Print Friendly and PDF

FÜTUHÂT-I MEKKİYYE'NİN BEŞİNCİ KISMI...Harflerin Mertebeleri

Bunlarada Bakarsınız


Rahman ve Rahîm Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

Harflerin Mertebeleri

Allah Teâlâ bizi ve sizi başarıya eriştirsin! Bilinmelidir ki harfler de bir ümmettir, onlar da yükümlü ve muhataptır. Onların içinde de kendi türlerinden elçiler vardır. Harflerin de kendileri bakımından bir takım isimleri vardır ki, bunu sadece bizim yolumuzdan olan keşif ehli bilebi­lir. Harfler âlemi, dil bakımından en fasih ve açıklama yönünden en du­ru âlemdir. Harfler, genelde bilinen âlemin kısımları gibi, çeşitli kısım­lara ayrılır.

Bu kısımlardan birisi, Ebû Talib el-Mekkî’ye göre ceberut âlemi’dir. Biz ise onu azâmet âlemi diye isimlendiriyoruz. Bu âlem, He ve Hemze’dir.

Başka birisi ise yüce âlemdir. Yüce âlem, melekût âlemidir. Bu harfler Ha, Hı, Ayn ve Gayn harfleridir.

Bir diğer kısım, orta âlemdir. Orta âlem bize ve arkadaşlarımızın çoğuna göre ceberut âlemidir. Bu âlem Te, Se (peltek), Cim, Dal, Zel, Re, Ze, Zı, Kef, Lâm, Nun, Sad, Dat, Kaf, Sin, Şın ve Ya harfleridir.

Bir kısmı ise aşağı âlemdir. Bu âlem mülk ve şahadet âlemidir. Bu kısımdaki harfler Ba, Mim, Vav harfleridir.

Bir kısmı şahadet âlemi ile orta âlem arasında karışık âlemdir. Bu kısmın harfi Ha’dır.

Bir kısmı ise çıkmak veya girmekle nitelenmeyen bizden olan âleme benzeyen âlemdir. Bu kısmın harfleri, Elif, Vav ve Ya’dır.

İşte bunlar, harflerin âlemleridir. Her âlemin de kendi cinsinden bir elçisi olduğu gibi her birisinin kendisiyle ibadet ettiği bir şeriatı var­dır. Onların latif ve kesifleri vardır. Onlara yönelik hitap, sadece emir­dir: Onlarda yasak bulunmaz.

Harfler içinde de avam, seçkinler, seçkinlerin seçkinleri, seçkinlerin seçkinlerinin özünün özü vardır.

Harfler içinde avam olanlar, Cim, Dat, Ha, Dal, Gayn ve Şın’dır.

Harflerin seçkinlerinin seçkinleri de vardır. Bunlar da, Elif, Ye, Ba, Sin, Kaf, Ta, Kef, Te, Vav, Sad, Ha, Nun, Lâm ve Gayn’dır.

Harfler içinde seçkinlerin seçkinlerinin seçkini vardır ki o da Ba’dır.

Onlarda avamdan bir derece üstün olan seçkinler, vardır. Bunlar Elif-Lam-Mim, Elif-Lam-Mim-Sad gibi surelerin ille harfleridir. Bunlar on dört harftir: Elif, Lâm, Mim, Sad Ra, Kef, He, Ya, Ayn, Tı, Sin, Ha, Kaf ve Nun.

Bir kısmı ise seçkinlerin seçkinlerinin özünün özüdür. Bunlar Nun, Mim, Ra, Ba, Dal, Ze, Elif, Ta, Ye, Vav, He, Zı, Se Lâm, Fe ve Sin?dir.                    

Bir kısmı ise gönderilen âlemdir. Bünlar Cim, Ha, Hı ve Kef tir.

Bir kısmı, Allah Teâlâ’ya ilişen ve kendisine yaratıkların iliştiği âlemdir. Bu harfler Elif, Dal, Zel, Ra, Ze ve Vav’dır. Bu kısım, Kerrubiyyûn (güçlü melekler) harflerinden mukaddeslik âlemidir.

Bir kısmı, Hakkın nitelikleriyle ahlâklanmanın baskın geldiği âlem­dir. Bu kısımdaki harfler, nurlar ehline göre, Te, Se Ha, Zel, Zı, Ze, Nun, Dat, Gayn, Kaf, Şın ve Fe’dir.

Bir kısmı ise (Hakkın nitelikleriyle) tahakkuk’un23' baskın geldiği âlemdir. Bu âlem Ba, Fe ve sır ehline göre Cim harfleridir.

Bir kısmı bir olma makamıyla özdeşleşmiş âlemdir. Elif, Ha, Dal, Ra, Ta, Kef, Lâm, Mim, Sad, Ayn, Sin, He ve Vav’dır.

Bununla beraber ben şunu derim: Bu harfler birleşmede iki ma­kamda bulunur: yüksek ve daha yüksek. Yüksek olanlar Elif, Kef, Mim, Ayn ve Sin’dir. Daha yüksek olanlar ise diğer harflerdir.

Bir kısmı ise (doğaları) karışık itaatkâr âlemdir. Bu kısmın harfleri Cim, He, Ye, Lâm, Fe, Kaf, Ha ve Ze’dir.

Harf âlemlerinin cinsleri ise dörttür: Birinci kısım, tekil cins’tir. Bu kısımdaki harfler Elif, Kaf, Lâm, Mim, He, Nun ve Vav’dır. Diğeri ikili cinstir. Bunlar ise Dal ve Zel gibi harflerdir. Diğeri üçlü cinstir. Bunlar Cim, Ha ve Hı gibi harflerdir. Sonuncusu ise dörtlü cinstir. Bunlar Ba, Te, Se kelimenin ortasındaki Ya ve Nun harfleridir. Böylece Ba, Te ve Se üçlü olur, dörtlüden düşer.

İşte, harfler âleminden bazı şeyleri sana anlattık. Kendini âlemi keşf etmeye ve onun hakikatlerini öğrenmeye ulaştıran şeylerde kullanıp ‘Her şey O’nun hamdini tespih eder5232 ayetinin anlamını tam olarak kav­rarsan, söz konusu hakikatlere ulaşır ve vakıf olursun.

(Şunu da belirtmeliyiz ki) Eşyanın Hakkı tespihi, bazı akılcı bilgin­lerinin zannettiği gibi hal tespihi olsaydı ayette ‘Siz anlayamazsınız’ demenin anlamı olmazdı.

Ben onlarm bir kısmından söz edeceğimi belirtmiştim. Bu bağlam­da, diğerlerine göre kendisinde açıklama yapmanın daha mümkün ol­duğu o âleme baktım. Gördüm ki, o özel bir âlemdir. Söz konusu âlem, surelerin bilinmeyen ilk harflerinin âlemidir. Örnek olarak Bakara sure­sindeki Elif-Lam-Mim, Yunus ve diğer surelerdeki Elif-Lam-Mim-Sad ve Elif-Lam-Ra gibi harfleri verebiliriz.

Kur’an’daki ilk sure olan Bakara suresinin müphem Elif-Lam-Mim harflerindeki sırlardan kısaca söz edelim. Söz konusu bahisler bu bö­lümden değilse bile, bazen bunları takip eden ayetleri de konuya ekle­yebilirim. Bütün bunları söz verdiğim Rabbimin emriyle yaptım. Dola­yısıyla, sadece izinle konuştuğum gibi benim için belirlenmiş smırda da duracağım.

Bu ve diğer eserlerimiz, başka teliflere benzemediği gibi biz de on­ları yazarken başka yazarlar gibi hareket etmeyiz. Her yazar, seçiminde zorunlu olsa bile, kendi seçimine göre veya özellikle kendisini teşvik eden ve yönlendiren bilginin etkisi altında yazar. Böylece dilediğini ya­zar dilemediğini yazmaz. Ya da bilginin verdiği şeyi veya hakikatini or­taya koyuncaya kadar incelemiş olduğu bahsin kendisini zorunlu kıldığı şeyi yazar.

Biz ise kitaplarımızı yazarken böyle değiliz. Bizim eserlerimiz, İlâhî mertebenin kapışma bağlanmış kalplerdir. Kapının açılmasını gözetler ve her türlü bilgiden soyutlanmış muhtaç bir halde bekler. Bilincini yi-

IÖO Fütuhât-ı Mekkiyye I

. ' . /

tirdiği için, o makamda iken bir şeyden sorulsa sorulanı duymaz. Per­denin ardından bir şey kendisine parıldarsa sürade ona bağlanmaya ko­şar ve kendisine tanımlandığı duruma göre onu algılar. Binaenaleyh ba­zen bir şey, adette, düşüncede, teorik akılda ve zâhir bilgi ve bilginlerin kabul ettiği ilişkinin gerektirmediği kendi türdeşi olmayan bir şeye bağ­lanır. Hâlbuki bunun nedeni sadece keşif ehlinin farkına vardığı gizli bir ilişkidir.

Hatta bu bağlamda bizce daha tuhaf olanı da vardır: Kalbe ulaştı­rılması emredilen bir takım şeyler aktarılır. Kalp ise bu esnada yaratıkla­rın bilmediği ilâhî hikmet nedeniyle, aktarılan şeyleri bilemez.

Bu nedenle kendisine aktarılan şey nedeniyle yazan her şahıs, hak­kında konuştuğu bahsin bilgisine tam olarak hâkim olamaz. Bu nedenle de, kendisine aktarılmış şeye göre sıradan-duyan kişinin bilgisi bakı­mından, başka konuyu da o bahse katar. Fakat bize göre kattığı şey de kesinlikle o konuyla ilgilidir. Fakat bunun böyle olduğunu bir şekilde bizden başkası bilemez. Bu durum, ayaklarındaki topallık nedeniyle bir araya gelip uzlaşan güvercin ve karganın durumuna benzer.

Artık bana aktarılan şeyi yazma izni verilmiştir. Emre uymaktan başka çare yok.

VASIL

(Bakara Suresindeki Elif-Lâm ve Mim)

Şimdi, bilinmeyen özel harflerden söz ederken onların tekrarlı veya tekrarsız sayılarından veya surelerdeki bütün harflerden veya Sad, Kaf, Nun gibi ifadelerde tekil olarak ve Ta-Sin, Ta-Ha ve kardeşleri gibi ifa­delerde ikişer olarak, üç ve daha fazla çoğul olarak bulunuşlarından söz edeceğiz. Bu harfler çoğul olarak bileşik veya ayrı olarak beşe ulaşır ve bundan fazla olmaz. Bunların neden bir kısmı bitişmiş, bir kısmı kesil­miştir? Neden sureler Sin harfiyle olmuş da Sad harfiyle olmamıştır? Bu harflerin anlamı zâhir âlimler tarafından ve hal ehlinin keşiflerinde bilinmemiştir?

İşte bu ve benzeri Kitabû’l-Cem' ve’t-Tafsil fi-Mârifeti Maâni’t-Tenzil isimli kitabımızda zikrettiğimiz meselelerden söz edeceğiz. Şimdi Allah Teâlâ’nın bereketiyle konuşalım. Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğru yola ulaştırır.

Bilmelisin ki: Surelerin bilinmeyen başlangıçlarının gerçek anlamı­nı, ancak akledilir suretlerin ehli bilebilir. Şari Teâlâ Kur’an’ın surelerini Sin harfiyle başlatmıştır ki, bu dince belirlenmiş bir şeydir. O ‘içinde azap bulunan surun’ dışıdır ve sureleri bilmemek onda gerçekleşir. Bâ­tını ise Sad harfiyle başlar ve o rahmet makamıdır: Bu ise onlarm haki­katini bilmekten ibarettir ki, o da tevhittir.

Böylelikle Allah Teâlâ onları yirmi dokuz sure yapmıştır. Yirmi dokuz, suretin yetkinliğidir. ‘Aya menziller takdir ettik.’233 Yirmi dokuz, Feleğin varlığının dayandığı Kutuptur ki, kutup onun varlık sebebidir. O, Âli İmran suresidir. ‘Elif-Lam-Mim. Allah Teâlâ.’ Böyle olmasaydı, yirmi sekiz olmazdı.      .

Surelerin başında geçen harflerin toplamı, harflerin tekrarlanmasıy­la yetmiş sekizdir. Burada sekiz küsurun hakikatidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘iman yetmiş küsur şubedir.’ Bu harfler yetmiş se­kiz harftir. Şu halde bir kul, bu harflerin surelerindeki hakikatlerini öğ­renmedikçe imanın sırlarını kemale erdiremez.

Şöyle iddia edebilirsin: Küsur dilde bilinmeyen bir şeydir, çünkü o, birden dokuza kadardır. O zaman nasıl kesin olarak sekiz olduğuna ka­naat getirdin?

(Yanıt olarak deriz ki) Dilersem, sana ‘keşif yolundan buna ulaştım’ diye cevap veririm. Çünkü keşif benim üzerinde yürüdüğüm yol ve bü­tün bilgilerimde dayandığım esastır. İstersem, sayı bahsinden kısmen onu sana gösterebilirim. Gerçi Ebu’l-Hakem Abdüsselâm b. Berrecan onu kitabında zikrettiğimiz bu yönden zikretmemiş, sadece Felek ilmi yönünden zikredip onu kendi keşfine bir örtü yapmış, Beytü’lMakdis’in (Kudüs) beş yüz seksen üç senesinde fethine kanaat getirmiş­tir.

Biz de, istersek açıklarız, dilersek sayıyı onun üzerine perde yaparız ve şöyle deriz: Rum süresinde geçen küsurat sekizdir. Elif, Lâm, Mim _ harflerini küçük hüküm ile al bu durumda sayıları sekiz olur. Ardından, onları küsurun karşılığı olan sekize ekle, bu kez on altı olur. Ardından Elifin rakamsal değeri olan biri silersin ve geriye on beş kalır. Bu sayıyı aklında tut! Sonra, aynı işi büyük cümle, yani büyük hüküm ile yap. Bunu yaparken küsurun karşılığı olan sekizi yetmiş bir ile çarparsın. Bunların hepsini sene say ve çarpım sonucunda beş yüz altmış sekiz çı­kacaktır. Aklında tutmanı söylediğim on beşi ona eklersin, beş yüz sek­sen üç meydana gelir. Bu tarih, Kudüs’ün fetih tarihidir. Bu hesap (‘Rumlar, mağlup oldu’ şeklinde değil de) ‘Rumlar galip geldi’23* şeklinde ayeti malum sığayla (fethayla) ve üçüncü ayetin sonunu da seyuğlebûn (mağlup olacaktır) şeklinde okuyan kimsenin yorumuna göredir.235 Hicrî 583, Müslümanların ‘kâfirlerin hac yerini’ elde ettiği tarihtir. Baş­ka bir ifadeyle Beytü’l-Makdis’in (Kudüs) fethidir.

Bizim, sayı ilminin doğası yönünden ve ona ait İlâhî hakikatler ba­kımından sayı ilminde keşif yolundan elde edilmiş garip sırlarımız var­dır. Ömrümüz el verirse Allah Teâlâ izin verirse sayı ilmi hakkında müstakil bir kitap yazacağız.

Tekrar konumuza dönüp deriz ki: Bir kul, bu harflerin hakikatleri­ni surelerdeki tekrarlarıyla ve surelerde bulunuşlarına göre bilmedikçe, imanın şubelerinin içermiş olduğu sırları tamamlayamaz. Nitekim söz konusu harfleri tekrarsız öğrendiğinde, Allah Teâlâ’nın bu harflerde yaratımı­nın hakikatine dikkat çekişini de öğrenir.

Kadîm Hakk, ezelî nitelikleriyle yegânedir. Allah Teâlâ bilinmeyen harfleri Kur’an’ında on dört belirsiz ve tekil harf olarak göndermiştir. Bunlar­dan sekizini zatın ve bizden yedi sıfatın bilinmesine ayırmıştır. Dördü­nü ise bileşik doğalar için yaratmıştır. Bunlar kan, kara safra, sarı safra ve balgamdır. Böylelikle on iki mevcut meydana gelmiştir. İşte bu, bu felekten olan insandır. Başka bir felekten ise insan on birden, başka bi­risinden ondan, başka bir felekten dokuzdan, başka bir felekten sekiz­den oluşur, ikiye varıncaya kadar böyle devam eder. İnsan asla mutlak birliğe nüfuz edemez. Çünkü bu birlik, Hakka özgü şeylerdendir. Şu halde bu birlik, herhangi bir mevcut için değil, sadece Allah Teâlâ için olabi­lir.

Allah Teâlâ Kur’an’daki bilinmeyen harflerin ilkini yazıda Elif, lafızda Hemze, sonuncusunu ise Nun yaptı. Elif Zat’ın yetkin varlığının sim­gesidir. Çünkü o herhangi bir harekeye muhtaç değildir. Nun âlemin bir yarısının simgesidir. Söz konusu kısım, bileşik âlemdir ve o bizim için felekten ortaya çıkan dairenin, yarısıdır. Diğer yarım ise akledilir

Nun’dur (buna nokta ile işaret edilmiştir). Akledilir Nun görüüseydi ve ruh âleminden intikal etseydi, hiç kuşkusuz ki, kuşatıcı bir daire olurdu. Fakat varlığın yetkinliğinin bağlı olduğu bu ruhanî Nun gizlenmiş, du­yulur noktası ise ona delil yapılmıştır.

Elif bütün yönlerinden yetkin, Nun eksik olduğu gibi, güneş de yetkin ay eksiktir. Çünkü ay sönüktür. Ayın aydınlığı, ödünçtür ve o ‘yüklendiği bir emanettir.’ Sönük ve gizli olduğu ölçüde, ortaya çıkar ve var olur. Üç şeye karşılık üç şey: Üç, İlâhî kalp ayının mutlak birlik mertebesinde batmasıdır. Diğer üç ise İlâhî kalp ayının Rabbanî merte­bede doğmasıdır. Bunların arasında (kalp ayı) çıkış ve dönüşte adım adım gider gelir ve asla halel görmez.

Hakk, bu harfleri mertebe mertebe yapmıştır: Bir kısmı mevsul (bi­tişen, kavuşan), bir kısmı maktu’ (kesik, bitişmeyen), bir kısmı yalın, bir kısmı bileşik. Her bitişmede bir kesiklik bulunduğuna dikkat çek­miştir; fakat her kesiklikte bir bitişme yoktur. Binaenaleyh her bitişme bir ayrıma delâlet ettiği halde her ayrım bitişmeyi göstermez. Bitişme ve ayrım (vasi ve fasıl), çoğulda ve çoğul olmayanda bulunurken, tek başma ayrım farkta bulunur.

Hakkın bu bilinmeyen harflerden tekil yaptıkları, kulun kalıntısının ezelî olarak silindiğine ve yok olduğuna işaret eder. Çift yaptığı, hal olarak kulluk kalıntısının varlığına işaret eder. Çoğul yaptığı, sonsuz olan bilgilerle ebede işaret eder. Başka bir ifadeyle teldik ezelî deryaya, çoğul ebedî deryaya ve çift ise Muhammedi berzah’a aittir.

. ‘İki deniz birbirine karışmış, aralarında bir engel var, birleşmezler. Ar­tık Rabbinizin nimetlerinden hangisini yalanlarsınız?236 Acaba kendisine ulaştırıp gözlerden uzaklaştırdığı deryayı mı? Yoksa kendisinden ayırıp oluşanlar diye isimlendirdiği deryayı mı yalanlarsınız? Ya da üzerinde Rahman’ın istiva etmiş olduğu berzah’ı mı? Sahi, ‘Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?’

Ezel deryasından ‘inci’ ve ebed deryasından ‘mercan çıkar.’ ‘Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?237 Zatî ve en mukaddes deryada isimlerin hakikatlerinden ‘Dağlar gibi dolaşan’ ruhanî ‘gemiler O’nundur.’ ‘Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?

Yüce âlem yüceliğine ve mukaddesliğine, süfli âlem de düşüklüğü­ne ve süflîliğine rağmen her anda ‘O’ndan ister.’ ‘Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?’ ‘Onun üzerinde bulunan her şey fânidir.’ (Hakikat­ler yok olmasa da, yeryüzündeki her şey yakından daha yakına yolculuk içindedir. ‘Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?’ ‘(Yarın) Size kalacağız. Artık Rabbinizin hangi nimetini yalanlarsınız?’

Kur’an böyle yorumlanırsa iki insan görüş ayrılığına düşmez, iki hasım ortaya çıkmaz ve iki keçi birbirine toslamaz. Artık ayetlerinizi düşününüz ve kendi zatınızdan çıkmayınız. Mutlaka çıkmanız gerekirse niteliklerinize çıkınız. Çünkü âlem, sizin bakışınızdan ve tedbirinizden kurtulursa gerçekte size amade olur. Zaten âlem bunun için yaratılmış­tır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Allah Teâlâ göklerde ve yerde olan her şeyi size amade kılmıştır.,23S

Allah Teâlâ bizi ve sizi dünya ve ahirette iyilik ve mutluluğumuzun bu­lunduğu şeye ulaştırsın. O dost ve kerimdir.

VASIL

(Elif, Lâm ve Mim Hakkında Tamamlayıcı Açıklama)

‘Elif-Lam-Mim’deki Elif tevhide, Mim yok olmayan mülke, Lâm ikisi arasında bağ olsun diye bir vasıtadır. Lâm’ın çizgisinin üzerine düştüğü satıra bak! Elifin aslının onda bittiğini görürsün ve Mim’in ge­lişiminin ondan başladığını görürsün. Sonra Lâm ‘en güzel yaratıhş’tan -ki o satırdırMim’in eğrisinin sonu anlamındaki ‘aşağıların aşağısına’ iner. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘İnsanı en güzel biçimde yarattık, sonra aşağıla­rın aşağısına attık.’239

Elifin satıra inmesi ‘Rabbimiz dünya göğüne iner’ ayetine benzer. Dünya göğü, bileşik âlemin başlangıcıdır. Çünkü orası, Adem’in göğü­dür. Onu ateş feleği takip eder. Bu nedenle Elif ilk satıra inmiştir, çün­kü mutlak birlik makamından âlemin yaratılışına inmiştir. Söz konusu iniş, bir temsil ve teşbih inişi değil, kutsama ve tenzih240 inişidir. Lâm ise vasıta olmuştur. Lâm, Yaratan ve meydana gelen şeyin vekilidir. Do­layısıyla o, âlemin kendisinden yaratıldığı kudretin remzidir ve böylelik­le ilk satıra inişte Elife benzemiştir.

Lam, oluşturan (mükevvin, yaratan) ve oluşun bileşimi olunca çünkü Hakk kendisine karşı kadir olmak ile nltelenemez, O yaratıklarına karşı kadirdir-, kudretin yönü âleme çevrilmiştir. Bu nedenle kudret özelliği Yaratan için sadece yaratılmış sayesinde sabit olabilir. Kudret, ulvî ve süflî (mertebelerde) mudaka yaratıklara ilişmelidir.

Lâm’ın hakikati ancak satıra ulaşmakla tamamlanıp bu halde ve Lâm ve Elif aynı mertebede olduğu için, Lâmın hakikati Mim harfi gibi kendi hakikatiyle satırın altına veya satırın üstüne inmek istemiştir. Böylece o, Mim’in yaratılışına inmiştir. Mim’in suretine yerleşmesi mümkün olmamış ve ondan her zaman sadece Mim meydana gelmiştir. Böylelikle Lâm kendisinden indiği yön olmaksızın satıra ulaşıncaya ka­dar dairenin yarısına inmiştir. Böylelikle duyulur feleğin yarısı haline gelmiş, akledilir feleğin yansım istemiş, böylece her ikisinden dönen bir felek meydana gelmiştir.

Bütün âlem başından sonuna kadar altı günde, başka bir ifadeyle Pazar gününün başından Cuma gününün sonuna kadar cinsler şeklinde oluşmuştur. Cumartesi günü ise bir halden bir Hakk, bir makamdan di­ğer makama yer değiştirmeler, bir oluştan başka bir oluşa dönüşmeler günü diye kalmıştır. Binaenaleyh Cumartesi, başkalaşmadan ve değiş­meden bu hal üzere sabittir. Bu nedenle Cumartesi günü üzerindeki yönetici, soğukluk ve kuruluk, gezegenlerden ise Zuhal olmuştur.

Böylece Elif-Lam-Mim tek başına kuşatıcı bir felek haline gelmiş­tir. Söz konusu felekle dönen kimse zatı, nitelikleri, fiilleri ve meflılleri bilir. Şu halde Elif-Lam-Mim’i bu hakikat ve keşfe göre okuyan kimse her şey için ve her şey vasıtasıyla her şey karşısında huzur sahibidir. O vakitte müşahede etmediği hiçbir şey kalmaz. Fakat müşahede ettiği şeylerin bir kısmı bilinir, bir kısmı bilinmez.

Elifin harekelerden yoksun olması, sıfatların ancak fiiller vasıtasıyla bilinebileceğine işaret eder. Nitekim Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Allah Teâlâ var idi ve O’nunla beraber başka şey yoktu’ buyurmuştur. Allah Teâlâ şimdi de bulun­duğu hal üzeredir. Bu nedenle işi (dikkatimizi, öğrenme hedefimizi) O’nun münezzeh zatına değil, bilinene çevirdik. Çünkü görelilik her zaman göreliliğin iki ucuyla anlaşılabilir. Söz gelişi babalık varlık ve de­ğerlendirme olarak ancak baba ve oğul vasıtasıyla bilinebilir. Aynı şe­kilde el-Mâlik, el-Hâlık, el-Musavvir ve kendi hakikatleriyle âlemi talep


eden bütün isimler de böyledir. Burada Elif-Lam-Mim’de belirtilen gö­reliliğe dikkat çekilen yer, Lâm harfinin -ki sıfattırsıfatın eseri ve fiili olan Mim’e bitişmesidir.

Elif tek zattır, yazının başında bulunduğunda onun herhangi bir harfe bitişmesi doğru değildir. Şu halde o, ‘Bizi sırat-ı müstakime ulaş­tır’ ifadesiyle kişinin istediği dosdoğru yoldur (sırat-ı müstakim). Söz konusu yol, tenzih ve tevhit yoludur. Nefs Rabbine dua ederken -ki onun Rabbi Fecir suresinde kendisine dönmesi emredilmiş Kelime’dir duasını kabul etmesini isteyince (âmin deyince), Rabbi de onun duasını kabul etmiştir. Böylelikle Elif-Lam-Mim’den Elifi (Fatiha suresinin son kelimesi olan) ‘dalalette olmayanlardan’ ifadesinden sonra getirmiş, âmin’i ise gizlemiştir. Çünkü o, melekût âleminden olan bir bilinmez­dir.

(Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur): ‘Amin deyişi meleklerin amin deyişine muvafık olan kimse.’ Bunu fakihlerden olan avam ihlas, sûfîler huzur, muhakkikler himmet, ben ve benim gibi olanlar ise inayet diye isimlendirir. ‘Bu kimsenin duasına icabet edilir.’

Elif melekût ve şahadet âleminde bir olduğu için, görünmüştür. Böylece kadîm ve sonradan yaratılmış arasındaki fark meydana gelmiş­tir.

Yazdığımız şeye iyice bak, sırlar görürsün! Sıfatın varlığı hakkında zikrettiğimiz şeyi destekleyen bir delil de, Elifte değil Lâm ve Mim’de bulunan çekmedir.

Bir sûfî şöyle sorabilir: Elifin yazılı olduğunu görüyoruz. Hâlbuki Elif değil hemze okunur. Acaba Elif neden okunmaz?

Şöyle cevap veririz: Bu da, ifade ettiğimiz görüşü destekleyen kanıdardan birisidir. Çünkü Elif hareke kabul etmez. Bir harf harekelenmediği sürece bilinmez. Harekelendiğinde ise kendisine ilişen ötre, fetha ve kesre gibi harekeyle belirginleşir. Zat, asla bulunduğu Hakk göre bilinemez. Dolayısıyla, zata delâlet eden Elif -ki insan âlemde halife ol­duğu gibi o da harfler âleminde halifedirbilinemez. Şu halde Elif, ha­reke kabul etmeyen zat gibidir. Hareke kabul etmeyince, bilinmesi an­cak niteliklerin ondan soyutlanması yoluyla mümkün olabilir. Sakin olan okunamayınca, Elifi değil Elifin ismini241 okuduk. Böylelikle fetha harekesiyle hemzeyi okuduk. Bu durumda Hemze, ilk yaratılan şey ye­rini almıştır. Harekesi ise onun İlmî niteliğidir. Yaratılış mahalli, Kef harfinin Nun’a bitişme yeridir (kn, ol).

Şöyle iddia edilebilir: Lâm’daki Elifin okunduğunu gördük, Hâl­buki aynı şeyi Elifte görmüyoruz?

Şöyle cevap veririz: Doğru söylüyorsun. Elif ancak kendisinden önce bulunan ve ona bitişen harekeli, harekeli bir harfle okunabilir. Biz ise kendisinden önceki harfin harekesi dolu olmayan maktu Eliften söz etmekteyiz. Böylece o, inneme’l-müminûn ifadesindeki Elif gibi, yazılsa bile okunuşta görünmez. Binaenaleyh bu iki elif, yani innema’nın Mim’inden sonra ve el-muminûn’un Lâm’ı arasındaki iki elif, yazıda vardır, fakat telaffuz edilmez. Lâm, Hı, Ha ve benzeri gibi, harften son­ra bulunan bitişen Elif olmasaydı, uzama bu harflerden birisine ait ol­mazdı. Şu halde (uzama anlamındaki) med, sayesinde niteliklerin harf­ler mahallinde var edilmesinin gerçekleştiği yardım istemenin (istimda­dın) sırrıdır.242

Bu nedenle med, ancak vasi Elifiyle olabilir. Harf, el-Ahir ismin­den Elife bitiştiğinde, kendisine bitişen harfin varlığıyla Elif uzar. Ken­disine bitişen harf var olduğunda, Rahmânî niteliğe muhtaç olur. Bu nedenle, feth (açma) harekesi -ki fetha’dırona verilmiştir. Kendisine bu hareke verildiğinde ise bundan dolayı şükretmesi istenir; o da şöyle der: Bunun karşılığında nasıl şükredebilirim? Kendisine şöyle denilir: Şükür, varlığının ve sıfatının varlığının kendinden kaynaklanmadığım, bu varlığın el-Kadîm’in zatından geldiğini, dinleyenlere bildirmendir. Dolayısıyla kendini zikrettiğinde, O’nu hatırlamalısın! Allah Teâlâ, özellikle rahmet sıfatıyla seni kendisine delil yapmış, bu nedenle şöyle buyur­muştur: ‘Allah Teâlâ Adem’i Rahman’ın suretine göre yaratmıştır.’ Bunun üzerine Elif, kendisini yaratana karşı övgüsünü söyler ve artık şöyle der: Lâm, Ya, He, Ha, Te. Böylelikle yazıda gizlenmiş harfi telaffuzda orta­ya çıkartır. Çünkü Ta-Ha, Ha-Mim, Ta-Sin gibi ifadelerdeki Elif, söy­leyişte bulunur, sıfat kendisine delâlet ettiği için yazıda gizlenir. Söz konusu sıfat -ki fetha harekesidir-, varlığın açılış sıfatıdır.243

Şöyle iddia edilebilir: Bir önceki harf ötreli Vay veya kesreli olan Ya’da de aynı uzatmayı görmekteyiz.

Şöyle yanıt veririz: Haklısmız! Nun ve’l-kalem ifadesindeki gibi önceki harfin ötreli olduğu Vav harfi ya da Ta-Sin ve Ha Mim gibi ön-

ceki harfin kesreli olduğu Ya’da bulunan med (uzatma), Allah Teâlâ’nın o iki­sini illet harfi yapmış olması yönündendir. Her illet (neden), hakikati gereği, nedenlisini talep eder. Onu istediğinde ise bu durumda arala­rında bir sırrın bulunması gerekir Ki o sır sayesinde yardım istemek ve yardım etmek mümkün olur. Bu nedenle ona, uzatma özelliği verilmiş­tir.

Elçi Meleğe vahiy emanet edildiğinde, onunla vahyi aktaran (Hakk) . arasında bir bağıntı bulunmasaydı, hiçbir şeyi1 kabul edemezdi. Fakat aradaki bağıntı ondan gizlenmişti. Binaenaleyh vahiy gerçekleştiğinde ki onun makamı Yay’dır, çünkü Vav harfi ruhsal-yücedir, ötre de yük­sekliği verir ve o illet harfi Vâv’ın kapısıdıronu ruhanî melekî elçi diye ifade ettik. O da, Cebrail veya başka bir melektir.

Beşerî peygambere tevhit ve şeriat sırları verildiğinde, bileşik âleme yardım ve istimdat özelliği de verilmiştir ve yardım istemenin sırrı on­dan gizlenmiştir. Bu nedenle, peygamber şöyle buyurmuştur: ‘Rabbimin bana ve size ne yapacağını bilmem.’ Başka bir ayette ise ‘Ben de si­zin gibi bir insanım’ buyurmuştur. Beşerî peygamber süflî âlemde yani bileşiklik ve cisim âleminde bulunduğu için ona önceki harfi kesreli olan Ya’yı verdik. Bu harf, alçaltma harflerindendir.

Melekî peygamber ve beşerî peygamber tevhit ve şeriat gibi ilâhî sırların varlık sebebi olunca, onlara istimdat sırrı verilmiştir. Bu neden­le, kendilerini gösteren Vav ve Ya harfleri uzatılmıştır.

Vav ve Ya ile Elif arasındaki fark şudur: Vav ve Ya bu makamdan uzaklaştırılıp bütün harekelerle harekelenir. Örnek olarak vecedeke (se­ni buldu), ve tüvî (seni himaye eder), vellevü’l-edbâr (geriye dönerler), yuğnîhi (onu zengin eder), inneke meyyitün (kuşkusuz sen ölümlüsün) gibi ifadeleri verebiliriz. Aynı zamanda bu iki harf diri sukün ile de harekelenebilir. Örnek olarak vema hüve bi-meytin, yenevne vb. ifadeleri verebiliriz. Elif ise hiçbir zaman harekelenmez ve kendisinden önceki harf her zaman fethalı olarak bulunabilir. Şu halde Elif ile Vav ve Ya arasmda herhangi bir bağıntı söz konusu değildir.

Dolayısıyla Vav ve Ya harekelendiğinde, bu durum onların maka­mı ve niteliklerindendir. İllet olmada Elife eklendiklerinde ise bu du­rum, zatlarından değil, hareke kabul etmeyen ve taşımayan kadîm Hakk yönünden gerçekleşir. Fakat bu durum, Vav ve Ya harflerinin kendisin-

den aşağıda bulunduğu makamın niteliği ve hakikati yönündendir. Bi­naenaleyh Elifin delâlet ettiği şey, kadîm, ister harekeli ister harekesiz olsun Vav ve Ya’nm gösterdiği ise sonradan meydana gelmiş olmalıdır.

Hal böyle iken, işaretlenmiş veya telaffuz edilmiş her Elif ya da Vav ya da Ya bir delildir. Sonradan meydana gelmiş her delil ise bir muhdisi (yaratanı, var edeni) çağrıştırır. Muhdisi ise ne yazıya ne telaf­fuza sığar. O sadece ortaya çıkmış görünmeyendir. Aynı şekilde, Ya­Sin, Nun dersin ve burada illet harfini okunur halde bulursun. İşte bu, harfin görünmesidir. Yazılı olarak ise göremezsin. Bu da onun gayb ha­lidir. İşte bu, Yaratanın zatı hakkında değil, varlığı hakkmdaki bilginin gerçekleşme sebebidir ve yine zatı hakkında değil, ‘O’nun benzeri yoktur’un varlığı hakkında bilginin gerçekleşme sebebidir.

Ey öğrenen kişi! Bilmelisin Ki, sınırlama altına giren her şey, yara­tılmış ve var edilmiştir. Söz konusu şey senin mahallindir. Dolayısıyla, Hakkı içerden veya dışardan aramaJ Çünkü girmek ve çıkmak, sonra­dan meydana gelmişliğin özelliğidir. Her şeydeki her şeye bakarsan, her şeyi bulursun görürsün. Binaenaleyh Arş toplam, Kürsü dağınıktır.244

Ey Hakkın varlığını idrak etmek isteyen Kendi zatına dön, şendedir Hakk, ona sarıl

‘Ardınıza dönünüz ve bir nur arayınız.’ Dönmeselerdi bile, kuşku­suz yine nur bulurlardı. Kesin bir inançla geri döndüklerinde ise ‘arala­rına bir sur çekildi.’ Yoksa ‘ardınıza dönünüz’ ifadesi ile kendilerine ni­da edeni tanısalardı, ‘sen bizim gayemizsin’ der, geri dönmezlerdi. Bu nedenle geri dönmeleri nur ile aralarına set çekilmesinin sebebi oldu. Böylece cehennem ortaya çıkmıştır. ‘Onlar ve taşkınlar ateşe yuvarlanır.’ Tevhit ehli ise müşahede hazretinden güzel hurileri ve vildanlarıyla cen­net ehline uzanır.

Vezir hükümdarın niteliklerinin mahallidir. Sadece hükümdara öz­gü nitelik, kendisinden sıfadarın çıktığı yönetim sırrıdır. Böylece hü­kümdar, kendisi adına ortaya çıkan sıfat ve fiilini mücmel (genel, özet­le) olarak, vezir ise ayrıntılı biler. İşte, fark dediğimiz budur. Söyledi­ğimiz hususu iyice araştırırsan, Allah Teâlâ’nın izniyle gerçeği bulursun.

Bu durum ortaya çıkıp Elifin kelimenin zatı, Lâm’ın sıfatın zatı, Mim’in ise fiilin kendisi, gizli sırların ise kendilerini var eden olduğu sabit olunca, şimdi de (başka bir konuya geçip) deriz ki:

VASIL

(Elif, Lâm, Mim: Zâlike’l-Kitab Hakkında Sırlar Bakımın­dan Tamamlayıcı Açıklama)

Allah Teâlâ’nın (Bakara suresinin başında) Elif-Lam-Mim’den son­ra zâlike’l-kitab (bu kitap) demesi, sanki uzaktaki bir varlığa işarettir. Uzaklığın sebebi, şudur: Allah Teâlâ kitaba işaret edip -ki ayırma mahalli me­sabesindeki ayrılmış olandırve Lâm harfini işaret zamiri olan zâlike’ye katmıştır. Bu da, bu makamda uzaklığı dile getirir. Allah Teâlâ ehline göre ‘işaret uzaklıktaki nidadır.’ Çünkü Lâm, orta âlemdendir, dolayısıyla; sı­fat mahallidir. Sonradan meydana geleni kadîm’den ayrıştıran şey sıfat­tır. Allah Teâlâ, yaratılmışlar arasında ortaklık gerçekleşmesin diye, tekil hita­bı (zâlike’nin) KePine tahsis etmiştir. Bu konu hakkındaki yeterli açık­lamayı el-Cem’ ve’t-Tafsîl kitabında ‘ayakkabılarını çıkart245 ayetinden söz ederken yaptık. Başka bir ifadeyle, Lâm ve Mim’i çıkart, niteliklerden arınmış geride Elif kalsın.

Fark hitabın başka bir farktan geldiğini tevehhiim etmesin diye, Zel harfi ile -ki o kitaptır ve ikinci fark makamıdırLâm -o da sıfattır ve birinci fark makamıdırarasına cem’ (bir olma, farkın ortadan kalkma­sı) mahalli olan Elif girmiştir. Fark hitabın başka bir farktan olduğu vehminde bulunsaydı, asla hakikate ulaşamazdı. Elif o ikisini ayırmış, Zel ve Lâm arasına perde olmuştur. Zel Lâm’a kavuşmak istemiş, Elif onun karşısına çıkmış ve şöyle demiş: ‘Ancak benim vasıtamla kavuşabi­lirsin.’ Lâm da, emanetini vermek için Zel’e kavuşmak istemiş, Elif ona da karşı çıkmış ve ‘ancak benim vasıtamla kavuşabilirsin’ demiştir.

Birlik halinde ve ayrıntılı olarak, varlığa: her baktığında, birin sayı­lara eşlik etmesi gibi, tevhidin varlığa eşlik ettiğini ve ondan asla ayrıl­madığını görürsün. Çünkü iki, bir sayısına benzeri (bir) eklenmediği sürece asla var olamaz. Üç, ikiye bir ilâve edilmediği sürece, var olamaz. Sonsuza kadar, bütün sayılar böyledir. Binaenaleyh bir sayı değildir, sa­yının aynıdır. Başka bir ifadeyle sayı, birle ortaya çıkar.

Bütün sayılar birdir. Binden bir çıksa hiç kukusuz binin adı ve ha­kikati yok olur, geride başka bir hakikat kalırdı ki, o da dokuz yüz dok­san dokuzdur. Dokuz yüz doksan dokuzdan bir çıksaydı, hakikati kay­bolurdu. Şu halde herhangi bir şeyden bir çıkarsa o şey yok olur; bir bulunursa var olur. İşte tevhit de böyledir. Onun hakikati, ‘Her nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir5246 ifadesinde dile getirildi.

Allah Teâlâ (zâlike işaret zamirinin ilk harfi olan) Zel demiştir. Bu, belir­siz bir harftir. Belirsizliği ise kitap kelimesiyle açıklamıştır. Kitap ZePin (gösterdiği) hakikatidir. Allah Teâlâ, kitabı belirlilik takısıyla zikretti. Belirli­lik takısı (harf-i tarif), Elif-Lam-Mim ifadesindeki Elif ve Lâm harfleri­dir. Şu var ki onlar, burada Elif-Lam-Mim’dekinden farklı bir tarzda bulunur. Çünkü bu iki harf orada birlik mahallidir; burada ise ayrışma­nın ilk aşamasındadır. Söz konusu ayrışma, bilhassa surenin sırlarının ayrışmasıdır, yoksa başka surelerdeki ayrışma gibi değildir. İşte, varlık­taki hakikatierin sıralanışı böyledir.

(Ayette geçen) ‘Bu kitap’, rakamlı kitaptır. Çünkü ana kitaplar üç­tür: Yazılı kitap, rakamlı kitap ve bilinmeyen kitap.

Kitabın ve kâtibin anlamını, et-Tedbirâtü’l-llâhîyye fi-Islâhi’lMemleketi’l-lnsaniyye isimli kitabımızın dokuzuncu bölümünde açıkla­dık, oraya bakılabilir.

(Zat, Sıfat)

Şöyle deriz: Anlamda bir olsa bile zatlar, iki zatın ayrışmasını sağ­layan ve nitelik denilen bir anlama sahip olmalıdır. Rakamlı kitap ra­kamla, yazılı kitap yazıyla nitelenmiş, bilinmeyen kitap ise -ki nitelikten soyudanmıştıriki şekilde olmalıdır: Söz konusu kitap, ya bir sıfattır ve bu nedenle nitelenmemiştir veya niteliksiz bir zattır. Keşif, onun ilim diye isimlendirilen bir nitelik olduğu bilgisini verir. Hakkın kelimeleri­nin kalpleri, onun mahallidir.

Allah Teâlâ’nın şöyle buyurduğunu görmez misin: ‘Elif, Lâm, Mim. Kitabın indirilişi’ (buna cevap olarak başka bir ayette) ‘De ki: O’nu bilgi­siyle indirmiştir.’ Allah Teâlâ zâlike işaret zamirindeki Kef harfine bilgi niteli­ğiyle hitap etmiştir. Bilgi, iniş ile alçaltılmış Lâm harfidir. Çünkü Allah Teâlâ, zatı idrak edilmekten münezzeh olandır. Böylece İlâhî kelime olan Kefe şöyle demiş: ‘Bu kitap’, yani sana indirilen kitap, senin ilmin değil, be­nim ilmimdir. ‘Onda’, hakikat ehline göre ‘asla kuşku yoktur.’ Onu benden sakınanlara hidayet olsun diye indiririm. Sen, kitabın indirildiği mahal ve menzilsin.

Her kitabın bir anası olmalıdır. Onun anası ise bilinmeyen ‘bu ki­taptır.’ Sen onu asla bilemezsin. Çünkü o, sana veya bir başkasına ait bir nitelik veya zat değildir. Bu meseleyi iyice öğrenmek istersen bilen­de bilginin veya görende görüntünün suretinin nasıl meydana geldiğine bakınız! Binaenaleyh söz konusu suret ne odur ne de o değildir.

‘Onda kuşku yoktur, takva sahipleri için hidayettir’ ayetindeki harf­lerin derece ve menzillerine incelediğimiz konudan sonra zikredeceği­miz tarzda balcınız! Açıkladığım şeyi düşün! La-raybe fih (onda kuşku yoktur) ifadesindeki Lâm-Elif in düğümünü çöz ki, İki Elif haline gele­sin. Lâm’ın eğrisi, muttakîn (takva sahipleri) ifadesindeki Nun harfinde ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni, el-Ahir ismindeki Elifin Lâm’dan son­ra gelmesidir. Bu, Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ‘Kendini bilen Rabbini bilir’ de­diği hadiste, kul için kendisini bilmekten meydana gelen marifettir.

Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem Lâm’ı bilmeyi Elifi bilmeye öncelemiş, Lâmelife delil haline gelmiştir.247 Bunlar tek zata dönüşecek şekilde karışmamış, her birisi kendi zatıyla diğerinden ayrışmıştır. Bu nedenle delil ve delillendirilen bir araya gelmez. Fakat delilin yönü delil ile delillendirilen arasındaki bağdır. İşte bu, Lâm’ın Elife bitişme bağla­mıdır.

İki Elif, yani a ve a’yı çarptığında, tek Elif/A meydana gelir. Bitiş­menin (ittisal, vuslat) hakikat ve anlamı budur. Hâdis (sonradan olan) ile kadîmi çarptığında, dışta meydana gelen hâdis olacaktır. Kadîm, hâdisin görünmesiyle, gizlenir. İşte bitişme ve bir olmanın anlamı budur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Rabbin meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağım demiştC Bu ifade, Cüneyd el-Bağdadî’nin hapşırana söylediği ‘Hâdis (sonradan olan) kadîme bitiştiğinde, geride bir izi kalmaz’ sözüyle çeli­şir. Çünkü (söylenen) bağlam farklıdır.

Görmez misin! La raybe fih’deki Lâm-Elif el-Kürsi ile nasıl birleş­miştir? Böylece iki zat, La (La-raybe fih’deki Lâmelif) olarak ortaya çı­kar. Bunların birleşmesinin nedeni bilinmez. Arş, kendisine dönme ve kavuşma esnasında, o İlcisini ayırır. Böylece iki zat, bu şekle göre EL haline gelir. Lâm kendi hakikatiyle ortaya çıkmıştır. Çünkü bitişme ve bir olma makamında onu kendi suretine döndürecek kimse karşısına çıkmaz.

Böylece dairenin yarısını, Lâm-Elif te gizlenmiş Lâm’dan bileşiklik ve duyu âlemine çıkarttık. Geride iki Elif a, a şeklinde fark makamında kaldı. Biri bir ile çarptık -ki bir şeyin kendisiyle çarpımı demektirbir meydana geldi: Elif. Böylece bir, diğer bir’i giyindi ve bir örtü oldu. Şu halde bir, görünendir ve ibda edilmiş (yaratılmış) halifedir. Diğeri ise örtünen oldu. Diğeri ise gizlenen, başka bir anlatımla ibda eden (yaratı­cı) kadîm’dir. Şu halde örtüneni sadece örtünün bâtını bilebilir ki, o da cem’ halinde gerçekleşir. Böylece örtü örtülenin suretine dönüşür. Bi­naenaleyh birdir dersen doğru söylemiş olursun; iki zat dersen hem gö­rerek ve hem de keşif itibarıyla, yine doğru söylemiş olursun.

Şu dizeleri söyleyen şairin hakkı var:

Cam incelmiş, şarap incelmiş                                                    '

Bir bir şeklini almışlar, iş karışmış:

Sanki cam şaraptır, kadeh değil Sanki şarap kadehtir, şarap değil

Örtünün zahiri ise neyi örttüğünü asla bilemez, sadece kendi zatı­nın bâtınını bilebilir. Zatının bâtını, onun perdesidir. Aynı şekilde, Hakkı (bilen değil) ancak bilgi bilebilir. Nitekim O’na gerçek anlamda hamd edecek olan da (hamd sahibi değil) hamddir. Sen ise O’nu ancak bilgi vasıtasıyla bilirsin. Bilgi senin perdendir. Binaenaleyh sen, bilinen­le örtüşse bile, ancak kendinle var olan bilgiyi görebilirsin. Bilgin senin­le vardır ve gördüğün ve taptığın şey, kendi bilgindir. Zinhar, hakikat yolunda yürürsen, (mutlak anlamda) bilineni bildiğini iddia etme! Sen sadece bilgiyi bildin. Bilineni bilen sadece bilgidir. Bilgi ile bilinen ara­sında derinliğine ulaşılamayan deryalar vardır. Çünkü hakikatleri farklı olduğu halde bunların birbirine ilişmesinin sırrı, girilmesi çetin bir de­nizdir. Hatta ne işaret ne de ibare onu taşımaya güç yetirebilir. Fakat keşif, pek çok ince perde ardında onu izleyebilir. Yine de inceliği nede­niyle basiret gözünün önünde bulunuyormuş gibi ona temas edilemez.

Söz konusu sır, anlaşılması çetin bir iştir. Binaenaleyh, onu ancak ken­disini yaratan bilebilir!

Kadîm olsun hâdis olsun, ‘bir şeyi o şeyin kendisinden bildim’ di­yenin idrakinin nerede durduğuna bakınız! Bu ifadenin sonradan mey­dana gelenle ilgili olması gerekir. Bilinmek için kadîm uzak ki ne uzak­tır! Çünkü onun benzeri yoktur. Dolayısıyla O’nun bilgisine nereden ulaşılacak? Ya da O’nu bilmek nasıl mümkün olacak?

Bu önemli mesele hakkında açıklama bu bölümün üçüncü kısmın­da gelecektir.

Örtünün dışı, istiskâ248 makamında bulunmak koşuluyla, örtüleni ancak varlık yönünden bilebilir. Sonra, bu bilgi kaybolur ve gider. Çünkü o, cezbe bilgisi değil neden bilgisidir. İşte bu, cennet ehlinin cennetteki (Hakkı) görmeleridir. Söz konusu görmenin nedeni, sadece belli bir vakitte gerçekleşen tecellidir. Fütuhât-ı Mekkiyye’nin cennet bahsinde o tecelliden söz edeceğiz. Bu, ayrım makamıdır.

Örtünün bâtınının ehli, sürekli müşahede eder. Bununla birlikte zâhirleri (görünen tarafları), sıfatlar Kürsüsünde bulunur ve bâtının müjdeleri ile nimedenirler ki söz konusu hal, kavuşma nimetidir.

Zâlike, işaret zamirinin fail ya da faili belirsiz meful olarak değil de, müptedâ (özne) olmasındaki hikmete dikkat ediniz! Çünkü zâlike, laraybefih (onda kuşku yoktur) cümlesinin faili olamaz. Fail olsaydı, (be­lirtilen hükmün aksine) kuşku meydana gelirdi.. Çünkü failin yeri, Lahüve’dir. Kendi niteliği olmayan bir şey, nasıl ona nispet edilebilir ki? Ayrıca Zel harfinin makamı bunu imkânsız kılar. Çünkü Zel ‘Hakikat­ler var idi onlarla beraber başka bir şey yoktu’ denilen hakikatlerdendir. Bu nedenle Zel, Elif, Dal, Ra, Ze, Vav gibi kendisinden önce gelen harflere bitişir.

Zalike için faili adlandırılmamış meful de demiyoruz. Çünkü bir şeyin meful olması için özel bir şekilde bir kelimenin onu öncelemesi gerekir. Bu konunun yeri nahivdir. Burada kitap fiilin kendisidir. Fiil hakkında ise fail veya meful denilemez. O, yani zalike lafzı, merfiıdur. Binaenaleyh ancak müpteda olabilir. Müptedanın anlamını ise ille bakış­ta, kendisinden başkası bilemez: ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Evet, Rabbimizsin, dedilec’

Şöyle iddia edilebilir: Her müptedada ibtida’nın (başlangıçın) etki­leyen olması zorunludur.

Şöyle deriz: Haklısınız! Burada mübteda’da ümmü’l-kitab, yani ki­tabın anası amildir. Dolayısıyla o, kitapta amil olan iptidadır. Hakk veya halk olarak her şeydeki amil, Rab Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle Allah Teâlâ ‘Bana ve ana babana şükret5 ayetiyle dikkat çekmiş, önce şirk koşmuş, sonra ‘dö­nüş banadır’ demiş, böylece birlemiştir. O halde şükür, tefrika (ikilik, ayrım) makamındandır.

Aynı şekilde, örtüye de şükretmen gerekir, çünkü o, örtünene ulaş­tıran bir sebeptir. Örtünün ve senin döneceğin yer, örtülenedir. ‘Herkes kendi yaratılışına göre’ ulaşır.

.                                                                                                  I               '                                   '                                                                                      .

Söylediğimiz şeyi anla, Zel ve Elif harflerinin makamının farkını ayırt et. Bununla beraber o ikisi, önce hal ve makam, ardından makam ve hal olarak mukaddes birlik mertebesinde ortaktır.

TEMBİH

(‘Elif-Lam-Mim, Zâlike’l-Kitab’ Hakkında Sırlar Bakımın­dan Tamamlayıcı Açıklama)

Allah Teâlâ bu kitap demiş, bunlar kitabın ayetleridir (tilke) dememiştir. Kitap cem’ (birlik), ayetler ise tefrika (ayrım) bildirir. Zalike, tekilmüzekker, tilke tekil-müennes zamirdir. Allah Teâlâ ‘zâlike el-kitab’ ifadesiyle ilk olarak cem’in farktan önce geldiğine dikkat çekmiş, ardından farkı ayederde meydana getirmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, (farkı temsil eden) bütün sayılar bir sayısında toplanır. Biri çıkarttığımızda, bütün sayıların hakikati ortadan kalkar. Sayılar ortadan kalkarsa (bir ile aynı anlama gelen) Elifin de varlıkta eseri kalmadığı gibi onları izhar ettiğimizde ise Elif de varlıkta ortaya çıkar.

İşte bir sayısının hakikatinin kendisine verdiği bu şaşırtıcı güce dikkat ediniz! Sonsuza varıncaya kadar çokluk kendisinden ortaya çık­mış, o ise zat ve isim olarak tektir.

Allah Teâlâ ayetlerde farkı meydana getirmiştir, bir ayette şöyle buyurur: ‘Onu mübarek bir gecede indirdik.’249 Sonra şöyle demiş: ‘O gecede her hikmetli iş ayırt edilir.’250 Böylece Allah Teâlâ her şey demek olan cem’ ile baş­lamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Onun için levhalarda her şeyi yaz­dık.’25' Levhalarda, fark makamına, her şeyi cem makamına işaret eder. ‘Öğüt ve açıklayıcı olarak.’ Bu ayrıma döndürmek demektir. ‘Her şeyi.’ Bu ise birlik haline döndürmektir.

Genel itibarıyla her varlık, ya cem’ (birlik, bütünlük) veya fark (ay­rılık, ikilik) makamında bulunur: Bir varlığın bu iki hakikatten soyut­lanması mümkün olmadığı gibi onları kendinde birleştirmesi de müm­kün değildir. Buna göre Hakk ve insan cem’ makamında, âlem ise cem’ haline gelmeyen ikilik makamında bulunur. Hakk ikilik makamında olamayacağı gibi insan da ikilik makamında olamaz.

Allah Teâlâ, zatı, sıfatları ve isimleriyle daima ezeliliğinde bulunur. Onun hakkında bir hal yenilenmez ve âlemi yaratması nedeniyle daha önce sahip olmadığı bir nitelik kazanmaz. Allah Teâlâ, ‘şimdi de’ âlemi yaratmaz­dan önce ‘bulunduğu hal üzeredir.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Allah Teâlâ var idi. O’nunla birlikte başka bir şey yoktu’ derken Hakkı nitelemiş, ‘şimdi de öyledir’ ifadesi hadise sokulmuş, böylece Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in söylemediği bir şey ona katılmıştır. Bu ifadeyi hadise ekleyen sûfilerin kastı şudur: Allah Teâlâ için âlem yaratılmazdan önce zorunlu olan bir nitelik, âlem yara­tıldıktan sonra da Allah Teâlâ’ya aittir.

İşte kendilerini öğrenmek isteyenlere göre hakikatler de böyledir.

Binaenaleyh erillik asıldadır -ki o Adem’dir ve zâlike ifadesidir. Di­şilik ise ferdedir ve o da Havva’dır ve tilke ifadesidir.

Bu konu hakkında doyurucu açıklamayı, Kur’an’ın sırlarının bilin­mesi hakkında yazdığımız el-Cem ve’t-Tafsil adlı kitabımızda zikrettik. Buna göre, Adem nitelikleri birleştirmek içindir. Havva ise zadarı ayrış­tırır. Çünkü o fiil ve ekin mahallidir. Ayetler de, hüküm ve karar mahal­lidir. Allah Teâlâ zâlike ve tilke zamirlerinin anlamını (cem’ ve farkı ya da ic­mal ve tafsili) ‘Ona hikmeti ve hitabı ayırt etme özelliği verdik’ ayetinde birleştirmiştir.

Elif-Lam-Mim, harftir. Bu sayı, onların âlemlerinin bileşimidir. Üst âlemden olan Hemze, orta âlemden olan Lâm ve aşağı âlemden olan Mim. Dolayısıyla Elif-Lam-Mim berzahı ve iki dünyayı, başka bir ifadeyle (aradaki) bağı ve iki hakikati birleştirmiştir. Bunlar, tekrarlanmaksızın lafzınm harflerinin yarısı, tekrarla ise üçte biridir. Her birisi, her üçte birin üçte biridir. Bütün bunlar, el-Mebâdî veî-Gâyât ve el-Cem ve’t-Tafsil kitaplarında incelediğimiz sırlardır.

Bakara suresindeki Elif-Lam-Mim hakkında bu bölümde bu kadar açıklama yeterlidir. Bundan önce kitap ve kâtip hakkında bize tecelli eden şeyleri yazmak istemiştik. Bu konuda bize öyle korkutucu şeyler tecelli etti ki, elimizden diviti attık ve âleme kaçtık. Böylece üzerimiz­deki ağırlık hafifledi. Ardından ikinci kez o tecelliden söz etmeye dön­dük. Bu kez engellendik. Biz de daha önce bu bölümde tekeffül ettiği­miz gibi, özetleyerek ve kısa tutarak, harf harf harflerden söz etmeye döndük.                                           '

Allah Teâlâ hakkı söyler ve doğruya ulaştırır.

Beşinci kısım tamamlandı. Hamd âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya mahsus­tur.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar