Print Friendly and PDF

TÜRK İSLAM EDEBİYATI’NDA HZ. FATIMA aleyhisselâm






Hazırlayan: Atila GÖKDEMİR

...

BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. FÂTIMA’NIN HAYATI VE ŞAHSİYETİ

HZ. FÂTIMA’NIN [aleyhisselâm]  HAYATI

İslâm Tarihi gerek zühd ve takvâları gerekse sehâvet, yardımseverlik ve cesâretleri ile tebârüz etmiş pek çok kadın şahsiyeti bünyesinde barındırmaktadır. Bu örnek şahsiyetler hem yaşadıkları devirdeki hem de kendilerinden sonraki mü’minler için model olarak ön plana çıkmışlar; inançları uğruna yapmış oldukları fedâkârlıkları, hayat tarzları ve Allah’ın gönderdiği elçileri vâsıtası ile çizilen yolda gösterdikleri ihlâslı duruşları ile kadın-erkek bütün Müslümanlar için numûne-i imtisâl olagelmişlerdir. Bu kadın şahsiyetlerin en önemlilerinden birisi de Hz. Fâtıma’dır.

Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] ’in Hz. Hatice ile yaptığı evliliği neticesinde Mekke’de dünyaya gelmiştir[1]. Doğum yeri ile ilgili olarak herhangi bir ihtilaf bulunmamakla birlikte doğum tarihi husûsunda farklı rivâyetler mevcuttur. Bazı rivâyetlere göre Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’e risâletin gelmesinden bir yıl önce, m. 609 senesinde; bir kısım tarihçilere göre ise Kureyş’in Ka’be’yi yeniden inşası esnâsında, m. 605 senesinde dünyaya gelmiştir[2]. Şia kaynaklarında ise Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nübüvvetinin 1. veya 5. senesinde dünyaya geldiği belirtilmektedir[3]. Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in çocukları arasında en küçüğü olup Kâsım, Abdullah, Rukıyye, Zeyneb ve Ümmü Külsüm adlı kardeşleri bulunmaktadır[4]. Fâtıma isminin yanı sıra en çok bilinen lakapları Zehrâ ve Betül’dür[5]. Bazı kaynaklarda ise, Hz. Fâtıma ile birtakım âyet ve hadisler arasında münâsebet kurulmuş, buradan yola çıkarak Hz. Fâtıma’nın altmışa yakın isim ve lakabı zikredilmiştir[6]. Bunlar arasında en meşhur olanları Fâtıma, Betül, Zehrâ, Kevser, Sıddîka, Hisan, Hurre, Seyyide, Azrâ, Havrâ, Mübâreke, Tâhire, Zekiyye, Râziye, Merziye, Muhaddese, Mansûre, Meymûne, Ma’sûme, Seyyidetü’l- Kübrâ, Meryemü’l-Kübrâ ve Sıddîkatü’l-Kübrâ’dır[7]. Hz. Fâtıma, isimlerinin yanı sıra çeşitli künyelerle de anılmıştır. En fazla kullanılan künyelerinin başında Ümmü’l- Hasaneyn, Ümmü’l-Eimme ve Ümmü Ebîhâ gelmektedir. Ümmü’l-Hasaneyn künyesi, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in anneleri olmasına istinâden verilmiş olup iki Hasan’ın annesi mânâsına gelmektedir. Ümmü’l-Eimme künyesi ise Şia inancında yer alan İsnâaşere inancına istinaden verilmiştir[8]. Buna göre Hz. Ali’den sonraki imamlar Hz. Fâtıma’nın soyundan gelmiştir, dolayısıyla Hz. Fâtıma bu imamların annesidir. Diğer bir künyesi ise Ümmü Ebîhâ’dır. Bu lakab Hz. Fâtıma’ya Hz. Peygamber tarafından verilmiştir. Hz. Fâtıma, fiziksel özellikleri ve mânevî yaşantısı itibariyle babasına olan benzerliğinden dolayı, babasının annesi mânâsına gelen bu künye ile anılmıştır[9]. Bununla birlikte kaynaklarda Hz. Peygamber’in, kızını anne sevgisi ile sevmesinden dolayı bu adı aldığı da yer almaktadır[10].

Hz. Fâtıma’nın çocukluk yılları ile ilgili sınırlı bilgi mevcuttur. Bazı kaynaklarda Hz. Hatice’nin Hicret’ten üç yıl önce 619 senesinde vefât ettiği ve bu esnâda Hz. Fâtıma’nın henüz üç yaşında olduğu bilgisi yer almaktadır. Diğer bir rivâyete göre ise Hz. Hatice vefât ettiğinde Hz. Fâtıma yedi veya dokuz yaşında bulunmaktadır[11]. Hz. Fâtıma ile ilgili bir rivâyete göre, Hz. Peygamber bir gün Ka’be’de namaz kılarken, Ebû Cehil’in kışkırtması sonucu Ukbe b. Ebî Muayt adlı müşrik Hz. Peygamber’in omuzlarına bir devenin işkembesini atmıştır. Olayın vukû bulduğu esnâda henüz çocuk olan Fâtıma koşarak babasının yanına gelmiş, deve işkembesinin neden olduğu necâseti Hz. Peygamber’in üzerinden temizlemiş ve yaptıkları kötülükten dolayı müşriklere sitem etmiştir[12].

Hz. Fâtıma’nın; kız kardeşi Ümmü Külsüm, Hz. Ali’nin annesi Fâtıma bint Esed, Hz. Peygamber’in hanımlarından Sevde ve Hz. Ebû Bekir’in ailesi ile beraber Medîne’ye hicret ettiği bilinmektedir[13]. Hz. Fâtıma’nın Uhud Savaşı’na iştirak ettiği de rivâyetler arasındadır. Buna göre Hz. Fâtıma, 16 veya 20 yaşlarında iken on kadınla birlikte Uhud Savaşı’nda gâzilere yiyecek ve su taşımış, aynı zamanda yaralıları tedâvî etmiştir. Bu savaşta Hz. Peygamber’in dişi kırılmış ve yüzü kanamış, Hz. Fâtıma, babasının yüzündeki kanın dinmemesi üzerine bir hasır parçasını yakarak küllerini yaranın üzerine bastırmak sûretiyle kanı dindirmiştir[14].

Hz. Fâtıma ile ilgili rivâyetlere en fazla konu olan hususlardan biri de Hz. Ali ile evliliğidir. Hz. Fâtıma ile önce Hz. Ebû Bekir, ardından Hz. Ömer evlenmek istemiştir. Ancak Hz. Peygamber her ikisine de olumsuz yanıt vermiştir. Bunun ardından Hz. Ali, Hz. Fâtıma’ya tâlip olmuştur. Bu talebin hem Hz. Peygamber hem de Hz. Fâtıma tarafından müsbet karşılanması neticesinde 624 senesinde evlilik gerçekleşmiştir[15]. Kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın evlendiğinde 19 yaşında olduğu[16] ve kendisi için oldukça mütevâzı bir çeyiz hazırlandığı belirtilmektedir[17]. Hz. Fâtıma 625 yılında Hz. Hasan’ı, bir yıl sonra da Hz. Hüseyin’i dünyaya getirmiştir. Daha sonraki yıllarda da Muhsin, Ümmü Külsüm, Zeyneb ve Rukiyye adlı çocukları doğmuştur[18].

Hz. Ali, Hz. Fâtıma vefât edinceye kadar başka bir kadınla evlenmemiştir. Hz. Fâtıma henüz hayatta iken Mekke’nin fethinin ardından Ebû Cehil’in kızı olan Cüveyriye ile evlenmek istemişse de bunu öğrenen Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin ikinci bir evlilik yapmasını uygun görmemiş, Hz. Fâtıma’yı boşaması durumunda bu evliliğe onay verebileceğini ifade etmiştir[19]. Bazı yakın dönem kaynaklarına göre ise Hz. Fâtıma, Hz. Ali’ye dönemin şartlarına uygun olarak başka bir kadınla evlenmesi yönünde telkinde bulunmuş, ancak Hz. Ali bunu kabul etmemiştir[20]. Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evliliği, içinde bulundukları fakirlik, sıkıntı ve acılar karşısında örnek bir dayanışma ve aile saâdeti görüntüsü çizmekle birlikte[21], evliliklerinin ilk yıllarında aralarında küçük çaplı anlaşmazlıklar meydana gelmiş, ancak Hz. Peygamber’in arabuluculuğu neticesinde bu anlaşmazlıklar nihayete ermiştir[22]. Bu husustaki bir rivâyete göre Hz. Peygamber bir gün kızını ziyârete gitmiş, ancak Hz. Ali’nin evde olmadığını görmüştür. Evde bulunmama sebebini sorunca Hz. Fâtıma, aralarında bir tatsızlık olduğunu ve Hz. Ali’nin kızarak evden gittiğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Hz. Ali’nin mescitte olduğunu öğrenerek yanına gitmiş ve birtakım telkinlerde bulunarak aralarını düzeltmiştir[23].

Vefâtının ardından Hz. Peygamber’in bıraktığı terekesi, Fedek[24] ve Hayber’deki hurmalıklar ile Medîne’de bulunan bir bahçeden ibârettir. Bu arazilerin gelirleri Hz. Peygamber hayatta iken amme işleri, yolcuların ve misafirlerin masrafları ile Hz. Peygamber’in ailesinin giderlerinde harcanmak üzere kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine Hz. Fâtıma, Abbas b. Abdulmuttalib ile birlikte o esnâda halîfe olan Hz. Ebû Bekir’e gelerek babasının mirasından kendisine düşen payı istemiştir. Hz. Ebû Bekir peygamberlerin miras bırakmayacakları yönündeki hadisi[25] hatırlatarak Hz. Fâtıma’nın bu talebine olumsuz yanıt vermiş; ancak Hz. Peygamber’in ailesinin geçiminin eskiden olduğu gibi buralardan karşılanacağını bildirmiştir. Hz. Âişe ile birlikte bazı sahâbîlerin bu hadisi tasdik etmelerinin ardından miras talebinden vazgeçilmiştir[26]. Bazı kaynaklar ise, Hz. Peygamber’in, Fedek arazisini kızı Fâtıma’ya bıraktığı görüşündedirler. Peygamberlerin miras bırakmayacakları yönündeki hadisin sahih olmadığını öne sürerek Hz. Ebû Bekir’in Fedek’i Hz. Fâtıma’ya vermemesini haksızlık olarak değerlendirmektedirler. Onlara göre Hz. Fâtıma, Hz. Ebû Bekir’in bu tavrına gücenmiş ve vefât edinceye kadar onunla konuşmamıştır[27]. Diğer bir rivâyete göre ise, Hz. Ebû Bekir, Hz. Fâtıma’yı vefatından kısa bir süre önce ziyâret ederek gönlünü almıştır[28].

Hz. Muhammed, vefât ettikten sonra kendisine ilk kavuşacak kişinin kızı Fâtıma olduğunu bizzat haber vermiştir[29]. Nitekim Rasûl-i Ekrem’in vefâtından takriben beş buçuk, altı ay sonra[30] Hicret’in on birinci senesinde, 22 Kasım 632 tarihinde 27 ya da 28 yaşında iken Hz. Fâtıma vefât etmiştir. 29 yaşında vefât ettiğine dair rivâyetler de mevcuttur. Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali gasletmiştir[31]. Diğer bir rivâyete göre ise, vasiyeti üzere vücûdunu kimsenin görmemesi için Hz. Ali ile beraber Hz. Ebû Bekir’in hanımı Esmâ bint Umeys gasletmiştir[32]. Hz. Fâtıma’nın cenâze namazı Hz. Ali veya Hz. Abbas tarafından kıldırılmıştır. Hz. Fâtıma, henüz hayatta iken kadın cenâzelerinin erkeklerinki gibi üzerilerine örtülen bir kefenle sarılmış olarak herkesin gözü önünde bulunmasından rahatsız olduğunu Esmâ bint Umeys’e söylemiş ve o da cenâzelerin tabut içinde taşındığı bilgisini vermiştir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma, kendi cenâzesinin de bu yöntemle taşınmasını vasiyet etmiştir. Nitekim cenâzesi Esmâ bint Umeys’in tarif ettiği şekilde tabut içerisinde taşınmıştır[33]. Yine Hz. Fâtıma’nın vasiyeti üzere cenâzesi geceleyin Hz. Ali, Hz. Abbas ve oğlu Fazl tarafından Cennetü’l-Bakî’ye defnedilmiştir[34]. Bazı kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın cenâze namazının Hz. Ebû Bekir tarafından kıldırıldığı yer almaktadır[35] [36]. Hz. Fâtıma’nın vefâtı üzerine Hz. Ali’nin şu mersiyeyi söylediği nakledilmiştir:

 

لكل اجتماع من خليلين فرقة

وكل الذي دون الفراق قليل

وان افتقادي واحدا بعد واحد

دليل على أن لا يدوم خليل

 

“İki dostun (sevgilinin) her vuslatının bir de ayrılığı var / Ayrılık olmasa her şey ne kolay! /Birer birer sevdiklerimi kaybetmemde /Hiçbir dostun bakı olmayacağına delil var ..

Hz. Fâtıma ile ilgili en önemli hususlardan biri de, Hz. Peygamber’in hayatta kalan erkek evlâdı bulunmamasından dolayı, soyunun kızı Fâtıma vâsıtasıyla devam etmiş olmasıdır[37]. Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evlatları olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vâsıtasıyla Hz. Peygamber’in soyundan gelenler, “seyyid” veya “şerif’ unvanları ile anılmaktadır[38].

Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’den on sekiz hadis rivâyet etmiştir. Bu hadislerin tamamı Kütüb-i Sille'de, ikisi ise sadece Sahîh-i Buharî ve Sahîh-i Müslim'de yer almaktadır[39]. Kendisinden Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’in hizmetkârı Ümmü Râfi ve Enes bin Mâlik, hadis rivâyetinde bulunmuşlardır[40].

HZ. FÂTIMA’NIN ŞAHSİYETİ

Hz. Fâtıma, ibadet hayatı ile birlikte iffet, sabır, tevâzu, cömertlik, edep, diğerkâmlık, cesâret gibi ahlâkî faziletleri de şahsında barındırmak sûretiyle çağdaşları arasında temayüz etmiştir. Sâde yaşantısı ile de zamanının kadınlarına önderlik etmiş, şahsında topladığı üstün özellikler ve örnek ahlâkı ile hem yaşadığı devirdeki hem de kendisinden sonra gelen dönemlerdeki Müslümanlar için model olmuştur. Hz. Fâtıma’nın örnek şahsiyetinin şekillenmesindeki en önemli etken, şüphesiz Hz. Peygamber’in yanında, nebevî terbiye altında yetişmiş olmasıdır[41]. Hz. Peygamber, Hz. Hatice’nin vefâtının ardından bazı gazâlarda bile yanından hiç ayrılmayan Hz. Fâtıma ile daha yakından ilgilenmiş, evlendikten sonra dahi onunla olan ilgisini kesmemeye ihtimam göstermiştir. Bir rivâyete göre Hz. Peygamber, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi evliliklerinin ilk altı ayı boyunca sabah namazı için uyandırmıştır[42]. Nebevî terbiye altında yetişmiş olan Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in hem takvâya dayalı yaşamı, hayâ ve edebi vs. mânevî hasletlerini iktisap etmiş hem de konuşma ve yürüyüş tarzı gibi fiziksel özellikleri ile babasına en fazla benzeyen kişi olmuştur[43].

Hz. Fâtıma’nın oldukça sabırlı, kanaatkâr ve şükreden bir kimse olması, onun ön plana en fazla çıkan vasıflarındandır[44]. Bir rivâyete göre, Hz. Fâtıma el değirmeninde sürekli un öğütmekten yorgun düşmüş, Hz. Ali ise kuyudan su taşımaktan şikâyet etmeye başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber’den ev işlerinde kendilerine yardım edecek bir hizmetçi talep etmeye karar vermişlerdir. Hz. Peygamber’e bu taleplerini iletmeleri üzerine, Hz. Peygamber savaş esiri olarak ellerinde bulunan köleyi, mescitte barınan fakir Müslümanların hizmeti için istihdam edeceğini bildirerek olumsuz yanıt vermiştir. Ardından kızı ve damadına evlerinde hizmetçi istihdam etmek yerine, yatağa girdiklerinde otuz üçer kez Subhanallah, Elhamdülillah ve Allahu Ekber demelerini, zira bu tesbîhâtın kendileri için daha hayırlı olacağını söylemiştir. Hz. Ali ve Hz. Fâtıma da Hz. Peygamber’in bu yöndeki tavsiyesine riâyet göstererek sabır ve kanaat yolunu tercih etmişlerdir[45].

Hz. Fâtıma ile ilgili önemli hususlardan biri de, Hz. Peygamber ile arasındaki karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı münâsebettir. Rivâyetlere göre Hz. Peygamber, özellikle Hz. Hatice’nin vefatının ardından kızı ile yakından ilgilenmiştir. Öyle ki, onu görünce ayakta karşılamış, elini tutarak yanaklarından öpmüş, ona iltifat ederek yanına, hatta kendi yerine oturtmuştur. Hz. Fâtıma da babası ziyârete geldiğinde aynı şekilde mukâbelede bulunmuştur[46]. Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma’ya olan sevgisinin kanıtı niteliğinde olan diğer bir husus ise, Hz. Peygamber’in sefere çıkarken ziyâret ettiği en son kişi ile seferden döndüğünde ziyâret ettiği ilk kişinin kızı Fâtıma olmasıdır[47]. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in, kadınlar arasında en sevdiği kişinin Hz. Fâtıma olduğunu ifade ettiği rivâyetler de mevcuttur. Bir gün Hz. Âişe’ye Hz. Peygamber’in kadınlar ve erkekler arasında en çok kimi sevdiği sorulmuş, Hz. Âişe cevâben kadınlardan Fâtıma’yı, erkeklerden ise Ali’yi sevdiğini söylemiştir[48].

Hz. Fâtıma, cömertliği ve fakir Müslümanları kendi nefsine tercih etmesi yönüyle de İslâm büyükleri arasında mühim bir yere sahiptir. Bu husustaki meşhur bir rivâyete göre bir gün, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali iftar için sofraya oturdukları esnâda bir fakir kapıyı çalmış ve onlardan, kendisini doyurmalarını istemiştir. Hz. Fâtıma ve Hz. Ali, kapıya gelen fakir Müslümanın talebini reddetmemiş ve kendileri gün boyu oruçlu olmalarına rağmen yiyeceklerini ona vermişlerdir. Bu durum üç gün üst üste aynı şekilde vukû bulmuştur[49].

Kaynaklarda Hz. Fâtıma’ya ait olduğu iddia edilen şiirler ve beyitler bulunmakta, bu şiirleri Hz. Peygamber’in vefâtının ardından söylediği ifade edilmektedir[50] [51]. Bu şiirlerden birkaçı şöyledir:

“Ahmed’in toprağını koklayana

 Bir başka toprağı koklaması

 Gerekmez hiçbir zaman

 Üzerime musibetler döküldü

 Şâyet günlerin üzerine dökülseydi

 Günler geceye çevriliverirdi5.”  

****

 “Göğün ufukları karardı

 Gündüzün güneşi dürüldü

 Zaman ve yer karardı

 Hz. Peygamberin ardından

 Hüzünler saçlarını ağarttı

 Ülkelerin doğusu ve batısı

 Ağlasın ağlasın şimdi

 Mısır, Yemen ağlasın şimdi

 Yüzlerde yaşlar süzülsün

 Örtü sahibi Ka’be ağlasın şimdi .

***

وا أبتاه ! من ربه ما ادناه

و ابتاه ! جنات الخلد مأواه

و ابتاه ! رب العرش يكرمه اذا أتاه

وابتاه ! ربناوالرسل تسلم عليه حين تلقاه

 “Ah babacığım!

Rabbine ne kadar da yakın şimdi!

Ah babacığım! Ebedi cenneti onun yurdu şimdi!

Ah babacığım! Huzuruna varınca arşın Rabbi ağırlıyor onu!

Ah babacığım!

Rabbimiz ve bütün peygamberler karşılaştıklarında selamlıyorlar onu! [52] [53]

İKİNCİ BÖLÜM

HZ. FÂTIMA İLE İLİŞKİLENDİRİLEN ÂYET VE HADİSLER

Türklerin İslâm dinini kabul etmeleri ile beraber dinî bir karaktere bürünen ve neredeyse her alanında doğrudan veya dolaylı olarak İslâm dininin etkileri görülen Türk edebiyatı, İslâm’ın kutsal kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm ile Hz. Peygamber’in hadislerinden büyük oranda etkilenmiştir. Türk edebiyatı sahasında eser veren müellifler, Kur’ân âyetleri ile Hz. Peygamber’in hadislerinden bazen lafzen veya meâlen iktibas yoluyla istifâde etmişler, bazen de dolaylı bağlantı kurarak telmih unsurlarına yer vermişlerdir. Öyle ki Kur’ân-ı Kerîm ve hadisler Türk edebiyatı açısından iki temel kaynak haline gelmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan birtakım âyetlerin bazı hâdiselere binâen nâzil olduğu, bazı hadislerin de muhtevâlarında İslâm tarihi açısından mühim kişileri ve olayları barındırdığı görülmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan sûrelerin nüzûl sebepleri ile ilgili hadisler ve esbâb-ı nüzûl üzerine yazılmış çeşitli eserler incelendiğinde Kur’ân-ı Kerîm’in müstakil herhangi bir sûresinin doğrudan Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğuna dair bir bilgiye rastlamak mümkün değildir[54]. Ancak bazı kaynaklarda müstakil olarak Kevser sûresinin onun hakkında nâzil olduğu, bununla birlikte Âl-i İmrân sûresinin 61. âyeti, Ahzâb sûresinin 33. âyeti, Şûrâ sûresinin 23. âyeti, İnsan sûresinin 5-31. âyetleri, İsrâ sûresinin 1. ve 26. âyetleri, Duhâ sûresinin 5. ve Meryem sûresinin 5. âyetlerinin Hz. Fâtıma ile ilgili birtakım hususları ihtivâ ettiği öne sürülmektedir.

İslâm tarihinde mühim bir şahsiyet olarak ön plana çıkan Hz. Fâtıma’nın mezkûr âyetlerin yanı sıra doğumu, isim, sıfat, lakap ve künyeleri, Hz. Peygamber nezdindeki değeri, zühd ve takvâya dayalı hayatı ve birtakım ahlâkî özelliklerinin hadîs-i şeriflerde yer aldığı görülmektedir. Hz. Ali ile evliliği, Hz. Peygamber’in âhirete intihalinin akabinde içinde bulunduğu derin üzüntü, İslâm’ın ilk halîfesi Hz. Ebû Bekir ile yaşadığı Fedek Arazisi meselesi, insanlık tarihi boyunca yaşamış kadınlar arasındaki üstün konumu ve âhiret hayatındaki yüce makamı hadislerde yer alan diğer önemli hususlardandır.

Hz. Fâtıma ile bağlantılı olduğu öne sürülen sûre, âyet ve hadisler, Türk-İslâm edebiyatı sahasında yer alan müelliflerin kaleme aldıkları manzûmelerde gerek telmih gerekse de iktibas yoluyla sıklıkla yer almaktadır. Hz. Fâtıma hakkında telif edilmiş müstakil manzûm ve mensûr eserlerde de mezkûr âyet ve hadislerin mevcut olduğu görülmektedir.

HZ. FÂTIMA İLE İLİŞKİLENDİRİLEN ÂYETLER

Ehl-i Sünnet kaynaklarında Kur’ân-ı Kerîm’in herhangi bir sûresi veya âyetinin doğrudan Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğuna dair bir ibâre bulunmamaktadır. Ancak özellikle Şiî kaynaklarda Kevser, Âl-i İmrân, Ahzâb, Şûrâ, İnsan, İsrâ, Duhâ ve Meryem sûrelerinde yer alan bazı âyetlerin Hz. Fâtıma ile ilgili birtakım hâdiselerle ilişkilendirildiği ve bu durumun Türk-İslâm edebiyatı sahası şairlerinin kaleme aldıkları manzumelere de yansıdığı görülmektedir.

Kevser Sûresi 1. Âyet

Kur’ân-ı Kerîm’in en kısa sûresi olan Kevser sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur ve 3 âyetten müteşekkildir. Adını ilk âyette geçen “ ” kelimesinden almıştır[55]. Kevser kelimesi sözlükte “bolluk, bereket, iyilik, hayrın bolluğu, Cennette bir ırmak” vs. anlamlarına gelmektedir[56]. Kaynaklarda bu sûrenin nüzûl sebebi olarak Hz. Peygamber’in erkek çocuklarının tamamının vefât etmesi üzerine Kureyş Kabilesi’nin Hz. Peygamber’in “ebter”[57] olduğu şeklinde dedikodu yapmaları gösterilmektedir[58]. Sûreye adını veren Kevser ifadesinin de yer aldığı ilk ayet meâlen şöyledir: “Şüphesiz ki biz sana Kevser’i verdik”[59]. Sûrenin nüzûl sebebi husûsunda ihtilaf bulunmamakla birlikte ilk âyette geçen kelimesinin anlamı ile ilgili olarak farklı görüşler ortaya

atılmıştır. Bu ifade, tefsir kitapları ve esbâb-ı nüzûle dair hadis rivâyetlerinde “Cennette bir ırmak, havuz, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ümmetinin bilginleri, peygamberlik, Kur’ân, İslâm, taraftarların çokluğu, faziletlerin çok olması, ilim, şefâat, iyilik, neslin çokluğu, bereket, hayrın çokluğu” şeklinde izah edilmektedir[60]. Bunların yanı sıra müstakil olarak yazılmış bazı Kevser sûresi tefsirleri ile bazı hadis rivâyetlerinde “>j^” kelimesi, daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır[61]. Buna göre, “ilim ve amel bakımından zenginlik, iki dünyada elde edilen şeref, hayrın bolluğu” mânâları ile beraber “Cennette bulunan ve suyu baldan daha tatlı, sütten daha beyaz, kardan daha soğuk, kaymaktan daha yumuşak olan bir nehir[62]” şeklinde detaylı olarak tarif edilmiştir. Bu bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, meşhûr ve sahih olan görüşe göre kevserin, cennette bir havuz veya ırmak olduğu, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’i, özellikle de Hz. Fâtıma ile doğrudan bir ilgisinin bulunmadığı görülmektedir[63]. Ancak bazı kaynaklarda Hz. Peygamber’in neslinin Hz. Fâtıma vâsıtasıyla devam etmiş olması göz önünde bulundurularak, sûrenin ilk âyetinde geçen “ >A” ifadesi Hz. Fâtıma’ya nisbet edilmekte, bazı tefsirlerde ise Hz. Peygamber’in neslini devam ettiren Hz. Fâtıma’ya ve onun soyundan gelenlere atıfta bulunulmaktadır[64]. Yapılan taramalar neticesinde Türk-İslâm edebiyatı sahasında kaleme alınan eserlerde Hz. Fâtıma ile Kevser sûresi arasında münasebet kurulan herhangi bir manzume tespit edilememiştir.

Âl-i İmrân Sûresi 61. Âyet (Mübâhele Âyeti)

Âl-i İmrân sûresinin 61. âyeti, Mübâhele âyeti olarak adlandırılır[65]. Mübâhele, J$j fiilinden türemiş Arapça bir kelime olup lânetleşme mânâsına gelmektedir[66]. Terim olarak ise bir tartışma esnâsında haksız ve yalancı olanın Allah’ın lânetine uğraması için bedduâ edilmesi şeklinde tarif edilir[67].  Âl-i İmrân sûresi genel itibariyle peygamberlik konusuna açıklık kazandırmak, peygamberlerin Allah’a, birbirlerine ve diğer insanlara karşı görev ve sorumluluklarını belirlemek ve onlar hakkındaki yanlış inanışları düzeltmek maksadıyla nâzil olmuştur[68]. Sûrenin ilk seksen âyeti Necran[69] Hıristiyanlarından bir heyetin Hz. Peygamber ile yaptıkları tartışmaları ihtivâ etmektedir[70]. Sûrenin 61. âyeti meâlen şöyledir:

“Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: “Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden duâ edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.” Rivâyetlere göre, Hz. Peygamber, Necran Hıristiyanlarına Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olmadığı husûsunda deliller getirir, onlar da bu hususta Hz. Peygamber’e muhâlefette ısrar ederler. Hz. Peygamber, onlara

“Eğer getirdiğim delilleri kabul etmezseniz, şunu biliniz ki Cenâb-ı Hak bana, sizinle lânetleşmemi emretmiştir.” der. Bunun üzerine onlar, “Ey Ebu’l-Kâsım! Hele bir dur da, arkadaşlarımızın yanına varıp, bu husûsu aramızda konuştuktan sonra, tekrar sana gelelim.” derler. Gidip arkadaşlarıyla görüştüklerinde kraldan sonra gelen ve içlerinde söz sahibi olan kimseye: “Ey Abdu’l-Mesih, söyle bakalım ne dersin?” diye sorarlar. Bunun üzerine Abdu’l- Mesih, “Ey Hıristiyan topluluğu, Allah’a yemin ederim ki, siz Muhammed’in gönderilmiş bir peygamber olduğunu anladınız. Yine O’nun, sizin sahibiniz (Îsâ) hakkında hak olan sözü ve görüşü getirdiğine de yemin ederim. Yine Allah ’a yemin ederim ki, herhangi bir peygamberle lânetleşmeye giren topluluğun ne yaşlısı sağ kalır ne de çocukları büyür, hepsi mahvolur. Yine yemin ederim ki, eğer siz bu işe girişirseniz, sizin soyunuz kurur ve tükenir. Ama bundan kaçınır, dininiz üzere yaşamaya devam eder ve bulunduğunuz hali sürdürmeye devam ederseniz, o adamla (Muhammed) anlaşın ve memleketlerinize geri dönün!” şeklinde cevap verir. Bu esnâda, Hz. Peygamber de, üzerinde siyah kıldan bir örtü olduğu halde evinden dışarı çıkmıştır. Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ı elinden tutmuş, Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in, Hz. Ali de Hz. Fâtıma’nın peşindedir. Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Ben duâ ettiğim zaman siz “Âmin” deyiniz.” Bunun üzerine Necran’ın piskoposu, “Ey Hıristiyanlar, ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar Allah’tan, bir dağı yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah o dağı yerinden götürür. Binâenaleyh, lânetleşmeyin, aksi halde helâk olursunuz. Yeryüzünde, kıyâmete kadar tek bir Hıristiyan kalmaz.” der. Bunun üzerine Hıristiyanlar “Ey Ebû’l-Kâsım, biz seninle lânetleşmemeye ve dinin husûsunda sana müdâhale etmemeye karar verdik.” derler[71].

Hz. Peygamber ile Necranlı Hıristiyanlar arasında vukû bulan hâdise ile ilgili hadis rivâyetlerinden de anlaşılacağı üzere Allah, Hz. Peygamber’e Hz. Îsâ hakkında kendisi ile tartışmaya devam etmeleri durumunda Necranlılarla lânetleşmesini, bu lânetleşme esnâsında kendisini, kadınlarını ve oğullarını çağırmasını emretmiştir. Hz. Peygamber Necranlılarla lânetleşmek için erkeklerden Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i, kadınlardan ise Hz. Fâtıma’yı yanına almıştır[72]. Kaynaklarda bu rivâyete istinâden âyette yer alan “kadınlarımız” ifadesi ile Hz. Fâtıma’nın kastedildiği belirtilmektedir[73].

Hz. Peygamber, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’ya olan sevgisini ifade etmek maksadı ile kaleme aldığı dörtlükte Haydârî, öncelikle Hz. Peygamber’in aslının nur üstüne nur olduğunu söyleyerek özellikle tasavvuf ehli tarafından kabul gören ve âlemde ilk yaratılan varlığın nûr-ı Muhammmedî olduğuna inanılan görüşe işaret etmiştir. Ardından O’na duyulan muhabbete doyum olmayacağını söylemiştir. Şair, Hz. Hatice ve özellikle de Hz. Fâtıma ile beraber, Mübâhele âyetini ihtivâ eden ve ^1 âyeti ile başlayan Âl-i İmrân sûresini zikretmek sûretiyle ilgili hâdiseye telmihte bulunmuştur:

Nûru’n-„alâ nûrdur aslı zâtının

Doyub usanılmaz muhabbetinin

Hatîce Fâtıma hâl-i hâzırın

Elif Lam Mîm Âl-i İmrân okunur[74]

 

Ahzâb Sûresi 33. Âyet (Tathîr Âyeti)

Medîne döneminde nâzil olan Ahzâb sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in 33. sûresi olup, 73 âyetten ibârettir. Hizb kelimesinin cemîi olan ahzâb kelimesi “parça, kısım, cemaat, harp aleti” mânâlarına gelir[75]. Sûrenin 20 ve 22. âyetlerinde İslâm tarihinin dönüm noktalarından birini oluşturan Hendek Savaşı’na (Ahzab Savaşı) yer verilmesi dolayısıyla sûre bu adla anılmaktadır[76]. Ahzâb sûresinde Müslümanlar, İslâm düşmanlarının İslâmiyet’i yıkmaya ve zayıf düşürmeye yönelik saldırılarına karşı uyarılmaktadır. Sûrede ayrıca Hz. Peygamber’in şahsı ve aile hayatı ile ilgili iftira ve dedikodular neticesinde İslâmiyet’i gözden düşürmeye yönelik çabalardan bahsedilmektedir[77].

Ahzâb sûresinin 33. âyeti Tathîr âyeti olarak isimlendirilmiştir. Tathîr, sözlük mânâsı itibariyle “temizlemek, pak etmek” demektir[78]. Âyetin ilgili kısmı meâlen şöyledir: “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.[79]. Bu ayet, Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu sırada nâzil olmuştur. Âyetin nüzûlünün hemen ardından Hz. Fâtıma, Hz. Ali ile oğulları Hasan ve Hüseyin’i yanına çağıran Hz. Peygamber, üzerlerine bir örtü örtmüş ve “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Onlardan günahları gider ve onları tertemiz kıl.” şeklinde duâ etmiştir[80].

Söz konusu âyeti Hz. Fâtıma ile bağlantılı olarak iktibas eden Sâdık Ağazâde Sıdkî (ö. 1925), ilk olarak “  فاطمة بضعة مني [81]” hadisinden lafzî iktibasta bulunmak

sûretiyle Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber’in bir parçası olduğunu ve babası nezdindeki kıymetini vurgulamaktadır. Ardından Tathîr âyetinde yer alan “يريد الله ليذهب عنكم الرجس ” (Allah sizden günâhı gidermek istiyor.) ifadesinden kısmî iktibas yaparak Hz. Fâtıma’nın bu âyete mazhar olduğunu söylemektedir:

Hadîs-i bid'atün minnî eder mâhiyetin îmâ

Ve yüzhib ankümü’r-rics âyetinin mazharı Zehrâ[82]

Şûrâ Sûresi 23. Âyet (Meveddet Âyeti)

Mekke döneminde nâzil olan Şûrâ sûresi, 53 âyetten müteşekkildir. Sûrede genel itibariyle Allah’ın varlığı ve birliği, nübüvvet ve âhiret hayatı konularına temas edilir. Sûrenin “İşte bu lütfunu Allah, iman edip de sâlih amel işleyen kullarına müjdelemektedir. (Rasûlüm) De ki: Bunu duyurmama karşılık sizden (Allah ’a) yakınlıkta sevgiden başka bir şey istemiyorum. Kim bir iyilik işlerse onun bu iyiliği karşısında alacağı sevabı artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, güzel amele bol karşılık verendir[83].” meâlindeki 23. âyeti Meveddet âyeti olarak adlandırılır[84]. “Meveddet” sevmek, sevgi beslemek ve muhabbet mânâlarına gelmektedir[85].

Rivâyete göre, müşrikler bir gün toplantı hâlinde iken içlerinden birisinin “Görüyor musunuz, Muhammed yaptığı şeye karşılık ücret istiyor” demesi üzerine bu ayet nâzil olmuştur[86]. Âyette Kur’ân ve İslâm mesajının sevgi ve yakınlıktan başka herhangi bir ilkeye ve amaca dayanmadığı ifade edilir[87]. Âyette geçen “El Kurba” ifadesi mânâsı itibari ile çeşitli ihtilafları beraberinde getirmiştir. Bazı âlimler lügat mânâsı yakınlık[88] olan bu ifadeyi Allah’a yakınlık[89], Allah’a yaklaştıracak sâlih amel[90], Rasûlullah sevgisi[91], akrabâ sevgisi[92], sıla-i rahim yapmak[93] şeklinde değerlendirirken, bazıları da Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve evlâdına has sevgi[94] şeklinde izah etmişlerdir. Bununla birlikte, âyetin genel mânâsı dikkate alındığında Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ine de işaret eden bu ifadenin, Allah’a yakınlık ve O’nu sevmek şeklinde izahı mâkul görünmektedir. Ancak Hz. Peygamber’in yakınlarına, akrabâ ve ıtresine[95] sevgi beslenmesi görüşü de doğru kabul edilmektedir[96].

İbn Abbas’tan nakledilen bir rivâyete göre Tathîr âyetinin nüzûlünün ardından bir kısım sahâbî Hz. Peygamber’e “Sevgisi bizlere vâcip olan akrabânız kimlerdir?” diye sormuş, Hz. Peygamber “Ali, Fâtıma ve evlatlarıdır.” şeklinde cevap vermiştir[97]. Hz. Peygamber Ehl-i Beyt’i sevmek husûsundaki bir başka hadîs-i şerifinde de “Allah’ı sizi rızıklandırdığından dolayı seviniz. Allah’ı sevdiğiniz için beni seviniz. Beni sevdiğinizden dolayı Ehl-i Beyt’imi seviniz.”[98] buyurmuştur. Bu hadisler, Ehl-i Beyt’in Müslümanlar tarafından sevgi ve hürmet görmelerinin temel saiklerindendir.

Yapılan taramalar neticesinde söz konusu ayetle bağlantılı olarak değerlendirilebilecek iki beyite rastlanmıştır. İlki, 19. asır şairlerinden Molla Murad’a (ö. 1848) aittir. Şair, Hz. Peygamber’in ailesini sevmenin farz olduğunu ve bunda şüphe bulunmadığını söylemekte, buna delil olarak da hem Şûrâ sûresini ismen zikretmekte hem de kısmî iktibas yapmak sûretiyle sûrenin 23. âyetine yer vermektedir. Nitekim mezkûr âyet nâzil olunca ashâb, Hz. Peygamber’e ailesinden kimleri sevmenin farz olduğunu sormuştur. Bunun üzerine Hz. Peygamber Ali, Fâtıma ve gözünün nûru olan Hasan ve Hüseyin’i sevmenin farz olduğunu bildirmiştir. Şair, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’in sevilmesi durumunda Allah’ın da bizi seveceğini, onların düşmanlarına düşmanlık edilmesi halinde de âhiret hayatında kişinin yerinin cennet olacağını ifade etmektedir:

Sevmek âl-i Ahmed’i farz oldığında şübhe yok

Sûre-i Şûrâ’da fi ’l-kurbâ’ ya ol nazrâkünân

Nâzil olunca bu âyet sordı ashâb-ı Rasûl

Kimdir âlinden meveddet farz olan eyle beyân

Pes buyurdı ki ‘Ali’dir birisi hem Fâtıma

İkisi dahı Hasan ile Hüseyin kurretân

Bunları sev ki seni sevsin Hudâ-yı lem-yezel

Düşmenine düşmen ol ki olasın cennet-mekân[99]

Seyyid Nigârî (ö. 1886) ise, Hz. Fâtıma ve Hz. Ali’yi sevmenin farz olduğunu söylemektedir. Nitekim beyitte geçen “burhân” kelimesi delil mânâsına gelmekte olup, “celî” vasfı ile Allah ve Peygamber’in bunları sevmesinin de âyet ve hadis ile bu farziyetin delili durumunda bulunduğunu ifade etmektedir:

Farzdur ‘Alini Fâtımanı sevmek

Allah u Nebi sevdügi burhân celîmdir[100]

İnsan Sûresi 5-31. Âyetler (Ebrâr Âyetleri)

Adını insanın yaratılmadan önceki hiçliğini ifade eden ve ilk âyette zikredilen insan kelimesinden alan sûre, muhtevâsı bakımından insanın yaratılışının ve kendisine verilen nimetlerin hikmetini kavramaya, Allah’ı tanıyıp O’nun verdiklerine şükretmeye, azâbından sakınmaya ve âhiret nimetlerini elde etmenin şartlarını gerçekleştirmeye bir çağrı niteliğindedir[101]. 31 âyetten müteşekkil sûrenin 5-31. âyetleri Ebrâr âyetleri olarak adlandırılmaktadır. Ebrâr kelimesi, hayır sahipleri, iyiler mânâsına gelmektedir[102] [103] [104]. Bazı 103 kaynaklarda Hz. Fâtıma ve Hz. Ali ile ilgili olduğu belirtilen 8,9 ve 10. âyetler meâlen şöyledir: “ Yoksula, yetime ve esire kendilerinin arzu ve ihtiyaçları varken seve seve yemek yedirirler. Doğrusu biz sizi sâdece Allah’ın rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür de istemiyoruz. Çünkü biz yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan dehşetli ve kara bir günde Rabbimizden korkarız, derlerdi10.” İbn Abbâs’tan rivâyet edildiğine göre ilgili âyetlerin nüzûl sebebi olarak şu hâdise gösterilmektedir: Günün birinde Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin hastalanırlar. Hz. Peygamber, bir grup ashâbıyla birlikte torunlarını ziyârete gelir. Bu ziyâret esnâsında Hz. Ali’ye oğullarının şifa bulması için bir adakta bulunmasını tavsiye eder. Bu tavsiye üzerine Hz. Ali ve Hz. Fâtıma, oğulları iyileştiği takdirde üç gün oruç tutacaklarını söyler. Bir süre sonra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin iyileşirler. Hz. Ali adaklarını yerine getirmek maksadıyla bir miktar arpa satın alır. Hz. Fâtıma da satın alınan arpayı un değirmeninde öğüterek ekmek pişirir. İlk oruç tuttukları gün ekmekleri ile iftar edecekleri sırada kapıyı fakir bir Müslüman çalar ve “Bana bir şeyler verin yiyeyim. Allah da size Cennet nimetlerini nasip etsin.” der. Ekmeklerin hepsini fakire verirler. Kendileri de sâdece su ile iftar ederler. Ertesi gün yine oruç tutarlar. İftar edecekleri vakit bir yetim kapılarını çalar. Yiyeceklerini yetime verirler. Üçüncü gün yine iftar edecekleri vakit bir esir gelir. Yiyeceklerini esire verirler ve sâdece su ile iftar ederler[105]. Üç gün bu şekilde iftar ederek oruç tutan Hz. Ali, oğulları Hasan ve Hüseyin’i yanına alarak Hz. Peygamber’i ziyârete gider. Hz. Peygamber torunlarının açlıktan solan yüzlerini görür ve Hz. Ali’ye şöyle sorar: “Sizlerde müşâhede ettiğim bu hal nedir?” Sonra onları alarak Hz. Fâtıma’nın yanına giderler. Evinde ibadetle meşgul olan Hz. Fâtıma’nın çehresinde de açlık ve zayıflık belirtisi görülmektedir. Hz. Peygamber bu durumu görünce müteessir olur. Bu hâdise üzerine Cebrâil (a.s.), İnsan sûresini indirir ve Hz. Peygamber’e Allah’ın Ehl-i Beyt’e gönderdiği bu hediyenin mübârek olmasını müjdeler[106].

Hz. Fâtıma’nın cömertliği ve diğerkâmlığı, şairlerin onu tavsif ederken en çok kullandıkları özelliklerinin başında gelmektedir. Bu yönü ile Hz. Fâtıma şairler tarafından cömertliğin kaynağı, kapısına gelen fakirlerin yardımcısı ve her daim kollayıp gözeticisi olması, kendisi ihtiyaç içinde bile olsa onları geri çevirmemesi gibi vasıfları ile ele alınmıştır.

Behiştî (ö. 1571), hadiste geçen olayın fakir, yetim ve esir kimselerin yemek istemeye gelmeleri kısmı olmamakla birlikte manzum bir şekilde bir benzerini kaleme almıştır. Buna göre, Şi’r-i Yezdân[107] [108] Hz. Ali’nin oğulları Hasan ve Hüseyin hastalanmışlar, gül gibi yüzleri sararmıştır. Onların hastalığını haber alan Hz. Peygamber, torunlarını ziyârete gitmiştir. Ziyâret esnâsında Hz. Ali’ye Hasan ve Hüseyin’in sağlıklarına kavuşmaları için bir adakta bulunmalarını tavsiye etmiş, Hz. Ali de adak olarak üç gün oruç tutacağını söylemiştir. Bu adağına Hz. Fâtıma da katılmıştır.

Uç gün oruç tuttuktan sonra Hasan ve Hüseyin sağlıklarına kavuşmuştur :

Hasanla Şîr-i Yezdânun Hüseyni

Cihânun anlar iken zîr ü zeyni

İkisi bir uğurdan haste oldı

İşidenler anı dem-beste oldı

Gül-i nev ‘arz iderken deste deste

Sarardı ol iki rûy-ı huceste

Cihân fahrı işitdi ol belâyı

Göre vardı ol iki mübtelâyı

Sahâbe birle ol sâhib-saâdet

Varub anları itdiler 'iyâdet

Hitâb idüp ‘Aliyy-i Murtazâya

Didi ger çâre istersen şifâya

Zirâ’at hâkine ilkâ-yı bezr it

Rızâ-yı Hakk içün bir nesne nezr it

Kulag urdı çü Haydâr ol kelâma

Hemân nezr eyledi üç gün sıyâma

Yanınca Fâtıma ol hûb sîret

Bile itdi ol üç gün savma niyyet

Bir iki gün geçüp bu hâlet üzre

İkisi dahı oldı sıhhat üzre[109]

İsmail Sâdık Kemal Paşa (ö. 1892), kaleme aldığı beyitlerde ilgili hadisi

muhtasar olarak izah etmekte, bununla birlikte Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın, iftar için hazırladıkları yemeklerini fakir, yetim ve esire vermelerinin Kur’an’da övgü ve senâ vesilesi olduğunu söylemektedir:

Cenâb-ı Fâtımâ ile sıyâmı nezr iderek

Şacîr hubzı bulunmuş idi berâ-yı gıdâ

Gelüp gurûbda miskîn ile yetîm ü esîr

Rızâ-yı Hakk içün ol hubzı itdiler i’tâ

Sıyâmı aç yatarak tutdılar üç gün

Cenâb-ı Hak dahı Kur’ânı içre kıldı senâ[110]

İsrâ Sûresi 1. Âyeti

İsrâ sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in on yedinci sûresi olup adını ilk âyette yer alan ve gece yürüyüşü mânâsına gelen “^'j-” kelimesinden almıştır[111]. 111 âyetten müteşekkil olan sûre Mekke’de nâzil olmuştur[112]. Sûrede Hz. Peygamber’in Mekke’den Kudüs’e götürülüşünden bahseden İsrâ olayı, İsrâiloğullarının kötülükleri nedeniyle başlarına gelen yıkım ve işgal, birtakım dinî ve ahlakî emirler, yeniden dirilme ve âhiret, Allah’ın ilmi, ilk insanın yaratılışı, şeytanın isyan etmesi, mü’min ve müşriklerin bazı özellikleri ele alınmıştır[113] [114].

Sûrenin ilk âyeti meâlen şöyledir: “Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendiri]A Hadis kaynaklarında İsrâ sûresinin ilk âyetinde yer alan gece yolculuğu hâdisesinin, Hz. Peygamber’in Mi'râc’ı ile ilgili olduğu bildirilmektedir[115]. Ayrıca Mi'râc esnâsında vukû bulan birtakım olaylarla ilgili olarak da çok sayıda hadis rivâyeti mevcuttur[116].

Sûrenin ilk âyeti mânâ ve muhtevâ itibariyle doğrudan Hz. Fâtıma ile ilgili değildir. Bununla beraber, âyetin bazı Şiâ kaynaklarında yer alan tefsirlerinde Hz. Peygamber’in Mi'râc’da Cennet’i ziyâreti esnâsında yediği bir meyve ile Hz. Fâtıma’nın dünyaya gelişi arasında irtibat kurulmaktadır. Buna göre, Hz. Peygamber Mi'râc’da Cennet’i ziyâreti sırasında yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağacın altında durmuş ve bu ağacın meyvesinden kendisine ikrâm edilmiştir. Bu meyve Hz. Peygamber’in sulbünde nutfeye dönüşmüştür. Yeryüzüne döndüğünde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve Hz. Hatice, Hz. Fâtıma’ya hâmile kalmıştır[117].

Hz. Peygamber’in Mi'râc esnâsında cennette ikram edilen meyveyi yemesi, meyvenin sülbünde nutfeye dönüşmesi ve dünyaya rücu etmesinin ardından Hz.

Hatice’nin Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması vb. hâdiseler dîvân şairlerinin kaleme aldığı beyitlere de konu olmuştur. Şairler, Mi'râc hâdisesinde ve sonrasında vukû bulan bu tür olaylara şiirlerinde yer vermişler, Hz. Fâtıma ile Mi'râc olayı arasındaki bu bağlantıyı telmih unsuru olarak kullanmışlardır.

Hâfî’nin Zâdü’l-Meâd (Kitabü Mevlüdü’n-Nebî) adlı eserinde yer aldığı üzere Hz. Peygamber, Mi'râc esnâsında cenneti ziyâret etmiş ve orada bulunan Rıdvan adlı melek kendisine bir elma ikram etmiştir. Hz. Peygamber bu elmanın yarısını yemiş ve dünyaya döndüğünde hanımı ile bir araya gelmiştir. Bu birliktelik neticesinde Hz. Hatice, Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Hz. Peygamber, bu hâdise ile bağlantılı olarak Hz. Fâtıma’nın insan nev’inden bir hûri olduğunu beyan etmiştir. Şair, Hz. Peygamber’in cenneti görmeyi arzuladığı zaman Hz. Fâtıma’yı öptüğünü, cennet elması yemek istediği zaman ise Hz. Fâtıma’nın dilini emdiğini belirtmektedir:

Dahi didi virdi Rıdvân-ı cinân

Elüme bir elma şâkk idüb hemân

Nimet-i dâr-ı naîmidi çün ol

Nısfın elmanun yidim didi Rasûl

Yidiğüm dem şehvetüm oldu ziyâd

Fâtıma Hâtûn’a oldur asl u zâd

Hem hadîsinde buyurmuşdur Rasûl

Fâtıma hûrî-yi insî diyü ol

Cennet istedükçe her dem Mustafâ

Gönline andan gelüben iştihâ

Fâtımanun ağzına alub dilin

Sorub anunla su yidürdi dilin

Sîb-i cennet lezzetin dâim tamâm

Andan alurdı Rasûl-i niknâm[118]

İsrâ Sûresi 26. Âyet

Mekkî sûrelerden olan İsrâ sûresinin 26. âyetinin Medine’de nâzil olduğu rivâyet edilmektedir[119]. “Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver[120].” meâlindeki ayet, doğrudan Hz. Fâtıma ile bağlantılı görünmese de kaynaklarda belirtildiğine göre Hz. Peygamber, bu âyetin nüzûlünün ardından Hz. Fâtıma’yı çağırarak Fedek arazisini kendisine bağışlamış ve şöyle buyurmuştur: “Ey Fâtıma, Fedek senindir. Bu, Allah’ın senin ve neslin için belirlediği semâvî bir paydır. Buna engel olana yazıklar olsun[121].” Yapılan taramalar neticesinde ilgili âyet ile Hz. Fâtıma arasında münasebet kurulan bir manzumeye tesadüf edilmemiştir.

Duhâ Sûresi 5. Âyet

Kur’ân-ı Kerîm’in 93. sûresi olan Duhâ sûresi, Mekke’de nâzil olmuştur ve 11 âyetten müteşekkildir. Adını ilk âyette yer alan ve kuşluk vakti anlamına gelen “^^”[122] kelimesinden almıştır. Vahyin bir müddet kesilmesi üzerine Mekkeli müşrikler arasında çıkan, “Rabbi Muhammed’i terk etti, ona küstü” şeklindeki dedikodulardan dolayı Hz. Peygamber’in üzüntü duyması üzerine nâzil olmuştur[123] [124].

Sûrenin 5. âyeti meâlen şöyledir: “Ve elbette yakında Rabbin öyle şeyler verecek ki sana, sonunda razı olacaksınn\ Sünnî kaynaklarda yer almamakla beraber Duhâ sûresinin 5. âyetinin nüzûl sebebi ile ilgili olarak Hz. Peygamber ile Hz. Fâtıma arasında geçen bir diyalog gösterilir[125]. Buna göre Hz. Peygamber bir gün kızı Hz. Fâtıma’nın devetüyünden bir abaya bürünüp buğday öğüttüğünü görür ve ağlamaya başlar. Akabinde kızına “Ey Fâtıma, dünya acılarına sabret ki yarın âhiretin bol nimetlerine kavuşasın.” buyurur. Bunun üzerine Duhâ sûresinin 5. âyeti nâzil olur[126]. Hz. Fâtıma ile mevzubahis âyetin ilişkilendirldiği bir manzume tespit edilememiştir.

Meryem Sûresi 96. Âyet

Mekkî sûrelerden olan Meryem sûresi, Kur’ân-ı Kerîm’in 19. sûresi olup 98 âyetten ibârettir. Hz. Peygamber’in risâletinin beşinci veya altıncı yılında nâzil olmuştur[127]. Adını, sûrede kendisinden geniş şekilde bahsedilen Hz. Meryem’den alır. Sûre tevhîd inancı, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve amellerin karşılığına dâir konuları ihtivâ etmektedir. Sûrenin yaklaşık üçte ikisini peygamberlerle ilgili kıssalar oluşturmaktadır[128]. Kaynakların çoğunda Meryem sûresinin, husûsen de 96. âyetinin Hz. Fâtıma ile bağlantılı olduğuna dair bir ibâre yer almamakla birlikte, bazı Şia kaynaklarında ilgili ayet ile Ehl-i Beyt arasında bağlantı kurulduğu görülmektedir[129] [130]. Ayet meâlen şöyledir: “O kimseler ki imân ettiler ve güzel amellerde bulundular. Muhakkak ki Rahmân onlar için kalplerde bir sevgi vücûda getirmiştir™”. Ehl-i Beyt ile ilgili âyetleri ihtivâ ettiğinin iddia edilmesi, özellikle Alevî-Bektaşî şairlerin şiirlerinde sûreye yer vermelerine sebep olmuş; şairler, gerek telmîhen Hz. Meryem’den gerekse de iktibas yoluyla sûrenin âyetlerinden istifâde etmişlerdir.

Haydârî, kaleme aldığı bir beyitte ilk âyetinden iktibas yapmak sûretiyle Meryem sûresinin Ehl-i Beyt’in ismet sıfatını hâiz olması ve mâsûmiyeti husûsunda nâzil olduğunu söylemekte, bununla birlikte Hz. Hatice ve Fâtıma’yı da aşk nurlarının ışığı olarak tavsif etmektedir. Şairin, iffeti ile ön plana çıkmış olan Hz. Meryem ile yine iffet ve mâsûmiyeti ile tebârüz etmiş bulunan Hz. Fâtıma arasında dolaylı olarak bağlantı kurduğu görülmektedir:

Ehl-i Beyt’in ismetine nâzil oldu Kâf-Hâ

Hem Hadîce Fâtımadır pertev-i envâr-ı aşk[131]

HZ. FÂTIMA İLE İLGİLİ HADİSLER

Hz. Fâtıma’nın, Hz. Peygamber nezdinde son derece mühim bir konuma sahip olduğu ve aralarındaki münâsebetin derinliği bütün Müslümanlar tarafından kabul görmektedir. Nitekim Hz. Fâtıma, annesinin vefatının ardından babasının en büyük destekçisi olmuş, evlendikten sonra bile yakın münâsebetini devam ettirmiştir. Hz. Fâtıma, Mekkeli müşrikler babasına eziyet ederken hep onun en yakınında yer almış, beraberinde cihatlara katılmış, en zor zamanlarında yanından hiç ayrılmamış, kısacası Hz. Peygamber’in hayatının birçok aşamasında aktif rol üstlenmiştir. Hz. Peygamber- Hz. Fâtıma münâsebetindeki en önemli hususlardan biri de, şüphesiz Hz. Fâtıma’nın, oğulları Hasan ve Hüseyin vâsıtası ile babasının neslini devam ettiren kişi durumunda bulunmasıdır. Bu sâiklerle Hz. Fâtıma babasının derin sevgi ve teveccühüne mazhar olmuştur. Bu durum, onu İslâm tarihinde önemli bir konuma getirmiş ve hakkında birçok hadis rivâyet edilmiştir. Nitekim Hz. Fâtıma’nın mevzubahis olduğu hadisler genellikle onun dünyaya gelişi, fiziksel özellikleri, mânevî yaşantısı, Hz. Peygamber nezdindeki konumu, Hz. Ali ile evliliği, âhiret hayatındaki durumu, cömertliği, sabrı vs. konular etrafında yoğunlaşmaktadır. En meşhur rivâyetlere göre Hz. Fâtıma cennet kadınlarının efendisi, Hz. Peygamber’in bir parçası ve en sevdiği insandır. Hz. Peygamber’den sonra insanların en doğru sözlüsüdür. Kemal mertebesine ermiş az sayıdaki kadından biridir. Dünyaya gelmiş en şerefli dört kadın arasında yer alır. Mânevî ilim ve hikmet sahibidir. Hz. Peygamber ile beraber cennete ilk girecek kimselerdendir.

Hz. Fâtıma ile ilgili olarak rivâyet edilen hadislerin bir kısmı hem Ehl-i Sünnet hem de Şia kaynaklarında müşterek rivâyet edilmiş olmakla birlikte sâdece Şia kaynaklarında yer alan hadisler de mevcuttur. Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan hadisler genelde Hz. Fâtıma’nın kadınların en hayırlısı olması, Hz. Ali ile evliliği, Hz. Peygamber’in ona duyduğu derin sevgi ve gösterdiği teveccüh gibi hususlara dâirken, Şia kaynaklarında Hz. Fâtıma ile ilgili aşırı ifadelerin kullanıldığı görülmektedir. Bu kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın nurdan yaratılması[132], Hz. Hatice ona hâmile iken annesi ile konuşması[133], kıyâmete kadar olmuş ve olacak her şeyi bilmesi, Hz. Ali ile olan evliliğinin Allah tarafından kararlaştırılması, nikâhlarının Allah tarafından kıyılması[134], cennete girecek ilk kişi olması[135] ve onu sevenlerin âhirette elde edeceği yüksek mertebe vb. rivâyetler ön plana çıkmaktadır.

Hz. Fâtıma, Müslüman Türk milletinin Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisinin bir tezâhürü olarak Türk-İslâm edebiyatı sahasında kaleme alınan dîvânlarda sıkça yer almıştır. Müslüman Türk şairler, yazdıkları beyitlerde Hz. Fâtıma’yı genellikle kadınların en hayırlısı, Hz. Ali’nin zevcesi ve Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması yönüyle ele almışlar, cömertliği ve sabrı başta olmak üzere sahip olduğu mânevî değerleri ve erdemleri de ön plana çıkarmışlardır. Şairler şiirlerinde Hz. Fâtıma’yı ele alırken hadislerden gerek telmih gerekse iktibas yoluyla sıkça faydalanmışlardır.

Hz. Fâtıma, Kadınların En Fazîletlisidir

Hz. Fâtıma, zühd ve takvâ üzerine binâ ettiği hayatı ve bünyesinde barındırdığı iffet, kanaatkârlık, diğerkâmlık, tevâzu, cesâret vb. üstün ahlâkî vasıfları ile tekaddüm etmiş, bu yönü ile insanlık tarihinin en fazîletli kadınlarından olma pâyesine erişmiştir. Nitekim bu husus Hz. Peygamber’in bir hadisinde şöyle karşılık bulmuştur: “Cennet ehli kadınların en faziletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fâtıma, Muzâhim kızı ve Fir ’avn’un eşi Asiye ile îmrân kızı Meryem’dir[136].” Şia kaynaklarında ise, Hz. Fâtıma’nın geçmiş ve gelecek kadınların hepsinden üstün olduğuna dair rivâyetler göze çarpmaktadır[137].

Söz konusu rivâyete işaret eden İsmail Sâdık Kemal Paşa, kadınların en hayırlısının dört kişi olduğunun hadislerde belirtildiğini, kadınlar arasında üstün bir konumu bulunan Hz. Fâtıma’nın da bu dört kadından biri olarak zikredildiğini söylemektedir:

Cenâb-ı Fâtıma mevlidce sonradır lîkin

Cemî-i nisveye tercîh olunur hattâ

Cemî-i nisvenin içinde dört olup efdal

Birisi o idügin eyledi hadîs inbâ[138]

Süleyman el-Celvetî, Mevlidinde cennet yoluna ulaşmak isteyenlerden Fâtiha okumak sûretiyle kendisini yâd etmelerini, akabinde başta Hz. Âişe olmak üzere hadislerde en hayırlı dört kadın olarak yer alan Hz. Fâtıma, Hz. Havvâ, Hz. Asiye ve Hz. Meryem ile bütün annelerin ruhları için Fâtiha ve salavât okunmasını talep etmektedir:

Her kim ister bula cennet yolını

Fâtihayla yâd ide ben kulunı

Muzaff Süleyman el-Celvetî rûhiçün Hazret-i ‘Âişe Sıddıka Fâtımatü’z-Zehrâ Havva Ana Asiye Ana Meryem Ana cümle analar rûhiçün ruhları şâd ola el-Fâtiha ma'a’s-salavâP9

Sâdık Ağazâde Sıdkî; hayru’n-nisâ demek sûretiyle Hz. Peygamber’in kızı Zehrâ’nın diğer kadınlara üstünlüğünü dile getirdiğini söylemektedir. Buna binâen Hz. Fâtıma’yı ihtiyaç içerisinde bulunan kadınların kendisine ilticâ etmekten gurur duydukları bir kimse olarak vasıflandırmaktadır:

Dedi fahrü’r-Rasûl hayrü’n-nisâ şân-ı azîminde

Havâtîn-i cihânın mültecâ-yı mefhari Zehrâ[139] [140]

Karamanlı Aynî (ö. 1490), Hz. Fâtıma’yı kadınların bihteri yani en üstün ve iyisi olarak tavsif etmekte, buna bağlı olarak da kadınların en hayırlısı şeklinde adlandırıldığını söylemektedir:

Bihteridür Fâtıma hâtunların

Ol sebebden dinilür hayru’n-nisâ[141]

Şeyh Hasan Haydar (ö. 1901), Hz. Fâtıma’ya salât ve selâm getirdiği beyitinde onu edep incisi ve kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmek sûretiyle iffetli yaşantısını ve özellikle de mü’min kadınlar nezdindeki mertebesini vurgulamaktadır:

Es-salâtü ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ

Es-salâtü ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[142]

Hz. Fâtıma, Ehl-i Beyt’tendir

“Ehl-i Beyt” ifadesi, ilk dönemlerden itibâren İslâm âlimleri arasında tartışma konusu olmuş ve kapsamı ile nitelikleri husûsunda günümüze kadar süregelen ihtilaflar meydana gelmiştir. Ehl-i Beyt terkîbi, “ev halkı, aynı nesebden gelen kimseler, ev sâkinleri veya baba tarafından olanlar” mânâlarına gelmektedir[143]. Bu ifade, Kur’ân-ı Kerîm’de üç yerde geçmekte olup, âyetlerin ikisinde Hz. Muhammed[144] ile Hz. İbrahim’in hanımları[145]; diğerinde ise Hz. Musa’nın ev halkı[146] kastedilmektedir[147]. Kaynaklarda “Ehl-i Beyt” kavramı ile ekseriyetle Hz. Peygamber’in hanımları, kızları ve hatta Selman-ı Fârisî’nin de kastedildiği ifade edilmekle birlikte özellikle Şia telakkîsinde Ehl-i Beyt’in sâdece Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den müteşekkil olduğu ileri sürülmektedir[148].

Hz. Peygamber, Ümmü Seleme’nin evinde bulunduğu sırada Ahzâb sûresinin “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden ancak kiri (günahı) gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.” meâlindeki 33. âyeti nâzil olmuştur. Hz. Peygamber, âyetin nüzûlünün hemen ardından Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’i yanına çağırarak üzerlerine bir örtü örtmüş ve “Allahım! Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir. Onlardan günahları gider ve onları tertemiz kıl.” şeklinde duâ etmiştir. O esnâda orada bulunan Ümmü Seleme “Yâ Nebiyallah! Ben de onlarla beraber miyim?” diye sormuş, Hz. Peygamber ise “Acele etme, sen hayır üzeresin.” buyurmuştur[149]. Hz. Âişe’den nakledilen rivâyete göre ise, bir sabah Hz. Muhammed, üzerinde yünden siyah nakışlı bir kumaştan örtü (aba) olduğu hâlde evden çıkar. O sırada Hz. Hasan gelir, onu örtünün altına alır. Ardından Hz. Hüseyin gelir, onu da örtünün altına alır. Sonra sırasıyla Hz. Fâtıma ve Hz. Ali gelir.

Hz. Peygamber, onları da örtünün altına alır. Sonra Tathîr âyetini okuyarak, bu dört kişinin Ehl-i Beytten olduğunu söyler[150]. İslâm tarihinde bu hâdise Kisa Hâdisesi; Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin de “ehl-i kisâ” veya “Âl-i Abâ” şeklinde adlandırılmıştır. Bu tabir aynı zamanda, pençe-i Âl-i Abâ veya hamse-i Âl-i Abâ olarak da bilinmektedir.

Hâşim Baba (ö. 1783), bir manzûmesinde Kisâ Hâdisesi’ne işaret ederek

peygamberlerin şâhı olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hasan ve Hüseyin’i abasının altına almak sûretiyle şereflendirdiğini ve “Bunlar benim Ehl-i Beyt’imdir.” dediğini ifade etmektedir:

Fâtıma Haydar Hasanla hem Hüseynin şânına

Hâülâ’i Ehl-i Beytî didi şâh-ı enbiyâ[151]

Ali Emîrî Efendi (ö. 1924), Âl-i Abâ olarak nitelendirilen beş şerefli kimsenin başta Cenâb-ı Mustafâ olmak üzere Murtazâ lakabı ile maruf Hz. Ali, Hz. Peygamber’in iki torunu Hasan ve Hüseyin ile Zehrâ lakaplı kızı Fâtıma’dan ibâret olduğunu ifade etmektedir:

Budur Âl-i Abâ-yı hamsenin esmâ-yı zî-şânı

Cenâb-ı Mustafâ vü Murtazâ sıbteyn ile Zehrâ[152]

Bendî Mustafa Baba, Hz. Hasan ve Hüseyin’i hikmet denizinden çıkan tertemiz incilere benzetmekte ve bu incilerin Hz. Zehrâ’ya ait olduğunu söylemektedir. Nitekim Hasan ve Hüseyin; Hz. Peygamber’in gözünün nûru, Şâh-ı Merdân Ali’nin tertemiz sermâyeleridir. Hz. Zehrâ’nın sevgili çocukları oluşu, “ciğer-gûşe-i Zehrâ” terkîbi ile ifade edilmiştir:

Bular pâkîze-i güherdir ki çıkdı bahr-ı hikmetden

Hasan ile Hüseyin ki bil lü’lü-i ey Zehrâdır

Ciğer-gûşe-i Zehrâ Mustafâ’nın kurretü’l-‘aynı

Nakd-i pâk-i Şâh-ı Merdân ki bunlar Âl-i Abâdır[153] [154]

Ayıntablı Hamdi Baba (ö. 1908) ise, ilk mısrada tecâhül-i ârif yapıp pence-i abânın kim olduğunu sormakta, akabinde bunların Ali ve Fâtıma ile Şebbîr ve Şebber lakaplı Hasan ve Hüseyin olduklarını söylemek sûretiyle cevabı kendisi vermektedir. Aslı Şepper ve Şüpeyr olan bu iki kelime Süryanice olup Hz. Harun’un iki oğlunun isimleridir. Bu isimler Hz. Muhammed tarafından torunları Hasan ve Hüseyin’e 154 verilmiştir :

Nedir pence-i abâ bildin mi ey cân

Ali hem Fâtıma Şebbîr ü Şebber[155]

Hz. Fâtıma, Ehl-i Beyt’ten Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e İlk Kavuşacak Kişidir

Hadis rivâyetlerinde Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinden hemen önce yatağında hasta yatarken Hz. Fâtıma ile aralarında geçen bir diyaloga sıkça yer verilir. Buna göre Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in yürüyüşüne benzer bir yürüyüşle gelir ve yanına oturur. Hz. Peygamber kızına bir şeyler fısıldar ve Fâtıma ağlamaya başlar. Ardından bir şeyler daha fısıldar. Bu kez Hz. Fâtıma tebessüm eder. Orada bulunan Hz. Âişe, Hz. Fâtıma’ya “Bugüne kadar böylesine üzüntüyle sevinci bir arada görmemiştim. Rasûlullah sana ne söyledi?” der. Hz. Fâtıma, o an bu sırrı açıklamak istemez. Hz. Peygamber’in vefatının ardından kendisine bu hâdise hatırlatılınca şöyle cevap verir: “Hz. Peygamber ilk olarak “Cebrâil yılda bir kez Kur’an’ı sunmak için gelirdi. Ama bu yıl iki kez geldi. Bu ecelimin yaklaştığına işarettir.” buyurdu. Ben de bu söz üzerine ağladım. İkinci kez ise kulağıma “Ehl-i Beyt’im içinde bana ilk kavuşacak olan sensin. Acaba cennet hanımlarının seyyidesi veya mü’min hanımların seyyidesi olmak istemez misin?” dedi. Bunun üzerine güldüm[156].” Hz. Fâtıma’nın Cennet hanımlarının en üstünü olması ile ilgili Huzeyfe’nin bir hadis rivâyeti ise şöyledir: “Hz. Peygamber’i akşam ile yatsı namazı arasında ziyâret etmiştim. Bana şöyle dedi: “Allah seni, anneni ve babanı bağışlasın. Bu gördüğüm melek, bu geceden önce yeryüzüne aslâ inmemiş bir melektir. O, bana Rabbinin selâmını ulaştırmak ve Fâtıma’nın cennet hanımlarının en üstünü, Hasan ve Hüseyin’in cennet gençlerinin efendileri olduğunu müjdelemek için gelmiştir[157].”

Yazıcıoğlu Mehmed (ö. 1451), Muhammediyye adlı eserinde Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in, kızı Fâtıma’ya Ehl-i Beyt’ten kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu bizzat haber verdiğine dair hadisi şöyle aktarmıştır:

Gel dedi bana yakın ya Fâtıma

Ömrüm az kaldı erişdi hâtime

Geldi çün katına etti iltizâm

Sırr ile kulağına dedi kelâm

Ağladı ağlayıcak emr eyledi

Geri kulağına bir söz söyledi

Başını kaldıruban güldü bu kez

Şâd olub katımıza geldi bu kez

Âişe dedi ki sorduk ne dedi sana kelam

Dedi ki bugün ömrüm olusar ihtimâm

Ağladığım ol idi sonra sevindirdi beni

Dedi Allah’tan diledim verdi Hayyu lâ-yenam

Cümle ehlimden sen evvel eresin bana dedi

Güldüğüm ol idi kim gönlüm tuttu ona nizâm[158]

İsmail Sâdık Kemal Paşa’nın mevzûbahis hadisi aktardığı beyitlerine göre, Hz. Peygamber kızına gizli bir şeyler söylemiş, bunun üzerine Hz. Fâtıma önce ağlamış, ardından neşelenmiştir. Bu durumun hikmeti sorulduğunda babasının vefât edeceğini duyunca ağladığını, ailesinden ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu müjdeleyince de sevindiğini söylemiştir:

Hazret-i Fâtımaya gizlüce ba’âzı sohbet

Söyleyüp itdi bükâ sonra da oldı handân

Hikmeti sorılıcak didi ki kendi fevtin

Bana ihbâr buyurdı ana oldum giryân

Sonra bana ehlimden sen geleceksin evvel

Buyurup itdi bu tebşiri beni pek şâdân[159]

Yusuf Fâhir Baba (ö. 1967), Hz. Fâtıma’ya hitâben kaleme aldığı beytinde onu, Hz. Muhammed Mustafa’nın şerefli nutfesi ve dünyadaki seyyitlerin efendisi olarak tavsif etmekte ve cennet kadınlarının efendisi olduğuna dair rivâyet edilen hadise istinâden cennetin sultanı olduğunu söylemektedir:

Sen Muhammed Mustafâ’nın nutfe-i zî-şânısın

Seyyidü’s-sâdât-ı ‘âlem cennetin sultânısın[160]

İshâk b. Hasan Tokâdî er-Rızâî (ö. 1679), Betül lakabı ile beraber zikrettiği Hz. Fâtıma’yı saâdet ehli şeklinde tavsif ederek onun âhirette cennete girme bahtiyarlığına ereceğini ve cennet kadınlarının efendisi olacağını ifade etmektedir:

Betûl-i Fâtıma ehl-i saâdet

Kılur Cennet nisâsına siyâdet[161]

Hz. Peygamber’in, vefâtının ardından ailesinden kendisine ilk kavuşacak kişinin kızı olduğuna dair haberi gerçekleşmiş ve babasından altı ay sonra Hz. Fâtıma vefât etmiştir. İsmail Sâdık Kemal Paşa, bu durumu şöyle ifade etmiştir:

Vefât-ı Hazret-i Fahr-i rusülden altı mâh

Mürûr idince vefât itdi Hazret-i Zehrâ[162]

Hz. Fâtıma’nın Dünyaya Gelişi

Hz. Fâtıma’nın doğum tarihi Sünnî kaynaklara göre Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nübüvvetinden öncedir. Bunun yanı sıra Sünnî kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili menkabevî olaylara yer verilmediği görülür162 [163]. Ancak Şia kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın nübüvvetten sonra Mi'râc hâdisesinin hemen ardından dünyaya geldiği yer almaktadır[164]. Buna göre, Hz. Peygamber Mi'râcda iken kendisine cennet gezdirilmiş, bu esnâda yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağacın altında durmuş ve bu ağacın meyvesinden yemiştir. Akabinde yediği meyve Hz. Peygamber’in sülbünde nutfeye dönüşmüş, yeryüzüne döndüğünde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve Hz. Hatice, Hz. Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Bu olay hadis kaynaklarında şöyle yer almaktadır: “Mi'râc’a götürüldüğümde beni cennete dâhil ettiler ve ben cennet ağaçlarından bir ağacın yanında durdum; öyle bir ağaçtı ki cennette onun gibi güzel, yaprakları beyaz ve meyvesi hoş olan bir ağaç görmemiştim. Onun meyvesinden alıp yedim, bu benim sulbümde nutfeye dönüştü. Yeryüzüne döndüğümde Hatice ile bir araya geldim ve o, Fâtıma’ya hâmile kaldı. O zamandan beri ne zaman cennet kokusu arzulasam Fâtıma’yı kokluyorum[165].” Enes bin Mâlik’in annesi Ümmü Süleyme ile Ebû Talha el-Ensârî’nin hanımı Ümmü Süleym ise hâdiseyi şöyle nakletmişlerdir: “Rasûlullah’ın kızı Fâtıma aslâ hayız ve nifas kanı görmemiştir. Rasûlullah İsrâ yolculuğuna çıkarıldığında cennet meyvelerinden yemiş, cennetin suyundan içmiştir. Dönünce de Hatice ile birleşmiş ve Hatice, Fâtıma’ya gebe kalmıştır[166].” Başka bir rivâyete göre ise Cebrâil, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e cennetteki meyvelerden getirmiş, Hz. Muhammed de bu meyvelerden yemiştir. Akabinde Hz. Hatice ile bir araya gelmiş ve böylelikle Hz. Fâtıma doğmuştur[167].

Müellifi meçhul olan Destân-ı Ejderhâ adlı eserde Hz. Peygamber’in melekler vâsıtası ile gönderilen cennet meyvesini yemesi ve akabinde Hz. Fâtıma’nın dünyaya gelmesi hâdisesi farklı bir üslupla aktarılmaktadır:

Elmayı gönderdi Hakk Çalap Muhammed’e

Uçmakdan getirmişler idi Ahmed’e

Aldı Rasûl elmayı dişledi

Allah ana Fâtıma’yı bağışladı[168]

Mehmed Şemseddin’in (ö. 1936), Hz. Fâtıma hakkında kaleme aldığı müstakil mevlidine göre ise Cebrâil, cennetten iki elma getirmiş, elmalardan birisini Hz. Muhammed, diğerini Hz. Hatice yemiş ve Hz. Fâtıma bunun neticesinde dünyaya gelmiştir:

Bazı râvîler rivâyet itdiler

Şöyle arz-ı hikâyet itdiler

Aldı dü-elma cinândan Cebrâil

Yâ Habîballâh didi emr-i Celîl

Bu gice eyle tenâvül birini

Hadîce Kübrâya vir diğerini

İşte andan halk olınmışdır Betûl

Yani Zehrâ nûr-ı çeşmân-ı Rasûl[169]

Hz. Fâtıma’nın Soyundan Gelenler Cehenneme Gitmeyecektir

Hz. Fâtıma’ya Arap lîsânında “f k ^” kökünden müştak olan ve “(sütten) kesen, ayıran” mânâsına gelen[170] Fâtıma isminin verilmesi husûsunda çeşitli hadis rivâyetleri mevcuttur. Buna göre Hz. Peygamber, Hz. Fâtıma’ya neden böyle isimlendirildiğini bilip bilmediğini sorar. Akabinde “Çünkü Allah kıyâmette Fâtıma ve onun soyundan gelenleri cehennem ateşinden kesmiş, ayırmıştır.” buyurur[171].

Erzurumlu İbrahim Hakkı (ö. 1780), Hz. Peygamber tarafından dünyada iken cennete girecekleri müjdelenen ve kaynaklarda aşere-i mübeşşere olarak isimlendirilen on kişi[172] [173] ile beraber Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in de cennetlik olduklarını söylemekte, bunların haricindekilerin kesin olarak cennete gideceklerine dair hüküm vermenin yanlış olduğunu ve bu husûsu yalnız Allah’ın bileceğini belirtmektedir:

Aşere-i mübeşşere ve Fâtıma Hasan Hüseyn

Bu ümmetten bulara cennet ile neşhedü billâh

Ve gayrı kimseye ayniyle cennetlik denilmez kim

173

gayba hükm olur gaybı ne bilsin kimse gayrullah

Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin Evliliği

İslâm tarihi açısından önem arz eden Hz. Ali-Hz. Fâtıma evliliği, aralarında rivâyet farkları bulunmakla birlikte hem Ehl-i Sünnet hem de Şia tarafından kabul edilen hadislere konu edilmiştir. Ehl-i Sünnet kaynaklarında yer alan rivâyetlere göre, ilk olarak Hz. Ebû Bekir, Hz. Fâtıma ile evlilik talebini Hz. Peygamber’e bildirir. Ancak Hz. Peygamber, kızı hakkında ilâhî hükmü beklediğini beyan ederek Hz. Ebû Bekir’in bu talebini geri çevirir. Ardından Hz. Ömer, Hz. Fâtıma ile evlenmek istediğini ifade eder. Hz. Peygamber, ona da aynı şekilde mukâbelede bulunur. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in müsbet yanıt bulamamasının ardından yakınları Hz. Ali’ye Hz. Fâtıma ile evliliğe tâlip olması husûsunda ısrarcı olurlar. Hz. Ali, reddedilmekten çekindiği için önce kabul etmek istemez. Ancak ısrarlar üzerine Hz. Peygamber’i ziyâret eder ve Hz. Fâtıma’ya tâlip olduğunu bildirir. Hz. Ali’nin bu talebi üzerine Hz. Peygamber, kızına fikrini sorar ve neticede evliliğin yapılmasına karar verilir. Hz. Ali’nin mihir olarak vermek üzere atı ve zırhından başka bir şeyi bulunmamaktadır. Hz. Peygamber, atın ona lazım olacağını, ancak zırhını satarak evliliğin gerçekleşmesi için gereken mihri karşılayabileceğini ifade eder. Hz. Ali, zırhını satmak üzere çarşıya gider. Hz. Osman, zırhı Hz. Ali’den satın alır. Ancak âlîcenaplığının bir göstergesi olarak satın aldığı zırhı düğün hediyesi olarak geri verir. Bu olayın Hz. Peygamber tarafından işitilmesi üzerine Hz. Peygamber’in duâsına mazhar olur. Ardından Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin nikâhları kıyılır. Hz. Fâtıma’nın çeyizi ve Hz. Ali’nin ev eşyasının azlığı da bu evlilikle ilgili rivâyetlerde dikkat çeken diğer bir husus olmuştur[174]. Şia kaynaklarında ise Hz. Ali-Hz. Fâtıma evliliğinin Allah tarafından murat edildiği, nikâhlarının Allah tarafından kıyıldığı ve meleklerin de nikâh şâhitliği yaptığı telakkîsi yer almaktadır. Bu nikâhın Mi’râc esnâsında Sidretü’l-Müntehâ’da kıyıldığı da Şia rivâyetleri arasındadır[175]. Alevî- Bektaşî kaynaklarında yer alan bir rivâyete göre ise Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ali, aynı anda Hz. Fâtıma ile evlenmek isterler. Bu durum karşısında Hz. Peygamber kızını Kur’ân-ı Kerîm’i önce hatmedene vereceğini söyler. Hz. Ali üç İhlâs ve bir Fâtiha okuyarak hatim yaptığını söyler[176] ve Hz. Fâtıma ile evlenmeye hak kazanır[177].

Türk-İslâm edebiyatı’nda müellifler eserlerinde Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evillik bağına işaret ederken genellikle Hz. Fâtıma’yı Hz. Ali’nin eşi olarak ele almışlar ve “zevce-i Haydar, zevce-i Şîr-i Hudâ, zevce-i sâki-i Kevser vb.” terkîblerle sıkça tavsif etmişlerdir. Bazı şairler de Şia inancında yer bulan ve Hz. Ali-Hz. Fâtıma nikâhının Allah katında meleklerin şahitliğinde kıyıldığına yönelik telakkîye de zaman zaman eserlerinde yer vermişlerdir. Hz. Ali-Hz. Fâtıma evliliğinin şairlerin manzûmelerinde yer bulmasının yanı sıra bu hususla ilgili olarak az sayıda da olsa müstakil mensur eserlerin de kaleme alındığı ve bu tür eserlerin “Tezvîc-i Fâtıma” şeklinde isimlendirildiği müşâhede edilmektedir[178].

Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evliliği husûsundaki diğer bir rivâyet ise şöyledir: Bir gün Rasûl-i Ekrem'in huzuruna vardım. Bana “Yâ Ali” diye seslendiler. Ben de: “Buyrun ey Allah’ın Rasûlü!” dedim. Rasûlullah: “Evlenmeye rağbetin var mı?” diye sordu. Ben de cevaben: “Allah Rasûlü daha iyi bilir.” dedim. Hazret-i Peygamber, bana: “Ey Ali, müjde! Allah beni mahzun etmekte olan senin evlenme işini kendi üzerine aldı.” buyurdu. Ben: “Bu iş nasıl oldu ey Allah’ın Rasûlü?” dediğimde şöyle buyurdular: “Cebrâil cennet sümbülü ve cennet karanfili ile bana geldi ve onları bana verdi. Ben onları alıp kokladım ve Cebrail’e “Ey Cebrâil, bunun sebebi nedir?” diye sordum. Cebrâil şöyle dedi: “Allah Teâlâ cennette bulunan meleklere ve diğer cennet ehline bütün cennetleri ağaç, nehir, meyve ve saraylarıyla beraber süsleyip donatmalarını, cennet rüzgârlarına çeşitli güzel kokularla esmelerini, cennet hûrilerine de “Tâ-Hâ (Tâ-Hâ sûresi )”, “Tâ-Sîn (Neml sûresi)” ve “Hâ-Mîm-Ayn-Sîn-Kâf (Şûrâ sûresi)” ile başlayan sûreleri okumalarını emretti. Daha sonra bir münâdîye şöyle nidâ etmesini söyledi: “Ey benim meleklerim ve ey cennetimin sâkinleri! Şahit olun ki, Muhammed'in kızı Fâtıma’yı, Ali bin Ebî Tâlib ile evlendirdim. Bu işten dolayı hoşnut ve razıyım. Bu ikisi birbirlerinindir.” Sonra Allah, melekler içinde belâgatte üstüne olmayan Rahil adlı meleğe bir hutbe okumasını emretti. O da yer ve gök ehlinin okuyamadığı bir hutbe okudu. Ardından bir münâdiye şöyle seslenmesini emretti: “Ey benim meleklerim ve ey benim cennetimin sakinleri! Muhammed’in habîbi Ali bin Ebû Tâlib’i ve Muhammed’in kızı Fâtıma’yı tebrik edin. Çünkü ben, onlara hayır ve bereket verdim.” Rahil: “Ey Rabbim! Cennette ve katında gördüğümüzden başka onlara verdiğin bereket nedir?” dedi. Allah-u Teâla şöyle buyurdu: “Onlara ihsân ettiğim bereketimden bazıları şudur ki onları sevgim üzere bir araya topluyor ve yaratıklarıma hüccetim olarak kılıyorum. İzzet ve celâlime and olsun onlardan öyle bir nesil ve evlatlar vücûda getireceğim ki onları yeryüzünde hazînedârlarım ve hikmetimin madenleri kılacağım. Peygamber ve rasûllerden sonra onlarla yaratıklarıma delil göstereceğim.” Öyleyse müjde ey Ali! Ben de Allah Teâla’nın evlendirmesi üzerine kızım Fâtıma’yı seninle evlendirdim. Hz Ali: “Allahım! Bana verdiğin nimete şükretmemi bana ilham et!” Rasûl-i Ekrem de: “Âmin” dedi[179].

Nakşibendî Mehmed Murad, asıl itibari ile Şia inancında yer alan Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nikâhının öncelikle Allah katında kıyılması olayına manzûmesinde yer vermiştir. Buna göre Allah, Beytü’l-Ma’mûr’da[180] toplanan meleklere Muhammed kızı Fâtıma’yı Ali’ye nikâhladığını söylemiş ve meleklerden bu nikâha şahitlik etmelerini istemiştir. Şair, ayrıca Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nikâhının bu şekilde kıyıldığı husûsunda hiçbir şüphenin bulunmadığını da ifade etmiştir:

Didi kim Beyt-i Ma’mûrda melekler hâsıl oldular

Buyurdı cümlesin mazhârına Rabb-i bî-hemtâ

Nikâh itdim Alî’yi Fâtıma bint-i Muhammed’e

Olun şâhid biliniz böyle itdi Rabbimiz kat’â[181]

Nakşibendî Mehmed Murad’ın, konu ile ilgili diğer bir beytine göre Hz. Peygamber, meleklerin Beyt-i Ma’mûr’da toplandıklarını ve Fâtıma ile Ali’nin nikâhının burada kıyıldığını söylemiştir:

Melekler Beyt-i Ma’mûre bugünde cem olmuşlar

Nikâh olmuş Aliye duhterim Fâtımatü’z-Zehrâ[182]

Nakşibendî Mehmed Murad, Hz. Ali-Hz. Fâtıma nikâhının Allah katında kıyıldığını beyan etmesinin ardından Hz. Fâtıma’nın alacağı mehir husûsuna değinmiştir. Buna göre Hz. Peygamber nikâhın Allah’ın emri üzere gerçekleştiğini söylemiş ve kızına mehir olarak talebinin ne olduğunu sormuştur. Hz. Fâtıma ise dünya malına karşı bir rağbetinin bulunmadığını, mehir olarak âhiret günü ümmet-i Muhammed’in günahkâr olanlarına şefâat etmeyi arzuladığını söylemiş ve bu arzusunun kabul edilmesi halinde Allah’ın kendisine bir senet vermesini istemiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, kızının talebini Cebrâil’e iletmiş ve Cebrâil, bu talebin kabul edildiğine dair senedi getirmiştir:

Nikâh emri tamâm oldı buyurdu server-i ‘âlem

Kızım mehrin ne olsun söyle gel ey duhter-i e’nâ

Cevabında buyurdı Fâtıma ey validî erham

Bilürsin yok dilimde mâl-ı dünya hem ve mâ-fihâ

Şefâat murâdım ümmetin isyânına Hakdan

Senet virsün şefâ'at itmeğe hem Rabbi’l-a’lâ

Beyân itdi Rasûlullah murâdın Cibrîle hem

Getürdi bir sened Hakdan murâdı üzre pek a’lâ[183]

Yazıcıoğlu Mehmed Bican, Muhammediyye adlı eserinin Vefât-ı Fâtıma kısmında Hz. Fâtıma-Hz. Ali evliliği husûsunu ele alırken Hz. Fâtıma’nın dünyalık mehir yerine Muhammed ümmetinin günahkârları için âhiret günü şefâatçi olmayı talep ettiğini, Cenâb-ı Allah’ın da Cebrâil vâsıtası ile haber göndererek onun bu isteğini uygun bulduğunu ifade etmiştir. Zira kaynaklarda yer alan rivâyete göre Hz. Fâtıma, peygamber kızı olması hasebi ile başka insanlar ile kendisi arasında fark olması gerektiğini düşünerek dünyalık bir mehir istememiş, bunun yerine günahkâr ümmet için âhiret günü şefâatçi olmayı talep etmiştir183 [184]:

Dedim olmazam ben bu cihân mehrine

Dedi pes Rasûl yâ kızım eyledin çünki âr

Dilerven olam kıyâmet gününde şefîi’

Buların suçun ben dileyem edem i’tizâr

Gelip dedi Cebrâil Allah selâm eyledi

Ne kim dedise Fâtıma eyle olsun bu kâr[185]

Şah Hatayî (ö. 1524), günahlarının mağfiret olunması amacı ile Cenâb-ı Hakk’a niyâzda bulunmakta, bu esnâda Hz. Muhammed, Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Muhammed Mehdî ve Hz. Ali’nin katırı Düldül’ü niyâzının makbûliyeti için vesile kılmaktadır. Şair, Hz. Fâtıma’nın ezelden beri Hz. Ali’nin zevcesi olduğunu söyleyerek nikâhlarının yeryüzünde kıyılmadan önce Allah katında kıyıldığına dair inanca işaret etmektedir:

Bendeyem şâha ezel nûr-ı sıfâtın hakkiçün

Sâki-i mahşer Muhammed Mustafâ’nın hakkiçün

Mahremi Şâhın ezelden Fâtıma bint-i Nebi

Düldül-î Kamber Aliyye’l-Murtazâ’nın hakkiçün

Ya İlâhî! Bu Hatâyî’nin günâhın afv kıl

Sâhib-i zamân Muhammed Mehdi’nin hakkîçün[186]

Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in Bir Cüz’üdür

Hz. Peygamber’i anlatan kaynaklarda kızına gösterdiği sevgi ve teveccüh ile ilgili çok sayıda hadis rivâyeti mevcuttur. Bu rivâyetlerin çoğunluğu, Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber nezdindeki müstesnâ konumu üzerine yoğunlaşmaktadır. Konuyla ilgili en meşhur hadislerinden birisi: “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır. Ona eziyet eden bana eziyet eder. Onun canını sıkan şey benim canımı sıkar186 [187].” meâlindedir. Bu rivâyetten iktibasta bulunan şairlerden biri Sâdık Ağazâde Sıdkî’dir. Sıdkî, ilgili rivâyetten hareketle Hz. Peygamber’in, kızı Fâtıma’nın kendi nezdindeki kıymetini beyan ettiğini söylemiş ve onu Hz. Peygamber’in gözünün nûru şeklinde tavsif etmiştir:

Bid’atün minnî dedi şânında Fahrü’l-enbiyâ

Kurretü’l-„ayn-i Rasûl-i kibriyâdır Fâtımâ[188]

Sukûtî (ö. 1896), kadınların en hayırlısı olan kızı Fâtıma hakkında âlemlerin övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in “Benim bir parçamdır.” buyurduğunu nakletmektedir:

Fâtıma Hayru’n-nisâya biz’ate minnî didi

Ol Nebî-i fahr-i âlem Şâfi-i mahşerdir[189]

Nakşibendî Mehmed Murad da, Hz. Peygamber’in “Fâtıma benim bir cüz’ümdür. Onu öfkelendiren beni öfkelendirir.” şeklindeki hadisini manzum şekilde kaleme almıştır:

Buyurdu bir gün ol server ki cüzdür Fâtıma benden

Anı iğzâb iden iğzâb ider bilsün beni hâ[190]

Sâdeddin Sırrî Efendi (ö. 1936), Hz. Fâtıma’yı yaratılmışların övüncü olan Hz. Peygamber’in bir cüz’ü olarak tavsif etmiştir. Ehl-i Beyt’in en hayırlı kadını olan Hz. Fâtıma’nın dünyada gün yüzü görmediğini, oldukça sıkıntılı bir hayat sürdüğünü söylemiştir:

Âh yüzbin âh kim dünyâda bir gün görmedi

Bid’a-i Fahri’l-beşer Hayru’n-nisâ-yı Ehl-i Beyt[191] [192]

Sukûtî, Hz. Hüseyin’e hitaben annesi Fâtıma’nın şanında söylenen rivâyeti söz konusu etmiş, Hz. Hüseyin’i ise kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın gözünün nûru şeklinde nitelendirmiştir:

Mâderin şânında gelmiş bid’atü minnî bugün

192

Nûr-ı ayn-ı Fâtıma hayrü n-nisâsın yâ Hüseyn

Sâdık Ağazâde Sıdkî de, hadisten lafzî iktibas yapmış, ayrıca Tathîr âyeti olarak adlandırılan “(Allah) sizden günahı gidermek (ve tertemiz yapmak istiyor.)” meâlindeki Ahzâb sûresinin 33. âyetinin Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğunu ifade etmiştir:

Hadîs-i bid’atün minnî eder mâhiyetin îmâ

Ve yüzhib „ankümü’r-rics âyetinin mazharı Zehrâ[193]

Pir Muhyiddîn, Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma’yı kendisinin bir parçası olarak nitelendirdiğini söylemiş ve Hz. Fâtıma’nın gönüle huzur bahşeden yönünü vurgulamıştır:

Fâtıma didi bir cüz’ümdürür

Dâimâ gönlüm açan kızımdurur[194]

Hz. Fâtıma’nın Cennete Girişi

Hz. Fâtıma’nın cennete girişi ile ilgili olarak kaynaklarda çeşitli rivâyetler yer almaktadır. Bir rivâyete göre Hz. Ali, Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Kıyâmet günü bir görevli perdelerin arkasından şöyle seslenir: Ey cemâat, Muhammed’in kızı Fâtıma geçinceye kadar gözlerinizi kapatın, başlarınızı indirin, ona bakmayın[195]”. Hz. Fâtıma’nın cennete girmesi husûsundaki diğer bir rivâyette ise şöyle ifade edilmektedir: “Ey mahşer topluluğu! Gözlerinizi kapatın ki Fâtıma sırattan geçecektir. O anda Fâtıma yetmiş bin câriye ve hûri ile sırattan geçer, cennete girer[196].”

Nakşibendî Mehmed Murad, kaleme aldığı bir manzumede bu hadiseyi şöyle ifade etmektedir:

Buyurmuşdur Rasûlullâh kıyâmet oldukda

Nidâ eyler münâdîler sebîle tolar arsa-i penhâ

Buyuyur ehl-i cum’a gün bu men tenkîs-i re’siyle

Geçicek Fâtıma bint-i Muhammed râd u berk emsâ

Yürür nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bin

Cinânın hûr-ı aynı böyle gider cennete Zehrâ[197]

Sâdık Ağazâde Sıdkî’nin beytine göre ise, Hz. Fâtıma mahşer yerine ayak basınca Cenâb-ı Hak orada bulunan insanlara bizzat kendisi nidâ ederek Hz. Fâtıma’ya hürmet etmeleri maksadı ile gözlerini kapatmalarını söyleyecektir:

Gelir halka nidâ göz yummana ta’zîm için Hak’dan

Kudûmuyla müşerref eyledikde mahşer-i Zehrâ[198]

Hz. Peygamber Sefere Çıkacağı Zaman En Son Hz. Fâtıma’ya Uğrardı

Hz. Peygamber’in, kızı Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve teveccühü ile ilgili olarak şöhret bulmuş ve Enes b. Mâlik’ten rivâyet edilmiş olan bir hadis şöyledir: “Peygamberimiz kızı Fâtıma’yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi[199].”

Nakşibendî Mehmed Murad, Hz. Peygamber’in gazâ dönüşünde ilk olarak kızı Zehrâ ile torunları Hasan ve Hüseyin’i ziyâret ettiğini, onları öpüp hasret giderdiğini şu şekilde ifade etmektedir:

Gazâdan avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr

Büyunundan olurdı binti Zehrâ hazrete ahvâ

Ziyâret eyler idi duhter-i pâkîzesin levlâ

Hasan ile Hüseyn’i hem görürdü cedd-i a’lâ[200]

Hz. Peygamber’in En Sevdiği Kişi

Hz. Peygamber’in Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve teveccühü ile ilgili bir rivâyete göre, Hz. Âişe’ye insanların içinde Rasûlullâh’ın en çok kimi sevdiği sorulmuş, Hz. Âişe de Hz. Peygamber’in insanlar içinde en çok Hz. Fâtıma’yı sevdiğini söylemiştir[201]. Başka rivâyetlerde ise, Hz. Peygamber’in, kızı Hz. Fâtıma kendisini ziyârete geldiğinde ayağa kalktığı, onu öptüğü ve derin muhabbetinin bir tezâhürü olarak ona yerini verdiği ifade edilmektedir[202].

Nakşibendî Mehmed Murad’ın beyitlerinde Hz. Peygamber ve Hz. Fâtıma’nın birbirlerine olan karşılıklı sevgi ve hürmetleri ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Buna göre, Hz. Fâtıma, babasının en kıymetli çocuğu durumundaydı. Hz. Peygamber onu diğer Ehl-i Beyt’inden daha çok sever ve üstün tutar, ona daha fazla teveccüh gösterirdi. Hz. Fâtıma babasını ziyârete gittiğinde Hz. Peygamber ayağa kalkar, onu öper, kızının oturması için hırkasını serer ve kızına yer verirdi. Hz. Peygamber de kızının evine ziyârete gidince Hz. Fâtıma babası için ayağa kalkar, onu öper ve babasına aynı şekilde mukâbelede bulunurdu:

Rasûlün efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ

Ki cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ

Kıyâm iderdi geldikde öperdi vech-i pâkinden

Ridâsın bast iderdi hem mekânında virirdi câ

Rasûl-i Kibriyâ da vardığı dem beytinde anın

Kıyâm idüb öperdi eyler idi mislini icrâ[203]

Nakşibendî Mehmed Murad’ın başka bir beyitinde de Peygamber nezdinde en sevgili kimsenin Hz. Fâtıma olduğu şeklindeki hadise şöyle işaret edilmektedir:

Suâl itdi birisi Hazret-i Âişe’den bir gün

Nisâdan sevgili kimdir Rasûle söyle gel cânâ

Cevâbı pür-savâba eylediler Hadîcedür dahı

Didi kim Fâtıma bint-i Muhammed’dür ehabb ana[204]

Hz. Peygamber’in Vefatının Ardından Hz. Fâtıma

Hz. Peygamber’in âhirete irtihâli ashâbı arasında büyük üzüntüye yol açmış, özellikle Hz. Fâtıma’yı derinden sarsmıştır. Hadis kaynaklarında yer aldığı üzere Hz. Fâtıma babasının vefatının ardından üzüntüsünün tesiriyle “Eyvah babacığım, Rabbinin davetine icabet eden baba! Eyvah babacığım, yeri Firdevs cenneti olan baba!” şeklinde ağıtlar yakmıştır. Ayrıca Hz. Fâtıma babasının defin işlemlerinin tamamlanmasından sonra Enes b. Mâlik’i görmüş ve ona: “Ey Enes! Rasûlullah’ın üzerine toprak dökmeye gönlünüz nasıl râzı oldu?”[205] diyerek babasının vefâtından duyduğu derin üzüntüyü ifade etmiştir.

Hoca Ahmed Yesevî (ö. 1166), hikmetlerinden birinde Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine Hz. Fâtıma’nın içine düştüğü hüznü dile getirmektedir. Zira Hz. Peygamber’in vefâtı esnâsında melekler yeryüzüne inmişler ve âlem Hz. Peygamber’in nûru ile dolmuştur. Ardından Hz. Fâtıma babasının vefâtı ile yetim kaldığı için gözyaşı dökmüştür:

Âsmândagi ferişteler yerge indi

Peygamberin nûrı ile âlem toldı

Babam teyu Fâtıma giryân kıldı

Babasudun yetim bolub kalmak içün[206]

Süleyman Çelebi (ö.1422), Vesîletü’n-Necât adlı mevlidinde “kurratüTayn” (gözümün nûru) diye başlarını okşayıp seven dedelerinin vefâtı üzerine torunları Hasan ve Hüseyin’in çok üzüldüklerini, Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Âişe ve kızı Hz. Fâtıma’nın da Hz. Peygamber’in vefâtına son derece müteessir olup gözyaşı döktüklerini belirtmektedir:

Hasret ile dir Hüseyn ile Hasan

N’idevüz biz i dede gitdün çü sen

Gitdünüz siz bizi kim okşayısar

Kurretü’l-„ayneyn bize kim diyiser

Fâtımayla Âişe kılub figân

Dirler idi el-amân u el-amân[207]

Fuzûlî (Ö.1556), Hz. Peygamber’in vefâtı üzerine Hz. Fâtıma’nın duyduğu derin hüznü ifade ederken feleğin Fâtıma’nın kara bağrını lâle goncası gibi kan içinde bıraktığını, hayatı boyunca kanla dolu yüreğinde binlerce gizli yara bulunduğunu söylemektedir:

Veh ki devrân-ı felek Fâtıma-i Zehrânın

Gonçe-i lâle gibi kıldı kara bağrını kan

Biz zamân geçmedi eyyâm-ı hayâtından kim

Dil-i pür-hûnuna yandırmadı bin dâğ-ı nihân[208]

Mehdî, Hz. Fâtıma’nın Soyundan Gelecektir

İslâm inancında, âhir zamanda zuhûr edeceğine ve zulümle dolan dünyada adâleti hâkim kılacağına inanılan bir kurtarıcının geleceği beklentisi bulunmaktadır. Bu kurtarıcı Mehdî olarak adlandırılmakta ve Hz. Fâtıma’nın neslinden geleceğine inanılmaktadır. Bu telakkîye göre Mehdî beş, yedi ya da dokuz yıl hüküm sürecek ve bütün Müslümanları hâkimiyeti altına alacaktır[209]. Bu hâkimiyetin ardından da kıyâmet kopacaktır. Sünnî kaynaklarda Mehdî ile ilgili rivâyetlerin sayısı 40 civarında iken, Şia kaynaklarında bu sayı 200’e ulaşmaktadır. Mehdî ile ilgili bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:“Mehdî benim zürriyetimdendir. Kızım Fâtıma’nın evlatlarındandır[210] [211].”

Elvân-ı Şirâzî, kaleme aldığı Gülşen-i Râz mesnevisinde âhir zamanda zuhûr edeceğine inanılan Mehdî’nin bir takım özelliklerini zikretmektedir. Buna göre Mehdî, Hz. Peygamber’in bâtınî manada aynası hükmündedir. Döneminin en yüce mertebeye sahip velîsi olacak, ona müsâvî bir velî artık dünyaya gelmeyecektir. Dünyayı şer’î kurallara göre yönetecektir. Âhir zamanda gelecek olan Mehdî, nesep itibari ile de Hz. Fâtıma’nın neslinden olacaktır:

Rasûlun bâtınî âyinesidür

Kıyâs itgil kim anun nesi dür

Rasûlündür velîliğine hâtem

Şerîat içre âmildür âlem

Bunun gibi velî bir dahı olmaz

Anun gibi bu mülke kimse gelmez

Velî olmaz cihânda andan ulu

Verilmez bundan özgeye bu ulu

Anun birisi Mehdî-yi zamândur

Rasûlün elidür şâh-ı cihândur

Olur ol Fâtıma oğlanlarından

Bu deryânındur ol gevherlerinden

Ulusu olısar âhir zamânun

211

Kesîrüdür göğün şekk ü gümânun

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HZ. FÂTIMÂ’NIN İSİM, KÜNYE, LAKAB VE SIFATLARI

İslâm Tarihi kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın çok sayıda isim, sıfat, lakab ve künyeleri zikredilmektedir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda Sünnî ve Şiî kaynaklar arasında önemli farklılıklar göze çarpmaktadır. Sünnî kaynaklarda ekseriyetle Fâtıma ismi ile birlikte Zehrâ ve Betül adlarından söz edildiği hâlde[212], Şia kaynaklarında birtakım ayet ve hadislerle ilişkilendirilerek altmışa yakın isim ve lakap zikredilmektedir. Bunlardan en meşhur olanları Fâtıma, Betül, Zehrâ, Kevser, Sıddîka, Hisân, Hurre, Seyyide, Azrâ, Havrâ, Mübâreke, Tâhire, Zekiyye, Râziye, Merziye, Muhaddese, Mansûre, Meymûne, Ma’sûme, Seyyidetü’l-Kübrâ, Meryemü’l-Kübrâ ve Sıddîkatü’l-Kübrâ isimleridir[213]. Hz. Fâtıma, bu isimlerinin yanı sıra Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması sebebiyle Ümmü’l-Hasaneyn, Şii düşüncede yer alan İsnâaşere telakkîsine dayalı olarak Ümmü’l-Eimme ve Hz. Peygamber ile aralarındaki hususi münâsebetten dolayı Ümmü Ebîhâ[214] lakaplarıyla da anılmıştır.

Sünnî ve Şiî inancın tesiriyle Türk-İslâm edebiyatı sahasında telif edilen eserlerde Hz. Fâtıma’nın çeşitli isim, künye ve lakaplara yer verildiği, birtakım fiziksel, mânevî ve ailevî husûsiyetleri ile tavsif edildiği görülmektedir. Bunlardan bir kısmı Hz. Fâtıma hakkında rivâyet edilen hadislerde yer almakla birlikte, çoğunluğu onun bahsi geçen özelliklerinden hareketle müellifler tarafından kullanılmıştır.

HZ. FÂTIMA’NIN İSMİ

Fâtıma ismi Arap lisânında “…” kökünden türemiş olup “kesen, ayıran” mânâlarına gelmektedir[215]. Hz. Fâtıma’ya bu ismin verilmesi husûsunda kaynaklarda çeşitli rivâyetler yer almaktadır. Buna göre, Hz. Peygamber bir gün, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma ile birlikte bulunduğu esnâda kızına “Niçin Fâtıma diye adlandırıldığını biliyor musun?” diye sorar. Bu soruya Hz. Ali mukâbelede bulunarak “Niçin böyle adlandırılmıştır?” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Allah onu ve neslini kıyâmet günü cehennem ateşinden ayırmıştır.” buyurur[216]. Bir başka rivâyette ise, Hz. Fâtıma doğduğunda Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’in kızına Fâtıma ismini koyması için bir meleği görevlendirdiği ve Hz. Fâtıma’nın hayız ve nifas gibi kadınlara mahsus birtakım hâllerden uzak olmasına istinâden bu şekilde isimlendirildiği yer almaktadır[217].

Türk-İslâm edebiyatı sahasında telif edilen eserlerde Hz. Peygamber’in kızından bahsedilirken en fazla kullanılan isminin “Fâtıma” olduğu görülmektedir. Şairler, kaleme aldıkları beyitlerde Hz. Fâtıma’yı zikrederken bu ismi hem müstakil olarak hem de farklı terkîblerle birlikte kullanmışlardır. Nitekim edebî metinlerde Hz. Fâtıma ismi zikredilirken bazen yalnızca Fâtıma bazen de Hazret-i Fâtıma, Fâtıma Ana

Fatma Ana, Cenâb-ı Fâtıma, Fâtıma Hanım, Fâtıma-i Gülizâr, Fâtıma Âlî Cenâb vb. terkîblerle kullanıldığı görülmektedir.

Hacı Nûreddin Efendi, Maktel-i Hüseyin isimli eserinde yer alan beyitte Hz. Fâtıma’dan “Rasûlullah’ın kızı Fâtıma” şeklinde bahsetmektedir:

Didiler bilmek istersen bizi

Fâtımâdır ol Rasûlullâh kızı[218]

Süleyman Nahifi (ö. 1738), Mevlüdü’n-Nebî adlı mesnevîsinde Hz.  Muhammed’in kızları olan Zeynep, Gülsüm, Rukiyye ve Fâtıma’nın ruhlarına selâm göndermekte ve makamlarının cennet olması için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Şairin, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in diğer üç kızını sâdece isimleri ile zikretmekle beraber, Hz. Fâtıma’yı cömertliği ve Hasan ve Hüseyin’in annesi olması yönüyle ön plana çıkardığı görülmektedir:

Sonra olup çâr-benât-ı kirâm

Oldu ol duhterlere ferhunde nâm

Zeyneb ü Gülsüm ü Rukiyye dahi

Fâtıma ümmü’l-Hasaneyn-i sahî

Cümlesinin rûhuna olsun selâm

Eyleyeler adn-i berîni makâm[219]

Yûnus Emre, kaleme aldığı bu dörtlükte tâbiîn neslinden Yemenli bir zahid olan ve annesine bağlılığı ile bilinen Üveys el-Karânî’nin ziyâret maksadıyla Hz. Peygamber’in evine gelmesi olayına yer vermiştir. Kaynaklarda yer aldığı üzere Üveys el-Karânî, Yemen’e gelen Müslümanlar vâsıtası ile İslâm dinine girmiştir. Yemen’de deve çobanlığı yaparak ve hurma çekirdeği toplayarak geçimini sağlamaktadır. Müslüman olmasının akabinde Medîne’ye giderek Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i ziyâret etmeyi arzulamakta, ancak annesinin yaşlılığı dolayısı ile bu arzusunu yerine getirememektedir. Üveys el-Karânî bir gün annesinden kısa süreliğine izin almış ve Medîne’ye gitmiştir. Hz. Peygamber’in evine vardığında O’nu evde bulamamış, ancak kızı Fâtıma ile görüşmüş ve aynı gün Yemen’e geri dönmüştür. Yûnus Emre’nin de şiirinde belirttiğine göre Hz. Peygamber eve geldiğinde kapıda Üveys’in nurunu müşâhede etmiş ve kızı Fâtıma’ya eve gelenin kim olduğunu sormuştur. Hz. Fâtıma, cevâben eve Yemenli Üveys adında birisinin geldiğini söylemiştir[220]:

Peygamber mescitten evine döndü

Üveysin nûrunu kapıda gördü

Sordu Fâtıma’ya eve kim geldi

Yemen ellerinde Veysel Karânî[221]

Hasan Kenzî (ö. 1680), kaleme aldığı bu dörtlükte Hz. Peygamber’in cemâlini görmeyi temennî etmekte ve bu arzusunun yerine gelmesi için kızı Fâtıma, Hz. Ali ve torunları Hasan ile Hüseyin’i vesile kılmaktadır:

Duhterin Fâtıma hürmetiyçün

‘Aliyyü’l-Mürtezâ rifati içün

Hasan u Hüseyin izzeti içün

Göster cemâlini yâ Rasûlallâh[222]

Farsça ağırlıklı olarak söylediği na’t-ı şerifinde Eşref Paşa (ö. 1894), hata ve günahlar sebebi ile yakıcı ve dehşetli kıyâmet gününde zelil duruma düşmemek için günahkârların şefâatçisi ve bütün muhtaçların yardımcısı olarak nitelendirdiği Hz. Peygamber’den şefâat istemektedir. Bununla birlikte, Hz. Peygamber açısından mühim bir konumda bulunan Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin ile diğer Ehl-i Beyt mensupları ve sahâbeye tevessül ederek, şefâat talebinin Hz. Peygamber nezdinde makbul olmasını dilemektedir:

Be-Haydarî-i ‘Ali vü be-hürmet-i ashâb

Be-Fâtıma be-Hüseyn ü Hasan be-âl-i harem

Bırakma hâk-i mezelletde rûz-ı sûz u güdâz

Eyâ şefî’-i usât u meded-res-i âlem[223]

Tevhîde Hanım (ö. 1901), Dîvânında İslâm Tarihinin en meyus hâdiselerinden olan Kerbelâ Vak’ası’na yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin’in Kerbelâ Çölü’nde şehit edilmesi esnâsında üzerinde bulunan gömlek mahşer meydanına getirilecek ve oğlunun kanlı gömleğini gören Hz. Fâtıma figân etmeye başlayacaktır. Bununla birlikte şair, Hz. Hüseyin’in şehâdetinde büyük rol oynayan Şimr’in Allah’ın huzûruna çıkacak yüzü olmadığını söylemekte ve onu mel’un olarak nitelendirmektedir. Böyle birinin cennete girmemesi için de Allah’a niyâzda bulunmaktadır:

Kanlı pireheni gelince mahşerin meydânına

Ehl-i mahşer hayran kalır Fâtıma efgânına

Ne yüz ile varıcak bilmem Hakk’ın dîvânına

Ya İlâhi koyma Şibr-i mel’ûnu cinânına

Nûr-ı Hakk’a karışıp gitti o dem mehpâreler

Haşre dek kan ağlasınlar âşık-ı âvâreler[224]

İbrahim ibni Bâlî, manzûmesinde Hz. Fâtıma ve Hz. Âişe’nin dünya ve âhiret hayatındaki üstün konumlarını ele almaktadır. Buna göre dünyada ve âhirette mânevî mertebe itibariyle benzeri olmayan iki kadından ilki Zehrâ lakabı ile tanınan Hz. Fâtıma, diğeri ise Hümeyrâ lakaplı Hz. Âişe’dir. Hz. Fâtıma, peygamberler arasında seçkin bir konumda yer alan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olduğu için, Hz. Âişe ise Hz. Peygamber’in hanımlarından, dolayısı ile Ehl-i Beyt’inden olmakla üstün bir mevki elde etmiştir:

Şol iki seyyide kim ra’ye-gâne

Dü hâtun-ı beşerdür dû-cihâne

Birisi Fâtımadur örf-i Zehrâ

İkinci Âişe dirler Humeyrâ

Birisi nesl-i Nebiyy-i müctebâdır

Birisi Ehl-i Beyt-i Mustafâdır[225]

Kenzî, Hazret-i Fâtıma’nın kokusunu yaseminin kokusuna, oğulları Hasan ile Hüseyin’in kokusunu ise ambere teşbih etmektedir. Hz. Fâtıma’nın yasemin çiçeğine teşbihinde koku ilgisinin yanında renginin beyaz oluşu da dikkat çekmektedir. Bu husûsu Hz. Fâtıma’nın saf ve temiz oluşunun, mâsûmiyetinin ifadesi olarak düşünmek de mümkündür:

Râyiha-yı Fâtıma açılmış yâsemindir

Anber kokusu ise Hüseyn ile Hasandır[226]

Mustafa Fevzi Efendi, Kerbelâ Vak’ası’nın meydana geldiği yeri gördüğünü ve işitenin gönlünü yakan bu hâdiseden dolayı içindeki yaranın tazelendiğini söylemektedir. Bununla birlikte şair, Hz. Fâtıma’nın gözünün nûru olan Hz. Hüseyin başta olmak üzere Hz. Peygamber’in bütün ailesine binlerce kez salât ü selâm getirerek Ehl-i Beyt’e olan sevgi ve hürmetini ifade etmektedir:

Tâzelendi vakâ-yı dil-sûz-i deşt-i Kerbelâ

Çünkü gördüm ben seni ey mevzi-i re’y-i a’lâ

Es-salâ ey nûr-i çeşm-i Fâtıma sâd es-salâ

Ve’s-selâm ey hânedân-ı Mustafâ’nın ecmeli[227]

Hazret-i Fâtıma

Sözlükte “yakında yanında olmak, önünde bulunmak” mânâlarına gelen “hazret”[228] kelimesi tasavvvufî bir terim olarak ilâhî ya da kevnî bir hakîkat ve bunun âlemdeki tecellîleri mânâsına gelmektedir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından geliştirilen hazret teorisinin etkisi, dinî ve siyâsî hayat üzerinde de derinlemesine görülmüştür. Buna istinâden hazret kelimesi, saygı, hürmet ve yücelik ifade etmek kasdı ile Allah, peygamberler, sahâbeler, melekler, pâdişahlar ve devletin ileri gelenleri için kullanılmıştır[229]. Müslüman Türkler, İslâm dini açısından mühim şahsiyetlerin başında gelen peygamberler, dört halîfe ve sahâbeleri “Hz. Muhammed, Hz. Âdem, Hz. Ali, Hz. Fâtıma” vs. şeklinde zikretmektedirler. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri de saygı ve hürmetin bir ifadesi olarak din büyüklerinin isimlerini zikrederken eserlerinde hazret ifadesine çokça yer vermişlerdir.

Yenişehirli Avnî (ö. 1883), Hz. Hüseyin’in şehâdeti ile neticelenen Kerbelâ Vak’ası’na işaret ettiği beyitlerde öncelikle Hz. Hüseyin’i Hz. Fâtıma’nın sevgili bir dânesi olarak nitelendirmekte; onun parçası ve evlâdı oluşuna işaret etmektedir. Ardından Hz. Hüseyin’i kendisi de bir Müslüman olan Yezîd’in hunharca şehit etmesi hâdisesini işiten bir kimsenin bu durum karşısında Yezîd ve ailesine lânet edeceğini ifade etmektedir:

Hazret-i Fâtıma’nın sevgili bir dânesi

Allah Allah ne cesâretle şehîd etti Yezîd

Bu ta’addîyi düşündükçe demezler mi aceb

La’enallâh Yezîdâ ve „alâ âl-i Yezîd[230]

Şeref Hanım (ö. 1861), beyitlerinde Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Fâtıma’nın

gözbebeği ve Rasûlullah’ın torununun canına kast eden kişiyi câhil ve kendini bilmez olarak nitelendirmektedir. Hz. Peygamber’den bile çekinmeden torununu şehit eden bu kâtilin utanması olmayan, kâfir ve dinsiz

imansız kimse olduğunu söylemektedir:

Hazret-i Fâtımanın merdüm-i çeşmânına sen

Nice dikdin çıkası gözlerini ey nâdân

Cedlerinden de mi hiç eylemedin havf ü hirâs

Aceb ey kâfir-i bî-dîn ü hayâ vü îmân[231]

Kul Yusuf (ö. 1789), Hz. Hüseyin’in şehâdetinin ardından hayatta kalan

kadınların bitkin ve üstleri perişan vaziyette develere bindirildiklerini ve Cebrail’in Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i bu durumdan haberdâr ettiğini söylemektedir. Hz. Fâtıma’nın, evlâdının başına gelen bu elim hâdiseyi duyması ile beraber üzüntüyle yanıp yakılmasından ise endişe duymaktadır. Hz. Fâtıma hakkında sorduğu husus aslında cevabını bildiği bir sorudur:

Ehl-i Beyt’in hâli zaîf olunca

Üryân olub develere binince

Muhammed’e Hak’dan Cibrîl gelince

Hazret-i Fâtıma yanar mı bilmem[232]

Fatma Ana/ Fâtıma Ana/  Fâtime Zehrâ Ana

Müslüman Türk milleti, “Onun hanımları, mü’minlerin anneleridir”[233] meâlindeki âyetin bir tezâhürü olarak Hz. Peygamber’in hanımlarının yanı sıra kızı Hz. Fâtıma’ya da büyük bir saygı ve hürmet göstermektedir. Bu durumdan hareketle Hz. Fâtıma, hem Ehl-i Sünnet mensupları hem de Alevî

Bektaşî meşrep kimseler tarafından ekseriyetle “Fatma Ana

Fâtıma Ana” ismiyle anılmaktadır. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in kızı, özellikle de bu kültürde önemli bir yere sahip olan Hz. Ali’nin hanımı ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesi olmasının yanısıra, cömertliği, yardımseverliği, bereket kaynağı olması, doğumların rahat gerçekleşmesi maksadıyla kendisine tevessül edilmesi vb. yönleri ile önemli bir yere sahip olmuş, Alevî

Bektaşî inancında önemli bir mânevî konum olan analık en fazla Hz. Fâtıma’ya yakıştırılmıştır[234]. Bu bağlamda şairler kaleme aldıkları şiirlerde Hz. Fâtıma’yı zikrederken onu “Fâtıma Ana

Fatma Ana

Fâtime Zehrâ Ana” şeklinde isimlendirmeyi tercih etmişlerdir. Bunun yanı sıra Fatma Ana

Fâtıma Ana vasfının ekseriyetle Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile ilgili manzûmelerde kullanıldığı göze çarpmaktadır.

Yûnus, ilâhisinde Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in şehâdetleri vesilesiyle Hz. Fâtıma ve onları seven âşıkların hüznünü dile getirmektedir. Anneleri Fâtıma’nın merhametini ve onlara olan muhabbetini ifade etmek üzere şairin “Fatma Ana kuzuları” ibâresini kullanması da dikkat çekicidir:

Şehitlerin ser-çeşmesi evliyânın bağrı başı Fatma Ana gözü yaşı Hasan ile Hüseyin’dir

Kerbelâ’nın yazıları şehit oldu gâzileri

Fatma Ana kuzuları Hasan ile Hüseyin’dir[235]

Müştak Baba (ö. 1832), kaleme aldığı dörtlükte Hz. Hüseyin’in şehid edildiği Kerbelâ Vak’ası’nın Muharrem ayında vukû bulduğunu, bu elim hâdise karşısında Fâtıma Ana’nın oğlu için figân ederek gözyaşı döktüğünü söylemektedir. Şair, gönlüne hitâben Muharrem ayında meydana gelen bu hâdise dolayısı ile gözlerinden kanlı yaşlar akıtmasını ve yasa ortak olmasını istemektedir:

Sabâh-ı haşredek Fâtıma Ana Ciger-köşem deyu başlar figâne

Gözünden kanlar aksın dâne dâne

Muharremdir meded ey dil Muharrem[236]

Pir Sultan Abdal ise Fâtıma Ana’nın Kerbelâ Vak’ası’nın gerçekleşeceğini rüyasında gördüğünü belirtmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’nın rüyasını Hz. Ali’ye anlattığına işaret ederek Hz. Ali’nin duydukları karşısında gözyaşlarına boğulduğunu ve köleleri Kanber’in onun gözyaşlarını silerek tesellî etmeye çalıştığını ifade etmektedir. Şair, Hz. Hüseyin’i bir altın karşılığında şehit eden kişiyi keşiş olarak tavsif etmek sûretiyle bu hâdiseyi gerçekleştirenin Müslüman olarak kabul edilemeyeceğine vurgu yapmaktadır:

Fatma Ana evvel gördü düşünü

Ali ağladı Kanber sildi yaşını

Keşîş bir altuna aldı başını

İmâm Hüseyinin yasıdır deyu[237]

Dedemoğlu, Yezîd’in adamlarının Kerbelâ Çölü’nde kana kana su içtikleri halde Hz. Hüseyin’e bir yudum bile su vermediklerini, Hz. Hüseyin’in zâlimce şehit edilmesi karşısında Fâtıma Ana ile birlikte gökteki melekler ve yerdeki insanların dahi gözyaşı döktüklerini ifade etmektedir:

Bir su vermediler ol âdil hâna

İçtiler yezitler hem kana kana

Çok figân eyledi hem Fatma Ana

Gökde melek yerde insân ağladı[238]

Hüseyin Nazmi Kâzmî Efendi (ö. 1991), Habîb-i Kibriyâ’nın sevgili kızı Fâtime Zehrâ Ana’nın tertemiz rûhunun hatırı için Kerbelâ’da şehit olanların arkasından hüzünlenerek gözyaşı dökmek gerektiğini ifade etmektedir:

Ol Hâbîb-i Kibriyâ’nın sevgili bir dânesi

Rûh-i pâk-i Fâtime Zehrâ Ana’nın aşkına

Ağla âşık ağla durma yan şehidler aşkına[239]

Cenâb-ı Fâtıma

Lügatte “bir şeyin yakını, çevresi” veya “bir şeyin uzağı” şeklinde zıt mânâlar ifade eden “cenâb” kelimesi, Türk İslâm kültüründe Allah, Peygamber, bazı din büyükleri ve pâdişahlar için kullanılan bir saygı ifadesi olup “hazret” ile aynı mânâyı taşımaktadır[240]. Şiirlerde Hz. Fâtıma için de bu hürmet ifadesinin kullanıldığı görülmektedir.

Hersekli Arif Hikmet Bey (ö. 1903), kaleme aldığı beyitte Hz. Hüseyin’e seslenmekte ve babasının Şâh-ı Merdân Hz. Ali, annesinin ise Cenâb-ı Fâtıma olması dolayısı ile Hz. Hüseyin’in seçilmiş bir evlat olduğunu dile getirmektedir:

Şâh-ı Merdân vâlidin ümmün Cenâb-ı Fâtıma

Öyle bir necl-i güzînsin yâ Hüseyn’i-bin-i ‘Ali[241]

Bektaşî meşrep bir şair olan ve Dîvâriında Ehl-i Beyt sevgisini yoğun bir şekilde işleyen Mehmed Ali Hilmi Dede Baba (ö. 1907), Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişine işaret etmekle birlikte, onu kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı Fâtıma’nın sevgili oğlu ve Hz. Peygamber’in neslinden gelenlerin efendisi olarak tavsif etmektedir:

Cân-ı şîrin-i Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâ

Seyyidü’s-sâdât-ı ekremdir Hüseyn-i Kerbelâ[242]

Şeref Hanım ise Zülfikâr adlı kılıcın sahibi Hz. Ali ile yüksek mânevî mertebelere ulaşmış Cenâb-ı Fâtıma’nın evlatları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in suikast sonucu katledilmelerinin kabul edilemez olduğunu vurgulamakta, buna sebep olan alçaklara ise gece gündüz lânet ettiğini söylemektedir:

İmâmeyn-i hümâmeyne olur mu sû-i kasd etmek

Le’îmâna hediyye la’netim leyl ü nehâr olsun

Peder mâder o iki şâh-ı âlî-câha el-insâf

Cenâb-ı Fâtımayla zât-ı sâhib Zülfikâr olsun[243]

Tevfîk (ö. 1844), Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i Âl-i Abâ’nın en seçkin

mensubu olarak nitelendirmekte, annesinin ise kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı Fâtıma olduğunu ifade etmektedir:

Mâderin olmuş Cenâb-ı Fâtıma hayru’n-nisâ

Zübde-i Âl-i Abâsın yâ Hüseyn ibn-i Ali[244]

Kadîmî (ö. 1957), Hz. Peygamber’in torununu boynundan öpmeye kıyamadığı halde, akıldan yoksun kimselerin Allah’tan korkmadan ona saldırdıklarını söylemektedir. Şair, Hz. Hüseyin’in şehâdetinde ön planda olan Şemr’in Hz. Hüseyin’in tertemiz başını bedeninden ayırdığını ve oğlunun başına gelen bu hâdise karşısında Cenâb-ı Fâtıma’nın son derece üzüldüğünü ifade etmektedir. Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehâdetine sebep olan Şemr’in ellerinin kırılması, başını vücudundan ayırdığı için Mervan’ın gözlerinin kör olması, tabutlarının yanarak cesetlerinin iz bırakmayacak şekilde yok olması yönünde bedduâda bulunmaktadır:

Kıyamazken o nâzik gerdanı bûs etmeye Rasûl

Hudâ’dan korkmadan saldırdılar hâric-i ez-ukûl

Ayırıp re’s-i pâkini bedenden ol Şemîr fusûl

Cenâb-ı Fâtıma oldu bu halden gâyetle melül

Kırılsın ellerin Şemîr kör olsun gözlerin Mervân

Tutuşsun âteşin tabut içinde kalmasın nişân[245]

Şiirlerinde Şiîlik, Hurûfîlik ve Bektaşîliğe meyilli olduğu görülen Eşref Paşa[246], Cenâb-ı Fâtıma redifli medhiyesinde Hz. Fâtıma’yı din ve imanın ışığı, kalp hazînesinin mücevheri, iki cihandaki yardımcısı ve kale gibi sağlam sığınağı şeklinde nitelendirmektedir:

Pertev-i îmân u dînimdir Cenâb-ı Fâtıma

Cevher-i kalb-i hazînemdir Cenâb-ı Fâtıma

Gavs-ı dâreyn-i muînimdir Cenâb-ı Fâtıma

Merca u hısn-ı hasînimdir Cenâb-ı Fâtıma246 [247]

Fâtıma Bint-i Rasûl

Ali Emîrî Efendi, Hz. Hasan’ın medhiyesine dair kaleme aldığı beyitte Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’e nisbetle “Rasûl’ün kızı Fâtıma” mânâsına gelen Fâtıma bint-i Rasûl şeklinde zikretmiştir. Şair, Hz. Hasan’ı öncelikle Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın gözünün nûru şeklinde tavsif etmiş, ardından parlak bir inci tanesine benzeterek seçkin bir kimse olduğunu söylemiştir:

Nûr-i dîde-i Fâtıma bint-i Rasûl

Gevher-i rahşân Hasan-ı müctebâ[248]

Tüfekçizâde Salih Baba (ö. 1907), öncelikle Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinin ardından hilâfet görevini icrâ eden ve çâr-yâr olarak isimlendirilen Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’ye karşı duyduğu derin sevgisini dile getirmektedir. Ardından Kerbelâ’da uzun süre susuz bırakılan ve akabinde şehit olan Ehl-i Beyt mensuplarını Fâtıma bint-i Rasûl’ün gözünün nurları şeklinde tavsif etmektedir:

Sevmişiz cân u gönülden çâr-yâr-ı serveri

Ol Ebûbekr ü Ömer Osmân Alî-yi Hayderi

Fâtıma bint-i Rasûlün dîde-i enverleri

Biz şehîd-i Kerbelâyız cümle atşân bizdedir[249]

Fâtıma Bint-i Nebî

“Fâtıma bint-i Rasûl” terkibinin yanında şiirlerde “Fâtıma bint-i Nebî” şekli de görülmektedir. Âdile Sultan (ö. 1899), Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve muhabbetini dile getirdiği beyitte onu aşk derdinin çâresi, kimsesizlerin sultanı olarak nitelendirmekte ve böylece Hz. Fâtıma’nın en önemli özelliklerinden olan yardımseverlik ve sehâvet yönüne atıfta bulunmaktadır. Fâtıma bint-i Nebî’nin kadınların en hayırlısı olduğunu söylemek sûretiyle onun diğer kadınlar nezdindeki kıymeti ve mertebesine vurgu yapmaktadır:

Derd-i aşkın çâresi bî-keslerin sultânı kim

Fâtıma bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[250]

Fâtıma Bint-i Muhammed

Molla Murad, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın nikâhının Allah tarafından Beyt-i Ma’mûr’da ve meleklerin şahitliğinde kıyıldığına yönelik olan ve genelde Şia inancında karşılık bulan telakkîye yer vermektedir. Buna göre melekler Beyt-i Ma’mur’da iken Allah’ın “Ali ile Fâtıma bint-i Muhammed’i nikâhladım.” şeklindeki hitabına mazhar olmuşlar ve bunun üzerine Allah tarafından semada kıyılan bu nikâha şahitlik etmişlerdir:

Didi kim Beyt-i ma’mûrda melekler hâsıl oldular

Buyurdı cümlesin mazharına Rabb-i bî-hemtâ

Nikâh itdim Ali’yi Fâtıma bint-i Muhammed’e

Olun şâhid biliniz böyle itdi Rabbimiz kat’â[251]

Bahrî, ilk olarak Hz. Hüseyin’i Hz. Peygamber’in inci tanesi olarak nitelendirmekte ve madeninin Fâtıma olduğunu söylemek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın oğlu olduğuna işaret etmektedir. Yoluna canını bile fedâ kılabileceğini belirterek Hz. Hüseyin’e olan sevgisini dile getirmektedir. Ardından annesinin “Fâtıma bint-i Muhammed Mustafâ” olduğunu, kelimelerin kendisinin medhinde yetersiz kalacağını belirtmektedir:

Dürr-i pâk-i Mustafâ’sın ma’denin Fâtımâ

Râhına fedâ-yı cânım yâ Hüseyn-i Kerbelâ

Fâtıma bint-i Muhammed Mustafâ ümmdür sana zv252

Medhine âciz zebânım yâ Hüseyn-i Kerbelâ

HZ. FÂTIMÂ’NIN KÜNYELERİ

Hz. Fâtıma; Hz. Muhammed nezdindeki değeri, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması ve Şiîlerin On İki İmam telakkisine istinaden çeşitli künyelerle anılmıştır. Bu künyelerin başında “Ümmü Ebîhâ, Ümmü’l-Hasaneyn ve Ümmü’l-eimme” gelmektedir. Türk-İslâm edebiyatı sahasında telif edilen manzumelerde, şairlerin Hz. Fâtıma’ya sıkça kullanılan isim ve sıfatlarının yanı sıra sahip olduğu künyelerle de yer verdikleri görülmektedir.

Ümmü Ebîhâ

Hz. Fâtıma’nın en çok bilinen künyelerinin başında “Ümmü Ebîhâ” gelmektedir. Sahâbînin ittifakla belirttiğine göre Hz. Fâtıma, insanlar arasında Hz. Peygamber’e gerek fiziksel gerekse de mânevî özellikleri bakımından en çok benzeyen kimsedir[252] [253]. Bu sebeple Hz. Fâtıma’ya “babasının annesi” mânâsına gelen “Ümmü Ebîhâ” künyesi verilmiştir. Kaynaklarda Hz. Fâtıma’ya bu lakabın bizzat babası tarafından verildiğine dair rivâyetler yer almaktadır[254]. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in, kızını anne sevgisi ile sevmesinden dolayı bu adı aldığı da belirtilmektedir[255].

Türk-İslâm edebiyatı sahasında telif edilen dîvânlarda Hz. Fâtıma’ya nisbet edilen birçok isim, künye, lakap ve sıfat yer almakla birlikte, yapılan dîvân taramaları neticesinde bu künyenin doğrudan veyahut telmîhen yer aldığı bir manzûme tespit edilememiştir.

Ümmü’l-Hasaneyn

Hz. Fâtıma’nın en sık kullanılan künyelerinden olan “Ümmü’l-Hasaneyn”, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden verilmiş olup, “iki Hasan’ın annesi” mânâsına gelmektedir.

Hâce Muhammed Lutfî (ö. 1956), dörtlüğünde kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’yı Ümmü’l-Hasaneyn lakabı ile zikretmektedir. Bununla birlikte Hz. Fâtıma’yı “Allah’ın birtakım tecellîlerini kendinde barındıran kişi” mânâsına gelen “zarf-ı Hudâ” şeklinde vasıflandırmaktadır:

Fâtımatü’z-Zehrâ hayru’n-nisâdır

Ümmü’l-Hasaneyn hem zarf-ı Hudâdır

Evlâd-ı Peygamber Hakk’a fedâdır

Ağlar gözü gönlü al kan iledir[256]

Süleyman Nahîfî, Mevlidün-Nebî adlı eserinde yer alan beyitlerde Hz. Peygamber’in şerefli dört kızının Zeyneb, Gülsüm, Rukiyye ve iki Hasan’ın cömert annesi Fâtıma olduğunu söylemektedir. Ardından Hz. Peygamber’in kızlarının ruhlarına selâm yollamakta ve makamlarının Adn cenneti olması için duâ etmektedir:

Sonra olub çâr-benât-ı kirâm

Oldu ol duhterlere ferhunde nâm

Zeyneb ü Gülsüm ü Rukiyye dahî Fâtıma ümmü’l-Hasaneyn-i sahî

Cümlesinin rûhuna olsun selâm

Eyleyeler adn-i berîni makâm[257]

Ümmü’l-Eimme

Şia inancında yer alan On İki İmam, Hz. Peygamber’in soyundan gelmiştir. Buna istinâden Hz. Fâtıma’ya “İmamların annesi” mânâsına gelen “Ümmü’l-Eimme” künyesi verilmiştir.

Karamanlı Aynî (ö. 1490

94), Hz. Fâtıma’nın “İmamların Annesi” olduğunu ve bu yönü ile de kadınlar arasında en yüksek konuma ulaşarak kadınların en hayırlısı namını elde ettiğini söylemektedir. “Mâderem” ifadesi, samimiyetin ve hürmetin ifadesi olarak dikkat çekmektedir:

Fâtıma ümmü’l-e’imme oldı hakk

Ya’ni ol hayrü’n-nisâdur mâderem[258]

HZ. FÂTIMA’NIN LAKAPLARI

Hz. Fâtıma, sahip olduğu birtakım fizikî mânevî özellikleri ve hadîs-i şeriflerde kendisi hakkında zikredilen hususiyetlerine istinaden “Zehrâ, Betül, Hayru’n-nisâ ve Fahru’n-nisâ” lakabları ile de anılmaktadır. Türk-İslâm edebiyatı şairlerinin kaleme aldıkları manzumeler incelendiğinde bu lakablara ve bunları ihtivâ eden çeşitli terkiblere sıklıkla yer verdikleri görülmektedir.

Zehrâ

Hz. Fâtıma’nın kaynaklarda en sık rastlanılan lakaplarından olan Zehrâ; “parlak, beyaz ve aydınlık yüzlü kadın” mânâsına gelmektedir[259]. Nitekim Hz. Fâtıma’nın yüzünün son derece parlak, nurlu ve beyaz olduğu husûsu ile ilgili olarak Hz. Âişe’nin “Ben karanlık gecede Fâtıma’nın yüzünün aydınlığı ile iğneye iplik geçirirdim.” dediği rivâyet edilmiştir[260]. İslâm Tarihi ve hadis kaynaklarının yanısıra Türk-İslâm edebiyatına dair eserlerde de Hz. Fâtıma, yüzünün nurlu oluşu ve ay gibi parlaması yönü ile ele alınmış, Hz. Fâtıma’nın yüzünün parlaklığı ile ilgili Hz. Âişe’ye atfedilen ifadeye sıkça yer verilmiştir. Böylelikle Hz. Fâtıma, manzûmelerde bazen yalnız Zehrâ lakabı ile zikredilmekte, zaman zaman da Fâtımatü’z-Zehrâ, Hazret-i Zehrâ, Cenâb-ı Zehrâ vb. terkîbler ile göze çarpmaktadır.

Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye’sinde Hz. Fâtıma’yı dünyevî ilgilerden uzak, zühd ve takvâ ehli, âhiret hayatına yönelmiş bir kadın olarak nitelendirmiş, yüzünün son derece parlak ve nurlu olmasına istinâden ona Zehrâ lakabının verildiğini söylemiştir. Şair, bu hususta Hz. Âişe’nin rivâyet ettiği Fâtıma’nın yüzünün parlaklığı ile iğneye iplik geçirdiği şeklindeki rivâyete, başka ışık kaynağına ihtiyaç duymadan iplik eğirebildikleri şeklinde yer vermektedir:

Rivâyet iderler sahîh dinle ey bahtiyâr

Kim ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr

Lakab virdiler ana Zehrâ deyu zîrâ ol

Kim ay yüzinin nûrına gark olurdu diyâr

Şu denli idi kim hikâyet eder Âişe

Ki nûrunda iplik eğirir idik yokdu nâr[261]

İbrahim İbn Bâlî, Hz. Âişe ve Hz. Fâtıma’yı zikrettiği beyitlerde her ikisini de eşi benzeri bulunmaz kadınlar olarak tavsif etmekte, hem dünyada hem de âhirette insanların efendileri olacaklarını söylemektedir. Bunlardan ilki olan Fâtıma, Zehrâ lakabı; Âişe ise Hümeyrâ (kırmızıcık) lakabı ile bilinmektedir:

Şol iki seyyide kim ra’ye-gâne

Dü hâtun-ı beşerdür dü cihâne

Birisi Fâtımadır örf-i Zehrâ

İkinci Âişe dirler Hümeyrâ[262]

Ali Emîrî Efendi, Hz. Peygamber’in annesi Hz. Âmine’yi izzet tacı, hanımı Hz. Hatice’yi İslâm’ın ilk yıllarında Hz. Peygamber’e ve dolayısı ile İslâm’a yaptığı yardımlar ve fedâkârlıklardan ötürü dinin yardımcısı, kızı Hz. Fâtıma’yı ise yüzünün nurlu oluşu ve parlaklığına matuf olarak Zehrâ şeklinde tavsif etmekte, sevgi ve hürmetinin bir göstergesi olarak onlara yüzlerce selâm göndermektedir. Akabinde Hz. Peygamber’in abasının altına aldığı ve İslâm Tarihinde “Âl-i Abâ” olarak adlandırılan kimselerin başta Hz. Peygamber olmak üzere, Murtazâ, Zehrâ ve oğulları Hasan ile Hüseyin olduğunu söylemektedir:

Tâc-ı izzet Âmine Zehrâ’ya benden sâd selâm

Hazret-i Kübrâ Hadîce avn-ı dîne sâd selâm

Budur Âl-i Abâ-yı hamsenin esmâ-yı zî-şânı

Cenâb-ı Mustafâ vü Murtezâ sıbtayn ile Zehrâ[263]

Karamanlı Aynî’nin ifade ettiğine göre, Hz. Peygamber, kendisine bile verilmeyen beş ihsânın Hz. Ali’ye verildiğini söylemiştir. Bu ihsânlar hanımı Hz. Zehrâ, bineği Düldül, kılıcı Zülfikar, zehirlenerek şehit edilen Hz. Hasan ile Kerbelâ’da susuz bırakılan, zulme uğrayan ve neticede şehit olan Hz. Hüseyin’dir:

Beş ihsân virdi mahlûkun birine virmedi Allah

Muhammed virmedi didi bana dahı ol ihsânı

Biri Zehrâ biri Düldül biri hem Zülfikâr oldı

Biri Mesmûmıdur anun biri Mazlûm-u atşânı[264]

Hâce Muhammed Lutfî, beyitlerinde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ Vak’ası neticesinde hunharca şehit edilmesinden dolayı duyduğu derin hüznü dile getirmekte, Allah’ın seçkin kulu ve habîbi olan Hz. Peygamber’in torununu severken öptüğü boynuna hançer vuran talihsiz mel’ûnun hem dünyada hem de âhirette mahcup olması yönünde bedduâda bulunmaktadır. Hz. Muhammed Mustafa, Haydar-ı Kerrâr ve Zehrâ’nın Kerbelâ şehitleri için gözyaşı döktüklerini, ancak bu elim hâdise karşısında Allah’ın takdirine rızâ göstermek ve sabretmekten başka çare bulunmadığını söylemektedir:

bûsegâh-ı muhtâr-ı İlâhî gerdene hançer

Çeken mel’ûn-i bed-ahter dü-âlem şerm-sâr olsun

Döker kan gözleri Zehrâ berâber Hayder-i Kerrâr

Muhammed Mustafâ ağlar bugün sabr ihtiyâr olsun[265]

Fahrî-i Celvetî (ö. 1799), Kerbelâ Çölü’nde boynu kesilerek şehit edilen Hz. Hüseyin ile yakınlarının çöl şartlarında uzun müddet susuz bırakılmalarına işaret etmektedir. Buna göre göğün en yüksek katı olan arşta sâkîlik ile vazifeli melekler, Hz. Hüseyin ile yakınlarının susuz kalmalarından son derece müteessir olmuş ve üzüntülerinden feryat etmişlerdir. Oğlunun başına gelen elim hâdisenin verdiği hüzünle Hz. Zehrâ’nın ciğeri yanmış, döktüğü kanlı gözyaşları sel olmuş ve Hz. Peygamber’in kabrini kırmızıya boyamıştır:

‘Alem çekdi o şâh-ı Kerbelâ çün deşt-i bî-dâda

Melâik sâki-i arşda başladı nâlân u feryâda

Rasûlün ravzasın hûn-âb-ı gamm-ı gark-ı seyl eyledi

Tahammül kalmadı âh-ı ciğer-sûzıyla Zehrâda[266]

Kemâhî, Muharrem ayı içerisinde Hz. Hüseyin için bir mersiye kaleme almış ve Kerbelâ’da yaşanan elim hâdisenin bu ayda vukû bulduğunu, yaratılmışların en hayırlısı olan Hz. Peygamber, Murtazâ ve Zehrâ’nın Hz. Hüseyin için bu ayda gözyaşı döktüklerini söylemiştir. Hz. Hüseyin’in şehit edildiği, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın ise gözyaşına boğulduğu Muharrem ayında kaleminin mahzun olduğunu ve neşeli sözler yazamayacağını belirtmiştir:

Hâme-i bî-hurremem yazma meserretten kelâm

Ağladı bu ayda Zehrâ Murtazâ Fahrü’l-enâm[267]

Kemâhî (ö. 1924), Mersiye-i Berây-ı Kerbelâ adlı mersiyesinde kan saçan

kaleminden Kerbelâ Vak’asını haber vermesini istemektedir. Âl-i Abâ’nın suskunu olarak tavsif ettiği Hz. Hüseyin’in kendisine yapılan zulüm karşısında çektiği âhın ateşiyle herşeyin yanıp kavrulmasını, cehennemin de Hüseyin’in çektiği âhın ateşinden dolayı gözyaşı dökerek sevinmesini istemektedir. Şair, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da uğradığı zulümden dolayı şehit olmasının yedi kat gökleri hüzne boğduğunu ifade etmekte ve bu elîm hâdise sebebiyle Hz. Muhammed, Aliyyü’l-Murtazâ ve Zehrâ’nın yardıma gelmemeleri karşısında sitem etmektedir:

Hâme-i hûn-bâr haber vir mâcerâ-yı Kerbelâ

N’oldu hâl u şânı şöyle hâmuş-ı Âl-i Abâ

Âteş-i âhıyla ihrâk eylesin Hak mâsivâ

Eşk-i çeşmiyle sevinsün turmasun nâr-ı lazâ

Dâhil-i dârü’l-gumûm oldı bütün seb’-i semâ

Nerde kaldı Mustafâ Zehrâ ‘Aliyyü’l-Murtazâ[268]

Muhammed Lutfî, Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Peygamber’in torunu ve Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’in başı kesilerek şehit edilmesini gülün dalından koparılarak yere düşmesine benzetmekte, bu duruma göklerin bile ağladığını söylemektedir. Meydana gelen elim hâdise karşısında Hüseyin’in babası Hz. Ali ile annesi Zehrâ kanlı gözyaşı dökmüşler, bu durumu müşâhede eden Hz. Peygamber de gözyaşlarına boğulmuştur:

Bugün hûn-bâr olur elbet gözü Hayder-i Kerrârın

Görür Zehrâyı hûn-efşân Rasûl-i âli-şân ağlar

Bugün evlâd-ı Hayder hem dahi ahfâd-ı Peygamber

Döküldü gül gibi yerler yüzüne âsumân ağlar[269]

Üsküdarî Osman Şemsî’nin (ö. 1893) Kerbelâ Vak’ası ile ilgili olarak kaleme

aldığı mersiyesine göre âhirete irtihâl etmiş bulunan peygamberlerin şahı Hz. Muhammed, Haydar ve Zehrâ’nın, Hüseyin’in başına gelen elim hâdiseye muttali olduklarını ve Hüseyin’i Cenâb-ı Hakk’ın âhiret yurdundaki nehirlerine davet ederek ona kırmızı şarap dolu bir kadeh sunduklarını ifade etmektedir:

Olub meşhûd hem şâh-ı Rusûl u Haydar ü Zehrâ

İmâm-ı Kerbelâya sundular bir câm-ı pür-sahbâ

Dediler cânımız soldurmasun gel rûyun istiğnâ

Buyur enhâr-ı lâ-mekâna ey gül-i ra’nâ

Leb-i lâ’linle lâyık cûybâr-ı Kerbelâ olmaz[270]

Kutup Osman Fazlî (ö. 1691), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i öncelikle Mekke ve Medine’nin emirleri olarak vasıflandırmakta, ardından Hz. Ali ve Hz. Zehrâ’nın evlâdı olduklarını söylemektedir:

Ol kurretü’l-ayneyn vü emîrü’l-harameyni

Yani ki o Zehrâ vü Ali’nin veledeyni[271]

Virânî, Hz. Peygamber’in bûsegâhı olan Hüseyin’in boynunun kılıçla kesildiğini söylemekte ve bu durumu Zehrâ’nın gül bahçesindeki gonca gülün koparılmasına benzetmektedir:

Rasûlün bûse-gâhın tîg-i kahr-ı mâcerâ kıldın

Kopardun gonce-i nevrestesin gülzâr-ı Zehrânun[272]

Kadîmî, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesi hâdisesinin müsebbibi olan yüzü kara Yezîd’in mü’minlerin kalplerinde derin bir hüzne sebep olduğunu vurgulamaktadır. Oğlunun başına gelen bu kanlı hâdisenin, Hz. Zehrâ’nın ciğerini yaktığını, Hüseyin’in aldığı kılıç darbelerinden dolayı vücûdunun parça parça olduğunu söylemekte ve Hz. Ali’den oğlunun imdâdına yetişmesini istemektedir:

Hüseynin mâtemi yakdı kulûb-ı mü’minânı âh

Edip âzürde dilleri o dinsiz hem o rû-siyah

Ciğerin yakdı Zehrânın bu hûn-âlûd cefâ billâh

Vücûdu çâk çâk oldu yetiş imdâdına ey şâh[273]

Et-Tâmmetü’l-Kübrâ adlı müseddesinde Şirzâd, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in başı kesilerek şehit edilmesi hâdisesinden o esnâda vefât etmiş bulunan Hz. Zehrâ’nın haberinin olması ihtimaline karşı endişe duymaktadır. Bu elim hâdiseye muttalî olması durumunda ise, Hz. Zehrâ’nın çekeceği âh ile kudsi âlemin ateşler içinde kalacağını söylemektedir. Zira üzüntüsünden dolayı atacağı nara kâinatı sarsacak, çektiği âh ise, gökyüzüne ateş saçacaktır:

Eyvâh eğer bu işden Zehrâ olursa âgâh

Eyler cihânı-ı kudsî ma’rûz-ı şûle-i âh

Bir na’ra ile sarsar hep kâinâtı billâh

Mazlûmenin bu âhı âteş saçar semâya

Düşdü Hüseyn atından sahrâ-yı Kerbelâya

Cibrîl git haber ver Sultân-ı Enbiyâya[274]

Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in sırasıyla zehirlenerek ve Kerbelâ’da şehit edilmesine işaret eden Şeref Hanım, bu hâdiseye sebep olan kâfirlerin, şehit ettikleri kişilerin Hz. Peygamber’in mübârek torunları olduklarını hiç hatırlarına getirmediklerinden yakınmaktadır. Nitekim şair, babaları Allah’ın arslanı Hz. Ali, anneleri ise Hz. Zehrâ olan Hasan ve Hüseyin’in hunharca şehit edilmeleri karşısında hayrete düşmekte ve bu durumu büyük bir edepsizlik ve rezillik olarak nitelendirmektedir:

İki şehzâdeye kasd eyledi kâfir demedi

Nesl-i Peygamber ü evlâd-ı muazzamdır bu

Pederi şîr-i Hudâ mâderi olsun Zehrâ

Ne cesâret ne fezâhat nasıl âdemdir bu[275]

Haydarî (ö. 1942), güzellik itibariyle sevgilinin yüzünü ay gibi parlak ve güzel yüzlü olan Hz. Zehrâ’ya benzetmektedir. Nitekim sevgilinin ay gibi parlayan yüzü, güneşin etrafı aydınlatması gibi ışıklar saçmaktadır. Beyitte Zehrâ, mâh, âfitâb, enver ve münevver kelimelerinin tenâsüplü kullanıldığı görülmektedir:

Melâhatda sıfatı zât-ı Zehrâya müşâbihtir

Münevver mâh-cemâlin âfitabdır enverin gördüm[276]

Seyyid Hamza Nigârî (ö. 1886), Hz. Hüseyin’in kâtillerinin nesline seslenmekte ve onları Hz. Zehrâ’nın ailesinin kâtili olan Şimrân’ın torunları, kendilerini ise Hz. Hüseyin’in şehâdetinden dolayı hüzünlenen Hz. Mustafa’nın mâtemdarları olarak nitelendirmektedir:

Siz kâtil-i Âl-i Zehrâ biz mâtem-dâr-ı Mustafâ

Siz Şimrânî biz hüznânî siz bir taraf biz bir taraf[277]

Nâilî (ö. 1666), Dîvânı’nda Hz. Hüseyin ile ilgili olarak Der-Menkabe-i

Kurretü’l-‘Ayn-i Rasûl-i Müctebâ Şehîd-i Kerbelâ Hazret-i Hüseyin adlı bölüme yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin ile Hz. Hasan kardeş olup, Hz. Peygamber’in yanında yetişmişlerdir. Onlar, mübârek imam Hz. Ali ile Hz. Zehrâ’nın göz nurudurlar:

Hasan birâderi perverde-i kinâr-ı Rasûl

Fürûğ-ı nûr-ı dü-çeşm-i Alı imâm-ı saıd

Sipehbud-ı süedâ nûr-ı dîde-i Zehrâ

Ki levh-i arşa olunmuş müessiri[278]

Ayıntablı Mahremî (ö. 1911), Hz. Hüseyin’i Murtazâ’nın göz nûru ve Zehrâ’nın bağının gülü olarak tavsif etmekte ve boynunun kesilip kan revan içinde kaldığını söyleyerek Kerbelâ Vak’ası’na işaret etmektedir:

Nûr-ı ayn-ı Murtazâ hem bâğ-ı Zehrânın gülü

Kana müstağrak olunca cümle insan ağlasın[279]

Aşkî Mustafa (ö. 1871

77), kendisine mânevî ihsânlarda bulunması maksadı ile Allah’a niyâzda bulunmakta, duâsının kabulü için ise başta Hz. Zehrâ olmak üzere Hz. Ebû Bekir Sıddîk, Hz. Ömer Fâruk ve bütün mânevî büyüklere tevessül etmektedir:

Beni bahş eyle Zehrâya dahı Sıddîk u Fârûka

Tevessül eyledüm sâdâta cümle pür-figân yâ Rab[280]

Fâtımâtü’z-Zehrâ

Leyla Hanım (ö. 1848), Fâtımatü’z-Zehrâ’nın ayak bastığı yollardaki tozları sürme gibi gözlerine çekmek istediğini söylemekte ve bu tozların işlediği hata ve günahlardan dolayı gönlünde hissettiği isyan sızısına devâ olacağını söylemektedir. Sürmenin gözdeki hastalıklar için bir tedâvî yöntemi oluşu düşünülecek olursa, şairin isyan hastalığı ile zikretmesi gönül gözünün hastalıklarına deva olacağı düşüncesini akla getirmektedir:

Renc-i isyâna devâdır çekeyim kuhl-âsâ

Dîdeme hâk-i reh-i Fâtımatü’z-Zehrâyı[281]

Nakşibendî Mehmed Murad, mahşer günü Hz. Ali ile beraber haşrolmak için Cenâb-ı Hakk’a niyâzda bulunmakta ve âhiret günü kadınların en hayırlısı olan Fâtımatü’z-Zehrâ’ya komşu olmayı talep etmektedir:

İlâhî rûz-ı mahşerde Ali ile bizi haşr it

Dahı hayru’n-nisâ Fâtımatü’z-Zehrâ’ya eyle câr[282]

Molla Murad, Hz. Peygamber’in gözünün nûru, kadınların en hayırlısı ve tertemiz kızı olan Fâtımatü’z-Zehrâ’ya tevessül etmekte ve Hz. Peygamber’den kendisine şefâat etmesini ve günahlarının bağışlanmasını talep etmektedir:

Dahi ol duhter-i pâkîze hayrü’n-nisâ hakkı

Buyurdun nâm-ı pâkinde anın Fâtımatü’z-Zehrâ

Bizi ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallah

Nigâh u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[283]

Hâce Muhammed Lutfî, Aliyyü’l-Murtazâ’nın hanımı Fâtımatü’z-Zehrâ’nın başına gelen her türlü belâya sabırla karşılık verdiğini, rızâ gösterdiğini, buna mukâbil cennetin en yüksek makamlarından olan Firdevs ile mükâfatlandırılacağım söylemektedir:

Belâya sabreden kazaya rızâ

Cennet-i a’lâdır sabrına cezâ

Fâtımatü’z-Zehrâ câr-ı Murtazâ

Firdevs ravzasına mülâkat eyler[284]

Fâtımâ Zehrâ/  Fâtımâ-i Zehrâ

Kemahlı İbrâhim Hakkı (ö. 1924), ez- Lisân-ı Şâh-ı Şehîdân-ı Kerbelâ adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin’in şehâdetinden hemen önce düşmanlarına söylediği birtakım sözlere yer vermiştir. Buna göre Hz. Hüseyin yılana benzettiği düşmanına annesinin Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve kadınların en hayırlısı Fâtma Zehrâ olduğunu söylemekte ve hal böyle iken kendisini katletmeye cesâret etmesini şaşkınlık ve sitemle karşılamaktadır:

Mâderimdür mâr-ı a’dâ kurratü’l-aynu’r-Rasûl

Fâtıma Zehrâ lakab hayrü’n-nisâ bilmez misiz[285]

Molla Murad işlemiş olduğu kusurlardan dolayı gönlünün perişan halde ve mahcûbiyet içerisinde bulunduğunu söylemektedir. Akabinde peygamberlerin şâhı olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e seslenerek kendisine merhamet etmesini niyâz etmekte, niyâzının makbûliyetine vesile olmaları için ise Hz. Peygamber’in torunları Hasan ve Hüseyin, damadı Haydar-ı Kerrâr lakaplı Ali, kızı Fâtıma-i Zehrâ, amcaları Hamza ve Abbas ile Câfer-i Tayyâr’a tevessül etmektedir:

Eyâ Şâh-ı Rusûl rahm it dil-i âvâre gelmişdir

Murâd ardında turmuşdur mukarrâr şermle ammâ

Be câh-ı kurre-i ayn-ı tu-nâm-ân-ı Hasan bâşed

Diğer kurre kûyen-deş Hüseyn-i Kerbelâ isrâ

Be hakk-ı Hamza vü Abbâs bi-hakk-ı Cafer-i Tayyâr

Be-hakk-ı Haydar-ı Kerrâr be-hakk-ı Fâtıma-i Zehrâ[286]

Leyla Hanım, Hz. Ali’nin kılıcından çekinmeden oğlu Hüseyin’i Kerbelâ’da katleden kişiye hayıflanmakta, Fâtıma-i Zehrâ’dan utanmadan ve Allah’tan korkmadan böyle bir katli gerçekleştirmesinden dolayı sitem etmektedir:

İhtirâz eylemeyüb seyf-i Alîden kat’â

Ne cesâretle hücûm itdi sefîh-i bed-hâh

Katı bî-dîn idi havf eylemeyüb Mevlâdan

Hîç âr eylemedi Fâtıma-i Zehrâdan[287]

Fadimetü’z-Zehrâ

Fâtıma ismi Anadolu halk kültüründe zaman zaman Fadime, Fâtime vb. şekillerde kullanılmakta ve bu isimlendirme özellikle halk şairlerinin söyleyişlerinde açıkça görülmektedir. Sevilen ve hoşlanılan kişilere ya da kendisine yapılan iyilik karşısında memnûniyetin dile getirilmesi maksadıyla Fadime Ana’ya komşu olması için duâ edilmektedir[288].

20. yüzyıl halk ozanlarından olan Bayburtlu Hicrânî Baba (ö. 1968), 1940’lı yıllarda meydana gelen kıtlık günlerinde ziyâret ettiği bir köyde aç susuz vaziyette iken bir evin kapısını çalar ve yiyecek ister. Evde ikamet eden kadın kendisinin de çok fakir olduğunu söylerek bu talebi reddeder. Ancak Hicrânî Baba’nın ısrarı üzerine yemek hazırlar ve Baba’nın karnını doyurur. Ardından yolda yemesi için bir poğaça verir. Bu durum karşısında son derece memnun olan Hicrânî Baba, ev sahibi kadının yaptığı ikramlardan ötürü teşekkür mâhiyetinde yukarıdaki dörtlüğü terennüm eder[289]. Şair, yedirdiği yemeklerden ve yolda yemek üzere verdiği poğaçadan dolayı öylesine memnun olmuştur ki ev sahibi kadının âhirette Fadimetü’z-Zehrâ’ya komşu olması için duâda bulunur ve onu âhiret kardeşi olarak kabul ettiğini ifade eder:

Sen yedirdin bacı eyledin hacı

Cebime indirdin yağlı pağacı

Fadimetü’z-Zehrâya komşu olasın

Ben seni eyledim âhiret bacı[290]

Hazret-i Fâtımâ Zehrâ

Cemil Mahmud Bey (ö. 1914), annesinin ölümü karşısında büyük bir hüzne gark olmuş, üzüntüsünden adeta kan ağlamıştır. Şair, annesinin vefatını harman yerinde tozun toprağın savrulup gitmesine benzetmektedir. Çektiği derin elemin yanı sıra annesinin mübârek rûhunun azap görmemesi ve cennet nurlarına mazhar olması için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Ayrıca annesinin mânevî yaşantı itibari ile daima Hz. Fâtıma Zehrâ’ya uymaya çalıştığını söylemekte ve ondan annesine şefâatçi olmasını talep etmektedir. Manzûmede Hz. Fâtıma’nın mü’min hanımlara örnekliği de dikkat çekmektedir:

Hecr-i mâder bizi kan ağlatarak gitti meded

Hırmen-i ömre esip gerd-i ecel gitti meded

Dilerim Hazret-i Hakk’dan dahı her rûz-ı şa’bân

Ola firâk-ı azîm ana delîl ü bürhân

Görmeye rûy-ı azâb ol rûh-ı pâki bir ân

Vermeye nâr-ı cahîm Hazret-i Rabb-i Mennân

Eylesin rûhunu Hakk mazhar-ı envâr-ı cinân

Kıl meded eyle şefî Hazret-i Fâtıma Zehrâ

^291

Oldu hep sana mutî Hazret-i Fâtıma Zehrâ[291]

Fâtımâtü’z-Zehrâ Bacı

Harâbî (ö. 1918), yaratılan ilk kadın olan Hz. Havvâ ile Hz. Peygamber’in ilk eşi Hz. Hatice ve Fâtımatü’z-Zehrâ’dan Kurân’ı Kerim’de övgüyle bahsedildiğini söylemektedir. Şair, içerisinde yetiştiği Alevî kültürünün de bir yansıması olarak mukaddes kabul edilen mezkur kadınlar için Bacı lakabını kullanmıştır :

Vâlidemiz Havvâ Bacı değil mi?

Hadîcetü’l-Kübrâ Bacı değil mi?

Fâtımatü’z-Zehrâ Bacı değil mi?

Kur’an’da bunların var senâları[292] [293]

Fâtımâ Hatun-ı Zehrâ

Münîrî (ö. 1521), kaleme aldığı manzum Siyer-i Nebfnin Güftâr-ı Fâtımatü’z- Zehrâ der-Mersiyye-i Rasûl Aleyhi’s-selâm adlı bölümünde Hz. Fâtıma’yı yüzü ay gibi parlayan kadın mânâsına gelen hâtun-ı Zehrâ terkîbi ile zikretmekte ve babasının vefatı neticesinde Hz. Fâtıma’nın duyduğu derin hüzne şöyle işaret etmektedir:

Bu kerre Fâtıma hâtun-ı Zehrâ

Diyüp vâ hasretâ didi dirigâ

Kanı ol şâhıbâz-ı kâbe kavseyn

Ki merdüm içre yokdur zâtına ayn[294]

Fâtımâ Zehrâ Güzin

Haydarî’nin Hz. Fâtıma ile Hz. Hüseyin’in övgüsüne yer verdiği beyitlerde Hz. Peygamber’in gözünün nUru olan Fâtıma Zehrâ Güzîn, gerek babasının gerekse mü’min kadınların nezdinde seçkin bir konuma sahip olmasıyla ön plana çıkarılmıştır:

Pâk-dâmendir Hüseyn bahr-i tayyibât-ı tâhirîn

Kurretü’l-„ayn-u Nebîdir Fâtıma Zehrâ Güzîn

Birisi ol Hayderî cem-i nîsâ el-mü’minîn

Birisi ‘amm-i umûmî nesl-i âl-i seyyidîn[295]

Hazret-i Zehrâ

Mevlevî şairlerden Sâkıb Dede (ö. 1735), Hz. Zehrâ’yı yetimler deryâsının eşsiz inci tanesi olarak nitelendirmekte, ay gibi parlayan cemâlinin etrafında meleklerin pervâne olduklarını ifade etmektedir:

Dür-i yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ

Ki şem’-i cem’ine etmiş Hudâ pervâne hûrâyı[296]

Ali Emîrî Efendi, zehrâ kelimesinin parlak anlamı ve inci arasında bağ kurmakta, Hz. Zehrâ’yı yüzünün nûru sebebiyle Allah’ın kudretinin tecellîsi olarak yarattığı bir inci tanesine benzetmektedir. Bununla birlikte şair, Hz. Zehrâ’nın merhametinin tasavvur edilebilenin çok üstünde olduğunu söyleyerek onun Müslümanlara karşı son derece merhametli ve diğerkâm olmasına vurgu yapmaktadır:

Dürr-i sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ

Mâ fevk-i tasavvurda idi ref’et-i Zehrâ[297]

Nakşibendî Mehmed Murad, Hz. Peygamber’in çocukları arasında fazîlet bakımından en üst konumda bulunan kişinin Hz. Zehrâ olduğunu, bütün Ehl-i Beyt mensupları arasında da en fazla teveccüh gösterdiği ve kıymet verdiği kişinin yine Hz. Zehrâ olduğunu belirtmektedir[298]:

Rasûlün efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ

Ki cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ[299]

Leyla Hanım, Kerbelâ’da katledilerek kendisine şehitler şâhı lakabı tevdî edilen Hz. Hüseyin’in annesi Hz. Zehrâ’ya seslenmekte ve onu mahşer günü aciz ve bîçâre düşmüş kimselerin yardımcısı olarak tavsif etmektedir. Şair, Hz. Hakk’ın her bir kuluna çeşit çeşit ihsânlarda bulunduğunu, bizlere ise ihsân olarak Hz. Zehrâ’yı verdiğini söylemektedir:

Ey mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ

Mahşerde muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ

Her bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân

Sensin bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ [300]

Müseddes mersiyesinde Şeref Hanım, Hz. Hüseyin’in dedesinin zengin-fakir, pâdişah-köle herkesin tâbi olduğu Hz. Muhammed, annesinin Hz. Zehrâ, babasının ise Allah’ın arslanı Hz. Ali olduğunu belirterek, bu denli üstün konuma sahip kimselerin torunu ve evlâdı olan Hüseyin’e insanların yaptıkları zulme sitem etmektedir. Bunu yapanları dinsiz ve utanmaz kâfirler olarak tavsif etmek sûretiyle Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in katledilmesinden duyduğu derin hüznü dile getirmektedir. Bu elim vak’a karşısında duyulan derin hüznü göstermek kasdı ile yaka yırtıp, feryâd u figân etmek ve derin bir âh çekerek âlemi yıkmak gerektiğini ifade etmektedir:

Cedd-i âlîlerinin bendesi her şâhu gedâ

Mâderi Hazret-i Zehrâ pederi Şîr-i Hudâ

Nic’olur öyle zevâta bu cefâ vü bu ezâ

Dâd elinden senin ey kâfir-i bî-dîn ü hayâ

Yakalar çâk ederek nâle vü feryâd edelim

Yıkalım âlemi bir âh ile berbad edelim[301]

Müsemmen “Mersiye-i Cenâb-ı Şehîd-i Kerbelâ” başlıklı şiirinde Baharzâde Ferîde Hanım (ö. 1903), Hazret-i Hüseyin’in acıması olmayan bir kâtil tarafından günlerce susuz bırakıldığını ve akabinde katledildiğini, babası Hz. Ali’nin mahşer günü oğluna bu kötülüğü yapanlarla hesaplaşacağını belirtmektedir. Ardından şair, kâtile “eşek” şeklinde hitap ederek mahşer günü Hazret-i Zehrâ ile karşılaştığında vereceği cevabı sormaktadır:

Leb-teşne şehîd itdi Hüseyn şâhı o gaddâr

Kor mı size bu işleri ol Haydar-ı Kerrâr

Gör sâki-i Kevser sana mahşerde ne eyler

Ya Hazret-i Zehrâya cevâbın nedir ey har[302]

“Kâfir Yezîd” redifli gazelinde Haydarî, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in boynu kesilerek şehit edilmesine sebep olan Yezid’e sitem etmekte ve bu zulmü yaparken babası Haydar-ı Kerrâr’dan neden korkmadığını, mahşer günü Hz. Zehrâ’nın huzûruna vardığında ne şekilde özür beyân edeceğini sormaktadır:

Hayder-i Kerrârdan havf etmedin mi ey lâîn

Hançer urdun şâh gerdânına kâfir Yezîd

Hazret-i Zehrâ’dan çün özrün nedir rûz-i cezâ

Varır isen mahşerin dîvânına kâfir Yezîd[303]

Hâce Muhammed Lutfî, Kerbelâ Vak’ası hakkında kaleme aldığı beyitlerinde feleğe seslenmekte ve Hz. Peygamber’in torunlarını belâ deryasına saldığını, alçaklar ordusunun ise bu duruma seyirci kaldığını söylemektedir. Şair, vukû bulan hâdisenin Hz. Müctebâ, Aliyyü’l-Murtezâ ve Hz. Zehrâ’nın ciğerini yaktığını ifade etmektedir:

Evlâd-ı Peygamberi saldın belâ deryasına

Leşker-i ehl-i şekâ ederdi seyrân ey felek

Mürtezâyı Müctebâyı Hazret-i Zehrâ’yı hem

Yakdı âteş-i ciğer eyledi büryân ey felek[304]

Hüseyin Vassâf (ö. 1929), Kasîde-i İstişfâ’iyye’sinde Allah’ın Habîbi olan Hz. Peygamber’den başka sığınılacak kapı bulunmadığını söylemektedir. Hz. Peygamber’in kapısında bir Kıtmîr olduğunu, Hz. Zehrâ’nın hatırı için bu kapıdan uzaklaştırılmamasını talep etmektedir:

Kapından başka yokdur mültecâ mahbûb-ı Rahmânım

Dâhil-i bâb-ı ihsânım inâyet yâ Rasûlallâh

Beni dûr etme cânânım bi-hakk-ı Hazret-i Zehrâ

Senin kıtmîr-i bâbındır himâyet yâ Rasûlallâh[305]

Matlau’l-Belâ Der-Menkabet-i Mihr-i Sipihr-i Kerbelâ adlı mersiyesinde Keçecizâde İzzet Molla (ö. 1829), Hz. Hüseyin için güneşin yastık, ayın yatak, arş-ı âzâmın ise oda olduğunu, Hz. Hüseyin’in ebeveyni Hz. Ali ve Hz. Zehrâ’dan ümid edilen zerre kadar ihsânın bile ay ve güneşten daha değerli bulunduğunu söylemektedir. Şair bu düşüncesini pekiştirmek maksadıyla, eline ay ve güneşi para olarak verseler bile Hz. Peygamber’in ihsânına mazhar olmaması halinde bir kıymet teşkil etmeyeceğini belirtmektedir:

Mihr bâlin mâh bister arş-ı a’zâm hacle-gâh

Vâlidindir Hazret-i Zehrâ’ya hem-ser rûz u şeb

Vâlideyninden ümîd-i zerre-i ihsân eden

Mihr ü mâhı neylesin ey bedr-i enver rûz u şeb

Mihr ü mâh nakd olsa dest-i İzzete bir pul mudur

Ceddinin ihsânına olmazsa mazhar rûz u şeb[306]

Nehcî (ö. 1680), Hz. Zehrâ’nın göz nûru olan Hasan ve Hüseyin’i, İslâm

pazarını şereflendiren iki mücevher olarak nitelendirmektedir:

İki gevherle hem virdi şeref bâzâr-ı İslâma

Hasan biri Hüseyn ol nûr-ı çeşm-i Hazret-i Zehrâ[307]

Zehrâ-yı İsmet

Tâhir Olgun (ö. 1951), Hz. Hüseyin’e niyâzda bulunmakta ve Hz. Ali’nin kölesi Kanber misâli kapısında bende olmayı talep etmektedir. Bu talebinin kabul olması maksadıyla Hz. Hüseyin nezdinde yüce kıymetleri bulunan ve peygamberlerin şâhı olan dedesi Hz. Muhammed, babası Murtazâ-yı kibriyâ, annesi Zehrâ-yı ismet ile kardeşi Hasan’a tevessül etmektedir:

Cedd-i kudsî hilkatin şâh-ı risâlet aşkına

Murtazâ-yı kibriyâ Zehrâ-yı ismet aşkına

Dâder-i ekrem o sermest-i şehâdet aşkına

Eyle Tâhir bendeni bâbında bir Kanber Hüseyn[308]

Zehrâ Nebâhat

Hz. Fâtıma, şairler tarafından bazen “şan ve şeref sahibi kadın” [309] mânâsına gelen “Nebâhat” sıfatı ile de vasıflandırılmıştır. Nitekim Alevî-Bektaşî tekke şairlerinden olan Yanbolulu Ali Turâbî Baba (ö. 1868), beyitlerinde Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’i velâyet kapısının şahı ve Hz. Peygamber’in gözünün nûru şeklinde tavsif etmekte, mübârek dedesinin ise iki cihanın sultanı Hz. Muhammed, annesinin şan ve şeref sahibi Zehrâ olduğunu söylemektedir:

Ey şeh-i der-i velâyet yâ Hüseyn ibn-i Ali

Kurretü’l-ayn-ı risâlet yâ Hüseyn ibn-i Ali

Cedd-i pâkin Hazret-i Sultân-ı kevneyn-i Rasûl

Mâderin Zehrâ Nebâhat yâ Hüseyn ibn-i Ali[310]

Zehrâ-yı İffetkâr

Mûsâ Kâzım Paşa (ö. 1948), Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da hunharca şehit

edilmesinden dolayı duyduğu derin üzüntü karşısında hayıflanmaktadır. Öyle ki, Hz. Hüseyin’in şehâdeti ile birlikte Zehrâ-yı iffetkâr’ın gözünün nûru sönmüştür:

Söndü nûr-ı dîde-i Zehrâ-yı iffetkâr hayf

Muntafî oldu çerâğ-ı sîne-i Kerâar hayf

Bûse-gâh-ı Ahmed-i Muhtâr olan câ-yı latîf

Oldu yâ Râb arsa-i şemşîr-i âteş-bâr hayf[311]

Zehrâ-yı Minhâr

“Minhâr” kelimesi, Arapça olup lügatte “misâfir kabul eden, misâfirperver” mânâlarına gelmektedir. Haydarî, Hz. Ali’yi kadınların en hayırlısı ve iffetlisi (Betül) olan, cömertliği ve misâfirperverliği ile tekaddüm etmiş bulunan Zehrâ-yı minhâr’ın eşi olarak nitelendirmektedir:

Zevc-i Zehrâ-yı minhâr hayr-i nisvân-ı Betül

Ey çerâğ-ı çârem-i çarh-ı melâhat yâ Ali[312]

Zehrâ-yı Ekrem

Mûsâ Kâzım Paşa’nın mersiyesine göre, Hz. Zeyneb, Kerbelâ Çölü’nde ağabeyi Hz. Hüseyin’in başının kesildiğini görünce dedesi ve annesinin kabirlerinin bulunduğu Medîne’ye doğru yönelmiş ve başlarına gelen bu musîbetten dolayı şikâyette bulunmuştur. Ardından Rasûl’ün parçası ve imamların nûru Zehrâ-yı Ekrem’den kendilerini görüp gözetmesini, nazarını üzerlerinden eksik etmemesini talep etmiştir:

Fi’l-cümle arz-ı maksad edüp Fahr-i ‘Âleme

Döndü o gamla dedi ki Zehrâ-yı ekreme

Yâ biz’ate’r-Rasûl eyâ Kurrete’l-ümem

Bizden nigâh-ı lütfunu lütfunla kılma kem[313]

Cenâb-ı Zehrâ

Serbestzâde Ahmed Hamdî İskilîbî (ö. 1939), Hz. Peygamber’in abâsının altına girmek sûretiyle Âl-i Abâdan olan ve annesi Cenâb-ı Zehrâ’nın kucağında nazlı bir şekilde büyütülen Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da katledilerek şehitlik tahtına oturduğunu söylemektedir:

Oldu evreng-i şehâdet şeref-i Âl-i Abâ

Nâz-perverde-i âgûş-ı Cenâb-ı Zehrâ[314]

Cenâb-ı Fâtımâ Zehrâ

Hüseyin Vassâf, hem dünyada hem de âhirette baş tacı olduğunu ifade etmek sûretiyle, Cenab-ı Fâtıma Zehrâ’ya duyduğu derin sevgi ve muhabbeti dile getirmekte, kendisini kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’dan ayırmaması için Allah’a niyâzda bulunmaktadır:

Cenâb-ı Fâtıma Zehrâ iki âlemde ser-tâcım

Beni hayrü’n-nisâdan dûr u mehcûr etme yâ Rabbî[315]

Betül

Hz. Fâtıma’nın en sık kullanılan lakaplarından birisi Betül’dür. Lügatte kesmek, koparmak, ayırmak vs. mânâlarını ihtivâ eden “Jû” fiilinden müştak olan “JjSj” kelimesi, “erkeğe şehevi bakımdan rağbeti olmayan, namuslu, temiz, bakire kadın” mânâlarına gelmektedir. Bununla birlikte aynı kökten müştak “Juj” fiili iffetli olmak, namuslu bir yaşam sürmek, insanlardan uzaklaşıp kendisini Allah’a vermek mânâsında kullanılmaktadır[316]. Bazı kaynaklarda Hz. Fâtıma’nın Betül şeklinde adlandırılmasının çeşitli sebeplerinin bulunduğu yer almaktadır. Bunlardan ilki eşi benzerinin bulunmaması, kendi zamanının kadınlarından fazîlet, din ve asalet bakımından üstün, dünyadan kopmuş ve tamamiyle Allah’a yönelmiş olmasıdır[317]. Hz. Fâtıma’ya Betül denilmesinin diğer bir sebebi birtakım özelliklerinin Hz. Meryem ile benzerlikler taşımasıdır. Nitekim Kur'an'da ve hadislerde en çok övülen kadınların başında gelen Hz. Meryem[318] iffet, ismet ve takvâ gibi fazîletleri kendinde toplamış bir şahsiyet olup fiziksel ve mânevî temizliği, kendisini Allah’a kulluğa adamış olması, iffet ve namusunu muhafaza etmesi sebebiyle “JjSjİI” şeklinde isimlendirilmiştir. Hz. Meryem mânevî bakımdan zamanının en üstün kadını konumundadır[319]. Hz. Fâtıma da fazîlet, mânevî yaşantı ve ahlâkî özellikleri itibariyle muasırı kadınlar arasında üstün bir konuma sahip olup takvâ, iffet, ismet ve asaletinin üstünlüğü bakımından Hz. Meryem’e benzemektedir. Bunların yanısıra özellikle Şia kaynaklarında yer alan bir rivâyete göre, Hz. Peygamber’e kızına neden Betül ismini verdiği sorulmuş, Hz. Peygamber diğer kadınlar için beğenilmeyen bir durum olan hayız ve nifastan münezzeh bulunması, meleklerin bütün fazîletlerine ve cennet hûrilerinin vasıflarına sahip olması münâsebetiyle kızına Betül ismini verdiğini ifade etmiştir[320].

Şehrî (ö. 1660), Harem-i Şerifi ziyâret etmeyi arzulamakta ve bu hususta yaptığı duâsının kabulü için Allah’a yalvarmaktadır. Duâsının makbûliyeti için Şehper, Şehîr ve Betûl’ü vesile kılmakta, Cenâb-ı Allah’tan duâsını reddederek zavallı kulunu mahzun bırakmamasını dilemektedir:

Yâ Râb duâ-yı hayrumı eyle kabul

Bulsun Harem-i Şerîfi te’sîre vusûl

Red itme o dermendânı nev-meydâne

Yâ Rab be-hakk Şehper ü Şehîr ü Betûl[321]

Manzum Siyer-i Nebisinde Münirî, Tebük Gazvesi’ne ayrıntılı olarak yer vermektedir. Buna göre seferden dönüşlerinde ordu ile beraber konakladıkları bir bölgede Hz. Peygamber, Hz. Ali’yi yanına çağırarak sevinçli bir şekilde kendilerinden önce Medîne’ye dönmesini ve kızı Fâtıma ile torunları Hasan ve Hüseyin’e selâm götürmesini istemiştir. Hem torunlarını hem de sevgili kızı Betül’ü çok özlediğini ve bir an önce onlara kavuşmak istediğini ifade etmiştir. “Ezhereyn” ifadesi iki parlak cisim, ay ve güneş” anlamına gelmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’nın lakabı olan Zehrâ ile aynı kökten müştak “ezhereyn” vasfını kullanmak sûretiyle, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i ay ve güneşe benzetmiş ve onların yüce konumlarına işaret etmiştir:

Buyurdı Murtazâya zât-ı a’zâm

Ki var sen önce şehre şâd u hurrem

Selâm it Fâtımayla ezhereyne

Ki müştâkam ol iki nûr-ı „ayne

Bi-aynih hem ciğer-gûşem Betûle

Hak inşaallâh irgüre vusûle[322]

Arpaemînizâde Mustafa Sâmi (ö. 1734), Allah’a niyâz etmekte ve Hz.

Peygamber’in kızı kadri yüce Betül ile damadı Hz. Ali başta olmak üzere Ehl-i Beyt’in diğer mensuplarının hatırı için duâlarının makbûliyetini talep etmektedir:

Yâ Rab be kadr-i ref’-i Betül ü be-Ehl-i Beyt

Yâ Rab be sıhr-i cây-nişîn-i Muhammedî

Eyle kabul Sâmî-i zârun niyâzını[323]

Hâşim Baba, beyitinde Hz. Peygamber’in “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır. Ona eziyet eden bana eziyet eder.” [324] şeklindeki hadisine telmihte bulunmaktadır. İlgili hadisten hareketle de Betül ismiyle zikrettiği Hz. Fâtıma’ya eziyet edenleri Hâricî ve münafık olarak nitelendirmektedir. Bu iddiasına delil olarak ise seçilmiş mânâsına gelen “Müctebâ” lakaplı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bu hadisini göstermektedir:

Hâricîdir hem münafık bil Betüle cevr iden

Şâhidim ashâb-ı Kur’an kavl-i pâk Müctebâ[325]

Safâyî Ali Dede, gözlerden kan akıncaya kadar yaş dökmek gerektiğini, zira Betül’ün göz nûru olan Hüseyin’in Kerbelâ’da şehid edildiğini söylemektedir:

Eşk-rîz ol ol kadar kim çeşmin olsun lâle-reng

Kurretü’l-ayn-ı Betûl oldu şehîd-i Kerbelâ[326]

Cinanî (ö. 1595), Molla Efendi adında bir kişinin vefât eden zevcesi hakkında mersiye kaleme almıştır. Beyitten anlaşıldığına göre merhume, Hz. Zehrâ ile aynı adı taşımakta, bunun da ötesinde ahlaki özellikleri bakımından Hz. Peygamber’in kızı Betül’e benzemektedir:

Fi’l-mesel hulk ile mânend-i Betül olmuş idi

Nâm ile oldı ise n’ola semiyy-i Zehrâ[327]

Vuslatî Ali Bey (ö. 1688), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i anneleri Betül’ün iki gonca gülü, Hz. Peygamber’in ise kıymetli incileri olarak tavsif etmekte, Cennet meclislerini aydınlatan nur olduklarını söylemektedir:

Dü-gül-gonca-i âl-i bâğ-ı Betül

Dü-dürr-i girân-kadr-i genç-i Rasûl

Cinân bezmine oldı pertev-fiken

Celî-nûr-rûy-ı Hüseyn ü Hasen[328]

Lebîb (ö. 1768

69), ilk olarak Hazret-i Hüseyin’i Peygamberler Sultanı’nın kana bulanmış ciğerpâresi ve cennetin en yüce makamında bulunan bahçenin gülü olarak nitelendirmektedir. Ardından Betül’ün ailesinden olan bu değerli kimsenin ciğerinin yanmaması ve parlak renkli kırmızı kadehinin heder olmaması gerektiğini ifade ederek Hz. Hüseyin’in başının kesilmek sûretiyle katledilmesine işaret etmekte ve Kerbelâ Vak’ası’ndan duyduğu hüznü dile getirmektedir:

Hûn-ı mahkûn-ı ciğer-pâre-i Sultân-ı Rusûl

Gül-i rûy-ı seped-i bağçe-i huld-i berîn

Kalmaya seri ciğer-suhte-i âl-i Betûl

Gel ke’si heder olmaya o la’l-i rengîn[329]

Fasih Ahmed Dede (ö. 1699), Fâtıma Hanım isimli bir yakınının vefâtı sebebi ile kaleme aldığı beyitlerde onu iffetli bir gül olarak nitelendirmekte ve dünya gülistanını terk ettiğini söyleyerek vefatına işaret etmektedir. Şair, Fâtıma Hanım’ın âhirette mekânının cennet olması maksadıyla, ismini taşıdığı Hz. Betül’ün hürmetine Allah’a niyâzda bulunmaktadır:

Berâyı Fâtıma Hanım

Fâtıma Hanım ol gül-i iffet

Eyledi terk-i gülistân-ı cihan

Yâ İlâhi be-hakk-ı rûh-ı Betül

İde gülşen-serây-ı huld-ı mekân[330]

Kafzade Faizî (ö. 1622), Hz. Hüseyin’in annesinin Betül, babasının Haydar, dedesinin Hz. Muhammed olduğunu, kendisinin ise tevhîd sırlarına dair birtakım gizli mânevî hazînelere vâkıf bulunduğunu belirtmektedir:

Betül-i mâder ü Haydar peder Muhammed cedd

Emin-i sırr-ı ahad vâkıf-ı künûz-ı rumuz[331]

Hazret-i Betül

Kâzım Mûsa Paşa, Kerbelâ Vak’ası’nda Hz. Hüseyin’in mübârek başının kesilmesi hâdisesini dile getirmektedir. Buna göre, yaptıklarından utanmaz kimseler Hz. Hüseyin’in dedesi Hz. Muhammed ve annesi Betül tarafından öpüp koklanan boynunu kılıçla vurmak sûretiyle kesmişlerdir. Şair, annesi Hz. Betül ile babası Murtazâ’nın oğulları Hüseyin’i başı kesilmiş vaziyette görmeleri durumunda son derece büyük bir üzüntüye kapılacaklarını vurgulamaktadır:

Tîğ urdu bûsegâh-ı Betül ü Muhammed’e

Devletlü başın almağa ol bî-hayâ Hüseyn

Bî-ser yatur turâb-ı siyâh içre el-meded

Perverde-i kenâr-ı Habîb-i Hudâ Hüseyn

Al kan içinde böyle gelip Hazret-i Betül

332

Bu hâl ile göreydi seni Murtazâ Hüseyn

Cenâb-ı Betül

Selânikli Meşhurî Ahmed Efendi (ö. 1857), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in

Cenâb-ı Betül’ün sevgili yavruları, Hz. Peygamber’in kendileri ile gözümün nûru diyerek iftihar ettiği torunları olduğunu söylemektedir. Şaire göre varlık âlemine kendilerine bu kadar büyük şeref bahşedilmiş başka kimse gelmemiştir. Bunlardan ilki Hz. Hasan olup, felek ona denk birisini henüz görmemiştir. Diğeri ise herkesin saygı, hürmet ve teveccühüne mazhar olan Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin’dir:

Ya’ni can-pâre-i Cenâb-ı Betül

Kurre-i ayn-ı iftihâr-ı Rasûl

İki sultan ki gelmemiş aslâ

Kevne onlar gibi şeref-bahşâ

Ol ikinin biri İmam Hasan

Görmemiş mislini bu çarh-ı köhen

Biri de Hazret-i Hüseyin-i şehîd

Cümle âlem onu eder temcîd[332] [333]

Hazret-i Fahrü’l-Betül

Tâhir Olgun’un kaleme aldığı manzûmeye göre, Hz. Hüseyin mübârek dedesi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in omuzuna aldığı abanın altına girmekle müşerref olmuştur. O, aynı zamanda babası Hz. Ali’nin kucağına ve annesi Hz. Fahrü’l-Betül’ün çoşan gönlüne aydınlık vermiş, onlar için sevinç kaynağı olmuştur. Şair, Hz. Hüseyin’in nur gibi aydınlık olan bedenini ziynete benzetmiştir:

Cedd-i pâkin nâil olmuşdur rübûb-ı dûşuna

Fer verirdin vâlid-i zî-şânının âgûşuna

Hazret-i Fahrü’l-Betûlün sîne-i pür-cûşuna

Cism-i pür-nûrundu el-hak zînet-i zîver Hüseyn[334]

Betül-i Zehrâ

Edirneli Kâmî (ö. 1724), Hz. Hüseyin’den söz ettiği beyitinde Mi’rac hâdisesine telmîhen Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i “Şâh-ı İsrâ” şeklinde tavsif etmekte, Hz. Hüseyin’in ise Şâh- ı İsrâ’nın ciğerparesi ve Betül-i Zehrâ’nın inci tanesi olduğunu söylemektedir:

Ol filze-i kebd-i Şâh-ı İsrâ

Dürr-i sadef-i Betül-i Zehrâ[335]

Haydarî, Hz. Hüseyin’in babası olan Hz. Ali’nin evliyânın şâhı olduğunu ifade etmektedir. Hz. Fâtıma ise beyitte en bilinen lakapları olan Betül Zehrâ şeklinde zikredilmiş olup kadınların en hayırlısı ve cennet kadınlarının efendisi olduğu yönündeki hadislere mebni olarak da “seyyidü’l-insa” şeklinde tavsif edilmiştir. “Seyyidü’l-insâ” terkîbi aslında “seyyidü’n-nisâ” şeklinde olup vezne uygun hale getirmek için bu şekilde kullanılmıştır:

Hem Aliyye’l-Murtezâdır şah-velîdir pederin

Seyyidü’l-insâdurur Betül Zehrâdır mâderin[336]

Zehrâ-yı Betül

Kadîmî Baba’nın Kerbelâ Vak’ası’na telmihte bulunduğu beyitlerine göre Hz. Hüseyin susuzluktan bîtab düşmüş hâlde iken Kerbelâ Meydanı’na sancağını dikmiştir. Ardından kendisini Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin nûru, annesi Zehrâ-yı Betül’ün inci tanesi ve Kur’ân-ı Kerîm’in ise vârisi olarak nitelendirmiş ve halîfelik hakkının kendisinde bulunduğunu söylemiştir:

Kerbelâ meydanına dikdi alem atşan-ber-atşan

Benim peygamberin hem de Ali’nin nûru bir sultan

Benim Zehrâ-yı Betül’ün goncesi lü’lü-i mercan

Benim dedi hilâfet sahibi hem vâris-i Kur’an[337]

Vahyî (ö. 1718), Âişe isimli bir yakınının Allah’ın İrci’î[338] emri üzerine

günahlarından mağfiret olunmuş bir halde âhirete irtihâl ettiğini söylemektedir. Merhume için Cenâb-ı Hak’tan rahmet ve mağfiret dileyen şair, cennette Zehrâ-yı Betûl’e komşu olmasını talep etmektedir:

Âişe kadın o mahdûme-i ismet-pîrâ

İrci’î emri ile eyledi azm-i ukbâ

Nazar-ı rahmet ü gufrân ile ma’mûre idüp

Hem civâr eyleye Zehrâ-yı Betûl’e Mevlâ[339]

Abdurrahman Sâmî Niyâzî Saruhânî (ö. 1934), Hz. Hüseyin’in babasının

evliyânın önderi Hz. Ali, annesinin ise Zehrâ Betül olduğunu, Allah’ın Habîbi Hz. Muhammed tarafından da çok sevildiğini ifade etmektedir:

Vâlidin Şâh-ı velâyet mâderin Zehrâ Betül

Sen ciğer-pâre-i Mahbûb-ı Hudâ’sın yâ Hüseyn[340]

Aşkî Mustafa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da katledildiği ay olan Muharrem’in geldiğini ve bu ayda baş gözünün ötesinde can gözüyle yaş döktüğünü söylemektedir. Bu ay geldiğinde Ahmed-i Muhtâr ile beraber Zehrâ-yı Betül ve Allah’ın Arslanı Hz. Ali’nin de gözyaşı döktüğünü belirtmektedir:

Mâh-ı mâtem geldi dostlar dîde kan ağlar bugün

Sanma kim çeşm-i hazînim tende cân ağlar bugün

Rûh-i pâk-i Ahmed-i Muhtar u Zehrâ-yı Betûl

Şîr-i Yezdân Ali ol kahraman ağlar bugün[341]

Hazret-i Zehrâ Betül

Haydarî, Hz. Zehrâ Betül’ün Müslümanlar nezdinde son derece kıymetli olduğunu söylemekte, Hz. Hasan ve Hüseyin’i ise mânevî bakımdan âlemdeki en büyük ve kıymetli kimseler olarak nitelendirmektedir:

Hazret-i Zehrâ Betül cânı içre candır

Şah Hasan ile Hüseyin âlemin sultânıdır[342]

Betül-ü Fâtıma

İshak bin Hasan Rızâî, Betül-ü Fâtıma’nın cennette kadınların efendisi olmak sûretiyle âhiret saâdeti ve bahtiyarlığını kazananlar zümresinden olacağını söylemektedir[343]:

Betül-ü Fâtıma ehl-i saâdet

Kılur Cennet nisâsına siyâdet[344]

Hanyalı Nûrî (ö. 1815), Hazret-i Ali’yi Betül-i Fâtıma’nın zevcesi, evliyânın önderi ve Peygamberlerin övüncü Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in damadı olarak nitelendirmektedir:

Sensin ol zevc-i Betül-i Fâtıma ümmü’l-kitâb

Pişvâ-yı evliyâ dâmâd-ı Fahru’l-enbiyâ[345]

Betül-i Pâkîze

Haydarî, Hz. Hatice, Ali ve Fâtıma’ya yer verdiği beyitinde sembolik bir dil kullanarak sevdiğinin yanağını Hz. Hatice ve Hz. Ali’ye, kaşını ise Betül, Pakize ve Zehrâ lakapları ile zikrettiği Hz. Fâtıma’ya benzetmiştir:

Arızin hattı Hatîce hem dahı Kerrârdır

Şol Betül Pâkîze kaşın Zehrâdır sevdiğim[346]

Hayrü’l-Betül

Bir kadın şair olması hasebiyle Leylâ Hanım, mânevî rehber ve örnek şahsiyet olarak kabul ettiği Hz. Fâtıma’yı Hayru’l-Betül lakabı ile zikretmekte ve onun hatırına kusurlarının bağışlanmasını ve yüzünün nûrundan mahrum kalmamayı talep etmektedir. Şair, Habîbullah’ın kızı Hz. Fâtıma’nın isyan eden kimseler ve günahkârlar için bir lütuf olduğunu ve kendisinin de günahkâr bir kimse olarak âhirette Hz. Fâtıma’dan şefâat umduğunu söylemektedir:

Bağışla cürmümi Hayrü’l-Betül e

Gözümden nûr-ı veçhin itme mestur

Usâta âdeti lütf u ‘atâdır

Şeftim bint-i mahbûb-ı Hüdâ’dır[347]

Betül-i Meryem

Mevlevî şairlerden olan Sâkıb Dede, Hz. Zehrâ’yı küçük yaşta öksüz, genç yaşta da yetim kalmasına binâen yetimler deryâsının eşsiz incisi olarak vasıflandırmaktadır. Şaire göre melekler onun nûru etrafında pervâne olmaktadırlar. Hz. Fâtıma, fıtrat itibariyle Hz. Îsâ’nın annesi Meryem’e benzemektedir ki her ikisi de “Betül” vasfı ile anılmaktadır. O, hikmet çadırının gelinidir. Kays’ın aklı olsaydı bu denli âşık olduğu Leyla’yı Hz. Meryem’e fıtraten benzemek, hikmet sahibi olmak gibi üstün meziyetlere sahip bulunan Hz. Betül’e kul, köle yapardı:

Dürr-i yektâ-yı deryâ-yı yetimi Hazret-i Zehrâ

Ki şem’-i cem’ine itmiş Hudâ pervâne hûrâyı

Betûl-i Meryemî fıtrat arûs-ı hacle-i hikmet

Olaydı aklı Kaysun kul iderdi ana Leylâ’yı[348]

Betül-i Pâk-i Dâmen

“Pâk-dâmen” terkîbinin kelime anlamı “eteği temiz” olmakla birlikte mecazen “namuslu, iffetli, mâsûm” anlamında kullanılmaktadır. “Benzersin” redifli gazelinde Haydarî, mahbûbunu iffetli olma bakımından Hz. Hüseyin’in hanımlarından olduğu rivâyet edilen Şehribanu’ya, Hz. Peygamber’in en büyük kızı Zeyneb’e ve yine iffeti ile tebârüz etmiş olan Betül-i pâk-dâmen lakaplı Hz. Fâtıma’ya benzetmektedir:

Mukaddes mülk-i ismette müşâbih Şehribânûya

Betül-i pâk-i dâmen Zeyneb ü Zehrâ’ya benzersin[349]

Betül-i Mehlikâ

Yesârî, beyitlerinde Kerbelâ Vak’ası’nda şehit olan Hz. Hüseyin’e duyduğu derin üzüntüyü dile getirmektedir. Şairin sızlayan yarası dünyevî bir hüznün neticesi değil, Kerbelâ’da şehit olan Hz. Hüseyin sebebiyledir. Ölenlerin arkasından ağlamak, feryat etmek her ne kadar İslâmî açıdan hoş karşılanmasa da Hz. Hüseyin’in vefâtına ağlamak, hadîs-i şerifte de sabit olduğu üzere, câizdir. Bu hüzün, kalb-i selim olanların kalplerine parlaklık ve güzellik verir. Zira o, yüzü ay gibi parlak olan Betül’ün evlâdıdır. Hz. Hüseyin’in şehâdete ulaştığı Muharrem’i mahzun olarak geçirmek mü’minlere sevap kazandırsa da her daim bu hüznü hissetmek kalbin cilalanmasına vesile olacaktır:

Dem-â-dem sızlayan yârem değildir dünyevi hülyâ

Tâ lâhûtiyyete ermiş şehîd-i Kerbelâdandır

Anıp âh eylemek mü’min için câiz görülmüşdür

Sorarsan aslını yâhu hadîs-i Mustafâdandır

Ana âh eylemek revnak verir kalb-i selîmâna

Ki zîrâ kendisi hem de Betûl-i mehlikâdandır

Muharrem mâhını mahzun geçirmek pek sevâb amma

Dem-â-dem ağlamak mü’min kulübüne cilâdandır[350]

Betül-i parsâ

Hz. Fâtıma’nın Betül lakabı, Hafî’nin şiirinde “pârsâ” vasfı ile birlikte zikredilmiştir. Bu unvan; “dinine çok bağlı, zâhit, âbit, takvâ sahibi kimse” anlamına gelmektedir. Hâfî’ye göre Hz. Peygamber; Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e işaret ederek onların Ehl-i Beyt olduklarını, onlara olan derin sevgi ve muhabbetinin bir terennümü olarak da ruhen ve bedenen onları katiyyen terk etmeyeceğini söylemiş, Ehl­i Beyt’in günahlarını mağfiret etmesi için Allah’a niyâzda bulunmuştur. Hz. Peygamber’in bu duâsından sonra, zühd ve takvâsı ile tebârüz etmiş bulunan kızı Betül-i parsâ yerinden kalkmış, odasına çekilerek ibadetle meşgul olmuştur:

Bu cemâ’at Ehl-i Beyt’imdür benim

Bunları terk eylemez cân u tenim

Bunlarun kalbini pâk it riciden

Kim Sana ısmarladum bunları ben

Böyle didikde Hâbîb-i Kibriyâ

Turdı yirinden Betül-i parsâ

Hücresine varuban kıldı namaz

İki rekât sıdkile itdi niyâz[351]

Betül-i Ezvâc

Haydarî’nin beyitine göre kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma, aynı zamanda eşlerin en iffetlisi olup, Ehl-i Beyt’in nûrudur. Hz. Ali ise hakîkat denizinin incisi, hazînelerin yatağıdır:

Hayrü’n-nisâ Betül-i ezvâc nûr-ı Ehl-i Beyt

Ey dürr-i bahr-i hakâik gevher-i kân yâ Alî[352]

Fatıma Zehrâ Betül

“La ilahe illallah” zikrinin ehemmiyetini vurguladığı müseddesinde Haydarî, bu cümlenin, Hz. Peygamber’in mübârek sözü ve Hz. Fâtıma’ya ilham edilen kelam olduğunu ifade etmektedir. Hz. Peygamber’in ailesi ve evlâdına kavuşmak arzusunda bulunan kimse bu sözü çokça tekrar etmelidir. Şair, son olarak özellikle Alevî kültüründe çokça kullanılan ve Hz. Ali hakkında yazılan şiirlerde de sıkça yer alan “Lâ fetâ illâ ‘Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr[353]” ifadesine yer vermiştir:

Bu kelâmdır nutk-ı pâk-i Hazret-i fahr-i Rusûl

Bu kelamdır hatt-ı vahy-i Fâtıma Zehrâ Betül

Oku bu ismi dilersen âl-i evlâda vusul

İşte râh-ı istikâmet o şeh budur doğru usûl

Lâ ilâhe illallâhdır güneşden âşikâr

Lâ fetâ illâ Ali lâ seyfe illâ zülfikâr[354]

Nesimî, Hz. Fâtıma’yı Zehrâ ve Betül lakapları ile birlikte zikretmiş, Hz. Hasan ve Hüseyin’i Hz. Peygamber’in gözünün nûru olarak tavsif etmiştir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi ise Şeber ve Şebir olarak isimlendirilen Hasan ve Hüseyin’in kapısı olarak adlandırmıştır:

Fâtıma Zehrâ Betül-i kurratü’l-aynü’r-Rasûl

Bâb-ı Şeberr ü Şebirsiz yâ Muhammed yâ Alî[355]

Fâtımâ-i Ekmele’l-Betül

İsmâil Paşazâde Hakkı Beg, terkîb-i bendinde mahşer günü Âl-i Abâ ile birlikte haşredilmek için Allah’a tazarruda bulunmaktadır. Bu yakarışı sırasında Hz. Fâtıma’ya tevessül eden şair, onun iffetli kadınların en üstünü ve en fazîletlisi olduğuna da işaret etmektedir:

Yâ Râb be zât-ı Fâtıma-i ekmele’l-Betül

Yâ Râb be sıdk-ı Bahîre-i efdale’n-nisâ

Hakkî-i zârı Âl-i Abâile haşr kıl355 [356]

Hayru’n-Nisâ

Hz. Fâtıma zühd ve takvâ üzerine kurduğu hayatı, iffeti, zor durumlardaki sabırlı ve vakur duruşu, babasına yapılan haksızlıklar karşısındaki cesâreti vb. husûsiyetleri ile Hz. Peygamber’in övgüsüne sıklıkla mazhar olmuştur. Nitekim bu hususta rivâyet edilen meşhur bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Kadınların en fazîletlisi Hüveylid kızı Hatice, Muhammed kızı Fâtıma, Muzâhim kızı ve Fir ’avn ’un eşi Asiye ile îmrân kızı Meryem’dir.” [357] Mevzûbahis hadîs-i şerife istinâden, hadis metninde yer alan ve kadınların en hayırlısı mânâsına gelen “hayru’n-nisâ” ifadesi Hz. Fâtıma’nın en meşhur lakaplarından birisi hâline gelmiştir. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri de, eserlerinde Hz. Fâtıma’ya yer verirken onun kadınların en hayırlısı olması husûsuna sıklıkla yer vermişler ve Fâtıma ismi ile birlikte hayru’n-nisâ lakabını çokça kullanmışlardır.

Karamanlı Aynî, kadınların en iyisi ve en üstününün Hz. Fâtıma olduğunu, bu sebepten hayru’n-nisâ lakabı ile anıldığını söylemektedir:

Bihteridür Fâtıma hâtunların

Ol sebebden dinilür hayru’n-nisâ[358]

Âdile Sultan, mânevî bakımdan aşk derdine düşmüş kişilerin devâsı, kimsesiz, fakir ve ihtiyaç sahiplerinin sultanı olarak nitelendirdiği Hz. Peygamber’in kızı Fâtıma’nın kadınların en hayırlısı olduğunu belirtmektedir. Kendisi de bir kadın olması hasebiyle, bu durum Hz. Fâtıma’nın mânevî rehberliği ve örnekliğine bir işaret olarak da değerlendirilebilir:

Derd-i aşkın çâresi bî-keslerin sultânı kim

Fâtıma bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[359]

Hz. Fâtıma’ya olan sevgisini ifade ettiği beyitte Hüseyin Vassâf, onun iki âlemde baş tacı olduğunu söylemektedir. Ayrıca hem dünyada hem de âhirette kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’dan ayrı düşmemek için Allah’a niyâzda bulunmaktadır:

Cenâb-ı Fâtıma Zehrâ iki âlemde sertâcım

Beni hayrü’n-nisâdan dûr u mehcûr etme yâ Rabbî[360]

Nakşibendî Mehmed Murad, mahşer günü Hz. Ali ile beraber haşr olmak için Cenâb-ı Hakk’a yalvarmakta ve âhiret günü kadınların en hayırlısı olan Fâtımatü’z- Zehrâ’ya komuşu olmayı talep etmektedir:

İlâhî rûz-ı mahşerde ‘Ali ile bizi haşr it

Dahı hayrü’n-nisâ Fâtımatü’z-Zehrâya eyle câr[361]

Haydarî, sembolik ifadelere yer verdiği beyitlerde mahbubunun cemâlini “Lâ ilâhe illallah”a benzetmektedir. Buna göre sevgilinin yüzünde Cenâb-ı Hakk’ın vahdetine dair sırlar tecellî etmektedir. Dolayısı ile sevgilinin yüzüne bakan orada lahuti birtakım sırlar müşahade edecektir. Sevgilinin gözleri ise kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın yüzündeki nur gibi ışıldamaktadır. Şair, birini fahru’n-nisâ, diğerini ise hayru’n-nisâ şeklinde adlandırdığı sevgilinin gözlerinin güzelliğini, İmam Rızâ’nın yaratılışındaki güzelliğe benzetmekte ve buna binâen onlara büyük bir hürmet atfetmektedir:

Lâ ilâhe illallâhdır cemâlin lâ-mehâl

Neyyir-i fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır gözlerin

Birisi fahrü’n-nisâdır birisi hayrü’n-nisâ

İzz ü iclâl hüsn-i hulk-ı Rızâdır gözlerin[362]

Yusuf Fâhir Baba’nın beyitlerine göre Cenab-ı Hakk, Betül’e “Ey Habibimin gözünün nûru! Ey kadınların en hayırlısı Fâtıma!” şeklinde nida etmiş, oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da başına gelen musîbete tahammül göstermesini istemiştir. Bu durumun kaderin bir tecellîsi olduğunu, Kerbelâ’da şehit olmasının Hüseyin’in kendi nezdindeki kıymetini arttıracağını söylemiştir:

Sem’ine geldi Betülün şöyle bir kudsî nidâ

Ey Habîbim nûr-ı aynı Fâtıma Hayrü’n-nisâ

Bu belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ

Bu şehâdettir sebep bak kadrinin i’lâsına[363]

Sirişk-i Mâtem adlı eserinde yer alan kasidesinde Sivaslı Ali Şâdi, Hz. Hüseyin’in bütün yaratılmışlar üzerinde tecellî eden hakîkatlerin özü olduğunu söylemekte ve onu kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın evinde geceleri parlayan kıymetli taşa benzetmektedir:

Ey nükte-i hakâik-i eşbâh-ı mümkinât

Ey şeb-çerâğ-ı hücre-i Hayru’n-nisâ Hüseyn[364]

Kendisi de Hz. peygamber’in neslinden olan Bahrî’nin beyitlerine göre gül gibi pembe yanaklı Hz. Mustafa, aşk sırlarının bülbülüdür. Hz. Murtazâ ise mana Düldülü’nün binicisidir. Kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın parlayan bir inci tanesi olmak şair için bir övünç sebebidir. Şair, Âl-i Abânın neslinden gelmesi dolayısıyla Allah’a şükretmekte, O’ndan gelen her şeye rızâ gösterdiğini ve böylece Allah’ın birliğini terennüm edenler arasına katıldığını söylemektedir:

Bülbül-i esrâr-ı aşkım gülizârım Mustafâ

Düldül-i mânâ vücûdum şehsüvârım Murtazâ

Dürr-i Zehrâyım bana fahrim durur hayru’n-nisâ

Dînim îmânım Hasan ile Hüseyn-i Kerbelâ

Cedd-i a’lâmdır bihamdillâh benim Âl-i Abâ

Dâhil-i vahdet-serâ oldum olup mahz-ı rızâ[365]

Ehl-i Beyt’e olan sevgisi herkesçe bilinen Fuzûlî’nin beyitlerine göre çimenlikteki erguvanın her bir yaprağı Aliyyü’l-Murtazâ’yı sürekli medheden dil mesabesindedir. Narin bir çiçek olan ve aynı zamanda Rasûlullah’ın kızı Fâtıma’nın sembolü durumunda bulunan yasemin ise, ömrünü boşa geçirmemekte ve ihlaslı bir şekilde özünü kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın ayak bastığı toprak eylemektedir:

Sahn-ı çemende erguvan her bergini etmiş zebân

Tekrar eyler her zaman medh-i ‘Aliyyü’l-Murtazâ

Zâyi geçirmez yâsemin ömr-i latif ü nâzenîn

İhlâs ile eyler özin hâk-i reh-i Hayru’n-nisâ[366]

Harâbî, Hz. Ali ve Oniki İmam’ın övgüsüne dair kaleme aldığı kadisesinde öncelikle Hz. Peygamber’in bûsegâhı olan Hüseyin’in boynunun kesilmesi karşısında bütün peygamberler, velîler ile Hz. Hüseyin’in annesi ve kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın duyduğu hüzne işaret etmektedir. Ardından sabâ rüzgârına seslenerek Kerbelâ Çölü’ne gidip Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’den bir haber getirmesini istemektedir:

Evliyâ vü enbiyâ Hayru’n-nisâ’nın hâlini

Eyle tahkik bûse-gâh-ı Mustafâ’nın hâlini

Eyle sabâ var Kerbelâ deştinden eyle bir güzer

Ver bize lutf et Hüseyn ibn-i ‘Ali’den bir haber[367]

Hâce Muhammed Lutfî, Kerbelâ Vak’ası’nın vukû bulduğu Muharrem ayında olduklarını belirterek, Hz. Hüseyin’in dedesinin Allah’ın nûru, babasının Allah’ın arslanı Haydar, annesinin ise kadınların en hayırlısı Zehrâ olduğunu söylemektedir:

Ceddim benim nûr-i Hüdâ

Hayder Babam şîr-i Hüdâ

Zehrâ Anam hayrü’n-nisâ

Bugün mâh-ı Muharremdir[368]

Hazret-i Hayru’n-nisâ

Bektaşî-meşrep bir şair olan Mebnî Baba, kaleme aldığı beyitlerde Hz. Hüseyin’e “Şâhım” şeklinde seslenmekte ve ona olan muhabbetini ifade etmektedir. Buna göre Hüseyin’in dedesi Hz. Muhammed Mustafa tertemiz, kusursuz ve günahsızdır. Babası Hz. Ali seçilmiş, beğenilmiş ve kendisinden râzı olunmuş kimsedir. Annesi Hz. Fâtıma ise kadınların en hayırlısıdır.

Cedd-i pâkindir Muhammed Mustafa şâhım Hüseyn

Hem atandır şâh-ı Aliyyü’l-Murtazâ şâhım Hüseyn

Mâderindir Hazret-i Hayrü’n-nisâ şâhım Hüseyn[369]

Nev’î (ö. 1599), Ehl-i Beyt’e olan sevgi ve muhabbetini dile getirdiği terkîb-i bendde Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak vasıflandırmakta ve Hz. Hayru’n- nisâ’nın evlâdına dil uzatanların dilsiz kalmaları yönünde bedduâda bulunmaktadır:

Evlâd-i pâk-i Hazret-i Hayrü’n-nisâ içün

Her kim dil uzada göreyin ola bî-zebân[370]

Mehmed Ali Hilmi Dede Baba, Hz. Hüseyin’i, kendisine muâdil bir yiğit bulunmayan Aliyyü’l-Murtazâ ile kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın tertemiz, günahsız çocuğu olarak nitelendirmektedir:

Vâlidindir lâ fetâ illa ‘Aliyyü’l-Murtazâ

Necl-i pâk-ı Hazret-ı Hayru n-nisâsın yâ Hüseyn

Mûsâ Kâzım Paşa, Hz. Hüseyin’i Hayber’in kapısını açan Haydar’ın göz nûru, Hz. Hayru’n-nisâ’nın ise, bedenine canlılık veren hayat kaynağı olarak nitelendirmektedir:

Ey nûr-ı çeşm-i Haydar-ı Hayber-güşâ Hüseyn

Vey rûh-ı cism-i Hazret-i Hayru n-nisâ Hüseyn

Osman Şems Efendi, Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’i şehit eden münafıkların, yaptıkları bu kötülükten dolayı âhiret günü son derece mahcup bir vaziyette cehennemin en alt tabakasına gireceklerini, buna mukâbil mü’minlerin cennette Hz. Hüseyin’e misafir olacaklarını söylemektedir. Bu müjde karşısında ise Hazret-i Hayru’n-nisâ’nın son derece mutlu olacağı ve Allah’a hamd edeceğini belirtmektedir:

Ol münâfıklar olup nîrân-ı esfelde hacîl

Mü’minîn olsun sana Cennetde mihmân yâ Hüseyn

Ol râzı Hazret-i Hayru’n-nisâ bu müjdeden

Eyleye hamd-i Hudâ mesrûr u şâdân yâ Hüseyn[371] [372] [373]

Hayru’n-nisâu’l-âlemîn

Yusuf Fâhir Baba kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın, oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden duyduğu acıdan dolayı mahşer günü Allah’a şikâyette bulunacağını söylemektedir. Buna göre Hz. Fâtıma, oğlu Hüseyin’in şehit edildiği esnâda üzerinde bulunan kanlı gömleğini hissettiği derin üzüntünün delili olarak Allah’a takdim edecektir. Hz. Fâtıma’nın feryâd u figânına şahit olan melekler de üzüntülerinden gözyaşı dökeceklerdir:

Fâtıma hayrü’n-nisâü’l-âlemîn tekrar yine

İştikâ vü ıztırâbın nakledip mâ-ba’dine

Kanlı başla gömleği Allah’a verdi beyyine

Ağladı hattâ melekler âh u vâveylâsına[374]

Hayr-i Nisvân-ı Betül

Haydarî, Hz. Ali’yi kadınların en hayırlısı, iffeti ve yüzünün parlaklığı ile tebârüz etmiş olan Fâtıma’nın kocası olarak vasıflandırmaktadır:

Zevc-i Zehrâ-yı minher hayr-i nisvân-ı Betül

Ey çerâğ-ı çârem-i çarh-ı melâhat yâ Ali[375]

Betül Fâtıma-i Hayru’n-nisâ

Hâşim Baba, “Kasîde-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî” başlıklı kasidesinde Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi oluşunu “ümmü sıbteyn” olarak ifade etmekte ve “tâc-ı eşref’ tabiri ile ona olan saygı ve hürmetini ifade etmektedir. Ardından Hz. Ali’nin hanımı (zevce-i Haydar) ve kadınların en hayırlısı olduğunu vurgulamaktadır:

Es-salât ey ümm-ü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm

Zevce-i Haydar Betûl Fâtıma-i Hayru’n-nisâ[376]

Fâtımâ Hayru’n-Nisâ

Kadîmî, dertlerinden kurtulmak niyâzında bulunmakta, duâsının makbûliyeti için ise, yaratılmışlar arasında en seçkin konumda bulunan Hz. Muhammed, cennette mü’minlere Kevser suyunu dağıtacak olan Aliyyü’l-Murtazâ[377] ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır.

Derdimi ref et Muhammed Mustafa aşkına

Sâkî-i Kevser Aliyyü’l-Murtazâ aşkına

Duhter-i pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in

Pâk-i ismet Fâtıma hayrü’n-nisâ aşkına[378]

Cemâleddin Uşşâkî’nin (ö. 1751) beyitlerine göre Hz. Hasan ile Hüseyin’in dedeleri peygamberlerin imamı

önderi Hz. Mustafa, babaları evliyânın önderi Hz. Ali, anneleri ise kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’dır:

Cedd-i pâki Mustafâdır hem İmâm-ı Enbiyâ

Atası Şâh-ı Velâyetdür İmâm-ı Evliyâ

Vâlidesi anlarun Fâtime-i Hayru’n-nisâ

Çağırurlar yâ Rasûlallâh şefâat el-amân[379] [380]

Ma’rifî tarikatı şeyhlerinden olan Ferdî Baba, hakîkat yoluna bağlı kimselerin Hz. Hüseyin için canlarını fedâ edeceklerini söylediği beytinde Hazret-i Hüseyin’i Fâtıma Hayru’n-nisâ’nın gönlündeki yara şeklinde tavsif ederek Kerbelâ Hâdisesi’ne işaret etmektedir:

Bende-i râh-ı hakîkat can fedâ eyler sana

Bağrı başı Fâtime Hayru n-nisâsın yâ Hüseyn

Sukûtî, Hz. Peygamber’in ayağının tozuna yüzünü sürerek huzûruna geldiğini söylemekte ve mânevî bakımdan içinde bulunduğu menfi durumdan kurtulmak için Hz. Peygamber’den yardım talep etmektedir. Şair, Hz. Peygamber’e seslenerek Fâtıma Hayru’n-nisâ’nın hatırı için, işlemiş olduğu hata ve günahları görmezden gelmesini istirham etmektedir:

Hâk-i pây-i devletine yüz sürüp geldim aman

Sen meded kıl Fahr-i ‘Alem hâlime gâyet yaman

Fâtıma Hayru’n-nisâ aşkına ey Zât-i pâk

Zenb-i isyânıma bakma ey Şehinşâh-ı cihân[381]

Bektaşî tarikatı mensubu bir şair olan Hafız Baba (ö. 1917), Kerbelâ şehidi Hz. Hüseyin’i Âl-i Abânın en seçkini ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın oğlu olarak nitelendirmekte ve kendisine salat ü selâm getirmektedir:

Mâderi hayru’n-nisâ Fâtıma müctebâ Âl-i Abâ

Es-salâtü vesselâm ey şâh-ı şehîd-i Hüseyn-i Kerbelâ381 [382]

Zehrâ Fâtıma Hayru’n-nisâ

Kethüdâzâde el-Hac Mehmed Ârif Efendi (ö. 1849), Hz. Hüseyin’i Habîb-i Kibriyâ namı ile mâruf Hz. Peygamber’in gözünün nûru, Şâh-ı Merdân ve Murtazâ lakapları ile meşhur Hz. Ali ile kadınların en hayırlısı Fâtıma Zehrâ’nın sevgili oğlu ve Âl-i Abânın en seçkin mensubu olarak nitelendirmektedir:

Kurretü’l-‘ayn-i Habîb-i Kibriyâsın yâ Hüseyn

Nûr-ı çeşm-i Şâh-ı Merdân-ı Murtazâsın yâ Hüseyn

Hem ciğer-pâre-i Zehrâ Fâtıma Hayru’n-nisâ

Ehl-i Beyt-i Müctebâ Âl-i Abâsın yâ Hüseyn[383]

Celvetiyye şeyhi ve aynı zamanda bir şair olan Yusuf Nizâmeddin Efendi (ö. 1752), Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin’in Murtazâ nâmıyla bilinen Hz. Ali ile kadınların en hayırlısı Fâtıma Zehrâ’nın asil oğulları olduğunu söylemektedir:

Ya’ni yâ Necl-i necib-i Murtazâ ibn-i ‘Alî

İbn-i Zehrâ Fâtıma Hayru’n-nisâdır ol velî[384]

Menbâ-ı Hayru’n-nisâ

Nesîmî, mâsûm olduğunu söylemek sûretiyle Hz. Fâtıma’yı günahsız, hatadan berî, yani ismet sıfatına sahip; Hz. Hatice’yi ise hürmet gören, kıymetli ve şerefli kimse olarak tavsif etmektedir. Öyle ki şair kadınların övünç kaynağının Hz. Hatice, en hayırlısının ise, Hz. Fâtıma olduğunu söylemektedir:

Fâtıma ma’sûm oluptur hem Hatîce muhterem

Mâder-i fahrü’n-nisâdır menbâ-ı hayrü’n-nisâ[385]

Hayrun’nisâ-yı Ehl-i Beyt

Sâdeddin Sırrî, insanların övünç kaynağı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bir parçası ve Ehl-i Beyt’in en hayırlı kadını olan Hz. Fâtıma’nın dünya hayatında hiç gün yüzü görmediğini, hayatının devamlı sûrette sıkıntı içinde geçtiğini söyleyerek bu durum karşısında duyduğu üzüntüyü dile getirmektedir:

Âh yüz bin âh dünyada bir gün görmedi

Bid’a-i Fahrü’l-beşer Hayru’n-nisâ-yı Ehl-i Beyt[386]

Hayru’n-nisâ-i zü’l-kerem

Şeyh Yusuf Nizâmeddîn Efendi, Mersiyye-i Şâh-ı Şehîd-i Kerbelâ adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin ile Kerbelâ’da onu öldürmek kasdı ile gelenler arasında geçen konuşmaya yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin kendisini öldürmeye gelenlere hitâben, annesinin kerem sahibi ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma, dedesinin ise Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed olduğunu söylemiştir. Ardından Hz. Peygamber’e iman ettiklerini söyleyip Müslüman olan kimselerin kendilerini öldürmeye çalışarak O’nun getirmiş olduğu şer’î kanunlara muhâlif iş yapmaları karşısında duyduğu şaşkınlığı dile getirmiştir:

Vâlidemdir Fâtime Hayru’n-nisâ-i zü’l-kerem

Hazret-i Mahbûb-ı Hak Mahmûd-ı efhamdır dedem

Siz nasıl Müslümsiniz ki ana var îmânınız

Sonra da şer -i Nebiye karşu pür-isyansınız

Fahru’n-Nisâ

Fahru’n-nisâ lakabı kadınların övüncü mânâsına gelmekte olup, Hz. Fâtıma’nın diğer kadınlara kıyasla sahip olduğu üstün konumunun bir tezâhürü olarak Türk-İslâm edebiyatı müellifleri tarafından sıklıkla kullanılmaktadır.

Şeyh Hasan Haydar, Hz. Peygamber’in abasının altına girmekle müşerref olan Hz. Hüseyin’i vefa bağının goncası, kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’nın ciğerinin köşesi olarak nitelendirmektedir:

Gonca-ı bâğ-ı vefâ ciğer-kûşe-i fahrü’n-nisâ

Yâdigâr-ı Murtezâ Âl-i Abâsın yâ Hüseyn[387] [388]

İsyânî, Hz. Fâtıma hakkında mâder kelimesini kullanırken, Hz. Hatice için “ümm-i pâk” terkibini kullanmıştır. Hz. Hüseyin’in anneannesi hakkında şairin “ümm-i pâk” demesi, Hz. Peygamber’in tertemiz eşleri olan ezvâc-ı tâhirâtın mü’minlerin annesi (ümmehât-ı mü’minîn) olmasından mülhem olmalıdır:

Ümm-ü pâkin Hadîce mâderindir Fâtıma

Zâde-i kudsiyye-i fahrü’n-nisâsın yâ Hüseyn[389]

Hazret-i Fahru’n-nisâ

Kadîmî, Kerbelâ Vak’ası’na işaret ettiği beyitlerde Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi üzerine kadınların iftiharı olan Hz. Fâtıma’nın üzüntü ve kederden figân ederek yakasını yırttığını söylemektedir. Bu elim hâdisenin müsebbibi olarak gördüğü Yezid’e ise Huda’nın gül bahçesinin servisi olan Hz. Hüseyin’e yaptığı eziyetlerden ötürü binlerce kez lânet etmektedir:

Nâleden âh u figândan kopdu tûfân-ı belâ

Eyledi çâk-ı girîbân Hazret-i Fahrü’n-nisâ

Sâd-hezerân lânet olsun ol Yezid’in canına

Serv-i gülzâr-ı Hudâya eylediler çok ezâ[390]

Haydarî, aşkın ateşinde yanmakta olduğunu söyleyerek Hz. Ali’den yardım talep etmekte, bu talebinin kabul edilmesi için ise kadınların iftiharı ve en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:

Hazret-i Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisânın hakkiyçün

Aşk oduna yana geldim yâ Ali senden meded[391]

Alevî geleneğinde sıkça rastlanan Muhammed-Ali ikilemesine[392] [393] yer verdiği beyitte Haydarî, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i kâinatın kendisi ile övündüğü kimse, Hz. Ali’yi ise kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’nın sevgilisi olarak vasıflandırmaktadır:

Hazret-i Fahrü’n-nisânın can-nişîni Ehl-i Beyt

Mefhar-ı fahr-i dünyâsın yâ Muhammed yâ Ali

Haydarî, Hz. Ali’yi yiğitlerin şâhı, âhirette kevser suyunu ikram edecek kişi ve mü’minlerin emiri olarak vasıflandırmakta, bununla birlikte kadınların iftiharı ve en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın sevgilisi olmasına da vurgu yapmaktadır:

Hazret-i Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâya can-nişîn

Şâh-ı Merdân sâkî-i kevser emirü’l-mü’minîn[394]

Bektaşî-meşrep bir şair olan Azbî Mustafa (ö. 1747), Kerbelâ Çölü’nde Hz. Hüseyin ve diğer yakınlarının kanını Ceyhun Nehri misâli akıtanların büyük bir zulme sebep olduklarını, böyle bir katliam gerçekleştirerek kadınların övüncü Hz. Fâtıma’yı hüzne boğdukları için ise ömür sermâyelerini heder ettiklerini ifade etmektedir:

Ey keremsiz zulmü sen mazluma kânun eyledin

Kerbelâ deştinde hûnu misl-i Ceyhûn eyledin

Ömrünün sermâyesini hâk ile yeksân edüp

Hazret-i Fahru’n-nisâ’nın bağrını hûn eyledin[395]

Şiirlerinde Ehl-i Beyt sevgisi yoğun olarak görülen Hacı Ali Ârif Efendi, Kerbelâ Vak’ası’nın müsebbibi olarak gördüğü Yezid’e yaptığı zulmün karşılığı olarak âhirette göreceği muameleyi hatırlatmaktadır. Nitekim mahşer günü Hz. Hüseyin’in mübârek dedesi Hz. Muhammed, velîlerin önderi olan babası Hz. Ali ve kadınların iftihar kaynağı annesi Hz. Fâtıma, çocuklarına yapılan bu zulüm karşısında Yezid’e husumet besleyecek ve bu zulmün hesabını soracaktır:

Ne dersin ey Yezîd ey it yarın yevmü’l-cezâ yok mı

Husûmet eylemez mi cedd-i pâki Mustafâ yok mı

Şeh-i sırr-ı velayet ol ‘Aliyüü’l-Murtazâ yok mı

Ana mâder değil mi Hazret-i Fahrü’n-nisâ yok mı

Bu kadar âl u evlâda hakâret eyledin bî-hâd

Yevm-i mahşerde aceb fasl-ı kazâ yok mı[396]

Mâden-i Fahru’n-nisâ

Haydarî, Hz. Fâtıma’yı yüzünün nurlu ve parlak oluşuna istinâden, ay ve güneşe benzetmiş, bununla birlikte kadınların övüncü ve en hayırlısı olmasına vurgu yapmıştır:

Ma’den-i fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır mihr ü mâh

Hem Ali Zeyne’l-abâdır menbâ-ı feyz-i ilâh[397]

Fariü’n-nisâ

Haydarî, kaleme aldığı beyitlerde Hz. Hüseyin’in Muharrem ayında Kerbelâ’da şehit edilmesi hâdisesine yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin şehit edildiği dedesi Hz. Muhammed Mustafa ile babası Hz. Aliyyü’l-Murtazâ gözyaşına boğulmuştur. Kadınların övünç kaynağı ve en hayırlısı Hz. Fâtıma ise, bu elim hâdise karşısında derin bir hüzne boğulmuş ve eline aldığı taşla bağrına vurarak gözyaşı dökmüştür. Beyitte geçen “fariü’n-nisâ” ifadesi “fahru’n-nisâ” terkibinin galat hali olmalıdır:

Geldi ol mâh-ı Muharrem Mustafa ağlar bugün

Âh idüb cân-ı gönülde Mürtezâ ağlar bugün

Derd ile fariü’n-nisâ feryâd eder zâr-ı hüzün

Daşıyla bağrın döğer Hayrü’n-nisâ ağlar bugün[398]

Hazret-i Fahrü’n-nisâ

Haydarî, Ehl-i Beyt’in ikâmetgâhının kadınların övünç kaynağı ve en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın makamı olduğunu, bu makamın da âlemin geleceğini teşkil ettiğini söylemektedir. Şair, Fâtıma’nın makamını âlemin geleceği olarak vasıflandırarak Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in neslinin kızı Fâtıma vâsıtası ile devam edeceğine işaret etmektedir:

İkâmetgâh-ı Ehl-i Beyt çün istikbâl-i âlemdir

Makâm-ı Hazret-i Fahrü’n-nisâ hayrü’n-nisâdır bu[399]

Fâtıma Fahrü’n-nisâ

Mevlevî-meşrep bir şair olan Mislî İsmail Hakkı, ay ve güneşin nûrunu iki cihanın nûru olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in yüzündeki nurdan aldıklarını ve onların sırrına Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’nın vakıf bulunduğunu söylemektedir. Şair, kalp gözü kör olanların Kaf ve Nûn[400] sırrının mânâsını çözemeyeceklerini ifade etmektedir:

Nûr-ı veçhinden senin bir şem’âdır şems ü kamer

Sırrına mahrem Hadîce Fâtıma Fahrü’n-nisâ

Kalbi â’mâlar ne bilsin Kâf u Nûn’un sırrını

Dü-cihân nûru Hasan Şâh-ı Hüseyn-i Kerbelâ[401]

Zehrâ Fâtıma Fahru’n-nisâ

Şeyh Hasan Haydar manzûmede Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden olan ve Âl­i Abâ olarak da isimlendirilen Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e karşı sevgi besleyenlere seslenmektedir. Buna göre Ehl-i Beyt’i sevenler Kerbelâ’da zulme uğrayan Hüseyin’in haline üzülerek gözyaşı dökmeli, âh u figân ederek yakalarını yırtmalıdırlar. Zira kadınların övünç kaynağı olan Hz. Fâtıma Zehrâ’nın ciğerinin köşesi, sevgili oğlu Hüseyin’in kanı Kerbelâ’da dökülmüş ve şehit edilmiştir:

Ey muhibb-i hânedan ü Ehl-i Beyt âl-i aba

Çâk-ı girîbân edüben kılalım âh u fizâ

Kerbelâ’da çağrışır mahdûm-ı a’zâm-ı Murtazâ

El-meded yâ cedd-i pâk Ahmed Muhammed Mustafâ

Neylediler gör bize yâ ceddî ol bî-dîn Yezîd

Asla hürmet kılmadılar zâtıma kavm-i pelîd

Kasd edip hûn-ı Hüseyne eyledi sûsen şehîd

Âh ciğer-kûşe-i Zehrâ Fâtıma fahrü’n-nisâ[402]

HZ. FÂTIMÂ’NIN SIFATLARI

Hz. Fâtıma, Türk-İslâm edebiyatında telif edilen manzum eserlerde yer alan isim, künye ve lakablarının yanı sıra çok sayıda sıfat ile birlikte de zikredilmiştir. Hz. Fâtıma’nın bu sıfatları almasında Hz. Muhammed ile Hz. Hatîce’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması, mânevî yaşantısı, yardımseverliği vb. hususiyetlerinin etkili olduğu görülmektedir.

Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Kızı Olması Yönüyle

Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in en küçük çocuğu olup, nesebi onun vâsıtası ile devam etmiştir. Bununla birlikte Hz. Muhammed ile kızı arasında derin bir sevgi bağı olduğu bilinmektedir. Hz. Peygamber’in kızına olan sevgisi hadîs-i şeriflerde de açıkça görülmektedir. “Fâtıma, benim parçamdır. Onu üzen beni üzer[403].” ve “Hz. Peygamber’in en sevdiği kimseler, erkekler arasında Ali, kadınlar arasında da Fâtıma’dır[404].” şeklindeki rivâyetler Hz. Peygamber’in kızına olan sevgi ve muhabbetinin bir göstergesi niteliğindedir. Türk-İslâm edebiyatı müellifleri, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’e olan soybağı yönüyle, özellikle de aralarındaki sevgi bağına istinâden çeşitli şekillerde vasıflandırmalardır.

Bint-i Rasûl

Âşık Hıfzî, müsemmen mersiyesinde Kerbelâ’da Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinde rolü bulunan Yezid’in bu hâdiseyle beraber büyük bir fitneye sebep olduğunu söyleyerek ona lânet etmektedir. Şair, Hz. Hüseyin’i Ahmed-i Muhtâr lakaplı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in göz nûru şeklinde tavsif etmekte, babasının Hz. Kerrâr, annesinin ise Rasûl’ün kızı Hz. Zehrâ olduğunu söylemektedir:

Çün bilirdi nûr-ı çeşm-i Ahmed-i Muhtâr idi

Vâlidi Âl-i cenâb-ı Hazret-i Kerrâr idi

Mâderi bint-i Râsûl Hazret-i Zehrâ idi

Dâder-i pâki Hasan hulku Rızâ Hünkâr idi

Nesli peygamberliğin kim ayâ inkâr eyledi

Şân-ı âsı anın günden dahi ızhâr idi

Bir azîm fitne uyandırdı Yezîd-i bi-hayâ

Söyle vallâhi sezâdır cânına lânet sezâ[405]

Hüseyin Vassâf, Şeyh el-Hâc Ali Behçet Efendi’nin hanımı olan ve Miraç gecesinin sabahında vefât eden Fâtıma Zehrâ Hanım’ın vefâtına dair bir manzûme kaleme almıştır. Buna göre edebli ve kanaatkâr bir hanım olan Fatma Zehrâ, Nakşibendi tarikatı mensubudur. Hem Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın soyundan gelmesi hem de onunla aynı adı taşıması yönüyle Hz. Fâtıma’ya nisbetle anılmıştır. Ayrıca mü’min hanımlar için örnek insan oluşuna vurgu yapılması da dikkat çekicidir:

Harîm-i pâk şeyh Behcet Efendi

Fâtıma Zehrâ Hanım nâm-ı bülendi

Anın var nisbeti bint-i Rasûle

Kanaat-kâr-ı edîbe Nakşibendi

Mübârek leyle-i Mi’râc sabahı

Visâle erdi atdı kayd u bendi[406]

İlmiye sınıfına mensup bir şair olan Nâlî Mehmed Efendi (ö. 1675), Tuhfetü’l- Emsâl adlı eserinde Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın ciğer parelerinin başlarına gelecek olan musîbetlere râzı olduklarını söylemektedir. Buna göre Kerbelâ’da katledilen Hz. Hüseyin şehitler bağının goncası olmuş, Hz. Hasan ise zehir kadehinden yudumlamak sûretiyle şehit edilmiştir:

Hurd u ciğer-pâre-i bint-i Rasûl

Eylediler câm-ı kazâyı kabul

Gonce-i bâğ-ı şühedâ gül-kefen

Sâgar-ı sem-nûş Hüseyn ü Hasan[407]

Fâtıma bint-i Rasûl

Sukûtî, Hz. Rasûl’ün kızı Fâtıma’yı peygamberlerin en üstününün nuru şeklinde nitelendirmekte ve mahşer günü mü’min kadınlara şefâat edeceğine işaret ederek medet ummaktadır:

Fâtıma bint-i Rasûldür nûr-ı pâk-ı enbiyâ

Mü’menâtdır şefkatini olmuş revâ senden meded[408]

Ali Emîrî Efendi, Hz. Hasan hakkında kaleme aldığı na’tında onu “Rasûl’ün kızı Fâtıma’nın gönlünün nûru” şeklinde vasıflandırmaktadır:

Nûr-ı dil-i Fâtıma bint-i Rasûl

Güher-i rahşân Hasan-ı Müctebâ[409]

Halvetiyye tarikatı mensubu bir şair olan Aydî (ö. 1865), Hazret-i Peygamber’in “Ali’den daha üstün bir yiğit yoktur.” meâlindeki hadisinden kısmî iktibas yapmış ve Hazret-i Ali’nin cömertlerin sultanı olduğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte Hazret-i Peygamber’in kızı Fâtıma ile Hazret-i Ali’nin evliliğini de iki denizin birleşmesine benzetmiştir:

Lâ fetâ tahtına sultân-ı sehâ Hayder-i Kerrâr

Fâtıma binti Rasûl ile olursun bahreyn[410]

Bint-i Rasûl Fâtımatü’z-Zehrâ

Cemâleddin Uşşâkî’nin kaleme aldığı beyitlere göre Hz. Hüseyin, Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve şehitlerin en üstünüdür. Hz. Hüseyin’in annesi Hz. Rasûl’ün kızı Fâtımatü’z-Zehrâ’dır:

Kurretü’l-‘ayn-i Rasûlsün server ü şâh-ı şehîd

İsteyen ol ders-i ledün ol bahre dalsın yâ Hüseyn

Vâliden bint-i Rasûl Fâtımatü’z-Zehrâdur

Atan Şah ‘Ali’den dersini alsın yâ Hüseyn[411]

Bint-i Rasûl-i Müctebâ

Yusuf Fâhir Baba’nın kaleme aldığı mersiyeye göre Hz. Rasûl-i Müctebâ’nın kızı Fâtıma, oğlu Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden dolayı son derece hüzünlenmiş, başını döğmüş, saçlarını yolmuş ve kendilerine isâbet eden bu belâ karşısında kanlı gözyaşları dökmüştür. Hz. Fâtıma’nın, oğlu Hüseyin için bu denli kederlenmesi ve gönül yakıcı şikâyeti Allah’ın yüce katına kadar ulaşmıştır:

Baş döğüp saçlar yolup bint-i Rasûl-i müctebâ

Kanlı yaşlarla dedi âh mihnetâ vâh mihnetâ

Erdi bu muhrik şikayet bî-tevakkuf işte tâ

Zât-ı pâk-i Zü’l-Celâl’in südde-i vâlâsına[412]

Hazret-i Bint-i Rasûl-i Müctebâ

Mersiye-i Muharremiye adlı mersiyesinde Zihnî (ö. 1891

92), Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden duyulan derin üzüntüyü dile getirmektedir. Manzûmede Hz. Hüseyin ilk olarak cennet ehli gençlerin efendisi ve Allah’ın sevgilisinin torunu, akabinde ise Rasûl-i Mücteba’nın kızının göz nûru olarak zikredilmiştir:

Seyyidü’ş-şibân-ı ehlü’l-cenne mahdûmü’l-kerîm

Zât-ı mahbûb-ı İlâhînin hafiî-i ekremi

Nûr-ı çeşm-i Hazret-i bint-i Rasûl-i müctebâ

Şâh-ı iklim-i velâ şîr-i Hudâ’nın hem-demi[413]

Hazret-i Bint-i Rasûl

Âdile Sultan, Hz. Ali’yi, Nebi gülistanının gülü, kadınların en hayırlısı ve aynı zamanda Rasûl’ün kızı olan Fâtıma Zehrâ’nın zevci ve Mustafa’nın mübârek neslinin şâhı olarak tavsif etmiştir:

Hazret-i bint-i Rasûlün zevcidir

Şehsâr-ı nesl-i pâk-i Mustafâ

Yani ol verd-i gülistân-ı Nebî

Fâtımâ Zehrâ zihî Hayrü’n-nisâ[414]

Bint-i Mahbûb-ı Hudâ

Leyla Hanım, Hayrü’l-Betül şeklinde zikrettiği Hz. Fâtıma’ya seslenerek suçlarını bağışlamasını ve yüzünün nûrundan kendini mahrum bırakmamasını talep etmektedir. Şair, günahkâr kullara lütufta bulunmayı Hz. Fâtıma’nın âdeti olarak görmekte ve âhirette onun şefâatini ummaktadır:

Bağışla cürmümi Hayrü’l-Betül

Gözümden nûr-ı veçhin itme mestur

Usâta âdeti lütf u ‘atâdır

Şeftim bint-i mahbûb-ı Hudâdır[415]

Bint-i Rasûl-i Hudâ

Hanyalı Nûrî, Huda’nın Rasûlü’nün kızı olarak zikrettiği Hz. Fâtıma’yı ümmetin annesi ve mana kevseri şeklinde tavsif etmektedir. Şair, âhiret saadetine ulaşmış iki kişinin annesi mânâsına gelen “ümm-i saidân” terkîbi ile de Hz. Fatımâ’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi olmasına işaret etmektedir:

Mâder-i ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ

Bint-i Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[416] [417]

Bint-i Fahr-i İns ü Cân

Diyarbakır Valisi Sarı Abdurrahman Paşa’nın Fâtıma Zehrâ adını verdiği yeni doğan kızı hakkında bir manzûme kaleme alan Lebîb, inci tanesi gibi bir kız bağışladığı için cihanın yaratıcısı olan Allah’a yüzlerce kez şükretmektedir. Bununla birlikte Paşa’nın kızının insanların ve cinlerin övüncü olan Hz. Peygamber’in kızı ile adaş olduğunu, yaratılış ve karakter itibariyle de ona benzediğini ifade etmektedir. Beyitlerde Hz. Fâtıma’nın numûne-i imtisâl oluşuna vurgu vardır:

Sâd şükür bir dürre-i yektâ-yı hallâk-ı cihân

Kıldı saht-ı sabt-ı âsaf-ı Cem-dâstân

Duhter-i sâd-ahter-i hûrâ-reviş Zehrâ-menîş

Hürmet-ârâyiş semiyy-i bint-i fahr-i ins ü cân

Bint-i Fahr-i Kevneyn

Nebzî, ilk olarak Hz. Ali’nin Hulefâ-i Râşidîn’in dördüncüsü olduğunu söylemektedir. Ardından iki cihanın övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in kızı ile evlenerek O’nun damadı olmakla şereflendiğini de belirtmektedir:

Ali irişdi dördünci şecâatle tutup dehri

Saâdetle olupdı ol fütüvvet kişverinde şâh

Bu dahı oldı dâmâd aldı bint-i Fahr-i kevneyni

Sipihr-i izz ü rif’atde mukârin oldı mihr ü mâh[418]

Bint-i Mustafa

Şeyh Hâlid (ö. 1931), Âl-i Abâdan, özellikle de Hz. Mustafa’nın kızı Fâtıma’dan kendisini kapısından mahrum etmemesini talep etmektedir:

Dahîlek yâ Âl-i Abâ

Husûsan bint-i Mustafâ

Kapından mahrum eyleme

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[419]

Bint-i Muhammed

Âşık Dertli, Hz. Ali’yi Hz. Fâtıma’nın zevci ve Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in amcasının oğlu olarak nitelemiştir. Ardından Hz. Peygamber’in sırrına aşina olduğunu ifade ederek Şia inancında yer alan Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin Âdem yaratılmadan binlerce sene önce nur olarak birlikte mevcut oldukları inancına[420] [421] işaret etmiştir:

Zevc-i bint-i Muhammed ibn-i amm-i Mustafâ

Tâ ezelden oldu sırr-ı Nebiye âşinâ 421

Duhter-i Pâkîze

“Pâkize” kelimesi Farsça kökenli olup temiz, namuslu, lekesiz vb. mânâlarına gelmektedir[422]. Müstakil kadın adı olarak kullanılmasının yanı sıra kadın adlarının yanında sıfat olarak da kullanılmaktadır. Klâsik Türk şiirinde Hz. Fâtıma’nın ismi, zâhiri ve bâtınî bakımdan tertemiz ve günahsız oluşuna işaretle bu sıfatla sıkça yan yana gelmiştir.

Molla Murad, Hz. Peygamber nezdinde mühim bir yere sahip olan Hz. Fâtıma’ya tevessül ederek[423] Hz. Peygamber’den şefâat talep etmektedir. Şair, Hz. Fâtıma’yı tertemiz, iffetli kız mânâsına gelen “duhter-i pâkîze” ve en yaygın lakaplarından olan “hayru’n-nisâ” ile vasıflandırmaktadır:

Dahi ol duhter-i pâkîze hayrü’n-nisâ hakkı

Buyurdun nâm-ı pâkinde anın Fâtımatü’z-Zehrâ

Bizi ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallâh

Nigâh u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[424]

Molla Murad, başka bir manzumesinde Hz. Peygamber’in gazadan dönünce kızı Zehrâ’yı görmeyi arzuladığını ve ilk olarak da tertemiz, pak olan kızını ve torunları Hasan ile Hüseyin’i ziyâret ettiğini ifade etmektedir[425]:

Gazâdan avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr

Bûyunundan olurdı bint-i Zehrâ hazrete ahvâ

Ziyâret eyler idi duhter-i pâkîzesin levlâ

Hasan ile Hüseyin’e hem görürdi cedd-i a’lâ[426]

Kadîmî, dertlerinden kurtulmak kasdıyla Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Niyâzının kabulü için Hz. Peygamber’in günahlardan arınmış, tertemiz kızı ve kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’ya tevessül etmektedir:

Derdimi ref et Muhammed Mustafanın aşkına

Sâkî-i Kevser Aliyyü’l-Murtezânın aşkına

Duhter-i pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in

Pâk-i ismet Fâtımâ hayrü’n-nisâ aşkına[427]

Duhter-i Mustafa

Der-Menkabet-i Çâr-Yâr-ı Güzin adlı manzûmesinde Keçecizâde İzzet Molla, Hz. Ali’yi “Mustafa’nın kızının kocası” olarak zikretmiştir. Bununla birlikte Murtazâ lakaplı Hz. Ali, Hz. Peygamber’in neslinden gelenlerin önderi, insanların hidâyetine sebep olan, seçkin ve örnek alınan kimse olarak tavsif edilmiştir:

Odur hem-ser-i duhter-i Mustafâ

Odur âl-i evlâdına pişvâ

Odur müctebâ vü odur Murtazâ

Odur mühtedâ vü odur muktedâ[428]

Duhter-i Pâkîze Zehrâ

Rıfâî-Ma’rifî tarikatı mensubu olan Hasan Rüşdî (ö. 1919), Hz. Hüseyin’e Kerbelâ şehidi şeklinde seslenirken onu Hz. Peygamber’in tertemiz kızı Zehrâ’nın gülü ve Ehl-i Beyt’in seçkin mensubu olarak nitelendirmektedir:

Duhter-i pâkîze Zehrâ’nın gülüsün yâ Hüseyn

Ehl-i Beyt-i müctebâsın ey şehîd-i Kerbelâ[429]

Duhter-i Pâkize-i Fahrü’l-Enam

Hüseyin Vassâf, kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı Fâtıma’ya olan sevgisini dile getirmekte ve onu yaratılmışların övüncü olan Hz. Peygamber’in gözünün nûru ve tertemiz kızı olarak vasıflandırmaktadır:

Duhter-i pâkize-i Fahrü’l-enâmdır nûr-ı „ayn

Ol Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâdır sevdiğim[430]

Duhter-i Saîde-i Sultân-ı Enbiyâ

Muharrem Efendi’nin Mersiyesinde yer aldığı üzere Peygamber torunları Kerbelâ’da uğradıkları zulmü hak etmemişler, şehit edildikleri gün Medîneli Müslümanlar bu katliamdan dolayı yaşadıkları derin üzüntüyle gözyaşlarına boğulmuşlardır. Kerbelâ Vak’ası’nda hayatta kalan Hz. Fâtıma’nın sevgili kızı, Hz. Peygamber ile beraber Hz. Fâtıma’nın da medfun bulunduğu Bakî Kabristanı’na gözyaşları içerisinde gelmiş, annesine “Ey enbiyalar serverinin mübârek kızı ve evliyâlar önderinin merhametli hanımı” şeklinde seslenerek başını kaldırmasını ve gelen Kerbelâ şehitlerine bakmasını istemiştir:

Lâyık mı hânedânın ide böyle hâr u zâr

Âvâh ki kopdı gulgûle ol gün Medîne’de

Göz kalmadı ki olmaya mâtemle eşk-bâr

Andan Bâki’a vardı ol dürdâne-i Betül

Giryân u zâr dedi ki yâ buk’atü’r-Rasûl

Ey duhter-i sa’îde-i Sultân-ı Enbiyâ

Vey hem-ser-i şefîka-i sâlâr-ı evliyâ

Kaldır ser-i mübârekini gör ki geldiler

Mihnet-keşân-ı bâdiye vü kerb-i Kerbelâ[431]

Duhter-i Ağnâ

Molla Murad’ın kaleme aldığı beyitlere göre Hz. Peygamber, Cenâb-ı Hakk’ın emrine boyun eğerek Hz. Ali ile Fâtıma’yı nikâhlamıştır. Nikâhın kıyılmasının ardından Hz. Peygamber, kızına “ey en zengin kızım” şeklinde hitap etmiş ve mehir olarak talebini sormuştur. Hz. Fâtıma, dünya malında gözü olmadığını söyleyerek, mehir olarak Hakk’a karşı isyan eden Muhammed ümmetine âhiret günü şefâatçi olmayı talep etmiştir. Hz. Peygamber, kızının bu isteğini Cebrâil’e iletmiş ve Cebrâil, Allah katından bu talebin kabul edildiğine dair bir senet getirmiştir. Burada Hz. Fâtıma’nın zenginliğinden murad, dünya malına tamah etmeyişi, gönlünün zenginliğidir:

Nikâh itdim dahi ben emr-i Hakka inkıyâd itdim

Hüdânın emr ü hükmi bilmiş olun böyledir zîrâ

Nikâh emri tamâm oldı buyurdu server-i ‘âlem

Kızım mehrin ne olsun söyle gel ey duhter-i ağnâ

Cevâbında buyurdı Fâtıma ey vâlidî erham

Bilürsin yok dilimde mâl-ı dünyâ hem ve mâ-fîhâ

Şefâat muradım ümmetin isyanına Hakdan

Senet virsün şefa’at itmeğe hem Rabbi’l-a’la

Beyan itdi Rasûlullah muradın Cibrile hem

Getürdi bir sened Hakdan muradı üzre pek a’la[432]

Fâtıma-i Mustafa

Keçecizâde İzzet Molla, “Fâtıma-i Mustafâ” terkîbi ile Hz. Mustafa’nın Fâtıma’sının gözünün nûru şeklinde tavsif ettiği Hüseyin’e seslenerek kendisine şefaat etmesini talep etmektedir:

Sun arz-ı halini ol şehenşâh-ı ekreme

Mebzûldür gedâlara nakd-i inâyeti

Ey nûr-i çeşm-i Fâtıma-i Mustafa Hüseyn

Mesrur kıl nigah-ı şefaatle izzet i

Verd-i Gülistân-ı Nebi

Âdile Sultan, Hz Fâtıma’yı Nebi gülistanının gülü ve kadınların en hayırlısı olarak tavsif etmektedir. Nitekim Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in gül bahçesinin daimi açan tek gülüdür:

Yani ol verd-i gülistân-ı Nebî

Fâtımâ Zehrâ zihî Hayrü’n-nisâ[433] [434]

Gonca-i Bâğ-ı Muhammed

Âşık Kemterî’nin kaleme aldığı beytinde, kendisine lütuf ve ihsânda bulunması için Allah’a niyâzda bulunurken vesile kıldıklarından birisi de Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bahçesinin goncası ve kadınların en hayırlısı Fâtıma’dır:

Ey Hudâ lutf et bize ol Mustafâ’nın aşkına

Sıhr-ı Peygamber eAliyye’l-Mürtezâ’nın aşkına

Gonce-i bâğ-ı Muhammed Fâtıma hayrü’n-nisâ

Dâder-i Şâh-ı Şehîdân-ı Kerbelânın aşkına[435]

Gonca-i Bâğ-ı Risâlet/  Ciğerkuşe-i Ahmed

Şeyh Hasan Haydar, Hutbe-i Mersiye-i Imâmeyn adlı mersiyesinde Hz. Fâtıma’yı selâmlayarak ona olan derin sevgi ve muhabbetini dile getirmektedir. Buna göre Hz. Fâtıma risâlet bağının goncası, Islâm gülistanının bülbülü ve Hz. Peygamber’in ciğerinin köşesi, sevgili yavrusudur:

Gonca-i bâğ-ı risâlet bülbül-i gülzâr-ı dîn

Neyyir-i evc-i hakîkat pertev-i nûr-i mübîn

Ciğerkûşe-i Ahmed mazhâr-ı sırr-ı emîn

Es-salâtü ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ

Es-salâtü ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[436]

Rasûlün Efdal-i Evlâdı

Molla Murad’ın beyitlerinde Hz. Peygamber ve Hz. Fâtıma’nın birbirlerine olan karşılıklı sevgi ve hürmetleri ile ilgili ifadeler yer almaktadır. Buna göre, Hz. Fâtıma, babasının en kıymetli çocuğu olup, Hz. Peygamber tarafından diğer Ehl-i Beyt mensuplarına kıyasla daha çok sevilmiş, üstün tutulmuş ve kendisine daha fazla teveccüh gösterilmiştir[437]:

Rasûlün efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ

Ki cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ[438]

Bint-i Güzîn

Ali Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’yı şan ve şeref sahibi Hz. Peygamber’in seçkin kızı olarak vasıflandırmış, bu akrabâlık bağının da Hz. Fâtıma için çok yüce bir bağ olduğunu ifade etmiştir. Ardından Hz. Fâtıma’nın, şan ve şeref sahibi babasına olan sevgisinin çokluğu vurgulanmış ve simasının Hz. Peygamber’e benzediği de belirtilmiştir:

Peygamber-i zî-şânın odur bint-i güzîni

Fikr et ne kadar âlî idi nisbet-i Zehrâ

Peygamber-i zî-şânı severdi o kadar kim

Dîdârı idi âyine-i rü’yet-i Zehrâ

Nûr-i edeb ü zühd ile olmuşdu muhammer

Tâ rûz-ı ezelden beri mâhiyyet-i Zehrâ[439]

Muhammed Mustafâ’nın Nutfe-i Zî-şânı

Yusuf Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli nutfesi, dünya efendilerinin efendisi ve cennetin sultanı olarak nitelendirmektedir. Şair, nutfe-i zî-şân ifadesi ile Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Mirac yolculuğu esnâsında Cennette kendisine ikram edilen meyveden yemesi ve Hz. Hatice ile bir araya gelmesinin ardından Hz. Fâtıma’nın doğması hâdisesine işaret etmektedir. Ayrıca Hz. Fâtıma ile oğlu Hüseyin’i kendisinin misâfiri olarak nitelendirmekte ve Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı Hz. Fâtıma’nın döktüğü gözyaşının cehennem ateşini bile söndüreceğini söylemektedir:

Sen Muhammed Mustafâ’nın nutfe-i zî-şânısın

Seyyidü’s-sâdât-ı âlem Cennetin sultânısın

Sen ve oğlun işte şimdi zâtımın mihmânısın

Katre-i çeşmin sebeptir düzâhın itfasına[440]

Zî-neseb

Yusuf Fâhir Baba, kalem aldığı dörtlükte Kerbelâ Vak’ası ile ilgili olarak Hz. Peygamber’in kızı olmak sûretiyle şerefli bir nesebe sahip olan Fâtıma Betül’e Allah’ın seslenişine yer vermektedir. Şaire göre Cenâb-ı Hak, “Ey Betül, ey Fâtıma, ey seyyide, ey zî-neseb” nidâlarını kullanmıştır. Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da düştüğü elem verici duruma üzülen ve matem tutan âşıkları affedeceğini, onlar ile kendisinin arasına kimsenin giremeyeceğini söylemiştir. Bu olay, Hz. Hüseyin için gözyaşı döken âşıkların Allah’ın mağfiretine kavuşmaları için vesile olacaktır:

Ey Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zî-nesep

Ben Hüseynin aşkına mâtem tutan uşşâkı hep

Afv ü gufrân etmeye bu vakâyı kıldım sebep

Kimseler girmez benimle onların arasına[441]

Ciğerkûşe/ Ciğerkûşe-i Muhammed

Pir Muhyiddîn, Şefâatname’sinde yer alan beyitlerinde Hz. Peygamber’in Hz. Âişe husûsundaki bir hadisine yer vermektedir. Buna göre Hz. Peygamber vefâtından sonra din ile ilgili meselelerin Hz. Âişe’ye sorulacağını, akabinde ise kızı Fâtıma’nın kendisinin bir parçası olduğunu, onu çok sevdiğini[442] belirtmiştir. Bunun üzerine Hz. Âişe, Hz. Peygamber’in sevgili yavrusu Fâtıma dururken din işleri ile ilgili meseleleri cevaplamaktan hayâ edeceğini söylemiştir:

Âişe hakkında dimiş Mustafa

Ne buyurmuş işit ol kân-ı safâ

Gün gele siz beni görmeyesiz

Din hükmini Ayişeden sorasız

Fâtıma didi bir cüzümdürür

Dâima gönlüm açan kızımdurur

Ol dem Ayişe dir yâ Rasûl

Evvel beni söyletme pür-usûl

Fâtımadan hicablar gelür bana

Utanıram söyleyimezem sana

Yâ Rasûl ben söylemezem erken

Ciğer-kûşen Fâtıma durur iken[443]

Şeyh Hasan Haydar, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in can parçası, ciğerinin köşesi, sevgili yavrusu ve yüzü ay gibi parlayan anne olarak nitelendirmektedir:

Ciğerkûşe-i Muhammed Fâtıma mâder-i Zehrâ

Hazret-i Hatîcetü’l-Kübrâ el-fahrü’n-nisâ[444]

Muhammed’in Bergüzârı

“Bergüzâr” kelimesi Farsça bir isim olup “hediye, yadigâr, hatıra” mânâlarına gelmektedir[445]. Bu kelime ekseriyetle müstakil kadın ismi olarak kullanılmakla beraber adların yanında sıfat olarak da gelmektedir. Şairler, manzûmelerinde Hz. Fâtıma’yı zaman zaman “Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bergüzârı” şeklinde tavsif ederek nebevî neslin devamını sağlamasına işaret etmişlerdir.

Pir Sultan Abdal, Hz. Fâtıma’yı Alevî-Bektaşî kültüründe sıkça kullanılan Fatma Ana şeklinde zikretmekte ve Hz. Ali’nin hanımı olduğunu söylemektedir. Ayrıca Hz. Ali’nin, Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in yadigârı olarak gördüğünü ve haksızlıklara karşı koruduğunu ifade etmektedir:

Fatma Ana Şah Ali’nin gelini

Mîrâca inerken öptü elini

Haksızlara koklatmazdı gülünü

Muhammed’in bergüzârı bu deyü[446]

Baz’a-i fahr-i Rusûl

Eşref Paşa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesinden duyduğu derin üzüntüyü dile getirdiği mersiyesinde Muharrem ayının matem ayı olduğunu, bu ayda Yezid kavmi tarafından kanı dökülen Hüseyin ve zulme uğrayan akrabâları için ah u zar etmek gerektiğini söylemektedir. Manzûmede Hz. Fâtıma, Hüseyin’in şan ve şeref sahibi annesi ve Peygamberlerin övünç kaynağı olan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in parçası olarak nitelendirilmiştir:

Baz’â-i fahr-i Rasül vâlide-i mâcidesi

Kurbet-i şâh-ı risâletle mükerremdir bu[447]

Baz’a-i Ahmed

Lebib, Mersiye-i Kurretü’l-Ayni’n-Nebi vü Nûr-ı Çeşmân-ı Zehrâ ve 'Ali Radiyallâhu Anhu adlı mersiyesinde Hz. Hüseyin’in dedesinin Peygamber, babasının Ali, annesinin ise Ahmed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in parçası Fâtıma olduğundan mı bu kadar zulme maruz kaldığını sorgulamakta, seçkin bir mücevher olarak nitelendirdiği Hüseyin’in bu zulmü hak etmediğini söylemektedir:

Suç mudur anın yohsa ceddi Peygamber idiği

Ya Ali-zâdelik ol şaha kabahat mi hemân

Mâderi baz’â-i Ahmed idiginden mi aceb

Bu kadar zulme sezâ gördüler ehl-i tuğyân

Âh layık mı idi öyle güzîde gevher

Hâk u hûnun arasında düşüp olsun galtân[448]

Bid’a-tü’r-Rasûl

Mekâlid-i Aşk adlı eserinde Kâzım Paşa, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişi ve akrabâlarının uğradığı zulmü dramatik bir şekilde ele almıştır. Buna göre Hz. Ali ve Fâtıma’nın büyük kızları olan ve hâdise esnâsında orada bulunan Zeyneb, Hz. Hüseyin’i yerde yatar vaziyette görmüş ve Medîne istikâmetine doğru dönerek Rasûl’ün parçası olan annesi Fâtıma’ya içinde bulundukları elim durumdan dolayı şikâyette bulunmuştur:

Mazlumlukla haşre dek ibkâ-yı nâm eden

Bu husrev-i lebîb Hüseynin değil midir?

Döndü o hâl ile yine ser-i Murtazâ

Kıldı Cenâb-ı Fâtıma’ya arz-ı iştikâ

Yâ bid’atü’r-Rasûl bak ehl-i recâya bak

Bîgâneler elinde esir âşinâya bak[449]

Kurretü’l-Ayn

Molla Murad, Hz. Peygamber’den gözünün nûru (kurretü’l-'ayn) olarak nitelendirdiği Hz. Fâtıma’nın hatırı için şefâat talep etmektedir:

Bizi ol kurretü’l-ayna bağışla yâ Rasûlallâh

Nigâh u iltifât eyle şefâat kıl bikr-i bikrâ[450]

Kurratü’l-Aynu’r-Rasûl

Kemahlı İbrahim Hakkı, Hz. Hüseyin ile Kerbelâ’da onu öldürmeye kast edenler arasında geçen bir konuşmaya yer vermektedir. Buna göre Hz. Hüseyin düşmanlarına hitâben annesinin Hz. Peygamber’in göz nûru ve kadınların en hayırlısı Fâtıma olduğunu, kendisine de Fâtıma Zehrâ denildiğini söylemiş, hal böyleyken kendisini katletmeye kalkanlara sitem etmiştir:

Mâderimdir mâr-ı a’dâ kurratü’l-aynu’r-Rasûl

Fatma Zehrâ lakab hayrü’n-nisâ bilmez misin[451]

Kurretü’l-„Ayn-u Nebî

Haydarî’nin Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve Hz. Hüseyin’in övgüsüne yer verdiği manzûmeye göre Hz. Hüseyin bütün güzellikleri kendinde toplamış bir denizdir. Bununla birlikte son derece iffetli bir kişiliğe sahiptir. Fâtıma Zehrâ Güzîn, Hz. Peygamber’in gözünün nûru olup bütün mü’min kadınlar arasında seçkin bir konumda bulunmaktadır:

Pâk-i dâmendir Hüseyn bahr-i tayyibât-ı tâhirîn

Kurretü’l-'ayn-u Nebîdir Fâtime Zehrâ Güzîn

Birisi ol Hayderî cem-i nisâ el-mü’minîn

Birisi amm-i umûmî nesl-i âl-i seyyidîn[452]

Nûr-ı „Ayn

Yusuf Fâhir Baha’nın Kerbelâ Vak’ası hakkında kaleme aldığı dörtlükte Cenâb-ı Hakk’ın Hz. Fâtıma’ya hitabına yer vermektedir. Buna göre Allah, Hz. Fâtıma’ya “Ey Habibimin gözünün nûru, ey kadınların en hayırlısı” şeklinde seslenmiş ve Kerbelâ’da oğlunun başına gelen musîbet karşısında sabırlı olmasını, ilâhi takdirin bu yönde cereyan ettiğini, zira Hz. Hüseyin’in şehit olması ile yüce mertebelere nail olacağını söylemiştir:

Sem’ine geldi Betülün şöyle bir kudsî nidâ

Ey Habibim nûr-ı aynı Fâtıma hayrü’n-nisâ

Bu belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ

Bu şehâdettir sebep bak kadrinin i’lâsına[453]

Zübde-i Âl-i Muhammed

Seyyid Nigârî, kadınların önderi konumunda bulunan ve Hz. Muhammed ailesinin en seçkin mensubu olan Hz. Fâtıma’ya sevgi ve hürmet göstermeyi dünya hayatında elde edeceği hükümdarlıktan bile değerli görmektedir:

Saltanat zevkinden artukdur bana kim subh u şâm

Zübde-i âl-i Muhammed şeh-nisâ manzûrıyam[454]

Nesl-i Nebiyy-i Müctebâ

İbrahim ibni Bâlî, dünya ve âhiret kadınları arasında eşi benzeri bulunmayan iki kadın bulunduğunu, bunlardan ilkinin Zehrâ olarak bilinen ve peygamberlerin en seçkini Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı Fâtıma, ikincisinin ise Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Ehl-i Beyt’inden olan ve Hümeyrâ lakabı ile tanınan Âişe olduğunu söylemektedir:

Şol iki seyyide kim ra’ye-gâne

Dü hâtun-ı beşerdür dü cihâne

Birisi Fâtımadır örf-i Zehrâ

İkinci Âişe dirler Hümeyrâ

Birisi nesl-i Nebiyy-i müctebâdır

Birisi Ehl-i Beyt-i Mustafadır[455]

Filze-i Kebd-i Şâh-ı İsrâ

Bir rivâyete göre Hz. Peygamber, Mirac esnâsında cenneti ziyâret etmiş ve orada bulunan bir ağaçtan ikram edilen meyveyi yemiş, Mirac hâdisesinin ardından dünyaya dönünce Hz. Hatice ile birleşmesi neticesinde Hz. Fâtıma’nın dünyaya gelmiştir[456]. Kâmî, bu hâdiseye telmîhen Hz. Fâtıma’yı, Şâh-ı İsrâ olarak adlandırılan Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ciğerinin parçası olarak nitelendirmiştir:

Ol filze-i kebd-i şâh-ı İsrâ

Dürr-i sadef-i Betül-i Zehrâ[457]

Tuhfe-i Mahbûb-i Hudâ

Şeyhî Efendi’nin (ö. 1522) aşağıda yer alan beyitlerine göre mahşer günü bütün mazlumlar Hz. Peygamber’in sancağının altında toplanacaklar, bu taifenin en önünde de manzûmede Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in hediyesi (tuhfe-i mahbûb-i Hudâ) olarak tavsif edilen Hz. Fâtıma yer alacaktır. Hz. Fâtıma’nın bir elinde, zehirlenerek şehit edilen oğlu Hasan’ın elbisesi, diğer elinde de başı kesilerek şehit olan oğlu Hüseyin’in kanlı gömleği bulunacaktır. Şair, Hz. Peygamber’in hediyesi olarak nitelendirmek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın nebevî neslin devam ettiren kızı olmasına işaret etmiştir:

Ol livâ altına vara ol ân

Cümle mazlumlar eyâ şâh-ı cihân

Gireler cennete ol fevc-i 'azîm

Varıcak ide melekler ta'zîm

Fâtıma tuhfe-i mahbûb-i Hudâ

Radıyallâhu teâlâ anhâ

Önlerince gide ol tâifenün

Ağulı donı elünde Hasan’un

Kanlu gönleği Hüseyn’ün ol dem

Bir elinde ola kıpkırmızı dem[458]

Hz. Hatice’nin Kızı Olması Yönüyle

Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in Hz. Hatice ile yaptığı evlilik neticesinde dünyaya gelen en küçük çocuklarıdır. Henüz üç yaşında iken annesi Hz. Hatice vefât etmiştir. Bazı kaynaklarda ise Hz. Fâtıma’nın bu esnâda yedi veya dokuz yaşında olduğu nakledilmektedir[459]. Kardeşleri Kâsım, Abdullah, Rukıyye, Zeyneb ve Ümmü Külsüm’ün de vefatı ile nebevî nesil Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam etmiştir[460]. Hz. Hatice ve kızı Fâtıma, Hz. Peygamber’in hadisinde ifade ettiği en fazîletli dört kadın arasındadır[461].

Türk-İslâm edebiyatı şairleri, manzûmelerinde Hz. Hatice ile kızı Fâtıma’yı sıkça birlikte zikretmişlerdir. Bu bağlamda bazen Hz. Fâtıma’nın, Hz. Hatice’nin kızı olduğu doğrudan ifade edilmiş, ekseriyetle ise anne-kız münâsebeti dolaylı olarak ele alınmıştır.

Mevlevî şairlerden olan Mislî İsmail Hakkı, Hz. Muhammed Mustafa ile Hz. Ali’yi dinim imanım şeklinde nitelendirerek onlara olan sevgisini dile getirmekte ve On İki İmam’ın yolunda canını çekinmeden vereceğini söylemektedir. Şair, Hz. Hatice’yi zâhir ve bâtın nurlarının gözbebeği

kaynağı; Hz. Zehrâ’yı ise başındaki mutluluk tacı olarak tavsif etmektedir:

Muhammed Mustafâ Haydar Ali’dir dinim imanım

Fedâdır On İki Şahın rehinde bî-güman cânım

Hadîce merdüm-i çeşmân-ı nûr-ı zâhir ü bâtın

Saâdet tâcı başım üzre Zehrâ kûy-ı îmânım[462]

Hz. Hatîce hakkında kaleme alınan ve müellifi bilinmeyen bir manzûmede Hz. Peygamber’in Hz. Hatîce ile evliliğinden Kâsım ve Tâhir adında iki oğlu; Rukiyye, Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Fâtıma adında da kızları olduğu söylenmektedir:

Hatice’den hem iki oğlı oldı

Biri Kâsım biri Tâhir idi

Rukiyye Ümmü Gülsüm Zeyneb iy yar

Ki kızlarıydı Fâtımayla bunlar[463]

Kilisli Abdullah Sermest Tazebay (ö. 1882), Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in dünya ve âhiret hayatında pek müstesnâ makamlarının bulunduğunu, zira ninelerinin kadınların en hayırlısı Hazret-i Hatice, annelerinin ise Zehrâ olduğunu ifade etmektedir:

Bir imâmeyn ki mesnedleri pek müstesnâdır

Murtazâ babaları ceddleri Mustafâdır

Nenesi Hayru’n-nisâ anaları Zehrâdır[464]

Nevrûz b. İsâ, Hz. Hatice’yi kadınların övüncü olarak nitelendirmiş, Fâtımatü’z- Zehrâ’yı ise yüzünün parlaklığına istinâden güneş ve aya benzetmiştir:

Hatîce-i Kübrâdurur mukaddemâ nisâdır fahrü’n-nisâ

Fâtımatü’z-Zehrâdurur şems-i kamerâyı[465]

Ayıntablı Mehmed Şâkir, Hz. Peygamber’in hanımı Haticetü’l-Kübra ve kızı Fâtımatü’z-Zehrâ’nın hatırı için Allah’tan bağışlanmayı niyâz etmektedir:

Hadîcetü’l-Kübrâ hakkı Fâtımatü’z-Zehrâ hakkı

Ol Kâbe-i „ulyâ hakkı estağfirullâh el-„azîm

Şâd et bu istiğfâr ile bu Şâkirin şükrün dile

Kıl mağfiret ben gâfile estağfirullâh el-„azîm[466]

Haydarî sevgilinin zülfünü öncelikle Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in miracının güneşine, ardından şekil ve uzunluk itibariyle de Zülfikar’a benzetmektedir. Zira Zülfikar, iki uçlu bir kılıçtır[467]. Sevgilinin zülfü de iki tutam olup, birisi kadınların övüncü Hz. Hatice’nin, diğeri ise kadınların en hayırlısı Hz. Fâtıma’nın nûru gibi parlamaktadır:

Ey şem’-i mîrâc-ı Muhammed Mustafa zülfün

Kâmetindir zülfikâr-ı yed-i 'Aliyye’l-Murtazâ zülfün

Çün nûr-ı hidâyetten bulunmuş mukim olmuş

Biri Fahrü’n-nisâ nûrı biri Hayrü’n-nisâ zülfün[468]

Haydarî’nin diğer bir beyitinde ise Hz. Peygamber’in sevgilisi Hz. Hatice kadınların övünç kaynağı, Hz. Fâtıma ise kadınların en hayırlısı olarak zikredilmişlerdir:

Fahrü’n-nisâdır yâr-i Mustafa

Hayrü’n-nisâdır nûr-ı Mürtezâ[469]

Geredeli Mustafa Rûmî, “Şüphesiz ki Fâtıma benim bir parçamdır[470].” hadisine telmihte bulunmak sûretiyle, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in bir parçası ve kadınların en hayırlısı olarak vasıflandırmıştır. Hz. Hatice’nin ise Hz. Peygamber’in mahremi ve kadınların övüncü olduğunu söylemiştir:

Fâtıma bid’i olup hem Hatîce oldı mahremi

Birisi hayru’n-nisâdır birisi fahrü’n-nisâ[471]

Mislî İsmail, Hz. Hatice’yi saâdet ve şans yıldızı olarak tavsif etmektedir. Şair, kalp madenlerinin kaynağının ise Fâtıma Hayru’n-nisâ olduğunu söylemektedir:

Hadîce kevkeb-i bahtım saâdet necmidir billâh

Ezelden kân-ı kalbim Fâtıma Hayru’n-nisâdandır[472]

Şeyh Hasan Haydar, kullarının hata, kusur, ayıp ve günahlarını örten, bağışlayan, bağışlaması bol olan, dünya ve âhiretin yaratıcısı Allah’a kendisini muhafaza etmesi için niyâzda bulunmakta, O’ndan merhametini talep etmektedir. Şair, Allah’a olan niyâzı esnâsında duâlarının makbul olması için Hz. Hatice ile kadınların iftiharı Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:

Habibindir Muhammed Mustafâ aşkına ya Allah

Bu arş u kürsi Sidretü’l-Müntehâ aşkına ya Allah

Hatîce Fâtıma fahrü’n-nisâ aşkına yâ Allah

Esirge bâb-ı lütfuna gelip yalvarırım Settâr

Ki sensin Hâlık-ı kevneyn ki sensin Vâhid-i Gaffâr[473]

Hasan Cemâlî Baba, Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmektedir. Mü’minlerin anneleri mânâsına gelen “Ümmehâtü’l-mü’minîn” terkîbi ile de Müslüman Türk milletinin, Peygamber hanımlarına ve Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve hürmetlerine işaret etmektedir:

Hazret-i Hadîce ile Fâtıma hayru’n-nisâ

Perde-i hasmında ümmü’l-mü’minîndir şüphesiz[474]

Kadınlar Arasındaki Üstünlüğü Yönüyle

Hz. Fâtıma, ahlâkî özellikleri, mânevî yaşantısı, âhiret hayatında elde edeceği mertebe, Hz. Peygamber’in nezdindeki konumu vs. bakımından gerek yaşadığı devirdeki gerekse de kendisinden sonra gelen kadınlar arasında seçkin bir mertebeyi hâizdir. Nitekim Hz. Fâtıma’nın bu üstün konumu ile hadîs-i şeriflerde de yer bulduğu görülmektedir. Bir rivâyete göre Hz. Fâtıma en fazîletli dört kadından birisidir [475]. Ayrıca birtakım Şia kaynaklarında geçmiş ve gelecek kadınların en fazîletlisi şeklinde tavsif edilmektedir[476]. Bununla birlikte Hz. Peygamber, vefatından sonra Ehl-i Beyt arasından kendisine ilk kavuşacak kimse olacağını ve cennet kadınlarının efendisi olmakla şerefleneceğini kızına bizzat haber vermiştir[477]. Diğer bir rivâyette ise erkekler arasında kemale ermiş birçok kimse bulunmasına rağmen kadınlar arasında bu mertebeye yükselmiş sâdece dört kişi olduğu söylenmiş, bu kimselerin arasında Hz. Fâtıma’ya da yer verilmiştir[478]. Şairler de kaleme aldıkları manzûmelerde Hz. Fâtıma’nın kadınlar arasındaki üstün konumunu ön plana çıkarmışlar ve onu eşrefü’n- nisâ, seyyidü’n-nisâ, şehnisâ, ümmühâtü’l-mü’minîn vb. isimlerle zikretmişlerdir.

Eşrefü’n-nisâ

Nâkâm (ö. 1906), Cenâb-ı Allah’a niyâzında temiz yaratılışa sahip Ehl-i Beyt ile kadınların en şereflisi olan Hz. Zehrâ’nın mânevî mertebesinin hürmetine son nefeste korkudan emin ve imanlı bir şekilde can vermeyi talep etmektedir:

Be-hakk-ı menzilet-i Ehl-i Beyt-i pâk-nihâd

Be-hakk-ı mertebet-i eşrefü’n-nisâ Zehrâ

Pesîn nefesde beni havfdan emîn kılub

Şehâdetin ile ruhum tenimden eyle cüdâ[479]

Seyyidü’n-nisâ

Haydarî’nin ifadesine göre Hz. Hüseyin, evliyânın en üstünü Hz. Ali ile kadınların efendisi (seyyidü’n-nisâ) Betül Zehrâ’nın evlâdıdır:

Hem Aliyye’l-Murtezâdır Şâh velidir pederin

Seyyidü’n-nisâdurur Betül Zehrâdır mâderin[480]

Dîvânında Ehl-i Beyt’e olan muhabbeti yoğun şekilde görülen Hasan Rüşdî, Hz. Fâtıma’yı öncelikle kadınların en üstünü ((seyyidetü’n-nisâ), ardından Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in gözünün nûru ve Hz. Ali’nin hanımı olarak tavsif etmiştir:

Seyyidetü’n-nisâ Zehrâ

Nûr-ı aynımdır Mustafâ

Zevc-i Aliyyü’l-Murtazâ

Bunlarla cihan pür-ziyâ[481]

Nisâlar Seyyidi Zehrâ

Aydî, Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı hissettiği derin üzüntüyü, zâlim feleğe sitem etmek sûretiyle dile getirmektedir. Buna göre Kerbelâ’da meydana gelen hâdise sebebi ile binlerce çâresiz âşık derin hüzne boğulmuştur. Kadınların en üstünü olan Hz. Zehrâ evlatlarının başına gelen musîbet nedeniyle son derece kederlenmiştir. Ehl-i Beyt düşmanları ise çâresiz âşıkların ve özellikle Hz. Zehrâ’nın hüznüne mukâbil son derece memnun olmuşlardır:

Niçin ey kanlı zâlim felek Kerbelâ’yı pür-figân etdin

Nice bin âşık-ı bî-çârenin bağrını kân etdin

Nisâlar seyyidi Zehrâ’yı giryân eyleyüp nâlân

Adû-yı Ehl-i Beyt’in cümlesini şâdumân etdin[482]

Şehnisâ

Seyyid Nigârî, kadınların önderi ve Ehl-i Beyt’in en değerli mensubu olarak nitelendirdiği Hz. Fâtıma’ya sevgi ve hürmet ile yönelmeyi dünya hayatında elde edeceği hükümdarlıktan bile değerli görmektedir:

Saltanat zevkinden artukdur bana kim subh u şâm

Zübde-i âl-i Muhammed şehnisâ manzûrıyam* [483]

Seyyid-i Cümle-Nisâ

Şeyh Halid, kaleme aldığı dörtlükte, “seyyid-i cümle nisâ” terkîbi ile Hz. Fâtıma’yı bütün kadınların efendisi olarak tavsif etmekte ve zengin-fakir bütün insanların ona muhtaç olduğunu söylemektedir. Mânevî hastalıklarına derman olması için de Hz. Zehrâ’dan yardım talebinde bulunmaktadır:

Yâ seyyid-i cümle nisâ

Muhtâcındır bây u gedâ

Alîlim gel tut elimden

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[484]

Seyyide

Yusuf Fâhir Baba’nın manzûmesine göre Cenâb-ı Hak, Fâtıma Betül’e seslenirken “ey seyyide” diyerek, onun diğer kadınlara olan üstünlüğüne işaret etmiştir:

Ey Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zî-nesep

Ben Hüseynin aşkına mâtem tutan uşşâkı hep

Afv ü gufrân etmeye bu vakâyı kıldım sebep

Kimseler girmez benimle onların arasına[485]

Sâki-i Nisâ

Zühdî Abdülmecîd, Hz. Fâtıma’nın cennette bütün kadınlara Kevser ırmağının suyundan ikram edeceğini ifade etmekte ve “sâkî-i nisâ” vasfını kullanmaktadır:

rûzda Fâtıma sâkî-i nisâdır

Cemî-i ümmete Kevser ‘atâdır[486]

Hâtûnların Bihteri

Karamanlı Aynî, Hz. Fâtıma’nın kadınların en iyisi ve en üstünü olduğunu, bu sebepten dolayı da “hayru’n-nisâ” şeklinde adlandırıldığını ifade etmektedir:

Bihteridür[487] Fâtıma hâtunların

Ol sebebden dinilür Hayrü’n-nisâ[488]

Ümmühâtü’l-mü’minîn / Ümmü’l-Mü’minîn

Şeyh Halid, velîlerin önderi olan Hz. Ali’nin oğlu Hüseyin’i selâmlamakta ve annesi Fâtıma’nın mü’minlerin annesi olduğunu ifade etmektedir:

Vâliden ol Fâtımadır ümmühâtü’l-mü’minîn

Merhabâ ey sulbe-i şâh-ı velayet Murtezâ[489]

Hasan Rüşdî ise, Hz. Hüseyin’i mü’minlerin annesi Hz. Fâtıma’nın gülü olarak nitelendirmekte ve Kerbelâ’da şehit edilişine işaret ederek bu elim hâdiseden dolayı ciğerinin yandığını söylemektedir:

Ümmehâtü’l-mü’minîn Zehrâ gülüsün yâ Hüseyn

Derd-i mâtem âteşîle ciğerim oldu kebâb[490]

Ümmü’n-Nisâi’l-Mü’minîn

Ahmed Sûzî’nin (ö. 1830) Hz. Hüseyin’in övgüsüne dair kaleme aldığı

manzûmeye göre, Hz. Hüseyin’in annesi âlemdeki bütün kadınların annesi mesabesinde olan Hz. Fâtıma’dır:

Cedd-i pâki Ahmed-i Mahmûd-ı Rabbü’l-„âlemîn

Hâdimi peyk-i celîl Hz. Cibrîl-i Emîn

Ümmüdür ol Fâtıma Ümmü’n-nisâi’l-„âlemîn

Gonca-i bâğ-ı nübüvvet bülbül-ü bustân-ı dîn

Dehr içinde çok güzel illâ Hüseyn illâ Hüseyn[491]

Hz. Ali’nin Zevcesi Olması Yönüyle

Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber’in kızı olması ve peygamber neslinin ondan devam etmesi gibi husûsiyetlerinin yanı sıra Hz. Ali ile yaptığı evlilik de İslâm tarihinde çokça zikredilen hususlardan birisi olmuştur. Ehl-i Sünnet kaynaklarına göre Hz. Fâtıma ile ilk olarak Hz. Ebû Bekir evlenmek istemiş, ancak Hz. Peygamber bu talebi geri çevirmiştir. Ardından Hz. Ömer evlilik talebinde bulunmuş, o da geri çevrilmiştir. Her ikisinin de talebinin olumlu karşılık bulmamasının neticesinde yakınlarının ısrarı üzerine Hz. Ali’ye Hz. Fâtıma’ya tâlip olmuş ve yapılan birtakım hazırlıkların ardından evlilik gerçekleşmiştir[492].

Şairler, Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme aldıkları beyitlerde Hz. Ali ile evliliğine yer vermişler ya da onun Hz. Ali’nin hanımı olması husûsuna işaret etmişlerdir. Hz. Fâtıma, söz konusu beyitlerde “Zevce-i Haydar, Zevce-i Sâki-i Kevser, Zevce-i Şîr-i Hudâ, Nûr-i Murtazâ” gibi vasıflarla zikredilmiştir.

Müellifi bilinmeyen bir manzûmede, Hz. Peygamber ile Hz. Hatice’nin çocuklarının isimleri zikredilmiş, akabinde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evlendiğini vurgulanmıştır:

Hatice’den hem iki oğlı oldı

Biri Kasım biri tâhir idi

Rukiyye Ümmü Gülsüm Zeyneb iy yar

Ki kızlarıydı Fâtımayla bunlar

Ali’nin Fâtıma oldı nasibi

Rukiyye Ümmü Gülsüm ey habîbi[493]

Dâvûd-ı Halvetî (ö. 1507), öncelikle “Ben ilmin şehriyim, Ali de onun

kapısıdır[494].” şeklindeki hadîs-i şerife yer vermekte, akabinde Hz. Peygamber’in Hz. Ali’ye derin bir muhabbet beslediğini, bunun bir göstergesi olarak da onu kızı ile evlendirdiğini ifade etmektedir:

Ben ‘ulûmun şehriyem dir Mustafâ

Kapusı anun Aliyyü’l-Murtazâ

Hem Ali canumdurur dirdi Rasûl

Kılmışdı anı hem zevcü’l-Betül[495]

Hatâyî, Hz. Fâtıma’nın cennette bir gül olduğunu ve babası tarafından Hz. Ali ile evlendirildiğini belirtmektedir:

Elinde Zülfikâr altında Düldül

Önünce Kanberi dilleri bülbül

Hazret-i Fâtıma Cennette bir gül

Anı Aliye verdi Habîbullah[496]

Zevce-i Haydar

Hâşim Baba, Kasîde-i Mersiye-i Hânedan-ı Nebevî başlıklı kasidesinde yer alan beyitte Hz. Fâtıma’yı çeşitli özellikleri ile zikrederek ona salat ü selâm getirmektedir. İlk mısrada Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi olduğunu söylemekte ve onu en şerefli taç şeklinde nitelendirerek Hz. Fâtıma’ya olan hürmetini ifade etmektedir. İkinci mısrada ise, Betül lakabı ile birlikte kadınların en hayırlısı olduğunu belirterek Haydar lakaplı Hz. Ali’nin hanımı olduğunu vurgulamaktadır:

Es-salât ey ümmü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm

Zevce-i Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[497]

Zevce-i Sâkî-i Kevser

Leylâ Hanım, Vâveyla der-Musîbet-i Âl-i Abâ adlı mersiyesinde yer alan beyitlerde Hz. Ali’yi cennette Kevser havuzundan Müslümanlara dağıtacağı yönündeki telakkîye istinâden Kevser sâkîsi olarak nitelendirmekte, Hz. Fâtıma’yı da Kevser sakisinin zevcesi şeklinde zikretmektedir. Şair, mânevîyat ehli olan kimselerin On İki İmam’dan başka kimseye ilticâ etmediğini belirtmektedir. Kendi gönlüne hitap ederek ihtiyaçlarını daima kadınların en hayırlısı olan Cenâb-ı Fâtıma’ya arz etmesini söylemektedir:

Der-i isnâ aşerden gayrı bâba

Gider mi ehl-i bâtın ilticâya

Dem-â-dem arz-ı hâcât eyle ey dil

Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâya

İlâhî eyle yarın rûz-i mahşer

Penâhım zevce-i sâki-i kevser[498]

Şah Ali’nin Gelini

Pir Sultan Abdal, kaleme aldığı dörtlükte Hz. Fâtıma’yı Alevî-Bektaşî kültüründe sıkça kullanıldığı üzere Fatma Ana şeklinde zikretmekte ve Hz. Ali ile olan evlilik münâsebetine istinâden “Şah Ali’nin gelini” olarak nitelendirmektedir:

Fatma Ana Şah Ali’nin gelini

Mîrâca inerken öptü elini

Haksızlara koklatmazdı gülünü

Muhammed’in bergüzârı bu deyü[499]

Zevce-i Şi’r-i Hudâ

Şeyh Halid, Divariında yer alan dörtlükte Hz. Zehrâ’yı “Allah’ın arslanı” lakaplı Hz. Ali’nin zevcesi olarak zikretmekte ve onu cömertliğin, yardımseverliğin kaynağı olarak görmektedir. Bununla birlikte âhiret gününde Hz. Fâtıma’nın kendisini yalnız bırakmamasını talep etmekte ve bu hususta ondan istimdâdda bulunmaktadır:

Yâ menba-ı cûd u sehâ

Yâ zevce-i şîr-i Hudâ

Ayırma Hâlid’i senden

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[500]

Nûr-i Murtazâ

Haydarî, Hz. Fâtıma’yı Murteza lakaplı Hz. Ali’nin nûru şeklinde tavsif etmekte ve kadınların en hayırlısı olduğunu belirtmektedir:

Fahrü’n-nisâdır yâr-i Mustafâ

Hayrü’n-nisâdır nûr-ı Murtezâ

Hasan u Hüseyn’e cânın fedâ

Eyle göresin Zeyne’l-Abâ’yı[501]

Câr-ı Murtazâ

Hâce Muhammed Lutfî, Hz. Fâtıma’nın başına gelen belâ ve musîbetlere sabretmesi karşılığında Firdevs cennetini kazanacağını, burada Murtazâ lakaplı kocası Hz. Ali’ye komşu olacağını söylemektedir:

Belâya sabreden kazâya rızâ

Cennet-i a’lâdır sabrına cezâ

Fâtımatü’z-Zehrâ câr-ı Murtazâ

Firdevs ravzasına mülâkat eyler[502]

Hem-ser-i Şefîka-i Sâlâr-ı Evliyâ

Muharrem Efendi’nin Mersiyesinde ifade ettiği üzere Peygamber torunları Kerbelâ’da uğradıkları zulmü hak etmemişler, şehit edildikleri gün Medîneli Müslümanlar yaşadıkları derin üzüntüyle gözyaşlarına boğulmuşlardır. Kerbelâ Vak’ası’nda hayatta olan Hz. Fâtıma’nın kızı, annesi ve dedesinin medfun bulunduğu Bakî Kabristanı’na gözyaşları içerisinde gelerek, annesine “Ey enbiyalar serverinin mübârek kızı ve evliyâlar önderinin merhametli hanımı” şeklinde seslenerek başını kaldırmasını ve gelen Kerbelâ şehitlerine bakmasını istemektedir:

Lâyık mı hânedânın ide böyle hâr u zâr

Âvâh ki kopdı gulgûle ol gün Medîne’de

Göz kalmadı ki olmaya mâtemle eşk-bâr

Andan Bâki’a vardı ol dürdâne-i Betül

Giryân u zâr dedi ki yâ buk’atü’r-Rasûl

Ey duhter-i sa’îde-i Sultân-ı Enbiyâ

Vey hem-ser-i şefîka-i sâlâr-ı evliyâ

Kaldır ser-i mübârekini gör ki geldiler

Mihnet-keşân-ı bâdiye vü kerb-i Kerbelâ[503]

Arûs-ı Hacle-i Hikmet

Sâkıb Dede’nin beyitlerinde, Hz. Fâtıma “hikmet çadırının gelini” şeklinde vasıflandırılarak ilâhî sırların ve hakîkatlerin bilgisini[504] bünyesinde barındıran Hz. Ali’nin eşi olmasına işaret edilmiştir:

Dürr-i yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ

Ki şem-i cemine itmiş Hudâ pervâne hûrâyı

Zihî gülşen-fürûz-ı nesl-i bî-misl-i şeref zâtı

Ki kudret dâye itmiş hidmetinde ümm-i dünyâyı

Betül-i Meryemî-fıtrat arûs-ı hacle-i hikmet

Olaydı aklı Kaysun kul iderdi ana Leylâyı[505]

Hz. Hasan ve Hazret-i Hüseyin’in Annesi Olması Yönüyle

Hz. Fâtıma, Türk-İslâm edebiyatı müellifleri tarafından Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması veçhiyle çeşitli isim ve sıfatlarla nitelendirilmiştir. Müellifler, Hz. Fâtıma’yı annelik vasfının yanına bazen diğer kadınlara göre üstünlüğü, şefkatli olması vs. gibi şahsî birtakım özelliklerini de eklemişler, çoğunlukla Hz. Hüseyin’in şehâdeti, Hz. Hasan’ın zehirlenmesi, Âl-i Abâdan olması vs. gibi hâdiselerle birlikte zikretmişlerdir. Bu durum neticesinde Hz. Fâtıma’nın Türk-İslâm edebiyatı sahasında kaleme alınan manzûmelerde “Fâtıma-yı Vâlide-i Kübrâ, Vâlide-i Mâcide, Mâder-i Şâh- ı Şühedâ, Ümm-i Dü-Abâ” gibi terkîblerle tavsif edildiği görülmektedir.

Fâtıma-yı Vâlide-i Kübrâ

Kilisli Abdullah Sermest, her yıl Muharrem ayının onuncu günü geldiğinde Hz. Zehrâ’nın sevgili oğlu Hüseyin’in başına gelen hâdiseden dolayı akan gözyaşlarının Kisrâ’nın memleketi olan İran’da sel gibi aktığını söylemektedir. Bunun yanısıra Vâlide-i Kübrâ olarak zikrettiği Hz. Fâtıma’nın yâd edilmesi ile akan kanlı gözyaşlarının çölü ciğer gibi kırmızı renge boyadığını belirtmektedir:

Her ayı kıldı Muharrem güni aşurayı

Vak’a-yı Kerbelâ-yı ciğer-i Zehrâyı

Seyle virmez mi sanun memleket-i Kisra’yı

Gözyaşı hun-ı ciğer-lael kılub sahrayı

Yâd idüb Fâtıma-yı Valide-i Kübra’yı[506]

Vâlide-i Mâcide

Eşref Paşa, Kerbelâ Vak’ası’ndan dolayı hissettiği derin hüznü ifade eden bir maktel kaleme almıştır. Buna göre Hz. Hüseyin, âlemlerin övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in yüce torunu ve inci tanesidir. Onun şan ve şeref sahibi annesi ise Hz.

Peygamber’in “Benim bir parçamdır.” buyurduğu Hz. Fâtıma’dır. O, peygamberlerin en yücesinin yakını olmakla şeref bulmuş bir kimsedir:

Âh u zâr eyle gönül mâh-ı Muharremdir bu

Mevsîm-i çâk-ı girîbân dem-i matemdir bu

Dökdüler hûn-ı Hüseyni ol kavm-i Yezîd

Ağla hey gözlerim al kan dökecek demdir bu

Hânedânın nice rencide-i gadr eylediler

Sıbt-ı âlî güheri mefhâr-ı âlemdir bu

Baz’a-i fahr-i Rasûl vâlide-i mâcidesi

Kurbet-i şâh-ı risâletle mükerremdir bu[507]

Mâder-i Şâh-ı Şühedâ

“Hazret-i Zehrâ” redifli şiirinde Leylâ Hanım, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine istinâden Hz. Zehrâ’ya “şehitler şâhının annesi” şeklinde seslenmekte ve onu mahşer günü aciz ve biçare düşmüş kimselerin yardımcısı olarak tavsif etmektedir. Şair, Allah’ın her kuluna has olmak üzere bir ihsânda bulunduğunu, kendisine ise ihsân olarak Hz. Zehrâ’nın verildiğini söylemektedir:

Ey mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ

Mahşerde muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ

Her bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân

Sensin bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ [508]

Hasan Hüseyin’in Anası

Pir Sultan Abdal, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilmesine işaret ederek Hasan ve Hüseyin’in annesi olan Hz. Fâtıma’nın başına kırmızı bir başörtüsü bağladığını söylemek sûretiyle Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişine işaret etmektedir:

Başına bağlamış aldır valası

Aldı beni kaşlarının karası

Hasan Hüseyin’in anası

Dost beni gönder de var andan ağla[509]

Ümm-ü Sıbteyn

Hâşim Baba, Kaside-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî adlı kasidesinde yer alan beyitte Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi ve Hz. Ali’nin hanımı Hz. Fâtıma’yı en şerefli taç şeklinde nitelendirmekte ve kadınların en hayırlısı olduğunu vurgulayarak ona salat ü selâm getirmektedir. Şair, Hasaneyn’in annesi oluşunu “ümmü sıbteyn” olarak ifade etmiştir:

Es-salât ey ümm-ü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm

Zevce-i Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[510]

Ümm-ü Saidân

Saîd kelimesi, iyi ve güzel yaratılışlı, üstün ahlakları sebebiyle Hak katında makbul olan, kurtulmuşlardan sayılan kimse anlamındadır. Hanyalı Nûrî, bir beyitinde, Hz. Fâtıma’yı öncelikle ümmetin annesi ve mânevî Kevser olarak nitelendirmektedir[511]. Ardından Hz. Fâtıma’yı güzel yaratılışlı, üstün ahlaklı, Hak katında makbul olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi (ümm-i sa’îdân) şeklinde zikretmektedir:

Mâder-i ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ

Bint-i Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[512]

Ümm-i Dü-Abâ  / Ümm-i Şehîdân

Hanyalı Nûrî, diğer bir beytinde öncelikle Hz. Fâtıma’yı Âl-i Abâdan olan Hasan ve Hüseyin’in annesi olarak nitelendirmekte, akabinde Hz. Fâtıma’ya iki şehidin annesi diyerek Kerbelâ’da katledilen Hz. Hüseyin ile hanımı tarafından zehirlenerek öldürülen Hz. Hasan’a işaret etmektedir:

Ümm-i dü-abâ Betül ol Hazret-i Zehrâ

Fâtıma râh-rev-i ümm-i şehıdân

Mâder-i Şehzâdegân

Şeyh Halid, Hz. Fâtıma’yı Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden şehzâdelerin annesi olarak adlandırmıştır. Ardından çâresizlere, fakirlere ve muhtaçlara karşı cömertliğini ve yardımseverliğini ön plana çıkararak onu çâresizlerin elinden tutan kimse olarak vasıflandırmış, yorulduğunu ve yolda kaldığını söyleyerek Hz. Zehrâ’dan yardım istemiştir:

Yâ mâder-i şehzâdegân

Destiglr-i blçâregân

Yoruldum yolda kaldım ben

Meded yâ Hz. Zehrâ[513] [514]

Mâder-i Şefkat-bihâr

Dârendeli Kâtipzâde Bekâyl, Maktel-i Hüseyin adlı eserinde Hz. Hüseyin’in Kerbelâ yolculuğuna çıkmadan önce annesinin kabrine yaptığı ziyârete yer vermektedir. Buna göre, annesinin kabrine gelen ve ağlayarak selâm veren Hz. Hüseyin, ona hitap ederken “ömür sermâyemin sebebi, hüznümün varisi, deniz kadar şefkatli annem” vb. ifadeler kullanmıştır:

Çıkdı andan ol emlre’l-mü’minln

Anası ravzasına geldi hemın

Çünki Zehrâ ravzasına girdi ol Ağluyarak hem selâm virdi ol

Es-selâm ey bâ’is-i nakd-i hayâtım es-selâm

Es-selâm ey vâris-i mahzûn-ı zâtım es-selâm

Es-selâm ey mâder-i şefkat-bihârım es-selâm

Es-selâm ey mâye-i gevher-necâtım es-selâm[515]

Yardımseverliği Yönüyle

Hz. Fâtıma, Türk-İslâm edebiyatında ağırlıklı olarak Hz. Peygamber’in kızı, Hz. Ali’nin zevcesi, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması vb. özellikleriyle zikredilmekle birlikte cömertlik ve yardımseverlik yönüyle de zaman zaman şiirlere konu olmuştur. Zira o, kaynaklarda yer aldığı üzere son derece şefkat ve merhamet sahibi, kapısına gelen fakirleri ve ihtiyaç sahiplerini kendisi muhtaç olmasına rağmen boş çevirmeyen bir karaktere sahiptir[516]. Hz. Fâtıma’nın, nübüvvet şemsiyesinin altında yetişmesinin bir neticesi olan bu hasleti, zaman zaman şairlerin dikkatini çekmiş ve kaleme alınan eserlerde kimsesizlerin sahibi, cömertliğin kaynağı, fakirlerin yardımcısı vb. sıfatlarla zikredilmiştir.

Bîkeslerin Sultanı

Âdile Sultan, kadınların en hayırlısı ve Peygamberin kızı olarak zikrettiği Hz. Fâtıma’yı aşk derdinin çâresi ve kimsesizlerin sultanı olarak nitelendirmektedir. Beyit, kadın şairin kendisine örnek olarak Hz. Fâtıma’yı seçtiğinin bir göstergesi mâhiyetindedir:

Derd-i aşkın çâresi bîkeslerin sultanı kim

Fâtıma bint-i Nebî hayrü’n-nisâdır sevdiğim[517]

Menbâ-ı Cûd u Sehâ

Şeyh Halid, Hz. Fâtıma’dan mânevî yardım talebinde bulunduğu dörtlükte, O’nu cömertliğin ve yardımseverliğin kaynağı olarak görmektedir:

Yâ menba-ı cûd u sehâ

Yâ zevce-i şîr-i Hudâ

Ayırma Hâlid’i senden

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[518]

Muîn-i Fukarâ

Leylâ Hanım, Hz. Zehrâ’yı cömertlik ve yardımseverlik yönü ile birlikte ele almakta, âhirette Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ümmetinden zorda kalmış olan günahkârlara şefâat edeceğine de vurgu yaparak, mahşer günü fakirlerin yardımcısı olacağını söylemektedir:

Ey mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ

Mahşerde muîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ[519]

Destgîr-i Bîçâregân

Şeyh Halid, öncelikle Hz. Fâtıma’yı şehzadelerin annesi şeklinde adlandırmış, ardından çâresizlere, fakirlere ve muhtaçlara karşı cömertliğini ve yardımseverliğini ön plana çıkarmıştır. Son olarak da mânevî bakımdan yorgun düşüp yolda kaldığını itiraf ederek Hz. Zehrâ’dan yardım istemiştir:

Yâ mâder-i şehzâdegân

Destigîr-i bîçâregân

Yoruldum yolda kaldım ben

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[520]

Mâsûmiyeti Yönüyle

Şia inancında peygamberlerle birlikte Hz. Fâtıma ve On İki İmamın da mâsûm olduğu ve ismet sıfatını hâiz bulunduğu telakkîsi kabul görmektedir[521]. Buna mukâbil Ehl-i Sünnet itikadı temelinde değerlendirildiğinde mâsûmiyet vasfı sâdece peygamberlere mahsus bir özellik olarak ele alınmakta ve ismet sıfatı ancak peygamberlere hasredilmektedir[522]. Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden kabul edilen kimseler ise Ehl-i Sünnet nezdinde seçkin kimseler olarak değerlendirilmekle beraber hata ve günah işleme vasfından uzak görülmemektedir. Bu durumun bir yansıması olarak Türk-İslâm edebiyatı müellifleri, Hz. Peygamber’in ashâbına, özellikle de Ehl-i Beyt ve dört büyük halîfeye eserlerinde yer verirken Şia telakkîsinde yer bulan mâsûmiyet vasfını hususi olarak ön plana çıkarmamakla birlikte mevzubahis şahsiyetlerin takvâ üzerine binâ ettikleri yaşantılarına vurgu yapmışlar ve bu kimseleri tertemiz, günahsız kimseler olarak kabul etmişlerdir. Müellifler, özellikle zühd ve takvâya dayalı yaşantısına dayalı olarak, eserlerinde Hz. Fâtıma’yı günahtan son derece sakınan, tertemiz bir kimse olarak aksettirmişler ve pâk, mâsûm, ismet vb. vasıflar ile nitelendirmek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın Kuran ve sünnete dayalı yaşantısına vurgu yapmışlardır.

Pâk-i Mâsumân

Haydarî, Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Hatice ile kızı Hz. Fâtıma’yı günahtan son derece sakınan, müttaki iki kişi olarak nitelendirmektedir. Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’nın kapı eşiğini cennet bahçesi olarak tavsif etmek sûretiyle de “Cennet annelerin ayakları altındadır[523].” meâlindeki hadise telmihte bulunmakta ve mü’minlerin Ehl-i Beytten olan kadınları anne mesabesinde görmelerine işaret etmektedir:

Hadîce Fâtıma pâk-i mâsumân

Eşiği ravza-i rıdvânımızdır[524]

Mâsum

Nesîmî’nin (ö. 1418

19) beyitinde Hz. Fâtıma günah işlemekten son derece sakınan, takvâ ehli bir kimse olarak zikredilmiş ve kadınların en hayırlısı olmasına vurgu yapılmıştır. Hz. Hatice ise mü’minler nezdinde saygı ve hürmet görmesi ve kadınların övünç kaynağı olması ile ön plana çıkarılmıştır. Hz. Hatice “mâder-i fahrü’n- nisâ”, Hz. Fâtıma ise “menba-ı hayru’n-nisâ” olarak zikredilmiştir:

Fâtıma mâsûm oluptur hem Hatîce muhterem

Mader-i fahrü’n-nisâdır menbâ-ı hayrü’n-nisâ[525]

Hz. Peygamber’in “Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır[526].” meâlindeki hadîs-i şerifine telmihte bulunan Câhidî Ahmed Efendi (ö. 1659 / 60), Hz. Fâtıma’nın

mâsûmiyetini vurgulamak sûretiyle günah işlemekten uzak, tertemiz olduğuna işaret etmekte, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in Hz. Fâtıma’dan doğan iki mücevher olduğunu, onlara ihanet eden kimselerde ise, iman bulunmadığını ifade etmektedir:

Didi Ahmed şehr-i ilmem kapusı Fettah Ali

İsm-i zâtun mazharıdur münkirün vicdânı yok

Mahremi Fâtıma mâsûm gevheri iki imâm

Murtazâ Hasan Hüseyin hâinün îmânı yok[527]

Pâk-i İsmet

Kadîmî, içine bulunduğu dertten kurtulmak maksadı ile Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Bu esnâda Hz. Muhammed Mustafa, cennette mü’minlere Kevser suyundan ikram edecek olan Aliyyü’l-Murtazâ[528] ile Hz. Peygamber’in tertemiz ve günahsız kızı (pâk-i ismet) ve kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’ya tevessül ederek, duâsının Allah katında makbul olmasını dilemektedir:

Derdimi ref et Muhammed Mustafa aşkına

Sâkî-i Kevser Aliyyü’l-Murtazâ aşkına

Duhter-i pâkîzesi hem Hazret-i Peygamber’in

Pâk-i ismet Fâtıma hayrü’n-nisâ aşkına[529]

Dürr-i İsmet

Hüseyin Vassâf kaleme aldığı manzûmede Hz. Fâtıma’dan sitayişle bahsetmektedir. Buna göre Hz. Fâtıma, tüm yaratılmışların övünç kaynağı olan Hz. Peygamber’in gözünün nûru, tertemiz kızı ve kadınların en hayırlısıdır. Şair, iffetine düşkün, müttaki, tertemiz bir inci tanesi olarak tavsif ettiği Hz. Fâtıma’nın yoluna canını bile fedâ edeceğini, gönlünün de Hz. Fâtıma’nın yolunun toprağı olduğunu ifade etmektedir:

Duhter-i pâkize-i Fahrü’l-enâmdır nûr-ı „ayn

Ol Cenâb-ı Fâtıma hayrü’n-nisâdır sevdiğim

Yoluna cânım fedâ olsun o dürr-i ismetin

Hâk-ı râhı oldı gönlüm pür vefâdır sevdiğim[530]

Diğer Sıfatları

Hz. Fâtıma’nın, manzum eserlerde Hz. Muhammed ve Hz. Hatîce’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Hasan ve Hüseyin’in annesi olması gibi özellikleriyle zikredilmesinin yanı sıra âhiretteki konumu, kadınlar arasındaki üstünlüğü, cennetteki makamı, Hz. Peygamber tarafından çok sevilmesi, güzel ahlâkı, Muhammed ümmetinin nezdindeki değeri, ahirette günahkârlara şefaati vb. hususiyetleri ile de sıkça ele alınmıştır.

Âhiret Hatunu

Yazıcıoğlu Mehmed, Hz. Fâtıma’yı gül gibi kırmızı yanaklı mânâsına gelen “Gülizâr” sıfatı ile zikretmiş ve âhiret hatunu olduğunu, dünyevî arzulardan berî bulunduğunu söyleyerek zahidane yönüne dikkat çekmiştir. Bununla birlikte yüzünün ay gibi parlak olması ve etrafını aydınlatmasına binâen Hz. Fâtıma’ya Zehrâ lakabının verildiğini belirtmiştir:

Rivâyet iderler sahih dinle ey bahtiyâr

Kim ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr

Lakab verdilerdi ki Zehrâ diyu zîrâ ol

Kim ay yüzünün nûrına gark olurdu diyâr[531]

Bahîre-i Efdale’n-Nisâ

Hakkı Beg, âhirette Hz. Muhammed ile beraber Hz. Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’den oluşan Âl-i Abâ ile birlikte haşredilmek için Allah’a niyâzda bulunmaktadır. Bu talebinin kabul olunması için mânevî bakımdan tekâmül etmiş bulunan ve kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’yı vesile kılmaktadır:

Yâ Râb be zât-ı Fâtıma ekmele’l-Betül

Yâ Râb be sıdk-ı Bahîre efdale’n-nisâ

Hakkî-i zârı Âl-i Abâ ile haşr kıl[532]

Bülbül-ü Gülzâr-ı Dîn

 Neyyir-i Evc-i Hakîkat

 Pertev-i Nûr-ı Mübîn

 Mazhar-ı Sırr-ı Emîn

 Gencine-i Dürr-i Hayâ

Şeyh Hasan Haydar, Hutbe-i Mersiye-i Imâmeyn adlı mersiyesinde Hz. Fâtıma’ya olan derin sevgi ve muhabbetini dile getirmektedir. Buna göre Hz. Fâtıma risâlet bağının goncası, din gülistanının bülbülü, hakîkat zirvesinin parlayan güneşi ve Hz. Peygamber’in sevgili yavrusudur. O, bir lakabı da el-Emîn olan Hz. Peygamber’in sırlarına mazhar olmuştur. Ayrıca şair Hz. Fâtıma’ya salât ü selâm göndermekte ve onu edep hazînesinin incisi şeklinde tavsif etmektedir:

Gonca-i bâğ-ı risâlet bülbül-i gülzâr-ı dîn

Neyyir-i evc-i hakîkat pertev-i nûr-i mübîn

Ciğerkûşe-i Ahmed mazhâr-ı sırr-ı emîn

Es-selâtü ve’s-selâm ey gencine-i dürr-i hayâ

Es-selâtü ve’s-selâm ey Fâtıma hayrü’n-nisâ[533]

Cân-ı Pezîr

Farsça bir kelime olan “cân-pezir”, “gönül alan” mânâsına gelmektedir. Hâfî’nin Hz. Peygamber ile Hz. Fâtıma arasında geçen bir mükâlemeye yer verdiği manzûmeye göre insanların ve cinlerin peygamberi Hz. Muhammed bir gün kızı Fâtıma’ya “Ey gönlümü alan! Sana âhiretteki durumunu haber vereyim mi?” diye sormuş ve “Âhirette gideceğin yer Firdevs cenneti, oturacağın yer ise oradaki köşklerdir.” buyurmuştur:

Bir dahı bir gün Rasûl-i ins ü cân

Ya’ni kim Peygamber-i âhir zaman

Fâtımaya didi ey cân-ı pezîr

Vireyim mi sana hâlünden haber

Cennet-i firdevsi içinde menzîlün

Kasr u eyvân u makâm u mahfîlin[534]

Cinânın Hûr-ı ‘Aynı

Molla Murad, beyitlerinde Hz. Fâtıma’nın cennete girişi esnâsında yaşanan bazı hâdiselere yer vermektedir. Buna göre, münâdîler bir Cuma günü mahşer meydanında bulunan kimselere Hz. Fâtıma’nın oradan geçeceğini, bu nedenle başlarını öne eğmeleri gerektiğini söyleyeceklerdir. Mahşer meydanında bulunanlar başlarını eğecekler ve Fâtıma bint-i Muhammed şimşek gibi süratle geçecektir. Bu esnâda, cennetlerin hûrisi Hz. Fâtıma, etrafında yetmiş bin hûri ile beraber cennete girecektir:

Buyurmuşdur Rasûlullâh kıyâmet oldukda

Nidâ eyler münâdiler sebile tolar arsa-i penhâ

Buyurur ehl-i cum’â gün bu men tenkis-i râsıyla

Geçicek Fâtıma bint-i Muhammed râd u berk emsâ

Yürür nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bin

Cinânın hûr-ı ‘aynı böyle gider cennete Zehrâ[535]

Cedde-i Pâkîze

Sıdkî Baba, Hz. Peygamber’in neslinden gelen ve müntesibi bulunduğu Şeyh Cemâleddin Efendi hakkında kaleme aldığı mersiyesinde yer alan beyitte kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’yı tertemiz, pak, namuslu ata mânâsına gelen “cedde-i pâkîze” terkîbi ile beraber zikretmiştir:

Cedde-i pâkîzesidir Fâtıma hayru’n-nisâ

Nesl-i pâk-i Mustafâ şâh-ı cihânım ol idi[536]

Cennetin Sultanı

Yusuf Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli nutfesi, dünya efendilerinin efendisi ve cennetin sultanı olarak nitelendirmiştir:

Sen Muhammed Mustafa’nın nutfe-i zî-şânısın

Seyyidü’s-sâdât-ı âlem Cennetin sultânısın

Sen ve oğlun işte şimdi zatımın mihmanısın

Katre-i çeşmin sebeptir düzâhın itfasına[537]

Dürr-i Yektâ-yı Deryâ-yı Yetîmî

Sâkıb Dede, küçük yaşta annesinin, genç yaşta da babasının vefâtına işaret ederek Hz. Fâtıma’yı yetimler deryasının inci tanesi olarak nitelendirmektedir:

Dür-i yektâ-yı deryâ-yı yetîmî Hazret-i Zehrâ

Ki şem’-i cem’ine etmiş Hûdâ pervâne hûrâyı[538]

Dürr-i Sadef

Edirneli Kâmî, Hz. Fâtıma’yı yüzü ay gibi parlayan mânâsındaki Zehrâ lakabı ile zikretmiş ve “dürr-i sadet” terkîbi ile bir inci tanesi olduğunu belirtmiştir:

Ol filze-i keyd-i şâh-ı İsrâ

Dürr-i sadef-i Betül-i Zehrâ[539]

Dürr-i Sadef-i Kudret

Ali Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’yı yüzü ay gibi parlayan mânâsındaki Zehrâ lakabı ile zikrederek onun bir inci tanesi olduğunu söylemiştir. Bununla birlikte Hz. Zehrâ’nın merhametinin tasavvur edilebilenin çok ötesinde olduğunu ifade etmiştir:

Dürr-i sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ

Mâ fevk-i tasavvurda idi refet-i Zehrâ[540]

Erenlerin Baş Tâcı

Harâbî, dörtlükte Hz. Fâtıma’yı erenlerin baş tacı şeklinde nitelendirmek sûretiyle bütün evliyânın kendisin tazim ettiğini vurgulamaktadır:

Lütfiye fakire kemter bacıdır

Muhammed Ali’ye kuldur bacıdır

Cümle erenlerin başı tâcıdır

İşte Fâtımatü’z-Zehrâmız vardır[541]

Dürr-i Ma'den

Sukûtî, Hz. Peygamber’in zevcesi Hz. Hatice’yi baş tacı olarak nitelendirmiş ve ona olan hürmetini dile getirmiştir. Öte yandan Hz. Fâtıma’yı “inci tanesi” olarak nitelendirerek gerek Hz. Peygamber gerekse de Müslüman kadınlar nezdindeki kıymetine işaret etmiştir:

Zevce-i Ahmed bilâ-şek başımın tâc-gevheri

Dürr-i ma'den Fâtıma hayru’n-nisâdır sevdiğim[542]

Ehl-i Saâdet

İshak b. Hasan Rızâî, Hz. Fâtıma’nın âhiret mutluluğunu kazanmış bir kimse olduğunu, bunun da ötesinde Cennette kadınların efendisi olacağını ifade etmektedir:

Betül-ü Fâtıma ehl-i saâdet

Kılur Cennet nisâsına siyâdet[543]

Fahr-i Şeref-i Vâsıta-i Ahmed-i Mürsel

Ali Emîrî, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olan, övünç kaynağı ve şeref vesilesi olarak telakkî edilen Hz. Zehrâ’nın neslinden gelenlerin her tarikat silsilesinde yer aldığını söylemektedir. Nitekim Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in neslinin Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam ettiği göz önünde bulundurulduğunda, tarikat silsilelerinde yer alan mürşitlerin neseplerinin Hz. Fâtıma’ya ulaştığı görülmektedir[544]:

^BFahr-i şeref-i vâsıta-i Ahmed-i Mürsel

Her silsilede olmada zürriyet-i Zehrâ[545]

Fâtıma Gülizâr

Yazıcıoğlu Mehmed, Hz. Fâtıma’yı gül gibi kırmızı yanaklı mânâsına gelen “gülizâr” ismi ile birlikte zikretmiştir:

Rivâyet iderler sahih dinle ey bahtiyâr

Kim ol âhiret hâtunı Fâtıma gülizâr

Lakab virdiler ana Zehrâ deyu zîrâ ol

Kim ey yüzinin nûrına gark olur cümle diyâr[546]

Fâtıma Âlicenâb

Âdile Sultan, “Fâtıma âlicenâb” ifadesi ile Hz. Fâtıma’nın haysiyetli, onurlu, kendisine kötülük edene dahi iyilikle mukâbelede bulunacak bir yaratılışa sahip olduğunu hatırlatmaktadır. Ayrıca bu vasıf, sahip olduklarını ihtiyaç içinde bulunanlara veren, eli açık, cömert olması şeklinde de değerlendirilebilir:

Melce-i ümmet Hüseyin ibn-i Ali

Nûr-ı çeşm-i Fâtıma âlî-cenâb[547] [548]

Hâtun-ı Mahremgâh-ı Mevlâ

Şeyh Baba Mehmed Süreyya (ö. 1924) kaleme aldığı dörtlükte ifade edildiği üzere Hz. Hz. Fâtıma ilâhi tecellîlere mazhar olmuş güneş gibi parlak bir hazînedir. Mevlâ’nın gizli sırlarının kendisinde mahfuz olduğu kadındır:

Fâtıma gencine-i mihr-i tecelladır bilin

Fâtıma hatun-ı mahremgah-ı Mevlâdır bilin

Fâtıma mihman-ı Beytullah-ı ulyadır bilin

Ben muhibb-i hanedan-ı hak-i pay-i Hayderem

Hûb-sîret

Behiştî (ö. 1511

12), Hz. Fâtıma ile ile Hz. Ali’nin oğullarının iyileşmesi için üç gün oruca niyet ettikleri hâdiseyi aktarırken, Hz. Fâtıma’yı yüzünün ay gibi parlak ve güzel oluşuna işaretle hub-sîret şeklinde tavsif etmiştir:

Yanınca Fâtıma ol hûb-sîret

Bile itdi ol üç gün savma niyyet[549]

Hûr-i Cennet

Behiştî, bir cennet hûrisi olan Hz. Fâtıma’nın, babasının âhirete irtihâli sonrasında derin bir hüzne gark olduğunu ifade etmektedir:

Gamından Fâtıma ol hûr-ı Cennet

Olupdı garka-i derya-yı hayret[550]

İslâm Anası

Şah Hatâyî, Hz. Fâtıma’yı mü’minlerin annesi ve kadınların en hayırlısı olarak nitelendirirken “İslâm Anası” vasfını kullanmıştır. Nitekim Hz. Fâtıma, zühd ve takvâya dayalı yaşantısı ile Müslüman kadınların daima örnek aldığı kimse konumundadır:

İslâm anası Fâtıma-i hayrü’n-nisâdır

Zîrâ kamûya dîn ile ihsân Alîdir[551]

Kevser „Atâ

Zühdî Abdülmecîd, Hz. Fâtıma’nın âhirette kadınlar başta olmak üzere, bütün Müslümanlara Kevser ırmağından ikram edeceğini ifade etmektedir:

rûzda Fâtıma sâkî nisadır

Cemî-i ümmete Kevser ‘atâdır[552]

Kân-ı Cevâhir-i Hudâ

Hanyalı Nûrî, Hz. Fâtıma’yı ilâhı mücevherlerin kaynağı olarak nitelendirmek sûretiyle onun Allah nezdindeki kıymetine ve yüce mertebesine işaret etmektedir:

Bir kân-ı cevâhir-i Hudâdır

Anlarda ale’l-husûs Zehrâ[553]

Mükrâm

Dâmâd Mahmud Celâleddîn Paşa (ö. 1903), yetenekli olmanın Allah vergisi bir durum olduğunu, nitekim eline kılıç alan herkesin Rüstem ve Behram[554] gibi savaşçı bir kimliğe sahip olamayacağını söylemektedir. Bir kimsenin kalabalıklar içinde üstün meziyetleri ile tebârüz etmesi için şerefli bir şahsiyete sahip olması gerekmektedir. Zira ismi Ali olan herkes, Hz. Ali gibi bulunduğu yere şeref veren, ismi Fâtıma olan herkes de Hz. Fâtıma gibi izzet ve şeref sahibi olamaz:

Bir tecellî-i Hudâdır suver-i isti’dâd

Her eli seyf tutan Rüstem ü Behrâm olmaz

Bu tekessürde teferrüd şeref-i zât ister

Her Ali mükrim ü her Fâtıma mükrâm olmaz[555]

Mihr-i Muhît

Haydarî, Hz. Ali’nin evlâdına olan sevgi ve muhabbetinden başka bir zenginliğinin olmamasından dolayı gurur duyduğunu söylemekte, Hz. Hatice ile etrafı güneş gibi aydınlatan Hz. Fâtıma’ya olan sevgisini dile getirmektedir:

Fakr ile fahreyleriz ez aşk-ı evlâd-ı Ali

Hem Hatîce Fâtıma mihr-i muhît bizdedir[556]

Meryem-i Bâ-safâ

Hanyalı Nûrî, Hz. Fâtıma’yı Meryem-i bâ-safâ şeklinde tesmiye etmek sûretiyle günahlardan uzak, müttaki yaşamı ile iffetli ve tertemiz kişiliğe sahip olan Hz. Meryem’e benzetmektedir:

Ol Meryem-i bâ-safâdan oldu

Tâli’ iki şems iki Mesîhâ

Ya’ni Hasaneyn-i ahseneynin

Her biri birer nigâr-ı hüsnâ[557]

Mâder-i Ümmet

Kurân-ı Kerîm’de “Peygamber mü’minlere kendi canlarından daha değerlidir. Onun hanımları, mü’minlerin anneleridir” (Ahzâb, 33

6) duyurulmaktadır. Mü’minler, ilgili âyetten yola çıkarak Hz. Peygamber’in eşlerini ve kızlarını anneleri mesabesinde görmekte, onlara annelere gösterilen hürmeti göstermektedirler[558]. Hanyalı Nûrî, Ahzâb sûresinde yer alan ayete işaretle ve özellikle de mü’minler arasındaki genel kabule dayanarak Hz. Fâtıma’yı mü’minlerin annesi şeklinde nitelendirmektedir:

Mâder-i ümmet cenâb-ı kevser-i ma’nâ

Bint-i Rasûl-i Hudâ vü ümm-i sa’îdân[559]

Nakd

Nesîmî, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in sermâyesi ve kadınların en hayırlısı, Hz. Hatice’yi ise sırlarını paylaştığı kimse ve kadınların övünç kaynağı olarak vasıflandırmaktadır. Şair, Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in sermâyesi olarak nitelendirmek sûretiyle Hz. Peygamber’in nesebinin, kızı Fâtıma aracılığı ile devam ettiğine işaret etmektedir:

Fâtıma nakdin senin oldu Hadîce mahremin

Bu biri hayrü’n-nisâdır bu biri fahrü’n-nisâ[560]

Nûr-ı Ehl-i Beyt

Haydarî, Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmekte, babasına olan derin sevgi ve muhabbeti, Hz. Peygamber’in en sevdiği kadın ve yaşantısı itibari ile Hz. Peygamber’e en çok benzeyen kimse olması, özellikle de Hz. Peygamber neslinin kendisi vâsıtası ile devam etmesine istinâden Ehl-i Beyt’in nûru olduğunu söylemektedir:

Hayrü’n-nisâ Betül-i ezvâc nûr-ı Ehl-i Beyt

Ey dürr-i bahr-i hakâik gevher-i kân yâ Alî[561]

Nûr-ı Hakk’ın Mazharı

Haydarî, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı ilâhı nurlarının tecellîgâhı olarak nitelendirmekte, böylece her ikisinin de nebevî terbiye altında yetişerek üstün mânevî dereceler elde ettiklerine işaret etmektedir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’yi aslana benzeterek Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in diğer peygamberler, Hz. Ali’nin ise, diğer yiğitler karşısındaki üstün konumunu vurgulamaktadır:

Hem Hatîce Fâtımadır nûr-ı Hakk’ın mazharı

Sevmişem cân u gönülden şîr ile şîrî

Anla ve kim olduğun bil Ahmed ü Hayderî

Lâ nebî illâ Muhammed Lâ fetâ illâ Alî561 [562]

Nûr-ı Akdem

Osman Hulûsi Efendi (ö. 1990), Hz. Hüseyin’in babası Hz. Ali’yi Rasûl-i

Ekrem’in mânevî şahsiyeti itibariyle aynı olarak tavsif etmektedir. Hz. Fâtıma’yı ise Hz. Hüseyin’in annesi ve ilk yaratılan nur şeklinde nitelendirmektedir[563]:

Ki oldur pederi ayn-ı Rasûl-i Ekrem

Anası Fâtımadır nûr-ı akdem[564]

Nûr-i Hidâyet

Haydarî, Hz. Peygamber’in şefaat edenlerin en üstünü olduğunu söylemekte, Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı insanların hidayete ulaşmalarına vesile olan nur şeklinde nitelendirmektedir:

Şâh-ı şefâatsin sırr-ı velâyet

Hatîce vü Fâtıma nûr-ı hidâyet

Kılma günâhım el-aman mürüvvet

Hasan ile Hüseyin’in aşkına[565]

Nûr-ı Hakk Rahman

Haydarî, Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt’ine olan sevgisini dile getirdiği dörtlükte Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı Rahman olan Hakk’ın nûru şeklinde tavsif etmektedir:

Dinle emri ne derim güftârımı ey cânımız

Hem Hatîce Fâtımadır nûr-ı Hakk Rahmânımız

Şâh Hasan ile Hüseyn dînimiz îmânımız

Tende cânım Mustafa canda cânânım Murtezâ[566]

Pertev-i Envâr-ı Aşk

Haydarî, ilk âyetleri ö ve “ harfleri ile başlayan Meryem sûresinin Ehl-i Beyt’in mâsûmiyeti husûsunda nâzil olduğunu söylemekte, kendilerine duyduğu sevgi ve hürmetini dile getirmek maksadıyla Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’yı aşk nurlarından yayılan ışık olarak vasıflandırmaktadır:

Ehl-i Beyt’in ismetine nâzil oldu Kâf-Hâ

Hem Hatîce Fâtımadır pertev-i envâr-ı aşk[567]

Pertev-i Nûr-ı „Ayn

Haydarî, Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’inin aşk nurlarına muttalî olduklarını söylemekte, Ehl-i Beyt mensuplarından olan Hz. Hatice ve Hz. Fâtıma’yı Hz. Peygamber’in gözünün nûru olarak vasıflandırmaktadır:

Ehl-i Beyt-i Mustafadır muttali-i envâr-ı aşk

Hem Hatice Fâtımadır pertev-i nûr-i göz ayn[568]

Râyegân

İbrahim ibni Bâlî, dünyada ve âhirette benzerleri olmayacak iki kadın bulunduğunu, bu kadınların ilkinin Zehrâ lakabı ile bilinen Hz. Fâtıma, diğerinin ise Hümeyra lakaplı Hz. Âişe olduğunu ifade etmektedir:

Şol iki seyyide kim râ’yegân

Dü hâtun-ı beşerdür dü cihâne

Birisi Fâtımadır örf-i Zehrâ

İkinci Âişe dirler Hümeyrâ[569]

Sâlihatullâh

 Sâhib-i Kur’ânullâh

Vâhib Ümmî (ö. 1595), zühd ve takvâ bakımından Hz. Zehrâ’ya müsâvî bir kimse bulunmadığını, onun gibi saliha bir kulun dünyaya gelmediğini, ileride de gelmeyeceğini ifade etmekte ve Hz. Fâtıma’yı Allah’ın saliha kulu olarak nitelendirmektedir. Vâhib Ümmî’nin yukarıdaki manzûmesinde yer alan sâlihatullah ifadesi Dîvân’ın bir başka nüshasında sâhib-i Kur’ânullah şeklinde olup bu ifade ile Hz. Fâtıma’nın Kur’an ilimlerine vakıf bir kimse olduğu ifade edilmektedir:

Gelmemişdir gelmeyiser bir dahı akrânı yok

Hazret-i Zehrâyı gör ne sâlihatullâhdır[570]

Seyyidü’s-Sâdât-ı Âlem

Yusuf Fâhir Baba, Hz. Fâtıma’yı Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in şerefli nutfesi, dünya efendilerinin önderi (seyyidü’s-sâdât-ı âlem) ve cennetin sultanı olarak nitelendirmiştir:

Sen Muhammed Mustafa’nın nutfe-i zî-şânısın

Seyyidü’s-sâdât-ı âlem Cennetin sultanısın[571]

Şems-i Kamer

Nevrûz bin İsa Adanavî, Hz. Hatice-i Kübrâ’yı kadınların övünç kaynağı olarak nitelendirmekte, Hz. Fâtımatü’z-Zehrâ’yı ise yüzünün parlaklığına istinâden ay ve güneşe benzetmektedir:

Hatîce-i Kübrâdurur mukaddemâ nisadır fahrü’n-nisâ

Fâtımatü’z-Zehrâdurur şems-i kamerâyı[572]

Şem’-i Nûr-ı Hilkat

Şem’-i Şebistân-ı Hayâ

Fuzûlî, Hz. Fâtıma’ya olan sevgi ve hürmetini dile getirmekte ve onu yüzünün parlaklığına binaen yaratılış nurunun güneşi, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olmasından dolayı şeref madeninin mücevheri, zühd ve takvâya dayalı yaşantısı itibariyle de hayâ odasının mumu şeklinde nitelendirmektedir:

Ol menem kim şem’-i nûr-ı hilkatimdir Fâtıma

Gevher-i kân-ı şeref şem’-i şebistân-ı hayâ[573]

Şâfi-i Rûz-ı Cezâ

Murtazâ Sukûtî, Hz. Hatice ile Hz. Fâtıma’nın hiç şüphesiz Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nûru olduklarını ve kadınların en hayırlısı olan Hz. Fâtıma’nın hesap günü mü’minlere şefâat edeceğini ifade etmektedir:

Ol Hadîce Fâtıma nûr-ı Ahmed lâ raybe fîh

Şâfi-i rûz-ı cezâ hayru’n-nisâsın yâ Ali[574]

Şefi'

Ümmî Sinan (ö. 1551), Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in övgüsüne yer verdiği beytinde

öncelikle Hz. Hatice’yi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in mahremi olarak zikretmektedir. Akabinde Hz. Fâtıma’nın âhiret günü mü’min kadınlara şefâatçi olacağını ve babası Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kıymetini bilen bir kimse olduğunu vurgulamaktadır:

Hatîce mahremin oldı Fâtıma kadrini bildi

Nisâlara şefî’ oldı ey yüzü gül ü alnı mâh[575]

Sıdkî Baba (ö. 1928), Mersiyesinde öncelikle Allah’tan hidayet, Hz.

Peygamber’den de şefâat istediğini söylemektedir. Akabinde, Hz. Fâtıma’nın ümmet-i Muhammed’e şefâat edeceğini vurgulayarak onu “şefîu’l-ümmet” şeklinde vasıflandırmaktadır:

Sıdkiyâ isteriz Hakdan hidâyet

İki cihân serverinden şefâ'at

Fâtımatü’z-Zehrâ şefî'u’l-ümmet

Hacı Bektaş kutb-ı devrân ağladı[576]

Tâc-ı Eşref

Hâşim Baba, Kaside-i Mersiye-i Hânedân-ı Nebevî adlı kasidesinde Hz. Fâtıma’yı çeşitli özellikleri ile zikrederek ona salât ü selâm getirmektedir. Şair, ilk mısrada Hz. Fâtıma’nın Hasan ve Hüseyin’in annesi olduğunu söylemekte ve en şerefli taç şeklinde nitelendirerek ona olan hürmetini ifade etmektedir. Ardından kadınların en hayırlısı olduğunu belirterek Hz. Haydar’ın hanımı olduğuna işaret etmektedir:

Es-salât ey ümmü sıbteyn tâc-ı eşref ve’s-selâm

Zevce-i Haydar Betül Fâtıma-i hayrü’n-nisâ[577]

Ümmü’s-Süedâ

Hanyalı Nûrî, beytinde Hz. Fâtıma’yı ilâhî tecellîlerin ve mânevî ilimlerin kaynağı olarak nitelendirmekte, bununla birlikte Allah nezdinde kıymeti bulunan ve saadete ermiş mü’minlerin de annesi olduğunu söylemektedir:

Her katresi bir kevser-i ma’nâ-yı ezeldir

Ümmü’s-süedâ olmada Zehrâ-yı tecellî[578]

Zarf-ı Hudâ

Hâce Muhammed Lutfî, ilk olarak Hz. Fâtıma’yı kadınların en hayırlısı olarak nitelendirmekte, akabinde “zarf-ı Hudâ” şeklinde zikretmek sûretiyle ilâhi hakikatleri bünyesinde barındırdığını ifade etmektedir:

Fâtımatü’z-Zehrâ hayru’n-nisâdır

Ümmü’l-Hasaneyn hem zarf-ı Hudâdır

Evlâd-ı Peygamber Hakk’a fedâdır

Ağlar gözü gönlü al kan iledir[579]

Fâtıma-i dilber

XX. asırda yaşamış Rıfâi-meşrep Mehmed İlhâmî (ö. 1953), 1947 senesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından ilk kez yapılan hac seyahatine iştirak etmiş ve bu seyahat esnâsındaki hatıralarını manzum-mensur karışık olarak kaleme almıştır[580]. Eserin son bölümünde şairin, hac farizasını yerine getirmesinin ardından mübârek makamlara ve kişilere veda ederken duygularını dile getirdiği “el-vedâ” redifli bir şiir yer almaktadır. Şair bu manzûmede Hz. Fâtıma’yı, “gönülleri kendine çeken, güzel kadın” mânâsına gelen “dilber” vasfı ile beraber zikretmiştir:

Sıddîk-i ekber Ömer-i mutahhar

Fâtıma-i dilber size el-vedâ

Hazret-i Osman câmiu’l-Kur’an

Ey Abdurrahman size el-vedâ[581]

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HZ. FÂTIMA İLE İLGİLİ ESERLER

Türk-İslâm edebiyatı sahasında Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme alınan müstakil eserler mevcuttur. Bu eserlerin bir kısmında Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Ali ile evliliği, vefâtı, Hz. Peygamber’in kızına nasihatleri ve vasiyeti gibi hususlara yer verilirken, bazılarında ise, hayatının tamamı ele alınmıştır. Hz. Fâtıma’nın doğumunun konu edildiği eserler, “Mevlid-i Fâtıma”, evliliği ile ilgili kaleme alınan eserler “Tezvîc- i Fâtıma”, vefâtı ile ilgili eserler ise “Dâstân-ı Fâtıma”, “Ahvâl-i Fâtıma”, “Vefât-ı Fâtıma” ya da “Hikâye-i Fâtıma” şeklinde isimlendirilmiştir. Hz. Peygamber’in kızına nasihatleri veya vasiyetleri husûsundaki eserlerde ise belli bir adlandırma bulunmamakla birlikte bu eserlere “Vasiyet-i Nebi li-Fâtıma”, “Nasihat-ı Rasûlullah li- Fâtıma” gibi isimler verildiği tespit edilmiştir.

MEVLİD-İ FÂTIMA TÜRÜNDE ESERLER

Türk-İslâm edebiyatı alanında Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili az sayıda da olsa müstakil eserler kaleme alınmış, bu eserler de edebiyatımızda mevlid-i Fâtıma türünün teşekkülüne vesile olmuştur. Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili olarak şu ana kadar dört eserin te’lif edildiği tespit edilmiştir. Bu türdeki eserlerin ilk örneklerine XV. yüzyılda rastlanmaktadır. Eserler Abdî, Süleyman Memdûh, Muhammed Esad Erbilî ve Mehmed Şemseddin tarafından kaleme alınmıştır. Mevlid-i Fâtıma türündeki eserlerin tamamı manzum olup mesnevi nazım şekli ile yazılmıştır. Abdi’nin eseri 964 beyit, diğer eserlerin uzunluğu ise 100 beyitten daha azdır. Bu eserlerde genellikle sade bir dil kullanılmış, halk arasında Hz. Fâtıma ile ilgili bazı yaygın inanışlara yer verilmiştir[582]. Bu tür eserler mevlid başlığını taşımakla beraber, muhtevâlarında Hz. Fâtıma’nın doğumunun yanı sıra çocukluğu, evliliği, vefâtı gibi hususlar da ele alınmıştır.

Abdi’nin Mevlid’i

Eser, Hacı Abdî tarafından 1515 senesinde yazılmıştır. Kaynaklarda müellifi hakkında bilgi bulunmayan eserin tek nüshası Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 2664

2 numarada kayıtlıdır[583]. Eser, “Fî Beyân-ı Mevlûd-i Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ bint-i Muhammedi’l-Mustafa Sallalâhu ‘Aleyhi Vesellem” başlığını taşımaktadır. 964 beyitten müteşekkil bulunan ve mesnevî nazım şekliyle telif edilen eser, şekil ve muhtevâ itibari ile halkın okuyup anlamasına müsait bir tarzda, sâde bir üslupla yazılmıştır.

Eserin başı:

İbtidâ ismin Hak’un yâd idelim

Baedezân gel söze bünyâd idelim

Eserin sonu:

El açup bir diyen âmîn duâya

Yarın ol konşı ola Mustafâ’ya

Eserde Hz. Hatice’nin Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması ile ilgili olarak birtakım mucizevi hususlar dile getirilmiştir. Buna göre Mikail, Hz. Peygamber için hurma ve üzüm getirmiş, Hz. Peygamber bu ikramları yemiş, hanımı ile bir araya gelmesinin akabinde Hz. Hatice kızı Fâtıma’ya hâmile kalmıştır. Hz. Fâtıma doğduktan sonra iki melek ona hizmetkâr olması için görevlendirilmiştir. Eser mevlid-i Fâtıma türünde olmakla birlikte, Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliğini de ihtivâ etmektedir. Eserde yer aldığı üzere Hz. Ali, Hz. Fâtıma’yı babasından istemiş, Allah’ın bu husustaki emrini Cebrail, Hz. Peygamber’e bildirerek, kızı Fâtıma’yı Ali’ye vermesini söylemiştir. Ayrıca eserde Zühre yıldızının gökten inerek kimin evinin üzerinde durursa Fâtıma’nın onunla evleneceği ve yıldızın Hz. Ali’nin evinin üzerinde durduğu, bunun da Ali-Fâtıma evliliğine bir işaret olduğu zikredilmiştir. Düğün esnâsında da birtakım harikulade olaylar vukû bulmuştur. Buna göre misafirlere ikram için hazırlanan düğün yemekleri hiç eksilmemiş, Cebrâil Hz. Fâtıma’ya cennetten düğün hediyeleri getirmiş, Fâtıma düğün elbisesi olarak cennetten getirilen yeşil bir elbise giymiş, düğünün akabinde cennet hûrileri Hz. Fâtıma’yı ziyâret etmişlerdir. Eser 48 beyitlik bir münacat ile nihayete ermektedir[584]. Eserin muhtevâsı tetkik edildiğinde en fazla dikkat çeken husus, eserin halkın dikkatini celbedecek tarzda yazılmış olmasıdır. Hz. Fâtıma’nın doğumu ile Hz. Ali-Fâtıma evliliğinin öncesi ve sonrasında zuhûr eden mucizevi olayların eserde ayrıntılı bir biçimde yer alması, dini hususlardaki bir takım halk inanışlarının dini muhtevâlı eserlere bir yansıması olarak değerlendirilebilir.

Süleyman Memdûh’un Mevlid’i

Süleyman Memdûh tarafından kaleme alınan eserin üç nüshası bulunmaktadır. Bu nüshalardan ilki Süleymaniye Kütüphanesi İzmir Kitaplığı No. 605’e kayıtlı el yazmasıdır. 73 beyitten müteşekkildir. Diğer iki nüshası ise Mâlumât Gazetesi’nin[585] 16 Cemâziyelâhir 1317 ve 16 Cemâziyelâhir 1318 tarihli sayılarında yayınlanmıştır. Her ikisi de 83 beyittir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde mevcut olan yazma nüshanın başlığı “Mevlid-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallahu ‘Anhâ”, Malumat Gazetesi’nde yer alan nüshaların başlıkları ise “Vilâdetnâme-i Hazret-i Fâtıma” şeklindedir. Mesnevî nazım şekli ile yazılmıştır.

Eserin başı:

Önce Allah ismini zikr idelim

Şükr idüp eltâfını fikr idelim

Eserin sonu:

Fâtıma sâdât u ashâb-ı güzîn

Sellimullâhe ‘aleyhi ecmaîn

Türk-İslâm edebiyatı geleneğine uygun olarak tevhîd, na’t ve münacat ile başlayan eserde, Hz. Peygamber’in cennetten Cebrâil vâsıtası ile getirilmiş elmaları yemesi neticesinde Hz. Fâtıma’nın dünyaya gelmesi, Hz. Fâtıma’nın anne karnında iken konuşması, doğduğunda yerlerin ve göklerin nura gark olması gibi doğumundan önce ve doğumu esnâsında zuhûr eden bazı hâllerden bahsedilmektedir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in kızına olan sevgisi, Hz. Fâtıma’nın kıyâmette ümmet-i Muhammed’e şefaatçi olması da eserde yer alan diğer hususlardandır. Eser 23 beyitlik bir Duâ bölümü ile son bulmaktadır[586].

Muhammed Esad Erbilî’nin Mevlid’i

Eser, 1847-1931 yılları arasında yaşamış bir Nakşî-Halidî şeyhi olan Muhammed Esad Erbilî[587] tarafından kaleme alınmıştır. Muhammed Esad Erbilî’nin Dîvân’ında yer alan Mevlid’in Farsça ve Türkçe olmak üzere iki metni bulunmaktadır. Buna ek olarak Mevlid’in müstakil bir baskısı da mevcuttur. Dîvân’da yer alan Türkçe Mevlid’in başlığı “Mevlîd-i Şerîf-i Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Anhâ”, Farsça Mevlid’in başlığı “Terceme-i Mevlîd-i Şerîf-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Teâlâ Anhâ”, müstakil baskısındaki başlığı ise “Mevlîd-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Teâlâ Anhâ” şeklindedir[588]. Bazı kaynaklarda eserin Muhammed Esad Erbilî tarafından kaleme alınan asıl metninin Farsça olduğu, Türkçe’ye müellifin oğlu Mehmet Ali Efendi tarafından tercüme edildiği ifade edilmekle birlikte[589], Dîvân’ın ön sözünde eserin hem Farsça hem de Türkçe metninin müellifin kendisine ait olduğu bilgisi yer almaktadır[590]. Eser 74 beyitten müteşekkil olup mesnevî nazım şekli ile yazılmıştır.

Eserin başı:

Evvel Allah adını zikr idelim

Fikr idüp eltâfına şükr idelim

Eserin sonu:

Ehl-i Beyt’e Fâtihâ olsun hemîn

Rahmetullâhi ‘aleyhim ecmaîn

Eser tevhîd, na’t ve münacat bölümleri ile başlamış, ardından asıl konu olan Hz. Fâtıma’nın doğumuna geçilmiştir. Eserde Cebrail’in Hz. Peygamber ve Hz. Hatice için cennetten meyve getirmesi, bu meyveleri yemelerinin ardından Hz. Hatice’nin hâmile kalması, Hz. Fâtıma’nın anne karnında iken konuşması, doğumunun ardından yerlerin ve göklerin nurla dolması gibi unsurlar bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Hz. Fâtıma’nın, Hz. Peygamber nezdindeki değeri husûsunda rivâyet edilen bazı hadislere de telmîhen yer verilmiştir. Eserin sonunda bir duâ bölümü yer almaktadır[591].

Mehmed Şemseddin’in Mevlid’i

Mehmed Şemseddin Efendi, 1867-1936 yılları arasında yaşamış ve hayatının önemli bir kısmını Bursa’da geçirmiştir. Halvetî-Mısrî şeyhi olup, Niyâzî-i Mısrî Âsitânesi’nin son postnişinidir[592]. Velût bir müellif olan Mehmed Şemseddin Efendi’nin “Mesâr-ı Şemsü’l-Mısrî fi’l-Mevlidi’l-Muhammedî” adını verdiği mevlid türünde bir eseri bulunmaktadır. Bu eserde ayrıca müellifin Hz. Peygamber, Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin için yazdığı mevlidler de mevcuttur[593]. Te’lif tarihi husûsunda herhangi bir bilgi bulunmamakla birlikte eser, 1924 senesinde Mısır İtimâd Matbaası’nda basılmıştır. Mesnevî nazım şekli ile yazılmış eserin Hz. Fâtıma’nın doğumu ile ilgili bölümü 66 beyitten ibâret olup, “Nisâr-ı Şemsü’l-Mısrî” şeklinde adlandırılmıştır[594].

Eserin başı:

Analım nâm-ı Hudâyı evvelâ

İdelim yüz bin ana hamd ü senâ

Eserin sonu:

Anların hubbıyla taemîr eyle yâ Rab gönlümüz

Sırr-ı tevhîd ile tenvîr eyle yâ Rab gönlümüz

Genel itibari ile beş kısma ayrılan Hz. Fâtıma Mevlid’i, ilk olarak Allah’a hamd, Âl-i Abâ ile Hz. Fâtıma’ya övgü ve sebeb-i te’lif kısımları ile başlamaktadır. Akabinde, Hz. Fâtıma için kaleme alınan diğer mevlidlerde de yer aldığı üzere Cebrail’in Hz. Peygamber’e iki elma getirmesi, bu elmaları yemesi, netice itibari ile Hz. Hatice’nin Hz. Fâtıma’ya hâmile kalması, doğum sırasında meleklerin Hz. Hatice’ye hizmet etmeleri hususlarını ihtivâ etmektedir. Üçüncü bölüm ise, “Tetimme” başlığını taşımaktadır. Bu bölümde Hz. Fâtıma’nın sahip olduğu vasıflarından hareketle övgüsüne yer verilmiştir. “Münacat” şeklinde adlandırılan dördüncü bölüm ise 9 beyitten müteşekkildir. Müellif bu bölümde On İki İmam’ın adlarını zikrederek münacatta bulunmaktadır. Mevlid’in son bölümü ise 12 beyitten müteşekkil olup, “„Akd-i Fâtıma li-„Ali „Aleyhima’s-Selâm” başlığını taşımaktadır. Bu kısımda da diğer Hz. Fâtıma mevlidlerinde olduğu üzere, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in Fâtıma ile evlenmek istemeleri, Cebrâil’in Hz. Peygamber’e gelerek Allah’ın Ali-Fâtıma evliliğini dilediğini söylemesi hususları ele alınmış, izdivacın gerçekleşmesi ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in doğumlarından bahsedilmiştir. Eser, tek beyitlik bir duâ ile nihayete ermektedir[595].

TEZVÎC-İ FÂTIMA TÜRÜNDE ESERLER

Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin evlilikleri, hadislere konu olmanın yanı sıra İslâm Tarihi’nin dikkat çeken meselelerinden birisi olmuştur. Özellikle Şia kaynaklarında bu evlilikle ilgili olarak bazı efsanevi unsurlar bulunmaktadır. Allah’ın Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın nikâhlarını bizzat kendi katında ve meleklerin şahitliğinde kıydığı inancı bu unsurların başında gelmektedir. Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile nikâhlanması karşılığında âhiret günü cennete girecek ilk kadın olmayı ve Müslüman kadınlara şefâat hakkı elde etmeyi talep etmesi ve bu talebin Allah katında olumlu karşılık bulması diğer efsanevi anlatımlardandır. Özellikle Şia kaynaklarında yer alan bu tür hikâyelerin kültürel etkileşimin bir neticesi olarak Sünnî müelliflerin eserlerini de etkilediği görülmektedir.

Türk-İslâm edebiyatı sahasında az sayıda da olsa Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği husûsunda yazılan iki müstakil eser ile bir makale tespit edilmiştir.

Tezvîc-i Fâtıma

Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 7557

1’e kayıtlı eserin ismi, ilk sayfada “Tezvic-i Fâtıma ve Hikâye-i Diğer” şeklinde geçmektedir. 34 varaktan müteşekkil olan eser mensur olup kütüphane kayıtlarında müellifinin Kâdî Asker Şerif Mehmed Molla Efendi olduğu bilgisi yer almaktadır[596]. Eserde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği öncesinde ve sonrasında meydana gelen bir takım olaylar anlatılmaktadır. Eserin muhtevâsında yer aldığı üzere Cenâb-ı Hak, Fâtıma ile Ali’nin nikâhlarını gökte kıydığını, yeryüzünde de kendisinin kıyması gerektiği şeklinde Hz. Peygamber’e hitapta bulunur. Buna binâen Hz. Peygamber, kızı Fâtıma’ya Ali ile nikâhlanması gerektiğini bildirir. Hz. Fâtıma, Hz. Ali’nin gözlerinin büyük olduğu ve ondan korktuğu bahanesi ile bu evliliğe razı olmaz. Hz. Peygamber, bin altın karşılığında Ali ile nikâhını kıydığını söylemesi üzerine, Hz. Fâtıma, cennete girecek ilk kadın olması şartı ile nikâhı kabul eder.

Tezvîc-i Fâtımatü’z-Zehrâ

Eser, Diyarbakır Ziya Gökalp Yazma Eser Kütüphanesi’nde olup 21 Hk 586

2 demirbaş numarasına kayıtlıdır. Eserin müellifi hakkında bilgi bulunmamaktadır. 4 varaktan müteşekkil olan eser, mensur-manzum karışıktır[597]. Eser, Hz. Ali ile Hz. Fâtıma’nın evlilik tarihleri, düğün yemekleri, evlendiklerinde kaç yaşında oldukları, nikâhlarının Allah tarafından meleklerin şahitliğinde kıyılması, evliliklerinin ardından Hz. Muhammed ile olan münâsebetleri vb. hususları ihtivâ etmektedir.

Hz. Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü

“Hazret-i Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü”, Tâhirü’l-Mevlevî (d. 1877- ö. 1951), tarafından kaleme alınan 4 sayfalık bir makaledir. Makale, yazıldığı dönem gerçekleştirilen gösterişli düğünlere eleştirel bir açıdan yaklaşmış olup, Mahfil Dergisi’nin h. 1340 Receb ayı (m. 1922) nüshasının 146-149. sayfaları arasında yayınlanmıştır[598]. Tâhirü’l-Mevlevî, makalenin giriş kısmında o dönemde bazı düğünlerin çok gösterişli olduğu husûsunu dile getirmiştir. Ardından örnek İslâm kadını Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’nin düğün hazırlıkları ve çeyizleri hakkında bilgiler vermiştir. Makalenin sonunda ise, düğün hazırlıkları esnâsında israf ve gösterişten kaçınılması husûsunda devrin insanlarına nasihatte bulunmuştur.

HZ. PEYGAMBERİN HZ. FÂTIMA’YA NASİHATİ VEYA VASİYETİ TÜRÜNDE ESERLER

Nasîhat-i Rasûlillah Li-Fâtıma

Eser Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Koleksiyonu’nda bulunmakta olup 562

1 demirbaş numarasında kayıtlıdır. 4 varaktan müteşekkil olan eserin müellifi ile ilgili kütüphane kayıtlarında bilgi yer almamaktadır[599] [600]. Bu nüshaya erişilememiştir.

Nasîhat-i Rasûlullah (salla'llâhü aleyhi ve sellem) Kızı Fâtıma’ya (aleyhisselâm)

Eser, Konya Koyunoğlu Yazma Eserler Kütüphanesi’nde olup 12167 demirbaş numarasına kayıtlıdır ve müellifi ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. Eserin adı ilk varakta “Rasûl-i Ekrem Sallallâhu Teâlâ Aleyhi Vesellem Hazretlerinin ...600 Eyitdügi Nasîhatidür” şeklinde yer almaktadır. 10 varaktan oluşan eser, mensur olup Hz. Peygamber’in kadınlarla ilgili olarak Hz. Fâtıma’ya bildirdiği bazı hususları ele almaktadır. Eserin muhtevâsına göre Hz. Fâtıma ve Hz. Ali bir gün Hz. Peygamber’i ziyâret ederler. Hz. Peygamber onlara Mi’rac gecesinde cehennemin kendisine gösterildiğini ve orada azap gören günahkâr kadınları müşahade ettiğini bildirir. Hz. Fâtıma, babasından bu kadınların cehennemde azap görmelerinin sebeplerini sorar. Hz. Peygamber de kızına cehennemde kadınların gördükleri çeşitli azaplar ile kadınların dünya hayatında iken işledikleri ve cehennemde azap çekmelerine sebep olan günahları ayrıntılı şekilde anlatır.

Vasiyet-i Nebî Li-Fâtıma

Eser, Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Koleksiyonu’nda bulunmaktadır. 6170 demirbaş numarasına kayıtlıdır. Eserin müellifi

ile ilgili bilgi bulunmamaktadır. 94 varaktan ibârettir. Eserin, varak sayıları değişiklik arz etmekle beraber aynı kütüphanede 14 farklı nüshası mevcuttur[601]. Eserin nüshalarına erişilememiştir.

Vasiyet-i Rasûlullah

Eser, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı’nda olup OE Yz 0625 02 demirbaş numarasına kayıtlıdır. 3 varaktan müteşekkildir. Müellifi ile ilgili eserde ya da kütüphane kayıtlarında herhangi bir bilgi yer almamaktadır. Eserin muhtevâsına göre Hz. Fâtıma bir gün babasına gelerek günahkâr kadınların akıbetleri hakkında bilgi vermesini ister. Hz. Peygamber de, kızının bu talebi üzerine dünya hayatında kadınların işledikleri günahları ve bu günahlar neticesinde âhiret hayatında karşılaşacakları azabı anlatır.

Vasiyyet-i Rasûlullâh Sallallâhu 'Aleyhi Vesellem Li-Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü 'Anhâ

Eser, Millet Yazma Eserler Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu’nda olup 34 Ae Şeriyye 821

3 demirbaş numarasında bulunmaktadır. Kütüphane kayıtlarında eserin ismi “Hazret-i Râsûl-i Ekrem’in Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâya Vasiyyetlerinin Tercümesi” şeklinde kayıtlı olmakla beraber, başlığında Vasiyyet-i Rasûlullâh Sallallâhu 'Aleyhi Vesellem Li-Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü 'Anhâ ibâresi yer almaktadır. 2 varaktan müteşekkil olan eserin müellifi ile ilgili olarak kütüphane kayıtlarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır[602]. Eserde yer aldığı üzere Hz. Fâtıma babasına gelerek erkeklerin kadınlar üzerindeki haklarını sormuş, Hz. Peygamber de bu husûsu kızına ayrıntılı şekilde izah etmiştir.

HZ. FÂTIMA’NIN VEFÂTI İLE İLGİLİ ESERLER

Hz. Peygamber ile Hz. Fâtıma arasında oluşan derin sevgi hadislere konu olmuş, İslâm Tarihi kaynaklarında da önemli bir yer teşkil etmiştir. Hz. Peygamber kadınlar içerisinde en çok Fâtıma’yı sevdiğini söylemiş[603], cihada çıkmadan evvel en son Fâtıma’yı ziyâret etmiş, dönüşte de ilk olarak Fâtıma ile görüşmüştür[604]. Vefâtından hemen önce kızı Fâtıma’yı çağırıp, ailesinden kendisine ilk kavuşacak kişi olduğunu bildirmiştir[605]. Hz. Peygamber’in vefâtı, aralarında büyük bir sevgi bağı bulunan Hz. Fâtıma’yı derinden sarsmış, yeme içmeden ve uykudan kesilmesine sebep olmuştur. Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinden yaklaşık altı ay sonra Hz. Fâtıma da vefat etmiştir[606].

Hz. Peygamber’in vefâtının ardından Hz. Fâtıma’nın duyduğu derin üzüntü ve yaklaşık altı aylık zaman diliminde yaşadıkları, vefâtı ve defin işlemleri sırasında vukû bulan bir takım olaylar Müslüman Türk müelliflerin dikkatini celp etmiş, Türk-İslâm edebiyatı sahasında bu hususla ile ilgili olarak çeşitli eserler te’lif edilmiştir. Hz. Fâtıma’nın vefâtı ile ilgili te’lif eserlerin bir kısmı müstakil olmakla beraber bir kısmı da başka eserlerin içerisinde yer alan bölümlerden ibârettir. Bu eserler “Dâstân-ı Fâtıma”, “Hikâye-i Fâtıma”, “Vefât-ı Fâtıma” veya “Ahvâl-i Fâtıma” şeklinde adlandırılmıştır. Genel itibari ile Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinin ardından Hz. Fâtıma’nın içine düştüğü üzüntüyü, kendi vefâtına kadar geçen süre ve defnedilmesi esnâsında yaşadığı bir takım olayları ihtivâ etmektedir. Sade bir üslup ile yazılan eserlerin dili ve muhtevâsı incelendiğinde, genellikle halk tabakasının okumasına yönelik olarak hazırlanmış oldukları görülmektedir. Eserlerin muhtevâsında, hadislerde de yer alan ve hayatın doğal akışına uygun olan hallerin dışında, okuyucunun ilgisini çekmeye yönelik bir takım efsanevi olaylara da yer verilmiştir.

Dâstân-ı Fâtıma

Yapılan kütüphane taramaları neticesinde yazma eser kütüphanelerinde “Dâstân- ı Fâtıma”, “Hikâye-i Fâtıma”, “Ahvâl-i Fâtıma” veya “Vefât-ı Fâtıma” şeklinde kayıtlı eserler tespit edilmiştir. Eserlerin ihtivâ ettiği olaylar genel itibari ile birbirinin benzeridir. Buna göre Hz. Peygamber’in vefâtının ardından Hz. Fâtıma derin bir üzüntü içerisine girer, sürekli ağlar, yeme-içme ve uykudan kesilir. Hz. Fâtıma’nın bu durumuna şahit olan sahâbeler, Hz. Ali’ye gelerek Fâtıma’nın durumundan ötürü oldukça üzgün olduklarını, ancak ağlamakla Hz. Peygamber’in geri gelmeyeceğini, Allah’ın takdirine rıza göstermenin daha uygun olacağını söyleyerek, Fâtıma’ya nasihat etmesini isterler. Hz. Ali, Fâtıma’ya bu hususla ilgili olarak nasihatte bulunur. Ancak, Hz. Fâtıma, babası yerin altında yatarken ağlamaktan kendini alamadığını söyler. Hz. Ali’den kendisine bir kulübe yapmasını ister. Hz. Ali, Fâtıma için bir kulübe yapar ve Fâtıma o kulübede ağlamaya başlar. Hz. Fâtıma, babasının hasretinden dolayı gün geçtikçe zayıflamaktadır. Yine bir gün babasının kabrinde ağlarken Hz. Peygamber, mucizevi bir şekilde kızına seslenerek kavuşma vaktinin geldiğini haber verir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma hazırlık yapmak maksadı ile evine döner. Annelerinin durumundan şüphelenen Hasan ve Hüseyin Hz. Fâtıma’ya ne olduğunu sorar. Fâtıma, artık vefât vaktinin geldiğini söyler ve oğullarını dizlerine oturtarak öper. Babasına kavuşacak olmaktan dolayı son derece mutlu olan Hz. Fâtıma henüz çocukluk çağında bulunan, bakıma ve anne şefkatine muhtaç olan oğullarından ayrılacak olmanın verdiği hüzünle ağlamaya başlar. Bu sırada Hz. Ali eve gelir. Fâtıma, ayrılık vaktinin yaklaştığını söyler ve çocuklarını babalarına emanet eder. O gün akşam ile yatsı arasında vefât eder. Vefâtı esnâsında bazı peygamberlerle birlikte Hz. Havvâ, Hz. Meryem, Hz. Hatice ve Hz. Âişe’nin ruhları hazır bulunurlar. Hz. Ali ve oğulları Hz. Fâtıma’nın vefatından dolayı son derece müteessir olurlar. Hz. Fâtıma’nın cenâze namazını Hz. Ali’nin isteği üzerine Hz. Ebû Bekir kıldırır ve Hz. Peygamber’in kabrinin yanına defnederler. Hz. Ali, Fâtıma’yı kabre koyarken Hz. Peygamber, kabrinden elini uzatır ve kızını Hz. Ali’nin elinden alarak “Hoş geldin kızım!” diyerek karşılar[607].

Dâstân-ı Fâtıma türünde tespit edilebilen eserlerin künyeleri şu şekildedir:

Dâstân-ı Fâtıma, Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 3881

11 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellifi Kâdî Asker Şerif Mehmed Molla Efendi olarak yer almakta, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 7 varak ve 108 beyitten müteşekkildir[608].

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Tâ kim hatm ola bunda bu dâsitân

Vir salavât Mustafâya ve’s-selâm

Hâzâ Dâstân-ı Fâtıma Budur, Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi 5905 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 6 varak ve 128 beyitten ibârettir.

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Turman imdi var iken sizde hayât

Es-salavât den kable’l-memât

Fâtıma Ana Ahvâli, Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi 5906 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfada 13 satır bulunan eser, 6 varak ve 134 beyitten ibârettir[609].

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Irağ itme ya Rab anlardan bizi

Anlarıla haşr it cümlemizi

Hâzâ Dâstân-ı Fâtıma Radıyallâhu Anhâ, Durmuş Topal’ın[610] şahsî kütüphanesinde bulunmaktadır. Eserin müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. 116 beyitten ibârettir[611].

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Pes bu âlem tâ dutduka nizâm

Diyelim ki es-salâtu ve’s-selâm

Dâstân-ı Fâtıma, Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection PL248 S85 M4 1717 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri yer almamaktadır. Her sayfasında 11 satır bulunan eser, 9 varaktan ibâret olup, beyit sayısı 178’dir[612].

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Ümmetinden razı olsun ol Muîn

Rahmetullahi ‘aleyhim ecmaîn

Kitâbü Ahvâl-i Fâtıma, Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection PL248. M48 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. Eseri “Fî Beyân-ı Vefât-ı Fâtımatü’z-Zehrâ” ve “Fî Beyân-ı Kanaat-i ve Defn-i Fâtımatü’z-Zehrâ” şeklinde iki bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm 98, ikinci bölüm ise 21 beyittir[613].

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Ümmetinden razı olsun ol Muîn

Rahmetullahi ‘aleyhim ecmaîn

Hikâye-i Fâtıma, Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 9491

6 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin müellifi Kâdî Asker Şerif Mehmed Molla Efendi olarak yer almaktadır[614]. Her sayfasında 14 satır bulunan eser, 6 varaktan müteşekkildir.

Eserin başı: İşit imdi Fâtıma ahvâlini

Kim Rasûlden sonra n’oldı hâlini

Eserin sonu: Hem didi kim sahâbeler yâ Mustafâ

Fâtıma geldi muştuluk ... safâ

Ahvâl-i Fâtıma, Vatikan Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Vat. Turco 17

2 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. 6 varaktan müteşekkil bulunan esere ulaşılamamıştır[615].

Ahvâl-i Fâtıma, Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları R-8154 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. 4 varaktan ibâret olan nüshaya ulaşılamamıştır[616].

Risâle fi Beyân-ı Ahvâl-i Fâtımatü’z-Zehrâ, Kâhire Hidiv Türkçe Yazmaları 9108

3 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. Esere ulaşılamamıştır[617].

Hikâye-i Fâtıma, İstanbul Millet Kütüphanesi Ali Emiri Koleksiyonu 34 Ae Manzum 1412 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında müellifinin Edirne Karabulut Mescidi İmamı Halil olduğu bilgisi yer almaktadır. Telif tarihi bilinmeyen eserin istinsah tarihi h. 897

 m. 1491’dir. Her sayfasında 15 satır bulunmaktadır. 5 varaktan oluşan eserde 130 beyit yer almaktadır[618].

Eserin başı: Ana ol câm-ı ecel sunulıcak

Hazret-i Hak’dan yana gün olıcak

Eserin sonu: Yanına aldı nevârüz eyledi

Hoş mısın kızum safâ geldin dedi

Vefât-ı Fâtıma, Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 2674 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. Esere ulaşılamamıştır[619].

Vefât-ı Fâtıma, Bosna Hersek Gâzi Hüsrev Kütüphanesi Türkçe Yazmaları 6818 numara ile kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri yoktur. Kütüphane kayıtlarında 2 varaktan ibâret olduğu belirtilen nüshaya ulaşılamamıştır[620].

Vefât-ı Fâtıma Radıyallahü Anhâ, Ankara Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 8624

3 numara ile kayıtlıdır. Kütüphane kayıtlarında eserin ismi “Nazm-ı Vefât-ı Fâtıma”, müellifi ise Kâdî Şerif Mehmed Molla Efendi olarak yer almaktadır. Telif ve istinsah bilgileri bulunmamaktadır. Her sayfasında 9 satır bulunan eser, 12 varak ve 107 beyitten oluşmaktadır[621].

Eserin başı: Hâtemü’n-nebî dünyadan teşrif itdükden sonra

Fâtımanın hâli sonra n’ola

Eserin sonu: Ger dilersiz bulasız bâkî hayat

Vir mutahhar rûhına es-salavât

Hâzâ Kitâbü Ahvâl-i Fâtıma, Koç Üniversitesi Suna Kıraç Library Digital Collections Manuscript Collection PL248 S85 M44 1687 numara ile kayıtlıdır. Müellif ve telif tarihi ile ilgili bilgi yer almamaktadır. Kütüphane kayıtlarında müstensihi Monla Ali, istinsah tarihi 1687 olarak yer almaktadır. Her sayfasında 15 satır bulunan eser, 4 varak ve 109 beyitten ibârettir[622].

Eserin başı: Ol Habîbün izzetin fikr idelüm

Kalbimüz pür-nûr idüp zikr idelüm

Eserin sonu: Ya İlâhî okuyup dinleyeni yazanı Rahmetünle yarlığagıl yâ Ğanî

Hikâye-i Hazret-i Bibi Fâtıma, Oxford Bodleian Türkçe Yazmaları MS Ind.Inst. Turk. 25

1 numaraya kayıtlıdır. Müellif, telif tarihi, müstensih ve istinsah tarihi bilgileri bulunmamaktadır. 18 varaktan oluşan nüshaya ulaşılamamıştır[623].

Vefât-ı Fâtıma, Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi Y-183

2 numaraya kayıtlıdır. Müellifi, Gönenli Yahya bin Bahşî’dir. Müellifi kütüphane kayıtlarında Muhyiddîn olarak yer almaktadır. Eser, aynı müellifin Mevlid adlı eserinin akabinde yer almaktadır[624]. Müstensihi Hüseyin bin Mehmed, istinsah tarihi 1788’dir[625].

Eserin başı: Bir söze âğâz idelüm ki cihân

Ol sözün odına yansın ... cân

Eserin sonu: Her kim diler lutf-ı Hakkı kazana

Bir Fâtiha okuya bunu yazana

Vefât-ı Hazret-i Fâtıma

Eser, Milli Kütüphane 06 Mil Yz A 7454

5 numarada kayıtlı olup, müellifi Bursalı Mehmed Akif’tir. Kütüphane kayıtlarında eserin müellifinin Miralay Mehmed Akif olduğu belirtilmektedir. Eserin başlığı “Vefât-ı Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ Radıyallâhü Anhâ” şeklindedir. Başlıktan sonra “İsm-i Pâk Hazret-i Fahr-i Âlem Muhammedini’l-Mustafâ-râ Salavât” şeklinde bir ibâre mevcuttur. 4 varak ve 69 beyitten müteşekkildir[626]. Eserde yer aldığı üzere Hz. Peygamber’in vefâtı Hz. Fâtıma’yı derinden sarsmıştır. Bu duruma şahid olan Medîneliler Hz. Ali’ye gelerek Hz. Fâtıma’nın durumunun kendilerini çok üzdüğünü, ağlamanın Hz. Peygamber’i geri getirmeyeceğini söylemişler ve Hz. Ali’den Fâtıma’yı teselli etmesini talep etmişlerdir. Hz. Ali, Medînelilerin bu isteklerini Hz. Fâtıma’ya iletmiş, o da babasının kabrinin yanına bir ev inşa etmesini isteyerek ve kimseyi rahatsız etmemek maksadıyla feryad ü figâna orada devam edeceğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz. Ali, Hz. Peygamber’in kabrine yakın bir kulübe yapmış, Hz. Fâtıma da bu kulübede ah u zar etmeye devam etmiştir. Bir gün yine babasının kabrinin başında ağlarken, Hz. Peygamber kabrinden dile gelerek kızına kavuşma vaktinin yakın olduğunu söylemiş, babasının bu hitabı Hz. Fâtıma’yı sevince boğmuştur. Bunun üzerine Hz. Fâtıma derhal evine dönmüş, annelerinin aceleci tavırlarını gören Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin annelerine bu durumu sormuşlardır. Hz. Fâtıma artık babasına kavuşma vaktinin geldiğini söylemiştir.

Babasına kavuşacağı için gayet mesrur olmakla beraber, evlatlarının küçük olmaları ve bakıma muhtaç bulunmaları dolayısı ile de endişelidir. Hz. Fâtıma, oğullarını Hz. Ali’ye emanet etmiş, onunla da vedalaşmış ve ruhunu teslim etmiştir. Ardından Hz. Fâtıma gasledilmiş ve kabrine konulmuştur. Kabrine konulurken Hz. Muhammed elini uzatarak kızını karşılamış ve ona kavuşmaktan dolayı son derece mutlu olmuştur[627].

Eserin başı:

Mefhar-i sultân-ı âlem duhteri

Yâd idüp ağlardı ol peygamberi

Eserin sonu:

Ceddine vâsıl olup ol gül'izâr

İrdi çün maksûdına kıldı karâr

Vefât-ı Fâtıma (Muhammediyye)

Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye[628] adlı eserinde Hz. Fâtıma’nın vefâtı husûsunda müstakil bir bölüm ayrılmıştır. Bu bölüm 40 beyitten ibâret olup “Vefât-ı Fâtıma” başlığını taşımaktadır[629]. Bu kısımda yer aldığı üzere Hz. Fâtıma parlak yüzlü olmasından dolayı “Zehrâ” ismini almıştır. Bu hususta Hz. Âişe gece karanlığında içerisinde ateş olmayan bir odada Hz. Fâtıma’nın yüzünün nuru yardımıyla iplik eğirdiklerini söylemiştir:

Şu denlü idi kim hikâyet eder Âişe

Ki nurunda iplik eğirir idik yoktu nâr[630]

Vefâtından hemen önce Hz. Fâtıma’nın babasına kavuşma iştiyakı artmıştır. O sıralar Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin henüz bakıma muhtaç iki küçük çocuktur. Hz. Fâtıma vefat edeceği gün evlatlarının kıyafetlerini yıkamış, onlar için yemek pişirmiştir. Evlatlarını üzmemesi, onlarla birer emanet gibi ilgilenmesi için de Hz. Ali’ye vasiyette bulunmuştur. Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in vefâtının ardından altı ay kadar yaşamıştır:

Haşanla Hüseynin yudu donların etti ag

Velîkin dökerdi mübârek gözünden pınar

Veli hoş tutasın Hasanla Hüseynimi sen

Ki bize saadet bağında bulardır simâr[631]

Hz. Fâtıma vefat edeceği gün Hz. Ali’ye evlerindeki sandıktan çıkardığı bir kutunun içerisinde bulunan ipek mendili göstermiş ve mendilin hikayesini anlatmıştır. Buna göre Hz. Ali, Hz. Fâtıma ile evlenmek istediğinde, Hz. Fâtıma’ya mehir olarak ne istediği sorulmuş, o da dünyalık bir mehir talebinde bulunmadığını, âhirette ümmet-i Muhammed’in günahkâr olanlarına şefâat etmek istediğini söylemiştir. Allah, Cebrâil vâsıtası ile haber göndererek Hz. Fâtıma’nın bu talebini kabul ettiğini bildirmiştir. Hz. Fâtıma’nın bu hususta delil istemesi üzerine Cebrâil, delil olarak Allah katından ipek bir mendil getirmiştir:

Gelip dedi Cebrail Allah selâm eyledi

Ne kim dedise Fâtıma eyle olsun bu kâr

Dedim bu söze bana hüccet gerek Tanrıdan

Geri geldi Cebrail erdi revân bîhasâr

Alıp geldi bu hücceti bana Allah’tan ol

Sözüm dinle imdi eyâ sâib-i Zülfikâr[632]

Azrâil ruhunu kabz etmek maksadıyla gelince, Hz. Fâtıma ruhunu ona teslim etmeyeceğini, kendisine canı Allah’ın verdiğini ve Allah’ın alması gerektiğini söyler. Azrâil, Hz. Peygamber’in ruhunu bile ben teslim aldım dediği sırada Hz. Fâtıma vefât eder:

Çü geldi ecel geldi Azrail anda bu kez

Dedi canımı ben sana vermezem ıztırar

Ayıttı Rasûlün ben aldım canını

Dedi ümmet içindi ol eyleme igtirar[633]

Hz. Fâtıma vefât ettikten sonra defnedilmek üzere Hz. Peygamber’in kabrinin yanına getirilir. O esnâda Hz. Peygamber kabrinin içinden elini uzatarak Hz. Ali’den Fâtıma’yı kendisine vermesini söyler:

Mübârek elini çıkardı Rasûl ravzadan

Dedi kızımı bana ver yâ eAli eyleyem istitâr[634]

HZ. FÂTIMA’NIN HAYATININ TAMAMINI ELE ALAN ESERLER

Kerîme-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i 'Âlem Seyyidetü’n-Nisâi’l-Âlemîn Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ el-Betül

Eser, Fatma Şâdiye Hanım[635] tarafından 1903 senesinde kaleme alınmıştır. Eserin adı Kerime-i Muhtereme Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü’n-nisâi’l-âlemîn Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ el-Betüf[636] olup Hanımlara Mahsus Gazete’de[637] yayınlanmıştır.[638] Küçük bir risale şeklinde olup Hz. Fâtıma’nın doğumu, isimleri, ailesi, Hz. Peygamber ile olan münâsebetleri, Hz. Ali ile evliliği, çocukları, ahlakı ve vefatı vs. hususları ihtivâ etmektedir.[639] Eser, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kütüphanesi Bel_Osm_K.02734

04 demirbaş numarasına kayıtlıdır.

Fâtıma-i Zehrâ Vefâtın Beyân İder (Hadîkatü’s-Süedâ)

Hadîkatü’s-Süedâ, maktel türünde bir eser olup Fuzûlî tarafından kaleme alınmıştır. Fuzûlî’nin en hacimli eseridir. Manzum-mensur karışık olarak te’lif edilen eser, Mukaddime, 10 bab ve Hâtime kısımlarından müteşekkildir. Eserde Hz. Peygamber dâhil olmak üzere bazı peygamberlerin çektikleri eziyetler, sahâbelerden bir kısmının şehâdetleri, Hz. Ali ve Hz. Hasan’ın vefâtları, Hz. Hüseyin’in Kerbelâ’da şehit edilişi gibi hususlar anlatılmaktadır[640]. Eserin dördüncü babı her ne kadar “Hz. Fâtıma-i Zehrâ Vefâtın Beyan İder” başlığını taşımaktaysa da Hz. Fâtıma’nın doğumundan vefâtına kadar geçen süre zarfında meydana gelen olaylar anlatılmaktadır. Buna göre Hz. Fâtıma, Fil olayından yirmi beş veya bi’setten beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Fâtıma’nın doğumu yaklaşınca Hz. Hatice, Kureyş kadınlarından yardım istemiş, onlar da Hz. Hatice’ye Ebu Talib’in himaye ettiği yetim Muhammed ile evlendiği için yardımcı olmak istememişlerdir. Bunun üzerine İbrahim Peygamber’in hanımı Sâre, Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem, Firavun’un hanımı Asiye ve Hz. Musa’nın kız kardeşi Gülsüm’ün ruhaniyetleri doğum esnâsında gelerek Hz. Hatice’ye yardımda bulunmuşlardır. Fâtıma doğunca etrafı güzel kokular kaplamıştır. Cennetten gelen on hûri de getirdikleri Kevser suyu ile yeni doğan Fâtıma’yı yıkamışlardır. Fâtıma’nın doğum haberini alan Hz. Peygamber, evine gelmiş ve kızına Fâtıma adını koymuştur. Künyesi Ümmü Muhammed, lakapları ise Râdiyye, Mardiyye, Meymûne, Zekiyye ve Zehrâ olmuştur. Fuzûlî, şeriatin gül bahçesine tazelik veren bir fidan olarak tavsif etmek sûretiyle Hz. Fâtıma’nın doğumuna işaret etmiştir:

Şer' gülzârına revnâk verdi bir nevres nihâl

Âsmân-ı dîne pertev saldı bir Ferruh hilâl

Ol nihâlin berg ü bârından dolub dâmân-ı dehr

Ol hilâle kıldı envâr-ı hidâyet intikâl[641]

Bölümün devamında Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile evliliği konu edilmiştir. Cebrâil Hz. Peygamber’e gelerek Hz. Ali ile Fâtıma’nın nikâhlarını kıymasını, bunun Allah’ın iradesi olduğunu söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber nikâh akdini gerçekleştirmiştir. Bölümde Hz. Hasan ve Hüseyin ile ilgili bazı hâdiselere de yer verilmiştir. Hz. Peygamber’in âhirete irtihâlinin ardından Hz. Fâtıma’nın yaşadığı derin üzüntü bölümde yer alan diğer hususlardandır. Buna göre Hz. Fâtıma, şeriatin şifa yurdunun viran olduğunu ve inanç erlerinin önderinin öldüğünü söylemekte, feleğin kendisine yüzlerce tasa vererek halini perişan ettiğinden yakınmaktadır:

Ey felek dârü’ş-şifâ-i şer'i vîrân eyledin

Ehl-i derdi mübtelâ-yı dâğ-ı hırmân eyledin

Perde-i idbâr çekdin çehre-i ikbâlime

Cem' edüb yüz gam bana hâlim perîşân eyledin[642]

Buna göre, babasının vefâtının ardından Hz. Fâtıma’nın güldüğü hiç vaki olmamıştır. Son olarak Hz. Fâtıma’nın vefâtından önce yaşadığı bazı olaylar anlatılmıştır. Hz. Peygamber, vefâtından altı ay sonra kızının rüyasına girerek, kavuşma vaktinin geldiği müjdesini vermiştir. Bunun üzerine Hz. Fâtıma, çocukları için bir miktar yemek yapmış, onları ve kıyafetlerini yıkamıştır. Bu durumdan şüphelenen Hz. Ali, Fâtıma’ya böyle davranmasının sebebini sormuş, Hz. Fâtıma da artık babasına kavuşma vaktinin geldiğini, defin işlemleri ile uğraşırken çocukların sıkıntı çekmemeleri için yemeklerini şimdiden hazır ettiğini, kıyafetlerini yıkadığını söylemiş ve Hz. Ali ile helalleşmiştir. Çocuklarına da, vefâtının ardından kabrine gelip duâ etmelerini vasiyet etmiştir. Annelerinin vefât edeceğini öğrenen Hasan ve Hüseyin son derece müteessir olmuşlardır. Hz. Fâtıma vefât anını çocuklarının görmelerini istememiş, bunun üzerine Hz. Ali onları duâ etmek için Hz. Peygamber’in kabrine yollamıştır. Hz. Ali ile yalnız kalan Hz. Fâtıma, eşinden dört şey talep etmiştir. İlk olarak evlilik hayatları boyunca bir kusuru olduysa affetmesini istemiştir. Ardından evlâdına iyi davranmasını ve defin işlemlerini gece yapmasını söylemiştir. Son olarak ise kabrini ziyâreti ve duâ etmeyi unutmamasını vasiyet etmiştir. Bunun üzerine Hz. Ali de zevcesinden üç istekte bulunmuştur. İlk olarak kendisine karşı bir kusur işlediyse bundan ötürü Hz. Peygamber’e şikâyette bulunmamasını istemiştir. Ardından Hz. Peygamber’e selâmını ve memnuniyetlerini iletmesini söylemiştir. Nihâyetinde Ümmü Seleme’den su isteyerek gusül abdesti almış ve ardından ruhunu teslim etmiştir[643].

HZ. FÂTIMA İÇİN YAZILAN MÜSTAKİL ŞİİRLER

Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Ali ile evliliği, vefâtı, Hz. Peygamber’in kızına nasihatleri ve vasiyeti hususlarında müstakil eserler olmakla birlikte Dîvân şairleri, Hz. Fâtıma’ya olan sevgi, hürmet ve bağlılıklarını dile getirmek, istimdâd istemek, Hz. Fâtıma’yı övmek ve çeşitli yönleri ile tavsif etmek maksadı ile müstakil şiirler kaleme almışlardır. Yapılan taramalar neticesinde Hz. Fâtıma için yazılmış olan on iki adet müstakil şiir tespit edilebilmiştir.

Derviş Yûnus

Derviş Yûnus’un Hz. Fâtıma hakkındaki müstakil şiiri, on birli hece ölçüsü ile kaleme alınmış olup altı dörtlükten müteşekkildir. “Yeşil berat ile gelir Fâtıma” redifli şiirde kıyâmet günü Hz. Fâtıma’nın ümmetin günahkârlarına şefâati husûsuna ağırlık verilmiştir. Buna göre Hz. Fâtıma, kıyâmet kopunca elinde yeşil bir berat bulunmak sûretiyle mahşer meydanına gelecek, bir yanında Hz. Hatice diğer yanında Hz. Havvâ bulunacaktır. Bu durumu gören mü’minler Hz. Fâtıma’nın geldiğini birbirlerine müjdeleyecekler, o da Allah’a niyâzda bulunarak günahkâr mü’minleri affetmesini talep edecektir. Akabinde günahkârları cehennemden çıkarıp kurtulmalarını sağlayacaktır. Bununla birlikte melekler Hz. Fâtıma’yı görmek için yedi kat gökten inecekler, cennet hûrileri ve gılmanları onun yolunu gözleyeceklerdir. Derviş Yûnus, Hz. Fâtıma’nın şefâatçi olmasını vurgulanırken onun Allah’ın sevgilisi Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı ve Hasan ile Hüseyin’in annesi olduğunu da ifade etmiştir. Arpa ve darı tanesi yediklerini söyleyerek de fakir bir hayat sürdüklerine de işaret etmektedir:

Kıyâmet gününde mahşer yerine

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Sağında Hatice solunda Havvâ

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Nurdan beratını almış eline

Seğirdiben gelir mahşer yerine

Mü’minler müjdeler birbirine

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Mahşerin yerinde feryâd ediyor

Ümmetlerim diye niyâz ediyor

Alıp cehennemden azad ediyor

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Yedikleri arpa darı tanesi

Habîbullah imiş onun babası

Oldur Hasan Hüseyin’in anası

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Yedi kat göklerden iner melekler

Arş altında kabul olur dilekler

Hûriler gılmanlar yolunu bekler

Yeşil berat ile gelir Fâtıma

Derviş Yûnus der kıyâmet olacak

Kişi ettiğini anda bulacak

Zaif ümmetine şefi olacak

Yeşil berat ile gelir Fâtıma[644]

Şeyh Halid Dîvânı

Şeyh Halid[645] Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili bir adet müstakil şiir yer almaktadır. Şair, Hz. Fâtıma’ya olan sevgisinin ve bağlılığının bir ifadesi olarak “Meded yâ Hazret-i Zehrâ” redifli şiirini kaleme almıştır. Şiir yedi kıtadan müteşekkildir.

Şiirde en fazla göze çarpan husus, rediften de anlaşılacağı üzere, mutasavvıf şairler tarafından başta Hz. Peygamber olmak üzere din büyüklerinden istimdâd istenilmesidir[646]. Şair genel itibari ile günahkâr ve aciz olduğunu, mânevî olarak yolda kaldığını söylemiş, masiyetten ve içine düştüğü sıkıntılardan kurtulmak maksadı ile Hz. Fâtıma’dan mânevî yardım talebinde bulunmuştur. Şiirde Hz. Fâtıma’nın Hz. Ali ile olan evliliği ve çocuklarına nisbeten aldığı bazı isim ve sıfatlar zikredilmiş, hakkında rivâyet edilen bir takım hadislere telmihte bulunulmuştur. Hz. Fâtıma, Hz. Ali ile evli olmasına istinâden “zevce-i şîr-i Hudâ”, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması dolayısı ile de “mâder-i şehzâdegân” şeklinde vasfedilmiştir. Hz. Fâtıma’nın kadınların efendisi olması husûsundaki hadise[647] telmîhen “seyyid-i cümle nisâ” terkîbi kullanılmış, Hz. Fâtıma’nın cömertliğini, fakirlerin ve muhtaçların koruyucusu olması yönünü ön plana çıkarmak maksadı ile de “destigîr-i bîçâregân” ve “menbâ-ı cûd u sehâ” şeklindeki sıfatlar zikredilmiştir.

Dahîlek yâ Âl-i Abâ

Husûsan bint-i Mustafâ

Kapından mahrûm eyleme

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Başımda aşk ile sevdâ

Misâl-i bülbül-i şeyda

Eşkibârım kanlar döker

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Bir âcizim geldim sana

Koyma lutf et beni bana

Nefs ü şeytan yolum aldı

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Müjde vermişdin sen bana

Evlâd etmiş idin sana

Hâşâ vaedin ola hilâf

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Yâ seyyid-i cümle nisâ

Muhtâcındır bây u gedâ

eAlîlim gel tut elimden

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Yâ mâder-i şehzâdegân

Destigîr-i bîçâregân

Yoruldum yolda kaldım ben

Meded yâ Hazret-i Zehrâ

Yâ menbâe-ı cûd u sehâ

Yâ zevce-i Şîr-i Hudâ

Ayırma Hâlid’i senden

Meded yâ Hazret-i Zehrâ[648]

Leylâ Hanım Dîvânı

Leyla Hanım Dîvânı’nda “Mefûlü Mefâ„îlü Mefâ‘îlü Fe‘ûlün” kalıbında, 7 beyitten müteşekkil bulunan “Hazret-i Zehrâ” redifli müstakil bir şiir yer almaktadır. Şair, Hz. Fâtıma’yı rüyasında gördüğünü ve içinde bulunduğu mânevî perişanlığı ona arz ettiğini söylemekte, suçlarının bağışlanması için Hz. Fâtıma’dan talepte bulunarak halini Hz. Peygamber’e arz etmesi için yalvarmaktadır. Şiirde Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olmasına istinâden “mâder-i şâh-ı şühedâ”, Hz. Ali’nin hanımı olması hasebi ile “zevce-i sultân-ı bekâ”, cömertliği ve fakirlere yardımcı olması yönüyle de “muîn-i fukarâ” şeklinde vasıflandırılmıştır.

İstimdâd Ez-Cenâb-ı Zevce-i Aliyyü’l-Murtazâ bint-i Habîb-i Kibriyâ

Ey mâder-i şâh-ı şühedâ Hazret-i Zehrâ

Mahşerde mueîn-i fukarâ Hazret-i Zehrâ

Her bir kuluna Hazret-i Hakk etti bir ihsân

Sensin bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ

'Arz eyledim ahvâl-i perîşânım rahm et

Bir şerm ile rüyada sana Hazret-i Zehrâ

Hâşâ ki hilâf ola senin vaed-i kerîmin

Vaed ettin inâyâtını yâ Hazret-i Zehrâ

Sultân-ı rusül vâlid-i zî-şânına earz et

Bu zerreyi ey kân-ı atâ Hazret-i Zehrâ

Afv eyle suçum hûn-i şehîdân içün olsun

Ey zevce-i sultân-ı bekâ Hazret-i Zehrâ

Reddeyleme durdum der-i lütfunda dahîlek

Leylâ’yı kıl ihsâna sezâ Hazret-i Zehrâ[649]

Ali Emîrî Efendi Dîvânı

Ali Emîrî Efendi Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili olarak 29 beyitten müteşekkil “Zehrâ” redifli bir şiir yer almaktadır. Aruzun “Mefûlü Mefâ„îlü Mefa‘îlü Fe„ûlün” kalıbıyla kaleme alınan şiirin ilk kısmında Hz. Fâtıma’yı övücü mahiyette beyitlere yer verilmiştir. Buna göre Hz. Fâtıma, merhameti tasavvur edilebilenin çok ötesinde bir şahsiyettir. Hz. Peygamber’in en sevdiği kızıdır. Babasına hem fiziksel olarak hem de edep, takvâ ve zühd yönünden çok benzemektedir. Hz. Peygamber’in şerefli nesebi, Hz. Fâtıma vâsıtası ile devam etmiştir:

Dürr-i sadef-i kudret idi Hazret-i Zehrâ

Mâ fevk-i tasavvurda idi re’fet-i Zehrâ

Peygamber-i zîşânın odur bint-i güzîni

Fikr et ne kadar âlî idi nisbet-i Zehrâ

Peygamber-i zîşânı severdi o kadar kim

Dîdârı idi rü’yet-i âyine-i Zehrâ

Nûr-ı edeb ü zühd ile olmuşdu muhammer

Tâ rûz-ı ezelden beri mâhiyet-i Zehrâ

Fahr-i şeref-i vâsıta-i Ahmed-i Mürsel

Her silsilede olmada zürriyet-i Zehrâ[650]

Şiirde, Hz. Fâtıma’ya mehir olarak ne istediği sorulunca dünyalık bir şey istemediği, ancak Muhammed ümmetinin günahkâr olanlarına âhirette şefâat etmeyi talep ettiği söylenmektedir:

Afv-ı günâh-ı ümmet-i İslâm idi yekser

Hengâm-ı nikâhında olan ücret-i Zehrâ[651]

Hz. Fâtıma’yı övücü mahiyetteki beyitlerin akabinde, Hz. Peygamber’in âhirete irtihâli ile beraber Hz. Fâtıma’nın çektiği derin üzüntünün anlatıldığı beyitler yer almaktadır. Buna göre Hz. Peygamber’in vefatının ardından Hz. Fâtıma’nın dünyaya hiç meyli kalmamış, üzüntüsü had safhaya ulaşmıştır. Devamlı feryad ü figân etmiş, içinde bulunduğu derin üzüntü hiç azalmamıştır. Hz. Ali, onu ne kadar tesellî etmeye çalıştıysa da fayda vermemiştir. Hz. Fâtıma bu duruma yedi aydan daha az dayanabilmiş ve nihâyetinde vefât etmiştir. Hz. Ali ve evlatları bu ayrılıktan dolayı son derece müteessir olmuşlardır:

Oldukda Rasûl-i arabî âzim-i Firdevs

Hiç kalmadı dünyâ ona rağbet-i Zehrâ

Gaybûbet-i peygamber ile oldu marîz

Kendince füzûn oldu gam u zahmet-i Zehrâ

Ağlardı babam derdi ederdi yakasın çâk

Bir lahza sükûn bulmaz idi kürbet-i Zehrâ

Etseydi tesellî ne kadar Haydar-ı kerrâr

Bir veçhile def olmaz idi hasret-i Zehrâ

Şehzâde Hasan eyler idi ağlayarak pend

Bir zerre rücu etmez idi râhat-ı Zehrâ

Feryâd u figân olmuş idi yâr u enîsi

Peygamberin evsâfı idi sohbet-i Zehrâ

Bir mertebe-i sâikâ-zâ eyledi inşâd

Bir kerre oku bak ne imiş kudret-i Zehrâ

Yâ Rab ne o sûziş ne o âteş ne o hirkât

Yâ Rab ne belâgat imiş rikkat-i Zehrâ

Peygamber’e cümle bülegâ mersiye yazdı

Nazmı bulamaz hiç birinin kıymet-i Zehrâ

Durmam bu cihanda der idi âh Muhammed

Hep gamlı kelâm olmuş idi ülfet-i Zehrâ

Uçmuşdu cemâlinden o nûr-ı melekûtun

Eyyâm-ı peyamberde olan behcet-i Zehrâ

Hep nâle ederdi görüp evlâd u ekârib

Günden güne za’f-âver idi kudret-i Zehrâ

Bir serv-i bülend-i melekût olmuş iken âh

Ham olmuş idi hasret ile kâmet-i Zehrâ

Ancak ara yerde yedi ay geçmeden evvel

Olmuşdu ayân mâtem-i gaybubet-i Zehrâ

Mâtem-zede-i firkat olan Hayder-i Kerrâr

Feryâd ile çekmede idi hasret-i Zehrâ

Nûr-ı basar-ı ümmet olan ol iki âhû

Nevtuhfe-i âli-güher-i Hazret-i Zehrâ

Yani Hüseyn ol iki şehzâde-i zîşân

Giryân olarak eylediler hizmet-i Zehrâ

Ey böyle samtile eden âleme nefret

Ey sâhib-i himmet ü vey himmet-i Zehrâ[652]

Ali Emîrî Efendi, Hz. Fâtıma’nın yaşadığı derin hüznü ve akabinde vefâtını zikretmesinin ardından şiirin son bölümünde, vefat etmiş olan annesini mahşer günü unutmaması için Hz. Fâtıma’dan talepte bulunmaktadır. Kendisi için de Hz. Fâtıma’dan imdad istemekte, onun ayrılığının verdiği hüznün bütün dünyayı kapladığını söylemektedir. Şair, son olarak, Cenâb-ı Hak’tan Hz. Fâtıma’nın hürmetine İslâm dinine ve ümmet-i Muhammed’e yardım etmesini talep etmektedir:

Mahşerde benim vâlidemi eyleme nisyân

Ceddimi da ey Güher-i ismet-i Zehrâ

j^Ben de kulunum kıl bana da lutf ile imdâd

Ey nûr-ı harem-hâne-i ulviyet-i Zehrâ

Hâmûş Emîrî yeter etdin yeter etdin

Dünyâyı garîk-i elem ü mihnet-i Zehrâ

Bir nûr-ı muallâ idi uçdu melekûta

Hep kaldı gönüllerde fakat hasret-i Zehrâ

Ol nûr-ı mübîn hürmetine eyleye imdâd

İslâm’a bugün Hâlık-ı zü’l-izzet-i Zehrâ[653]

Mehmed Murad Nakşibendî Dîvânı

Mehmed Murad Nakşibendî Dîvânı’nda Hz. Fâtıma hakkında 36 beyitten oluşan ve “Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ‘îlün” kalıbında kaleme alınan bir medhiye yer almaktadır. Şiirde Hz. Fâtıma ile babası arasındaki derin sevgi ve muhabbeti, Hz. Ali ile nikâhlanmasını, vefâtı esnâsında Azrâil ile yaşadığı olayı ve âhiretteki bazı hâlleri zikredilmiştir. Buna göre Hz. Peygamber’in en sevdiği kızı Hz. Fâtıma’dır. Kendisini ziyârete geldiğinde ayağa kalkar, onu öper, ridasını altına serer. Hz. Fâtıma da babası ziyârete geldiğinde aynı sevgi ve hürmeti gösterir. Hz. Peygamber gazadan dönünce ilk olarak kızını ziyâret eder. Hz. Fâtıma, kadınlar arasında Hz. Peygamber’in en sevdiği kişidir:

Rasûlün efdal-i evlâdı oldı Hazret-i Zehrâ

Ki cümle Ehl-i Beyt’inden iderdi kadrini a’lâ

Kıyam iderdi geldikde öperdi vech-i pâkinden

Ridâsın bast iderdi hem mekânında virirdi câ

Rasûl-i Kibriyâ da vardığı dem beytinde anın

Kıyâm idüp öperdi eyler idi mislini icrâ

Buyurdı birgün ol server ki cüzdür Fâtıma benden

Anı iğzâb iden ider bilsün beni hâ

Suâl itdi birisi Hazret-i Âişe’den birgün

Nisâdan sevgili kimdir Rasûle söyle gel cânâ

Cevâbı pürsavâba eylediler Hadîcedür dahi

Didi kim Fâtıma bint-i Muhammeddür ehabb ana

Cevâb aldı ricâlin sevgilisin diyeni sordu

Didi zevci Alîdir sevgilisi böyle bil dildâr

Gazâdan avdet idince Rasûl-i Kibriyâ ey yâr Boyunundan olurdu binti Zehrâ hazrete ahvâ

Ziyâret eyler idi duhter-i pâkîzesin ol

Hasan ile Hüseyne hem görürdi cedd-i â’lâ[654]

Münâdîler, âhiret günü mahşer meydanına toplanan insanlara Hz. Fâtıma’nın önlerinden geçeceğini, bu nedenle başlarını indirmelerini ve ona bakmamaları söyleyecek, Hz. Fâtıma yanında yetmiş bin melek olduğu hâlde cennete girecektir:

Buyurmuşdur Rasûlullah kıyâmet oldukda

Nidâ eyler münâdiler sebile tolar arsa-i pehnâ

Buyurur ehl-i Cum’a gün bu men tenkisi râsıyla

Geçicek Fâtıma bint-i Muhammed ra’d u berkâ sâ

Yürür nice rikâbında kenîzek gibi yetmiş bîn

Cinânın hûr-i îni böyle gider cennete Zehrâ[655]

Hz. Fâtıma, ruhunu kabz etmek için gelen Azrâil’e ancak Allah’a ruhunu teslim edeceğini söyler. Azrâil, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in bile ruhunu kendisinin aldığı söyler. Tekrar Allah katına gelerek durumu Allah’a arz eder. Allah, Azrâil’e Fâtıma’nın ruhunu kendisinin kabz edeceğini söyler. Böylece Hz. Fâtıma vefat eder:

Yazıcızâde yazmışdır Muhammediyyede vardır[656]

İnanmazsan nazar it sen ve gör ey „ârif-i dânâ

Evelce muhtazar geldi melek ki kabz-ı rûh ide

Buyurdı cân virirken var mı idin Hazret-i Mevlâ

Didi ki yok andan o vakti nedir almağa geldim

Didi git sen gözüm nûrı vehen alur anı bana

Kalub hayretde ‘Azrâîl döndi geldi Allah’a

Buyurdı ba’zı ebindir kanı o rûh-ı hemtâ

Didi ki virmedi ruhun hikâye itdi felek

Didi Mevlâ ki gerçek söylemişdir şübhe yok aslâ

Karışmasın benimle Fâtımanın beynine hergiz

Anı ben kabz iderdim emrini tururdu irzâ[657]

Cebrâil, bir gün Hz. Peygamber’e gelmiş ve Allah’ın Fâtıma ve Ali’yi Beyt-i ma’mûrda meleklerin şahitliğinde nikâhladığını bildirmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ashâbını toplayarak durumu anlatmıştır. Kızına da Hz. Ali ile Allah katında nikâhlandığını söylemiş ve mehir olarak ne talep ettiğini sormuştur. Hz. Fâtıma dünyalık bir şey istemediğini söyleyerek, isyankâr ümmete âhiret günü şefâat etme hakkı talep etmiştir:

Süedâdan Altıparmakda musarrahdır bu söz böyle

Gelüp Cibrîl bir gün cânib-i Hakdan idüb inbâ

Didi kim beyt-i ma’mûrda melekler hâsıl oldılar

Buyurdı cümlesinin mahzarında Rabbı bîhemtâ

Nikâh itdim Alî’yi Fâtıma bint-i Muhammedle

Olun şâhid biliniz böyle itdi Rabbiniz kat’â

İşitdi bunları çünki Rasûlullah Cibrîlden

Buyurdı yâ bâzüll ile nidâlar mscide ammâ

Ki gelsün cümle ashâbım sözüm var işitsinler

Salâ it cümle gelsünler eğer pîr ü eğer bernâ

İtdi Bilâl ashâba hâzır oldılar cümle anlar

Rahmet bâbları tutdı hem çerâğı mescid binâ

Senâ vü hamd ü şükri bînihâye kıldı Allah’a

Didi hem biliniz ki geldi Cibrîl eyledi îmâ

Melekler beyt-i mâmûre bugün cem olmuşlar

Nikâh olmuş Ali’ye duhterim Fâtımatü’z-Zehrâ

Nikâh itdim dahi ben emr-i Hakk’a inkıyâd itdim

Hudâ’nın emr ü hükm ü bilmiş olun böyledir zîrâ

Nikâh emri tanâm oldı buyurdu server-i ‘âlem

Kızım mihrin ne olsun söyle gel ey duhter-i ‘anâ

Cevâbında buyurdı Fâtımâ ey vâli-i erham

Bilürsin yok dilimde mâl-ı dünyâ hem ve mâfîhâ

Şefâ’at murâdım ümmetin isyânına Hak’dan

Sened virsün şefâ’at itmeme hem Rabbiyü’l-a’lâ

Beyân itdi Rasûlullah murâdın Cibrîle hem

Getürdi bir sened Hakdan murâdı üzre pek a’lâ[658]

Sâdık Ağazâde Sıdkî Dîvânı

Sâdık Ağazâde Sıdkî Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili olarak müstakil iki şiir yer almaktadır. Şair, her iki şiirinde de Hz. Fâtıma’ya olan derin sevgi, hürmet ve hayranlığını dile getirmiştir. Hz. Fâtıma ile ilgili Dîvân’da yer alan ilk müstakil şiir “Zehrâ” redifli olup 14 beyitten müteşekkildir. “Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ„îlün Mefâ'îlün” kalıbında kaleme alınmıştır. Şiirde öncelikle Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber, Hz. Hatice ve Hz. Ali nezdindeki kıymeti vurgulanmıştır:

Rasûl-i müctebânın duhterinin ahteri Zehrâ

‘Aliyyü’l-Murtazânın hem-ser-i zib-efseri Zehrâ

Gül-i gülzâr-ı ismet gevher-i gencîne-i iffet

Nihâl-i nazenîn-i gülşen-i Peygamberi Zehrâ

Dür-i dürc-i Hadîce kurretü’l-ayn-ı Muhammeddir

Serây-ı dûdmân-ı âl-i Hâşim mehter-i Zehrâ[659]

Hz. Fâtıma hakkında nâzil olan Ahzâb sûresi 33. ayet ile kadınların en hayırlısı ve Hz. Peygamber’in bir parçası olması husûsunda rivâyet edilen hadislere[660] telmihte bulunulmuştur:

Dedi fahrü’r-Rusûl hayrü’n-nisâ şân-ı azîminde

Havâtin-i cihânın mültecâ-yı mefhari Zehrâ

Hadîs-i bid’atün minnî eder mâhiyetin îmâ

Ve yüzhebü ankümü’r-ricse âyetinin mazharı Zehrâ[661]

Hz. Fâtıma mahşer meydanına ayak bastığında Cenâb-ı Hak meydanda toplanan halka Hz. Fâtıma’ya hürmet göstermek maksadı ile gözlerini kapatmalarını söyleyecektir[662]:

Gelir halka nidâ göz yummana ta’zim için Hak’dan

Kudûmuyla müşerref eyledikde mahşer-i Zehrâ662 [663]

Şairin Hz. Fâtıma ile ilgili olarak kaleme aldığı “Fâtıma” redifli ikinci şiiri ise “Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün” kalıbında olup 11 beyitten müteşekkildir. Şiirde Hz. Fâtıma’ya karşı duyulan sevgi, hürmet ve ta’zim ifadelerinin yoğunluğu dikkat çekmektedir:

Neyyir-i burç-ı sipihr-i istifâdır Fâtıma

Rûşenâ-bahş-ı cihân nûr-ı hüdadır Fâtıma

Verd-i ra’nâ-yı gülistân ney-veş-i zeyn-i din

Nahl-i zibâ-yı çemen-zâr-ı velâdır Fâtıma[664]

Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in bir parçası, gözünün nûru ve en sevdiği kimsedir. Kadınların en hayırlısı olup, Hz. Hatice’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesidir. Hz. Peygamber’in mübârek nesli onun vâsıtası ile devam etmiştir:

^(Bid’atün minnî dedi şânında Fahrü’l-enbiyâ

Kurretü’l-ayn-i Rasûl-i kibriyâdır Fâtıma

Duhter-i pâk-i Hadice seyyide hayrü’n-nisâ

Mader-i sıbteyn ü yar-ı Murtazâdır Fâtıma

Oldular bu ümmet-i merhûmeye habl-i metîn

Menba’-ı nesl-i Rasûl-i müctebâdır Fâtıma[665]

Hz. Fâtıma var iken başkasına minnet etmeye gerek bulunmamaktadır, zira hem dünyada hem de âhirette tüm dertlerin devası odur. Günahkâr mü’minlerin hepsine âhirette şefâat edecektir:

Zümre-i nisvân-ı İslâm’a şefâat-hâhdır

Ehl-i isyâna medâr-ı ittikâdır Fâtıma

Çekme minnet gayra Sıdkî ilticâ et pâyına

Derdine dünyada ukbâda devâdır Fâtıma[666]

Hasan Rızâ Dîvânı

Hasan Rızâ, Dîvân’ında Hz. Fâtıma hakkında müstakil iki şiire yer vermektedir. Bunlardan ilki müseddes olup, “Fe'ilâtün Fe'ilâtün Fe'ilün” vezni ile kaleme alınmıştır. Şiirde Hz. Fâtıma’nın Hz. Peygamber nezdindeki kıymeti, üstün konumu, Âl-i Abâdan oluşu, Kerbelâ hâdisesi neticesinde peygamberler ile velilerin ruhlarının Hz. Fâtıma’ya taziyeleri vb. hususlar ön plana çıkarılmıştır. Şair her bendin sonunda Zehrâ lakabı ile zikrettiği Hz. Fâtıma’yı Allah’ın ümmete bir hediyesi olarak vasıflandırmış ve ona hayır duâda bulunmuştur:

Dinle ey âşık-ı sâdık ki sana

Söyleyim ağreb ola bir ma’na

Oldı ol gonca-i mahbûb-ı Hüdâ

Âlem-i sırr-ı mahabbete ridâ

Ümmete tuhfe-i Hak’dır Zehrâ

Radıyallâhü teâlâ anhâ

Bu ma’ânîden içün aldı Rasûl

Bürde altına girüp buldı vusûl

Mahv u isbâta bu sırr de’b ü usul

Fâtih-i feth-i murâd oldı husûl

Ümmete tuhfe-i Hak’dır Zehrâ

Radıyallâhü teâlâ anhâ

Gelüp ervah-ı nebîlerle velî

Taziye itmeğe ol gonca güli

Anda hâzır idi bezm-i ezelî

Oldı sırr aşr-ı muharremde celî

Ümmete tuhfe-i Hak’dır Zehrâ

Radıyallâhü teâlâ anhâ

Mess idüb hissini hubbub her-bâr

Seni senden alup eyle izhâr

İde sırrın sana feth-i esrâr

Pençe-i Âl-i Abâdan ol yâr

Ümmete tuhfe-i Hak’dır Zehrâ

Radıyallâhü teâlâ anhâ[667]

Hasan Rızâ’nın Hz. Fâtıma hakkında kaleme aldığı diğer şiiri ise beş bendden oluşan mütekerrir müseddes olup “Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün” kalıbındadır. Şair, ikinci şiirinde de Hz. Fâtıma’nın övgüsüne devam etmiş ve onu vahdet bağının gülistanı, Hasan ve Hüseyin’in annesi, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrı ve nurlarının hazînesi, ilim denizinin ilahi gemisi, Ehl-i Beyt’in en narin mensubu vb. özellikleri ile ön plana çıkarmıştır:

Gülsitân-ı bâğ-ı vahdetdir Cenâb-ı Fâtıma

Bülbül-i mahbûb-ı rahmetdir Cenâb-ı Fâtıma

Ümm-i sıbteyn-i meveddettir Cenâb-ı Fâtıma

Sırr-ı Ahmed şân-ı cennetdir Cenâb-ı Fâtıma

Bürde-i ehl-i mahabbetdir Cenâb-ı Fâtıma

Kenz-i envâr-ı Rasûl-i Kibriyâ Hakka’l-yakîn

Şem’a-ı nûr-ı nübüvvet şu’le-i dîn-i Mübîn

Zevce-i şâh-ı velâyet reh-nümâ-yı vasılîn

Sırr-ı Ahmed şân-ı cennetdir Cenâb-ı Fâtıma

Bürde-i ehl-i mahabbetdir Cenâb-ı Fâtıma[668]

Yusuf Fâhir Baba Dîvânı

Yusuf Fâhir Baba, Dîvânı’nda Hz. Fâtıma ile ilgili “Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilâtün Fâ'ilün” kalıbında 23 kıtadan müteşekkil bir şiire yer vermektedir. Şiirin muhtevâsında yer aldığı üzere, Hz. Hüseyin ile birlikte 73 kişinin şehit edildiği meşhur Kerbelâ Vak’ası’na binâen Hz. Fâtıma evlatlarını hunharca şehit edenleri âhiret günü babasına şikâyet eder. Hz. Fâtıma, Hz. Hüseyin’in kesik başını babasına göstererek, evlâdının başını Müslüman olduğunu söyleyenlerin kestiğini söyleyip bu hâdiseden duyduğu derin üzüntüyü bildirir. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak’tan Hz. Fâtıma’ya kudsi bir nida gelir ve bu belaya karşı sabırlı olması gerektiği, bu hâdisenin bazı hikmetlerinin bulunduğu, Kerbelâ şehitleri için gözyaşı dökenlerin âhiret günü bağışlanacağı ve Ehl-i Beyt’i sevenlerin son nefeslerinde iman ile ruhlarını teslim edip Allah’ın rahmetine mazhar olacakları bildirilir:

Bir elinde kanlı gömlek bir elinde kanlı baş

Arsa-i mahşerde Zehrâ gözlerinden döktü yaş

Geldi Fahrü’l-enbiyaya etmeye bu sırrı faş

Çıktı arş-ı a’zamın bâm-ı felek-fersasına

Dedi ey Sultan-ı zi-şan ey Nebi-yi muhterem

Kimseye vaki midir bu çektiğim derd ü elem

Ümmetinden bak ne rütbe çekdi evlâdın sitem

Alet oldu din-i hak menhusların dünyasına

Yetmiş üç evlâd u ahfâdım olup tiğa siper

Herbiri bir veçhile câm-ı şehâdet içtiler

Oğlumuz nazlı Hüseynim oldu kurban ey peder

Girdi „arş-ı kibriyânın kurb-ı ev ednâsına

Bu kesilmiş baş Hüseynin başıdır bak garik-i hun

Kesti İslâmım diyen kâfir ve mel’un Şemr-i dun Kanlı gömlek de Hüseynden kaldı ya’ni oğlumun Ümmetindir kastedenler bunların imhâsına

Ümmetimden saymam anlar hürmetim terk ettiler

Din yolundan çıktılar bir başka râha gittiler

Nâzenin bir Hüseynim var idi incittiler

La’net olsun ser-be-ser a’lâsına ednâsına

Fâtıma hayrü’n-nisâü’l-âlemin tekrar yine

İştikâ vü ıztırâbın nakledip mâ-ba’dine

Kanlı başla gömleği Allah’a verdi beyyine

Ağladı hattâ melekler âh u vâveylâsına

Bu te’ellüm bu tazallüm bâr-gâh-ı ‘İzzeti

Lerze-nâk etti anınçün cuşa geldi rahmeti

Bir sadâ-yı hatifiden Hak Te’âlâ Hazreti

Şöyle bir ilham getirdi sevgili Zehrâsına

Sem’ine geldi Betülün şöyle bir kudsi nidâ

Ey Habîbim nur-ı ‘aynı Fâtıma hayrü’n-nisâ

Bu belâya kıl tahammül böyle takdir-i kazâ

Bu şehâdetdir sebep bak kadrinin i’lâsına

Ey Betül ey Fâtıma ey seyyide ey zi-nesep

Ben Hüseynin aşkına matem tutan uşşâkı hep

‘AfV ü gufrân etmeye bu vak’ayı kıldım sebep

Kimseler girmez benimle onların arasına

Ağlayan bu vak’â-yı dil-suza yahut ağladan

Cennete bi-şek girer ey Fâtıma mutlak inan

Ehl-i mahşer havf-i duzahdan ederken el-aman

^(Cennetin onlar çıkarlar mevki-i ‘ulyâsına[669]

Muhîtî Dede

16. asırda yaşamış olan Hurûfî şair Muhîtî Dede, Kısmetnâme isimli manzum eserinde Hz. Muhammed, Hz. Âdem, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, Mehdi vb. şahsiyetlerle beraber Hz. Fâtıma için de müstakil bir şiir kaleme almıştır. Şiir, “Fâ‘ilâtün Fâ‘ilâtün Fâ‘ilün” kalıbıyla yazılmış olup 34 beyitten müteşekkildir. Şair, Fâtıma isminde bulunan beş harften yola çıkarak, namazın beş vakit olması, On İki İmam, Mehdi’nin Hz. Fâtıma neslinden geleceği vb. birçok husus hakkında çıkarımda bulunmaktadır:

Fâtıma penc harfdür çün ism-i zat

Gösterür hem penc evkat-ı salat

Fâtıma isminde çünkim fa-i fazl

Zâhir oldı bu cihetten oldı asl

Mustafa bildi ki fazl-ı gaybdan

Fâtıma neslinden olısar ayan

Bu sebebden didi bil iy kan-ı nur

Mehdi içün Fâtıma evlâdıdur

Ya’ni fa-i Fâtıma bi-reyb ü şin

Olısar isminde Mehdinün yakin[670]

Nakşî Dîvânı

17. asır Halvetî şairlerinden Nakşî, Dîvâriında Hz. Fâtıma’dan hem kendisi hem de tarikatına mensup olan müridleri için şefaat istemek maksadıyla müstakil bir şiir kaleme almıştır. Şiir, “Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Fe‘ûlün” kalıbında olup 5 kıtadan oluşmaktadır. Şaire göre Hz. Fâtıma peygamberlerin en üstünü Hz. Muhammed ile ilk Müslüman Hz. Hatice’nin kızı, velilerin önderi Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesidir. Şair, böylesine yüce bir mertebeye sahip olan Hz. Fâtıma’dan asilerin yaralarına merhem olmasını talep etmektedir. Bununla beraber şiirin muhtevâsından anlaşıldığı üzere, Nakşî’nin Hz. Fâtıma’nın kabrini ziyâret ettiği ve kendisi ile birlikte tarikat mensupları için de şefâat talebinde bulunduğu göze çarpmaktadır:

Cenâb-ı vâlidün sultân-ı ekrem

Velîler şâhı zevcün rûh-ı a‘zam

İki nûrun olup makbûl-i erham

Şefâ‘at eyle ey sultân-ı Zehri

Mübârek ravzanı kıldum ziyâret

Kapuna yüz sürüp buldum sa‘âdet

Nazar kıl hâlüme ey şâh-ı ‘izzet

Şefâ‘at eyle ey sultân-ı Zehrî

Kerem kıl Nakşî’ye ey sırr-ı mahbûb

Tarîkatda kim olsa bana mensûb

Cihândan gitmeye bir kimse ma„yûb

Şefâ‘at eyle ey sultân-ı Zehrî [671]

SONUÇ

Hz. Fâtıma’nın Türk-İslâm edebiyatındaki yeri ve önemini ortaya koymaya yönelik hazırlanan bu tezde, bu sahada telif edilen eserlerde Hz. Fâtıma’nın, Hz. Muhammed, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve özellikle de Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in yanı sıra en çok önem atfedilen şahsiyetlerden birisi olduğu tespit edilmiştir.

Hz. Fâtıma, manzûmelerde en fazla Fâtıma, Zehrâ ve Betül isimleri ile zikredilmiştir. Ayrıca bu isimler, Hazret-i Fâtıma, Fâtımatü’z-Zehrâ, Betül-i Zehrâ, Betül-i Fâtıma gibi terkîbler şeklinde de sıkça kullanılmıştır. Hz. Fâtıma’nın bu isimleri almasında, sahip olduğu birtakım mânevî ve fiziksel husûsiyetleri etkili olmuştur. Nitekim soyunun cehennem ateşinden muhafaza edilmiş olmasından dolayı Fâtıma; tertemiz, ahlaklı, namuslu olmasına binâen Betül; yüzünün parlak olması vesilesiyle de Zehrâ olarak isimlendirilmiştir.

Hz. Fâtıma manzûmelerde doğumu, çocukluğu, Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anh ile evliliği, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı ve Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesi olması, Ehl-i Beyt ve âl-i abâdan oluşu, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in vefâtının ardından yaşadığı sıkıntılı durum, vefâtı, cennete girişi esnâsında yaşanacak bazı hâdiseler, kadınlar arasındaki konumu, yardımseverliği ve birtakım fiziksel özelliklerine istinâden birçok isim, sıfat, lakap ve künye ile vasıflandırılmıştır.

Hz. Fâtıma, manzum eserlerde Hz. Muhammed ile Hz. Hatice’nin kızı, Hz. Ali’nin hanımı, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’in annesi, kadınlar arasındaki üstünlüğü, yardımseverliği ve mâsûmiyeti yönüyle ön plana çıkmaktadır. Zikredilen husûsiyetlerinin her birinde de çok sayıda farklı sıfat ile birlikte ele alınmaktadır.

Hz. Fâtıma, Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kızı olması yönüyle edebî eserlere sıkça konu olmuştur. Bu bağlamda “Fâtıma bint-i Rasûl, Bint-i Habîb-i Hudâ, duhter-i Mustafa” vb. isimlerle sıkça anılmıştır. Hz. Muhammed-Hz. Fâtıma arasındaki baba-kız münâsebeti ile derin muhabbetin bir tezâhürü olan “Fâtıma benim parçamdır. Onu üzen beni üzer.” şeklindeki hadisin de edebî eserlerde telmih ya da iktibas yoluyla sıkça yer aldığı, bu hadise istinâden Hz. Fâtıma’nın “bid'atü’r-Rasûl, baz'a-i Ahmed” vb. şekillerde zikredildiği görülmüştür.

Hz. Fâtıma, Hz. Hatice’nin kızı olması yönüyle de edebî eserlerde karşımıza çıkmaktadır. Nitekim anne-kız münâsebetinin yanında, en hayırlı dört kadının zikredildiği hadiste yer almaları sıklıkla bir arada ele alınmalarına vesile olmuştur. Bu bağlamda ekseriyetle “güneş (şems) - ay (kamer)” teşbihi ile zikredilmişler, ayrıca “nur, yıldız” benzetmeleri ile de ön plana çıkarılmışlardır. En hayırlı kadınlar arasında zikredilmeleri münâsebetiyle de aynı beyit içerisinde sıklıkla birisi “hayru’n-nisa”, diğeri “fahru’n-nisa” olarak yer almıştır.

Hz. Fâtıma’nın evliliği, vefâtı ve âhiretteki durumu manzum edebî eserlerde çokça yer verilen hâdiselerdendir. Bu konular Sünnî kaynaklarda oldukça sade anlatımlarla ifade edilirken, Şia kaynaklarında daha detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. Bununla birlikte edebî eserlerde ise durumun biraz farklı olduğu, Sünnî şairler ile Alevî- Bektaşî şairlerin Hz. Fâtıma’nın evliliği ve vefatı ile ilgili hâdiseleri benzer şekilde eserlerine yansıttıkları tespit edilmiştir. Hatta Hz. Fâtıma ile ilgili olduğu düşünülen âyetler ve hadislerin şiire yansımasında da aynı durum söz konusudur. Nitekim Sünnî müelliflerin Hz. Fâtıma’yı ele aldıkları eserlerinde Alevî-Bektaşî inancından etkilendikleri açıkça görülmektedir. Özellikle Hz. Fâtıma’nın doğumu, Hz. Ali ile evliliği, vefâtı ve âhiretteki durumu hususlarında Sünnî kaynaklarda yer almayıp Alevî- Bektaşî inancında rastlanılan bir takım olağanüstü olgular, Sünnî müelliflerin eserlerinde sıkça tekrar edilmiştir. Bu durum Hz. Fâtıma başta olmak üzere Ehl-i Beyt mensuplarına büyük önem atfeden Müslüman Türk toplumunun farklı kesimlerinin karşılıklı etkileşiminin bir neticesidir.

Hz. Fâtıma, edebî sahada kaleme alınan eserlerde en fazla Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in annesi olması yönüyle ön plana çıkarılmıştır. Bu yönüyle şairler Hz. Fâtıma’yı “ümmü’l-hasaneyn, ümmü’l-eimme, mâder-i şâh-ı şühedâ, mâder-i şehzâdegân” gibi sıfatlarla sıkça zikretmişlerdir. Hz. Fâtıma’nın annelik vasfının bu kadar vurgulanması, diğer manzûmelerin yanı sıra Türk edebiyatında özel bir tür olan Kerbelâ mersiyelerinde sıkça anılmasından dolayıdır. Kerbelâ Hâdisesi vukû bulduğunda Hz. Fâtıma hayatta olmamasına rağmen, bu şiirlerde evlat acısı ile devamlı feryat, figân eden bir anne profili çizilmiştir. Hatta evlâdının şehâdetinden haberdâr olduğu ve bu durumu Allah’a şikâyet ettiği de yer almaktadır. Şairlerin Hz. Fâtıma için son derece acılı bir anne tablosu çizmesi, bu elim olayın büyüklüğünü ifade etmek için olsa gerektir.

Hz. Fâtıma mâsûmiyeti, yardımseverliği, âhirette ümmete şefâatçi olması, Müslümanlar nezdindeki üstün konumu ve ihlaslı yaşantısı ile de şairlerin dikkatini celp etmiştir. Bu yönleriyle “cennet sultanı, âhiret hatunu, mâder-i ümmet, sâlihatullah, şâfı-i rûz-i cezâ” gibi çok sayıda lakap ile tavsif edilmiştir.

Şiirlerde muhtelif yönleriyle zikredilmenin yanında, Hz. Fâtıma’nın müstakil olarak anlatıldığı eserler de mevcuttur. Bu bağlamda mevlîd-i Fâtıma, tezvîc-i Fâtıma ve vefât-ı Fâtıma gibi edebî türler teşekkül etmiştir. Bu eserlerin genellikle halk arasında okunmaya yönelik olarak kaleme alındığı ve muhtevâlarında olağanüstü unsurlar barındırdığı görülmektedir. Az sayıda olsa da Hz. Fâtıma’nın hayatının tamamını ele alan edebî eserler

bölümler de tespit edilmiştir. Yapılan taramalar neticesinde Hz. Fâtıma hakkında müstakil şiirlerin de kaleme alındığı görülmüştür. Bu bağlamda on iki adet şiir tespit edilmiş olup, Leyla Hanım dışında, eserinde Hz. Fâtıma hakkında müstakil şiir kaleme şairlerin tamamı erkek şairlerden oluşmaktadır.

Çalışmada XIII. ve XX. asırlar arasında telif edilen eserlerden faydalanılmıştır. Ancak Hz. Fâtıma’nın yer aldığı manzûmelerin dikkat çekici bir şekilde XVIII., XIX. ve XX. yüzyıllarda yoğunlaştığı görülmektedir. Nitekim çalışmada malzeme olarak kullanılan eserlerin % 70’inden fazlası bu yüzyıllarda telif edilmiştir. % 25’lik kısmı ise XV., XVI. ve XVII. asırlarda kaleme alınan eserlerdir.

Sonuç olarak Ehl-i Beyt’in önde gelen şahsiyetlerinden birisi olan Hz. Fâtıma, hangi mezhepten olursa olsun Müslüman Türk toplumunun sevgi ve muhabbetini celp etmiş, bu durum toplumun aynası konumunda bulunan edebî eserlerde de kendisini göstermiştir. O, gerek Dîvânlarda zikredilmesiyle gerekse de hakkında kaleme alınan müstakil şiir ve eserlerle Türk-İslâm edebiyatı’na ait eserlerde yer alan mümtaz şahsiyetlerdendir.



[1] Mustafa Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil Yay., İstanbul, 1987, c. IX, s. 255; Mehmet Yaşar Kandemir, “Fâtıma”, DİA, Ankara, 1995, c. XII, s. 219.

[2] Ebû Abdillâh Muhammed bin Sa’d el-Bağdâdî (İbn Sa’d), Kitâbü ’t-Tabakâti’l-Kebîr, Çev. Mehmet Akbaş-Yusuf Ziya Keskin, Siyer Yay., İstanbul, 2015, c. X, s. 17; Ebu’l-Hasen İzzüddin Ali eş-Şeybânî (İbnü’l-Esîr), Üsdü’l-Ğâbe fiMa’rifeti’s-Sahâbe, Dâru’l-Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, 2014, c. VII, s. 216; Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed bin Osman ez-Zehebî (Zehebî), Siyer-i A ’lâmü ’n-nübelâ, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1994, c. II, s. 119; İbn Hâcer el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kütübü’l-İlmiyye, Lübnan, 2010, c. VIII, s. 263,268; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[3] Muhammed Bâkır el-Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, Müessesetü İhyâi’l-Kütübi’l-İslâmiyye, Kum, h. 1388, c. XLIII, s. 7; Şeyh Mü’min Şeblencî, Nûru ’l-Ebsâr Ehl-i Beyt, Ter. Saim Güngör, Pamuk Yay., İstanbul, 2012, s. 164.

[4] Ebû Muhammed Cemâluddîn Abdulmelik bin Hişâm, İslâm Tarihi Siret-i İbn Hişam Tercemesi, Ter. Hasan Ege, Kahraman Yay., İstanbul, 1985, c. I, s. 253; Ebu’l-Fidâ İmâmuddîn İsmâil bin Şihâbuddîn (İbn Kesîr), el-Bidâye ve’n-Nihâye (Büyükİslâm Tarihi), Ter. Mehmet Keskin, İstanbul, 1994, c. V, s. 508; İbn Hâcer, el-İsâbefî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 263.

[5] İbn Hacer, el-İsâbefî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221.

[6] Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221.

[7] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 11.

[8] İsnâaşere inancı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ethem Rûhi Fığlalı, “İsnâaşeriyye”, DİA, Ankara, 2001, C. XXIII, s. 142-147.

[9] İbn Hâcer, el-İsâbefî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; Said Havvâ, El-Esas fi’s-Sünne (Hadislerle İslâm Tarihi), Ter. M. Ahmed Varol vd., Hikmet Neşriyat, İstanbul, 1989, c. V, s.

31; Gülgün Uyar, Ehl-i Beyt İslâm Tarihinde Ali-Fâtıma Evlâdı, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay., İstanbul, 2011, s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[10] M. Yaşar Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219; Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul, 2013, s. 234.

[11] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 16-17.

[12] Ebû Abdillah Muhammed bin İsmâil el-Buhârî, Sahih-i Buhârî, Çev. Mehmed Sofuoğlu, Ötüken Yay., İstanbul, 1987, Kitâbu’l-Cizye ve’l-Muvâdea Maa Ehli’z-Zimme ve’l-Harb, c. VI, hadis no: 2977; Ebu’l-Fazl Şihâbuddîn Ahmed bin Ali el-Askalânî (İbn Hâcer), Fethu ’l-Bârî, Dâru’l-Kitâbi’s-Selefiyye, Kâhire, t.y., c. I, s. 349.

[13] Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219; Mustafa Fayda, Hulefâ-i Râşidin Devri, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 2014, s. 81; Uyar, a.g.e., s. 45.

[14] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Cihâd, c. VI, s. 2725-2726.

[15] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-18; Ebû Abdullah Muhammed el-Hâkim en-Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, Ter. Yalçın Atalık, Revak Yay., İstanbul, 2015, s. 35-36.

[16] Ayrıntılı bilgi için bkz. Şulul, a.g.e., s. 517-518; Yusuf Ziya Yörükan, İslâm Dini Tarihi Hz. Muhammed’in Doğumundan Ölümüne Kadar, Ötüken Yay., İstanbul, 2006, s. 137.

[17] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-18; Nisâbûrî, a.g.e., s. 68.

[18] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-20; İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s. 511; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; İbn Hâcer, el- İsâbef Temyîzi’s-Sahâbe, c. VI, s. 243; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[19] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Humus, c. VI, s. 2896.

[20] Harun Yıldırım, Kadın Şahsiyetler ve Hanım Sahâbîler, Mercan Kitap, İstanbul, 2015. s. 46; Cihan Aktaş, Hz. Fâtıma, Beyan Yay., İstanbul, 2017, s. 65.

[21] Aktaş, a.g.e., s. 65.

[22] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 268.

[23] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’s-Salât, c. II, s. 538.

[24] Fedek, Şam’ın Hicaz kariyelerinden olup Medîne’ye 2-3 günlük mesafededir. Fedek’te yerden fışkıran sular ve birçok hurma bahçeleri bulunmaktaydı. Rivâyetlere göre buraya Hz. Nuh’un torunu Fedek bin Ham gelip yerleştiği için bu isimle anılmaktadır. Bkz. Yâkut el-Hamevî, Mu ’cemü ’l-Büldân, Dâru Sadr, Beyrut, 1993, c. IV, s. 238; Köksal, a.g.e., c. XIII, s. 247.

[25] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[26] Zehebî, a.g.e., c. II, s. 120; Neşet Çağatay, İslâm Tarihi (Başlangıçtan Abbasilere Kadar), Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara, 1993, s. 237; M. Bahaüddin Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt, Yediveren Yay., Konya, 2002, s. 26-28; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[27] Ayrıntılı bilgi için bkz. Buhârî, Sahîh, Kitâbu’l-Humus, c. VI, s. 2881; İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s. 285; İsmail Altun, “Hz. Ebûbekir ile Hz. Fâtıma Arasında Yaşanan Fedek Meselesine Sünnî ve Şiî Yaklaşımlarının Analizi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2012, S. 27, s. 1-27; Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt., s. 26-34; Ali Yardım, Peygamberimizin Şemâili, Damla Yay., İstanbul, 1997, s. 486.

[28] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 26; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 121; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[29] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Mağâzî, c. IX, s. 4129; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 266.

[30] Ebu Nuaym Ahmed el-Isfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakatü’l-Asfiyâ, Mektebetü’l-Hancî, Kâhire, 1996, c. II, s. 43; Nişâburî, Hz. Zehrâ ’nın Fazîletleri, s. 41; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[31] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 27; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, s. 74; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 121-128; Varol, Siyasallaşma Sürecinde Ehli Beyt., s. 33; Şeblencî, a.g.e., s. 169; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[32] Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, s. 77; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 129; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s- Sahâbe, c. VIII, s. 266; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220.

[33] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 27; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 128; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yay., Ankara, 1988, c. XIII, s. 44.

[34] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 28-30; Zehebî, a.g.e., s. 127; İbn Kesîr, a.g.e., c. V, s. 511; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 267-268; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220.

[35] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 28; Nişâburî, Hz. Zehra’nın Faziletleri, s. 72; İbn Hacer, el-İsabefî Temyîzi’s- Sahabe, c. VIII, s. 267.

[36] Bkz. Nisâbûrî, Hz. Zehra ’nın Fazîletleri, s. 39; Meclisi, Biharu ’l-Envar, c. XLIII, s. 187.

[37] İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. VII, s. 216; İbn Hacer, el-İsabefî Temyîzi’s-Sahabe, c. VIII, s. 263.

[38] Seyyid ve şerif kavramları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. M. Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt Kavramsal Boyut, Yediveren Kitap, İstanbul, 2004; Mustafa Sabri Büyükaşcı, “Seyyid”, DİA, Ankara, 2009, c. XXXVII, s. 40-43, “Tarihi Süreçte Seyyid ve Şerif Kavramlarının Kullanımı”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi, İstanbul, 2009, c. XXXIII, s. 86-129; Rüya Kılıç, Osmanlı’da Seyyidler ve Şerifler, Kitap Yay., İstanbul, 2016.

[39] Ayrıntılı bilgi için bkz. Hâfız Celâluddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekr Suyûtî, Müsnedü Fatımati'z-Zehra Radiyallahu Anha, Matbaatu'l-Azîziyye, Haydarabad, 1986, s. 1-160; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220. Hz. Fâtıma’nın rivâyet ettiği hadisler için bkz. Ebû Bişr Muhammed ed-Dûlâbî, ez-Zürriyyetü ’t- Tahiratü’n-Nebeviyye, ed-Dâru’s-Selefiyye, Kuveyt, 1986, s. 97-114.

[40] İbn Hacer, el-İsabefî Temyîzi’s-Sahabe, c. VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220.

[41] Tevfik Ebû İlm, Hz. Fâtıma, Ter. Burhan Başak, İnsan Yay., İstanbul, 2010, s. 39, 82-96.

[42] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 324, hadis no: 3421; İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. VII, s. 218; Köksal, a.g.e., c. IX, s. 262.

[43] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 363, hadis no: 4126; Muhammed bin Abdillah el-Hâkim en-Nisâbûrî, Müstedrek ‘ala’s-sahîhayn, Beyrut, 2002, Darü’l-Kütübü’l-İlmiyye, c. III, s. 167, hadis no: 4732; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 120; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265. Zehebî, bu hadisin sahih olduğunu söylemektedir.

[44] Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119.

[45] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbu’n-Nebî, c. VII, s. 3471-3472.; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 24; İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 267.

[46] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 363, hadis no: 4126.

[47] Ebu Dâvûd, Sünen, thk. Muhammed Muhyiddin Abdulhamid, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.

[48] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 361, hadis no: 4122; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 263.

[49] Fahreddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu ’l-Gayb, Ter. Suat Yıldırım vd., Akçağ Yay., c. XXII, s. 335­336; Hasan Basri Çantay, Tefsirli Kur’an Meâli, Risale Yay., İstanbul, 2014, s. 280.

[50] Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 220.

[51]Buhârî, Sahîh, Kitâbu’l-Meğâzî, c. XI, s. 4147; Zeynü’d-dîn Ahmed ez-Zebîdî, Sahîh-ı Buhârî Muhtasarı ve Tecrîd-ı Sarîh Tercemesi ve Şerhi, Çev. Kamil Miras, Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 1980, c. XI, s. 25-26; Ebu’l-Abbâs Şihâbüddîn Ahmed el-Kastallânî, el-Mevâhibü’l- Ledünniyye, Ter. Ş. Abdülbâkî, Hisar Yay., İstanbul, 1984, c. II, s. 470-471.

52  Zebîdî, a.g.e., c. XI, s. 25; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 134. Zehebî bu şiirin Hz. Fâtıma’ya nisbet edildiğini, ancak bunun sahih olmadığını ifade etmektedir.

53  Nişâburî, Hz. Zehra ’nın Faziletleri, s. 39. Buhârî’de buna benzer ifadeler yer almaktadır. Bkz. Buhârî, Sahîh, Kitabu ’l-Meğazî, c. XI, s. 4146.

[54] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ebu’l-Hasen Ali bin Ahmed en-Nisâbûrî el-Vâhidî, Esbâb-ı Nüzûl, Dâru’l- Kitâbi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991; Abdulfettah el-Kâdî, Esbâb-ı Nüzûl (Sahâbe ve Muhaddislere Göre), Çev. Salih Akdemir, Ankara, 1996; H.Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Ülkü Yay., Konya, 1977.

[55] Zeki Duman, Beyânu ’l-Hak (Kur ’an-ı Kerîm’in Nüzul Sırasına Göre Tefsiri), Fecr Yay., Ankara, 2006,

c. I, s. 109; İlyas Üzüm, “Kevser Sûresi”, DİA, Ankara, 2002, c. XXV, s. 345.

[56] Serdar Mutçalı, El-Mu ’cemü ’l- Arabiyyi’l-Hadîs, Dağarcık Yay., İstanbul, 2012, s. 802.

[57] Kısır, soyu kesilmiş mânâsına gelmektedir. Bkz. Mutçalı, a.g.e., s. 58.

[58] Vâhidî, a.g.e., s. 494; İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, Ter. Bekir Karlığa-Bedreddin Çetiner, ÇağrıYay., İstanbul, 1993, c. XV, s. 8699-8700; Mehmed Vehbi Efendi, Hulâsatü ’l-Beyân fî Tefsîri’l- Kur’ân, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1969, c. XV, s. 6856; Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Eser Neşriyat, y.y., 1971, c. IX, s. 6172.

[59] Kevser, 108/1. Çalışmada yer alan ayet meallerinde Halil Altuntaş-Muzaffer Şahin tarafından hazırlanan ve 2006 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanan Kuran-ı Kerim Meâli esas alınacaktır.

[60] Bkz. İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XV, s, 8710-8720; İsmail Hakkı Bursevî, Rûhü’l- Beyân,Damla Yay., İstanbul, 1997, c. X, s. 199-200; Said Havvâ, el-Esas fı’t-Tefsîr, Ter. M. Beşir Eryarsoy, Şamil Yay., İstanbul, 1989, c. XVI, s. 413-414; Muhammed Hüseyin Tabâtabâî, el-Mîzân fi Tefsîri’l-Kurân, Ter. Vahdettin İnce, Kevser Yay., İstanbul, 2001, c. XX, s. 428-429.

[61] Müellifi Yok, Tefsîru Sûreti’l-Kevser, Milli Kütüphane, 03 Gedik 17677/2, vr. no:19; Müellifi Yok, Tefsîr-i Bazı Suver-i Kurân, Milli Kütüphane, 06 Hk 3006, vr. no:83.

[62] Buhârî, Sahîh, Kitâbü ’t-Tefsîr, c. XI, s. 5050-5051; Tirmizî, Sünen, c. V, s. 466, hadis no: 3581.

[63] Yusuf Açıkel, Kur’an ve Hadisler Işığında Geçmişten Günümüze Ehl-i Beyt, Nobel Yay., İstanbul, 2009, s. 107.

[64] Ebüssuûd Efendi, Ebüssuûd Tefsiri, Çev. Ali Akın, Boğaziçi Yay., İstanbul, 2007, c. XII, s. 5862; İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân Tefsîri,c. XV, s. 8710-8711; Mevdûdî, Tefhimü’l-Kuran, Çev. Muhammed Han Kayanî vd., İnsan Yay., İstanbul, 1969, c. VII, s. 267.

[65] Yazır, a.g.e., c. II, s. 1130; Fayda, a.g.md., DİA, c. XXXI, s. 425.

[66] Mutçalı, a.g.e., s. 103.

[67] Muhammed Ali Sâbûnî, Safvetü ’t-Tefâsîr, Çev. Sadettin Gümüş-Nedim Yılmaz, Yeni Şafak, İstanbul, 1995, c. I, s. 382; Mustafa Fayda, “Mübâhele”, DİA, Ankara, 2006, c. XXXI, s. 425.

[68] Emin Işık, “Âl-i İmrân”, DİA, Ankara, 1989, c. II, s. 307.

[69] Necran, Suudi Arabistan’ın güneybatısı, Yemen’in ise kuzeyinde yer alan, verimli topraklar ve ticaret yolları üzerinde kurulmuş tarihî bir şehirdir. Şehrin tarihi 4000 yıl öncesine dayanmaktadır. Bu bölge, tarihte Hıristiyanlık için kutsal yerlerden biri haline gelmiştir. Eski adı el-Uhdûd şeklindedir. Şehirde yaşayan Hıristiyanların maruz kaldıkları ağır işkenceler Kur’an’da Bürûc Sûresi’nin 4-9 âyetleri arasında zikredilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Hamevî, a.g.e., c. V, s. 266-272; J.S. Trimingham, Christianity Among the Arabs in Pre-Islamic Times, London-New York, 1979, s. 294-307; Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhîd Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı, Ter. Ahmed Asrar, Pınar Yay., İstanbul, 1983, s. 589; Osman Güner, Rasûlullah ’ın Ehl-i Kitapla Münâsebetleri, Fecr Yay., Ankara, 1997, s. 65; Mustafa L. Bilge, “Necran”, DİA, Ankara, 2006, c. XXXII, s. 507-508; Nuh Arslantaş, Hz.

Muhammed Döneminde Yahudiler, İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Kur’an Araştırmaları Merkezi Yay., İstanbul, 2016, s. 340.

[70] Ebû Câfer Muhammed bin Cerîr et-Taberî, Taberî Tefsîri, Ter. Kerim Aytekin-Hasan Karakaya, Hisar Yay., İstanbul, 1996, c. II, s. 277; Sâbûnî, a.g.e., c. I, s. 382-383; Havvâ, el-Esâsfi’t-Tefsîr, c. II, s. 347; Mustafa Fayda, “Hz. Muhammed’in Necranlı Hıristiyanlarla Görüşmesi ve Mübâhele”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi, 1975, S. 2, s. 1-9; Fayda, a.g.md., DİA, c. XXXI, s. 425; Halil Aldemir, “İhtilaf Çözümleme Yöntemi Olarak Mübâhele”, İnsan ve Toplum Dergisi, 2011, S. 2, c. I, s. 140.

[71] İbn Sa‘d, a.g.e., c. I, s. 291, 357-358; İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. IV, s. 1264-1274; er-Râzî, a.g.e., c. VI, s. 366-371; Mukâtil bin Süleyman, Tefsîr-i Kebîr, Ter. M. Beşir Eryarsoy, İşaret Yay., c. I, s. 270-274; Taberî, a.g.e., c. II, s. 277-278; Bursevî, a.g.e., c. II, s. 14; Fayda, a.g.md., DİA, c. II, s.143- 149; Abdulcabbar Adıgüzel, “Şiî-İmâmiyyenin Ehl-i Beyt Tasavvurları ve Dinî Referansları”, Siirt Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. II, S. 1, s. 135-136.

[72] Tirmizî, Sünen, c. V, s. 121, hadis no: 3184.

[73] Şiiler, Hz. Peygamber’in Mübâhele âyetinde geçtiği üzere Necran Hıristiyanlarının karşısına Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i çıkarmasının Ehl-i Beyt’in fazîletine delâlet ettiğini söylemekte ve Mübâhele Olayı’nın vukû bulduğu 21 Zilhicce gününü bayram olarak kutlamaktadırlar. Bkz. Allâme Şerefüddin, Kur’an ve Hadisler Işığında Hz. Fâtıma, Ter. Kadri Çelik, Kevser Yay., İstanbul, 1997, s. 1-6; Mustafa Fayda, a.g.md., DİA, c. XXXI, s. 425. Şia inancında Ehl-i Beyt sâdece Hz. Ali, Hz. Fâtıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den ibârettir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Bahaüddin Varol, Ehl-i Beyt Kavramsal Boyut, Yediveren Yay., Konya, 2004, s. 65-99; Adıgüzel, a.g.m., s. 123; Yusuf Benli, “Şiî Düşüncede Ehl-i Beyt Tasavvurları”, İslâmi Araştırmalar Dergisi, c. XVII, S. 4, s. 337-353; Enis Emir, Kur’ân’da Ehl-i Beyt, İmam Rızâ Dergahı Yay., İstanbul, 2016, s. 216-217.

[74] Mehmet Kömür, Haydan Dîvânı Hayatı Yaşam Felsefesi Şiirleri, Demos Yay., İstanbul, 2010, s. 650.

[75] Mutçalı, a.g.e., s. 202; Emin Işık, “Ahzâb Sûresi”, DİA, Ankara, 1989, c. II, s.195.

[76] Hayreddin Karaman vd., Kur ’an Yolu (Türkçe Meal ve Tefsir), Diyanet İşleri Başkanlığı Yay., Ankara, 2008, c. IV, s. 362.

[77] Işık, “Ahzâb Sûresi”, DİA, c. II, s.189; Duman, a.g.e., c. III, s. 297-298; el-Kâdî, a.g.e., s. 309-327;

Karaman vd., a.g.e., c. IV, s. 362-363.

[78] Mutçalı, a.g.e., s. 577.

[79] Ahzâb, 33/33.

[80] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 314, hadis no: 4037.

[81] “Fâtıma benim parçamdır.” Bkz. Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[82] Sâdık Ağazâde Sıdkî, Dîvân, Besni Mevlana-Yûnus Emre ve Güzel Sanatları Sevenler Derneği Kütüphanesi, vr. no: 38b; Özgür Kazcı, “SadıkAğazade SıdkîEfendi Dîvânı”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2011, s. 262.

[83] Şûrâ, 42/23.

[84] Duman, a.g.e., c. II, s. 207-208; Bekir Topaloğlu, “Şûrâ Sûresi”, DİA, Ankara, 2010, c. XXXIX, s. 239.

[85] Mutçalı, a.g.e., s. 989. Ayrıntılı bilgi için bkz. Ali Galip Gezgin, Kur’an’da Sevgi, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2003, s. 134-138.

[86] Ebüssuûd, a.g.e., c. XI, s. 5193; Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 498; Canan, a.g.e., c. II, s. 329.

[87] Topaloğlu, a.g.md., DİA, c. XXXIX, s. 239.

[88] Mutçalı, a.g.e., s. 734.

[89] İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7079; Havvâ, el-Esâsfi’t-Tefsîr, c. XIII, s. 132; Yazır, a.g.e., c. VI, s. 4241; Çantay, a.g.e., c. III, s. 29

[90] er-Râzî, a.g.e., c. XIX, s. 447.

[91] Ebussuud, a.g.e., c. XI, s. 5193; Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 498-499.

[92] İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7079; Taberî, a.g.e., c. VII, s. 292; er-Râzî, a.g.e., c. XIX, s. 447; Ebussuud, a.g.e., c. XI, s. 5193; Yazır, a.g.e., c. VI, s. 4241; Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l- Kur’ân, Ter. İ. Hakkı Şengüler vd., Hikmet Yay., İstanbul, 1970, c. XIII, s. 111; Emiroğlu, a.g.e., c. X, s. 274-275.

[93] İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7097.

[94] İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XIII, s. 7099; Taberî, a.g.e., c. VII, s. 292; Şeblencî, a.g.e., s. 394; Bursevî, a.g.e., c. VII, s. 499; Duman, a.g.e., c. II, s. 215; Hayreddin Karaman vd., a.g.e., c. IV, s. 748; Çantay, a.g.e., c. III, s. 29. İbn Kesîr, Taberî ve Zeki Duman, tefsirlerinde yakınlık ifadesinin bu mânâsına dikkat çekmekle birlikte âyetin nüzûlü ile Ehl-i Beyt kavramının teşekkülü arasında zaman farkı bulunduğunu ifade etmişler ve bu mânânın sıhhatine şüphe ile yaklaşmışlardır. Hayrettin Karaman ise Ehl-i Beyt’i sevmekle ilgili başka deliller bulunduğunu ve bu âyete böyle bir mânâ vermenin lüzumu bulunmadığını ifade etmiştir.

[95] Itre, Hz. Peygamber ile ilgili olarak kullanıldığında, Hz. Peygamber’in çocukları ile Hz. Ali ve çocuklarından ibâret olan Ehl-i Beyt’i ifade eder. Bkz. İbn Manzûr, Lisanü ’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 2010, c. IV, s. 538.

[96] Açıkel, a.g.e, s. 132; el-Kâdî, a.g.e., s. 343; Duman, a.g.e., c. II, s. 215; el-Bedr, a.g.e., s. 28-30.

[97] Canan, a.g.e., c. IV, s. 232.

[98] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 316, hadis no: 4040.

[99] Molla Murad, Dîvân, TBMM Kütüphanesi, İstanbul, h. 1290, s. 17.

[100] Seyyid Nigârî, Dîvân, Haz. Muzaffer Akkuş, Niğde Üniversitesi Yay., Niğde, 2001, s. 457.

[101] Bkz. M. Kamil Yaşaroğlu, “İnsan Sûresi”, DİA, Ankara, 2000, c. XXII, s. 331; Duman, a.g.e., c. II, s. 515- 516.

[102] Yazır, a.g.e., c. VIII, s. 5500.

[103] er-Râzî, a.g.e., c. XXII, s. 335-336; Ebussuud, a.g.e., c. XII, s. 5688-5689; Çantay, a.g.e., c. III, s. 280; Şerefüddin, a.g.e., s. 54-59.

[104] İnsan, 76/8-10.

[105] Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vâhidî, Esbâbu Nuzûli’l-Kur ’ân, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1991,

s. 470.

[106] er-Râzî, a.g.e., c. XXII, s. 335-336; Çantay, a.g.e., c. III, s. 280; Şerefüddin, a.g.e., s. 54-55; Ateş, a.g.e., c. X, s. 243. Süleyman Ateş, âyetin nüzûl sebepleri içerisinde bu hâdisenin rivâyet edildiğini beyan etmekle birlikte olayın Şiîler tarafından uydurulduğunu ifade eder.

[107] Hz. Ali’nin Farsça’da “Allah’ın arslanı” mânâsına gelen lakabıdır. Bkz. Meliha Yıldıran Sarıkaya, “Türk-İslâm edebiyatında Hz. Ali”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2004, s. 173.

[108] Behiştî’nin kaleme aldığı mesnevîde, bahsi geçen olayın dilencilerle ilgili kısmı bulunmamaktadır.

[109] Behiştî, HeştBehişt, Haz. Emine Yeniterzi, Kitabevi Yay., İstanbul, 2001, s. 115-118.

[110] Melek Dikmen, Son Dönem Osmanlı Şuarâsından İsmail Sâdık Kemal Paşa ve Âsâr-ı Kemâl’i, Fakülte Kitabevi, Isparta, 2016, c. II, s. 49.

[111] Bkz. Mutçalı, a.g.e., s. 427; Duman, a.g.e., c. I, s. 457; Ömer Nasuhi Bilmen, Kuran-ı Kerim’in Türkçe
Meal-iÂlisi ve Tefsîri,
Bilmen Yay., 1960, İstanbul, c. IV, s. 1844; Karaman vd., a.g.e., c. III, s. 456.

[112] Bkz. M. Kamil Yaşaroğlu, “İsra Sûresi”, DİA, Ankara, 2001, c. XXIII, s. 177; Duman, a.g.e., c. I, s. 457.

[113] Bkz. Karaman vd., a.g.e., c. III, s. 456-457.

[114] İsra, 17/1.

[115] Buhârî, Sahîh, KitâbuMenâkıbi’l-Ensâr, c. VIII, s. 3632.

[116] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Menâkıbi’l-Ensâr, c. VIII, s. 3635-3641; Kitâbu Bed’i’l-Halk, c. VII, s. 3024­3029.

[117] Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 6; Seyyid Murtazâ Hüseynî, Ehl-i Sünnet Kaynaklarında Hz. Fâtıma’nın Fazîletleri, Ter. Muhammed Tâhir, Kevser Yay., İstanbul, 2008, s. 11-15.

[118] Hâfî, Zâdü ’l-Meâd (Kitabü Mevlüdü ’n-Nebi), Haz. Şecaattin Tural, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2011, s. 545.

[119] Karaman vd., a.g.e., c. III, s. 456. Karaman, âyetin Medine’de nâzil olduğu yönünde rivâyetler olduğunu zikretmekle birlikte Mekke’de nâzil olması ihtimalinin daha yüksek olduğunu ifade etmiştir.

[120] İsra, 17/26.

[121] Müslim, Sahîh, Kitâbu’l-Cihâd ve’s-Siyer, c. VIII, s. 5056; İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. IX, s. 4724; Muhammed bin Süleyman er-Rûdânî, Cem’ul-Fevâid, Mektebetü İbni Kesîr-Dâru İbn Hazm, Lübnan, 2009, c. III, s. s. 155, hadis no: 7049.

[122] Mutçalı, a.g.e., s. 544.

[123] Bkz. İbn Kesir, a.g.e., c. XV, s. 8498-8500; Razi, a.g.e., c. XXIII, s. 205-206; Emin Işık, “Duhâ Sûresi”, DİA, Ankara, 1994, c. IX, s. 546; Emiroğlu, a.g.e., c. XIV, s. 59.

[124] Duhâ, 93/5.

[125] Hüseynî, a.g.e., s. 24.

[126] Muttakî el-Hindî, Kenzu ’l-Ummâl, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 2008, c. XII, s. 422, hadis no: 35475.

[127] Bkz. Emiroğlu, a.g.e., c. VII, s. 364; M.Kamil Yaşaroğlu, “Meryem Sûresi”, DİA, Ankara, 2004, c. XXIX, s.242.

[128] Bilmen, a.g.e., c. IV, s. 2003; Yaşaroğlu, a.g.md., s. 242; Karaman vd., a.g.e., c. III, s. 586; Duman, a.g.e., c. I, s. 357.

[129] Bkz. Şeblencî, a.g.e., s. 393.

[130] Meryem, 19/96.

[131] Kömür, a.g.e, s. 273.

[132] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 12.

[133] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 2.

[134] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 105,124.

[135] Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 44.

[136] Ahmed b. Hanbel, Müsned, thk. Şuayb el-Arnaût, Müessesetü’r-Risâle, 1. baskı, 2001, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Hâkim en-Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, thk. Mustafa Abdulkâdir Atâ, Dâru’l-Kütübü’l-‘İlmiyye, Beyrut, 1990, c. II, s. 650, hadis no: 4160.

[137] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 20.

[138] Dikmen, a.g.e., c. II, s. 39.

[139] Timuçin Aykanat, “Süleymân el-Celvetî ve Mevlûdi’n-Nebî”, Turkish Studies International Periodical for the Languages Literatüre and History of Turkish and Turkic, 2018, c. 13/28, s. 157.

[140] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[141] Ahmet Mermer, Karamanlı Aynî ve Dîvânı, Akçağ Yay., Ankara, 1997, s. 6.

[142] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, Dîvân, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 168, vr. 25a.

[143] Mustafa Öz, “Ehl-i Beyt”, DİA, Ankara, 1994, c. X, s. 498; Açıkel, a.g.e., s. 55.

[144] Ahzâb, 33/33.

[145] Hûd, 11/73.

[146] Kasas, 28/12.

[147] M. Zeki Duman, “Kuran-ı Kerim’de Ehl-i Beyt”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri, 2001, S. 11, s. 37-58.

[148] Bkz. İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 6518-6526; Taberî, a.g.e., c. VI, s. 494-495; Razi, a.g.e., c. XVIII, s. 260-261; Şeblencî, a.g.e., s. 389; Süleyman Uludağ, “Âl-i Abâ”, DİA, Ankara, 1989, c. II, s. 307; Öz, a.g.md., DİA, c. X, s. 499; İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, Ter. Mehmet Yolcu, Düşün Yay., İstanbul, 2011, c. I, s. 582-584; Açıkel, a.g.e., s. 62-63, 74-75; Karaman vd., a.g.e., c. IV, s. 382; Duman, a.g.m., s. 37-58; Orhan Yılmaz, “Tathir Âyeti ve Rivâyetler Bağlamında Ehl-i Beyt Kavramının Kapsamı”, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. II, s. 4; Abdulmuhsin bin Hamed el-Abbâd el-Bedr, Fadlu Ehli’l-Beyt ve Uluvvü Mekânetihim ‘Inde Ehli’s- sünneti ve’l-Cemâa (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaate Göre Ehl-i Beyt’in Fazîleti ve Yüce Makamı), Ter. Mustafa Öztürk, Guraba Yay., İstanbul, 2013, s. 9-20; Vecdi Akyüz, Kur’an’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi Yay., İstanbul, 1998, s. 158-161.

[149] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 314, hadis no: 4037.

[150] Müslîm, Sahîh, c. X, s. 6224, hadis no: 2424. Bu hâdise ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Takiyyüddin Ahmed b. Ali el-Maknzî, “Ehl-i Beyt’in Fazîleti”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ter. M. Mahfuz Söylemez, C. XLIII, Ankara, 2002, S. 2, s. 415-430; Adil Yavuz, “Kisâ’ Hadisi Rivâyetleri ve Ehl-i Beyt Kimliği”, Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2005, S. 19, s. 153-177; Emine Öztürk, “Hz. Fâtıma Kültü”, Toplum Bilimleri Dergisi, Temmuz-Aralık 2010, S. 4, s. 130-131. Bazı kaynaklarda ilgili âyetin Hz. Muhammed’in eşleri hakkında nâzil olduğu kaydedilmiştir. Bkz. el-Bedr, a.g.e., s. 26-27.

[151] Hâşim Baba Bandırmalızâde Mustafa Üsküdârî Celvetî, Vâridât-ı Mensûre ve Dîvân-ı Manzûme, 06 Mil Yz 3623/1, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 18.

[152] Sefer Serin, “Diyarbakırlı Ali Emin Dîvânı İnceleme Metin”, Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2007, s. 39.

[153] Hatice Çelik, “Bendî Mustafa Baba Dîvânı (İnceleme-Metin)”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler

Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2010, s. 97.

[154] Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul, 2004, s. 253.

[155] Ayıntablı Hamdi Baba, Dîvân, Haz. Halil İbrahim Yakar, Palet Yay., Konya, 2012, s. 79.

[156] Buhârî, Sahih, Kitâbu ’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394.

[157] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 127, hadis no: 3781.

[158] Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye, Haz. Amil Çelebioğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara,

1996, c. II, s. 266.

[159] Dikmen, a.g.e., c. I, s. 356.

[160] Bünyamin Çağlayan, “Kerbelâ Mersiyeleri”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 1997, s. 425.

[161]İshak bin Hasan Tokâdî er-Rızâî, Manzûmetü’l-Leâlî, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, t.y., y.y., s. 15.

[162] Dikmen, a.g.e., c. II, s. 40.

[163] Bağdâdî, a.g.e., c. X, s. 17; Zehebî, a.g.e., c. II, s.119; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[164] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s.7.

[165] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 6; Şeyh Sadûk, eİle’ş-Şerâi’, Dâru’l-Murtazâ, Beyrut, 2006, c. I­II, s. 182; Hakîm, Müstedrek, c. III, s. 169, hadis no. 4738. Zehebî, Telhisu ’l-Müstedrek adlı eserinde bu hadisin uydurma olduğunu söylemektedir.

[166] Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 6, 19; Hâtib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, thk. Beşşâr Avvâd Marûf, Dâru’l-Gurbi’l-İslâmî, Beyrut, 2002, c. XIV, s. 288, hadis no: 4202; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 182. Hâtib el-Bağdâdî, bu rivâyetin sabit olmadığını söylemektedir.

[167] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s.7.

[168] Namık Aslan, “Hz. Ali Cenknameleri Bağlamında Bir Eser (Destan-ı Ejderha ve Bazı Motifleri Üzerine)”, Milli Folklor Dergisi, Ankara, 2016, S. 111, s. 216.

[169] Hakan Yekbaş, Türk Edebiyatı’nda Hz. Ali ve Hz. Fâtıma Mevlidleri, Asitan Yay., Ankara, 2012, s. 472.

[170] Mutçalı, a.g.e., s. 707.

[171] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 20; Hakîm, Müstedrek, c. III, s. 165, hadis no. 4726; Şeblencî, a.g.e., s. 166. Şeblencî, bu hususla ilgili olarak Hz. Abbas’ın rivâyetine yer vermekte ve Hz. Peygamber’in, Ehl-i Beyt’inden hiç kimsenin cehenneme girmemesinden dolayı hoşnut olacağını söylemektedir. Bkz. Şeblencî, a.g.e., s. 399.

[172] Yusuf Ziya Yörükan, a.g.e., s. 51; Aşere-i Mübeşşere ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Abdullah Aydınlı-İsmail Lütfi Çakan, “Aşere-i Mübeşşere”, DİA, Ankara, 1991, c. III, s. 547; Sami Şahin, Hadislerde Aşere-i Mübeşşere Dünyada İken Cennetle Müjdelenenler, Asitan Yay., İstanbul, 2012.

[173] Erzurumlu İbrahim Hakkı, Dîvân-ı İlahiyat, Haz. M. Kayahan Özgül, Ankara, 2013, s. 474-475.

[174] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-18.

[175] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 105,124; Haydar Kaya, Alevî Bektaşi Erkanı Evradı ve Edebiyatı, Engin Yay., İstanbul, 1993, s. 26-27.

[176] “İhlas sûresi Kur’an’ın üçte biridir.” şeklindeki hadis rivâyeti için bkz. Müslîm, Sahîh, Kitâbu Salâti’l- Musâfirîn ve Kasrihâ, c. IV, s. 2272.

[177] Hz. Fâtıma ve Hz. Ali evliliği husûsunda ayrıntılı bilgi için bkz. Şaban Çiftçi, Günümüz Alevî Bektaşî Kültüründe Hadis, Hilal Ofset, Isparta, 2011, s. 283-293.

[178] Tezin Hz. Fâtıma ile İlgili Eserler isimli üçüncü bölümünde Tezvîc-i Fâtıma türündeki eserlerle ilgili detaylı bilgi verilecektir.

[179] Ayrıntılı bilgi için bkz. Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 52-79; Muvaffak bin Ahmed El-Harezmî, el-Menâkıb, Müessetü’l-Neşri’l-İslâmiyye, Kum, h. 1411, s. 335-355.

[180] Beytü’l-Ma’mur’un, yedinci kat semada bulunduğu ve içinde meleklerin ibadet ettikleri bir mabed olduğu rivâyet edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Abdurrahman Küçük, “Beytü’l-Ma’mur”, DİA, Ankara, 1992, c. VI, s. 94-95; Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed el-Gazzâlî, Mükâşefetü ’l-Kulûb Kalplerin Keşfi, Çev. Salih Uçan, Çelik Yay., İstanbul, 2016, s. 199.

[181] Molla Murad, a.g.e., s. 13.

[182] Molla Murad, a.g.e., s. 14.

[183] Molla Murad, a.g.e., s. 14.

[184] Cemal Öğüt, Hz. Fâtımatü ’z-Zehra, Bahar Yay., İstanbul, t.y., s. 50.

[185] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 295-296.

[186] Sadeddin Nüzhet Ergun, Hatayi Dîvânı Şah İsmail Safevi Edebi Hayatı ve Nefesleri, İstanbul Maarif Kitaphanesi, Ankara, t.y., s. 161.

[187] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[188] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[189] Murtazâ Sukûtî, Dîvân, Haz. Nurgül Özcan, Kitapsal Yayın, y.y., 2011, s. 158.

[190] Molla Murad, a.g.e., s. 10.

[191] Kahraman Özkök, Osmanlı Dönemi Şeyhlerinden Kerbelâ Mersiyeleri, Revak Yay., İstanbul, 2014, s.

16.

[192] Sukûtî, a.g.e., s. 250.

[193] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[194] Pîr Muhyiddîn, Şefâatname, Haz. Meliha Yıldıran Sarıkaya, Önsöz Yay., İstanbul, 2012, s. 365.

[195] Hâkim, Müstedrek, c. III, s. 166, hadis no. 4728; Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 220. Zehebî, bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.

[196] İbnü’l-Esîr, a.g.e., c. VII, s. 220; Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 221; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Faziletleri, s. 10; İbrahim Canan, a.g.e., c. XIII, s. 44.

[197] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[198] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[199] Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.

[200] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[201] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 184, hadis no: 3873.

[202] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 183, hadis no: 3872.

[203] Molla Murad, a.g.e., s. 11.

[204] Molla Murad, a.g.e., s. 11.

[205] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Meğâzî, c. IX, s. 4146; Dârimî, Sünen, thk. Hüseyin Süleym Esed ed-Dârânî, Dâru’l-Muğnî’n-Neşr ve’t-Tevzi’, 2000, c. I, s. 223, hadis no: 88.

[206] Hoca Ahmed Yesevî, Dîvân-ı Hikmet, Haz. Hayati Bice, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2010, s.

143.

[207] Süleyman Çelebi, Mevlid, Haz. Necla Pekolcay, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1993, s. 98.

[208] Fuzûlî, Hadikatü ’s-Süedâ Erenler Bahçesi, s. 118.

[209] İbn Mâce, Sünen, Kitâbü’l-Fiten, Dâru’l-Hadâreti ve’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Riyad, h. 1436, s. 633, hadis no: 4083.

[210] Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 107, hadis no: 4284; İbn Mâce, Sünen, Kitâbü’l-Fiten, s. 346, hadis no: 4086.

[211] Elvân-ı Şirâzî, Gülşen-i Râz, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 8087, vr. no: 32b.

[212] İbn Hacer, a.g.e., c. VIII, s. 262; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221.

[213] Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 221. Ayrıntılı bilgi için ayrıca bkz. Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 177; Kazvînî, a.g.e., s. 47-90.

[214] Hz. Fâtıma, fiziksel özellikleri ve mânevî yaşantısı bakımından Hz. Peygamber’e çok benzemesinden ötürü babasının annesi mânâsına gelen bu künye ile anılmıştır. Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe f Temyîzi’s- Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; Said Havvâ, El-Esasfi’s-Sünne (Hadislerle İslâm Tarihi), Çev. M. Ahmed Varol vd., Hikmet Neşriyat, c. V, s. 31; Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s.219.

[215] Mutçalı, a.g.e., s. 707.

[216] Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 12; Hakîm, Müstedrek, c. III, s. 165, hadis no. 4726; Nişâburî, Hz. Zehrâ’nın Fazîletleri, s. 26-27; Şeblencî, a.g.e., s. 166.

[217] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 6, 19; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 180; Hâtib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, c. XIV, s. 288, hadis no: 4202. Hâtib el-Bağdâdî, bu rivâyetin sabit olmadığını söylemektedir.

[218] Hacı Nureddin Efendi, Maktel-i Hüseyin, Haz. Mehmet Karaarslan, Önsöz Yay., İstanbul, 2002, s. 101.

[219] Adem Ceyhan, “Süleyman Nahîfî’nin Mevlidü’n-Nebî Mesnevîsi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2000, S. 14, s. 139.

[220] Üveys el-Karânî’nin hayatı ve ilgili hâdise husûsunda geniş bilgi için bkz. Ferîdüddîn Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, Haz. Mehmed Zahid Kotku, Nuruosmaniye Matbaası, İstanbul, 1964, s. 8; Ebu’l- Mevâhib Abdulvehhâb eş-Şârânî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, çev. Abdülkadir Akçiçek, Toker Yay., İstanbul, 1968, c. I, s. 93; Ahmet Yaşar Ocak, Veysel Karani ve Üveysilik, Dergah Yay., İstanbul, 1982, s. 45-99; Nejdet Tosun, “Veysel Karani”, DİA, Ankara, 2013, c. XLIII, s. 73-74.

[221] Hayri Selçuk, Yûnus Dîvânı, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1979, s. 142; Ahmet Eğilmez, Yûnus Emre Hayatı ve Açıklamalı Dîvânı, Gelenek Yay., İstanbul, 2016, s. 395. Yûnus Emre’ye ait olduğu söylenen bu şiir Mustafa Tatcı tarafından hazırlanan Yûnus Emre Dîvânı’nda Bursalı Âşık Yûnus’a ait olarak gösterilmekle beraber “Sordu Âişe’ye eve kim geldi” şeklindedir. Bkz. Mustafa Tatcı, Yûnus Emre Dîvân-ı İlâhîyât, Kapı Yay., İstanbul, 2012, s. 830.

[222] Mustafa Tatcı, “Mutasavvıf Şair ve Bestekâr Ayaşlı Hasan Kenzî Efendi Hayatı ve Şiirleri”, Osmanlı Araştırmaları Dergisi Mehmet Çavuşoğlu ’na Armağan, S. XXVIII, c. IV, İstanbul, 2006, s. 245.

[223] Eşref Paşa, Dîvân, Matbaa-i Âmire, İstanbul, h. 1278, s. 4; Serap Urğun Doğan, “Eşref Paşa Dîvânı”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ, 2010, s. 101.

[224] Tevhîde Hanım, Dîvân, Haz. Gürol Pehlivan vd., Manisa Belediyesi Kültür Yay., Manisa, 2007, s. 52.

[225] İbrahim ibni Bâlî, Hikmetname, Haz. Mustafa Altun, yy, İstanbul, 2003, s. 27.

[226] Kenzî Abdülaziz Şenol, Divan Noktanın Sonsuzluğu, Haz. Saim Öztan vd., Pan Yay., İstanbul, 2002, s.

[227] Özkök, a.g.e., s. 118.

[228] Mutçalı, a.g.e., s. 213.

[229] Mehmet Demirci, “Hazret”, DİA, Ankara, 1998, c. XVII, s. 147.

[230] Lokman Turan, “Yenişehirli Avnî Bey Dîvânı’nın Tahlili Tenkitli Metin Encümen-i Şuara ve Batı Tesirinde Gelişen Türk Edebiyatına Geçiş”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum, 1998, c. I, s. 607.

[231] Şeref Hanım, Dîvân, Şeyh Yahya Efendi Matbaası, İstanbul, h. 1292, s. 23.

[232] İsmail Özmen, Alevi-Bektaşi Şiirleri Antolojisi, T.C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 1998, c. II, s.111.

[233] Ahzâb, 33/6.

[234]Bkz. Nimet Okan, Canların Cinsiyeti Alevilik ve Kadın, İletişim Yay., İstanbul, 2016, s. 51-52; Satı Kumartaşoğlu, “Fatma Ana Üzerine Anlatılan Efsaneler”, Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi, Ocak 2015, c. III, S. VI, s. 107-113; Caner Işık, “Türk Kültür Mirasında Bir Kült Olarak Hz. Fâtıma”, Sufi Araştırmaları, 2017, S. 17, s. 18-21.

[235]Mustafa Tatcı’nın çalışmasında bu şiir Bursalı Âşık Yûnus’a atfedilerek verilmiştir. Bkz. Tatcı, Yûnus Emre Dîvân-ı İlahiyat, s. 694.

[236] Müştak Baba, Dîvân, Haz. Mehmed Kemal Gündoğdu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 1997, s. 208.

[237] Öner Yağcı, Pir Sultan Abdal Yaşamı ve Şiirleri, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul, 2011, s. 103.

[238] Özmen, a.g.e., c. III, s. 152.

[239] Özkök, a.g.e., s. 180.

[240] Yusuf Şevki Yavuz, “Cenâb”, DİA, Ankara, 1993, c. VII, s. 346.

[241] Hersekli Arif Hikmet Bey, Dîvân, Matbaa-i Âmire, İstanbul, h. 1335, s. 90.

[242] Mehmet Ali Hilmi Dede Baba, a.g.e., s. 47.

[243] Şeref Hanım, a.g.e., s. 40.

[244] Çağlayan, a.g.t., s. 416.

[245] Kadîmî Baba, Dîvân, Haz. Mü’mine Çakır, Akçağ Yay., Ankara, 2015, s. 192.

[246] Aksoyak, a.g.m., s. 2.

[247] İsmail Hakkı Aksoyak, “Eşref Paşa’nın Müşterek Şiirlerinde Ehl-i Beyt ve On İki İmam Sevgisi”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Veli Araştırma Dergisi, Ankara, 2004, S. 30, s. 5.

[248] Serin, a.g.t., s. 45.

[249] Salih Baba, Salih Baba Dîvânı, Haz. Şeyheddin Yalçınkaya, Semerkand Yay., İstanbul, 2015, s. 136.

[250] Adile Sultan, Dîvân, Kültür Bakanlığı Yay., Haz. Hikmet Özdemir, Ankara, 1996., s. 396.

[251] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[252] Bahruddîn el-Halvetî, Dîvân-ı Bahrî, Konya Büyükşehir Belediyesi Koyunoğlu Şehir Müzesi ve Kütüphanesi, Arşiv No: 10868, vr.no: 57.

[253] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 363, hadis no: 4126; Nisâbûrî, Müstedrek ‘ala’s-sahîhayn, c. III, s. 167, hadis no: 4732; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 120; İbn Hâcer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265.

[254] Bkz. İbn Hacer, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; Havvâ, El- Esasfi’s-Sünne (Hadislerle İslâm Tarihi), c. V, s. 31; Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s.219; Hüseynî, a.g.e., s. 23.

[255] Bkz. M. Yaşar Kandemir, a.g.m., DİA, c. XII, s. 219; Şulul, a.g.e., s. 234.

[256] Hâce Muhammed Lutfî, Hulâsatü’l-Hakâyık ve Mektûbât-ı Hâce Muhammed Lutfî, Damla Yay., İstanbul, 2011, s. 146.

[257] Ceyhan, a.g.m., s. 139.

[258] Mermer, a.g.e., s. 102.

[259]Kandemir, a.g.md., c. XII, DİA, s. 219; Ferit Devellioğlu, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lügat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 2010, s. 1370.

[260]Ayrıntılı bilgi için bkz. Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 178-179; Muhammed bin Süleyman el-Halebî, Nuhbetü ’l-LeâlîLi Şerhi Bed’i ’l-Emâlî, Hakîkat Kitabevi, İstanbul, 1996, s. 85.

[261]Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294.

[262] İbrahim ibn Bâlî, a.g.e., s. 27.

[263] Serin, a.g.t., s. 39.

[264] Mermer, a.g.e., s. 284.

[265] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 342.

[266] Ahmet Alkan, “Fahrî-i Celvetî: Hayatı, Eserleri ve Dîvânının Tenkitli Metni”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015, s. 89.

[267] Kemâhî Kemâleddîn Ebu’l-Kemal Muhammed, Dîvân, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz A 2401, vr. no: 73.

[268] Necla Türkyılmaz, “Kemahlı İbrahim Hakkı ve Dîvânı”, Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Uşak, 2014, s. 72.

[269] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 178.

[270] Osman Şems Efendi, Kerbelâ Mersiyyeleri Mersiyye-i Cenâb-ı Şehidü ’ş-Şühedâ, Haz. Selâmi Şimşek, Buhara Yay., İstanbul, 2016, s. 67.

[271] Kadri Erdem, “Kutup (Seyyid) Osman Fazlî Divânı”, Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sakarya, 2008, s. 216.

[272] Gelibolulu Mustafa Âli, Dîvân, Haz. İsmail Hakkı Aksoyak, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2018, s. 454.

[273] Kadîmî Baba, a.g.e., s. 193.

[274]Şirzâd, llâveli Vâveylâ Yâhud Mesâib-i Kerbelâ, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Talat Bayrakçı Koleksiyonu, Demirbaş No. 988, Dersaadet Matbaası, İstanbul, h. 1327, s. 9.

[275]Şeref Hanım, a.g.e., s. 20.

6 Kömür, a.g.e, s. 331.

[277] Nigârî, a.g.e., s. 459.

[278] Nâilî, Dîvân, Haz. Haluk İpekten, Akçağ Yay., Ankara, 1990, s. 44.

[279] Ayıntablı Mahremî, Dîvân, Haz. Halil İbrahim Yakar, Palet Yay., Konya, 2012, s. 61.

[280] Melek Bıyık Yapa, “Aşkî Mustafa Dîvânı Edisyon Kritik”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2007, s. 36.

[281] Leyla Hanım, Dîvân, Haz. Mehmet Arslan, Kitabevi Yay, İstanbul, 2003, s. 181.

[282] Molla Murad, a.g.e., s. 10.

[283] Molla Murad, a.g.e., s. 4.

[284] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 201.

[285] Kemâhî, a.g.e., vr. 30.

[286] Molla Murad, a.g.e., s. 5.

[287] Leyla Hanım, a.g.e., s. 160.

[288] Hikmet Tanyu, “Fatma Anamız (Fadime Anamız) ve El İle İlgili İnançlar Üzerine Kısa Bir Araştırma”, II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Milli Folklor Araştırma Dairesi Yay., Ankara, 1982, c. IV, s. 486.

[289] Kayaoğlu-Kırtan, a.g.e., s. 749-750.

[290] Taceddin Kayaoğlu-Mahmut Kırtan, Şirinsiz Ferhat Leylasız Mecnun Bayburtlu Hicrani, Fide Yay., İstanbul, 2006, s. 750.

[291] Cemil Mahmud Bey, Dîvân, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz FB 171, vr. no. 66.

[292] Alevî kültüründe kadına bakış açısı husUsunda ayrıntılı bilgi için bkz. Seyit Derviş Tur, Erkannâme Alevîliğin İslâm’da Yeri ve Alevî Erkanları, Can Yay., Almanya, 2002, s. 323-328.

[293] Ahmed Edip Harâbî, Dîvân, Haz. Dursun Gümüşoğlu, Can Yay., İstanbul, 2013, s. 214.

[294] Yılmaz Top, “Münirî’nin Manzum Siyer-i Nebi’si 6-7. Cilt İnceleme Metin”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2011, s. 946.

[295] Haydan, a.g.e., s. 458

[296] Arı, a.g.e., s. 88.

[297] Serin, a.g.t., s. 41.

[298] Bu hususta rivâyet edilen bir hadis için bkz. Hakîm, Müstedrek, c. III, s. 167, hadis no. 329/4731.

[299] Molla Murad, a.g.e., s. 11.

[300] Leyla Hanım, a.g.e., s. 233.

[301] Şeref Hanım, a.g.e., s. 49.

[302] Baharzâde Feride Hanım, Dîvân, Haz. Bünyamin Çağlayan, Kişisel Yayın, Ankara, 2006, s. 37.

[303] Kömür, a.g.e, s. 142.

[304] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 307.

[305] Hüseyin Vassâf, MevlidŞerhi Gülzâr-ı Aşk, Haz. Mustafa Tatcı vd., Dergah Yay., Ankara, 2006, s. 72.

[306] Keçecizâde İzzet Molla, Dîvân, Bulak Matbaası, Mısır, h. 1255, s. 14.

[307] Besnili Mustafa Nehcî Dede, Dîvân, Haz. Üzeyir Aslan, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 62.

[308] Çağlayan, a.g.t., s. 408.

[309] Devellioğlu, a.g.e., s. 953.

[310] Yanbolulu Ali Turâbî Baba, Dîvân, Tophane-i Âmire Matbaası, İstanbul, h. 1294, s. 96.

[311] Musa Kazım Paşa, Aşkın Hazîneleri Makalid-i Aşk Kerbelâ Mersiyeleri, Haz. Cemil Çiftçi, Kevser Yay., İstanbul, 2011, s. 144.

[312] Kömür, a.g.e, s. 488.

[313] Musa Kazım Paşa, a.g.e., s. 117-118.

[314] Serbestzâde Ahmed Hamdî İskilîbî, Dîvân, Haz. İsmail. Güleç, Pan Yay., İstanbul, 2004, s. 9.

[315] Hüseyin Vassâf, Dîvân, s. 449.

[316] Mutçalı, a.g.e., s. 58; Devellioğlu, a.g.e., s. 104.

[317] Hüseynî, a.g.e., s. 23.

[318] Hz. Meryem’in methedildiği âyet ve hadisler içib bkz. Âl-i İmrân, 3/42; Tahrîm, 66/12; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.

[319] Ömer Faruk Harman, “Meryem”, DİA, Ankara, 2004, c. XXIX, s. 241; Mahmut Ay, “İşarî Tefsirlerde Hz. Meryem”, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2011, S. 25, s. 124.

[320] Hz. Fâtıma’ya atfedilen bu özellikler ekseriyetle Şia kaynaklarında yer almaktadır. Bu hususla ilgili olarak bkz. Meclisî, Bihârü’l-Envâr, c. XLIII, s. 19; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 180; Nisâbûrî, Hz. Fâtıma’nın Faziletleri, s. 37-38.

[321] Malatyalı Şehrî, Dîvân, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 130.

[322] Top, a.g.t., s. 902.

[323] Arpaemînizâde Mustafa Sâmî, Dîvân, Haz. Fatma Sabiha Kutlar, Yeni Zamanlar Dağıtım, Ankara, 2004, s. 258.

[324] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[325] Hâşim Baba, a.g.e., vr. no. 18.

[326] Safâyi Ali Dede, Dîvân, Haz. Ramazan Ekinci, Gece Kitaplığı, İstanbul, 2016, s. 52.

[327] Cihan Okuyucu, Cinânin Hayatı Eserleri Divânının Tenkitli Metni, Türk Dil Kurumu Yay., Ankara, 1994, s. 221.

[328] Vuslatî Ali Bey, Gazânâme-i Çehrin, Haz. Mustafa İsen-İsmail Hakkı Aksoyak, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Ankara, 2003, s. 52.

[329] Diyarbakırlı Lebîb, Dîvân, Haz. Orhan Kurtoğlu, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 195.

[330] Fasih Ahmed Dede, Dîvân, Haz. Mustafa Çıpan, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İstanbul, 2003, s. 254.

[331] Kâfzâde Fâizî, Dîvân, 06 Mil Yz A 795/1, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 34b.

[332] Koniçeli Kazım Musa Paşa, Dîvân, 06 Mil Yz A 2243, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 9.

[333] Selânikli Meşhûrî Ahmed Efendi, Dîvân, Haz. Yaşar Aydemir-Halil Çeltik, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 101.

[334] Çağlayan, a.g.t., s. 406.

[335] Edirneli Kâmî, Dîvân, Haz. Gülgün Erişen Yazıcı, Ankara, 2010, s. 348.

[336] Kömür, a.g.e, s. 99.

[337] Kadîmî Baba, a.g.e., s. 121-122.

[338] Fecr, 89/28.

[339] Vahyî, Dîvân, Haz. Hakan Taş, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 238.

[340] Abdurrahman Sâmî Niyâzî Saruhânî, Dîvân-ı Sâmî, Şahinler Vakfı Akyol Neşriyat ve Matbaacılık,

İzmir, 1980, s. 186.

[341] Yapa, a.g.t., s. 124; Cemil Çiftçi, Dîvân Şiirinde Kerbelâ Ağıtları, Kevser Yay., İstanbul, 2008, s. 263.

[342] Kömür, a.g.e, s. 406.

[343] Buhârî, Sahîh, Kitâbu ’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394; Hakîm, Müstedrek, Kitâbu Marifeti’s-Sahâbe, c. III, s. 164.

[344] İshak bin Hasan Tokâdî er-Rızâî, a.g.e., s. 15.

[345] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 586.

6 Kömür, a.g.e, s. 339.

[347] Leyla Hanım, a.g.e., s. 165.

[348] Ahmet Arı, Mevlevilikte Bir Hanedanlık Kurucusu Sakıb Dede ve Dîvânı, Akçağ Yay., Ankara, 2003, s. 89.

[349] Kömür, a.g.e, s. 592.

[350] Çağlayan, a.g.t., s. 420.

[351] Hâfî, a.g.e., s. 207.

[352] Kömür, a.g.e., s. 501.

[353] “Ali gibi bir yiğit, Zülfikar gibi keskin bir kılıç bulunmaz.” mânâsına gelen ibâre hakkında ayrıntılı bilgi için Meliha Y. Sarıkaya, “Zülfikar (Türk Edebiyatı)”, DİA, Ankara, 2013, c. XLIV, s. 554-556.

[354] Kömür, a.g.e, s. 156.

[355] Nesîmî, Dîvân, Haz. Hüseyin Ayan, Akçağ Yay., Ankara, 1990, s. 429.

[356] İsmâil Paşazâde Hakkı Beg, Dîvân, Hüdavendigar Vilâyeti Matbaası, Bursa, h. 1292., s. 6.

[357] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.

[358] Mermer, a.g.e., s. 82.

[359] Adile Sultan, a.g.e., s. 396.

[360] Hüseyin Vassâf, Dîvân, s. 449.

[361] Molla Murad, a.g.e., s. 4.

[362] Kömür, a.g.e, s. 277.

[363] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.

[364] Ali Şâdi, Sirişk-i Mâtem, Osmanlı Meziyyet-i İktisâdiyye Matbaası, İstanbul, h. 1236, s. 16; Mehtap Erdoğan, “Sivaslı Ali Şâdi ve Kerbelâ Mersiyelerini İhtiva Eden Sirişk-i Mâtem Adlı Eseri”, Adıyaman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Adıyaman, 2009, S. 2, s. 64.

[365] İvona Stojanovska, “Bahrî Dîvânı ve İncelemesi”, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2015, s. 58.

[366] Fuzûlî, Külliyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî, Hurşid Matbaası, Dersaadet, h. 1315, s. 79.

[367] Harâbî, a.g.e., s. 149.

[368] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 163.

[369] Mebnî Mehmed Baba Edirnevî, Dîvân, 06 Mil Yz Fb 169/4, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 105.

[370] Süleyman Solmaz, “Nev’î ve Ehl-i Beyt Hakkında Yazdığı Terkîb-i Bend”, Alevîlik-Bektaşilik Araştırmaları Dergisi, Malberg, Almanya, 2015, S. 11, s. 32.

[371] Mehmet Ali Hilmi Dede Baba, a.g.e., s. 408.

[372] Musa Kâzım Paşa, a.g.e., s. 129.

[373] Osman Şems Efendi, a.g.e., s. 87.

[374] Şimşek, a.g.m.., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 355.

[375] Kömür, a.g.e, s. 488.

[376] Hâşim Baba, a.g.e., vr. no. 18.

[377] Şiî/Alevî/Bektâşî inançlarına göre Hz. Ali, cennette Kevser suyunu dağıtacak olan kişidir. Buna istinaden özellikle edebî eserlerde sâki-i Kevser şeklinde adlandırılmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. İlyas Üzüm, “Şâh-ı Merdân Murtazâ Ali: Kültürel Alevî Kaynaklarına Göre Hz. Ali Tasavvuru”, İslâm Araştırmaları Dergisi, 2004, S. 11, s. 75-104.

[378] Kadîmî Baba, a.g.e., s. 343.

[379] Kemal Üçüncü, “Cemâleddin Uşşâki Dîvânı (Metin İnceleme)”, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çanakkale, 1998, s. 349; Özkök, a.g.e., s. 175.

[380] Atabey Kılıç, “Ma’rifi Tarikati Şeyhi Ferdî Baba ve Aruzla Yazılmış Şiirleri”, İlmi Araştırmalar Dergisi, İstanbul, 2001, S. 12, s. 132; Özkök, a.g.e., s. 11; Cemil Çiftçi, a.g.e., s. 245.

[381] Sukûtî, a.g.e., s. 401.

[382] Halil İbrahim Şahin, Karyağdı Baba Bektaşi Tekkesi Postnişini Hafız Baba ve Dîvânı Üzerine Bir İnceleme, Altınpost Yay., Ankara, 2013, s. 281.

[383] Beyitler Kethüdâzâde El-Hâc Mehmed Ârif Efendi’ye aittir. Bkz. Emin Efendi, Menâkıbnâme-i Kethüdâzâde El-Hâc Mehmed Ârif Efendi, Haz. Hasan Gürkan-Hür Mahmut Yücer, İnsan Yay., İstanbul, 2009, s. 82.

[384] Selâmi Şimşek, “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizameddin Efendi ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ’sı”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2006, S. 30, s. 77.

[385] Nesîmî, a.g.e., s. 69.

[386] Özkök, a.g.e., s. 180.

[387] Şimşek, “Bandırmalı Şeyh Yusuf Nizâmeddin Efendi ve Mersiyye-i Şâh-ı Şehid-i Kerbelâ’sı”, s. 77.

[388] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 41b.

[389] Özmen, a.g.e., c. V, s. 191; Çağlayan, a.g.t., s. 404.

[390] Kadîmî Baba, a.g.e., s. 197.

[391] Kömür, a.g.e, s. 494.

[392] Alevi inancında yer alan Hakk-Muhammed-Ali üçlemesi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Mehmet Saffet Sarıkaya, “Aleviliğin Temel İnançları”, Diyanet Aylık Dergi, Ankara, Ocak-2004, S. 158, s. 4-7; İbrahim Arslanoğlu, “Alevilikte Temel İnanç Unsurları ve Pratikler”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, Ankara, 2001, S. 20, s. 33-134.

[393] Kömür, a.g.e, s. 461.

[394] Kömür, a.g.e, s. 507.

[395] Azbî Mustafa Kütahyavî, Dîvân, 06 Mil Yz A 2872, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 57.

[396] Mustafa Sefa Çakır, “Hacı Ali Ârif Efendi ve Dîvânçesi”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Erzurum, 2015, S. 53, s. 33.

[397] Kömür, a.g.e, s. 92.

[398] Kömür, a.g.e, s. 367.

[399] Kömür, a.g.e, s. 380.

[400] Kâf u Nûn, "Allah bir varlığın veya olayın gerçekleşmesini istediği zaman 'ol' (kün) der, o da hemen oluverir" meâlindeki âyetlerden yola çıkarak (bkz. el-Bakara 2/117; Al-i İmrân 3/4 7, 59) kevn masdarının emir sigasından müştak bir terim olup kelam, tasavvuf ve edebiyatta Allah'ın yoktan mutlak manada yaratmasını ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Özellikle Alevî ve Bektaşî edebiyatında bu ifadeye sıkça rastlanmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. İskender Pala, “Kün”, DİA, Ankara, 2002, c. XXVI, s. 552-553.

[401] Mislî İsmâil Hakkı, a.g.e., s. 153-154.

[402] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 19a.

[403] Buhârî, Sahîh, Kitâbu FadâiliAshâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[404] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 184, hadis no: 3873; Hakim, Müstedrek, c. III, s. 167, hadis no. 329/4731.

[405] Çağlayan, a.g.t., s. 386.

[406] Hüseyin Vassâf, a.g.e., s. 449.

[407] Nalî Mehmed Efendi, Tuhfetü’l-Emsâl, Haz. Bâhir Selçuk, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 45.

[408] Sukûtî, a.g.e., s. 146.

[409] Serin, a.g.t., s. 45.

[410] Aydî, Dîvân, Haz. Ömer Asım Aksoy, Desen Matbaası, Ankara, 1954, s. 38.

[411] Özkök, a.g.e., s. 173.

[412] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 355.

[413] Zihnî-i Çermikî, Dîvân, Tatyos Divitciyan Matbaası, İstanbul, h. 1291, s. 14.

[414] Adile Sultan, a.g.e., s. 225.

[415] Leyla Hanım, a.g.e., s. 165.

[416] Abdullah Aydın, “Hanyalı Osman Nuri ve Dîvânı”, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara, 2009, s. 199.

[417] Diyarbakırlı Lebîb, a.g.e., s. 259.

[418] Amasyalı Nebzî, Dîvân, Haz. Sait Okumuş, Gece Kitaplığı, Ankara, 2015, s. 156.

[419] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[420] Ayrıntılı bilgi için bkz. İlyas Üzüm, “Yeşil Kubbede Asılı Kandil: Nûr-i Muhammedî, Kültürel Kaynaklarına Göre Alevîlikte Hz. Muhammed Tasavvuru”, Dini Araştırmalar, Ocak-Nisan 2009, c. XII, S. 33, s. 205-233; Doğan Kaplan, “Alevîlikte Hz. Muhammed Tasavvuru: Bir Ten İki Baş ya da İki Ten İki Baş Sembolizminin Kültürel Temeli”, Kültür Coğrafyamızda Hz. Muhammed Uluslararası Sempozyum Bildiriler Kitabı I-II, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı, 2011, c. I, s. 147-159.

[421] Şemseddin Kutlu, Dertli, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1988, s. 88.

[422] Devellioğlu, a.g.e., s. 998.

[423] Hz. Fâtıma, Hz. Peygamber’in yaşadığı devirden itibâren Müslümanların nezdinde bir ilticâ kapısı olagelmiştir. Sahâbî, Hz. Peygamber’e doğrudan iletemedikleri birtakım taleplerini Hz. Fâtıma vâsıtası ile iletmişlerdir. Bu gelenek Türk-İslâm edebiyatı müellifler arasında da kabul görmüş, şairler Hz. Peygamber’den şefâat talebinde bulunmak kasdıyla şiirler kaleme almışlar ve bu şiirlerinde Hz. Fâtıma’yı vesile kılmışlardır.

[424] Molla Murad, a.g.e., s. 4.

[425] Bu hususla ilgili hadis için bkz. Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.

[426] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[427] Kadîmî Baba, a.g.e., s. 343.

[428] Keçecizâde İzzet Molla, Mihnetkeşân, y.y., t.y., İstanbul, s.191.

[429] Hasan Rüşdî, Dîvân, Haz. M. Adnan Başoğlu-Necdet Okumuş, Emek Matbaacılık, Manisa, 2003, s.

41.

[430] Hüseyin Vassâf, a.g.e., s. 265.

[431] Çağlayan, a.g.t., s. 216.

[432] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[433] Keçecizâde izzet Molla, Mihnetkeşan, s. 188

[434] Adile Sultan, a.g.e., s. 225.

[435] Özmen, a.g.e., c. IV, s. 619.

[436] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 24b.

[437] İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 262; Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; Said Havvâ, El- Esasfi’s-Sünne (Hadislerleİslâm Tarihi), c. V, s. 31; Uyar, a.g.e., s. 45; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 219.

[438] Molla Murad, a.g.e., s. 11.

[439] Serin, a.g.t., s. 42.

[440] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.

[441] Selâmi Şimşek, “Son Dönemde Üsküdar’da Yetişmiş Bir Sûfi-Şair: Yusuf Nizameddin Fâhir (Ataer) Baba, Hayatı, Eserleri ve Mersiyeleri”, V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, İstanbul, s. 356.

[442] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[443] Pir Muhyiddîn, a.g.e., s. 365.

[444] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 140a.

[445] Devellioğlu, a.g.e., s. 99.

[446] Yağcı, a.g.e., s. 129.

[447] Eşref Paşa, a.g.e., s. 21.

[448] Çağlayan, a.g.t., s. 240; Lebîb Mehmed Efendi, Mersiye, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı, t.y., y.y. s. 2.

[449] Musa Kâzım Paşa, a.g.e., s. 108.

[450] Molla Murad, a.g.e., s. 4.

[451] Kemâhî, a.g.e., vr. no. 30.

[452] Kömür, a.g.e, s. 458.

[453] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 354.

[454] Nigârî, a.g.e., s. 333.

[455] İbrahim ibn Bâlî, a.g.e., s. 27.

[456] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 6; Şeyh Sadûk, a.g.e., c. I-II, s. 182; Hakîm, Müstedrek, c. III, s.

169, hadis no. 4738.

[457] Kâmî, a.g.e., s. 348.

[458] Bünyamin Köse, “Şeyhî Ali Şehsüvaroğlu (Şeyhî Efendi) ve Riyâzü’l-Gufrân (Tefsir-i Yâsîn-i Şerîf) Adlı Manzum Eserin Tenkitli Metni”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005, s. 161.

[459] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 16-17.

[460] İbn Hişâm, a.g.e., c. I, s. 253; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, c. V, s. 508; İbn Hâcer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 263.

[461] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.

[462] Mislî İsmâil Hakkı, Dîvân, Haz., Emrah Gökçe, Akçağ Yay., Ankara, 2015, s.

[463] Müellifi Yok, Manzûme-i Hazret-i Hadîcetü ’l Kübrâ, 06 Mil Yz A 8670, vr. no. 38.

[464] Kilisli Abdullah Sermest Tazebay, Dîvân, Haz. Abdullah Şahin, Yay. Uygur Tazebay, Ankara, 1999, s. 224.

[465] Nevrûz b. Îsâ Adanavî, Manzûme-i Kıssa-ı Kerbelâ, Ankara Milli Kütüphane Adnan Ötüken İl Halk Kütüphanesi Koleksiyonu, 06 Hk 5044/1, vr. 88; Yahya Yüksel, “Nevrûz b. İsâ’nın Manzûme-i Kıssa- i Kerbelâ’sı (v70a-139b)”, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ordu, 2012, s. 49.

[466] Ayıntablı Mehmed Şâkir, a.g.e., s. 28.

[467] Bkz. Özhan Öztürk, Folklor ve Mitoloji Sözlüğü, Phoenix Yay., Ankara, 2009, s. 1025; Erman Artun, Ansiklopedik Halkbilim/Halk Edebiyatı Sözlüğü, Karahan Kitabevi, Adana, 2014, s. 498; Hasan Kaplan, “Zülfikar’ın Dîvân Şiirine Yansımaları”, IV. Uluslararası Alevîlik ve Bektaşîlik Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Ankara, 2018, c. I, s. 790.

[468] Kömür, a.g.e, s. 281.

[469] Kömür, a.g.e, s. 608.

[470] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[471] Geredeli Mustafa Rûmî Efendi, a.g.e., s. 12.

[472] Mislî İsmâil Hakkı, a.g.e., s. 218.

[473] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 4a.

[474] Seyfullah Yıldırım, “Hasan Cemâli Baba Hayatı Sanatı ve Eserleri Üzerine Bir İnceleme”, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınlanmaış Yüksek Lisans Tezi, Kütahya, 2005, s. 386.

[475] Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. IV, s. 409, hadis no. 2668; Nisâbûrî, el-Müstedrek ‘ale’s-Sahîhayn, c. II, s. 650, hadis no: 4160.

[476] Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 20.

[477] Buhârî, Sahîh, c. V, s. 21, hadis no: 3715-3716; Nisâburî, Hz. Fâtıma’nın Faziletleri, s. 40; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25-26; Zehebî, a.g.e., c. II. s. 130-131; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 266.

[478] Bursevî, a.g.e., c. III, s. ; Bu rivâyet Müslîm’in Sahibinde yer almaktadır. Ancak ilgili hadiste sâdece Meryem bint-i İmran ile Firavn’un hanımı Asiye kemale ermiş kadınlar olarak zikredilmekte, Hz. Âişe’nin diğer kadınlardan üstünlüğü de tirid yemeğinin diğer yemeklere üstünlüğüne benzetilmektedir. Bkz. Müslîm, Sahîh, Fedâilü Hadîce Ümmü’l-Mü’minîn, c. X, s. 1138, hadis no: 2431.

[479] Aslı Mert, “Nâkâm Dîvânı İnceleme Metin”, Cumhûriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas, 2012, s. 165.

[480] Kömür, a.g.e, s. 99.

[481] Hasan Rüşdî, a.g.e., s. 35.

2 Aydî, a.g.e., s. 80.

[483] Nigârî, a.g.e., s. 333.

[484] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[485] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.

[486] Zühdî Abdülmecid, Dîvân, 06 Mil Yz Fb 340, Ankara Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, vr. no. 7.

[487] Bihter kelimesi en iyi, en üstün mânâsına gelmektedir. Bkz. Şemseddin Sâmî, Kâmus-ı Türkî, Çağrı Yay., İstanbul, 2010, s. 326.

[488] Mermer, a.g.e., s. 82.

[489] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 180.

[490] Hasan Rüşdî, a.g.e., s. 31.

[491] Şeyh Ahmed Sûzî, Dîvân, yy, İstanbul, h. 1290, s. 16.

[492] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 17-18; Nisâburî, a.g.e., s. 68; Köksal, a.g.e., c. IX, s. 255.

[493] Müellifi Yok, Manzûme-i Hazret-i Hadîcetü ’lKübrâ, 06 Mil Yz A 8670, vr. no. 38.

[494] Münâvî, Feyzü ’l-Kadîr Şerhu ’l-Câmii’s-Sagîr, Dârul Maarife, Beyrut, 1972, c. III, s. 46.

[495] Dâvud-ı Halvetî, Gülşen-i Tevhîd, Milli Kütüphane Yazmalar Koleksiyonu, 06 Mil Yz B 998, vr. no. 17a.

[496] Ergun, a.g.e., s. 52.

[497] Hâşim Baba, a.g.e., vr. no. 18.

[498] Leyla Hanım, a.g.e., s. 164.

[499] Yağcı, a.g.e., s. 129.

[500] Şeyh Hâlid, a.g.e., s., 262.

[501] Haydârî, a.g.e., s. 608.

[502] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 201.

[503] Çağlayan, a.g.t., s. 216.

[504] Mustafa Kara, “Hikmet (Tasavvuf)”, DİA, Ankara, 1998, c. XVII, s. 518.

[505] Arı, a.g.e., s. 88.

[506] Kilisli Abdullah Sermest Tazebay, a.g.e., s. 233.

[507] Eşref Paşa, a.g.e., s. 21.

[508] Leyla Hanım, a.g.e., s. 233.

[509] Yağcı, a.g.e., s. 81.

[510] Hâşim Baba, a.g.e., vr. no. 18.

[511] Şair, Kevser sûresinde yer alan ve “Cennette bir ırmak, havuz, Hz. Muhammed’in ümmetinin bilginleri, peygamberlik, Kur’ân, İslâm, taraftarların çokluğu, Fazîletlerin çok olması, ilim, şefâat, iyilik, neslin çokluğu, bereket, hayrın çokluğu mânâlarına gelen jjjS ifadesine telmihte bulunmaktadır. Zira birtakım kaynaklarda Kevser sûresinin Hz. Fâtıma hakkında nâzil olduğu, ilgili sûrede geçen bu ifadenin de Hz. Fâtıma’ya işaret ettiği belirtilmektedir. Bkz. İbn Kesîr, Hadislerle Kur’ân Tefsîri, c. XV, s, 8710-8720; Bursevî, a.g.e., c. X, s. 199-200; Duman, a.g.e., c. I, s. 110; Bedri Noyan Dedebaba, Bütün Yönleriyle Bektaşilik ve Alevîlik, Şahkulu Sultan Dedebaba Vakfı ve Ardıç Yay., İstanbul, 2006, c. VII, s. 50.

[512] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 199.

[513] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 199.

[514] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[515]Dârendeli Kâtipzâde Bekâyî, Maktel-i Hüseyin Kitâb-ı Kerbelâ, Haz. Hulusi Eren, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 122-123.

[516]Zehebî, a.g.e., c. II, s. 119; İbn Hacer, el-İsâbefi Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 265; Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII,, s. 220; Râzî, a.g.e., c. XXII, s. 335-336.

[517] Adile Sultan, a.g.e., s. 396.

[518] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[519] Leyla Hanım, a.g.e., s. 233.

[520] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[521] Mehmet Bulut, “İsmet”, DİA, c. XXIII, s. 136; Uludağ, a.g.md., DİA, c. II, s. 307; Öz, a.g.md., DİA, c. X, s. 499.

[522] Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahmet Saim Kılavuz, İlmihal, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2008, c. I, s. 109-110.

[523] Aclûnî, Keşfü ’l-Hafâ, c. I, s. 282, hadis no: 1078.

[524] Kömür, a.g.e, s. 181.

[525] Nesîmî, a.g.e., s. 69.

[526] Münâvî, a.g.e., c. III, s. 46.

[527] Câhidî Ahmed Efendi, Dîvân, Haz. Lokman Taşkesenlioğlu, Gece Kitaplığı, Ankara, 2017, s. 145.

[528] İlgili hadis için bkz. Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIV, s. 318.

[529] Kadîmî Baba, a.g.e., s.343.

[530] Hüseyin Vassâf, Dîvân, s. 265.

[531] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294.

[532] Hakkı Beg, a.g.e., s. 6.

[533] Haydar Şeyh Hasan er-Rufâî el-Keyâlî, a.g.e., vr. no. 24b.

[534] Hâfî, a.g.e., s. 251.

[535] Molla Murad, a.g.e., s. 18.

[536] Belgin Sevil, “Sıdkî Baba’nın Mersiye Mecmuası (Metin İnceleme), Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Isparta, 2019, s. 71.

[537] Şimşek, a.g.m.., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.

[538] Arı, a.g.e., s. 88.

[539] Kâmî, a.g.e., s. 348.

[540] Serin, a.g.t., s. 41.

[541] Harâbî, a.g.e., s. 329.

[542] Sukûtî, a.g.e., s. 269.

[543] İshak bin Hasan Tokâdî er-Rızâî, a.g.e., s. 15.

[544] Ayrıntılı bilgi için bkz. Necdet Tosun, “Silsile”, DİA, Ankara, 2009, c. XXXVII, s. 206-207.

[545] Serin, a.g.t., s. 42.

[546] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294.

[547] Adile Sultan, a.g.e., s. 226.

[548] Şeyh Baba Mehmed Süreyya, Tarikat-ı Aliyye-i Bektaşiyye, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 1995, s. 66.

[549] Behiştî, a.g.e., s. 117.

[550] Behiştî, a.g.e., s. 116.

[551] Ergun, a.g.e., s. 169.

[552] Zühdî Abdülmecid, a.g.e., vr. no. 7.

[553]Abdullah Aydın, a.g.t., s. 250.

[554]Rüstem, Firdevsî’nin ünlü eseri Şehnâme’de adı geçen ve kendisine efsanevî kahramanlık ve maceralar isnad edilen bir karakterdir. Behram ise Sâsânî hükümdarlarından olup adalet, cesaret ve gücü ile meşhurdur. Bkz. Agâh Sırrı Levend, Divan Edebiyatı Kelimeler ve Remizler Mazmunlar ve Mefhumlar, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1984, s. 162, 165.

[555]Ömür Ceylan, Hânedanda Bir Âsî Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paşa Hayatı Edebî Kişiliği ve Âsâf Dîvânı, Akçağ Yay., Ankara, 2003, s. 174.

[556]Kömür, a.g.e, s. i9o.

[557] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 250.

[558] Ayrıntılı bilgi için bkz. Zeki Duman, Kuran-ı Kerim’de Adab-ı Muaşeret, Fecr Yay., İstanbul, 2018, s. 154-164.

[559] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 199.

[560] Nesîmî, a.g.e., s. 75.

[561] Kömür, a.g.e, s. 501.

[562] Kömür, a.g.e, s. 463.

[563] Alevî inancında Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma’nın ilk yaratılan nur oldukları inancı yaygındır. Zira Hz. Muhammed ile Hz. Ali’nin tek bir nur oldukları ve birbirinden ayrı düşünülemeyeceğine şeklinde bir inanış da bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Kaplan, a.g.m., c. I, s. 147-159; Ali Adil Atalay Vaktidoldu, Hazret-i Betül Fâtıma Anamız, Can Yay., İstanbul, 2011, s. 13-14.

[564] Osman Hulûsi Ateş, Dîvân-ı Hulûsi-i Dârendevî, Haz. Mehmet Akkuş-Ali Yılmaz, Nasihat Yay., İstanbul, 2013, s. 434.

5 Kömür, a.g.e, s. 393.

[566] Kömür, a.g.e, s. 104.

[567] Kömür, a.g.e, s. 273.

[568] Kömür, a.g.e, s. 352.

[569] İbrahim ibn Bâlî, a.g.e., s. 27.

[570] Mustafa Tatcı-Ahmet Ögke, Vâhib ÜmmîHalvetî Dîvân-ı îlâhiyât, H Yay., İstanbul, 2012, s. 167.

[571] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 356.

[572] Nevruz b. İsa Adanavî, a.g.e., vr. no. 88.

[573] Alevî/Bektaşî kaynaklarında bu şiirin Fuzûlî’ye ait olduğu söylenilmekle beraber Dîvân’da tespit edilememiştir.

[574] Murtazâ Sukûtî, a.g.e., s. 355.

[575] Ümmî Sinan, Dîvân, Haz. A. Azmi Bilgin, T.c. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 2017, s. 143.

[576] Sevil, a.g.t., s. 71.

[577] Hâşim Baba, a.g.e., vr. no. 18.

[578] Abdullah Aydın, a.g.t., s. 277.

[579] Hâce Muhammed Lutfî, a.g.e., s. 146.

[580] Raşit Çavuşoğlu, Hicaz Yollarında Bir Sûfî Mehmed İlhâmî’nin Hac Seyahatnâmesi, Okur Akademi Yay., İstanbul, 2019, s. 59.

[581] Çavuşoğlu, a.g.e., s. 187.

[582] Hakan Yekbaş, a.g.e., s. 317-328.

[584] Eserle ilgili ayrıntılı bilgi ve eserin transkripsiyonu için Bkz. Yekbaş, a.g.e., s. 329-429.

[585] Malumat Gazetesi, 1895-1903 yılları arasında yayımlanan önemli gazetelerdendir. Saraya yakınlığı ile bilinen gazete, yayımlandığı dönemin siyasal, sosyal ve edebi yapısı hakkında bilgi edinmek husûsunda önemli bir kaynaktır. Bkz. Salih Okumuş-Alev Bal, “Review of the Malumat (Newspaper) In The Respect of Shape, Content and The Authors (The Copies 1-100)”, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Haziran 2011, c. II, S. 3, s. 165.

[586] Kaynaklarda müellif ile ilgili bir bilgiye rastlanılmamıştır. Ancak eserinde kendisi ile ilgili olarak “Mesnevîhân es-Seyyid Süleyman Memdûh” ibâresi bulunmaktadır. Bu ibâre müellifin Hz. Peygamber’in nesebinden geldiği ve Mevlevi tarikatına mensup olabileceğini göstermektedir. Müellif ve eserle ilgili ayrıntılı bilgi ve eserin transkripsiyonlu metni için bkz. Yekbaş, a.g.e., s. 431-445.

[587] Müellif hakkında bilgi için bkz. Hasan Kamil Yılmaz, “Esad Erbili”, DİA, Ankara, 1995, c. XI, s. 349;

İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri (Kemâlü ’ş-Şuarâ), Haz. Ayşegül Celepoğlu, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay., Ankara, 2013, c. V, s. 2596.

[588] Eserle ilgili ayrıntılı bilgi ve eserin transkripsiyonu için bkz. Muhammed Esad Erbilî, Dîvân-ı Es ’ad, Erkam Yay., İstanbul, 1991, s. 250-273; Yekbaş, a.g.e., s. 448-464; Necdet Şengün, “Hz. Fâtıma Mevlîdi ve Vesîletü’n-Necât ile Mukâyesesi”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, XII/2, 2008, s. 430-438.

[589] Hasan Kamil Yılmaz, a.g.m., DİA, c. XI, s. 349; Mustafa Uzun, “Fâtıma”, DİA, Ankara, 1995, c. XII,

s. 223-224; Yekbaş, a.g.e., s. 450.

[590] Erbilî, a.g.e., s. 6; Yekbaş, a.g.e., s. 450.

[591] Yekbaş, a.g.e., s. 450-464.

[592] Mehmed Şemseddin Efendi’nin hayatı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. İbnü’l-Emin Mahmud Kemal

İnal, a.g.e., c. V, s. 2267-2268; Mustafa Tatcı-Mehmet Cemal Öztürk, “Mehmet Şemsettin Ulusoy”, DİA, Ankara, 2012, c. XLII, s. 135-136; Mustafa Kara, “Bursalı Bir Tarihçi Mehmet Şemseddin (Ulusoy) Efendi”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1991, S. 3, c. III, s. 99-105; Yusuf Kabakçı, “Bursalı Mutasavvıf Tarihçi Mehmed Şemseddin Efendi ve Seyahatnamesi Dildâr-ı Şemsî”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. XVII, S. 1, s. 265-268.

[593] Mehmed Şemseddin el-Mısrî, Mevlid, Haz. Mustafa Kara, Sır Yay., Bursa, 2008.

[594] Eserle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Yekbaş, a.g.e., s. 467- 476.

[595] Yekbaş, a.g.e., 467-476.

[598] Tâhirü’l-Mevlevî, “Hz. Fâtıma’nın Cihazı ve Düğünü”, Mahfil Gazetesi, İstanbul, 1922, c. II, S. 21, s.

146-149.

[600] Bu kısım okunamamıştır.

[603] Tirmizî, Sünen, c. VI, s. 184, hadis no: 3873.

[604] Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 87, hadis no: 4213.

[605] Ebu Dâvûd, Sünen, c. IV, s. 87, hadis no: 4213; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25-26; İbn Hacer, el-İsâbe fi

Temyîzi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 266.

[606] İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 27.

[607] Bu rivâyet için bkz. Meclisî, Bihârü ’l-Envâr, c. XLIII, s. 192.

[609] Konya Koyunoğlu Müzesi Kütüphanesi’nde 5905 ve 5906 numaralara kayıtlı bulunan nüshalarla ilgili

olarak bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz. Perihan Ölker, “Hz. Fâtıma Destanı”, Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, Konya, 2016, S. 36, s. 351-366.

[610] Durmuş Topal, 1932-2002 yılları arasında Amasya’da yaşamış bir Alevî-Bektaşî babasıdır. Bkz. Osman Eğri, Alevî Bektaşî Klasikleri Kitâb-ı Dâr, Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2007, s. 14.

[611] Eserle ilgili bir kitap çalışması yapılmıştır. Bkz. Mehmet Mahfuz Söylemez, Dâstân-ı İbrahim Edhem,

Dâstân-ı Fâtıma, Dâstân-ı Hâtun, Türkiye Diyanet Vakfı Yay., Ankara, 2007.

[618] Eserle ilgili bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz. Şaban Doğan, “Bir Eski Oğuz Türkçesi Metni Hikâye-i Fâtıma ve Dil Özellikleri”, Akademik Bakış Dergisi, Kırgızistan, Eylül-Ekim 2012, S. 32, s. 1-20; http://www.yazmalar.gov.tr/eser/vefât-i-Fâtımatuz-zehra/191204 Erişim tarihi: 06.11.2018

[621] Eserle ilgili bir makale çalışması yapılmıştır. Bkz. Muhammet Kuzubaş, “Manzum Bir Destan Kitabı (Destân-ı Veysel Karânî, Vefât-ı Hz. Fâtıma, Vefât-ı İbrahim, Hikâyet-i Güğercin, Hikâyet-i Geyik)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c. I-II, Kış, 2008, s. 304-340.

[624] Gönenli Yahya bin Bahşî, Muhyiddin ismi ile de bilinmektedir. Eser ve müellif ile ilgili bilgi için bkz.

Şükrü Baştürk, “Gönenli Yahya b. Bahşî’nin Mevlid’i ve Söz Varlığı Üzerine”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi, 2018, S. 7/3, s. 1500-1537.

[627] Muhtevâsında ilgili eserin de yer aldığı bir kitap çalışması yapılmıştır. Bkz. Lokman Taşkesenlioğlu, Bursalı Muhammed Akif Efendi ve Mevlidi Mir’at-ı Muhammedi, İstanbul, 2019.

[628] Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye adlı eseri, 3 ana bölümden oluşmaktadır. İlk bölüm yaratılışla ilgilidir. İkinci bölüm peygamberlerin hayatı, Hz. Peygamber’in doğumu, hayatı, savaşları, mucizeleri, Ehl-i Beyt ve dört halîfe husûsundadır. Son bölüm ise kıyâmet alametleri, cennet, cehennem vs. konularını ele almaktadır. Bkz. Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye, Haz. Amil Çelebioğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., Ankara, 1996, c. I-II; Mustafa Uzun, “Muhammediyye”, DİA, Ankara, 2005, c. XXX, s. 586-587.

[629] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294-297.

[630] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 294.

[631] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 295.

[632] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 296.

[633] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 296.

[634] Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 296.

[635] Fatma Şadiye Hanım, Kadınlara Mahsus Gazete’nin sahibi İbnü’l-Hakkı Mehmed Tâhir’in hanımı olup aynı gazetenin müdireliğini yapmıştır. Kerîme-i Muhtereme Hazret-i Fahr-i Âlem Seyyidetü ’n- Nisâi’l-Âlemîn Hazret-i Fâtımatü ’z-Zehrâ el-Betül, Ümmü ’l-Mü ’minîn Hazret-i Âişe es-Sıddîka Radıyallâhü Anhâ, Hazret-i Peygamber’in Sevgilisi Hazret-i Hatice selâmullahi aleyhâ, Vâlide-i Muhtereme-i Hazret-i Fahr-i Âlem sallallâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Hazret-i Âmine Radıyallâhü Teâlâ Anhâ ile Zevce-i Muhtereme-i Hazreti Fahr-i âlem sallalâhu aleyhi ve sellem Ümmü ’l-mü ’minîn Hazreti Ümm-i Habîbe radıyallâhü teâlâ anhâ adlı eserleri bulunmaktadır. Bkz. Hatice Özen, Tarihsel Süreç İçinde Türk Kadın Gazete ve Dergileri, Graphis Matbaası, İstanbul, 1994, s. 19.

[636] Eserle ilgili bir kitap çalışması mevcuttur. Bu çalışmanın girişinde Hz. Fâtıma için kaleme alınan bir selâmnâme bulunmaktadır. Ardından sadeleştirilmiş ve orijinal metni birlikte verilmiştir. Eserin sonunda dört ek yer almaktadır. Bu ekler Hz. Fâtıma’nın isimleri, Hz. Fâtıma ile ilgili hadîs-i şerifler, Hz. Fâtıma’nın Mescid-i Nebi’deki hutbesi ve Hz. Ali’nin Hz. Fâtıma hakkında söylediği bir mersiyeden ibârettir. Bkz. Fatma Şadiye Hanım, Hz. Peygamber’in Sırrı Hz. Fâtıma, Haz. Arzu Meral, Revak Yay., İstanbul, 2012.

[637] Hanımlara Mahsus Gazete, bir kadın gazetesi olup 1 Ağustos 1895 günü yayımlanmaya başlamıştır. Yayın hayatı 4 Aralık 1905 tarihine kadar devam etmiştir. Gazetenin imtiyaz sahibi İbnü’l-Hakkı Mehmed Tâhir’dir. 612 sayı ile en uzun süreli kadın gazetesi olmuştur. Ayrıntılı bilgi için Bkz. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis Yay., İstanbul, 2011, s. 66-77; Hale Gürbüz, “Hanımlara Mahsus Gazete”, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2001, s. 1; Zühre Canay Güven, “Eril Tarih Söyleminde Bir Osmanlı Kadın Kamusal Alanı”, İletişim Kuram ve Araştırma Dergisi, Güz 2016, S. 43, s. 4-11.

[638] Kandemir, a.g.md., DİA, c. XII, s. 222-223;

[639] Eser için bkz. Fatma Şadiye, Kerime-i Muhtereme Hazret-i Fahr-i Âlem Sallallahu Aleyhi Vesellem Seyyidetü Nisâi’l-âlemîn, Hanımlara Mahsus Gazete Matbaası, İstanbul, h. 1321.

[640] Ayrıntılı bilgi için bkz. Fuzûlî, Hadîkatü ’s-Süedâ, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Haz. Şeyma Güngör, Ankara, 1987; Fuzûlî, Erenler Bahçesi (Hadîkatü ’s-Süedâ), Haz. Servet Bayoğlu, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ankara, 1986; Fuzûlî, Saadete Ermişlerin Bahçesi, Karacaahmet Sultan Kültür ve Tanıtım Derneği Yay., İstanbul, 2000.

[641] Fuzûlî, Erenler Bahçesi (Hadîkatü’s-Süedâ), s. 117.

[642] Fuzûlî, Erenler Bahçesi (Hadîkatü’s-Süedâ), s. 136.

[643] Fuzûlî, Erenler Bahçesi (Hadîkatü’s-Süedâ), s. 117-145.

[644]Derviş Yunus’a ait olduğu söylenen bu şiir, yapılan taramalar neticesinde divanlarda tespit edilememiştir.

[645]Şeyh Halid hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Alim Yıldız, Sivaslı Dîvân Şairleri, Sivas Belediyesi Yay., İstanbul, 2017, s. 285-286.

[646]İstimdâd, sıkıntılardan kurtulmak amacı ile peygamberlerin ya da velilerin ruhaniyetinden yardım istemek mânâsında kullanılan bir terimdir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Yusuf Şevki Yavuz, “İstimdad”, DİA, Ankara, 2001, C. XXIII, s. 363-364; Süleyman Uludağ, “İstimdad”, Tasavvuf Dergisi, Ankara, 2002, S. 8, s. 9-26.

[647] Buhârî, Sahih, Kitâbu ’l-Menâkıb, c. VII, s. 3393-3394; Hakîm, Müstedrek, Kitâbu Marifeti’s-Sahâbe, c. III, s. 164; İbn Sa’d, a.g.e., c. X, s. 25-26; Zehebî, a.g.e., c. II. s. 130-131; İbn Hacer, el-İsâbe fi Temyizi’s-Sahâbe, c. VIII, s. 266.

[648] Şeyh Hâlid, a.g.e., s. 262.

[649] Leyla Hanım, a.g.e., s. 233.

[650] Serin, a.g.t., s. 41.

[651] Serin, a.g.t., s. 42.

[652] Serin, a.g.t., s. 42-43.

[653] Serin, a.g.t., s. 44.

[654] Molla Murad, a.g.e., s. 11.

[655] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[656] Bkz. Yazıcıoğlu Mehmed, a.g.e., c. II, s. 296.

[657] Molla Murad, a.g.e., s. 12.

[658] Molla Murad, a.g.e., s. 12-13.

[659] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[660] Buhârî, Sahîh, Kitâbu Fadâili Ashâbi’n-Nebî, c. VII, s. 3477.

[661] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[662] Hâkim, Müstedrek, c. III, s. 166, hadis no. 4728; İbrahim Canan, a.g.e., c. XIII, s. 44. Zehebî, bu hadisin mevzu olduğunu söylemektedir.

[663] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 38b; Kazcı, a.g.t., s. 262.

[664] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190.

[665] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190.

[666] Sâdık Ağazâde Sıdkî, a.g.e., vr. no: 15b; Kazcı, a.g.t., s. 190-191.

[667]Gülay Karaman, “Hasan Rızâ Dîvânı (İnceleme-Metin-Nesre Çeviri)”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli, 2009, s. 47-49.

[668] Gülay Karaman, a.g.t., s. 49-50.

[669] Şimşek, a.g.m., V. Uluslararası Üsküdar Sempozyumu Bildirileri Kitabı, c. II, s. 354-356.

[670] Muhiti Dede, Kısmetname, Haz. Fatih Usluer, Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yay., İstanbul, 2016, s. 87.

[671] Emrah Ayhan, “Nakşî Dîvânı”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2000, s. 219.





Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar