FENER PATRİKHANESİNİN İÇYÜZÜ
Yunan kilisesinin, Türkiye ve Türkler aleyhine açtığı korkunç savaş 1453
den sonra başlar. Bizans İmparatorluğunun 1000 senelik
tarihine 53 gün gibi kısa bir zamanda son vermiş bulunan Fatih İkinci Sultan
Mehmed; her şeyden evvel büyük bir insandı. İstanbul’un zaptını müteakip ve
daha, sonraları Yunan kilisesi haline gelen, Bizans kilisesini olduğu gibi
serbest bırakması ve lâik bir zihniyet göstermesi, büyüklüğünün mihenk taşını
teşkil eder.
Dünyadaki çeşitli din müesseselerinin, zaman zaman
insanların sulh ve sükûn içinde yaşamaları için çalışmalarına rağmen, mutaassıp
Bizans kilisesinin, İstanbul’un fethinden önce Müslümanlık, İstanbul’un
fethinden sonra da Türklük, aleyhinde asırlarca artan bir şekilde faaliyet
göstermesi izah edilemeyecek bir keyfiyettir. Bizans kilisesinin, basit bir
istihale geçirerek Yunan kilisesi haline girmesini müteakip, Büyük İskender'in
dolaştığı coğrafî sathı; «Megalo îdea» çerçevesi içinde mütalâa eden
küçük Yunanistan, silâhın yapamayacağı harbi papazlar ordusuna yaptırmaya
karar verdi. İşte bu kararın, neticesi olarak bir din müessesi halinde kalması
gereken Fener Patrikhanesi, Yunanistan’ın taazzuvunu takip eden, senelerde
bütün kudretini Türk'ler aleyhinde mücadeleye teksif etti.
Kıbrıs dâvasının, bir köy papazı elinde Yunanistan,
hesabına nasıl bir yola sokulduğunu görenlerin, kilisenin mi, Yunan
hükümetinin, Yunan hükümetinin mi kilisenin emrinde olduğunu anlıyabilmesi için
konun an vesikaları bilhassa bugün yaşayanların ibret nazarlarına arzetmek.
lâzımdır.
Fener Patrikhanesi, Yunanistan’ın kurulmasından sonra
Bizanslı kisvesini atmakta fazla aceleci davranmış, Türkiye’deki Rumları
Yunanistan lehine kıyam ettirmek üzere dinî bir elçilik haline girmiştir. Yunanistan’ın Türkiye aleyhine kuvvetlenmesini temin
maksadıyla girişilen bu âni hareket 1904 senesinin iptidasında başlar. 1908
Temmuz İnkılâbı üzerine sıklaşan çalışmalar 1910 senesinde kıvama girmiş,
Venizelos’un Başvekâlete geldiği sırada son haddini bulmuştur, Venizelos,
Patrikhaneyi hiç olmazsa yarı resmî bir şekilde Yunanistan’la birleştirmeğe
çalışmıştır.
Yunanistan’ın, Bizans’ı ihya etmek hülyası, bu hülyanın
millî bir siyaset haline gelmesi için mutlak surette Fener Patrikhanesinin
faaliyeti ve tahrikleri birinci derecede mütalâa ediliyordu. Nitekim Patrikhane, Yunan hükümetinin emrine
girmekle, Türkiyede en kudretli bir tahrik şebekesi ve merkezi olmakta kusur
etmemiştir.
Venizelosun: Patrikhane
Yunanistan’ın emrine girmelidir, bu suretle birleşmiş bir Patrikhanenin ilerideki
millî dâvalarda rolü pek büyük olacaktır» şeklindeki arzusu nihayet 1909
da kuvveden fiile çıkmıştır. Bunun üzerine harekete geçen Patrikhane mensubu
bazı müfritler İstanbul’da ilk isyan ve ihtilâlin tohumunu ekmeğe çalışmışlar,
nihayet 1910 Eylülünde, Fener kilisesi askerî bir kordon altına alınmıştır.
Görülüyor ki; 1821 de yapılmasına çalışılan kıyam,
aradan uzun yıllar geçtikten sonra, bu defa Yunan hükümetinin verdiği emirlere
uyularak tekrarlanıyordu. Nitekim gizlice İstanbul’a gelerek bir müddet
Fenerde bir Rum’un evinde misafir kalan Venizelos, Başvekil olur olmaz, evvelce
dikte ettirdiği esasların süratle tahakkukuna geçmiştir. Mondros mütarekesinin
ilânını müteakip, Marmaraya giren yabancı devletlerin donanmaları daha İstanbul
sularında görünmeden, Patrikhane siyasî bir fesat ocağı olduğunu meydana
koymakta gecikmemiştir.
1919 da, aslen Karamanlı olan Patriğin,
Venizelos tarafından dikte ettirilen esaslara sadık kalınmak suretiyle derhal
uzaklaştırılması ve 1919 Ekiminde yerine Doroteos’un getirilmesi tahrik
vasıtalarının teşkilâtlandırılmasını kolaylaştırdı. Bu maksatla Patrikhane teşkilâtı,
Silozoz klübü. Zofgrafyon ve Zapyon idadileri, Rum kulüpleri, Adalardaki
mektepler, yetimhaneler ve hastahaneler, Rumca gazeteler işe yarar bir teşekkül
haline getirildi.
Ancak Venizelos, mevcut teşkilâtı kısır ve gayrı kâfi
görüyordu. Daha ziyade aktif olabilmesi için mevcut teşekküllerin askerlerin
ellerine verilmesi lâzımdı. Bu bakımdan, Patrikhane nezdinde siyasî mümessil
olarak Kanelopulos, askerî mümessil olarak Girit’te yetişmiş Albay Kanamakis,
ilâveten Yunan konsolosu olarak da Komaris İstanbul’a gönderildi.
Üç siyasî ve askerî mümessilin Türkiye’ye gelmesinden
biraz sonra hususî teşkilât için Yunan hükümetinin ayırdığı 3 milyon,
Amerika’da oturan Yunan vatandaşı Niçopulosun hibe ettiği 4 milyon ki cem’an
yekûn 7 milyon drahmi de süratle Patrikhane emrine sevkedildi. Patrikhane
bu suretle maddi bakımdan tamamen silahlanmıştı. Ancak, cismanî bakımdan da
takviyesi zarureti vardı. Zaruretlere, uyularak Kayseri, İnoz, Ankara, Vize,
Amasya, Çanakkale ve Trabzon Metrepolitleri İstanbul’a çağırıldı, Ruhanî
Meclise geçici, üye sıfatiyle iştirak ettirildi.
Dinî kisvesinden sıyrılarak Yunan hükümetinin,
Türkiye’deki bir otoritesi haline, gelen Patrikhane, sade Venezilosun
direktiflerine uyuyor, bağlı bulunduğu Türk idaresine karşı müstakillen hareket
ediyordu, Ruhanî Meclisin, yeni geçici Metrepolit üyelerle takviyesini,
münevver Rumların teşkilâtlanması takip etti, Artık Patrikhane üzerine ilânı
istiklâlin sembolü olan Bizans’ın çifte kartallı bayrağı konmalı idi. 1919
Temmuz ayında böylece, Bizans bayrağı 450 sene sonra, tekrar, Fener
Patrikhanesinin kapısına asıldı.
Yunanistan, müstakil bir devlet olmadan önce,
İstanbul’da ve Anadolunun muhtelif yerlerinde yaşayan ve Rumca bilmeyen, yalnız
Türkçe konuşan Rumları tahrik edecek bir teşekkül yoktu, Yunanistan’ın teşekkülü,
Patrikhanenin yarı resmî şekilde Yunan hükümetinin temsilcisi şekline
sokulması, bazı gizli cemiyetlerin doğmasına sebep oldu. Gizli ve cinai metod-
larla idare edilen bu cemiyetlerin başında «Etniki Eterya» geliyordu.
Cemiyetin gayesi vâsi ve çeşitli idi. Merkezi Atina’da olan bu cemiyet,
Patrikhane, Yunan hükümeti anlaşmasından sonra derhal İstanbul’da da bir merkez
açtı.
Etniki Eterya’nın İstanbul Merkezi açılır açılmaz
cinayetler başladı ve bu cinayetler 1822 den 1922 ye kadar sürdü. «Filotofos
Azelfotis» adı altında muhtelif şubeler açmaktan
çekinmeyen bu gizli cemiyet, aynı zamanda Rumca gazeteleri de süratle organize
etti.
1918 Kânunuevvel ayında yeniden gözden geçirilen ve
tensik edilen gizli cemiyet 9 muhtelif isim altında büsbütün genişletildi.
İstihale böylece mevziî bir şekilde durdu, neticede aşağıdaki cemiyetler
meydana çıktı:
Rum Matbuat Cemiyeti,
Rum Müdafaa-i Milliye Cemiyeti
Rum Trakya Cemiyeti,
Rum Muhacirin Cemiyeti,
Rum Tüccar Cemiyeti,
Rum Küçük Asya Cemiyeti,
Rum Edebî Cemiyeti,
Rum İzcilik Teşkilâtı.
Yukarıdaki cemiyetler, doğrudan doğruya Fener
Patrikhanesine bağlı bulunuyorlar, bünyelerini takviye mevzuundaki malî yardım
da Yunan Kızılhaç’ı, Atina ve Selanik bankalarından geliyordu. Cemiyetler çok
defa cinaî sahalarda büyük faaliyetler gösteriyorlar, Türklere suikastlar
hazırlıyorlardı. Türklere kargı yapılacak suikast emirlerini Patrikhaneden ve
Yunanistan hükümetinin Patrikhane nezdine gönderdiği 3 siyasî mümessilden
alan Etniki Eterya Cemiyeti kollarının cinayetleri mütarekeye kadar
devam etti. Cemiyetin gayesi cinayetlerin dışında bazı mühim hususları da
hedef tuttu, Böylece bir taraftan suikastlar tertip edilir, cinayetler
işlenirken bir taraftan da Rumca konuşmasını bilmeyen Rumlara Rumca öğretildi,
askerliğe hazırlandı.
Gizli cinaî şebekenin en mühim kollarından birisini
teşkil eden Matbuat Cemiyeti; ekseriya toplantılarını Yunan Konsoloshanesinde
yapıyor, 8 âzasından 5 şini yerli Rumlar, 3 ünü de Yunanlılar teşkil ediyorlardı.
Yerlilerin arasında Necologos gazetesinin sahibi Votiras, Zografyon
muallimlerinden Pandazidis, Votiras’ın kardeşi Makridis sayılabilir. Matbuat
Cemiyetinin elindeki, gazetelere ilâveten Patrikhanenin dinî neşir organı (!)
olan Eklisyas'tiki Alitya mecmuası da siyasi bir hüviyete bürünerek bu vadideki
harekete katılmakta gecikmedi.
Matbuat Cemiyeti, kendi azalarının direktifi dairesinde
yapılan cinayet ve suikastları gayrı kâfi addediyordu. Tedhiş hareketlerini
daha şiddetlendirmek üzere yeni bir harekete geçti- Yabancı devletlerin yardımı
sonunda İstanbul hapishanelerinde mevkuf. bulunan 500 den fazla Rum ve
Ermeniyi tahliye ettirdi. Bu tahliye neticesinde 1918 den 1919 a kadar hapishaneden
çıkarılan mahkûmlar 100 den fazla cinayet işlediler.
Matbuat Cemiyet, diğer sekiz cemiyetin en
mühimlerinden birisi olan Rum İzcilik Cemiyetini de kısa zamanda geliştirdi.
1919 Haziranında başlayan yeniden kurma faaliyeti neticesinde Kadıköy, Beyoğlu
ve İstanbul grupları adı altında 3 bölük teşkil edildi. Bölükler 500 er
talebeden mürekkepti. Bölük kumandanları Yüzbaşı, her bölükte 3 çer Yunan
mülâzimi vazife görüyordu.
5 Kânunuevvel 1920 de gizli, cemiyetin dokuz koluna
ilâveten General Yuvan ve Yunan milietvekillerinden Aladano «Rum Müdafaai
Milliye Teşkilâtı» nı kurmakta gecikmediler. Rum Müdafaa-i Milliye
Teşkilâtı kurulur kurulmaz, İstanbul’da bulunan bütün Rum azınlığı birer
beyanname ile cemiyete dâvet edilerek, kendilerine teşkilâtın en tabiî
âzalarından sayıldıkları bildirildi. Böylece İstanbul’daki Bütün Rumları içine
alan Cemiyet ilk iş olarak 6 Nisan 1921 de Zografyon mektebinde Edebî Silogus
Cemiyeti ile müştereken Yunan istiklâlinin 100 üncü yılını kutladı. Kutlama
Mirasında 7 Mayıs 1921 de Yunan milletini birliğe dâvet eden bir beyanname
hazırlandı. Bu beyannamenin hazırlanmasında bilhassa Fener Patrikhanesinin
bütün Metropolitleri hazır bulundular,
Kırklareli, İnoz, Gelibolu, Çanakkale ve Çatalca
Metropolitleri, 7 Mayıs beyannamesini takiben kur. dukları Rum Trakya
Cemiyetinin toplantısını Patrikhanede yaptılar. 1921 senesi 8 Mayısında
yapılan bu toplantıda, Trakyada bulunan Rumların silâhlandırma, işi
ıgörüşüjldü, ayrıca Muhacirin Cemiyetine ne suretle yardım edileceği, gözden,
geçirildi.
Muhacirin Cemiyetinin doğrudan doğruya Yunan ordusu
emrine verilmesi, Rum, Tüccar Cemiyetinin, Türk tüccarlarını iflâsa sürüklemek
üzere çalışması, Rum-Küçük Asya Cemiyetinin, Türkiye’deki Yunanlılığı
uyandırmağa gayret etmesi, keza, Metropolitlerin bir kere daha tetkikine
sunuldu.
Patrikhane artık din işleriyle uğraşmaya lüzum
görmedi. Bu ruhanî müessese tam bir ihtilâl yatağı haline inkılâp etti. Yunan
hükümetinin hülya ve hırsının tatmini, yolunda, memlekette fesat çıkarmaktan
başka bir gayesi de yoktu.
II
Fener Patrikhanesinin en büyük ihanet vesikalarından
birisi Pontos Cemiyetidir. Pontos
Cemiyeti, Yunan hükümetinin Anadoluyu işgal edememesi ihtimalleri üzerine
kurulmuş, tamamen cinaî ve canavarca bir cemiyettir. Bu cemiyet sadece cinaî ve
hayvani metodlarla Karadeniz sahillerinde Yunanistan’a peyk ikinci bir müstakil
Yunan hükümetinin teşekkülü için kuruldu. Büyük Yunanistana bir mukaddeme
teşkil edecek olan Pontos hükümetinin hududu Anadolu’nun Şimali Şarkîsindeki
son noktadan bağlayarak bütün Karadeniz vilâyetlerini içine almak suretiyle
Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Gümüşhane, Tokat, Amasya vilâyetlerini
ihtiva ediyordu. Hükümetin merkezi de Samsun olacaktı. Nitekim Fener
Patrikhanesi, Yunan ordusunun İzmir’i işgalinden sonra. Pontos haritasını
derhal tabettirmiş, Anadolu’da bulunan bütün Metropolitlerine göndermiştir.
Büyük Yunanistan bayrağının Ayasofya kubbesi üzerinde
sallanmasından bir dakika sonra Samsun kıyılarında da, Pontos- hükümetinin
bayrağı dalgalanacaktı.
Nitekim müstakil Pontos hükümetinin sade haritası
çizilmemiş, genç Pontoslulara, yapılacak mücadelede kilisenin arzu ettiği
şekilde evvelce yemin ettirilmesi esası karar altına alınmıştır. Trabzon
Metrepolidi Hrisantos'un evrakları arasında ele geçen yemin sureti aşağıdadır:
«Fikr-i millîmizle alâkadar olan her hangi bir vazifenin
verilmesinde sadakat, itaat, mahrumiyet ve ketumiyetten hiç bir zaman
ayrılmayacağıma, hariçten duyduklarımı tamamen âmirlerime tebliğ ve haber vereceğime,
aksi takdirde verilecek cezayı kabul edeceğime kavmim, namusum ve şerefim
üzerine yemin ederim.»
Fener Rum Patrikhanesinin, mütarekeden sonra Pontos
meselesini alevlendirmeğe nasıl çalıştığı bütün vuzuhuyla görülmektedir.
Karadeniz mıntıkasında ihtilâl hareketinin bir an evvel genişlemesi, hükümetin
kurulacağı arazideki Türk şehirleri içinde yeni, yeni fesat ocaklarının tütmesi
bu mevzuda sarf edilen gayretler cümlesinden sayılmaktadır. Bu maksatla Patrikhane,
Batum eşrafından Bünyadoğlu’na müracaat etmiş, Karadeniz sahilinin Türklerden
temizlenmesi için bir cemiyet kurmasını istemiştir. Cemiyet 1 Eylül tarihinde
Atinaya bir heyet gönderdiği gibi Serbest Pontos namında bir de gazete
çıkarmıştır.
Hainlerin ve ihtilâl cemiyetlerinin faaliyetleri,
Patrikhane tarafından az görülüyor, bu arada daha başka çarelere de
başvuruluyordu. Bu çarelerin başında Türk halkını -iğfal etmek üzere
hazırlanan, beyannameler gelmektedir. Marsilyadaki. Pontos kongreyi reisi
Konstantinidis’in bu mevzuda neşrettiği 12 Şubat 1920 tarihli beyanname, numune
bakımından cidden mühimdir,
Marsilya: 12 Şubat 1920 -
Aziz hemşehrilerim,
İçinizden bazılarının bana, vatanıma ihanet ve
müstahak olmadığım halde benim için pek de iyi olmayan diğer muhtelif harekâtı
nâlâyika isnad ettiklerini maalesef öğrendim. Buna sebep olarak da Portosun
bir Cumhuriyet halinde idaresi veya daha doğrusu Müslüman ve Hıristiyanların
aynı hukuku haiz olmaIarını istiyerek Pontosun istiklâli, muhtariyeti için
çalınmakta olduğum gösteriliyor.
Bir kelime ile söyleyebilirim ki ben güzel vatanımızı
İstanbul memurlarının müstekreh boyunduruğundan kurtararak tahlis eylemekten
başka bir şey istemiyorum. Bu adamların, sevgili vatanımıza karşı irtikâp etmiş
oklukları fenalıkları ve İcrayı hükümet edemedikleri gibi memleketimizi
felâketlere ve harabîye yürüklerini hepiniz bilirsiniz.
Son yaz zarfındaki sulh konferansında Mösyö Jorj
Klemanso, Türk murahhaslarını Paristen iade ederken icrayı hükümet etmesini
bilmediklerini maamafih bu hususta kabahatleri olmadığını onlara söylemeyi
ihmal etmemişti. .
Kürtler bile konferansa verdikleri muhtıralarında
kendilerine sarhoş ve cahil memurlar gönderen İstanbul’u istemediklerini beyan
ve istiklâllerini talep eyliyorardı.
Suriye, Filistin, Kilikya, Irak, Antalya havalisi ve
Ermenistanın İstanbul kırtasiyecilerinin nüfuzundan ayrıldığı ve
İstanbul’un da aynı akıbete uğramak tehlikesinde bulunduğu bir sırada niçin
Pontos da aynı hukuku iddia edemesin? Memleketimiz, müstakil bir hükümet teşkil edebilecek her şeye malik olduğu
gibi ahaili mahalliye ile katiyen alâkadar olmayan dışarıdan gelmiş memurlara
ihtiyaç hissetmeden ve kendi kendini idare ve (hürriyet) prensiplerine uyarak
kendi mukadderatını tayin etmeğe muktedirdir.
Bir zamanlar Ermenistana, raptedilmek istenildiğimizi
bilirsiniz. Bu, ancak büyük çalışma ve gayretler
mukabili böyle bir sureti hallin adaletsizlik, münasebetsizlik denmesi muvafık
olduğunu anlatmak suretiyle bertaraf edilmiştir. Artık bütün dünya bir Pontos
meselesi bulunduğunu biliyor. Bu, büyük maksadımızın muvaffakiyeti için büyük
ve devamlı bir adımdır. Çünkü şimdiye kadar bütün memleketler Ermenistan’ın
hakikî idaresine dahil ediliyordu. Müslüman hemşehrilerimize karşı hiç bir kin
ve adavetimiz olmadığı gibi bilâkis onlarla geçen zahmetli ve felaketli
günlerden sonra sulh halinde beraber çalışarak sevgili vatanımızın saadetini
temin ve herkesin iyiliği için tam bir kardeşlik ve aile halinde onlarla
teşriki mesai etmeyi arzuluyoruz.
Pekâlâ, bilirsiniz ki kötü fikirlerle hareket eden
efendiler ve ağaların idaresi zamanı geçmiştir. Bunlar asrımızın fikirlerine
uymamaktadırlar. Herkesin terakkiye doğru yürüdüğü bir zamanda bizlerin de
tedhiş usulündeki vakti geçmiş usulü idareden vazgeçmemizin zamanıdır. İşte
Pontos hükümeti topraklarından Giresun gibi derebeylik süren bir Osman ağa
tarafından tedhiş edilmiş bir şehir görmüyor musunuz? Gerek İslâm ve
gerekse Hıristiyan bütün dünya efkârının ıslah edildiğini ve kendimizi saadet
ve terakkiye ulaştıran yeni fikir ve metodları kabul etmek mecburiyetinde
bulunduğumuzu bilmeliyiz. Mösyö Klemansonun Türk heyeti murahhasasına hitaben
yazılmış mektubunun bir cümlesini hatırlatırım, diyordu ki; memurlar memleketi
idare etmesini bilmediler ve bu memleketler bundan sonra artık onların
idaresinde kalmayacaktır.
Hakikaten, bu kadar asırlık Türk işgali memleketimizde
ne yapmıştır? Nafia işleri noktai nazarından her şey inşa edilmeğe muhtaçtır.
Bir yolumuz, bir köyümüz, hattâ bir kanalımız yok. Yaşamak için denizciliğin
fevkalâde ehemmiyet kazandığı bir memlekette Batum’dan İstanbul’a kadar uzayan
saha dahilinde Trabzon, Giresun, Samsun gibi mühim şehirlerin bulunduğu
yerlerde tek bir liman, fena havalarda yük alıp vermek için tek bir sığınacak
yer yoktur.
Bilâkis diğer memleketlere bakınız. Meselâ Fransa’nın.
Akdenizde bunun yarısı kadar olan bir sahil kısmı üzerinde Manton ile Serber
arasında 62 barınacak limanı vardır. Fransa gibi zengin olduğunu söyleyeceğiniz
bir memlekete kadar gitmeyelim, bize pek yakın olan Rusyaya, Romanyaya,
Bulgaristan’a bakınız; bunlardan son ikisinin tarihi istiklâlleri o kadar eski
olmadığı halde bu kadar terakki etmekten bunları hiç bir şey menedemedi.
Daha ne söyleyeyim; ahalimiz yarından emin olmayarak
yaşadığı âsâyişsizlik dolayısiyle bütün teşebbüsü şahsîleri felce uğratan
hükümetin fena maksatlariyle menedilmediği zamanlarda bile ziraat ve sanayi
işlerine rahatça kendilerini, bırakamıyorlar. İşte bu esbaptan dolayıdır ki
Pontos Cumhuriyeti esasatını bir şekil ve şeraite raptetmek istiyoruz. Kafkas
hududundan Sinop’un garbına kadar imtidad eden sahil ve bunun hinterlandını
ihtiva eden araziye şâmil olacak olan bu memlekette bir adalet, Müslüman ve
Hıristiyan herkes için bir kanun olacaktır. Zulümden pek ziyade mustarip
olduğumuz için onu kimseye reva görmek niyetinde değiliz. Ancak
hemşehrilerimizden her hangi meslekten olursa olsun herkesin samimî, kalbî ve
serbest bir teşriki mesaiden başka bir şey istemiyoruz ki herkesin menfaati de
bundadır. Hiç bir millete hükmetmek istemediğimiz gibi başkalarının hükmetmesine
de tahammül edemeyiz. Memleketimizin lisanı resmîsi Türkçe ve Rumca olacaktır.
Bütün bu faaliyetlerden maksadımız ancak bugüne kadar bizi ayıran ve
saadetimize mâni teşkil eden kavgaları, ihtilâfları bertaraf etmek ve elele
vererek terakki ve mes’udiyetimiz için Müslüman ve Hıristiyan birlikte kemali
azimle çalışmaktan ibarettir.
Ben ise, memleketimde doğmuş olan Hıristiyan
hemşehrilerim gibi Müslümanların da iyiliği için şahsan hükümetimizin vahşet
ve kabiliyetsizliği dolayısıyla düşmüş olduğu felâket ve harabîden memleketi
kurtarmak için bütün gayretimi sarf etmeğe karar verdim,
KOSTANTİN JAKON
Pontos teşkilâtının Birinci Cihan Harbinden evvel ve
sonra Rus işgali esnasında ve mütarekeyi müteakip geçirdiği istihale cidden
tetkike değer bir mahiyettedir. Pontos Cemiyetinin kurulmasına tekaüdüm eden
günlerde, Trabzon Metrepolidi Hrisantos'a gönderilen mektuplar bu mevzuda
nasıl çalışıldığını bütün vuzuhiyle anlatmaktadır. Yunan Muaveneti Umumiye
Vekâleti Müdürü Umumîsi Kazancaki tarafından, Patrikhanenin hesaplarını tetkik
etmek üzere şevkedilen müfettişlerin vücudu, bilâhare ole geçen, vesikalarla
meydana, çıkmıştır. Fener Patrikhanesi, Pontostaki teşkilatın Yunanistan’ın
arasında bir köprü olarak vazife gördüğü sıralarda, bir taraftan da Heybeliada’dakı
Rum Papaz Mektebinden yetişmiş ihtilâlci papazları Anadolu’nun muhtelif,
mıntakalarına sürmekten çekinmemiştir. Bu papazların icraatı cümlesinden olarak
Batumda bulunan 2 bini geçkin Rum, 8 Mart 1921 de İstanbul yoluyla Selâniğe
sevk edildi. Bu sevkiyata tehcir mânası verildi. .
Patrikhane, emri altında Rum matbuatını da gittikçe
tahrik etmek suretiyle Türkler tarafından, Rumlara zulüm yapıldığı yolunda
yalan propaganda yaptırmaktan çekinmedi.
28 Eylül 1920 de Anglikan kilisesi Başpiskoposu Sir
Randela vazifelendirildi ve bu papaz, Patrikhanenin arzusu veçhile, Türlülerin
Rumlara zulüm yaptığından bahs ile Avrupa devletlerine telgraflar çekti. Bu
harekete muvazi olarak Patrikhane kaymakamı evvelce bastırılmış İngilizce ve
Fransızca propaganda kitaplariyle Londraya gitti. O zamanki Patrik Meletios bu
tarihte Londrada bulunuyordu. Patrik kaymakamı Doroitos, Londra’ya gider
gitmez, Patrik Meletios’la buluştu. 9 Mart 1921 de Sen Mars kilisesinde, Fener
kilisesinin, Hıristiyanlık nam ve hesabına yaptığı mücadeleyi, Türklere karşı
açıları savaşları geniş bir şekilde izah etti. Haçlı seferleri hariç,
kendisine büyük bir rütbe tevcih edilmiş bir din adamının, yine dinî usulleri
cinayet ve suikastlara âlet ederek cihan efkârı önünde konuşması
görülmemiştir. Sade Türklerle ve Müslümanlarla mücadeleyi kâfi görmeyen Rum
Patriği Meletios, yine Patrikhanenin fikirleri cümlesinden olan bir
muhtıranın, hüsnü-kabul görmesi için, İngiliz Kralına Patrikhanenin arması
bulunan bir diplomayı Verdikten sonra, Türk milletini esaret altında bırakan,
topraklarım parçalıyarak sağa sola peşkeş çeken Sevr muahedesinin
değiştirilmemesini istedi. İngilterede yaptığı propagandayı kâfi görmeyen
Fener Patriği Meletios, Amerikada bir müddet dolaştı ve 2 Nisan 1921 de
gönderdiği mektupla Beyoğlunda bulunan Zapyon mektebinin Yunan yaralılarına
hastahâne olarak terkini istedi. Bu sırada Yunanlılar Anadolunun kalbine doğru
ilerliyor, işgal altındaki Garbı Anadolu’yu terk eden Kuvayi Milliye birlikleri
Ankara istikametine çekiliyorlardı.
17 Eylül 1921 de küstahlığı son haddine vardıran Fener
kilisesi, resmî bir beyanname neşretti. Bu beyannamede, Yunan ordusunun
Anadolu’daki muzafferiyetleri öğüldü. Ayrıca yine aynı beyanname ile Türkiye’de
yaşayan bütün Rumların, fiilen Yunan ordusuna iltihakı, Türklere karşı
çarpışmaları istendi.
Yunanlı kisvesini, 1921 senesinde tamamen giymiş olan
Fener Patrikhanesi, Yunan ordularının Anadolu, da Hıristiyanlık nam ve hesabına
mukaddes bir cihad uğruna savaştığım ilândan çekinmedi. Sistemli ve hatasızca
devam eden bu propagandaları meşru göstermek istiyen Fener Patrikhanesi, bu
mevzuda Patrik vekilinin ağzından 6 Şubat 1921 de aynen şöyle diyordu:
«Müttefik devletlerin hepsi Hıristiyandır. Binaenaleyh
bizim Türkler aleyhinde giriştiğimiz her icraata inanmaya mecburdurlar. Zaten
mukaddes kilisenin ortaya koyacağı vesikalar, onlarca mukaddes addedilecek ve
muhakkak kabullenilecektir.»
Patrikhanenin İstanbul ve Türkiye’deki faaliyetleri
nihayet Yunan Millet Meclisinde görüşüldü. 5 Mart 1921 de Yunan. Hariciye
Nazırı Baltacis şöyle demekten kendisini alamadı;
«— Yunan milleti Fener Patrikhanesine medyunu
şükrandır. Onun mücahedatı maziyesi, Yunan milletini böyle büyük bir fütuhata
nail ettirdi...»
Yunan Hariciye Nazırının, Yunan Milletvekilleri
huzurunda, İstanbul’da ve Türk idaresi altında dinî bir müessese halinde
çalışması lâzım gelen Fener Patrik, hanesinin ihanet vesikalarını bir çırpıda
mühürlemesi cerhedilmiyecek delil ve hakikatlerin en mühimlerinden birisidir.
III
Yunan hükümetiyle teşriki mesai ederek, Pontos
hükümetinin kurulması yolunda fiilen çalışan Fener Patrikhanesinin en mühim
fesat kaynaklarından birisi de Merzifonda Amerikan Kolejinde kurulan “Pontos
Cemiyeti”dir.
1904 tarihinde kurulan, 1908 tarihinde genişletilerek
tam bir ihtilâl cemiyeti haline getirilen bu teşekkül, Yunan ordusunun İzmir’e
ayak basmasından sonra, gizli hüviyetini terketti. Artık açıktan açığa çalışmakta
bir mahzur görmeyen Pontos Cemiyeti, Yunanistan’la hali harpte bulunan Türk
ordusunu istenilen şekilde arkadan vurabilecekti.
27 Temmuz 1921 de Amasya Metropoliti Jermanos,
Patrikhane meclisine yaptığı bir müracaatta, artık Pontos hükümetinin resmen
teşekkülünü ve müstakil bir millet olarak faaliyete geçmesi lüzumunu belirtti. Bu müracaat üzerine Patrikhane, Amasya Metropoliti
Jermanos’ü, Atina’ya Yunan hükümetiyle müzakereler yapmaya gönderdi. Ve
neticede bu Metropolit 6 Ağustos 1921 de
Atina’da Yunan Başvekili ile uzun bir görüşme yaptı.
12 Ağustos 1921 de Jermanos’Ia Atina’ya giden
Patrikhane heyetinden Evangelidis, İstanbula döndü ve Patrikhanede 27 Ağustos
1921 tarihinde siyasî bir toplantı tertip edildi- .
27 Ağustos toplantısında İkinci defa olmak üzere
Trabzon Metropoliti Hrisantos’un Atina'ya, gitmesine karar verildi, 6, Eylül
921 tarihinde Trabzon Metrepolidi, Pontos meselesini nihaî bir safhaya sokmak
yolunda Atinaya gitti. Atina’daki konuşmalar sonunda, Pontos mevzuu hakkında
Yunan hükümetine izahat verecek 5 kişiden mürekkep daimi bir istişare
komisyonunun seçilmesi karar altına alındı. Aynı komisyon, Pontos Cemiyeti
Reisi Papadoplus tarafından kurulan ve bilâhare silâhlı bir hale getirilen «Müdafaai
Meşruta» Cemiyetini sevk ve idare edecekti. Cemiyet kısa zamanda, Samsun,
Çarşamba, Kayser, Ürgüp, Ünye, Fatsa, Kırşehir, Sinop ve Tokat’da şubeler
kurdu. Mevcut nizamname gereğince teşkilât sade şehirlere teşmil edilmiyecek
en ufak köylere, kadar yayılacaktı. Ancak teşkilâtın silâhlarını temin, maddî
yardımı zamanında yetiştirmek, faaliyet sahasını genişletmek üzere bir başka
cemiyetin vücuduna, kanaat getirildi.. Cemiyet üstüne cemiyet kuran
Patrikhane; «Müdafaai Meşruta» Cemiyetinin bir devamı olan «Mukaddes
Anadolu Rum Cemiyeti» ni kurmayı da lüzumlu gördü. Böylece Anadoluda
serseri bir şekilde gayrı muntazam surette eşkiyalık yapan Rumlar toplandı.
Merkezi Atina’da bulunan «Küçük Asya Rum Cemiyeti» nin, gönderdiği silâhlar
bunlara dağıtıldı Bu kıtal cemiyetinin ana nizamnamesi de şöyle idi:
Madde 1 — Hükümeti müstebidenin teşvikiyle
Adana vilâyetinde ve daha başka mahallerde cereyan eden tenkil hareketinden
sonra gizli, bir içtimada, Samsunda Müdafaai Meşruta namında bir cemiyetin
tesis fikri ve kararı verilmiştir.
Madde 2 — Müdafaa Cemiyetinin maksadı ikidir. Birincisi meşrutiyeti istibdada karşı,
müdafaa etmek, İkincisi müstebitlerle hemcins Ortodoks halkına karşı vuku
bulması muhtemel taarruzlarından millettaşlarımızın can, namus ve servetini
muhafaza etmektir.
Madde 3 — Müdafaa Cemiyeti maksadına muvaffak olmak için mevziî öyle bir teşkilât
yapmalıdır ki, Rum halkın toplanması, birleşmesi ve çalışması mümkün olabilsin
ve kendi kuvvetiyle her tehlikeyi bertaraf etsin.
Madde 4- — Müdafaa Cemiyeti bir reis ile iki âzadan müteşekkil bir heyet tarafından
idare edilir. Abalardan birisi cemiyetin para işleriyle meşgul olacak
veznedar, diğeri içtimaları takip ederek zabıtları tutacak kâtiptir. Heyetin
yapacağı vazife karar altına alındıktan sonra kayıt defterine kaydedilecektir.
Madde 5— Cemiyet her kısmı için, bir âmir tayin edecektir. Âmirler her dairenin en
muktedir şahsiyetlerinden seçilecek, cemiyetin merkez âzalarım tanımaksızın
dairesinde çalışmasını yüklenecektir.
Madde 6 — Daire âmiri, heyeti merkeziyenin muvafakatiyle kendi dairesinde üç kişi
vazifelendirecek, bu şahıslar, merkez cemiyetinin vereceği her yazılı emri
bilâkaydüşart yerine getirecektir-
Madde 7 — Her heyet onbaşılarını intihap eder, bunların isimlerini merkeze bildirir.
Onbaşıların miktarı, dairenin nüfusuna göre azalır veya çoğalır. Onbaşıların
isimleri merkeze bildirilir, merkez tarafından onbaşılığı istenmiyenlerin
yerlerine yenileri tayin edilir, Daire âmirleri, heyetlerin azal arı ve
onbaşıları Müdafaa Cemiyetinin mührü basılmış mektuplariyle tayin,
edeceklerdir.
Madde 8 — Her onbaşı kendi dairesi dâhilinde itimad ettiği on genci seçecektir.
Bunlar onbaşının emrettiği bütün vazifeleri bilâkaydüşart, yerine getireceklerdir.
Madde 9 — Üstünün emirlerini yerine getirmeyenler, merkez heyetinin tayin ettiği
ceza ile cezalandırılacaklardır.
Madde 10 — Cemiyetin bulunduğu mahal üç kısma taksim edilecektir ve daima merkezden
emir alınacaktır.
Madde 11 — Cemiyetin bulunduğu mahal temizlendikten sonra, aynı program civar
köylere de tatbik edilecektir-
Madde 12 — Her şahsın tayininden evvel cemiyetten onbaşı bölüğüne kadar herkes
İncili Şerif üzerine yemin etmelidir. Hazreti İsa, millet ve vatanı namına,
sır tutacağına, Müdafaai Meşrutanın her emrini harfiyyen yapacağına,
itaatsizlik, hatâ veya sırrı ifşa, ettiği takdirde zindana atılacağına âzaların
inanması lâzımdır.
Madde 13 — İhanet edenler, yeminden dönenler veya itaatsizlik gösterenler hakkında üç
dereceli bir mahkeme vardır. Mezkûr mahkemeler merkez cemiyeti tarafından
tayin edilmiş bir reis ve dört âzadan müteşekkildir. Mahkemeye verilenler
hakkındaki kararlar en az bir ay içinde merkez tarafından tasdik edilecek ve
derhal cezaların infazına geçilecektir.
Madde 14 — Teşkilâtın ikmalinden sonra yirmi yaşından yukarı olan cemiyet âzasma fark
gözetilmeden silâh verilecektir. Silâhların bedeli, silâhlanacak kimselerin
İktisadî vaziyetine göre ya defaten veya üç taksitte ödenecektir. Fakir olanlar
yalnız silâhın parasını ödeyecekler, diğerleri nakliye, navlum ve sigorta
ücretlerini de tediye edeceklerdir. Bu türlü fazladan alınan para cemiyetin
kasasında kalacaktır-
Madde 15 — Cemiyet, ihtiyaçları için faizsiz olarak borç para almak salâhiyetini
haizdir, işbu muamelâtın kabulü Müdafaa Cemiyetine ait olacaktır.
Müdafaa-i Meşruta Cemiyeti, Anadolu’daki Rumları
böylece silâhlandırdıktan sonra, kendisinin diğer cemiyetlerle alâkasını temin
edecek olan «Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti» nin yardımiyle bir
beyanname yayınlandı. 18 Temmuz 1919 tarihli beyannamenin muhteviyatı da
şöyledir:
«Geçirdiğimiz müşkül günler ve hâlen hüküm-ferma olan
vaziyeti siyasiyeden mütevellid hakikî ve mühim korkular, muntazam ve cesur
harekete kadar müdafaaya kadir Müdafaai Milliye Teşkilâtını istilzam eyledi.
Son defa Samsunda teşekkül eden Mukaddes Rum Anadolu Cemiyeti aynı maksada
matuf icraatı müteselsil olup, İstanbul, İzmir, Selânik, Trabzon ve sair millî
merkezlerin hemcins mukaddes cemiyetleriyle daima temas halindedir. Cemiyetin
yorulmak bilmez muhafızları hâdiseleri devamlı bir surette takip
etmektedirler. Gece ve gündüz bütün kuvvetleri Rumluğun intikamını almaya ve
hukuklarını müdafaaya müheyyadır, işbu millî maksadın temini için bilcümle
hemcinslerimiz bunu muhabbetle, fedakârlıkla ve gayrı mütehavvil mahrumiyetle
mâlen ve bedenen himaye etmelidir. Zenginler altınlarını, fakirler paralarını
vermelidir. Vatanın bu feryadına kulak asmayan, itaat göstermeyen,
kendisine verilen vazifeleri yapmayanlar için cezanın en şiddetlisi tatbik
olunacak: Ölüm!
Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti
Pontos teşkilâtının ele geçen vesikalarına göre, bu
teşkilâtın kurulduğu yer, Merzifondaki bir Kolejdir.
Bu Kolejde bulunan Rum muallim ve talebelerin
kurdukları Pontos Cemiyetinin nizamnamesi de gayet şayanı dikkattir. Nizamnamede mühim görülen hususlar aşağıya
çıkarılmıştır:
Madde 1 — Mevcut Rum talebesini Maarif Kulübü talebesiyle birleştirmek maksadiyle
Pontos unvanı altında Örfeis ismindeki musikî kulübünü da şamil olmak üzere
bir cemiyet teşekkül etmiştir.
Madde 4 — Cemiyetin heyeti idaresini teşkil eden Azalar üç sınıfa taksim edilir.
Birinci sınıf azalar mektep talebesi Rumlardır. İkinci sınıf âzalar, mektep
dışında kalan Rum ahalidir. Üçüncü sınıf azalar, din, ırk farkı gözetmeksizin
cemiyete yardım edecek âzalar.
Madde 5 — Mektep haricinde bulunanlarla Merzifon dâhilinde ikamet eden Rumlar âzayı
tahliyenin, bütün hukukundan istifade ederler. Ancak idare heyeti âzalığına,
kabul edilmezler- Bu gibilerin, cemiyetin her içtimalarında hazır bulunmaları
lâzımdır.
Madde 6 — Rumca lisanına aşina olmayan anasırı -saire
ahalisinden âza bulunanlar cemiyetin içtimalarına, devam etmeğe mecbur
olmadıkları gibi hakkı intihaptan da mahrumdurlar.
Madde 7 — Memuriyetleri daimî olmayan,
muvafakat âzaların âzayı tabiiye meyanma dâhil olmaları için mukannen olan
kayıt ücretini tesviye etmeleri lâzımdır.
Madde 8 — Azayı tabiiyenin her biri her ay için yirmi ve eskiden, kayıtlı ise her ay
için on beş kuruş cemiyet sandığına verecektir. Gayrı tabiî olan azalar da, her
dört ayda bir otuz kuruş iane verecektir.
Madde 9— Âzayı tabiiyeden bulunanlar hem
intihap etmek ve hem de müntehip bulunmak hakkını haizdir, Ancak, on beş
yaşında olanlar intihapta hakları olmadığı gibi âza sınıfına dâhil olan, her
ferdin cemiyfet mukarrerat ve evamirine- bilâkaydüşart mutavaat etmeleri
lâzımdır. Vazifesinde tekâsül ve tcrahisi görülenler heyet karariyle duçarı
mücazat olurlar.
Görülüyor ki, Patrikhane sade Türk halkı içinde
yaşayan Rum azınlığını değil, henüz mektep çağındaki körpe - dimağları bile
Türkler aleyhine kışkırtmaya dinî bir vazife olarak telâkki -etmektedir.
-Cinayet ve kıtallere- muvazi olarak, Rum ihtilâl
cemiyetleri arasındaki bağlar her gün biraz daha sıklaştırılmaya
çalışılmaktadır. Merzifonda kurulmuş olan Pontos Cemiyetinin, Samsunda kurulan
Teceddüd ve İhya Cemiyetine göndermiş olduğu bir mektupta gaye ve maksat pek
açık bir şekilde belirtilmektedir.
SAMSUNDA (TECEDDÜD VE İHYA) CEMİYETİNE
“Güzel fikrin, şerik ve müteşebbislerini tebrik ederiz.
-Sizden uzak ve ikinci valdemiz olan Asyayı Buğranın merkezinde doğmuş ve
Pontos namiyle tevsim edilmiş olan bir kardeşe malik olduğunuzu sureti
mahsusada bildirmeyi bir vazife telâkki ederiz ve bu kardeş, dördüncü senesini
idrak etmiş bulunuyor. Bidayeti tevellüdünde bîvaye âciz, kudretsiz bir halde
bulunurken mektep dâhilinde bulunan talebesinin vatanperve. rarte ve
terakkiperverane himmetleri sayesinde şimdi pek kuvvetli ve canlı bir varlığa
mazhar olmuştur.
Cemiyetin maksadı, vatanın muhtelif yerlerinden gelip
tahsil eden bu mektep dahilindeki talebeleri;n yekdiğerine karşı mukarenet ve
uhuvvetini temin ve talim ve- terbiye sayesinde onların kuvayı bedeniye ve
ruhiyesîni gayei tekâmüle sevk ve îsal etmekten ibarettir. Pontos şimdiye kadar
faaliyeti milliyesi sayesinde pek büyük bir aşkla takip etmekte olduğu gayeye
nail olduğunu makamı, iftiharda beyan ve ilân edecek bir mevkide bulunuyor.
Alâkadar olanların icraatı meşkûresine karşı besledikleri ümid ve emelleri
sahai hakikate îsal eylediğini, isbat etmiştir. Cemiyetlerine semerati
âtiyesine raptı kalb edenlerin nûranî emel, erine vücut vermek için sahai azim
ve faaliyette taraddüs eden ihtilâfatı kaviyye ve ahvali mâkûseye ehemmiyet
vermeyerek birçok devamlı fedakârlıklar hiyarı ile gayei faaliyetinden bir an
bile feragat etmemiştir. Şanlı valdesine ve şefkatperver evlâtlarına hürmet! Bu
şayanı takdis ve perestiş gayeye hizmette iştirakleri sebkedenlere şükran! Unutulmaz
isimleri u..umuz için aziz ve dudaklarımız için ebediyen mukaddes olsun. Güzel
Yunanistan’ın her evlâdının sinende ebedî ve sönmez bir aşkı mukaddes doğsun!
Parlak muvaffakiyetler, asîl düşünceler azimkâr Rumları ebediyen îkaz ve irşad
etsin! Kesbi kudret eden vücütlar, halâs tebşir eden sahaya bîmehâbâ atılsın...
Yekdiğerimize elimizi uzatalım; bu uğurda birleşelim uyuşalım. Etrafa nurlar
saçıcı, ateşli bir doğuşalara şedit ve büyük bir ihtiyaç duyuyoruz. Büyük, bu
tek büyük gayeye nail olmak için kuvvetlerimizi, birleştirerek yılmadan
çalışalım. İşte müsait zaman doluyor!..
Dikkat! Tehlikenin muhavvif sadası kürrei arzın bir
kenarından diğer kenarına aksiendaz oluyor, zülüm ve vahşet çılgın bir hal
kesbediyor kardeşler!.,
Yunanlılık ölmez, sönmez...
Gidelim, düşmanı öldürün, ne kadar kavi, sinelerimizle
hücum ederek ve hepsini yok âvâz olarak (Yaşa. Yunan), (Yaşa Halâs) diye
haykıralım. Muhabbetle selâm ederiz.
Katibi Umumi: Mimooğlu
Reis: Papadoplos
Merzifondaki «Pontos» cemiyetinin kasasında ve
evlerinde ele geçen evraklar çok çeşitli ve o nisbette karakteristiktir. Bu
vesikalar bilhassa Şimali Anadolu’da en büyük ruhanî reis olan Trabzon
Metropoliti Hrisantos’un Pontos dâvasında oynadığı mühim rolü göstermek
bakımından ibret vericidir. Bugün kiliseyi bırakıp, Kıbrıs dâvası peşinde-
koşan köy papazı Makarios da aynen Hrisantosu taklit etmektedir. Trabzon
Metropoliti Hrisantos, Pariste itilâf devletleri nezdinde, Pontos hükümetinin
kurulması yolunda yaptığı çalışmaları bir mektupla Giresun Metropolitin bildirmektedir.
GİRESUN METKEFOLİDİNE
“General Harrold Amerika heyetinin Ermenistan’a,
müracaat için İstanbul’a gelecektir. İhtimal ki bu seyahatte General, Pontosa
da gidecek, vaziyeti, yakından görecek, büyük devletlerin askerleri ile intizam
ve âsâyişi temine çalışacaktır. Amerikanın, bu civarın mandasını kabul edip
etmiyeceğini, Amerikan heyeti âzasından Cosnor Fiston’a sordum. Konuşmamız dört
saat kadar sürdü.
Pontos meselesini arzuma uygun bir şekilde izah ettim.
Mumaileyh Pontos Ermeni Cumhuriyetinden de bahsetti. Ben de eğer böyle Pontos
Ermenilere ilhak olunursa Pontoslularla İslamların harekât ve mukavemetini
beyan eyliyerek korkuttum. Son defa mülâkatımızda mumaileyh dahi bu suretle
derhal reddeyliyeceğini söyledi. Teşkilâtı hükümet ve adliye hakkın, da lâzım
gelen izahatı verdim ve her cemaatin bizzat kendini idare eyleyeceğini
söyledim.
Yunan - İslam hükümeti teşekkül eyleyerek mesail ve
hukuku siyasîye ile de iştigal eyliyecektir. Bu hükümetin iki Yunan - Osmanlı
reisi olacaksa da heı ihtimale karşı bir Amerikalı da bulunacaktır. Tâki
müsavat teyid olunabilsin. Bu meclis adlî ve İdarî hususatta infazı mukarrerat
eyleyebileceği gibi polis dairesinin ıslahım ve
jandarma dairesinin tensik ve ıslahını mümkün kılacak, ayrı ayrı bir
Yunan polisiyle bir Yunan jandarması olacak, resmî lisan, Yunanca ve Türkçe
olacaktır. Rica ederim, yukarıdaki izahattan İstanbul ve bilhassa Trabzon,
Batum, Samsun, Giresun vesaire Pontos cemiyetlerine malûmat verilsin. Amerika
heyetleriyle temas eylemelerini tembih ve ihtar ediniz. Miralaydan Patrikhane
heyetini ziyaret eylemesini rica ederim.”
Hrisantos
GİRESUN METROPOLİDİNE HİTABEN HRİSANTOS’UN MEKTUBU
20 Ağustos 921 de General Harbord ile mülâkatında dedi
ki Miralay Hapington da muhafazai em, niyet için büyük kuvvetlere ihtiyacı
olduğu korkusundadır. Onun fikrinin tebdili için lâzım gelen teminatı vermekle
beraber Pontosluların gayet muntazam ve muallim taburları, askerî kıtaatla
beraber icrayı harekât eyleyebileceklerini temin eyledim. Rica ederim, bizzat Pontoslular
bu fikri temin etsinler. Batum ve Trabzon Pontoslularının serefraz olacakları
şüphesizdir. Bunu da rica ederim, ki ecnebiler bizden olanları iğfal
eylemesinler. Patrikhane meselemizi izah etmek için lâzım gelem heyeti
gönderecektir. Bu hususta Pontos Cemiyeti Reisi Vabilos Yuvanidis ile
Trabzon ve Batum a muvasalatımda çok tafsilât vereceğim.
Trabzon Metropolidi Hrisantos
Trabzon Metropolidinin, Giresun Metropolitine yazdığı
bu iki mektup, Giresun Metropolitliğindeki hiyanet evrakları arasında ele geçmiştir.
Tamamen üç taraflı riya ve desise dolu olan mektupta, ruhanî reis baris
karakterini kendi el yazılariyle açıklamaktadır.
Merzifon Kolejinde, Trabzon Metrepolitliğinde, Samsun
Metrepolitliğinde, Giresun Metropolitliğinde bulunan vesikaların ekserisi, Rum
Patrikhanesine mensup yüksek rütbeli din adamları tarafından biribirlerine
yazılan Türkiyenin taksimine, Pontosun tekevvününe dairdir. Bütün İnsanî
hislerden, ahlâk kaidelerinden tecerrüt etmek suretiyle, dâvaları uğruna
yalanı ve cinayeti mübah bulan bu din adamlalarının, nasıl olup da senelerce
gizli emellerini saklamaya muvaffak oldukları cidden merak mevzuudur.
İstanbul’un fethinden sonra Rumların Türk idaresi
altında nasıl yaşadıkları her asırda gayet yakından görüldüğü ve bilindiği halde,
Yunanistan’ın başında daimî bir gaile olan papazlar, en namussuzca isnatları
bir hakikat olarak dünya göstermek istemişlerdir. Türk milletinin din
hususundaki telâkkisi, bu telâkkiden doğan büyüklük ve yabancı din saliklerine
gösterilen hürmet, gayet vazıh ve hakikîdir. Bütün bunlara rağmen geçmişteki
hadiseleri nazarı dikkate almayan Fener Patrikhanesi, Bizans’tan beri sürüp
gelen kinin tesiriyle akla hayale gelmez intikam vasıtaları tasarladığını her
fırsatta göstermekte gecikmedi.
1821 de Osmanlı Hükümetinin başına pek büyük bir gaile
açan Patrik Grogoriosun Fener Patrikhanesindeki orta kapı önünde asılması, daha
sonra gelen bütün Rum din reislerini devamlı surette Türkiye aleyhinde kıyama
sürükledi. Asılan Patrik Grogoriosa hitaben yazılan şiir, bu kanlı din adamını
neredeyse azizlik mertebesine yükseltecektir:
«Ey büyük millet reisi, mukaddes şahadetin hiç bir
zaman unutulmıyacaktır. Aziz Patrik, kanunsuzlar seni orta kapıda salbettiler.
Dilin titreyerek, acıklı dudaklarınla: «Yarab, beni unutma» diyordu. Elin ise
kıyamı millî ile müthiş ıstırabını defne ve mersin çelenklerile takdis
ediyordu.»
Bir milletin başına gaile açan, binlerce insanın
kanına girecek hâdiselerin çıkmasına sebep olan bu adam yâni, Patrik
Grogorios, bir Patrik değil, Fener Patrikhanesine göre bir millet reisidir.
Fener Patrikhanesi, dünyevî işlerle uğraşmaması icap eden din adamlarını,
daima milletlerin ve kütlelerin başına belâ getiirecek bir ihtilâlci kisvesi
içinde telâkki etmiştir.
Bu maksatla kurulan Heybeliadadaki mahut ruhban
mektebi, yıllar boyunca, yalnız ve yalnız Türkler aleyhine çalışacak, Türk kam
dökülmesini din cephesinden mübah gösterecek papazları yetiştirmiştir.
Patrik Grogoriosun ihanetindenberi bir asırdan fazla
zaman geçmiştir. Ve Patrik Grogorios asıldıktan sonra, Fener Patrikhanesi,
Patriğin asıldığı kapı önünde bir Türk hükümdarı asıîmcaya kadar bu kapıyı
açmamağa karar vermiştir.
Patrikhanedeki orta kapı bugün de kapalıdır. Bu
kapının açılması için bir Türk hükümdarının veya Devlet Reisinin, Patrikhane
papazları önünde asılması lâzımdır. Bu müthiş kin göstermektedir ki, Fener Patrikhanesine gelmiş geçmiş bütün
Patrik ve papazlar Türk düşmanlığı yapmayı bir nevi dinî vazife saymaktadırlar.
Bu bahiste fazla salahiyetli olması lâzım gelen, Türk Ortodoksları Ruhanî
Reisi Papa Eftim, ki bu Papa Eftim, Kemal Atatürk’ün «Millî
Mücadelede bize bir ordu kadar yardım, etti» dediği ruhanî bir reistir,
şöyle demektedir:
«— Ben Türk Ortodoks’uyum. Yozgat sancağının Akdağ
madeni kasabasında doğdum. Rüşdiyede Hoca Şevki Efendinin rahle-i tedrisinde
yetiştim ve Millî Mücadeleye herkesten evvel iştirak ettim.
Din, Allaha ait ve vicdana bağlıdır. Kiliseler
siyaset ocağı değildir. Allah’ın evidir. İşte ben Millî Mücadeleye karıştığım
sırada Türkiye aleyhinde broşürler neşrediliyordu. Bunlar ekseriya:
«Hunhar, canavar suratlı, zalim Kemalistlerin
zulümlerinden biz Hıristiyanları kurtarmağa gelin, yüz binlerce Hristiyan’ın
hayatını kurtarın...»
Eski günler geçti. Bugün Türk - Yunan dostluğu vardır.
Patrik Athenagoras’da Türk dostu olduğunu söylüyor, Eğer Athenagoras bu
hislerinde samimî ise orta kapıyı açsın. Orta kapıyı açtıkları gün bütün
salâhiyetlerimi devrederek gider kendisinden af dilerim.
Patrik, aynı zamanda Bizans kartalma da temas etmiyor.
Bugün bütün Metropolitlerin âyini ruhanide başlarına giydikleri taçlarda
çiftkartallı Bizans arması vardır.»
Burada hiç kimseye tariz etmiyoruz. Ancak yukarıda
konuşan bir Ortodoks ruhanî reistir.
III
Fener Patrikhanesi, koynunda barındığı Türk milletini
kalbinden hançerlemek üzere her vasıtadan istifade etmeyi mubah saymıştır.
Hatta bu mevzuda kendi kendisine ihanet icap ederse onu bile yapacaktır.
Rus Çarına ve Ukrayna Radasına yazılan Mektuplardan
biri süflî örneklerden birisidir:
Azametpenah,
Minelezel şan ve şerefi dillerde destan olan ve pek
büyük askerî şeref ve azametleri tarihte yaşayan Kominosların şehri Trabzon
bugün "Rus hanedanı imparatorisi erkânından ve kahraman Kazak taburları
şanlı kumandanı büyük Dükün ziyaretine mazhar olmakla müşerref ve mes’ut
bulunuyor. Bu suretle Rus medeniyetinin âmilleri ve Çar ile vatanın sadık, ve
fedakâr muhafızları bulunan ve kahramanlıkları ile satvetli Rusyanın namı
pürazametini îlâ eden Kazaklar, mefahiri. tarihiyelerine parlak ve büyük bir
şeref daha, ilâve etmiş oldular. Cenabı Hak, Ortodoks Rusyasına hâsım olanları
tarumar etmek için, kahraman- Kazak milleti ile bütün Rus ordusu üzerindeki
inayeti samedaniyesini idame ve zâtı şahanelerinin adımlarını şanlı Romanof
Hanedanının îlâyı şerefi, için zaferi
nihaîye doğra tevcih, ve İsal eylesin;
Hattâ Patrikhane, daha sonra Romanof hanedanını mahvü
perişan eden Bolşeviklere de aynı maksada matuf mektuplar yazmak bedbahtlığını
göstermekte pek acele etmiştir..
HİÇ BİR DEVİR VE HİÇ BİR TARİHTE TÜRKLER İŞGAL ALTINA
ALDIKLARI MEMLEKETLERİN DİNLERİNE, ÖRF VE ÂDETLERİNE MÜDAHALEYİ KATİYEN
AKILLARINDAN GEÇİRMEMİŞLERDİ. TÜRKLER, GAYRI MÜSLİM AHALİ HAKKINDA DAİMA İNSANÎ VE ADALET
PRENSİPLERİNE SADIK BİR SİYASET TAKİP ETMİŞLER VE BU SİYASET, SONUNDA,
İSTANBULDAKİ. KÜÇÜK BİR RUM AZINLIĞI OLDUĞU GİBİ KALMIŞTIR. Bütün, bunlar
Fener Patrikhanesi tarafından çok iyi biliniyor, Türklerin insani tarafı büyük
bir aşağılık duygusunun tesiriyle, namussuzca, istismar ediliyordu.
Bu arada Venizelos Kabinesinde Hariciye Nazarlığı
yapan Politis, 1919 senesinde politik bir gazeteye yandığı İlmî bir makalede «Yunanlılar
- Rumlar, Türkler tarafından görmekte oldukları himayenin emsaline diğer hiç
bir ecnebi idaresi altında nail olmak ümidini besleyemezler...»
diyebiliyordu.
Hakikaten Rumlar, Türkiye’de Türklerden daha müreffeh,
daha serbest yaşamışlardır. Bu., muhtelif vesilelerle, muhtelif, defalar gerek
dürüst Yunanlılar, gerek bitaraf ecnebiler tarafından defalarca izah
edilmiştir.
Ancak, din kisvesi altında akla hayale gelmeyecek
namussuzluklar icadında kimsenin kâbına varamayacağı bazı papazlar veya din
adamları, manasız bir takım azınlıkları daima, ve daima Türkler aleyhine
kışkırta gelmişlerdir.
PATRİKHANE Mİ? YUNAN MÜMESİSİLİĞİ Mİ?!..
Bu mevzuda fâzla uzağa gitmeğe lüzum yoktur. Küçük bir
misal vermek üzere, Sedad Simavî merhumun neşrettiği 7 Şubat 1341 tarihli
Resimli Gazeteden' şu fıkra alınmıştır:
Türklerin lütuf ve âtıfetleri ile İstanbul’da tesis
edildiği günden beri dedikodusu eksik olmıyan, münkariz Osmanlı Hükümeti
zamanında da, Türkiye Cumhuriyeti devrinde de vakit, vakit başımıza musallat
olan bir Patrikhane vardır.
Bu Patrikhane son günlerde ekmeğiyle yaşadığı,
doğduğu, büyüdüğü Türk vatanına hıyanet etmeyi kendisi için mukaddes bir vazife
addetmiş ve Yunan «Megalo İdea» sı için çalışmağa başlamıştı. Lozan
muahedesi esnasında devletler Patrikhanenin siyaset ve diplomasiden tecerrüdü
ile ruhanî bir müessese olarak İstanbul’da kalmasını talep etmişler, din ile
dünya işlerini ayıran genç Türkiye Cumhuriyeti de ruhâni bir müessese olmak
şartiyle Patrikhane’nn İstanbul’da kalması talebini kabul etmişti..
Fakat sıcak salonlarında, muhteşem koltuklarında
esdekayı bendegânlanmn dalkavukluğu karşısında saltanat süren papazlar yine
rahat durmamışlar ve «Ortodoks» luğu, Yunan «Megalo îdea» sına hizmet addederek
kemafissabık Yunanlılık şerefine ve Türklük zararına çalışmağa devam
etmişlerdir.
Cumhuriyet kavanini nazarında papaz, müftü, hacı, hoca
farkı olmadığı malûmdur.
Lozan’da aktedilen mübadele itilâfnamesi mucibince
mübadeleye tâbi olan Rum Başpapası Kostantin Araboğlu, Muhtelit Mübadele Komisyonunda
verilen karar üzerine Hükümet tarafından diğer millettaşları gibi Yunanistana
sevkedilmiştir.
— Nitekim 'Yunanistandan mübadele suretiyle birçok
müftülerimiz de İstanbul a gönderilmişlerdir. — Fakat yukarıda da söylediğimiz
veçhile vakit vakit başımıza belâ olan Patrikhane ve Patrikhanenin tahtında
müsetter «Megalo- idea» mefkûrecileri bu sefer yine yaygara kopararak
hükümetin bu çok meşru icraatına itiraz etmeğe ve Türklük aleyhinde
tefevvuhatta bulunarak Yunanistan! Türkiyenin umum dâhiliyesine müdahaleye
davet etmeğe başlamışlardır. Biz bu hâdise karşısında genç Türk Cumhuriyetinin
azimkar ve muzaffer Hükümetini, icraatından dolayı alkışlarken «Megalo idea»
serserilerine de şöyle hitap ediyoruz:
Susunuz kiryeler!... Burası Yunanistan değil...»
Külse mensunlan, Türkiye aleyhindeki fesat
tohumlarını tâ Kanunî zamanından beri ekmeğe çalışıyorlardı. Rum Patriği
Partenyosun Eflâk Voyvodasına gönderdiği mektup bu iddiaların en büyük delillerinden
birisini teşkil eder. Türkiyede yaşayan Rum'lar da din adamlarının tesirleri
altında kalarak daima bir ihanet şebekesi halinde hayat geçirmişlerdir.
İstanbul’da intişar eden Rumca- Buroiya gazetesi 3
Temmuz 921 tarihli nüshasında bu nankörlüğün örneklerinden birisini şöyle vermektedir:
«Yunanistan’ın Anadolu’da başladığı harp,
'Hıristiyanlığın müdafaası için olduğu ve Avrupa’nın emri müsaadesiyle vuku
bulduğu gibi Yunan ordusunun bu hususta Avrupa’nın vekili bulunması tabiîdir.
Yoksa Yunanistan’ın bu işi kendi kendisine başaramayacağı aşikârdır. Binaenaleyh
her ne karar verilirse verilsin Yunanistan muhakkak haklı çıkarılacaktır.»
Patrikhane tarafından organize edilen ve İstanbul’da
çıkan Rum gazetesinin yazısı, Türkler aleyhinde nasıl çalışıldığına, insanlık
nasibinden mahram bir kütlenin işi nerelere götüreceğine dair her hangi bir
vesikaya da ihtiyaç bırakmayacak kadar açıktır. İzmir ve Trakya’nın işgalinden
sonra, Türklerin ne müthiş katliamlara maruz kaldığının izahına da mükemmel
bir delildir.
Bundan başka, yine Pontos dâvasında ismi geçen,
Türklerin öldürülmesinin, Türk çocuklarının; katledilmesinin mukaddes bir gaye
olduğunu ileriye süren Patrikhane mensuplarından Trabzon Metropoliti
Hrisantos, Fener Patrikhanesinin en mühim uzuvlarından birisidir, Hırisantos
aslen Gümülcinelidir, Heybeliada’daki meşhur Ruhban Mektebinde okumuş, bilâhare
İsviçre ve Almanya’da tahsil etmiştir.
Anadolu’daki Metrepolithanelerde ele geçen ihanet
vesikalarında, daima Hrisantosun ismine tesadüf edilmektedir. Hrisantos, Patrik
Kaymakamı Dorotios ve Patrik tarafından doğrudan doğruya Pontos dâvasından baş
olarak vazifelendirilmiştir. Hrisantosun Avrupa memleketlerinde Pontos
dâvasiyle uğraştığı sırada vekâletini üzerine alan Metrepolit vekili ve Trabzon
mebusu Kofidi de keza Fener Patrikhanesi tarafından vazifelendirmiş bulunuyordu.
Halbuki Osmanlı Millet - Meclisinde Trabzon mebusu olarak vazife gören ve Türk
dostu olaraktan Kofidi ile Reisi Hrisantosa, daha 1909 tarihinde merkezi
Atina’da, buluttan «Küçük Asya Rum Cemiyeti» tarafından Pontos millî fikrinin
canlanması için mektuplar geliyordu. 24 Mayıs 1909 tarihli olan mektuplardan
birisi hulasaten şöyledir:
«— Şimdiye kadar maalesef bir türlü harekete
geçemeyen, millî fikrin canlanması ve millî menfaatlerimizin müdafaa ve
muhafazası maksadiyle kurulan «Küçük Asya Cemiyeti, İdare Merkezinin» çalışmaya
başladığım bildiririz. Müessisler, aylardanberi sükûn içinde çalışan yüzlerce
fedakâr âzadan mürekkeptir.. Teşkilâtınıza bu komitenin mevcudiyetinin bildirilmesi
rica olunur,»
Bu tarzda yazılan- mektuplar çoktur ve henüz Pontos
harekâtı başlamadan yıllarca, önce, Türklere kargı açılacak savaş kesbi
katiyet etmiştir. Trabzon Metropoliti Hirisantosa yazılan Paris 14 Kânunuevvel
1919 tarihli mektup bu kat’iyeti açık bir surette göstermektedir:
Majestik Oteli Paris/ 14 Kanunevvel 1919
……
Fakat, dikkat edelim, Fener Patrikhanesinin Orta
Kapısında Türk vatandaşlığına ihanet ettiği için asılan Gregoriyus da bir
papaz’tı. 1821 de Sultan ikinci Mahmudun emriyle bu kapının önünde Yunan
istiklâlini göden bir ruhanî olduğu için vatana ihanet suçuyla asılmıştı Bu
papazlar, tâ, Istanbulu alıp da Patrikleri serbest bırakan Fatih. Sultan
Mehmet zamanından beri kendilerini esir olmuş bir koyun sürüsünün çobanı sayarlar.
Vaktiyle Yunanlılardan bir muharrir şöyle demiş:
«Yunan milleti sabretmeyi bilir. Trova’dan ayrıldıktan
ve tam on sene denizlerin üstünde, her
türlü musibetlere, fırtınalara tehlikelere rağmen dolaştıktan sonra, nihayet
bir sabah. İtak Adasının hayal, meyal şeklini, baba evinin bacasından çıkan
dumanı gördükleri gibi, Yunan milleti de bir vakit gelecek İstanbul’a bir baba
evi gibi kavuşacaktır.»
Kaynak: Ali KARAKURT, Fener Patrikhanesinin İçyüzü,
Ekicigil Tarih Yayınları,1955, İstanbul s.1-39
Dr. Yusuf Gedikli
Adı geçen okulun açılması için senelerden beri teşebbüslerde bulunulduğunu,
bunun içeriden ve dışarıdan desteklendiğini basından takip ediyorduk. Ancak bu
sefer okulun açılması yönünde yoğun bir propaganda mevcut olduğu için, mesele
hakkındaki düşüncelerimizi kaleme alma gereği duyduk. Umarız düşüncelerimiz
faydadan hali kalmayacaktır.
1. Fener patrikhanesi tarihinde bir kaç önemli nokta
Fener patrikhanesi, Türk-Yunan münasebetlerinde önemli ve belirleyici rol
oynayan bir müessesedir. Türklerin hoşgörüsüyle kaim olan bu müessese, zaaf
anında en ufak fırsatları dahi değerlendirmeye kalkmış, bu yüzden iki patrik
idam sehpasında sallandırılmıştır.
İdama
mahkûm edilen ilk patrik, Köprülü Mehmed Paşa tarafından 1657’de astırılan 3.
Partenios’tur. İkincisi ise Mora isyanını teşvik ve himaye eden 2.
Gregoryos’tur. 2. Gregeryos, sadrazam Benderli Ali Paşa tarafından 1821’de
patrikhanenin orta kapısında astırıldığı için, patrikhanenin orta kapısı o
günden bu yana kapalı tutulmaktadır. Güya bu kapı patrikle eşit seviyede bir
Türk yetkilisi asıldığında açılacaktır. Türk yazarlarının sürekli yazdığı bu
hususu ihtiyatla karşılayacaklar olabilir düşüncesiyle, Yunan asıllı bir
yazarın kalemine müracaat ediyoruz:
“Ben
özellikle kütüphaneye gitmek istediğimden soldaki kapıdan içeri giriyorum.
Çünkü ortadaki kapı 132 yıldan [1821’den] beri kapalı duruyor. Bu durum
sadrazam Benderli Ali Paşanın patrik Gregorios’u öldürtmesinin geleneksel yas
ve protesto gösterisidir.” (İlhan Pınar, “Avrupalı gözüyle 1950’li yılların
İstanbul üçlemesi”, Toplumsal Tarih, Mart 1994, 3. sayı, 11. s.).
Büyük
Larousse, Fener Ortodoks Rum Patrikhanesi maddesinde şunları yazmaktadır:
“Mora
ayaklanmasını açıktan açığa kışkırtan patrik, patrikhanenin ana giriş kapısı
önünde, dinsel giysileriyle asıldı (22 nisan 1821). Bu tarihten sonra
patrikhanenin ana giriş kapısı sürekli kapalı tutuldu. Kapının arkasına
Ghrigoros [Gregoryos] II’nin bir resmi konuldu ve patrikhaneye orta kapısının
sağındaki kapıdan girilip, solundakinden çıkılmaya başlandı.” (Büyük Larousse,
7. cilt, 4031. s.).
Patrikle
beraber üç de metropolit asılmıştır. Tarih okuyan bir kişi şu noktayı hayretle
tesbit etmektedir: Hıristiyan din adamları, özellikle Yunanlı din adamları,
dinin işlevi olan “barış ve sevgi” yerine her zaman “savaş, düşmanlık
ve kin” aşılamışlardır. Bu hüküm günümüz için de geçerlidir. O kadar ki,
2000’e 1 kala Yunan başkentinin merkezinde cami yapma yasağı hâlâ kalkmış
değildir (Milliyet, 20 mayıs, 1999).
Yunan anayasası
da ortodoks Grek olmayı “milliyet tayin edici koşul” olarak kabul etmekte ve
ırkçılığa cevaz vermektedir (Zeynep Göğüş, “1923’te AB mi vardı?”, Sabah, 14
Aralık 1997, 5. s.). Dolayısıyla patrikhane bugün iyi niyetli bir müessese ise,
bir iyi niyet gösterisinde bulunmalı ve orta kapıyı açmalıdır.
Büyük Larousse, patrikhanenin İstiklal Savaşı sırasındaki faaliyetlerini şöyle sıralamaktadır:
“...Mütareke yıllarının (1918) başlaması ile birlikte patrikhane Bizansı yeniden diriltmek, Türk topraklarından bir bölümünü Yunanistana bağlamak için yoğun bir faaliyete girişti. Bu amaçla Etniki Eterya, Rum Matbuat Cemiyeti, Rum İttihad-ı Milli Cemiyeti, Rum İzcilik Teşkilâtı, Rum Trakya Cemiyeti, Rum Küçük Asya Cemiyeti vb. kuruluşları parasal yönden destekledi. Yunan başbakanı Venizelos’un İstanbula yolladığı iki siyasi temsilci ile iş birliği yaparak İstanbul’dan toplanan 5.000 [beş bin] gönüllü Rumu silahlandırıp İzmir ve Trakyaya gönderdi. İstanbul resmen işgal edilince (16 mart 1920) patrikhaneye Bizansın çift başlı kartal armasını taşıyan bayrağı çekildi. Doğu Karadenizde Pontos Cemiyetinin silahlı çeteleri sivil Türk halkını topluca öldürmeye başladılar.” (Büyük Larousse, 7. cilt, 4031. s.).
Büyük Larousse, patrikhanenin İstiklal Savaşı sırasındaki faaliyetlerini şöyle sıralamaktadır:
“...Mütareke yıllarının (1918) başlaması ile birlikte patrikhane Bizansı yeniden diriltmek, Türk topraklarından bir bölümünü Yunanistana bağlamak için yoğun bir faaliyete girişti. Bu amaçla Etniki Eterya, Rum Matbuat Cemiyeti, Rum İttihad-ı Milli Cemiyeti, Rum İzcilik Teşkilâtı, Rum Trakya Cemiyeti, Rum Küçük Asya Cemiyeti vb. kuruluşları parasal yönden destekledi. Yunan başbakanı Venizelos’un İstanbula yolladığı iki siyasi temsilci ile iş birliği yaparak İstanbul’dan toplanan 5.000 [beş bin] gönüllü Rumu silahlandırıp İzmir ve Trakyaya gönderdi. İstanbul resmen işgal edilince (16 mart 1920) patrikhaneye Bizansın çift başlı kartal armasını taşıyan bayrağı çekildi. Doğu Karadenizde Pontos Cemiyetinin silahlı çeteleri sivil Türk halkını topluca öldürmeye başladılar.” (Büyük Larousse, 7. cilt, 4031. s.).
Patrikhanenin
tarih boyunca ve İstiklal Savaşı sırasındaki faaliyetleri hakkında 1922’de
Ankarada Matbuat ve İstihbarat matbaasında basılan Pontus Meselesi isimli
kitapta ayrıntılı bilgi vardır (33-50. sayfalar arasında). Kitabın orijinal
şekliyle yeni baskısı tarafımızdan yapılmıştır (Pontus Meselesi, Bilge Karınca
y., İstanbul 2002, 534 s.).
Mustafa
Kemal Atatürk, Nutuk’un hemen başında patrikhanede bir Mavri Mira (kara talih)
cemiyeti kurulduğunu ve bunun zararlı faaliyetlere başladığını kaydetmiştir
(Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Milli Eğitim Bakanlığı y., İstanbul 1997, 1.
cilt, 2. s. ve 3. cilt, 899-901. s. (vesikalar kısmı).
Doğal olarak İstiklal Savaşında patrikhanenin tezgâhladığı oyunların pekalâ farkında olan Mustafa Kemal, 2 kanun-i sani 1339 [2 ocak 1923] tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği beyanatta patrikhaneyi “fesad ocağı” olarak tanımlamıştır:
Doğal olarak İstiklal Savaşında patrikhanenin tezgâhladığı oyunların pekalâ farkında olan Mustafa Kemal, 2 kanun-i sani 1339 [2 ocak 1923] tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği beyanatta patrikhaneyi “fesad ocağı” olarak tanımlamıştır:
“...Ekalliyetlere
gelince bu babda mübadele meselesini derpiş etmiştik. Diğer devletlerin
murahhasları da bu zeminde bizim fikrimizi takib ve tasvib eylemişdiler. Lakin
bir fesad ve hıyanet ocağı bulunan ve memlekette tohum-i nifak ve şikak
[bozgunculuk ve ayrılık tohumu] saçan, Hıristiyan hemşehrilerimizin huzur ve
refahı içün mucib-i şeamet ve felaket [felaket ve uğursuzluğa sebep] olan Rum
patrikhanesini artık topraklarımız üzerinde bırakamayız. Bu tehlikeli teşkilâtı
memleketimizde muhafazaya bizi mecbur etmek içün ne gibi vesile ve sebebler
irae olunabilir [gösterilebilir]?
Türkiye’nin
Rum patrikhanesi içün arazisi üzerinde bir melce [sığınak] göstermeye ne
mecburiyeti var? Bu fesad ocağının hakiki yeri Yunanistanda değil midir?”
(Atatürk bu beyanatı 1. Lozan Konferansının uzaması üzerine vermiştir. Gazete
Taksim Belediye Atatürk Kütüphanesinde mevcuttur).
Patrikhanenin
nasıl bir müessese olduğunu Atatürk’ten daha iyi kim bilebilir?
2.
Dimitrios’tan sonra patrikhanenin politika ve faaliyetleri
Patrikhane
tarihte olduğu gibi bugün de Yunanlılar için büyük ehemmiyet arzetmekte, Türk
resmi protokolünde Eyüp kaymakamına bağlı olan patrik, Yunanistan devlet
protokolünde devlet başkanı seviyesinde kabul görmektedir. Aynı şekilde Avrupa
ve Amerika’daki seyahatlerinde de kendisine çok yüksek seviyede bir protokol
uygulanmaktadır.
Patrikhanenin
bütçesinin büyük kısmı Yunanistan tarafından temin ve faaliyetleri Yunanistan
tarafından finanse edilmekte, patriğin dış gezileri için özel uçak ve gemiler
tahsis edilmektedir.
Patrikhanenin önceki yıllara göre daha faal bir duruma gelmesi Bartholomeos’un selefi Dimitrios zamanında başlamıştır. Bu faaliyetler Sovyetler Birliğindeki açıklık ve yeniden yapılanma politikalarıyla hemen hemen eş zamana rastlamaktadır.
Patrikhanenin önceki yıllara göre daha faal bir duruma gelmesi Bartholomeos’un selefi Dimitrios zamanında başlamıştır. Bu faaliyetler Sovyetler Birliğindeki açıklık ve yeniden yapılanma politikalarıyla hemen hemen eş zamana rastlamaktadır.
Dimitrios’un
öncelikli isteği patrikhane binasının tamir edilmesiydi. Uzun süren girişimler
sonucu devrin başbakanı Turgut Özal, Amerikan başkanı Bush’un ve eski başkan
Carter’ın teşebbüsleri üzerine 9 nisan 1988’de buna izin vermiştir (Süreyya
Şahin, Fener Patrikhanesi ve Türkiye, Ötüken, İstanbul 1996, 310. s. vd.). Özal
1964’te bloke edilen Rum mallarını da iade etmiştir. Patrikhane tamir edilerek
17 Aralık 1989’da açılmıştır.
4.
Bartholomeos’un patrik oluşundan sonraki faaliyetler
Patrik 1.
Bartholomeos (asıl adı Dimitri Arhondoni’dir), 2 kasım 1991’de (Şahin, 11. s.)
iş başına geldikten sonra selefinin ve kendisinin bir çok idealini
gerçekleştirmeye çalıştı. Bunları üç başlık altında toplamak mümkündür.
1. Ekümenik
(evrensel, cihanşümul) patrik olma iddiası.
2.
Heybeliada ruhban okulunun açılması.
3.
Patrikhanenin Vatikanvari bir devlet olması.
1.
Ekümenik patrik olma iddiası: Bartholomeos’un “kendinden menkul” de olsa, bu
idealini gerçekleştirdiği söylenebilir. Her ne kadar bütün patrikler ve Türkiye
kabul etmese de, Fener patrikhanesi kendisini ekümenik patrik olarak
görmektedir ve bir anlamda önemli olan da kurumun kendisini böyle kabul
etmesidir. En azından Fener patrikhanesi ilkliği, eskiliği, tarihî rolü itibariyle
primus inter pares (eşitler arasında birinci)’dir.
2.
Heybeliada ruhban okulunun açılması. Patrikhane bu idealini de gerçekleştirmek
için canla başla çalışmaktadır. Bu mevzu üzerinde biraz sonra geniş olarak
duracağız.
3.
Vatikanvari devlet ideali: Şimdilik bu son aşamadır. Ancak daha Dimitrios
zamanında propagandası yapılan bu fikir de böyle giderse bir gün
gerçekleşebilir?!. Zira ABD üst yönetimi de bu fikri desteklemektedir (Şahin,
315. s.).
Patrikhanenin
bunu gerçekleştirmek için gayrımenkul aldığı Türk basınına pek çok kez aksetmiş
ve patrik de bunu kabul etmiştir (Şahin, 322. s.).
4.
Patrikhaneye içten ve dıştan destek verenler
Patrikhane
bu okulun açılması için AB’den ABD’ye kadar bir çok uluslararası teşekkül ve
devleti devreye sokmuştur.
Patrik,
1994 yılında geleneklere aykırı olarak Avrupa Parlamentosunun açılışını yapmış
ve burada bir temsilcilik açmayı planladıysa da sonradan bundan vazgeçmiştir
(Şahin, 318. s.).
Dış destekçiler arasında ABD başkanlarının Fener patrikhanesine her zaman özel ve aktif bir destek sağladıklarını görüyoruz. Atatürk’ün Nutuk’ta, zararlı faaliyetlerde bulunan Mavri Mira (kara talih) cemiyeti azaları arasında saydığı Athenagoras (1886-1972. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Milli Eğitim Bakanlığı y., İstanbul 1997, 3. cilt, 899. s. (vesikalar kısmı), 1948’de Başkan Truman tarafından verilen destekle İstiklal Savaşındaki faaliyetleri unutularak Türk vatandaşlığına alınmış ve patrik seçilmişti. Truman onu özel bir uçakla ve özel bir mektupla göndermişti (Şahin, 282. s.). Az evvel dediğimiz gibi eski başkanlardan Carter, patrikhanenin tamiri için lobi yapmıştı. Başkan Bush da 1990’da patrik Dimitrios’a özel ilgi göstermiş (Şahin, 307. s.), Türk gazetelerinin yazdığına göre Başkan Bush’un karısı da Özal’ın hanımına İstanbul’dan Konstantinopolis olarak bahsetmişti.
Dış destekçiler arasında ABD başkanlarının Fener patrikhanesine her zaman özel ve aktif bir destek sağladıklarını görüyoruz. Atatürk’ün Nutuk’ta, zararlı faaliyetlerde bulunan Mavri Mira (kara talih) cemiyeti azaları arasında saydığı Athenagoras (1886-1972. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Milli Eğitim Bakanlığı y., İstanbul 1997, 3. cilt, 899. s. (vesikalar kısmı), 1948’de Başkan Truman tarafından verilen destekle İstiklal Savaşındaki faaliyetleri unutularak Türk vatandaşlığına alınmış ve patrik seçilmişti. Truman onu özel bir uçakla ve özel bir mektupla göndermişti (Şahin, 282. s.). Az evvel dediğimiz gibi eski başkanlardan Carter, patrikhanenin tamiri için lobi yapmıştı. Başkan Bush da 1990’da patrik Dimitrios’a özel ilgi göstermiş (Şahin, 307. s.), Türk gazetelerinin yazdığına göre Başkan Bush’un karısı da Özal’ın hanımına İstanbul’dan Konstantinopolis olarak bahsetmişti.
Daha sonra
AGİT zirvesi için Türkiye’ye gelen başkan Clinton da 17 kasım 1999 tarihinde
patrikhaneyi ziyaret etmiştir.
8 nisan
2000 günü patrikhaneyi ziyaret eden Alman cumhurbaşkanı Johannes Rau da,
patriğe ruhban okulunun açılması için lobiye devam etmesi gerektiğini, konuyu
Demirel ve Ecevit’le de görüştüğünü söylemiştir (Posta, 9 nisan 2000, pazar,
15. s.).
13 Eylül
2000’de Albright, İsmail Ceme Amerika’daki görüşmede aynı isteği tekrarladı
(NTV, 20 haberleri).
Patrik yurt dışında olduğu gibi yurt içinde de önemli desteklere sahiptir. Türkiye’deki bazı cemaatlerden ve finans kuruluşlarından, Türkiye’nin en zengin iş adamlarından ve çok tirajlı gazetelerin tanınmış yazarlarından da büyük destek görmektedir (İş adamı ve kurumlardan bazıları Bizans eserlerini özellikle restore etmektedir, ancak Beyazıt hamamı Beyazıt meydanında hâlâ onarılmayı beklemektedir).
Patrik yurt dışında olduğu gibi yurt içinde de önemli desteklere sahiptir. Türkiye’deki bazı cemaatlerden ve finans kuruluşlarından, Türkiye’nin en zengin iş adamlarından ve çok tirajlı gazetelerin tanınmış yazarlarından da büyük destek görmektedir (İş adamı ve kurumlardan bazıları Bizans eserlerini özellikle restore etmektedir, ancak Beyazıt hamamı Beyazıt meydanında hâlâ onarılmayı beklemektedir).
Patrik ve
patrikhane bazı iş adamları ve bazı gazetelerin tanınmış yazarlarından ve bazı
siyasetçilerden büyük destek görmüş ve görmektedir. Tabiatıyla tarih bunları
Halet Efendi rolünde değerlendirecektir. Ancak aynı şahıslar objektif ve
tarafsız davranıp Yunanistan’da müftüsünü seçemeyen Türk azınlığının
problemlerini maalesef dile getirmemektedirler. Patrik seçimle gelmesine
rağmen müftü tayinle gelmektedir. Yunanistan bir iki yıl önce ramazanda Batı
Trakya’ya gönderilen imamları sınırından içeri dahi sokmamıştır.
(Heybeliada
ruhban okulunun açılmasıyla ilgili düşüncelerimizi gelecek yazımızda ele
alacağız).
HEYBELİADA RUHBAN OKULU AÇILMALI MI?
17 ağustos
1999 Marmara depremi bütün dünyanın ilgisini Türkiye üzerinde topladı. Bu
felaket üzerine Yunanistan’dan da bir ekip ve bir miktar ayni yardım gönderildi.
Toplam olarak 60’dan fazla ülkeden ekip, ayni ve para yardımı yapıldı. Medya bu
yardımları abartarak verdi ve Türk insanı belki de kurtarma çalışmalarının
çoğunun yabancılar tarafından gerçekleştirildiğini sandı. Halbuki BM
Teşkilâtının ilgili bölümünün açıklamasına göre kurtarmaların % 95’ini Türkler
gerçekleştirdi. Yine medya batıdan yapılan yardımları abartarak verirken en
büyük yardımı yapan Irak hükümetinin 10 milyon dolarlık petrol yardımının
üzerinde gereği kadar durmadı.
Daha sonra
Yunanistan’da meydana gelen depreme giden Türk ekipleri de ilgiyle karşılandı.
Böylece her iki millet birbirine sıcak mesajlar gönderdi. Bu durum Abdullah
Öcalan yüzünden iyice gerginleşen Türk-Yunan ilişkilerini etkiledi. İki ülkenin
resmi yetkilileri dostça demeçler vermeye başladı. Vaziyet milletlerarası
arenaya da aksetti. ABD, Kıbrıs için kolları sıvadı. AB, Türkiye’yi adaylığa
kabul edeceği mesajları vermeye başladı.
Bütün
bunlar Yunanistan için bir can simidi oldu. Zira bu ülke az önce söylendiği
gibi Öcalan meselesinden dolayı Türkiye ve dünya kamu oyu önünde çok zor duruma
düşmüştü. Yunanistan her zamanki fırsatçılığıyla bu handikabı büyük bir
maharetle aşmış, dostluğu menfaate tahvil etme noktasına gelmiş, Türkiyeden
bazı jestler, mesela Heybeliada ruhban okulunun açılmasını beklemeye
başlamıştır.
Camisiz Atina Atinada bir tane caminin olmadığını geçen defa yazmıştık. Gerçi Yunan Meclisi 21 haziran 2000 tarihinde Atinanın 30 kilometre dışındaki bir yere cami yapılmasını “mecburen” onaylamıştır. Zira 2004 Atina olimpiyatları için bir ibadet yerinin olması uluslararası kaidelere göre “mecburidir.”
Dikkat edilirse cami Atinanın içine değil, 30 km. dışına yapılmaktadır. Çünkü Yunanlının Atinanın içinde camiye tahammülü yoktur.
Yunan
meclisindeki oylamaya 100 milletvekili katılmış, bunların 39’u red, 55’i evet
oyu vermiştir. Ortodoks kilisesi ve bazı çevreler “mecburiyet”e rağmen tepki
göstermişlerdir. Cami, Suudi Arabistan ve Kuveyt tarafından finanse
edilecektir.
Türk
egemenliğinde 4 asırdan fazla kalan Yunanistan’da ve bu arada Atinada inşa
edilen binlerce cami ya yıkılmış, ya da kaderine terkedilmiştir.
Yunanistan’da
haziran ayında hükümetin AB standartlarına uymak için nüfus cüzdanlarından din
hanesini çıkartmak istemesi de büyük tepki ve gösterilere sebep olmuştur (NTV,
21 haziran 2000, saat 20.00 ana haber bülteni).
Yine
geçenlerde yazdığımız gibi ABD yayınladığı insan hakları raporunda Atinadaki 20
bin Müslümanın camisi ve din adamı olmadığını vurguladı (Aydınlık, 10 mart
2002, 20. s.).
Şimdi
Heybeliada ruhban okulu hakkındaki fikrimizi beyana geçebiliriz.
6.
HEYBELİADA RUHBAN OKULU AÇILMALI MIDIR?
Bize göre
açılmamalıdır. Çünkü okulun açılması aşağıdaki göstereceğimiz bir çok sakıncayı
beraberinde getirecektir. Bu bakımdan okulun açılmasına direnmek lazımdır. Bu
isteğe karşı direnecek gerekçelerimiz vardır. Şöyle ki:
Bir kere
Türkiyedeki Rum cemaati çok azalmıştır. Bazı kaynaklara göre 2.000 (iki bin),
bazı kaynaklara göre 4.000 (dört bin)’dir. Bu kadar kişi için bir okul
açılmasına ihtiyaç yoktur. Ermeni cemaatinin yaptığı gibi mevcut kiliselerde
verilen eğitim yeterlidir. Üstelik günümüzde Gökçeadadaki Marianti Sözde
olayında olduğu gibi bazı Rum vatandaşlarımız cenazelerini İslami kurallara
göre gömdürmektedir (Sabah, 30 ekim 1999, 2. s.).
Türkiye
ırk, dil, din ve mezhep bakımından bir tür mozaiktir. Eğer ruhban okulu
açılırsa, özel okul olarak açılacaktır. Bu durumda Ermeni, Süryani, Türk
Ortodoks, Katolik, Protestan, Yehova Şahitleri, Bahailer, Babiler ve benzeri
bir sürü din, mezhep, tarikat, gurup vs. aynı isteklerle karşımıza çıkacaktır. Çünkü bu, onlara bir emsal teşkil edecektir. Ülkemiz demokratik bir ülke
olduğu ve bu cemaatler dışarıdan desteklenecekleri için, isteklere karşı çıkmak
zor, hatta imkânsız olacaktır. Böyle bir durum Türkiye’de halen mevcut olan
Hıristiyanlık propagandasını da arttıracaktır. Neticede Türk toplumu dinsel
yönden parçalanacak ve huzursuzluklar, çatışmalar, çekişmeler, tartışmalar
yaşanacaktır. Zaten ülkemizin yeteri kadar derdi mevcuttur. Bunlara yeni
dertlerin eklenmesine lüzum yoktur. Hepsinden önemlisi laik bir ülkede kanuni
yönden bunlara müsaade etmek nasıl mümkün olacaktır?
İşin daha
da katmerli sakıncalar içeren yanı Türkiye’deki İslam mezhep, tarikat ve
guruplarının da özel okul istekleriyle karşımıza çıkabilecekleridir. Zaten Alevi vatandaşlarımız böyle bir talepte bulunmaktadır. İleride
Şiiler, Nusayriler vs. guruplar da böyle bir istek yaptıkları takdirde bunlara
karşı nasıl durulabilecektir? Neticede böyle bir karar her bakımdan
Pandoranın kutusudur.
Patrikhanenin
nihai hedefi Vatikanvari bir devlete ulaşmaktır. Ancak patrikhanenin Vatikan
olması da mümkün değildir. Zira Türkiye laik bir ülkedir ve dinî kıstaslara
göre herhangi bir siyasi-idari teşekkül oluşturulamaz. Patrikhaneye özel okul,
özerklik ve Vatikanvari (olmaz ama olduğunu var sayalım) yer tahsis edildiği
takdirde, Müslümanlara da benzeri okul, özerklik ve Vatikanvari halifelik
merkezi talep etme hakkı doğacaktır (1999’da Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay
başkanlarının konuşmalarını hatırlayalım).
Bizce Türkiye şimdiye kadar nasıl direndiyse, yine direnmeye devam etmelidir. Bunun için de elimizde tutarlı ve demokratik gerekçe vardır. O da şudur:
Bizce Türkiye şimdiye kadar nasıl direndiyse, yine direnmeye devam etmelidir. Bunun için de elimizde tutarlı ve demokratik gerekçe vardır. O da şudur:
Bilindiği
üzre batı ülkeleri demosa, yani halka, kamuoyuna büyük önem verirler, onu
dikkate almadan yapamazlar. Biz de onlara bu hususta Türkiye’nin yukarıda
saydığımız zorlukları olduğunu, kamuoyunun bu konuda hassas bulunduğunu,
iktidardaki partilerin oy kaybına uğrayacağını (üstüne üstlük milliyetçi bir
parti bugün iktidar ortağıdır) söyleyeceğiz. Kanuni gerekçeleri, Batı
Trakya’daki durumu da buna ilave edeceğiz. Böyle yaptığımız takdirde
kanaatimizce hiç bir şey diyemeyeceklerdir.
7. Her
şeye rağmen okul açılacaksa hangi şartlarla açılabilir?
Laik
Türkiye’de devlet Müslüman din adamı yetiştirme işini nasıl yerine getiriyorsa,
Hıristiyan din adamı yetiştirme işini de yerine getirebilir. Dolayısıyla
Hıristiyan din adamları da devletin açacağı okullarda yetiştirilebilir.
Devletin açacağı böyle bir okuldan dışarıdaki ortodoks Türkler (Gagoğuzlar,
Çuvaşlar, Yakutlar ve saire) de yararlanma imkânına kavuşmuş olur. Dışarıdaki
ortodoks Türklere Türkiye’de din adamı yetiştirildiği takdirde Türkiye’ye
yakınlık duyacakları tabiidir. Bu da Moldova, Ukrayna, bilhassa Rusya gibi
ülkelerde bir nevi lobi demektir.
Bu şekilde
bir okul, üniversitelerimizin herhangi birinde mevcut olan ilahiyat
fakültelerine bir Hıristiyan ilahiyatı bölümü ilave edilmesiyle mümkün
olabilir. Böylece eğitim ve diğer faaliyetler de kontrol edilmiş olur.
Okulun
öğretim elemanları Türk vatandaşlarından meydana gelmelidir.
Kısaca
okulun öğretim ve eğitim işi kesinlikle ve kesinlikle devletin elinde olmalıdır
(Suret-i kat’iyede özel üniversitelerin, vakıfların, yarı resmi kuruluşların
elinde olmamalıdır). Aksi takdirde bir çok mahzurlar ortaya çıkacaktır.
Türkler
duygusal bir millettir. Çabuk kızar, çabuk öfkelenir, çabuk düşman olurlar.
Ancak aynı şekilde tez sakinleşir, kolay ve çabuk dost olurlar. Yunanlılar da
Türklere benzer. Onları da duygusal olarak nitelemek mümkündür. Lakin onların
Türklerden ayrılan bir hususiyetleri, Çinliler ve İngilizler gibi doğuştan
diplomasi kabiliyetine sahip olmalarıdır. Bu hususiyetleri Doğu Roma (Bizans)
devrinden günümüze kadar süregelmiştir.
Tarih şunu
göstermiştir ki Türklere zorla bir şey empoze ettirilemez. Depremden sonraki
durum, zorla bir şey kabul ettirilemeyen Türklere güya iyilikle bir şey kabul
ettirme havasını vermektedir.
Şimdi bu dostluk havasını hemen menfaate tahvil etmeye çalışan Yunanistan anlaşılan Heybeliada ruhban okulunun açılması yönünde umut besliyor (Daha önce basından izlediğimiz okulun açılma haberlerini 26 ekim 1999 sabahı televizyonlardan da dinledik. Atina muhabiri Yorgo Kırbakinin verdiği bilgilere göre Yunanistan Türkiyeden jestler beklemektedir ve bunlardan biri de Heybeliada ruhban okulunun açılmasıdır. NTV, 08.00 haberleri).
Şimdi bu dostluk havasını hemen menfaate tahvil etmeye çalışan Yunanistan anlaşılan Heybeliada ruhban okulunun açılması yönünde umut besliyor (Daha önce basından izlediğimiz okulun açılma haberlerini 26 ekim 1999 sabahı televizyonlardan da dinledik. Atina muhabiri Yorgo Kırbakinin verdiği bilgilere göre Yunanistan Türkiyeden jestler beklemektedir ve bunlardan biri de Heybeliada ruhban okulunun açılmasıdır. NTV, 08.00 haberleri).
Bu tam
manasıyla tipik Yunan politikası ve salam taktiğidir. Salamın ucunu gösterip
hiç bir şey vermeden bir şey almaktır (Batı Trakyada ders kitaplarına izin
verilmesi ruhban okuluyla eşit derecede bir taviz değildir). Peki sonra ne
olacak? Heybeliadayı açınca Yunanistan karşılığında bir şey mi verecek?
Kesinlikle
hayır!
Sadece
daha fazla isteyecek ve yine salamın ucunu gösterip verir gibi yaparak, “verirsen
ben de karşılığını veririm” havasına bürünecek. Biz de verecek diye
bekleyeceğiz, bekleyeceğiz ve sonunda hiç bir şey elde edemediğimizi hayretle,
üzüntüyle, kendimize olan saygımız zedelenmiş halde göreceğiz. Özetle her
seferinde biraz salam ve sonunda Avrupa Birliğine girişe red.
Atatürkün bir sözü mealen şöyledir: “Milletlerarası münasebetlerde merhamete yer yoktur.” Bu vecizeyi göz önüne alarak, “Yunanistan ve Avrupa deprem dolayısıyla bize acıdı, bizi AB’ye alacak” şeklinde düşünmek doğru değildir? Bu tür düşünceler safdilliktir. Herkesin bildiği gibi AB’ye giriş “uzun ince bir yoldur.” Bugün “alacağız” derler, yarın “üyeliğinizi askıya aldık” derler. Zaten Almanya 28 Ekim 1999’da Fischer vasıtasıyla Türkiye’nin AB’ye hazır olmadığını söyleyerek baklayı ağzından çıkarmıştır.
Özet olarak Yunanlıların ve batılıların politikalarına güvenip jestler, tavizler, hele hele karşılıksız jestler ve tavizler vermeyelim. Zira tavizin sonu gelmez. Bir şey veriyorsak hiç olmazsa eşitini alalım da verelim. İç ve dış propaganda ve baskılara boyun eğip hatalar yapmayalım. Yoksa Mora isyanı sırasında 2. Mahmudu yanıltan divan-ı hümayun başkâtibi Halet Efendinin haline düşeriz ki tarih, toplum ve vicdanımız bizi bağışlamaz (Halet Efendi, Fenerli Rum beyleriyle olan dostluklarına binaen isyan hakkındaki soruşturmalarda hadiseyi ört bas etmeye çalışmış, padişahı sürekli yanıltmış, dolayısıyla isyanın başarılı olmasına meydan vermiş, bu fiillerini hayatıyla ödemişti).
Atatürkün bir sözü mealen şöyledir: “Milletlerarası münasebetlerde merhamete yer yoktur.” Bu vecizeyi göz önüne alarak, “Yunanistan ve Avrupa deprem dolayısıyla bize acıdı, bizi AB’ye alacak” şeklinde düşünmek doğru değildir? Bu tür düşünceler safdilliktir. Herkesin bildiği gibi AB’ye giriş “uzun ince bir yoldur.” Bugün “alacağız” derler, yarın “üyeliğinizi askıya aldık” derler. Zaten Almanya 28 Ekim 1999’da Fischer vasıtasıyla Türkiye’nin AB’ye hazır olmadığını söyleyerek baklayı ağzından çıkarmıştır.
Özet olarak Yunanlıların ve batılıların politikalarına güvenip jestler, tavizler, hele hele karşılıksız jestler ve tavizler vermeyelim. Zira tavizin sonu gelmez. Bir şey veriyorsak hiç olmazsa eşitini alalım da verelim. İç ve dış propaganda ve baskılara boyun eğip hatalar yapmayalım. Yoksa Mora isyanı sırasında 2. Mahmudu yanıltan divan-ı hümayun başkâtibi Halet Efendinin haline düşeriz ki tarih, toplum ve vicdanımız bizi bağışlamaz (Halet Efendi, Fenerli Rum beyleriyle olan dostluklarına binaen isyan hakkındaki soruşturmalarda hadiseyi ört bas etmeye çalışmış, padişahı sürekli yanıltmış, dolayısıyla isyanın başarılı olmasına meydan vermiş, bu fiillerini hayatıyla ödemişti).
Şunu da
unutmayalım:
Bütün
dünya gibi Avrupa ve özellikle Yunanistan da, dış politikada Makyavelizme ve
çifte standarda sahiptir. Umarız Türkiye
duygusal davranmaz. (1 kasım 1999-25 haziran 2002).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar