın Kerbelâ Vak’ası’na telmihte bulunduğu beyitlerine göre Hz. Hüseyin
susuzluktan bîtab düşmüş hâlde iken Kerbelâ Meydanı’na sancağını dikmiştir.
Ardından kendisini Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin nûru, annesi Zehrâ-yı Betül’ün
inci tanesi ve Kur’ân-ı Kerîm’in ise vârisi olarak nitelendirmiş ve halîfelik
hakkının kendisinde bulunduğunu söylemiştir:
Kerbelâ
meydanına dikdi alem atşan-ber-atşan
Benim
peygamberin hem de Ali’nin nûru bir sultan
Benim
Zehrâ-yı Betül’ün goncesi lü’lü-i mercan
Benim
dedi hilâfet sahibi hem vâris-i Kur’an[337]
Vahyî
(ö. 1718), Âişe isimli bir yakınının Allah’ın İrci’î[338]
emri üzerine
günahlarından
mağfiret olunmuş bir halde âhirete irtihâl ettiğini söylemektedir. Merhume için
Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret dileyen şair, cennette Zehrâ-yı Betûl’e
komşu olmasını talep etmektedir:
Âişe
kadın o mahdûme-i ismet-pîrâ
İrci’î
emri ile eyledi azm-i ukbâ
Nazar-ı
rahmet ü gufrân ile ma’mûre idüp
Hem
civâr eyleye Zehrâ-yı Betûl’e Mevlâ[339]
Abdurrahman
Sâmî Niyâzî Saruhânî (ö. 1934), Hz. Hüseyin’in babasının
evliyânın
önderi Hz. Ali, annesinin ise Zehrâ Betül olduğunu, Allah’ın Habîbi Hz.
Muhammed tarafından da çok sevildiğini ifade etmektedir:
Vâlidin
Şâh-ı velâyet mâderin Zehrâ Betül
Sen
ciğer-pâre-i Mahbûb-ı Hudâ’sın yâ Hüseyn[340]
Aşkî
Mustafa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da katledildiği ay olan Muharrem’in geldiğini
ve bu ayda baş gözünün ötesinde can gözüyle yaş döktüğünü söylemektedir. Bu ay
geldiğinde Ahmed-i Muhtâr ile beraber Zehrâ-yı Betül ve Allah’ın Arslanı Hz.
Ali’nin de gözyaşı döktüğünü belirtmektedir:
Mâh-ı
mâtem geldi dostlar dîde kan ağlar bugün
Sanma
kim çeşm-i hazînim tende cân ağlar bugün
Rûh-i
pâk-i Ahmed-i Muhtar u Zehrâ-yı Betûl
Şîr-i Yezdân Ali ol kahraman ağlar bugün[341]
Hazret-i
Zehrâ Betül
Haydarî,
Hz. Zehrâ Betül’ün Müslümanlar nezdinde son derece kıymetli olduğunu
söylemekte, Hz. Hasan ve Hüseyin’i ise mânevî bakımdan âlemdeki en büyük ve
kıymetli kimseler olarak nitelendirmektedir:
Hazret-i
Zehrâ Betül cânı içre candır
Şah Hasan ile Hüseyin âlemin sultânıdır[342]
Betül-ü
Fâtıma
İshak
bin Hasan Rızâî, Betül-ü Fâtıma’nın cennette kadınların efendisi olmak
sûretiyle âhiret saâdeti ve bahtiyarlığını kazananlar zümresinden olacağını
söylemektedir[343]:
Betül-ü
Fâtıma ehl-i saâdet
Kılur
Cennet nisâsına siyâdet[344]
Hanyalı
Nûrî (ö. 1815), Hazret-i Ali’yi Betül-i Fâtıma’nın zevcesi, evliyânın önderi ve
Peygamberlerin övüncü Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in damadı
olarak nitelendirmektedir:
Sensin
ol zevc-i Betül-i Fâtıma ümmü’l-kitâb
Pişvâ-yı
evliyâ dâmâd-ı Fahru’l-enbiyâ[345]
Betül-i Pâkîze
Haydarî,
Hz. Hatice, Ali ve Fâtıma’ya yer verdiği beyitinde sembolik bir dil kullanarak
sevdiğinin yanağını Hz. Hatice ve Hz. Ali’ye, kaşını ise Betül, Pakize ve Zehrâ
lakapları ile zikrettiği Hz. Fâtıma’ya benzetmiştir:
Arızin
hattı Hatîce hem dahı Kerrârdır
Şol Betül Pâkîze kaşın Zehrâdır sevdiğim[346]
Hayrü’l-Betül
Bir
kadın şair olması hasebiyle Leylâ Hanım, mânevî rehber ve örnek şahsiyet olarak
kabul ettiği Hz. Fâtıma’yı Hayru’l-Betül lakabı ile zikretmekte ve onun
hatırına kusurlarının bağışlanmasını ve yüzünün nûrundan mahrum kalmamayı talep
etmektedir. Şair, Habîbullah’ın kızı Hz. Fâtıma’nın isyan eden kimseler ve
günahkârlar için bir lütuf olduğunu ve kendisinin de günahkâr bir kimse olarak
âhirette Hz. Fâtıma’dan şefâat umduğunu söylemektedir:
Bağışla
cürmümi Hayrü’l-Betül e
Gözümden
nûr-ı veçhin itme mestur
Usâta
âdeti lütf u ‘atâdır
Şeftim bint-i mahbûb-ı Hüdâ’dır[347]
Betül-i
Meryem
Mevlevî
şairlerden olan Sâkıb Dede, Hz. Zehrâ’yı küçük yaşta öksüz, genç yaşta da yetim
kalmasına binâen yetimler deryâsının eşsiz incisi olarak vasıflandırmaktadır.
Şaire göre melekler onun nûru etrafında pervâne olmaktadırlar. Hz. Fâtıma,
fıtrat itibariyle Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’e benzemektedir ki her ikisi de
“Betül” vasfı ile anılmaktadır. O, hikmet çadırının gelinidir. Kays’ın aklı
olsaydı bu denli âşık olduğu Leyla’yı Hz. Meryem’e fıtraten benzemek, hikmet
sahibi olmak gibi üstün meziyetlere sahip bulunan Hz. Betül’e kul, köle
yapardı:
Dürr-i
yektâ-yı deryâ-yı yetimi Hazret-i Zehrâ
Ki
şem’-i cem’ine itmiş Hudâ pervâne hûrâyı
Betûl-i
Meryemî fıtrat arûs-ı hacle-i hikmet
Olaydı aklı Kaysun kul iderdi ana Leylâ’yı[348]
Betül-i
Pâk-i Dâmen
“Pâk-dâmen”
terkîbinin kelime anlamı “eteği temiz” olmakla birlikte mecazen “namuslu,
iffetli, mâsûm” anlamında kullanılmaktadır. “Benzersin” redifli gazelinde Haydarî,
mahbûbunu iffetli olma bakımından Hz. Hüseyin’in hanımlarından olduğu rivâyet
edilen Şehribanu’ya, Hz. Peygamber’in en büyük kızı Zeyneb’e ve yine iffeti ile
tebârüz etmiş olan Betül-i pâk-dâmen lakaplı Hz. Fâtıma’ya benzetmektedir:
Mukaddes
mülk-i ismette müşâbih Şehribânûya
Betül-i pâk-i dâmen Zeyneb ü Zehrâ’ya
benzersin[349]
Betül-i
Mehlikâ
Yesârî,
beyitlerinde Kerbelâ Vak’ası’nda şehit olan Hz. Hüseyin’e duyduğu derin
üzüntüyü dile getirmektedir. Şairin sızlayan yarası dünyevî bir hüznün neticesi
değil, Kerbelâ’da şehit olan Hz. Hüseyin sebebiyledir. Ölenlerin arkasından
ağlamak, feryat etmek her ne kadar İslâmî açıdan hoş karşılanmasa da Hz.
Hüseyin’in vefâtına ağlamak, hadîs-i şerifte de sabit olduğu üzere, câizdir. Bu
hüzün, kalb-i selim olanların kalplerine parlaklık ve güzellik verir. Zira o,
yüzü ay gibi parlak olan Betül’ün evlâdıdır. Hz. Hüseyin’in şehâdete ulaştığı
Muharrem’i mahzun olarak geçirmek mü’minlere sevap kazandırsa da her daim bu
hüznü hissetmek kalbin cilalanmasına vesile olacaktır:
Dem-â-dem
sızlayan yârem değildir dünyevi hülyâ
Tâ
lâhûtiyyete ermiş şehîd-i Kerbelâdandır
Anıp âh eylemek mü’min için câiz
görülmüşdür
Sorarsan aslını yâhu hadîs-i Mustafâdandır
Ana âh eylemek revnak verir kalb-i selîmâna
Ki zîrâ kendisi hem de Betûl-i
mehlikâdandır
Muharrem mâhını mahzun geçirmek pek sevâb
amma
Dem-â-dem ağlamak mü’min
kulübüne cilâdandır[350]
Betül-i
parsâ
Hz.
Fâtıma’nın Betül lakabı, Hafî’nin şiirinde “pârsâ” vasfı ile birlikte
zikredilmiştir. Bu unvan; “dinine çok bağlı, zâhit, âbit, takvâ sahibi kimse”
anlamına gelmektedir. Hâfî’ye göre Hz. Peygamber; Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve
Hüseyin’e işaret ederek onların Ehl-i Beyt olduklarını, onlara olan derin sevgi
ve muhabbetinin bir terennümü olarak da ruhen ve bedenen onları katiyyen terk
etmeyeceğini söylemiş, Ehli Beyt’in günahlarını mağfiret etmesi için Allah’a
niyâzda bulunmuştur. Hz. Peygamber’in bu duâsından sonra, zühd ve takvâsı ile
tebârüz etmiş bulunan kızı Betül-i parsâ yerinden kalkmış, odasına çekilerek
ibadetle meşgul olmuştur:
Bu
cemâ’at Ehl-i Beyt’imdür benim
Bunları
terk eylemez cân u tenim
Bunlarun
kalbini pâk it riciden
Kim
Sana ısmarladum bunları ben
Böyle
didikde Hâbîb-i Kibriyâ
Turdı
yirinden Betül-i parsâ
Hücresine
varuban kıldı namaz
İki
rekât sıdkile itdi niyâz[351]
Betül-i Ezvâc
Haydarî’nin
beyitine göre kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma, aynı zamanda eşlerin en
iffetlisi olup, Ehl-i Beyt’in nûrudur. Hz. Ali ise hakîkat denizinin incisi,
hazînelerin yatağıdır:
Hayrü’n-nisâ
Betül-i ezvâc nûr-ı Ehl-i Beyt
Ey dürr-i bahr-i hakâik gevher-i kân yâ Alî[352]
Fatıma
Zehrâ Betül
“La
ilahe illallah” zikrinin ehemmiyetini vurguladığı müseddesinde Haydarî, bu
cümlenin, Hz. Peygamber’in mübârek sözü ve Hz. Fâtıma’ya ilham edilen kelam
olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in ailesi ve evlâdına kavuşmak
arzusunda bulunan kimse bu sözü çokça tekrar etmelidir. Şair, son olarak
özellikle Alevî kültüründe çokça kullanılan ve Hz. Ali hakkında yazılan
şiirlerde de sıkça yer alan “Lâ fetâ illâ ‘Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr[353]”
ifadesine yer vermiştir:
Bu
kelâmdır nutk-ı pâk-i Hazret-i fahr-i Rusûl
Bu
kelamdır hatt-ı vahy-i Fâtıma Zehrâ Betül
Oku
bu ismi dilersen âl-i evlâda vusul
İşte
râh-ı istikâmet o şeh budur doğru usûl
Lâ
ilâhe illallâhdır güneşden âşikâr
Lâ
fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ zülfikâr[354]
Nesimî,
Hz. Fâtıma’yı Zehrâ ve Betül lakapları ile birlikte zikretmiş, Hz. Hasan ve
Hüseyin’i Hz. Peygamber’in gözünün nûru olarak tavsif etmiştir. Hz. Muhammed ve
Hz. Ali’yi ise Şeber ve Şebir olarak isimlendirilen Hasan ve Hüseyin’in kapısı
olarak adlandırmıştır:
Fâtıma
Zehrâ Betül-i kurratü’l-aynü’r-Rasûl
Bâb-ı
Şeberr ü Şebirsiz yâ Muhammed yâ Alî[355]
Fâtımâ-i Ekmele’l-Betül
İsmâil
Paşazâde Hakkı Beg, terkîb-i bendinde mahşer günü Âl-i Abâ ile birlikte
haşredilmek için Allah’a tazarruda bulunmaktadır. Bu yakarışı sırasında Hz.
Fâtıma’ya tevessül eden şair, onun iffetli kadınların en üstünü ve en
fazîletlisi olduğuna da işaret etmektedir:
Yâ
Râb be zât-ı Fâtıma-i ekmele’l-Betül
Yâ
Râb be sıdk-ı Bahîre-i efdale’n-nisâ
Hakkî-i
zârı Âl-i Abâile haşr kıl355 [356]
Hayru’n-Nisâ
Hz.
Fâtıma zühd ve takvâ üzerine kurduğu hayatı, iffeti, zor durumlardaki sabırlı
ve vakur duruşu, babasına yapılan haksızlıklar karşısındaki cesâreti vb.
husûsiyetleri ile Hz. Peygamber’in övgüsüne sıklıkla mazhar olmuştur. Nitekim
bu hususta rivâyet edilen meşhur bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Kadınların
en fazîletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fâtıma, Muzâhim kızı ve Fir
’avn ’un eşi Asiye ile îmrân kızı Meryem’dir.” [357]
Mevzûbahis hadîs-i şerife istinâden, hadis metninde yer alan ve kadınların en
hayırlısı mânâsına gelen “hayru’n-nisâ” ifadesi Hz. Fâtıma’nın en meşhur
lakaplarından birisi hâline gelmiştir. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri de,
eserlerinde Hz. Fâtıma’ya yer verirken onun kadınların en hayırlısı olması husûsuna
sıklıkla yer vermişler ve Fâtıma ismi ile birlikte hayru’n-nisâ lakabını çokça
kullanmışlardır.
Karamanlı
Aynî, kadınların en iyisi ve en üstününün Hz. Fâtıma olduğunu, bu sebepten
hayru’n-nisâ lakabı ile anıldığını söylemektedir:
Bihteridür
Fâtıma hâtunların
Ol
sebebden dinilür hayru’n-nisâ[358]
Âdile
Sultan, mânevî bakımdan aşk derdine düşmüş kişilerin devâsı, kimsesiz, fakir ve
ihtiyaç sahiplerinin sultanı olarak nitelendirdiği Hz. Peygamber’in kızı
Fâtıma’nın kadınların en hayırlısı olduğunu belirtmektedir. Kendisi de bir
kadın olması hasebiyle, bu durum Hz. Fâtıma’nın mânevî rehberliği ve
örnekliğine bir işaret olarak da değerlendirilebilir:
Derd-i
aşkın çâresi bî-keslerin sultânı kim
Fâtıma
bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[359]
Hz.
Fâtıma’ya olan sevgisini ifade ettiği beyitte Hüseyin Vassâf, onun iki âlemde
baş tacı olduğunu söylemektedir. Ayrıca hem dünyada hem de âhirette kadınların
en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’dan ayrı düşmemek için Allah’a niyâzda
bulunmaktadır:
Cenâb-ı
Fâtıma Zehrâ iki âlemde sertâcım
Beni
hayrü’n-nisâdan dûr u mehcûr etme yâ Rabbî[360]
Nakşibendî
Mehmed Murad, mahşer günü Hz. Ali ile beraber haşr olmak için Cenâb-ı Hakk’a
yalvarmakta ve âhiret günü kadınların en hayırlısı olan Fâtımatü’z- Zehrâ’ya
komuşu olmayı talep etmektedir:
İlâhî
rûz-ı mahşerde ‘Ali ile bizi haşr it
Dahı
hayrü’n-nisâ Fâtımatü’z-Zehrâya eyle câr[361]
Haydarî,
sembolik ifadelere yer verdiği beyitlerde mahbubunun cemâlini “Lâ ilâhe
illallah”a benzetmektedir. Buna göre sevgilinin yüzünde Cenâb-ı Hakk’ın
vahdetine dair sırlar tecellî etmektedir. Dolayısı ile sevgilinin yüzüne bakan
orada lahuti birtakım sırlar müşahade edecektir. Sevgilinin gözleri ise
kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın yüzündeki nur gibi ışıldamaktadır.
Şair, birini fahru’n-nisâ, diğerini ise hayru’n-nisâ şeklinde adlandırdığı
sevgilinin gözlerinin güzelliğini, İmam Rızâ’nın yaratılışındaki güzelliğe
benzetmekte ve buna binâen onlara büyük bir hürmet atfetmektedir:
Lâ
ilâhe illallâhdır cemâlin lâ-mehâl
Neyyir-i
fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır gözlerin
Birisi
fahrü’n-nisâdır birisi hayrü’n-nisâ
İzz
ü iclâl hüsn-i hulk-ı Rızâdır gözlerin[362]
Yusuf
Fâhir Baba’nın beyitlerine göre Cenab-ı Hakk, Betül’e “Ey Habibimin gözünün
nûru! Ey kadınların en hayırlısı Fâtıma!” şeklinde nida etmiş, oğlu Hüseyin’in
Kerbelâ’da başına gelen musîbete tahammül göstermesini istemiştir. Bu durumun
kaderin bir tecellîsi olduğunu, Kerbelâ’da şehit olmasının Hüseyin’in kendi
nezdindeki kıymetini arttıracağını söylemiştir:
Sem’ine
geldi Betülün şöyle bir kudsî nidâ
Ey
Habîbim nûr-ı aynı Fâtıma Hayrü’n-nisâ
Bu
belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ
Bu
şehâdettir sebep bak kadrinin i’lâsına[363]
Sirişk-i
Mâtem adlı eserinde yer alan kasidesinde Sivaslı
Ali Şâdi, Hz. Hüseyin’in bütün yaratılmışlar üzerinde tecellî eden hakîkatlerin
özü olduğunu söylemekte ve onu kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın
evinde geceleri parlayan kıymetli taşa benzetmektedir:
Ey
nükte-i hakâik-i eşbâh-ı mümkinât
Ey
şeb-çerâğ-ı hücre-i Hayru’n-nisâ Hüseyn[364]
Kendisi
de Hz. peygamber’in neslinden olan Bahrî’nin beyitlerine göre gül gibi pembe
yanaklı Hz. Mustafa, aşk sırlarının bülbülüdür. Hz. Murtazâ ise mana
Düldülü’nün binicisidir. Kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın parlayan bir
inci tanesi olmak şair için bir övünç sebebidir. Şair, Âl-i Abânın neslinden
gelmesi dolayısıyla Allah’a şükretmekte, O’ndan gelen her şeye rızâ
gösterdiğini ve böylece Allah’ın birliğini terennüm edenler arasına katıldığını
söylemektedir:
Bülbül-i
esrâr-ı aşkım gülizârım Mustafâ
Düldül-i
mânâ vücûdum şehsüvârım Murtazâ
Dürr-i
Zehrâyım bana fahrim durur hayru’n-nisâ
Dînim
îmânım Hasan ile Hüseyn-i Kerbelâ
Cedd-i
a’lâmdır bihamdillâh benim Âl-i Abâ
Dâhil-i
vahdet-serâ oldum olup mahz-ı rızâ[365]
Ehl-i
Beyt’e olan sevgisi herkesçe bilinen Fuzûlî’nin beyitlerine göre çimenlikteki
erguvanın her bir yaprağı Aliyyü’l-Murtazâ’yı sürekli medheden dil
mesabesindedir. Narin bir çiçek olan ve aynı zamanda Rasûlullah’ın kızı
Fâtıma’nın sembolü durumunda bulunan yasemin ise, ömrünü boşa geçirmemekte ve
ihlaslı bir şekilde özünü kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın ayak bastığı
toprak eylemektedir:
Sahn-ı
çemende erguvan her bergini etmiş zebân
Tekrar
eyler her zaman medh-i ‘Aliyyü’l-Murtazâ
Zâyi
geçirmez yâsemin ömr-i latif ü nâzenîn
İhlâs
ile eyler özin hâk-i reh-i Hayru’n-nisâ[366]
Harâbî,
Hz. Ali ve Oniki İmam’ın övgüsüne dair kaleme aldığı kadisesinde öncelikle Hz.
Peygamber’in bûsegâhı olan Hüseyin’in boynunun kesilmesi karşısında bütün
peygamberler, velîler ile Hz. Hüseyin’in annesi ve kadınların en hayırlısı olan
Hz. Fâtıma’nın duyduğu hüzne işaret etmektedir. Ardından sabâ rüzgârına
seslenerek Kerbelâ Çölü’ne gidip Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’den bir haber
getirmesini istemektedir:
Evliyâ
vü enbiyâ Hayru’n-nisâ’nın hâlini
Eyle
tahkik bûse-gâh-ı Mustafâ’nın hâlini
Eyle
sabâ var Kerbelâ deştinden eyle bir güzer
Ver
bize lutf et Hüseyn ibn-i ‘Ali’den bir haber[367]
Hâce
Muhammed Lutfî, Kerbelâ Vak’ası’nın vukû bulduğu Muharrem ayında olduklarını
belirterek, Hz. Hüseyin’in dedesinin Allah’ın nûru, babasının Allah’ın arslanı
Haydar, annesinin ise kadınların en hayırlısı Zehrâ olduğunu söylemektedir:
Ceddim
benim nûr-i Hüdâ
Hayder
Babam şîr-i Hüdâ
Zehrâ
Anam hayrü’n-nisâ
Hazret-i
Hayru’n-nisâ
Bektaşî-meşrep
bir şair olan Mebnî Baba, kaleme aldığı beyitlerde Hz. Hüseyin’e “Şâhım” şeklinde
seslenmekte ve ona olan muhabbetini ifade etmektedir. Buna göre Hüseyin’in
dedesi Hz. Muhammed Mustafa tertemiz, kusursuz ve günahsızdır. Babası Hz. Ali
seçilmiş, beğenilmiş ve kendisinden râzı olunmuş kimsedir. Annesi Hz. Fâtıma
ise kadınların en hayırlısıdır.
Cedd-i
pâkindir Muhammed Mustafa şâhım Hüseyn
Hem
atandır şâh-ı Aliyyü’l-Murtazâ şâhım Hüseyn
Mâderindir
Hazret-i Hayrü’n-nisâ şâhım Hüseyn[369]
Nev’î
(ö. 1599), Ehl-i Beyt’e olan sevgi ve muhabbetini dile getirdiği terkîb-i
bendde Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak vasıflandırmakta ve Hz.
Hayru’n- nisâ’nın evlâdına dil uzatanların dilsiz kalmaları yönünde bedduâda
bulunmaktadır:
Evlâd-i
pâk-i Hazret-i Hayrü’n-nisâ içün
Her
kim dil uzada göreyin ola bî-zebân[370]
Mehmed
Ali Hilmi Dede Baba, Hz. Hüseyin’i, kendisine muâdil bir yiğit bulunmayan
Aliyyü’l-Murtazâ ile kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın tertemiz, günahsız
çocuğu olarak nitelendirmektedir:
Vâlidindir
lâ fetâ illa ‘Aliyyü’l-Murtazâ
Necl-i
pâk-ı Hazret-ı Hayru n-nisâsın yâ Hüseyn
Mûsâ
Kâzım Paşa, Hz. Hüseyin’i Hayber’in kapısını açan Haydar’ın göz nûru, Hz.
Hayru’n-nisâ’nın ise, bedenine canlılık veren hayat kaynağı olarak
nitelendirmektedir:
Ey
nûr-ı çeşm-i Haydar-ı Hayber-güşâ Hüseyn
Vey
rûh-ı cism-i Hazret-i Hayru n-nisâ Hüseyn
Osman
Şems Efendi, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i şehit eden münafıkların, yaptıkları bu
kötülükten dolayı âhiret günü son derece mahcup bir vaziyette cehennemin en alt
tabakasına gireceklerini, buna mukâbil mü’minlerin cennette Hz. Hüseyin’e
misafir olacaklarını söylemektedir. Bu müjde karşısında ise Hazret-i
Hayru’n-nisâ’nın son derece mutlu olacağı ve Allah’a hamd edeceğini
belirtmektedir:
Ol
münâfıklar olup nîrân-ı esfelde hacîl
Mü’minîn
olsun sana Cennetde mihmân yâ Hüseyn
Ol
râzı Hazret-i Hayru’n-nisâ bu müjdeden
Eyleye hamd-i Hudâ mesrûr
u şâdân yâ Hüseyn[371] [372]
[373]
Hayru’n-nisâu’l-âlemîn
Yusuf
Fâhir Baba kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın, oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da
şehit edilmesinden duyduğu acıdan dolayı mahşer günü Allah’a şikâyette
bulunacağını söylemektedir. Buna göre Hz. Fâtıma, oğlu Hüseyin’in şehit
edildiği esnâda üzerinde bulunan kanlı gömleğini hissettiği derin üzüntünün
delili olarak Allah’a takdim edecektir. Hz. Fâtıma’nın feryâd u figânına şahit
olan melekler de üzüntülerinden gözyaşı dökeceklerdir:
Fâtıma
hayrü’n-nisâü’l-âlemîn tekrar yine
İştikâ
vü ıztırâbın nakledip mâ-ba’dine
Kanlı
başla gömleği Allah’a verdi beyyine
Ağladı hattâ melekler âh u vâveylâsına[374]
Hayr-i
Nisvân-ı Betül
Haydarî,
Hz. Ali’yi kadınların en hayırlısı, iffeti ve yüzünün parlaklığı ile tebârüz
etmiş olan Fâtıma’nın kocası olarak vasıflandırmaktadır:
Zevc-i
Zehrâ-yı minher hayr-i nisvân-ı Betül
Ey çerâğ-ı çârem-i çarh-ı melâhat yâ Ali[375]
Betül
Fâtıma-i Hayru’n-nisâ
Hâşim
Baba, “Kasîde-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî” başlıklı kasidesinde Hz. Fâtıma’nın
Hasan ve Hüseyin’in annesi oluşunu “ümmü sıbteyn” olarak ifade etmekte ve
“tâc-ı eşref’ tabiri ile ona olan saygı ve hürmetini ifade etmektedir. Ardından
Hz. Ali’nin hanımı (zevce-i Haydar) ve kadınların en hayırlısı olduğunu
vurgulamaktadır:
Es-salât
ey ümm-ü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm
Zevce-i Haydar Betûl Fâtıma-i Hayru’n-nisâ[376]
Fâtımâ
Hayru’n-Nisâ
Kadîmî,
dertlerinden kurtulmak niyâzında bulunmakta, duâsının makbûliyeti için ise,
yaratılmışlar arasında en seçkin konumda bulunan Hz. Muhammed, cennette
mü’minlere Kevser suyunu dağıtacak olan Aliyyü’l-Murtazâ[377]
ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır.
Derdimi
ref et Muhammed Mustafa aşkına
Sâkî-i
Kevser Aliyyü’l-Murtazâ aşkına
Duhter-i
pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in
Pâk-i
ismet Fâtıma hayrü’n-nisâ aşkına[378]
Cemâleddin
Uşşâkî’nin (ö. 1751) beyitlerine göre Hz. Hasan ile Hüseyin’in dedeleri
peygamberlerin imamı
önderi
Hz. Mustafa, babaları evliyânın önderi Hz. Ali, anneleri ise kadınların en
hayırlısı Hz. Fâtıma’dır:
Cedd-i
pâki Mustafâdır hem İmâm-ı Enbiyâ
Atası
Şâh-ı Velâyetdür İmâm-ı Evliyâ
Vâlidesi
anlarun Fâtime-i Hayru’n-nisâ
Çağırurlar
yâ Rasûlallâh şefâat el-amân[379] [380]
Ma’rifî
tarikatı şeyhlerinden olan Ferdî Baba, hakîkat yoluna bağlı kimselerin Hz.
Hüseyin için canlarını fedâ edeceklerini söylediği beytinde Hazret-i Hüseyin’i
Fâtıma Hayru’n-nisâ’nın gönlündeki yara şeklinde tavsif ederek Kerbelâ
Hâdisesi’ne işaret etmektedir:
Bende-i
râh-ı hakîkat can fedâ eyler sana
Bağrı
başı Fâtime Hayru n-nisâsın yâ Hüseyn
Sukûtî,
Hz. Peygamber’in ayağının tozuna yüzünü sürerek huzûruna geldiğini söylemekte
ve mânevî bakımdan içinde bulunduğu menfi durumdan kurtulmak için Hz.
Peygamber’den yardım talep etmektedir. Şair, Hz. Peygamber’e seslenerek Fâtıma
Hayru’n-nisâ’nın hatırı için, işlemiş olduğu hata ve günahları görmezden
gelmesini istirham etmektedir:
Hâk-i
pây-i devletine yüz sürüp geldim aman
Sen
meded kıl Fahr-i ‘Alem hâlime gâyet yaman
Fâtıma
Hayru’n-nisâ aşkına ey Zât-i pâk
Zenb-i
isyânıma bakma ey Şehinşâh-ı cihân[381]
Bektaşî
tarikatı mensubu bir şair olan Hafız Baba (ö. 1917), Kerbelâ şehidi Hz.
Hüseyin’i Âl-i Abânın en seçkini ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın oğlu
olarak nitelendirmekte ve kendisine salat ü selâm getirmektedir:
Mâderi
hayru’n-nisâ Fâtıma müctebâ Âl-i Abâ
Es-salâtü vesselâm ey şâh-ı şehîd-i
Hüseyn-i Kerbelâ381 [382]
Zehrâ
Fâtıma Hayru’n-nisâ
Kethüdâzâde
el-Hac Mehmed Ârif Efendi (ö. 1849), Hz. Hüseyin’i Habîb-i Kibriyâ namı ile
mâruf Hz. Peygamber’in gözünün nûru, Şâh-ı Merdân ve Murtazâ lakapları ile meşhur
Hz. Ali ile kadınların en hayırlısı Fâtıma Zehrâ’nın sevgili oğlu ve Âl-i
Abânın en seçkin mensubu olarak nitelendirmektedir:
Kurretü’l-‘ayn-i
Habîb-i Kibriyâsın yâ Hüseyn
Nûr-ı
çeşm-i Şâh-ı Merdân-ı Murtazâsın yâ Hüseyn
Hem
ciğer-pâre-i Zehrâ Fâtıma Hayru’n-nisâ
Ehl-i
Beyt-i Müctebâ Âl-i Abâsın yâ Hüseyn[383]
Celvetiyye
şeyhi ve aynı zamanda bir şair olan Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö. 1752), Mersiyye-i
Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin’in Murtazâ nâmıyla
bilinen Hz. Ali ile kadınların en hayırlısı Fâtıma Zehrâ’nın asil oğulları
olduğunu söylemektedir:
Ya’ni
yâ Necl-i necib-i Murtazâ ibn-i ‘Alî
İbn-i
Zehrâ Fâtıma Hayru’n-nisâdır ol velî[384]
Menbâ-ı Hayru’n-nisâ
Nesîmî,
mâsûm olduğunu söylemek sûretiyle Hz. Fâtıma’yı günahsız, hatadan berî, yani
ismet sıfatına sahip; Hz. Hatice’yi ise hürmet gören, kıymetli ve şerefli kimse
olarak tavsif etmektedir. Öyle ki şair kadınların övünç kaynağının Hz. Hatice,
en hayırlısının ise, Hz. Fâtıma olduğunu söylemektedir:
Fâtıma
ma’sûm oluptur hem Hatîce muhterem
Mâder-i fahrü’n-nisâdır menbâ-ı
hayrü’n-nisâ[385]
Hayrun’nisâ-yı
Ehl-i Beyt
Sâdeddin
Sırrî, insanların övünç kaynağı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
bir parçası ve Ehl-i Beyt’in en hayırlı kadını olan Hz. Fâtıma’nın dünya
hayatında hiç gün yüzü görmediğini, hayatının devamlı sûrette sıkıntı içinde
geçtiğini söyleyerek bu durum karşısında duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir:
Âh
yüz bin âh dünyada bir gün görmedi
Bid’a-i Fahrü’l-beşer Hayru’n-nisâ-yı Ehl-i
Beyt[386]
Hayru’n-nisâ-i
zü’l-kerem
Şeyh
Yusuf Nizâmeddîn Efendi, Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ adlı
mersiyesinde Hz. Hüseyin ile Kerbelâ’da onu öldürmek kasdı ile gelenler
arasında geçen konuşmaya yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin kendisini
öldürmeye gelenlere hitâben, annesinin kerem sahibi ve kadınların en hayırlısı
Hz. Fâtıma, dedesinin ise Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed olduğunu söylemiştir.
Ardından Hz. Peygamber’e iman ettiklerini söyleyip Müslüman olan kimselerin
kendilerini öldürmeye çalışarak O’nun getirmiş olduğu şer’î kanunlara muhâlif
iş yapmaları karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getirmiştir:
Vâlidemdir
Fâtime Hayru’n-nisâ-i zü’l-kerem
Hazret-i
Mahbûb-ı Hak Mahmûd-ı efhamdır dedem
Siz
nasıl Müslümsiniz ki ana var îmânınız
Sonra
da şer -i Nebiye karşu pür-isyansınız
Fahru’n-Nisâ
Fahru’n-nisâ
lakabı kadınların övüncü mânâsına gelmekte olup, Hz. Fâtıma’nın diğer kadınlara
kıyasla sahip olduğu üstün konumunun bir tezâhürü olarak Türk-İslâm edebiyatı
müellifleri tarafından sıklıkla kullanılmaktadır.
Şeyh
Hasan Haydar, Hz. Peygamber’in abasının altına girmekle müşerref olan Hz.
Hüseyin’i vefa bağının goncası, kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’nın ciğerinin
köşesi olarak nitelendirmektedir:
Gonca-ı
bâğ-ı vefâ ciğer-kûşe-i fahrü’n-nisâ
Yâdigâr-ı
Murtezâ Âl-i Abâsın yâ Hüseyn[387] [388]
İsyânî,
Hz. Fâtıma hakkında mâder kelimesini kullanırken, Hz. Hatice için “ümm-i pâk”
terkibini kullanmıştır. Hz. Hüseyin’in anneannesi hakkında şairin “ümm-i pâk”
demesi, Hz. Peygamber’in tertemiz eşleri olan ezvâc-ı tâhirâtın mü’minlerin
annesi (ümmehât-ı mü’minîn) olmasından mülhem olmalıdır:
Ümm-ü
pâkin Hadîce mâderindir Fâtıma
Zâde-i kudsiyye-i fahrü’n-nisâsın yâ Hüseyn[389]
Hazret-i
Fahru’n-nisâ
Kadîmî,
Kerbelâ Vak’ası’na işaret ettiği beyitlerde Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi
üzerine kadınların iftiharı olan Hz. Fâtıma’nın üzüntü ve kederden figân ederek
yakasını yırttığını söylemektedir. Bu elim hâdisenin müsebbibi olarak gördüğü
Yezid’e ise Huda’nın gül bahçesinin servisi olan Hz. Hüseyin’e yaptığı
eziyetlerden ötürü binlerce kez lânet etmektedir:
Nâleden
âh u figândan kopdu tûfân-ı belâ
Eyledi
çâk-ı girîbân Hazret-i Fahrü’n-nisâ
Sâd-hezerân
lânet olsun ol Yezid’in canına
Serv-i
gülzâr-ı Hudâya eylediler çok ezâ[390]
Haydarî,
aşkın ateşinde yanmakta olduğunu söyleyerek Hz. Ali’den yardım talep etmekte,
bu talebinin kabul edilmesi için ise kadınların iftiharı ve en hayırlısı olan
Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:
Hazret-i
Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisânın hakkiyçün
Aşk
oduna yana geldim yâ Ali senden meded[391]
Alevî
geleneğinde sıkça rastlanan Muhammed-Ali ikilemesine[392]
[393] yer
verdiği beyitte Haydarî, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i kâinatın
kendisi ile övündüğü kimse, Hz. Ali’yi ise kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’nın
sevgilisi olarak vasıflandırmaktadır:
Hazret-i
Fahrü’n-nisânın can-nişîni Ehl-i Beyt
Mefhar-ı
fahr-i dünyâsın yâ Muhammed yâ Ali
Haydarî,
Hz. Ali’yi yiğitlerin şâhı, âhirette kevser suyunu ikram edecek kişi ve
mü’minlerin emiri olarak vasıflandırmakta, bununla birlikte kadınların iftiharı
ve en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın sevgilisi olmasına da vurgu yapmaktadır:
Hazret-i
Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâya can-nişîn
Şâh-ı
Merdân sâkî-i kevser emirü’l-mü’minîn[394]
Bektaşî-meşrep
bir şair olan Azbî Mustafa (ö. 1747), Kerbelâ Çölü’nde Hz. Hüseyin ve diğer
yakınlarının kanını Ceyhun Nehri misâli akıtanların büyük bir zulme sebep
olduklarını, böyle bir katliam gerçekleştirerek kadınların övüncü Hz. Fâtıma’yı
hüzne boğdukları için ise ömür sermâyelerini heder ettiklerini ifade
etmektedir:
Ey
keremsiz zulmü sen mazluma kânun eyledin
Kerbelâ
deştinde hûnu misl-i Ceyhûn eyledin
Ömrünün
sermâyesini hâk ile yeksân edüp
Hazret-i
Fahru’n-nisâ’nın bağrını hûn eyledin[395]
Şiirlerinde
Ehl-i Beyt sevgisi yoğun olarak görülen Hacı Ali Ârif Efendi, Kerbelâ
Vak’ası’nın müsebbibi olarak gördüğü Yezid’e yaptığı zulmün karşılığı olarak
âhirette göreceği muameleyi hatırlatmaktadır. Nitekim mahşer günü Hz.
Hüseyin’in mübârek dedesi Hz. Muhammed, velîlerin önderi olan babası Hz. Ali ve
kadınların iftihar kaynağı annesi Hz. Fâtıma, çocuklarına yapılan bu zulüm
karşısında Yezid’e husumet besleyecek ve bu zulmün hesabını soracaktır:
Ne
dersin ey Yezîd ey it yarın yevmü’l-cezâ yok mı
Husûmet
eylemez mi cedd-i pâki Mustafâ yok mı
Şeh-i
sırr-ı velayet ol ‘Aliyüü’l-Murtazâ yok mı
Ana
mâder değil mi Hazret-i Fahrü’n-nisâ yok mı
Bu
kadar âl u evlâda hakâret eyledin bî-hâd
Yevm-i mahşerde aceb fasl-ı kazâ yok mı[396]
Mâden-i
Fahru’n-nisâ
Haydarî,
Hz. Fâtıma’yı yüzünün nurlu ve parlak oluşuna istinâden, ay ve güneşe
benzetmiş, bununla birlikte kadınların övüncü ve en hayırlısı olmasına vurgu
yapmıştır:
Ma’den-i
fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır mihr ü mâh
Hem Ali Zeyne’l-abâdır menbâ-ı feyz-i ilâh[397]
Fariü’n-nisâ
Haydarî,
kaleme aldığı beyitlerde Hz. Hüseyin’in Muharrem ayında Kerbelâ’da şehit
edilmesi hâdisesine yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin şehit edildiği
dedesi Hz. Muhammed Mustafa ile babası Hz. Aliyyü’l-Murtazâ gözyaşına
boğulmuştur. Kadınların övünç kaynağı ve en hayırlısı Hz. Fâtıma ise, bu elim
hâdise karşısında derin bir hüzne boğulmuş ve eline aldığı taşla bağrına
vurarak gözyaşı dökmüştür. Beyitte geçen “fariü’n-nisâ” ifadesi “fahru’n-nisâ”
terkibinin galat hali olmalıdır:
Geldi
ol mâh-ı Muharrem Mustafa ağlar bugün
Âh
idüb cân-ı gönülde Mürtezâ ağlar bugün
Derd
ile fariü’n-nisâ feryâd eder zâr-ı hüzün
Daşıyla bağrın döğer Hayrü’n-nisâ ağlar
bugün[398]
Hazret-i Fahrü’n-nisâ
Haydarî,
Ehl-i Beyt’in ikâmetgâhının kadınların övünç kaynağı ve en hayırlısı Hz.
Fâtıma’nın makamı olduğunu, bu makamın da âlemin geleceğini teşkil ettiğini
söylemektedir. Şair, Fâtıma’nın makamını âlemin geleceği olarak vasıflandırarak
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in neslinin kızı Fâtıma vâsıtası ile
devam edeceğine işaret etmektedir:
İkâmetgâh-ı
Ehl-i Beyt çün istikbâl-i âlemdir
Makâm-ı
Hazret-i Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır bu[399]
Fâtıma Fahrü’n-nisâ
Mevlevî-meşrep
bir şair olan Mislî İsmail Hakkı, ay ve güneşin nûrunu iki cihanın nûru olan
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in yüzündeki nurdan aldıklarını ve onların sırrına Hz.
Hatice ve Hz. Fâtıma’nın vakıf bulunduğunu söylemektedir. Şair, kalp gözü kör
olanların Kaf ve Nûn[400] sırrının
mânâsını çözemeyeceklerini ifade etmektedir:
Nûr-ı
veçhinden senin bir şem’âdır şems ü kamer
Sırrına
mahrem Hadîce Fâtıma Fahrü’n-nisâ
Kalbi
â’mâlar ne bilsin Kâf u Nûn’un sırrını
Dü-cihân nûru Hasan Şâh-ı Hüseyn-i Kerbelâ[401]
Zehrâ
Fâtıma Fahru’n-nisâ
Şeyh
Hasan Haydar manzûmede Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden olan ve Âli Abâ
olarak da isimlendirilen Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e karşı sevgi
besleyenlere seslenmektedir. Buna göre Ehl-i Beyt’i sevenler Kerbelâ’da zulme
uğrayan Hüseyin’in haline üzülerek gözyaşı dökmeli, âh u figân ederek
yakalarını yırtmalıdırlar. Zira kadınların övünç kaynağı olan Hz. Fâtıma
Zehrâ’nın ciğerinin köşesi, sevgili oğlu Hüseyin’in kanı Kerbelâ’da dökülmüş ve
şehit edilmiştir:
Ey
muhibb-i hânedan ü Ehl-i Beyt âl-i aba
Çâk-ı
girîbân edüben kılalım âh u fizâ
Kerbelâ’da
çağrışır mahdûm-ı a’zâm-ı Murtazâ
El-meded
yâ cedd-i pâk Ahmed Muhammed Mustafâ
Neylediler
gör bize yâ ceddî ol bî-dîn Yezîd
Asla
hürmet kılmadılar zâtıma kavm-i pelîd
Kasd
edip hûn-ı Hüseyne eyledi sûsen şehîd
Âh
ciğer-kûşe-i Zehrâ Fâtıma fahrü’n-nisâ[402]
HZ. FÂTIMÂ’NIN SIFATLARI
Hz.
Fâtıma, Türk-İslâm edebiyatında telif edilen manzum eserlerde yer alan isim,
künye ve lakablarının yanı sıra çok sayıda sıfat ile birlikte de
zikredilmiştir. Hz. Fâtıma’nın bu sıfatları almasında Hz. Muhammed ile Hz.
Hatîce’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması,
mânevî yaşantısı, yardımseverliği vb. hususiyetlerinin etkili olduğu
görülmektedir.
Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
Kızı Olması Yönüyle
Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in en küçük çocuğu olup, nesebi onun vâsıtası ile devam
etmiştir. Bununla birlikte Hz. Muhammed ile kızı arasında derin bir sevgi bağı
olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber’in kızına olan sevgisi hadîs-i şeriflerde
de açıkça görülmektedir. “Fâtıma, benim parçamdır. Onu üzen beni üzer[403].”
ve “Hz. Peygamber’in en sevdiği kimseler, erkekler arasında Ali, kadınlar
arasında da Fâtıma’dır[404].”
şeklindeki rivâyetler Hz. Peygamber’in kızına olan sevgi ve muhabbetinin bir
göstergesi niteliğindedir. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri, Hz. Fâtıma’yı Hz.
Peygamber’e olan soybağı yönüyle, özellikle de aralarındaki sevgi bağına
istinâden çeşitli şekillerde vasıflandırmalardır.
Bint-i
Rasûl
Âşık
Hıfzî, müsemmen mersiyesinde Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinde rolü
bulunan Yezid’in bu hâdiseyle beraber büyük bir fitneye sebep olduğunu
söyleyerek ona lânet etmektedir. Şair, Hz. Hüseyin’i Ahmed-i Muhtâr lakaplı Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in göz nûru şeklinde tavsif etmekte,
babasının Hz. Kerrâr, annesinin ise Rasûl’ün kızı Hz. Zehrâ olduğunu
söylemektedir:
Çün
bilirdi nûr-ı çeşm-i Ahmed-i Muhtâr idi
Vâlidi
Âl-i cenâb-ı Hazret-i Kerrâr idi
Mâderi
bint-i Râsûl Hazret-i Zehrâ idi
Dâder-i
pâki Hasan hulku Rızâ Hünkâr idi
Nesli
peygamberliğin kim ayâ inkâr eyledi
Şân-ı
âsı anın günden dahi ızhâr idi
Bir
azîm fitne uyandırdı Yezîd-i bi-hayâ
Söyle
vallâhi sezâdır cânına lânet sezâ[405]
Hüseyin
Vassâf, Şeyh el-Hâc Ali Behçet Efendi’nin hanımı olan ve Miraç gecesinin sabahında
vefât eden Fâtıma Zehrâ Hanım’ın vefâtına dair bir manzûme kaleme almıştır.
Buna göre edebli ve kanaatkâr bir hanım olan Fatma Zehrâ, Nakşibendi tarikatı
mensubudur. Hem Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın soyundan gelmesi hem de onunla
aynı adı taşıması yönüyle Hz. Fâtıma’ya nisbetle anılmıştır. Ayrıca mü’min
hanımlar için örnek insan oluşuna vurgu yapılması da dikkat çekicidir:
Harîm-i
pâk şeyh Behcet Efendi
Fâtıma
Zehrâ Hanım nâm-ı bülendi
Anın
var nisbeti bint-i Rasûle
Kanaat-kâr-ı
edîbe Nakşibendi
Mübârek
leyle-i Mi’râc sabahı
Visâle
erdi atdı kayd u bendi[406]
İlmiye
sınıfına mensup bir şair olan Nâlî Mehmed Efendi (ö. 1675), Tuhfetü’l- Emsâl
adlı eserinde Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın ciğer parelerinin başlarına gelecek
olan musîbetlere râzı olduklarını söylemektedir. Buna göre Kerbelâ’da
katledilen Hz. Hüseyin şehitler bağının goncası olmuş, Hz. Hasan ise zehir
kadehinden yudumlamak sûretiyle şehit edilmiştir:
Hurd
u ciğer-pâre-i bint-i Rasûl
Eylediler
câm-ı kazâyı kabul
Gonce-i
bâğ-ı şühedâ gül-kefen
Sâgar-ı
sem-nûş Hüseyn ü Hasan[407]
Fâtıma bint-i Rasûl
Sukûtî,
Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’yı peygamberlerin en üstününün nuru şeklinde
nitelendirmekte ve mahşer günü mü’min kadınlara şefâat edeceğine işaret ederek
medet ummaktadır:
Fâtıma
bint-i Rasûldür nûr-ı pâk-ı enbiyâ
Mü’menâtdır
şefkatini olmuş revâ senden meded[408]
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Hasan hakkında kaleme aldığı na’tında onu “Rasûl’ün kızı
Fâtıma’nın gönlünün nûru” şeklinde vasıflandırmaktadır:
Nûr-ı
dil-i Fâtıma bint-i Rasûl
Güher-i
rahşân Hasan-ı Müctebâ[409]
Halvetiyye
tarikatı mensubu bir şair olan Aydî (ö. 1865), Hazret-i Peygamber’in “Ali’den
daha üstün bir yiğit yoktur.” meâlindeki hadisinden kısmî iktibas yapmış ve
Hazret-i Ali’nin cömertlerin sultanı olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte
Hazret-i Peygamber’in kızı Fâtıma ile Hazret-i Ali’nin evliliğini de iki
denizin birleşmesine benzetmiştir:
Lâ
fetâ tahtına sultân-ı sehâ Hayder-i Kerrâr
Fâtıma
binti Rasûl ile olursun bahreyn[410]
Bint-i Rasûl Fâtımatü’z-Zehrâ
Cemâleddin
Uşşâkî’nin kaleme aldığı beyitlere göre Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber’in gözünün
nûru ve şehitlerin en üstünüdür. Hz. Hüseyin’in annesi Hz. Rasûl’ün kızı
Fâtımatü’z-Zehrâ’dır:
Kurretü’l-‘ayn-i
Rasûlsün server ü şâh-ı şehîd
İsteyen
ol ders-i ledün ol bahre dalsın yâ Hüseyn
Vâliden
bint-i Rasûl Fâtımatü’z-Zehrâdur
Atan
Şah ‘Ali’den dersini alsın yâ Hüseyn[411]
Bint-i Rasûl-i Müctebâ
Yusuf
Fâhir Baba’nın kaleme aldığı mersiyeye göre Hz. Rasûl-i Müctebâ’nın kızı
Fâtıma, oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden dolayı son derece
hüzünlenmiş, başını döğmüş, saçlarını yolmuş ve kendilerine isâbet eden bu belâ
karşısında kanlı gözyaşları dökmüştür. Hz. Fâtıma’nın, oğlu Hüseyin için bu
denli kederlenmesi ve gönül yakıcı şikâyeti Allah’ın yüce katına kadar
ulaşmıştır:
Baş
döğüp saçlar yolup bint-i Rasûl-i müctebâ
Kanlı
yaşlarla dedi âh mihnetâ vâh mihnetâ
Erdi
bu muhrik şikayet bî-tevakkuf işte tâ
Zât-ı
pâk-i Zü’l-Celâl’in südde-i vâlâsına[412]
Hazret-i Bint-i Rasûl-i Müctebâ
Mersiye-i
Muharremiye adlı mersiyesinde Zihnî (ö.
1891
92),
Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden duyulan derin üzüntüyü dile
getirmektedir. Manzûmede Hz. Hüseyin ilk olarak cennet ehli gençlerin efendisi
ve Allah’ın sevgilisinin torunu, akabinde ise Rasûl-i Mücteba’nın kızının göz
nûru olarak zikredilmiştir:
Seyyidü’ş-şibân-ı
ehlü’l-cenne mahdûmü’l-kerîm
Zât-ı
mahbûb-ı İlâhînin hafiî-i ekremi
Nûr-ı
çeşm-i Hazret-i bint-i Rasûl-i müctebâ
Şâh-ı
iklim-i velâ şîr-i Hudâ’nın hem-demi[413]
Hazret-i Bint-i Rasûl
Âdile
Sultan, Hz. Ali’yi, Nebi gülistanının gülü, kadınların en hayırlısı ve aynı
zamanda Rasûl’ün kızı olan Fâtıma Zehrâ’nın zevci ve Mustafa’nın mübârek
neslinin şâhı olarak tavsif etmiştir:
Hazret-i
bint-i Rasûlün zevcidir
Şehsâr-ı
nesl-i pâk-i Mustafâ
Yani
ol verd-i gülistân-ı Nebî
Fâtımâ
Zehrâ zihî Hayrü’n-nisâ[414]
Bint-i Mahbûb-ı Hudâ
Leyla
Hanım, Hayrü’l-Betül şeklinde zikrettiği Hz. Fâtıma’ya seslenerek suçlarını
bağışlamasını ve yüzünün nûrundan kendini mahrum bırakmamasını talep
etmektedir. Şair, günahkâr kullara lütufta bulunmayı Hz. Fâtıma’nın âdeti
olarak görmekte ve âhirette onun şefâatini ummaktadır:
Bağışla
cürmümi Hayrü’l-Betül
Gözümden
nûr-ı veçhin itme mestur
Usâta
âdeti lütf u ‘atâdır
Şeftim
bint-i mahbûb-ı Hudâdır[415]
Bint-i Rasûl-i Hudâ
Hanyalı
Nûrî, Huda’nın Rasûlü’nün kızı olarak zikrettiği Hz. Fâtıma’yı ümmetin annesi
ve mana kevseri şeklinde tavsif etmektedir. Şair, âhiret saadetine ulaşmış iki
kişinin annesi mânâsına gelen “ümm-i saidân” terkîbi ile de Hz. Fatımâ’nın
Hasan ve Hüseyin’in annesi olmasına işaret etmektedir:
Mâder-i
ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ
Bint-i
Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[416] [417]
Bint-i Fahr-i İns ü Cân
Diyarbakır
Valisi Sarı Abdurrahman Paşa’nın Fâtıma Zehrâ adını verdiği yeni doğan kızı
hakkında bir manzûme kaleme alan Lebîb, inci tanesi gibi bir kız bağışladığı
için cihanın yaratıcısı olan Allah’a yüzlerce kez şükretmektedir. Bununla
birlikte Paşa’nın kızının insanların ve cinlerin övüncü olan Hz. Peygamber’in
kızı ile adaş olduğunu, yaratılış ve karakter itibariyle de ona benzediğini
ifade etmektedir. Beyitlerde Hz. Fâtıma’nın numûne-i imtisâl oluşuna vurgu
vardır:
Sâd
şükür bir dürre-i yektâ-yı hallâk-ı cihân
Kıldı
saht-ı sabt-ı âsaf-ı Cem-dâstân
Duhter-i
sâd-ahter-i hûrâ-reviş Zehrâ-menîş
Hürmet-ârâyiş
semiyy-i bint-i fahr-i ins ü cân
Bint-i Fahr-i Kevneyn
Nebzî,
ilk olarak Hz. Ali’nin Hulefâ-i Râşidîn’in dördüncüsü olduğunu söylemektedir.
Ardından iki cihanın övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in kızı ile evlenerek
O’nun damadı olmakla şereflendiğini de belirtmektedir:
Ali
irişdi dördünci şecâatle tutup dehri
Saâdetle
olupdı ol fütüvvet kişverinde şâh
Bu
dahı oldı dâmâd aldı bint-i Fahr-i kevneyni
Sipihr-i
izz ü rif’atde mukârin oldı mihr ü mâh[418]
Bint-i Mustafa
Şeyh
Hâlid (ö. 1931), Âl-i Abâdan, özellikle de Hz. Mustafa’nın kızı Fâtıma’dan
kendisini kapısından mahrum etmemesini talep etmektedir:
Dahîlek
yâ Âl-i Abâ
Husûsan
bint-i Mustafâ
Kapından
mahrum eyleme
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ[419]
Bint-i Muhammed
Âşık
Dertli, Hz. Ali’yi Hz. Fâtıma’nın zevci ve Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in amcasının oğlu olarak nitelemiştir. Ardından Hz. Peygamber’in sırrına
aşina olduğunu ifade ederek Şia inancında yer alan Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin
Âdem yaratılmadan binlerce sene önce nur olarak birlikte mevcut oldukları
inancına[420] [421] işaret
etmiştir:
Zevc-i
bint-i Muhammed ibn-i amm-i Mustafâ
Tâ
ezelden oldu sırr-ı Nebiye âşinâ 421
Duhter-i Pâkîze
“Pâkize”
kelimesi Farsça kökenli olup temiz, namuslu, lekesiz vb. mânâlarına gelmektedir[422].
Müstakil kadın adı olarak kullanılmasının yanı sıra kadın adlarının yanında
sıfat olarak da kullanılmaktadır. Klâsik Türk şiirinde Hz. Fâtıma’nın ismi,
zâhiri ve bâtınî bakımdan tertemiz ve günahsız oluşuna işaretle bu sıfatla
sıkça yan yana gelmiştir.
Molla
Murad, Hz. Peygamber nezdinde mühim bir yere sahip olan Hz. Fâtıma’ya tevessül
ederek[423] Hz.
Peygamber’den şefâat talep etmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’yı tertemiz, iffetli
kız mânâsına gelen “duhter-i pâkîze” ve en yaygın lakaplarından olan
“hayru’n-nisâ” ile vasıflandırmaktadır:
Dahi
ol duhter-i pâkîze hayrü’n-nisâ hakkı
Buyurdun
nâm-ı pâkinde anın Fâtımatü’z-Zehrâ
Bizi
ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallâh
Nigâh
u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[424]
Molla
Murad, başka bir manzumesinde Hz. Peygamber’in gazadan dönünce kızı Zehrâ’yı
görmeyi arzuladığını ve ilk olarak da tertemiz, pak olan kızını ve torunları
Hasan ile Hüseyin’i ziyâret ettiğini ifade etmektedir[425]:
Gazâdan
avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr
Bûyunundan
olurdı bint-i Zehrâ hazrete ahvâ
Ziyâret
eyler idi duhter-i pâkîzesin levlâ
Hasan
ile Hüseyin’e hem görürdi cedd-i a’lâ[426]
Kadîmî,
dertlerinden kurtulmak kasdıyla Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Niyâzının kabulü
için Hz. Peygamber’in günahlardan arınmış, tertemiz kızı ve kadınların en
hayırlısı Hz. Fâtıma’ya tevessül etmektedir:
Derdimi
ref et Muhammed Mustafanın aşkına
Sâkî-i
Kevser Aliyyü’l-Murtezânın aşkına
Duhter-i
pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in
Pâk-i
ismet Fâtımâ hayrü’n-nisâ aşkına[427]
Duhter-i Mustafa
Der-Menkabet-i
Çâr-Yâr-ı Güzin adlı manzûmesinde Keçecizâde
İzzet Molla, Hz. Ali’yi “Mustafa’nın kızının kocası” olarak zikretmiştir.
Bununla birlikte Murtazâ lakaplı Hz. Ali, Hz. Peygamber’in neslinden gelenlerin
önderi, insanların hidâyetine sebep olan, seçkin ve örnek alınan kimse olarak
tavsif edilmiştir:
Odur
hem-ser-i duhter-i Mustafâ
Odur
âl-i evlâdına pişvâ
Odur
müctebâ vü odur Murtazâ
Odur
mühtedâ vü odur muktedâ[428]
Duhter-i Pâkîze Zehrâ
Rıfâî-Ma’rifî
tarikatı mensubu olan Hasan Rüşdî (ö. 1919), Hz. Hüseyin’e Kerbelâ şehidi
şeklinde seslenirken onu Hz. Peygamber’in tertemiz kızı Zehrâ’nın gülü ve Ehl-i
Beyt’in seçkin mensubu olarak nitelendirmektedir:
Duhter-i
pâkîze Zehrâ’nın gülüsün yâ Hüseyn
Ehl-i
Beyt-i müctebâsın ey şehîd-i Kerbelâ[429]
Duhter-i Pâkize-i Fahrü’l-Enam
Hüseyin
Vassâf, kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı Fâtıma’ya olan sevgisini dile
getirmekte ve onu yaratılmışların övüncü olan Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve
tertemiz kızı olarak vasıflandırmaktadır:
Duhter-i
pâkize-i Fahrü’l-enâmdır nûr-ı „ayn
Ol
Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâdır sevdiğim[430]
Duhter-i Saîde-i Sultân-ı Enbiyâ
Muharrem
Efendi’nin Mersiyesinde yer aldığı üzere Peygamber torunları Kerbelâ’da
uğradıkları zulmü hak etmemişler, şehit edildikleri gün Medîneli Müslümanlar bu
katliamdan dolayı yaşadıkları derin üzüntüyle gözyaşlarına boğulmuşlardır.
Kerbelâ Vak’ası’nda hayatta kalan Hz. Fâtıma’nın sevgili kızı, Hz. Peygamber
ile beraber Hz. Fâtıma’nın da medfun bulunduğu Bakî Kabristanı’na gözyaşları
içerisinde gelmiş, annesine “Ey enbiyalar serverinin mübârek kızı ve evliyâlar
önderinin merhametli hanımı” şeklinde seslenerek başını kaldırmasını ve gelen
Kerbelâ şehitlerine bakmasını istemiştir:
Lâyık
mı hânedânın ide böyle hâr u zâr
Âvâh
ki kopdı gulgûle ol gün Medîne’de
Göz
kalmadı ki olmaya mâtemle eşk-bâr
Andan
Bâki’a vardı ol dürdâne-i Betül
Giryân
u zâr dedi ki yâ buk’atü’r-Rasûl
Ey
duhter-i sa’îde-i Sultân-ı Enbiyâ
Vey
hem-ser-i şefîka-i sâlâr-ı evliyâ
Kaldır
ser-i mübârekini gör ki geldiler
Mihnet-keşân-ı
bâdiye vü kerb-i Kerbelâ[431]
Duhter-i Ağnâ
Molla Murad’ın kaleme aldığı beyitlere
göre Hz. Peygamber, Cenâb-ı Hakk’ın emrine boyun eğerek Hz. Ali ile Fâtıma’yı
nikâhlamıştır. Nikâhın kıyılmasının ardından Hz. Peygamber, kızına “ey en
zengin kızım” şeklinde hitap etmiş ve mehir olarak talebini sormuştur. Hz.
Fâtıma, dünya malında gözü olmadığını söyleyerek, mehir olarak Hakk’a karşı
isyan eden Muhammed ümmetine âhiret günü şefâatçi olmayı talep etmiştir. Hz.
Peygamber, kızının bu isteğini Cebrâil’e iletmiş ve Cebrâil, Allah katından bu
talebin kabul edildiğine dair bir senet getirmiştir. Burada Hz. Fâtıma’nın
zenginliğinden murad, dünya malına tamah etmeyişi, gönlünün zenginliğidir:
Nikâh
itdim dahi ben emr-i Hakka inkıyâd itdim
Hüdânın
emr ü hükmi bilmiş olun böyledir zîrâ
Nikâh
emri tamâm oldı buyurdu server-i ‘âlem
Kızım
mehrin ne olsun söyle gel ey duhter-i ağnâ
Cevâbında
buyurdı Fâtıma ey vâlidî erham
Bilürsin
yok dilimde mâl-ı dünyâ hem ve mâ-fîhâ
Şefâat
muradım ümmetin isyanına Hakdan
Senet
virsün şefa’at itmeğe hem Rabbi’l-a’la
Beyan
itdi Rasûlullah muradın Cibrile hem
Getürdi
bir sened Hakdan muradı üzre pek a’la[432]
Fâtıma-i Mustafa
Keçecizâde
İzzet Molla, “Fâtıma-i Mustafâ” terkîbi ile Hz. Mustafa’nın Fâtıma’sının
gözünün nûru şeklinde tavsif ettiği Hüseyin’e seslenerek kendisine şefaat
etmesini talep etmektedir:
Sun
arz-ı halini ol şehenşâh-ı ekreme
Mebzûldür
gedâlara nakd-i inâyeti
Ey
nûr-i çeşm-i Fâtıma-i Mustafa Hüseyn
Mesrur
kıl nigah-ı şefaatle izzet i
Verd-i Gülistân-ı Nebi
Âdile
Sultan, Hz Fâtıma’yı Nebi gülistanının gülü ve kadınların en hayırlısı olarak
tavsif etmektedir. Nitekim Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in gül bahçesinin daimi
açan tek gülüdür:
Yani
ol verd-i gülistân-ı Nebî
Fâtımâ
Zehrâ zihî Hayrü’n-nisâ[433] [434]
Gonca-i Bâğ-ı Muhammed
Âşık
Kemterî’nin kaleme aldığı beytinde, kendisine lütuf ve ihsânda bulunması için
Allah’a niyâzda bulunurken vesile kıldıklarından birisi de Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bahçesinin goncası ve kadınların en hayırlısı
Fâtıma’dır:
Ey
Hudâ lutf et bize ol Mustafâ’nın aşkına
Sıhr-ı
Peygamber eAliyye’l-Mürtezâ’nın
aşkına
Gonce-i
bâğ-ı Muhammed Fâtıma hayrü’n-nisâ
Dâder-i
Şâh-ı Şehîdân-ı Kerbelânın aşkına[435]
Gonca-i Bâğ-ı Risâlet/ Ciğerkuşe-i Ahmed
Şeyh
Hasan Haydar, Hutbe-i Mersiye-i Imâmeyn adlı mersiyesinde Hz. Fâtıma’yı
selâmlayarak ona olan derin sevgi ve muhabbetini dile getirmektedir. Buna göre
Hz. Fâtıma risâlet bağının goncası, Islâm gülistanının bülbülü ve Hz. Peygamber’in
ciğerinin köşesi, sevgili yavrusudur:
Gonca-i
bâğ-ı risâlet bülbül-i gülzâr-ı dîn
Neyyir-i
evc-i hakîkat pertev-i nûr-i mübîn
Ciğerkûşe-i
Ahmed mazhâr-ı sırr-ı emîn
Es-salâtü
ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ
Es-salâtü
ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[436]
Rasûlün Efdal-i Evlâdı
Molla
Murad’ın beyitlerinde Hz. Peygamber ve Hz. Fâtıma’nın birbirlerine olan
karşılıklı sevgi ve hürmetleri ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Buna göre,
Hz. Fâtıma, babasının en kıymetli çocuğu olup, Hz. Peygamber tarafından diğer
Ehl-i Beyt mensuplarına kıyasla daha çok sevilmiş, üstün tutulmuş ve kendisine
daha fazla teveccüh gösterilmiştir[437]:
Rasûlün
efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ
Ki
cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ[438]
Bint-i Güzîn
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’yı şan ve şeref sahibi Hz. Peygamber’in seçkin kızı
olarak vasıflandırmış, bu akrabâlık bağının da Hz. Fâtıma için çok yüce bir bağ
olduğunu ifade etmiştir. Ardından Hz. Fâtıma’nın, şan ve şeref sahibi babasına
olan sevgisinin çokluğu vurgulanmış ve simasının Hz. Peygamber’e benzediği de
belirtilmiştir:
Peygamber-i
zî-şânın odur bint-i güzîni
Fikr
et ne kadar âlî idi nisbet-i Zehrâ
Peygamber-i
zî-şânı severdi o kadar kim
Dîdârı
idi âyine-i rü’yet-i Zehrâ
Nûr-i
edeb ü zühd ile olmuşdu muhammer
Tâ
rûz-ı ezelden beri mâhiyyet-i Zehrâ[439]
Muhammed Mustafâ’nın Nutfe-i Zî-şânı
Yusuf
Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli
nutfesi, dünya efendilerinin efendisi ve cennetin sultanı olarak
nitelendirmektedir. Şair, nutfe-i zî-şân ifadesi ile Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in Mirac yolculuğu esnâsında Cennette kendisine ikram edilen
meyveden yemesi ve Hz. Hatice ile bir araya gelmesinin ardından Hz. Fâtıma’nın
doğması hâdisesine işaret etmektedir. Ayrıca Hz. Fâtıma ile oğlu Hüseyin’i
kendisinin misâfiri olarak nitelendirmekte ve Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı Hz.
Fâtıma’nın döktüğü gözyaşının cehennem ateşini bile söndüreceğini
söylemektedir:
Sen
Muhammed Mustafâ’nın nutfe-i zî-şânısın
Seyyidü’s-sâdât-ı
âlem Cennetin sultânısın
Sen
ve oğlun işte şimdi zâtımın mihmânısın
Katre-i
çeşmin sebeptir düzâhın itfasına[440]
Zî-neseb
Yusuf
Fâhir Baba, kalem aldığı dörtlükte Kerbelâ Vak’ası ile ilgili olarak Hz.
Peygamber’in kızı olmak sûretiyle şerefli bir nesebe sahip olan Fâtıma Betül’e
Allah’ın seslenişine yer vermektedir. Şaire göre Cenâb-ı Hak, “Ey Betül, ey
Fâtıma, ey seyyide, ey zî-neseb” nidâlarını kullanmıştır. Hz. Hüseyin’in
Kerbelâ’da düştüğü elem verici duruma üzülen ve matem tutan âşıkları
affedeceğini, onlar ile kendisinin arasına kimsenin giremeyeceğini söylemiştir.
Bu olay, Hz. Hüseyin için gözyaşı döken âşıkların Allah’ın mağfiretine
kavuşmaları için vesile olacaktır:
Ey
Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zî-nesep
Ben
Hüseynin aşkına mâtem tutan uşşâkı hep
Afv
ü gufrân etmeye bu vakâyı kıldım sebep
Kimseler
girmez benimle onların arasına[441]
Ciğerkûşe/ Ciğerkûşe-i Muhammed
Pir
Muhyiddîn, Şefâatname’sinde yer alan beyitlerinde Hz. Peygamber’in Hz.
Âişe husûsundaki bir hadisine yer vermektedir. Buna göre Hz. Peygamber
vefâtından sonra din ile ilgili meselelerin Hz. Âişe’ye sorulacağını, akabinde
ise kızı Fâtıma’nın kendisinin bir parçası olduğunu, onu çok sevdiğini[442]
belirtmiştir. Bunun üzerine Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in sevgili yavrusu Fâtıma
dururken din işleri ile ilgili meseleleri cevaplamaktan hayâ edeceğini
söylemiştir:
Âişe
hakkında dimiş Mustafa
Ne
buyurmuş işit ol kân-ı safâ
Gün
gele siz beni görmeyesiz
Din
hükmini Ayişeden sorasız
Fâtıma
didi bir cüzümdürür
Dâima
gönlüm açan kızımdurur
Ol
dem Ayişe dir yâ Rasûl
Evvel
beni söyletme pür-usûl
Fâtımadan
hicablar gelür bana
Utanıram
söyleyimezem sana
Yâ
Rasûl ben söylemezem erken
Ciğer-kûşen
Fâtıma durur iken[443]
Şeyh
Hasan Haydar, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in can
parçası, ciğerinin köşesi, sevgili yavrusu ve yüzü ay gibi parlayan anne olarak
nitelendirmektedir:
Ciğerkûşe-i
Muhammed Fâtıma mâder-i Zehrâ
Hazret-i Hatîcetü’l-Kübrâ el-fahrü’n-nisâ[444]
Muhammed’in Bergüzârı
“Bergüzâr”
kelimesi Farsça bir isim olup “hediye, yadigâr, hatıra” mânâlarına gelmektedir[445]. Bu
kelime ekseriyetle müstakil kadın ismi olarak kullanılmakla beraber adların
yanında sıfat olarak da gelmektedir. Şairler, manzûmelerinde Hz. Fâtıma’yı
zaman zaman “Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bergüzârı” şeklinde
tavsif ederek nebevî neslin devamını sağlamasına işaret etmişlerdir.
Pir
Sultan Abdal, Hz. Fâtıma’yı Alevî-Bektaşî kültüründe sıkça kullanılan Fatma Ana
şeklinde zikretmekte ve Hz. Ali’nin hanımı olduğunu söylemektedir. Ayrıca Hz.
Ali’nin, Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in yadigârı
olarak gördüğünü ve haksızlıklara karşı koruduğunu ifade etmektedir:
Fatma
Ana Şah Ali’nin gelini
Mîrâca
inerken öptü elini
Haksızlara
koklatmazdı gülünü
Muhammed’in
bergüzârı bu deyü[446]
Baz’a-i fahr-i Rusûl
Eşref
Paşa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden duyduğu derin üzüntüyü dile
getirdiği mersiyesinde Muharrem ayının matem ayı olduğunu, bu ayda Yezid kavmi
tarafından kanı dökülen Hüseyin ve zulme uğrayan akrabâları için ah u zar etmek
gerektiğini söylemektedir. Manzûmede Hz. Fâtıma, Hüseyin’in şan ve şeref sahibi
annesi ve Peygamberlerin övünç kaynağı olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in parçası olarak nitelendirilmiştir:
Baz’â-i
fahr-i Rasül vâlide-i mâcidesi
Kurbet-i
şâh-ı risâletle mükerremdir bu[447]
Baz’a-i Ahmed
Lebib,
Mersiye-i Kurretü’l-Ayni’n-Nebi vü Nûr-ı Çeşmân-ı Zehrâ ve 'Ali Radiyallâhu
Anhu adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin’in dedesinin Peygamber, babasının Ali,
annesinin ise Ahmed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in parçası Fâtıma olduğundan
mı bu kadar zulme maruz kaldığını sorgulamakta, seçkin bir mücevher olarak
nitelendirdiği Hüseyin’in bu zulmü hak etmediğini söylemektedir:
Suç
mudur anın yohsa ceddi Peygamber idiği
Ya
Ali-zâdelik ol şaha kabahat mi hemân
Mâderi
baz’â-i Ahmed idiginden mi aceb
Bu
kadar zulme sezâ gördüler ehl-i tuğyân
Âh
layık mı idi öyle güzîde gevher
Hâk
u hûnun arasında düşüp olsun galtân[448]
Bid’a-tü’r-Rasûl
Mekâlid-i
Aşk
adlı eserinde Kâzım Paşa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişi ve
akrabâlarının uğradığı zulmü dramatik bir şekilde ele almıştır. Buna göre Hz.
Ali ve Fâtıma’nın büyük kızları olan ve hâdise esnâsında orada bulunan Zeyneb,
Hz. Hüseyin’i yerde yatar vaziyette görmüş ve Medîne istikâmetine doğru dönerek
Rasûl’ün parçası olan annesi Fâtıma’ya içinde bulundukları elim durumdan dolayı
şikâyette bulunmuştur:
Mazlumlukla
haşre dek ibkâ-yı nâm eden
Bu
husrev-i lebîb Hüseynin değil midir?
Döndü
o hâl ile yine ser-i Murtazâ
Kıldı
Cenâb-ı Fâtıma’ya arz-ı iştikâ
Yâ
bid’atü’r-Rasûl bak ehl-i recâya bak
Bîgâneler
elinde esir âşinâya bak[449]
Kurretü’l-Ayn
Molla
Murad, Hz. Peygamber’den gözünün nûru (kurretü’l-'ayn) olarak nitelendirdiği
Hz. Fâtıma’nın hatırı için şefâat talep etmektedir:
Bizi
ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallâh
Nigâh
u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[450]
Kurratü’l-Aynu’r-Rasûl
Kemahlı
İbrahim Hakkı, Hz. Hüseyin ile Kerbelâ’da onu öldürmeye kast edenler arasında
geçen bir konuşmaya yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin düşmanlarına hitâben
annesinin Hz. Peygamber’in göz nûru ve kadınların en hayırlısı Fâtıma olduğunu,
kendisine de Fâtıma Zehrâ denildiğini söylemiş, hal böyleyken kendisini
katletmeye kalkanlara sitem etmiştir:
Mâderimdir
mâr-ı a’dâ kurratü’l-aynu’r-Rasûl
Fatma
Zehrâ lakab hayrü’n-nisâ bilmez misin[451]
Kurretü’l-„Ayn-u Nebî
Haydarî’nin
Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin’in övgüsüne yer verdiği manzûmeye göre Hz.
Hüseyin bütün güzellikleri kendinde toplamış bir denizdir. Bununla birlikte son
derece iffetli bir kişiliğe sahiptir. Fâtıma Zehrâ Güzîn, Hz. Peygamber’in
gözünün nûru olup bütün mü’min kadınlar arasında seçkin bir konumda
bulunmaktadır:
Pâk-i
dâmendir Hüseyn bahr-i tayyibât-ı tâhirîn
Kurretü’l-'ayn-u
Nebîdir Fâtime Zehrâ Güzîn
Birisi
ol Hayderî cem-i nisâ el-mü’minîn
Birisi
amm-i umûmî nesl-i âl-i seyyidîn[452]
Nûr-ı „Ayn
Yusuf
Fâhir Baha’nın Kerbelâ Vak’ası hakkında kaleme aldığı dörtlükte Cenâb-ı Hakk’ın
Hz. Fâtıma’ya hitabına yer vermektedir. Buna göre Allah, Hz. Fâtıma’ya “Ey
Habibimin gözünün nûru, ey kadınların en hayırlısı” şeklinde seslenmiş ve
Kerbelâ’da oğlunun başına gelen musîbet karşısında sabırlı olmasını, ilâhi
takdirin bu yönde cereyan ettiğini, zira Hz. Hüseyin’in şehit olması ile yüce
mertebelere nail olacağını söylemiştir:
Sem’ine
geldi Betülün şöyle bir kudsî nidâ
Ey
Habibim nûr-ı aynı Fâtıma hayrü’n-nisâ
Bu
belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ
Bu
şehâdettir sebep bak kadrinin i’lâsına[453]
Zübde-i Âl-i Muhammed
Seyyid
Nigârî, kadınların önderi konumunda bulunan ve Hz. Muhammed ailesinin en seçkin
mensubu olan Hz. Fâtıma’ya sevgi ve hürmet göstermeyi dünya hayatında elde
edeceği hükümdarlıktan bile değerli görmektedir:
Saltanat
zevkinden artukdur bana kim subh u şâm
Zübde-i
âl-i Muhammed şeh-nisâ manzûrıyam[454]
Nesl-i Nebiyy-i Müctebâ
İbrahim
ibni Bâlî, dünya ve âhiret kadınları arasında eşi benzeri bulunmayan iki kadın
bulunduğunu, bunlardan ilkinin Zehrâ olarak bilinen ve peygamberlerin en
seçkini Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı Fâtıma, ikincisinin
ise Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Ehl-i Beyt’inden olan ve
Hümeyrâ lakabı ile tanınan Âişe olduğunu söylemektedir:
Şol
iki seyyide kim ra’ye-gâne
Dü
hâtun-ı beşerdür dü cihâne
Birisi
Fâtımadır örf-i Zehrâ
İkinci
Âişe dirler Hümeyrâ
Birisi
nesl-i Nebiyy-i müctebâdır
Birisi
Ehl-i Beyt-i Mustafadır[455]
Filze-i Kebd-i Şâh-ı İsrâ
Bir
rivâyete göre Hz. Peygamber, Mirac esnâsında cenneti ziyâret etmiş ve orada
bulunan bir ağaçtan ikram edilen meyveyi yemiş, Mirac hâdisesinin ardından
dünyaya dönünce Hz. Hatice ile birleşmesi neticesinde Hz. Fâtıma’nın dünyaya
gelmiştir[456]. Kâmî,
bu hâdiseye telmîhen Hz. Fâtıma’yı, Şâh-ı İsrâ olarak adlandırılan Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ciğerinin parçası olarak nitelendirmiştir:
Ol
filze-i kebd-i şâh-ı İsrâ
Dürr-i
sadef-i Betül-i Zehrâ[457]
Tuhfe-i Mahbûb-i Hudâ
Şeyhî
Efendi’nin (ö. 1522) aşağıda yer alan beyitlerine göre mahşer günü bütün
mazlumlar Hz. Peygamber’in sancağının altında toplanacaklar, bu taifenin en
önünde de manzûmede Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in hediyesi (tuhfe-i mahbûb-i Hudâ) olarak tavsif edilen Hz. Fâtıma yer
alacaktır. Hz. Fâtıma’nın bir elinde, zehirlenerek şehit edilen oğlu Hasan’ın
elbisesi, diğer elinde de başı kesilerek şehit olan oğlu Hüseyin’in kanlı
gömleği bulunacaktır. Şair, Hz. Peygamber’in hediyesi olarak nitelendirmek
sûretiyle Hz. Fâtıma’nın nebevî neslin devam ettiren kızı olmasına işaret
etmiştir:
Ol
livâ altına vara ol ân
Cümle
mazlumlar eyâ şâh-ı cihân
Gireler
cennete ol fevc-i 'azîm
Varıcak
ide melekler ta'zîm
Fâtıma
tuhfe-i mahbûb-i Hudâ
Radıyallâhu
teâlâ anhâ
Önlerince
gide ol tâifenün
Ağulı
donı elünde Hasan’un
Kanlu
gönleği Hüseyn’ün ol dem
Bir
elinde ola kıpkırmızı dem[458]
Hz. Hatice’nin Kızı Olması
Yönüyle
Hz.
Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Hz. Hatice ile yaptığı
evlilik neticesinde dünyaya gelen en küçük çocuklarıdır. Henüz üç yaşında iken
annesi Hz. Hatice vefât etmiştir. Bazı kaynaklarda ise Hz. Fâtıma’nın bu esnâda
yedi veya dokuz yaşında olduğu nakledilmektedir[459].
Kardeşleri Kâsım, Abdullah, Rukıyye, Zeyneb ve Ümmü Külsüm’ün de vefatı ile
nebevî nesil Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam etmiştir[460].
Hz. Hatice ve kızı Fâtıma, Hz. Peygamber’in hadisinde ifade ettiği en fazîletli
dört kadın arasındadır[461].
Türk-İslâm
edebiyatı şairleri, manzûmelerinde Hz. Hatice ile kızı Fâtıma’yı sıkça birlikte
zikretmişlerdir. Bu bağlamda bazen Hz. Fâtıma’nın, Hz. Hatice’nin kızı olduğu
doğrudan ifade edilmiş, ekseriyetle ise anne-kız münâsebeti dolaylı olarak ele
alınmıştır.
Mevlevî
şairlerden olan Mislî İsmail Hakkı, Hz. Muhammed Mustafa ile Hz. Ali’yi dinim
imanım şeklinde nitelendirerek onlara olan sevgisini dile getirmekte ve On İki
İmam’ın yolunda canını çekinmeden vereceğini söylemektedir. Şair, Hz. Hatice’yi
zâhir ve bâtın nurlarının gözbebeği
kaynağı;
Hz. Zehrâ’yı ise başındaki mutluluk tacı olarak tavsif etmektedir:
Muhammed
Mustafâ Haydar Ali’dir dinim imanım
Fedâdır
On İki Şahın rehinde bî-güman cânım
Hadîce
merdüm-i çeşmân-ı nûr-ı zâhir ü bâtın
Saâdet
tâcı başım üzre Zehrâ kûy-ı îmânım[462]
Hz.
Hatîce hakkında kaleme alınan ve müellifi bilinmeyen bir manzûmede Hz.
Peygamber’in Hz. Hatîce ile evliliğinden Kâsım ve Tâhir adında iki oğlu;
Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Fâtıma adında da kızları olduğu söylenmektedir:
Hatice’den
hem iki oğlı oldı
Biri
Kâsım biri Tâhir idi
Rukiyye
Ümmü Gülsüm Zeyneb iy yar
Ki
kızlarıydı Fâtımayla bunlar[463]
Kilisli
Abdullah Sermest Tazebay (ö. 1882), Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in dünya ve
âhiret hayatında pek müstesnâ makamlarının bulunduğunu, zira ninelerinin
kadınların en hayırlısı Hazret-i Hatice, annelerinin ise Zehrâ olduğunu ifade
etmektedir:
Bir
imâmeyn ki mesnedleri pek müstesnâdır
Murtazâ
babaları ceddleri Mustafâdır
Nenesi
Hayru’n-nisâ anaları Zehrâdır[464]
Nevrûz
b. İsâ, Hz. Hatice’yi kadınların övüncü olarak nitelendirmiş, Fâtımatü’z-
Zehrâ’yı ise yüzünün parlaklığına istinâden güneş ve aya benzetmiştir:
Hatîce-i
Kübrâdurur mukaddemâ nisâdır fahrü’n-nisâ
Fâtımatü’z-Zehrâdurur
şems-i kamerâyı[465]
Ayıntablı
Mehmed Şâkir, Hz. Peygamber’in hanımı Haticetü’l-Kübra ve kızı
Fâtımatü’z-Zehrâ’nın hatırı için Allah’tan bağışlanmayı niyâz etmektedir:
Hadîcetü’l-Kübrâ
hakkı Fâtımatü’z-Zehrâ hakkı
Ol
Kâbe-i „ulyâ hakkı estağfirullâh el-„azîm
Şâd
et bu istiğfâr ile bu Şâkirin şükrün dile
Kıl
mağfiret ben gâfile estağfirullâh el-„azîm[466]
Haydarî
sevgilinin zülfünü öncelikle Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
miracının güneşine, ardından şekil ve uzunluk itibariyle de Zülfikar’a
benzetmektedir. Zira Zülfikar, iki uçlu bir kılıçtır[467].
Sevgilinin zülfü de iki tutam olup, birisi kadınların övüncü Hz. Hatice’nin,
diğeri ise kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın nûru gibi parlamaktadır:
Ey
şem’-i mîrâc-ı Muhammed Mustafa zülfün
Kâmetindir
zülfikâr-ı yed-i 'Aliyye’l-Murtazâ zülfün
Çün
nûr-ı hidâyetten bulunmuş mukim olmuş
Biri
Fahrü’n-nisâ nûrı biri Hayrü’n-nisâ zülfün[468]
Haydarî’nin
diğer bir beyitinde ise Hz. Peygamber’in sevgilisi Hz. Hatice kadınların övünç
kaynağı, Hz. Fâtıma ise kadınların en hayırlısı olarak zikredilmişlerdir:
Fahrü’n-nisâdır
yâr-i Mustafa
Hayrü’n-nisâdır
nûr-ı Mürtezâ[469]
Geredeli
Mustafa Rûmî, “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır[470].”
hadisine telmihte bulunmak sûretiyle, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in bir
parçası ve kadınların en hayırlısı olarak vasıflandırmıştır. Hz. Hatice’nin ise
Hz. Peygamber’in mahremi ve kadınların övüncü olduğunu söylemiştir:
Fâtıma
bid’i olup hem Hatîce oldı mahremi
Birisi
hayru’n-nisâdır birisi fahrü’n-nisâ[471]
Mislî
İsmail, Hz. Hatice’yi saâdet ve şans yıldızı olarak tavsif etmektedir. Şair,
kalp madenlerinin kaynağının ise Fâtıma Hayru’n-nisâ olduğunu söylemektedir:
Hadîce
kevkeb-i bahtım saâdet necmidir billâh
Ezelden
kân-ı kalbim Fâtıma Hayru’n-nisâdandır[472]
Şeyh
Hasan Haydar, kullarının hata, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan,
bağışlaması bol olan, dünya ve âhiretin yaratıcısı Allah’a kendisini muhafaza
etmesi için niyâzda bulunmakta, O’ndan merhametini talep etmektedir. Şair,
Allah’a olan niyâzı esnâsında duâlarının makbul olması için Hz. Hatice ile
kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:
Habibindir
Muhammed Mustafâ aşkına ya Allah
Bu
arş u kürsi Sidretü’l-Müntehâ aşkına ya Allah
Hatîce
Fâtıma fahrü’n-nisâ aşkına yâ Allah
Esirge
bâb-ı lütfuna gelip yalvarırım Settâr
Ki
sensin Hâlık-ı kevneyn ki sensin Vâhid-i Gaffâr[473]
Hasan
Cemâlî Baba, Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak
nitelendirmektedir. Mü’minlerin anneleri mânâsına gelen “Ümmehâtü’l-mü’minîn”
terkîbi ile de Müslüman Türk milletinin, Peygamber hanımlarına ve Hz. Fâtıma’ya
olan sevgi ve hürmetlerine işaret etmektedir:
Hazret-i
Hadîce ile Fâtıma hayru’n-nisâ
Perde-i
hasmında ümmü’l-mü’minîndir şüphesiz[474]
Kadınlar Arasındaki Üstünlüğü Yönüyle
Hz. Fâtıma, ahlâkî özellikleri, mânevî
yaşantısı, âhiret hayatında elde edeceği mertebe, Hz. Peygamber’in nezdindeki
konumu vs. bakımından gerek yaşadığı devirdeki gerekse de kendisinden sonra
gelen kadınlar arasında seçkin bir mertebeyi hâizdir. Nitekim Hz. Fâtıma’nın bu
üstün konumu ile hadîs-i şeriflerde de yer bulduğu görülmektedir. Bir rivâyete
göre Hz. Fâtıma en fazîletli dört kadından birisidir [475].
Ayrıca birtakım Şia kaynaklarında geçmiş ve gelecek kadınların en fazîletlisi
şeklinde tavsif edilmektedir[476].
Bununla birlikte Hz. Peygamber, vefatından sonra Ehl-i Beyt arasından kendisine
ilk kavuşacak kimse olacağını ve cennet kadınlarının efendisi olmakla
şerefleneceğini kızına bizzat haber vermiştir[477].
Diğer bir rivâyette ise erkekler arasında kemale ermiş birçok kimse bulunmasına
rağmen kadınlar arasında bu mertebeye yükselmiş sâdece dört kişi olduğu
söylenmiş, bu kimselerin arasında Hz. Fâtıma’ya da yer verilmiştir[478].
Şairler de kaleme aldıkları manzûmelerde Hz. Fâtıma’nın kadınlar arasındaki
üstün konumunu ön plana çıkarmışlar ve onu eşrefü’n- nisâ, seyyidü’n-nisâ,
şehnisâ, ümmühâtü’l-mü’minîn vb. isimlerle zikretmişlerdir.
Eşrefü’n-nisâ
Nâkâm
(ö. 1906), Cenâb-ı Allah’a niyâzında temiz yaratılışa sahip Ehl-i Beyt ile
kadınların en şereflisi olan Hz. Zehrâ’nın mânevî mertebesinin hürmetine son
nefeste korkudan emin ve imanlı bir şekilde can vermeyi talep etmektedir:
Be-hakk-ı
menzilet-i Ehl-i Beyt-i pâk-nihâd
Be-hakk-ı
mertebet-i eşrefü’n-nisâ Zehrâ
Pesîn
nefesde beni havfdan emîn kılub
Şehâdetin
ile ruhum tenimden eyle cüdâ[479]
Seyyidü’n-nisâ
Haydarî’nin
ifadesine göre Hz. Hüseyin, evliyânın en üstünü Hz. Ali ile kadınların efendisi
(seyyidü’n-nisâ) Betül Zehrâ’nın evlâdıdır:
Hem
Aliyye’l-Murtezâdır Şâh velidir pederin
Seyyidü’n-nisâdurur
Betül Zehrâdır mâderin[480]
Dîvânında
Ehl-i Beyt’e olan muhabbeti yoğun şekilde görülen Hasan Rüşdî, Hz. Fâtıma’yı
öncelikle kadınların en üstünü ((seyyidetü’n-nisâ), ardından Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in gözünün nûru ve Hz. Ali’nin hanımı olarak
tavsif etmiştir:
Seyyidetü’n-nisâ
Zehrâ
Nûr-ı
aynımdır Mustafâ
Zevc-i
Aliyyü’l-Murtazâ
Bunlarla
cihan pür-ziyâ[481]
Nisâlar Seyyidi Zehrâ
Aydî,
Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı hissettiği derin üzüntüyü, zâlim feleğe sitem etmek
sûretiyle dile getirmektedir. Buna göre Kerbelâ’da meydana gelen hâdise sebebi
ile binlerce çâresiz âşık derin hüzne boğulmuştur. Kadınların en üstünü olan
Hz. Zehrâ evlatlarının başına gelen musîbet nedeniyle son derece
kederlenmiştir. Ehl-i Beyt düşmanları ise çâresiz âşıkların ve özellikle Hz. Zehrâ’nın
hüznüne mukâbil son derece memnun olmuşlardır:
Niçin
ey kanlı zâlim felek Kerbelâ’yı pür-figân etdin
Nice
bin âşık-ı bî-çârenin bağrını kân etdin
Nisâlar
seyyidi Zehrâ’yı giryân eyleyüp nâlân
Adû-yı
Ehl-i Beyt’in cümlesini şâdumân etdin[482]
Şehnisâ
Seyyid
Nigârî, kadınların önderi ve Ehl-i Beyt’in en değerli mensubu olarak
nitelendirdiği Hz. Fâtıma’ya sevgi ve hürmet ile yönelmeyi dünya hayatında elde
edeceği hükümdarlıktan bile değerli görmektedir:
Saltanat
zevkinden artukdur bana kim subh u şâm
Zübde-i
âl-i Muhammed şehnisâ manzûrıyam* [483]
Seyyid-i Cümle-Nisâ
Şeyh
Halid, kaleme aldığı dörtlükte, “seyyid-i cümle nisâ” terkîbi ile Hz. Fâtıma’yı
bütün kadınların efendisi olarak tavsif etmekte ve zengin-fakir bütün
insanların ona muhtaç olduğunu söylemektedir. Mânevî hastalıklarına derman
olması için de Hz. Zehrâ’dan yardım talebinde bulunmaktadır:
Yâ
seyyid-i cümle nisâ
Muhtâcındır
bây u gedâ
Alîlim
gel tut elimden
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ[484]
Seyyide
Yusuf
Fâhir Baba’nın manzûmesine göre Cenâb-ı Hak, Fâtıma Betül’e seslenirken “ey
seyyide” diyerek, onun diğer kadınlara olan üstünlüğüne işaret etmiştir:
Ey
Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zî-nesep
Ben
Hüseynin aşkına mâtem tutan uşşâkı hep
Afv
ü gufrân etmeye bu vakâyı kıldım sebep
Kimseler
girmez benimle onların arasına[485]
Sâki-i Nisâ
Zühdî
Abdülmecîd, Hz. Fâtıma’nın cennette bütün kadınlara Kevser ırmağının suyundan
ikram edeceğini ifade etmekte ve “sâkî-i nisâ” vasfını kullanmaktadır:
rûzda
Fâtıma sâkî-i nisâdır
Cemî-i
ümmete Kevser ‘atâdır[486]
Hâtûnların Bihteri
Karamanlı
Aynî, Hz. Fâtıma’nın kadınların en iyisi ve en üstünü olduğunu, bu sebepten
dolayı da “hayru’n-nisâ” şeklinde adlandırıldığını ifade etmektedir:
Bihteridür[487] Fâtıma
hâtunların
Ol
sebebden dinilür Hayrü’n-nisâ[488]
Ümmühâtü’l-mü’minîn / Ümmü’l-Mü’minîn
Şeyh
Halid, velîlerin önderi olan Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’i selâmlamakta ve annesi
Fâtıma’nın mü’minlerin annesi olduğunu ifade etmektedir:
Vâliden
ol Fâtımadır ümmühâtü’l-mü’minîn
Merhabâ
ey sulbe-i şâh-ı velayet Murtezâ[489]
Hasan
Rüşdî ise, Hz. Hüseyin’i mü’minlerin annesi Hz. Fâtıma’nın gülü olarak
nitelendirmekte ve Kerbelâ’da şehit edilişine işaret ederek bu elim hâdiseden
dolayı ciğerinin yandığını söylemektedir:
Ümmehâtü’l-mü’minîn
Zehrâ gülüsün yâ Hüseyn
Derd-i
mâtem âteşîle ciğerim oldu kebâb[490]
Ümmü’n-Nisâi’l-Mü’minîn
Ahmed
Sûzî’nin (ö. 1830) Hz. Hüseyin’in övgüsüne dair kaleme aldığı
manzûmeye
göre, Hz. Hüseyin’in annesi âlemdeki bütün kadınların annesi mesabesinde olan
Hz. Fâtıma’dır:
Cedd-i
pâki Ahmed-i Mahmûd-ı Rabbü’l-„âlemîn
Hâdimi
peyk-i celîl Hz. Cibrîl-i Emîn
Ümmüdür
ol Fâtıma Ümmü’n-nisâi’l-„âlemîn
Gonca-i
bâğ-ı nübüvvet bülbül-ü bustân-ı dîn
Dehr
içinde çok güzel illâ Hüseyn illâ Hüseyn[491]
Hz. Ali’nin Zevcesi Olması Yönüyle
Hz.
Fâtıma’nın Hz. Peygamber’in kızı olması ve peygamber neslinin ondan devam
etmesi gibi husûsiyetlerinin yanı sıra Hz. Ali ile yaptığı evlilik de İslâm
tarihinde çokça zikredilen hususlardan birisi olmuştur. Ehl-i Sünnet
kaynaklarına göre Hz. Fâtıma ile ilk olarak Hz. Ebû Bekir evlenmek istemiş,
ancak Hz. Peygamber bu talebi geri çevirmiştir. Ardından Hz. Ömer evlilik
talebinde bulunmuş, o da geri çevrilmiştir. Her ikisinin de talebinin olumlu
karşılık bulmamasının neticesinde yakınlarının ısrarı üzerine Hz. Ali’ye Hz.
Fâtıma’ya tâlip olmuş ve yapılan birtakım hazırlıkların ardından evlilik
gerçekleşmiştir[492].
Şairler,
Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme aldıkları beyitlerde Hz. Ali ile evliliğine
yer vermişler ya da onun Hz. Ali’nin hanımı olması husûsuna işaret etmişlerdir.
Hz. Fâtıma, söz konusu beyitlerde “Zevce-i Haydar, Zevce-i Sâki-i Kevser,
Zevce-i Şîr-i Hudâ, Nûr-i Murtazâ” gibi vasıflarla zikredilmiştir.
Müellifi
bilinmeyen bir manzûmede, Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’nin çocuklarının
isimleri zikredilmiş, akabinde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evlendiğini
vurgulanmıştır:
Hatice’den
hem iki oğlı oldı
Biri
Kasım biri tâhir idi
Rukiyye
Ümmü Gülsüm Zeyneb iy yar
Ki
kızlarıydı Fâtımayla bunlar
Ali’nin
Fâtıma oldı nasibi
Rukiyye
Ümmü Gülsüm ey habîbi[493]
Dâvûd-ı
Halvetî (ö. 1507), öncelikle “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun
kapısıdır[494].” şeklindeki
hadîs-i şerife yer vermekte, akabinde Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye derin bir
muhabbet beslediğini, bunun bir göstergesi olarak da onu kızı ile
evlendirdiğini ifade etmektedir:
Ben
‘ulûmun şehriyem dir Mustafâ
Kapusı
anun Aliyyü’l-Murtazâ
Hem
Ali canumdurur dirdi Rasûl
Kılmışdı
anı hem zevcü’l-Betül[495]
Hatâyî,
Hz. Fâtıma’nın cennette bir gül olduğunu ve babası tarafından Hz. Ali ile
evlendirildiğini belirtmektedir:
Elinde
Zülfikâr altında Düldül
Önünce
Kanberi dilleri bülbül
Hazret-i
Fâtıma Cennette bir gül
Anı
Aliye verdi Habîbullah[496]
Zevce-i Haydar
Hâşim
Baba, Kasîde-i Mersiye-i Hânedan-ı Nebevî başlıklı kasidesinde yer alan
beyitte Hz. Fâtıma’yı çeşitli özellikleri ile zikrederek ona salat ü selâm
getirmektedir. İlk mısrada Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi olduğunu
söylemekte ve onu en şerefli taç şeklinde nitelendirerek Hz. Fâtıma’ya olan
hürmetini ifade etmektedir. İkinci mısrada ise, Betül lakabı ile birlikte
kadınların en hayırlısı olduğunu belirterek Haydar lakaplı Hz. Ali’nin hanımı olduğunu
vurgulamaktadır:
Es-salât
ey ümmü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm
Zevce-i
Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[497]
Zevce-i Sâkî-i Kevser
Leylâ
Hanım, Vâveyla der-Musîbet-i Âl-i Abâ adlı mersiyesinde yer alan
beyitlerde Hz. Ali’yi cennette Kevser havuzundan Müslümanlara dağıtacağı
yönündeki telakkîye istinâden Kevser sâkîsi olarak nitelendirmekte, Hz.
Fâtıma’yı da Kevser sakisinin zevcesi şeklinde zikretmektedir. Şair, mânevîyat
ehli olan kimselerin On İki İmam’dan başka kimseye ilticâ etmediğini belirtmektedir.
Kendi gönlüne hitap ederek ihtiyaçlarını daima kadınların en hayırlısı olan
Cenâb-ı Fâtıma’ya arz etmesini söylemektedir:
Der-i
isnâ aşerden gayrı bâba
Gider
mi ehl-i bâtın ilticâya
Dem-â-dem
arz-ı hâcât eyle ey dil
Cenâb-ı
Fâtıma hayrü’n-nisâya
İlâhî
eyle yarın rûz-i mahşer
Penâhım
zevce-i sâki-i kevser[498]
Şah Ali’nin Gelini
Pir
Sultan Abdal, kaleme aldığı dörtlükte Hz. Fâtıma’yı Alevî-Bektaşî kültüründe
sıkça kullanıldığı üzere Fatma Ana şeklinde zikretmekte ve Hz. Ali ile olan
evlilik münâsebetine istinâden “Şah Ali’nin gelini” olarak nitelendirmektedir:
Fatma
Ana Şah Ali’nin gelini
Mîrâca
inerken öptü elini
Haksızlara
koklatmazdı gülünü
Muhammed’in
bergüzârı bu deyü[499]
Zevce-i Şi’r-i Hudâ
Şeyh
Halid, Divariında yer alan dörtlükte Hz. Zehrâ’yı “Allah’ın arslanı”
lakaplı Hz. Ali’nin zevcesi olarak zikretmekte ve onu cömertliğin,
yardımseverliğin kaynağı olarak görmektedir. Bununla birlikte âhiret gününde
Hz. Fâtıma’nın kendisini yalnız bırakmamasını talep etmekte ve bu hususta ondan
istimdâdda bulunmaktadır:
Yâ
menba-ı cûd u sehâ
Yâ
zevce-i şîr-i Hudâ
Ayırma
Hâlid’i senden
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ[500]
Nûr-i Murtazâ
Haydarî,
Hz. Fâtıma’yı Murteza lakaplı Hz. Ali’nin nûru şeklinde tavsif etmekte ve
kadınların en hayırlısı olduğunu belirtmektedir:
Fahrü’n-nisâdır
yâr-i Mustafâ
Hayrü’n-nisâdır
nûr-ı Murtezâ
Hasan
u Hüseyn’e cânın fedâ
Eyle göresin Zeyne’l-Abâ’yı[501]
Câr-ı Murtazâ
Hâce
Muhammed Lutfî, Hz. Fâtıma’nın başına gelen belâ ve musîbetlere sabretmesi
karşılığında Firdevs cennetini kazanacağını, burada Murtazâ lakaplı kocası Hz.
Ali’ye komşu olacağını söylemektedir:
Belâya
sabreden kazâya rızâ
Cennet-i
a’lâdır sabrına cezâ
Fâtımatü’z-Zehrâ
câr-ı Murtazâ
Firdevs
ravzasına mülâkat eyler[502]
Hem-ser-i Şefîka-i Sâlâr-ı Evliyâ
Muharrem
Efendi’nin Mersiyesinde ifade ettiği üzere Peygamber torunları
Kerbelâ’da uğradıkları zulmü hak etmemişler, şehit edildikleri gün Medîneli
Müslümanlar yaşadıkları derin üzüntüyle gözyaşlarına boğulmuşlardır. Kerbelâ
Vak’ası’nda hayatta olan Hz. Fâtıma’nın kızı, annesi ve dedesinin medfun bulunduğu
Bakî Kabristanı’na gözyaşları içerisinde gelerek, annesine “Ey enbiyalar
serverinin mübârek kızı ve evliyâlar önderinin merhametli hanımı” şeklinde
seslenerek başını kaldırmasını ve gelen Kerbelâ şehitlerine bakmasını
istemektedir:
Lâyık
mı hânedânın ide böyle hâr u zâr
Âvâh
ki kopdı gulgûle ol gün Medîne’de
Göz
kalmadı ki olmaya mâtemle eşk-bâr
Andan
Bâki’a vardı ol dürdâne-i Betül
Giryân
u zâr dedi ki yâ buk’atü’r-Rasûl
Ey
duhter-i sa’îde-i Sultân-ı Enbiyâ
Vey
hem-ser-i şefîka-i sâlâr-ı evliyâ
Kaldır
ser-i mübârekini gör ki geldiler
Mihnet-keşân-ı
bâdiye vü kerb-i Kerbelâ[503]
Arûs-ı Hacle-i Hikmet
Sâkıb
Dede’nin beyitlerinde, Hz. Fâtıma “hikmet çadırının gelini” şeklinde
vasıflandırılarak ilâhî sırların ve hakîkatlerin bilgisini[504]
bünyesinde barındıran Hz. Ali’nin eşi olmasına işaret edilmiştir:
Dürr-i
yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ
Ki
şem-i cemine itmiş Hudâ pervâne hûrâyı
Zihî
gülşen-fürûz-ı nesl-i bî-misl-i şeref zâtı
Ki
kudret dâye itmiş hidmetinde ümm-i dünyâyı
Betül-i
Meryemî-fıtrat arûs-ı hacle-i hikmet
Olaydı
aklı Kaysun kul iderdi ana Leylâyı[505]
Hz. Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in Annesi
Olması Yönüyle
Fâtıma-yı
Vâlide-i Kübrâ
Kilisli
Abdullah Sermest, her yıl Muharrem ayının onuncu günü geldiğinde Hz. Zehrâ’nın
sevgili oğlu Hüseyin’in başına gelen hâdiseden dolayı akan gözyaşlarının
Kisrâ’nın memleketi olan İran’da sel gibi aktığını söylemektedir. Bunun
yanısıra Vâlide-i Kübrâ olarak zikrettiği Hz. Fâtıma’nın yâd edilmesi ile akan
kanlı gözyaşlarının çölü ciğer gibi kırmızı renge boyadığını belirtmektedir:
Her
ayı kıldı Muharrem güni aşurayı
Vak’a-yı
Kerbelâ-yı ciğer-i Zehrâyı
Seyle
virmez mi sanun memleket-i Kisra’yı
Gözyaşı
hun-ı ciğer-lael
kılub sahrayı
Yâd
idüb Fâtıma-yı Valide-i Kübra’yı[506]
Vâlide-i Mâcide
Eşref
Paşa, Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı hissettiği derin hüznü ifade eden bir maktel
kaleme almıştır. Buna göre Hz. Hüseyin, âlemlerin övünç kaynağı olan Hz.
Peygamber’in yüce torunu ve inci tanesidir. Onun şan ve şeref sahibi annesi ise
Hz.
Peygamber’in
“Benim bir parçamdır.” buyurduğu Hz. Fâtıma’dır. O, peygamberlerin en yücesinin
yakını olmakla şeref bulmuş bir kimsedir:
Âh
u zâr eyle gönül mâh-ı Muharremdir bu
Mevsîm-i
çâk-ı girîbân dem-i matemdir bu
Dökdüler
hûn-ı Hüseyni ol kavm-i Yezîd
Ağla
hey gözlerim al kan dökecek demdir bu
Hânedânın
nice rencide-i gadr eylediler
Sıbt-ı
âlî güheri mefhâr-ı âlemdir bu
Baz’a-i
fahr-i Rasûl vâlide-i mâcidesi
Kurbet-i
şâh-ı risâletle mükerremdir bu[507]
Mâder-i Şâh-ı Şühedâ
“Hazret-i
Zehrâ” redifli şiirinde Leylâ Hanım, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine
istinâden Hz. Zehrâ’ya “şehitler şâhının annesi” şeklinde seslenmekte ve onu
mahşer günü aciz ve biçare düşmüş kimselerin yardımcısı olarak tavsif
etmektedir. Şair, Allah’ın her kuluna has olmak üzere bir ihsânda bulunduğunu,
kendisine ise ihsân olarak Hz. Zehrâ’nın verildiğini söylemektedir:
Ey
mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ
Mahşerde
muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ
Her
bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân
Sensin
bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ [508]
Hasan Hüseyin’in Anası
Pir
Sultan Abdal, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine işaret ederek Hasan ve
Hüseyin’in annesi olan Hz. Fâtıma’nın başına kırmızı bir başörtüsü bağladığını
söylemek sûretiyle Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişine işaret etmektedir:
Başına
bağlamış aldır valası
Aldı
beni kaşlarının karası
Hasan
Hüseyin’in anası
Dost
beni gönder de var andan ağla[509]
Ümm-ü Sıbteyn
Hâşim
Baba, Kaside-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî adlı kasidesinde yer alan
beyitte Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi ve Hz. Ali’nin hanımı Hz. Fâtıma’yı en
şerefli taç şeklinde nitelendirmekte ve kadınların en hayırlısı olduğunu
vurgulayarak ona salat ü selâm getirmektedir. Şair, Hasaneyn’in annesi oluşunu
“ümmü sıbteyn” olarak ifade etmiştir:
Es-salât
ey ümm-ü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm
Zevce-i
Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[510]
Ümm-ü Saidân
Saîd
kelimesi, iyi ve güzel yaratılışlı, üstün ahlakları sebebiyle Hak katında
makbul olan, kurtulmuşlardan sayılan kimse anlamındadır. Hanyalı Nûrî, bir
beyitinde, Hz. Fâtıma’yı öncelikle ümmetin annesi ve mânevî Kevser olarak
nitelendirmektedir[511].
Ardından Hz. Fâtıma’yı güzel yaratılışlı, üstün ahlaklı, Hak katında makbul
olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi (ümm-i sa’îdân) şeklinde
zikretmektedir:
Mâder-i
ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ
Bint-i
Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[512]
Ümm-i Dü-Abâ / Ümm-i Şehîdân
Hanyalı
Nûrî, diğer bir beytinde öncelikle Hz. Fâtıma’yı Âl-i Abâdan olan Hasan ve
Hüseyin’in annesi olarak nitelendirmekte, akabinde Hz. Fâtıma’ya iki şehidin
annesi diyerek Kerbelâ’da katledilen Hz. Hüseyin ile hanımı tarafından
zehirlenerek öldürülen Hz. Hasan’a işaret etmektedir:
Ümm-i
dü-abâ Betül ol Hazret-i Zehrâ
Fâtıma
râh-rev-i ümm-i şehıdân
Mâder-i Şehzâdegân
Şeyh
Halid, Hz. Fâtıma’yı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden
şehzâdelerin annesi olarak adlandırmıştır. Ardından çâresizlere, fakirlere ve
muhtaçlara karşı cömertliğini ve yardımseverliğini ön plana çıkararak onu
çâresizlerin elinden tutan kimse olarak vasıflandırmış, yorulduğunu ve yolda
kaldığını söyleyerek Hz. Zehrâ’dan yardım istemiştir:
Yâ
mâder-i şehzâdegân
Destiglr-i
blçâregân
Yoruldum
yolda kaldım ben
Mâder-i Şefkat-bihâr
Dârendeli
Kâtipzâde Bekâyl, Maktel-i Hüseyin adlı eserinde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ
yolculuğuna çıkmadan önce annesinin kabrine yaptığı ziyârete yer vermektedir.
Buna göre, annesinin kabrine gelen ve ağlayarak selâm veren Hz. Hüseyin, ona
hitap ederken “ömür sermâyemin sebebi, hüznümün varisi, deniz kadar şefkatli
annem” vb. ifadeler kullanmıştır:
Çıkdı
andan ol emlre’l-mü’minln
Anası
ravzasına geldi hemın
Çünki
Zehrâ ravzasına girdi ol Ağluyarak hem selâm virdi ol
Es-selâm
ey bâ’is-i nakd-i hayâtım es-selâm
Es-selâm
ey vâris-i mahzûn-ı zâtım es-selâm
Es-selâm
ey mâder-i şefkat-bihârım es-selâm
Es-selâm
ey mâye-i gevher-necâtım es-selâm[515]
Yardımseverliği Yönüyle
Hz.
Fâtıma, Türk-İslâm edebiyatında ağırlıklı olarak Hz. Peygamber’in kızı, Hz.
Ali’nin zevcesi, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması vb. özellikleriyle
zikredilmekle birlikte cömertlik ve yardımseverlik yönüyle de zaman zaman
şiirlere konu olmuştur. Zira o, kaynaklarda yer aldığı üzere son derece şefkat
ve merhamet sahibi, kapısına gelen fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini kendisi
muhtaç olmasına rağmen boş çevirmeyen bir karaktere sahiptir[516]. Hz.
Fâtıma’nın, nübüvvet şemsiyesinin altında yetişmesinin bir neticesi olan bu
hasleti, zaman zaman şairlerin dikkatini çekmiş ve kaleme alınan eserlerde
kimsesizlerin sahibi, cömertliğin kaynağı, fakirlerin yardımcısı vb. sıfatlarla
zikredilmiştir.
Bîkeslerin Sultanı
Âdile
Sultan, kadınların en hayırlısı ve Peygamberin kızı olarak zikrettiği Hz.
Fâtıma’yı aşk derdinin çâresi ve kimsesizlerin sultanı olarak
nitelendirmektedir. Beyit, kadın şairin kendisine örnek olarak Hz. Fâtıma’yı
seçtiğinin bir göstergesi mâhiyetindedir:
Derd-i
aşkın çâresi bîkeslerin sultanı kim
Fâtıma
bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[517]
Menbâ-ı Cûd u Sehâ
Şeyh
Halid, Hz. Fâtıma’dan mânevî yardım talebinde bulunduğu dörtlükte, O’nu
cömertliğin ve yardımseverliğin kaynağı olarak görmektedir:
Yâ
menba-ı cûd u sehâ
Yâ
zevce-i şîr-i Hudâ
Ayırma
Hâlid’i senden
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ[518]
Muîn-i Fukarâ
Leylâ
Hanım, Hz. Zehrâ’yı cömertlik ve yardımseverlik yönü ile birlikte ele almakta,
âhirette Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ümmetinden zorda kalmış
olan günahkârlara şefâat edeceğine de vurgu yaparak, mahşer günü fakirlerin
yardımcısı olacağını söylemektedir:
Ey
mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ
Mahşerde muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ[519]
Destgîr-i Bîçâregân
Şeyh
Halid, öncelikle Hz. Fâtıma’yı şehzadelerin annesi şeklinde adlandırmış,
ardından çâresizlere, fakirlere ve muhtaçlara karşı cömertliğini ve
yardımseverliğini ön plana çıkarmıştır. Son olarak da mânevî bakımdan yorgun
düşüp yolda kaldığını itiraf ederek Hz. Zehrâ’dan yardım istemiştir:
Yâ
mâder-i şehzâdegân
Destigîr-i bîçâregân
Yoruldum yolda kaldım ben
Meded yâ Hazret-i Zehrâ[520]
Mâsûmiyeti Yönüyle
Şia inancında peygamberlerle birlikte Hz.
Fâtıma ve On İki İmamın da mâsûm olduğu ve ismet sıfatını hâiz bulunduğu
telakkîsi kabul görmektedir[521].
Buna mukâbil Ehl-i Sünnet itikadı temelinde değerlendirildiğinde mâsûmiyet
vasfı sâdece peygamberlere mahsus bir özellik olarak ele alınmakta ve ismet
sıfatı ancak peygamberlere hasredilmektedir[522].
Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden kabul edilen kimseler ise Ehl-i Sünnet
nezdinde seçkin kimseler olarak değerlendirilmekle beraber hata ve günah işleme
vasfından uzak görülmemektedir. Bu durumun bir yansıması olarak Türk-İslâm
edebiyatı müellifleri, Hz. Peygamber’in ashâbına, özellikle de Ehl-i Beyt ve
dört büyük halîfeye eserlerinde yer verirken Şia telakkîsinde yer bulan
mâsûmiyet vasfını hususi olarak ön plana çıkarmamakla birlikte mevzubahis
şahsiyetlerin takvâ üzerine binâ ettikleri yaşantılarına vurgu yapmışlar ve bu
kimseleri tertemiz, günahsız kimseler olarak kabul etmişlerdir. Müellifler,
özellikle zühd ve takvâya dayalı yaşantısına dayalı olarak, eserlerinde Hz.
Fâtıma’yı günahtan son derece sakınan, tertemiz bir kimse olarak aksettirmişler
ve pâk, mâsûm, ismet vb. vasıflar ile nitelendirmek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın
Kuran ve sünnete dayalı yaşantısına vurgu yapmışlardır.
Pâk-i
Mâsumân
Haydarî,
Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Hatice ile kızı Hz. Fâtıma’yı günahtan son derece
sakınan, müttaki iki kişi olarak nitelendirmektedir. Hz. Hatice ile Hz.
Fâtıma’nın kapı eşiğini cennet bahçesi olarak tavsif etmek sûretiyle de “Cennet
annelerin ayakları altındadır[523].”
meâlindeki hadise telmihte bulunmakta ve mü’minlerin Ehl-i Beytten olan
kadınları anne mesabesinde görmelerine işaret etmektedir:
Hadîce
Fâtıma pâk-i mâsumân
Eşiği
ravza-i rıdvânımızdır[524]
Mâsum
Nesîmî’nin
(ö. 1418
19)
beyitinde Hz. Fâtıma günah işlemekten son derece sakınan, takvâ ehli bir kimse
olarak zikredilmiş ve kadınların en hayırlısı olmasına vurgu yapılmıştır. Hz.
Hatice ise mü’minler nezdinde saygı ve hürmet görmesi ve kadınların övünç
kaynağı olması ile ön plana çıkarılmıştır. Hz. Hatice “mâder-i fahrü’n- nisâ”,
Hz. Fâtıma ise “menba-ı hayru’n-nisâ” olarak zikredilmiştir:
Fâtıma
mâsûm oluptur hem Hatîce muhterem
Mader-i
fahrü’n-nisâdır menbâ-ı hayrü’n-nisâ[525]
Hz.
Peygamber’in “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır[526].”
meâlindeki hadîs-i şerifine telmihte bulunan Câhidî Ahmed Efendi (ö. 1659 / 60),
Hz. Fâtıma’nın
mâsûmiyetini
vurgulamak sûretiyle günah işlemekten uzak, tertemiz olduğuna işaret etmekte,
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Hz. Fâtıma’dan doğan iki mücevher olduğunu, onlara
ihanet eden kimselerde ise, iman bulunmadığını ifade etmektedir:
Didi
Ahmed şehr-i ilmem kapusı Fettah Ali
İsm-i
zâtun mazharıdur münkirün vicdânı yok
Mahremi
Fâtıma mâsûm gevheri iki imâm
Murtazâ
Hasan Hüseyin hâinün îmânı yok[527]
Pâk-i İsmet
Kadîmî,
içine bulunduğu dertten kurtulmak maksadı ile Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Bu
esnâda Hz. Muhammed Mustafa, cennette mü’minlere Kevser suyundan ikram edecek
olan Aliyyü’l-Murtazâ[528] ile Hz.
Peygamber’in tertemiz ve günahsız kızı (pâk-i ismet) ve kadınların en hayırlısı
olan Hz. Fâtıma’ya tevessül ederek, duâsının Allah katında makbul olmasını
dilemektedir:
Derdimi
ref et Muhammed Mustafa aşkına
Sâkî-i
Kevser Aliyyü’l-Murtazâ aşkına
Duhter-i
pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in
Pâk-i
ismet Fâtıma hayrü’n-nisâ aşkına[529]
Dürr-i İsmet
Hüseyin
Vassâf kaleme aldığı manzûmede Hz. Fâtıma’dan sitayişle bahsetmektedir. Buna
göre Hz. Fâtıma, tüm yaratılmışların övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in
gözünün nûru, tertemiz kızı ve kadınların en hayırlısıdır. Şair, iffetine
düşkün, müttaki, tertemiz bir inci tanesi olarak tavsif ettiği Hz. Fâtıma’nın
yoluna canını bile fedâ edeceğini, gönlünün de Hz. Fâtıma’nın yolunun toprağı
olduğunu ifade etmektedir:
Duhter-i
pâkize-i Fahrü’l-enâmdır nûr-ı „ayn
Ol
Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâdır sevdiğim
Yoluna
cânım fedâ olsun o dürr-i ismetin
Hâk-ı
râhı oldı gönlüm pür vefâdır sevdiğim[530]
Diğer Sıfatları
Hz.
Fâtıma’nın, manzum eserlerde Hz. Muhammed ve Hz. Hatîce’nin kızı, Hz. Ali’nin
hanımı, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması gibi özellikleriyle
zikredilmesinin yanı sıra âhiretteki konumu, kadınlar arasındaki üstünlüğü,
cennetteki makamı, Hz. Peygamber tarafından çok sevilmesi, güzel ahlâkı,
Muhammed ümmetinin nezdindeki değeri, ahirette günahkârlara şefaati vb.
hususiyetleri ile de sıkça ele alınmıştır.
Âhiret Hatunu
Yazıcıoğlu
Mehmed, Hz. Fâtıma’yı gül gibi kırmızı yanaklı mânâsına gelen “Gülizâr” sıfatı
ile zikretmiş ve âhiret hatunu olduğunu, dünyevî arzulardan berî bulunduğunu
söyleyerek zahidane yönüne dikkat çekmiştir. Bununla birlikte yüzünün ay gibi
parlak olması ve etrafını aydınlatmasına binâen Hz. Fâtıma’ya Zehrâ lakabının
verildiğini belirtmiştir:
Rivâyet
iderler sahih dinle ey bahtiyâr
Kim
ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr
Lakab
verdilerdi ki Zehrâ diyu zîrâ ol
Kim
ay yüzünün nûrına gark olurdu diyâr[531]
Bahîre-i Efdale’n-Nisâ
Hakkı
Beg, âhirette Hz. Muhammed ile beraber Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’den
oluşan Âl-i Abâ ile birlikte haşredilmek için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Bu
talebinin kabul olunması için mânevî bakımdan tekâmül etmiş bulunan ve kadınların
en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:
Yâ
Râb be zât-ı Fâtıma ekmele’l-Betül
Yâ
Râb be sıdk-ı Bahîre efdale’n-nisâ
Hakkî-i
zârı Âl-i Abâ ile haşr kıl[532]
Bülbül-ü Gülzâr-ı Dîn
Neyyir-i Evc-i Hakîkat
Pertev-i Nûr-ı Mübîn
Mazhar-ı Sırr-ı Emîn
Gencine-i Dürr-i Hayâ
Şeyh
Hasan Haydar, Hutbe-i Mersiye-i Imâmeyn adlı mersiyesinde Hz. Fâtıma’ya
olan derin sevgi ve muhabbetini dile getirmektedir. Buna göre Hz. Fâtıma
risâlet bağının goncası, din gülistanının bülbülü, hakîkat zirvesinin parlayan
güneşi ve Hz. Peygamber’in sevgili yavrusudur. O, bir lakabı da el-Emîn olan
Hz. Peygamber’in sırlarına mazhar olmuştur. Ayrıca şair Hz. Fâtıma’ya salât ü
selâm göndermekte ve onu edep hazînesinin incisi şeklinde tavsif etmektedir:
Gonca-i
bâğ-ı risâlet bülbül-i gülzâr-ı dîn
Neyyir-i
evc-i hakîkat pertev-i nûr-i mübîn
Ciğerkûşe-i
Ahmed mazhâr-ı sırr-ı emîn
Es-selâtü
ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ
Es-selâtü
ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[533]
Cân-ı Pezîr
Farsça
bir kelime olan “cân-pezir”, “gönül alan” mânâsına gelmektedir. Hâfî’nin Hz.
Peygamber ile Hz. Fâtıma arasında geçen bir mükâlemeye yer verdiği manzûmeye
göre insanların ve cinlerin peygamberi Hz. Muhammed bir gün kızı Fâtıma’ya “Ey
gönlümü alan! Sana âhiretteki durumunu haber vereyim mi?” diye sormuş ve
“Âhirette gideceğin yer Firdevs cenneti, oturacağın yer ise oradaki
köşklerdir.” buyurmuştur:
Bir
dahı bir gün Rasûl-i ins ü cân
Ya’ni
kim Peygamber-i âhir zaman
Fâtımaya
didi ey cân-ı pezîr
Vireyim
mi sana hâlünden haber
Cennet-i
firdevsi içinde menzîlün
Kasr
u eyvân u makâm u mahfîlin[534]
Cinânın Hûr-ı ‘Aynı
Molla
Murad, beyitlerinde Hz. Fâtıma’nın cennete girişi esnâsında yaşanan bazı
hâdiselere yer vermektedir. Buna göre, münâdîler bir Cuma günü mahşer
meydanında bulunan kimselere Hz. Fâtıma’nın oradan geçeceğini, bu nedenle
başlarını öne eğmeleri gerektiğini söyleyeceklerdir. Mahşer meydanında
bulunanlar başlarını eğecekler ve Fâtıma bint-i Muhammed şimşek gibi süratle
geçecektir. Bu esnâda, cennetlerin hûrisi Hz. Fâtıma, etrafında yetmiş bin hûri
ile beraber cennete girecektir:
Buyurmuşdur
Rasûlullâh kıyâmet oldukda
Nidâ
eyler münâdiler sebile tolar arsa-i penhâ
Buyurur
ehl-i cum’â gün bu men tenkis-i râsıyla
Geçicek
Fâtıma bint-i Muhammed râd u berk emsâ
Yürür
nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bin
Cinânın
hûr-ı ‘aynı böyle gider cennete Zehrâ[535]
Cedde-i Pâkîze
Sıdkî
Baba, Hz. Peygamber’in neslinden gelen ve müntesibi bulunduğu Şeyh Cemâleddin
Efendi hakkında kaleme aldığı mersiyesinde yer alan beyitte kadınların en
hayırlısı olan Hz. Fâtıma’yı tertemiz, pak, namuslu ata mânâsına gelen “cedde-i
pâkîze” terkîbi ile beraber zikretmiştir:
Cedde-i
pâkîzesidir Fâtıma hayru’n-nisâ
Nesl-i
pâk-i Mustafâ şâh-ı cihânım ol idi[536]
Cennetin Sultanı
Yusuf
Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli
nutfesi, dünya efendilerinin efendisi ve cennetin sultanı olarak
nitelendirmiştir:
Sen
Muhammed Mustafa’nın nutfe-i zî-şânısın
Seyyidü’s-sâdât-ı
âlem Cennetin sultânısın
Sen
ve oğlun işte şimdi zatımın mihmanısın
Katre-i
çeşmin sebeptir düzâhın itfasına[537]
Dürr-i Yektâ-yı Deryâ-yı Yetîmî
Sâkıb
Dede, küçük yaşta annesinin, genç yaşta da babasının vefâtına işaret ederek Hz.
Fâtıma’yı yetimler deryasının inci tanesi olarak nitelendirmektedir:
Dür-i
yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ
Ki
şem’-i cem’ine etmiş Hûdâ pervâne hûrâyı[538]
Dürr-i Sadef
Edirneli
Kâmî, Hz. Fâtıma’yı yüzü ay gibi parlayan mânâsındaki Zehrâ lakabı ile
zikretmiş ve “dürr-i sadet” terkîbi ile bir inci tanesi olduğunu belirtmiştir:
Ol
filze-i keyd-i şâh-ı İsrâ
Dürr-i sadef-i Betül-i Zehrâ[539]
Dürr-i Sadef-i Kudret
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’yı yüzü ay gibi parlayan mânâsındaki Zehrâ lakabı ile
zikrederek onun bir inci tanesi olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Hz.
Zehrâ’nın merhametinin tasavvur edilebilenin çok ötesinde olduğunu ifade
etmiştir:
Dürr-i
sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ
Mâ
fevk-i tasavvurda idi refet-i Zehrâ[540]
Erenlerin Baş Tâcı
Harâbî,
dörtlükte Hz. Fâtıma’yı erenlerin baş tacı şeklinde nitelendirmek sûretiyle
bütün evliyânın kendisin tazim ettiğini vurgulamaktadır:
Lütfiye
fakire kemter bacıdır
Muhammed
Ali’ye kuldur bacıdır
Cümle
erenlerin başı tâcıdır
İşte
Fâtımatü’z-Zehrâmız vardır[541]
Dürr-i Ma'den
Sukûtî,
Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Hatice’yi baş tacı olarak nitelendirmiş ve ona
olan hürmetini dile getirmiştir. Öte yandan Hz. Fâtıma’yı “inci tanesi” olarak
nitelendirerek gerek Hz. Peygamber gerekse de Müslüman kadınlar nezdindeki
kıymetine işaret etmiştir:
Zevce-i
Ahmed bilâ-şek başımın tâc-gevheri
Dürr-i
ma'den Fâtıma hayru’n-nisâdır sevdiğim[542]
Ehl-i Saâdet
İshak
b. Hasan Rızâî, Hz. Fâtıma’nın âhiret mutluluğunu kazanmış bir kimse olduğunu,
bunun da ötesinde Cennette kadınların efendisi olacağını ifade etmektedir:
Betül-ü
Fâtıma ehl-i saâdet
Kılur
Cennet nisâsına siyâdet[543]
Fahr-i Şeref-i Vâsıta-i Ahmed-i Mürsel
Ali
Emîrî, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olan, övünç kaynağı
ve şeref vesilesi olarak telakkî edilen Hz. Zehrâ’nın neslinden gelenlerin her
tarikat silsilesinde yer aldığını söylemektedir. Nitekim Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in neslinin Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam ettiği
göz önünde bulundurulduğunda, tarikat silsilelerinde yer alan mürşitlerin
neseplerinin Hz. Fâtıma’ya ulaştığı görülmektedir[544]:
^BFahr-i
şeref-i vâsıta-i Ahmed-i Mürsel
Her
silsilede olmada zürriyet-i Zehrâ[545]
Fâtıma Gülizâr
Yazıcıoğlu
Mehmed, Hz. Fâtıma’yı gül gibi kırmızı yanaklı mânâsına gelen “gülizâr” ismi
ile birlikte zikretmiştir:
Rivâyet
iderler sahih dinle ey bahtiyâr
Kim
ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr
Lakab
virdiler ana Zehrâ deyu zîrâ ol
Kim
ey yüzinin nûrına gark olur cümle diyâr[546]
Fâtıma Âlicenâb
Âdile
Sultan, “Fâtıma âlicenâb” ifadesi ile Hz. Fâtıma’nın haysiyetli, onurlu,
kendisine kötülük edene dahi iyilikle mukâbelede bulunacak bir yaratılışa sahip
olduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca bu vasıf, sahip olduklarını ihtiyaç içinde
bulunanlara veren, eli açık, cömert olması şeklinde de değerlendirilebilir:
Melce-i
ümmet Hüseyin ibn-i Ali
Nûr-ı
çeşm-i Fâtıma âlî-cenâb[547] [548]
Hâtun-ı Mahremgâh-ı Mevlâ
Şeyh
Baba Mehmed Süreyya (ö. 1924) kaleme aldığı dörtlükte ifade edildiği üzere Hz.
Hz. Fâtıma ilâhi tecellîlere mazhar olmuş güneş gibi parlak bir hazînedir.
Mevlâ’nın gizli sırlarının kendisinde mahfuz olduğu kadındır:
Fâtıma
gencine-i mihr-i tecelladır bilin
Fâtıma
hatun-ı mahremgah-ı Mevlâdır bilin
Fâtıma
mihman-ı Beytullah-ı ulyadır bilin
Ben
muhibb-i hanedan-ı hak-i pay-i Hayderem
Hûb-sîret
Behiştî
(ö. 1511
12),
Hz. Fâtıma ile ile Hz. Ali’nin oğullarının iyileşmesi için üç gün oruca niyet
ettikleri hâdiseyi aktarırken, Hz. Fâtıma’yı yüzünün ay gibi parlak ve güzel
oluşuna işaretle hub-sîret şeklinde tavsif etmiştir:
Yanınca
Fâtıma ol hûb-sîret
Bile
itdi ol üç gün savma niyyet[549]
Hûr-i Cennet
Behiştî,
bir cennet hûrisi olan Hz. Fâtıma’nın, babasının âhirete irtihâli sonrasında
derin bir hüzne gark olduğunu ifade etmektedir:
Gamından
Fâtıma ol hûr-ı Cennet
Olupdı
garka-i derya-yı hayret[550]
İslâm Anası
Şah
Hatâyî, Hz. Fâtıma’yı mü’minlerin annesi ve kadınların en hayırlısı olarak
nitelendirirken “İslâm Anası” vasfını kullanmıştır. Nitekim Hz. Fâtıma, zühd ve
takvâya dayalı yaşantısı ile Müslüman kadınların daima örnek aldığı kimse
konumundadır:
İslâm
anası Fâtıma-i hayrü’n-nisâdır
Zîrâ
kamûya dîn ile ihsân Alîdir[551]
Kevser „Atâ
Zühdî
Abdülmecîd, Hz. Fâtıma’nın âhirette kadınlar başta olmak üzere, bütün Müslümanlara
Kevser ırmağından ikram edeceğini ifade etmektedir:
rûzda
Fâtıma sâkî nisadır
Cemî-i
ümmete Kevser ‘atâdır[552]
Kân-ı Cevâhir-i Hudâ
Hanyalı
Nûrî, Hz. Fâtıma’yı ilâhı mücevherlerin kaynağı olarak nitelendirmek sûretiyle
onun Allah nezdindeki kıymetine ve yüce mertebesine işaret etmektedir:
Bir
kân-ı cevâhir-i Hudâdır
Anlarda
ale’l-husûs Zehrâ[553]
Mükrâm
Dâmâd
Mahmud Celâleddîn Paşa (ö. 1903), yetenekli olmanın Allah vergisi bir durum
olduğunu, nitekim eline kılıç alan herkesin Rüstem ve Behram[554] gibi
savaşçı bir kimliğe sahip olamayacağını söylemektedir. Bir kimsenin
kalabalıklar içinde üstün meziyetleri ile tebârüz etmesi için şerefli bir
şahsiyete sahip olması gerekmektedir. Zira ismi Ali olan herkes, Hz. Ali gibi
bulunduğu yere şeref veren, ismi Fâtıma olan herkes de Hz. Fâtıma gibi izzet ve
şeref sahibi olamaz:
Bir
tecellî-i Hudâdır suver-i isti’dâd
Her
eli seyf tutan Rüstem ü Behrâm olmaz
Bu
tekessürde teferrüd şeref-i zât ister
Her
Ali mükrim ü her Fâtıma mükrâm olmaz[555]
Mihr-i Muhît
Haydarî,
Hz. Ali’nin evlâdına olan sevgi ve muhabbetinden başka bir zenginliğinin
olmamasından dolayı gurur duyduğunu söylemekte, Hz. Hatice ile etrafı güneş
gibi aydınlatan Hz. Fâtıma’ya olan sevgisini dile getirmektedir:
Fakr
ile fahreyleriz ez aşk-ı evlâd-ı Ali
Hem
Hatîce Fâtıma mihr-i muhît bizdedir[556]
Meryem-i Bâ-safâ
Hanyalı
Nûrî, Hz. Fâtıma’yı Meryem-i bâ-safâ şeklinde tesmiye etmek sûretiyle
günahlardan uzak, müttaki yaşamı ile iffetli ve tertemiz kişiliğe sahip olan
Hz. Meryem’e benzetmektedir:
Ol
Meryem-i bâ-safâdan oldu
Tâli’
iki şems iki Mesîhâ
Ya’ni
Hasaneyn-i ahseneynin
Her
biri birer nigâr-ı hüsnâ[557]
Mâder-i Ümmet
Kurân-ı
Kerîm’de “Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha değerlidir. Onun
hanımları, mü’minlerin anneleridir” (Ahzâb, 33
6)
duyurulmaktadır. Mü’minler, ilgili âyetten yola çıkarak Hz. Peygamber’in
eşlerini ve kızlarını anneleri mesabesinde görmekte, onlara annelere gösterilen
hürmeti göstermektedirler[558]. Hanyalı
Nûrî, Ahzâb sûresinde yer alan ayete işaretle ve özellikle de mü’minler
arasındaki genel kabule dayanarak Hz. Fâtıma’yı mü’minlerin annesi şeklinde
nitelendirmektedir:
Mâder-i
ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ
Bint-i
Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[559]
Nakd
Nesîmî,
Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in sermâyesi ve kadınların en hayırlısı, Hz.
Hatice’yi ise sırlarını paylaştığı kimse ve kadınların övünç kaynağı olarak
vasıflandırmaktadır. Şair, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in sermâyesi olarak
nitelendirmek sûretiyle Hz. Peygamber’in nesebinin, kızı Fâtıma aracılığı ile
devam ettiğine işaret etmektedir:
Fâtıma
nakdin senin oldu Hadîce mahremin
Bu
biri hayrü’n-nisâdır bu biri fahrü’n-nisâ[560]
Nûr-ı Ehl-i Beyt
Haydarî,
Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmekte, babasına olan
derin sevgi ve muhabbeti, Hz. Peygamber’in en sevdiği kadın ve yaşantısı
itibari ile Hz. Peygamber’e en çok benzeyen kimse olması, özellikle de Hz.
Peygamber neslinin kendisi vâsıtası ile devam etmesine istinâden Ehl-i Beyt’in
nûru olduğunu söylemektedir:
Hayrü’n-nisâ
Betül-i ezvâc nûr-ı Ehl-i Beyt
Ey
dürr-i bahr-i hakâik gevher-i kân yâ Alî[561]
Nûr-ı Hakk’ın Mazharı
Haydarî,
Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı ilâhı nurlarının tecellîgâhı olarak
nitelendirmekte, böylece her ikisinin de nebevî terbiye altında yetişerek üstün
mânevî dereceler elde ettiklerine işaret etmektedir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi
aslana benzeterek Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in diğer
peygamberler, Hz. Ali’nin ise, diğer yiğitler karşısındaki üstün konumunu
vurgulamaktadır:
Hem
Hatîce Fâtımadır nûr-ı Hakk’ın mazharı
Sevmişem
cân u gönülden şîr ile şîrî
Anla
ve kim olduğun bil Ahmed ü Hayderî
Lâ
nebî illâ Muhammed Lâ fetâ illâ Alî561 [562]
Nûr-ı Akdem
Osman
Hulûsi Efendi (ö. 1990), Hz. Hüseyin’in babası Hz. Ali’yi Rasûl-i
Ekrem’in
mânevî şahsiyeti itibariyle aynı olarak tavsif etmektedir. Hz. Fâtıma’yı ise
Hz. Hüseyin’in annesi ve ilk yaratılan nur şeklinde nitelendirmektedir[563]:
Ki
oldur pederi ayn-ı Rasûl-i Ekrem
Anası
Fâtımadır nûr-ı akdem[564]
Nûr-i Hidâyet
Haydarî,
Hz. Peygamber’in şefaat edenlerin en üstünü olduğunu söylemekte, Hz. Hatice ve
Hz. Fâtıma’yı insanların hidayete ulaşmalarına vesile olan nur şeklinde
nitelendirmektedir:
Şâh-ı
şefâatsin sırr-ı velâyet
Hatîce
vü Fâtıma nûr-ı hidâyet
Kılma
günâhım el-aman mürüvvet
Hasan
ile Hüseyin’in aşkına[565]
Nûr-ı Hakk Rahman
Haydarî,
Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’ine olan sevgisini dile getirdiği dörtlükte Hz.
Hatice ve Hz. Fâtıma’yı Rahman olan Hakk’ın nûru şeklinde tavsif etmektedir:
Dinle
emri ne derim güftârımı ey cânımız
Hem
Hatîce Fâtımadır nûr-ı Hakk Rahmânımız
Şâh
Hasan ile Hüseyn dînimiz îmânımız
Tende
cânım Mustafa canda cânânım Murtezâ[566]
Pertev-i Envâr-ı Aşk
Haydarî,
ilk âyetleri ö ve “ harfleri ile başlayan Meryem sûresinin Ehl-i Beyt’in
mâsûmiyeti husûsunda nâzil olduğunu söylemekte, kendilerine duyduğu sevgi ve
hürmetini dile getirmek maksadıyla Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’yı aşk nurlarından
yayılan ışık olarak vasıflandırmaktadır:
Ehl-i
Beyt’in ismetine nâzil oldu Kâf-Hâ
Hem
Hatîce Fâtımadır pertev-i envâr-ı aşk[567]
Pertev-i Nûr-ı „Ayn
Haydarî,
Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin aşk nurlarına muttalî olduklarını söylemekte,
Ehl-i Beyt mensuplarından olan Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in
gözünün nûru olarak vasıflandırmaktadır:
Ehl-i
Beyt-i Mustafadır muttali-i envâr-ı aşk
Hem
Hatice Fâtımadır pertev-i nûr-i göz ayn[568]
Râyegân
İbrahim
ibni Bâlî, dünyada ve âhirette benzerleri olmayacak iki kadın bulunduğunu, bu
kadınların ilkinin Zehrâ lakabı ile bilinen Hz. Fâtıma, diğerinin ise Hümeyra
lakaplı Hz. Âişe olduğunu ifade etmektedir:
Şol
iki seyyide kim râ’yegân
Dü
hâtun-ı beşerdür dü cihâne
Birisi
Fâtımadır örf-i Zehrâ
İkinci
Âişe dirler Hümeyrâ[569]
Sâlihatullâh
Sâhib-i Kur’ânullâh
Vâhib
Ümmî (ö. 1595), zühd ve takvâ bakımından Hz. Zehrâ’ya müsâvî bir kimse
bulunmadığını, onun gibi saliha bir kulun dünyaya gelmediğini, ileride de
gelmeyeceğini ifade etmekte ve Hz. Fâtıma’yı Allah’ın saliha kulu olarak
nitelendirmektedir. Vâhib Ümmî’nin yukarıdaki manzûmesinde yer alan
sâlihatullah ifadesi Dîvân’ın bir başka nüshasında sâhib-i Kur’ânullah şeklinde
olup bu ifade ile Hz. Fâtıma’nın Kur’an ilimlerine vakıf bir kimse olduğu ifade
edilmektedir:
Gelmemişdir
gelmeyiser bir dahı akrânı yok
Hazret-i
Zehrâyı gör ne sâlihatullâhdır[570]
Seyyidü’s-Sâdât-ı Âlem
Yusuf
Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli
nutfesi, dünya efendilerinin önderi (seyyidü’s-sâdât-ı âlem) ve cennetin
sultanı olarak nitelendirmiştir:
Sen
Muhammed Mustafa’nın nutfe-i zî-şânısın
Seyyidü’s-sâdât-ı
âlem Cennetin sultanısın[571]
Şems-i Kamer
Nevrûz
bin İsa Adanavî, Hz. Hatice-i Kübrâ’yı kadınların övünç kaynağı olarak
nitelendirmekte, Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’yı ise yüzünün parlaklığına istinâden ay
ve güneşe benzetmektedir:
Hatîce-i
Kübrâdurur mukaddemâ nisadır fahrü’n-nisâ
Fâtımatü’z-Zehrâdurur
şems-i kamerâyı[572]
Şem’-i Nûr-ı Hilkat
Şem’-i
Şebistân-ı Hayâ
Fuzûlî,
Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve hürmetini dile getirmekte ve onu yüzünün
parlaklığına binaen yaratılış nurunun güneşi, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi
ve sellem]in kızı olmasından dolayı şeref madeninin mücevheri, zühd ve takvâya
dayalı yaşantısı itibariyle de hayâ odasının mumu şeklinde nitelendirmektedir:
Ol
menem kim şem’-i nûr-ı hilkatimdir Fâtıma
Gevher-i
kân-ı şeref şem’-i şebistân-ı hayâ[573]
Şâfi-i Rûz-ı Cezâ
Murtazâ
Sukûtî, Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’nın hiç şüphesiz Hz. Muhammed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in nûru olduklarını ve kadınların en hayırlısı olan Hz.
Fâtıma’nın hesap günü mü’minlere şefâat edeceğini ifade etmektedir:
Ol
Hadîce Fâtıma nûr-ı Ahmed lâ raybe fîh
Şâfi-i
rûz-ı cezâ hayru’n-nisâsın yâ Ali[574]
Şefi'
Ümmî
Sinan (ö. 1551), Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in övgüsüne yer
verdiği beytinde
öncelikle
Hz. Hatice’yi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in mahremi olarak
zikretmektedir. Akabinde Hz. Fâtıma’nın âhiret günü mü’min kadınlara şefâatçi
olacağını ve babası Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kıymetini
bilen bir kimse olduğunu vurgulamaktadır:
Hatîce
mahremin oldı Fâtıma kadrini bildi
Nisâlara
şefî’ oldı ey yüzü gül ü alnı mâh[575]
Sıdkî
Baba (ö. 1928), Mersiyesinde öncelikle Allah’tan hidayet, Hz.
Peygamber’den
de şefâat istediğini söylemektedir. Akabinde, Hz. Fâtıma’nın ümmet-i Muhammed’e
şefâat edeceğini vurgulayarak onu “şefîu’l-ümmet” şeklinde vasıflandırmaktadır:
Sıdkiyâ
isteriz Hakdan hidâyet
İki
cihân serverinden şefâ'at
Fâtımatü’z-Zehrâ
şefî'u’l-ümmet
Hacı
Bektaş kutb-ı devrân ağladı[576]
Tâc-ı Eşref
Hâşim
Baba, Kaside-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî adlı kasidesinde Hz. Fâtıma’yı
çeşitli özellikleri ile zikrederek ona salât ü selâm getirmektedir. Şair, ilk
mısrada Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi olduğunu söylemekte ve en
şerefli taç şeklinde nitelendirerek ona olan hürmetini ifade etmektedir.
Ardından kadınların en hayırlısı olduğunu belirterek Hz. Haydar’ın hanımı
olduğuna işaret etmektedir:
Es-salât
ey ümmü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm
Zevce-i
Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[577]
Ümmü’s-Süedâ
Hanyalı
Nûrî, beytinde Hz. Fâtıma’yı ilâhî tecellîlerin ve mânevî ilimlerin kaynağı
olarak nitelendirmekte, bununla birlikte Allah nezdinde kıymeti bulunan ve
saadete ermiş mü’minlerin de annesi olduğunu söylemektedir:
Her
katresi bir kevser-i ma’nâ-yı ezeldir
Ümmü’s-süedâ
olmada Zehrâ-yı tecellî[578]
Zarf-ı Hudâ
Hâce
Muhammed Lutfî, ilk olarak Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak
nitelendirmekte, akabinde “zarf-ı Hudâ” şeklinde zikretmek sûretiyle ilâhi
hakikatleri bünyesinde barındırdığını ifade etmektedir:
Fâtımatü’z-Zehrâ
hayru’n-nisâdır
Ümmü’l-Hasaneyn
hem zarf-ı Hudâdır
Evlâd-ı
Peygamber Hakk’a fedâdır
Ağlar
gözü gönlü al kan iledir[579]
Fâtıma-i dilber
XX.
asırda yaşamış Rıfâi-meşrep Mehmed İlhâmî (ö. 1953), 1947 senesinde Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından ilk kez yapılan hac seyahatine iştirak
etmiş ve bu seyahat esnâsındaki hatıralarını manzum-mensur karışık olarak
kaleme almıştır[580]. Eserin
son bölümünde şairin, hac farizasını yerine getirmesinin ardından mübârek
makamlara ve kişilere veda ederken duygularını dile getirdiği “el-vedâ” redifli
bir şiir yer almaktadır. Şair bu manzûmede Hz. Fâtıma’yı, “gönülleri kendine
çeken, güzel kadın” mânâsına gelen “dilber” vasfı ile beraber zikretmiştir:
Sıddîk-i
ekber Ömer-i mutahhar
Fâtıma-i
dilber size el-vedâ
Hazret-i
Osman câmiu’l-Kur’an
Ey
Abdurrahman size el-vedâ[581]
DÖRDÜNCÜ
BÖLÜM
HZ. FÂTIMA İLE İLGİLİ ESERLER
Türk-İslâm
edebiyatı sahasında Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme alınan müstakil eserler
mevcuttur. Bu eserlerin bir kısmında Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Ali ile
evliliği, vefâtı, Hz. Peygamber’in kızına nasihatleri ve vasiyeti gibi
hususlara yer verilirken, bazılarında ise, hayatının tamamı ele alınmıştır. Hz.
Fâtıma’nın doğumunun konu edildiği eserler, “Mevlid-i Fâtıma”, evliliği ile
ilgili kaleme alınan eserler “Tezvîc- i Fâtıma”, vefâtı ile ilgili eserler ise
“Dâstân-ı Fâtıma”, “Ahvâl-i Fâtıma”, “Vefât-ı Fâtıma” ya da “Hikâye-i Fâtıma”
şeklinde isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber’in kızına nasihatleri veya
vasiyetleri husûsundaki eserlerde ise belli bir adlandırma bulunmamakla
birlikte bu eserlere “Vasiyet-i Nebi li-Fâtıma”, “Nasihat-ı Rasûlullah li-
Fâtıma” gibi isimler verildiği tespit edilmiştir.
MEVLİD-İ FÂTIMA TÜRÜNDE ESERLER
Türk-İslâm edebiyatı alanında Hz.
Fâtıma’nın doğumu ile ilgili az sayıda da olsa müstakil eserler kaleme alınmış,
bu eserler de edebiyatımızda mevlid-i Fâtıma türünün teşekkülüne vesile
olmuştur. Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili olarak şu ana kadar dört eserin
te’lif edildiği tespit edilmiştir. Bu türdeki eserlerin ilk örneklerine XV.
yüzyılda rastlanmaktadır. Eserler Abdî, Süleyman Memdûh, Muhammed Esad Erbilî
ve Mehmed Şemseddin tarafından kaleme alınmıştır. Mevlid-i Fâtıma türündeki
eserlerin tamamı manzum olup mesnevi nazım şekli ile yazılmıştır. Abdi’nin
eseri 964 beyit, diğer eserlerin uzunluğu ise 100 beyitten daha azdır. Bu
eserlerde genellikle sade bir dil kullanılmış, halk arasında Hz. Fâtıma ile
ilgili bazı yaygın inanışlara yer verilmiştir[582].
Bu tür eserler mevlid başlığını taşımakla beraber, muhtevâlarında Hz.
Fâtıma’nın doğumunun yanı sıra çocukluğu, evliliği, vefâtı gibi hususlar da ele
alınmıştır.
Abdi’nin
Mevlid’i
Eser,
Hacı Abdî tarafından 1515 senesinde yazılmıştır. Kaynaklarda müellifi hakkında
bilgi bulunmayan eserin tek nüshası Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 2664
2
numarada kayıtlıdır[583]. Eser,
“Fî Beyân-ı Mevlûd-i Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ bint-i Muhammedi’l-Mustafa
Sallalâhu ‘Aleyhi Vesellem” başlığını taşımaktadır. 964 beyitten müteşekkil
bulunan ve mesnevî nazım şekliyle telif edilen eser, şekil ve muhtevâ itibari
ile halkın okuyup anlamasına müsait bir tarzda, sâde bir üslupla yazılmıştır.
Eserin
başı:
İbtidâ
ismin Hak’un yâd idelim
Baedezân gel söze
bünyâd idelim
Eserin
sonu:
El
açup bir diyen âmîn duâya
Yarın
ol konşı ola Mustafâ’ya
Eserde
Hz. Hatice’nin Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması ile ilgili olarak birtakım mucizevi
hususlar dile getirilmiştir. Buna göre Mikail, Hz. Peygamber için hurma ve üzüm
getirmiş, Hz. Peygamber bu ikramları yemiş, hanımı ile bir araya gelmesinin
akabinde Hz. Hatice kızı Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Hz. Fâtıma doğduktan sonra
iki melek ona hizmetkâr olması için görevlendirilmiştir. Eser mevlid-i Fâtıma
türünde olmakla birlikte, Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliğini de ihtivâ
etmektedir. Eserde yer aldığı üzere Hz. Ali, Hz. Fâtıma’yı babasından istemiş,
Allah’ın bu husustaki emrini Cebrail, Hz. Peygamber’e bildirerek, kızı
Fâtıma’yı Ali’ye vermesini söylemiştir. Ayrıca eserde Zühre yıldızının gökten
inerek kimin evinin üzerinde durursa Fâtıma’nın onunla evleneceği ve yıldızın
Hz. Ali’nin evinin üzerinde durduğu, bunun da Ali-Fâtıma evliliğine bir işaret
olduğu zikredilmiştir. Düğün esnâsında da birtakım harikulade olaylar vukû
bulmuştur. Buna göre misafirlere ikram için hazırlanan düğün yemekleri hiç
eksilmemiş, Cebrâil Hz. Fâtıma’ya cennetten düğün hediyeleri getirmiş, Fâtıma
düğün elbisesi olarak cennetten getirilen yeşil bir elbise giymiş, düğünün
akabinde cennet hûrileri Hz. Fâtıma’yı ziyâret etmişlerdir. Eser 48 beyitlik
bir münacat ile nihayete ermektedir[584].
Eserin muhtevâsı tetkik edildiğinde en fazla dikkat çeken husus, eserin halkın
dikkatini celbedecek tarzda yazılmış olmasıdır. Hz. Fâtıma’nın doğumu ile Hz.
Ali-Fâtıma evliliğinin öncesi ve sonrasında zuhûr eden mucizevi olayların
eserde ayrıntılı bir biçimde yer alması, dini hususlardaki bir takım halk
inanışlarının dini muhtevâlı eserlere bir yansıması olarak değerlendirilebilir.
Süleyman Memdûh’un Mevlid’i
Süleyman
Memdûh tarafından kaleme alınan eserin üç nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan
ilki Süleymaniye Kütüphanesi İzmir Kitaplığı No. 605’e kayıtlı el yazmasıdır.
73 beyitten müteşekkildir. Diğer iki nüshası ise Mâlumât Gazetesi’nin[585] 16
Cemâziyelâhir 1317 ve 16 Cemâziyelâhir 1318 tarihli sayılarında yayınlanmıştır.
Her ikisi de 83 beyittir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut olan yazma
nüshanın başlığı “Mevlid-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallahu ‘Anhâ”, Malumat
Gazetesi’nde yer alan nüshaların başlıkları ise “Vilâdetnâme-i Hazret-i Fâtıma”
şeklindedir. Mesnevî nazım şekli ile yazılmıştır.
Eserin
başı:
Önce
Allah ismini zikr idelim
Şükr
idüp eltâfını fikr idelim
Eserin
sonu:
Fâtıma
sâdât u ashâb-ı güzîn
Sellimullâhe
‘aleyhi ecmaîn
Türk-İslâm
edebiyatı geleneğine uygun olarak tevhîd, na’t ve münacat ile başlayan eserde,
Hz. Peygamber’in cennetten Cebrâil vâsıtası ile getirilmiş elmaları yemesi
neticesinde Hz. Fâtıma’nın dünyaya gelmesi, Hz. Fâtıma’nın anne karnında iken
konuşması, doğduğunda yerlerin ve göklerin nura gark olması gibi doğumundan
önce ve doğumu esnâsında zuhûr eden bazı hâllerden bahsedilmektedir. Bununla
birlikte Hz. Peygamber’in kızına olan sevgisi, Hz. Fâtıma’nın kıyâmette ümmet-i
Muhammed’e şefaatçi olması da eserde yer alan diğer hususlardandır. Eser 23
beyitlik bir Duâ bölümü ile son bulmaktadır[586].
Muhammed Esad Erbilî’nin Mevlid’i
Eser,
1847-1931 yılları arasında yaşamış bir Nakşî-Halidî şeyhi olan Muhammed Esad
Erbilî[587]
tarafından kaleme alınmıştır. Muhammed Esad Erbilî’nin
Dîvân’ında yer alan Mevlid’in Farsça ve Türkçe olmak üzere iki metni
bulunmaktadır. Buna ek olarak Mevlid’in müstakil bir baskısı da mevcuttur.
Dîvân’da yer alan Türkçe Mevlid’in başlığı “Mevlîd-i Şerîf-i Hazret-i
Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Anhâ”, Farsça Mevlid’in başlığı “Terceme-i
Mevlîd-i Şerîf-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Teâlâ Anhâ”, müstakil
baskısındaki başlığı ise “Mevlîd-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Teâlâ Anhâ”
şeklindedir[588]. Bazı
kaynaklarda eserin Muhammed Esad Erbilî tarafından kaleme alınan asıl
metninin Farsça olduğu, Türkçe’ye müellifin oğlu Mehmet Ali Efendi tarafından
tercüme edildiği ifade edilmekle birlikte[589],
Dîvân’ın ön sözünde eserin hem Farsça hem de Türkçe metninin müellifin
kendisine ait olduğu bilgisi yer almaktadır[590].
Eser 74 beyitten müteşekkil olup mesnevî nazım şekli ile yazılmıştır.
Eserin
başı:
Evvel
Allah adını zikr idelim
Fikr
idüp eltâfına şükr idelim
Eserin
sonu:
Ehl-i
Beyt’e Fâtihâ olsun hemîn
Rahmetullâhi
‘aleyhim ecmaîn
Eser
tevhîd, na’t ve münacat bölümleri ile başlamış, ardından asıl konu olan Hz.
Fâtıma’nın doğumuna geçilmiştir. Eserde Cebrail’in Hz. Peygamber ve Hz. Hatice
için cennetten meyve getirmesi, bu meyveleri yemelerinin ardından Hz.
Hatice’nin hâmile kalması, Hz. Fâtıma’nın anne karnında iken konuşması,
doğumunun ardından yerlerin ve göklerin nurla dolması gibi unsurlar
bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Hz. Fâtıma’nın, Hz. Peygamber nezdindeki değeri
husûsunda rivâyet edilen bazı hadislere de telmîhen yer verilmiştir. Eserin
sonunda bir duâ bölümü yer almaktadır[591].
Mehmed Şemseddin’in Mevlid’i
Mehmed
Şemseddin Efendi, 1867-1936 yılları arasında yaşamış ve hayatının önemli bir
kısmını Bursa’da geçirmiştir. Halvetî-Mısrî şeyhi olup, Niyâzî-i Mısrî
Âsitânesi’nin son postnişinidir[592]. Velût
bir müellif olan Mehmed Şemseddin Efendi’nin “Mesâr-ı Şemsü’l-Mısrî
fi’l-Mevlidi’l-Muhammedî” adını verdiği mevlid türünde bir eseri bulunmaktadır.
Bu eserde ayrıca müellifin Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile Hz. Hasan ve
Hz. Hüseyin için yazdığı mevlidler de mevcuttur[593].
Te’lif tarihi husûsunda herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte eser, 1924
senesinde Mısır İtimâd Matbaası’nda basılmıştır. Mesnevî nazım şekli ile
yazılmış eserin Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili bölümü 66 beyitten ibâret
olup, “Nisâr-ı Şemsü’l-Mısrî” şeklinde adlandırılmıştır[594].
Eserin
başı:
Analım
nâm-ı Hudâyı evvelâ
İdelim
yüz bin ana hamd ü senâ
Eserin
sonu:
Anların
hubbıyla taemîr
eyle yâ Rab gönlümüz
Sırr-ı
tevhîd ile tenvîr eyle yâ Rab gönlümüz
Genel
itibari ile beş kısma ayrılan Hz. Fâtıma Mevlid’i, ilk olarak Allah’a hamd,
Âl-i Abâ ile Hz. Fâtıma’ya övgü ve sebeb-i te’lif kısımları ile başlamaktadır.
Akabinde, Hz. Fâtıma için kaleme alınan diğer mevlidlerde de yer aldığı üzere
Cebrail’in Hz. Peygamber’e iki elma getirmesi, bu elmaları yemesi, netice
itibari ile Hz. Hatice’nin Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması, doğum sırasında
meleklerin Hz. Hatice’ye hizmet etmeleri hususlarını ihtivâ etmektedir. Üçüncü
bölüm ise, “Tetimme” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde Hz. Fâtıma’nın sahip
olduğu vasıflarından hareketle övgüsüne yer verilmiştir. “Münacat” şeklinde
adlandırılan dördüncü bölüm ise 9 beyitten müteşekkildir. Müellif bu bölümde On
İki İmam’ın adlarını zikrederek münacatta bulunmaktadır. Mevlid’in son bölümü
ise 12 beyitten müteşekkil olup, “„Akd-i Fâtıma li-„Ali „Aleyhima’s-Selâm”
başlığını taşımaktadır. Bu kısımda da diğer Hz. Fâtıma mevlidlerinde olduğu
üzere, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in Fâtıma ile evlenmek istemeleri, Cebrâil’in
Hz. Peygamber’e gelerek Allah’ın Ali-Fâtıma evliliğini dilediğini söylemesi
hususları ele alınmış, izdivacın gerçekleşmesi ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in
doğumlarından bahsedilmiştir. Eser, tek beyitlik bir duâ ile nihayete
ermektedir[595].
TEZVÎC-İ FÂTIMA TÜRÜNDE ESERLER
Hz.
Fâtıma ile Hz. Ali’nin evlilikleri, hadislere konu olmanın yanı sıra İslâm
Tarihi’nin dikkat çeken meselelerinden birisi olmuştur. Özellikle Şia
kaynaklarında bu evlilikle ilgili olarak bazı efsanevi unsurlar bulunmaktadır.
Allah’ın Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın nikâhlarını bizzat kendi katında ve
meleklerin şahitliğinde kıydığı inancı bu unsurların başında gelmektedir. Hz.
Fâtıma’nın Hz. Ali ile nikâhlanması karşılığında âhiret günü cennete girecek
ilk kadın olmayı ve Müslüman kadınlara şefâat hakkı elde etmeyi talep etmesi ve
bu talebin Allah katında olumlu karşılık bulması diğer efsanevi
anlatımlardandır. Özellikle Şia kaynaklarında yer alan bu tür hikâyelerin
kültürel etkileşimin bir neticesi olarak Sünnî müelliflerin eserlerini de
etkilediği görülmektedir.
Türk-İslâm
edebiyatı sahasında az sayıda da olsa Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği
husûsunda yazılan iki müstakil eser ile bir makale tespit edilmiştir.
Tezvîc-i Fâtıma
Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 7557
1’e kayıtlı eserin ismi,
ilk sayfada “Tezvic-i Fâtıma ve Hikâye-i Diğer” şeklinde geçmektedir. 34
varaktan müteşekkil olan eser mensur olup kütüphane kayıtlarında müellifinin
Kâdî Asker Şerif Mehmed Molla Efendi olduğu bilgisi yer almaktadır[596].
Eserde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği öncesinde ve sonrasında meydana
gelen bir takım olaylar anlatılmaktadır. Eserin muhtevâsında yer aldığı üzere
Cenâb-ı Hak, Fâtıma ile Ali’nin nikâhlarını gökte kıydığını, yeryüzünde de kendisinin
kıyması gerektiği şeklinde Hz. Peygamber’e hitapta bulunur. Buna binâen Hz.
Peygamber, kızı Fâtıma’ya Ali ile nikâhlanması gerektiğini bildirir. Hz.
Fâtıma, Hz. Ali’nin gözlerinin büyük olduğu ve ondan korktuğu bahanesi ile bu
evliliğe razı olmaz. Hz. Peygamber, bin altın karşılığında Ali ile nikâhını
kıydığını söylemesi üzerine, Hz. Fâtıma, cennete girecek ilk kadın olması şartı
ile nikâhı kabul eder.
Tezvîc-i
Fâtımatü’z-Zehrâ
Eser, Diyarbakır Ziya Gökalp Yazma Eser
Kütüphanesi’nde olup 21 Hk 586
2 demirbaş numarasına
kayıtlıdır. Eserin müellifi hakkında bilgi bulunmamaktadır. 4 varaktan
müteşekkil olan eser, mensur-manzum karışıktır[597].
Eser, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın evlilik tarihleri, düğün yemekleri,
evlendiklerinde kaç yaşında oldukları, nikâhlarının Allah tarafından meleklerin
şahitliğinde kıyılması, evliliklerinin ardından Hz. Muhammed ile olan
münâsebetleri vb. hususları ihtivâ etmektedir.
Hz.
Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü
“Hazret-i
Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü”, Tâhirü’l-Mevlevî (d. 1877- ö. 1951), tarafından
kaleme alınan 4 sayfalık bir makaledir. Makale, yazıldığı dönem
gerçekleştirilen gösterişli düğünlere eleştirel bir açıdan yaklaşmış olup,
Mahfil Dergisi’nin h. 1340 Receb ayı (m. 1922) nüshasının 146-149. sayfaları
arasında yayınlanmıştır[598]. Tâhirü’l-Mevlevî,
makalenin giriş kısmında o dönemde bazı düğünlerin çok gösterişli olduğu
husûsunu dile getirmiştir. Ardından örnek İslâm kadını Hz.
Fâtıma ile Hz. Ali’nin düğün hazırlıkları ve çeyizleri hakkında bilgiler
vermiştir. Makalenin sonunda ise, düğün hazırlıkları esnâsında israf ve
gösterişten kaçınılması husûsunda devrin insanlarına nasihatte bulunmuştur.
HZ. PEYGAMBERİN HZ. FÂTIMA’YA NASİHATİ VEYA
VASİYETİ TÜRÜNDE ESERLER
Nasîhat-i Rasûlillah Li-Fâtıma
Eser Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi
Türkçe Yazmalar Koleksiyonu’nda bulunmakta olup 562
1 demirbaş numarasında
kayıtlıdır. 4 varaktan müteşekkil olan eserin müellifi ile ilgili kütüphane
kayıtlarında bilgi yer almamaktadır[599] [600].
Bu nüshaya erişilememiştir.
Nasîhat-i Rasûlullah (salla'llâhü
aleyhi ve sellem) Kızı Fâtıma’ya (aleyhisselâm)
Vasiyet-i
Nebî Li-Fâtıma
Eser,
Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Koleksiyonu’nda
bulunmaktadır. 6170 demirbaş numarasına kayıtlıdır. Eserin müellifi
ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. 94
varaktan ibârettir. Eserin, varak sayıları değişiklik arz etmekle beraber aynı
kütüphanede 14 farklı nüshası mevcuttur[601].
Eserin nüshalarına erişilememiştir.
Vasiyet-i
Rasûlullah
Vasiyyet-i Rasûlullâh Sallallâhu 'Aleyhi Vesellem
Li-Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü 'Anhâ
Eser, Millet Yazma Eserler Kütüphanesi Ali
Emiri Koleksiyonu’nda olup 34 Ae Şeriyye 821
3 demirbaş numarasında bulunmaktadır.
Kütüphane kayıtlarında eserin ismi “Hazret-i Râsûl-i Ekrem’in Hazret-i
Fâtımatü’z-Zehrâya Vasiyyetlerinin Tercümesi” şeklinde kayıtlı olmakla beraber,
başlığında Vasiyyet-i Rasûlullâh Sallallâhu 'Aleyhi Vesellem
Li-Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü 'Anhâ ibâresi yer almaktadır. 2 varaktan
müteşekkil olan eserin müellifi ile ilgili olarak kütüphane kayıtlarında
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır[602].
Eserde yer aldığı üzere Hz. Fâtıma babasına gelerek erkeklerin kadınlar
üzerindeki haklarını sormuş, Hz. Peygamber de bu husûsu kızına ayrıntılı
şekilde izah etmiştir.
HZ. FÂTIMA’NIN VEFÂTI İLE İLGİLİ ESERLER
Hz.
Peygamber ile Hz. Fâtıma arasında oluşan derin sevgi hadislere konu olmuş,
İslâm Tarihi kaynaklarında da önemli bir yer teşkil etmiştir. Hz. Peygamber
kadınlar içerisinde en çok Fâtıma’yı sevdiğini söylemiş[603],
cihada çıkmadan evvel en son Fâtıma’yı ziyâret etmiş, dönüşte de ilk olarak
Fâtıma ile görüşmüştür[604].
Vefâtından hemen önce kızı Fâtıma’yı çağırıp, ailesinden kendisine ilk
kavuşacak kişi olduğunu bildirmiştir[605].
Hz. Peygamber’in vefâtı, aralarında büyük bir sevgi bağı bulunan Hz. Fâtıma’yı
derinden sarsmış, yeme içmeden ve uykudan kesilmesine sebep olmuştur. Hz.
Peygamber’in âhirete irtihâlinden yaklaşık altı ay sonra Hz. Fâtıma da vefat
etmiştir[606].
Dâstân-ı
Fâtıma
Yapılan
kütüphane taramaları neticesinde yazma eser kütüphanelerinde “Dâstân- ı
Fâtıma”, “Hikâye-i Fâtıma”, “Ahvâl-i Fâtıma” veya “Vefât-ı Fâtıma” şeklinde
kayıtlı eserler tespit edilmiştir. Eserlerin ihtivâ ettiği olaylar genel
itibari ile birbirinin benzeridir. Buna göre Hz. Peygamber’in vefâtının
ardından Hz. Fâtıma derin bir üzüntü içerisine girer, sürekli ağlar, yeme-içme
ve uykudan kesilir. Hz. Fâtıma’nın bu durumuna şahit olan sahâbeler, Hz. Ali’ye
gelerek Fâtıma’nın durumundan ötürü oldukça üzgün olduklarını, ancak ağlamakla
Hz. Peygamber’in geri gelmeyeceğini, Allah’ın takdirine rıza göstermenin daha
uygun olacağını söyleyerek, Fâtıma’ya nasihat etmesini isterler. Hz. Ali,
Fâtıma’ya bu hususla ilgili olarak nasihatte bulunur. Ancak, Hz. Fâtıma, babası
yerin altında yatarken ağlamaktan kendini alamadığını söyler. Hz. Ali’den
kendisine bir kulübe yapmasını ister. Hz. Ali, Fâtıma için bir kulübe yapar ve
Fâtıma o kulübede ağlamaya başlar. Hz. Fâtıma, babasının hasretinden dolayı gün
geçtikçe zayıflamaktadır. Yine bir gün babasının kabrinde ağlarken Hz.
Peygamber, mucizevi bir şekilde kızına seslenerek kavuşma vaktinin geldiğini
haber verir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma hazırlık yapmak maksadı ile evine döner.
Annelerinin durumundan şüphelenen Hasan ve Hüseyin Hz. Fâtıma’ya ne olduğunu
sorar. Fâtıma, artık vefât vaktinin geldiğini söyler ve oğullarını dizlerine
oturtarak öper. Babasına kavuşacak olmaktan dolayı son derece mutlu olan Hz.
Fâtıma henüz çocukluk çağında bulunan, bakıma ve anne şefkatine muhtaç olan
oğullarından ayrılacak olmanın verdiği hüzünle ağlamaya başlar. Bu sırada Hz.
Ali eve gelir. Fâtıma, ayrılık vaktinin yaklaştığını söyler ve çocuklarını
babalarına emanet eder. O gün akşam ile yatsı arasında vefât eder. Vefâtı
esnâsında bazı peygamberlerle birlikte Hz. Havvâ, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz.
Âişe’nin ruhları hazır bulunurlar. Hz. Ali ve oğulları Hz. Fâtıma’nın
vefatından dolayı son derece müteessir olurlar. Hz. Fâtıma’nın cenâze namazını
Hz. Ali’nin isteği üzerine Hz. Ebû Bekir kıldırır ve Hz. Peygamber’in kabrinin
yanına defnederler. Hz. Ali, Fâtıma’yı kabre koyarken Hz. Peygamber, kabrinden elini
uzatır ve kızını Hz. Ali’nin elinden alarak “Hoş geldin kızım!” diyerek
karşılar[607].
Dâstân-ı
Fâtıma türünde tespit edilebilen eserlerin künyeleri şu şekildedir:
Dâstân-ı Fâtıma,
Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 3881
11
numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellifi Kâdî Asker Şerif
Mehmed Molla Efendi olarak yer almakta, telif tarihi, müstensih ve istinsah
bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 7 varak ve 108
beyitten müteşekkildir[608].
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Tâ kim hatm ola bunda bu dâsitân
Vir
salavât Mustafâya ve’s-selâm
Hâzâ Dâstân-ı Fâtıma Budur,
Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi 5905 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane
kayıtlarında eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri
bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 6 varak ve 128 beyitten
ibârettir.
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Turman imdi var iken sizde hayât
Es-salavât
den kable’l-memât
Fâtıma Ana Ahvâli,
Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi 5906 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane
kayıtlarında eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri
bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 6 varak ve 134 beyitten
ibârettir[609].
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Irağ itme ya Rab anlardan bizi
Anlarıla
haşr it cümlemizi
Hâzâ Dâstân-ı Fâtıma
Radıyallâhu Anhâ, Durmuş Topal’ın[610] şahsî
kütüphanesinde bulunmaktadır. Eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve
istinsah bilgileri bulunmamaktadır. 116 beyitten ibârettir[611].
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Pes bu âlem tâ dutduka nizâm
Diyelim
ki es-salâtu ve’s-selâm
Dâstân-ı Fâtıma,
Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection
PL248 S85 M4 1717 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve
istinsah tarihi bilgileri yer almamaktadır. Her sayfasında 11 satır bulunan
eser, 9 varaktan ibâret olup, beyit sayısı 178’dir[612].
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Ümmetinden razı olsun ol Muîn
Rahmetullahi
‘aleyhim ecmaîn
Kitâbü Ahvâl-i Fâtıma,
Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection
PL248. M48 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah
tarihi bilgileri bulunmamaktadır. Eseri “Fî Beyân-ı Vefât-ı Fâtımatü’z-Zehrâ”
ve “Fî Beyân-ı Kanaat-i ve Defn-i Fâtımatü’z-Zehrâ” şeklinde iki bölümden
oluşmaktadır. İlk bölüm 98, ikinci bölüm ise 21 beyittir[613].
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Ümmetinden razı olsun ol Muîn
Rahmetullahi
‘aleyhim ecmaîn
Hikâye-i Fâtıma,
Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 9491
6
numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellifi Kâdî Asker Şerif
Mehmed Molla Efendi olarak yer almaktadır[614].
Her sayfasında 14 satır bulunan eser, 6 varaktan müteşekkildir.
Eserin
başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini
Kim
Rasûlden sonra n’oldı hâlini
Eserin
sonu: Hem didi kim sahâbeler yâ Mustafâ
Fâtıma
geldi muştuluk ... safâ
Ahvâl-i Fâtıma,
Vatikan Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Vat. Turco 17
2
numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi
bilgileri bulunmamaktadır. 6 varaktan müteşekkil bulunan esere ulaşılamamıştır[615].
Ahvâl-i Fâtıma,
Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları R-8154 numara ile
kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri
bulunmamaktadır. 4 varaktan ibâret olan nüshaya ulaşılamamıştır[616].
Risâle fi Beyân-ı Ahvâl-i
Fâtımatü’z-Zehrâ, Kâhire Hidiv Türkçe Yazmaları
9108
3
numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi
bilgileri bulunmamaktadır. Esere ulaşılamamıştır[617].
Hikâye-i Fâtıma,
İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu 34 Ae Manzum 1412 numara ile
kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında müellifinin Edirne Karabulut Mescidi İmamı
Halil olduğu bilgisi yer almaktadır. Telif tarihi bilinmeyen eserin istinsah
tarihi h. 897
m. 1491’dir. Her sayfasında 15 satır
bulunmaktadır. 5 varaktan oluşan eserde 130 beyit yer almaktadır[618].
Eserin
başı: Ana ol câm-ı ecel sunulıcak
Hazret-i
Hak’dan yana gün olıcak
Eserin
sonu: Yanına aldı nevârüz eyledi
Hoş
mısın kızum safâ geldin dedi
Vefât-ı Fâtıma,
Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 2674 numara ile
kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri
bulunmamaktadır. Esere ulaşılamamıştır[619].
Vefât-ı Fâtıma,
Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 6818 numara ile
kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri
yoktur. Kütüphane kayıtlarında 2 varaktan ibâret olduğu belirtilen nüshaya
ulaşılamamıştır[620].
Vefât-ı Fâtıma Radıyallahü
Anhâ, Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 8624
3
numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin ismi “Nazm-ı Vefât-ı
Fâtıma”, müellifi ise Kâdî Şerif Mehmed Molla Efendi olarak yer almaktadır.
Telif ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfasında 9 satır bulunan
eser, 12 varak ve 107 beyitten oluşmaktadır[621].
Eserin
başı: Hâtemü’n-nebî dünyadan teşrif itdükden sonra
Fâtımanın
hâli sonra n’ola
Eserin
sonu: Ger dilersiz bulasız bâkî hayat
Vir
mutahhar rûhına es-salavât
Hâzâ Kitâbü Ahvâl-i Fâtıma,
Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection
PL248 S85 M44 1687 numara ile kayıtlıdır. Müellif ve telif tarihi ile ilgili
bilgi yer almamaktadır. Kütüphane kayıtlarında müstensihi Monla Ali, istinsah
tarihi 1687 olarak yer almaktadır. Her sayfasında 15 satır bulunan eser, 4
varak ve 109 beyitten ibârettir[622].
Eserin
başı: Ol Habîbün izzetin fikr idelüm
Kalbimüz
pür-nûr idüp zikr idelüm
Eserin
sonu: Ya İlâhî okuyup dinleyeni yazanı Rahmetünle yarlığagıl yâ Ğanî
Hikâye-i Hazret-i Bibi Fâtıma,
Oxford Bodleian Türkçe Yazmaları MS Ind.Inst. Turk. 25
1
numaraya kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi
bilgileri bulunmamaktadır. 18 varaktan oluşan nüshaya ulaşılamamıştır[623].
Vefât-ı Fâtıma,
Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Y-183
2
numaraya kayıtlıdır. Müellifi, Gönenli Yahya bin Bahşî’dir. Müellifi kütüphane
kayıtlarında Muhyiddîn olarak yer almaktadır. Eser, aynı müellifin Mevlid
adlı eserinin akabinde yer almaktadır[624].
Müstensihi Hüseyin bin Mehmed, istinsah tarihi 1788’dir[625].
Eserin
başı: Bir söze âğâz idelüm ki cihân
Ol
sözün odına yansın ... cân
Eserin
sonu: Her kim diler lutf-ı Hakkı kazana
Bir
Fâtiha okuya bunu yazana
Vefât-ı Hazret-i Fâtıma
Eser,
Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 7454
5
numarada kayıtlı olup, müellifi Bursalı Mehmed Akif’tir. Kütüphane kayıtlarında
eserin müellifinin Miralay Mehmed Akif olduğu belirtilmektedir. Eserin başlığı
“Vefât-ı Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Anhâ” şeklindedir. Başlıktan
sonra “İsm-i Pâk Hazret-i Fahr-i Âlem Muhammedini’l-Mustafâ-râ Salavât”
şeklinde bir ibâre mevcuttur. 4 varak ve 69 beyitten müteşekkildir[626]. Eserde
yer aldığı üzere Hz. Peygamber’in vefâtı Hz. Fâtıma’yı derinden sarsmıştır. Bu
duruma şahid olan Medîneliler Hz. Ali’ye gelerek Hz. Fâtıma’nın durumunun
kendilerini çok üzdüğünü, ağlamanın Hz. Peygamber’i geri getirmeyeceğini
söylemişler ve Hz. Ali’den Fâtıma’yı teselli etmesini talep etmişlerdir. Hz.
Ali, Medînelilerin bu isteklerini Hz. Fâtıma’ya iletmiş, o da babasının
kabrinin yanına bir ev inşa etmesini isteyerek ve kimseyi rahatsız etmemek
maksadıyla feryad ü figâna orada devam edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz.
Ali, Hz. Peygamber’in kabrine yakın bir kulübe yapmış, Hz. Fâtıma da bu
kulübede ah u zar etmeye devam etmiştir. Bir gün yine babasının kabrinin
başında ağlarken, Hz. Peygamber kabrinden dile gelerek kızına kavuşma vaktinin
yakın olduğunu söylemiş, babasının bu hitabı Hz. Fâtıma’yı sevince boğmuştur.
Bunun üzerine Hz. Fâtıma derhal evine dönmüş, annelerinin aceleci tavırlarını
gören Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin annelerine bu durumu sormuşlardır. Hz. Fâtıma
artık babasına kavuşma vaktinin geldiğini söylemiştir.
Babasına
kavuşacağı için gayet mesrur olmakla beraber, evlatlarının küçük olmaları ve
bakıma muhtaç bulunmaları dolayısı ile de endişelidir. Hz. Fâtıma, oğullarını
Hz. Ali’ye emanet etmiş, onunla da vedalaşmış ve ruhunu teslim etmiştir.
Ardından Hz. Fâtıma gasledilmiş ve kabrine konulmuştur. Kabrine konulurken Hz.
Muhammed elini uzatarak kızını karşılamış ve ona kavuşmaktan dolayı son derece
mutlu olmuştur[627].
Eserin
başı:
Mefhar-i
sultân-ı âlem duhteri
Yâd
idüp ağlardı ol peygamberi
Eserin
sonu:
Ceddine
vâsıl olup ol gül'izâr
İrdi
çün maksûdına kıldı karâr
Vefât-ı Fâtıma (Muhammediyye)
Yazıcıoğlu
Mehmed’in Muhammediyye[628] adlı
eserinde Hz. Fâtıma’nın vefâtı husûsunda müstakil bir bölüm ayrılmıştır. Bu
bölüm 40 beyitten ibâret olup “Vefât-ı Fâtıma” başlığını taşımaktadır[629]. Bu
kısımda yer aldığı üzere Hz. Fâtıma parlak yüzlü olmasından dolayı “Zehrâ”
ismini almıştır. Bu hususta Hz. Âişe gece karanlığında içerisinde ateş olmayan
bir odada Hz. Fâtıma’nın yüzünün nuru yardımıyla iplik eğirdiklerini
söylemiştir:
Şu
denlü idi kim hikâyet eder Âişe
Ki
nurunda iplik eğirir idik yoktu nâr[630]
Vefâtından
hemen önce Hz. Fâtıma’nın babasına kavuşma iştiyakı artmıştır. O sıralar Hz.
Hasan ve Hz. Hüseyin henüz bakıma muhtaç iki küçük çocuktur. Hz. Fâtıma vefat
edeceği gün evlatlarının kıyafetlerini yıkamış, onlar için yemek pişirmiştir.
Evlatlarını üzmemesi, onlarla birer emanet gibi ilgilenmesi için de Hz. Ali’ye
vasiyette bulunmuştur. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in vefâtının ardından altı ay
kadar yaşamıştır:
Haşanla
Hüseynin yudu donların etti ag
Velîkin
dökerdi mübârek gözünden pınar
Veli
hoş tutasın Hasanla Hüseynimi sen
Ki
bize saadet bağında bulardır simâr[631]
Hz.
Fâtıma vefat edeceği gün Hz. Ali’ye evlerindeki sandıktan çıkardığı bir kutunun
içerisinde bulunan ipek mendili göstermiş ve mendilin hikayesini anlatmıştır.
Buna göre Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenmek istediğinde, Hz. Fâtıma’ya mehir
olarak ne istediği sorulmuş, o da dünyalık bir mehir talebinde bulunmadığını,
âhirette ümmet-i Muhammed’in günahkâr olanlarına şefâat etmek istediğini
söylemiştir. Allah, Cebrâil vâsıtası ile haber göndererek Hz. Fâtıma’nın bu
talebini kabul ettiğini bildirmiştir. Hz. Fâtıma’nın bu hususta delil istemesi
üzerine Cebrâil, delil olarak Allah katından ipek bir mendil getirmiştir:
Gelip
dedi Cebrail Allah selâm eyledi
Ne
kim dedise Fâtıma eyle olsun bu kâr
Dedim
bu söze bana hüccet gerek Tanrıdan
Geri
geldi Cebrail erdi revân bîhasâr
Alıp
geldi bu hücceti bana Allah’tan ol
Sözüm
dinle imdi eyâ sâib-i Zülfikâr[632]
Azrâil
ruhunu kabz etmek maksadıyla gelince, Hz. Fâtıma ruhunu ona teslim
etmeyeceğini, kendisine canı Allah’ın verdiğini ve Allah’ın alması gerektiğini
söyler. Azrâil, Hz. Peygamber’in ruhunu bile ben teslim aldım dediği sırada Hz.
Fâtıma vefât eder:
Çü
geldi ecel geldi Azrail anda bu kez
Dedi
canımı ben sana vermezem ıztırar
Ayıttı
Rasûlün ben aldım canını
Dedi
ümmet içindi ol eyleme igtirar[633]
Hz.
Fâtıma vefât ettikten sonra defnedilmek üzere Hz. Peygamber’in kabrinin yanına getirilir.
O esnâda Hz. Peygamber kabrinin içinden elini uzatarak Hz. Ali’den Fâtıma’yı
kendisine vermesini söyler:
Mübârek
elini çıkardı Rasûl ravzadan
Dedi
kızımı bana ver yâ eAli
eyleyem istitâr[634]
HZ.
FÂTIMA’NIN HAYATININ TAMAMINI ELE ALAN ESERLER
Kerîme-i Muhtereme-i
Hazret-i Fahr-i 'Âlem Seyyidetü’n-Nisâi’l-Âlemîn Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ
el-Betül
Eser,
Fatma Şâdiye Hanım[635]
tarafından 1903 senesinde kaleme alınmıştır. Eserin adı Kerime-i Muhtereme
Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü’n-nisâi’l-âlemîn Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ
el-Betüf[636]
olup Hanımlara Mahsus Gazete’de[637] yayınlanmıştır.[638] Küçük
bir risale şeklinde olup Hz. Fâtıma’nın doğumu, isimleri, ailesi, Hz. Peygamber
ile olan münâsebetleri, Hz. Ali ile evliliği, çocukları, ahlakı ve vefatı vs. hususları ihtivâ etmektedir.[639] Eser, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk
Kütüphanesi Bel_Osm_K.02734
04 demirbaş numarasına
kayıtlıdır.
Fâtıma-i
Zehrâ Vefâtın Beyân İder (Hadîkatü’s-Süedâ)
Hadîkatü’s-Süedâ,
maktel türünde bir eser olup Fuzûlî tarafından kaleme alınmıştır. Fuzûlî’nin en
hacimli eseridir. Manzum-mensur karışık olarak te’lif edilen eser, Mukaddime,
10 bab ve Hâtime kısımlarından müteşekkildir. Eserde Hz. Peygamber dâhil olmak
üzere bazı peygamberlerin çektikleri eziyetler, sahâbelerden bir kısmının şehâdetleri,
Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın vefâtları, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişi gibi
hususlar anlatılmaktadır[640]. Eserin
dördüncü babı her ne kadar “Hz. Fâtıma-i Zehrâ Vefâtın Beyan İder” başlığını
taşımaktaysa da Hz. Fâtıma’nın doğumundan vefâtına kadar geçen süre zarfında
meydana gelen olaylar anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Fâtıma, Fil olayından
yirmi beş veya bi’setten beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Fâtıma’nın doğumu
yaklaşınca Hz. Hatice, Kureyş kadınlarından yardım istemiş, onlar da Hz.
Hatice’ye Ebu Talib’in himaye ettiği yetim Muhammed ile evlendiği için yardımcı
olmak istememişlerdir. Bunun üzerine İbrahim Peygamber’in hanımı Sâre, Hz.
İsa’nın annesi Hz. Meryem, Firavun’un hanımı Asiye ve Hz. Musa’nın kız kardeşi
Gülsüm’ün ruhaniyetleri doğum esnâsında gelerek Hz. Hatice’ye yardımda
bulunmuşlardır. Fâtıma doğunca etrafı güzel kokular kaplamıştır. Cennetten
gelen on hûri de getirdikleri Kevser suyu ile yeni doğan Fâtıma’yı
yıkamışlardır. Fâtıma’nın doğum haberini alan Hz. Peygamber, evine gelmiş ve kızına
Fâtıma adını koymuştur. Künyesi Ümmü Muhammed, lakapları ise Râdiyye, Mardiyye,
Meymûne, Zekiyye ve Zehrâ olmuştur. Fuzûlî, şeriatin gül bahçesine tazelik
veren bir fidan olarak tavsif etmek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın doğumuna işaret
etmiştir:
Şer'
gülzârına revnâk verdi bir nevres nihâl
Âsmân-ı
dîne pertev saldı bir Ferruh hilâl
Ol
nihâlin berg ü bârından dolub dâmân-ı dehr
Ol
hilâle kıldı envâr-ı hidâyet intikâl[641]
Bölümün
devamında Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği konu edilmiştir. Cebrâil Hz.
Peygamber’e gelerek Hz. Ali ile Fâtıma’nın nikâhlarını kıymasını, bunun
Allah’ın iradesi olduğunu söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber nikâh akdini
gerçekleştirmiştir. Bölümde Hz. Hasan ve Hüseyin ile ilgili bazı hâdiselere de
yer verilmiştir. Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinin ardından Hz. Fâtıma’nın
yaşadığı derin üzüntü bölümde yer alan diğer hususlardandır. Buna göre Hz.
Fâtıma, şeriatin şifa yurdunun viran olduğunu ve inanç erlerinin önderinin
öldüğünü söylemekte, feleğin kendisine yüzlerce tasa vererek halini perişan
ettiğinden yakınmaktadır:
Ey
felek dârü’ş-şifâ-i şer'i vîrân eyledin
Ehl-i
derdi mübtelâ-yı dâğ-ı hırmân eyledin
Perde-i
idbâr çekdin çehre-i ikbâlime
Cem'
edüb yüz gam bana hâlim perîşân eyledin[642]
Buna
göre, babasının vefâtının ardından Hz. Fâtıma’nın güldüğü hiç vaki olmamıştır.
Son olarak Hz. Fâtıma’nın vefâtından önce yaşadığı bazı olaylar anlatılmıştır.
Hz. Peygamber, vefâtından altı ay sonra kızının rüyasına girerek, kavuşma
vaktinin geldiği müjdesini vermiştir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma, çocukları için
bir miktar yemek yapmış, onları ve kıyafetlerini yıkamıştır. Bu durumdan
şüphelenen Hz. Ali, Fâtıma’ya böyle davranmasının sebebini sormuş, Hz. Fâtıma
da artık babasına kavuşma vaktinin geldiğini, defin işlemleri ile uğraşırken
çocukların sıkıntı çekmemeleri için yemeklerini şimdiden hazır ettiğini,
kıyafetlerini yıkadığını söylemiş ve Hz. Ali ile helalleşmiştir. Çocuklarına
da, vefâtının ardından kabrine gelip duâ etmelerini vasiyet etmiştir.
Annelerinin vefât edeceğini öğrenen Hasan ve Hüseyin son derece müteessir
olmuşlardır. Hz. Fâtıma vefât anını çocuklarının görmelerini istememiş, bunun
üzerine Hz. Ali onları duâ etmek için Hz. Peygamber’in kabrine yollamıştır. Hz.
Ali ile yalnız kalan Hz. Fâtıma, eşinden dört şey talep etmiştir. İlk olarak
evlilik hayatları boyunca bir kusuru olduysa affetmesini istemiştir. Ardından
evlâdına iyi davranmasını ve defin işlemlerini gece yapmasını söylemiştir. Son
olarak ise kabrini ziyâreti ve duâ etmeyi unutmamasını
vasiyet etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali de zevcesinden üç istekte bulunmuştur.
İlk olarak kendisine karşı bir kusur işlediyse bundan ötürü Hz. Peygamber’e
şikâyette bulunmamasını istemiştir. Ardından Hz. Peygamber’e selâmını ve
memnuniyetlerini iletmesini söylemiştir. Nihâyetinde Ümmü Seleme’den su
isteyerek gusül abdesti almış ve ardından ruhunu teslim etmiştir[643].
HZ. FÂTIMA İÇİN YAZILAN MÜSTAKİL ŞİİRLER
Derviş
Yûnus
Derviş
Yûnus’un Hz. Fâtıma hakkındaki müstakil şiiri, on birli hece ölçüsü ile kaleme
alınmış olup altı dörtlükten müteşekkildir. “Yeşil berat ile gelir Fâtıma”
redifli şiirde kıyâmet günü Hz. Fâtıma’nın ümmetin günahkârlarına şefâati
husûsuna ağırlık verilmiştir. Buna göre Hz. Fâtıma, kıyâmet kopunca elinde
yeşil bir berat bulunmak sûretiyle mahşer meydanına gelecek, bir yanında Hz.
Hatice diğer yanında Hz. Havvâ bulunacaktır. Bu durumu gören mü’minler Hz.
Fâtıma’nın geldiğini birbirlerine müjdeleyecekler, o da Allah’a niyâzda
bulunarak günahkâr mü’minleri affetmesini talep edecektir. Akabinde
günahkârları cehennemden çıkarıp kurtulmalarını sağlayacaktır. Bununla birlikte
melekler Hz. Fâtıma’yı görmek için yedi kat gökten inecekler, cennet hûrileri
ve gılmanları onun yolunu gözleyeceklerdir. Derviş Yûnus, Hz. Fâtıma’nın
şefâatçi olmasını vurgulanırken onun Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı ve Hasan ile Hüseyin’in annesi olduğunu
da ifade etmiştir. Arpa ve darı tanesi yediklerini söyleyerek de fakir bir
hayat sürdüklerine de işaret etmektedir:
Kıyâmet
gününde mahşer yerine
Yeşil
berat ile gelir Fâtıma
Sağında Hatice solunda Havvâ
Yeşil berat ile gelir Fâtıma
Nurdan beratını almış eline
Seğirdiben gelir mahşer yerine
Mü’minler müjdeler birbirine
Yeşil berat ile gelir Fâtıma
Mahşerin yerinde feryâd ediyor
Ümmetlerim diye niyâz ediyor
Alıp cehennemden azad ediyor
Yeşil berat ile gelir Fâtıma
Yedikleri arpa darı tanesi
Habîbullah imiş onun babası
Oldur Hasan Hüseyin’in anası
Yeşil berat ile gelir Fâtıma
Yedi kat göklerden iner melekler
Arş altında kabul olur dilekler
Hûriler gılmanlar yolunu bekler
Yeşil berat ile gelir Fâtıma
Derviş Yûnus der kıyâmet olacak
Kişi ettiğini anda bulacak
Zaif ümmetine şefi olacak
Yeşil berat ile gelir Fâtıma[644]
Şeyh Halid Dîvânı
Şeyh Halid[645]
Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili bir adet müstakil şiir yer almaktadır. Şair,
Hz. Fâtıma’ya olan sevgisinin ve bağlılığının bir ifadesi olarak “Meded yâ
Hazret-i Zehrâ” redifli şiirini kaleme almıştır. Şiir yedi kıtadan
müteşekkildir.
Şiirde
en fazla göze çarpan husus, rediften de anlaşılacağı üzere, mutasavvıf şairler
tarafından başta Hz. Peygamber olmak üzere din büyüklerinden istimdâd istenilmesidir[646]. Şair
genel itibari ile günahkâr ve aciz olduğunu, mânevî olarak yolda kaldığını
söylemiş, masiyetten ve içine düştüğü sıkıntılardan kurtulmak maksadı ile Hz.
Fâtıma’dan mânevî yardım talebinde bulunmuştur. Şiirde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali
ile olan evliliği ve çocuklarına nisbeten aldığı bazı isim ve sıfatlar
zikredilmiş, hakkında rivâyet edilen bir takım hadislere telmihte
bulunulmuştur. Hz. Fâtıma, Hz. Ali ile evli olmasına istinâden “zevce-i şîr-i
Hudâ”, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması dolayısı ile de “mâder-i
şehzâdegân” şeklinde vasfedilmiştir. Hz. Fâtıma’nın kadınların efendisi olması
husûsundaki hadise[647] telmîhen
“seyyid-i cümle nisâ” terkîbi kullanılmış, Hz. Fâtıma’nın cömertliğini,
fakirlerin ve muhtaçların koruyucusu olması yönünü ön plana çıkarmak maksadı
ile de “destigîr-i bîçâregân” ve “menbâ-ı cûd u sehâ” şeklindeki sıfatlar
zikredilmiştir.
Dahîlek
yâ Âl-i Abâ
Husûsan
bint-i Mustafâ
Kapından
mahrûm eyleme
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Başımda
aşk ile sevdâ
Misâl-i
bülbül-i şeyda
Eşkibârım
kanlar döker
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Bir
âcizim geldim sana
Koyma
lutf et beni bana
Nefs
ü şeytan yolum aldı
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Müjde
vermişdin sen bana
Evlâd
etmiş idin sana
Hâşâ
vaedin ola hilâf
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Yâ
seyyid-i cümle nisâ
Muhtâcındır
bây u gedâ
eAlîlim gel tut
elimden
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Yâ
mâder-i şehzâdegân
Destigîr-i
bîçâregân
Yoruldum
yolda kaldım ben
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ
Yâ
menbâe-ı cûd u sehâ
Yâ
zevce-i Şîr-i Hudâ
Ayırma
Hâlid’i senden
Meded
yâ Hazret-i Zehrâ[648]
Leylâ Hanım Dîvânı
Leyla
Hanım Dîvânı’nda “Mefûlü Mefâ„îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün” kalıbında, 7 beyitten
müteşekkil bulunan “Hazret-i Zehrâ” redifli müstakil bir şiir yer almaktadır.
Şair, Hz. Fâtıma’yı rüyasında gördüğünü ve içinde bulunduğu mânevî perişanlığı
ona arz ettiğini söylemekte, suçlarının bağışlanması için Hz. Fâtıma’dan
talepte bulunarak halini Hz. Peygamber’e arz etmesi için yalvarmaktadır. Şiirde
Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden “mâder-i
şâh-ı şühedâ”, Hz. Ali’nin hanımı olması hasebi ile “zevce-i sultân-ı bekâ”,
cömertliği ve fakirlere yardımcı olması yönüyle de “muîn-i fukarâ” şeklinde
vasıflandırılmıştır.
İstimdâd
Ez-Cenâb-ı Zevce-i Aliyyü’l-Murtazâ bint-i Habîb-i Kibriyâ
Ey
mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ
Mahşerde
mueîn-i fukarâ
Hazret-i Zehrâ
Her
bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân
Sensin
bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ
'Arz
eyledim ahvâl-i perîşânım rahm et
Bir
şerm ile rüyada sana Hazret-i Zehrâ
Hâşâ
ki hilâf ola senin vaed-i
kerîmin
Vaed ettin
inâyâtını yâ Hazret-i Zehrâ
Sultân-ı
rusül vâlid-i zî-şânına earz
et
Bu
zerreyi ey kân-ı atâ Hazret-i Zehrâ
Afv
eyle suçum hûn-i şehîdân içün olsun
Ey
zevce-i sultân-ı bekâ Hazret-i Zehrâ
Reddeyleme
durdum der-i lütfunda dahîlek
Leylâ’yı
kıl ihsâna sezâ Hazret-i Zehrâ[649]
Ali Emîrî Efendi Dîvânı
Ali
Emîrî Efendi Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili olarak 29 beyitten müteşekkil
“Zehrâ” redifli bir şiir yer almaktadır. Aruzun “Mefûlü Mefâ„îlü Mefa‘îlü
Fe„ûlün” kalıbıyla kaleme alınan şiirin ilk kısmında Hz. Fâtıma’yı övücü mahiyette
beyitlere yer verilmiştir. Buna göre Hz. Fâtıma, merhameti tasavvur
edilebilenin çok ötesinde bir şahsiyettir. Hz. Peygamber’in en sevdiği kızıdır.
Babasına hem fiziksel olarak hem de edep, takvâ ve zühd yönünden çok
benzemektedir. Hz. Peygamber’in şerefli nesebi, Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam
etmiştir:
Dürr-i
sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ
Mâ
fevk-i tasavvurda idi re’fet-i Zehrâ
Peygamber-i
zîşânın odur bint-i güzîni
Fikr
et ne kadar âlî idi nisbet-i Zehrâ
Peygamber-i
zîşânı severdi o kadar kim
Dîdârı
idi rü’yet-i âyine-i Zehrâ
Nûr-ı
edeb ü zühd ile olmuşdu muhammer
Tâ
rûz-ı ezelden beri mâhiyet-i Zehrâ
Fahr-i
şeref-i vâsıta-i Ahmed-i Mürsel
Her
silsilede olmada zürriyet-i Zehrâ[650]
Şiirde,
Hz. Fâtıma’ya mehir olarak ne istediği sorulunca dünyalık bir şey istemediği,
ancak Muhammed ümmetinin günahkâr olanlarına âhirette şefâat etmeyi talep
ettiği söylenmektedir:
Afv-ı
günâh-ı ümmet-i İslâm idi yekser
Hengâm-ı
nikâhında olan ücret-i Zehrâ[651]
Hz.
Fâtıma’yı övücü mahiyetteki beyitlerin akabinde, Hz. Peygamber’in âhirete
irtihâli ile beraber Hz. Fâtıma’nın çektiği derin üzüntünün anlatıldığı
beyitler yer almaktadır. Buna göre Hz. Peygamber’in vefatının ardından Hz.
Fâtıma’nın dünyaya hiç meyli kalmamış, üzüntüsü had safhaya ulaşmıştır. Devamlı
feryad ü figân etmiş, içinde bulunduğu derin üzüntü hiç azalmamıştır. Hz. Ali,
onu ne kadar tesellî etmeye çalıştıysa da fayda vermemiştir. Hz. Fâtıma bu
duruma yedi aydan daha az dayanabilmiş ve nihâyetinde vefât etmiştir. Hz. Ali
ve evlatları bu ayrılıktan dolayı son derece müteessir olmuşlardır:
Oldukda
Rasûl-i arabî âzim-i Firdevs
Hiç
kalmadı dünyâ ona rağbet-i Zehrâ
Gaybûbet-i
peygamber ile oldu marîz
Kendince
füzûn oldu gam u zahmet-i Zehrâ
Ağlardı
babam derdi ederdi yakasın çâk
Bir
lahza sükûn bulmaz idi kürbet-i Zehrâ
Etseydi
tesellî ne kadar Haydar-ı kerrâr
Bir
veçhile def olmaz idi hasret-i Zehrâ
Şehzâde
Hasan eyler idi ağlayarak pend
Bir
zerre rücu etmez idi râhat-ı Zehrâ
Feryâd
u figân olmuş idi yâr u enîsi
Peygamberin
evsâfı idi sohbet-i Zehrâ
Bir
mertebe-i sâikâ-zâ eyledi inşâd
Bir
kerre oku bak ne imiş kudret-i Zehrâ
Yâ
Rab ne o sûziş ne o âteş ne o hirkât
Yâ
Rab ne belâgat imiş rikkat-i Zehrâ
Peygamber’e
cümle bülegâ mersiye yazdı
Nazmı
bulamaz hiç birinin kıymet-i Zehrâ
Durmam
bu cihanda der idi âh Muhammed
Hep
gamlı kelâm olmuş idi ülfet-i Zehrâ
Uçmuşdu
cemâlinden o nûr-ı melekûtun
Eyyâm-ı
peyamberde olan behcet-i Zehrâ
Hep nâle ederdi görüp evlâd u ekârib
Günden güne za’f-âver idi kudret-i Zehrâ
Bir serv-i bülend-i melekût olmuş iken âh
Ham olmuş idi hasret ile kâmet-i Zehrâ
Ancak ara yerde yedi ay geçmeden evvel
Olmuşdu ayân mâtem-i gaybubet-i Zehrâ
Mâtem-zede-i firkat olan Hayder-i Kerrâr
Feryâd ile çekmede idi hasret-i Zehrâ
Nûr-ı
basar-ı ümmet olan ol iki âhû
Nevtuhfe-i
âli-güher-i Hazret-i Zehrâ
Yani
Hüseyn ol iki şehzâde-i zîşân
Giryân
olarak eylediler hizmet-i Zehrâ
Ey
böyle samtile eden âleme nefret
Ey
sâhib-i himmet ü vey himmet-i Zehrâ[652]
Ali
Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’nın yaşadığı derin hüznü ve akabinde vefâtını
zikretmesinin ardından şiirin son bölümünde, vefat etmiş olan annesini mahşer
günü unutmaması için Hz. Fâtıma’dan talepte bulunmaktadır. Kendisi için de Hz.
Fâtıma’dan imdad istemekte, onun ayrılığının verdiği hüznün bütün dünyayı
kapladığını söylemektedir. Şair, son olarak, Cenâb-ı Hak’tan Hz. Fâtıma’nın
hürmetine İslâm dinine ve ümmet-i Muhammed’e yardım etmesini talep etmektedir:
Mahşerde
benim vâlidemi eyleme nisyân
Ceddimi
da ey Güher-i ismet-i Zehrâ
j^Ben
de kulunum kıl bana da lutf ile imdâd
Ey
nûr-ı harem-hâne-i ulviyet-i Zehrâ
Hâmûş
Emîrî yeter etdin yeter etdin
Dünyâyı
garîk-i elem ü mihnet-i Zehrâ
Bir
nûr-ı muallâ idi uçdu melekûta
Hep
kaldı gönüllerde fakat hasret-i Zehrâ
Ol
nûr-ı mübîn hürmetine eyleye imdâd
İslâm’a
bugün Hâlık-ı zü’l-izzet-i Zehrâ[653]
Mehmed Murad Nakşibendî Dîvânı
Mehmed
Murad Nakşibendî Dîvânı’nda Hz. Fâtıma hakkında 36 beyitten oluşan ve
“Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ‘îlün” kalıbında kaleme alınan bir medhiye
yer almaktadır. Şiirde Hz. Fâtıma ile babası arasındaki derin sevgi ve
muhabbeti, Hz. Ali ile nikâhlanmasını, vefâtı esnâsında Azrâil ile yaşadığı
olayı ve âhiretteki bazı hâlleri zikredilmiştir. Buna göre Hz. Peygamber’in en
sevdiği kızı Hz. Fâtıma’dır. Kendisini ziyârete geldiğinde ayağa kalkar, onu
öper, ridasını altına serer. Hz. Fâtıma da babası ziyârete geldiğinde aynı
sevgi ve hürmeti gösterir. Hz. Peygamber gazadan dönünce ilk olarak kızını
ziyâret eder. Hz. Fâtıma, kadınlar arasında Hz. Peygamber’in en sevdiği
kişidir:
Rasûlün
efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ
Ki
cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ
Kıyam
iderdi geldikde öperdi vech-i pâkinden
Ridâsın
bast iderdi hem mekânında virirdi câ
Rasûl-i
Kibriyâ da vardığı dem beytinde anın
Kıyâm
idüp öperdi eyler idi mislini icrâ
Buyurdı
birgün ol server ki cüzdür Fâtıma benden
Anı
iğzâb iden ider bilsün beni hâ
Suâl
itdi birisi Hazret-i Âişe’den birgün
Nisâdan
sevgili kimdir Rasûle söyle gel cânâ
Cevâbı
pürsavâba eylediler Hadîcedür dahi
Didi
kim Fâtıma bint-i Muhammeddür ehabb ana
Cevâb
aldı ricâlin sevgilisin diyeni sordu
Didi
zevci Alîdir sevgilisi böyle bil dildâr
Gazâdan
avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr Boyunundan olurdu binti Zehrâ hazrete ahvâ
Ziyâret
eyler idi duhter-i pâkîzesin ol
Hasan
ile Hüseyne hem görürdi cedd-i â’lâ[654]
Münâdîler,
âhiret günü mahşer meydanına toplanan insanlara Hz. Fâtıma’nın önlerinden
geçeceğini, bu nedenle başlarını indirmelerini ve ona bakmamaları söyleyecek,
Hz. Fâtıma yanında yetmiş bin melek olduğu hâlde cennete girecektir:
Buyurmuşdur
Rasûlullah kıyâmet oldukda
Nidâ
eyler münâdiler sebile tolar arsa-i pehnâ
Buyurur
ehl-i Cum’a gün bu men tenkisi râsıyla
Geçicek
Fâtıma bint-i Muhammed ra’d u berkâ sâ
Yürür
nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bîn
Cinânın
hûr-i îni böyle gider cennete Zehrâ[655]
Hz.
Fâtıma, ruhunu kabz etmek için gelen Azrâil’e ancak Allah’a ruhunu teslim
edeceğini söyler. Azrâil, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bile
ruhunu kendisinin aldığı söyler. Tekrar Allah katına gelerek durumu Allah’a arz
eder. Allah, Azrâil’e Fâtıma’nın ruhunu kendisinin kabz edeceğini söyler.
Böylece Hz. Fâtıma vefat eder:
Yazıcızâde
yazmışdır Muhammediyyede vardır[656]
İnanmazsan
nazar it sen ve gör ey „ârif-i dânâ
Evelce
muhtazar geldi melek ki kabz-ı rûh ide
Buyurdı
cân virirken var mı idin Hazret-i Mevlâ
Didi
ki yok andan o vakti nedir almağa geldim
Didi
git sen gözüm nûrı vehen alur anı bana
Kalub
hayretde ‘Azrâîl döndi geldi Allah’a
Buyurdı
ba’zı ebindir kanı o rûh-ı hemtâ
Didi
ki virmedi ruhun hikâye itdi felek
Didi
Mevlâ ki gerçek söylemişdir şübhe yok aslâ
Karışmasın
benimle Fâtımanın beynine hergiz
Anı
ben kabz iderdim emrini tururdu irzâ[657]
Cebrâil,
bir gün Hz. Peygamber’e gelmiş ve Allah’ın Fâtıma ve Ali’yi Beyt-i ma’mûrda
meleklerin şahitliğinde nikâhladığını bildirmiştir. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, ashâbını toplayarak durumu anlatmıştır. Kızına da Hz. Ali ile Allah
katında nikâhlandığını söylemiş ve mehir olarak ne talep ettiğini sormuştur.
Hz. Fâtıma dünyalık bir şey istemediğini söyleyerek, isyankâr ümmete âhiret
günü şefâat etme hakkı talep etmiştir:
Süedâdan Altıparmakda musarrahdır bu söz
böyle
Gelüp Cibrîl bir gün cânib-i Hakdan idüb
inbâ
Didi kim beyt-i ma’mûrda melekler hâsıl
oldılar
Buyurdı cümlesinin mahzarında Rabbı bîhemtâ
Nikâh itdim Alî’yi Fâtıma bint-i Muhammedle
Olun şâhid biliniz böyle itdi Rabbiniz
kat’â
İşitdi bunları çünki Rasûlullah Cibrîlden
Buyurdı yâ bâzüll ile nidâlar mscide ammâ
Ki gelsün cümle ashâbım sözüm var
işitsinler
Salâ it cümle gelsünler eğer pîr ü eğer
bernâ
İtdi Bilâl ashâba hâzır oldılar cümle anlar
Rahmet bâbları tutdı hem çerâğı mescid binâ
Senâ vü hamd ü şükri bînihâye kıldı Allah’a
Didi hem biliniz ki geldi Cibrîl eyledi îmâ
Melekler beyt-i mâmûre bugün cem olmuşlar
Nikâh olmuş Ali’ye duhterim
Fâtımatü’z-Zehrâ
Nikâh itdim dahi ben emr-i Hakk’a inkıyâd
itdim
Hudâ’nın emr ü hükm ü bilmiş olun böyledir
zîrâ
Nikâh emri tanâm oldı buyurdu server-i
‘âlem
Kızım mihrin ne olsun söyle gel ey duhter-i
‘anâ
Cevâbında buyurdı Fâtımâ ey vâli-i erham
Bilürsin yok dilimde mâl-ı dünyâ hem ve
mâfîhâ
Şefâ’at murâdım ümmetin isyânına Hak’dan
Sened virsün şefâ’at itmeme hem
Rabbiyü’l-a’lâ
Beyân
itdi Rasûlullah murâdın Cibrîle hem
Getürdi
bir sened Hakdan murâdı üzre pek a’lâ[658]
Sâdık Ağazâde Sıdkî Dîvânı
Sâdık
Ağazâde Sıdkî Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili olarak müstakil iki şiir yer
almaktadır. Şair, her iki şiirinde de Hz. Fâtıma’ya olan derin sevgi, hürmet ve
hayranlığını dile getirmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili Dîvân’da yer alan ilk
müstakil şiir “Zehrâ” redifli olup 14 beyitten müteşekkildir. “Mefâ„îlün
Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ'îlün” kalıbında kaleme alınmıştır. Şiirde öncelikle
Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber, Hz. Hatice ve Hz. Ali nezdindeki kıymeti
vurgulanmıştır:
Rasûl-i
müctebânın duhterinin ahteri Zehrâ
‘Aliyyü’l-Murtazânın
hem-ser-i zib-efseri Zehrâ
Gül-i
gülzâr-ı ismet gevher-i gencîne-i iffet
Nihâl-i
nazenîn-i gülşen-i Peygamberi Zehrâ
Dür-i
dürc-i Hadîce kurretü’l-ayn-ı Muhammeddir
Serây-ı
dûdmân-ı âl-i Hâşim mehter-i Zehrâ[659]
Hz.
Fâtıma hakkında nâzil olan Ahzâb sûresi 33. ayet ile kadınların en hayırlısı ve
Hz. Peygamber’in bir parçası olması husûsunda rivâyet edilen hadislere[660] telmihte
bulunulmuştur:
Dedi
fahrü’r-Rusûl hayrü’n-nisâ şân-ı azîminde
Havâtin-i
cihânın mültecâ-yı mefhari Zehrâ
Hadîs-i
bid’atün minnî eder mâhiyetin îmâ
Ve
yüzhebü ankümü’r-ricse âyetinin mazharı Zehrâ[661]
Hz.
Fâtıma mahşer meydanına ayak bastığında Cenâb-ı Hak meydanda toplanan halka Hz.
Fâtıma’ya hürmet göstermek maksadı ile gözlerini kapatmalarını söyleyecektir[662]:
Gelir
halka nidâ göz yummana ta’zim için Hak’dan
Kudûmuyla
müşerref eyledikde mahşer-i Zehrâ662 [663]
Şairin
Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme aldığı “Fâtıma” redifli ikinci şiiri ise
“Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün” kalıbında olup 11 beyitten
müteşekkildir. Şiirde Hz. Fâtıma’ya karşı duyulan sevgi, hürmet ve ta’zim
ifadelerinin yoğunluğu dikkat çekmektedir:
Neyyir-i
burç-ı sipihr-i istifâdır Fâtıma
Rûşenâ-bahş-ı
cihân nûr-ı hüdadır Fâtıma
Verd-i
ra’nâ-yı gülistân ney-veş-i zeyn-i din
Nahl-i
zibâ-yı çemen-zâr-ı velâdır Fâtıma[664]
Hz.
Fâtıma, Hz. Peygamber’in bir parçası, gözünün nûru ve en sevdiği kimsedir.
Kadınların en hayırlısı olup, Hz. Hatice’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı ve Hz.
Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesidir. Hz. Peygamber’in mübârek nesli onun
vâsıtası ile devam etmiştir:
^(Bid’atün
minnî dedi şânında Fahrü’l-enbiyâ
Kurretü’l-ayn-i
Rasûl-i kibriyâdır Fâtıma
Duhter-i
pâk-i Hadice seyyide hayrü’n-nisâ
Mader-i
sıbteyn ü yar-ı Murtazâdır Fâtıma
Oldular
bu ümmet-i merhûmeye habl-i metîn
Menba’-ı
nesl-i Rasûl-i müctebâdır Fâtıma[665]
Hz.
Fâtıma var iken başkasına minnet etmeye gerek bulunmamaktadır, zira hem dünyada
hem de âhirette tüm dertlerin devası odur. Günahkâr mü’minlerin hepsine
âhirette şefâat edecektir:
Zümre-i
nisvân-ı İslâm’a şefâat-hâhdır
Ehl-i
isyâna medâr-ı ittikâdır Fâtıma
Çekme
minnet gayra Sıdkî ilticâ et pâyına
Derdine
dünyada ukbâda devâdır Fâtıma[666]
Hasan Rızâ Dîvânı
Hasan
Rızâ, Dîvân’ında Hz. Fâtıma hakkında müstakil iki şiire yer vermektedir.
Bunlardan ilki müseddes olup, “Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün” vezni ile kaleme
alınmıştır. Şiirde Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber nezdindeki kıymeti, üstün
konumu, Âl-i Abâdan oluşu, Kerbelâ hâdisesi neticesinde peygamberler ile
velilerin ruhlarının Hz. Fâtıma’ya taziyeleri vb. hususlar ön plana
çıkarılmıştır. Şair her bendin sonunda Zehrâ lakabı ile zikrettiği Hz.
Fâtıma’yı Allah’ın ümmete bir hediyesi olarak vasıflandırmış ve ona hayır duâda
bulunmuştur:
Dinle
ey âşık-ı sâdık ki sana
Söyleyim
ağreb ola bir ma’na
Oldı
ol gonca-i mahbûb-ı Hüdâ
Âlem-i
sırr-ı mahabbete ridâ
Ümmete
tuhfe-i Hak’dır Zehrâ
Radıyallâhü
teâlâ anhâ
Bu
ma’ânîden içün aldı Rasûl
Bürde
altına girüp buldı vusûl
Mahv
u isbâta bu sırr de’b ü usul
Fâtih-i
feth-i murâd oldı husûl
Ümmete
tuhfe-i Hak’dır Zehrâ
Radıyallâhü
teâlâ anhâ
Gelüp
ervah-ı nebîlerle velî
Taziye
itmeğe ol gonca güli
Anda
hâzır idi bezm-i ezelî
Oldı
sırr aşr-ı muharremde celî
Ümmete
tuhfe-i Hak’dır Zehrâ
Radıyallâhü
teâlâ anhâ
Mess
idüb hissini hubbub her-bâr
Seni
senden alup eyle izhâr
İde
sırrın sana feth-i esrâr
Pençe-i
Âl-i Abâdan ol yâr
Ümmete
tuhfe-i Hak’dır Zehrâ
Radıyallâhü
teâlâ anhâ[667]
Hasan
Rızâ’nın Hz. Fâtıma hakkında kaleme aldığı diğer şiiri ise beş bendden oluşan
mütekerrir müseddes olup “Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün” kalıbındadır.
Şair, ikinci şiirinde de Hz. Fâtıma’nın övgüsüne devam etmiş ve onu vahdet
bağının gülistanı, Hasan ve Hüseyin’in annesi, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrı ve nurlarının hazînesi, ilim denizinin
ilahi gemisi, Ehl-i Beyt’in en narin mensubu vb. özellikleri ile ön plana
çıkarmıştır:
Gülsitân-ı
bâğ-ı vahdetdir Cenâb-ı Fâtıma
Bülbül-i
mahbûb-ı rahmetdir Cenâb-ı Fâtıma
Ümm-i
sıbteyn-i meveddettir Cenâb-ı Fâtıma
Sırr-ı
Ahmed şân-ı cennetdir Cenâb-ı Fâtıma
Bürde-i
ehl-i mahabbetdir Cenâb-ı Fâtıma
Kenz-i
envâr-ı Rasûl-i Kibriyâ Hakka’l-yakîn
Şem’a-ı
nûr-ı nübüvvet şu’le-i dîn-i Mübîn
Zevce-i
şâh-ı velâyet reh-nümâ-yı vasılîn
Sırr-ı
Ahmed şân-ı cennetdir Cenâb-ı Fâtıma
Bürde-i
ehl-i mahabbetdir Cenâb-ı Fâtıma[668]
Yusuf Fâhir Baba Dîvânı
Yusuf
Fâhir Baba, Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili “Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün
Fâ'ilün” kalıbında 23 kıtadan müteşekkil bir şiire yer vermektedir. Şiirin
muhtevâsında yer aldığı üzere, Hz. Hüseyin ile birlikte 73 kişinin şehit
edildiği meşhur Kerbelâ Vak’ası’na binâen Hz. Fâtıma evlatlarını hunharca şehit
edenleri âhiret günü babasına şikâyet eder. Hz. Fâtıma, Hz. Hüseyin’in kesik
başını babasına göstererek, evlâdının başını Müslüman olduğunu söyleyenlerin
kestiğini söyleyip bu hâdiseden duyduğu derin üzüntüyü bildirir. Bunun üzerine
Cenâb-ı Hak’tan Hz. Fâtıma’ya kudsi bir nida gelir ve bu belaya karşı sabırlı
olması gerektiği, bu hâdisenin bazı hikmetlerinin bulunduğu, Kerbelâ şehitleri
için gözyaşı dökenlerin âhiret günü bağışlanacağı ve Ehl-i Beyt’i sevenlerin
son nefeslerinde iman ile ruhlarını teslim edip Allah’ın rahmetine mazhar
olacakları bildirilir:
Bir elinde kanlı gömlek bir elinde kanlı
baş
Arsa-i mahşerde Zehrâ gözlerinden döktü yaş
Geldi Fahrü’l-enbiyaya etmeye bu sırrı faş
Çıktı arş-ı a’zamın bâm-ı felek-fersasına
Dedi ey Sultan-ı zi-şan ey Nebi-yi muhterem
Kimseye vaki midir bu çektiğim derd ü elem
Ümmetinden bak ne rütbe çekdi evlâdın sitem
Alet oldu din-i hak menhusların dünyasına
Yetmiş üç evlâd u ahfâdım olup tiğa siper
Herbiri bir veçhile câm-ı şehâdet içtiler
Oğlumuz nazlı Hüseynim oldu kurban ey peder
Girdi „arş-ı kibriyânın kurb-ı ev ednâsına
Bu kesilmiş baş Hüseynin başıdır bak
garik-i hun
Kesti İslâmım diyen kâfir ve mel’un Şemr-i
dun Kanlı gömlek de Hüseynden kaldı ya’ni oğlumun Ümmetindir kastedenler
bunların imhâsına
Ümmetimden saymam anlar hürmetim terk
ettiler
Din yolundan çıktılar bir başka râha
gittiler
Nâzenin bir Hüseynim var idi incittiler
La’net olsun ser-be-ser a’lâsına ednâsına
Fâtıma hayrü’n-nisâü’l-âlemin tekrar yine
İştikâ vü ıztırâbın nakledip mâ-ba’dine
Kanlı başla gömleği Allah’a verdi beyyine
Ağladı hattâ melekler âh u vâveylâsına
Bu
te’ellüm bu tazallüm bâr-gâh-ı ‘İzzeti
Lerze-nâk
etti anınçün cuşa geldi rahmeti
Bir
sadâ-yı hatifiden Hak Te’âlâ Hazreti
Şöyle
bir ilham getirdi sevgili Zehrâsına
Sem’ine
geldi Betülün şöyle bir kudsi nidâ
Ey
Habîbim nur-ı ‘aynı Fâtıma hayrü’n-nisâ
Bu
belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ
Bu
şehâdetdir sebep bak kadrinin i’lâsına
Ey
Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zi-nesep
Ben
Hüseynin aşkına matem tutan uşşâkı hep
‘AfV
ü gufrân etmeye bu vak’ayı kıldım sebep
Kimseler
girmez benimle onların arasına
Ağlayan
bu vak’â-yı dil-suza yahut ağladan
Cennete
bi-şek girer ey Fâtıma mutlak inan
Ehl-i
mahşer havf-i duzahdan ederken el-aman
^(Cennetin
onlar çıkarlar mevki-i ‘ulyâsına[669]
Muhîtî Dede
16.
asırda yaşamış olan Hurûfî şair Muhîtî Dede, Kısmetnâme isimli manzum
eserinde Hz. Muhammed, Hz. Âdem, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Mehdi vb.
şahsiyetlerle beraber Hz. Fâtıma için de müstakil bir şiir kaleme almıştır.
Şiir, “Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün” kalıbıyla yazılmış olup 34 beyitten
müteşekkildir. Şair, Fâtıma isminde bulunan beş harften yola çıkarak, namazın
beş vakit olması, On İki İmam, Mehdi’nin Hz. Fâtıma neslinden geleceği vb.
birçok husus hakkında çıkarımda bulunmaktadır:
Fâtıma
penc harfdür çün ism-i zat
Gösterür
hem penc evkat-ı salat
Fâtıma isminde çünkim fa-i fazl
Zâhir oldı bu cihetten oldı asl
Mustafa bildi ki fazl-ı gaybdan
Fâtıma neslinden olısar ayan
Bu sebebden didi bil iy kan-ı nur
Mehdi içün Fâtıma evlâdıdur
Ya’ni fa-i Fâtıma bi-reyb ü şin
Olısar isminde Mehdinün yakin[670]
Nakşî Dîvânı
17.
asır Halvetî şairlerinden Nakşî, Dîvâriında Hz. Fâtıma’dan hem kendisi
hem de tarikatına mensup olan müridleri için şefaat istemek maksadıyla müstakil
bir şiir kaleme almıştır. Şiir, “Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Fe‘ûlün” kalıbında olup 5
kıtadan oluşmaktadır. Şaire göre Hz. Fâtıma peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed
ile ilk Müslüman Hz. Hatice’nin kızı, velilerin önderi Hz. Ali’nin hanımı, Hz.
Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesidir. Şair, böylesine yüce bir mertebeye sahip
olan Hz. Fâtıma’dan asilerin yaralarına merhem olmasını talep etmektedir.
Bununla beraber şiirin muhtevâsından anlaşıldığı üzere, Nakşî’nin Hz.
Fâtıma’nın kabrini ziyâret ettiği ve kendisi ile birlikte tarikat mensupları
için de şefâat talebinde bulunduğu göze çarpmaktadır:
Cenâb-ı
vâlidün sultân-ı ekrem
Velîler
şâhı zevcün rûh-ı a‘zam
İki
nûrun olup makbûl-i erham
Şefâ‘at
eyle ey sultân-ı Zehri
Mübârek
ravzanı kıldum ziyâret
Kapuna
yüz sürüp buldum sa‘âdet
Nazar
kıl hâlüme ey şâh-ı ‘izzet
Şefâ‘at
eyle ey sultân-ı Zehrî
Kerem kıl Nakşî’ye ey sırr-ı mahbûb
Tarîkatda kim olsa bana mensûb
Cihândan gitmeye bir kimse ma„yûb
Şefâ‘at eyle ey sultân-ı Zehrî [671]
SONUÇ
Hz.
Fâtıma, manzûmelerde en fazla Fâtıma, Zehrâ ve Betül isimleri ile
zikredilmiştir. Ayrıca bu isimler, Hazret-i Fâtıma, Fâtımatü’z-Zehrâ, Betül-i
Zehrâ, Betül-i Fâtıma gibi terkîbler şeklinde de sıkça kullanılmıştır. Hz.
Fâtıma’nın bu isimleri almasında, sahip olduğu birtakım mânevî ve fiziksel
husûsiyetleri etkili olmuştur. Nitekim soyunun cehennem ateşinden muhafaza edilmiş
olmasından dolayı Fâtıma; tertemiz, ahlaklı, namuslu olmasına binâen Betül;
yüzünün parlak olması vesilesiyle de Zehrâ olarak isimlendirilmiştir.
Hz.
Fâtıma manzûmelerde doğumu, çocukluğu, Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü
anh ile evliliği, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı ve Hz.
Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesi olması, Ehl-i Beyt ve âl-i abâdan oluşu, Hz.
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in vefâtının ardından yaşadığı sıkıntılı
durum, vefâtı, cennete girişi esnâsında yaşanacak bazı hâdiseler, kadınlar
arasındaki konumu, yardımseverliği ve birtakım fiziksel özelliklerine istinâden
birçok isim, sıfat, lakap ve künye ile vasıflandırılmıştır.
Hz.
Fâtıma, manzum eserlerde Hz. Muhammed ile Hz. Hatice’nin kızı, Hz. Ali’nin
hanımı, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesi, kadınlar arasındaki üstünlüğü,
yardımseverliği ve mâsûmiyeti yönüyle ön plana çıkmaktadır. Zikredilen
husûsiyetlerinin her birinde de çok sayıda farklı sıfat ile birlikte ele
alınmaktadır.
Hz.
Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olması yönüyle edebî
eserlere sıkça konu olmuştur. Bu bağlamda “Fâtıma bint-i Rasûl, Bint-i Habîb-i
Hudâ, duhter-i Mustafa” vb. isimlerle sıkça anılmıştır. Hz. Muhammed-Hz. Fâtıma
arasındaki baba-kız münâsebeti ile derin muhabbetin bir tezâhürü olan “Fâtıma benim
parçamdır. Onu üzen beni üzer.” şeklindeki hadisin de edebî eserlerde telmih ya
da iktibas yoluyla sıkça yer aldığı, bu hadise istinâden Hz. Fâtıma’nın
“bid'atü’r-Rasûl, baz'a-i Ahmed” vb. şekillerde zikredildiği görülmüştür.
Hz.
Fâtıma, Hz. Hatice’nin kızı olması yönüyle de edebî eserlerde karşımıza
çıkmaktadır. Nitekim anne-kız münâsebetinin yanında, en hayırlı dört kadının
zikredildiği hadiste yer almaları sıklıkla bir arada ele alınmalarına vesile
olmuştur. Bu bağlamda ekseriyetle “güneş (şems) - ay (kamer)” teşbihi ile
zikredilmişler, ayrıca “nur, yıldız” benzetmeleri ile de ön plana
çıkarılmışlardır. En hayırlı kadınlar arasında zikredilmeleri münâsebetiyle de
aynı beyit içerisinde sıklıkla birisi “hayru’n-nisa”, diğeri “fahru’n-nisa”
olarak yer almıştır.
Hz.
Fâtıma’nın evliliği, vefâtı ve âhiretteki durumu manzum edebî eserlerde çokça
yer verilen hâdiselerdendir. Bu konular Sünnî kaynaklarda oldukça sade
anlatımlarla ifade edilirken, Şia kaynaklarında daha detaylı bir şekilde ele
alınmaktadır. Bununla birlikte edebî eserlerde ise durumun biraz farklı olduğu,
Sünnî şairler ile Alevî- Bektaşî şairlerin Hz. Fâtıma’nın evliliği ve vefatı
ile ilgili hâdiseleri benzer şekilde eserlerine yansıttıkları tespit
edilmiştir. Hatta Hz. Fâtıma ile ilgili olduğu düşünülen âyetler ve hadislerin
şiire yansımasında da aynı durum söz konusudur. Nitekim Sünnî müelliflerin Hz.
Fâtıma’yı ele aldıkları eserlerinde Alevî-Bektaşî inancından etkilendikleri
açıkça görülmektedir. Özellikle Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Ali ile evliliği,
vefâtı ve âhiretteki durumu hususlarında Sünnî kaynaklarda yer almayıp Alevî-
Bektaşî inancında rastlanılan bir takım olağanüstü olgular, Sünnî müelliflerin
eserlerinde sıkça tekrar edilmiştir. Bu durum Hz. Fâtıma başta olmak üzere
Ehl-i Beyt mensuplarına büyük önem atfeden Müslüman Türk toplumunun farklı
kesimlerinin karşılıklı etkileşiminin bir neticesidir.
Hz.
Fâtıma, edebî sahada kaleme alınan eserlerde en fazla Hz. Hasan ve Hz.
Hüseyin’in annesi olması yönüyle ön plana çıkarılmıştır. Bu yönüyle şairler Hz.
Fâtıma’yı “ümmü’l-hasaneyn, ümmü’l-eimme, mâder-i şâh-ı şühedâ, mâder-i
şehzâdegân” gibi sıfatlarla sıkça zikretmişlerdir. Hz. Fâtıma’nın annelik
vasfının bu kadar vurgulanması, diğer manzûmelerin yanı sıra Türk edebiyatında
özel bir tür olan Kerbelâ mersiyelerinde sıkça anılmasından dolayıdır. Kerbelâ
Hâdisesi vukû bulduğunda Hz. Fâtıma hayatta olmamasına rağmen, bu şiirlerde
evlat acısı ile devamlı feryat, figân eden bir anne profili çizilmiştir. Hatta
evlâdının şehâdetinden haberdâr olduğu ve bu durumu Allah’a şikâyet ettiği de
yer almaktadır. Şairlerin Hz. Fâtıma için son derece acılı bir anne tablosu
çizmesi, bu elim olayın büyüklüğünü ifade etmek için olsa gerektir.
Hz.
Fâtıma mâsûmiyeti, yardımseverliği, âhirette ümmete şefâatçi olması, Müslümanlar
nezdindeki üstün konumu ve ihlaslı yaşantısı ile de şairlerin dikkatini celp
etmiştir. Bu yönleriyle “cennet sultanı, âhiret hatunu, mâder-i ümmet,
sâlihatullah, şâfı-i rûz-i cezâ” gibi çok sayıda lakap ile tavsif edilmiştir.
Şiirlerde
muhtelif yönleriyle zikredilmenin yanında, Hz. Fâtıma’nın müstakil olarak
anlatıldığı eserler de mevcuttur. Bu bağlamda mevlîd-i Fâtıma, tezvîc-i Fâtıma
ve vefât-ı Fâtıma gibi edebî türler teşekkül etmiştir. Bu eserlerin genellikle
halk arasında okunmaya yönelik olarak kaleme alındığı ve muhtevâlarında
olağanüstü unsurlar barındırdığı görülmektedir. Az sayıda olsa da Hz.
Fâtıma’nın hayatının tamamını ele alan edebî eserler
bölümler
de tespit edilmiştir. Yapılan taramalar neticesinde Hz. Fâtıma hakkında
müstakil şiirlerin de kaleme alındığı görülmüştür. Bu bağlamda on iki adet şiir
tespit edilmiş olup, Leyla Hanım dışında, eserinde Hz. Fâtıma hakkında müstakil
şiir kaleme şairlerin tamamı erkek şairlerden oluşmaktadır.
Çalışmada
XIII. ve XX. asırlar arasında telif edilen eserlerden faydalanılmıştır. Ancak
Hz. Fâtıma’nın yer aldığı manzûmelerin dikkat çekici bir şekilde XVIII., XIX.
ve XX. yüzyıllarda yoğunlaştığı görülmektedir. Nitekim çalışmada malzeme olarak
kullanılan eserlerin % 70’inden fazlası bu yüzyıllarda telif edilmiştir. %
25’lik kısmı ise XV., XVI. ve XVII. asırlarda kaleme alınan eserlerdir.
Sonuç
olarak Ehl-i Beyt’in önde gelen şahsiyetlerinden birisi olan Hz. Fâtıma, hangi
mezhepten olursa olsun Müslüman Türk toplumunun sevgi ve muhabbetini celp
etmiş, bu durum toplumun aynası konumunda bulunan edebî eserlerde de kendisini
göstermiştir. O, gerek Dîvânlarda zikredilmesiyle gerekse de hakkında kaleme
alınan müstakil şiir ve eserlerle Türk-İslâm edebiyatı’na ait eserlerde yer
alan mümtaz şahsiyetlerdendir.
[1] Mustafa Asım Köksal, İslâm
Tarihi, Şamil Yay., İstanbul, 1987, c. IX, s. 255; Mehmet Yaşar Kandemir,
“Fâtıma”, DİA, Ankara, 1995, c. XII, s. 219.
[2]
Ebû Abdillâh Muhammed bin Sa’d el-Bağdâdî (İbn Sa’d), Kitâbü
’t-Tabakâti’l-Kebîr, Çev. Mehmet Akbaş-Yusuf Ziya Keskin, Siyer Yay.,
İstanbul, 2015, c. X, s. 17; Ebu’l-Hasen İzzüddin Ali eş-Şeybânî (İbnü’l-Esîr),
Üsdü’l-Ğâbe fiMa’rifeti’s-Sahâbe, Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, 2014,
c. VII, s. 216; Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed bin Osman ez-Zehebî (Zehebî), Siyer-i
A ’lâmü ’n-nübelâ, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1994, c. II, s. 119; İbn
Hâcer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
Lübnan, 2010, c. VIII, s. 263,268; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s.
219.
[3]
Muhammed Bâkır el-Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, Müessesetü
İhyâi’l-Kütübi’l-İslâmiyye, Kum, h. 1388, c. XLIII, s. 7; Şeyh Mü’min Şeblencî,
Nûru ’l-Ebsâr Ehl-i Beyt, Ter. Saim Güngör, Pamuk Yay., İstanbul, 2012,
s. 164.
[4]
Ebû Muhammed Cemâluddîn Abdulmelik bin Hişâm, İslâm Tarihi Siret-i İbn Hişam
Tercemesi, Ter. Hasan Ege, Kahraman Yay., İstanbul, 1985, c. I, s. 253;
Ebu’l-Fidâ İmâmuddîn İsmâil bin Şihâbuddîn (İbn Kesîr), el-Bidâye
ve’n-Nihâye (Büyükİslâm Tarihi), Ter. Mehmet Keskin, İstanbul, 1994, c. V,
s. 508; İbn Hâcer, el-İsâbefî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 263.
[5] İbn Hacer, el-İsâbefî
Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,
s. 221.
[6] Kandemir, a.g.md., DİA,
c. XII, s. 221.
[7] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 11.
[8]
İsnâaşere inancı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ethem Rûhi Fığlalı,
“İsnâaşeriyye”, DİA, Ankara, 2001, C. XXIII, s. 142-147.
[9] İbn Hâcer, el-İsâbefî
Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119;
Said Havvâ, El-Esas fi’s-Sünne (Hadislerle İslâm Tarihi), Ter. M. Ahmed
Varol vd., Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1989, c. V, s.
31; Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma
Evlâdı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 2011, s.
45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.
[10] M. Yaşar Kandemir, a.g.md., DİA,
c. XII, s. 219; Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri
Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul, 2013, s. 234.
[11] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 16-17.
[12] Ebû Abdillah Muhammed bin
İsmâil el-Buhârî, Sahih-i Buhârî, Çev. Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yay.,
İstanbul, 1987, Kitâbu’l-Cizye ve’l-Muvâdea Maa Ehli’z-Zimme ve’l-Harb,
c. VI, hadis no: 2977; Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed bin Ali el-Askalânî (İbn
Hâcer), Fethu ’l-Bârî, Dâru’l-Kitâbi’s-Selefiyye, Kâhire, t.y., c. I, s.
349.
[13]
Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219; Mustafa Fayda, Hulefâ-i
Râşidin Devri, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2014, s. 81; Uyar, a.g.e.,
s. 45.
[14] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
’l-Cihâd, c. VI, s. 2725-2726.
[15]
İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-18; Ebû Abdullah Muhammed el-Hâkim
en-Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, Ter. Yalçın Atalık, Revak Yay.,
İstanbul, 2015, s. 35-36.
[16]
Ayrıntılı bilgi için bkz. Şulul, a.g.e., s. 517-518; Yusuf Ziya Yörükan,
İslâm Dini Tarihi Hz. Muhammed’in Doğumundan Ölümüne Kadar, Ötüken Yay.,
İstanbul, 2006, s. 137.
[17] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 17-18; Nisâbûrî, a.g.e., s. 68.
[18]
İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-20; İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s.
511; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; İbn Hâcer, el- İsâbef
Temyîzi’s-Sahâbe, c. VI, s. 243; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s.
219.
[19] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
’l-Humus, c. VI, s. 2896.
[20] Harun Yıldırım, Kadın
Şahsiyetler ve Hanım Sahâbîler, Mercan Kitap, İstanbul, 2015. s. 46; Cihan
Aktaş, Hz. Fâtıma, Beyan Yay., İstanbul, 2017, s. 65.
[21] Aktaş, a.g.e., s. 65.
[22] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 25; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 268.
[23] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
’s-Salât, c. II, s. 538.
[24] Fedek, Şam’ın Hicaz
kariyelerinden olup Medîne’ye 2-3 günlük mesafededir. Fedek’te yerden fışkıran
sular ve birçok hurma bahçeleri bulunmaktaydı. Rivâyetlere göre buraya Hz.
Nuh’un torunu Fedek bin Ham gelip yerleştiği için bu isimle anılmaktadır. Bkz.
Yâkut el-Hamevî, Mu ’cemü ’l-Büldân, Dâru Sadr, Beyrut, 1993, c. IV, s.
238; Köksal, a.g.e., c. XIII, s. 247.
[25] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[26] Zehebî, a.g.e., c. II,
s. 120; Neşet Çağatay, İslâm Tarihi (Başlangıçtan Abbasilere Kadar), Türk
Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1993, s. 237; M. Bahaüddin Varol, Siyasallaşma
Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yay., Konya, 2002, s. 26-28; Kandemir,
a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.
[27]
Ayrıntılı bilgi için bkz. Buhârî, Sahîh, Kitâbu’l-Humus, c. VI, s. 2881;
İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s. 285; İsmail Altun, “Hz. Ebûbekir ile Hz.
Fâtıma Arasında Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî Yaklaşımlarının Analizi”,
İslâm Araştırmaları Dergisi, 2012, S. 27, s. 1-27; Varol, Siyasallaşma
Sürecinde Ehli Beyt., s. 26-34; Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili,
Damla Yay., İstanbul, 1997, s. 486.
[28] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 26; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 121; Kandemir, a.g.md., DİA, c.
XII, s. 219.
[29] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
’l-Mağâzî, c. IX, s. 4129; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe,
c. VIII, s. 266.
[30] Ebu Nuaym Ahmed el-Isfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ
ve Tabakatü’l-Asfiyâ, Mektebetü’l-Hancî, Kâhire, 1996, c. II, s. 43;
Nişâburî, Hz. Zehrâ ’nın Fazîletleri, s. 41; Kandemir, a.g.md., DİA,
c. XII, s. 219.
[31]
İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 27; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri,
s. 74; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 121-128; Varol, Siyasallaşma
Sürecinde Ehli Beyt., s. 33; Şeblencî, a.g.e., s. 169; Kandemir,
a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.
[32] Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın
Fazîletleri, s. 77; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 129; İbn Hacer, el-İsâbefi
Temyîzi’s- Sahâbe, c. VIII, s. 266; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,
s. 220.
[33] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 27; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 128; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte
Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yay., Ankara, 1988, c. XIII, s. 44.
[34] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 28-30; Zehebî, a.g.e., s. 127; İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s.
511; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 267-268;
Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220.
[35] İbn Sa’d, a.g.e., c. X,
s. 28; Nişâburî, Hz. Zehra’nın Faziletleri, s. 72; İbn Hacer, el-İsabefî
Temyîzi’s- Sahabe, c. VIII, s. 267.
[36] Bkz. Nisâbûrî, Hz. Zehra
’nın Fazîletleri, s. 39; Meclisi, Biharu ’l-Envar, c. XLIII, s. 187.
[37] İbnü’l-Esîr, a.g.e., c.
VII, s. 216; İbn Hacer, el-İsabefî Temyîzi’s-Sahabe, c. VIII, s. 263.
[38] Seyyid ve şerif kavramları ile
ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. M. Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt Kavramsal
Boyut, Yediveren Kitap, İstanbul, 2004; Mustafa Sabri Büyükaşcı, “Seyyid”, DİA,
Ankara, 2009, c. XXXVII, s. 40-43, “Tarihi Süreçte Seyyid ve Şerif
Kavramlarının Kullanımı”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 2009,
c. XXXIII, s. 86-129; Rüya Kılıç, Osmanlı’da Seyyidler ve Şerifler,
Kitap Yay., İstanbul, 2016.
[39] Ayrıntılı bilgi için bkz.
Hâfız Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr Suyûtî, Müsnedü Fatımati'z-Zehra
Radiyallahu Anha, Matbaatu'l-Azîziyye, Haydarabad, 1986, s. 1-160;
Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220. Hz. Fâtıma’nın rivâyet ettiği
hadisler için bkz. Ebû Bişr Muhammed ed-Dûlâbî, ez-Zürriyyetü ’t- Tahiratü’n-Nebeviyye,
ed-Dâru’s-Selefiyye, Kuveyt, 1986, s. 97-114.
[40] İbn Hacer, el-İsabefî
Temyîzi’s-Sahabe, c. VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,
s. 220.
[41] Tevfik Ebû İlm, Hz. Fâtıma,
Ter. Burhan Başak, İnsan Yay., İstanbul, 2010, s. 39, 82-96.
[42] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 324, hadis no: 3421; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. VII, s. 218; Köksal, a.g.e.,
c. IX, s. 262.
[43] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 363, hadis no: 4126; Muhammed bin Abdillah el-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek
‘ala’s-sahîhayn, Beyrut, 2002, Darü’l-Kütübü’l-İlmiyye, c. III, s. 167,
hadis no: 4732; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 120; İbn Hacer, el-İsâbe fî
Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265. Zehebî, bu hadisin sahih olduğunu
söylemektedir.
[44] Zehebî, a.g.e., c. II,
s. 119.
[45] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbu’n-Nebî, c. VII, s. 3471-3472.; İbn Sa’d, a.g.e., c.
X, s. 24; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 267.
[46] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 363, hadis no: 4126.
[47]
Ebu Dâvûd, Sünen, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid,
el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.
[48] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 361, hadis no: 4122; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII,
s. 263.
[49]
Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu ’l-Gayb, Ter. Suat Yıldırım
vd., Akçağ Yay., c. XXII, s. 335336; Hasan Basri Çantay, Tefsirli Kur’an
Meâli, Risale Yay., İstanbul, 2014, s. 280.
[50] Kandemir, a.g.md., DİA,
c. XII, s. 220.
[51]Buhârî, Sahîh,
Kitâbu’l-Meğâzî, c. XI, s. 4147; Zeynü’d-dîn Ahmed ez-Zebîdî, Sahîh-ı
Buhârî Muhtasarı ve Tecrîd-ı Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Çev. Kamil Miras,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1980, c. XI, s. 25-26; Ebu’l-Abbâs
Şihâbüddîn Ahmed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l- Ledünniyye, Ter. Ş.
Abdülbâkî, Hisar Yay., İstanbul, 1984, c. II, s. 470-471.
52 Zebîdî, a.g.e., c. XI, s. 25; Zehebî, a.g.e., c. II,
s. 134. Zehebî bu şiirin Hz. Fâtıma’ya nisbet edildiğini, ancak bunun sahih
olmadığını ifade etmektedir.
53
Nişâburî, Hz. Zehra ’nın
Faziletleri, s. 39. Buhârî’de buna benzer ifadeler yer almaktadır. Bkz.
Buhârî, Sahîh, Kitabu ’l-Meğazî, c. XI, s. 4146.
[54] Ayrıntılı
bilgi için bkz. Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed en-Nisâbûrî el-Vâhidî, Esbâb-ı
Nüzûl, Dâru’l- Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991; Abdulfettah el-Kâdî, Esbâb-ı
Nüzûl (Sahâbe ve Muhaddislere Göre), Çev. Salih Akdemir, Ankara, 1996;
H.Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Ülkü Yay., Konya, 1977.
[55] Zeki Duman, Beyânu ’l-Hak
(Kur ’an-ı Kerîm’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri), Fecr Yay., Ankara, 2006,
c. I, s. 109; İlyas Üzüm, “Kevser Sûresi”, DİA,
Ankara, 2002, c. XXV, s. 345.
[56] Serdar Mutçalı, El-Mu ’cemü
’l- Arabiyyi’l-Hadîs, Dağarcık Yay., İstanbul, 2012, s. 802.
[57] Kısır, soyu kesilmiş mânâsına
gelmektedir. Bkz. Mutçalı, a.g.e., s. 58.
[58]
Vâhidî, a.g.e., s. 494; İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri,
Ter. Bekir Karlığa-Bedreddin Çetiner, ÇağrıYay., İstanbul, 1993, c. XV, s.
8699-8700; Mehmed Vehbi Efendi, Hulâsatü ’l-Beyân fî Tefsîri’l- Kur’ân,
Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1969, c. XV, s. 6856; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, y.y., 1971, c. IX, s. 6172.
[59]
Kevser, 108/1. Çalışmada yer alan ayet meallerinde Halil Altuntaş-Muzaffer
Şahin tarafından hazırlanan ve 2006 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı
tarafından yayınlanan Kuran-ı Kerim Meâli esas alınacaktır.
[60]
Bkz. İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XV, s, 8710-8720; İsmail
Hakkı Bursevî, Rûhü’l- Beyân,Damla Yay., İstanbul, 1997, c. X, s.
199-200; Said Havvâ, el-Esas fı’t-Tefsîr, Ter. M. Beşir Eryarsoy, Şamil
Yay., İstanbul, 1989, c. XVI, s. 413-414; Muhammed Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân
fi Tefsîri’l-Kurân, Ter. Vahdettin İnce, Kevser Yay., İstanbul, 2001, c.
XX, s. 428-429.
[61] Müellifi Yok, Tefsîru
Sûreti’l-Kevser, Milli Kütüphane, 03 Gedik 17677/2, vr. no:19; Müellifi
Yok, Tefsîr-i Bazı Suver-i Kurân, Milli Kütüphane, 06 Hk 3006, vr.
no:83.
[62] Buhârî, Sahîh, Kitâbü
’t-Tefsîr, c. XI, s. 5050-5051; Tirmizî, Sünen, c. V, s. 466, hadis
no: 3581.
[63] Yusuf Açıkel, Kur’an ve
Hadisler Işığında Geçmişten Günümüze Ehl-i Beyt, Nobel Yay., İstanbul,
2009, s. 107.
[64]
Ebüssuûd Efendi, Ebüssuûd Tefsiri, Çev. Ali Akın, Boğaziçi Yay.,
İstanbul, 2007, c. XII, s. 5862; İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân Tefsîri,c.
XV, s. 8710-8711; Mevdûdî, Tefhimü’l-Kuran, Çev. Muhammed Han Kayanî
vd., İnsan Yay., İstanbul, 1969, c. VII, s. 267.
[65] Yazır, a.g.e., c. II,
s. 1130; Fayda, a.g.md., DİA, c. XXXI, s. 425.
[66] Mutçalı, a.g.e., s.
103.
[67] Muhammed Ali Sâbûnî, Safvetü
’t-Tefâsîr, Çev. Sadettin Gümüş-Nedim Yılmaz, Yeni Şafak, İstanbul, 1995,
c. I, s. 382; Mustafa Fayda, “Mübâhele”, DİA, Ankara, 2006, c. XXXI, s.
425.
[68] Emin Işık, “Âl-i İmrân”, DİA,
Ankara, 1989, c. II, s. 307.
[69]
Necran, Suudi Arabistan’ın güneybatısı, Yemen’in ise kuzeyinde yer alan,
verimli topraklar ve ticaret yolları üzerinde kurulmuş tarihî bir şehirdir.
Şehrin tarihi 4000 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu bölge, tarihte Hıristiyanlık
için kutsal yerlerden biri haline gelmiştir. Eski adı el-Uhdûd şeklindedir.
Şehirde yaşayan Hıristiyanların maruz kaldıkları ağır işkenceler Kur’an’da
Bürûc Sûresi’nin 4-9 âyetleri arasında zikredilmiştir. Ayrıntılı bilgi için
bkz. Hamevî, a.g.e., c. V, s. 266-272; J.S. Trimingham, Christianity
Among the Arabs in Pre-Islamic Times, London-New York, 1979, s. 294-307;
Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhîd Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı,
Ter. Ahmed Asrar, Pınar Yay., İstanbul, 1983, s. 589; Osman Güner, Rasûlullah
’ın Ehl-i Kitapla Münâsebetleri, Fecr Yay., Ankara, 1997, s. 65; Mustafa L.
Bilge, “Necran”, DİA, Ankara, 2006, c. XXXII, s. 507-508; Nuh Arslantaş,
Hz.
Muhammed Döneminde Yahudiler, İstanbul
29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi Yay., İstanbul, 2016, s.
340.
[70]
Ebû Câfer Muhammed bin Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsîri, Ter. Kerim
Aytekin-Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996, c. II, s. 277; Sâbûnî, a.g.e.,
c. I, s. 382-383; Havvâ, el-Esâsfi’t-Tefsîr, c. II, s. 347; Mustafa
Fayda, “Hz. Muhammed’in Necranlı Hıristiyanlarla Görüşmesi ve Mübâhele”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, 1975, S.
2, s. 1-9; Fayda, a.g.md., DİA, c. XXXI, s. 425; Halil Aldemir, “İhtilaf
Çözümleme Yöntemi Olarak Mübâhele”, İnsan ve Toplum Dergisi, 2011, S. 2,
c. I, s. 140.
[71]
İbn Sa‘d, a.g.e., c. I, s. 291, 357-358; İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân
Tefsîri, c. IV, s. 1264-1274; er-Râzî, a.g.e., c. VI, s. 366-371;
Mukâtil bin Süleyman, Tefsîr-i Kebîr, Ter. M. Beşir Eryarsoy, İşaret
Yay., c. I, s. 270-274; Taberî, a.g.e., c. II, s. 277-278; Bursevî, a.g.e.,
c. II, s. 14; Fayda, a.g.md., DİA, c. II, s.143- 149; Abdulcabbar
Adıgüzel, “Şiî-İmâmiyyenin Ehl-i Beyt Tasavvurları ve Dinî Referansları”, Siirt
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. II, S. 1, s. 135-136.
[72] Tirmizî, Sünen, c. V,
s. 121, hadis no: 3184.
[73]
Şiiler, Hz. Peygamber’in Mübâhele âyetinde geçtiği üzere Necran
Hıristiyanlarının karşısına Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i
çıkarmasının Ehl-i Beyt’in fazîletine delâlet ettiğini söylemekte ve Mübâhele
Olayı’nın vukû bulduğu 21 Zilhicce gününü bayram olarak kutlamaktadırlar. Bkz.
Allâme Şerefüddin, Kur’an ve Hadisler Işığında Hz. Fâtıma, Ter. Kadri
Çelik, Kevser Yay., İstanbul, 1997, s. 1-6; Mustafa Fayda, a.g.md., DİA,
c. XXXI, s. 425. Şia inancında Ehl-i Beyt sâdece Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan
ve Hz. Hüseyin’den ibârettir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Bahaüddin Varol,
Ehl-i Beyt Kavramsal Boyut, Yediveren Yay., Konya, 2004, s. 65-99;
Adıgüzel, a.g.m., s. 123; Yusuf Benli, “Şiî Düşüncede Ehl-i Beyt
Tasavvurları”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, c. XVII, S. 4, s. 337-353;
Enis Emir, Kur’ân’da Ehl-i Beyt, İmam Rızâ Dergahı Yay., İstanbul, 2016,
s. 216-217.
[74] Mehmet Kömür, Haydan Dîvânı
Hayatı Yaşam Felsefesi Şiirleri, Demos Yay., İstanbul, 2010, s. 650.
[75] Mutçalı, a.g.e., s.
202; Emin Işık, “Ahzâb Sûresi”, DİA, Ankara, 1989, c. II, s.195.
[76] Hayreddin Karaman vd., Kur
’an Yolu (Türkçe Meal ve Tefsir), Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara,
2008, c. IV, s. 362.
[77] Işık, “Ahzâb Sûresi”, DİA,
c. II, s.189; Duman, a.g.e., c. III, s. 297-298; el-Kâdî, a.g.e.,
s. 309-327;
Karaman vd., a.g.e.,
c. IV, s. 362-363.
[78] Mutçalı, a.g.e., s.
577.
[79] Ahzâb, 33/33.
[80] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 314, hadis no: 4037.
[81] “Fâtıma benim parçamdır.” Bkz.
Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[82]
Sâdık Ağazâde Sıdkî, Dîvân, Besni Mevlana-Yûnus Emre ve Güzel Sanatları
Sevenler Derneği Kütüphanesi, vr. no: 38b; Özgür Kazcı, “SadıkAğazade
SıdkîEfendi Dîvânı”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2011, s. 262.
[83] Şûrâ, 42/23.
[84] Duman, a.g.e., c. II,
s. 207-208; Bekir Topaloğlu, “Şûrâ Sûresi”, DİA, Ankara, 2010, c. XXXIX,
s. 239.
[85] Mutçalı, a.g.e., s.
989. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Galip Gezgin, Kur’an’da Sevgi,
Fakülte Kitabevi, Isparta, 2003, s. 134-138.
[86] Ebüssuûd, a.g.e., c.
XI, s. 5193; Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 498; Canan, a.g.e., c.
II, s. 329.
[87] Topaloğlu, a.g.md., DİA,
c. XXXIX, s. 239.
[88] Mutçalı, a.g.e., s.
734.
[89] İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân
Tefsîri, c. XIII, s. 7079; Havvâ, el-Esâsfi’t-Tefsîr, c. XIII, s.
132; Yazır, a.g.e., c. VI, s. 4241; Çantay, a.g.e., c. III, s. 29
[90] er-Râzî, a.g.e., c.
XIX, s. 447.
[91] Ebussuud, a.g.e., c.
XI, s. 5193; Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 498-499.
[92]
İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7079; Taberî, a.g.e.,
c. VII, s. 292; er-Râzî, a.g.e., c. XIX, s. 447; Ebussuud, a.g.e.,
c. XI, s. 5193; Yazır, a.g.e., c. VI, s. 4241; Seyyid Kutub, Fî
Zilâli’l- Kur’ân, Ter. İ. Hakkı Şengüler vd., Hikmet Yay., İstanbul, 1970,
c. XIII, s. 111; Emiroğlu, a.g.e., c. X, s. 274-275.
[93] İbn Kesîr, Hadislerle
Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7097.
[94]
İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7099; Taberî, a.g.e.,
c. VII, s. 292; Şeblencî, a.g.e., s. 394; Bursevî, a.g.e., c.
VII, s. 499; Duman, a.g.e., c. II, s. 215; Hayreddin Karaman vd., a.g.e.,
c. IV, s. 748; Çantay, a.g.e., c. III, s. 29. İbn Kesîr, Taberî ve Zeki
Duman, tefsirlerinde yakınlık ifadesinin bu mânâsına dikkat çekmekle birlikte
âyetin nüzûlü ile Ehl-i Beyt kavramının teşekkülü arasında zaman farkı
bulunduğunu ifade etmişler ve bu mânânın sıhhatine şüphe ile yaklaşmışlardır.
Hayrettin Karaman ise Ehl-i Beyt’i sevmekle ilgili başka deliller bulunduğunu
ve bu âyete böyle bir mânâ vermenin lüzumu bulunmadığını ifade etmiştir.
[95]
Itre, Hz. Peygamber ile ilgili olarak kullanıldığında, Hz. Peygamber’in
çocukları ile Hz. Ali ve çocuklarından ibâret olan Ehl-i Beyt’i ifade eder.
Bkz. İbn Manzûr, Lisanü ’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 2010, c. IV, s.
538.
[96] Açıkel, a.g.e, s. 132;
el-Kâdî, a.g.e., s. 343; Duman, a.g.e., c. II, s. 215; el-Bedr, a.g.e.,
s. 28-30.
[97] Canan, a.g.e., c. IV,
s. 232.
[98] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 316, hadis no: 4040.
[99] Molla Murad, Dîvân,
TBMM Kütüphanesi, İstanbul, h. 1290, s. 17.
[100] Seyyid Nigârî, Dîvân,
Haz. Muzaffer Akkuş, Niğde Üniversitesi Yay., Niğde, 2001, s. 457.
[101] Bkz. M. Kamil Yaşaroğlu,
“İnsan Sûresi”, DİA, Ankara, 2000, c. XXII, s. 331; Duman, a.g.e.,
c. II, s. 515- 516.
[102] Yazır, a.g.e., c.
VIII, s. 5500.
[103] er-Râzî, a.g.e., c.
XXII, s. 335-336; Ebussuud, a.g.e., c. XII, s. 5688-5689; Çantay, a.g.e.,
c. III, s. 280; Şerefüddin, a.g.e., s. 54-59.
[104] İnsan, 76/8-10.
[105] Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed
el-Vâhidî, Esbâbu Nuzûli’l-Kur ’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut,
1991,
s. 470.
[106]
er-Râzî, a.g.e., c. XXII, s. 335-336; Çantay, a.g.e., c. III, s.
280; Şerefüddin, a.g.e., s. 54-55; Ateş, a.g.e., c. X, s. 243.
Süleyman Ateş, âyetin nüzûl sebepleri içerisinde bu hâdisenin rivâyet
edildiğini beyan etmekle birlikte olayın Şiîler tarafından uydurulduğunu ifade
eder.
[107]
Hz. Ali’nin Farsça’da “Allah’ın arslanı” mânâsına gelen lakabıdır. Bkz. Meliha
Yıldıran Sarıkaya, “Türk-İslâm edebiyatında Hz. Ali”, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2004, s.
173.
[108] Behiştî’nin kaleme aldığı
mesnevîde, bahsi geçen olayın dilencilerle ilgili kısmı bulunmamaktadır.
[109] Behiştî, HeştBehişt,
Haz. Emine Yeniterzi, Kitabevi Yay., İstanbul, 2001, s. 115-118.
[110]
Melek Dikmen, Son Dönem Osmanlı Şuarâsından İsmail Sâdık Kemal Paşa ve Âsâr-ı
Kemâl’i, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2016, c. II, s. 49.
[111]
Bkz. Mutçalı, a.g.e., s. 427; Duman, a.g.e., c. I, s. 457; Ömer
Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim’in Türkçe
Meal-iÂlisi ve Tefsîri, Bilmen Yay., 1960, İstanbul, c. IV, s. 1844;
Karaman vd., a.g.e., c. III, s. 456.
[112] Bkz. M. Kamil Yaşaroğlu,
“İsra Sûresi”, DİA, Ankara, 2001, c. XXIII, s. 177; Duman, a.g.e.,
c. I, s. 457.
[113] Bkz. Karaman vd., a.g.e.,
c. III, s. 456-457.
[114] İsra, 17/1.
[115] Buhârî, Sahîh,
KitâbuMenâkıbi’l-Ensâr, c. VIII, s. 3632.
[116] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Menâkıbi’l-Ensâr, c. VIII, s. 3635-3641; Kitâbu Bed’i’l-Halk, c.
VII, s. 30243029.
[117] Meclisî, Bihârü’l-Envâr,
c. XLIII, s. 6; Seyyid Murtazâ Hüseynî, Ehl-i Sünnet Kaynaklarında Hz.
Fâtıma’nın Fazîletleri, Ter. Muhammed Tâhir, Kevser Yay., İstanbul, 2008,
s. 11-15.
[118] Hâfî,
Zâdü ’l-Meâd (Kitabü Mevlüdü ’n-Nebi), Haz. Şecaattin Tural, T.C. Kültür
ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2011, s. 545.
[119] Karaman vd., a.g.e.,
c. III, s. 456. Karaman, âyetin Medine’de nâzil olduğu yönünde rivâyetler
olduğunu zikretmekle birlikte Mekke’de nâzil olması ihtimalinin daha yüksek
olduğunu ifade etmiştir.
[120] İsra, 17/26.
[121]
Müslim, Sahîh, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer, c. VIII, s. 5056; İbn Kesir, Hadislerle
Kur’ân Tefsîri, c. IX, s. 4724; Muhammed bin Süleyman er-Rûdânî, Cem’ul-Fevâid,
Mektebetü İbni Kesîr-Dâru İbn Hazm, Lübnan, 2009, c. III, s. s. 155, hadis no:
7049.
[122] Mutçalı, a.g.e., s.
544.
[123] Bkz. İbn Kesir, a.g.e., c.
XV, s. 8498-8500; Razi, a.g.e., c. XXIII, s. 205-206; Emin Işık, “Duhâ Sûresi”,
DİA, Ankara, 1994, c. IX, s. 546; Emiroğlu, a.g.e., c. XIV, s.
59.
[124] Duhâ, 93/5.
[125] Hüseynî, a.g.e., s.
24.
[126] Muttakî el-Hindî, Kenzu
’l-Ummâl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2008, c. XII, s. 422, hadis no:
35475.
[127] Bkz. Emiroğlu, a.g.e.,
c. VII, s. 364; M.Kamil Yaşaroğlu, “Meryem Sûresi”, DİA, Ankara, 2004,
c. XXIX, s.242.
[128] Bilmen, a.g.e., c. IV,
s. 2003; Yaşaroğlu, a.g.md., s. 242; Karaman vd., a.g.e., c. III, s.
586; Duman, a.g.e., c. I, s. 357.
[129] Bkz. Şeblencî, a.g.e.,
s. 393.
[130] Meryem, 19/96.
[131] Kömür, a.g.e, s. 273.
[132] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 12.
[133] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 2.
[134] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 105,124.
[135] Meclisî, Bihârü’l-Envâr,
c. XLIII, s. 44.
[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
thk. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r-Risâle, 1. baskı, 2001, c. IV, s. 409, hadis
no. 2668; Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa
Abdulkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübü’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1990, c. II, s. 650, hadis
no: 4160.
[137] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 20.
[138] Dikmen, a.g.e., c. II,
s. 39.
[139] Timuçin Aykanat, “Süleymân
el-Celvetî ve Mevlûdi’n-Nebî”, Turkish Studies International Periodical for
the Languages Literatüre and History of Turkish and Turkic, 2018, c. 13/28,
s. 157.
[140] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[141] Ahmet Mermer, Karamanlı
Aynî ve Dîvânı, Akçağ Yay., Ankara, 1997, s. 6.
[142] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, Dîvân, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB
168, vr. 25a.
[143] Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, DİA,
Ankara, 1994, c. X, s. 498; Açıkel, a.g.e., s. 55.
[144] Ahzâb, 33/33.
[145] Hûd, 11/73.
[146] Kasas, 28/12.
[147] M. Zeki Duman, “Kuran-ı
Kerim’de Ehl-i Beyt”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri,
2001, S. 11, s. 37-58.
[148]
Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 6518-6526; Taberî, a.g.e., c.
VI, s. 494-495; Razi, a.g.e., c. XVIII, s. 260-261; Şeblencî, a.g.e.,
s. 389; Süleyman Uludağ, “Âl-i Abâ”, DİA, Ankara, 1989, c. II, s. 307;
Öz, a.g.md., DİA, c. X, s. 499; İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz.
Muhammed’in Hayatı, Ter. Mehmet Yolcu, Düşün Yay., İstanbul, 2011, c. I, s.
582-584; Açıkel, a.g.e., s. 62-63, 74-75; Karaman vd., a.g.e., c.
IV, s. 382; Duman, a.g.m., s. 37-58; Orhan Yılmaz, “Tathir Âyeti ve
Rivâyetler Bağlamında Ehl-i Beyt Kavramının Kapsamı”, Gümüşhane Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. II, s. 4; Abdulmuhsin bin Hamed
el-Abbâd el-Bedr, Fadlu Ehli’l-Beyt ve Uluvvü Mekânetihim ‘Inde Ehli’s-
sünneti ve’l-Cemâa (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate Göre Ehl-i Beyt’in Fazîleti ve
Yüce Makamı), Ter. Mustafa Öztürk, Guraba Yay., İstanbul, 2013, s. 9-20;
Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yay., İstanbul, 1998,
s. 158-161.
[149] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 314, hadis no: 4037.
[150]
Müslîm, Sahîh, c. X, s. 6224, hadis no: 2424. Bu hâdise ile ilgili
ayrıntılı bilgi için bkz. Takiyyüddin Ahmed b. Ali el-Maknzî, “Ehl-i Beyt’in
Fazîleti”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ter. M.
Mahfuz Söylemez, C. XLIII, Ankara, 2002, S. 2, s. 415-430; Adil Yavuz, “Kisâ’
Hadisi Rivâyetleri ve Ehl-i Beyt Kimliği”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2005, S. 19, s. 153-177; Emine Öztürk, “Hz. Fâtıma
Kültü”, Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz-Aralık 2010, S. 4, s. 130-131.
Bazı kaynaklarda ilgili âyetin Hz. Muhammed’in eşleri hakkında nâzil olduğu
kaydedilmiştir. Bkz. el-Bedr, a.g.e., s. 26-27.
[151] Hâşim Baba Bandırmalızâde
Mustafa Üsküdârî Celvetî, Vâridât-ı Mensûre ve Dîvân-ı Manzûme, 06 Mil
Yz 3623/1, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 18.
[152] Sefer Serin, “Diyarbakırlı
Ali Emin Dîvânı İnceleme Metin”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2007, s. 39.
[153] Hatice Çelik, “Bendî Mustafa
Baba Dîvânı (İnceleme-Metin)”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum,
2010, s. 97.
[154] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf
Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul, 2004, s. 253.
[155] Ayıntablı Hamdi Baba, Dîvân,
Haz. Halil İbrahim Yakar, Palet Yay., Konya, 2012, s. 79.
[156] Buhârî, Sahih, Kitâbu
’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394.
[157] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 127, hadis no: 3781.
[158] Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye,
Haz. Amil Çelebioğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara,
1996, c. II, s.
266.
[159] Dikmen, a.g.e., c. I,
s. 356.
[160] Bünyamin Çağlayan, “Kerbelâ
Mersiyeleri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Ankara, 1997, s. 425.
[161]İshak
bin Hasan Tokâdî er-Rızâî, Manzûmetü’l-Leâlî, İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Atatürk Kitaplığı, t.y., y.y., s. 15.
[162] Dikmen, a.g.e., c. II,
s. 40.
[163] Bağdâdî, a.g.e., c. X,
s. 17; Zehebî, a.g.e., c. II, s.119; Kandemir, a.g.md., DİA, c.
XII, s. 219.
[164] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s.7.
[165]
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 6; Şeyh Sadûk, eİle’ş-Şerâi’,
Dâru’l-Murtazâ, Beyrut, 2006, c. III, s. 182; Hakîm, Müstedrek, c. III,
s. 169, hadis no. 4738. Zehebî, Telhisu ’l-Müstedrek adlı eserinde bu
hadisin uydurma olduğunu söylemektedir.
[166]
Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 6, 19; Hâtib el-Bağdâdî, Târîhu
Bağdâd, thk. Beşşâr Avvâd Marûf, Dâru’l-Gurbi’l-İslâmî, Beyrut, 2002, c.
XIV, s. 288, hadis no: 4202; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 182. Hâtib
el-Bağdâdî, bu rivâyetin sabit olmadığını söylemektedir.
[167] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s.7.
[168]
Namık Aslan, “Hz. Ali Cenknameleri Bağlamında Bir Eser (Destan-ı Ejderha ve Bazı
Motifleri Üzerine)”, Milli Folklor Dergisi, Ankara, 2016, S. 111, s.
216.
[169]
Hakan Yekbaş, Türk Edebiyatı’nda Hz. Ali ve Hz. Fâtıma Mevlidleri,
Asitan Yay., Ankara, 2012, s. 472.
[170] Mutçalı, a.g.e., s.
707.
[171]
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 20; Hakîm, Müstedrek, c.
III, s. 165, hadis no. 4726; Şeblencî, a.g.e., s. 166. Şeblencî, bu
hususla ilgili olarak Hz. Abbas’ın rivâyetine yer vermekte ve Hz. Peygamber’in,
Ehl-i Beyt’inden hiç kimsenin cehenneme girmemesinden dolayı hoşnut olacağını
söylemektedir. Bkz. Şeblencî, a.g.e., s. 399.
[172]
Yusuf Ziya Yörükan, a.g.e., s. 51; Aşere-i Mübeşşere ile ilgili
ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Aydınlı-İsmail Lütfi Çakan, “Aşere-i
Mübeşşere”, DİA, Ankara, 1991, c. III, s. 547; Sami Şahin, Hadislerde
Aşere-i Mübeşşere Dünyada İken Cennetle Müjdelenenler, Asitan Yay.,
İstanbul, 2012.
[173] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân-ı
İlahiyat, Haz. M. Kayahan Özgül, Ankara, 2013, s. 474-475.
[174] İbn Sa’d, a.g.e., c.
X, s. 17-18.
[175]
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 105,124; Haydar Kaya, Alevî
Bektaşi Erkanı Evradı ve Edebiyatı, Engin Yay., İstanbul, 1993, s. 26-27.
[176]
“İhlas sûresi Kur’an’ın üçte biridir.” şeklindeki hadis rivâyeti için bkz.
Müslîm, Sahîh, Kitâbu Salâti’l- Musâfirîn ve Kasrihâ, c. IV, s. 2272.
[177]
Hz. Fâtıma ve Hz. Ali evliliği husûsunda ayrıntılı bilgi için bkz. Şaban
Çiftçi, Günümüz Alevî Bektaşî Kültüründe Hadis, Hilal Ofset, Isparta,
2011, s. 283-293.
[178]
Tezin Hz. Fâtıma ile İlgili Eserler isimli üçüncü bölümünde Tezvîc-i Fâtıma
türündeki eserlerle ilgili detaylı bilgi verilecektir.
[179] Ayrıntılı bilgi için bkz.
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 52-79; Muvaffak bin Ahmed
El-Harezmî, el-Menâkıb, Müessetü’l-Neşri’l-İslâmiyye, Kum, h. 1411, s.
335-355.
[180] Beytü’l-Ma’mur’un, yedinci
kat semada bulunduğu ve içinde meleklerin ibadet ettikleri bir mabed olduğu
rivâyet edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdurrahman Küçük,
“Beytü’l-Ma’mur”, DİA, Ankara, 1992, c. VI, s. 94-95; Ebû Hâmid Muhammed
bin Muhammed el-Gazzâlî, Mükâşefetü ’l-Kulûb Kalplerin Keşfi, Çev. Salih
Uçan, Çelik Yay., İstanbul, 2016, s. 199.
[181] Molla Murad, a.g.e.,
s. 13.
[182] Molla Murad, a.g.e.,
s. 14.
[183] Molla Murad, a.g.e.,
s. 14.
[184] Cemal Öğüt, Hz. Fâtımatü
’z-Zehra, Bahar Yay., İstanbul, t.y., s. 50.
[185] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 295-296.
[186] Sadeddin Nüzhet Ergun, Hatayi
Dîvânı Şah İsmail Safevi Edebi Hayatı ve Nefesleri, İstanbul Maarif
Kitaphanesi, Ankara, t.y., s. 161.
[187] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[188] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[189] Murtazâ Sukûtî, Dîvân,
Haz. Nurgül Özcan, Kitapsal Yayın, y.y., 2011, s. 158.
[190] Molla Murad, a.g.e.,
s. 10.
[191] Kahraman Özkök, Osmanlı
Dönemi Şeyhlerinden Kerbelâ Mersiyeleri, Revak Yay., İstanbul, 2014, s.
16.
[192] Sukûtî, a.g.e., s.
250.
[193] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[194] Pîr Muhyiddîn, Şefâatname,
Haz. Meliha Yıldıran Sarıkaya, Önsöz Yay., İstanbul, 2012, s. 365.
[195] Hâkim, Müstedrek, c.
III, s. 166, hadis no. 4728; Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 220.
Zehebî, bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.
[196]
İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. VII, s. 220; Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c.
XLIII, s. 221; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Faziletleri, s. 10; İbrahim
Canan, a.g.e., c. XIII, s. 44.
[197] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[198] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[199] Ebu Dâvûd, Sünen, c.
IV, s. 87, hadis no: 4213.
[200] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[201] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 184, hadis no: 3873.
[202] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 183, hadis no: 3872.
[203] Molla Murad, a.g.e.,
s. 11.
[204] Molla Murad, a.g.e.,
s. 11.
[205]
Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Meğâzî, c. IX, s. 4146; Dârimî, Sünen,
thk. Hüseyin Süleym Esed ed-Dârânî, Dâru’l-Muğnî’n-Neşr ve’t-Tevzi’, 2000, c.
I, s. 223, hadis no: 88.
[206] Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı
Hikmet, Haz. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2010, s.
143.
[207] Süleyman Çelebi, Mevlid,
Haz. Necla Pekolcay, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993, s. 98.
[208] Fuzûlî, Hadikatü ’s-Süedâ
Erenler Bahçesi, s. 118.
[209]
İbn Mâce, Sünen, Kitâbü’l-Fiten, Dâru’l-Hadâreti ve’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad,
h. 1436, s. 633, hadis no: 4083.
[210]
Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 107, hadis no: 4284; İbn Mâce, Sünen,
Kitâbü’l-Fiten, s. 346, hadis no: 4086.
[211] Elvân-ı Şirâzî, Gülşen-i
Râz, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 8087, vr. no:
32b.
[212] İbn Hacer, a.g.e., c.
VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221.
[213]
Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221. Ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz.
Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 177; Kazvînî, a.g.e., s. 47-90.
[214]
Hz. Fâtıma, fiziksel özellikleri ve mânevî yaşantısı bakımından Hz. Peygamber’e
çok benzemesinden ötürü babasının annesi mânâsına gelen bu künye ile
anılmıştır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe f Temyîzi’s- Sahâbe, c. VIII, s.
262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; Said Havvâ, El-Esasfi’s-Sünne
(Hadislerle İslâm Tarihi), Çev. M. Ahmed Varol vd., Hikmet Neşriyat, c. V,
s. 31; Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,
s.219.
[215] Mutçalı, a.g.e., s.
707.
[216]
Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 12; Hakîm, Müstedrek, c.
III, s. 165, hadis no. 4726; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, s.
26-27; Şeblencî, a.g.e., s. 166.
[217]
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 6, 19; Şeyh Sadûk, a.g.e.,
c. I-II, s. 180; Hâtib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c. XIV, s. 288, hadis
no: 4202. Hâtib el-Bağdâdî, bu rivâyetin sabit olmadığını söylemektedir.
[218] Hacı Nureddin Efendi, Maktel-i
Hüseyin, Haz. Mehmet Karaarslan, Önsöz Yay., İstanbul, 2002, s. 101.
[219]
Adem Ceyhan, “Süleyman Nahîfî’nin Mevlidü’n-Nebî Mesnevîsi”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2000, S.
14, s. 139.
[220]
Üveys el-Karânî’nin hayatı ve ilgili hâdise husûsunda geniş bilgi için bkz.
Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, Haz. Mehmed Zahid Kotku,
Nuruosmaniye Matbaası, İstanbul, 1964, s. 8; Ebu’l- Mevâhib Abdulvehhâb eş-Şârânî,
et-Tabakâtü’l-Kübrâ, çev. Abdülkadir Akçiçek, Toker Yay., İstanbul,
1968, c. I, s. 93; Ahmet Yaşar Ocak, Veysel Karani ve Üveysilik, Dergah
Yay., İstanbul, 1982, s. 45-99; Nejdet Tosun, “Veysel Karani”, DİA,
Ankara, 2013, c. XLIII, s. 73-74.
[221]
Hayri Selçuk, Yûnus Dîvânı, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1979, s. 142;
Ahmet Eğilmez, Yûnus Emre Hayatı ve Açıklamalı Dîvânı, Gelenek Yay.,
İstanbul, 2016, s. 395. Yûnus Emre’ye ait olduğu söylenen bu şiir Mustafa Tatcı
tarafından hazırlanan Yûnus Emre Dîvânı’nda Bursalı Âşık Yûnus’a ait olarak
gösterilmekle beraber “Sordu Âişe’ye eve kim geldi” şeklindedir. Bkz. Mustafa
Tatcı, Yûnus Emre Dîvân-ı İlâhîyât, Kapı Yay., İstanbul, 2012, s.
830.
[222] Mustafa Tatcı, “Mutasavvıf
Şair ve Bestekâr Ayaşlı Hasan Kenzî Efendi Hayatı ve Şiirleri”, Osmanlı
Araştırmaları Dergisi Mehmet Çavuşoğlu ’na Armağan, S. XXVIII, c. IV,
İstanbul, 2006, s. 245.
[223] Eşref Paşa, Dîvân,
Matbaa-i Âmire, İstanbul, h. 1278, s. 4; Serap Urğun Doğan, “Eşref Paşa
Dîvânı”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Elazığ, 2010, s. 101.
[224] Tevhîde Hanım, Dîvân,
Haz. Gürol Pehlivan vd., Manisa Belediyesi Kültür Yay., Manisa, 2007, s. 52.
[225] İbrahim ibni Bâlî, Hikmetname,
Haz. Mustafa Altun, yy, İstanbul, 2003, s. 27.
[226] Kenzî Abdülaziz Şenol, Divan
Noktanın Sonsuzluğu, Haz. Saim Öztan vd., Pan Yay., İstanbul, 2002, s.
[227] Özkök, a.g.e., s. 118.
[228] Mutçalı, a.g.e., s.
213.
[229] Mehmet Demirci, “Hazret”, DİA,
Ankara, 1998, c. XVII, s. 147.
[230]
Lokman Turan, “Yenişehirli Avnî Bey Dîvânı’nın Tahlili Tenkitli Metin Encümen-i
Şuara ve Batı Tesirinde Gelişen Türk Edebiyatına Geçiş”, Atatürk Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum, 1998, c. I, s.
607.
[231] Şeref Hanım, Dîvân,
Şeyh Yahya Efendi Matbaası, İstanbul, h. 1292, s. 23.
[232] İsmail Özmen, Alevi-Bektaşi
Şiirleri Antolojisi, T.C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1998, c. II,
s.111.
[233] Ahzâb, 33/6.
[234]Bkz.
Nimet Okan, Canların Cinsiyeti Alevilik ve Kadın, İletişim Yay.,
İstanbul, 2016, s. 51-52; Satı Kumartaşoğlu, “Fatma Ana Üzerine Anlatılan
Efsaneler”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Ocak 2015, c.
III, S. VI, s. 107-113; Caner Işık, “Türk Kültür Mirasında Bir Kült Olarak Hz.
Fâtıma”, Sufi Araştırmaları, 2017, S. 17, s. 18-21.
[235]Mustafa Tatcı’nın çalışmasında
bu şiir Bursalı Âşık Yûnus’a atfedilerek verilmiştir. Bkz. Tatcı, Yûnus Emre
Dîvân-ı İlahiyat, s. 694.
[236] Müştak Baba, Dîvân,
Haz. Mehmed Kemal Gündoğdu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 1997, s.
208.
[237] Öner Yağcı, Pir Sultan
Abdal Yaşamı ve Şiirleri, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2011, s. 103.
[238] Özmen, a.g.e., c. III,
s. 152.
[239] Özkök, a.g.e., s. 180.
[240] Yusuf Şevki Yavuz, “Cenâb”, DİA,
Ankara, 1993, c. VII, s. 346.
[241] Hersekli Arif Hikmet Bey, Dîvân,
Matbaa-i Âmire, İstanbul, h. 1335, s. 90.
[242] Mehmet Ali Hilmi Dede Baba, a.g.e.,
s. 47.
[243] Şeref Hanım, a.g.e.,
s. 40.
[244] Çağlayan, a.g.t., s.
416.
[245] Kadîmî Baba, Dîvân,
Haz. Mü’mine Çakır, Akçağ Yay., Ankara, 2015, s. 192.
[246] Aksoyak, a.g.m., s. 2.
[247] İsmail Hakkı Aksoyak, “Eşref
Paşa’nın Müşterek Şiirlerinde Ehl-i Beyt ve On İki İmam Sevgisi”, Türk
Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, Ankara, 2004, S. 30, s. 5.
[248] Serin, a.g.t., s. 45.
[249] Salih Baba, Salih Baba
Dîvânı, Haz. Şeyheddin Yalçınkaya, Semerkand Yay., İstanbul, 2015, s. 136.
[250] Adile Sultan, Dîvân,
Kültür Bakanlığı Yay., Haz. Hikmet Özdemir, Ankara, 1996., s. 396.
[251] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[252] Bahruddîn el-Halvetî, Dîvân-ı
Bahrî, Konya Büyükşehir Belediyesi Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi,
Arşiv No: 10868, vr.no: 57.
[253] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 363, hadis no: 4126; Nisâbûrî, Müstedrek ‘ala’s-sahîhayn, c. III, s.
167, hadis no: 4732; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 120; İbn Hâcer, el-İsâbe
fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265.
[254]
Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e.,
c. II, s. 119; Havvâ, El- Esasfi’s-Sünne (Hadislerle İslâm Tarihi), c.
V, s. 31; Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,
s.219; Hüseynî, a.g.e., s. 23.
[255] Bkz. M. Yaşar Kandemir, a.g.m.,
DİA, c. XII, s. 219; Şulul, a.g.e., s. 234.
[256] Hâce Muhammed Lutfî, Hulâsatü’l-Hakâyık
ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lutfî, Damla Yay., İstanbul, 2011, s. 146.
[257] Ceyhan, a.g.m., s.
139.
[258] Mermer,
a.g.e., s. 102.
[259]Kandemir,
a.g.md., c. XII, DİA, s. 219; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe
Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 2010, s. 1370.
[260]Ayrıntılı bilgi için bkz. Şeyh
Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 178-179; Muhammed bin Süleyman el-Halebî, Nuhbetü
’l-LeâlîLi Şerhi Bed’i ’l-Emâlî, Hakîkat Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 85.
[261]Yazıcıoğlu
Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294.
[262] İbrahim
ibn Bâlî, a.g.e., s. 27.
[263] Serin, a.g.t., s. 39.
[264] Mermer, a.g.e., s.
284.
[265] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 342.
[266] Ahmet Alkan, “Fahrî-i
Celvetî: Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni”, Marmara Üniversitesi
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul,
2015, s. 89.
[267] Kemâhî Kemâleddîn Ebu’l-Kemal
Muhammed, Dîvân, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 2401,
vr. no: 73.
[268] Necla Türkyılmaz, “Kemahlı
İbrahim Hakkı ve Dîvânı”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek
Lisans Tezi, Uşak, 2014, s. 72.
[269] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 178.
[270] Osman Şems Efendi, Kerbelâ
Mersiyyeleri Mersiyye-i Cenâb-ı Şehidü ’ş-Şühedâ, Haz. Selâmi Şimşek,
Buhara Yay., İstanbul, 2016, s. 67.
[271] Kadri Erdem, “Kutup (Seyyid)
Osman Fazlî Divânı”, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2008, s. 216.
[272] Gelibolulu Mustafa Âli, Dîvân,
Haz. İsmail Hakkı Aksoyak, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2018,
s. 454.
[273] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s. 193.
[274]Şirzâd, llâveli Vâveylâ
Yâhud Mesâib-i Kerbelâ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı,
Talat Bayrakçı Koleksiyonu, Demirbaş No. 988, Dersaadet Matbaası, İstanbul, h.
1327, s. 9.
[275]Şeref
Hanım, a.g.e., s. 20.
[277] Nigârî, a.g.e., s.
459.
[278] Nâilî, Dîvân, Haz.
Haluk İpekten, Akçağ Yay., Ankara, 1990, s. 44.
[279] Ayıntablı Mahremî, Dîvân,
Haz. Halil İbrahim Yakar, Palet Yay., Konya, 2012, s. 61.
[280] Melek Bıyık Yapa, “Aşkî
Mustafa Dîvânı Edisyon Kritik”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2007, s. 36.
[281] Leyla Hanım, Dîvân,
Haz. Mehmet Arslan, Kitabevi Yay, İstanbul, 2003, s. 181.
[282] Molla Murad, a.g.e.,
s. 10.
[283] Molla Murad, a.g.e.,
s. 4.
[284] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 201.
[285] Kemâhî, a.g.e., vr.
30.
[286] Molla Murad, a.g.e.,
s. 5.
[287] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 160.
[288]
Hikmet Tanyu, “Fatma Anamız (Fadime Anamız) ve El İle İlgili İnançlar Üzerine
Kısa Bir Araştırma”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., Ankara, 1982,
c. IV, s. 486.
[289] Kayaoğlu-Kırtan, a.g.e.,
s. 749-750.
[290] Taceddin Kayaoğlu-Mahmut
Kırtan, Şirinsiz Ferhat Leylasız Mecnun Bayburtlu Hicrani, Fide Yay.,
İstanbul, 2006, s. 750.
[291] Cemil Mahmud Bey, Dîvân,
Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 171, vr. no. 66.
[292] Alevî kültüründe kadına bakış
açısı husUsunda ayrıntılı bilgi için bkz. Seyit Derviş Tur, Erkannâme
Alevîliğin İslâm’da Yeri ve Alevî Erkanları, Can Yay., Almanya, 2002, s.
323-328.
[293] Ahmed Edip Harâbî, Dîvân,
Haz. Dursun Gümüşoğlu, Can Yay., İstanbul, 2013, s. 214.
[294] Yılmaz Top, “Münirî’nin
Manzum Siyer-i Nebi’si 6-7. Cilt İnceleme Metin”, Marmara Üniversitesi Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011, s. 946.
[295] Haydan, a.g.e., s. 458
[296] Arı, a.g.e., s. 88.
[297] Serin, a.g.t., s. 41.
[298] Bu hususta rivâyet edilen bir
hadis için bkz. Hakîm, Müstedrek, c. III, s. 167, hadis no. 329/4731.
[299] Molla Murad, a.g.e.,
s. 11.
[300] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 233.
[301] Şeref Hanım, a.g.e.,
s. 49.
[302] Baharzâde Feride Hanım, Dîvân,
Haz. Bünyamin Çağlayan, Kişisel Yayın, Ankara, 2006, s. 37.
[303] Kömür, a.g.e, s. 142.
[304] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 307.
[305] Hüseyin Vassâf, MevlidŞerhi
Gülzâr-ı Aşk, Haz. Mustafa Tatcı vd., Dergah Yay., Ankara, 2006, s. 72.
[306] Keçecizâde İzzet Molla, Dîvân,
Bulak Matbaası, Mısır, h. 1255, s. 14.
[307] Besnili Mustafa Nehcî Dede, Dîvân,
Haz. Üzeyir Aslan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 62.
[308] Çağlayan, a.g.t., s.
408.
[309] Devellioğlu, a.g.e.,
s. 953.
[310] Yanbolulu Ali Turâbî Baba, Dîvân,
Tophane-i Âmire Matbaası, İstanbul, h. 1294, s. 96.
[311] Musa Kazım Paşa, Aşkın
Hazîneleri Makalid-i Aşk Kerbelâ Mersiyeleri, Haz. Cemil Çiftçi, Kevser
Yay., İstanbul, 2011, s. 144.
[312] Kömür, a.g.e, s. 488.
[313] Musa Kazım Paşa, a.g.e.,
s. 117-118.
[314] Serbestzâde Ahmed Hamdî
İskilîbî, Dîvân, Haz. İsmail. Güleç, Pan Yay., İstanbul, 2004, s. 9.
[315] Hüseyin Vassâf, Dîvân,
s. 449.
[316] Mutçalı, a.g.e., s. 58;
Devellioğlu, a.g.e., s. 104.
[317] Hüseynî, a.g.e., s.
23.
[318]
Hz. Meryem’in methedildiği âyet ve hadisler içib bkz. Âl-i İmrân, 3/42; Tahrîm,
66/12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî,
el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.
[319] Ömer Faruk Harman, “Meryem”, DİA,
Ankara, 2004, c. XXIX, s. 241; Mahmut Ay, “İşarî Tefsirlerde Hz. Meryem”, İstanbul
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2011, S. 25, s. 124.
[320]
Hz. Fâtıma’ya atfedilen bu özellikler ekseriyetle Şia kaynaklarında yer
almaktadır. Bu hususla ilgili olarak bkz. Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c.
XLIII, s. 19; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 180; Nisâbûrî, Hz.
Fâtıma’nın Faziletleri, s. 37-38.
[321] Malatyalı Şehrî, Dîvân,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 130.
[322] Top, a.g.t., s. 902.
[323] Arpaemînizâde Mustafa Sâmî, Dîvân,
Haz. Fatma Sabiha Kutlar, Yeni Zamanlar Dağıtım, Ankara, 2004, s. 258.
[324] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[325] Hâşim Baba, a.g.e.,
vr. no. 18.
[326] Safâyi Ali Dede, Dîvân,
Haz. Ramazan Ekinci, Gece Kitaplığı, İstanbul, 2016, s. 52.
[327] Cihan Okuyucu, Cinânin
Hayatı Eserleri Divânının Tenkitli Metni, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara,
1994, s. 221.
[328]
Vuslatî Ali Bey, Gazânâme-i Çehrin, Haz. Mustafa İsen-İsmail Hakkı
Aksoyak, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 2003, s. 52.
[329] Diyarbakırlı Lebîb, Dîvân,
Haz. Orhan Kurtoğlu, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s.
195.
[330] Fasih Ahmed Dede, Dîvân,
Haz. Mustafa Çıpan, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 2003, s. 254.
[331] Kâfzâde Fâizî, Dîvân,
06 Mil Yz A 795/1, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 34b.
[332] Koniçeli Kazım Musa Paşa, Dîvân,
06 Mil Yz A 2243, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 9.
[333]
Selânikli Meşhûrî Ahmed Efendi, Dîvân, Haz. Yaşar Aydemir-Halil Çeltik,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 101.
[334] Çağlayan, a.g.t., s.
406.
[335] Edirneli Kâmî, Dîvân,
Haz. Gülgün Erişen Yazıcı, Ankara, 2010, s. 348.
[336] Kömür, a.g.e, s. 99.
[337] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s. 121-122.
[338] Fecr, 89/28.
[339] Vahyî, Dîvân, Haz.
Hakan Taş, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 238.
[340] Abdurrahman Sâmî Niyâzî
Saruhânî, Dîvân-ı Sâmî, Şahinler Vakfı Akyol Neşriyat ve Matbaacılık,
İzmir, 1980, s.
186.
[341] Yapa, a.g.t., s. 124;
Cemil Çiftçi, Dîvân Şiirinde Kerbelâ Ağıtları, Kevser Yay., İstanbul,
2008, s. 263.
[342] Kömür, a.g.e, s. 406.
[343] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394; Hakîm, Müstedrek, Kitâbu
Marifeti’s-Sahâbe, c. III, s. 164.
[344] İshak bin Hasan Tokâdî
er-Rızâî, a.g.e., s. 15.
[345] Abdullah Aydın, a.g.t.,
s. 586.
[347] Leyla
Hanım, a.g.e., s. 165.
[348] Ahmet Arı, Mevlevilikte
Bir Hanedanlık Kurucusu Sakıb Dede ve Dîvânı, Akçağ Yay., Ankara, 2003, s.
89.
[349] Kömür, a.g.e, s. 592.
[350] Çağlayan, a.g.t., s.
420.
[351] Hâfî, a.g.e., s. 207.
[352] Kömür, a.g.e., s. 501.
[353] “Ali gibi bir yiğit, Zülfikar
gibi keskin bir kılıç bulunmaz.” mânâsına gelen ibâre hakkında ayrıntılı bilgi
için Meliha Y. Sarıkaya, “Zülfikar (Türk Edebiyatı)”, DİA, Ankara, 2013,
c. XLIV, s. 554-556.
[354] Kömür, a.g.e, s. 156.
[355] Nesîmî, Dîvân, Haz.
Hüseyin Ayan, Akçağ Yay., Ankara, 1990, s. 429.
[356] İsmâil Paşazâde Hakkı Beg, Dîvân,
Hüdavendigar Vilâyeti Matbaası, Bursa, h. 1292., s. 6.
[357] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn,
c. II, s. 650, hadis no: 4160.
[358] Mermer, a.g.e., s. 82.
[359] Adile Sultan, a.g.e.,
s. 396.
[360] Hüseyin Vassâf, Dîvân,
s. 449.
[361] Molla Murad, a.g.e.,
s. 4.
[362] Kömür, a.g.e, s. 277.
[363] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.
[364]
Ali Şâdi, Sirişk-i Mâtem, Osmanlı Meziyyet-i İktisâdiyye Matbaası,
İstanbul, h. 1236, s. 16; Mehtap Erdoğan, “Sivaslı Ali Şâdi ve Kerbelâ
Mersiyelerini İhtiva Eden Sirişk-i Mâtem Adlı Eseri”, Adıyaman Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Adıyaman, 2009, S. 2, s. 64.
[365] İvona Stojanovska, “Bahrî
Dîvânı ve İncelemesi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015, s. 58.
[366] Fuzûlî, Külliyât-ı Dîvân-ı
Fuzûlî, Hurşid Matbaası, Dersaadet, h. 1315, s. 79.
[367] Harâbî, a.g.e., s.
149.
[368] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 163.
[369] Mebnî Mehmed Baba Edirnevî, Dîvân,
06 Mil Yz Fb 169/4, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 105.
[370]
Süleyman Solmaz, “Nev’î ve Ehl-i Beyt Hakkında Yazdığı Terkîb-i Bend”, Alevîlik-Bektaşilik
Araştırmaları Dergisi, Malberg, Almanya, 2015, S. 11, s. 32.
[371] Mehmet Ali Hilmi Dede Baba, a.g.e.,
s. 408.
[372] Musa Kâzım Paşa, a.g.e.,
s. 129.
[373] Osman Şems Efendi, a.g.e.,
s. 87.
[374] Şimşek, a.g.m.., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 355.
[375] Kömür, a.g.e, s. 488.
[376] Hâşim Baba, a.g.e.,
vr. no. 18.
[377]
Şiî/Alevî/Bektâşî inançlarına göre Hz. Ali, cennette Kevser suyunu dağıtacak
olan kişidir. Buna istinaden özellikle edebî eserlerde sâki-i Kevser şeklinde
adlandırılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlyas Üzüm, “Şâh-ı Merdân Murtazâ
Ali: Kültürel Alevî Kaynaklarına Göre Hz. Ali Tasavvuru”, İslâm
Araştırmaları Dergisi, 2004, S. 11, s. 75-104.
[378] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s. 343.
[379]
Kemal Üçüncü, “Cemâleddin Uşşâki Dîvânı (Metin İnceleme)”, Çanakkale Onsekiz
Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Çanakkale, 1998, s. 349; Özkök, a.g.e., s. 175.
[380] Atabey Kılıç, “Ma’rifi
Tarikati Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmi Araştırmalar
Dergisi, İstanbul, 2001, S. 12, s. 132; Özkök, a.g.e., s. 11; Cemil
Çiftçi, a.g.e., s. 245.
[381] Sukûtî, a.g.e., s.
401.
[382] Halil İbrahim Şahin, Karyağdı
Baba Bektaşi Tekkesi Postnişini Hafız Baba ve Dîvânı Üzerine Bir İnceleme,
Altınpost Yay., Ankara, 2013, s. 281.
[383]
Beyitler Kethüdâzâde El-Hâc Mehmed Ârif Efendi’ye aittir. Bkz. Emin Efendi, Menâkıbnâme-i
Kethüdâzâde El-Hâc Mehmed Ârif Efendi, Haz. Hasan Gürkan-Hür Mahmut Yücer,
İnsan Yay., İstanbul, 2009, s. 82.
[384] Selâmi Şimşek, “Bandırmalı
Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ’sı”, Atatürk
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2006, S.
30, s. 77.
[385] Nesîmî, a.g.e., s. 69.
[386] Özkök, a.g.e., s. 180.
[387] Şimşek, “Bandırmalı Şeyh
Yusuf Nizâmeddin Efendi ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ’sı”, s. 77.
[388] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 41b.
[389] Özmen, a.g.e., c. V,
s. 191; Çağlayan, a.g.t., s. 404.
[390] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s. 197.
[391] Kömür, a.g.e, s. 494.
[392]
Alevi inancında yer alan Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. Mehmet Saffet Sarıkaya, “Aleviliğin Temel İnançları”, Diyanet
Aylık Dergi, Ankara, Ocak-2004, S. 158, s. 4-7; İbrahim Arslanoğlu,
“Alevilikte Temel İnanç Unsurları ve Pratikler”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş
Veli Araştırma Dergisi, Ankara, 2001, S. 20, s. 33-134.
[393] Kömür, a.g.e, s. 461.
[394] Kömür, a.g.e, s. 507.
[395] Azbî Mustafa Kütahyavî, Dîvân,
06 Mil Yz A 2872, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 57.
[396] Mustafa Sefa Çakır, “Hacı Ali
Ârif Efendi ve Dîvânçesi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2015, S. 53, s. 33.
[397] Kömür, a.g.e, s. 92.
[398] Kömür, a.g.e, s. 367.
[399] Kömür, a.g.e, s. 380.
[400]
Kâf u Nûn, "Allah bir varlığın veya olayın gerçekleşmesini istediği zaman
'ol' (kün) der, o da hemen oluverir" meâlindeki âyetlerden yola çıkarak
(bkz. el-Bakara 2/117; Al-i İmrân 3/4 7, 59) kevn masdarının emir sigasından
müştak bir terim olup kelam, tasavvuf ve edebiyatta Allah'ın yoktan mutlak
manada yaratmasını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Özellikle Alevî ve
Bektaşî edebiyatında bu ifadeye sıkça rastlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi için
bkz. İskender Pala, “Kün”, DİA, Ankara, 2002, c. XXVI, s. 552-553.
[401] Mislî İsmâil Hakkı, a.g.e.,
s. 153-154.
[402] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 19a.
[403] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
FadâiliAshâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[404] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 184, hadis no: 3873; Hakim, Müstedrek, c. III, s. 167, hadis no.
329/4731.
[405] Çağlayan, a.g.t., s.
386.
[406] Hüseyin Vassâf, a.g.e.,
s. 449.
[407] Nalî Mehmed Efendi, Tuhfetü’l-Emsâl,
Haz. Bâhir Selçuk, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 45.
[408] Sukûtî, a.g.e., s.
146.
[409] Serin, a.g.t., s. 45.
[410] Aydî, Dîvân, Haz. Ömer
Asım Aksoy, Desen Matbaası, Ankara, 1954, s. 38.
[411] Özkök, a.g.e., s. 173.
[412] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 355.
[413] Zihnî-i Çermikî, Dîvân,
Tatyos Divitciyan Matbaası, İstanbul, h. 1291, s. 14.
[414] Adile Sultan, a.g.e.,
s. 225.
[415] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 165.
[416] Abdullah Aydın, “Hanyalı
Osman Nuri ve Dîvânı”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2009, s. 199.
[417] Diyarbakırlı Lebîb, a.g.e.,
s. 259.
[418] Amasyalı Nebzî, Dîvân,
Haz. Sait Okumuş, Gece Kitaplığı, Ankara, 2015, s. 156.
[419] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
262.
[420]
Ayrıntılı bilgi için bkz. İlyas Üzüm, “Yeşil Kubbede Asılı Kandil: Nûr-i
Muhammedî, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevîlikte Hz. Muhammed Tasavvuru”, Dini
Araştırmalar, Ocak-Nisan 2009, c. XII, S. 33, s. 205-233; Doğan Kaplan,
“Alevîlikte Hz. Muhammed Tasavvuru: Bir Ten İki Baş ya da İki Ten İki Baş
Sembolizminin Kültürel Temeli”, Kültür Coğrafyamızda Hz. Muhammed
Uluslararası Sempozyum Bildiriler Kitabı I-II, Ankara, Diyanet İşleri
Başkanlığı, 2011, c. I, s. 147-159.
[421] Şemseddin Kutlu, Dertli,
Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1988, s. 88.
[422] Devellioğlu, a.g.e.,
s. 998.
[423]
Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in yaşadığı devirden itibâren Müslümanların nezdinde
bir ilticâ kapısı olagelmiştir. Sahâbî, Hz. Peygamber’e doğrudan iletemedikleri
birtakım taleplerini Hz. Fâtıma vâsıtası ile iletmişlerdir. Bu gelenek
Türk-İslâm edebiyatı müellifler arasında da kabul görmüş, şairler Hz.
Peygamber’den şefâat talebinde bulunmak kasdıyla şiirler kaleme almışlar ve bu
şiirlerinde Hz. Fâtıma’yı vesile kılmışlardır.
[424] Molla Murad, a.g.e.,
s. 4.
[425] Bu hususla ilgili hadis için
bkz. Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.
[426] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[427] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s. 343.
[428] Keçecizâde İzzet Molla, Mihnetkeşân,
y.y., t.y., İstanbul, s.191.
[429] Hasan Rüşdî, Dîvân,
Haz. M. Adnan Başoğlu-Necdet Okumuş, Emek Matbaacılık, Manisa, 2003, s.
41.
[430] Hüseyin Vassâf, a.g.e.,
s. 265.
[431] Çağlayan, a.g.t., s.
216.
[432] Molla
Murad, a.g.e., s. 12.
[433] Keçecizâde izzet Molla, Mihnetkeşan,
s. 188
[434] Adile Sultan, a.g.e.,
s. 225.
[435] Özmen, a.g.e., c. IV,
s. 619.
[436] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 24b.
[437] İbn Hacer, el-İsâbe fi
Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119;
Said Havvâ, El- Esasfi’s-Sünne (Hadislerleİslâm Tarihi), c. V, s. 31;
Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.
[438] Molla Murad, a.g.e.,
s. 11.
[439] Serin, a.g.t., s. 42.
[440] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.
[441]
Selâmi Şimşek, “Son Dönemde Üsküdar’da Yetişmiş Bir Sûfi-Şair: Yusuf Nizameddin
Fâhir (Ataer) Baba, Hayatı, Eserleri ve Mersiyeleri”, V. Uluslararası
Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, İstanbul, s. 356.
[442] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[443] Pir Muhyiddîn, a.g.e.,
s. 365.
[444] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 140a.
[445] Devellioğlu, a.g.e.,
s. 99.
[446] Yağcı, a.g.e., s. 129.
[447] Eşref Paşa, a.g.e., s.
21.
[448] Çağlayan, a.g.t., s.
240; Lebîb Mehmed Efendi, Mersiye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi
Atatürk Kitaplığı, t.y., y.y. s. 2.
[449] Musa Kâzım Paşa, a.g.e.,
s. 108.
[450] Molla Murad, a.g.e.,
s. 4.
[451] Kemâhî, a.g.e., vr.
no. 30.
[452] Kömür, a.g.e, s. 458.
[453] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 354.
[454] Nigârî, a.g.e., s.
333.
[455] İbrahim ibn Bâlî, a.g.e.,
s. 27.
[456] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 6; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 182; Hakîm, Müstedrek,
c. III, s.
169, hadis no.
4738.
[457] Kâmî, a.g.e., s. 348.
[458]
Bünyamin Köse, “Şeyhî Ali Şehsüvaroğlu (Şeyhî Efendi) ve Riyâzü’l-Gufrân
(Tefsir-i Yâsîn-i Şerîf) Adlı Manzum Eserin Tenkitli Metni”, Marmara
Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, İstanbul, 2005, s. 161.
[459] İbn Sa’d, a.g.e., c.
X, s. 16-17.
[460] İbn Hişâm, a.g.e., c.
I, s. 253; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. V, s. 508; İbn Hâcer, el-İsâbe
fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 263.
[461] Ahmed b. Hanbel, Müsned,
c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn,
c. II, s. 650, hadis no: 4160.
[462] Mislî İsmâil Hakkı, Dîvân,
Haz., Emrah Gökçe, Akçağ Yay., Ankara, 2015, s.
[463] Müellifi Yok, Manzûme-i
Hazret-i Hadîcetü ’l Kübrâ, 06 Mil Yz A 8670, vr. no. 38.
[464] Kilisli Abdullah Sermest
Tazebay, Dîvân, Haz. Abdullah Şahin, Yay. Uygur Tazebay, Ankara, 1999,
s. 224.
[465]
Nevrûz b. Îsâ Adanavî, Manzûme-i Kıssa-ı Kerbelâ, Ankara Milli Kütüphane
Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, 06 Hk 5044/1, vr. 88; Yahya
Yüksel, “Nevrûz b. İsâ’nın Manzûme-i Kıssa- i Kerbelâ’sı (v70a-139b)”, Ordu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ordu,
2012, s. 49.
[466] Ayıntablı Mehmed Şâkir, a.g.e.,
s. 28.
[467]
Bkz. Özhan Öztürk, Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yay., Ankara,
2009, s. 1025; Erman Artun, Ansiklopedik Halkbilim/Halk Edebiyatı Sözlüğü,
Karahan Kitabevi, Adana, 2014, s. 498; Hasan Kaplan, “Zülfikar’ın Dîvân Şiirine
Yansımaları”, IV. Uluslararası Alevîlik ve Bektaşîlik Sempozyumu Bildiriler
Kitabı, Ankara, 2018, c. I, s. 790.
[468] Kömür, a.g.e, s. 281.
[469] Kömür, a.g.e, s. 608.
[470] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[471] Geredeli Mustafa Rûmî Efendi,
a.g.e., s. 12.
[472] Mislî İsmâil Hakkı, a.g.e.,
s. 218.
[473] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 4a.
[474] Seyfullah Yıldırım, “Hasan
Cemâli Baba Hayatı Sanatı ve Eserleri Üzerine Bir İnceleme”, Dumlupınar
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmaış Yüksek Lisans Tezi,
Kütahya, 2005, s. 386.
[475]
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek
‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.
[476] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr,
c. XLIII, s. 20.
[477]
Buhârî, Sahîh, c. V, s. 21, hadis no: 3715-3716; Nisâburî, Hz.
Fâtıma’nın Faziletleri, s. 40; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25-26;
Zehebî, a.g.e., c. II. s. 130-131; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe,
c. VIII, s. 266.
[478]
Bursevî, a.g.e., c. III, s. ; Bu rivâyet Müslîm’in Sahibinde yer
almaktadır. Ancak ilgili hadiste sâdece Meryem bint-i İmran ile Firavn’un
hanımı Asiye kemale ermiş kadınlar olarak zikredilmekte, Hz. Âişe’nin diğer
kadınlardan üstünlüğü de tirid yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğüne
benzetilmektedir. Bkz. Müslîm, Sahîh, Fedâilü Hadîce Ümmü’l-Mü’minîn, c.
X, s. 1138, hadis no: 2431.
[479]
Aslı Mert, “Nâkâm Dîvânı İnceleme Metin”, Cumhûriyet Üniversitesi Sosyal
Bilimler Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2012, s. 165.
[480] Kömür, a.g.e, s. 99.
[481] Hasan Rüşdî, a.g.e.,
s. 35.
[483] Nigârî, a.g.e., s.
333.
[484] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
262.
[485] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.
[486] Zühdî Abdülmecid, Dîvân,
06 Mil Yz Fb 340, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 7.
[487] Bihter kelimesi en iyi, en
üstün mânâsına gelmektedir. Bkz. Şemseddin Sâmî, Kâmus-ı Türkî, Çağrı
Yay., İstanbul, 2010, s. 326.
[488] Mermer, a.g.e., s. 82.
[489] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
180.
[490] Hasan Rüşdî, a.g.e.,
s. 31.
[491] Şeyh Ahmed Sûzî, Dîvân,
yy, İstanbul, h. 1290, s. 16.
[492] İbn Sa’d, a.g.e., c.
X, s. 17-18; Nisâburî, a.g.e., s. 68; Köksal, a.g.e., c. IX, s.
255.
[493] Müellifi Yok, Manzûme-i
Hazret-i Hadîcetü ’lKübrâ, 06 Mil Yz A 8670, vr. no. 38.
[494] Münâvî, Feyzü ’l-Kadîr
Şerhu ’l-Câmii’s-Sagîr, Dârul Maarife, Beyrut, 1972, c. III, s. 46.
[495] Dâvud-ı Halvetî, Gülşen-i
Tevhîd, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz B 998, vr. no. 17a.
[496] Ergun, a.g.e., s. 52.
[497] Hâşim Baba, a.g.e.,
vr. no. 18.
[498] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 164.
[499] Yağcı, a.g.e., s. 129.
[500] Şeyh Hâlid, a.g.e.,
s., 262.
[501] Haydârî, a.g.e., s.
608.
[502] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 201.
[503] Çağlayan, a.g.t., s.
216.
[504] Mustafa Kara, “Hikmet
(Tasavvuf)”, DİA, Ankara, 1998, c. XVII, s. 518.
[505] Arı, a.g.e., s. 88.
[506] Kilisli Abdullah Sermest
Tazebay, a.g.e., s. 233.
[507] Eşref Paşa, a.g.e., s.
21.
[508] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 233.
[509] Yağcı, a.g.e., s. 81.
[510] Hâşim Baba, a.g.e.,
vr. no. 18.
[511]
Şair, Kevser sûresinde yer alan ve “Cennette bir ırmak, havuz, Hz. Muhammed’in
ümmetinin bilginleri, peygamberlik, Kur’ân, İslâm, taraftarların çokluğu,
Fazîletlerin çok olması, ilim, şefâat, iyilik, neslin çokluğu, bereket, hayrın
çokluğu mânâlarına gelen jjjS ifadesine
telmihte bulunmaktadır. Zira birtakım kaynaklarda Kevser sûresinin Hz. Fâtıma
hakkında nâzil olduğu, ilgili sûrede geçen bu ifadenin de Hz. Fâtıma’ya işaret
ettiği belirtilmektedir. Bkz. İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c.
XV, s, 8710-8720; Bursevî, a.g.e., c. X, s. 199-200; Duman, a.g.e.,
c. I, s. 110; Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevîlik,
Şahkulu Sultan Dedebaba Vakfı ve Ardıç Yay., İstanbul, 2006, c. VII, s. 50.
[512] Abdullah Aydın, a.g.t.,
s. 199.
[513] Abdullah Aydın, a.g.t.,
s. 199.
[514] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
262.
[515]Dârendeli Kâtipzâde Bekâyî, Maktel-i
Hüseyin Kitâb-ı Kerbelâ, Haz. Hulusi Eren, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,
Ankara, 2017, s. 122-123.
[516]Zehebî, a.g.e., c. II,
s. 119; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265;
Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,, s. 220; Râzî, a.g.e., c. XXII,
s. 335-336.
[517] Adile
Sultan, a.g.e., s. 396.
[518] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
262.
[519] Leyla Hanım, a.g.e.,
s. 233.
[520] Şeyh Hâlid, a.g.e., s.
262.
[521] Mehmet Bulut, “İsmet”, DİA,
c. XXIII, s. 136; Uludağ, a.g.md., DİA, c. II, s. 307; Öz, a.g.md., DİA,
c. X, s. 499.
[522] Ayrıntılı bilgi için bkz.
Ahmet Saim Kılavuz, İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2008,
c. I, s. 109-110.
[523] Aclûnî, Keşfü ’l-Hafâ,
c. I, s. 282, hadis no: 1078.
[524] Kömür, a.g.e, s. 181.
[525] Nesîmî, a.g.e., s. 69.
[526] Münâvî, a.g.e., c.
III, s. 46.
[527] Câhidî Ahmed Efendi, Dîvân,
Haz. Lokman Taşkesenlioğlu, Gece Kitaplığı, Ankara, 2017, s. 145.
[528] İlgili hadis için bkz.
Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIV, s. 318.
[529] Kadîmî Baba, a.g.e.,
s.343.
[530] Hüseyin Vassâf, Dîvân,
s. 265.
[531] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 294.
[532] Hakkı Beg, a.g.e., s.
6.
[533] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî
el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 24b.
[534] Hâfî, a.g.e., s. 251.
[535] Molla Murad, a.g.e.,
s. 18.
[536] Belgin Sevil, “Sıdkî Baba’nın
Mersiye Mecmuası (Metin İnceleme), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2019, s. 71.
[537] Şimşek, a.g.m.., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.
[538] Arı, a.g.e., s. 88.
[539] Kâmî, a.g.e., s. 348.
[540] Serin, a.g.t., s. 41.
[541] Harâbî, a.g.e., s.
329.
[542] Sukûtî, a.g.e., s.
269.
[543] İshak bin Hasan Tokâdî
er-Rızâî, a.g.e., s. 15.
[544] Ayrıntılı bilgi için bkz.
Necdet Tosun, “Silsile”, DİA, Ankara, 2009, c. XXXVII, s. 206-207.
[545] Serin, a.g.t., s. 42.
[546] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 294.
[547] Adile Sultan, a.g.e.,
s. 226.
[548] Şeyh Baba Mehmed Süreyya, Tarikat-ı
Aliyye-i Bektaşiyye, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1995, s. 66.
[549] Behiştî, a.g.e., s.
117.
[550] Behiştî, a.g.e., s.
116.
[551] Ergun, a.g.e., s. 169.
[552] Zühdî Abdülmecid, a.g.e.,
vr. no. 7.
[553]Abdullah
Aydın, a.g.t., s. 250.
[554]Rüstem, Firdevsî’nin ünlü
eseri Şehnâme’de adı geçen ve kendisine efsanevî kahramanlık ve maceralar isnad
edilen bir karakterdir. Behram ise Sâsânî hükümdarlarından olup adalet, cesaret
ve gücü ile meşhurdur. Bkz. Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı Kelimeler ve
Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984, s. 162,
165.
[555]Ömür Ceylan, Hânedanda Bir
Âsî Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paşa Hayatı Edebî Kişiliği ve Âsâf Dîvânı,
Akçağ Yay., Ankara, 2003, s. 174.
[556]Kömür,
a.g.e, s. i9o.
[557] Abdullah
Aydın, a.g.t., s. 250.
[558] Ayrıntılı bilgi için bkz.
Zeki Duman, Kuran-ı Kerim’de Adab-ı Muaşeret, Fecr Yay., İstanbul, 2018,
s. 154-164.
[559] Abdullah Aydın, a.g.t.,
s. 199.
[560] Nesîmî, a.g.e., s. 75.
[561] Kömür, a.g.e, s. 501.
[562] Kömür, a.g.e, s. 463.
[563]
Alevî inancında Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın ilk yaratılan nur
oldukları inancı yaygındır. Zira Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin tek bir nur
oldukları ve birbirinden ayrı düşünülemeyeceğine şeklinde bir inanış da
bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kaplan, a.g.m., c. I, s.
147-159; Ali Adil Atalay Vaktidoldu, Hazret-i Betül Fâtıma Anamız, Can
Yay., İstanbul, 2011, s. 13-14.
[564] Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı
Hulûsi-i Dârendevî, Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul,
2013, s. 434.
[566] Kömür, a.g.e, s. 104.
[567] Kömür, a.g.e, s. 273.
[568] Kömür, a.g.e, s. 352.
[569] İbrahim ibn Bâlî, a.g.e.,
s. 27.
[570] Mustafa Tatcı-Ahmet Ögke, Vâhib
ÜmmîHalvetî Dîvân-ı îlâhiyât, H Yay., İstanbul, 2012, s. 167.
[571] Şimşek, a.g.m., V.
Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.
[572] Nevruz b. İsa Adanavî, a.g.e.,
vr. no. 88.
[573] Alevî/Bektaşî kaynaklarında
bu şiirin Fuzûlî’ye ait olduğu söylenilmekle beraber Dîvân’da tespit
edilememiştir.
[574] Murtazâ Sukûtî, a.g.e.,
s. 355.
[575] Ümmî Sinan, Dîvân,
Haz. A. Azmi Bilgin, T.c. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s.
143.
[576] Sevil, a.g.t., s. 71.
[577] Hâşim Baba, a.g.e.,
vr. no. 18.
[578] Abdullah Aydın, a.g.t.,
s. 277.
[579] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e.,
s. 146.
[580] Raşit Çavuşoğlu, Hicaz
Yollarında Bir Sûfî Mehmed İlhâmî’nin Hac Seyahatnâmesi, Okur Akademi Yay.,
İstanbul, 2019, s. 59.
[581] Çavuşoğlu, a.g.e., s.
187.
[582] Hakan
Yekbaş, a.g.e., s. 317-328.
[583]
http://www.yazmalar.gov.tr/eser/mevld-i-hazret-i-fatma/136971 Erişim
tarihi: 21.09.2019
[584] Eserle ilgili ayrıntılı bilgi
ve eserin transkripsiyonu için Bkz. Yekbaş, a.g.e., s. 329-429.
[585] Malumat
Gazetesi, 1895-1903 yılları arasında yayımlanan önemli gazetelerdendir. Saraya
yakınlığı ile bilinen gazete, yayımlandığı dönemin siyasal, sosyal ve edebi
yapısı hakkında bilgi edinmek husûsunda önemli bir kaynaktır. Bkz. Salih
Okumuş-Alev Bal, “Review of the Malumat (Newspaper) In The Respect of Shape,
Content and The Authors (The Copies 1-100)”, Ordu Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Haziran 2011, c.
II, S. 3, s. 165.
[586]
Kaynaklarda müellif ile ilgili bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak eserinde
kendisi ile ilgili olarak “Mesnevîhân es-Seyyid Süleyman Memdûh” ibâresi
bulunmaktadır. Bu ibâre müellifin Hz. Peygamber’in nesebinden geldiği ve
Mevlevi tarikatına mensup olabileceğini göstermektedir. Müellif ve eserle
ilgili ayrıntılı bilgi ve eserin transkripsiyonlu metni için bkz. Yekbaş, a.g.e.,
s. 431-445.
[587]
Müellif hakkında bilgi için bkz. Hasan Kamil Yılmaz, “Esad Erbili”, DİA,
Ankara, 1995, c. XI, s. 349;
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır
Türk Şairleri (Kemâlü ’ş-Şuarâ), Haz. Ayşegül Celepoğlu, Atatürk Kültür
Merkezi Başkanlığı Yay., Ankara, 2013, c. V, s. 2596.
[588]
Eserle ilgili ayrıntılı bilgi ve eserin transkripsiyonu için bkz. Muhammed Esad
Erbilî, Dîvân-ı Es ’ad, Erkam Yay., İstanbul, 1991, s. 250-273; Yekbaş, a.g.e.,
s. 448-464; Necdet Şengün, “Hz. Fâtıma Mevlîdi ve Vesîletü’n-Necât ile
Mukâyesesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII/2,
2008, s. 430-438.
[589] Hasan Kamil Yılmaz, a.g.m.,
DİA, c. XI, s. 349; Mustafa Uzun, “Fâtıma”, DİA, Ankara, 1995, c.
XII,
s. 223-224; Yekbaş,
a.g.e., s. 450.
[590] Erbilî, a.g.e., s. 6;
Yekbaş, a.g.e., s. 450.
[591] Yekbaş, a.g.e., s.
450-464.
[592]
Mehmed Şemseddin Efendi’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz.
İbnü’l-Emin Mahmud Kemal
İnal, a.g.e., c. V, s. 2267-2268;
Mustafa Tatcı-Mehmet Cemal Öztürk, “Mehmet Şemsettin Ulusoy”, DİA,
Ankara, 2012, c. XLII, s. 135-136; Mustafa Kara, “Bursalı Bir Tarihçi Mehmet
Şemseddin (Ulusoy) Efendi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
1991, S. 3, c. III, s. 99-105; Yusuf Kabakçı, “Bursalı Mutasavvıf Tarihçi
Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi Dildâr-ı Şemsî”, Uludağ
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XVII, S. 1, s. 265-268.
[593] Mehmed Şemseddin el-Mısrî, Mevlid,
Haz. Mustafa Kara, Sır Yay., Bursa, 2008.
[594] Eserle ilgili ayrıntılı bilgi
için bkz. Yekbaş, a.g.e., s. 467- 476.
[595] Yekbaş,
a.g.e., 467-476.
[598] Tâhirü’l-Mevlevî, “Hz.
Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü”, Mahfil Gazetesi, İstanbul, 1922, c. II, S.
21, s.
146-149.
[599]
http://www.yazmalar.gov.tr/eser/nas%C3%AEhat-i-res%C3%BBlillah-li-Fâtıma/98863
Erişim tarihi: 06.11.2018
[600] Bu kısım okunamamıştır.
[601]
http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vas%C3%AEyet-i-neb%C3%AE-sav-li-Fâtıma/98185
Erişim tarihi: 06.11.2018
[602]
http : // www.yazmalar.gov.tr / eser / hazret-i-res%C3%BBl-i- ekremin -
hazret-i - fatimetuz - zahraya -vasiyyetlerinin-tercumesi/189380
Erişim tarihi: 06.11.2018
[603] Tirmizî, Sünen, c. VI,
s. 184, hadis no: 3873.
[604] Ebu Dâvûd, Sünen, c.
IV, s. 87, hadis no: 4213.
[605] Ebu Dâvûd, Sünen, c.
IV, s. 87, hadis no: 4213; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25-26; İbn Hacer, el-İsâbe
fi
Temyîzi’s-Sahâbe,
c. VIII, s. 266.
[606] İbn Sa’d, a.g.e., c.
X, s. 27.
[607] Bu rivâyet için bkz. Meclisî,
Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 192.
[608] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/dastan-i-Fâtıma/135702
Erişim tarihi: 12.06.2019
[609] Konya Koyunoğlu Müzesi
Kütüphanesi’nde 5905 ve 5906 numaralara kayıtlı bulunan nüshalarla ilgili
olarak bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz.
Perihan Ölker, “Hz. Fâtıma Destanı”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Dergisi, Konya, 2016, S. 36, s. 351-366.
[610] Durmuş Topal, 1932-2002
yılları arasında Amasya’da yaşamış bir Alevî-Bektaşî babasıdır. Bkz. Osman
Eğri, Alevî Bektaşî Klasikleri Kitâb-ı Dâr, Diyanet Vakfı Yay., Ankara,
2007, s. 14.
[611] Eserle ilgili bir kitap
çalışması yapılmıştır. Bkz. Mehmet Mahfuz Söylemez, Dâstân-ı İbrahim Edhem,
Dâstân-ı Fâtıma, Dâstân-ı Hâtun, Türkiye Diyanet
Vakfı Yay., Ankara, 2007.
[612] http://cdm21054.contentdm.oclc.org/cdm/compoundobject/collection/MC/id/22295/rec/2
Erişim tarihi: 12.06.2019
[613] http://cdm21054.contentdm.oclc.org/cdm/compoundobject/collection/MC/id/29038/rec/3
Erişim tarihi: 12.06.2019
[614] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/hikaye-i-hazret-i-fatma/210036
Erişim tarihi: 06.11.2018
[615] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/ahval-i-fatima/90690
Erişim tarihi: 06.11.2018
[616] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/ahval-i-Fâtıma/100174
Erişim tarihi: 06.11.2018
[617] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/risale-f%C3%AE-beyam-ahvali-fatimatiz-zehra/111076
Erişim tarihi: 06.11.2018
[618]
Eserle ilgili bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz. Şaban Doğan, “Bir Eski
Oğuz Türkçesi Metni Hikâye-i Fâtıma ve Dil Özellikleri”, Akademik Bakış
Dergisi, Kırgızistan, Eylül-Ekim 2012, S. 32, s. 1-20; http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-Fâtımatuz-zehra/191204
Erişim tarihi: 06.11.2018
[619] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-Fâtıma/97968
Erişim tarihi: 07.11.2018
[620] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-fatima/98543
Erişim tarihi: 07.11.2018
[621]
Eserle ilgili bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz. Muhammet Kuzubaş, “Manzum
Bir Destan Kitabı (Destân-ı Veysel Karânî, Vefât-ı Hz. Fâtıma, Vefât-ı İbrahim,
Hikâyet-i Güğercin, Hikâyet-i Geyik)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar
Dergisi, c. I-II, Kış, 2008, s. 304-340.
[622] http://cdm21054.contentdm.oclc.org/cdm/compoundobject/collection/MC/id/32146/rec/5
Erişim tarihi: 06.11.2018
[623] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/hikaye-i-hazret-i-bibi-Fâtıma/96158
Erişim tarihi: 08.11.2018
[624]
Gönenli Yahya bin Bahşî, Muhyiddin ismi ile de bilinmektedir. Eser ve müellif
ile ilgili bilgi için bkz.
Şükrü Baştürk, “Gönenli Yahya b. Bahşî’nin
Mevlid’i ve Söz Varlığı Üzerine”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim
Dergisi, 2018, S. 7/3, s. 1500-1537.
[625] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-Fâtıma/111478
Erişim tarihi: 06.11.2018
[626] http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-hz-Fâtıma-ra/128418
Erişim tarihi:08.11.2018
[627] Muhtevâsında ilgili eserin de
yer aldığı bir kitap çalışması yapılmıştır. Bkz. Lokman Taşkesenlioğlu, Bursalı
Muhammed Akif Efendi ve Mevlidi Mir’at-ı Muhammedi, İstanbul, 2019.
[628]
Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye adlı eseri, 3 ana bölümden oluşmaktadır. İlk
bölüm yaratılışla ilgilidir. İkinci bölüm peygamberlerin hayatı, Hz.
Peygamber’in doğumu, hayatı, savaşları, mucizeleri, Ehl-i Beyt ve dört halîfe
husûsundadır. Son bölüm ise kıyâmet alametleri, cennet, cehennem vs. konularını
ele almaktadır. Bkz. Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye, Haz. Amil Çelebioğlu,
Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 1996, c. I-II; Mustafa Uzun,
“Muhammediyye”, DİA, Ankara, 2005, c. XXX, s. 586-587.
[629] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 294-297.
[630] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 294.
[631] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 295.
[632] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 296.
[633] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 296.
[634] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e.,
c. II, s. 296.
[635]
Fatma Şadiye Hanım, Kadınlara Mahsus Gazete’nin sahibi İbnü’l-Hakkı Mehmed
Tâhir’in hanımı olup aynı gazetenin müdireliğini yapmıştır. Kerîme-i
Muhtereme Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü ’n- Nisâi’l-Âlemîn Hazret-i Fâtımatü
’z-Zehrâ el-Betül, Ümmü ’l-Mü ’minîn Hazret-i Âişe es-Sıddîka Radıyallâhü Anhâ,
Hazret-i Peygamber’in Sevgilisi Hazret-i Hatice selâmullahi aleyhâ, Vâlide-i
Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem sallallâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Hazret-i
Âmine Radıyallâhü Teâlâ Anhâ ile Zevce-i Muhtereme-i Hazreti Fahr-i âlem
sallalâhu aleyhi ve sellem Ümmü ’l-mü ’minîn Hazreti Ümm-i Habîbe radıyallâhü
teâlâ anhâ adlı eserleri bulunmaktadır. Bkz. Hatice Özen, Tarihsel Süreç
İçinde Türk Kadın Gazete ve Dergileri, Graphis Matbaası, İstanbul, 1994, s.
19.
[636]
Eserle ilgili bir kitap çalışması mevcuttur. Bu çalışmanın girişinde Hz. Fâtıma
için kaleme alınan bir selâmnâme bulunmaktadır. Ardından sadeleştirilmiş ve
orijinal metni birlikte verilmiştir. Eserin sonunda dört ek yer almaktadır. Bu
ekler Hz. Fâtıma’nın isimleri, Hz. Fâtıma ile ilgili hadîs-i şerifler, Hz.
Fâtıma’nın Mescid-i Nebi’deki hutbesi ve Hz. Ali’nin Hz. Fâtıma hakkında
söylediği bir mersiyeden ibârettir. Bkz. Fatma Şadiye Hanım, Hz.
Peygamber’in Sırrı Hz. Fâtıma, Haz. Arzu Meral, Revak Yay., İstanbul, 2012.
[637]
Hanımlara Mahsus Gazete, bir kadın gazetesi olup 1 Ağustos 1895 günü
yayımlanmaya başlamıştır. Yayın hayatı 4 Aralık 1905 tarihine kadar devam
etmiştir. Gazetenin imtiyaz sahibi İbnü’l-Hakkı Mehmed Tâhir’dir. 612 sayı ile
en uzun süreli kadın gazetesi olmuştur. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Serpil Çakır,
Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay., İstanbul, 2011, s. 66-77; Hale
Gürbüz, “Hanımlara Mahsus Gazete”, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2001, s. 1; Zühre Canay
Güven, “Eril Tarih Söyleminde Bir Osmanlı Kadın Kamusal Alanı”, İletişim
Kuram ve Araştırma Dergisi, Güz 2016, S. 43, s. 4-11.
[638] Kandemir, a.g.md., DİA,
c. XII, s. 222-223;
[639] Eser için bkz. Fatma Şadiye, Kerime-i
Muhtereme Hazret-i Fahr-i Âlem Sallallahu Aleyhi Vesellem Seyyidetü
Nisâi’l-âlemîn, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul, h. 1321.
[640]
Ayrıntılı bilgi için bkz. Fuzûlî, Hadîkatü ’s-Süedâ, Kültür ve Turizm
Bakanlığı Yay., Haz. Şeyma Güngör, Ankara, 1987; Fuzûlî, Erenler Bahçesi
(Hadîkatü ’s-Süedâ), Haz. Servet Bayoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,
Ankara, 1986; Fuzûlî, Saadete Ermişlerin Bahçesi, Karacaahmet Sultan
Kültür ve Tanıtım Derneği Yay., İstanbul, 2000.
[641] Fuzûlî, Erenler Bahçesi
(Hadîkatü’s-Süedâ), s. 117.
[642] Fuzûlî, Erenler Bahçesi
(Hadîkatü’s-Süedâ), s. 136.
[643] Fuzûlî,
Erenler Bahçesi (Hadîkatü’s-Süedâ), s. 117-145.
[644]Derviş Yunus’a ait olduğu
söylenen bu şiir, yapılan taramalar neticesinde divanlarda tespit
edilememiştir.
[645]Şeyh Halid hakkında ayrıntılı
bilgi için bkz. Alim Yıldız, Sivaslı Dîvân Şairleri, Sivas Belediyesi
Yay., İstanbul, 2017, s. 285-286.
[646]İstimdâd,
sıkıntılardan kurtulmak amacı ile peygamberlerin ya da velilerin ruhaniyetinden
yardım istemek mânâsında kullanılan bir terimdir. Ayrıntılı bilgi için bkz.
Yusuf Şevki Yavuz, “İstimdad”, DİA, Ankara, 2001, C. XXIII, s. 363-364;
Süleyman Uludağ, “İstimdad”, Tasavvuf Dergisi, Ankara, 2002, S. 8, s.
9-26.
[647] Buhârî,
Sahih, Kitâbu ’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394; Hakîm, Müstedrek,
Kitâbu Marifeti’s-Sahâbe, c. III, s. 164; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s.
25-26; Zehebî, a.g.e., c. II. s. 130-131; İbn Hacer, el-İsâbe fi
Temyizi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 266.
[648] Şeyh
Hâlid, a.g.e., s. 262.
[649] Leyla
Hanım, a.g.e., s. 233.
[650] Serin, a.g.t., s. 41.
[651] Serin, a.g.t., s. 42.
[652] Serin, a.g.t., s.
42-43.
[653] Serin, a.g.t., s. 44.
[654] Molla
Murad, a.g.e., s. 11.
[655] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[656] Bkz. Yazıcıoğlu Mehmed,
a.g.e., c. II, s. 296.
[657] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12.
[658] Molla Murad, a.g.e.,
s. 12-13.
[659] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[660] Buhârî, Sahîh, Kitâbu
Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.
[661] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[662]
Hâkim, Müstedrek, c. III, s. 166, hadis no. 4728; İbrahim Canan, a.g.e.,
c. XIII, s. 44. Zehebî, bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.
[663] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.
[664] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190.
[665] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e.,
vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190.
[666] Sâdık
Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190-191.
[667]Gülay Karaman, “Hasan Rızâ
Dîvânı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri)”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 2009, s. 47-49.
[668] Gülay
Karaman, a.g.t., s. 49-50.
[669] Şimşek,
a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s.
354-356.
[670] Muhiti
Dede, Kısmetname, Haz. Fatih Usluer, Türkiye Yazma Eserler Kurumu
Başkanlığı Yay., İstanbul, 2016, s. 87.
[671] Emrah
Ayhan, “Nakşî Dîvânı”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiyat
Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2000, s.
219.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar