HZ. FÂTIMA ANNEMİZ
Haluk
Nurbaki
Anlatılması en güç olan
Yüce Sultan Hz. Fâtıma aleyhisselâmı hiç değilse bir zerre konuşabilme fırsatı
ver YARABBİ!.
Gerçekten Hz. Fâtıma'yı
anlatmak fevkalade güç bir olaydır. İslam'ın Nurdan Annelerini anlatmaya niyet
ettiğimiz günden beri bunun sıkıntısı içindeyim. Çünkü bir kimseyi tanıtma,
anlatmak için onun on tane özelliğinden bir tanesini anlatsanız kafidir. Aşağı
yukarı onu tanıtmış olursunuz. Yüz tane özelliğinden hiç değilse on tane anlatırsanız
yine o şahsı tanıtmış olursunuz. Ama bir kişi düşününüz ki, otuz trilyon
özelliği var nasıl anlatabilirsiniz? Mümkün değil. Ne kadar anlattım sansanız,
ancak milyarda birini anlatabilirsiniz. Milyarda birini anlattığınız 'zaman da
hakikat ışığı gerçekleşmemiş olur. Çünkü, Hz. Fatıma bu zaman dilimine düştüğü
zaman, yani mana aleminden beşeri zaman dilimine . düştüğü zaman bunun esrarını
çözmek ne bir âlime, ne bir . veliye ne de her hangi bir kimseye nasip
olmamıştır.
Çünkü Hz. Fâtıma'da
yaratılışın çok çetin bir esrarı gizlidir. Bu yüzden Hz. Fatıma'nın sıradan bir
insan gibi anlayabilmemiz, anlatabilmemiz mümkün değildir. Onu anlamaya
kalkmak, alem-i vahdetle, alem-i kesret arasındaki o gizli ahengi hissedebilmek
sırrına sahip. olabilmekle mümkündür. Çünkü Hz. Fatıma'nın varlığı, aşk-ı İlahi
olan Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem'in gönül nurunun anlaşılması anlamına
gelir.
Ama fevkalade ilginç bir
kolaylığımız var. 0, rahmetin zirvesi olduğu için kendi kendisini anlatır.
Göreceksiniz ben ne kadar eksik anlatırsam anlatayım, gönlünüzde Hz. Fâtıma’ya
ait bir takım güzellikleri fark edeceksiniz. Hz. Fâtıma bütün mü'min ve
mü'min'elere şefkat etmeye, merhamet etmeye, şefaat etmeye söz vermiş. Onun
için 'kadir gecesi Fâtıma annemizce çok önemlidir.
Mahkeme-i Kübra'nın,
yani kıyametteki ilahi mahkemenin, bütün insanların, ebedi saadetin peşinde
koşarak cennette bir adımlık mesafe kapabilmek için yarıştıkları o müthiş
imtihan gününün perdesinde bir zat vardır: "Hz. Fâtıma..." Kesinlikle
herkesin evrakı Hz. Fâtıma'nın önüne gidecek.
Çünkü, Hz. Fâtıma
annemiz Efendimizin (sallallâhü aleyhi ve sellem) zahiri görüntüde maddi
gücünün çok zayıf olduğu, mali imkanlarının çok düşük olduğu bir zamanda
evlendi. Ve .evlenirken gerçekten tasavvuru mümkün olmayan bir tevazuyla Hane-i
Saadetten hiç bir dünyevi eşya beklemedi. Hz. Fâtıma, maddeyle mananın karışım
yeri olan Ehl-i Beyt kanalının sırrını intişar ettirmek üzere yüklendiği bu
vazifenin içerisinde büyük bir zevk alemindeydi. Öyle bir zevk alemindeydi ki,
maddesel bir eksikliği düşünecek durumda değildi. Zaten öyle bir gönüle de
sahip değildi. Onun gönlünde yalnız ALLAH zevki vardı
Biliyorsunuz Hz.
Fâtıma'nın meşhur bir duası vardır. Allah'ın çok hoşuna giden bir duadır bu.
Hz. Fâtıma, ''YARABBİ BENİ BİR GÖZ AÇIP KAPAYACAK KADAR ZAMANDA SENDEN GAYRI
BIRAKMA" diyordu
Allah'a duasında. Onun için, Fâtıma annemizin dünyevi herhangi bir şeye
üzülmesi mümkün değildir.
İddianame mutlaka Hz.
Fâtıma kanalından geçecek. Bu, elbette Hz. Fatıma'nın daha beş yaşındayken
alemlerin Fahr-i Ebedisi yüce Peygamberimizin arkasında o
minicik adımlarıyla
İlah-i Kelimetullah'ın, İslamiyet'in yayılması fazındaki büyük çabası, büyük
hevesi, büyük aşkıdır.
İnsanlar ne kadar
gaflette olmalı ki, Hz. Fatıma gibi sonsuz merhamet ve şefkat sahibinin
vizesine rağmen imtihandan geçmemek ahmaklığını gösteriyor.
Hz. Fâtıma annemiz
müşriklerle mücadele verirken bir taraftan cesaretiyle, bir taraftan gönlündeki
heyecanla, bir taraftan da o minicik yavru manasıyla Efendimizin etrafındaydı.
Fahr-i Kainat Efendimiz nerede bir mücadele veriyorsa, o minicik adımlarıyla
Hz. Fatıma oradaydı.
Hatta bir gün Ebu Cehil
denen it, Fahr-i Kainat Efendimize yüksek dozda hakaretlerini yağdırırken, Hz.
Fâtıma bize bir cesaret örneği göstererek:
"SÖZLERİNİ AYNEN SANA
İADE EDİYORUM. O HAİN SÖZLERİ, O ADİ SÖZLERİ AYNEN SANA İADE EDİYORUM"
dedi. Ebu Cehil hırsa kapıldı ve Hz.
Fâtıma'ya bir tokat attı. O attığı tokatla beraber Hz. Fâtıma'nın gönlünden
öyle bir ok çıktı ki, o anda herkes bu tokat nasıl telafi olacak, İlahi huzurda
bunun hesabı nasıl verilecek diye tereddütler içerisinde kıvranırken Hz. Fâtıma
gönlünden çıkan bu oklarla bütün İslam düşmanlarını kahretti. Onun için Fâtıma annemiz
Müslümanlara ne kadar müşfik ve merhametliyse, İslam düşmanları ve İslamiyet'i
tahrip etmek üzere tuzak kuranlara karşı da kadar cesur bir mücahittir.
HER BAKIMDAN USTA
Çünkü Hz. Fâtıma'nın hem
savaş ustalığı, hem gönüllere merhem ustalığı, hem mücadele ustalığı hem de
irade ustalığı vardır. Bütün bu ustalıkları beş yaşından başlayarak beraber
yürütmüştür. Fâtıma annemizin bu cesaret sırrının içerisinde büyük bir hikmet
vardır. Bu milletin Türk-İslam cemaatlerinin özündeki cesaret sırrı Hz. Fâtıma'nın
o beş yaşında mücadeleye girdiği sırla özdeştir. Hz. Fâtıma'nın gönlündeki bu
cesaret sırrı Kerbela'da Zeynel Abidin'in Horasan'a kaçırılması şeklinde
Türklere verilen bir görev olmuş ve o günden bu güne kadar bu milletin sırtı
yere gelmemiştir. Çünkü bu millet Hz. Fâtıma'dan dua almıştır. Bunun için de bu
milleti kimse yıkamıyor. Herkes birden ayağını kaydırmak istiyor. Hep beraber
akıllısı, delisi, haini hepsi bu milleti yere yatırmak istiyorlar, mümkün
değil... Bu millet Hz. Fâtıma sırrı taşıyor boşuna heveslenmesinler.
Hz. Fâtıma dünyasını değişmeden minicik yavrusu Hz.
Hüseyin'in masum yüzüne baktı, baktı ve gelecekteki hıyaneti seyretti. Büyük
bir elemle yavrusunun bu dünyada hainlerin hıyanet sofrasına
bıraktırılmışlığının acısıyla gözlerini kapamak üzereyken o anda Zeynel Abidin
Hazretlerinin, dolayısıyla Ehl-i Beyt'in yedi Türk atlısı
tarafından kurtarılıp Horasan'a Türkistan'a götürülmesini seyretti ve
gözlerinden bir damla zevk göz yaşı döküldü. Zeynel Abidin Hazretlerinin Horasan'dan
Türkistan'a doğru kaçırılırken uğradığı en büyük durak ve yedi atlı ÇEÇENLERDİR, unutmayınız. Bu sırla, bir hayvan ordusunu,
bir hayvan sürüsünü; nasıl dize getirdiklerine bakın.
Sanıyor musunuz maddesel
bir sırdır bu? Hz. Fâtıma'yı tanırken hepsini tanıyın. Nerede bir ışık varsa,
nerede bir gönül cesareti varsa, nerede bir aşk varsa orda Hz. Fâtıma'yı şekil
olarak aramayın. Bütün güzelliklerin, bütün sevdaların, bütün cesaretlerin,
bütün ilmin içinde Hz. Fâtıma vardır. Çünkü Fahr-i Kainat Efendimiz çok açık ve
net olarak "KUR'AN'IN ZAHİRİ MANASI ÜZERİNDE PEK ÇOK ALİM
GELECEK, BİRBİRİNDEN GÜZEL YORUMLAR YAPACAKLAR AMA KUR'AN'IN ENFÜSİ MANASINI
FÂTIMA DA BİLECEKTİR" buyuruyor.
Gerçekten Kur'an'ın
özündeki enfüsi sırların anlaşılması akılla fikirle değil, ancak gönül
kanalıyla yapılacak bütün esrarlı yorumların merkezi Hz. Fâtıma'dır. Hz.
Fâtıma, Fahr-i Kainat Efendimizdeki manevi sırların manaya aktarım noktasıdır.
Hz. Ali nasıl ilmin kapısı ise, Hz. Fâtıma da gönlün kapısıdır.
Hz. Fâtıma'dan vize
almayan hiç kimse gönül telleri üzerinde raks edemez, hiç kimse sevemez, hiç
kimse merhamet edemez, hiç kimse şefkat gösteremez. Bütün şefkatlerin,
merhametlerin ve dolayısıyla gönlün tek ilacı olan infakın, ita'nın sırrı, Hz. Fâtıma'dan
geçer. Nasıl geçer? Bakın ben size yine ilahi tabloda sabitleşmiş bir görüntüyü
anlatacağım.
Kainat yaratıldığı
günden itibaren enva-i çeşit ilahi senaryolar oynanır. Bunların bize en sık
bahsedileni biliyorsunuz "ELEST MECLİSİ"dir. (inananlar, Fahr-i
Kainatın sırrını sezebilenler yahut da elest meclisinden telef olanlar) Bu bir
İlahi senaryodur ama hep devam eder. Elest Meclisi zamanı bitmemiştir, zaman
ötesinde devam eder. Bir çok hadiseler böyle esrarlı bir senaryonun zevki
içerisinde İlahi nazara, ilahi seyre muhatap olurlar.
Hz. Fâtıma annemizin bir
olayı vardır ki, İlahi zevkle çok büyük coşku vermiştir. Hz. Fâtıma annemiz
evlendiği zaman az evvel de arz ettiğim gibi çok darlıkların olduğu günlerdi.
Efendimiz düğün yemeği yapmak üzere hususi ,surette hurma, tereyağı ve yoğurt
(süzme. yoğurt) getirtti ve kendi eliyle bir hurma tatlısı yaptı. İlk defa
Fahr-i Kainat Efendimiz icad etti bu hurma tatlısını. Hurmayı yağla yoğurdu,
bir saat kadar yoğurduktan sonra, onu da süzme yoğurtla kesti. Bu
yemeği Hz. Fâtıma annemizin mahrum kalmaması için düğün yemeği olarak hazırladı
ve bütün ashab bu yemekten tattı. Düğün gecesi bir tabak da gerdek için ayrıldı
ve gelin odasına kondu.
Hz. Fâtıma annemiz ve
Hz. Ali Efendimiz namazlarını kıldılar. Önce bu namazın özelliğini anlatmak
istiyorum. Gerdek namazı İslamiyet'e bu gece intikal etmiştir. Fahr-i Kainat
Efendimiz Hz. Ali ve Hz. Fatıma'ya gündüzden tembih etti. "BU
ÇOK ESRARENGİZ BİR NAMAZDIR. BUNU SAKIN KENDİNİZ KILMAYIN. BEN KILDIRACAĞIM" dedi.
Efendimiz o namazı kıldırırken madde ile mananın tıpkı o hurma misalinde olduğu
gibi yoğunlaşıp büyük bir sırrın çıkacağını gösteriyordu ki Efendimizin
kıldırdığı o namaz sonunda insanlığın ölmesi engellendi. Çünkü Ehl-i Beyt zuhur
etti. Ehl-i Beyt'in zuhuru, evrenler için o kadar önemli bir hadise ki, Ehl-i
Beyt'in zuhur etmesiyle insanlık yeniden kaosa girmekten kurtuldu, İslamiyet
nuru, İslam nuru geldi. İslamiyet'in nurunun gelişi insanları kör kuyuya
düşmekten kurtardı. Zira insanlar gerçekten kör kuyuya düşmüşlerdi.
Hıristiyanlık, Bizans
denilen manyakların eline düşmüş, zaten diğer dinlerden hayır yok vahşeti talim
ediyorlar, Romalı insanlar ise zevk için yaşıyorlar. Böyle bir devirde nasıl
İslamiyet gelip insanlığı kurtarmışsa, Efendimizden sonra da bu İslam nuru
Ehl-i Beyt kanalıyla yer yüzüne yeni bir dirilik getirmiştir. İşte bu diriliğin
kapısı Efendimizin kıldırdığı zifaf namazıyla açılmıştır. Bu zifaf namazıyla
beraber açılan o kapıdan madde ile mana tıpkı Efendimizin yaptığı hurma tatlısı
gibi yoğrularak girdi. Hurma tatlısının yapısındaki hikmet gibi madde ile mana
karışarak yeni bir enerji meydana getirdi.
İşte bu tatlı, zifaf
yemeği olarak konduktan sonra, Hz. Ali ve Hz. Fâtıma tam yemeğe niyet ettikleri
sırada kapı çalındı ve bir yoksul geldi. "ÜÇ GÜNDÜR AÇIM. BANA BİR LOKMA YİYECEK VERİN" dedi.
Daha fakirin sözü bitmeden Hz. Fâtıma babasının büyük emekle yaptığı tatlıyı
fakire verdi. İkinci gün Efendimiz bir tatlı daha gönderdi. Aynı şekilde gece
yine kapı çalındı "ÜÇ GÜNDÜR AÇIM" diyen
bir yetim geldi. Hz. Fatıma annemiz yine tatlıyı verdi.
Üçüncü gün yine kapı
çaldı. "Çok açım" diyen bir esir geldi. Hz. Fâtıma annemiz başka bir
yiyecekleri olmadığı halde yine tatlıyı verdi. Kendileri aç olarak
sabahladılar.
Bunun üzerine Fahri
Kainat Efendimiz İnsan Sûresinin 8-11. ayetlerinin vahyedildiği müjdesini
vermiştir:
«Onlar
içleri çektiği halde, yiyeceği yoksula, yetime, ve esire yedirirler. "Biz
sizi ancak Allah rızası için doyuruyoruz, karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.
Doğrusu biz çok asık suratların bulunacağı bir günde Rabbimizden korkarız" derler.
Allah da onları bu yüzden o günün fenalığından korur, onların yüzüne parlaklık
ve neşe verir."
Allah bazı senaryoların
bazı bölümlerini dondurur. Nasıl dondurur? O an devamlı işleyen bir film
gibidir. Baştan sona kadar biter, tekrar başlar, biter yeniden başlar. Çünkü
Cenab-ı Hak, Fâtıma annemizin gönlündeki bu sehanın, bu her şeyini vermenin bu
cömertliğin hikmetini seyretmiş. Bir düğün yemeğini, bir zifaf yemeğini,
üstelik Fahr-i Kainat'ın özel olarak onun için yaptığı yemeği, yani, Fahr-i
Kainatın özel hediyesini dahi bir fakire infak etmek hikmetinden ayrılamıyor
Hz. Fâtıma
Hz. Fâtıma, bu sırların
macunlarım hazırlarken tıpkı Efendimizin düğününde yaptığı o müthiş tatlı gibi
mana zevkini bütün mü'minlere tattırdı. Bu hikmet içerisinde bir gün Hz. Veysel
Karani, Efendimizi ziyarete geldi. Kapıyı Fâtıma annemiz açtı. Veysel Karani "RASÛLULLÂH
SALLALLÂHÜ ALEYHİ VE SELLEM EVDE YOK MU?" diye sordu. Fâtıma
annemiz "YOK YA ÜVEYS" diye
cevap verdi. Veysel Karani Hz. "PEKİ O ZAMAN SELAMLARIMI SÖYLEYİN. AMA NEREYE BASIYORDU?
BANA GÖSTERİR MİSİNİZ" dedi.
Gösterdiler. Eğildi yeri öptü ve "ALLAHIN İZNİ BU KADAR" dedi.
Veysel Karani
hazretlerinin Fahr-i Kainat Efendimizle görüşememesi bir anne tenbihatı veya
annesinden izin alamadı gibi gösterilir ama aslı bu değildir. Çünkü
Rasulullah'ı görmesine Cenab-ı Hak müsaade etmemişti. Veysel Karani Fahr-i
Kainatı göremeyenlerin okuludur. Gönüllerden gönüllere Resûlullah'ı anlatsın ve
öğretsin diye Cenab-ı Hak müsaade etmemiştir.
Bu nedenledir ki, Fâtıma
annemizin çok özel durumlar dışında maddi sohbetlere geldiği, katıldığı pek
görülmezdi O yanlız mana kanalıyla gönülden gönüle cereyan geçirirdi. Bunun da
en büyük sırrı asr-ı saadetteki fakir ve kimsesizleri İslam çadırının altına
toplamasıdır. Dikkat ederseniz, Asr-ı Saadette köleleri ve fakirleri vurmak,
asmak, kırmak, dövmek müşriklerin çok kolay başvurdukları bir yoldu. Böyle bir
icra sırasında, hiçbir kölenin, hiçbir fakirin, hiçbir yetimin, hiçbir
cariyenin Müslümanlığa gelmemesi lazımdı. Gelemezdi, çünkü ertesi gün perişan
ederlerdi. Peki nasıl oldu da, köleler, cariyeler akın halinde İslamiyet'e
gelmeye başladılar? İşte bu Hz. Fâtıma'nın sırrıdır.
Hz. Fâtıma, nerede bir
zavallı cariye, nerede kimsesiz bir yetim varsa evvela gönüllerine bir cesaret
enjekte ediyordu. Manada, Hz. Fâtıma'nın nazarına ermek için dua ederlerdi.
Halen, daha yeryüzüne inmemiş, diyelim ki on sene sonra gelecek bir insan,
yeryüzünde varlığını sürdürebilmek için, hele hele mü'min olarak yaşayabilmek
için Hz. Fâtıma eczanesinden ilaca muhtaçtır Gönül ilacına, cesarete muhtaçtır.
Çünkü Allah demek yürek ister. Şimdi bakmayın siz millet bedava Allah diyor.
Yoksa Allah demek gerçekten yürek ister. İşte bu yürek Hz. Fâtıma sırrında
gizlidir.
Hz. Fâtıma, nerede,
yetim, kimsesiz, boynu bükülmüş varsa, evvela nazar eder, o nazarıyla onun gönlündeki
büküntüyü, zayıflığı, çaresizliği söndürür ve yerinde bir ışık yakardı. Hatta
biliyorsunuz Hz. Ebu Bekir çok köle satın almış, onları azad etmiş ve bu
şekilde şöhret yapmış bir yüce büyüğümüzdür. Bir gün bir sohbet sırasında
konuşulurken Hz. Ebu Bekir'e sordular: "SİZİN SEVABINIZA NASIL ERİŞİLİR? BU KADAR KÖLE ALDINIZ,
AZAD ETTİNİZ, ONLARI HÜRRİYETLERİNE KAVUŞTURDUNUZ" dediler.
Bir çoklarını tanıyoruz. Başta Bilal-i Habeşi olmak üzere bir çok köleyi,
cariyeyi büyük İslam hanımlarını satın. alarak hürriyetlerine kavuşturdu. İşte
bu şanları kendisine hatırlatırken Hz. Ebu Bekir "BİZİM YAPTIĞIMIZ BİR
ŞEY DEĞİL. ONLARI DİRİLTEN FÂTIMA'DIR. ÇÜNKÜ ONLARIN EVVELA DİRİLMESİ CESARET
BULMASI LAZIM. SATIN ALMA İKİNCİ FASIL" diye cevap verirdi.
Nitekim biliyorsunuz
kölelerin, cariyelerin, öksüzlerin, yetimlerin, kimsesizlerin hayatının
yaşanması için Hz. Şeyma. müjde vermiştir. Efendimizin Bi'set-i Muhammedisinde,
yani Asr-ı Saadette Kur'an inzal olur olmaz Hz. Şeyma o müthiş türküsünde
müjdeler olsun açlar, susuzlar, kimsesizler, çaresizler, öksüzler Muhammed
(sallallâhü aleyhi ve sellem) geldi diye Fahri-i Kainatın sırrını açıyordu. Bu
Muhammed (Sallallâhü aleyhi ve sellem) geldi, sırrıyla beraber Hz. Fâtıma
gönülleri diriltiyordu.
Niçin acaba cariyelerin,
kölelerin mü'min olarak canlanabilmeleri için cereyan veriyordu? Çünkü Fahr-i
Kainatın gönlü mutlaka bir kişinin daha mü'min olmasını istiyordu. Fahr-i
Kainat Efendimizin gönlündeki bu sevda, Hz. Fatıma'ya öyle bir yansıyordu ki,
Efendimiz ne düşünürse, Hz. Fâtıma'da onu düşünüyordu.
Hz. Fâtıma annemiz çok
genç yaşta dünyasını değiştirdiği için ilerideki senelerde Hz. Fâtıma'yı
tanıyanlar çok az oldu. En iyisi Hz. Aişe'ye sormaktı. Hz. Aişe annemize, Hz.
Fatıma'yı en iyi sen tanırsın diye sorduklarında: "RASULULLAH'A BU
KADAR BENZEYEN BİR CANLI DAHA OLAMAZ. SESİ, HAREKETLERİ, DAVRANIŞLARI, GÖZÜNÜ
AÇIP KAPATIŞI, AKLINIZA NE GELİRSE HER ŞEYİYLE RASULULLAH'A ÇOK BENZERDİ. HATTA
YÜRÜYÜŞLERİNDE BİLE, BEN BİLE BAZEN RASULULLAH MI GELİYOR DİYE TEREDDÜTE
DÜŞERDİM" derdi.
Bu içli dışlı benzeme
nedir? Bu, Aşk-ı İlahinin aynı karta' basılmasıdır. Hz. Fâtıma bir nevi Fahr-i
Kainat gönlünün fotokopisi olmuştur. Yalnız, Hz. Fâtıma'nın ve Fahr-i Kainat
Efendimiz gönlü temelli olarak İlahi tecelli ile mustağraktır.
Biliyorsunuz Allah, kainatı yaratma sırrını sonsuz
güzelliğini seyretmek, akıl almaz ilmini sergilemek için zuhur ettirmiştir . Bu
akıl almaz sırrın, ilmin ve güzelliğin zuhuru bir taraftan Cenab-ı Hak'kın
yaratma sırrı içerisinde bir motivasyon yani bir noktadan, bir hareketten bir
harekete geçişti. Her an ayrı bir şeende tecelli etme sırrıydı. Bu sır öylesine
derinlemesine bir sürate girdi ki, Allah sonsuz derinliklerinde öyle bir aşk
ateşi ile cereyanını fırlattı ki, o cereyanın en son noktasında Kalb-i
Muhammediyi, Nur-u Muhammediyi yarattı. Bu "MUHAMMED MUSTAFA SALLALLAHU ALEYHİ VESELLEM'dir. Niye?
Üstad Necip Fazıl'ın
dediği gibi "KULUN BİTTİĞİ AMA
ALLAHIN BAŞLAMADIĞI" bir
hikmettir. İşte bu hikmet Fahr-i Kainat Efendimiz'in gönlündeki hikmettir.
Bundan dolayıdır ki Allah ne zaman kendisini seyretmek istese Kalb-i
Muhammediye teveccüh eder.
Fâtıma annemiz doğduğu
zaman Fahr-i Kainat Efendimizin beş, altı çocuğu daha vardı. Fakat Fâtıma
annemiz doğduğunda Resulullah Efendimiz "BU EBEDİ NURDUR" dedi.
Çünkü kendi nurunun ebedileşmesi, sonsuzlaşması söz konusuydu. İşte bu hikmeti
yakala mü'minler ve mü'mineler tasavvuftan gelen, mana ilimlerinden gelen
hikmetle her şeylerini Hz. Fâtıma sının içerisinde toparlamaya çalışmışlardır. Öyle
olmuştur ki, eski Osmanlı Selçuk kadını yoğurt çalarken (mayalarken) Hz. Fâtıma
eliyle demiş yara sararken Hz. Fâtıma'nın eliyle dem gözünü kapatırken Hz.
Fâtıma'nın sırrından Muhammed’le demiştir. Bu
sayede bin sene ayakta durmuştur. Özelli İslam hanımları ve aklı başında İslam
erkekleri de tabii Fatıma'nın sırrıyla yaşadığı için onlar da ebedileşmiştir.
Yeniçerilerin kılıcında
Hz. Fâtıma' sırrı vardır. Allah'
izniyle Çeçenlerin kılıcında da Hz. Fâtıma sırrı vardır Bundan dolayı
yenilmeleri mümkün değildir. Televizyon Şeyh Şamilin sözünü bazen gayet
güzel veriyorlar. "SON ÇEÇEN ÖLENE KADAR BU SAVAŞ BİTMEZ" diye
Neden? Çünkü Hz. Fâtıma sırrı vardır da ondan.
Hz. Fâtıma sırrının
özünü bakın Kur'an nasıl tarif ediyor: "İNNA ATAYNA KEL KEVSER (BİZ SANA KEVSERİ VERDİK" Bütün
müfessirler Kevser üzerinde zihin yormuşlar, gönül yormuşlar, kitap okumuşlar,
hadisle ayetler incelemişler. Kevser ne demek diye Kevser konuşulurken lisan
kalıpları içerisinde geçmiş bir kelime değil. Kur'anda geçtikten sonra bütün
alimler toplanmış acaba Kevser nedir diye yakalamaya çalışmışlar. En sonunda
bir çok alim kabul etmiş ki, KEVSER KESİNLİKLE FÂTIMA'dır
Unutmayınız, Fatıma
annemizin bir sırrı da Kevser sırrıdır. Binaenaleyh, Hz. Fatıma'nın kevser
sırrına bir çokları da cennette bir nehir demiş. Enva-i çeşit yorumlar
getirmişler ama Kevser kesinlikle Hz. Fatıma annemizdir. Allah: "SANA BİTMEZLİK SIRRI VERDİM" diyor.
Çünkü kevser, ebter'in zıddıdır. Ebter güdük, soyu kesik demektir. Bir ömür
boyu yaşar, ondan sonra biter demektir. Kevser, ebterin zıddıdır. Ebterin zıddı
Hz. Fatıma'dır.
Bütün bereketin sırrı
Hz. Fâtıma'dır. Bütün bereketin hikmeti Hz. Fâtıma'dır. İlmin bereketinin sırı
Hz. Fâtıma'dır. Bu, Hz. Fâtıma'nın şahsi meselesi olmaktan çıkmış, Allah Fahr-i
Kainat kanalından bereket intişar ettirmiştir. Çünkü Cenab-ı Hak Miraç'da
Efendimize doğrudan doğruya: "SENİN BANA YAPTIĞIN TAHİYYATLAR-ÖVGÜLER, GÜZELLİKLER,
TESBİHLER, HEPSİ SENİN DE ÜZERİNE OLSUN , AYRICA BEREKETİM DE ÜZERİNE
OLSUN"
diye hitap etmiştir.
Kesret alemi dediğimiz,
Allah'tan gayrı olan her şey ancak bereket sırrıyla ayakta durabilir. Cenab-ı
Hak bu sırrının anahtarını Fahr-i Kainat Efendimizin nezdinde, Hz. Fâtıma'ya
yansıtmıştır. Bereket dediğimiz şey, yani hiç olmaz gibi görülüp de büyük bir
rahmetle gerçekleşen şeylerdir. İşte bu bereket sırrı doğrudan doğruya Hz.
Fâtıma'ya aittir, bunu hiç unutmayınız.
Eğer bereketin peşinde
koşacaksanız. Hz. Fâtıma'yla ilgi kurmaya bakın. Elbette ki ilgi kurmak onun
rahmetine aittir. Biz ne yapsak ona layık değiliz ki, ilgi kuralım. Ama
unutmayalım ki, Hz. Fâtıma üst üste iki gün aç kalarak zifaf yemeğini fakire veren
bir gönüle sahiptir. Hz. Fâtıma'nın kapısına gidip de cimrilikle, pahillikle
hele hele israfın envai çeşit manyaklığıyla ve dünya rağbetiyle kapısını
çalamazsınız. Eğer sen dünyaya böyle çılgın bir şekilde rağbet ediyorsan, git
başka kapıda oyna arkadaş. Hz. Fâtıma'nın kapısında sessizlik var, Hz.
Fâtıma'nın kapısında gönül aşkı var, cesaret var, sevgi var, rahmet var,
merhamet var. Ama bunların hepsini biz kendimiz yapamayız da, Hz. Fatıma
vasıtasıyla kazanabiliriz. Hz. Fâtıma'nın özellikle kendisinden sonra gelen
ümmete karşı apayrı bir şefkati ve sevgisi vardır.
Hz. Fatıma bütün rahmet
meziyetIeri karşısında fevkalade nazlı bir gönül yapısına sahipti. Nitekim bunu
dünyasını değişirken göstermiştir. Dünyasını değişirken ikindi üzeri Hz. Ali
Efendimizi yanına çağırmış "VEDA İÇİN GEL
BAKALIM"
demiştir.
Hz. Ali, Fatıma annemize
"FÂTIMA
BEN NASIL DAYANACAGIM RASULULLAH'TAN SONRA SENİN HASRETİNE. RASULULLAH GİTTİ
DAHA ONUN ACISINI HAZMEDEMEMİŞKEN SENA NASIL DAYANIRIM? NASIL DAYANIRIM BU
ACIYA?" dediği
zaman Hz. Fâtıma annemiz:
"BU MANANIN ÇOK ÖZEL
BİR SIRRIDIR. SAKIN GÖNLÜNE BİR ŞEY GETİRME.
HEM BEN SENİN İÇİN BİR EŞ
BİLE SEÇTİM.
Hz. ESMA. (Hz. Esma Hz.
Cafer'in eşiydi) Hz. CAFER'İN ŞEHADETİNDEN SONRA DUL KALAN EŞİ ESMA'YI SANA EŞ
OLARAK SEÇTİM.
BEN AKŞAM ÜZERİ DÜNYAMI
DEGİŞECEĞİM.
ALLAH BANA ÇOK ENGİN BİR
RAHMET LÜTFETTİ.
HEM SENİN BANA OLAN
AŞKINDAN, TUTKUNDAN, COŞKUNDAN BİR NOKTAYI KIRMAK İSTİYORUM. BENİ ESMA
YIKAYACAK, SUYU MU SEN DÖKECEKSİN
(Buradaki inceliğe
bakınız. Gönlünde ki en zor, içerisine girilmez noktada bizzat eliyle getirip
sokuyor. Hz. Esma'yı)
YANLIZ BİR RİCAM VAR,
CENAZEMDE DÖRT KİŞİDEN FAZLASINI İSTEMEM" diyor.
Tasavvuf tarihinde bunu hiç kimse anlamamış. Hz. Fâtıma'nın
cenazesinde niçin dört kişi vardı? Zaten akşamdan sonra dünyasını
değiştirmesinin hikmeti de buydu. Çünkü Hz. Fâtıma eğer dünyasını gündüz
değişirse bütün Medine cenazeye sökün edecek. Ama akşamdan, yatsıdan sonra
değişirse, İslami gelenek gereği cenazeyi fazla bekletmek, gömmek icap
ettiğinden kalabalık olması mümkün değil. Dolayısıyla da Hz. Fâtıma'nın verdiği
listenin dışında kimse yoktu cenaze namazında. Bu dört kişi Hz. Dıhye, Hz. Selman, Hz. Ebuzer, Hz. Ammar ve Hz. Ali'nin bizzat kendisiydi. Peki
başka sevenleri yok muydu? Bunu kimse bilememiş.
Biliyorsunuz hikmetler
ağacında bu dört şahsın dört ayrı istisnai gönül sırrı vardır. Hz. Ebuzer'in
akıl almaz cömertliği vardır. Hz. Ammar'ın akıl almaz cesareti vardır. Bunlar
hep ayrı ayrı tesis edilmiş ayrı ayrı ışıklar. Gönül sigortalarını Fahr-i
Kainat Efendimizin sırrıyla Hz. Fâtıma'ya tamir ettiren kimselerdir. Hz.
Dıhye'nin de tasavvur edilemeyecek kadar şiddetli çalışan bir gönül makinası
vardır. Hz. Dıhye'nin gönül makinası o kadar şiddetli çalışırdı ki, kime
İslamiyeti teklif etmişse hemen Müslüman olmuştur.
Peygamber Efendimiz'in "Selman
Ehl-i Beyt'imizdendir" buyurduğu
hepimizin malumudur.
Diğer İslam büyükleri,
Ashabın diğer yüceleri bir kavime İslamiyet'i tebliğ ettiklerinde üçü beşi
kabul eder, diğerleri etmeyebilirdi ama Hz. Dıhye kime tebliğ etse,
emredersiniz demiştir. Bu onun özel bir sırrıdır. Hz. Ali Efendimizin her an
savaşta olması nedeniyle, Hz. Fâtıma annemizin iki çocukla, ev işleriyle
yorulduğu çok dar zamanında, en zor günlerinde Hz. Hasan ve Hüseyin
Efendilerimizi size çok yük oluyor diye alır gezdirirdi. Hz. Dıhye bu
davranışıyla Hz. Fatıma annemize öyle bir rahatlık verirdi. Bir gün Fatıma annemiz
"ALLAH'DA ONUN GÖNLÜNE RAHATLIK VERSİN" diye dua etti. Hz.
Dıhye gönlündeki bu rahatlıkla .kime tebliğ etse Müslüman olurdu.
Efendimiz çeşitli
ülkelere elçi gönderirdi. Heraklius'a bizzat Dıhye'yi gönderdi. Çünkü söyler
söylemez Müslüman yapacak tek kişi Dıhye idi. Nitekim Dıhye Heraklius’a İslami
mesajı getirdiğinde evvela Heraklius itiraz edecek oldu.
"BİZ BÜYÜK BİR
MEDENİYETİZ. SİZ BİZİ NASIL BÖYLE DİNE DAVET EDİYORSUNUZ" gibisinden
bir şeyler söyledi. Dıhye teklif etsin de o itiraz etsin. Olacak şey değildi.
Dıhye'nin üzerinde büyük bir şaşkınlık vardı, tam kapıdan çıkacaklardı ki,
Heraklius'un adamı geldi ve
"AKŞAM YEMEGİNE
BEKLİYORUZ" dedi.
Heraklius akşam yemeğinden sonra Dıhye'ye
"EFENDİNE SÖYLE, BEN
MÜSLÜMAN OLDUM. AMA AÇIKLAMAYACAGIM, AÇIKLARSAM BENİ ASARLAR YERİME ÇOK ŞER BİR
KUMANDANI İMPARATOR YAPARLAR, O DA SİZİ YOK ETMEK İÇİN MEDİNE'NİN ÜZERİNE
ORDULAR GÖNDERİR. ONUN İÇİN BEN MÜSLÜMANLIĞI GÖNLÜMDE YAŞATACAĞIM.
Yalnız FAHR-İ
KAİNAT BİLSİN Kİ; BEN MÜSLÜMANLIĞI KABUL ETTİM. NİTEKİM BEN ONUN MEKTUBUNU
KALDIRIYORUM SAKLAYACAGIM. HİÇ BİR SAYGISIZLIK GÖSTERMEYECEGİM. YANLIZ GÜNEYDEN
GİDİP (ÜRGÜP GÖREME CİVARI) ORALARDA BİZİM HERAKLİT DİYE BÜVÜK BİR İLİM ADAMIZ
VAR. ONA İSLAMİYETİ TEBLİG ET. ONUN BÜVÜK BİR HATIRI VARDIR. EĞER KABUL
ETTİREBİLİRSEN BÜTÜN YÖRE HALKI MÜSLÜMAN OLUR" dedi.
Hz. Dıhye dönüşte uğradığında
Heraklit'e rastladı. Heraklit Dıhye'den teklifi alıp İslamiyeti kabul eder
etmez halk onu linç etti. Bu olayı Hz. Fatıma'nın bir sırrını daha anlatabilir
miyim diye aktardım. Hz. Dıhye, Hz. Fatıma'nın gönlünü rahatlattı diye, onun
işlerini kolaylaştırdı diye Cenab-ı Hakkın verdiği sırra bakın ki, otomatik bir
ilahi şartel gibi nereye düşerse oraya iman mührünü basıyor. İşte bu sır Hz.
Dıhye'nin şahsına ait bir sır değil, Hz. Fatıma'nın sırrı. Onun için Hz.
Dıhye'yi bir örnekleme olarak anlattık.
Bu dört kişinin Hz. Fatıma'nın cenaze namazını kılmaktaki hikmeti budur.
Hz. Fâtıma'nın cenaze
namazından söz açılmışken çok önemli bir cenaze sırrı vermek istiyorum. Fahr-i
Kainat Efendimize cenaze namazı nasıl kılınır diye sorduklarında "BUNUN
KOLAYINI FÂTIMA BULUR" buyurdular.
Resulullah Efendimiz
dünyasını değiştiğinde, Fatıma annemiz.: "RASULULLAH'IN CENAZE NAMAZINI HERKES KENDİ KILSIN,
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM ÖNCE BEN KILIYORUM" dedi.
Hz. Fâtıma kıldı, sonra
Hz. Ali kıldı sonra. bütün İslam hanımları, erkekleri sırayla tek tek kıldılar.
Fahr-i Kainat Efendimizin cenaze namazını kılma operasyonlar sırasında Allah
Resuluyla, Fatıma arsında çok şiddetli bir ceryan geçti. Bu ceryan dolayısıyla
o andan itibaren cenaze namazları cenazenin gönle istikametinde kılınmaya
başlandı. Yani imam cenazenin kalbi hizasında durarak cenaze namazı kıldım. Bu
İlahi ceryana bir daha rastlanır mı, rastlanmaz mı derseniz, elbette
rastlanmaz. O ayrı bir mesele ama ona benzetmek kafidir.
Bu vesile ile bir şey
daha anlatmak istiyorum. Peki Hz. Fatıma niçin dayanamadı Efendimize? Bir
çokları sanır ki çok seviyordu, onun için doyamadı hasretine ki, o bizim gibi
sıradan biri mi ki Resulullah'a hasret duysun. O, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi
ve sellemi her an görüyordu. Efendimiz Alem-i Cemale teşrif ettikten sonra da
görüyordu.
Binaenaleyh Hz. Fâtıma
babasına hasret değildi. Peki niye dayanamadı? Dayanamadığı şey neydi?
Dayanamadığı özellik neydi? Bu çok önemli bir şeydir. Hz. Fatıma'nın dünyasını
değişmesine ait çeşitli tahminler var. Kırk gün diyenler var, üç ay diyenler
var. Efendimizden sonra en uzun dört ay sonra dünyasını değişti diyenler var.
Hz. Fâtıma'nın çözülmezliklerinden biri de budur. Hep Efendimizle beraber
olduğu halde, her şeyi anlayabildiği halde, Efendimize dayanamamasının sırrı,
sebebi nedir? Bu dayanamamanın hikmeti Fahr-i Kainat Efendimizin sonsuzluğa
intikal sırrıdır.
Hz. Fâtıma. annemiz,
Efendimizin yeryüzündeki hayatındaki şerit içerisinde hep onunla beraber, hep
onu seyrediyordu. Onun dayanamadığı şey Efendimizin bu dünyadan ayrıldığı
platformundaki sır değildi. Efendimizin Alem-i Cemale intikalinden sonra bütün
mana alemlerinin, onsekiz bin aleme intikal eden manasının hasretine
dayanamadı. O hasrete karışmak için mecburi olarak kendi kendini o kanal
içerisinde yok etti. Yani Efendimizin manadaki sırrına intikal etmek için yok
oldu. Fahr-i Kainat Efendimiz o kadar ağır bir cazibeydi ki, Fâtıma annemizin
bu intikalini, manada ki intikalini büyük bir hasretle bekledi. Bu sevginin
muayyen safhalarını bilmeyenlere bazı şeyleri anlatmak çok zordur, Alemlerin
her birisinde, cin aleminde, melekler aleminde enva-i çeşit esrar vardır, Bütün
bu esrarlara Fahr-i Kainat bir gelse de onun hikmetinden biraz ceryanlansak
diye hasretle bekler bütün hadisat...
Biliyorsunuz, Efendimiz
oniki Rebiul evvel de yeryüzüne teşrif etti. Oniki rebiul evvelde de
yeryüzünden ayrıldı. Teşrif
ettiği tarih şemsi takvimle 22 Nisan'dır. Ama dünyadan ayrıldığı tarih 8
Hazirandır. Çünkü 63 senelik yaş şeridi üzerinde kameri ayla, şemsi ay üst
üste çarpışmaz. 8 Haziran mana
aleminin bayram günüdür. Efendimiz ayrıldığı 'için bizim hüzün günümüz
olması lazım. Fakat Efendimiz ince bir espri yapmış, onun için matem
yapamıyorsun. Çünkü 8 Haziran aynı zamanda dünyaya teşrif ettiği gün.
Efendimizin dünyaya teşrif ettiği günde nasıl matem yaparsın?
İkisi de oniki rebiul
evveldi. Şemsi seneye parçalarsak farklılık görebiliriz. Bakınız bu incelik Hz.
Fatıma'nın kimsede olmayan gönlünde sonsuz ceryanın, sonsuz sevdanın bir
hikmetidir.
Fahr-i Kainat
Efendimizin diğer alemlere yansıması halindeki yalnızlığa dayanamadı. Çünkü
Efendimiz diğer alemlere, Alem-i Cemale yansıdıktan sonra, Efendimizin başka
bir noktada kendini seyretmesine tahammül edemiyor, onun için çekip gidiyor Hz.
Fâtıma."AYINESİYİM BEN ONUN, ARKASINDAN GİTMEK ZORUNDAYIM" diyor.
Bu bizim bildiğimiz sıradan bir ayrılık değil, bunu ifade etmek için Hz. Fatıma'nın
güzel bir şiiri vardır. Hz. Fâtıma çok büyük bir şairdir. Soyu itibariyle
şairlikte en büyük yakını Hz. Amine idi. Hani soya çekim diyorlar ya, Hz. Amine
de çok büyük bir şairdi. Hz. Fâtıma da şairliğini ninesinden almıştı. Hz.
Fâtıma annemizin Efendimizin Alem-i Cemale intikaliyle söylediği bir söz vardır
ki, şiirde ve .edebiyatta bunun üzerine ölümün tarifi yapılmaz. Bir acının
tarifi yapılamaz. Hz. Fâtıma diyor ki, "RASULULLAH'IN YERYÜZÜNDEN AYRILMASINDAN SONRA GÖNLÜME ÖYLE
BİR HÜZÜN ÇÖKTÜ Kİ, EĞER O HÜZÜN KARAALIĞA ÇÖKSEYDİ KARANLIĞIN RENGİ
DEGİŞİRDİ"
Bu bildiğiniz bir
hasret, bildiğimiz bir dostluk değil, aşkı tarif ediyor. Gönül aşkını tarif
ediyor. Efendimizin ölümüyle kendi gönlü arasındaki aşk cereyanının şiddetini
tarif diyor. Eğer karanlığın üstüne çökseydi karanlığın rengi değişirdi ne
demektir? Karanlığın renginin değişmesi demek, maddenin yok olması demek. Hz.
Fatıma annemizin yeryüzünden ayrılışı da bu sevdanın mevcudiyeti gibi.
Unutmayınız niçin alem-i
İslâm'a karşı bu kadar müşfik? Niçin her bulduğu mü'mine hanımı dünyanın
pisliğinden, şerrin kucağından kurtarıyor? Siz sanıyor musunuz ki Hz. Fâtıma
operasyonunda değil bu toplum, çocuklar Hz. Fâtıma'nın çok sevdiği bir
nesildir. Bunları dört tane uyduruk kimsenin eline, kendini bilmeyen şaşkının
eline bırakır mı? Bu kadınların geleceğine el atmıştır. Bakınız gönüller perde
perde Hz. Fâtıma'ya nasıl akacak. Bu günkü kadir gecesinin hürmetine ki, kadir
gecesinin sırrı Fâtıma'dır. Efendimizin emridir bu. Bu sırra eremeyenler Hz.
Fatıma'nın secdesini göremez, eşyanın Allah dediğini göremez, Cebrail'le
selamlaşamaz. Çünkü Hadis-i Şerif var. "BÜTÜN MÜ'MİNLER BU GECE CEBRAİL'LE SELAMLAŞAMAZ. BÜTÜN
MELEKLER EY MÜ'MİNLER MÜJDELER OLSUN BU GECENİN SONSUZLUĞUNU YAŞADIĞINIZ İÇİN
DİYECEK".
Ancak Hz. Fâtıma kanalından geçen bir ceryana kapılmakla bu güzellikleri
yaşamak mümkün olur ki, işte o ceryanın sırrından uzak kalmak demek, karanlığın
renginin yok olması gibi yok olmaya bedeldir.
Hz. Fâtıma annemiz bu
mübarek günde Hz. Ali Efendimize kadir gecesinin hikmetinin müjdesini verdiği
için bunu da bu günde mutlak dile getirmemiz lazım. Çünkü bu müjde Hz. Ali'yi
tasavvur edilemeyecek kadar mutluluk hudutlarına götürmüştür. Hz. Ali, Hz. Fatıma'ya
"
RASULULLAH'TAN SONRA SENİN DE YOKLUĞUNA NASIL TAHAMMÜL EDERİM" derken,
bu müjde dolayısıyla tahammül etti.
Çünkü Hz. Ali çok büyük
bir savaşçı, çok kuvvetli ve cesur olduğu için büyük bir endişesi vardı. Bir
gün Efendimize "YA RASULULLAH BEN NASIL ŞEHİT OLACAĞIM? HANGİ KAFİRE NAZAR
ETSEM ELİNDEN KILICI DÜŞÜYOR" diye
büyük bir üzüntü ve intizarla sorduğunda Efendimiz "FÂTIMA'YA SÖYLEDİM. SENİN
NASIL ŞEHİT OLACAĞIN KADİR SÜRESİNDE GİZLİDİR" diye
cevap verdi. Bunu Efendimiz Fatıma annemize söylemiştir. Ama Sûre-i Kadir'i
beşyüz defa okusanız Hz. Ali'nin nerede şehit olacağını yazmıyor.
Ama Hz. Fâtıma Kur'an'ın
enfüs manasını yorumlarken bir metodla açıklıyor (Hz. Ali'nin NECH-ÜL BELÂGÂ
adlı büyük yorum kitabında vardır) Hz. Fatıma Kur'an'daki kelimelerin çok özel
özelliğini yakalardı. Mesela Kadir gecesi için emredilen BİN AYDAN
DAHA HAYIRLIDIR sözü
üzerine şifreyi kapmıştı. Bin aydan hayırlıdır Allah tarafından kadir gecesi
için normal bir benzetme olmasaydı bin aydan efdaldir diye gelirdi. Bin aydan
efdaldir demiyor da, bin aydan güçlüdür demiyor da, bin aydan hayırlıdır diyor.
Efdal yerine hayırlıdır diyor. Yıl yerine de ay diyor. Fatıma annemiz bu
yorumla Hz. Ali Efendimize "YA ALİ MÜJDELER OLSUN SEN KADİR GECESİ ŞEHID OLACAKSIN,
ONDAN SONRA EMEVİLER GELECEK BİN AY KALACAK" demiştir.
(Yani seksen üç sene dört ay) Gerçekten Emeviler 83 sene 4 ay kalmış ve
ondan sonra defolup gitmişlerdir. Kemikleri de Ebu Müslim Horasani tarafından
yakılmıştır. Fatıma annemizin ayetleri yorumlamasındaki hikmetlerden biri de
budur.
Sure-i Kadir'den sonra
Cenab-ı Hak'kın çok hikmetli bir sırrı başka bir surede Fâtıma annemizin
esrarını açıklayacaktır. Sure-i Tin'de maddenin nasıl yaratıldığını, anlatırken
Hz. Fâtıma'yı tanımlamaktadır. Çünkü mana bilimlerinde aynen kabul edilen
hadise şudur ki, Hz. Fâtıma annemiz vahdetten kesrete geçiş noktasıdır. Yani
teklikten çokluğa geçiş noktasıdır. Teklik nedir? İlahi sevdadır. Bir tek neyi
yaratmıştır? Fahr-i Kainatı yaratmıştır. Bunun çokluk alemine, insanlara
geçebilmesi için gönüllerden gönüllere çeşit çeşit kanal vardır. Biri aşk-ı
İlahi, bir diğeri asıl ana hattı da Ehl-i Beyt kanalıdır. Bu kanaldan geçen Hz.
Fâtıma kanalından gönüllerden gönüllere geçer. Gönüllerden gönüllere geçen
sevda Hz. Fâtıma'nın sırrı ile intişar etmiştir.
Biliyorsunuz Hz. Şems
bıçaklandıktan sonra ortadan kayboldu. Soruyorlar nereye gidebilir diye? O
zamanın Asesbaşısı, yani emniyet müdürü Hz. Mevlana bir şair, bir filozof diye
değil aynı zamanda bir prens imparatorun dostu olduğu için olayla bizzat
yakından ilgileniyor ve diyor ki, bu kadar kan aktıktan sonra bir metreden
fazla yürüyemez. Hz. Mevlana manadan soruyor Hz. Şems'e.
"ASESBAŞI BÖYLE DİYOR.
NERDESİN ÜSTADIM?
KANIN AKTI YAŞAMAIDIĞIN
ANLAŞILDI".
AMA SEN YOKSUN ORTADA. ÖLDÜ
DESEK BEDENİN NEREDE?
ÖLMEDİ DESEK BU KAN
NE?"
Hz. Şems Hz. Mevlana'ya:
"GÖNÜLDEKİ AŞKIN HESABI SORULMAZ.
BİZ ALİ AŞKIYLA YIKANMIŞ BİR GÖNÜL TAŞIYORUZ.
O DA KENDİ BEDENİNİ KAYBETTİ.
BEN DE ONUN SÜNNETİNE UYARAK BEDENİMİ KAYBETTİM.
BİZ GÖNÜLLERİN AŞKINI GÖNÜLLERDEKİ AŞKI KURUMAZ BİR KAN ŞEKLİNDE
İŞLEDİK"
diye sesleniyor...
İşte Hz. Fâtıma'nın
vahdet sırrını alıp kesret sırrına çevresindeki hikmet, aşkın kanıdır. aşkın
kanı akmadan kesret doğmaz.Bu aşkın kanını kesret sırrına akıtacak kadar
yüreğinde büyüten Hz. Fatıma, aslında mana aleminde aşk şehididir. Gönlü Fahr-i
Kainatın sevdasına tahammül edemediği için dünyasını değiştiğinden ismi aşk
şehididir. Bu aşk şehidi olayını bir çok tasavvuf ehlinin hayatında seyrederiz.
Hz. Şems'in de aşk şehidi oluşu bu hikmeti taşır. İşte Fâtıma annemizin bu aşk
şehadeti olayı, vahdet aleminin kırılıp kesret alemine, çokluğa dönmesine
vesile oluyor ki, bir anlamda Fahr-i Kainatın akıl almayan büyük bir ünü, büyük
emanetini, hücrelerini gelecek kuşaklara taşımasıdır. İşte kevser sırrının bir
hikmeti de budur. Yani gelecek kuşaklara taşımasıdır. Yani Hz. Fatıma taşınması
mümkün olmayan bir yükü minicik hücreler gibi nesilden ile, Fahr-i Kainat Efendimizin
evvela bedensel sırrını sonra hak aşıklarının Fahr-i Kainat aşıklarının sırrını
da en gönülden gönüle bir tarz nesil gibi yansıtmıştır.
Hz. Fâtıma'nın o
sırından sonra Hz. Hüseyin'in bela'da şerre indirdiği büyük bir darbe vardır.
Bütün mânâ alimleri Levh-i Mahfuz der. Tarihini incelemişler 've görmüşlerdir
ki, şerrin ebterleşme sebebi Hz. Hüseyin'in Kerbelâ'da şerre HAYIR demesidir. Hayır kendi
ceryanını kendi üretir. Gönlünden sevdalandıkça, Allah'ı düşündükçe,
Rasulullah'ı düşündükçe ceryanını üretir ve büyük bir potansiyel olur, büyük
bir güç olur. Şer ise ceryan üretemez, ceryanını hayırdan çalar. Hayrın
ceryanını çalması ne demektir? Onu kendisine ithal etmesi demektir. Şer
hayırdan ceryan alamadıkça belli bir süre sonra ölür ki, işte, Fatıma annemizi
tarif eden Kevser suresi bu hikmeti taşır.
Yanlız aşkta vardır
sonsuzluk ve kesret. Bunun zıddı olan şeyde ebterlik vardır, ölüm vardır,
sonluluk vardır. Bunun en müstesna örneği şerrin hayırdan ceryan alarak
hayatını bir müddet daha uzatmak istemesidir. Onun içindir ki, bütün ısrarlara
rağmen Hz. Hüseyin Efendimiz "EVET DİYEMEM BEN NE HALİFELİK İSTİYORUM NE DE BAŞKA BİR ŞEY
AMA SİZİN İÇİN HAYIRLIDIR DİYEMEM" demiştir.
Neden? Çünkü hayırlıdır
dediği an şer öyle bir kuvvet kazanacaktı ki, hayır altüst olacaktı. Eğer Hz.
Hüseyin Efendimiz Kerbelâ'da evet deseydi, bugün ne Rusya yıkılırdı, ne
İslamiyet ayakta kalırdı, ne de bu millet olurdu. Özellikle bu milletin
cesareti, bu milletin yürekliliği şerrin ebter kalmasındandır. Şer, Kerbela'da
ebter kalmıştır. Zahirde Hz. Hüseyin Efendimiz şehid olmuştur ama şer ebter
kalmıştır. Bu ebter kalış iki alanda İslamiyet'i yüceltmiştir.
Biri Hz. Sümeyye'nin
hayır demesiyle Ebu Cehil ve şürekası ebter kalmıştır. Bedir savaşında hepsi
pislik halinde atılmış telef olmuştur. ikincisi de Kerbela da Hz. Hüseyin'in
hayır demesiyle bütün şerler Hz. Fâtıma'nın yüzü suyu hürmetine ebter
kalmıştır, güdük kalmıştır
Kadir gecesinin bin
aydan daha hayırlı olarak zikredilmesinin sebebi de bin ay yani 83 sene aşağı
yukarı bir insan ömrüdür. Bütün servet, bütün şaşaalar, gelip geçer ama, Hz.
Ali'nin şehit olduğu o kadir gecesi anı bir ömürlük saltanattan önemlidir.
Çünkü kadir gecesinde Alem-i vahdetin alem-i kesrete dönüşümün bilimsel hali
zuhur etmiştir ki işte Fatıma sırrının özü de budur.
Allah Fâtıma sırrından
hepinizi yoğursun. Çünkü Fahr-i Kainata çıkış kapısı, ondan Allah'a varış
kapısı böyledir. Başka kapı yoktur. Hiç kimse yanlış kapı aramasın, uydurma
ilimlerin peşine takılmasın Hz. Fatıma ve ehli beyt gönlünde mekan kurmadıkça
hiç kimse Resulullah'a gidemez. Resulullah'a gitmeyenin ise değil Allah'a
gitmesi, mümkün değildir.
Bazı gaflet sahibi
insanlar Allah'a varmak kafidir derler. Mümkün değil. Allah adeta küsmüş, "BENİM SEVGİLİMİ TANIMAYANI BEN HİÇ TANIMAM" diyor.
Sen kendine niçin bulurum diye hüccet çıkarıyorsun.
Hz. Fâtıma'nın
rahmetiyle canımızı kurtarıp inşaallah Rûz-i mahşerde hem de cennet'te onun
sırrıyla ebedi hayata intikal edeceğiz. Hakiki dirilik yani kesretin dirilip
tekrar vahdet bahçesine gitmesi kevser sırrıyladır. Kevser Hz. Fâtıma demektir.
Allah gönlümüzden Hz. Fâtıma sevgisini almasın. Onun himayesini bütün Alem-i
İslam'a lütfetmiştir zaten.
Ya Rabbi! Bir kez daha
heyecanla niyaz ediyoruz. Özellikle Çeçenistanlı, Keşmirli, ve Bosnalı
kardeşlerimize bir kez daha Hz. Fâtıma yüzü suyu hürmetine rahmetini lütfet.
Hz. Fatıma'nın ruhuna bir Fatiha niyâz ediyoruz.
YA RABBİ
SEVGİLİ HABİBİNİN,
GÖNÜL AYİNESİ HZ. FÂTIMA'NIN RUHUNA HEDİYE EDİYORUZ.
GÖNÜL AYİNESİ HZ. FÂTIMA'NIN RUHUNA HEDİYE EDİYORUZ.
KEREM
BUYUR KABUL ET.
BİZE DE EN SONUNDA DAHİ OLSA
KERVANI'NA KABUL ET YA RABBİ.
BİZE DE EN SONUNDA DAHİ OLSA
KERVANI'NA KABUL ET YA RABBİ.
ONUN YÜZÜ
SUYU HÜRMETİNE ALEM-İ İSLÂMIN
BOĞAZINI SIKMAK İSTEYENLERİ,
HAİNLERİ "KAHHAR" İSMİNLE KAHREYLE YA RABBİ...
BOĞAZINI SIKMAK İSTEYENLERİ,
HAİNLERİ "KAHHAR" İSMİNLE KAHREYLE YA RABBİ...
AMİN…
Haluk Nurbaki
Hz. Fatıma aleyhisselâm
Müslümanlar ile putperestler arasındaki
savaşın ağır koşullarında dünyaya gelmiştir.
Müslüman olarak Allah Resulü’ne teslim olan müminlerle
birlikte müşriklerin uyguladığı ambargo
ve yatırımlar, iktisadî kuşatma ve kısıtlamalar, maddi ve manevi baskı ve
savaşlar içerisinde bulunan ve bunları
bire bir yaşayan Hz. Fatıma aleyhisselâm, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellemden cihat duygusunu tamamen öğrenmişti.
Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem Efendimiz onun acılarını hafifletmek ve direncini artırmak
için, “Ağlama kızım, Allah senin
babanı koruyacak ve onun din ve risâlet
düşmanlarına karşı muzaffer kılacaktır.” buyurarak kızına sabır ve mücadele ruhunu aşılamıştır.
**
Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem Hz. Fatıma aleyhisselâm
hakkında buyurdu ki:
“Fâtıma
benim bir parçamdır, onu sevindiren beni sevindirmiş, onu üzen de beni üzmüş
olur”
Hz. Fâtıma aleyhisselâm annemiz sadece
hanımlar için bir ihsân-ı İlâhî olmayıp, onun şefkat ve şefaatine, bütün ümmet
olarak muhtacızdır.
Her bir kuluna Hazret-i Hak
etti bir ihsân
Sensin bize ihsân-ı Hudâ
Hazret-i Zehrâ
Leyla Hanım
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar