İnansaydın Çoktan Biz Olurduk
Güzel kız!
Alnındaki perçem,
yağmur bulutları gibi karanlık.
Yoksa sisli gecelerin nemi,
bu kara zülüflerden mi damlıyor?
Güneş batmadan az evvel,
uyuklar gibi dallarını yapraklarını koyuvermiş ağaçların arasından bir kuş kafilesi geçti.
Bu durgun ve mecalsiz dalları,
onların incecik rüzgârı ürpertti.
Sen de pencerende ürktün,
ürperdin;
besbelli dalgındın,
düşünceli idin.
Acaba şu tabiatın sırlı sükûnu,
senin esrar dolu gönlünden koparılmış bir parça mıdır,
diye düşündüm.
Lâkin sormadım.
Sakın sen de söyleme, halini, derdini anlatmaya kalkma; inanmam.
Çünkü yalanını tuttum.
Yüzüme neden küserek bakıyorsun?
Yalanını tuttum,
demekle sanki ben de mi yalan söylemiş oldum?
Hayır, benimki doğru, belki acı; fakat dosdoğru :
Sen bir yalancısın!
Tatlı ot safra çıkarmaz;
doğruyu bilmek için bu acılığa katlanman lazım.
Sen bir yalancısın işte :
Dün pencerenin altından geçiyordum.
Sen de sevgilinle karşı karşıya idin.
O sana soruyordu ;
— Beni seviyor musun?
Sen,
elindeki dikişe batıp çıkan iğneyi buğulu gözlerinle takıp ederken,
ona şu büyük yalanı söyledin :
— Hayır!
Yusufcuk /Sâmiha AYVERDİ
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar